Çevre SİVİL TOPLUM DİYALOĞU www.siviltoplumdiyalogu.org

Transcription

Çevre SİVİL TOPLUM DİYALOĞU www.siviltoplumdiyalogu.org
ACTIVITY
Bu program Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından finanse edilmektedir.
This programme is co-funded by the European Union and the Republic of Turkey
TÜRK-YUNAN MEDYA BULUŞMASI
TURKEY-GREECE MEDIA BRIDGING
TURKEY
GREECE
MEDIA
BRIDGING
G
www.turkeygreecemediabridging.com
NİSAN 2015 April
1
JOURNAL
THE ROLE OF MEDIA IN
TURKISH-GREEK RELATIONS
TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİNDE
MEDYANIN ROLÜ
project art creative mice
ANLAMAK, ANLATMAK, ANLAŞMAK...
Sivil Toplum Diyaloğu Programı; Medya,
STK ve Kamu Personelini daha güçlü bir
işbirliği için biraraya getiriyor.
www.siviltoplumdiyalogu.org
21-22 April 2015
21-22 Nisan 2015
13-14 May 2015
13-14 Mayıs 2015
16-17 June 2015
16-17 Haziran 2015
TO EXPLAIN, TO LISTEN & TO
UNDERSTAND EACH OTHER...
Civil Society Dialogue Programme brings
together Media, CSO and Public Officials
for a stronger cooperation.
www.civilsocietydialogue.org
09-10 September 2015
09-10 Eylül 2015
7-8 October 2015
7-8 Ekim 2015
21-22 October 2015
21-22 Ekim 2015
Bu program Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından finanse edilmektedir.
This programme is co-funded by the European Union and the Republic of Turkey
TURKEY
GREECE
MEDIA
BRIDGING
Projesi
ΓΕΦΥΡΩΣΗ ΤΩΝ ΜΕΣΩΝ ΕΝΗΜΕΡΩΣΗΣ
ΤΟΥΡΚΙΑΣ - ΕΛΛΑΔΑΣ
project
art
creative
mice
G
contents
İÇİNDEKİLER
JOURNAL
Publisher
İmtiyaz Sahibi
Ali Akgün
[email protected]
Editor-in-chief
Genel Yayın Yönetmeni
Arzu Akgün
[email protected]
Editorial Consultant
Yayın Danışmanı
Andreas Belibassakis
BBC Yunanistan Muhabiri
Chief of Correspondent BBC in Middle East
Burak Bekdil
Hürriyet Daily News
Doç. Dr. Burcu Sümer
Ankara Üniversitesi, İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi
Ankara University, Lecturer of Communication Faculty
Özge Mumcu
Gazeteci / Journalist
Sedat Bozkurt
Fox Tv Ankara Temsilcisi
Representative of Fox Tv Ankara
Yrd. Doç. Dr. Sevgi Can Yağcı Aksel
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi
Ankara University, Lecturer of Communication Faculty
Zafer Çakmak
Habertürk Ankara Temsilcisi
Representative of Habertürk Ankara
TURKEY-GREECE MEDIA
BRIDGING PROJECT
Project Coordinator / Aral Group
Arzu Akgün
[email protected]
30
/belediye
y
t
i
l
a
p
i
c
i
mun
Project Asistant /Aral Group
Fatoş Dervişoğlu
[email protected]
Project Coordinator / A4 Art Design
Berin Myisli
Project Assistant / A4 Art Design
Xenia Chatziangeli
www.turkeygreecemediabridging.com
[email protected]
This journal is produced within the scope of Civil Society
Dialogue program by Aral Group. This journal is produced
with financial support of EU and Republic of Turkey. Aral
Group is responsible from the content of the journal and can
in no way be interpreted as the opinion of the EU and/or
Republic of Turkey.
Bu dergi Aral Group tarafından Sivil Toplum Diyaloğu
programı kapsamında üretilmiştir. Bu dergi Avrupa Birliği
ve Türkiye Cumhuriyeti’nin mali desteğiyle üretilmiştir.
Bu derginin içeriğinden yalnızca Aral Group sorumludur
ve bu dergi hiçbir şekilde Avrupa Birliği veya Türkiye
Cumhuriyeti’nin görüş ve tutumunu yansıtmamaktadır.
Dergide yayınlanan makale, yazı, haber ve fotoğrafların
sorumluluğu yazarların sahibine aittir.
The responsibility of the articles, writings, news and photos
published in the journal belongs to the authors.
Ataç 1 Sk. 25/11 Kızılay, Ankara / Turkey (Yönetim Yeri)
Phone: +90.312 433 2725 Fax: +90.312 434 2725
e-mail: [email protected]
Baskı/Printing: TDV Yayın, Mat. ve Ticaret İşl. 0312 354 91 31
Yerel Süreli, üç aylık, Türkçe-İngilizce Yıl: 3 Sayı: 13 Basım Tarihi: 27.02.2015
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Arzu Akgün
Yayın Sahibi: Aral Prodüksiyon Dağ. Danış. Ajans Yay. Matbaa.
Rek. Tur. San. Tic. Ltd. Şti. adına Ali Akgün
38
turizm
tourism/
G
JOURNAL
06
panel
34
38
üzik
music/m
art/sanat
50
ek
food/yem
TRGR JOURNAL
5
ACTUAL
Blue Voyagers Exhibition in Istanbul
Mavİ Seyyahlar Sergİsİ İstanbul’da
The exhibition which is called Blue Voyagers:
Romare Bearden and Art of Bedri Rahmi Eyüboğlu
and organized in cooperation by Columbia Global
Centers Turkey and Greek General Consulate in
Istanbul will meet the art lovers between 15th April
2015 and 17th May 2015.
The American artist’s work called A Black Odyssey
that is prepared by inspiring from the epic Odyssey
and identified with the artist himself is coming to
Istanbul after New York and Paris. The exhibition will
also present the audience a special selection that is
in the Eyüboğlu family collection and consists of the
Anatolian themes blended with a western technique
by one of the most important representatives of
modern Turkish painting, Bedri Rahmi Eyüboğlu.
This special selection will be composed of the works
of the artist such as “ Grandson, While Thinking of
You, Baltabaş Kamanchist, Mother and Shepherd,
Aşık Veysel, Saz Player and Yavuz is coming Yavuz”.
The exhibition aims to bring together the two artists
who are contemporary to each other and began a
journey on the track of a kind of a universal Odyssey
in their own past.
Columbia Global Centers Turkey ve Yunanistan
İstanbul Başkonsolosluğu işbirliğinde düzenlenen
Mavi Seyyahlar: Romare Bearden ve Bedri Rahmi
Eyüboğlu’nun Sanatı adlı sergi 15 Nisan- 17 Mayıs
2015 tarihleri arasında sanatseverlerle buluşacak.
Amerikalı sanatçı Romare Bearden’ın Homer’in
Odysseia destanından esinlenen ve sanatıyla
özdeşlesen “Siyahi bir Odyssesia” (A Black
Oddyssey) isimli çalışmaları New York ve Paris’ten
sonra İstanbul’a geliyor. Sergi aynı zamanda Türk
modern resminin en önemli temsilcilerinden Bedri
Rahmi Eyüboğlu’nun, Eyüboğlu aile koleksiyonunda
yer alan ve Anadolu temalarını batılı teknikle
harmanladığı özel bir seçkiyi de izleyici ile
buluşturacak. Bu özel seçkide sanatçının “Torun,
Seni Düşünürken, Baltabaş Kemençeci, Kağnı, Ana
ve Çoban, Aşık Veysel, Saz Çalan ve Yavuz Geliyor
Yavuz” gibi eserleri yer alacak.
6 www.turkeygreecemediabridging.com
GÜNCEL
The Prize Awarded to Turkish Airlines from Athens
Atİna’dan Türk Hava Yolları’na Ödül
Because of Turkish Airlines is the most important transport that connects
Greece to the world and from this aspect it contributes to the development
of commercial activities, Turkish Airlines was granted “Active Greece
Awards 2015” in “Business Excellence in the field of Extraversion” held
in Athens. Alp Yavuzeser, Athens Director of Turkish Airlines, made a
statement and said that he made all kinds of efforts in order to develop the
Turkish Airlines partnership in the field of social, cultural and economic
relations between Turkey and Greece. Yavuzer spoke like that; “Turkish
Airlines enables that Greece is connected to more than 260 points of the
world with 35 flights in a week and it also organizes 3 frequencies per day
between İstanbul and Athens and 2 frequencies per day between İstanbul
and Thessaloniki. Turkish Airlines will support the accessibility of Greece
by increasing its frequencies in the coming days.”
Türk Hava Yolları, Atina’da düzenlenen “Business Excellence in the field
of Extraversion” forumunda, Yunanistan’ı dünyaya bağlayan en önemli
taşıyıcı olması ve bu yönüyle ticari faaliyetlerin gelişmesine sağladığı katkı
sebebiyle “Active Greece Awards 2015” ödülüne layık görüldü. Türk Hava
Yolları Atina Müdürü Alp Yavuzeser yaptığı açıklamada THY ortaklığının
Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin kültürel, sosyal ve ekonomik
başlıklarda daha ileriye gitmesi için her türlü çabayı göstereceğini ifade
etti. Yavuzeser konuşmasını şöyle sürdürdü: “Yunanistan’ı dünyanın
260’dan fazla noktasına haftada 35 sefer ile bağlayan ve İstanbul-Atina
arasında günde 3 frekans, İstanbul-Selanik arasında günde 2 frekans
sefer düzenleyen Türk Hava Yolları’nın, Yunanistan’ ın ulaşılabilirliğine
önümüzdeki günlerde yapacağı frekans artışlarıyla artan oranda destek
olacaktır.”
2015 Arch Ancient Greek Summer Camp
2015 Arché Antİk Yunan Yaz Kampı
Arch Ancient Greek Summer Camp will be held in Şirince Matematik village in İzmir on August 10th-23th,
2015. The purpose of the Arch Project is to present a creative and productive environment by showing a
perspective that people cannot see in their daily life and by introducing them a world that they can respect.
The subject of the camp is to understand the world of Ancient Greek and a two-week intensive history and
philosophy subjects will be discussed. Basic history and philosophy courses will be in mornings for two
weeks and additionally different aspects of Ancient Greek World will be discussed in afternoons. The courses
will be taught by educators who expert in their fields for many years, are active in the academic field and
professional instructors.
Arché Antik Yunan Yaz Kampı, 10 – 23 Ağustos 2015 tarihlerinde İzmir, Şirince Matematik Köyü’nde
yapılacaktır. Arché projesinin amacı, insanlara günlük hayatta göremedikleri bir derinlik gösterip, onları saygı
duyabilecekleri bir dünya ile tanıştırarak, onlara yaratıcı ve üretken olunabilecek bir ortam sunmaktadır.
Kamp Antik Yunan dünyasını anlamak üzerine olacak ve iki haftalık yoğun bir tarih ve felsefe konuları
işlenecek. Temel tarih ve felsefe dersleri iki hafta boyunca sabahları sürecek, bunlara ek olarak da öğleden
sonraları 2–3 günlük spesifik konular üzerinden gidilerek Antik Yunan dünyasının farklı yönleri işlenecek.
Dersler, konularında uzun yıllardır kafa yormuş, akademik üretimde bulunmuş ve profesyonel olarak
eğitimcilik yapan hocalar tarafından verilecektir.
TRGR JOURNAL
7
PANEL
TURKEY
GREECE
MEDIA
BRIDGING
The Role Of Media in Turkish-Greek Relations
TÜRK YUNAN İLİŞKİLERİNDE MEDYANIN ROLÜ
Media is one of the most important factors that shape the international relations
and is increasing its effectiveness every day as a directing and directed force. At
the same time, it constitutes a potentially dangerous power also. Therefore, this
important power should undertake a role that is not discriminating but bringing the countries closer and provides a basis for peaceful steps to be taken.
Large tasks fall to media as it is one of the key factors for the development of
political, economic and cultural relations and strengthening the bonds among
countries. Media can contribute to a peaceful environment with the importance
attributed to the news put forward. Countries can understand each other more
correctly through mutual exchange of culture, along with that the historical,
cultural, religious and sociological issues are understood and these issues take
place in media.
It has been observed that media played the leading role in the Turkish-Greek
relations that have been bumpy throughout the history. Media set the ground
for prejudices between two countries for many times. Today a major role falls
to media to break such prejudices. Turkish-Greek Media Meeting has been
initiated for this purpose. The people of two countries are aimed to get closer
thanks to our project that will play an important role in what the role of media
is in Turkish-Greek relations, how the news are transmitted to the public in the
media, whether the message conveyed by media is based on reality. Our panel
of “The role of Media in Turkish-Greek Relations”, that was organized for this
purpose and brought together very important media members, won considerably recognition and was an important event serving the purpose. The panel in
which the role of media in the relations of two countries was examined from the
past to the present is also important to create a route for the following works.
8 www.turkeygreecemediabridging.com
Uluslararası ilişkilere yön veren en önemli unsurlardan biri olan medya,
günümüzde hem yönlendiren hem yönlendirilen bir güç olarak etkinliğini
her geçen gün artırıyor. Her iki sebepten dolayı da potansiyel olarak tehlikeli
bir güç oluşturuyor aynı zamanda. Bu nedenle bu önemli güç ayrıştırıcı değil,
ülkeleri birbirine yakınlaştıran ve barışçıl adımlar atılmasına zemin hazırlayan
bir rol üstlenmelidir.
Ülkeler arasında siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerin gelişmesinde, bağların
güçlenmesinde kilit unsurlardan olan medyaya büyük görevler düşmektedir.
Medya, ön plana çıkarttığı haberlere göstereceği önem sayesinde barışçıl bir
ortama katkı sağlayabilir. Karşılıklı kültür alışverişi, tarihsel, kültürel, dini,
sosyolojik konuların kavranması ve bu konuların medyada yer alması ile ülkeler
birbirini doğru bir şekilde algılayabilir.
Özellikle Türkiye ve Yunanistan arasındaki tarih boyunca inişli çıkışlı bir seyir
izleyen ilişkilerinde medyanın başrol oynadığı gözlenmiştir. Birçok kez iki
ülkenin arasında var olan önyargılara medya zemin hazırlamıştır. Bugün söz
konusu önyargıların kırılması konusunda medyaya büyük rol düşmektedir.
Türk Yunan Medya Buluşması projesi de bu amaçla yola çıkmıştır. Medyanın
Türk-Yunan ilişkilerindeki rolünün ne olduğunu, her iki ülkenin haberlerinin
medyada kamuoyuna nasıl tanıtıldığı, medyanın verdiği imajın ülkelerin
gerçeğine uyup uymadığı konularında önemli rol oynayacak projemiz sayesinde
iki ülke halklarının birbirine yakınlaşması hedeflenmektedir. Bu amaçla
gerçekleştirilen ve çok önemli medya mensuplarını biraya getiren “TürkYunan İlişkilerinde Medyanın Rolü” konulu panelimiz büyük beğeni toplamış
ve amaca hizmet eden önemli bir etkinlik olmuştur. İki ülke ilişkilerinde
geçmişten günümüze medyanın rolünün irdelendiği panel, sonraki çalışmalara
da rota oluşturması açısından önemlidir.
PANEL
Images from the opening of our project “Turkish-Greek Media Meeting” and the panel
themed “Role of Media in Turkish-Greek Relations” which were organized with the participation of Ankara Ambassador of Greece Kyriakos Louikakis, the Founder President
of Başkent University Mehmet Haberal and the present President of Başkent University
Ali Haberal at the Faculty of Commumication of Başkent University on 3rd March 2015.
“Türk Yunan Medya Buluşması” projemizin, 3 Mart 2015 tarihinde Başkent Üniversitesi
İletişim Fakültesi’nde Yunanistan Ankara Büyükelçisi Sayın Kyriakos Loukakis, Başkent
Üniversitesi Kurucu Rektörü Sayın Mehmet Haberal ve Üniversite Rektörü Sayın Ali
Haberal’ın katılımıyla gerçekleşen açılış ve “Türk-Yunan İlişkilerinde Medyanın Rolü”
konulu panelimizden görüntüler.
TRGR JOURNAL
9
PANEL
Oktay EKŞİ
CHP İstanbul Deputy / CHP İstanbul Milletvekili
I Hope That This New Initiative is not Shortlived
Dİlerİm, bu teşebbüs kısa ömürlü olmaz
10 www.turkeygreecemediabridging.com
PANEL
I came into your presence in the
context of the project Turkey Greece
Media Bridging. I want to start my
speech stating that I am honoured for
this. I would like to thank Aral Group
and everybody who has contributed
to the realization of the project. This
project reminded me of projects that
started the previous years on the same
subject and essentially the same scope.
I hope that this new initiative is not
shortlived as the previous ones. In
order for my wish to be realized allow
me to refresh the memories regarding
the previous initiatives.
The first one was the Abdi İpekçi
Prize, which was established in 1981,
that is, two years after the assassination of the famous journalist Abdi
İpekçi himself, who believed that
there was no serious reasons for
Turkey and Greece not to be friends.
On this occassion, I would like to
respectfully mention Andreas Politakis
who carried all the burden of the prize
for years and left us in 2004. The Abdi
İpekçi Prize was given biennially by
the prize committees of the two countries to politicians, journalists, thinkers, artists and sometimes students
who had an important contribution to
the development of the Turkish-Greek
friendship and understanding, with
the work they did in their own field.
Unfortunately, the prize was not given
anymore after the death of Politakis.
As far as I know, the second initiative
belongs to Süleyman Gençer, the
Editor in Chief of Yeni TV Channel in Izmir, and Stratis Balaskas,
the General Editorial Director of
Eleftheria Newspaper in Mytilene,
after the Kardak Crisis that occured in
January 1996. These two journalists
established the Journalists’ Platform
for Peace in the Aegean and Thrace.
Their aim was to create a platform of
common sense that would prevent
those who would intent to endanger
the bilateral relations for with such
kinds of crises. Their solution was to
bring together the journalists of the
two countries and show that there
was no need to be enemies of each
other. If I am not wrong, this initiative
was not long lasting in spite of the
meeting in Izmir in the beginning of
1998, where 120 Greek journalists
participated. Our esteemed colleague
Nicholas Voulelis who is with us
today, was one of the participants to
that meeting, I am not wrong.
I was one of those who participated to
the third initiative. You will remember
the earthquake of August 17, 1999
in Turkey that caused the death of
20 thousand people and immediately
after this, the earthquake in Greece
– though not as strong as the one in
Turkey. When I saw that these two
earthquakes created an unexpected
rapprochement in the public opinion
of the two countries, then the Media
Council where I was the Chief at that
time, took an initiative. We invited
to Istanbul eleven journalists that
we could reach within one weekend. They came, we met each other.
We became so happy to meet each
other that we decided to continue
this relation on a regular basis. For
this reason, we deployed three Turk
journalists and three Greek journalists
under the name of Contact Group.
The Contact Group organized six
conferences, three in Greece and three
in Turkey, where the journalists of the
two countries came together. Personal
friendships were established in those
conferences. We decided not to leave
it there. We decided to establish a
community that would gather the
journalists of the two countries. The
scope was to make continuous within
this community the dialogue, th give
the opportunity to the journalists and
especially the younger ones to work in
the other country for a while; briefly,
to break stereotypes by living and
cooperating in professional subjects.
In the conference that took place
in Izmir in 2010 in order to make
the establishment, one of our Greek
colleagues asked us to give them one
month, in order to think more over
this issue. Five years passed since
then, our colleague should be still
thinking since we were not able to establish the community. Unfortunately,
the third initiative bacem history in
this way.
The rest of the attemps show that
there is a strong will in the media to
put on a friendship basis the bilateral
relations. The success of this project
that is put into practice due to the
initiative of Aral Group, might address
a very important deficiency. For this
reason, I would like to thank again the
new owners of the subject and wish
you good luck.
Türk Yunan Medya Buluşması başlıklı
proje bağlamında huzurunuza geldim.
Bundan onur duyduğumu belirterek
sözlerime başlamak istiyorum. Projeyi
yaşama geçiren Aral Group’a ve
katkısı olan herkese teşekkürlerimi
sunmak isterim. Bu proje bana önceki
yıllarda aynı konuda ve esas itibariyle
aynı amaçla başlatılmış projeleri
anımsattı. Dilerim, bu son teşebbüs
öncekiler gibi kısa ömürlü olmaz. Bu
dileğimin gerçekleşmesi için izninizle
daha önceki teşebbüsler konusunda
hafızaları tazelemek istiyorum.
İlki Türkiye ile Yunanistan’ın dost
olmaması için hiçbir ciddi sebep
bulunmadığına inanan tanınmış
gazeteci Abdi İpekçi adına onun
katledilmesinden iki yıl sonra
yani 1981’de kurulan Abdi İpekçi
Ödülü’ydü. Ödülün tüm yükünü
yıllarca omuzunda taşıyan ve 2004
yılında aramızdan ayrılan Andreas
Politakis’i bu vesileyle saygıyla
anmak isterim. Abdi İpekçi Ödülü,
iki yılda bir, iki ülke ödül komiteleri
tarafından kendi alanlarında
yaptıkları çalışmalarla Türk -Yunan
dostluk ve anlayışının gelişmesine
önemli katkıda bulunan politikacı,
gazeteci, düşünce adamı, sanatçı ve
bazen de öğrencilere veriliyordu.
Maalesef Politakis’in vefatıyla ödül de
verilemez oldu.
Benim bildiğim ikinci teşebbüs,
1996 Aralık ayında meydana gelen
Kardak Krizi’nin ardından İzmir’deki
Yeni TV isimli kanalın Genel Yayın
Yönetmeni Süleyman Gençer ile
Midilli’de yayınlanan Elefteria
Gazetesi Genel Yayın Müdürü Stratis
Balaskas’a aittir. Bu iki gazeteci Ege
ve Trakya’da Barış için Gazeteciler
Platformu’nu kurdular. Maksatları,
Kardak Krizi’nde yaşadığımız gibi pire
yorgan yakmaya kalkacak olanları
engelleyecek bir sağduyu platformu
yaratmaktı. Buldukları çözüm yolu
iki ülke gazetecilerini buluşturmak,
birbirimizin düşmanı olmaya hiçte
ihtiyaç olmadığını göstermekti.
Bildiğim eğer yanlış değilse, bu
teşebbüste 1998’in ilk aylarında
İzmir’de gerçekleşen ve eldeki
bilgilere göre 120 Yunan gazetecinin
katıldığı toplantıya rağmen uzun
ömürlü olamadı. Şimdi aramızda
bulunan değerli meslektaşımız,
Nicholas Voulelis’in yanılmıyorsam o
toplantıya katılanlardan biriydi.
Üçüncü teşebbüsün içinde
bulunanlardan biri de benim.
17 Ağustos 1999 tarihinde
meydana gelen ve yaklaşık 20 bin
insanımızın ölümüne yol açan
Körfez Depremi’nden kısa bir
süre sonra Yunanistan’ın bizimki
kadar büyük olmasa da bir deprem
felaketi yaşadığını anımsarsınız.
Bu iki depremin, iki komşu ülke
kamuoyunu beklenmedik bir
şekilde yakınlaştırdığını görünce
o zaman başkanı olduğum Basın
Konseyi bir teşebbüste bulundu.
Yunanistan’dan erişebildiğimiz on
bir gazeteciyi bir hafta sonunda
İstanbul’da buluşmak üzere çağırdık.
Geldiler, tanıştık. Tanışmaktan o
kadar mutlu olduk ki bu ilişkiyi
düzenli bir şekilde sürdürmeye karar
verdik. Bunun için, üç Türk ve üç
Yunan gazeteciyi Temas Grubu adıyla
görevlendirdik. Temas Grubu, üçü
Yunanistan’da üçü Türkiye’de olmak
üzere iki ülke gazetecilerini bir araya
getiren altı konferans topladı. Bu
konferanslardan kişisel dostluklar
doğdu. Orada kalmasın dedik.
İki ülke gazetecilerini bünyesinde
toplayan bir cemiyet kurmaya
karar verdik. Maksat bu cemiyet
aracılığıyla diyaloğumuzu sürekli
hale getirmek, iki ülkenin özellikle
genç gazetecilerinin öteki ülkedeki
meydana gelen dünyasında bir süre
çalışmasına imkân sağlamak, kısaca
önyargıları yaşayarak kırmak ve
mesleki konularda işbirliği yapmaktı.
Bunun ön hazırlıklarını tamamladık.
Kuruluşu gerçekleştirmek
amacıyla 2010 yılında İzmir’de
düzenlediğimiz konferansa katılan
Yunanlı meslektaşlarımızdan biri
bize bir ay süre verin bu konuda
biraz daha düşünelim dedi. O bir
ay sürenin üzerinden beş sene
geçti, bizden bir ay süre isteyen
arkadaş hala düşünüyor olmalı ki
cemiyeti kuramadık. Maalesef üçüncü
teşebbüste böylece tarihe gömüldü.
Geride kalan çabalar gösteriyor
ki iki ülke arasındaki ilişkileri
dostluk zeminine oturtmak için
medya dünyasında güçlü bir istek
vardır. Aral Group’un teşebbüsü ile
uygulamaya konulan bu projenin
başarısı çok önemli bir eksikliği
giderebilir. Ben bu nedenle konunun
yeni sahiplerine tekrar teşekkürlerimi
sunuyor ve başarılar diliyorum.
TRGR JOURNAL
11
PANEL
Kyriakos LOUKAKIS
Turkey Ambassador of Greece
Türkiye Yunanistan Büyükelçisi
12 www.turkeygreecemediabridging.com
PANEL
We Need Success Stories
BAŞARI ÖYKÜLERİNE İHTİYACIMIZ VAR
Actually, I am very pleased and very
honored to be here today with you
at this official inauguration event for
the first EU funded bilateral Turkey
Greece Media Bridging project in the
field of the media.
I would like to congratulate Aral
Group from Turkey and A4 Art Design from Greece for taking this initiative and bringing it to a very happy
ending with putting into practice this
subject.
Actually, Turkey Greece Media Bridging is a project that aims at bringing
closer and creating closer cooperation
between media people from both
our countries. The media play very
crucial role as you know, not only for
functioning of democracies, but also
for shaping perceptions and actually
this project is facing exactly this challenge; that is, to prove that exchanging views and attitudes between
journalists of neighboring countries,
we do not reach only a better understanding of concerns, of fears, of
attitudes, of aspirations of each other,
but similar projects contribute also to
a rapprochement between media and
through media to a rapprochement
in the genuine friendship between
peoples.
Our two countries, Turkey and
Greece, have done a lot, especially
during the last 15 years in order to
improve relations in many sectors and
especially mostly in the sector of people to people contacts. Projects like
Turkey Greece Media Bridging have a
lot to contribute to this; of bringing peoples together, peoples closer
and I believe that parameters of the
project, like exchange views between
journalists, like creating and internet
platform for joint communication
between media on both countries and
of course through creating an initiative in this Turkish-Greek journal,
the project is offering a very broad
and promising platform of work for
the pillars, for the participants of the
project.
So I am very much convinced that
it is going to be a success story. We
need success stories and the success
of the project will prove that this is
not just a one and only initiative but
the beginning, a successful beginning
that will set the example for others
to follow.
Having all this in mind, I would like
to thank very much the European
Union for funding the project, the
Turkish Ministry for European Affairs
for supporting it and most of all I
would like to congratulate the pillars
of this project, Aral Group and A4
Art Design for their commitment and
for their efficiency and last but not
least I would like to thank Başkent
University for hosting the event in the
person of the president.
Thank you all for your presence today
and best wishes for the success of
this day. Thank you very much all,
thank you.
Bugün burada sizlerle, medya
alanında AB tarafından finanse edilen
ilk ikili Türk-Yunan Medya Buluşması
Projesinin resmi açılış etkinliğinde
olmaktan büyük mutluluk ve onur
duyuyorum.
Türkiye’den Aral Grup’u ve
Yunanistan’dan A4 Art’ı böyle bir
girişimde bulundukları ve bu konuyu
uygulamaya koyarak mutlu sona
ulaştırdıklarından dolayı tebrik
ederim.
Aslında, Türk-Yunan Medya
Buluşması her iki ülkemizden
medya insanlarını yaklaştırmayı
ve aralarında daha sıkı bir işbirliği
yaratmayı hedeflemektedir. Bildiğiniz
gibi, medya çok önemli bir rol
oynamaktadır; sadece demokrasilerin
işleyişi için değil, aynı zamanda
algıların şekillenmesi için de çok
önemlidir ve aslında bu proje tam
olarak bu zorluğu ele almaktadır.
Yani, komşu ülke gazetecileri arasında
görüş ve tutum alışverişiyle sadece
birbirinin kaygıları, korkuları,
tutumları ve istekleri hakkında
daha iyi bir anlayış sahibi olmakla
kalmıyoruz, aynı zamanda benzeri
projeler medya arasında bir
yakınlaşmaya katkıda bulunuyor ve
medya aracılığıyla halklar arasındaki
hakiki dostlukta bir yakınlaşma
meydana geliyor.
İki ülkemiz, Türkiye ve Yunanistan,
birçok sektörde ve özellikle insanlar
arası temaslar alanında ilişkileri
geliştirmek için, özellikle son 15
yılda çok şey yaptı. Türk-Yunan
Medya Buluşması gibi projeler buna
katkıda bulunmaktadır; halkları bir
araya getirmeye, yakınlaştırmaya
yaramaktadır ve bu projenin
gazeteciler arasında görüş alışverişi,
iki ülkedeki medyanın ortak iletişimi
için bir internet platformu oluşturmak
ve tabii, bir Türk-Yunan Dergisi
yayınlama gibi parametrelerinin
bu konuya çok katkısı olacağına
inanıyorum. Proje katılımcıların
çalışmaları hakkında çok geniş
ve ümit vaad edici bir platform
sunmaktadır.
Dolayısıyla, bunun bir başarı
öyküsü olacağından çok eminim.
Başarı öykülerine ihtiyacımız var
ve bu projenin başarısı sadece bir
tek inisiyatifle kalmayacak, takip
edecek başka projeler için örnek
oluşturacaktır.
Bütün bunları aklımda bulundurarak,
projeyi finanse ettiği için Avrupa
Birliği’ne, projeyi desteklediği için
T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı’na çok
teşekkür etmek isterim ve herşeyden
önce bu projeyi gerçekleştiren Aral
Grup ve A4 Art Design’a, bağlılıkları
ve verimliliklerinden dolayı tebrik
ederim ve son olarak, ancak bir
o kadar da önemli olan Başkent
Üniversitesi’ne, Başkanının şahsında,
bu etkinliğe ev sahipliği yaptığı için
teşekkür ederim.
Burada bulunduğunuz için hepinize
teşekkür eder, bugünün başarısı
için en içten dileklerimi sunarım.
Hepinize çok teşekkür ederim.
TRGR JOURNAL
13
PANEL
Doç. Dr. L. Doğan TILIÇ
Birgün Gazetesi / Newspaper
Başkent Üniversitesi / Başkent University
Journalism is the Profession of
Saying the Truth
Gazetecİlİk doğruyu söyleme mesleğİdİr
14 www.turkeygreecemediabridging.com
PANEL
No matter what the discussion is
about journalism, the situation that
occurs academically is the following.
On the one side, there is the “fact”
(what is journalism), on the other
side there is “the ideal situation”
(what journalism ought to be); these
are the so called journalism situations. Generally there is a big distance
between “the fact” and “The ideal
situation”. The students of the Faculty
of Communication are taught “the
ideal situation”. However, when they
later go out to professional practice
and they face the reality that is “the
fact” is quite different.
The difference between “the fact” and
“the ideal situation” becomes more
problematic, especially in foreign
policy reporting, when a nation has
to report news about another nation.
When the subject is Turkish and
Greek media, we cannot say that
the role of media is very good in the
bilateral relations. When the Turkish
and Greek media is concerned, it
would be possible to say “The pot
calls the kettle black”, as a colleague
of mine says.
The 1999 earthquakes is an actual
milestone for the bilateral relations, as
well as the attitude of media between
the two countries. Before the earthquake, there was the Kardak crisis in
1996. That period was a time when
the media of both countries presented
and introduced quite negatively each
other. after the earthquake though,
we saw that things change very much.
Yes, the earthquake created a positive
environment, but there is a reason beyond the earthquake. And this reason
is the initiatives that two politicians
of the governments in power in both
countries, George Papandreou and
Ismail Cem started.
Thus, when we say “The Role of
Media in Turkish-Greek Relations”,
I believe that if there is not an
independent power, that is, a power
independent from the governments,
from the ownership status, the basic
dynamic behind whatever media do,
will be the economic-political dynamics that stem out of the political power and ownership status. Accordingly,
I think that it would be wrong to see
what is written as an independent
media act and not see the economic
and political relations behind it.
Was that doctor a traitor or a
patriot?
The journalists when reporting important national matters, always face
the dilemma of a traitor or a patriot
in foreign policy. When discussing
about the journalism ethics, we mainly use the physicians medicine ethics
discussions. There is a very typical
example, I used it a lot in my lessons.
In Chechnya, in a small village on
a mountain, there is a hospital built
by Chechens, working in primitive
conditions. One of the mythological
commanders of Chechens, I believe
it was Salman Raduyev, steps on a
heel mine and gets injured. Although
it was very easy for him to die in
those primitive conditions, a youngh
Chechen doctor saves him. And that
doctor, after this event, is announced
as a national hero of Chechens. Later
the Russians occupy that village and
hospital. The same young doctor
treats some Russian soldiers this time
and is announced as a traitor.
The question is this: Was that doctor
“a traitor” or “a patriot”? Different answers might be given but my answer
is “he was a good doctor”. Because
medicine needs to keep alive the
humans in any condition.
Journalism has many definitions. The
definition that I like most is: Journalism is the profession of saying the
truth. If we are going to be a bridge
between the two peoples, and the
two countries, these bridges should
have strong legs in both sides. Strong
legs may only be established on
truth. Accordingly, if we journalists
surpass propaganda and manage to
tell the truth to our own people, then
I believe that it will be possible to
establish a strong bridge.
Gazetecilikle ilgili hangi tartışmayı
yaparsak yapalım, akademik olarak
karşınıza şöyle bir durum çıkar. Bir
tarafta “olan” (what is journalism),
bir tarafta da “olması gereken”
(what ought to be journalism)
olarak adlandırılan gazetecilik
durumları vardır. Genellikle, “olan”
ile “olması gereken” arasında ciddi
bir mesafe vardır. İletişim Fakültesi
öğrencileri burada “olması gerekeni”
öğrenirler. Ama sonra mesleki
pratiğe gittiklerinde, “olan”ın epey
farklı olduğu gerçeğiyle karşı karşıya
kalırlar.
“Olan” ve “olması gereken” ayrımı
özellikle dış politika haberciliğinde,
bir ulusun başka bir ulusla ilgili
haberleri vermesi durumunda
daha problematik bir hal alır. Türk
ve Yunan medyası söz konusu
olduğunda, medyanın bu iki ülke
arası ilişkilerdeki rolünün çok da
hayırlı olduğunu söylemek mümkün
değildir. Türk ve Yunan medyası
söz konusu olduğunda, belki yine
bir başka meslektaşımızın deyimiyle
“tencere dibin kara seninki benden
kara” demek mümkündür.
1999 depremi her iki ülke arasındaki
ilişkilerde ve medyanın tavrında bir
tür milat gibidir gerçekten. Deprem
öncesinde, 1996 yılında Kardak
Krizi vardı. O süreç her iki ülke
medyasının birbirini son derece
negatif sunduğu ve o şekilde takdim
ettiği bir süreçti. Deprem sonrasında
ise durumun epeyce farklı olduğunu
gördük. Yalnız bunu sadece depreme
bağlamak çok da doğru değil. Evet
deprem bir olumlu iklim yarattı ama
depremden öte bir neden vardı. O
da iki ülkede bulunan iktidarların,
siyaset adamlarının, Papandreu
ve İsmail Cem’in ön girişimlerinin
bulunmasıydı.
Dolayısıyla, ben aslında, “TürkYunan İlişkilerinde Medyanın Rolü”
dediğimizde, her şeyden önce
bağımsız bir güç, yani iktidarlardan,
sahiplik yapısından bağımsız bir
güç olmadıkça, medyanın yapıp
ettiklerinin arkasındaki temel
dinamiğin daha çok siyasi iktidar
ve sahiplik yapısından kaynaklanan
ekonomik-politik dinamikler
olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla
yapılıp edilenleri, yazılıp çizilenleri
bir bağımsız medya faaliyeti olarak
görüp arkasındaki ekonomik ve siyasi
ilişkileri görmezsek de hata ederiz
diye düşünüyorum.
O doktor vatan haini miydi,
bir vatansever miydi?
Gazeteciler, önemli ve ulusal
meselelerin aktarılmasında dış
politikada hep bir vatan hainliği
ya da vatanseverlik ikilemiyle karşı
karşıya kalıyor. Gazetecilik etiği
tartışmalarında biz büyük ölçüde,
hekimlik tıp etiği tartışmalarından
da yararlanırız. Çok tipik bir
örnek vardır, benim derslerde
epey kullandığım. Çeçenistan’da
dağda, küçük bir köyde Çeçenlerin
yaptığı, oldukça ilkel koşullarda bir
hastane vardır. Çeçenlerin efsanevi
komutanlarından biri, sanırım Salman
Raduyev, bir topuk mayınına basar ve
yaralanır. O ilkel koşullarda ölmesi
işten bile değilken genç bir Çeçen
doktor onu kurtarır. Ve o doktor
bu olaydan sonra, Çeçenlerin ulusal
kahramanı haline gelir. Daha sonra
Ruslar o köyü ve hastaneyi de ele
geçirirler. Aynı genç doktor bu kez
bazı Rus askerlerini tedavi eder ve
vatan haini ilan edilir.
Soru şu: O doktor “vatan haini”
miydi, bir “vatansever” miydi?
Farklı cevaplar verilebilir ama
benim cevabım o “iyi bir doktor”du.
Çünkü doktorluk her koşulda insanı
yaşatmayı gerektirir.
Gazeteciliğin de pek çok tanımı
vardır. O tanımlar içerisinde benim
en sevdiğim şudur: Gazetecilik
doğruyu söyleme mesleğidir. Eğer iki
halk arasında, iki ülke arasında köprü
olacaksak, bu köprülerin iki tarafta
da sağlam ayakları olmalıdır. Sağlam
ayak ancak gerçek üzerine inşa
edilebilir. Dolayısıyla biz gazeteciler
kendi halklarımıza, propagandayı
aşıp gerçeği söylemeyi becerebilirsek,
galiba o zaman sağlam bir köprü
kurmak da mümkün olacaktır.
TRGR JOURNAL
15
PANEL
Nur BATUR
Lecturer of Bahçeşehir University / Journalist
Bahçeşehir Üniversitesi / Gazeteci
We Must Absolutely Find
The Solution for the Problems
Sorunların çözüm yolunu mutlaka açmalıyız
16 www.turkeygreecemediabridging.com
PANEL
The Aegean was very tense when I
started working as the representative
of Hürriyet Newspaper in Athens
in 1995. It used to require courage
to say that you are a Turk in the
streets of Athens. Five months later
Imia/Kardak crisis arose. A number
of people started to take battle cry
around a cliff.
I have noticed how the internal political balances of Greece and the internal affairs affected the foreign affairs
of Turkey and that sometimes these
crises originated from the fights in the
internal politics over the years.
Unfortunately the media failed the
class within Kardak Crisis. The first
spark was emitted by nationalist
Antenna Television supporting the
Defense Minister by planting a flag in
the Kardak Islet, the name of which
had been never heard before, with a
pastor and the Mayor of Kalymnos
from PASOK (The Panhellenic Socialist Movement). So, the problems of
continental shelf, airspace and territorial water that couldn’t be solved for
many years were aggravated. In other
words, a leading television channel in
Greece clearly supported the Defense
Minister who was trying to gain favor
over “hostility against Turkey” in the
leadership fight.
The crisis arose so rapidly that a small
islet was surrounded by Turkish and
Greek warships. And the weapons
could explode any moment.
Turkish commandos penetrated
through Greek warships at a midnight
and planted Turkish flag in the twin
islet near the islet where Greek flag
was planted. When the crisis aggravated, the USA intervened and make
the both parties dismantle the flags.
Then, Smitis ordered Greek warships
surrounding Kardak to draw back
by standing to the accusations of the
nationalist press in Greece ;” He gave
up against the USA and betrayed the
land.” When Turkey drew also the
warships back, a major disaster was
prevented in the Aegean Sea. We
really returned from the threshold
of war.
I think that both Simitis and the
Prime Minister of Turkey Tansu Çiller
accepted the compromise formula of
the USA, stood with peace and passed
the leadership exam without being
caught by nationalism storm.
Unfortunately, this nationalism storm
took Turkish-Greek relations hostage
for years. Especially during the reign
of Andreas Papandreou.
When Socialist Andreas Papandreou, the leader of PASOK, became
president in 1981, seven years passed
since the intervention of Turkey
in Cyprus, the Cypriote Rums and
Greeks had a great grudge against
Turkey. Papandreou came to power
by manipulating people’s feelings of
nationalism and followed the policy
of hostility against Turkey for 15
years. He blocked the way to EU
for Turkey and froze the ties with
Ankara. When I started to work as the
representative of Hürriyet Newspaper in Athens, a Greek politician or
journalist saying “We shall enter into
dialogue with Turkey” was being accused of being a traitor. Greek politics
had such taboos.
It was mentioned in Athens that
Simitis would change the rigid policy
against Turkey of Papandreou and
develop economic and commercial relations with Turkey, when he would
become Prime Minister. So, Simitis
aimed to follow a policy to develop
commercial and economic relations
with Turkey by applying basic philosophy of European Union in order
to clear the war clouds over the Aegean Sea. Unfortunately, Simitis had
to suspend this policy for a long time
because of Kardak Crisis. He didn’t
take a step in this direction for the
first four years until Turkish-Greek
relations hit rock bottom because of
Öcalan Crisis in 1999. As of 1999,
Turkish-Greek rapprochement could
start. Simitis broke the taboos by
turning the crisis into an opportunity
in order to start rapprochement and
revoked first the veto blocking Turkey’s way to European Union. The he
lent the peace hand to Turkey.
1995 yılında Hürriyet Gazetesi’nin
temsilcisi olarak Atina’da göreve
başladığım zaman Ege çok gergindi.
Atina sokaklarında birisine Türk
olduğumu söylemek bile cesaret
gerektiriyordu. 5 ay sonra Kardak
krizi patladı. Bir takım kişiler bir
kayalığın etrafında savaş naraları
atmaya başladılar.
Aradan geçen yıllarda hem Yunan
iç siyasetindeki dengeleri, hem de
bizdeki iç politikanın dış politikayı
nasıl etkilediğini ve bazen bu krizlerin
nedeninin iç politikadaki kavgalardan
da ortaya çıktığını gördüm.
Kardak krizinde ne yazık ki medya
sınıfta kaldı. İlk kıvılcımı; Savunma
Bakanına destek veren Milliyetçi
Antenna Televizyonu, bir papaz ve
Pasoklu Kalimnos Belediye Başkanıyla
birlikte o zamana kadar adı bile
duyulmayan Kardak kayalığına Yunan
bayrağını dikerek çaktı. Böylece Ege
denizinde yıllardır çözülemeyen kıta
sahanlığı, hava sahası ve karasuları
sorununu alevlendirmiş oldu. Başka
bir deyişle, Yunanistan’ın önde
gelen bir televizyon kanalı, Pasok
içindeki liderlik kavgasında “Türkiye
düşmanlığı” üzerinden prim yapmaya
çalışan Savunma Bakanına açık destek
vermiş oldu.
Kriz öyle süratle gelişti ki, 24 saat
içinde küçük bir kayalığı Türk ve
Yunan savaş gemileri sarmıştı. Ve her
an silah patlayabilirdi.
Türk komandoları bir gece yarısı
Yunan savaş gemilerinin arasından
sızıp, Yunan bayrağının dikili olduğu
kayalığın yanındaki ikiz kayalığa Türk
bayrağını diktiler.
Kriz daha da büyüyünce ABD devreye
girdi ve iki tarafında bayraklarını
indirmelerini sağladı. Ardından
Simitis, Yunanistan’da milliyetçi
basının “Amerika’ya teslim olduğu
ve vatanı sattığı” suçlamalarını
göğüsleyerek, Kardak kayalığını
abluka altına alan Yunan savaş
gemilerine geri çekilmeleri emrini
verdi. Türkiye de savaş gemilerini
çekince, Ege’de büyük bir felaket
önlenmiş oldu. Gerçekten savaşın
eşiğinden döndük.
Bence hem Simitis hem de o zamanki
Türkiye Başkanı Tansu Çiller ABD’nin
uzlaşma formülünü kabul edip
barıştan yana olarak, milliyetçilik
fırtınasına kapılmayıp liderlik
sınavından geçtiler.
Ne yazık ki “Milliyetçilik” fırtınası
Türk-Yunan ilişkilerini çok uzun
yıllar rehin aldı.
Özellikle de Andreas Papandreu
döneminde.
Pasok Partisinin lideri Sosyalist
Andreas Papandreu 1981’de
Başbakanlık koltuğuna oturduğu
zaman Türkiye’nin Kıbrıs’a
müdahalesinin üzerinden 7 yıl
geçmişti ve Kıbrıs Rumları ve
Yunanlar Türkiye’ye karşı büyük bir
hınç içindeydi. Papandreu halkın
milliyetçilik duygularını kamçılayarak
iktidara geldi ve 15 yıl boyunca
Türkiye düşmanlığı politikası izledi.
Hem Türkiye’nin Avrupa Birliği
yolunu kapattı hem de Ankara’yla
ilişkileri dondurdu. 1995’de Hürriyet
Gazetesinin Atina temsilcisi olarak
göreve başladığım zaman “Türkiye ile
diyaloga girelim” diyen bir Yunanlı
siyasetçi ya da gazeteci neredeyse
vatan hainliğiyle suçlanıyordu. Yunan
siyaset dünyasında böylesine tabular
vardı.
Başbakanlık koltuğuna oturduğu
zaman Simitis’in Papandreu’nun
katı Türkiye politikasını değiştirip
ekonomik ve ticari ilişkileri
geliştirmeyi hedeflediği Atina
kulislerinde konuşuluyordu. Yani,
Simitis Ege’nin üzerine çöken savaş
bulutlarını dağıtmak için Avrupa
Birliği’nin temel felsefesini uygulayıp
ekonomik, ticari ve sosyal ilişkileri
geliştirmeye yönelik bir politika
uygulamayı hedefliyordu. Ancak ne
yazık ki Kardak krizinin patlamasıyla
Simitis bu politikayı uzunca bir süre
askıya almak zorunda kaldı... İlk
dört yıl bu doğrultuda adım atamadı.
Ta ki 1999’da Öcalan krizinde
Türk-Yunan ilişkileri dibe vuruncaya
kadar ve 1999’dan sonra TürkYunan yakınlaşması başlatabildi.
Simitis Öcalan krizini yakınlaşmayı
başlatmak için fırsata çevirip tabuları
yıktı ve önce Türkiye’nin Avrupa
Birliği adaylığının önündeki Yunan
TRGR JOURNAL
17
PANEL
The earthquake disasters experienced
first in Turkey then in Greece provided an emotional intimacy among
the people of both countries and
Simitis seized the opportunity and
launched the initiative. I also supported strongly the initiative policy
with my colleagues from Turkish and
Greek media who were against war
and thought that the problems should
be solved with dialogue and consensus in that time.
I would like to tell you about an event
that I never forget throughout my
journalistic life by entering into time
tunnel again. I could express better
the role of media and what an important role the initiatives we take play in
that politicians reach the masses.
After the great crisis that Greece hid
Abdullah Öcalan, the leader of PKK
in its Embassy in Kenya, the Greek
government took a historic decision and launched a dialogue policy
with Turkey. The Greek Minister of
Foreign Affairs was going to pay an
official visit to Ankara after 50 years.
My esteemed colleague Mehmet
Ali Birand called me when it was
announced that Yorgos Papandreou,
the Greek Minister of Foreign Affairs
would visit Ankara. Birand was making a television program for CNN.
“Nur, could you convince Papandreou to talk in a live broadcast
program at ODTU (Middle East Technical University)? Papandreou wanted
to open a new page but it was a great
political risk to speak and answer
questions in front of thousands of
students in a live broadcast television
program at a university like ODTU. I
made the offer but the Greek Ministry
of Foreign Affairs bureaucracy opposed. It was really a great risk to
confront thousands of students but
it was also a historic opportunity to
reach millions of Turks with a live
program. I tried to convince both
Papandreou and the close advisors for
days. Papandreou reported only 24
hours before the visit. He was willing
to take the risk.
When we arrived in Ankara in the
18 www.turkeygreecemediabridging.com
morning of 20th January, the capital
was covered in snow. About a thousand people had filled the hall, the
screens were set up outside for the
students who couldn’t enter the hall.
Papandreou was waiting to be invited
outside the hall. And I and Birand
went on stage. I started to tell the
event like a movie script:
“21st April 1967 towards morning.
The soldiers that surrounded the pink
mansion among the trees in the north
of Athens jumped from the jeeps
and began to punch the door of the
mansion.
A deemed light was turned first then
the whole mansion was lighted.
The soldiers barged in the mansion as
soon as the door was opened. They
were climbing the stairs by running,
searching for the rooms high and low
but they couldn’t find what they were
looking for.
The commander of the soldiers got so
angry that he caught the fifteen-yearold who was quietly watching what
was happening at the beginning of
the stairs. He put the gun to the boy’s
head and yelled;
“Tell me where your father is or I will
shoot you.”
The boy seemed like frozen, didn’t
move at all. He was extremely cold
blooded. He was silent. The mother
Margarita, who was watching all these
at the beginning of the stairs, seemed
also like frozen.
Little Sofia and Nikos wrapped in
their mother’s skirt began to cry.
At that moment, Andreas Papandreou appeared on the stairs. He was
yelling:
“Leave my son. Here I am.”
The angry commander pushed the
boy aside, the soldiers climbed the
stairs running.
They put Papandreou into the jeep by
force and moved away.
The jeep disappeared thundering in
the darkness.
The boy, who risked his life without
saying a word with a gun directed
to his head, was George Papandreou
himself.
vetosunu kaldırdı. Ardından da
Türkiye’ye barış elini uzattı.
O dönemde önce Türkiye ardından
da Yunanistan’da yaşanan deprem
faciaları halklar arasında duygusal
bir yakınlaşmayı sağlayınca, Simitis
fırsatı kaçırmadı ve açılımı başlattı.
Bu dönemde ben de Türk ve Yunan
medyasında savaşa karşı olan ve
sorunların diyalog ve uzlaşmayla
çözülmesine inanan meslektaşlarımla
birlikte açılım politikasına güçlü
destek verdim.
Yeniden zaman tüneline girip
gazetecilik hayatımda unutamadığım
bir olayı anlatmak istiyorum.
Bu olayla, medyanın rolünü ve
medya mensupları olarak aldığımız
inisiyatiflerin siyasetçilerin kitlelere
ulaşmasında ne kadar önemli rol
oynadığını daha iyi anlatabileceğim.
Yunanistan’ın PKK lideri Abdullah
Öcalan’ı Kenya’daki Büyükelçiliğinde
sakladığı büyük krizin ardından
Yunan Hükümeti tarihi bir karar
alıp Türkiye’yle diyalog politikasını
başlattı. 20 Ocak 2000’de Yunan
Dışişleri Bakanı 50 yıl aradan
sonra resmi ziyaret için Ankara’ya
geliyordu.
Yunan Dışişleri Bakanı Yorgos
Papandreu’nun Ankara’yı ziyaret
edeceği açıklandığı zaman değerli
meslektaşım rahmetli Mehmet Ali
Birand beni aradı. Birand o zaman
CNN’de program yapıyordu.
“Nur Papandreou’yu ODTÜ’de canlı
yayına çıkmaya ikna edebilir misin? “
diye sordu.
Gerçi Papandreu Türkiye’yle yeni
bir sayfa açmak istiyordu ama
Ortadoğu Teknik Üniversitesi gibi
bir üniversitede televizyonda canlı
olarak yayınlanacak bir programda
binlerce öğrencinin karşısına çıkıp
konuşmak ve soruları cevaplandırmak
büyük bir siyasi riskti. Papandreu’ya
teklifimizi yaptım ama Yunan Dışişleri
Bakanlığı bürokrasisi karşı çıkıyordu.
Gerçekten de binlerce öğrencinin
karşısına çıkmak büyük bir riskti ama
Türkiye’de milyonlarca Türk’e canlı
yayınla ulaşmak da tarihi bir fırsattı.
Günlerce hem Papandreu’yu hem
de yakın danışmanlarını ikna etmek
için uğraştım. Ziyarete 24 saat kala
Papandreu’dan haber geldi. Riski göze
alıyordu.
20 Ocak sabahı Ankara’ya indiğimiz
zaman başkent karlar altındaydı.
ODTÜ’nün büyük amfisi tarihi yayın
için hazırdı. Yaklaşık bin kişi salonu
doldurmuş, içeri giremeyen öğrenciler
için de salonun dışında ekranlar
kurulmuştu. Papandreou salonun
dışında davet edilmeyi bekliyordu.
Ve Birand’la birlikte sahneye çıktık.
Ben bir film senaryosu anlatır gibi bir
olayı anlatmaya başladım:
“21 Nisan 1967 sabaha karşı.
Atina’nın kuzeyinde ağaçlar
içindeki pembe köşkü saran askerler
ciplerden fırlayıp köşkün kapısını
yumruklamaya başladılar.
Üst katta cılız bir ışık yandı sonra
bütün köşk aydınlandı.
Askerler kapının açılmasıyla birlikte
köşke daldılar. Merdivenlerden
koşarak inip çıkıyorlar odaları didik
didik ediyorlar ama aradıklarını
bulamıyorlardı.
Askerlerin komutanı öyle sinirlendi
ki merdivenin başında yaşananları
sessizce izleyen on beş yaşındaki
genci yakaladı. Elindeki silahı gencin
kafasına dayayıp bağırmaya başladı:
“Söyle baban nerede yoksa seni
vururum”
Genç donmuş gibiydi, hiç
kıpırdamadı. Son derece
soğukkanlıydı. Sesini çıkartmadı.
Bu korkunç anı merdivenlerin
başında izleyen anne Margarita da
donmuş gibiydi.
Annelerinin eteklerine sarılmış, küçük
Sofia’yla Nikos ağlamaya başladılar.
İşte o anda merdivenlerde Andreas
Papandreu göründü. Bağırıyordu:
“Bırakın oğlumu bırakın İşte
buradayım.”
Öfkeli komutan genci kenara itti,
askerler koşarak merdivenleri
tırmandılar. Papandreou’yu yaka paça
alıp bir cipe attılar ve uzaklaştılar.
Cip uğuldayarak karanlığın içinden
gözden kayboldu.
İşte o gece kafasına silah dayandığı
zaman sesini çıkartmayarak
hayatını riske atan çocuk George
Papandreou’ydu.
PANEL
I continued saying that Papandreou
has , the hall was quite, he has taken
a political risk to open the path of
peace with Turkey, the nationalism
gun was directed to his head but he
is cold blooded again, he is still committed and breaking taboos. He represents the new concept in the world
of Greek politics. He is speaking a
new language. This is the language
of peace. I said I believe that we live
a historic day here today. We are so
happy to host the Greek Minister of
Foreign Affairs in such a well-established and reputable university with
you and I would like to say welcome
to Yorgo Papandreou lending hand
for peace and Papandreou began to
come down the stairs. A thousand of
people stood up saying bravo bravo
and Papandreou came to the platform
along with applauses and began to
speak:
“I came here to lend the friendship
hand, we would like to establish
friendly relations but these words
don’t belong to me. These words
belong to Elefteros Venizelos who
established the friendship and peace
bridges with Atatürk 66 years ago.”
Papandreou reached the millions by
taking a political risk that day, the
Turkish people
remember Papandreou with respect
still. Of course they remember not
only George Papandreou, but also
İsmail Cem, who walked with Papandreou by holding his hand firmly, the
Prime Ministers of both countries in
that period, Kostas Simitis and late
Bülent Ecevit with respect.
Sixteen years past since that day.
I would like to finish my speech with
the words Papandreou used on 20th
January 2000 while addressing the
Turkish people:
Papandreou said that the European Union process would help the
Turkish-Greek problems be solved,
the Cyprus problem, the bleeding
wound of both countries, could be
solved with bi-zonal and bi-communal federation formula.
It’s been 15 years, but unfortunately
there hasn’t been any advance to solve
the Cyprus problem. On the contrary,
the Cypriot Rums blocked the way of
Turkey to EU.
Two nations will win if we can open
a permanent period of peace and cooperation between Turkey and Greek
by starting to solve the problems. Not
only two countries but also all people
of the region, the Turkish and Greek
people in Cyprus and the whole
Europe will benefit from this peace
and cooperation.
We must absolutely open the way to
solve the problems by maintaining
the rapprochement strategy.
In this regard, the major role belongs
to the politicians. No doubt that media has also a role at this point.
If the political leaders take brave
decisions again to open the blockage
in EU, I believe in that the journalist
believing in peace and cooperation
will give a strong support.
Atatürk and Venizelos shook hands
for peace in 1934.
İsmail Cem and George Papandreou
opened a new page in 2000. Now we
must shake hands again and continue
on our way to solve the Cyprus problem. The two nations will get the best
of this.
Hopefully, a permanent peace way
will be opened in the Aegean and
Cyprus soon.
Papandreu bugünde
diye devam ettim
ben, salon sessiz.
Türkiye ile barış
yolunu açmak için
siyasi bir risk aldı
kafasına milliyetçilik
silahı dayandı ama
o yine soğukkanlı
yine kararlı
tabuları yıkıyor. O yunan siyaset
dünyasında yeni anlayışı temsil
ediyor. Yeni bir dille konuşuyor. Bu
barış dilidir. Bugün burada tarihi
bir gün yaşadığımıza inanıyorum
dedim. Böylesine köklü ve saygın bir
üniversitede sizlerle birlikte Yunan
Dışişleri Bakanını ağırlamaktan büyük
mutluluk duyuyoruz ve ben barış için
el uzatan Yorgo Papandreou’ya hoş
geldiniz demek istiyorum dedim ve
Papandreu merdivenlerin üzerinden
yürüyerek inmeye başladı. Bin kişi
ayağa kalktı bravo bravo sesleriyle ve
Papandreu alkışlar arasında kürsüye
geldi ve şu sözlerle konuşmaya
başladı:
“Buraya dostluk elini uzatmaya
geldim, bölge barışı için dostluk
ilişkileri kurmak istiyoruz ama bu
sözler bana ait değil dedi Papandreu.
Bu sözler 66 yıl önce Atatürk’le
dostluk ve barış köprülerini kuran
Elefteros Venizelos’a aittir” dedi.”
İşte o gün Papandreu siyasi bir risk
alarak canlı yayında milyonlara
öylesine ulaştı ki, Türk halkı
bugün hala George Papandreou’yu
saygıyla anıyor. Tabii sadece
George Papandreou’yu da değil.
Papandreu’nun uzattığı barış elini
sıkı sıkı tutup birlikte yürüyen İsmail
Cem’i, dönemin Başbakanları Kostas
Simitis ve rahmetli Bülent Ecevit’i de
aynı saygıyla anıyor.
O günün üzerinden 16 yıl geçti.
Konuşmamı Papandreu’nun 20 Ocak
2000’de ODTÜ’de Türk halkına
seslenirken ki sözleriyle noktalamak
istiyorum.
Papandreu, Avrupa Birliği sürecinin
Türk Yunan sorunlarını çözmeye
yardım edeceğini, ilişkilerde kanayan
yara olan Kıbrıs sorununun iki
bölgeli ve iki toplumlu federasyon
formülüyle çözülebileceğini
söylüyordu.
Aradan 15 yıl geçti, ancak ne yazık
ki Kıbrıs sorununu çözmede yol
alınamadı. Aksine Kıbrıs Rumları
Türkiye’nin AB yolunu tıkadılar.
Eğer siyasi sorunları da çözmeye
başlayıp Türkiye ile Yunanistan
arasında kalıcı barış ve işbirliği
dönemini açabilirsek iki ulusta
kazanacak. Sadece iki ülke değil
tüm bölge, Kıbrıs Rum ve Türk
halkları ve tüm Avrupa da bu barış ve
işbirliğinden çıkar sağlayacak.
Yakınlaşma stratejisini sürdürüp
sorunların çözüm yolunu mutlaka
açmalıyız.
Bu yönde siyasilere büyük rol
düşüyor. Kuşkusuz medyanın burada
oynayacağı bir rolü var.
Eğer AB’deki tıkanıklığı açmak
için siyasi liderler yeniden cesur
kararlar alırlarsa, geçmişte olduğu
gibi yine barış ve işbirliğine inanan
gazetecilerin güçlü destek vereceğine
inanıyorum.
Barış için 1934’te Atatürk’le Venizelos
el sıkışmıştı.
2000’de de İsmail Cem’le George
Papandreu yeni bir sayfa açtılar.
Şimdi Kıbrıs’ı çözmek için gene el
sıkışıp yola devam etmeliyiz. Bundan
iki ulus da kazançlı çıkacak.
Ümit edelim en kısa zamanda Ege’de
ve Kıbrıs’ta kalıcı bir barış yolu açılır.
TRGR JOURNAL
19
PANEL
Andreas ANASTASIOU
Lecturer of Leicester University UK
Leicester Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Let’s do Journalism Unconventionally
Alışılagelmİşİn dışında gazetecİlİk yapalım
20 www.turkeygreecemediabridging.com
PANEL
We are discussing the idea of ‘bridging’ countries through journalism
today. I liked the idea of ‘bridging’. It
reminded me of the real bridge over
river Evros (in Greek) or Meriç (in
Turkish); a river that constitutes the
border between Greece and Turkey; a
bridge that connects that connects the
two countries.
I have crossed that bridge many times
as I liked to drive from Athens to
Istanbul. I have noticed, of course,
the red and white flag on the one side
and the blue and white on the other.
I have also noticed that the fence of
the bridge has been painted red and
white in half its length and blue and
white for the other half. I have noticed all these that seemed ‘natural’ in
the first, maybe also the second and
the third time I drove over the bridge.
But after the third time a thought
crossed my mind: “We are coming
across all this border bureaucracy
so that we can cross a bridge, but
the fish in the river under myself do
not ask anybody, they can go both
sides; same with the birds over me”.
But then I thought that these are
naïve thoughts, maybe childish and I
thought to myself that I should start
thinking such as mature, serious people think and say about the issue.
Then, as I observed the political
reality related to the two countries, I
noticed that serious people, such as
the prime ministers of the two countries for example, speak of the müftü
(Islamic scholar and community
leader) of Komotini and the müftü of
Gümülcine which is the same city.
However, there are two müftü. One is
the ‘real’ one, and one ‘fake’. But the
real one for the one side is fake for
the other and vice versa. What if we
ask about the ethnicity of these two
gentlemen? In Greece they are both
Greek muslims; there are not Turkish
people in Greece. For Turks, they are
both ethnic Turks. Of course, they are
Greek citizens, but ethnically Turks.
OK then; I’m glad I educated myself.
Let’s go ahead and learn some things
about the ethnicity of the Orthodox
Patriarch of Fener. In Greece he is
called ‘Greek’, ‘Ellinas’, ‘Yunanlı’.
In Turkey he is ‘Rum’. Rum is not
the same as Yunanlı. So, I checked
the encyclopedia and I found that
the word ‘Rum’ linguistically has its
roots in the word ‘Roman’. So, Rum
is something like Roman; and the
Patriarch must be something like
Julius Caesar. Again, I am glad that I
educated myself.
Let’s move to Cyprus here. In
Cyprus practically – not formally
but practically – there are two entities. In Turkey, the northern part is
called “Turkish Republic of Northern
Cyprus”. In Greece we call it “Turkish
Occupied Territories of Cyprus”. The
whole island in Greece is the “Republic of Cyprus”. In Turkey the south of
it is just the “Roman Administration
of Southern Cyprus”.
I could go on and refer to numerous
more absurdities like the ones I’ve
already mentioned, but there is no
need; you’ve got the idea. All these
things are given to us, journalists. We
did not create them. Politicians created this private and heavily charged
terminology. Third parties, if they
listen to the different ways language
is used in Greece and Turkey to
describe the same things, may be puzzled. But anyway politicians do their
job in the way they believe is best.
But, when repeating these absurdities, do journalists do their job? Or
can journalists do their job? Let’s see
some examples.
According to surveys conducted, 32%
of the Greek people think that Turkey
is the number one threat to Greece.
They are afraid of Turkey. Then we
see official statistics. Turkey is the
biggest client of Greece; most exports
from Greece come to Turkey. How do
these two things match?
According to other surveys, a lot of
Turks believe that Greeks are not to
be trusted; the same is the case in
Bugün gazetecilik aracılığıyla
ülkeler arasında “köprüler” kurma
fikrini konuşuyoruz. “Köprü
kurma” fikri hoşuma gidiyor. Evros
(Yunancası) veya Meriç (Türkçesi)
nehri üzerindeki gerçek köprüyü
hatırlattı bana; Yunanistan ile Türkiye
arasındaki sınırı oluşturan bir nehir;
iki ülkeyi birbirine bağlayan bir
köprü.
Atina’dan İstanbul’a arabayla yolculuk
yapmayı sevdiğim için, o köprüden
birçok kez geçtim. Tabii ki, bir
taraftaki kırmızı – beyaz bayrakla
diğer taraftaki mavi – beyaz bayrağı
farkettim. Aynı şekilde köprü
üzerindeki parmaklığın uzunluğu
boyunca yarısının kırmızı – beyaz,
diğer yarısının ise mavi – beyaz
boyandığını da farkettim. Köprü
üzerinden geçerken ilk başta “doğal”
gözüken, belki ikinci veya üçüncü
keresinde de normal gözüken bütün
bunları farkettim. Ama üçüncü
defadan sonra aklımda bir düşünce
oluştu: “Bütün bu sınır bürokrasisiyle
bir köprüyü geçebilmek için
muhattap oluyoruz, ama altımdaki
nehirde yaşayan balıklar kimseye
birşey sormuyor, her iki tarafa da
gidebilir; üzerimdeki kuşlar için de
aynı şey geçerli”. Ama sonra, bunların
safça, belki de çocuksu düşünceler
olduğunu düşündüm; artık olgun,
ciddi insanların konu hakkında
düşündüğü ve konuştuğu gibi
düşünmeye başlamam gerekirdi.
Sonra, iki ülkeye ilişkin siyasi
gerçekleri gözlemledikçe, örneğin,
iki ülkenin başbakanları gibi ciddi
insanların Komotini müftüsü
ve Gümülcine müftüsünden
bahsettiklerini fark ettim, halbuki
ikisi aynı şehirdi. Ancak iki müftü
vardır. Biri “gerçek” olan, diğeri
“sahte” olan. Ama bir taraf için gerçek
olan, diğeri için sahtedir ve tam
tersi. Bu iki beyefendinin milliyetini
soralım. Yunanistan’da ikisi de
Yunanlı müslüman; Yunanistan’da
Türk yok. Türkler için ikisi de Türk
etnik kökenine sahip. Tabii ki Yunan
vatandaşı, ama etnik olarak Türk.
Tamam o zaman, kendimi eğittiğim
için memnunum.
Devam edelim ve Fener Ortodoks
Patriğinin milliyeti hakkında bazı
şeyler öğrenelim. Yunanistan’da
“Greek”, “Ellinas”, “Yunanlı” olarak
anılıyor. Türkiye’deki adı “Rum”.
Rum Yunanlı ile aynı değil. Bu
yüzden ansiklopediye baktım
ve “Rum” kelimesinin dil bilimi
açısından kökeninin “Romalı”
kelimesine dayandığını keşfettim.
Yani, Rum Romalı anlamına geliyor,
Patrik de Julyus Sezar gibi biri
oluyor. Yine, kendimi eğittiğim için
memnunum.
Şimdi Kıbrıs’a gelelim. Kıbrıs’ta
pratikte – resmi olarak değil, ama
pratikte – iki tüzel kişilik mevcut.
Türkiye’de kuzey kısmına “Kuzey
Kıbrıs Türk Cuhmuriyeti” deniyor.
Yunanistan’da “Kıbrıs’ın Türkiye
tarafından İşgal Edilmiş Toprakları”
diyoruz. Bütün adada Yunanistan’da
“Kıbrıs Cumhuriyeti”dir. Türkiye’de
güneye sadece “ Güney Kıbrıs Roma
Yönetimi” deniyor.
Bahsettiğim absürtlükler gibi
daha birçok sayıda absürtlükten
bahsedebilirim, ama gerek yok; siz
konuyu anladınız. Bütün bunlar biz
gazetecilere veriliyor. Bunları biz
yaratmadık. Politikacılar bu özel ve
ağır yüklü terminolojiyi yarattılar.
Üçüncü kişiler dilin aynı şeyleri tarif
etmesi için Yunanistan ve Türkiye’de
kullanılan değişik dil yöntemlerin
duysalardı, kafaları karışırdı. Ama
her halükarda, politikacılar işlerini
kendilerine göre en iyi şekilde
yapmaktadırlar. Peki gazeteciler bu
saçmalıkları tekrarlayarak işlerini
yapıyorlar mı? Ya da gazeteciler
işlerini yapıyorlar mı? Bazı örneklere
bakalım.
Yapılan araştırmalara göre,
Yunanlıların %32’si Türkiye’nin
Yunanistan için bir numaralı
tehdit olduğuna inanıyorlar.
Türkiye’den korkuyorlar. Sonra resmi
istatistiklere bakıyoruz. Türkiye,
TRGR JOURNAL
21
PANEL
Greece about Turks. But have the
ones who state so ever met anybody from the other side? Interestingly enough, most of them no, they
haven’t! So, how do they know? How
can they not trust somebody they
don’t know? Of course, they are based
on information. Information from
friends, from schools, from museums,
from the media…
Let’s see something then. In Ioannina
there is a history museum. In it, we
see a reconstruction of the ‘Hidden’
or ‘Clandestine’ or ‘Secret’ School.
Everybody in Greece was taught that
Greek education was not allowed in
Ottoman times. So, children were
given Greek education secretly. This
is what we know from many sources;
this is what we understand by visiting
the history museum in Ioannina.
However, in the same city, if we take
a walk not too far from the museum,
we see a big and beautiful building,
the Zossimea School; a Greek school
of Ottoman times! On one side we
have a story told to us, on the other
side we have a reality. We see reality,
but we believe the myth!
But enough with history; let’s move
to the media. The chief of the Turkish
Air Force flew over the Aegean. For
the Turkish press it was something
normal, there was absolutely no
violation and there was evidence for
that: he flew six miles from the Greek
islands. For the Greek press it was a
violation, a provocation, and there
was evidence for that: he flew six
miles from the islands. So, six miles
have a meaning here, and six miles
have another meaning there.
I have had several personal experience during my career as a journalist, when editors, colleagues or even
members of the public have blamed
me for being critical of the Greek
government on matters related to the
‘national interest’. I can criticise the
government on matters of economic
or other internal nature, but never on
foreign policy; never on issues related
to Turkey. If I do so, I am not just
22 www.turkeygreecemediabridging.com
I have in mind some very good academic
suggestions about how journalists could
contribute in resolving conflicts rather than
perpetuating them. The sad thing is that these
suggestions, by Norwegian scholars Johan
Galtung and Mari Ruge, are well known since
1965; since fifty years ago! We know them, but
we don’t apply them. And today we are still
discussing the issue…
Gazetecilerin
anlaşmazlıkları
sürdürmek
yerine çözümüne katkıda bulunmasının yolları
hakkında çok iyi bazı akademik önerilerim
var. Üzücü olan, bu önerilerin Norveçli
akademisyenler Johan Galtung ve Mari Ruge
tarafından 1965 yılından beri çok iyi bilindiği;
yani, elli yıl öncesinden! Bunları biliyoruz ama
uygulamıyoruz. Bugün ise hâla bu konuyu
tartışıyoruz...
Yunanistan’ın en büyük müşterisi;
Yunanistan’ın ihracatının çoğu
Türkiye’ye geliyor. Bu iki şey nasıl
örtüşüyor?
Başka araştırmalara göre, bir
çok Türk Yunanlıların güvenilir
olmadığını düşünüyor; Yunanistan’da
Türkler hakkındaki fikirler de
aynı. Peki, bunu beyan eden
kişiler öteki taraftan kimseyle
karşılaşmış mı? İlginçtir ki, çoğu
hayır, karşılaşmamış! Dolayısıyla,
nerden biliyorlar? Tanımadıkları
birine nasıl güvenmezler? Tabii ki,
bilgilere dayanıyorlar. Arkadaşlardan,
okullardan, müzelerden, medyadan
edindikleri bilgilere...
Başka birşeye bakalım. İoannina’da
bir tarih müzesi vardır. İçinde
“Gizli” veya “Klandestin” veya “Saklı”
Okulun yeniden yapılanmasını
görüyoruz. Yunanistan’da herkese
Osmanlı döneminde Yunan eğitimine
izin verilmediğini öğretilmektedir.
Dolayısıyla, çocuklara Yunan eğitimi
gizlice verilmiştir. Bunu birçok
kaynaktan biliyoruz; İoannina’daki
tarih müzesini ziyaret ettiğimizde
bunu anlıyoruz. Ancak aynı şehirde,
müzeden fazla uzaklaşmadan, bir
tur atarsak, büyük ve güzel bir bina
görürüz; bu Zossimea Okuludur,
Osmanlı döneminden kalma bir
Yunan okulu! Bir tarafta, bize
söylenen bir hikaye vardır, diğer
tarafta bir gerçek vardır. Gerçeği
görüyoruz, ama mite inanıyoruz!
Ama bu kadar tarih yeter; şimdi
medyaya gelelim. Türk Hava
Kuvvetleri komutanı Ege Denizi’nin
üzerinden uçtu. Türk basını için
bu normal birşeydi, kesinlikle
ihlal yoktu ve bunun kanıtı vardı;
Yunan adalarından altı mil uzaklıkta
uçuyordu. Yunan basını için bu
bir ihlaldi, bir provokasyondu ve
bunun kanıtı vardı; adalardan altı mil
uzaklıkta uçuyordu. Dolayısıyla, altı
milin buradaki anlamı farklı, oradaki
anlamı farklı.
Gazeteci olarak kariyerim boyunca
çeşitli şahsi deneyimlerim olmuştur;
PANEL
mistaken or inappropriate or stupid
or whatever else like these, but I am
a ‘traitor’. I know that similar accusations would easily be thrown against
Turkish journalists if they criticise
their government on Greek-related
issues of foreign policy.
Of course there are exceptions of
journalists who dare do that and
practice journalism in an honest and
courageous way. Maybe that is why
Mihalis Vasiliadis, editor of ‘Apoyevmatini’ Greek language newspaper
published in Istanbul, who has
worked as a journalist both in Greece
and Turkey, was taken to court twice.
I would like to conclude with an
interesting example and a proposal.
The example is a book I have read,
titled ‘Tormented by History’. It refers
to the common history of Greece and
Turkey and has been written by a
Greek and a Turk; Spyros Sofos and
Umut Özkırımlı. They are colleagues
and good friends. They have worked
on their book together for ten years
employing all their good will. Do
you know what they confessed? That
themselves were a problem. They
respected and trusted each other; yet
they struggled to establish a common
understanding of the common history
editörler, meslektaşlarım ve hatta
kamuoyundan kişiler tarafından
Yunan hükümetine karşı “milli
menfaat” konuları hakkında eleştirel
olmakla suçlandım. Hükümeti
ekonomik veya başka iç politika
konularında eleştirebilirim, ancak
dış politika konularında asla
eleştiremem; Türkiye ile ilgili
konularda asla eleştiremem. Bunu
yaparsam, hatalı veya uygunsuz veya
aptal ya da bunlara benzer birşey
değilim, ben bir “hainim”. Türk
gazetecilerinin de hükümetlerini
dış politikada Türk-Yunan ilişkileri
In Greece for ‘spreading Turkish
propaganda’; in Turkey for ‘spreading
Greek propaganda’!
But we are not here to only describe
the situation. We are here to discuss
about ways to improve it. Do you
know something? I have in mind
some very good academic suggestions
about how journalists could contribute in resolving conflicts rather than
perpetuating them. The sad thing is
that these suggestions, by Norwegian
scholars Johan Galtung and Mari
Ruge, are well known since 1965;
since fifty years ago! We know them,
but we don’t apply them. And today
we are still discussing the issue…
and describe it in common words.
Based on this example, I wish to
complete this presentation with a suggestion. Let’s do an experiment. Let a
Greek and a Turkish journalist, of the
ones who share this panel today, sit
together and try to write a news story
reporting and commenting on one of
the sensitive Greek-Turkish issues.
Shall we manage to find a common
language and do that? I don’t believe
this would be a very easy task. It is
still worth trying and it would certainly be an interesting experiment,
very suitable to the aim of this project
that we are inaugurating today.
konularında eleştirdikleri taktirde,
benzeri suçlamalara kolaylıkla maruz
kalacaklarını biliyorum.
Tabii, bunu yapmaya cesaret eden
ve gazeteciliği dürüst ve cesur bir
şekilde yürüten gazeteci istisnaları
da vardır. Belki de bu nedenle,
hem Yunanistan’da hem Türkiye’de
çalışan, İstanbul’da yayınlanan
“Apoyevmatini” gazetesinin Yunanca
versiyonu editörü olan Mihalis
Vasiliadis, iki kez mahkemeye
çıkarılmıştır. Yunanistan’da “Türk
propagandası yaydığından” dolayı,
Türkiye’de ise “Yunan propagandası
yaydığından” dolayı!
Fakat buraya sadece durumu
anlatmak için toplanmadık. Burada
durumu düzeltmenin yollarını
bulmak için bulunuyoruz. Size birşey
söylemek istiyorum. Gazetecilerin
anlaşmazlıkları sürdürmek yerine
çözümüne katkıda bulunmasının
yolları hakkında çok iyi bazı
akademik önerilerim var. Üzücü
olan, bu önerilerin Norveçli
akademisyenler Johan Galtung ve
Mari Ruge tarafından 1965 yılından
beri çok iyi bilindiği; yani, elli yıl
öncesinden! Bunları biliyoruz ama
uygulamıyoruz. Bugün ise hâla bu
konuyu tartışıyoruz...
Enteresan bir örnekle ve bir
teklifle kapatmak istiyorum.
Örnek, okuduğum bir kitap; adı
“Tormented by History”. Yunanistan
ile Türkiye’nin ortak tarihine
değinmektedir ve bir Yunan ile bir
Türk tarafından yazılmıştır; Spyros
Sofos ve Umut Özkırımlı. Onlar
meslektaş ve iyi arkadaşlar. Kitapları
üzerinde bütün iyi niyetlerini seferber
ederek on yıl boyunca birlikte
çalışmışlar. Neyi itiraf ettiler, biliyor
musunuz? Kendilerinin bile sorun
olduğunu. Birbirilerine saygı ve
güven duyuyorlar. Ancak ortak tarih
hakkında ortak bir anlayış tesis etmek
ve bunu ortak kelimelerle anlatmak
için mücadele vermişler.
Bu örneğe dayanarak, bu sunumu
bir öneriyle kapatmak istiyorum.
Bir deney yapalım. Bu panele
katılanlardan bir Yunan ile bir Türk
gazeteci birlikte oturup, hassas
Türk-Yunan konularından biri
hakında sunum ve yorum içeren bir
haber yazsınlar. Ortak bir dille bunu
yazmayı başarabilir miyiz? Bunun çok
kolay bir göre olacağını sanmıyorum.
Ama yine de denemeye değer ve
kesinlikle enteresan bir deney olur;
bugün burada açılışını yaptığımız
projenin amacına çok uygun bir
deney olurdu.
TRGR JOURNAL
23
PANEL
Mustafa BALBAY
Cumhuriyet Newspaper / Gazetesi
Media has become the
Weapon of Mass Destruction
Medya, Kİtle İmal Sİlahı Halİne Geldİ
24 www.turkeygreecemediabridging.com
PANEL
I am journalist who won 1992 Abdi
İpekçi Prize. This prize is one of the
important milestones in my professional life. I received the prize from
Politaks in Greece. I received this
prize with the interview I made in
Hiroshima.
When the atomic bomb was dropped
in Hiroshima on 6th August 1945,
280 thousand people died and most
of the rest got cancer. When I went
on the trip, there were twelve Atomic
Bomb Hospitals treating the diseases
mediated by the atomic bomb. I never
forget one of the patients I talked to
during the hospital overnight visits.
The first question I asked to the patient with first-degree skin cancer was
“Are you ma d at the Americans?”. He
said; “I am” and “we should fight by
using same weapons, they used bigger
weapons than ours” as he had military
on his mind.
The next day, I noticed that the museum official student listening American
music while visiting Atomic Bomb
Museum and asked,” Aren’t you mad
at the Americans?”. He said to me,
“ I am not hostile towards countries
rather the war itself”. I made this
the cover of the trip books and the
interview was about this topic.
That’s why, when Turkish-Greek relations taken into account, I am certainly not mad any country, I am rather
mad at war and those creating the
tension. I remember that Aziz Nesin
and Emre Kongar were at the prizegiving ceremony. I talked to the journalists from both countries and the
talk of Aziz Nesin was decisive. After
the Greeks told as when we were in
Aegean, when we were in Trabzon,
Azis Nesin made a speech as “When
we were in Crete”. When we lost
Crete in 1913, the two geographies
that were debated most at that period
were Crete and Yemen. The Ottoman
Empire regarded Yemen as “the gate
of Kaaba” and Crete as “the gate of
Eastern Mediterranean”. Therefore,
when Crete was lost, nobody could
tell this to the Sultan. Eventually,
they made the court jester. The court
jester brought a pot of water and put
it in front of the Sultan. The Sultan
asked; “What is it?”. The court jester
said; ““efendim bu sade suya tirit,
elden gitti Girit” (Sir, this is brewis in
simple water, we lost Crete, let’s eat.)
So, the Turkish phrase “suyuna tirit”
that means botched is said to stem
from this story. Both countries have
this kind of situations to tell in their
history.
If we put everything one side in
Turkish-Greek relations, we can see
that the relations can be under tension from time to time and what the
tension might cost when we look at
the armament figures. According to
the picture of last few years, Greek
ranks fifth and Turkey ranks sixth in
the world’s arming race. Sometimes
this ranking changes, Turkey ranks
fifth, Greek ranks sixth. One of the
arms sale methods of multinational
arms companies is like that: for an
example, if the weapons are sold for
300 dollars, the company selling the
weapons come to Turkey and says;
“your neighbor bought weapons for
300 dollars, you need also weapons”.
And Turkey makes plan in this line
and buys weapons. When a better
weapon is developed and Turkey
buys it, the company goes to Greece
and says: “your neighbor bought this
weapon against you.” I think this case
should be considered also within the
relations. I think one of the reasons
of the crisis in Greece is that the multinational arms companies sell these
weapons to Greece with EU loans and
Greece’s economy can’t make largescale investments.
In our age, media doesn’t
have power, powers have
media
When it comes to media, we referred
to Ismail Cem a lot. He was a person
I like much and respect. He really
made effort in order that our relations with the neighbor countries
Ben, 1992 yılı Abdi İpekçi Ödülü
sahibi bir gazeteciyim. Bu ödül benim
meslek hayatımdaki önemli kilometre
taşlarından birisidir. Ben ödülümü
Yunanistan’da Politaks’ın elinden
aldım.
O ödülü Hiroşima’da yaptığım
röportaj ile aldım.
Hiroşima’ya 6 Ağustos 1945’te
atom bombası atıldığı zaman 280
bin kişi öldü ve geriye kalanların
birçoğu kansere yakalandı. Geziyi
gerçekleştirdiğim zaman, atom
bombasından kaynaklı hastalıkları
tedavi eden oniki adet Atom Bombası
Hastanesi vardı. Hastanelerden
bir tanesini gece ziyaretimde
konuştuğum hastalardan bir tanesini
hiç unutmuyorum. Birinci derece
cilt kanseri olan hastaya sorduğum
ilk soru “Amerikalılara kızgın
mısın?” oldu. “Kızgınım” dedi ve
kafasında hala askerlik olduğu için
“eşit silahlarla savaşmalıydık, bizden
büyük silahlar kullandılar” dedi.
Ertesi gün, Atom Bombası Müzesini
gezerken, müze görevlisi öğrencinin
Amerikan müziği dinlediğini fark
ettim ve “Amerikalılara kızgın değil
misin?” diye sordum. Bana, “Ben
ülkelere değil, savaşa düşmanım”
dedi. Ben de bunu gezi kitaplarının
kapağı yapmıştım ve röportaj bu
konudaydı.
O yüzden ben Türk-Yunan
ilişkilerinde, kesinlikle herhangi bir
ülkeye değil, gerçekten savaşa ve
o gerilimi yaratanlara kızgınım. O
ödül töreninde Aziz Nesin’i ve Emre
Kongar’ı hatırlıyorum. Yunanistan
gezim sırasında her iki ülkeden
gazetecilerle de konuştuk ve Aziz
Nesin’in bir sohbeti belirleyici
olmuştu. Yunanlılar, biz Ege’deyken,
biz Trabzon’dayken diye anlattıktan
sonra Aziz Nesin de “Biz Girit’teyken”
diye bir anlatımda bulundu. 1913
yılında Girit’i kaybettiğimizde
o dönemin en çok tartışılan iki
coğrafyası Girit ve Yemen’di. Osmanlı
Devleti, Yemen’e “Kâbe’nin kapısı”,
Girit’e de “Doğu Akdeniz’in demir
kapısı” diye bakmış. Dolayısıyla
Girit kaybedilince kimse bunu
padişaha söyleyememiş. Sonunda
sarayın soytarısına söyletmişler. Saray
soytarısı bir tencere su getirmiş,
Padişahın önüne koymuş. Padişah “bu
nedir?” demiş, soytarı ise “efendim
bu sade suya tirit, elden gitti Girit”
demiş. O sade suya tridin oradan
geldiği söylenir. Her iki ülkenin
tarihinde birbirine anlatabileceği buna
benzer durumlar vardır.
Türk Yunan ilişkilerinde her şeyi
bir yana bırakırsak, silahlanma
rakamlarına baktığımızda bile
gerçekten ilişkilerin zaman zaman
ne kadar gerilimli ve hatta gerilimin
nelere mal olabildiğini görüyorsunuz.
Son birkaç yılın tablosu, dünyada
silahlanma yarışında Yunanistan
altıncı, Türkiye beşinci sırada yer
alıyor. Bazen bu sıralama değişiyor
ve Türkiye beşinci, Yunanistan altıncı
oluyor. Çok uluslu silah şirketlerinin
silah satış yöntemlerinden biri şu
oluyor. Örnek vermek gerekirse
Yunanistan’a S300 satıldıysa satışı
yapan firma Türkiye’ye gelip
“komşu S300 aldı sana da lazım”
diyor. Türkiye de kendi planını
ona göre yapıyor ve o da silah
alıyor. Bir üst silah geliştiğinde
onu Türkiye almışsa Yunanistan’a
gidip “komşu sana karşı şunu aldı”
diyor. Bu durumun ilişkilerde ayrıca
dikkate alınması gereken bir durum
olduğunu düşünüyorum. Yunanistan
ekonomisinin krize girmesindeki
nedenlerden birisinin bence çok
uluslu silah şirketlerinin Yunanistan’a
bu silahları AB kredileriyle satıp,
Yunanistan ekonomisinin de büyük
ölçüde yatırım yapamamasından
kaynaklandığını ya da unsurlarından
birinin bu olduğunu tahmin
ediyorum.
Çağımızda medyanın gücü
yok, güçlerin medyası var
Medya kısmına gelince, burada
İsmail Cem’i çok andık. Benim de
çok sevdiğim ve saygı duyduğum
bir insandı. O, hem etrafımızdaki
TRGR JOURNAL
25
PANEL
and Greece become better. A Greek
colleague “I will accept your suggest,
it is very reasonable. But if I say that I
agree, the Greek media will chop me.”
says to İsmail Cem. I asked; “Well,
what did you do? “Yes, they could
chop. But I know that Greek uses
the media as an excuse in such cases
when it isn’t willing to take a step in
the foreign policy especially towards
Turkey.” he said. So, this is the
chicken-egg metaphor, the political
and media dimension of the matter is
about taking into account each other.
In our age, media doesn’t have power,
powers have media. Everyone wanted
to procure media as it became a very
powerful tool. It has been extensively
discussed in the world to what extent
media especially public broadcasting
can be maintained independently
and how the way of private initiative
would be cleared in.
How should we regard the private
televisions and private broadcasting
in America and Europe? There was
a media structure accepted as global
until 1980s and even 1990s. If I
roughly express, a media owner in a
country couldn’t have more than 25%
of that country’s media power. In
addition, this media owner couldn’t
invest in other areas of the economy
in that country. This was really a
must. If a journalist is a journalist, he
shouldn’t do something else. In our
profession, we describe the journalists
as educated people.
If a journalist is really well-educated,
he can’t do something else. A journalist puts telling truth at forefront. But
this changed over time. It was an inevitable result of global change. It was
impossible to put those limitations
anymore. The private sector, private
investments, privatizations and liberal economy came to the forefront.
While the media owners shouldn’t
take place in the sectors especially
like banking sector, those determined
rules were also demolished. What did
step in here? The media of powers.
26 www.turkeygreecemediabridging.com
ülkelerle ilişkilerin hem de gerçekten
Türk Yunan ilişkilerinin iyi olması
için çaba harcamıştı. İsmail Cem’e
Yunanistanlı meslektaşı diyor ki,
“Ben senin bu önerini kabul ederim
çok mantıklı. Ama bunu kabul
ettiğimi söylersem Yunan medyası
beni doğrar”. Peki, siz ne yaptınız
dedim? “Evet doğrayabilirdi. Ama
Yunanistan’ın dış politikasında
özellikle Türkiye’ye karşı bu
tür durumlarda bir adım atmak
istemediği zaman medyayı bahane
gösterdiğini de ben biliyorum”
dedi. Yani buradaki yumurta-tavuk
ilişkisi, karşılıklı her ülkede işin siyasi
boyutuyla medya boyutunun, her iki
tarafın birbirini dikkate almasından
kaynaklanıyor.
Artık çağımızda medyanın gücü
yok, güçlerin medyası var. Medya
çok güçlü bir araç haline geldiği
için herkes ondan edinmek
istedi. Medyanın özellikle kamu
yayıncılığının ne ölçüde bağımsız
sürebileceği ve bunun yanında özel
girişimin önünün nasıl açılacağı
dünyada çok tartışıldı.
Amerika ve Avrupa’da özel
televizyonlara ve özel yayıncılığa
bakışımız nasıl olmalı? 1980’lere hatta
90’lara kadar küresel kabul edilen
bir medya yapılanması vardı. Kabaca
dile getirirsem; bir ülkede bir medya
sahibi o ülkenin toplam medya
gücünün yüzde 25’inden fazlasına
sahip olamıyordu. Yine o ülkenin
medya sahibi, ekonominin başka
alanlarında yatırım yapamıyordu. Bu
gerçekten olması gereken bir şeydi.
Çünkü eğer gazeteci, gazetecilik
yapıyorsa, başka bir şey yapmamalı.
Bizim mesleğimizde, gazetecilere
mürekkep yalamış adam deriz.
Bir gazeteci gerçekten mürekkep
yalamışsa, başka bir şey yalayamaz.
Gazeteci; doğruları söylemeyi ön
plana alır. Ama zamanla bu değişti.
Küresel değişimin kaçınılmaz bir
sonucuydu. O sınırlamaları koymak
mümkün değildi artık. Çünkü
dünyada; özel sektör, özel yatırımlar,
PANEL
The target of media to inform the
public and share the culture of that
society was inevitably pushed into the
background.
I am a graduate from Ege University, the Faculty of Communication.
Our courses consisted of about one
hundred news definitions. The most
widely accepted definition was what
the editor in chief defined as news.
But today, what the media owner
wants to present to the society is
called as “the news”. Even, what the
media owner wants to tell the society
is called as “the news”. Here, I will
take the definition a little further in
general. I’ll probably cross the line
but I want especially to underline.
We certainly respect all media organs
that aim to inform and broadcast in
line with the facts of communication
era and they should be improved.
But, we can use a metaphor like the
weapon of mass destruction for the
media organs that only manipulate
the public and put a political power
forward. But, if we made an analogy
for media, it has become “weapon of
mass destruction”. You create a mass
in your own way through that media.
The Aegean Sea can be a
Peace Sea
As you know, I am the member of
parliament from İzmir. Our relations
with Greek is separately important
in İzmir. The biggest newspaper of
Aegean and İzmir, Yeni Asır was
founded in Thessaloniki. Yeni Asır
boasts his history over a hundred year
that began in Thessaloniki. While I
was working as a journalist in İzmir,
one of the sayings I tried to produce
was “ Turkey and Greek are on the
two sides of the Aegean. Turkey and
Greek can’t meet on both sides unless
these two sides of the Aegean come
together”. I am in the opinion that
we use the Aegean Sea for common interests and achieve this will
empower both countries in tourism
and other areas. The journalists and
academicians of both countries might
In our age, media
doesn’t have power,
powers have media.
Everyone wanted
to procure media
as it became a very
powerful tool. It has
been extensively
discussed in the
world to what extent
media especially
public broadcasting
can be maintained
independently and
how the way of
private initiative
would be cleared in.
undertake some missions. When we
look at the history of both countries
throughly, we will see that we all have
common roots.
I would like a saying from the book
Political Science of Ahmet Taner
Kışlalı:” The Turks conquered Anatolia in 11th century and Anatolia
conquered the Turks.” We were also
conquered. We were also influenced
by that culture. If we weren’t conquered, influenced by that culture,
Yunus Emre wouldn’t be born, Mevlana wouldn’t be born, Hacı Bektaş Veli
wouldn’t be born. That is my opinion.
I promise to make all positive efforts
in my part in the subsequent process
of Turkish-Greek relations. I think
and wish that the Aegean Sea can be
a Peace Sea.
Artık çağımızda
medyanın gücü yok,
güçlerin medyası var.
Medya çok güçlü bir
araç haline geldiği
için herkes ondan
edinmek istedi.
Medyanın özellikle
kamu yayıncılığının
ne ölçüde bağımsız
sürebileceği ve bunun
yanında özel girişimin
önünün nasıl
açılacağı dünyada çok
tartışıldı.
özelleştirmeler ve devamında da
liberal ekonomi çok öne çıktı. Medya
sahiplerinin aynı zamanda özellikle
bankacılık sektörü gibi alanlarda
bulunmaması gerekirken, belirlenen
o kurallar da yıkıldı. Burada ne girdi
devreye? Güçlerin medyası. Medyanın
halkı bilgilendirme, o toplumun
kültürünü paylaşma hedefi ister
istemez ikinci plana itildi.
Ben Ege Üniversitesi İletişim
Fakültesi mezunuyum. Bizim
derslerimizde yüz civarında haber
tarifi vardı. En çok kabul gören
tarif, “yazı işleri müdürünün haber
dediği şey” olurdu. Ama bugün
yazı işleri müdürünün de değil,
medya sahibinin topluma vermek
istediği şeye “haber” deniliyor. Hatta
“medya sahibinin, topluma anlatmak
istediğine haber” deniliyor. Burada
tanımı genel anlamda biraz daha
ileriye götüreceğim. Belki sınırları
aşmış olacağım ama özellikle altını
çizmek istiyorum. Bilgilendirmeyi
amaçlayan, iletişim çağının gerçekleri
doğrultusunda yayıncılık yapan bütün
yayın organlarına elbette saygımız
var ve onlar güçlenmeli. Ama sadece
manipülasyon ve siyasal bir gücü öne
çıkarma amaçlı yayın organları için
kitle imha silahları gibi bir benzetme
kullanılabilir. Ama medya benzetme
yapmak gerekirse “kitle imal silahı”
haline gelmiş durumda. O medya
aracılığıyla, siz kendinize göre bir
kitle imal ediyorsunuz.
Ege, Bir Barış Denizi Olabilir
Biliyorsunuz, ben İzmir
milletvekiliyim. İzmir’de Yunanistan
ile ilişkilerimiz ayrıca önemlidir.
Ege’nin ve İzmir’in en büyük gazetesi
olan, Yeni Asır’ın kurulduğu yer
Selanik’tir. Yeni Asır, Selanik’te
başlayan yüzyılı aşkın bir tarihinin
olduğuyla övünür. İzmir’deyken
gazetecilik yaptığımda da yine
naçizane üretmeye çalıştığım
sözlerden biri şuydu: “Türkiye’yle
Yunanistan, Ege’nin iki yakasında.
Ege’nin bu iki yakası bir araya
gelmeden Türkiye’yle Yunanistan’ın
iki yakası bir araya gelmez.” Hâlbuki
bunu başarabildiğimizde, sadece
Ege Denizini ortak kullanabilmek
bile turizmde ve öteki alanlarda da
her iki ülkeyi de güçlendirecektir
diye düşünüyorum. Her iki
ülkenin de bu alanda ön olabilecek
gazetecileri ve akademisyenleri bazı
işleri üstelenebilir. Çünkü her iki
ülkenin de tarihine gerçek anlamda
baktığımızda, hepimizin kökenlerinin
ortak olduğunu göreceğiz.
Ahmet Taner Kışlalı’nın Siyaset Bilimi
kitabından şöyle bir söz paylaşmak
istiyorum: “11. yüzyılda Türkler
Anadolu’yu fethetti, Anadolu da
Türkleri fethetti.” Biz de fethedildik.
Biz de o kültürden etkilendik. Bence
fethedilmeseydik, o kültürden
etkilenmeseydik, o gelişin hemen
sonrasında Yunus Emre doğmazdı,
Mevlana doğmazdı, Hacı Bektaş Veli
doğmazdı. Ben böyle düşünüyorum.
Türk Yunan ilişkilerinin bundan
sonraki sürecinde ben de üzerimize
düşen olumlu anlamda her türlü
çabayı göstereceğime söz veriyorum.
Ege’nin bir barış denizi olabileceğini
düşünüyorum ve diliyorum.
TRGR JOURNAL
27
PANEL
Nicholas VOULELIS
Editör-in-Chief of “The Journalist” Journal
The Journalist Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
We Have to Focus to Facts Which will
Benefit Both the Publics
Her İkİ halka fayda sağlayacak unsurlara odaklanmalıyız
28 www.turkeygreecemediabridging.com
PANEL
Exactly fifteen years ago, in 2000,
two important conferences bringing
together Greek and Turkish journalists, took place. The first in February
in Athens, followed in October by a
conference in Istanbul. I participated
in both conferences in my ,capacity as
the Managing Director of the Athens
News Agency, Greece’s national news
agency, the equivalent of your Anadolu. I remember that we tried to support the first steps of rapprochement
between Athens and Ankara taking
place at that time. We were trying to
shed aside prejudices and stereotypes,
and working to reinforce every type
of cooperation, communication and
exchanges by the two sides.
Speaking at the Athens conference, I
underlined my belief that “Turkey as
a force of peace, with fully enshrined
democratic freedoms for all its citizens and with friendly and productive
cooperation with its neighbors, will
be a distinct asset for the European
Union”. I also emphasized that with
this prospect in mind, our Turkish
colleagues should appreciate that
they will have many friends on this
side of the Aegean, a fact they should
also make widely known once back
in Turkey.
Eight months later in Istanbul, I tried
to demonstrate the significant milestone that the twin earthquakes in
1999 entailed in how mass media in
both countries dealt with the “other”.
At the time, I praised the substantive
change in the stance of many mass
media. Nevertheless, I added that the
attempted rapprochement would be
a slow and tortuous procedure on a
path to overcome deeply rooted prejudices cultivated for decades. Since
I am not one to nurture illusions,
therefore, I emphasized at the time
that mass media must reinforce the
foundations of any lasting “bridge”
between the two countries. I also
repeated my support for Turkey’s EU
accession, even if such a development
could not be achieved immediately.
My reasoning was crystal clear:
“Turkey is not a country condemned
to being forever trapped between
autocracy and religious fanaticism.
A democratic and European Turkey
corresponds to the real interests of its
people, a European Turkey is to the
benefit of the Greek people as well as
to Europe itself.”
I haven’t changed my opinion not
in the slightest, since then, and I
would readily endorse every word
of that text today. However, several
years have passed since that time
and numerous developments have
transpired, both domestically in our
countries, as well as in our wider
region, particularly in the latter.
I don’t think I need to expand, today,
into an analysis on bilateral relations.
Allow me to note, briefly, that despite
the many positive steps taken in
the past few years, especially on the
economic front, in tourism and the
cultural sector, the situation that exists on the bi-national level, meaning
relations between the governments, is
anything but ideal. Despite the very
courageous efforts made by several
ministers in this last period of fifteen
years. The very deep economic crisis
in Greece, and the major problems on
Turkey’s eastern and southern borders are definitely part of the reason
that somewhat lead to an inactivity to
improve our bilateral relations. Developments on Cyprus and the divided
island’s surrounding region also don’t
cause optimism.
The only point on which I will insist
on is that the tragic conflicts in the
Middle East and in the southern
bank of Mediterranean, along with
an intensification of violence and terrorism in the wider Near East, fuelled
by the expansion of the so-called
“Islamic state” and various other
Islamist extremists should make us
more cautious, and more protective
of peace and stability in our countries
and around us. This situation should
be an impetus for improving our
bilateral relations even farther and not
fomenting tension and crises.
Leaving the difficult and dangerous
regional crises to turn to the issue at
hand, allow me to say that I believe
we must focus on the substantive
problems associated with a way mass
media in either country shape public
opinion and influence the people who
make decisions. I believe we must
seriously and rigorously examine the
ideological, political and whatever
Tam on beş yıl önce, 2000 yılında,
Yunan ve Türk gazetecileri bir
araya getiren iki önemli konferans
düzenlendi. Birincisi Şubat ayında
Atina’da, ikincisi de Ekim ayında
İstanbul’da olmak üzere. Her iki
konferansa da tıpkı Türkiye’deki
Anadolu Ajansı gibi Yunanistan’ın
ulusal haber ajansı olan Atina Haber
Ajansı Genel Müdürü sıfatıyla
katıldım. O zamanlar Atina ve Ankara
arasında yakınlaşmaya dair atılan ilk
adımları desteklemeye çalıştığımızı
hatırlıyorum. Önyargıları ve klişeleri
bir kenara bırakıp her iki taraf
arasında her türlü işbirliği, iletişim ve
alışverişi güçlendirmeye çalışıyorduk.
Atina’daki konferansta konuşurken
“Türkiye’nin tüm vatandaşlar için
tamamen kutsal sayılan demokratik
özgürlükleriyle, komşularıyla
gerçekleştirdiği dostça ve verimli
işbirliğiyle bir barış gücü olarak
Avrupa Birliği için ayrı bir değer
olacağına” olan inancımın altını
çizmiştim. Bu görüşümle birlikte,
Türk meslektaşlarımızın Ege’nin bu
tarafında birçok dostu olduğunu
bilmeleri gerektiğini ve bu gerçeğin
Türkiye’de de bilinmesini sağlamaları
gerektiğini ayrıca vurguladım.
Sekiz ay sonra İstanbul’da, 1999’da
ikiz depremlerde her iki ülkedeki
medyanın “ötekini” nasıl ele aldığının
önemli bir dönüm noktası olduğunu
göstermeye çalıştım. O zamanlar
medyanın duruşunun bağımsız
değişimini övdüm. Yine de, on
yıllardır işlenen önyargıları aşma
yolunda girişilen yakınlaşmanın
yavaş ve dolambaçlı bir prosedür
olacağını belirttim. Çünkü ben
yanılsamalar besleyen biri değilim, bu
yüzden medyanın iki ülke arasında
kalıcı bir “köprünün” temellerini
güçlendirmesi gerektiğini vurguladım.
Ayrıca Türkiye’nin AB üyeliğini
desteklediğimi tekrarladım, böyle
bir gelişme hemen başarılamayacak
olsa bile.
Benim muhakemem çok açıktı:
“Türkiye sonsuza kadar otokrasi
ve dinsel fanatizm arasında sıkışıp
kalmaya mahkum olacak bir ülke
değil. Demokratik ve Avrupai bir
Türkiye halkının gerçek çıkarlarına
daha çok uyuyor, Avrupai bir Türkiye
Avrupa’ya ve Yunan halkına faydalı
olacaktır.”
O zamandan beri fikrimi en ufak
şekilde değiştirmedim ve o metnin
her kelimesini bugün her an hazır
bir şekilde size aktarabilirim. Ancak,
o zamandan beri birkaç yılı geride
bıraktık ve hem yurt içinde hem de
daha geniş anlamda bölgede, özellikle
daha geniş anlamda bölgede bir takım
gelişmeler ortaya çıktı.
Bugün ikili ilişkiler hakkında geniş
bir analiz yapmama gerek olduğunu
sanmıyorum. Bana geçmiş birkaç yıl
içinde özellikle ekonomik anlamda,
turizmde ve kültürel sektörde atılan
birçok olumlu adımdan kısaca
bahsetmeme izin verin lütfen, iki
ulusal düzeyde var olan durum yani
hükümetler arasındaki ilişkiler hiç de
ideal değil. Çeşitli bakanlar tarafından
son on beş yıllık dönemde gösterilen
cesurca çabalara rağmen. Bir şekilde
ikili ilişkilerimizi geliştirmedeki
hareketsizlik sebeplerinden biri
kesinlikle Yunanistan’da çok derin
yaşanan ekonomik kriz ve Türkiye’nin
doğu ve güney sınırlarında yaşanan
büyük sorunlar. Kıbrıs’taki gelişmeler
ve bölünmüş adanın çevresi de
iyimserliğe olanak tanımıyor.
Israr edecek olduğum tek nokta
Orta Doğu’daki ve Akdeniz’in güney
kıyısındaki trajik çatışmaların, daha
geniş Yakın Doğu’daki şiddet ve terör
yoğunlaşması ve sözde “İslam Devleti”
ve diğer çeşitli İslamcı aşırıcıların
bizi daha dikkatli, çevremizdeki ve
ülkelerimizdeki barış ve istikrarı daha
çok koruyan bireyler haline getirmesi
gerektiğidir. Bu durum gerginlik ve
krizleri kışkırtmak değil, aksine ikili
ilişkilerimizi daha da geliştirmek
adına bir ivme olmalıdır.
Zor ve tehlikeli bölgesel krizleri
bırakıp konumuza dönecek olursak,
her iki ülkede de kamuoyunu
şekillendiren ve karar vericileri
etkileyen medya ile bağdaştırılan
maddi sorunlara odaklanmamız
gerektiğine inandığımı söylememe
izin verin lütfen. Daha iyi bir
müdahale planı yapmak için,
medya tarafından seçim yapmada
kullanılan ideolojik, politik ve
diğer kriterleri ciddi ve dikkatli bir
şekilde incelememiz gerektiğine
TRGR JOURNAL
29
PANEL
other criteria used by mass media in
making choices, in order to better
plan our intervention. I’ll be strict in
my assessment of Greek mass media,
in order to demonstrate, in my opinion, their negative aspects. İ trust that
our Turkish colleagues will be just
as exacting in their assessment of the
Turkish mass media in the dialogue
that will follow.
I believe that one of the basic foundations on which the edifice of Greece’s
mass media stands is none other
than nationalism, which has deep
roots in Greek society. This ideology
dramatically re-emerged after the fall
of the military dictatorship in 1974,
and gained ground with the rise of
socialist Pasok to power in 1981,
while again surging in the wake of
the recent economic crisis in Greece.
Nationalist speech reached a crescento recently with an anti-German,
anti-Europe campaign on the part of
many mass media in Greece.
Nationalism is a primary element in
the way of thinking and the application of policy by a wide spectrum of
political forces and in society itself.
And I believe that there is common
ground for that in our two countries.
This phenomenon is ingrained in
the stance of a large majority of mass
media when dealing with domestic issues, foreign policy and even
international developments. Expressions of this nationalist creed vary,
depending on the occasion, from
anti-americanism and anti-semitism
to even an anti-West outlook.
Sometimes nationalism is expressed
as anti-imperialism, but more often
it is a substitute for the latter. Over
the past forty years or so, since the
restoration of democracy in Greece,
after the fall of the military junta, a
nationalistic approach, often turning
into extreme chauvinism, has weaved
through the political spectrum and
mass media - to a greater or lesser
extend. This is even more damaging
when nationalism and religion combine in every facet of politics.
Allow me a digression, for a moment.
I believe that the issue of nationalism and its link to religion brings
Greece and Turkey closer together, in
a rather peculiar way. In Greece, re-
30 www.turkeygreecemediabridging.com
ligion is indelibly associated with the
preparation and first steps of the war
of independence, in the first quarter
of the 19th century. Since then, the
Church has claimed a share of the
credit in the historical vindication for
the establishment of a modern Greek
state.
Conversely, in Turkey the rise and
strengthening of an “Islamic trend”
in the modern era appears to have
latched on to a pre-existing and
powerful nationalist current, a difference from other countries, where
Islam, when it is the religion of the
majority of the population, dominates
the political and ideological spheres;
because there are no powerful nationalist movements to rival political
Islam.
Let us return to the mass media in
Greece, however, which never really
stopped revolving around an axis of
stereotypes and simplistic generalizations, the basis, that is, of prejudice.
In Greece, many mass media when
emphasizing the negative, they
refer to “Germans”, “Turks”, “Jews”,
“Muslims”, without any differentiation. Stereotypes along with national
“myths” acquire a material force that
overlooks the complicated and constantly changing reality.
I am not very optimistic that our societies will easily rid themselves from
such stereotypes, especially when
governments use them to promote
their interests and not the interest of
their citizens. I think that an underlying substrate, a foundation, exists,
one shaped over a lengthy period of
time, a substrate that maintains and
reproduces “myths”, stereotypes, convictions and conspiracy theories, all
of which cannot really be bypassed or
repudiated in the absence of radical
and alternative solutions. Such stereotypes are systematically reproduced
by much of the mass media, they
are found in official textbooks, and
recycled by the so-called “pop culture”. Such stereotypes embellish the
dominant national ideology and the
overriding national narrative. There
is no distinction between nation and
race in this underlying foundation
based on nationalism, which fuses
history, myths and stereotypes, there
inanıyorum. Kendi adıma olumsuz
yönlerini göstermek için Yunan
medyası değerlendirmemde katı
olacağım. Akabindeki diyalogda da
Türk meslektaşlarımın Türk medyası
hakkında da aynı değerlendirmeyi
yapacağına güveniyorum.
Bence Yunanistan medyasının
yapısının üzerinde durduğu
temel dayanaklardan biri Yunan
toplumunda derin kökleri olan
milliyetçilik. Yunanistan’daki son
ekonomik kriz yeniden yükselirken,
bu ideoloji 1974’te askeri diktatörlük
düşünce dramatik bir şekilde yeniden
ortaya çıktı ve Sosyalist Pasok
Partisi’nin 1981’de iktidara gelmesiyle
zemin kazandı. Son zamanlarda
milliyetçi konuşmalar Yunanistan’daki
birçok medya kesimlerinde
görülen Anti-Alman, Anti-Avrupa
kampanyasıyla bir artış kazandı.
Milliyetçilik geniş yelpazede politik
güçlerin toplumun kendisi içinde
siyasetin uygulanma ve düşünme
şeklindeki temel öğedir. Ve ben
bunun her iki ülkede de ortak bir
zemini olduğuna inanıyorum. Bu
fenomen iç meseleleri, dış politikayı
ve hatta uluslararası gelişmeleri
ele alırken medyanın büyük bir
çoğunluğunun içine işlemiştir. Bu
milliyetçi inanç ifadeleri antiAmerikancılıktan antisemitizme
ve hatta anti-batıya kadar farklı
durumlara bağlı olarak çeşitlilik
göstermektedir.
Bazen milliyetçilik anti-emperyalizm
olarak ifade edilir, fakat bu daha
çok antisemitizm için kullanılan
bir alternatiftir. Geçtiğimiz kırk
yılda ya da Yunanistan’da askeri
junta düştükten sonra gerçekleşen
demokrasi restorasyonundan beri,
sıklıkla aşırı şövanizme dönüşen
milliyetçi bir yaklaşım daha büyük ya
da daha küçük ölçüde siyasi yelpazeyi
ve medyayı dokumaktadır. Bu durum
milliyetçilik ve din, siyasetin her
bölümünde birleştiği zaman daha da
zarar vericidir.
Burada kısa bir anlığına konunun
dışına çıkacağım. Ben milliyetçilik
ve dine olan bağının oldukça garip
bir şekilde Yunanistan ve Türkiye’yi
yakınlaştırdığına inanıyorum.
Yunanistan’da, 19. yüzyılın ilk
çeyreğinde din kalıcı bir şekilde
bağımsızlık savaşının hazırlığı ve
ilk adımlarıyla ilişkilendirilirdi. O
zamandan beri Kilise modern bir
Yunan devletinin kurulmasında tarihi
bir teyit içinde pay iddia etti.
Öte yandan, İslam’ın nüfusun
büyük çoğunluğunun dini olduğu,
siyaseti ve ideolojik kesimlere hakim
olduğu diğer ülkelerden farklı
olarak Türkiye’de “İslam modasının”
yükselişi ve güçlendirilmesi önceden
var olan ve güçlü milliyetçi bir akıma
bağlı olduğu görülüyor; çünkü
siyasi İslam’a rakip olacak güçlü bir
milliyetçi hareket yok.
Tekrardan Yunan medyasına
dönecek olursak, Yunan medyası
önyargıların temeli olan kalıplaşmış
ve basit genellemeler ekseninde
dönüp durmuştur. Yunanistan’da
birçok medya kesimi olumsuz bir
şeyi vurgularken hiç fark olmaksızın
“Almanlara”, “Türklere”, “Yahudilere”
ve “Müslümanlara” atıfta bulunurlar.
Kalıp yargılar ulusal “mitlerle” birlikte
karmaşık ve sürekli değişen gerçeğe
hakim olan maddi bir güç elde
ederler.
Ben, özellikle hükümetler bu tür
kalıp yargıları vatandaşların değil
de kendi çıkarları için kullandığı
sürece toplumlarımızın kendini
bu kalıp yargılardan kolaylıkla
kurtulabileceği konusunda çok
da iyimser değilim. Bence altta
yatan sebep uzun zaman önce
şekillendirilmiş bir oluşum, “mitleri”,
kalıp yargıları ve komplo teorilerini
sürdüren ve yeniden üreten bir yapı
taşıdır, ki bunların hiçbiri köklü
ve alternatif çözümler bulunmadan
gerçekten atlatılamayacak ya da
reddedilemeyecektir. Bu tür kalıp
yargılar sistematik olarak medya
tarafından yeniden üretilir, resmi ders
kitaplarında bulunur ve sözde “pop
kültür” tarafından geri dönüştürülür.
Bu kalıp yargılar egemen ulusal
ideolojiyi ve egemen ulusal anlatıyı
süsler. Tarihi mitleri ve kalıp
yargıları kaynaştıran milliyetçiliğe
dayalı bu temel oluşumda millet ve
ırk arasında hiç bir ayrım yoktur,
gerçek tarihin destekçileri ile “ezeli
düşmanlarımızla” dolu komplo
teorilerinden farkı yoktur.
PANEL
is no distinction between real history,
with its protagonists, from conspiracy
theories replete with our “eternal
enemies”.
As a result, one stereotype follows
another. Looking at the history of
modern Greece just over the past century, we have seen how the Entente
Allies turned into “enemies” who
“caused” what we call the “Asia Minor
Catastrophy”, what you call the “War
of independence”. Decades later, the
English were viewed as the “enemy”
for causing the civil war in Greece
between 1946 and 1949.
The role of the “enemy”, in the
popular sense, was then passed to
the Americans, blamed for popping
up the military junta in Greece in the
late sixties and for engineering a coup
and subsequent invasion in Cyprus
in 1974. Fast forward to today and
it is the Germans who serve as the
“enemy”, with a narrative asserting that Berlin aims to turn Greece
into its European debt colony. Just
as ominous is usually a creeping
anti-West sentiment that can barely
conceal its admiration for the violent
and authoritarian course of Russia’s
current leadership. Anti–Turkish and
anti–semitic stereotypes enjoy the
same deep roots. One characteristic
way in which many Greek mass
media outlets introduce any news
story dealing with the Turkish state
and Greece is with the phrase “new
Turkish provocation”. Unfortunately,
in some cases they are right. AntiSemitic stereotypes usually surface in
political reactions and media reports
on the heels of increased tension
or conflict in the Middle East. Mass
media within an unfortunate collusion with the political and economic
establishment in the country, have
often assumed the role of the people’s
“real champion”, thus manipulating
public opinion to their standards, as
a substitute for the people themselves.
Therefore we are dealing with a
dominant national ideology, with distinct manifestations of anti-Western
rhetoric, anti-Semitism, intolerance,
xenophobia, racism and conspiracy
theories reproduced, with few exceptions, by political forces, by the
education system and mass media.
These characteristics set the tone for
practically all ideological issues or
matters of foreign policy. No political
force or any government, as powerful
as it may be, dares clash with the
main expressions of this dominant
ideology.
However, if we are to rid ourselves of
these political myths and stereotypes,
the observations and analysis of
experts and journalists is not enough.
There are, of course, many enlightened Greek mass media professionals - and I am sure that this is the
case in Turkish mass media, too, as
I know many- which provide a very
good example. They are not enough,
though. The content of this dominant
ideology must change, and this will
come only through time. Only when
different values and principles assume
a dominant role and when a majority
of society accepts and adopts them.
Only then can we hope that education will follow, along with popular
culture and people’s mentality.
I believe that gatherings, such as the
one today, are absolutely necessary
for each side to understand how
the other thinks; to delineate the
problems and to discuss possible
solutions. And I hope that in the
context of the project, we will have
progress in many fields. I am very
happy to once again share a panel
with old friends and acquaintances,
who I believe contribute to mutual
understanding. Moreover, I am happy
because we are exchanging views in
front of mainly a youthful crowd of
college students. My exhortation,
which I make every time when addressing young people and when the
issue is Greek-Turkish relations, is
one: “Read the history of the two peoples carefully. Thoroughly and calmly
examine the reasons for the conflicts
between us. Set aside prejudices and
stereotypes that prevent us from
seeing reality, and seek out all of the
elements which unite us, which bring
us closer together, and which benefit
both peoples. You would be surprised
at the wealth and variety of these elements, and you will never regret the
fact that you chose the path of understanding, trust and cooperation”.
Sonuç olarak bir kalıp yargı
bir diğerini takip eder. Modern
Yunanistan’ın son yüzyıl içindeki
tarihine bakarsak, İtilaf Devletleri’nin
nasıl bizim “Küçük Asya Felaketi”
sizin de “Kurtuluş Savaşı” dediğiniz
savaşa “neden olan” düşmanlara
dönüştüğünü görmüş oluruz. On
yıllar sonra, İngilizler Yunanistan’da
1946 ile 1949 yılları arasında
meydana gelen iç savaşa neden olan
“düşman” olarak görüldü.
Popüler anlamda “düşmanın” rolü
atmışların sonlarında Yunanistan’da
askeri cuntayı ortaya çıkarmakla
ve 1974 ‘de Kıbrıs’ta bir darbe
ve ardından işgal düzenlemekle
suçlanan Amerikalılara geçti.
Bugüne geldiğimizde de, Berlin’in
Yunanistan’ı Avrupa bırç kolonisine
dönüştürmekle itham eden
anlatımla Almanlar “düşman” olarak
görülmektedir. Bu Rusya’nın mevcut
liderliğinin şiddetli ve otoriter seyrine
olan hayranlığını zar zor gizleyebilen
ürpertici bir anti-batı duyarlılığı gibi
genellikle kaygı vericidir. Türk ve
Yahudi düşmanı kalıp yargılar aynı
derin köklerden hoşlanırlar. Yunan
medyasının kullandığı karakteristik
bir ifade yolu da Türk devleti ve
Yunanistan ile ilgili bir hikayenin
“yeni Türk provakasyonu” başlığı
altında verilmesidir.
Ne yazık ki, bazı durumlarda haklılar.
Anti-semitik kalıp yargılar genellikle
siyasi tepkilerde ortaya çıkar ve
medya Orta Doğu’da artan gerginlik
ve ya çatışmanın hemen ardından
haber yapar. Medya ülkedeki siyasi ve
ekonomik oturmuş düzendeki talihsiz
gizli anlaşma içinde kamuoyunu
kendi standartlarına göre insanların
yerine kendilerini koyup manipüle
ederek sıklıkla insanların “gerçek
şampiyonu” olma rolünü üstlenmiştir.
Bu nedenle, birkaç istisna dışında
siyasi güçler, eğitim sistemi ve
medya tarafından yeniden üretilen
belirgin batı karşıtı söylemler, Yahudi
düşmanlığı, hoşgörüsüzlük, yabancı
düşmanlığı, ırkçılık ve komplo
teorileri belirtileri ile birlikte egemen
bir milli ideoloji ile baş ediyoruz.
Bu özellikler hemen hemen dış
politikanın ideolojik meseleleri ve
konularında gidişatı belirliyor. Hiç bir
siyasi güç ya da devlet, ne kadar güçlü
olursa olsun, bu egemen ideolojinin
temel ifadeleri ile çatışmaya cesaret
edemiyor.
Öte yandan, biz bu siyasi mitler
ve kalıp yargılardan kendimizi
kurtaracaksak, uzmanların ve
gazetecilerin gözlemleri ve analizleri
yeterli değildir. Tabi ki de Yunan
medyasında iyi bir örnek teşkil eden
birçok profesyonel vardır ve bu
durumun Türk medyası içinde geçerli
olduğuna eminim, Türk medyasından
birkaç profesyoneli tanıyorum da.
Fakat yine de bu kişiler yeterli
değildir. Bu egemen ideolojinin
içeriğinin değişmesi gerekir ve bu
sadece zaman içinde olacak bir şey.
Sadece farklı değerler ve ilkeler
egemen bir rol üstlendiğinde ve
toplumun büyük kısmı bunları
kabullenip benimsediğinde. Ancak
o zaman eğitimin popüler kültür
ve insanların zihniyeti birlikte
sürdürülmesini umabiliriz.
Bugünkü gibi toplantıların her
iki tarafın da birbirini anlaması,
sorunları tanımlamak ve olası
çözümleri tartışmak için kesinlikle
gerekli olduğuna inanıyorum. Ve
proje kapsamında birçok alanda
ilerleme kaydederiz diye umuyorum.
Karşılıklı anlayışa katkısı olacağına
inandığım eski arkadaşlar ve
tanıdıklarla bir kez daha bu panelde
buluşmaktan çok mutluyum.
Ayrıca, üniversite öğrencilerinden
oluşan genç kalabalığın önünde fikir
alışverişi yapmaktan da mutluluk
duyuyorum. Konu Yunan-Türk
ilişkileri olduğunda genç insanlara
hitap ederken onlara vereceğim
en büyük tavsiye “Her iki halkın
tarihlerini de dikkatle okumaları”
gerektiğidir. Aramızdaki çatışmaların
nedenlerini iyice ve sakince araştırın.
Gerçeği görmemizi engelleyen ön
yargıları ve kalıp yargıları bir kenara
bırakıp bizi birleştiren, yakınlaştıran
ve her iki halka da fayda sağlayacak
unsurlara odaklanmalıyız. Bu
unsurların zenginliğine ve çeşitliliğine
şaşıracaksanız ve anlayış, güven ve iş
birliği yolunu seçtiğiniz asla pişman
olmayacaksınız.
TRGR JOURNAL
31
MUNICIPALITY
Yiannis BOUTARIS
Mayor of Thessaloniki
Selanik Belediye Başkanı
They resemble each other
both in terms of the
behavioral patterns and
social fabric. Therefore there
is no other way that these
two cities are brothers. It
should be our mission to
sustain the brotherhood of
these two cities and raise
higher positions by uniting
their energy.
32 www.turkeygreecemediabridging.com
Sema PEKDAŞ
Mayor of Konak Municipality
Konak Belediye Başkanı
Birbirlerine fiziksel
açıdan olduğu kadar,
sosyal doku ve insan
davranışları açısından
da çok benzeyen bu
iki şehrin kardeşliğini
tesis etmek, iki şehrin
enerjisini buluşturup
daha da yükseklere
çıkarmak bizim
hedefimiz olmalı.
BELEDİYE
Sema PEKDAŞ
We are Like Two Children of a Mother
That were Born in Different Places
Bİzler; bİr annenİn ayrı yerlerde doğan İkİ çocuğuyuz
In the previous months Yiannis
Boutaris, Mayor of Thessaloniki,
visited Smyrna and Sema Pekdaş,
Mayor of Konak visited Thessaloniki. In these friendly visits the
decisions of project development
were taken in order to integrate
people in these two cities which
have a common culture. Pekdaş
taking steps to bring two sides of
the Aegean said that Turkey and
Greece were so coherent and she
desired the friendship would be
permanent by increasing these
mutual visits.
In these previous days mutual
visits between Smyrna and
Thessaloniki were performed.
What was the purpose of
these visits? Could you please
share your impressions about
Thessaloniki visit with us?
As Konak Municipality on November 10th, 2014 we decided to make
a trip to Thessaloniki in order to
commemorate our Great Leader
Mustafa Kemal Atatürk in the
house of birth. But we didn’t want
to limit this visit only by commemorating Atatürk in the house
of birth. We realized the idea that
we also visited the Municipality
of Thessaloniki when we went to
Thessaloniki. After the Municipality of Thessaloniki invited us
as result of our contacting, we
organized this trip. Honorable
Yiannis Boutaris, Mayor of Thessaloniki and municipal employees greeted exceptionally kind.
Through this trip we aimed to see
the administrative structuring of
the Municipality of Thessaloniki,
learn the municipal operation
and strength the mutual affinities.
Thanks to this visit both we commemorated Mustafa Kemal Atatürk,
the founder of Our Republic and
we could have various contacts
as a guest of the Municipality of
Thessaloniki. Our main goal in this
visit was to rebuild the friendship bridge between the peoples
in these two countries who have
a mutual past. İzmir is a city that
has embraced many Thessaloniki
immigrants. Likewise, many people
migrated from Turkey have also
lived in Thessaloniki. So it is our
mission to strengthen the peace
between the people who have a
common culture and increase the
culture of joint work. In this way
both the economic potential of this
region will increase and these activities will enrich us culturally. For
that reason we planned this trip.
We have also developed a good relationship with Honorable Yiannis
Boutaris, Mayor of Thessaloniki.
He gave us information about the
works of the streets which is in the
Geçtiğimiz aylarda Selanik Belediye
Başkanı Yiannis Boutaris İzmir’e;
Konak Belediye Başkanı Sema
Pekdaş da Selanik’e bir ziyarette
bulundu. Çok samimi geçen bu
ziyaretlerde ortak kültüre sahip bu
iki şehir halklarını kaynaştırmak
amacıyla projeler geliştirilmesi
kararı alındı. Ege’nin iki yakasını
buluşturacak adımlar atan Pekdaş,
Türkiye ve Yunanistan’ın
dokusunun birbirine uyan iki şehir
olduğunu, karşılıklı ziyaretlerin
artırılarak dostluğun daim olmasını
arzu ettiğini ifade etti.
Geçtiğimiz günlerde İzmir
ve Selanik arasında karşılıklı
ziyaretler gerçekleştirildi. Bu
ziyaretlerde amaç neydi? Selanik
ziyaretinizden izlenimlerinizi
bizimle paylaşır mısınız?
Konak Belediyesi olarak biz
2014 yılının 10 Kasım’ında
Ulu Önderimiz Mustafa Kemal
Atatürk’ü doğduğu evde anmak
amacıyla Selanik’e bir gezi yapma
kararı almıştık. Ama bu sadece
Atatürk’ü doğduğu evde anmakla
sınırlı kalmasın istedik. Selanik’e
gittiğimizde Selanik Belediyesi’ni
de ziyaret edelim fikrini gerçeğe
dönüştürdük. Yaptığımız temaslar
sonucunda Selanik Belediyesi’nin
bizi davet etmesi üzerine bu geziyi
organize ettik. Selanik Belediye
Başkanı Sayın Yiannis Boutaris
ve belediye çalışanları bizi son
derece iyi karşıladı. Bu gezide
biz hem Selanik Belediyesi’nin
idari yapılanmasını görmeyi, hem
belediye işleyişini öğrenmeyi, hem
de karşılıklı ilişkileri güçlendirmeyi
hedef aldık. Gerçekleşen ziyaretle
hem Cumhuriyetimizin kurucusu
Mustafa Kemal Atatürk’ü andık
hem de Selanik Belediyesi’nin
konuğu olarak çeşitli temaslarda
bulunduk. Burada temel amacımız
ortak bir geçmişe sahip iki ülkenin
halkları arasındaki kardeşlik
köprüsünü yeniden oluşturmaktı.
İzmir pek çok Selanik göçmenine
kucak açmış bir kenttir. Keza
Selanik’te de Türkiye’den göç etmiş
pek çok kişi yaşamaktadır. Ortak
tarihe sahip bu insanlar arasında
barışın dilini güçlendirmek, ortak
iş yapma kültürünü artırmak
bizim görevimiz. Bu sayede hem
bölgenin ekonomik potansiyeli
artacaktır hem de kültürel anlamda
bizleri çok zenginleştirecektir. Bu
nedenle bu geziyi planlamıştık.
Selanik Belediye Başkanı Sayın
Yiannis Boutaris ile de çok iyi
ilişkiler geliştirdik. Bize Atatürk’ün
doğduğu evin önündeki caddeyle
ilgili yürütülen çalışmalar hakkında
bilgi verdi. O caddenin yeniden
düzenlenerek, ‘Atatürk Caddesi’
adının verilmesi konusunda
devam eden çalışmalardan söz
etti. Bir anlamda bu gezinin bir
başka anlamı da, Türkiye’den
TRGR JOURNAL
33
MUNICIPALITY
front of the house where Atatürk
was born. He also mentioned the
ongoing works that this street
would be called as “Atatürk Street”
by being reorganized. In one sense,
another meaning of this trip is
to support their efforts thanks to
a visit from Turkey. We are two
brother peoples. These two brother
people can provide the economic
development of the region within
the framework of their mutual
culture and history. They can
actualize the works which generate excitement and synergy in
the region thanks to their mutual
cultural activities. Our impression
was very positive. We saw that we
had fun together. There is nothing
worse than being produced hostility by these people that can know
having fun together. Therefore we
hope that these good impressions
will turn into valuable project for
future.
Could you please mention
about the works that you
have performed to strengthen
Turkish-Greek relations?
There are already many works in
this area. From past to present
there have been many cooperation
between two peoples. Still in progress. It is said that a ferry service
between Thessaloniki and Smyrna
bring forward. So as a local administrator we have responsibilities
to provide a peaceful life for the
Greeks living in our city, we need
to protect the value created by the
Turks in Thessaloniki and Greece
and contribute to the conducted
cultural works. We strive to protect
our mutual history that is in existence with good relations, works
showing that we can understand
each other and our collective future
consciousness. We want to know
34 www.turkeygreecemediabridging.com
each other. I believe that we can
develop together by knowing each
other and not saying “other” each
other and not behaving like an
enemy. If people don’t know each
other, they are afraid of each other.
We know each other. We have a
mutual past and we have the aim
of increasing the cooperation and
joint works in order to improve
our future.
You said that you wanted to
organize an event under the
name of Thessaloniki days
in order to strengthen the
friendship bridge between
Smyrna and Thessaloniki. What
will be this event like? Could you
please share the developments
related to this event with us?
The idea of this event emerged
during our negotiations with the
Mayor of Thessaloniki and municipality committee. We joined this
visit with group deputy chairmen
of two parties in our parliament
and deputy mayor. We wanted to
make a good collaborate between
these two cities. There is so much
effect of Thessaloniki culture in
Smyrna. We said that “Come and
let us be the first host” in order
to uncover and keep alive this
culture. So the idea of Thessaloniki
days in Smyrna turned up. Apart
from the presentation of mutual
yapılmış bir ziyaretle onların bu
çabalarına destek verme niteliği
taşıyordu. Biz iki kardeş halkız. Bu
iki kardeş halk, ortak kültürleri,
ortak tarihleri çerçevesinde
gerçekten bölgenin ekonomik
kalkınmasını sağlayabilir. Ortak
kültürel çalışmalarla birlikte
bölgede heyecan yaratan, sinerji
yaratan çalışmaları birlikte hayata
geçirebilir. İzlenimlerimiz gayet
olumluydu. Birlikte eğlendiğimizi
gördük. Birlikte eğlenebilmeyi
bilen iki halkın düşmanlıklar
üretebilmesi kadar kötü bir şey
yok. Dolayısıyla bu iyi izlenimlerin
gelecek açısından iyi projelere
dönüşmesi umudunu da taşıyoruz.
Türk-Yunan ilişkilerini
güçlendirmek adına yaptığınız
çalışmalardan bahseder misiniz?
Zaten bu alanda yapılmış çok
fazla çalışma var. Geçmişten
bugüne kadar iki halk arasında
pek çok işbirliği yapıldı. Hala da
yapılıyor. Selanik ile İzmir arasında
bir feribot seferinin gündeme
gelmesi söz konusu. Bizim de
burada yerel yönetici olarak hem
şehrimizde yaşayan Rumlara
yönelik onların burada huzurlu
yaşamasını sağlayacak çalışmalar
yapma sorumluluğumuz var, hem
de Selanik’teki ve Yunanistan’daki
Türklerin yarattığı değerlerin
korunmasına ve yürütülen kültürel
çalışmalara katkı koymamız
gerekiyor. Biz iyi ilişkilerle,
birbirimizi anladığımızı gösteren
çalışmalarla ve ortak gelecek
bilinciyle var olan ortak tarihimizi
korumaya gayret ediyoruz. Biz
birbirimizi tanıyalım istiyoruz.
Birbirimizi tanıdıkça, birbirimize
‘öteki’ demedikçe, birbirimizi
düşman bellemedikçe birlikte
gelişeceğimize inanıyorum.
İnsanlar birbirlerini tanımıyorlarsa
birbirlerinden korkarlar. Biz
birbirimizi tanıyoruz. Bir
ortak geçmişimiz var ve bunu
ortak geleceğe taşımak için de
işbirliklerini çoğaltmak, ortak
faaliyetleri artırmak gayesi
içerisindeyiz.
İzmir ve Selanik arasındaki
dostluk köprüsünü güçlendirmek
için Selanik günleri adı altında
bir etkinlik düzenlemek
istediğinizi söylemiştiniz. Nasıl
bir etkinlik olacak? Bu etkinlik
ile ilgili gelişmeleri bizimle
paylaşabilir misiniz?
Bu etkinlik fikri bizim Selanik
Belediye Başkanı ve heyetiyle
yaptığımız görüşmeler sırasında
ortaya çıkmış bir fikirdi. Biz bu
ziyarete meclisimizdeki iki partinin
grup başkanvekilleri ve belediye
başkan yardımcımızla birlikte
katıldık. İki kent arasında güzel bir
işbirliği yapmak istedik. İzmir’de
Selanik kültürünün o kadar çok
etkisi var ki… Bu kültürü ortaya
çıkarmak ve yaşatmak için, ‘Gelin
ilk ev sahipliğini biz yapalım’
dedik. İzmir’de Selanik Günleri
etkinliği fikri böyle çıktı. Bu
etkinlikte de karşılıklı ortak kültüre
ilişkin değerlerin tanıtımının yanı
sıra, Selanik kentinin sinemasının,
müziğinin, mutfak kültürünün
konuşulduğu, tartışıldığı ve
görüldüğü pek çok etkinliği de
hayata geçirmek istiyoruz. Ege
rüzgârını karşılıklı yaşatarak,
BELEDİYE
cultural values, in this event we
want to actualize many activities
which enable speaking, discussing and being seen of the theater,
music and cuisine culture of Thessaloniki. We want to keep alive
the Aegean wind and feel together.
In this context our conversation is
in progress. The certain program
will be determined in the coming
days. We will be happy to host
our brothers in Thessalonica in the
event that we intend to perform in
September-October.
Thessaloniki and Smyrna are
alike in many ways. What do
you want to say about these two
cities as the one living in Smyrna
and visiting Thessaloniki?
These cities are really very similar
to each other. They are similar with
the bay, harbor and the mountains
rising behind the coast. Maybe
there are not any other cities that
have so similar each other. At least
I think so. We didn’t feel out of
things. We could easily agree on
the streets. We saw that there were
Turkish music in the restaurants
and when we stopped and asked
something, people explained at
length. Explaining at length just
like the Turkish people gives us
a strange peace. The person we
asked something tells his opinions
about the situation. Just like us. In
this respect we are like two children of a mother that were born
in different places. They resemble
each other both in terms of the behavioral patterns and social fabric.
Therefore there is no other way
that these two cities are brothers.
It should be our mission to sustain
the brotherhood of these two cities
and raise higher positions by uniting their energy.
What should be done to improve
the friendship bridge between
Greece and Turkey as the people
living in two sides of the same
culture?
We should do collaborative activities. There is nothing else to close
up people like making exchanges,
mutual entertainment, eating
together, singing together. We
should be able to create opportunities in order to make daily routines
together like travelling, watching movie and listening music. If
we run mutually, eat and drink
together, dance and sing together,
we can improve the friendship
bridge automatically. Thus these
opportunities will be provided by
sustaining mutual run, increasing the mutual cultural and art
activities and developing the trade.
We are two peoples that can win
together. We have the background
and knowledge to create the ways
to win together. Time is the time to
perform this success. The improving of the peace in Aegean will be
like that. With this belief we are
ready to do our best.
birlikte hissetmek istiyoruz. Bu
çerçevede görüşmelerimiz sürüyor.
Net program önümüzdeki günlerde
belirlenir. Eylül-Ekim aylarında
gerçekleştirmeyi düşündüğümüz
bu etkinlikte Selanikli
kardeşlerimize ev sahipliği yapmak
bizi mutlu edecek.
Selanik ve İzmir birçok yönden
birbirine benzeyen şehirler.
İzmir’de yaşayan ve Selanik’i
gezen biri olarak iki şehir ile
ilgili neler söylemek istersiniz?
Gerçekten birbirlerine çok
benzeyen iki şehir. Körfeziyle,
limanıyla, hemen kıyının arkasında
yükselen dağlarıyla çok benzeşiyor.
Belki dünyada bu kadar dokusu
uygun iki şehir daha yoktur diye
düşünüyorum. Hiç yabancılık
çekmedik. Sokaklarında rahatlıkla
anlaşabildik. Lokantalarında
Türkçe müziklerin çalındığını
gördük, sokakta durdurduğunuz
ve bir şey sorduğunuz insanlar
bize uzun uzun anlatımlar yaptılar.
Tıpkı biz Türkler gibi uzun
açıklamalar yapmaları insanın
içine garip bir huzur da veriyor.
Bir şey sorduğumuz insan olayla
ilgili görüşlerini de anlatıyor. Tıpkı
bizde olduğu gibi… Bu açıdan
biz bir annenin ayrı ayrı yerlerde
doğmuş iki çocuğu gibiyiz. Hem
sosyal doku anlamında hem de
davranış şekilleri açısından o
kadar çok birbirine benziyor ki.
Dolayısıyla bu iki şehrin kardeş
olmaktan başka yolu da yok.
Birbirlerine fiziksel açıdan olduğu
kadar, sosyal doku ve insan
davranışları açısından da çok
benzeyen bu iki şehrin kardeşliğini
tesis etmek, iki şehrin enerjisini
buluşturup daha da yükseklere
çıkarmak bizim hedefimiz olmalı.
Aynı kültürün iki yakasında
yaşayan insanlar olarak
Yunanistan ve Türkiye arasındaki
dostluk köprüsünü geliştirmek
için neler yapılmalıdır?
Ortaklaşa etkinlikler yapmalıyız.
Adalara olan rahat gidip gelmeler
bile bu iki yakada yaşayan insanları
o kadar birleştirdi ki. Karşılıklı
alışveriş yapmak, karşılıklı birbirini
ağırlamak, birlikte yemek, birlikte
şarkı söylemek kadar insanları
birbirine yakınlaştıran başka bir
şey yok. Biz normal hayatta neler
yapıyorsak, nasıl ki seyahat ediyor,
film seyrediyor, müzik dinliyorsak
bunları birlikte yapabileceğimiz
olanaklar yaratabilmeliyiz.
Karşılıklı gidip gelirsek, birlikte
yiyip içersek ve birlikte şarkı
söyleyip dans edersek dostluk
köprüsünü de kendiliğinden
geliştiririz. Dolayısıyla bunun
ortamını yaratmak da karşılıklı
gelip gidişleri, ortak sanat ve
kültürel etkinlikleri artırarak,
ticareti geliştirerek olur. Biz birlikte
kazanabilecek iki halkız. Birlikte
kazanmanın yollarını yaratabilecek
geçmişe ve bilgiye sahibiz. Vakit
bunu gerçekleştirmenin zamanıdır.
Ege’de barış, bölgesinin gelişmesi
de böyle olacaktır. Bu inançla biz
elimizden geleni yapmaya hazırız.
TRGR JOURNAL
35
MUSIC
If the bridges expand and the number of the passengers in the boats carrying messages
increases, another bridge will be created, the ships will proliferate, people will resist and peace
warriors will multiply everywhere like Lernean Hydra, even if a bridge shook and collapsed.
Köprüler büyürse, mesajları taşıyan kayıklardaki yolcular çoğalırsa, o zaman
bir köprü sarsılıp çökse bile, başka bir köprü yaratılır, gemiler çoğalır, halklar
karşı koyar ve barış savaşçıları her yerde Lernean Hydra’lar gibi çoğalırlar.
She fights for Peace
through Music
Müziğİyle Barış İçİn Savaşıyor
Iris Mavraki from Rhodes Island,
who strives to establish a friendship
bridge between Turkey and Greece
through art, continues to establish
a mutual relation between the two
countries. Mavraki invites everyone
to the Turkish-Greek bridge along
with her friendship concerts in
order that the two countries get
closer through art and she adds;
“Travel in this wonderful quest
with us. Your support is invaluable
and will make us more powerful in
the following travels.”
Your father is from Rhodes
Island, your mother is Austrian
and you were born in Africa.
Therefore, you are familiar to
different cultures and you are
also open to the cultural diversity
36 www.turkeygreecemediabridging.com
Türkiye ile Yunanistan arasında
sanatla dostluk köprüsü kurmak
için yola çıkan Rodoslu sanatçı
İris Mavraki, iki ülke arasında
kültürel bağ kurmaya devam
ediyor. Gerçekleştirdiği dostluk
konserleriyle Mavraki, iki ülkenin
sanat aracılığıyla birbirine
yaklaşması konusunda herkesi
Türk-Yunan köprüsüne davet
ediyor ve ekliyor: “Bizlerle birlikte
bu muhteşem arayışta seyahat edin.
Sizlerin desteği çok değerli ve bize
gelecekteki seyahatlerimizde daha
büyük güç katacaktır.”
Babanız Rodoslu anneniz
Avusturyalı ve Afrika’da
doğdunuz. Dolayısıyla farklı
kültürlerde yaşamaya aşinasınız
ve küçük yaştan itibaren yapmış
Iris MAVRAKI
MÜZİK
thanks to the journeys you have
made. How did this affect your
musical life?
Everything I have been through
since my childhood; war, racism,
human rights, travels, people,
countries helped me awaken,
improve my soul and shape my
character. Imagine a child who
travelled to Central and South
Africa, New York, Canada, Belgium
and England until six and eventually came to Rhodes Island, Greece
after the political events in Congo,
also crossed the Atlantic Ocean
twice and heard of other languages. We spoke Greek, English,
French and German at home. This
was more than enough for me to
develop a communication channel
with the world and later played a
very important role in my musical
life and seeking for a better world
through art as a human being.
The political and social events in
the world, the dictatorships, civil
wars, isolations, wars again and
again after World War II, Rock and
Hippie trends, 50s, 60s and 70s
have influenced many artists who
are against all of them. These were
extremely creative periods especially for poetry and music. And of
course, they deeply influenced my
musical life.
You performed and keep
performing many concerts in
Turkey in order to establish
a friendship bridge between
Turkey and Greece through art.
How did these concerts begin?
I visited Turkey in 1973 for the
first time. My concerts began after
many years. Mikis Teodorakis and
Zülfü Livaneli, Yannis Ritsos and
Nazım Hikmet, Daniel Barenboim
and West East Divan Orchestra
were always in my mind. They
are the people who transmit the
messages-failed by the politicians
for years- to the both sides through
art, words, poetry and music. A
journalist approached me in tears
and thanked me at the end of a
concert in Fethiye I visited by
reason of the World Peace Day
with a group of musicians from
Rhodes. I was speechless, I think it
was the moment when I decided to
maintain my effort in a more active
way. I contacted with Ümit İşgörür,
olduğunuz yolculukların kültür
çeşitliliğine açık olmanızı
sağlaması sizin müzik hayatınızı
nasıl etkiledi?
Çocukluğumdan beri yaşadığım
her şey; savaş, ırkçılık, insan
hakları, seyahatler, insanlar,
memleketler; uyanmama, ruhumu
geliştirmeme, karakterimi
şekillendirmeme yardımcı oldu. Bir
çocuk düşünün ki, altı yaşına kadar
Orta ve Güney Afrika, New York,
the competent of Dokuz Eylül
University Symphony Orchestra
during that period. He received
very well my offer to give concerts
in İzmir and Rhodes. I would
like to say that my every attempt
came true after great efforts, challenges, physical and mental fatigue,
working hard and with money for
unexpected and sudden expenses
paid by nobody. The story of this
bridge, which is worth to be written about some day, is too long.
Kanada, Belçika ve İngiltere’ye
seyahat etmiş ve sonunda
Kongo’daki siyasi gelişmelerden
sonra Yunanistan’a, Rodos adasına
gelmiş. Atlantik Okyanusu’nu iki
kez aşmış, başka diller duymuş.
Evde Yunanca, İngilizce, Fransızca
ve Almanca konuşurduk. Bu başlı
başına, dünya ile bir iletişim kanalı
kurmama yetiyor da artıyordu
ve daha sonra müzik hayatımda
ve sanat vasıtasıyla daha iyi bir
dünya kurmak adına, bir insan
olarak arayışlarımda çok önemli
rol oynamıştır. Dünyadaki siyasi ve
sosyal gelişmeler ve İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra diktatörlükler, iç
savaşlar, tecritler, tekrar savaşlar,
You started your efforts at a time
when Turkish-Greek friendship
wasn’t accepted as it is today.
Have you ever encountered with
obstacles and disappointments?
Rock, Hippi akımı, 50’li, 60’lı,
70’li yıllar, bütün bunlara karşı
olan birçok sanatçıyı etkilemiştir.
Son derece yaratıcı dönemlerdi,
özellikle de şiir ve müzik için. Ve
tabii benim müzik hayatımı çok
derinden etkilediler.
Türkiye ile Yunanistan arasında
sanatla dostluk köprüsü kurmak
amacıyla yola çıkarak Türkiye’de
birçok konser verdiniz ve
vermeye de devam ediyorsunuz.
Bu konserler nasıl başladı?
Türkiye’ye ilk kez 1973 yılında
gittim. Konserlerim uzun yıllar
sonra başladı. Daima aklımda
Mikis Teodorakis ile Zülfü Livaneli,
Yannis Ritsos ile Nazım Hikmet,
Daniel Barenboim ve West East
Divan Orchestra vardı. Bunlar
sanat aracılığıyla, söz, şiir ve
müzik kanalıyla, iki tarafa da,
siyasetçilerin yıllardır başaramadığı
mesajları taşıyan şahsiyetler.
Rodos’tan bir grup müzisyenle
Dünya Barış Günü için gitmiş
olduğum Fethiye’deki konser
sonunda bir gazeteci ağlayarak
bana yaklaştı ve bana teşekkür etti.
Nutkum tutuldu, sanırım çabamı
daha aktif bir şekilde devam
ettirme kararımı aldığım andı.
Dokuz Eylül Üniversitesi Senfoni
Orkestrası ve o dönemdeki yetkilisi
Ümit İşgörür ile temasa geçtim.
İzmir ve Rodos’ta konser verme
tekliflerimi çok iyi karşıladı. Şunu
söylemek isterim, her girişimim
büyük çaba, zorluklar, fiziksel ve
ruhsal yorgunluk, çok çalışma,
zaman ve kimsenin ödemediği
ani ve beklenmedik masraflar için
parayla gerçekleşti. Günün birinde
yazılmaya değer olan bu köprünün
hikâyesi çok uzun.
Türk - Yunan dostluğunun
bugünkü kadar kabul edilmediği
TRGR JOURNAL
37
MUSIC
Yes, I can say that I have. These
attempts weren’t really accepted
and our task wasn’t so easy. I was
confronted with distrust, doubts
and accusations; the doors were
shut in my face at the last moment
because of invisible reasons at most
and I came up against a wall. The
concerts or events were being cancelled and obstacles were placed.
Most of the time, even some of the
media was very negative. However,
my persistence, patience and endless love of people and music
were my greatest weapon. Maybe,
I might get tired after an incredible disappointment for a while,
actually these were my choices and
the organization was going out of
my hand. But, when it came to the
time to get on the stage, join the
musicians and appear there for the
audience, the joy and satisfaction
of having succeeded were so great
that all difficulties and sorrows
were pushed aside. I must emphasize that the musician friends from
Rhodes I work with were always
there for me and in the same way
some of my close friends always
supported me by being sponsor in terms of both material and
spiritual ways. But, the number of
those who believe in the power of
human spirit, hope and peace is so
high that I should allocate dozens
of pages to describe them. For
example, Mrs. Elli Semioğlu, she
is the chairman of a non-profit or-
38 www.turkeygreecemediabridging.com
ganization that aims to improve the
Turkish-Greek relations and she is
also an Istanbul Greek. There are
also ordinary citizens, intellectuals,
writers, academicians, journalists,
Maestros İbrahim Yazıcı, Munif
Akalın and especially Maestro
Ender Spakıner, my deceased
friend Ayşe Pelin Coşkun, directors
Can Özgün and Tahsin İşbilen,
writer Can Eryumlu, İhsan Toksiz
and many more and of course
many musicians. In addition, many
journalists and media organizations
belong to this group. I as person
who crossed the bridge many times
and many others helped the people
of the two countries recognize each
other better gradually and over
time. Local governments, mayors
and governors began to develop
more relations in terms of tourism
and trade. Beyond any doubt,
journalist played and keep playing
an important role in accurate, current and objective informing. Some
people walk always ahead to clear
the way.
You have prepared an album
with the Turkish progressive
metal band Dreamtone. Could
you talk about this cooperation?
We prepared two albums named
“Reversing Time” and “ OPHIDA”
in cooperation of
Dreamtone & Iris Mavraki’s
NEVERLAND. That a metal power
progressive music band from
bir dönemde çabalarınızı
başlattınız. Engeller ve hayal
kırıkları ile karşılaştınız mı?
Evet, yaşadım diyebilirim.
Gerçekten bu girişimler çok kabul
görmüyordu ve işimiz o kadar
kolay değildi. Güvensizlikler,
şüpheler, suçlamalarla karşı karşıya
geldim, çoğu kez görülmeyen
sebeplerle, son anda kapılar
yüzüme kapanıyordu ve karşımda
bir duvar buluyordum, konserler
veya etkinlikler iptal ediliyordu,
engeller konuyordu. Çoğu kez,
medyanın bir kısmı dahi çok
olumsuzdu. Ancak ısrarım ve
sabrımla insana ve müziğe olan
sonsuz sevgim benim en büyük
silahımdı. Belki bir anlığına
inanılmaz bir hayal kırıklığına
uğrayıp yoruluyor olabilirdim,
aslında bunlar benim seçimlerimdi
ve organizasyon benim elimden
geçiyordu, ama sahneye çıkıp,
müzisyenlerin arasına katılma ve
izleyicilerin karşısına çıkma anı
geldiğinde, sonunda başarmış
olmanın sevinci ve memnuniyeti o
kadar büyüktü ki, bütün zorluklar
ve üzüntüler bir kenara itiliyordu.
Şunu da vurgulamam gerekir ki,
Rodos’tan birlikte çalıştığımız
müzisyen arkadaşlarım daima
yanımda oldular, aynı şekilde
bana hem manevi hem de maddi
açıdan, sponsorluk yaparak destek
olan çok iyi bazı dostlarım da
hep yanımda oldular. Fakat insan
ruhunun gücüne, ümide ve barışa
inananlar o kadar çok sayıda
ki, onları anlatmak için onlarca
sayfa ayırmam gerekirdi. Mesela,
Türk-Yunan ilişkilerini geliştirme
amacını güden Kâr Amacı Olmayan
Kuruluş Başkanı Bayan Elli
Semoiloğlu; kendisi de İstanbullu
Rumlardandır. Sıradan vatandaşlar,
aydınlar, yazarlar, akademisyenler,
gazeteciler, Maestrolar İbrahim
Yazıcı, Μunif Akalın ve özellikle
Maestro Ender Sakpınar, merhum
olan dostum Ayşe Pelin Coşkun,
yönetmenler Can Özgün ve Tahsin
İşbilen, yazar Can Eryumlu, İhsan
Toksöz ve daha birçoğu ve tabii
ki birçok müzisyen var. Birçok
gazeteci ve medya kuruluşu var.
Yavaş yavaş zamanla, köprüden
birçok kez geçmiş biri olarak
ben ve daha birçok kişi, iki ülke
halklarının biribirini daha iyi
tanımasına yardımcı olduk. Yerel
yönetimler, belediye başkanları
ve valiler turizm, ticaret ve kültür
konularında daha çok ilişki
geliştirmeye başladı. Şüphesiz,
gazeteciler doğru, güncel ve tarafsız
bilgilendirme konusunda önemli
bir rol oynamıştır ve oynamaya
devam etmektedir. Daima birileri
yolu açmak için önden giderler.
Türk progressive metal topluluğu
Dreamtone ile birlikte bir albüm
hazırladınız. Bu birliktelikten
biraz bahseder misiniz?
Dreamtone & Iris Mavraki’s
NEVERLAND adıyla işbirliği ile
MÜZİK
Turkey cooperate with a Greek
musician was experienced for
the first time and was something
unique. This could be understood
from the questions of journalist in
our interviews after the release of
these two albums. We had concerts
in Ankara and Rhodes, we played
in Progpower Festival in the city of
Baarlo in Netherlands in October,
2009. In 2010, we went on an
European tour as Jon Oliva’s Pain
with Dreamtone & Iris Mavraki’s
NEVERLAND. We performed concerts in many cities in Germany,
Belgium, France, Switzerland and
the Czech Republic. It was a huge
bridge to me that appeals to different ages and audience from many
countries in the world. I can say
that this is a very special part of my
life and musical life.
You expressed yourself by saying
“I am a peace warrior.” in an
interview. What are your future
plans related to music, art and
Turkish-Greek relations?
Paulo Coelho once wrote about the
Warrior of Light. A man fighting
for peace should act in this way.
He should show more attention
in peacetime and constantly keep
watch to protect peace. If the
bridges expand and the number
of the passengers in the boats
carrying messages increases,
another bridge will be created,
the ships will proliferate, people
will resist and peace warriors will
multiply everywhere like Lernean
Hydra, even if a bridge shook and
collapsed. Now it isn’t so easy to
take use back. To me, the role of
an artist is to convey messages
through art, music, theatre, dance,
cinema literature, painting and
journalism. I often feel like fighting
for peace against huge and invisible
windmills. On the 27th March
2015, I gave a concert consisting of
the melodies of Turkish and Greek
composers and poets with Mersin
University Academy Orchestra
under the conductorship of Münif
Akalın and Kostas Tsekkas playing
bouzouki. The concert was organized by Akdeniz Opera and Ballet
Club from Mersin by virtue of the
91st anniversary of the population
exchange (Treaty of Lausanne).
There are many Cretan Turks in
Mersin and there are also Ihsaniye
Village or alias Melemez Village.
Immigration has two faces. I have
been living in England for last nine
years. I have considerably struggled
to promote Turkish-Greek bridge
but I think that the subject has not
been learned enough. I would love
that a promotional attempt could
be initiated in Europe-wide for intimacy of the two countries through
art. I would like to invite you all to
this Turkish-Greek bridge. Travel
in this magnificent quest with us.
Your support is invaluable and will
make us more powerful in the following travels.
“Reversing Time” ve “OPHIDIA”
adlı iki albüm hazırladık.
Türkiye’den bir metal power
progresif müzik grubunun bir
Yunanlı müzisyen ile işbirliği
yapması ilk kez yaşanan, eşsiz
birşeydi. Bu durum, iki albümün
piyasaya çıkışından hemen
sonra yaptığımız röportajlarda,
gazetecilerin sorularından da
anlaşılabiliyordu. Ankara ve
Rodos’ta konserlerimiz oldu,
Ekim 2009’da Hollanda’nın
Baarlo kentinde Progpower
Festivali’nde sahne aldık. 2010’da
ise Dreamtone & Iris Mavraki’s
NEVERLAND ile Jon Oliva’s Pain
olarak Avrupa turuna çıktık.
Almanya, Belçika, Fransa, İsviçre
ve Çek Cumhuriyeti’nde ve birçok
şehirde sahneye çıktık. Benim
için, dünyanın birçok ülkesinden
değişik yaşlara ve dinleyicilere
hitap eden devasa bir köprüydü.
Hayatımın ve müzik hayatımın
çok özel bir bölümü olduğunu
söyleyebilirim.
Bir röportajınızda “Ben bir barış
savaşçısıyım” diyerek kendinizi
ifade etmişsiniz. Gelecekte
müzik, sanat ve Türk – Yunan
ilişkilerine dair planlarınız
nelerdir?
Paulo Coelho bir zamanlar Işık
Savaşçısı hakkında yazmıştı.
Barış için savaşan bir insanın
böyle hareket etmesi gerekir.
Barış döneminde daha çok özen
göstermesi ve barışın korunması
için sürekli ve her şekilde nöbet
tutması gerekir. Köprüler büyürse,
mesajları taşıyan kayıklardaki
yolcular çoğalırsa, o zaman bir
köprü sarsılıp çökse bile, başka
bir köprü yaratılır, gemiler
çoğalır, halklar karşı koyar ve
barış savaşçıları her yerde Lernean
Hydra’lar gibi çoğalırlar. Artık bizi
geri götürmeleri o kadar kolay
değil. Bana göre, bir sanatçının rolü
sanat, müzik, tiyatro, dans, sinema,
edebiyat, resim sanatı, gazetecilik
kanalıyla mesajlar taşımaktır. Çoğu
kez karşımda devasa, görülmez
yel değirmenlerine karşı barış
için savaştığımı hissediyorum.
27 Mart 2015 tarihinde Mersin
Üniversitesi Akademi Orkestrası
ile Münif Akalın’ın yönetiminde ve
buzukide Kostas Tsekkas ile Türk
ve Yunan Besteci ve şairlerinin
melodileştirilmiş eserlerinden
oluşan bir konser verdim. Konseri,
nüfus mübadelesinin (Lozan
Antlaşması) 91. yıldönümü
nedeniyle Mersin’den Akdeniz
Opera ve Bale Kulübü düzenledi.
Mersin bölgesinde birçok Giritli
Türk bulunuyor ve hatta İhsaniye
Köyü veya diğer adıyla Melemez
Köyü vardır. Göçmenliğin iki
yüzü vardır. Son dokuz aydır
İngiltere’de yaşıyorum. Türk-Yunan
köprüsünü tanıtmak için epey
çabaladım ama konunun yeterince
öğrenilmediğini düşünüyorum. İki
ülkenin sanat aracılığıyla birbirine
yaklaşması konusunda Avrupa
çapında da bir tanıtım girişiminin
yapılmasını isterdim. Hepinizi
bu Türk-Yunan köprüsüne davet
etmek isterim. Bizlerle birlikte bu
muhteşem arayışta seyahat edin.
Sizlerin desteği çok değerli ve bize
gelecekteki seyahatlerimizde daha
büyük güç katacaktır.
TRGR JOURNAL
39
TOURISM
Başaran ULUSOY
Chairman of Association of Turkish Travel Agencies
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği Başkanı
We Regard Greece as a Partner
Yunanİstan’ı ortak olarak görüyoruz
40 www.turkeygreecemediabridging.com
TURİZM
Tourism has an important position
for the countries from now until
tomorrow beyond the sun and sea;
tourism is also one of the tools performing cultural exchange between
peoples. Başaran Ulusoy who is the
chairman of Association of Turkish
Travel Agencies says that tourism is
extremely an advantageous activity
for the development of friendship and trust relations between
countries. Ulusoy also says that
increasing the visits to Greece that
is close neighbor of Turkey reflects
on the figures.
Turkey and Greece have the
same sea border and they are
two countries which have similar
geographical features. How has
this situation affected tourism
potential of two countries over
the years? How has it created
an interaction between two
countries?
Tourism is extremely an advantageous activity for the development
of friendship and trust relations
between countries besides of
having a role in the economic
development of the countries. We
can also see this situation in our
relationship with Greece which we
have the same sea. As long as these
two countries carry out policies
that ease the tension and provide
getting closer, reciprocal visits
increase and therefore increasing of
the visits do its duty as a catalyzer
in terms of development and consolidation of environment of trust
and friendship. These developments also reflect on the figures.
While the number of visitors
coming from Greece was 393 in
2003, the figure reached 830 visitors in 2014. Likewise, while the
number of Turkish tourists going
to Greece was 170 in 2003, it was
741 in 2014. There are opportunities for the further development
and concentration of the tourism
activities between two countries.
We hope that these opportunities
will be assessed.
What should be done to be
developed the ongoing bilateral
relations between Turkey and
Greece in the field of tourism?
In order to be developed the
bilateral relations between Turkey
and Greece in the field of tourism,
we can summarize the done things
as follows;
• Information; data-views, “knowhow” change
• The development of tourism activities between the party
countries for the intra-regional or
cooperation
• Bringing in the tourists from the
third country markets as a regional
or mutual destination
• Implementing joint promotion
for this goals
• Facilitating travel between our
countries
• Solution of mutual problems
such as; military, political,etc… in
non-tourism area.
In previous months Ömer
Çelik, minister of culture and
tourism made a statement like
that; “All countries in the world
are our competitors. But there
is one exception to this. We
view Greece as a partner not
a competitor. Thus, we desire
that Greece can benefit from the
number of tourists and revenue
coming Turkey and likewise
Turkey can benefit from the
Ülkelerin bugününde ve yarınında,
deniz ve güneşin ötesinde önemli
bir yere sahip olan turizm; halklar
arasında da kültürel değişimi
gerçekleştiren araçlardan birisidir.
Türkiye Seyahat Acentaları
Birliği Başkanı Başaran Ulusoy,
turizm için ülkeler arası güven ve
dostluk ilişkilerinin geliştirilmesi
açısından son derece olumlu
katkıları olan bir faaliyet olduğunu
söylüyor. Ulusoy, Türkiye’nin
yakın komşusu Yunanistan’la
ziyaretlerin artmasının rakamlara
da yansıdığını belirtti.
Türkiye ve Yunanistan aynı
denize sınırları olan, benzer
coğrafi özellikler gösteren iki
ülke. Bu durum yıllar içinde iki
ülkenin turizm potansiyelini
nasıl etkiledi? İki ülke arasında
nasıl bir etkileşim yarattı?
Turizm, ülkelerin ekonomik
kalkınmasında oynadığı rolün yanı
sıra, ülkeler arası güven ve dostluk
ilişkilerinin geliştirilmesi açısından
da son derece olumlu katkıları
olan bir faaliyettir. Bu durumu
aynı denize komşu olduğumuz
Yunanistan’la aramızdaki ilişkilerde
de görmekteyiz. İki ülke gerilimi
düşüren, yakınlaşmayı tercih eden
politikalar uyguladıkça, karşılıklı
ziyaretler artmakta, ziyaretlerin
artması da güven ortamının
ve dostluğun pekişmesinde ve
gelişmesinde katalizör görevini
yerine getirmektedir. Bu gelişmeler
rakamlara da yansımaktadır.
Yunanistan’dan gelen ziyaretçi
sayısı 2003 yılında 393 bin kişi
iken bu rakam 2014 yılında
830 bin kişi olarak gerçekleşti.
Aynı şekilde Yunanistan’a giden
Türk turist sayısı 2003 yılında
170 bin iken 2014 yılında ise
741 bin oldu. İki ülke arasında
arasındaki turizm faaliyetlerinin
daha da yoğunlaşması ve gelişmesi
imkânları bulunmaktadır.
Beklentimiz bu imkânların
değerlendirileceği yönündedir.
Türkiye ve Yunanistan arasında
devam eden ikili ilişkilerin
turizm alanında geliştirilmesi
için sizce neler yapılmalıdır?
Türkiye ve Yunanistan
arasında ikili ilişkilerin turizm
alanında geliştirilmesi için
yapılması gerekenleri şu şekilde
sıralayabiliriz.
• Bilgi; veri – görüş, “know - how”
değişimi
• Bölge içi veya işbirliğine
taraf ülkeler arasında turizm
hareketlerinin geliştirilmesi
• Bölge veya ortak destinasyon
olarak üçüncü ülke pazarlarından
turist çekilmesi
• Bu amaçlarla ortak promosyon
uygulanması
• Ülkelerimiz arasında seyahatin
kolaylaştırılması
• Turizm dışı alanlardaki askeri,
siyasi … vs ortak sorunların
çözümü olarak sıralayabiliriz.
Geçtiğimiz aylarda Kültür ve
Turizm Bakanı Ömer Çelik
şöyle bir açıklamada bulundu:
‘’Dünyadaki bütün ülkeler bizim
rakibimizdir. Bunun tek istisnası
var, Yunanistan’ı rakip değil,
bir ortak olarak görüyoruz.
Dolayısıyla, Türkiye’ye
gelen turist sayısından,
bizim elde ettiğimiz gelirden
Yunanistan’ın faydalanmasını,
TRGR JOURNAL
41
TOURISM
number tourists and tourism
revenue coming Greece.” Could
you please express your thoughts
on this subject?
We are generally of opinion that
we will grow much and spread the
wealth together by collaborating
with our all neighbors. We totally
agree with Honorable Ömer Çelik,
Minister of Culture and Tourism
about his statement related to
Greece.
On February 24th-27th, 2015 a
study trip in Athens was held
in cooperation with HATTAHellenic Association of Travel,
Turkish Airlines and Association
of Turkish Travel Agencies.
Could you please share the
impressions in the study trip
with us?
On February 24th-27th, 2015 a
42 www.turkeygreecemediabridging.com
study trip in Athens was held in
cooperation with HATTA-Hellenic
Association of Travel, Turkish
Airlines and Association of Turkish Travel Agencies in order to
examine the potential of Greece,
investigate the opportunities of
mutual tourism activities by having
interviews that enable to support
the present works and/or develop
new products and follow the developments. The tourism professionals in Athens and the agencies
being member of our Union came
together and meeting point was
created for the mutual cooperation. The agencies that work with
Greece at present and the agencies
that have the potential to work
with Greece joined this mentioned
trip and during the study trip
providing maximum advantage
aynı şekilde Yunanistan’a
gelen turistten ve gelirden
Türkiye’nin faydalanmasını arzu
ediyoruz.” Sizin bu konudaki
düşüncelerinizi rica edebilir
miyiz?
Biz genel anlamda, bütün komşu
ülkelerimizle işbirliği yaparak
birlikte daha fazla büyüyeceğimiz
ve refahı yaygınlaştıracağımız
kanaatindeyiz. Sayın Kültür ve
Turizm Bakanımız, Ömer Çelik’in
Yunanistan’la ilgili yapmış olduğu
açıklamaya aynen katılıyoruz.
24 – 27 Şubat 2015 tarihleri
arasında HATTA – Yunanistan
Seyahat Acentaları Birliği,
THY ve TÜRSAB işbirliğinde
Atina’ya bir inceleme gezisi
gerçekleştirildi. Bu inceleme
gezisinden elde edilen
izlenimleri bizimle paylaşabilir
misiniz?
Yunanistan turizm potansiyelini
incelemek, var olan çalışmaları
destekler nitelikte ve/veya yeni
ürünler geliştirilmesine olanak
sağlayacak biçimde görüşmeler
yaparak karşılıklı turizm
faaliyetleri olanaklarını araştırmak
ve gelişmelerin takip edilmesi
amacıyla yapmış olduğumuz
çalışmalar çerçevesinde Yunanistan
Seyahat Acentaları Birliği - HATTA,
THY ve TÜRSAB işbirliğinde,
24 – 27 Şubat 2015 tarihleri
arasında Atina’ya bir inceleme
gezisi gerçekleştirilmiştir. Bahse
konu gezi ile Atina’daki turizm
profesyonelleri ile Birliğimiz
üyesi acentalar bir araya gelmiş
ve karşılıklı işbirliği yapılabilmesi
yönünde bir buluşma noktası
oluşturulmuştur. Söz konusu
geziye Yunanistan ile hâlihazırda
çalışan ve çalışma potansiyeli
olan acentalarımız katılmış olup
inceleme gezisi süresince Atina’nın
cazibe alanlarının ziyaret edilmesi,
programa dâhil edilen otel ve
müze ziyaretleri vesilesiyle de
kısa sürede geziden maksimum
fayda sağlanması amaçlanmıştır.
Gezi sonrasında katılımcıların
görüşlerinden de anlaşıldığı
üzere Atina’ya gerçekleştirilen
bu inceleme gezisi vesilesiyle
hali hazırda Yunanistan turu
yapan acentalarımızın turlarına
ekleyebilecekleri birçok yenilikle
karşılaştıkları ve özellikle paket
turlarının oluşturulmasıyla iki ülke
arasındaki turizminin gelişmesinde
son derece faydalı olunacağı
görüşü hâkimdir. Yunanistan
TURİZM
from the trip was aimed within the
occasion of visiting the attraction
areas of Athens and visiting the
hotels and museums included in
the program. According to the
views of the participants we can say
that the agencies that already made
a Greece tour encountered many
developments through this study
trip. We also think that organizing
package tours will extremely useful
for the development of tourism between two countries. This trip was
a great experience for the agencies
that work with Greece and have
the potential to work with Greece
and even this trip was attracted
attention by all groups.
Could you please give us
information about the Tourism
Workshop related to Turkey
which was held on March 31th,
2015 in Athens?
In previous years we organized
Turkey Introductory Activities by
way of roadshow and Workshop
with incoming travel agencies that
are member of our Union. We
organized these activities in various
destinations in cooperation with
the Ministry of Culture and Tourism, Foreign Culture and Introductory Consultancy and Turkish Airlines. The purpose of such activities
is to introduce Turkey and develop
the incoming activities so recently
we have started to focus on tourism
activities for Turkey. As to the
invitation from Athens Culture and
Introductory Consultancy, we will
held a similar event that previously
we hold in Stockholm and Oslo on
March 31th, 2015 in Athens.
ile çalışan ve çalışma potansiyeli
olan acentalarımız için büyük bir
deneyim olan bu gezi tüm grupça
ilgiyle karşılanmıştır.
31 Mart 2015 tarihinde Atina’da
düzenlenen Türkiye temalı
Turizm Çalıştayı hakkında bilgi
verebilir misiniz?
Geçmiş senelerde T.C. Kültür
ve Turizm Bakanlığı, Yurtdışı
Kültür ve Tanıtma Müşavirlikleri
ve THY işbirliğinde yurtdışında
çeşitli destinasyonlara, Birliğimiz
üyesi incoming seyahat
acentalarının da iştirakleriyle
Workshop ve roadshow
mahiyetinde Türkiye Tanıtma
Etkinlikleri düzenlemekteydik.
Bu tarz etkinliklerin amacı
Türkiye’yi tanıtmak ve incoming
faaliyetlerini geliştirmek olup, son
günlerde Türkiye temalı Turizm
etkinliklerine ağırlık vermeye
başladık. Atina Kültür ve Tanıtma
Müşavirliği’nden gelen davete
istinaden daha önce Stockholm ve
Oslo’da düzenlediğimiz etkinliğin
bir benzerini 31 Mart 2015
tarihinde Atina’da gerçekleştirdik.
TRGR JOURNAL
43
ACTIVITY
From Cybele to Aba Sultan
Cultural Heriatage Aizanoi
Kybele’den Aba Sultan’a Kültürel Mİras Aizanoi
Kütayha that has a life and tradition
of civilization from thousands of years
resembles fairly an open-air museum.
In Aizanoi Ancient City Excavations
which was carried out in Çavdahisar
district in Kütayha very important
information about the joint history of
Turkish-Greek was obtained. Aizonai
Ancient City having about five-year
history contains within itself many
buildings particularly the Temple of
Zeus which is one of the world’s best
preserved examples. The walls of the
Temple of Zeus have been unearthed
in Aizonai Ancient City called as
“Second Ephesus” with its cultural
structure by the art circles. On these
44 www.turkeygreecemediabridging.com
walls and some tombstones stamps of
Turkish people that were believed to
settle here in 13th and 14th century
have been determined. The temple
of Zeus contains much information
belonging to thousands of year such
as; Greek inscriptions belonging to
the first construction period just like
a newsmonger, the crosses belonging
to the period of Christianity and lastly
drawings holding daily lives indications of Çavdar people that settled
here in 13th and 14th century.
Prof. Dr. Elif Özer who is an academic member of the Department of
Archaeology in Pamukkale University
is at the head of the excavations team.
Binlerce yıl öncesinden gelen bir
yaşam ve uygarlık geleneğine sahip
olan Kütahya, adeta bir açık hava
müzesini andırıyor. Kütahya’nın
Çavdarhisar ilçesinde gerçekleştirilen
Aizanoi Antik Kenti Kazısı’nda
Türk-Yunan ortak tarihine ilişkin çok
önemli bilgiler elde edildi.
Yaklaşık 5 bin yıllık geçmişe sahip
Aizanoi Antik Kenti, başta dünyanın
en iyi korunmuş örneklerinden biri
olan Zeus Tapınağı olmak üzere
birçok yapıyı içerisinde barındırıyor.
Kültürel yapısıyla sanat çevreleri
tarafından “İkinci Efes” olarak
adlandırılan Aizanoi Antik Kenti’nde
ortaya çıkarılan Zeus Tapınağı
duvarlarında ve bazı mezar taşları
üstünde 13. ve 14. yüzyılda buraya
yerleştiği düşünülen Türklerin
Tamgaları tespit edildi. Zeus
Tapınağı; ayaklı bir gazete gibi ilk
yapılış dönemine ait Yunanca yazıtlar,
ardından Hristiyanlık dönemine
ait haçlar ve son olarak 13. ve 14.
yüzyılda buraya yerleşen Çavdarlar’ın
günlük hayatlarına dair izler barından
çizimlerle binlerce yıla ait pek çok
bilgiyi içeriyor.
Kazıları gerçekleştiren ekibin
başında Pamukkale Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Elif Özer bulunuyor. Özer,
gerçekleştirilen kazılarda Türk –
ACTIVITY
Prof. Dr. Elif Özer mentioned about
the information related to the joint
history of Turkish-Greek found in the
excavations. She said: “Aizanoi is one
of the beautiful examples in terms of
being placed of ancient age and Turkish culture on the ancient fabric. The
temple of Zeus is a good example for
this joint culture. On the one margin
of the temple’s wall there are ancient
Greek inscriptions written for the
construction of the temple and the
help to the Emperor Hadrian and on
the other margin of the wall there are
Turkish lovers with their lute. As a
result Aizanoi as a cultural heritage is
a common heritage of all mankind.”
Excavations at Aizanoi having a long
history of excavations have continued at intervals since 1970s. The
excavation carried out by German
until 2010 was given to Pamukkale
University by the ministry of culture
and tourism from the year 2011.
Aizanoi is a magnificent city both
with many buildings that are still
solid and Turkish fabric that are still
alive. So these magnificent features
carry visitors to the back. According
to archaeological findings the majority of the structures in the city belong
to the Roman Period.
Aizanoi is a Phrygian city and so it is
the country of the mother goddess
Yunan ortak tarihine ilişkin bulunan
bilgilerle ilgili Prof. Dr. Elif Özer, şu
bilgileri aktardı: “Aizanoi hem antik
çağ hem Türk dönemi kültürünün,
antik doku üstüne yerleştirilmesi ve
hala yaşamın devam etmesi ile güzel
örneklerden biridir. Zeus Tapınağı,
bu ortak kültüre verilebilecek iyi
bir örnektir. Tapınak duvarının
bir köşesinde tapınağın inşası ve
İmparator Hadrianus’a yardım için
yazılan Grekçe yazıtlar, bir diğer
köşesinde ise elinde kopuzu ile Türk
aşıklar yer almaktadır. Sonuç olarak
Aizanoi kültürel bir miras olup tüm
insanlığın ortak mirasıdır.”
Uzun bir kazı geçmişi bulunan
Aizanoi’deki kazılar, 1970’lerden
itibaren aralıklarla devam ediyor.
2010 yılına kadar Alman arkeologlar
tarafından yürütülen kazı 2011
yılından itibaren T.C. Kültür
ve Turizm Bakanlığı tarafından
Pamukkale Üniversitesi’ne verildi.
Aizanoi hem çoğu sağlam kalan pek
çok yapısı ile hem de hala yaşamın
devam ettiği Türk yerleşimiyle
harmanlanmış dokusuyla gezenleri
adeta geçmişe taşıyan büyüleyici bir
kent. Arkeolojik buluntulara göre en
erken evresi günümüzden yaklaşık
beş bin yıl öncesine gitmekle birlikte
bugün kentte görülen yapıların büyük
kısmı Roma Dönemi’ne ait.
TRGR JOURNAL
45
ARCHEOLOGY
Cybele. The sacred place in Aizonai
built for Cybele and worshiped by
name Meter Steunene can still be seen
today. Besides, there are still 2 round
presentation area where the tauroboli
ceremony in Cybele cult was performed. According to the survey in
2012 and information received from
the local people it has been observed
that this tradition has still continued
by turning into a woman namely Aba
Sultan even if it has another name
and another conviction. Aizonai people prayed at this hill for Cybele two
thousand years ago and two thousand
years later across this hill Çavdarhisar
people prayed to Aba Sultan for rain
and they also dedicated victims.
The only Temple of Zeus in Anatolia
The other building in Aizanoi is the
Temple of Zeus constructed in AD
1th century. This is the only Temple
of Zeus which is today solid with its
vaulted ground floor in Anatolia. The
temple has eastwards and westwards
and today the west acroterium has
been still seen solidly. The downstairs
of the temple which is surrounded
with İon order and columns can
be come down a ladder. It is also
provided to go down the downstairs
with a similar wooden ladder by
the priests in antiquity. While some
people believe that the downstairs is
for the goddess Cybele, some think
that it is only dedicated to Zeus and it
is a place where the treasure is stored
with an archive.
In 2012 season in the south of the
temple area excavation was made in
order to find traces of settlement in
a later period. Moreover the horses
made for Zeus in the east of the temple were excavated and a bread plate
was found belonging to A.D. 6th-7th
century. During these dates this area
was also sacred in the Christian era
not for Zeus.
Aizanoi Theatre- Stadion Complex is
the only example in the ancient world
known up to now thanks to being
built on the same axis and having a
46 www.turkeygreecemediabridging.com
common stage building. In 2012 this
theatre entered into the Provincial
List of UNESCO World Cultural
Heritage through this feature.
Traces of life beyond beliefs
For security reasons a scientific excavation couldn’t be carried out apart
from Amazon sarcophagus which
was uncovered as a result of illegal
excavations in southern necropolis
with regard to the burial ceremony
in the city. Therefore excavations
were centered in the northern
necropolis of the city between the
years 2012-2014. After the fragments
of gravestones on the territory were
found, excavations were started in
the north of the theatre in 2012.
Özer explains the reason why the
excavations were carried out in the
north of the theatre like that: “First,
the presence of fragments belonging
to the tombstones would indicate the
presence of a necropolis. Secondly,
it is reasonable that there was a
necropolis very close to the theatres
in ancient age because the god
Dionysus is a chthonic god (about the
underground) being related to both
theatre and death and as a result of
the excavations some sounds slowly
began to come under the ground. We
have found the graves of Aizanois and
the people who were buried here although they were not from here. We
think that here should be a necropolis
(cemetery) belonging to middle and
lower sections of Aizanoi according
Aizanoi, bir Phrygia kenti, dolayısıyla
ana tanrıça Kybele’nin de yurdudur.
Aizanoi’de Kybele için yapılan ve
Meter Steunene adı ile tapınım gören
kutsal alan bugün hala görülebiliyor.
Kybele kültünde taurobolium
törenlerinin yapıldığı 2 adet yuvarlak
sunu alanı bugün hala yerinde. 2012
yılında yapılan araştırmada yöre
halkından alınan bilgilere göre burada
hala ama başka bir isimle ve başka
bir inançla da olsa bir kadına; yani
Aba Sultan’a dönüşerek bu geleneğin
devam ettiği gözlemleniyor. Bir
tepede iki bin yıl önce Kybele için
yakarışlar yapan Aizanoilulular; iki
bin yıl sonra karşı tepede yağmur
için Aba Sultan’a dua eden, kurbanlar
adayan Çavdarhisarlılar.
Anadolu’da bilinen tek Zeus Tapınağı
Aizanoi’deki bir diğer yapı MS.
1. yüzyılda inşası başlatılan Zeus
Tapınağı’dır. Bugün Anadolu’da
tonozlu alt katı ile sağlam kalan,
bilinen tek Zeus Tapınağı’dır. Tapınak
doğu batı yönünde olup, batı akroteri
tapınağın ön kısmında sağlam
şekilde bugün hala görülebiliyor. İon
düzeninde ve tek bloktan işlenen
sütunlarla çevrelenen tapınağın alt
katına bugün ahşap bir merdivenle
inilebiliyor. Antik Çağ’da tapınak
rahipleri tarafından benzer bir ahşap
merdiven ile alt kata iniş sağlandığı
tahmin ediliyor. Alt katın aslında
tanrıça Kybele için adandığını
düşününler olmakla birlikte sadece
Zeus’a adandığını ve buranın bir
arşiv ile hazinelerin saklandığı alan
olduğunu kabul eden görüşler de
bulunuyor.
2012 sezonunda tapınak alanın
güneyinde, daha geç dönemlere
ait yerleşimin izlerini bulmak
amacıyla kazı yapıldı. Tapınağın
doğusunda Zeus için yapılan altarda
da kazı gerçekleştirildi ve M.S. 6. 7. yüzyıllara ait bir ekmek mührü
bulundu. Bu alanın bu tarihlerde
de Zeus için olmamakla birlikte
Hristiyanlık çağında da kutsallığının
devam ettiğini gösteriyor.
Aizanoi Tiyatro - Stadion Kompleksi
ise aynı aks üzerine inşa edilmesi
ve ortak bir sahne binasına sahip
olması ile antik çağ dünyasında
şimdiye kadar bilinen tek örnektir.
Bu özelliğiyle 2012 yılında Unesco
Dünya Kültürel Mirası Geçici
Listesi’ne de girdi.
Ölümden sonra yaşam inancının izleri
Kentin ölü gömme adetlerine dair
daha önce güney nekropolisteki
kaçak kazı neticesinde ortaya
çıkarılan Amazon lahdi dışında
bilimsel bir kazı güvenlik nedenleri
ile gerçekleştirilemedi. Bu nedenle
kazı çalışmaları 2012-2014 yılları
arasında kentin kuzey nekropolisinde
yoğunlaştı. Toprak üzerinde mezar
taşlarına ait parçaların bulunmasıyla
tiyatronun kuzeyindeki alanda 2012
yılında kazı çalışmalarına başlandı.
Kazının tiyatro alanının kuzeyindeki
alanda yapılmasının nedenini ise Özer
şöyle anlatıyor: “İlki, burada toprak
üzerinde mezar taşlarına ait parçaların
bulunması; bir nekropolis’in varlığını
işaret ediyordu. İkincisi ise antik
çağda tiyatroların çok yakınlarında
nekropolis’in olması makuldür çünkü
tanrı Dionysos hem tiyatro hem de
ölümle ilgili kithonik (yeraltı ile ilgili)
bir tanrıdır ve kazılar neticesinde
toprağın altında yavaş yavaş sesler
gelmeye başladı. Aizanoilular
ve buralı olmadığı halde buraya
gömüldüğünü düşünüldüğümüz
insanların mezarlarını tespit ettik.
3 yıllık kazı sonucuna göre burası
ARKEOLOJİ
to a 3 year excavation results. Most of
the tombs are simple earthen tombs.
The earliest burial began in B.C. 2nd
century and continued until A.D. 4th
century.
According to the excavation results
it is obtained that the burial was carried out in the BC mid-1st century,
namely between BC 50s and AD 50s.
It has been observed that between
these dates there was an increase
burial of normal body namely in
the inhumation after the cremation
(burning bury). It was determined
that this tradition had begun since BC
2nd century and continued until the
Roman period.
In 2014 a tomb was found and in this
tomb there were terra-cotta (earthenware), the head of Attis, a bronze
pyxis and a metal stellate necklace
with its rope, candles in bowls. It has
been determined that the skeleton in
the tomb belonged to a woman in 25
years old. According to the findings
the tomb dating from a time period
between BC 50 and Tiberius Period
likely belongs to a nun of the Cybele
that was an important cult in Aizanoi.
In another tomb in 2013 two female
skeletons were found. A terra-cotta
mask was found on the side of a
tomb. Firstly it was thought that
the skeleton was a man and soldier
but later Assoc. Prof. Dr. Handan
Üstündağ made an examination
and informed that there were two
skeletons and they belonged to
women. According to information
given by Özer; they saw the mask in
the soldiers’ tomb and this mask was
used as a cult of the dead in Roman
period. Therefor the mask was in the
women’s tomb, it was a surprising
situation.
Aizanoi’un daha orta ve alt kesimine
ait bir nekropolis (mezarlık) olmalı
diye düşünüyoruz. Mezarların çok
büyük bir kısmı basit toprak mezarlar
olup, en erken gömü M.Ö. 2.
yüzyılda başlamış ve M.S. 4. yüzyıla
kadar devam etmiştir.”
Yapılan kazılar sonucunda elde
edilen bilgilere göre M.Ö. 1. yüzyıl
ortaları yani M.Ö. 50’ler ve M.S.
50’ler arasında defin gerçekleştirildiği
anlaşılıyor. Bu tarih aralığında
2013 yılında bulunan bir diğer
mezarda ise 2 kadın iskeleti tespit
edildi. Birinin yüzü üstünde bir adet
terakotta mask bulundu. İskeletin
önce bir erkek ve asker olduğu
düşünüldü fakat antropolog Doç. Dr.
Handan Üstündağ tarafından yapılan
incelemede iki iskelet olduğu ve bu
iskeletlerin kadınlara ait olduğu bilgisi
verildi. Özer’in verdiği bilgiye göre;
Roma Dönemi’nde ölü kültü ile ilgili
olarak kullanılan mask, askerlerin
kremasyon (yakarak gömmek)
sonrasında ise normal ceset gömü
yani inhumasyonda artış görüldüğü
gözlemlenmiştir. Aizanoi’da bu âdetin
M.Ö. 2. yüzyıldan başlayarak, Roma
dönemine kadar devam ettiği tespit
edilmiştir.
2014 yılında bulunan bir mezardan
Terrakotta (pişmiş toprak), Attis
başı, bronz bir pyxis ve içinde ipi
ile metal yıldız biçiminde bir kolye,
kase içerisinde kandil çıkarılmıştır.
Mezardaki iskeletin cinsiyeti ise 25
yaşlarındaki bir kadına ait olduğu
tespit edildi. Buluntulara göre MÖ.
50 ile Tiberius Dönemi arasında
bir zaman diliminden kalma mezar
büyük olasılıkla Aizanoi’da önemli bir
kült olan Kybele’nin bir rahibesine
ait.
mezarlarında da karşılaştıkları fakat
bir kadına ait mezarda bulunmasının
şaşırtıcı olduğu yönünde.
The world’s first exchange
Macellum
Also in the excavations a round cult
area called as Macellum was built in
AD 2nd century. Maceullum means
meat and fish market. The Ceiling
Price Decree which was published
by the Emperor Diocletinaus for the
fight inflation in AD 4th century was
scratched on the blocks of this round
building in Greek and Latin. Thanks
to this round building we can learn
that a day wage of an artist was 150
denarii, a lawyer’s fee per complaint
was 250 denarius and a day wage of a
mason was 50 denarius.
Dünyanın ilk borsası
Macellum
Kazılarda ayrıca; M.S. 2. yüzyılda
Macellum adında yuvarlak bir kült
alanı inşa edilmiş. Macellum; et ve
balık pazarı anlamına geliyor. M.S. 4.
yüzyılda İmparator Diocletinaus’un
enflasyonla mücadele için çıkardığı
Tavan Fiyat Kararnamesi hem Grekçe
hem Latince olarak bu yuvarlak
yapının bloklarına kazılmış. Burada
bir ressamın günlük ücretinin 150
denarius, bir avukatın şikayet başına
ücretinin 250 denarius, bir duvar
ustasının günlüğünün 50 denarius
olduğunu öğrenebiliyoruz.
TRGR JOURNAL
47
ART
48 www.turkeygreecemediabridging.com
SANAT
Manolis Anastasakos
I See a Fresh and Strong
Art Scene in Turkey
Türkİye’de taze ve güçlü bİr sanat sahnesİ görüyorum
Manolis Anastasakos, who continues to work on painting, sculpture,
installation, photography and
video in Athens, aims to provide
a new shape for the discomforts
around him and instinctive feelings
with his works. He emphasizes
on individuality and inner-self of
every human being with his works
of art created by using the objects
and symbols dominating social and
political life.
One of your exhibitions has
been presented to the taste of
the art-lovers in Turkey for the
first time. How have you come
up with the idea to hold an
exhibition in Istanbul? What
kind of feedbacks have you
received?
In the past, I visited Turkey for
many times and learned about the
country from many aspects and
perspectives. In 2004, I made a big
aluminium sculpture in front of
Denizli Municipality Building with
some other artists from Greece.
This work of art, which weighs
4 tons and is 2.5 meters high,
stands still there for those who
want to see. I really like working
Resim, heykel, enstalasyon,
fotoğraf ve video üzerine Atina’da
üretimini sürdüren sanatçı Manolis
Anastasakos, etrafında olup
bitenlerden duyduğu rahatsızlıklara
ve içgüdüsel duygulara eserleriyle
yeni bir biçim kazandırmayı
amaçlıyor. Sosyal ve siyasi yaşama
hükmeden objeleri ve sembolleri
kullanarak oluşturduğu sanat
eserleriyle her insanın sahip olduğu
bireyliğe ve iç benliğine vurgu
yapıyor.
İlk defa bir serginiz Türkiye’de
sanatseverlerle buluştu.
İstanbul’da bir sergi açma fikri
nasıl doğdu? Nasıl geri dönüşler
aldınız?
Geçmişte birçok kez Türkiye’ye
seyahat ettim ve ülkeyi birçok
açıdan ve perspektiften öğrendim.
2004 yılında Yunanistan’dan başka
sanatçılarla birlikte Pamukkale
Denizli’de Belediye Binası’nın
önünde aluminyumdan büyük bir
heykel yaptım. 4 ton ağırlığında
ve 2.5 metre yüksekliğinde olan
bu sanat eseri görmek isteyenler
için hâla orada durmaktadır. Türk
insanıyla çalışmak gerçekten çok
hoşuma gidiyor ve İstanbul benim
için en çok sevdiğim yerlerden
biridir. Hush Galeri’nin sahibi
TRGR JOURNAL
49
ART
Bilge Ertem ile ilk kez iletişim
kurduğumda, bunun Türkiye’yi
sanatım sayesinde bir daha
ziyaret etmem için iyi bir fırsat
olduğunu biliyordum. Bu sefer ilk
kişisel sergimle İstanbul’a gittim.
Geribildirimler mükemmeldi ve
her zamandan daha çok Türk
dosta/sanatsevere sahip olduğumu
biliyorum.
with Turks and Istanbul is one of
my favourite places. When I first
contacted with the owner of Hush
Gallery, Bilge Ertem, I knew this
was a good opportunity for me to
visit Turkey again thanks to my art.
This time, I went to Istanbul my
first solo exhibition. The feedback
was excellent and I know that I
have more Turkish friends/art lover
than any time.
Each artist is influenced by the
society and land where he lives.
How do your society and country
reflect on your art?
In 2010, Greece came under the
rule of IMF and EU. Poverty and
economic stagnation led to social
unrest. According to the media,
the memories of Greek rebellions
created new and more violent
50 www.turkeygreecemediabridging.com
rebellion expectations in Greece
and abroad. I try to create works
of art and sequence of actions with
social profile by being inspired by
this atmosphere. I am interested
in people’s behavior, thoughts and
feelings in the deep.
You said during an interview;
“An artist should discover his
character through different
perspectives and act by learning
new methods.” What kind of
perspective have you adopted in
your works? Are there any new
methods within your exhibition?
In this exhibition, I use pressing
methods to create high-quality
monotypes. There is no specific
method I use. The thing important
to me is always the idea and the
way to express better the thing I
Her sanatçı yaşadığı toplumdan,
üzerinde yaşadığı topraklardan
etkilenir. İçinde yaşadığınız
toplum ve ülkeniz sizin
sanatınıza nasıl yansıyor?
2010’da Yunanistan IMF ve
AB’nin denetimine girdi. Fakirlik
ve ekonomik duraklama,
toplumsal huzursuzluk hissine
yol açtı. Medyaya göre, Yunan
ayaklanmalarının anıları,
Yunanistan’da ve yurtdışında
yeni ve daha şiddetli ayaklanma
beklentileri yarattı. Bu atmosferden
esinlenerek, toplumsal profile sahip
sanat eserleri ve eylemler dizisi
yaratmaya çalışıyorum. İlgi alanım
insanların davranışları, derinlerdeki
düşünceleri ve duyguları.
Bir röportajınızda, “Bir sanatçı
karakterini farklı perspektifler
üzerinden keşfetmeli ve yeni
metotlar öğrenerek hareket
etmelidir” demişsiniz. Siz
çalışmalarınızda nasıl bir
perspektif yakaladınız?
Serginizde kullandığınız yeni
metotlar bulunuyor mu?
Bu sergide, yüksek kaliteli
monotipler yaratmak için
baskı metodları uyguluyorum.
Kullandığım belirli bir metod yok.
Benim için önemli olan daima
fikirdir ve sahip olduğum kavrama
iletmek istediğimi daha iyi ifade
etmenin yoludur. Oymacılığı,
resim yapmayı (aynı zamanda
büyük ölçekli fresklerde) cam
yapımı, inşaat yöntemleri, videolar
vs vs kullanıyorum. Zaman
içinde, eski veya yeni herhangi bir
metodla, huzursuzluk işaretleriyle
içgüdüsel olarak provoke olan
duygulara şekil vermek istiyorum.
SANAT
want to convey to the concept I
have. I use carving, painting (also
in large-scale frescoes), glass making, construction methods, videos
etc. I want to shape the feelings
provoked instinctively with the
unrest signs by using an old or
new method over time. I get ideas
from everything around me. I use
plenty of objects and symbols scattered in the ruins of our social and
political life. I want to represent the
result of personality and internal
individuality of every person. My
art works are a metaphor for all
countries that have been economically devastated. I want to find out
why we’re looking for happiness
and why the certainty has a greater
significance for us. In fact, I have
not found anything yet, but I enjoy
researching.
Are there any Turkish artists
impressing you as a Greek artist?
I like the works of Erkut Terliksiz
from the point of street art and
city structure. I saw the works of
Taner Ceylan in New York and
the ideas were very interesting. I
discovered Ahmet Güneştekin and
the grip area in his colorful tables
a few years ago. These artists are
completely different and I like this.
Because, I see a fresh and strong
art scene in Turkey nowadays. I
see different ideas and expressions
with new tools. There are many
cinema, actors, sculptors, photographers and writers I respect and
like because of their inner freedom.
Could you tell us your works
and the exhibitions you attended
briefly?
Last year, I attended the exhibition
of “No country for young man” in
Palais des Beaux-arts |Center of fine
arts Brussels/Belgium, afterwards I
was in “Performative Resistance” in
“Arena” in Center of Contemporary
Art in Torun/Poland. Currently, I
am preparing my proposal for my
Etrafımdaki herşeyden fikirler
alıyorum. Sosyal ve siyasi
yaşamımızın harabelerinde bol
miktarda serpiştirilen objeleri ve
sembolleri kullanıyorum. Her insan
kişiliğinin ve iç bireyselliğinin
sonucunu temsil etmek isterim.
Sanat çalışmalarım dünyada
new solo exhibition in New York
and then I will prepare my sixth
solo exhibition in Athens. I will
also attend team exhibitions in
Europe this year.
ekonomik olarak harap olmuş
bütün ülkeler için bir metafordur.
Neden mutluluğu aradığımızı,
ancak kesinliğin bizim için daha
büyük öneme sahip olduğunun
nedenini bulmaya çalışıyorum.
Aslında henüz birşey bulmuş
değilim, ama araştırmaktan zevk
alıyorum
Yunanlı bir sanatçı olarak,
Türkiye’de etkilendiğiniz
sanatçılar bulunuyor mu? Bize
etkilendiğiniz sanatçılardan
bahseder misiniz?
Sokak sanatı bakış noktasından
ve şehir yapısından Erkut
Terliksiz’in çalışması hoşuma
gidiyor. New York’ta Taner
Ceylan’ın çalışmalarını da gördüm
ve fikirler çok ilginç. Birkaç
yıl önce Ahmet Güneştekin’i
ve rengarenk tablolarındaki
kavrama alanını keşfettim. Bu
sanatçılar tamamen farklı ama
benim de bu hoşuma gidiyor.
Çünkü bugünlerde Türkiye’de
taze ve güçlü bir sanat sahnesi
görüyorum. Farklı fikirler ve yeni
araçlarla ifadeler görüyorum.
Türkiye’de, kısa metrajlı film alanı,
oyuncu, heykeltraş, fotoğrafçı
gibi sanatçılardan ve tabii ki iç
özgürlüklerinden dolayı saygı
duyduğum yazarlardan beğendiğim
birçoğu var.
Katıldığınız sergilerden ve
çalışmalarınızdan bize kısaca
bahsedebilir misiniz?
Geçen yıl Palais des Beaux-arts
|Center of fine arts Brüksel/
Belçika’da “No country for young
man” sergisindeydim, sonrasında
ise “Performative Resistance”
Center of Contemporary Art
Torun/Polonya’da “Arena”daydım.
Halen New York’taki yeni kişisel
sergim için teklifimi hazırlıyorum,
sonrasında ise Atina’daki altıncı
kişisel sergimi hazırlayacağım. Bu
sene Avrupa’da ekip sergilerine
katılacağım.
TRGR JOURNAL
51
FOOD
Engin Akın
Yemet Yazarı/Food Writer
Two Countries that have
Enriched Each Other
Bİrbİrİne ZENGİNLİK KATMIŞ İKİ ÜLKE
52 www.turkeygreecemediabridging.com
ACTIVITY
I lived in Greece for a while thirty
years ago. I didn’t know much about
Greece except for what I learned
from history books those years. Still I
thought I wouldn’t face very different
cultures before going to Greece; it is
maybe because of neighborhood or
maybe because of the words I overheard here and there.
The first difference catching my eyes
in Athens was that the houses were
built in an orderly way and the balconies had flowers. I liked it very much.
I realized that both nations have more
in common after visiting the Greek
islands like Chios, Lesbos, Andros
etc. The same or similar words that
are related more to food and I heard
in Athens attracted my attention to
this commonality. The reason why
the grocer in Kalamaki Neighborhood of Athens, Nikos remained in
my mind is the common words we
use. I used to contact with him very
easily. They use bamyades for bamya
(lady’s finger), karpuzi for karpuz
(watermelon) and biberi for biber
(pepper). These common words led
to mutual smiling during my grocery
shopping every morning. I really
felt myself at home after learning to
say Kalimera (Good Morning) and
Kalisbera (Good Evening). The reason
I felt like so wasn’t just because of
words no doubt. There were many
similar points in terms of life culture.
Our conversations with signs and
body language were very pleasant
during my outfit fittings with the
tailor Elefteriya. That my neighbor
Nana gave me the pleasant foods she
cooked or we talked about what we
would cook that day wasn’t different
from the neighbor relations in Turkey
at all. It is inevitable that the Turks
and Greeks feel intimate regardless of
political issues.
My observations in Athens in a few
years caused me to excitedly welcome
the Cretan food writer Mirsini’s offer
“Let’s make a study comparing the
gastronomies of Turkey and Greek
together.” However, when I went to
Athens for this study, I noticed that
the past thirty years had taken a lot
out of this city I knew. The coastline
lying from Syntegma Square to
Glyfada was filled with the taverns of-
Greek and Turkey are very lucky as the two
countries that have enriched each other. This
richness stands out most in the food culture.
Yunanistan ve Türkiye, birbirine zenginlik katmış
iki ülke olarak çok şanslılar. Bu zenginlik en çok
yemek kültüründe öne çıkıyor.
Yunanistan’da otuz sene önce bir süre
yaşadım. O yıllar; tarih kitaplarından
öğrendiklerimin dışında Yunanistan
hakkında fazla bir bilgim yoktu.
Yine de gitmeden önce çok da farklı
bir kültürle karşılaşmayacağımı
düşünmüştüm; belki komşuluktan,
belki de orada burada kulağıma
çalınmış sözcüklerden.
Atina’ya varır varmaz gözüme ilişen
ilk fark, evlerin düzenli bir şekilde
yapılmış ve balkonların çiçekli
olmasıydı. Bu çok hoşuma gitti. Daha
sonra Yunan adaları Sakız, Midilli,
Andros vs. gördükten sonra her
iki milletin yaşamında daha fazla
ortak noktalar olduğunu gördüm.
Atina’da daha çok yemeğe dair ya
aynı ya da benzer sözcükler, bu
ortaklığa dikkatimi çekmişlerdi.
Atina’nın Kalamaki Mahallesi’nin
manavı Nikos’un bu denli hafızama
nakşolmasının nedeni de zaten
kullandığımız müşterek sözcüklerdi.
Onunla çok kolay anlaşıyordum.
Bamyaya; bamyades, karpuza;
karpuzi, bibere; biberi, her sabahki
sebze alışverişimde Nikos ile karşılıklı
gülüşmelerimize sebep oluyordu.
Kalimera (Günaydın) ile kalisbera (İyi
Akşamlar) demeyi de öğrendikten
sonra artık kendimi iyice evimde
hissetmiştim. Böyle hissetmemin
sebebi sadece sözcükler değildi
kuşkusuz. Yaşam kültüründe de
benzeyen birçok nokta vardı. Terzi
Elefteriya’daki provalarım esnasında
işaret ve beden dili ile sohbetimiz çok
zevkli geçerdi. Komşum Nana’nın
TRGR JOURNAL
53
FOOD
fering simple but very tasty foods
just because they were real.
Greek salad flavored with dark
greenish olive oil, Fried Sardines
and bitter Feta Cheese placed on
the salad were indispensable tastes
for me. Alas! These taverns were
destroyed. When the environment
is different, the dishes lose the taste.
That’s why Athens makes me sad. If
we consider my years in Athens, the
most original and delicious food I ate
was grilled octopus in those years.
This food was the snack of those
years, it was prepared and sold in the
streets like kokoreç (grilled sheep’s
intestines) or sizzling rissoles in Turkey. The grilled octopus was a wonderful taste. Preparation of octopus
was probably the result of a particular
style structured on the ancient Greek
gastronomy. Octopuses are need to
be dried first before preparing this
food. The dried octopuses gain a nice
smoked flavor while being grilled to
get heated. We can say that the both
styles belong to Helen that founded
many civilizations seaside. I have never eaten the grilled octopus with the
same taste in those years later. When
the street gastronomy is carried to
indoor places, something disappears.
The octopus sandwich was a special
taste like sausage sandwich, but only
when it is eaten without sitting, I
guess. Gyro was sold in buffets and
eaten in the streets without sitting
down. This also a different cultural
communality related to the taste.
I couldn’t feel the intimacy I felt to
54 www.turkeygreecemediabridging.com
Kopanista
the foods and
humans to the architecture of the city of Athens.
However, the gorgeous Greek houses
located along the seaside called
Kordon in the districts Güzelyalı
and Alsancak of İzmir and there are
also similar houses especially in the
Aegean Region in Mesbos, Ayvalık,
Milas, Ula, Muğla, these houses are
visual reflection of a common culture.
These lovely houses don’t exist anymore, either...These houses, mixture
of Turkish-Greek architecture, are
historic, but high and bland apartments took the place of these houses
and these exceptional districts of
İzmir became banal. However, these
buildings built with the bay windows
of Turkish houses and “trompe de
l’oi” Greek columns embroidered on
the corners are exactly architectural
synthesis of Turkish-Greek architecture. The traces of a common life attract the attention even before tasting
yaptığı güzel
bir yemekten
bana da vermesi ya da
sabahları o gün ne pişireceğimize
dair konuşmalarımız Türkiye’deki
komşuluk muhabbetlerinden hiç de
farklı değildi. Yunanlılarla Türklerin
birbirlerine yakın hissetmeleri
kaçınılmaz, politik durumlar ne
olursa olsun…
Atina’da bir kaç yılda
gözlemlediklerim, yıllar sonra
Giritli yemek yazarı Mirsini’nin
“Gel birlikte Türkiye ve Yunanistan
gastronomisini karşılaştıran bir
çalışma yapalım” teklifini heyecanla
karşılamama neden oldu. Ancak
bu çalışma için Atina’ya gittiğimde
gördüm ki, aradan geçen otuz yıl
benim bildiğim bu kentten çok şey
alıp götürmüştü. Eskiden Syntegma
Meydanı’ndan başlayıp Glyfada’ya
kadar devam eden sahil şeridi basit
ama gerçek oldukları için çok lezzetli
yiyecekler sunan tavernalarla dolu
idi. Kızarmış Sardalya ve üzerine
acımsı Feta Peyniri yerleştirilmiş,
yeşilimtrak koyu zeytinyağıyla
lezzetlendirilen Yunan salatası
vazgeçilmez lezzetlerdi benim için.
Heyhat! Bu tavernalar yok olmuşlardı.
Ortam aynı olmayınca lezzetlerinde
tadı kaçıyor sanki… Atina bu
yüzden bir hüzün verir bana…
Atina’da geçen yıllarıma bakarsak,
o yıllarda yediğim en orijinal ve
lezzetli yemek ahtapot ızgaradır. O
yılların ayaküstü atıştırmalığı,
bizim kokoreç ya da cızbız
misali, sokaklarda hazırlanır ve
satılırdı. Muhteşem bir lezzetti.
Ahtapotun hazırlanışı Yunan antik
gastronomisi üzerine yapılanmış özel
bir üslubun sonucuydu muhtemelen.
Bunu yapmak için önce ahtapotların
kurutulması gerekir. Izgara edilerek
ısıtılan kurutulmuş ahtapotlar güzel
bir füme lezzet de kazanırlar. Her
iki üslubunda deniz kenarlarında
birçok medeniyet kurmuş Helen’e
ait olduğunu söyleyebiliriz. O
yılların lezzetinde olanını bir daha
yemedim. Sokak gastronomisini
kapalı mekânlara taşıyınca bir şeyler
yok oluyor. Ekmek arası ahtapot,
ekmek arası sucuk gibi özel bir
lezzetti ama galiba ancak ayaküstü
yediğinizde! Bunun gibi bizler nasıl
ayaküstü döner yiyorsak Atina’da da
o yıllarda büfelerde ayaküstü yenen
gyro satılırdı. Bu da lezzete dair farklı
bir kültür ortaklığıdır.
Yemeklerde ve insanlarda bulduğum
yakınlığı Atina kentinin mimarisinde
bulamamıştım. Oysa İzmir’in
Güzelyalı ve Alsancak semtinin
Kordon denilen deniz kıyısı boyunca
uzanan görkemli Rum evleri ki,
aynı evler, Midilli, Ayvalık, Milas,
Ula, Muğla, vs. gibi özellikle Ege’de
coğrafi komşuluğun olduğu yerlerde
örnekleri vardır, ortak bir kültürün
görsel yansımalarıdır. Bu güzelim
evler de artık yok… Türk-Yunan
mimarisi karışımı bu evler tarihe
mal olunca, yerlerini yüksek ve
şahsiyetsiz apartmanlara bıraktılar
ve İzmir’in bu mutena semtleri
sıradanlaştı. Oysa Türk evlerinin
cumbaları ile bu binaların köşelerine
nakşedilen “trompe de l’oi” Yunan
sütunları ile inşa edilen bu binalar
20. yüzyılda ortaya çıkan tam bir
Türk-Yunan sentezi mimaridir. Daha
yemeklerin tadına bakmadan ortak
bir yaşamın izleri insanı çarpar. Ne
YEMEK
the foods. Fortunately, these traces of
this commonality haven’t disappeared
in the Greek islands and Turkish cities such as Ayvalık and Muğla.
The settlements and foods in the afore
mentioned cities maintain always the
testimony of common culture. There
are definitely some differences because palatal delight becomes almost
genetic. It doesn’t matter which country’s food you cook, a self-added feature unconsciously prevents that the
foods cooked in different countries
being necessarily similar. Actually,
this is a great richness. This is one of
the reasons for that many tastes of the
world show up. The trans-boundary
tastes starting with neighborhood,
most in the food culture. I would like
to give an example from Crete cuisine
in which there are more similarities.
The kopanista cooked by my friend’s
mother who migrated from Crete
and the kaponista known by the
Greeks are completely different. The
kopanista cooked by Aunt Sabiha
is a fresh bean meal. The kopanista
the Greeks know is like our tulum
cheese (a very sharp and salty cheese
wrapped in goatskin) and this is even
sharper than tulum cheese and made
from Feta cheese after it is waited
and the taste is sharpened. The only
similarity is the way that the cheese
and bean are prepared. The word of
“kopanista” means “purée”; the beans
mutlu ki Yunan adalarında ve Ayvalık
ve Muğla gibi Türk kentlerinde bu
ortaklığın izleri henüz silinmedi.
Adı geçen kentlerdeki yerleşim
yerleri ve yemeklerimiz ortak
kültürün tanıklığını her zaman
sürdürmekteler. Mutlaka arada
farklılıklar var zira damak tatları
adeta genetikleşiyor ve hangi
ülkenin yemeğini pişirirseniz pişirin
mutlaka, insanın belki de elinde
olmadan kattığı kendinden bir
özellik, farklı ülkelerde pişirilen
yemeklerin tıpatıp benzer olmasını
engelliyor. Aslında bu büyük bir
zenginlik. Yeryüzündeki birçok tadın
oluşmasının sebeplerinden biri de
bu. Komşulukla başlayıp sınırları
Benzerliklerin en çok yaşandığı
Girit mutfak kültüründen bir örnek
vermek isterim. Ailesi Girit’ten
göç etmiş arkadaşımın annesinin
yaptığı kopanista ile Yunanlıların
bildiği kopanista birbirleriyle alâkası
olmayan apayrı şeyler. Sabiha Hanım
teyzenin yaptığı kopanista bir taze
bakla yemeği. Yunanlıların anladığı
kopanista ise Türklerin tulum peyniri
lezzetinde (hatta daha da keskin),
feta peynirinin bekletilerek tadı iyice
keskinleştirilen bir çeşit peynir.
Aradaki tek benzerlik peynirin ve
baklanın hazırlanışında görünüyor…
Yunanca’da kopanista püreleştirmek
anlamındaki; bakla yemeği yapılırken
az haşlanmış baklalar karşılıklı
palatal delights are multiplying
increasingly like a multiplication table
because of flora characteristics. New
tastes are involved in familial and national menus with new taste clothing
by bringing along the traces of their
roots. An important commonality
is between Turkish and Greek gastronomoy like in the Middle East. The
similarities are apparent despite the
details. Thiropiat and börek (pastry),
yoğurt and yağurdi (yoghurt), cacık
and cacıki (diced cucumber garlic and
mint in yoghurt) and so on. These
are the varieties coming to mind first
but there are also completely different
foods even their names resemble.
Greek and Turkey are very lucky as
the two countries that have enriched
each other. This richness stands out
are boiled for a while, then they are
crumbled by using knives and then
they are cooked with flour and lemon
juice and served as porridge. While
the Greeks preparing the kopanista,
they crumble Feta cheese in a similar
way and add water and flour. It seems
that the Turkish style bean kopanista
resembles the Greek kopanista with
the flour addition. There are similar
elements in many foods without no
doubt. The uncountable tastes such
as pastries, çörekler or çörekiler (muffins), varieties of jams, koliva or aşure
(noah’s pudding) present us unique
dishes that can be called Greek or
Turkish dishes after being kneaded
with common culture in history.
This is a unique richness, to which
gratitude should be expressed.
aşan lezzetler, damak tatları, flora
özellikleri nedeniyle adeta bir çarpım
tablosu gibi gitgide çoğalıyorlar. Yeni
yeni tatlar, yeni lezzet giysileriyle aile
ve ulusal mönülere, köklerinin izlerini
taşıyarak dâhil ediliyorlar. Ortadoğu
coğrafyasında olduğu gibi bir önemli
ortaklık da Türkiye ve Yunanistan
gastronomisi arasında. Ayrıntılara
karşın benzerlikler âşikar. Thiropita
ile börek; yoğurt ve yağurdi, cacık ile
caciki, vs. gibi. Bunlar insanın hemen
aklına gelen çeşitler ama burada isim
benzese de lezzeti benzemeyen hatta
birbirinden apayrı olan yemekler de
var.
Yunanistan ve Türkiye, birbirine
zenginlik katmış iki ülke olarak
çok şanslılar. Bu zenginlik en çok
yemek kültüründe öne çıkıyor.
bıçak kullanmak suretiyle iyice
ufalanıyorlar ve sonra un ve limon
suyu ile pişirilerek lapa kıvamında
servis ediliyorlar. Yunanlıların
Kopanistası yapılırken ise feta peyniri
aynı şekilde ufalanıyor ve unlu su
ekleniyor. Görülüyor ki, Türk usulü
baklanın bir ucu Yunan kopanistasına
uzanıyor, un ilavesiyle.. Kuşkusuz
birçok yemek çeşidinde böyle öğeler
vardır. Börekler, çörekler ya da
çörekiler, onlarca reçel çeşitleri,
koliva ya da aşure gibi saymakla
tükenmeyecek lezzetler, tarihin
içinde ortak kültürle yoğrularak,
bize günümüzde Yunan yemekleri
ya da Türk yemekleri diyeceğimiz
özgün yemekleri armağan ettiler. Bu
şükranlık duyulması gereken eşsiz bir
zenginliktir.
TRGR JOURNAL
55
LITERATURE
Literature Bridge Between
Turkey and Greece
TÜRKİYE VE YUNANİSTAN ARASINDA
EDEBİYAT KÖPRÜSÜ
The leading writers of children’s and
youth literature from Greece and
Turkey are building a bridge between
two countries. The first of the symposium to be held at three-step in
Rhodes, Istanbul and Izmir was held
in Rhodes. The second will be held
in cooperation of Istanbul Provincial
Directorate of National Education,
Üsküdar University and Üsküdar Municipality in Istanbul on 27th-28th29th May 2015 and the third will be
held in Izmir on 25th-26th October
2015. The three steps of International
Symposium of Children’s and Youth
Literature are being organized with
the participation of the important
writers of children’s and youth literature from Turkey and Greece.
The symposium held within the
project of “Turkey-Greece: Literature
56 www.turkeygreecemediabridging.com
Türkiye ve Yunanistan’ın önde
gelen çocuk ve gençlik edebiyatı
yazarları iki ülke arasında köprü
kuruyor. Rodos, İstanbul ve İzmir
olmak üzere üç sacayağı biçiminde
gerçekleştirilmekte olan Uluslararası
Sempozyumun birincisi Rodos’ta
düzenlendi. İkincisi İstanbul İl
Milli Eğitim Müdürlüğü, Üsküdar
Üniversitesi ve Üsküdar Belediyesi
işbirliğiyle 27-28-29 Mayıs 2015
tarihinde İstanbul’da, üçüncüsü ise
25-26 Ekim 2015 tarihinde İzmir’de
gerçekleştirilecek. Uluslararası
Çocuk ve Gençlik Edebiyatı
Sempozyumunun üç kesiti de Türkiye
ve Yunanistan’dan önemli çocuk
ve gençlik edebiyatı yazarlarının
katılımıyla gerçekleştiriliyor.
Uluslararası Rodos Yazarlar ve
Çevirmenler Merkezinin girişimiyle
başlatılan “Türkiye-Yunanistan:
Edebiyat Yolları” projesi kapsamında
EDEBİYAT
Roads” launched with the initiative
of Rhodes International Writers and
Translators Center brought the project into being. The Center, that had
the support of Rhodes Municipality
and Rhodes Mediterranean University
and Patakis Publications, one of the
important publishers publishing the
books of children’s and youth literature in Greece, hosted the important
writers of children’s and youth literature from Turkey in Rhodes on 26th30th March 2015. Aytül Akal, Mavisel
Yener, Esra Alkan, Habib Bektaş,
Mesut Şenol and Bekir Yurdakul from
Turkey and Filippos Mandilaras,
Eleni Dikaiou, Lili Lambrelli, Foteini
Fragouli, Aggeliki Darlasi from Greece
participated in the first symposium. It
brought together Dikaious Chatziplis,
the representative of Patakis Publications and Turkish writers, Nancy
Dionysia Tryposkoufi, the director
of Rhodes International Writers and
Translators Center and Eleftheria
Binikou.
The writers from Turkey and their
Greek colleagues were welcomed
warmly at the office of Fotis Chatzidiakos, the mayor of Rhodes.
The Writers Met the Students
In the framework of education program of “Book Adventures” by Rhodes
International Writers and Translators
Center, the Turkish and Greek writer
participated together in the prize
giving ceremony for the primary,
secondary and high school students
who had read and narrated the
works of Turkish and Greek writers
of children’s and youth literature
with their own imagination. The
writers who shared the joy and pride
of the students, parents and teachers
visited also the schools in Rhodes.
After the writers established live and
interactive dialogues in the classes
The second of the International Symposium of
Children’s and Youth Literature, will be held in
cooperation of Istanbul Provincial Directorate
of National Education, Üsküdar University
and Üsküdar Municipality in Istanbul on
27th-28th-29th May 2015 and the third will
be held in Izmir on 25th-26th October 2015.
Uluslararası Çocuk ve Gençlik Edebiyatı
Sempozyumunun İkincisi İstanbul İl Milli
Eğitim Müdürlüğü, Üsküdar Üniversitesi
ve Üsküdar Belediyesi işbirliğiyle 27-28-29
Mayıs 2015 tarihinde İstanbul’da, üçüncüsü
ise 25-26 Ekim 2015 tarihinde İzmir’de
gerçekleştirilecek.
düzenlenen sempozyumla adı geçen
proje de hayata geçirilmiş oldu. İlk
olarak Rodos’ta, Rodos Belediyesi
ve Rodos Akdeniz Üniversitesi’nin,
Yunanistan’daki çocuk ve gençlik
edebiyatı kitaplarını yayımlayan
önemli yayınevlerinden Patakis
Yayınlarının desteğini alan Merkez,
Türkiye’den önde gelen çocuk
ve gençlik edebiyatı yazarlarını
26-30 Mart 2015 tarihlerinde
Rodos’ta konuk etti. Uluslararası
Sempozyumun birincisine
Türkiye’den Aytül Akal, Mavisel
Yener, Esra Alkan, Habib Bektaş,
Mesut Şenol ve Bekir Yurdakul,
Yunanistan’dan ise Filippos
Mandilaras, Eleni Dikaiou, Lili
Lambrelli, Foteini Fragouli, Aggeliki
Darlasi katıldı. Patakis Yayınları
temsilcisi Dikaious Chatziplis’i Türk
yazarlarla, Uluslararası Rodos Yazarlar
ve Çevirmenler Merkezi Direktörü
Nancy Dionysia Tryposkoufi ve
Eleftheria Binikou buluşturdu.
Rodos Belediye Başkanı Fotis
Chatzidiakos’un makamında
Türkiye’den gelen yazarlarla Yunanlı
meslektaşları ilgiyle karşılandı.
Yazarlar Öğrencil̇ erle Buluştu
Uluslararası Rodos Yazarlar ve
Çevirmenler Merkezinin “Kitap
Serüvenleri” eğitim programı
çerçevesinde, Yunan çocuk ve gençlik
edebiyatı yazarlarının kitaplarını
okuyan ve bunları kendi hayal
güçleriyle yeniden öyküleştiren ilk,
orta ve lise öğrencilerine ödül verme
törenine, Türk ve Yunan yazarlar
birlikte katıldılar. Öğrencilerin,
anne-babaların ve öğretmenlerin
sevincine ve gururuna katılmanın
heyecanını yaşayan yazarlar Rodos
Adası’ndaki okulları da ziyaret ettiler.
Öğretmenler odası sohbetlerinin
ardından sınıflarda canlı ve etkileşimli
diyaloglar yaşayan yazarların
gözleri gelecek kuşaklar için umutla
parlıyordu.
Rodos günlerinin en çarpıcı
etkinliklerinden birisi Kültürel Gece
oldu. Anadolu halk dansları, türküleri
ve şarkılarının sergilendiği gecede
Rodoslular son derece duygulu anlar
yaşadılar.
TRGR JOURNAL
57
LITERATURE
following the chats in the teachers’
room, their eyes were shining with
hope for the next generation.
One of the most striking events of the
Rhodes days was the Cultural Night.
The Rhodesians had very emotional
moments at the night when Anatolian
folk dances, folk songs were performed.
It was quite touching that the Greek
writer Foteini Fragouli told he threw
a ball from the Island of Lesbos to the
Turkish side and dreamed a Turkish
child taking that ball in his dream
when he was kid.
The consul general of Turkey in
Rhodes Hakan Aytek organized also
a night for the Turkish and Greek
writers. The mutual friendship and
trust relation of Aytek with the Mayor
of Rhodes and Rhodes International
Writers and Translators coincided
exactly with the brotherhood feeling
between the Turkish and Greek
writers.
The Second Symposium at
Üsküdar University in May
Turkish-Greek Literature Roads cross
in Istanbul on 27th-31st May 2015.
Istanbul Provincial Directorate of National Education, Üsküdar University,
Üsküdar Municipality, Kalkandere
Education Foundation, Academy of
Intercultural Communication and
Translation and Ergi Communication organize the symposium in
Istanbul. The Symposium of Marmara
Children’s and Youth Literature will
be held in the campus of Altunizade
of Üsküdar University in Üsküdar,
Istanbul.
The writers of children’s and youth
literature, the academicians working
in the relevant field and researchers
from Turkey and Greece will actively
participate in the symposium that
will start with the opening speech of
the president of Üsküdar University,
Professor Nevzat Tarhan.
The Turkish and Greek writers, who
will pay school visits in Üsküdar
and Şişli within the symposium,
58 www.turkeygreecemediabridging.com
emphasize that meeting the students
is extremely important and valuable
and making the next generations
love books and literature should be
considered as a sacred duty. The
Turkish and Greek writers, whose
paths crossed through the Symposium of Marmara Children’s and Youth
Literature coinciding with the project
of “Writers in the School” of Istanbul
Provincial Directorate of National
Education, will meet in Izmir in the
fall. The third pillar of the symposium
will have been completed in İzmir
in October 2015. It is planned to
maintain Turkish-Greek Symposium
of Children’s and Youth Literature in
the following years.
Bu gecelerden birinde Yunanlı yazar
Foteini Fragouli’nin, çocukken
rüyasında yaşadığı Midilli Adasından
Türk tarafına bir top fırlattığını ve
sabah o topu bir Türk çocuğun
aldığını hayal ettiğini anlatması
oldukça dokunaklıydı.
Türkiye’nin Rodos Başkonsolosu
Hakan Aytek de Türk ve Yunan
yazarlar için bir gece düzenledi
Aytek’in Rodos Belediye Başkanı
ve Uluslararası Rodos Yazarlar ve
Çevirmenler Merkezi ile karşılıklı
olarak kurduğu dostluk ve güven
ilişkisi, tam da Türk ve Yunan
yazarlar arasındaki kardeşlik havasına
denk düşen bir karşılık buldu.
The Turkish and Greek writers who will participate in the
Symposium of Marmara Children’s and Youth Literature are as
follows;
Marmara Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumuna katılacak
Türk ve Yunan çocuk ve gençlik edebiyatı yazarları ise şunlardır.
Aytül Akal (İstanbul)
Çiğdem Gündeş (İstanbul)
Esra Alkan (İstanbul)
Eşref Karadağ (İzmir)
Dr. Fatih Erdoğan (İstanbul)
Gülten Dayıoğlu (İstanbul)
Habib Bektaş (İzmir/ Salihli-Manisa)
Hidayet Karakuş (İzmir)
Mavisel Yener (İzmir)
Muzaffer İzgü (İzmir)
Nemika Tuğcu (İstanbul)
Mesut Şenol (İstanbul)
Yunus Bekir Yurdakul (İzmir)
Angeliki Darlasi (Athens)
Christina Fragkeskaki (Athens)
Eleni Dikaiou (Athens)
Evangelia Lambrelli (Athens)
Filippos Mandilaras (Athens)
Foteini Fragkouli (Athens)
Nancy Dionysia Tryposkoufi (Rhodes)
Eleftheria Binikou (Rhodes)
Dikaios Chatziplis (Athens)
İki̇nci̇si̇ Mayıs’ta Üsküdar
Üni̇versi̇tesi’nde
Türk-Yunan Edebiyat Yolları 2731 Mayıs 2015 tarihleri arasında
İstanbul’da kesişiyor. İstanbul İl
Milli Eğitim Müdürlüğü, Üsküdar
Üniversitesi, Üsküdar Belediyesi,
Kalkandere Eğitim Vakfı,
Kültürlerarası Şiir ve Çeviri Akademisi
ve Ergi İletişim bu buluşmanın
İstanbul ayağını organize ediyor.
Marmara Çocuk ve Gençlik Edebiyatı
Sempozyumu İstanbul Üsküdar’da,
Üsküdar Üniversitesi Altunizade
Yerleşkesi’nde gerçekleştirilecek.
Üsküdar Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın açış
konuşmasıyla başlayacak olan
sempozyuma Türkiye’den ve
Yunanistan’dan çocuk ve gençlik
edebiyatı yazarları, alanla ilgili
akademisyenler ve araştırmacılar aktif
katılım sağlayacaklar.
Sempozyum kapsamında Üsküdar
ve Şişli’de okul ziyaretleri de
gerçekleştirecek olan Türk ve Yunanlı
yazarlar, öğrencilerle buluşmanın
son derece özel bir önemi ve değeri
olduğunu, gelecek kuşaklara kitap
ve edebiyat sevgisi aşılamanın
kutsal bir ödev sayılması gerektiğini
vurguluyor. İstanbul İl Milli Eğitim
Müdürlüğünün “Yazarlar Okulda”
projesi ile de örtüşen Uluslararası
Marmara Çocuk ve Gençlik Edebiyatı
Sempozyumu ile yolları kesişen
Türk ve Yunanlı yazarlar sonbaharda
da İzmir’de bir araya gelecekler.
Ekim 2015 İzmir buluşmasıyla
sempozyumun üçüncü sacayağı
da gerçekleşmiş olacak. Türk
Yunan Çocuk ve Gençlik Edebiyatı
Sempozyumunun sonraki yıllarda da
devam etmesi planlanmaktadır.
top
ww
.si
vil
alo
gu
.or
g
diy
lum
Ad
Öz alet
Gü gür ,
ve lük
nli ve
k
Eğ erj
itim i
En
İş
Ha Kurm
Hiz kkı a
Se me ve
rb t S
es un
tis um
i
u
Tü
ve ket
ici
Sa
nin
Ko ğlığ
run ın
ma
sı
ve lges
Ar Yap el P
Ko açla ısa olit
ord rın l
ika
ina
sy
on
u
Bö
etm
Çe
v
İşl
eS
an
ay
re
ev
iP
oli
ti
ka
sı
Ta
r
Ba ım
lık ve
çıl
ık
Bu proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından finanse edilmektedir
SİVİL TOPLUM DİYALOĞU
YENİ HİBE FIRSATLARIYLA
DEVAM EDİYOR!