İndir / - Gezici Festival

Transcription

İndir / - Gezici Festival
#1
15. gezici festival isbirligi ile nisi masa türkiye tarafından hazırlanan bagımsız gazete
an independent gazette prepared by nisi masa turkey in collaboration with the 15th festival on wheels
nisimazine
11 aralık
2009
artvin
f ilm
of the day
the discreet charm of the bourgeoise
burjuvazinin gizli çekiciligi
g ü nü n
filmi
interview
r ö p o r ta j
Kendini yönetmenden çok anlatıcı
olarak niteleyen Ezel Akay’la,
yeni filmi 7 Kocalı Hürmüz hakkında
konuştuk.
We interviewed Ezel Akay who
defines himself as a narrator rather
than a director about his latest feature
7 Husbands for Hürmüz.
7 Kocalı Hürmüz de dahil olmak üzere
neden bütün filmlerinizde bir masal
havası hakim?
Ben bunu masal havası olarak
tanımlamıyorum. Belki daha doğrusu
gerçekçilikten uzak duran bir havadır.
Zaten tüm sinema ürünleri için gerçekçi
diye düşünmek bir yanılsamadır.
Ama hem tiyatroda, hem sinemada
gerçek budur iddiası, tabiicilik iddiası
çok geçerli. Ben, gördüğünüz şey bir
anlatıdır, gerçeğe ilişkindir; ama gerçek
değildir demeye ve bunun estetiğini,
dilini bulmaya çalışıyorum. Sinemada
da bu anlayışla, içgüdüyle çalışmış
yönetmenler/anlatıcılar var.
7 Kocalı Hürmüz bir kadın sorunu
filmi mi? Yani komedi yoluyla politika
mı yapıyorsunuz aslında?
Paris’te bir büyükelçi, yakın dostları olan
iki evli çift ve kadınlardan birinin kız
kardeşi. Toplumun üst katmanına ait bu
altı kişinin güzel bir masada zevkle yemek
yemesini
ne
engelleyebilir
ki?
Burjuvazinin Gizli Çekiciliği, filme adını
veren sosyal sınıfın bir parodisi. Burjuvazi
mensupları, vakitlerini küçük bir çevrede
davetlere katılarak geçiren, birbirlerinin
arkasından iş çevirmekten çekinmeyen,
ne meslekle meşgul oldukları, güçlü
bağlantılarını
nasıl
edindikleri
belli
olmayan karakterler. Buñuel, yemek
daveti ve benzer günlük metaforlar
üzerinden burjuvazinin ritüellerini ve
ahlakını karikatürize ederek eleştiriyor.
Karalananlar burjuvaziyle sınırlı kalmıyor.
Film, ordu, polis teşkilatı, hükümet ve
kilise gibi erk odaklarının nasıl sağlıksız
işleyen ve gösterişten ibaret kurumlar
olabileceklerini anlatıp, onları burjuvazinin
ideolojik aygıtları olarak tanıtıyor. Hayali
ülke ‘Miranda’ alegorisiyle diplomasinin
abesliğini ve burjuvazinin kapalı cehaletini
gösteriyor.
The criticism is not limited to this class.
The film explains how powers such as the
army, the police, the government and the
church are dysfunctional and illusive, and
introduces them as the ideological apparatus of the bourgeoise. With the allegory
of the imaginary country, ‘Miranda’, it
demonstrates the triviality of diplomacy
and the isolated ignorance of the
bourgeoise.
Biz daha komik hale nasıl getiririz diye
yola çıktık. Hikayeyi modern zamanlara
taşımadan; ama orijinal eserde artık
bize
yavan
gelen
durumları
zenginleştirerek.
Mesela
Hürmüz
karakteri güzel, akıllı, cin fikirli ve kurnaz
bir kadındır; ama komik olsun diye
yaratılmamıştır.
Komiklikler
onun
etrafında döner. Komik kelimesine
bilerek bu kadar vurgu yapıyorum. Çok
zor bir şey sinemada seyirciyi
kahkahalarla güldürmek. Komik ve
kahkaha da benim için hem politik hem
de haz verici bir anlatım aracı.
_lale seyda gülsoy
I would not define them as fairy. More
precisely maybe, there is something far
from realism. Indeed, it is illusionary to
consider all cinema products as
realistic. Yet, in both cinema and theatre
claims of realism and naturalism are
very strong. What I try to say is that you
see a narrative which is related to reality
but not the reality itself. I am seeking for
an aesthetic and a language for it.
Is 7 Husbands for Hürmüz a film
about the women question? So, are
you doing politics through comedy?
All films about women are already
political or philosophical. As it is so for
all stories about those who are
oppressed. But the trick is the comedy
again!
7 Husbands for Hürmüz is a well
known piece. What is different in your
interpretation?
We started out to make it funnier. We
tried to enrich existing but rather dry
events without adopting the story to the
modern times. For instance, Hürmüz is
a beautiful, smart astute and calculating
character but she is not created to be
funny. Funny things run around her.
I
emphasize
the
word
funny
consciously. It is a tough task to make
the audience laugh like a drain. Thus,
for me, fun and laughter are tools of
expression, which are both political and
pleasant.
p ic tu r e
o f t he day
günün
fot oğrafı
One of the film’s most prominent
instruments is Buñuel’s surreal symbolism: The six main characters are periodically screened walking aimlessly on a
road, changing their partners, speed and
lineup. Childhood memories are narrated
suddenly, dream/nightmare sequences
merge with reality, strange sexual fantasies are frequently implied. They all
indicate a dirty, collective subconscious.
Maybe what clearly delivers the film’s
message is the theatre hall that the
characters find themselves in, when a
curtain rises during one of their usual
delayed dinners: The bourgeoise is
nothing more than a meticulously staged
play.
_
Belki de filmin mesajını en net olarak
veren, o meşhur yemeğin yine yenemediği
rüyalardan
birinde,
kahramanlarımız
masada otururken kendilerini arkalarındaki
perdenin açılmasıyla buldukları tiyatro
salonudur: Burjuvazi titizlikle sahneye
konulan bir oyundan ibarettir.
The Discreet Charm of the Bougeoise
is a parody of the aforementioned social
strata. Members of the bougeoise spend
time attending events in a small social
circle, don’t mind the scheming; how they
earn a living or establish their strong
connections is uncertain. Using dinner
parties and other daily metaphors,
Buñuel
caricatures
and
criticizes
the bourgeoise rituals and morals.
Herkese tanıdık bir eser 7 Kocalı
Hürmüz. Sizin yorumunuzun bilinen
halinden farkı nedir?
Including 7 Husbands for Hürmüz,
your films are usually set in a fairy
atmosphere. Why is that?
_m. murat kocaaga
Filmin en önemli araçlarından biri
Buñuel’in sürreal sembolizmi: Altı ana
karakter düzenli aralıklarla, başı ve sonu
olmayan bir yolda, partnerlerini, hızlarını
ve sıralarını değiştirerek amaçsızca
yürürken görüntüleniyor. Durup dururken
paylaşılan çocukluk anıları, gerçekle
karışan rüya/kabus sekansları, ima edilen
tuhaf cinsel fantaziler öyküde sık sık yer
buluyor. Tüm bunlar kirli, kolektif bir
bilinçaltına işaret ediyor.
An ambassador, two married couples
and one of the wives’ sister are
close Parisian acquaintances. What
could stop these upper-class people
from
enjoying
a
lavish
dinner?
Kadınlarla ilgili her film ya politik ya da
felsefidir zaten. Ezilenlerle ilgili tüm
hikayelerde olduğu gibi. Ama işin sırrı
yine de komedide!
ezel akay
_damla okay
short is good #1
Kaldırım
taşlarındaki
çizgilere
basmadan ve 10’a kadar sayarak
yürüyen bir çocuk, erişkinken bile
oyunu andıran bu alışkanlığından
kurtulamaz ve alışkanlığı giderek bir
takıntıya dönüşür. On kısa filminin
kahramanı genç adam, alışkanlığının
zincirlerinden kendini kurtarabilecek
midir?
Çizgilere her basışında, adamın
etrafındaki şeyler kayarak yer değiştirir.
Bu sırada bedeni de parçalanır ve
kan revan içinde kalır. Sonunda,
doktorunun
tavsiyesine
uyarak,
yürürken adımlarını kontrol etmek
yerine hızla koşmayı dener. Koşu
sırasında çizgilere denk geldiği noktada
bedeni parçalansa ve her yerinden kan
fışkırsa da, koşmayı bırakmaz.
Genç adamın bedeni paramparça olup
havaya uçtuktan sonra ise beklenmedik
bir şey olur: Kopan beden parçaları,
eski yerlerine yapışır ve yeniden, genç
adamın
bedeniyle
bütünleşir.
Zümrüdüanka kuşu gibi, küllerinden
yeniden doğar. Ne de olsa, kendi
alevlerinde yanmaya hazır oldukça
durur bütün iç kanamalar.
A child walking without stepping on
borders of paving stones and counting
to 10, can not get rid of this game-like
habit. The habit turns into an obsession. Will the protagonist of Ten be able
to quit the chains of his habit?
With every step on borders, things slide
and change places. Meanwhile, his
body falls into pieces and it is drenched
into blood. At last, he takes the doctor's
advice and tries to run rapidly instead of
controlling his foot steps. Even though
his body falls apart and it is covered
with blood with every step on borders,
he still keeps running.
Hukuk öğrenimi gördüğü Oxford'da
bağlandığı sosyalizmi hazır cevaplar
toplamı
olarak
değil;
dünyanın
işleyişine ve acılarına bakma aracı
olarak gördü. 70’lerde başlayan
sinema hayatı da bu anlayıştan
beslendi.
Asıl
ününe
ve
ticari
başarısına 1995'te çektiği Ülke ve
Özgürlük ile kavuştu. Bu tarihten sonra
çektiği her film gündem oluşturdu ve
tartışmalara yol açtı.
Ken Loach'un filmlerinde Brecht ve
Fransız
Yeni
Dalgası
buluşur.
Yönetmen seyirciyi bir diyaloğun
muhattabı olarak görür ve sağa sola
sapmadan fikirlerini aktarır; ayrıca
doğaçlamaya
yaslanan
oyuncu
yönetimi
ve
gerçekçi
hikayeleri
sayesinde doğallıktan uzaklaşmaz. Bu
dengeyi
sağlamak
uğruna
yan
hikayelerden, kendini kurgunun akışına
kaptırmaktan
kaçınır.
Haliyle,
filmlerinde ustalıklı bir iskelet ve
mekanizma vardır. Hikayelerindeki her
olay ve durum işlevseldir, filmin
bütünüyle örtüşür.
k r it i k
After the young man's body falls into
pieces,
something
unexpected
happens: severed body parts stick on
to their original places, and again; they
integrate with young man's body. Like
the Phoenix bird, he is reborn from his
ashes. After all, when one is ready to
burn in its own flame, all internal
bleeding stops.
_lale seyda gülsoy
sosyalist gerçekçi bilge: ken loach
Ken Loach'un 1936 yılında gözlerini
açtığı dünya, şiddetli siyasi dalgalanmalardan, utanç verici dengelerden ve
mağlubiyetlerden geçti; ama İngiliz
yönetmenin
bilindik
adımlarında
aksama
olmadı.
Sayısız
ödüller
kazanmasına,
bütün
dünyada
saygınlığa
kavuşmasına
rağmen,
çekmek
istediği
filmleri
hayata
geçirmek için hala mücadele veriyor.
review
Bu seneki teması “Karşı” olan Gezici
Festival'in programında, hayatı karşı
durmakla geçmiş Ken Loach'un iki filmi
bulunuyor. Ekmek ve Güller sadece
yönetmeni takip edenler için değil,
algısını dünyaya açmış seyirciler için
de bildik bir hikayeyi anlatıyor. Göçmen
oldukları için iyice ezilen işçilerin
sendikalaşma
çabasını
izlerken
sinirleniyor ve üzülüyorsunuz; ama
mücadelenin
mutlak
bir
değer
olduğuna daha da inanıyorsunuz.
Yönetmenin son filmi Hayata Çalım At
ise
şaşırtıcı
bir
film.
Postacı
Eric'in Cantona düşlerini anlatan
hikaye, yönetmenin sert üslubunu
bekleyenleri yanıltıyor. Buna rağmen
kahramanların işçi sınıfından olmasına,
kapitalizmle kirlenen hayatın yükünü
omuzlamalarına, zorluklar karşısında
birlik ve beraberlik mesajı vermelerine
bakınca
şaşkınlığınız
kayboluyor.
Loach, zamana tanıklık etmekle ya da
insanlığın vicdanı olmakla yetinen bir
yönetmen değildir. Her filmi siyasi bir
propagandadır. Dünyanın cerahatlerine
uzattığı parmak, neşteri tutanlara, yani
bizlere yol göstermek içindir. Hayata
onun
penceresinden
bakarken
sorumluluk hissinden kaçamıyoruz.
Keşke buna ihtiyacımız olmasaydı...
a socialist and realist wise man: ken loach
The world Ken Loach was borned into in
1936, was passing through dramatic
political
fluctuations,
embarrassing
balances and defeats; but there was no
disruption in British director's familiar
pace. Even though he has been awarded
many times and gained respect all over
the world, he still struggles to realise the
films in his mind.
He perceived the socialism that he felt
attached during his law education in
Oxford not as a sum of ready made
responses but as a tool for looking at the
grief in the world and its way of operation.
His career as a director that started
during 70's was also fed through this
perception. He gained fame and commercial success with Land and Freedom in
1995. Every Ken Loach film since that
time has caused controversy.
In Ken Loach's films, Brecht and French
New Wave meet. For the director, the
audience is the object of a dialogue and
he directly shares his opinion with them.
Besides, through his actor directing
based on improvisation and realistic
stories, he does not fall far from spontaneity. Consequently, there is a mechanism and a mastered framework in his
films. Every event and state in his stories
are functional and correspond to the
whole of the film.
In the programme of the Festival on
Wheels, whose current theme is “Anti”,
two films by Ken Loach are featured, and
the director’s whole life has been an anti
stance. Bread and Roses narrates a familiar story for not only the fans of the director, but also the spectators who have
opened their perceptions to the world.
You are saddened and raged when you
watch the unionization efforts of the workers who are further opressed as they are
immigrants, but you believe more
strongly that struggle is an absolute
merit.
The director’s last film Looking for Eric is a
surprising work. The story, telling Eric’s
Cantona dreams, misleads those who are
expecting his usual harsh style. However,
your amazement fades away as you see
that the characters are from working
class, that they shoulder the burden of
life, polluted by capitalism, and that they
deliver the message of solidarity against
hardships.
Loach is not a director who contents
himself with witnessing time or being
humanity’s conscience. Each of his films
are political propagandas. The finger he
points at the puses of the world is aimed
at leading us, those who hold the scalpel.
We can not avoid the feeling of responsibility as we look at life from his
perception. If only we didn’t need that...
_deniz akhan
p o r t r a it
portre
_nisimazine artvin ekibi