Livret turc

Transcription

Livret turc
SELVI BOYLUM AL YAZMALIM
The Girl with the Red Scarf
This film has been restored in 2010 by
Çıçek Fılm Fılmcılık Ltd. Co.
Groupama Gan Foundation for Cinema
Technicolor Foundation for Cinema Heritage
with the support of
© photos Çıçek Fılm
Republic of Turkey Ministry of Culture and Tourism
This booklet has been published by
Groupama Gan Foundation for Cinema & Technicolor Foundation for Cinema Heritage
Selvi Boylum al Yazmalım,
iki vakıf adına yürütülen uluslararası bir restorasyon programı
kapsamında
Gilles Duval, Sinema için Groupama Gan Vakfı İcra Direktörü
And Séverine Wemaere, Sinema Mirası için Technicolor Vakfı İcra Direktörü
Film mirası için dünya genelinde faaliyet gösteren
iki Fransiz vakfi, Sinema için Groupama Gan Vakfi
ve Sinema Mirasi için Technicolor Vakfi (daha
önceki adiyla Thomson Vakfi) her sene klasikler
arasina girmiş filmleri restore etmek için işbirliği
yapmaya karar verdiler. 2010 yili için seçilen
filmler arasinda Atif Yilmaz’in “Selvi Boylum al
Yazmalim” veya “The Girl with the Red Scarf”’i da
bulunmaktadir.
Kar amaci gütmeyen bu iki şirket ortak değerleri
ve restorasyon projelerine rehberlik edecek ayni
ilkeleri paylaşmaktadir: en geniş izleyici kitlesinin
keşfetmesi veya yeniden keşfetmesi için klasikleri
restore etmek, restore edilen unsurlarin uygun bir
şekilde saklanmasini sağlamak ve filmin büyük
çapta dağitimi sayesinde izleyicileri bu konuda
eğitmek ya da konuya hassasiyet göstermelerini
sağlamak.
Diğer tüm şartlarin yani sira, bu iki vakif restorasyon sirasinda yazariin orijinal emeğine saygi
göstermek, mümkünse orijinal negatifinden filmi
tamamen
restore etmek, restore edilen kisimlarin uygun bir
film arşivinde saklanmasini sağlamak ve son
olarak da restore edildikten sonra filmin en geniş
şekilde dağitiminin yapilmasini temin etmek
(festivaller, sinematekler...)
Groupama Gan Vakfi’nin önceki 2 yilda Erden
Kiran’in Bereketli Topraklar Üzerinde (1979)’si ve
Lutfi O. Akad’in Vurun Kapeye / Strike the Whore
(1949)’unu restore ettiği de düşünüldüğünde,
Türkiye’de çok meşhur olan 1970’li yillara ait bir
filmi seçmek son derece farkli bir tecrübe gibi
geldi. The Girl with the Red Scarf’in orijinal
kisimlari zamanla zarar gördü ve film zaman
içinde izlenemez hale geldi. 2010 yilinda üstlenilen restorasyon projesi görüntülerin restorasyonu
için dijital aletleri ve fotokimyasal süreci
birleştirdi. Ses ile ilgili olarak ise, restorasyon ne
orijinal kayitta olan eksiklikleri ne de zamanla
ses’te oluşan hasarin tamamini giderdi. Filmin
orijinal versiyonuna sadik kalmak amaciyla yeni
bir film müziğinin yapilmamasina ancak hatali
kisimlarin kismen çikarilmasi ve restore edilmesine
karar verildi.
Selvi Boylum al Yazmalim,
part of an international restoration program for two foundations
by
Gilles Duval, Executive Director of Groupama Gan Foundation for Cinema
and
Séverine Wemaere, Executive Director of Technicolor Foundation for Cinema Heritage
Two French foundations acting for worldwide
film heritage, the Groupama Gan Foundation for
Cinema and the Technicolor Foundation for
Cinema Heritage (formerly named Thomson
Foundation) have decided to partner for restoring
together classics each year. Among the 2010
selection, “Selvi Boylum al Yazmalim” or “The
Girl with the Red Scarf” by Atif Yilmaz.
The two non-profit entities share the same
common values and have defined guidelines to
conduct those restorations: restore in order to
enable the largest audience to discover or
re-discover classics, enable an appropriate
conservation of restored elements and educate
or sensitize the audience through a large
distribution of the film.
Among other requirements, the foundations
intend to respect the original work of the
author during the restoration process, to achieve
a complete restoration from the original
negative whenever possible, to require the
deposit of the restored elements in an
appropriate film archive and, last but not least,
to ensure thelargest distribution of the film
once restored (festivals, cinematheques,…).
Choosing a 1970’s title, very popular in Turkey,
sounded like a very interesting experience, all
the more that Groupama Gan Foundation had
already restored in the 2 previous years
Bereketli Topraklar Üzerinde (1979) by Erden
Kiral and Vurun Kapeye / Strike the Whore
(1949) by Lufti O. Akad. The original elements
of The Girl with the Red Scarf were damaged by
the time and the film was not visible any more.
The restoration project undertaken in 2010
combined the photochemicalprocess and the
digital tools for therestoration of images. As to
the sound, the restoration could not solve all
the damages caused by the time nor the
imperfections of the original recording.
Decision has been made not to recreate a new
soundtrack but to remove and restore partially
the defaults, in order to remain faithful to the
original version of the film.
Yapımcı Arif Keskiner’den Selvi Boylum Al Yazmalim
filminin cekimi ve Bunun yayınlanması hakkinda herışey…
1977 yılı yazı ortaları. Moskova Film Festivali’ne
davetliyiz. Yönetmen Zeki Ökten arkadaşımla. O
günlerde Antalya Film Festivali’nden de haber
bekliyoruz. Zeki Ökten ile yaptığımız, Kemal
Sunal’ın oynadığı Kapıcılar Kralı filmi yarışmada.
Biletlerimiz Moskova icin hazır. Gideceğimiz
günün öncesinde Antalya’dan haber geliyor.
Antalya’da ödüller kazanmışız.. Zeki Ökten “En iyi
yönetmen” ödülünü almış. Filmimiz en iyi ikinci
film seçilmiş. Antalya Festivalinde o güne kadar
komedi filmlerinde oynayanların ödül almak gibi
bir durumları olmamıştı. Kemal Sunal bu geleneği
bozarak en iyi erkek oyuncu seçilmişti. Sevinçten
ucuyorduk. Ödüller yarın dağıtılacaktı ama bizde
yarın Moskovaya uçacaktık. Hemen kardeşimi
görevlendirdim. Kemal ucağa binemediği için
arabayla gideceklerdi Antalya’ya. Ödülleri
alacaklardı. Onlar ödüle biz Zeki ile Moskova
Festivaline uçtuk. Moskovayı’da ilk kez
görüyorduk.
Festivalde daha önce Türkiye’ye geldiğinde
tanıştığım ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’la
bir kaç kez birlikte olduk. Edebiyattan sinemadan
sohbetler ettik. O sohbetlerin birinde bana “Niye
benim kitaplarımdan film çekmiyorsunuz” diye
sordu. Ben de “Yapıyorlar yapmasına da senin
adını afişe yazmaktan korkuyorlar”. “Niye korkuyorlar ki?” diyor. “Kırgız da olsan Sovyetler
Birligi vatandaşısın. Türkiye’de Sovyet lafı etmek
bile suç sayılır. O kadar kolay değil. Ama bir gün
ben yaparsam kocaman harflerle adını afişe
yazarım. Ola ki o gün gelsin.”
Bu başlangıca burada noktayı koyup devam
ediyorum.
Moskova dönüşü işlerim çok yoğun. İşletmeler
benden film bekliyor. Kapıcılar Kralı çok beğenilmiş
çok iş yapmıştı. Yeni bir filminde garantisi varmış
gibi bakılıyordu. Henüz 3-4 yıllık prodüktördüm.
Ve üç tane film yapmıştım. Başarılı sayılırdım.
Adana işletmecim ve arkadaşım İzzet Yılmaz,
Türkan Şoray’ın baş rolünü oynayacağı bir film
istiyordu. Ben de Türkan hanımdan çekim için bir
tarih almıştım. Filmi Atıf Yılmaz çekecekti. Atıf abi
eski bir dostumdu. Ve sinemanın en iyi yönetmenlerindendi. Hatta ben üniversitede okurken o
tarihten 15-16 yıl önce Atıf Yılmaz’a arkadaşım
Yılmaz Güney asistanlik yapıyordu. Ben de parasız
kaldığım için arkadaşım olan Güney’den filmde
bana bir kaç günlük iş ayarlamasını istemiştim. O
da Atıf Yılmaz’la görüşmüş 5 günlük bir film
calışmasından para kazanmıştım. Atıf Yılmaz herkesin Atıf Abi’si idi. Aydın, ilerici, sol görüşlü idi.
Bizlerde öyle büyüdük. Atif Abi ile senaryo
araştırmasına başladık. Tiyatrocu arkadaşim
Türker Tekin`in bir hikayesi üzerinde çalışıyoruz.
Fakat sonunda hikaye istemediğimiz yerlere gitti
ve kapkara bir film hikayesine döndü. Türkan
hanım sabırsızlıkla hikayeyi bekliyor. Sonunda
durumu anlatıyoruz. Yani olmadığını. Bir gün bu
işleri konuşurken Türkan hanım “Atı Bey“ diyor
“Bende bir kitap var. Şunu bir okuyun. Çok
beğeneceksiniz. Güzel bir film olur“. Atıf Abi de
“Arif`le bir konuşayım sonra karar verelim“ diyor.
Ertesi gün Atıf Abi ofise geldi. Ve bana Cengiz
Aytmatov’ un bir hikayesi varmış. Adi Selvi
Boylum Al Yazmalım. Okudunmu diye soruyor.
Okumaz olurmuyum diyorum. Cengiz’ in bütün
kitaplarını okudum. Al Yazmalım da çok iyi bir
hikaye. O zaman onu çekelim diyor. Ben olmazlanıyorum. Çünkü o hikayeyi herkes biliyor. Bir
kaç defa fotoromanı da çekildi. Hatta bir tanesinin
adı da Bir şoförün Hikayesidir diyorum. İyi ya
diyor Atıf Abi daha güzel. Biz sinemasını yapacağız. Sinema, fotoromandan başka bir şey.
Madem o kadar güzel, bizde güzel bir film
yaparız. Sen Cengiz’i taniyorsun. İzin işini hallet,
hemen senaryoya başlıyalım.
„O zaman hemen başlıyoruz. Senaryo için
önerdiğin biri varmı?“
„hayır. İstediğinizle çalişabilirsiniz“ diyorum.
„Ali Özgentürk olurmu?“
„Niye olmasın.“
Böylece Ali’yle konuşarak senaryo yazımına da
basladık. Filmin baş erkek oyuncusu ve diğer erkek
oyuncuların rolleri de Türkan hanımın rolü kadar
önemli . Atıf abiyle casting’i konusuyoruz. Kadir
İnanir ve Ahmet Mekin. İkiside çok yakın arkadaşım.
Onlarla da konuşup anlaşmayı yapıyorum. İş
yürümeye başlıyor.
“Olur abi“ diyorum. Olur diyorum ama, Cengiz’in
bende telefonuda yok, adresi de. Ama biliyorum
ki Cengiz Aytmatov diye bir mektup yazıp
Sovyetler Birliği desem mektup ona gider.
Cengiz’i bulur.
Öyle de yapıyorum. Bir mektup yazıyorum. Zarfın
üstüne Cengiz Aytmatov diye yazıp hiç adres
yazmadan gönderiyorum. İçine de, Selvi Boylum
Al Yazmalım öyküsünü filme çekecegimi, bununla
ilgili senaryo çalışmalarına başladığımızı, senaryo
bittikten sonra kendisine gönderip onayını almak
istedigimi yazıyorum.
Hersey düşündügüm gibi gidiyor. On gün sonra
bir telgraf alıyorum Cengiz’den. Kısaca „Arifcigim,
hikayemi filme çekme düşüncen beni çok mutlu
etti. Bana senaryoyu göndermene gerek yok.
Filmi görürüm. Selamlar. Sevgiler.“ Diye yazmiş.
Telgrafi Atif abiye gösteriyorum.
Hikayede bizim için bir açmaz var. Ne de olsa
Sovyet sistemi içinde geçen bir hikaye bu. Konu
kolhozda geçiyor. Kapitalist sistemde kolhoz
olmadığı için konuyu barajda çalışan bir kamyon
şoförünün öyküsüne çeviriyoruz. Konu baraj ve
çevresinde gelişiyor. Kücük çocuk ne kadar
Türkan’la Kadir’in çocuklari olsada, çocuğunu ve
ailesini terkedip giden Kadir’in yerine geçen yeni
baba Ahmet Mekin, onu, kendi çocuğu gibi severek
büyütüyor. Film, yıllar sonra baba Kadir’in gelip
oğluna sahip cikmasi ve karısını tekrar alıp gitme
isteğinin doğru olmadığını ve çocuğun ona emek
verenin çocuğu olması gerektiği tezini savunuyor
ve Sevgi Emektir sözüyle mesajını veriyor. Filmi
nerde çekeceğimiz sorunu gündeme geliyor. Onun
çözümünüde buluyoruz. Çünkü filmi çekeceğimiz
mekan belli. Osmaniye’de yapılmakta olan
Aslantas Baraji var. Konu barajda çalısan bir
şöförün hik ayesine dönüşüyor. Senar yo
çalışmaları sürerken ben ekibi kuruyorum. Ve
senaryo bitmeden çekime gidiyoruz. Ekip baraj
lojmanlarında kalıyor. Bu bir kolaylık bizim için.
İşin başına kardeşimi gönderiyorum. Bende arada
bir Osmaniye’ye gidiyor işi kontrol ediyorum.
Bu arada oyuncu eksikliği için Adana
Tiyatrosundan Cengiz Sezici’yi de alıyoruz. Kötü
adam olarak ilk defa filmde oynayacak. Cengiz
çok iyi bir persormans sergiliyor.
Kırgiztan’a davet ettiğini söylüyorlar. Festivalde
verilen bir gün arada Özbekisdan’dan Kırgızistan’a
bir ekiple gidiyoruz. Türkan Şoray, Rüchan Adlı,
Kadir İnanır, Atıf Yılmaz, Ben, Sinema dairesi
başkanı Prof. Oğuz Onaran, konsolosumuz Necil
Nedimoğlu ve eşi Emine hanım bir de tercümanımız
Ekber Babayef. Ekber için Nazım Hikmet’in oğlu
gibi sevdiği insan diye söz edilir.
Birde küçük çocuk gerek. Onu nerde bulacağiz
derken, o gün seti görmeye gelenlerin içinde
Adana’lısinema oyuncusu Bilal İnci’nin karısı ile
küçük kızı da var. Atıf abi kızı çok seviyor. Ve
hemen diyorki “Bunun saçlarını keselim erkek
cocuğu yapalım. O da filmde oynasın” diyor.
Hemen oracıkta saçları kesiliyor Elif’in. Ve kiz Elif
erkek çocugu Samet oluveriyor. Bugün o da
büyümüş tiyatro ve sinema oyuncusu olarak
mesleğine devam ediyor.
Bir gidişimde Atıf abiden o akşam Kadir Inanir’la
birlikte şehre gitmek için izin istiyorum. Atıf abi
tamam tamam diyor. “Al götür sabahtan önce de
getirme. Çünkü yarın sabah final çekeceğim.
Kadir’in çok yorgun ve perişan olması lazım”
diyor. Biz sabaha kadar içip dağıtıyoruz. Sabah
baraja geldikten bir saat sonra Kadir’i uyandırıp
çekime başlıyorlar. Sonunda bu yüzden olsa gerek
final çok güzel oluyor.
Film çekilip 1978 yılının nisan ayında vizyona
giriyor. Film çok beğeniliyor. Ama bir handikap
var. Geleneksel Türk sinemasında filmin baş
oyuncuları sonunda beraber olurlar. Bu filmin
finali, bu alıskanlığın dışına çıkıyor. Çünkü filmin
mesajı emekten yana.
Hemen arkasından film, Taşkent Film Festivaline
Türkiye’yi temsilen davet ediliyor. Taşkent Film
Festivali bizim için çok önemli. O yüzden festivale
gitmeden önce 1000 adet kırmızı yazmanın üzerine, (ki yazmaların kenarları oyalı, yada pullu)
siyah olarak afişi bastırıyoruz. Türk geleneklerinde
nazara karşi yapılan mavi, nazar boncuklarından
da 2000 tane alıp Taşkent’e gidiyoruz. Atıf Yılmaz,
Kadir İnanir ve ben diğer davetlilerle birlikte
Taşkentdeyiz. Türkan hanım bir kaç gün sonra
geliyor.
Festivalin açılıs filmi oluyor „Selvi Boylum Al
Yazmalım“. Aynı ğece seyircilere armağan olarak
yaptırdığımız yazmaları dağıtıyorum. Ve de nazar
boncuklarını. Sinemanın içi gelincik tarlası gibi.
Film çok seviliyor. Bir kaç gün sonra akşam
yemeğine iki kişi gelip beni soruyorlar.
Tanışıyoruz. Biri Kırgızistan’ın sinema bakanı,
diğeri kültür bakanı. Cengiz Aytmatov’un bizi
Bugünkü adıyla Biskek olan Frunze hava alanına
indiğimizde büyük bir törenle karşılanıyoruz.
Aprondan ucağa doğru gelen kalabalığın en
önünde 15 kadar küçük kız ve erkek çocuklarından
oluşan gurup boyunlarımıza halka çelenkler
takıyorlar. Cengiz’in arkasında Kırgisistan’ın tüm
sanatçıları. Sinemacısı, tiyatrocusu, ressamı
heykeltraşı, müzisyeni, yazarı, şairi. Ve onlarin
arkasında Kırgızistan bakanlar kurulu. Ben bizim
ekibi teker teker Cengiz’e tanıştırıyorum. Sonra
VIP salonunda şampanyalar patlıyor. Hava sıcakmı
sıcak. Cengiz kulağıma eğilip “Önce otelemi
gidelim yoksa evemi” diye soruyor. “Eve” diyorum.
Çünkü yanımda getirdiğim valizin içinde Cengiz ve
ailesine Türkiye’den aldığım moda deri giysileri
vermek istiyorum. Bir konvoy halinde Cengiz’in
şehir dışında, Tiyensan dağlarının eteğinde ki
bahçeli evine gidiyoruz. Evin birinci kat sahanliğinda bir genç kız ve bir delikanlıbizlere kımız
ikram ediyor. İlk defa içiyoruz kımızı. Ekşimiş
ayrana benziyor. Bu bir kırgız içkisi. Birkaç tane
içip sofraya oturuyoruz. Masada 30’a yakın insan
var. Sohbet yemek içkilerden sonra otelimize
gidiyoruz. O akşam yanımızda getirdiğimiz Selvi
Boylum Al Yazmalım filminin gösterimi var. Film
ekibi olan bizler heyecandan titriyoruz. Heleki ben.
Sinema tıklım tıklım dolu. Salonun 10 katı insan
dışarıda bekliyor. Cengiz’le ben en arkada oturuyoruz. Film başladıktan 10 dakika sonra heyecandan ağlamak duygusu dolduruyor içimi.
Hemen fuayeye çıkıyorum. Film sonrası verilecek
resepsiyon hazırlanmış. Onlar çıkıncaya kadar
içiyorum. „Acaba Cengiz ne diyecek. Beğenecekmi. Yoksa „ne berbat film yapmışsın, hikayemi,
bombok etmişsin mi diyecek“ Bu düşüncelerle
bitiyor film.
Cengiz ilk çıkıyor fuayeye. Bana doğru yürürken
donup kalıyorum. Sonra iki elini açıp sarıyor beni.
„Bravo Arif“ diyor. „Çok güzel olmuş.“ Bütün
dünyalar benim olsa bu kadar sevinemem.
Uçuyorum mutluluktan. Kırgız Yönetmen Bolat
Semsiyef gelip sarılıyor boynuma. Filmin güzelliğinden söz ediyor. Ardından Senkul Corkmarof
“Bu hikayeyi biz daha önce iki defa çektik. Bir
sinema filmi, birde dizi olarak. Filmde Kadir
İnanır rolünü dizi de de Ahmet Mekin’in rolünü
oynadım. Ama itiraf edeyim ki sizin filminiz bizim
iki filmimizden de güzel. Hatta dört defa devlet
sanatçısıo ödülünü almış bu kirbaç gibi yağız
Kırgız delikanlısının sözünü hayatım boyunca
unutmayacağım.
Bir de Varna Film Festivalinde sinemacı bir Türk
‘ün söylediğini. „Selvi Boylum Al Yazmalım“ filmiyle bizler Bulgaristan’da ikinci sınıf
vatandaşlıktan, birinci sınıfa yükseldik“ demesini.
O gece resepsiyondan sonra kültür merkezinde
halaylar çekip, içkiler içip eğlendik.
Sabah erkenden kalkıp Türkan hanımla birlikte
birde Rüchan bey Bolat Sensiyef’in Beyaz Gemi adlı
filmini izleyip Tiyensan dağlarında onurumuza verilen
yemekte müthiş tandır kebaplarını yiyip sohbetler
ettik. Dağlardaki at sürülerinin valsini izledik.
Dönüşte Taşkent Festivalinde en önemli ödül olan
oyuncular birliğinin ödülünü Türkan Şoray’a verdiler. O yılın eylül’ün de yapılan Antalya film
şenliğinde „Selvi Boylum Al Yazmalım“ filmimiz
en iyi yönetmen, en iyi görüntü yönetmeni ve en
iyi ikinci film olarak büyük ödüllere layık görüldü.
Aynı festivalde prodüktörlüğünü yaptığım Maden
filmi de en iyi film dalında birinci oldu. O filmimde
oynayan Tarık Akan ve Hale Soygazi en başarılı
oyuncu, Meral Orhansoy’da en başarılı yardımcı
oyuncu ödüllerini kazandı. Ayrıca Maden filmi
Antalya’da Türkiye adına katıldığı uluslararası
jürinin değerlendirmesinde de en iyi film ödülünü
kazanmıştı.
Ve ben Antalya’dan bir dolu ödülle döndüm
Istanbul’a.
Bir sonraki yıl, yani 1979 da Varna film festivaline
davet edilmiştim. Festivalde filmim yoktu.
Ama „Selvi Boylum Al Yazmalim“ filmini
Bulgaristan’ın film alımlarına bakan başkan
bayan Gripceva’nin ısrarı üzerine çok az bir parayla,
yani bir bahşiş parası gibi bir paraya
Bulgaristan’a satmıştım. Bayan Gripceva bana bu
filmin iki ülke arasındaki bütün sorunları çözeceğini söylemişti. Buna beni de inandırmıştı. Ve
hiç te paraları olmadığını söylüyordu. Bulgaristan
o tarihte Sovyetler Birliğinin uydusuydu.
Komekam ülkelerin biriydi. Yukarda söylediğim
gibi bu fakir ülkeyle ülkem arasında zaman
zaman tatsızlıklar yaşanıyordu.
Kapıcıar Kralı’nın ödüllü oyuncusu Kemal Sunal’ı
da yanıma alarak Bulgaristan’ın Varna kentıne
gitmiştik. Bu 10 günlük bir geziydi bizim için,
festival için gelmiş Türk sinemacılarda vardı.
Eleştirmenlerde, yazarlarda. Gezdiğimiz heryerde,
duvarlarda, ağaclarda yapıştırılmış „Selvi Boylum
Al Yazmalım“ afişlerine rastlıyorduk. Bunlar afiş
değilde küçük afişetler gibiydi. Filmin rusça ismi
„Krasnaya Kasinka“ idi. Afisetlerde de bu isim
yazıyordu. Gripceva ile filmin durumunu
konuştuğumuzda mutluluktan gözlerinin içi
gülüyordu. „Ben sana söylemedimmi“ diyordu.
„Bu film çok şeyleri değiştirecek“ diye.
Gerçektende öyle olmuş. Çünkü Gripceva bizi hiç
yalnız bırakmamaya özen gösteriyordu. Ve bizi hiç
yalnız bırakmıordu. Birkaç gündür peşimizden
ayrılmayan Bulgaristan’lı bir Türk sinemacı bir
gün elinde o ay cikan bir sinema dergisiyle
yanımıza geldi. Hani yukarda sözünü ettiğim sinemacı. „Bu film sayesinde Bulgaristan’da ikinci sınıf
vatandaşlııan birinci sınıf vatandaşlığa yükseldik“diyen. Dergiyi okuyup bize tercüme etmeye
başladı. „Selvi Boylum Al Yazmalım“ filminin 6
aylı bilet satışı 16 milyonu bulmuş. „Çok para
kazanmış olmanız lazım“ dedi. Ben de Kemal’de
çok şaşırmıştık. 9 milyon Bulgaristan’da 16
milyon bilet olurmu diye o Türk’le tartıştık.
Delikanlı sadece kendisinin 15 defa gördüğünü
söyledi. Ama biz ikna olmadık. Yine de rakamları
fazla ciddiye almadık. Ama iki gün sonra Varna
dışında bir gazinoya benzeyen bir yere gitmiştik
Kemal’le. Burası orman içinde büyük anfiye benzer
bir yerdi. Etrafı çingene arabalarıyla çevrilmişti.
Kapıda bize yer olmadığınıs öylediler. Bende biraz
bağırıp çağırmaya başladığımdan, hemen bir Türk
çocuğu geldi yanımıa. 15 yaşlarında bir gençti.
„Abi siz Türkmüsünüz“ diye sordu. Bizde Türk
olduğumuzu ve festivale davetli geldiğimizi söyledik. Bunun üzerine çocuk bana „Krasnaya
Kasinka“ yi görüp görmediğimi sordu. Bende ona
filmin yapımcısı olduğumu söyleyince çocuk
sevinçten havalarda uçuyor gibiydi. „Ben 10 defa
gördüm. Daha on defa seyrederim. Siz burada
bekleyin. Şimdi müdürle konuşup geleceğim.
Gerci o Bulgar ama iyi bir adam. Sizi içeriye alır“
dedi. Beş dakika sonra yanında uzun boylu,
yakışıklı 35 yaşlarında bir adamla geldi yanımıza.
Bizi o adama tanıştırdı. Adam bizi güleryüzle
karşıladı. Çok onurlandığını, filmi 5 defa
gördüğünü söyledi. Bizi içeriye buyur etti. Önce
kapıdan girince anfinin etrafını çeviren arabalardan birine oturttu. “On dakika içinde size bir yer
ayarlayacağım. Özür dilerim” diyerek gitti.
Gerçekten on dakika sonra o çocukla birlikte gelip
bizi aldı. Anfinin tepesinden aşagı geniş
setler oluşturulmuş. Setler üzerinde
masalarda içkiler içiliyor yemekler yeniyordu. Setlerden
aşaği doğru inmeye
başladık, yürüdük,
yürüdük. En aşağıda
pistin önünde büyük
bir masa vardı. Sanırım
20 kişilik belkide 30. O
masaya bizi oturttu.
Ve bize bir hizmet
için Türk birisini
göndereceğini söyleyip
teşekkürler ederek çocukla birlikte gittiler. Biraz
sonra karnı burnunda hamile bir kadın geldi
masaya. Türkçe konuşuyordu. Yemek yediğimiz
için meyve falan bir şeyler istedik. Ne varki o
arada tüm o 3000 kişilik anfinin 6000 gözü bizim
üstümüze çevrilmişti. Çünkü biz Devlet erkanının
ya da parti büyükleri için özel olarak ayrılmış
masa da oturuyorduk. Kadının adı İklime idi.
Sahnede çingene kızları bale yapıyordu. Kemal’le
ikimiz onları seyrediyorduk. Balerinler çekilip
gittikten biraz sonra ellerinde çiçekler ve baş
balerinin elinde iki şişe şampanya ile masamıza
geldiler. İklime de masada “Krasnaya Kasinka”
filminden dolayı bizi kutladıklarını vekendilerini
onurlandırdığımız için mutluluklarını çiçekler ve
şampanyalarla ifade etmeye çalışıyorlardı.
Gördüğümüz ilgiden dolayı biz de
Türksinemacının dergide gösterdiği 16 milyon
biletkesilme olayına gerçekten inanmıştık.
Yaptığımız bir filmden bu kadar onurlanmak,
sinemacılığın bize kazandırdığı en büyük
mutluluktu.
Zamanı geldiğinde bir film uluslararası barışın en
büyük destekcisidir. Yeterki o filmi yapmasını
bilelim diyor um. Ve sözlerimi Türkiye
Cumhuriyretinin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk’ün “YURTTA BARIŞ DÜNYADA
BARIŞ’’sözleriyle bitiriyorum.
Ve Selvi Boylum Al Yazmalım Filminin
32 yıl sonr a res tor asyonu
adına katkıda bulunan T.C
kültür veTurizm Bakanlığına,
Fondation Groupama Gan
for Cinema, Fondation
Te c h n i c o l o r f o r
Cinema Heritage,
Vipsaş ve Fono
film çalışanlarına
sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Arif KESKİNER
All about the shooting of the film
Selvi Boylum al Yazmalim and its release...
Midsummer 1977. We were invited to the Moscow
Film Festival. My friend the director Zeki Ökten
and I. During that time we were also awaiting
news from the Antalya Film Festival. Of the competition for the film Kapıcılar Kralı (The Concierge
King) I made with Zeki Ökten, starring Kemal
Sunal. Our tickets to Moscow were all ready. The
day before we were due to fly we received news
from Antalya. We had won awards at Antalya
too…Zeki Ökten got the “Best Director” award.
Our film had been chosen best second film. To
that day nobody starring in a comedy had ever
won an award at the Antalya Festival. Breaking
this tradition, Kemal Sunal was chosen Best
Actor. We were on cloud nine. The prizes were
going to be awarded the following day but the
following day we would be headed for Moscow. I
immediately delegated the job to my brother.
Because Kemal refused to fly they would drive to
Antalya. They were going to collect the awards.
They went to the awards ceremony and Zeki and I
flew to Moscow. It was our first visit to Moscow.
At the festival I coincided a few times with the
famous Khirgiz writer Cengiz Aytmatov, whom
I had met before when he came to Turkey. We
chatted about literature and cinema. During one
of those chats he asked “Why don’t you make
films of my books?” I replied, “They would, but
they’re afraid of writing your name on the
poster.” “Why’s that?” he said. “Because even if
you’re Khirgiz you’re still a citizen of the Soviet
Union. In Turkey even mentioning the Soviet
Union is regarded as a crime. It’s not that easy.
But if I do it one day I’ll make sure I write your
name on the poster in huge letters. Let’s just
hope that day comes.”
This was how it all started. I’m going to pause
here before I go on.
Upon my return from Moscow I was snowed under
with work. Management was expecting a film
from me. Kapıcılar Kralı (The Concierge King) had
been a huge success and done very well at the
box office. It was as though our next film too was
guaranteed to be a success. I had only been a
producer for 3-4 years. And I had made three
films. I was considered successful. My manager in
Adana and my friend İzzet Yılmaz wanted a film
with Türkan Şoray in the leading role. And I had
obtained a date for shooting from Ms Şoray. Atıf
Yılmaz was going to shoot the film. Atıf abi1 was
an old friend. And one of the best film directors.
While I was at university, some 15-16 years before
this time, my friend Yılmaz Güney worked as Atıf
Yılmaz’s assistant. And because I needed money I
asked my friend Güney to get me a few days’ work
on the film. He had a word with Atıf Yılmaz and I
earned myself a few pounds by working on the
film set for five days. Atıf Yılmaz was everybody’s
Atıf abi. He was intellectual, progressivist, and he
had left wing sympathies. And we too grew up
with the same convictions. Atıf abi and I began to
work on script research. We started to work on a
story by my dramatist friend Türker Tekin. But in
the end the story went in a direction we didn’t
want it to go and it turned into a dark film story.
Ms Şoray was awaiting the script impatiently.
Eventually we confessed the situation. The fact
that it hadn’t worked in other words. One day,
while we were discussing this, Ms Şoray said “Atıf
1 Translator’s note; abi is an affectionate term of respect used to
address older males.
Bey, I have a book. Read it, I’m sure you’ll love it.
It would make a wonderful film.” Atıf abi replied
“Let me have a word with Arif and then we’ll decide.”
The next day Atıf abi came to the office and said,
“I’ve got this story by Cengiz Aytmatov called
Selvi Boylum Al Yazmalım. Have you read it?”
“Of course I have” I replied. “I’ve read all of
Cengiz’s books. Al Yazmalım is a great story.” “In
that case let’s do it” he said. I vetoed it, because
everyone knew that story. It had been made into
a photo love story a few times too. “One was even
called ‘A Driver’s Story’” I said. “Good” said Atıf
abi, “even better. We’ll turn it into a movie.
Cinema is different from photo love stories. If it’s
that good we’ll make a good movie. You know
Cengiz. You sort out the rights, and we’ll start on
the film script right away.”
“Okay abi” I said. I said okay but I had neither
Cengiz’s telephone number or his address. But I
knew that if I wrote a letter and addressed it to
Cengiz Aytmatov, Soviet Union, it would reach
him. It would find Cengiz.
And that’s what I did. I wrote a letter. I put
Cengiz Aytmatov on the envelope and sent it
without any address at all. And in it I wrote that
I wanted to make a film of his story Selvi Boylum
Al Yazmalım, that we had started working on the
film script and that when it was finished we
would send it to him for his approval.
Everything went according to plan. Ten days later
I received a telegram from Cengiz, saying “My
dear Arif, your idea of turning my story into a film
has made me very happy. No need to send me the
film script. I’ll see the film. Regards. Affection.”
I showed the telegram to Atıf abi.
Let’s get started right away then. Is there anyone
you recommend for the film script?”
“No, you can work with whoever you like” I said.
“How about Ali Özgentürk?”
“Why not.”
That’s how we spoke to Ali and got started on the
film script. The five male actors in the film and
the other male actors’ roles were as important as
Ms Şoray’s. Atıf abi and I discussed the casting.
Kadir İnanir and Ahmet Mekin. Both were very
good friends of mine. Things were starting to get
off the ground.
There was a dilemma in the story for us. When all
was said and done it was a story set in the Soviet
system. The story is set in a kolkhoz. Because
kolkhozes do not exist in the capitalist system we
decided to turn it into the story of a lorry driver
working on a dam construction. The plot develops
around the dam and its vicinities. Independently
of the child being Türkan and Kadir’s, the new
father, Ahmet Mekin, who steps in to take the
place of Kadir who abandoned his child and family,
loves and raises him as if he were his own son.
The film advocates the thesis that Kadir’s wish to
retrieve his son and take his wife away with him
after so many years of absence is wrong and that
the child is the child of the person who has exerted effort on his behalf, transmitting the message that Love is Emotional Investment. Next arose
the problem of where to shoot the film. We came
up with a solution for that too. Because it was
obvious where we would shoot the film. There
was a dam under construction in Osmaniye called
the Aslantas Dam. The plot became the story of a
driver working on a dam construction. While the
writing of the film script was underway I set up
the team. And we went on location to shoot before
the script was finished. The team was lodged in
local dam housing. That was very convenient for
us. I sent my brother to go and take charge of the
situation. And from time to time I also popped
over to Osmaniye to keep an eye on things.
At this stage a shortage of actors led us to take
on Cengiz Sezici from the Adana Theatre. It was
his first time playing a baddie. Cengiz gave a
magnificent performance.
And we also needed a small child. Just as we were
wondering where we would find one, that day,
amongst the people who came to see the set,
were the cinema actor from Adana, Bilal İnci, and
his wife and small daughter. Atıf abi was delighted with the little girl and immediately said “Let’s
cut her hair and turn her into a boy. She can be
in the film too.” Elif’s hair was cropped on the
spot. And thus the little girl Elif became the boy
Samet. Today she’s grown up and her career as a
theatre and cinema actress continues.
On one of my visits I asked Atıf abi’s permission
to go into town with Kadir Inanir. Atıf abi said
“Okay okay. Take him into town and don’t bring
him back until morning. Because tomorrow I’m
shooting the finale. Kadir needs to be exhausted
and distraught”. We drank and made merry until
dawn. An hour after we got back to the dam in
the morning someone woke Kadir up and they
started shooting. In the end, even if it was only
for that reason, the finale was superb.
The film was shot and went on release in April
1978. It was a huge success. But there was a handicap. In Traditional Turkish cinema the leading
lady and man end up together. The end of this
film flouted this convention. Because the film’s
message is in favour of emotional investment.
Immediately afterwards the film was invited to
represent Turkey at the Taşkent Film Festival. The
Taşkent Film Festival was very important for us.
Which was why, before we went, we had 1,000
posters printed in black on red kerchiefs with
embroidered or spangled edges. We also took
with us 2,000 blue nazar boncuks2 which, according to Turkish tradition, would protect us from
the evil eye. Atıf Yılmaz, Kadir İnanir, the other
guests and I went to Taşkent. Ms Şoray arrived a
few days later.
Selvi Boylum Al Yazmalım was the festival’s
opening film. That same night I presented the
viewers with the kerchiefs we had had made for
them as gifts. As well as the nazar boncuks. The
cinema auditorium looked like a poppy field. The
viewers loved the film. A few days later two people
came looking for me at dinner. We introduced
ourselves. One was a minister of cinema from
Kyrgyzstan, the other a minister of culture. They
told me that Cengiz Aytmatov was inviting us to
Kyrgyzstan. During a one day break in the festival
we travelled, together with a team, from Özbekistan to Kyrgyzstan. Türkan Şoray, Rüchan Adlı,
Kadir İnanır, Atıf Yılmaz, me, the minister of
2 Blue beads in the form of an eye, believed to ward off the evil eye.
Cinema Professor Oğuz Onaran, our consul Necil
Nedimoğlu, his wife Emine and our interpreter,
Ekber Babayef. People speak of Ekber as the man
whom Nazım Hikmet loved like a son.
When we arrived at Biskek airport which, in those
days, was called Frunze, we were greeted with a
huge ceremony. A group of some 15 small girls
and boys at the head of a crowd approaching the
aeroplane from the apron draped garlands
around our necks. Behind Cengiz came every
artist in Kyrgyzstan. Cinematographers, theatre
actors, painters, sculptors, musicians, writers,
poets. And behind them the Kyrgyzstan council of
ministers. I introduced each person in our team
to Cengiz individually. Then the champagne bottles started popping in the VIP lounge. It was
sweltering. Cengiz whispered into my ear “Would
you like to go home first or to the hotel?” “Home”
I said. Because I wanted to give Cengiz and his
family the leather clothes I had bought them
from Turkey. In convoy we went to Cengiz’s house
with the big garden outside the city, located at
the foot of the Tian Shan mountains. On the first
floor landing a young girl and boy served us
kımız3. It was my first taste of the drink. It was
like sour ayran4. It’s a kirghiz drink. We drank
several glasses, then almost 30 of us sat down at
the table. We ate and drank and chatted, then
headed to our hotel. That night there was a
screening of Selvi Boylum Al Yazmalım which we
had brought with us. We, the film team, were
trembling with excitement. Me in particular.
The cinema was packed. A crowd of people ten
times bigger than the number of people in the
auditorium was waiting outside. Cengiz and I
were sitting in the last row. 10 minutes into the
film I was overcome with the urge to weep with
emotion. I went out into the foyer immediately.
The reception that would be given after the film
was all prepared. I knocked back one drink after
the other until the rest of them came out. “What
would Cengiz say? Would he like it? Or would he
say “What a useless film you’ve made of my book,
you’ve turned my story into a pile of shit.” With
these thoughts racing through my head the film
came to an end.
Cengiz was the first to come out into the foyer. I
stood still as he walked towards me. Then he opened his arms wide and embraced me. “Bravo Arif”
he said. “It was wonderful.” I wouldn’t have been
that happy if someone had made me a present of
the whole world. I was wild with joy. The Kirghiz
director Bolat Semsiyef came and embraced me.
He praised the film. He was followed by Senkul
Corkmanof, who said “We have filmed this story
twice before. Once as a cinema film, once as a
serial. In the film I played Kadir İnanır’s part, and
in the series I played Ahmet Mekin’s part. But
allow me to confess that your film is better than
both of ours. For as long as I live I will never forget
the words of that swarthy young man who had
carried off the prize of state artist four times. Nor
the words of a Turkish film maker at the Varna
Film Festival, who said “In Bulgaria Selvi Boylum
Al Yazmalım has elevated us from second class to
first class citizens.”
That night after the reception we danced the
halay5, drank and made merry.
3 A drink made from fermented mare’s milk.
4 A refreshing drink made from yogurt, salt and water.
5 An Anatolian Folk dance
We got up early the following morning and, together with Ms Şoray and Rüchen bey, watched
Bolat Sensiyef’s film Beyaz Gemi (The White Boat)
then feasted on spectacular tandoor kebabs while
chatting at the lunch given in our honour on the
Tian Shan mountains. We watched the waltz of
the wild horses on the mountains.
Upon our return to the Taşkent Festival Türkan
Şoray received the most important award, that of
the actors’ union. At the Antalya Film festival of
that year Selvi Boylum Al Yazmalım was deemed
worthy of the major awards for best director, best
cinematographer and best second film.
At the same festival the film Maden, which I also
produced, won first prize for best film. Tarık Akan
and Hale Soygazı, who starred in that film, won the
award for the most successful actor and actress,
while Meral Orhansoy won the award for the most
successful supporting actress. Furthermore, in
the estimation of the international jury in
Antalya, where it entered on behalf of Turkey,
Maden won the award for best film.
And I returned to
Istanbul from Antalya
with a whole collection
of awards.
The following year, that
is, 1979, I was invited
to the Varna film festival. I didn’t have a film
at the festival. But upon
the insistence of Ms
Gripceva, the minister
in charge of Bulgaria’s
film acquisitions, I sold
Selvi Boylum Al Yazmalım
to Bulgaria for next
to nothing, in other
words, for the price of a
tip. Ms Gripceva told me
the film would smooth
out all the problems
between our two countries. Which is what convinced me. And she insisted they had no money. At
that time Bulgaria was a Soviet satellite state.
And a komekam country. As I mentioned above,
there were disagreements from time to time
between this poor country and my country.
Accompanied by the award winning actor of
Kapıcılar Kralı (The Concierge King) Kemal Sunal, I
went to Varna in Bulgaria. This was a 10 day trip
for us, there were also Turkish film makers there
who had gone for the festival. And critics, and
writers. Everywhere we went, on walls, on tree
trunks, we found posters for Selvi Boylum Al
Yazmalım. They were more like flyers than posters.
The film’s name in Russian was “Krasnaya
Kasinka”. That was also the name that appeared
on the flyers. When Gripceva and I discussed how
the film was doing her eyes radiated happiness.
“Didn’t I tell you” she said “This film is going to
change a lot of things.” And she was right.
Because Gripceva went out of her way to ensure
we were never left alone. She never left our side.
One day a Bulgarian Turkish film maker who had
been pursuing us relentlessly for several days
approached us clutching a film magazine that had
come out that month. The same film maker I
mentioned above. The one who said “Thanks to
this film, in Bulgaria we have been elevated from
second class to first class citizens.” Reading from
the magazine he began to translate for us. “Six
months of box office sales for Selvi Boylum Al
Yazmalım have hit the 16 million mark. You must
have made a fortune” he said. Both Kemal and I
were amazed. How can a population of 9 million
in Bulgaria equal 16 million tickets we argued
with that Turk. The young man said that he alone
had seen it 15 times. But we were not convinced.
We still didn’t take the figures too seriously. But
two days later Kemal and I went to a place outside Varna that looked like a big night club. It was
like a large amphitheatre in the midst of the jungle.
All around it were gypsies’ caravans. At the door
they told us they were fully booked. And because
I started making a fuss, a young Turkish boy of
about 15 immediately approached us. “Abi are
you Turkish?” he asked. To which we replied that
indeed we were and that we had been invited to the
festival. Upon which the child enquired whether I
had seen “Krasnaya Kasinka”. When I told him I
was the film’s producer the child was ecstatic. “I’ve
seen it 10 times. And I’d see it another 10. You
wait here. I’ll go and talk to the manager and I’ll
be right back. That Bulgarian man is a nice chap,
he’ll let you in.” he said. Five minutes later he
came back with a tall, handsome man of about
35. He introduced us to him. The man greeted us
with a smile. He said it was a great honour and
that he had seen the film 5 times. He invited us
in. Once we entered he seated us in one of the
caravans bordering the amphitheatre. “I’ll sort
you out with a seat in 10 minutes, I’m sorry” he
said, and left. True to his word, in ten minutes he
came back for us with the child. The amphitheatre
was comprised of wide platforms from top to bottom. There were tables on each platform, laden
with food and drink. We started descending from
the platforms, we walked and walked. Right at the
bottom, beside the stage, there was a large table.
I think it must have seated about 20, maybe 30.
He seated us there. And saying he would send us
a Turk to serve us he thanked us and left with the
child. Shortly afterwards a heavily pregnant
woman came to the table. She spoke Turkish.
Because we had already eaten we ordered fruit
and snack type things. At that moment all 6,000
eyes of the 3,000 people seated in the amphitheatre were turned on us. Because we were
sitting at the table reserved for state officials or
party big wigs. The woman’s name was İklime. On
the stage gypsy girls were performing ballet.
Kemal and I were watching them. Shortly after
the ballerinas exited the stage they came to our
table holding flowers and, in the case of the lead
ballerina, two bottles of champagne. İklime told
us they were congratulating us on “Krasnaya
Kasinka” and that they were trying to express
their happiness to have been honoured by our
presence with flowers and champagne. And
because of the attention we had received we
finally believed the anecdote about the 16 million
box office tickets that the Turkish film maker had
shown us in the magazine. For the film we had
made to bring us such honour was the greatest
happiness that being a film maker had bestowed
on us.
When the time comes a film is the greatest
supporter of international peace between two
nations. As long as we know how to make that
film I say. And I end my words with a quote from
the founder of the Turkish Republic, Mustafa
Kemal Atatürk: “PEACE AT HOME PEACE IN THE
WORLD”. And I would like to express my sincere
gratitude to the T.R. ministry of culture and
tourism who, after 32 years, are participating in
the restoration of Selvi Boylum Al Yazmalim, to
Fondation Groupama Gan for Cinema, Fondation
Technicolor for Cinema Heritage, and to those
who work at Vipsaş and Fono film.
Arif KESKİNER
Atıf Yılmaz Batıbeki Kimdir?
9 Aralık 1925, Mersin – Türkiye
5 Mayis 2006, İstanbul – Türkiye
Atıf Yılmaz İstanbul Üniversitesi’nde Hukuk ve Güzel Sanatlar okudu. Önceleri film eleştirmeni, senaryo
yazarı ve yardımcı yönetmen olarak çalıştı. İlk filmi Kanlı Gözyaşı’nı 1951’de yaptı. 50 yıl boyunca
yaklaşık 120 adet film yönetti. Ulusal ve uluslararası ödüller kazandı ve filmleri uluslararası
festivallerde ‘maziye ait’ bölümlerinde gösterildi. Yaşamı boyunca, ekonomik nedenlerle sinema
endüstrisinin film yapmayı durdurduğu dönemlerde dahi film yapmaktan asla vazgeçmedi.
Atıf Yılmaz, Halit Refiğ, Yılmaz Güney, Şerif Gören, Zeki Ökten ve Ali Özgentürk gibi tanınmış diğer Türk
film yönetmenlerinin profesyonel kariyerlerinde de önemli rol oynadı.
FILMLERI
1. Eğreti Gelin (2005) nam-ı diğer Borrowed Bride
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
2. Eylül fırtınasi (2000) nam-ı diğer After the Fall
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
3. Nihavend mucize (1997)
4. Yer çekimli aşklar (1996)
5. Gece, melek ve bizim çocuklar (1994)
6. "Tatlı Betüş" (1993) Kısa TV filmi
7. Duş gezginleri (1992) nam-ı diğer Walking After
Midnight (Uluslararası: İngilizce ünvan)
8. "Safiyedir kızın adı" (1991) Kısa TV filmi
9. Berdel (1990)
10. Ölü bir deniz (1989)
11. Arkadaşım şeytan (1988) nam-ı diğer Devil, My Friend
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
12. Kadının adı yok (1988)
13. Hayallerim, aşkım ve sen (1987)
14. Aaah Belinda (1986)
15. Asiye nasıl kurtulur? (1986)
16. Değirmen (1986) nam-ı diğer The Windmill
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
17. Adı Vasfiye (1985) nam-ı diğer Her Name Is Vasfiye
(Uluslararası İngilizce ünvan: festival ünvanı)
nam-ı diğer Vasfiye Is Her Name
18. Dul bir kadın (1985)
19. Bir yudum sevgi (1984) nam-ı diğer A Sip of Love
(Uluslararası İngilizce ünvan: festival ünvanı)
20. Dağınık yatak (1984)
21. Şekerpare (1983)
22. Seni seviyorum (1983)
23. Dolap beygiri (1982)
24. Mine (1982)
25. Deli kan (1981)
26. Talihli amele (1980)
27. Adak (1979) nam-ı diğer The Sacrifice (ABD)
28. Minik Serçe (1979) nam-ı diğer The Little Sparrow
(ABD)
29. Ne olacak şimdi (1979)
30. "Seyahatname" (1979) Kısa TV filmi
31. Kibar Feyzo (1978)
32. Selvi boylum, al yazmalım (1978) nam-ı diğer The Girl
with the Red Scarf (Uluslararası: İngilizce ünvan)
33. Köşeyi dönen Adam (1978)
34. Acı hatiralar (1977)
35. Baskın (1977) nam-ı diğer The Raid (Uluslararası:
İngilizce ünvan)
36.
37.
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
54.
55.
56.
57.
58.
59.
60.
61.
62.
63.
64.
65.
66.
67.
68.
69.
70.
71.
72.
73.
74.
75.
76.
İbo ile Gülsah (1977)
Baş belası (1976)
Hasip ile nasip (1976)
Mağlup edilemeyenler (1976)
Tuzak (1976)
Çapkın hırsız (1975)
Deli Yusuf (1975)
İşte hayat (1975)
Zavallılar (1975) nam-ı diğer The Poor
(Uluslararası: İngilizce ünvan) nam-ı diğer
The Suffering Ones
Kuma (1974)
Salako (1974)
Güllü geliyor güllü (1973)
Kambur (1973)
Mevlana (1973)
Cemo (1972)
Gelinlik kızlar (1972)
Günahsızlar (1972)
Köle (1972)
Utanç (1972) nam-ı diğer Shame (Uluslararası:
İngilizce ünvan)
Zulüm (1972)
Ateş parçası (1971)
Battalgazi destanı (1971) nam-ı diğer Batal Khan
(ABD: video ismi)
Güllü (1971)
Unutulan kadın (1971)
Yedi kocalı Hürmüz (1971)
Aşktan da üstün (1970)
Darıldın mi cicim bana? (1970)
Kara gözlüm (1970)
Zeyno (1970)
Kızıl vazo (1969)
Kölen olayım (1969)
Menekşe gözler (1969)
Cemile (1968)
Köroğlu (1968)
Yaseminin tatlı aşkı (1968)
Balatlı Arif (1967)
Harun Reşid'in gözdesi (1967)
Kozanoğlu (1967)
Ah güzel Istanbul (1966) nam-ı diğer O Beautiful
Istanbul (Uluslararası: İngilizce ünvan)
Sevgilim artist olunca (1966)
Ölüm tarlası (1966) nam-ı diğer The Death Field
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
77. Pembe Kadın (1966)
78. Toprağın kanı (1966) nam-ı diğer Blood of the Earth
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
79. Hep o sarkı (1965)
80. Taçsız kral (1965) nam-ı diğer The Crownless King
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
81. Muradın türküsü (1965)
82. Sayılı dakikalar (1965)
83. Yarın bizimdir (1964)
84. Erkek Ali (1964)
85. Kalbe vuran düşman (1964)
86. Keşanli Ali destanı (1964) nam-ı diğer Kesanli Ali's
Epic (Uluslararası: İngilizce ünvan)
87. Azrailin habercisi (1963) nam-ı diğer The Messenger
of Death (Uluslararası: İngilizce ünvan)
88. İki gemi yan yana (1963) nam-ı diğer Two Ships,
Side by Side (Uluslararası: İngilizce ünvan)
89. Cengiz Han'in hazineleri (1962) nam-ı diğer
Treasures of Genghis Khan (Uluslararası: İngilizce
ünvan)
90. Battı balık (1962)
91. Beş kardeştiler (1962)
92. Bir gecelik gelin (1962)
93. Allah cezanı versin Osman Bey (1961)
94. Dolandırıcılar şahi (1961) nam-ı diğer King of the
Swindlers (Uluslararası: İngilizce ünvan)
95. Kızıl vazo (1961) nam-ı diğer The Red Vase
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
96. Seni kaybedersem (1961) nam-ı diğer If I Lose You...
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
97. Tatlı bela (1961) nam-ı diğer The Sweet Calamity
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
98. Ayşecik - Şeytan çekici (1960) nam-ı diğer Aysecik:
Bright Kid (Birleşik Krallık: harfi harfine İngilizce
başlık)
99. Ölüm perdesi (1960) nam-ı diğer The Death Curtain
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
100. Suçlu (1960) nam-ı diğer The Guilty One
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
101. Karacaoğlan'ın kara sevdası (1959)
102. Alageyik (1958) nam-ı diğer The Fallow Deer
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
103. Bir şoförün gizli defteri (1958)
104. Bu vatanın çocukları (1958) nam-ı diğer This
Land's Children (Uluslararası: İngilizce ünvan)
105. Kumpanya (1958)
106. Yaşamak hakkımdır (1958)
107. Gelinin muradı (1957)
108. Beş hasta var (1956) nam-ı diğer There Are Five
Patients (Uluslararası: İngilizce ünvan)
109. Dağları bekleyen kız (1955) nam-ı diğer The Girl
Who Watched the Mountain (Uluslararası:
İngilizce ünvan)
110. İlk ve son (1955) nam-ı diğer The First and the
Last (Uluslararası: İngilizce ünvan)
111. Kadın severse (1955) nam-ı diğer If a Woman
Loves... (Uluslararası İngilizce ünvan: harfi
harfine başlık)
112. Şimal yıldızı (1954) nam-ı diğer The North Star
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
113. Aşk ızdıraptır (1953)
114. Hıçkırık (1953) nam-ı diğer The Sob (Uluslararası:
İngilizce ünvan)
115. İki kafadar deliler pansiyonunda (1952)
116. Kanlı feryat (1951) nam-ı diğer The Bloody Cry
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
117. Mezarımı taştan oyun (1951)
SENARYOLARİ
1. Eğreti Gelin (2005) (yazar) nam-ı diğer Borrowed
Bride (Uluslararası: İngilizce ünvan)
2. "Tatlı Betüş" (1993) Kısa TV filmi (yazar)
3. Asiye nasıl kurtulur? (1986) (yazar)
4. Dul bir kadın (1985) (senaryo)
5. Bir yudum sevgi (1984) (yazar) nam-ı diğer A Sip
of Love (Uluslararası İngilizce ünvan: festival
başlığı)
6. Mine (1982) (yazar)
7. Zübük (1980) (yazar)
8. Ne olacak şimdi (1979) (yazar)
9. Mağlup edilemeyenler (1976) (yazar)
10. Deli Yusuf (1975) (yazar)
11. Zavallılar (1975) (yazar) nam-ı diğer The Poor
(Uluslararası: İngilizce ünvan) nam-ı diğer
The Suffering Ones
12. Kuma (1974) (yazar)
13. Ateş parçası (1971) (yazar)
14. Battalgazi destanı (1971) (yazar) nam-ı diğer Batal
Khan (ABD: video başlığı)
15. Kızıl vazo (1969) (yazar)
16. Yaseminin tatlı aşkı (1968) (yazar)
17. Keşanlı Ali destanı (1964) (yazar) nam-ı diğer Kesanli
Ali's Epic (Uluslararası: İngilizce ünvan)
18. Öp annenin elini (1964) (yazar)
19. Yaban gülü (1962) (yazar) nam-ı diğer The Wild Rose
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
20. Seni kaybedersem (1961) (yazar) nam-ı diğer If I
Lose You... (Uluslararası: İngilizce ünvan)
21. Ateşten damla (1960) (yazar) nam-ı diğer A Drop of
Fire (Uluslararası: İngilizce ünvan)
22. Şoför Nebahat (1960) (yazar) nam-ı diğer Nebahat,
the Driver (Uluslararası: İngilizce ünvan)
23. Suçlu (1960) (yazar) nam-ı diğer The Guilty One
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
24. Karacaoğlan'ın kara sevdasi (1959) (yazar)
25. Alageyik (1958) (yazar) nam-ı diğer The Fallow Deer
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
26. Bir şoförün gizli defteri (1958) (yazar)
27. Bu vatanın çocukları (1958) (yazar) nam-ı diğer
This Land's Children (Uluslararası: İngilizce ünvan)
28. Çoban kızI (1958) (yazar) nam-ı diğer The
Shepherd's Daughter (Uluslararası: İngilizce ünvan)
29. Kumpanya (1958) (yazar)
30. Üç arkadaş (1958) (yazar) nam-ı diğer Three
Friends (Uluslararası: İngilizce ünvan)
31. Yaşamak hakkımdır (1958) (yazar)
32. Gelinin muradı (1957) (yazar)
33. Beş hasta var (1956) (yazar) nam-ı diğer There Are
Five Patients (Uluslararası: İngilizce ünvan)
34. Dağları bekleyen kız (1955) (yazar) nam-ı diğer
The Girl Who Watched the Mountain (Uluslararası:
İngilizce ünvan)
35. Kadın severse (1955) (yazar) nam-ı diğer If a
Woman Loves... (Uluslararası İngilizce ünvan:
harfi harfine başlık)
36. Aşk ızdıraptır (1953) (yazar)
37. Hıçkırık (1953) (yazar) nam-ı diğer The Sob
(Uluslararası: İngilizce ünvan)
38. İki kafadar deliler pansiyonunda (1952) (yazar)
39. Kanlı feryat (1951) (yazar) nam-ı diğer The Bloody
Cry (Uluslararası: İngilizce ünvan)
Who is Atif Yilmaz Batibeki ?
9 December 1925, Mersin – Turkey
5 May 2006, Istanbul – Turkey
Atif Yilmaz studied Law and Fine Arts in Istanbul University. In the beginnings, he worked as a film
critic, scriptwriter and assistant director, he made his first film The Bloody Cry in 1951. He has
directed about 120 films over a period of 50 years. He has won national and international awards
and his films have been screened in retrospectives in various international festivals. He never gave
up making movies throughout his life, and even in the time when the industry stopped filmmaking
due to economic reasons.
Atif Yilmaz played an important role in the professional career of notable Turkish film directors like
Halit Refig, Yilmaz Güney, Serif Gören, Zeki Ökten and Ali Özgentürk.
FILMOGRAPHY
1. Egreti gelin (2005) aka Borrowed Bride
(International: English title)
2. Eylül firtinasi (2000) aka After the Fall
(International: English title)
3. Nihavend mucize (1997)
4. Yer çekimli asklar (1996)
5. Gece, melek ve bizim çocuklar (1994)
6. "Tatli Betüs" (1993) TV mini-series
7. Dus gezginleri (1992) aka Walking After
Midnight (International: English title)
8. "Safiyedir kizin adi" (1991) TV mini-series
9. Berdel (1990)
10. Olu bir deniz (1989)
11. Arkadasim seytan (1988) aka Devil, My Friend
(International: English title)
12. Kadinin adi yok (1988)
13. Hayallerim, askim ve sen (1987)
14. Aaah Belinda (1986)
15. Asiye nasil kurtulur? (1986)
16. Degirmen (1986) aka The Windmill
(International: English title)
17. Adi Vasfiye (1985) aka Her Name Is Vasfiye
(International: English title: festival title)
aka Vasfiye Is Her Name
18. Dul bir kadin (1985)
19. Bir yudum sevgi (1984) aka A Sip of Love
(International: English title: festival title)
20. Daginik yatak (1984)
21. Sekerpare (1983)
22. Seni seviyorum (1983)
23. Dolap beygiri (1982)
24. Mine (1982)
25. Deli kan (1981)
26. Talihli amele (1980)
27. Adak (1979) aka The Sacrifice (USA)
28. Minik Serce (1979) aka The Little Sparrow (USA)
29. Ne olacak simdi (1979)
30. "Seyahatname" (1979) TV mini-series
31. Kibar Feyzo (1978)
32. Selvi boylum, al yazmalim (1978) aka The Girl
with the Red Scarf (International: English title)
33. Köseyi dönen Adam (1978)
34. Aci hatiralar (1977)
35. Baskin (1977) aka The Raid (International:
English title)
36. Ibo ile Gülsah (1977)
37. Bas belasi (1976)
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
54.
55.
56.
57.
58.
59.
60.
61.
62.
63.
64.
65.
66.
67.
68.
69.
70.
71.
72.
73.
74.
75.
76.
77.
78.
Hasip ile nasip (1976)
Maglup edilemeyenler (1976)
Tuzak (1976)
Çapkin hirsiz (1975)
Deli Yusuf (1975)
Iste hayat (1975)
Zavallilar (1975) aka The Poor
(International: English title) aka The Suffering
Ones
Kuma (1974)
Salako (1974)
Gullu geliyor gullu (1973)
Kambur (1973)
Mevlana (1973)
Cemo (1972)
Gelinlik kizlar (1972)
Günahsizlar (1972)
Köle (1972)
Utanç (1972) aka Shame (International:
English title)
Zulüm (1972)
Ates parcasi (1971)
Battalgazi destani (1971) aka Batal Khan
(USA: video title)
Gullu (1971)
Unutulan kadin (1971)
Yedi kocali Hürmüz (1971)
Asktan da üstün (1970)
Darildin mi cicim bana? (1970)
Kara gözlüm (1970)
Zeyno (1970)
Kizil vazo (1969)
Kölen olayim (1969)
Menekse gözler (1969)
Cemile (1968)
Köroglu (1968)
Yaseminin tatli aski (1968)
Balatli Arif (1967)
Harun Resid'in gözdesi (1967)
Kozanoglu (1967)
Ah güzel Istanbul (1966) aka O Beautiful
Istanbul (International: English title)
Sevgilim artist olunca (1966)
Ölüm tarlasi (1966) aka The Death Field
(International: English title)
Pembe Kadin (1966)
Topragin kani (1966) aka Blood of the Earth
(International: English title)
79. Hep o sarki (1965)
80. Taçsiz kral (1965) aka The Crownless King
(International: English title)
81. Muradin türküsü (1965)
82. Sayili dakikalar (1965)
83. Yarin bizimdir (1964)
84. Erkek Ali (1964)
85. Kalbe vuran düsman (1964)
86. Kesanli Ali destani (1964) aka Kesanli Ali's Epic
(International: English title)
87. Azrailin habercisi (1963) aka The Messenger of
Death (International: English title)
88. Iki gemi yan yana (1963) aka Two Ships, Side by
Side (International: English title)
89. Cengiz Han'in hazineleri (1962) aka Treasures of
Genghis Khan (International: English title)
90. Batti balik (1962)
91. Bes kardestiler (1962)
92. Bir gecelik gelin (1962)
93. Allah cezani versin Osman Bey (1961)
94. Dolandiricilar sahi (1961) aka King of the
Swindlers (International: English title)
95. Kizil vazo (1961) aka The Red Vase
(International: English title)
96. Seni kaybedersem (1961) aka If I Lose You...
(International: English title)
97. Tatli bela (1961) aka The Sweet Calamity
(International: English title)
98. Aysecik - Seytan cekici (1960) aka Aysecik: Bright
Kid (UK: literal English title)
99. Ölüm perdesi (1960) aka The Death Curtain
(International: English title)
100. Suçlu (1960) aka The Guilty One (International:
English title)
101. Karacaoglan'in kara sevdasi (1959)
102. Alageyik (1958) aka The Fallow Deer
(International: English title)
103. Bir soförün gizli defteri (1958)
104. Bu vatanin çocuklari (1958) aka This Land's
Children (International: English title)
105. Kumpanya (1958)
106. Yasamak hakkimdir (1958)
107. Gelinin muradi (1957)
108. Bes hasta var (1956) aka There Are Five
Patients (International: English title)
109. Daglari bekliyen kiz (1955) aka The Girl Who
Watched the Mountain (International:
English title)
110. Ilk ve son (1955) aka The First and the Last
(International: English title)
111. Kadin severse (1955) aka If a Woman Loves...
(International: English title: literal title)
112. Simal yildizi (1954) aka The North Star
(International: English title)
113. Ask izdiraptir (1953)
114. Hiçkirik (1953) aka The Sob (International:
English title)
115. Iki kafadar deliler pansiyonunda (1952)
116. Kanli feryat (1951) aka The Bloody Cry
(International: English title)
117. Mezarimi tastan oyun (1951)
SCENARIOS
1. Egreti gelin (2005) aka Borrowed Bride
(International: English title)
2. "Tatli Betüs" (1993) TV mini-series
3. Asiye nasil kurtulur? (1986)
4. Dul bir kadin (1985) (screenplay)
5. Bir yudum sevgi (1984) aka A Sip of Love
(International: English title: festival title)
6. Mine (1982)
7. Zübük (1980)
8. Ne olacak simdi (1979)
9. Maglup edilemeyenler (1976)
10. Deli Yusuf (1975)
11. Zavallilar (1975) aka The Poor (International:
English title) aka The Suffering Ones
12. Kuma (1974)
13. Ates parcasi (1971)
14. Battalgazi destani (1971) aka Batal Khan
(USA: video title)
15. Kizil vazo (1969)
16. Yaseminin tatli aski (1968)
17. Kesanli Ali destani (1964) aka Kesanli Ali's Epic
(International: English title)
18. Öp annenin elini (1964)
19. Yaban gülü (1962) aka The Wild Rose
(International: English title)
20. Seni kaybedersem (1961) aka If I Lose You...
(International: English title)
21. Atesten damla (1960) aka A Drop of Fire
(International: English title)
22. Soför Nebahat (1960) aka Nebahat, the
Driver (International: English title)
23. Suçlu (1960) aka The Guilty One
(International: English title)
24. Karacaoglan'in kara sevdasi (1959)
25. Alageyik (1958) aka The Fallow Deer
(International: English title)
26. Bir soförün gizli defteri (1958)
27. Bu vatanin çocuklari (1958) aka This Land's
Children (International: English title)
28. Çoban kizi (1958) aka The Shepherd's
Daughter (International: English title)
29. Kumpanya (1958)
30. Üç arkadas (1958) aka Three Friends
(International: English title)
31. Yasamak hakkimdir (1958)
32. Gelinin muradi (1957)
33. Bes hasta var (1956) aka There Are Five
Patients (International: English title)
34. Daglari bekliyen kiz (1955) aka The Girl Who
Watched the Mountain (International: English
title)
35. Kadin severse (1955) aka If a Woman Loves...
(International: English title: literal title)
36. Ask izdiraptir (1953)
37. Hiçkirik (1953) aka The Sob (International:
English title)
38. Iki kafadar deliler pansiyonunda (1952)
39. Kanli feryat (1951) aka The Bloody Cry
(International: English title)
OYUNCULAR
TÜRKAN ŞORAY (ASYA) • KADİR İNANIR (İLYAS) • AHMET MEKİN (CEMŞİT) • NURHAN NUR (ASYA'NIN ANNESİ)
HÜLYA TUĞLU (DİLEK) • CENGİZ SEZİCİ (CAN) • İHSAN YÜCE (ALİ) • ELİF İNCİ (SAMET) • PERİHAN DOYGUN
(KOMŞU HALİME) • EROL BATIBEKİ • GÜNAY GÜNER • BÜLENT İĞDİROĞLU • TACİ ERŞAN
“Gerçek bir sihirdi”
Türkan Şoray (Başrol aktrist)
SESLENDİRME
TİJEN PAR • PEKCAN KOŞAR • KAMRAN USLUER • KAMURAN YÜCE • ZAFER ÖNEN • GÖKSEL KORTAY
“Yılmaz’in bir başyapıtıydı”
Atilla Dorsay (Film eleştirmeni)
EKİP
yönetmen ATIF YILMAZ BATIBEKI • eser CHINGIZ AITMATOV • görüntü yönetmeni ÇETİN TUNCA
müzik CAHİT BERKAY senaryo ALİ ÖZGENTÜRK • yapımcı ARİF KESKİNER • yönetmen yardımcısı JAN BRINDIZI
kamera asistanı MAHMUT YUMUŞAK • prodüksiyon amiri EROL DENİZ • ışık şefi EROL BATIBEKİ • ışık ekibi
İLYAS KURÜN, METİN ERDOĞDU • set ekibi BEDRİ UĞUR, ERDİL DEMİRCİ, SELİM ACAR
“Şimdiye kadar yapılmıs en iyi aşk filmi”
Hincal Uluç (Gazeteci)
1977
Selvi Boylum Al Yazmalim
KONUSU
Kırgız yazar Cengiz Aymatof’un aynı adlı
yapıtından sinemaya uyarlanan film.
Bir köylü kızıyla, yöredeki baraj yapımında kum
taşıyan bir kamyonun şoförü arasındaki hüzün ve
acılarla örülmüş bir sevda hikayesidir.
Adana’nın Aslantaş yöresindeki bir dağ köyünde
yaşayan Asya (Türkan Şoray) baraja kum taşıyan
şoför İlyas (Kadir İnanır) birbirini görüp aşık
olurlar. Asya’yı kaçıran İlyas, dostlarının da
yardımıyla düğün yapar. Kısa bir süre sonra
oğulları Samet doğar. Mutlukları bir kez daha
pekişir. İlyas bir gece yarısı yarı donmuş bir
durumda olan yapı ustası Cemşit’in (Ahmet
Mekin) hayatını kurtarır.
İşveren tarafından onarım servisine verilen İlyas,
tekdüzeliğe bürünen evliliğinin sonucunda buradaki Dilek (Hülya Tuğcu) adındaki sekreterle ile
ilişki kurar. Asya’nın mutluluğu da buraya
kadardır. Nice sevdalar üzerine kurdukları
evliliğin üzerinde kara bulutlar gezinmeye başlar.
Gerçi İlyas’ın kamyonunun adı (Aldırma Gönül)
den (Al Yazmalım)a çevrilmiştir ama, bu yalnızca
kamyonun üzerinde bir ad olarak kalır. Ne bir
sevdanın adını taşıyan kamyon ne de onun
şoförünün yolu artık ne yüreklerden ne de
yeterince yaşanmamış, yarım kalmış sevdanın
yanından bile geçmez.
Yalnız kalan Asya, kucağındaki bebekle
yollara düşer. Nereye gideceğini, kimlere tutunabileceğini bilmeden. Bu kez yoluna, eşini ve
çocuğunu depremde yitirmiş Cemşit çıkar. Ona ve
çocuğuna sahip olarak yaşam kırgını kadının
gönlünü kazanmak ister. Artık ailenin reisi
Cemşit’tir. Asya ve küçük oğlu onun yanında
iyiliklerle donatılmış bir aile huzurunu yaşamaya
başlar. Ama gönlü hala ilk göz ağrısı İlyas’tadır.
Bir gün onun çıkıp geleceğine inanır ve tüm
huzuruna rağmen onu hep bekler.
Yıllar sonra İlyas çıkıp gelir. Bir zamanlar deliler
gibi sevdiği karınsı, biricik oğlunu ve
yaşanmamış, yarım kalmış sevgisini geri
istercesine. Asya böylesine bir durumda nasıl
seçim yapması gerektiğini kestiremez. Ya Samet?
Yeterince görmediği, hatta tanıma olanağını
bulmadığı, bir gün kendilerini ansızın bırakıp
giden gerçek babasına nasıl yaklaşacaktır?
Asya; sevdiği erkek, çocuğunun babası İlyas’la, en
güç durumlarda kendine elini ve yüreğini uzatan
Cemşit arasında bir seçim yapmak zorundadır.
Sevgi mi, emek mi? İkilemi üzerinde düğümlenip
kalır. Ama tercihini emekten yana koyar.
Yüreğinin ortasında onca sevgiyi taşımasına
rağmen…
ÖDÜLLERİ
1978 Taşken Film Festivali’nde bu filmdeki
yorumuyla Türkan Şoray En İyi Kadın Oyuncu
ödülünü kazandı.
1978’deki 15. Antalya Film Şenliği’nde; En İyi
Film, En İyi Yönetmen (Atıf Yılmaz), En İyi
Görüntü Yönetmeni (Çetin Tunca) ödüllerini
kazandı.
CAST
TÜRKAN ŞORAY (ASYA) • KADİR İNANIR (İLYAS) • AHMET MEKİN (CEMŞİT) • NURHAN NUR (ASYA'S MOTHER)
HÜLYA TUĞLU (DİLEK) • CENGİZ SEZİCİ (CAN) • İHSAN YÜCE (ALİ) • ELİF İNCİ (SAMET) • PERİHAN DOYGUN
(HALİME THE NEIGHBOUR) • EROL BATIBEKİ • GÜNAY GÜNER • BÜLENT İĞDİROĞLU • TACİ ERŞAN
VOICE CAST
TİJEN PAR • PEKCAN KOŞAR • KAMRAN USLUER • KAMURAN YÜCE • ZAFER ÖNEN • GÖKSEL KORTAY
“It was real magic”
Turkan Soray (Leading actress)
“It was Yilmaz’s masterpiece”
Atilla Dorsay (Film Critic)
CREW
director ATIF YILMAZ BATIBEKI • story by CHINGIZ AITMATOV • director of photography ÇETİN TUNCA
music by CAHİT BERKAY • screenplay by ALİ ÖZGENTÜRK • producer ARİF KESKİNER • assistant director
JAN BRINDIZI • camera assistant MAHMUT YUMUŞAK • executive producer EROL DENİZ • lighting technical
director EROL BATIBEKİ • lighting technicians İLYAS KURÜN, METİN ERDOĞDU • other crew BEDRİ UĞUR,
ERDİL DEMİRCİ, SELİM ACAR
“It is the best love film ever”
Hincal Uluc (Journalist)
1977
Selvi Boylum Al Yazmalim
(The Girl with the Red Scarf)
SYNOPSIS
Film adapted for cinema from the Kirghiz writer
Cengiz Aymatof’s work of the same name. It is the
heart rending, tear jerking story of the love between a peasant girl and a lorry driver employed to
transport sand to a local dam construction.
Asya (Türkan Şoray) who lives in a mountain
village in the Aslantaş region of Adana and İlyas
(Kadir İnanır), a lorry driver employed to
transport sand to the dam, meet and fall in love.
İlyas abducts Asya and, with the help of his
friends, they get married. Shortly afterwards
their son, Samet, is born, thus sealing their
happiness once again. Late one night İlyas saves
the life of the construction manager, Cemşit,
whom he discovers half frozen in the road.
İlyas’ employers transfer him to work in the
repairs department. Tired of the monotony of
married life, he embarks on an affair with Dilek
(Hülya Tuğcu) the department’s secretary, thus
bringing Asya’s happiness to an abrupt end. Dark
clouds begin to loom over the marriage they have
built on the basis of such deep love. İlyas may
well have changed his lorry’s name from Never
Mind my Love to Al Yazmalım (The Girl with the
Red Scarf), but it is nothing more than a name
emblazoned on the vehicle. Neither the lorry
named after their love story, nor its driver’s path
remotely approach their hearts, nor their short
lived, prematurely ruptured love.
Abandoned and destitute, Asya hits the road with
her baby in her arms, with no idea of where she
is headed or whom she can turn to. It is at this
point that she encounters Cemşit, who has lost
his wife and child in an earthquake. He makes it his
mission to protect her and her child and win the
heart of this disillusioned young woman. Cemşit
thus becomes the head of her family. With him
Asya and her small son commence a new phase of
domestic contentment, in which they know
nothing but kindness. But Asya’s heart still
belongs to her first love, İlyas. She believes that
one day he will come in search of her and, despite
the serenity of her domestic life she never gives
up the wait for him.
Years later İlyas does indeed appear. With the intention of winning back the wife he once loved so
passionately, their only son and their short lived,
prematurely ruptured love. Asya is at a loss as to
which choice she should make. Furthermore she
needs to consider Samet. How is he supposed to
bond with the biological father he has barely
seen, whom he has not even had the chance to
get to know, and who one fine day suddenly
abandoned him? Asya is forced to choose between
İlyas, the man she loves, her son’s father, and
Cemşit, who offered her his support and his heart
in her darkest days. She is forced to choose
between love and emotional investment. Torn
apart by her dilemma she eventually decides in
favour of emotional investment. Even though her
heart is still overflowing with love…
AWARDS
Türkan Şoray won the award for best actress at
the 1978 Taşken Film Festival for her role in this
film.
At the 15th Antalya Film Festival in 1978 Selvi
Boylum, Al Yazmalım carried off the awards for
Best Film, Best Director (Atıf Yılmaz) and Best
Cinematographer (Çetin Tunca).
FOOTPRINTS…
ATIF ABİ’s1 FOOTPRINTS…
I’m thinking, with my eyes closed. I’m thinking about Atıf Abi.
We run into each other on Yeşilçam Street. As he said “Hey Şerif, what’s up?”the ash from the cigarette
always hanging from his lips drooped, threatening to fall at any moment.
“I’m fine Abi” I say.
He was, as ever, closely shaven, his hair groomed, the creases in his trousers like razor blades, his shirt
gleaming…
Neat, as ever…
Like his screenplays,
Like his films…
NEAT…
In his eyes I see the film “The Girl with the Red Scarf” which advocates that love is emotional investment.
Like a little scallywag boy, he has a glint in his eye…
His eyes twinkle.
I see women..
I see Nurhan abla2 , Ayşe Şasa, Deniz, Türkan Şoray, etc
ETC, ETC, ETC, ETC, ETC……………..ETC………………..
…….ETC……………………………..ETC………………………….
I see Ah Belinda, Her Name is Vasfiye, Mine, A Widow, How Will Asiye Escape,
Atıf Abi asks “have you seen them all?”
“Why naturally Atıf abi” I reply.
He smiles…He takes my arm, we walk in Yeşilçam….
Our shadows accompany us,
Until black clouds block the sun…
I look up…I can’t see the blue of the sky anymore…
Atıf abi looks at me and says “Why did you make ten films about women Şerif?”
“So there wouldn’t be any women left for you abi” I reply…
We stop for a moment, helpless with laughter…
Helpless…
Atıf abi’s cigarette ash, unable to resist the irresistible pull of gravity, careers down…
As we glide in slow motion towards the tarmac opposite Emek [Effort] cinema…
It starts to thunder
Lightning strikes…
AND, a drop that has broken free from the black clouds silently strikes the spot where the ash has fallen…
…………………………………………
ATIF YILMAZ walks in rainsoaked YEŞİLÇAM street.
LEAVING footprints…
ŞERİF GÖREN
Film director
1 Translator’s note: Abi is an affectionate term of respect used for older males.
2 Translator’s note: Abla is the feminine equivalent of abi.
THE WEEK’S FILMS
The Girl with the Red Scarf
Turkish film directed by Atıf Yılmaz, 1978. Starring: Türkan
Şoray, Kadir İnanır, Ahmet Mekin, Hülya Tuwğlu, İhsan Yüce.
This week we’re seeing Atıf Yılmaz’s film “The Girl with the Red
Scarf” (Selvi Boylum, Al Yazmalım) that won the prize for the
second best film after Mine (Maden) at the 15th International
Antalya Art Festival. The harbinger of the onset of deepest
winter, announcing that its entry will be sudden, forewarns
that the cold days are accompanied by the despondency of the
new season. In such an environment there is no doubt that
“The Girl with the Red Scarf”, with all its defects and virtues,
is a heartening spark for Turkish cinema. Different in every
way, starting with its poster, it promises from the very first
glance to transcend the Yeşilçam conventions.
Atıf Yılmaz, now at the zenith of his career, who, since the
1950s, has succeeded in balancing the style of his films and
who after attempting practically every genre has demonstrated a marked preference for themes revolving around villages
and rural environments, has presented creations that have
already earned their place in our cinema’s history. Even if he
has managed to convey “messages” to society in marked
doses, and, even if, influenced by the conditions, he occasionally latches onto cheap and one dimensional “compromises,
his cinematographic narrative style, developed by his
filmography that becomes increasingly richer by the year,
shows, with his film “The Girl with the Red Kerchief”, a love
story of melodramatic dimensions. Steering clear as far as
possible from the doors of Yeşilçam, with its flagrantly
exploited, characteristically individualistic concept of love,
which the film turns its back on…
“The Girl with the Red Scarf”, filmed in an environment and
atmosphere in fitting with its sensitivity, is perceived as the
product of two basic characteristics of Atıf Yılmaz’s cinema,
his simple image perception, which eclipses words, and his
use of a nature-environment location which can be considered
successful, rather than of his plot. In my opinion the
perfection with which the images are used, to which we are so
unaccustomed in our cinema (we should mention here the
achievement of Çetin Tunca, the director of cinematography),
the indoor and outdoor locations, the expert depiction of the
region in which the film is set, which again does not conform
to the conventions of our cinema, render “The Girl with the
Red Scarf” exceptional.
Ali Özgentürk wrote the screenplay of the film adapted from a
story by the famous Kirghiz writer Cengiz Aytmatov. The
beginning, in which Asya (Türkan Şoray), who lives in a
mountain village where a dam is under construction, and the
lorry driver İlyas (Kadir İnanır) meet and fall in love develops
using a highly effective cinematographic narration. In this
section Atıf Yılmaz, who on this occasion has been able to
work exactly as he wishes, has brought together all the
elements required for success. The pace, which increases with
İlyas’ abduction of Asya, reaches its peak with the shots of the
wedding which İlyas’ friends are instrumental in bringing
about. Asya gives birth to a baby boy one night when the
“Istanbul urbanite” İlyas is out working. This marks the end of
her happiness. From this point on, everything becomes bleak.
One blustering, stormy night, İlyas goes out in his red lorry,
originally called “Never Mind my Love” now renamed “My Red
Kerchiefed Beloved”. Although it costs him his job, he saves a
broken down minibus with 11 passengers, including Cemşit
(Ahmet Mekin), from certain death. To his mortification İlyas
is demoted to the repairs department. In a state of
desperation, he gives himself up to drink. The character of the
secretary, Dilek (Hülya Tuğlu), a vital component of any
melodramatic creation, is different from the “evil other”
women we have been heretofore used to. The damage however,
has been done and Asya takes to the roads, with her baby,
Samet, in her arms. Atıf Yılmaz, who manages, by a hair’s
breadth, to prevent the progressive stagnation of the film’s
pace and stops the film from turning into an over the top
melodrama by use of internal monologues, which add flavour
to the narrative, thrusts the construction manager Cemşit,
who has lost his wife and two children in an earthquake, into
the forefront of the action in the second half of the film.
Having lost İlyas Asya turns to Cemşit, who is naturally
inclined to behave like her guardian angel. While in the Asyaİlyas relationship the theme of inequality between men and
women that has been ongoing in Anatolia for so many eras is
lightly touched upon off screen, in the Asya-Cemşit-Samet
relationship the correlation between love-emotional
investment is heavily stressed. The master of love, or the
investor in love, Cemşit, who has invested all his kindness,
friendship and effort in the attempt to win Asya’s love (he has
already won the young Samet’s), in the unnecessarily
prolonged, tear jerking ending, is, in contrast to İlyas, whom
they reencounter, the film’s “preferred”, sympathetic hero
who deserves happiness.
Even if it is argued that the queen of our cinema, Türkan
Şoray, is on this occasion more successful in portraying a
village girl than she has been on other occasions, in “The Girl
with the Red Scarf” which has been entirely adapted to
Şoray’s requirements, this is not really the case. Turkan Şoray
gives an emotional, eloquent performance within an overkill
in the film’s flow. And at the end, when it is expected is that
the idea that real love is emotional investment will be
quashed, the tearful faces of İlyas and Asya, staring at the
Asya-Samet-Cemşit triangle in disbelief are worthy of respect.
“The Girl with the Red Scarf” has been thoroughly cleansed of
the minor errors, frivolity, exaggeration, traditional defects
and unnecessary excesses that characterise our cinema. It can
also be asserted that “The Girl with the Red Scarf” has been
faithfully adapted from the Soviet work by Aytmatov which we
have seen in previous years and again a couple of weeks ago.
Atıf Yılmaz’s product of painstaking effort, “The Girl with the
Red Scarf” is, possibly on account of its details, possibly on
account of its narrative technique, an interesting, original
work. In this, his latest film, also worthy of respect from a
technical point of view, Atıf Yılmaz, while appearing to be
saying nothing new, proves himself, by dramatising his
narrative from beginning to end with a lively, dynamic flair for
image, brushing aside the market conditions with one sweep
of the hand, to be one of the most dynamic, outstanding
personages in Turkish cinema.
“The Girl with the Red Scarf”, a modest, well meaning and
impressive product, is the only film worth seeing this week
It is a ripe work of Atıf Yılmaz, in every way deserving of
interest and praise, being as he is one of the most productive
and prolific representatives of our cinema’s now aging
generation ...
SUNGU ÇAPAN
Milliyet Arts Supplement (1978)
Letter from CENGIZ AYTMATOV
My dear friends Arif and Ali
I’ve received the screenplay you sent me. You have my full consent
to cast the Turkish cinema stars Türkan Şoray and Kadir İnanır.
Feel free to make any changes to the screenplay that you see fit.
I wish you every success in your lives and in your work.
Cengiz Aytmatov
I could probably write a book about “The Girl with the Red Scarf”, which has played a very
important part in my cinematographic career.
When I received the offer for “The Girl with the Red Scarf” during those years of intense hard
work, my debt of loyalty to Atıf Yılmaz, my friendship with his associate Arif Keskiner, and
the added bonus of working with Türkan Şoray made me accept without hesitation. What’s
more, the story was wonderful.
The emotion and excitement needed to make a film into a masterpiece were there from the
first day to the last, never waning, if anything, they increased. All the film’s creators were
convinced we were making a great film. Atıf Yılmaz, Çetin Tunca, Ali Özgentürk, Ahmet
Mekin, Nurhan Nur, Elif İnci and everyone else involved in the making of the film was wholly
meticulous and decisive. This film, that brought the success of other films Türkan Şoray and
I had made together to a peak, has become one of the most acclaimed films of Turkish
cinema. Material concerns did not affect anyone except the technical team. Ayhan Şahenk’s
ceding the dam construction site to us as a location and the contribution of the residents
of Osmaniye on account of Arif Keskiner being from there were the main elements that eased
the filming process.
One of the important factors that enabled us to make such a great film using the most low
budget technology is the warmth, honesty, patience and sincerity that we brought to this
film. We devoted both Love and Emotional Investment to it. In line with the film’s message
that love is emotional investment. Don’t imagine that I have forgotten Cengiz Aytmatov. The
film was adapted from his work and he deserves more credit for its success than any of us.
Kadir İnanır
Main actor (Ilyas) of Selvi Boylum Al Yazmalim
March 5, 2010
About the restoration partners
Çıçek Fılm
Çıçek Fılm daha önce kurulup üç film yaptıktan
sonra isim değiştiren Ekta Film'in yerine kuruldu.
İlk filmi Kurt Kız'dan sonra başrolünü Kemal
Sunal'ın oynadığı ve yönetmenliğini Zeki Ökten'in
yaptığı Kapıcılar filmini yaptı.
Bu filmle Antalya Film festivalinde en iyi yönetmen, en iyi oyuncu ve en iyi İkinci film ödüllerini
kazandı.
Daha sonra Atıf Yılmaz'la yaptığı Selvi Boylum Al
yazmalım filmi ile yine Antalya Film festivalinde
en iyi
yönetmen, en iyi görüntü yönetmeni ve en iyi
ikinci film ödüllerini kazandı. Ayrıca bu filmle
yurt dışında da ödül kazandı.
Maden filmi ile katıldığı Antalya Film festivalinde
En iyi erkek, en iyi kadın, en iyi yardımcı kadın
oyuncu ödülü-nün yanı sıra en iyi film ödülünü de
kazandı. Aynı yıl yine Antalya'da düzenlenen
uluslararası festivalde de en iyi Film ödülünü
kazandı.
Daha sonra yönetmenliğini Metin Erksan'ın
yaptığı Sensiz Yaşayamam adlı filmi yaptı.
10 bölümlük Anadolu Uygarlıkları belgesellerinin
ardından TRT televizyonu adına 3 bölümlük Bay
Alkolü Takdimimdir dizisinden sonra yine TRT'ye 5
bölümlük mizah dizisi yaptı.
Çıçek Film
1992 de Tunç Başaran'la yaptığı Piano Piano
Bacaksız filmiyle Antalya, İstanbul ve İranda en
iyi film ödüllerini kazandı.
After being founded and making three films Çıçek
Film was set up in place of Ekta Film, which had changed its name.
Daha sonra Özel televizyonlar için 10 bölümlük
yüzümüzü güldürenler dizisi filme aldı.
Its first film was the film The Concierge King
(Kapıcılar Kralı), directed by Zeki Ökten, in which
Kemal Sunal played the starring role following his
film Wolf Girl (Kurt Kız).
This film won the award for best director, best
actor and second best film at the Antalya Film
Festival.
Subsequently, the film “The Girl with the Red
Scarf” that Zeki Ökten made with Atıf Yılmaz won
the award for best director, best cinematographer
and second best film at the Antalya Film festival.
He also won awards for this film abroad.
With the film Mine (Maden), which he took to the
Antalya Film Festival, he won the award for best
actor, best actress and best supporting actress,
together with the award for the best film. In the
same year he won the award for best film at the
international film festival, also held in Antalya.
Subsequently he made the film I Can’t Live
Without You (Sensiz Yaşayamam) directed by
Metin Erksan.
Following a 10 part documentary entitled
Anatolian Civilisations (Anadolu Uygarlıkları) he
made a 3 part serial for the channel TRT entitled
The Gentleman Alcohol is my Offering (Bay Alkolü
Takdimimdir). After that he made a 5 part humorous serial, also for TRT.
In 1992 the film Piano Piano Loser (Piano Piano
Bacaksız) that he made with Tunç Başaran won
the award for best film in Antalya, Istanbul and
Iran.
Subsequently he made a film of the 10 part serial
Those who Bring us Joy (Yüzümüzü Güldürenler) for
private television channels.
Sinema için Groupama Gan Vakfı
Sinema Mirası için Technicolor
1987’de kurulmuş olan Sinema için Groupama
Gan Vakfı bugün Fransız sinemasının önemli özel
ortaklarından birisidir. Verdiği proje hibeleriyle
bugüne dek 130 film yapımcısına ilk uzun metrajlı
filmlerinde eşlik etmiştir. Bugün filmlere verdiği
destek bir kalite göstergesi olarak kabul
edilmektedir.
Vakıf ayrıca Fransa’da ve yurtdışında olmak üzere
30’dan fazla film festivalini desteklemektedir. Bu
yıl bir kez daha Cannes Film Festivali’nde Prix Un
Certain Regard - Groupama Gan pour le Cinéma
Vakfı ödülünü verecektir.
Vakıf klasikleşmiş birçok filmin yenilenmesine de
öncülük etmektedir. Luis Brunel’e ait L’Age d’Or ve
Jacques Tati’ye ait Jour de Fête, PlayTime ve Mon
Oncle’nin yenilenmesi çalışmalarına katılmıştır.
Sadece bu yıl Lütfi Akad’ın ilk filmi olan Strike the
Whore’un, Manuel de Oliveira’in iki belgeseli ve
tabiii ki de Jacques Tati’nin Les Vacances de Mr
Hulot!’unun yenilenmesi çalışmalarına katılmıştır.
Vakıf, Serge Bomberg’in Henri-Georges Clouzot’s
Inferno’sunun yapımının yanısıra Michelangelo
Antonioni’nin China-Chung Kuo belgeselinin
kesilmemiş tam versiyonunun yayınlanmasını da
finanse etmiştir.
2006’da yaratılan Sinema Mirası için Technicolor
Vakfı (daha önce Thomson Vakfı) kar amacı
gütmeyen ve bir ülkenin kültür ve tarihini
yansıtan işitsel-görsel mirasın ve filmlerin
korunması ve teşvik edilmesi alanında faaliyet
gösterir.
Technicolor Vakfı tüm dünyada aktiftir ve önceliği
arşivlerin risk altında olduğu ülkelere vermektedir. Programlarına 3 ana hat rehberlik eder:
bir ülke hatırasının kiliti olan film mirasının
korunması, daha geniş bir kitleye ulaştırılması
ve gösterilmesi için film miraslarının teşvik
edilmesi ve bunlara dikkat çekilmesi ve film
mirasının korunmasında rol oynayabilecek
herkesin eğitilmesi ve herkese duyarlılık
kazandırılması.
Vakıf halihazırda 8’den fazla ülkede programlar
yürütmektedir: Çoğunlukla Hindistan, Kamboçya,
Tayland, ABD ve Franda ve yakın zamanda Filistin
toprakları ve Mozambik.
Kurumun her sense ortaya koyduğu hedeflerinden birisi uluslararası sinemadan bir filmi
yenilemek suretiyle film mirasının önemi ve
filmler uygun şekilde korunmadığında ortaya
çıkacak riskler hakkında izleyici kitlesinin
bilincini arttırmaktır. Vakıf her ikisi de daha sonra
Cannes, Bologna ve diğer uluslarasıfestivallerde
gösterilen Max Ophuls’un Lola Montès’ini
2008’de, Jacques Tati’nin Mr Hulot’s Holiday’ını
ise 2009 yılında yenilemiştir.
Kurucusunun isim değişikliği nedeniyle Vakıf 2010
yılında daha önce Thomson Vakf ı olan
adınıTechnicolor Vakfı olarak değiştirmiştir.
www.fondation-groupama-gan.com
www.technicolorfilmfoundation.org
Groupama Gan Foundation for
Cinema
Founded in 1987, the Groupama Gan Foundation
for Cinema is today one of the key private
partners for French films. It has accompanied
130 filmmakers in making their first featurefilm, thanks to project grants. Today its support
is recognised as a mark of quality.
The Foundation also promotes more than 30
film festivals in France and abroad. Once again
this year at the Festival de Cannes, it will
award the Prix Un Certain Regard - Fondation
Groupama Gan pour le Cinéma.
The Foundation also champions the restoration
of many film classics. It has participed in the
restoration of L’Age d’Or by Luis Bunuel, Jour de
Fête, PlayTime and Mon Oncle by Jacques Tati.
This year alone it participated in the restoration of Lufti Akad’s first film Strike the Whore;
two documentaries by Manuel de Oliveira; and,
of course, Jacques Tati’s Les Vacances de Mr
Hulot!
It also funded the release of the uncut version
of Michelangelo Antonioni’s documentary
China-Chung Kuo, as well as the production of
Henri-Georges Clouzot’s Inferno by Serge Bromberg.
www.fondation-groupama-gan.com
Technicolor Foundation for Cinema
Heritage
Created in 2006, the Technicolor Foundation
for Cinema Heritage (formerly Thomson
Foundation) is a non-profit entity, acting in the
field of preservation and promotion of film and
audiovisual heritage, which reflects the history
and the culture of a country.
The Technicolor Foundation operates worldwide
and as a priority, in countries where archives
are at risk. Three main lines guide its programs:
preserve a film heritage as a key part of a
country’s memory, promote and highlight a
film heritage in order to show it and to share it
with large audience, train and sensitize
everyone who can play a part in the safeguard
of film heritage.
The foundation currently conducts programs in
more than 8 countries: mostly India, Cambodia,
Thailand, USA and France and more recently
Palestinian territories and Mozambique.
Each year, one of the objectives of this foundation is also to restore a key title of the
international cinema in order to better raise the
audience’s awareness about the importance of
film heritage and about the risks endangered by
films when not properly safeguarded. In 2008,
the Foundation restored Lola Montès by Max
Ophuls and in 2009 Mr Hulot’s Holiday by
Jacques Tati, both presented in Cannes, in
Bologna and other international festivals.
The foundation changed its name in 2010,
turning from Thomson Foundation to
Technicolor Foundation, as a consequence of its
founder name change.
www.technicolorfilmfoundation.org

Similar documents

İKMİB - Turkish Cosmetics

İKMİB - Turkish Cosmetics Doğu’nun ortaya çıkardığı Beautyworld Middle East, ki bu fuar bu sene 20. yılını dolduruyor, sektörümüz için kendini ve yenilikleri göstermek, var olan

More information