türkiye cumhuriyeti çukurova üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü
Transcription
türkiye cumhuriyeti çukurova üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI Lârendeli Şânî GÜLŞEN-İ EFKÂR (İnceleme-Metin) Cengiz Veli KURMUŞ DOKTORA TEZİ ADANA/2010 TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI Lârendeli Şânî GÜLŞEN-İ EFKÂR (İnceleme-Metin) Cengiz Veli KURMUŞ Danışman: Prof.Dr. Mine MENGİ DOKTORA TEZİ ADANA/2010 i ÖZET LÂRENDELİ ŞÂNÌ GÜLŞEN-İ EFKÂR (İNCELEME-METİN) Cengiz Veli KURMUŞ Doktora Tezi, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Danışman : Prof. Dr. Mine MENGİ Haziran 2010, IX+318 sayfa 16. yüzyılın ikinci yarısı ile 17. yüzyılın başlarında yaşamış olan Lârendeli Şânî’nin yazdığı dinî-tasavvufî içerikli Gülşen-i Efkâr mesnevisi çalışmamızın konusunu oluşturmaktadır. Çalışmamızın “Giriş” bölümünde sanatçının hayatı, edebî kişiliği ve eserleri hakkındaki bilgiler verilmiş ve Gülşen-i Efkâr tanıtılmıştır. Sonraki bölümde eserin biçimsel özellikleri üzerinde durulmuştur. Dil ve anlatım özelliklerini içeren sonraki bölümde ise sanatçının anlatımdaki çeşitliliği nasıl yakaladığı ve dili kullanmadaki başarısı incelenmeye çalışılmıştır. İçerik özellikleri başlıklı diğer bölümde Gülşen-i Efkâr’ın konusu, özeti, kişileri, mekânı ve zamanı hakkındaki bilgilere yer verilmiştir. Sonuç kısmında Lârendeli Şânî ve Gülşen-i Efkâr’a ilişkin tespit ettiğimiz noktalardan yola çıkılarak bir değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır. Çalışmamızın son bölümü olan “Metin” kısmında ise metne esas olan nüshalar ve çeviri yazıda izlenen yöntemle ilgili açıklamalarda bulunulmuş ve mesnevinin çeviri yazılı metni verilmiştir. Anahtar Sözcükler: Lârendeli Şânî, Gülşen-i Efkâr, Mesnevî, Münazara, Tasavvuf, İnceleme, Metin. ii ABSTRACT LARENDELİ ŞANİ’S GÜLŞEN-İ EFKAR (ANALYSİS-TEXT) Cengiz Veli KURMUŞ PhD Thesis, Department of Turkish Language and Literature Consultant: Prof. Dr. Mine Mengi December 2010, IX+318 pages. In this thesis, it is subjected a religious masnavi titled Gülşen-i Efkar written by Larendeli Şani who lived between second half of the sixteenth century and early seventeenth century. In the "Introduction" section, the artist's life and literal personality has been handeled, then Şani’s works have been introduced. The next chapter we focused on the formal characteristics of the work. In the next section contains the properties of language and expression of the artist and how Şani captured the diversity of expression and the success in using the language have been studied. Next section titled with content features, Gülşen-i Efkar’s subject, summary, persons, information about space and time are given. At the conclusion, we tried an assessment on the basis of the points we've found about Şani and Gülşen-i Efkar. The text on which we studied is given with its method of transcription. Also, several information about copies of the text based on our work is given. Masnavi’s trancription was added to final section of thesis. Key Words: Lârendeli Şânî, Gülşen-i Efkâr, Masnavi, Debate, Sufism, Review, Text. iii ÖN SÖZ 16. yüzyılın ikinci yarısı ile 17. yüzyılın başlarında yaşamış olan Lârendeli Şânî’nin yazdığı dinî-tasavvufî içerikli Gülşen-i Efkâr mesnevisi çalışmamızın konusunu oluşturmaktadır. Bu çalışmayı üç temel amaç doğrultusunda yaptık. Bunlardan ilki, hakkında kaynaklarda birbiriyle çelişen bilgiler verilen Lârendeli Şânî’nin ve Gülşen-i Efkâr adlı mesnevisinin bilim âlemine tanıtılmasıdır. İkinci amacı ise, üç nüshasını tespit ettiğimiz eserin çeviri yazısını -bu nüshaları karşılaştırarak- hatasız bir şekilde ortaya koymak ve böylelikle metni araştırmacıların yararlanabileceği kaynaklar arasına dâhil etmektir. Üçüncü ve en önemli amaç ise, ortaya çıkardığımız metni edebî açıdan inceleyerek şairin edebi kişiliği, eserin sanatsal değeri ve bu eserin Divan edebiyatı geleneğindeki yerini tespit etmektir. Gülşen-i Efkâr mesnevisi hem dinî-tasavvufî hem de edebî bir eser olması sebebiyle İlahiyat ile Türk Dili ve Edebiyatı akademisyenlerinin ortak çalışma alanına girmektedir. Gülşen-i Efkâr, 2007 yılında İlahiyat alanında yüksek lisans bitirme tezi olarak çalışılmıştır. Ancak bu yüksek lisans tezi eserin sadece dinî ve tasavvufî özellikleri göz önünde bulundurularak hazırlanmıştır. Bizim hazırladığımız tezde ise Gülşen-i Efkâr’ın incelenmesinde Türk edebiyatında mesnevi geleneği ve tasavvufî mesnevilerin genel düzeni içinde Gülşen-i Efkâr değerlendirilmeye çalışılmış, eserin dili, edebi yönü ve biçimsel özelliklerinin tanıtılıp değerlendirilmesine ağırlık verilmiştir. Çalışmaya kaynak taraması yapılarak başlanmış; şair, eser, mesnevi türü ve tasavvuf ana konuları göz önünde bulundurularak yapılan bu çalışma sonucunda elde edilen bilgiler tez planındaki düzene göre tasnif ve değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Lârendeli Şânî’nin hayatı, edebî kişiliği ve eserleri hakkında kaynaklarda ulaşılan bilgilere yer verilerek; bu bilgilerin doğruluğu Gülşen-i Efkâr da göz önünde bulundurularak tartışılmıştır. Gülşen-i Efkâr’ın inceleme kısmı tez önerisinde hazırlanan plana uygun şekilde yapılmaya gayret edilmiş, ortaya çıkan malzemeye göre tez önerisindeki planda bazı değişiklikler yapılmıştır. Örneğin mesnevinin münazara tarzında yazıldığı metin incelendikten sonra fark edilmiş ve tez planına münazarayla ilgili bir bölüm eklenmiştir. Bunun dışında ayrıca başlık ve alt başlıkların yerlerinde birtakım değişiklikler iv yapılmıştır. Bütün bu bulgular araştırma, inceleme, karşılaştırma, tartışma vb. yöntemleriyle tespit edilmiştir. Çalışma beş ana bölüme ayrılmıştır. Bunlar sırasıyla Giriş, Gülşen-i Efkâr’ın Biçimsel Özellikleri, Gülşen-i Efkâr’ın Dil ve Anlatım Özellikleri, Gülşen-i Efkâr’ın İçerik Özellikleri, Sonuç ve Gülşen-i Efkâr’ın Metni bölümleridir. Giriş bölümünde tezimize konu olan Lârendeli Şânî ve Gülşen-i Efkâr mesnevisi hakkında tanıtıcı genel bilgilere yer verilmiştir. Biçimsel Özellikler bölümünde eserin dış yapısıyla ilgili olan nazım şekli, kafiyesi, ölçüsü ve bölüm başlıklarıyla ilgili tespitler değerlendirilmiştir. Dil ve Anlatım bölümünde eserin edebî yönü üzerinde durulmuş, dil ve anlatıma ilişkin bilgilere yer verilmiştir. İçerik bölümünde eserin konusu, özeti, kahramanları, olayın geçtiği mekân ve zaman dilimi değerlendirilmiştir. Sonuç bölümünde bu çalışmamızın tüm verileri değerlendirilerek eser ve sanatçıya ilişkin genel değerlendirmeler yapılmıştır. Metin kısmında ise metin kurmamıza esas olan üç nüshanın tanıtımı yapıldıktan sonra çeviriyazı sisteminde izlenen yöntemle ilgili bilgiler verilmiş ve bu bölümün sonuna çeviriyazılı metin eklenmiştir. Tez çalışmasının seçilmesi esnasında danışmanlığımı yapan ve bana yol gösteren, gerekli kaynak kitapları temin eden veya ödünç veren değerli hocam Prof. Dr. H. Dilek Batislam’a; metindeki Arapça ve Farsça beyitleri okumakta yardımlarını esirgemeyen hocalarım Yard. Doç. Dr. Hamit Dikmen’e ve Yard. Doç. Dr. Hayri Kaplan’a; tezimi sabırla okuyan ve eleştirileriyle tezin son halini almasında önemli katkıları olan jüri üyelerim Prof. Dr. İ. Çetin Derdiyok’a ve Doç. Dr. Şener Demirel’e; yürekten teşekkür ediyorum. Sonuncusu ve en önemlisi; bütün üniversite hayatım boyunca her ihtiyaç duyduğumda yanımda hissettiğim, engin bilgisiyle hepimize rehber olmuş, akademik bakış açımın şekillenmesinde herkesten daha çok katkısı bulunan sevgili ve saygıdeğer hocam Prof. Dr. Mine Mengi’ye şükranlarımı sunuyorum. v KISALTMALAR age : adı geçen eser agm : adı geçen makale agt : adı geçen tez AKM : Atatürk Kültür Merkezi AÜ : Ankara Üniversitesi b. : beyit bk. : bakınız Böl. : Bölümü C. : Cilt çev. : Çeviren DEÜ : Dokuz Eylül Üniversitesi TDVİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi EAT: Eski Anadolu Türkçesi Ens. : Enstitü GÜ : Gazi Üniversitesi H. : Hicrî hzl. : Hazırlayan İÜ : İstanbul Üniversitesi İÜ1 : İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, Nadir Eserler, nr: 3040’ta kayıtlı Gülşen-i Efkâr nüshası İÜ2 : İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, Nadir Eserler, nr: 1917’de kayıtlı Gülşen-i Efkâr nüshası OMÜ : Ondokuz Mayıs Üniversitesi öl. : ölüm tarihi S. : Sayı s. : sayfa SBE : Sosyal Bilimler Enstitüsü SK : Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Böl., nr: 3731’de kayıtlı Gülşen-i Efkâr nüshası SÜ : Selçuk Üniversitesi M. : Miladî vi Nu: : numara TAE : Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü TDK: Türk Dil Kurumu TTK : Türk Tarih Kurumu v.: varak (yaprak) numarası vb. : ve benzeri vd. : ve diğerleri Yay. : Yayınevi / Yayınları vii İÇİNDEKİLER ÖZET............................................................................................................................. i ABSTRACT ................................................................................................................. ii ÖN SÖZ.......................................................................................................................iii KISALTMALAR .......................................................................................................... v BİRİNCİ BÖLÜM GİRİŞ ........................................................................................................................... 1 1.1. Lârendeli Şânî .................................................................................................... 1 1.1.1. Hayatı .............................................................................................................. 7 1.1.2. Edebî Kişiliği ............................................................................................... 8 1.1.3. Eserleri ...................................................................................................... 16 1.1.3.1. Arapça Eserleri ................................................................................... 16 1.1.3.2. Türkçe Eserleri.................................................................................... 17 1.2. Şânî Mahlaslı Diğer Şairler ............................................................................... 18 1.2.1. Şânî Abdülkerim Efendi............................................................................. 18 1.2.2. Derviş Şânî ................................................................................................ 19 1.2.3. Vardar Yeniceli Şânî .................................................................................. 19 1.2.4. Saraybosnalı Şânî ...................................................................................... 19 1.2.5. Kastamonulu Şânî ...................................................................................... 20 1.2.6. Mustafa Şânî .............................................................................................. 21 1.2.7. Şânî Mustafa Efendi................................................................................... 21 1.2.8. Şânî Çelebi ................................................................................................ 21 1.2.9. Ahmed Şânî Çelebi .................................................................................... 22 1.2.10. Erzurumlu Şânî ........................................................................................ 22 1.3. Gülşen-i Efkâr Hakkında Genel Bilgiler ........................................................... 22 1.3.1. Eserin Adı.................................................................................................. 22 1.3.2. Yazılış Nedeni ve Şânî’nin Gülşen-i Efkâr’ı Tavsifi ................................... 23 1.3.3. Yazıldığı Tarih........................................................................................... 25 1.3.4. Sunulduğu Padişah..................................................................................... 26 1.3.5. Konusu ...................................................................................................... 26 viii İKİNCİ BÖLÜM GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN BİÇİMSEL ÖZELLİKLERİ .................................................. 27 2.1. Nazım Şekli ...................................................................................................... 27 2.2. Beyit Sayısı ...................................................................................................... 28 2.3. Vezin ................................................................................................................ 28 2.4. Kafiye ve Redif ................................................................................................ 32 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN DİL VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ ..................................... 40 3.1. Dil Kullanımları ............................................................................................... 40 3.1.1. Söz Varlığı................................................................................................. 40 3.1.2. Eski Anadolu Türkçesi Özellikleri ............................................................. 43 3.1.3. Deyimler ve Atasözleri .............................................................................. 50 3.1.4. Edebî Sanatlar ............................................................................................ 53 3.2. Anlatıcı ............................................................................................................ 74 3.3. Anlatım Teknikleri ........................................................................................... 79 3.3.1. Alegori ...................................................................................................... 79 3.3.2. Münazara ................................................................................................... 91 3.3.3. Tasvir ........................................................................................................ 98 3.3.3.1. Kişi Tasvirleri ................................................................................... 101 3.3.3.2. Mekân Tasvirleri .............................................................................. 107 3.3.4. Tahkiye.................................................................................................... 115 3.3.5. Özetleme ................................................................................................. 121 3.3.6. Diyalog .................................................................................................... 122 3.3.7. İç Monolog .............................................................................................. 123 3.3.8. Montaj ..................................................................................................... 124 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN İÇERİK ÖZELLİKLERİ VE TAHLİLİ ............................... 127 4.1. Gülşen-i Efkâr’ın Bölümleri (Bölüm Başlıkları ve Geniş Özeti) ...................... 127 4.2. Dönemin Tarihî ve Sosyal Yapısına İlişkin İpuçları ........................................ 136 ix 4.3. Din ve Tasavvuf ............................................................................................. 138 4.3.1. Âyetler ..................................................................................................... 139 4.3.2. Hadisler ................................................................................................... 150 4.4. Kişiler ............................................................................................................ 154 4.4.1. Hikâye Kahramanları ............................................................................... 154 4.4.2. Hikâye Dışındaki Kişiler .......................................................................... 164 4.4.2.1. Din Büyükleri .................................................................................. 165 4.4.2.2. Tarikat Büyükleri ............................................................................. 168 4.4.2.3. Tarihî, Efsanevî Kişiler ..................................................................... 169 4.5. Zaman ............................................................................................................ 170 4.6. Mekân ............................................................................................................ 171 SONUÇ .................................................................................................................... 173 BEŞİNCİ BÖLÜM GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN METNİ................................................................................ 176 5.1. Nüshaların Tanıtımı ........................................................................................ 176 5.2. Çeviriyazılı Metnin Kuruluşunda İzlenen Yöntem .......................................... 177 5.3. Çeviriyazılı Metin........................................................................................... 180 KAYNAKÇA ........................................................................................................... 313 ÖZ GEÇMİŞ ............................................................................................................. 318 1 BİRİNCİ BÖLÜM GİRİŞ 1.1. Lârendeli Şânî Gülşen-i Efkâr’ın müellifi olan şair, tezkire ve diğer biyografik kaynaklarda Şânî1, Mehmed Şânî2 ve İbrahim Şânî3 adlarıyla geçmektedir. Lârendeli Şânî’nin asıl adının Mehmed mi İbrahim mi olduğu ya da her birinin ayrı şairler mi olduğu hakkında kaynaklarda çelişkili bilgilere rastlanmaktadır. Kaynaklarda şu bilgiler tespit edilmiştir: Şairi sadece Şânî mahlasıyla zikreden biyografik kaynaklar arasında Kınalızâde Hasan Çelebi’nin Tezkiretü’ş Şu’arâ4, Gelibolulu Âlî’nin Künhü’l-Ahbâr5 ve Şemseddin Sami’nin Kâmûsu’l-A’lâm6 adlı eserleri vardır. Söz konusu eserlerde Şânî’nin asıl adı verilmemekle birlikte şairin nereli olduğu, kimden eğitim aldığı, ne işle uğraştığı ve hangi padişah döneminde yaşadığına dair verilen bilgiler birbiriyle örtüşmektedir. Şânî’nin adını Mehmed olarak kaydeden kaynaklar arasında Şakâyık-ı Nu’mâniyye ve Zeyilleri7, Tuhfe-i Nâilî8, Sicill-i Osmânî9, Mecelletü’n-Nisâb10 ve Numan Külekçi’nin XI-XX. Yüzyıllar El Yazması Metinler ve Özetleriyle Mesnevi Edebiyatı Antolojisi11 gösterilebilir. Sicill-i Osmânî’de iki ayrı Lârendeli Şânî’den bahsedilmektedir. Bunlardan ilki asıl ismi zikredilmeden sadece Şânî Efendi, diğeri ise 1 Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ, hzl. İbrahim Kutluk, TTK Yay., Ankara 1981, C. I, s. 574.; Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, hzl. Mustafa İsen, AKM Yay., Ankara 1994, s. 311.; Şemseddin Sami, Kâmûsu’l-A’lâm, Kaşkar Neşriyat, Ank., 1996, C. IV, s. 178. 2 Şakâyık-ı Nu’mâniyye ve Zeyilleri- Hadâiku’l-Hakâyık fî Tekmîleti’ş-Şakâik, hzl. Abdülkadir Özcan, İstanbul, 1989, C. II, s. 533.; Nail Tuman, Tuhfe-i Nâilî, hzl. Cemal Kurnaz, Mustafa Tatçı, Ankara 2001, C. I, s. 474.; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî veya Tezkire-i Meşâhir-i Osmâniye I-IV, İstanbul 1308, C. III, s. 130.; Müstakîmzâde Sa'deddin Süleyman b. Muhammed Emin, Mecelletü'n-nisab fi'l-esmâ ve'lküna ve'l-elkab, Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi, Nu: 628, vr. 270b. 3 Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, hzl. Cemal Kurnaz-Mustafa Tatçı, C. I, s. 112; Osmanzade Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ I-V, hzl. Mehmet Akkuş - Ali Yılmaz, Kitabevi Yay., İstanbul 2006, s. 187; Mehmet Ali Kırboğa, Kâmûsu’l-Kütüb ve Mevzuati’l-Müellefat, Konya 1974, s. 326. 4 Kutluk, age, C. I, s. 574. 5 İsen, age, s. 311. 6 Şemseddin Sami, age, C. IV, s. 178. 7 Özcan, age, C. II, s. 533. 8 Tuman, age, C. I, s. 474. 9 Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 130. 10 Müstakîm-zâde Sa'deddin, age, Nu: 628, vr. 270b. Numan Külekçi, XI-XX. Yüzyıllar El Yazması Metinler ve Özetleriyle Mesnevi Edebiyatı Antolojisi, Aktif Yay., Erzurum, 1999, C. I, s. 335. 11 2 Şânî Mehmed Efendi namıyla belirtilmiştir. Şânî Efendi bahsinde Lârendeli oluşu, Hoca Ataullah Efendi’nin mülâzımı oluşu, müderrisliği ve Sultan Üçüncü Murad’ın son dönemlerine (1574-1595) yetiştiği kayıtlıdır. Şânî Mehmed Efendi bahsinde ise Şânî’nin müderrisliği ve görev yaptığı yerlere dair bilgiler verildikten sonra ölüm tarihi H.1019 / M.1610 kaydedilir. Ancak her iki Şânî bahsinde verilen bilgilerin tamamı hem Şakâyık-ı Nu’mâniyye’de hem de Mesnevi Edebiyatı Antolojisi’ndeki Mehmed Şânî bahsinde verilmiştir. Kınalızâde’de ise yine bu bilgilerin tamamı sadece Şânî Efendi bahsinde verilmiştir. Bu bilgilere göre Sicill-i Osmanî’de verilen Şânî Mehmed Efendi ile Şânî Efendi aslında aynı kişidir. Mecelletü’n-Nisâb, Mehmed Şânî bahsinde şairin Gülşen-i Efkâr adlı bir mesnevisinin olduğunu zikreder. Lârendeli Şânî ile ilgili bilgi veren eski kaynaklar arasında şairin Gülşen-i Efkâr adlı mesnevisinin varlığından tek bahseden kaynak da Mecelletü’n-Nisâb’dır.12 Osmanlı Müellifleri13, Sefîne-i Evliyâ14 ve Kâmûsu’l-Kütüb ve Mevzûatu’lMüellifât15 gibi biyografik kaynaklarda Şânî’nin asıl adı İbrahim olarak kayıtlıdır. Verilen bilgiler ise diğer kaynaklardaki “Şânî Efendi” ve “Şânî Mehmed Efendi” bahislerinde aktarılanlarla bir farklılık arz etmemektedir. Bu durumda kaynaklarda farklı adla kayıtlı üç Lârendeli Şânî’nin de aynı kişi olma olasılığı oldukça yüksektir. Biyografik kaynakların yanı sıra şairler hakkında bilgi edinebileceğimiz ve birinci kaynak olarak değerlendirilebilecek eserler, şairlerin bizzat kendi yazdığı eserlerdir. Zaman zaman şairler eserlerinde kendileri hakkında bilgiler verebildiklerinden bu konu üzerinde de durmak gerekir. Lârendeli Şânî’nin Gülşen-i Efkâr adlı mesnevide kendisi hakkında verdiği tek bilgi memleketinin Lârende (Karaman) oluşudur16. Yine Gülşen-i Efkâr’da Sultan Üçüncü Murad’a bir methiye yazmış olması Sultan Üçüncü Murâd devri şairlerinden olduğu bilgisini doğrular niteliktedir. Gülşen-i Efkâr’ın A nüshasının17 ilk sayfasında Şânî’nin Sultan İkinci Murad devri şairi olduğu kayıtlıdır. Ancak bu kaydın doğru olmadığı, şairin Sultan İkinci Selim’in oğlu Üçüncü Murad devri şairi olduğu “İbn-i Sul†ân Selµm-i √âfı@-ı dµn / 12 Müstakîm-zâde Sa'deddin, age, Nu: 628, vr. 270b. 13 Kurnaz, age, C. I, s. 112. Akkuş vd., age, C. III, s. 187 14 15 Müstakîm-zâde Sa'deddin, age, Nu: 628, vr. 270b. 629-650. beyitler arası 22 beyitlik “Lârende şehrengizi” diyebileceğimiz bölümün başında şair “Bu √a…îrüñ va†an-ı a§lîsi olan şehr-i tâbende vü kişver-i dırahşende ya¡ni sevâd-ı Lârende’nüñ...” ifadesiyle memleketinin Lârende olduğunu belirtir. 17 İÜ Merkez Kütüphanesi , Nadir Eserler, Nu: 3040. 16 3 Ya¡ni Sul†ân Murâd-ı ehl-i ya…µn” (b. 601) beytinden anlaşılmaktadır. Bu durum müellif hattı olmayan nüshalarda şiir dışındaki ön veya son kayıt bilgilerinin yanlış olabileceği fikrini doğrulamaktadır. Şânî hakkında eserinden bilgi edinebileceğimiz bir diğer husus Dede Ömer Rûşenî’ye yazdığı mehdiyedir. 18 Dede Ömer Rûşenî Halvetiliğin Rûşeniyye kolunun müessisi olarak bilinir.19 Bu bilgiye dayanarak Şânî’nin Halveti olduğu sonucuna ulaşılabilir. Üzerinde durulması gereken bir diğer husus da kütüphane kayıtlarıdır. Kütüphanelerin bibliyografik künyelerinde “Lârendeli Mehmed Şânî” kaydı bulunmamaktadır. Süleymaniye Kütüphanesi kayıtlarında “Şânî el-Larendevî İbrahim b. Abdurrahman el-Karamanî” ve “İbrahim b. Abdurrahman el-Karamanî Şânî elLarendevî” olarak kayıtlıdır.20 Nuruosmaniye Yazma Eser Kütüphanesindeki el-İfsah fi Şerhi Şevahidi’lMiftâh21 adlı eserin müellifi “el-Karamanî, İbrahim b. Abdurrahman eş-Şânî” olarak kaydedilmiştir. Ancak aynı kayıtta yazarın ölüm tarihi olarak H. 1069 / M. 1658 verilmiştir. Bu künye kaydı ya yanlıştır ya da doğruysa bu tezkirelerde ölüm tarihi H. 1019 / M. 1610 olarak kayıtlı Gülşen-i Efkâr müellifi Lârendeli Şânî ile el-İfsah fi Şerhi Şevâhidi’l-Miftâh adlı eserin müellifi “el-Karamanî İbrahim b. Abdurrahman eşŞânî”nin aynı müellif olmasına imkân yoktur. Süleymaniye’de22 ve Milli Kütüphane’de23 kayıtlı el-Hey'etü'l-İslâmiyye adlı eserin müellifi “İbrâhîm b. Abd er-Rahmân Karamânî” olarak geçmektedir. Ayrıca Süleymaniye’de kayıtlı 13 adet el-Hey’etü’l İslâmiyye için de yazar olarak “İbrahim b. Abdurrahman el-Karamanî” kaydı vardır. Yani Şânî mahlası hiç kullanılmamıştır. Fakat Milli Kütüphane’deki Hey’etü’l-İslâm24, Kayseri 18 Raşit Efendi Eski Eserler 651-711. arasındaki beyitler Dede Ömer Rûşenî’ye medhiyedir. Başlıkta “ VÂRİ¿-İ ¡ULÛM-I NEBÌ ŞEY» ¡ÖMER RÛŞENÌ E’Ş-ŞEHÌR Bİ-MONLA ÇELEBİ ◊A≤RETLERİNÜÑ (...) MEN¢IBI VÜ EV~ÂF-I ¡ACÂYİBİDÜR...” ifadesi vardır. 19 Semra Tunç, “Dede Ömer Rûşenî” S. Ü. T.A.E. Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya 1997, S. 5, s. 237. 20 1478 nr. Mir'atü's-Safâ; 2164 nr. el-İfsâh fi Şerhi Şevâidi'l-Miftâh; 2573 nr. Manzûme-i Avâmil; 3731 nr. Gülşen-i Efkâr; 3782 nr. Zarî'atü'l-Ebrar fi Na'ti'nNebiyyi’l-Muhtâr adlı eserler için Süleymaniye Kütüphanesi bibliyografik künyeyi verirken Şânî’nin adını yukarıda zikrettiğimiz şekilde kaydetmiştir. 21 Bu eser kütüphanede 34 Nk 4464 arşiv numarasıyla kayıtlıdır. Arşiv Nu: 07 Tekeli 837/2 23 Arşiv Nu: 06 Hk 2979/1 24 Arşiv Nu: 06 Hk 882 22 4 Kütüphanesi’ndeki25 ve Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’ndeki26 el-Hey'etü'lİslâmiyye adlı eserler için de müellifin adı, 1659’dan sonra öldüğü notu da düşülerek, “İbrahim Karamanî Âmidî” olarak verilmiştir. Bu durumda “İbrâhîm b. Abdurrahman Karamânî” ile “İbrahim Karamanî Âmidî” aynı kişi midir yoksa farklı kişiler olup birbiriyle karıştırılarak kütüphane kayıtlarında hata mı yapılmıştır? İbrahim Karamanî Âmidî adına kütüphanelerde kayıtlı ellinin üzerinde eser vardır. Bunların tamamı Arapçadır. Dinî içerikli ve mensur olan bu eserlerin istinsah tarihleri ya yoktur ya da 1700’lü yıllara aittir. H.1069 / M. 1659’dan sonra öldüğü belirtilmiştir. Tezkirelerin hiçbirinde “Şânî” mahlasıyla kayıtlı böyle biri yoktur. “İbrâhîm b. Abdurrahmân Karamânî” adı ise daha önce yukarıda zikrettiğimiz biyografik kaynakların bazılarında “Şânî” mahlasıyla birlikte verilmiştir. Ayrıca bu isimle kütüphanelerde kayıtlı eserlerin telif veya istinsah tarihi on altıncı yüzyılın ikinci yarısıdır. Yani aralarında “İbrahim Karamanî Âmidî” muhtemelen daha doğmadan önce yazılmış eserler27 vardır. Bu bilgilere göre iki şahsın aynı olmasına imkân yoktur ve kütüphane künyelerinde yazarın adı karıştırılmıştır. el-Hey'etü'l-İslâmiyye adlı eser de istinsah tarihleri dikkate alındığında İbrahim Karamanî Âmidî’ye aittir. Yakın bir zamanda yapılan yüksek lisans tezlerinden birinde28 Şânî’nin böyle bir eserin müellifi olduğuna dair herhangi bir bilgi verilmemiş ve bu konuyla ilgili herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır.29 Yukarıdaki bilgiden de eserin zaten Lârendeli Şânî’ye ait olmadığı ortadadır. Sözünü ettiğimiz tezde Gülşen-i Efkâr müellifinin adının kesin bir ifadeyle Lârendeli İbrahim Şânî olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ancak yapılan değerlendirmeler bu sonuca ulaşmak için yetersiz görünmektedir. Mevlüde Alparslan’ın yaptığı değerlendirmeleri30 ve bu değerlendirmelere esas teşkil eden bilgileri maddeler halinde verelim ve her maddenin altına da değerlendirmedeki eksikliği dile getirelim: 1) “Kınalızâde, Şânî’nin Ataullah Efendi’nin mülâzımı olduğunu ve kırk akçeli bir medreseden azledilmiş olduğunu ifade ederken Atâî’nin “Mehmet Şânî” adı altında aynı bilgileri vermesi bizde “Mehmet” isminin sehven yazılmış olabileceği düşüncesini doğurmaktadır.” 25 Arşiv Nu: Râşid Efendi Eki 1162/6 Arşiv Nu: 09 Müz 675/1 27 Mir'atü's-Safâ, H.989 / M.1581, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Böl., Nu: 1478; Manzûme-i Avâmil, H. 987 / M.1581, Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa Böl., Nu: 2573; Zarî'atü'l-Ebrar fi Na'ti'n-Nebiyyi’l-Muhtâr, H.1002/M.1594, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Böl., Nu: 3782 28 Mevlüde Alparslan, İbrahim Şânî El-Lârendevî’nin Gülşen-i Efkâr Mesnevisi (Metin-Muhtevâ-Tahlil), DEÜ SBE İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı, İzmir 2007 (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) 29 Alparslan, agt, s. 12-14. 30 Alparslan, agt, s. 6-7. 26 5 Bu bilginin doğruladığı tek şey Kınalızâde ile Atâî’nin aynı şairden bahsettiğidir. Kınalızâde’nin bahsetmediği ise şairin gerçek adıdır. Şairin asıl adı Mehmed olabilir, bu durumda “Mehmed” isminin sehven yazılmış olabileceği sonucu çıkarılamaz. 2) “Müstakim-zâde’nin Mecelletü’n-nisâb’da şairi tanıtırken “Ve lehû Gülşen-i Efkâr” ibaresini kullandığını görüyoruz. Oysaki Gülşen-i Efkâr adlı eserinde şair, kendini “İbrahim” olarak zikretmektedir. Dolayısıyla Osmanlı Müellifleri’nde şairin ismi doğru olarak kaydedilmesine rağmen Mehmet Nâil Tuman’ın, muhtemelen daha önceki tezkirelere dayanarak “Osmanlı Müellifleri’nin [şairin] ismini İbrahim diye göstermesi yanlışdır” ifadesini kullanması bizim ileri sürdüğümüz tezi doğrulamaktadır. Muhtemelen biyografik kaynaklardaki bu çelişki nedeniyle şair, sonraki nesillere yanlışlıkla “Mehmet Şânî” olarak tanıtılmıştır.” Mecelletü’n-nisab eski biyografik kaynaklar içinde şairin Gülşen-i Efkâr adlı eserinin olduğundan bahseden yegâne eserdir ve bu eserde şairin adı “Mehmed Şânî” olarak kayıtlıdır. Şairin Gülşen-i Efkâr’da kendini İbrahim diye zikrettiği ise doğru değildir. Her üç nüshada da şairin asıl adına dair herhangi bir kayıt yoktur. Zaten bu kaydın eserin hangi varağında ya da hangi beytinde olduğuna dair de dipnot düşülmemiştir. Mehmet Nâil Tuman’ın ifadesi de savunulan tezi doğrulamasının aksine bu tezi çürütmektedir. 3) “Ayrıca araştırmalarımız sonucunda “Mehmet Şânî” adına kaynaklarda hiçbir esere rastlanılmadığı gibi Lârendeli Şânî adına tespit ettiğimiz eserlerin tamamının Lârendeli İbrahim Şânî’ye ait olduğu ortaya çıkmıştır. XVI. yüzyılda yaşamış Mehmet Şânî adında hiçbir şaire rastlanmamıştır.” “Mehmed Şânî” adının çeşitli biyografik kaynaklarda kayıtlı olduğundan yukarıda bahsetmiştik. Ancak sanırım bahsedilen kaynaklar şairin müellifi olduğu söylenen eserlerin kendileridir. Gülşen-i Efkâr dışında ona ait olduğu ileri sürülen eserlerin tamamında “İbrahim Şânî” adının geçtiği doğrudur. Gülşen-i Efkâr için de kütüphane kayıtlarında “İbrahim Şânî” adının kullanıldığı tarafımızdan tespit edilmiştir. Ancak Gülşen-i Efkâr’ın hiçbir nüshasında “İbrahim Şânî” kaydı yoktur. Daha önceki değerlendirmelerimizde kütüphane kayıtlarının çok da sahih olmadığını belirtmiştik. Şu durumda “İbrahim Şânî” ile Gülşen-i Efkâr şairi Şânî aynı kişi olmayabilirler. Çünkü tespit edilen eserler arasında edebî değer taşıyan ve Türkçe olan tek eser Gülşen-i Efkâr’dır. Diğerleri dinî içerikli Arapça mensur eserlerdir. Gülşen-i Efkâr dışında Türkçe olan tek eser Manzûme-i Avâmil’dir ki o da zaten Arapça dil bilgisi öğretmek 6 için manzum olarak kaleme alınmış didaktik bir eserdir ve edebî herhangi bir değeri yoktur. Bu durumda Gülşen-i Efkâr’ın İbrahim Şânî’ye ait olduğu sonucuna varılması çok iddialı olur. 4) “Kaynaklarda farklı isimlerle Şânî’ye ait gösterilen beyitlerin birbirinin aynı olması bu kişilerin aynı şahıslar olduğunu göstermektedir.” Bu durum kaynakların kendinden önceki kaynakları ve kaynaklarda verilen beyitleri apardıkları anlamına da gelir. İlginç olan noktalardan biri de Şânî’nin asıl adının İbrahim olduğunu belirten tüm kaynakların son dönemde yazılmış kaynaklar olmasıdır. Şairin yaşadığı döneme yakın kaynaklar şöyle dursun, 20. asra kadar yazılmış tezkirelerin hiçbirinde “İbrahim Şânî” kaydı yoktur. Bu durum, Şânî mahlasını kullanan iki ayrı müstensihin birbiriyle karıştırılmış olabileceği fikrini çürütmediği gibi aynı kişi oldukları savını da doğrulamaz. 5) “İbrahim Şânî adıyla yazılmış eserlerin tarihleriyle Mehmet Şânî adıyla verilen şahsın yaşadığı zamanın örtüşmesi, Mehmet Şânî ile İbrahim Şânî’nin aynı şahıs olduğu kanaatini doğrular niteliktedir.” Bu durum aynı dönemde yaşamış iki Lârendeli Şânî olabileceği kanaatini de çürütmez. “Şânî Mahlaslı Şairler” bahsinde adı geçen “Saraybosnalı Şânî” de aynı dönem şairidir. 6) Lârendeli Şânî’nin künyesi eserlerinde “İbrahim b. Abdurrahman eş-şehîr bi-Şânî el-Lârendevî el-Karamanî” şeklinde geçmektedir.” Bu bilgiye göre asıl ismi İbrahim olan şair, Lârendeli olup döneminde Şânî el-Lârendevî olarak tanınmıştır. Gülşen-i Efkâr’da böyle bir kayıt olmadığını daha önce de ifade etmiştik. Kütüphane kayıtlarındaki künye bilgisinde Gülşen-i Efkâr’ın müellifinin “İbrahim b. Abdurrahman el-Karamanî Şânî el-Larendevî” olarak yazıldığını ama bunun yanlış olabileceğini daha önce de belirtmiştik. Biyografik kaynakların, kütüphane kayıtlarının ve de müstensih notlarının yetersizliği dikkate alınırsa Gülşen-i Efkâr müellifi Lârendeli Şânî’nin asıl adının ne olduğu meselesi daha da karmaşık bir hâl almaktadır. Bu durumda Gülşen-i Efkâr şairinin asıl adının İbrahim mi yoksa Mehmed mi olduğu kesin olarak tespit edilememektedir. Mevlüde Alparslan’ın ulaştığı sonuç kesinlikle yanlıştır ya da kesinlikle doğrudur diyemeyiz. İhtimallerden akla en yatkın olanlarından biridir. Bu 7 sebeple biz sanatçının hayatı ve eserlerini verirken “Lârendeli Şânî” adına kayıtlı tüm bilgileri ortaya koymaya çalışacağız. 1.1.1. Hayatı Lârendeli Şânî eski adı Lârende olan Karaman’da doğmuştur. Doğum tarihiyle ilgili kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Şemseddin Sami’nin ifadesine göre İkinci Selim devrinde tahsil için İstanbul’a gelmiştir.31 Bu bilgiye göre Sultan İkinci Selim’in tahta çıkışı ile ölüm tarihi arasında (1566-1574) İstanbul’a gelmiş olmalıdır. Lârendeli Şânî’den bahseden kaynakların neredeyse tamamında İkinci Selim’in de hocalığını yapan Hoca Ataullah Efendi’nin mülâzımı olduğu kayıtlıdır.32 Ataullah Efendi’nin vefatı M.1571 yılı olduğuna göre 1571’e kadar öğrenimini tamamlamış olmalıdır. Lârendeli Şânî, Osmanlı ilmiye teşkilatına göre yedi yıl süren mülâzımlığın ardından mertebe kat ederek kırk akçe maaşla Hasköy’deki Mahmut Paşa Medresesinde müderrisliğe başlamıştır.33 Cahit Baltacı da XV. ve XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri adlı eserinde Şânî’nin H.1000 / M.1591 yılına kadar kırk akçe aldığını ifade eder.34 Ancak bu bilgide bir tutarsızlık vardır. Çünkü Şakâyık-ı Nu’mâniyye’de Atâî bu tarihi H.1001 cemaziyelâhir olarak kaydetmiştir35 ki bu tarih M.1593 bahar aylarına denk gelir. Şânî, Hasköy’deki görevinden azledilince H.1001 / M.1593 yılında Bostanzade Mehmed Efendi ve Sun’ullah Efendi huzurunda Yavuz ve Nihalî Beylerle birlikte imtihan oldu ve imtihan neticesinde aynı yılın recep ayında Tûtî-i Latîf Medresesine müderris oldu.36 H.1004 / M.1596 zilhiccesinde görevi kabul etmeyen Taceddin Efendi yerine Rodos Fetvahanesine naklolundu. H.1006 / M.1597 rebîülahirininde Şam müftüsü oldu. H.1007 / M.1599 şevvalinde Trablus-Şam kazasına tayin olunup H.1008 / M.1599 rebîülahirininde bu görevinden azlolundu. H.1009 / M.1600 muharreminde Sufi Mehmed Efendi yerine Maraş kazasına tayin edildi. H.1010 / M.1601 rebîülahirininde bu görevinden de azlolundu. H.1011 / M.1603 zilhiccesinde 31 Şemseddin Sami, age, C. IV, s. 178 32 Kutluk, age, C. I., s. 574; Özcan, age, C. II, s. 533.; Tuman, age, C. I, s. 474.; Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 130.; Akkuş vd., age, C. III, s. 187. 33 Kutluk, age, s. 574; Özcan, age, s. 533. Cahit Baltacı, XV- XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, Teşkilât / Tarih, İrfan Matbaası, İstanbul 1976, s. 448. 35 Özcan, age, s. 533. 36 Özcan, age, s. 533. 34 8 Gazalîzade yerine Erzurum kazasına kadı olarak tayin edildi. H.1013 / M.1604 saferinde yine azledilip yerine selefi iade kılındı. H.1015 / M.1606 rebîülevvelinde Ankara’ya naklolunanVildanzade yerine Âmid kazasına tayin edildi. H.1016 / M.1607 saferinde tekrar Erzurum kazasına tayin edildi. Şair, H. 1019 / M. 1610 yılında son görev yeri olan Erzurum’da vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir.37 Şânî, H. 989 / M. 1581 tarihli Mir’atü’s-safâ isimli tasavvufî eserini Gülşenî şeyhlerinden Kerim b. Gülşenî için yazdığını ifade etmektedir. Buna göre şair muhtemelen tahsili sırasında Gülşenî tarikatına intisab etmiştir.38 Şânî, kendi ifadesiyle Gülşenî şeyhlerinden Abdülkerim Efendi’nin mürididir.39 Gülşeniyye, Halvetiyye’nin ana kollarından Rûşeniyye’nin bir şubesidir. İbrahim Gülşenî (öl. M.1533) Dede Ömer Rûşenî’den feyz alan dervişlerin en meşhurudur.40 Şânî’nin Gülşen-i Efkâr’da Dede Ömer Rûşenî’ye bir methiye yazdığından söz etmiştik. Eserin adında “Gülşen” sözcüğünün kullanılması da şairin hangi tarikata mensup olduğuyla ilgili bir ipucu olarak değerlendirilebilir. 1.1.2. Edebî Kişiliği Lârendeli Şânî’nin edebî kişiliği hakkındaki değerlendirmelerimizin tamamı Gülşen-i Efkâr mesnevisinin incelenmesine dayanmaktadır. Bunun sebebi ise tezkirelerde neredeyse her şair için söylenen övgü ifadelerinin dışına çıkılmayışı ve Şânî’nin Gülşen-i Efkâr dışında edebî değer taşıyan başka bir eserinin olmayışıdır. Gülşen-i Efkâr’daki söz, mânâ, şiir ve esere yönelik beyitler, şairin ve genelde Divan edebiyatı sanatçısının şiirden ne beklendiğini, neyin hedeflendiğini, güzel şiirle neyin kastedildiğini göstermesi bakımından önemlidir. Divan şairinin önem verdiği en önemli hususlardan biri özgünlüğü yakalamaktır. Şiirde aynı sözcüklerle aynı mesajı verse de farklı bir üslup yakalama amacındadır. Bu yüzden eserinin “tercüme” olmadığını, hayâl gücüyle “bikr-i mânâ”yı yakaladığını vurgular. Şânî de geleneğin şekillendirdiği bir şair olarak konuya ilişkin düşüncelerini şu beyitlerle açıklar: 37 38 Özcan, age, s. 533.; Tuman, age, C. II, s. 574 Alparslan, agt, s. 10 39 Mir’atü’s-Safâ, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Böl. Nu: 1478 vr. 140b. 40 Mustafa Kara, Türk Tasavvuf Tarihi Araştırmaları, Dergâh Yay., İstanbul 2005, s. 579 9 1692. Tercüme §anma anı ve’l-√â§ıl Bikr-i ma¡nâya olmışam vâ§ıl 1693. Mihr-i dil §aldı ¡âleme pertev ªâhir oldı yine bu …ı§§a-i nev Şair, Gülşen-i Efkâr’ın özelliklerini ve eseri niçin yazdığını açıklarken şu hususlara değinir: Bu eser, rindlere hitap eder ve onlar zevk alabilsin diye yazılmıştır. Hakk’ı talep edenler için sağlam bir kulptur. Sâlike yol göstermesi ve aydınlatması amacıyla nazm edilmiştir: 1694. Silk-i na@ma getürdüm anı revân ±ev… ala tâ ki zümre-i rindân 1674. Fi’l-me&el bu ni@âm-ı bµ-hemtâ ‰âlib-i ◊a……’a ¡urve-i vu&…a 1695. Ola kim sâlike ola hâdî Ehl-i tev√µde ide irşâdı Mevlânâ’nın Mesnevisi sâliki aydınlatmak için kıssadan hisse veren hikâyelerle oluşturulmuştur. Amaç her ne kadar kıssadan hisse vermekse de eserin edebî yönü ihmal edilmemiştir. Çünkü içinde hikmetli sözler vardır ve anlatıma bakıldığında edebî sanatlar ve mecazlarla süslenmiştir. Bu sebeple içerdiği mânâları herkes anlayamaz: 1698. ¢u†b-ı ¡âlem ki ◊a≥ret-i Monlâ Rüşd içün itdi Me&nevµ peydâ 1699. Tâ ola sâlike †arµ…-i sedâd ¢ı§§adan √i§§e ala ehl-i reşâd 1675. ªâhirµ zµnetiyle ârâste Bâ†ınµ √ikmetiyle pµrâste 1706. Bu me¡ânµyi ehl-i √âl añlar Kâşif-i remz olan ricâl añlar Yukarıda, Şânî’nin Gülşen-i Efkâr’ı niçin ve nasıl yazdığı ile ilgili birkaç beyit verilmiştir. Şair, didaktik bir eser ortaya koyduğunu dile getirmiş ama anlatımda 10 kuruluktan kaçınarak onu mecazlarla ve hikmetli sözlerle süslediğini söyleyerek hedefinin sadece öğreticilik olmadığını ortaya koymuştur. Bu durum onun sanat kaygısı taşıdığını göstermektedir. Gülşen-i Efkâr’ı incelediğimizde şairin söyledikleriyle yaptıklarının birbirine uyduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Gülşen-i Efkâr’in bazı bölümlerinde öğreticilik vasfı öne çıkarken bazı bölümlerde sanatsal anlatımın çok daha yoğun olduğu görülür. Gülşen-i Efkâr’da sanatsal kaygının en fazla görüldüğü bölümler tasvir bölümleridir. Bu bölümlerde teşbih, teşhis, istiare ve hüsn-i ta’lil sanatları başta olmak üzere başarılı bir edebî sanat zenginliği sergiler. Edebî sanatların sadece bir süs olmadığı, bir eserde anlamın kuvvetlendirilmesine olanak sağladığı unutulmamalıdır. Bu yüzden -öğretici bölümler de dâhil olmak üzere- edebî sanatların kullanılmadığı beyitlerin oranı yüzde onu bile bulmaz. Aşağıdaki beyitler eserin “tevhid” bölümünden alınmıştır. Beyitlerde insân-ı kâmil “şehr-i ¡âli” teşbihiyle süslenince mühendisler bu kadar mükemmel bir şehrin nasıl inşa edildiğine şaşırıp kalırlar. Bu şaşırma tasavvuftaki “hayret” makamını simgeler. Mühendislerde o mükemmelliğe (insân-ı kâmil) ulaşmaya çalışan sâliklerden başkası değildir. İki gümüş sütundan oluşan bir bina teşbihiyle süslenen, insanın bacaklarıdır. Sonraki beyitte o iki sütunun üstüne bir gümüş sütun (insanın gövdesi) oturtulur ve bu gümüş sütunun üstüne de ışık saçan bir cevher (baş) eklenir: 96. ¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd Aña insân-ı kâmil eyledi ad 97. Anda cümle mühendisân √ayrân İki sµmµn sütûnda itdi revân 99. Bir gümüşden sütûn itdi ∏afûr Üstine …odı gevher-i pür-nûr Yukarıda örneklediğimiz sanatlı anlatım sonraki beyitlerde de devam eder. Mükemmel bir biçimde yaratılan insan vücudu bir haneye benzetilince “akıl” o haneyi aydınlatan mum olur. Sonraki beyitte ise insan vücudunun saraya dönüştüğü görülür. İnsan vücudu saray olunca ruh da bu sarayın padişahlığını yapar. Akıl bu padişahın veziri, hilm de edibi oluverir: 11 100. Rûşen olmaπa «âne-i ra¡nâ Eyledi anda ¡a…lı şem¡-i ≥iyâ 101. Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh »al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh 102. ¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm İtdi √ilmi aña edµb-i selµm Bahar tasvirinin yapıldığı aşağıdaki beyitlerde de sanatlı anlatıma başarılı örnekler verilir. Çınarın meyveleri tespihe benzetilince çınar da tespih çekerek dua eden bir mü’mine dönüşür. Goncanın kalbi yaralanmasın diye dua etmektedir. Goncanın kalbinin yaralanmasıyla kastedilen ise goncanın açılarak içindeki siyah noktanın açığa çıkmasıdır. Sonraki beyitte de bülbülün âhını işitip de tüyleri ürperen bir gül tasvir edilir. Gülün dikenleri aslında bülbülün feryadıyla ürperen tüyleridir: 716. Ele tesbî√in aldı şâh-ı çenâr Olmasun diyü …alb-i πonce figâr 722. İşidüp zâr-ı bülbüli gül-zâr Tüyi ürperdi anı §anma ki «âr Şânî’nin edebî kişiliğini değerlendirirken dikkat çekmemiz gereken diğer bir husus ise tahkiyevî anlatımda ne gibi özellikler gösterdiğidir. Olay kurgusuna dayanan tahkiyevî anlatımda kısa cümleler dikkat çeker. Her mısraın bir cümle değeri taşıdığı beyitlerle örülü hikâye kısmında kahramanların diyalogları başarılı bir biçimde aktarılır. Hâkim anlatıcı kahramanlara sözü teslim etmeden önce mutlaka giriş niteliğinde bir tasvir yapar. Bu tasvir, sürekli “ben dili”ni kullanan kahramanların tekdüze cümle kurgusunu kırmak için yapılır. Şair, sözü kahramana doğrudan teslim etmektense kısa girişler yapmayı bu yüzden tercih eder. Aşağıdaki beyitler anlatıcının sözü kahramana vermeden önceki girişte yaptığı gece tasvirine örnektir: 1025. Yine şâh-ı kevâkib-i envâr ◊ayme-i mây içre …ıldı …arâr 1026. Her diyâra şihâbı §aldı revân Olmaya encüm içre tâ ki …ırân 12 1027. Ol gice bu hezµr-i zerrµn çeng Oldı simµn benekle mi&l-i peleng 1028. Tevsen-i çar«a bindi şâh-ı nücûm Ya¡ni e@hâr-ı ◊a……’a itdi hücûm Şânî, bu girişi yaptıktan sonra sözü kahramana teslim eder. Kahraman konuşmaya başlayınca öznesi “ben” olan cümleler art arda dizilmeye başlar. Diyalog kısımlarında konuşma sırası bir kahramandan diğerine verilirken yukarıda belirttiğimiz ara müdahalelerin sürekli yapıldığı görülür. Aşağıdaki diyalog bölümünden alınan beyitler “ben” öznesinin sebep olduğu tekdüze anlatıma örnektir: 1031. Didi tâc-ı Keyânidür ta«tum Âftâb-ı cihânidür ba«tum 1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ 1033. Ehl-i ferhenge eylerem raπbet ¢ıluram aña hürmet ü ¡izzet 1034. Ber-hümâ himmet-i mu¡allâyam Kûh-i ¢âf-ı πınâda ¡an…âyam 1035. Arayup …a¡r-ı ba√r-i ¡ummânı Bulmışam «âtem-i Süleymân’ı Anlatımda tekrara düşme belki de Şânî’nin en kusurlu görülebilecek tarafıdır. Bütün mekân tasvirleri cennet benzetmesi etrafında şekillenir. Kahramanların kendilerini överken kullandıkları sözcük dağarcığı hep birbirine yakın, hatta tekrar sayılabilecek düzeydedir. Aşağıdaki beyitlerde “şem¡” benzetmesinin farklı kahramanlar ve anlatıcı tarafından sürekli tekrarlandığı görülür. Aynı durum “nûr” benzetmesi için de geçerlidir: 1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ 871. Biri bir merd-i ¡â…il adı Sem¡ Dâimâ encümende şem¡-i cem¡ 13 947. ◊â§ılı cümlesi yanumda cem¡ Nûr-ı ≠âtumdur anlara çün şem¡ 1001. Nûrum olmışdur ol çemende şem¡ Buldı revna… benümle ilm-i şer¡ 1678. Şâhid-i ma¡na anda şem¡-i ≥iyâ »a††ı gûyâ ki dûd-ı ¡anber-sâ Mesneviler, gazel ve kasideyle kıyaslandığında sanatlı anlatım olarak onların gerisindedir, denir. Bunun temel sebebi olarak da olay anlatımına dayanması, bu sebeple daha kısa aruz kalıplarının kullanılması, ayrıntıya girecek kadar uzun cümlelerden oluşan beyitlerin bulunmayışı gösterilir. “Sıfat” türünden sözcüklerin çok kullanılışı şairin ayrıntıya önem verdiğini gösterir, “fiiller” tahkiyevî anlatımın vazgeçilmezidir. İsim ve fiil kullanımının fazlalığı bir şairin anlatımındaki ayrıntıyı görmek açısından önemlidir.41 Ancak bir mesnevi şairini gazel şairiyle kıyaslamak doğru olmaz. Aşağıdaki beyitlerde Şânî, tahkiyevî anlatımın tipik örneklerinden birini vermektedir. Kısa ve devrik cümleler ile sade bir dil kullanmaktadır: 85. Bir nefesden yaratdı ¡İsâ’yı ¢ara †opra…dan ehl-i esmâyı 87. Gehi bir dürden ider âb-ı revân Gehi §udan …ılur riyâ≥-ı cinân 98. İki †â… itdi ¡anber-i sârâ ¢ıldı miskµn sürâdi…ât aña Öğreticiliğin öne çıktığı beyitlerde anlatım daha kuru bir hal alır: 41 149. Üç merâtib-durur …amu tev√µd Añlamaz bunu §â√ib-i ta…lµd 150. Biri ¡ilmµdür ehli cümle ¡avâm Biri ¡aynµ biri √a…µ…i be-nâm M. Fatih Köksal, “Tahkiyeli Bir Eser Olarak Taşlıcalı Yahyâ'nın Şâh u Gedâ Mesnevisi”, Türklük Bilimi Araştırmaları (Prof. Dr. Kaya Bilgegil Armağanı), S. 5, 1997, s. 277, 282. 14 151. Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl ¡A…l u na…l-ile eyler istidlâl 154. Da«ı ¡ilminüñ ikidür nev¡i Biri ¡a…lµ birisidür sem¡µ 155. İkidür ¡a…l u na…l-ile tev√µd Biri ta√…µ… ü birisi ta…lµd Şânî’nin öğretici, ders verici tavrının olduğundan yukarıda bahsetmiştik. Atasözü sayılabilecek türden ifadeler sanatlı bir şekilde sık sık karşımıza çıkar. Bunlar aynı zamanda iyi birer temsilî anlatım örneğidir: 779. Zeri §arrâf olan bilür dâim Cevheri cevherî olan nitekim 138. Añlamaz …a†re ba√r-i ¡ummânı Ne bilür mûrçe Süleymân’ı 139. Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez 140. Ne bilür peşşe ≠ât-ı ¡an…âyı Nice añlar hümâ-yı ¡ulyâyı 1013. Ehlümi kimse cürm-ile a§maz Kimse yirde olan yüzi ba§maz Şânî, ses ahengini kafiye ve redifin yanı sıra iç kafiyeler ve aliterasyonla sağlamayı da başarır: 184. Bulur ol dem kemâl-i ma¡bûdı Görür ol dem cemâl-i meşhûdı 183. Melekût-ı semâya vâ§ıl olur Ceberût-ı ¡ulâya vâ§ıl olur 219. E√adiyyet rumûzın añladılar Vâ√idiyyet künûzın añladılar Eserin -fiiller haricinde- Türkçe sözcükler bakımından çok zengin bir malzemeye sahip olduğu söylenemez. Bunun sebebi mesnevinin tasavvufî bir eser 15 olmasıdır. Çünkü tasavvufla ilgili kavramların neredeyse tamamı (nûr, kün, kevneyn, âlem, berzâh, zât, sıfât vb.) Arapça veya Farsça kökenlidir. Eser, kısa cümlelerle kurulan beyitlerden ibaret olmasına rağmen, tamamı Türkçe sözcüklerle kurulmuş bir beyit dahi yoktur. Kullanılan Türkçe sözcüklerin de genellikle fiil veya fiilimsilerden ibaret olması, tahkiyevî anlatımın “hareket odaklı” olması özelliğinden kaynaklanmaktadır. Aşağıdaki beyitler dilin en sade, Türkçe sözcüklerin en fazla kullanıldığı beyitlerden birkaçıdır.42 22. Dökdi ba√ruñ yüzi §uyın keremi Baπrını deldi ma¡denüñ himemi 636. Yir yir ezhârı gülşeninde gören Yire indi §anur nücûm-ı peren 665. ‰utar elde ¡a§âyı §an Mûsâ Gösterür «al…a ol yed-i bey≥â Dilin Arapça ve Farsça tamlamalarla en ağırlaştığı bölümler ise methiye bölümleridir. Bu türden beyitlerde cevher fiili dışında Türkçe diyebileceğimiz bir yapı görülmez. Sultan Murad’a yazılan methiyeden şu beyitleri örnek verebiliriz: 23-A 42 592. Şeh-i ¡âlµ-mekân u @ıll-ı İlâh Pâdişâh-ı serµr-i ¡izzet-i câh 593. Âsmân-ta«t-gâh ü heft-bâlµn Âftâb-efser ü …amer-âyµn 594. Mihr-i ra«şân-ı burc-ı evc-i ¡a†â Dürr-i tâbân-ı dürc-i genc-i se«â 595. ∏ayret-i ¢ahraman u Behmen ü Gûr Reşk-i Dârâ vü Sencer ü Faπfûr 596. Ba√r-i mevvâc u …ulzüm-i zâ«ir Mihr-i berrâ…-ı ezher-i bâhir 597. Şehr-yâr-ı kerµm ü nµk-a«ter ¡Âdil ü nâ§ır-ı @afer-rehber Konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi için tezin “3.1. Dil Kullanımları” bölümüne bakınız. 16 Tüm bu örnekler ve açıklamalardan sonra Lârendeli Şânî’nin edebî kişiliğini şöyle özetleyebiliriz: Öğretme amacı taşır ama öğretirken sanatsal altyapıyı ihmal etmez. Edebî sanatları kullanmada, temsilî anlatımda, alegoride oldukça başarılıdır. Tahkiyevî anlatımdan kaynaklı tekdüze cümle yapısını kırmaya çalışır, anlatımda çeşitlilik yaratma peşindedir. Ancak özellikle kahramanların tanıtıldığı bölümlerde ve mekân tasvirlerinde tekrara düştüğü görülür. Eserin tasavvufi bir mesnevi olması ve tasavvufî kavramların genellikle Arapça ve Farsça sözcük veya tamlamalarla oluşturulması, Şânî’nin Türkçe sözcük kullanımını -fiiller hariç- kısıtlamıştır. Ses ahengini sağlamak için iç kafiyelerden faydalanmayı ihmal etmez. 1.1.3. Eserleri Lârendeli Şânî adına kayıtlı beşi Arapça ikisi Türkçe olmak üzere toplam yedi eseri vardır. Bu eserlerden Gülşen-i Efkâr dışındakilerde Lârendeli İbrahim Şânî adı kayıtlıdır. Gülşen-i Efkâr’da ise sadece “Lârendeli Şânî” kaydı vardır. 1.1.3.1. Arapça Eserleri Lârendeli Şânî’nin Arapça yazdığı beş eserin adları şöyledir: 1) Mir¡atü’s-Safâ 2) Zerî ¡atü’l-Ebrâr fî Na¡ti’n-Nebiyyi’l-Muhtâr 3) el-İfsâh fi Şerhi Şevâhidi’l-Miftâh 4) Risale fi’s-Semâvâti ve’l-Erdîn ve mâ Fîhinne 5) el-Ucâle. Mir¡atü’s-Safâ, Allâh’ın isimlerinin tecellîlerini ve mertebelerini konu alan 9 varaklık Arapça, tasavvufî bir risaledir. Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi Böl. nr: 1478 ve İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı Osman Ergin Yazmalar Böl. nr: 59’da kayıtlı iki nüshası bulunmaktadır. H. 989 / M. 1581 senesinde Şeyh Kerim b. Gülşenî Vardârî Edirnevî’ye sunulmuştur. Varak 132’de şair kendini söyle tanıtmıştır: elAbdü’l-müznibü’l-cânî İbrahim b. Abdurrahman el-Karamanî eş-sehîr bi-Şânî elLârendevî ve hüve fi rivayeti’l-ışk münzevî. Zerîatü’l-Ebrâr, Hoca Abdullah Ensarî tarafından H.1002 / M. 1594 senesinde istinsah edilmiştir. 2 varaktan oluşan 95 beyitlik mülemmâ bir na’ttır.43 Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi Böl. nr: 3782’de kayıtlıdır. İfsah’ın Süleymaniye Kütüphanesi Şehit Ali Paşa Böl. nr: 2164 ve Nûruosmaniye Kütüphanesi nr: 4464’te kayıtlı olmak üzere iki nüshası mevcuttur. 43 Alparslan, agt, s. 12. 17 Konusu Arap edebiyatıdır. Şair muhtelif tefsirlerden faydalanarak yazdığı Süleymaniye Kütüphanesindeki eseri milâdi 1584 yılında tamamlamıştır.44 Risale, adından da anlaşılacağı üzere yerin ve gökyüzünün tabakaları ve her ikisi arasındaki mesafelerin beyanı ile ilgilidir. Altı babdan oluşan eser yer ve göğün yaratılışları, cennet ve cehennemin mekânı, öldükten sonra ruhların, battıktan sonra güneşin hali hakkında ünlü müfessirlerin görüşlerine yer verir. 27 varak olan bu Arapça risale Bayezid Kütüphanesi nr: 5291’de bulunmaktadır.45 el-Ucâle, Fıkıh Mecmuasının 14. varağında bulunan tek varaklık bir risaledir. Eser tek varaktan mı ibarettir, yoksa devamı var mıdır? Bu konuda herhangi bilgiye ulaşamadık. Millet Kütüphanesi Feyzullah Efendi Böl. nr: 981’de kayıtlıdır. Arapça yazılmış bu risalenin son bölümünde yazar ve eserin ismi şu şekilde zikredilmektedir: “Hâzâ Risâletü’l-¡abdi’l-fakîr ila’llah el-…avî el-πanî İbrahim b. Şey√ ¡Abdurrahman eş- şehîr Şânî el-Lârendevî, Hâ≠ihî er-Risaletü’l- ¡Ucâle hâzihi’l-evrâk ve’l-me¡âl.” 1.1.3.2. Türkçe Eserleri Lârendeli Şânî’nin Manzûme-i Avâmil ve Gülşen-i Efkâr adlarını taşıyan iki Türkçe eseri vardır. Manzûme-i Avâmil, H. 987 / M. 1579’da, 7 varaklık, talik yazıyla yazılmış Osmanlıca manzum bir eserdir. Süleymaniye Kütüphanesi Şehit Ali Paşa Böl. nr: 2573’te kayıtlı nüsha rastlayabildiğimiz tek nüshadır. Manzûme-i Avâmil, 137 beyitten oluşan manzum bir nahiv kitabıdır. Eser, Osmanlı medreselerinde yıllarca okutulmuş Abdülkâdir Cürcânî (v. 471)’nin el-Avâmilü’l- mie’sinin manzum çevirisidir. Şânî, söz konusu eseri, memleketi Lârende’nin çocuklarını okuma yazmaya teşvik amacıyla kaleme aldığını ifade eder. Eser on iki bölümden oluşmaktadır. Harf-i cerlerden başlayarak yüz edat anlatılmıştır.46 Aruzun fâ‛ilâtün fâ‛ilâtün fâ‛ilün kalıbıyla yazılmıştır. Gülşen-i Efkâr mesnevisi çalışmamızın ana konusunu teşkil ettiği için aşağıdaki bölümlerde eser hakkında kapsamlı bilgi verilecektir. O yüzden burada eserin sadece adını vermekle yetiniyoruz. 44 45 46 Alparslan, agt, s. 12. Alparslan, agt, s. 12. Ali Öztürk, XVI. Yüzyıl Halvetî Şiirinde Din ve Tasavvuf, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), AÜ SBE, Ankara 2003, s. 62. 18 1.2. Şânî Mahlaslı Diğer Şairler Kaynaklarda yaptığımız taramalarda Şânî mahlasını kullanan on iki şair tespit ettik. Bu şairlerden Lârendeli oldukları hakkında bilgi verilen Mehmed Şânî ve İbrahim Şânî’nin aslında aynı şair olma ihtimalini göz önünde bulundurarak Şânî mahlasını kullanan toplam on bir şairin olduğunu söyleyebiliriz. Bu şairler hakkında kaynaklarda verilen bilgileri şu şekildedir: 1.2.1. Şânî Abdülkerim Efendi Adı Abdülkerim’dir. Safayi Tezkiresi47 dışındaki bütün biyografik kaynaklar48 Diyarbakırlı olduğu hususunda hemfikirdirler. Nâil Tuman bu duruma işaret ederek Şânî Abdülkerim Efendi’nin asıl memleketinin Diyarbakır veya Van olabileceğini belirtir.49 Şânî Abdülkerim Efendi Diyarbakır’dan İstanbul’a gelip Sultan Dördüncü Mehmet’in doğumuna “Nûrdur geldi Mu√ammed §ulb-ı İbrahim’den” mısraı ile tarih düşürerek Van defterdarı olmuştur. H.1087 / M.1676 yılında hac yolculuğundayken vefat edip Şam’da defnedilmiştir. Ölüm tarihine Arif Hikmet’in H.1080; Tezkire-i Âmid’in H.1083 yılını vermelerini Nail Tuman yanlış olarak nitelendirir. 50 Aşağıdaki beyitler, Sultan Dördüncü Mehmed’in doğumu için yazdığı şiirden alınmıştır:51 Târµ«-i Vilâdet-i Sul†ân Me√med »ân-ı Râbi¡ ◊amdüli’llâh ki tâze bir gül geldi bâπ-ı ¡âleme Gülsitân-ı √a≥ret-i Sul†ân İbrâhµm’den ‰âli¡-i sa¡d-ı hümâyûn-sâ¡at-i fer«unde-dem Sa¡d-ı nâ@ır na«s-i πâ’ib cedvel-i şehµmden Âsmân-ı sal†anatdan †oπdı bir mihr-i ≥amµr İrtifâ¡-i …adr-i ¡âlµ-pâye-i tefhµmden 47 Pervin Çapan, Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü'l-âsâr min Fevâ'idi'l-eş'âr), AKM Yay., Ankara 2006, s. 312-313. 48 Asım Tezkiresi, s. 14; Tezkire-i Âmid, s. 51; Yümnî, s. 11; Arif Hikmet, s. 38; Şakâik-i Nu’mâniyye, C. I, s. 700, Sicill-i Osmânî, C. III, s. 131; Mecelle, s. 270; Beliğ, s. 39. 49 Tuman, age, C. I, s. 475. 50 Tuman, age., s. 475. 51 Çapan, age., s. 312. 19 1.2.2. Derviş Şânî Mevlevî, İstanbul Galatalı, Şem’î Dede’nin öğrencisidir. 52 Doğum ve ölüm tarihlerine ilişkin herhangi bir bilgiye kaynaklar yer vermemiştir. Bir süre Remzi Çelebi’nin hizmetinde bulundu ve ondan çok şey öğrendi. Kaynaklarda Şem’î’nin öğrencisi olup ondan ilham aldığına dair şu beyit yer almaktadır:53 Bu Şânî Şem¡µ’den yakup çerâπı Geçerdi Şem¡µ’nüñ çeşm-i çerâπı 1.2.3. Vardar Yeniceli Şânî Asıl adı Yakup’tur ve Sultan III. Murat devri şairlerinden olup (M. 1574-1595) Larendeli Şânî’nin çağdaşıdır. Vardar Yenicesi’nden olup şair Garµbµ’nin kızkardeşinin oğludur. İyi tahsilli olup bilgili bir şairdir.54 Aşağıdaki beyitler onun şiirlerinden alınmadır:55 Bâπ-ı rû«unda ol §anemüñ «a††-ı müşk-bâr ~ahn-ı İrem’de tâze açılmış benefşe-zâr Ne bilür …âmet-i dil-cûñ elemin bâd-ı seher O bir âvâre durur kendi hevâsında yeler Cefâ fenninde artu… nüs«a ma¡lûmuñ degül ammâ Ma√abbet dâstânı yâd olunsa o…ıdum dirsin 1.2.4. Saraybosnalı Şânî Asıl adı Târâkzade Salih Efendi’dir. Saraybosnalı olup ulema zümresinden bir müderrisdir. Kaynaklarda vefatı H.1011 / M. 1602 olarak verilmektedir. Larendeli Şânî gibi Sultan II. Selim’in hocası olan Ataullah Efendi’den mülâzım olmuştur.56 52 İlhan Genç, Esrar Dede-Tezkire-i Şu'arâ-yı Mevleviyye, AKM Yay., Ankara 2000, s. 268. 53 Filiz Kılıç, Âşık Çelebi-Meşâ’irü’ş-Şu’arâ, İnceleme Tenkitli Metin (Basılmamış Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi SBE, Ankara 1994, s. 788. 54 Kutluk, age, s. 506; Şemsettin Sâmi, age, s. 2833; Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 130, Süleyman Solmaz, Ahdî ve Gülşen-i Şu'arâsı (İnceleme-Metin), AKM Yay., Ankara 2005, s. 372; Tuman, age, s. 475. 55 Solmaz, age, s. 372. 56 Kutluk, age, s. 502; Şemsettin Sâmi, age, s. 2833; Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 700; Solmaz, age, s. 372; Tuman, age, s. 474. 20 Kınalızâde Hasan Çelebi, tezkiresinde Saraybosnalı Şânî ile yakın dost olduklarını, kırk akçe medreseden azledilmiş olduğunu belirtir ve aşağıdaki beyitleri örnek olarak verir:57 Ser çekmesün semâya kendüni …ılmasın ¡ar≥ Far…ı boyuñla servüñ beyne’s-semâi ve’l-¡ar≥ Öykünmesün ru«uña zµrâ ki mâh-ı tâbân Yüz …ızdırup alupdur nûrı güneşden ol …ar≥ 1.2.5. Kastamonulu Şânî Kastamonuludur. Kemal Paşazade’den mülâzım olmuş; Bağdat seferinde vefat etmiştir. Ancak “Bağdat Seferi” ve ölüm tarihine ilişkin bir karışıklık söz konusudur. Tezkirelerde Kastamonulu Şânî’nin Yavuz Sultan Selim58 ve Kanunî Sultan Süleyman devri şairi olduğu59 belirtilmiştir. Son dönem sempozyum bildirilerinden birinde60 “Bağdat Seferi” olarak Dördüncü Murad’ın 1638 tarihli seferi esas alınmış ve bu seferin sonucu olan Kasr-ı Şirin’de şairin vefat ettiği belirtilmiştir. Hâlbuki Kastamonulu Şânî bütün kaynakların verdiği bilgiye göre Kemal Paşazade’den mülâzımdır, Kemal Paşazade’nin vefat tarihi ise M.1536’dır. 61 Bu hesaba göre Dördüncü Murad’ın Bağdat Seferi’nde (M.1638) vefat etmesi için Kastamonulu şairin 120 yaşın üzerinde olması gerekir ki o yaşta bir insanın sefere katılması mümkün değildir. Diğer bir nokta da gerek Latifi’nin gerekse Kınalızâde Hasan Çelebi’nin tezkirelerinde Kastamonulu Şânî’ye ilişkin bilgi verilirken şairin vefat etmiş olduğu kayıtlıdır. Latifi’nin tezkiresini 1546’da, Kınalızâde’nin de 1586’da tamamladığı düşünülürse Kastamonulu Şânî’nin 1546 yılından önce vefat etmiş olduğu gerçeği ortaya çıkar. Bu değerlendirmeye göre şair, Dördüncü Murad döneminde yapılan Bağdat Seferi’nde (M.1638) değil, Kanunî döneminde yapılan Bağdat Seferi’nde(M.1534) vefat etmiş olmalıdır. 57 Kutluk, age, s. 502-503. Kutluk, age, s. 502. 59 Tuman, age, s. 475. 60 İlyas Yazar, "Kastamonlu Dîvan Edebiyatı Şâirleri", II. Kastamonu Kültür Sempozyumu, Kastamonu Valiliği, Kastamonu Eğitim Fakültesi, Rıfat Ilgaz Kültür Merkezi, Kastamonu 18-20 Eylül 2003, s. 262. 61 İskender Pala, (1996), "Kemalpaşazade", Osmanlı Ansiklopedisi, İz Yay. İstanbul C. 2, s. 158; Mine Mengi, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Basımevi, 9. Baskı, Ankara 2003, s. 67. 58 21 1.2.6. Mustafa Şânî Asıl adı Mustafa’dır, İstanbul’un Eyüp semtinde yaşamıştır ve Eyüplü olarak bilinir62. Müderristir ve H.1057 / M.1647’de vefat etmiştir. Mecelle’de vefatı 1050 olarak kayıtlıdır63. Şiirleri rağbet gören şuh ve nüktedan bir şairdir. Aşağıdaki beyitler onundur: Yalıñuz âşüfte-i †urreñ §abâ mıdur senüñ Daπıdıp a…lın perµşân eylemiş sünbül da«ı Benden artı… ¡âşı…-ı şeydâ geçer ol dil-rübâ Naπme-i güftâr-ı gevher-bârına bülbül da«ı 1.2.7. Şânî Mustafa Efendi Mevlevî şeyhlerindendir. İstanbulludur. H. 1090 / M. 1679 yılında doğmuştur. Ka’riye imamı Mevlevî Abdülkerim Efendi’nin oğludur ve babasının vefatı üzerine onun yerine Edirnekapı’da bulunan Atik Ali Paşa Camii imamı olmuştur. H. 1180 / M. 1766 yılında vefat etmiş ve Edirnekapı haricinde defnedilmiştir. İki divan oluşturacak kadar şiiri vardır.64 1.2.8. Şânî Çelebi İstanbulludur. Kapıkulu sipahisidir. Doğum ve ölüm tarihine ilişkin herhangi bir kayda rastlanamamıştır65. Rodos’ta tımar sahibi olmuştur. Hezl ve hicivde ustadır. Aşağıdaki “kopuz” redifli gazel onun en meşhur şiirlerindendir66: Bir ki evbaşı dürüp başına merdâne kopuz Oturur mey-kede §adrına emîrâne kopuz Mı†rabuñ yeltesine uyduπiçün öksüzinüñ Meclis içre yüzini çaldı levendâne kopuz (...) Rûm abdâlı gibi …anzil olup §ohbet arar ~arılup bir nemed içine gedâyâne kopuz 62 Safâyî Tezkiresi, s. 307, Sicill-i Osmânî, C. III, s. 131, Tuhfe-i Nâilî, s. 474. Tuman, age, s. 474. 64 Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 131; Tuman, age, s. 475. 65 Tuman, age, s. 476. 66 Kılıç, agt, s. 789-790; Şemsettin Sâmi, age, C. IV, s. 2833. 63 22 Gûşmâl eyleyeli Şânî anı pîr-i §afâ Bir …alîle yeder ise uyar oπlana kopuz 1.2.9. Ahmed Şânî Çelebi Asıl adı Ahmed’dir. Halk arasında Helâki lakabıyla tanındı. Ebu’s-Suûd Efendi’den (M.1491-1574) mülâzım olup müderrislik yaptı67. Birçok eseri ile Farsça ve Türkçe şiirleri vardır. Doğum ve ölüm tarihine ilişkin herhangi bir kayda rastlanamamıştır. Aşağıdaki beyitler ona aittir68: Ten-i pür-dâπı ma√v idem ne nâm ü ne nişân …alsun Hemân kûyuñ kilâbına nevâle üstü«ˇân …alsun (...) Rehüñden başumı ayru düşürmek yol degül tîπüñ Hemân yol …almasun …alursa dil «â†ır-nişân …alsun 1.2.10. Erzurumlu Şânî H.1051 / M.1641 yılında Erzurum’da doğdu. Şiirleri güzel ve akıcıdır. Ayrıca tarih düşürmede de ustadır. 1.3. Gülşen-i Efkâr Hakkında Genel Bilgiler 1.3.1. Eserin Adı Eserin adı Gülşen-i Efkâr’dır. Eserin başlığı, alt başlıkları ve başlıktan önce yer verilen “Bi ¡avni’l-kerµmi’r-rahµm bi’smi’llahi’r-rahmâni’r-rahµm. Hâzâ kitâbu Gülşen-i Efkâr Sul†ân Murâd zamânında Lârendeli Şânî Efendi te’lif itmişdür” ifadesinde eserin adı zikredilmiştir. Sebeb-i Nazm bölümünde ise şu beyitte eserin adı zikredilir: 764. Bâπ-ı …albüñde Gülşen-i Efkâr Çün açıldı an’eylegil i@hâr Hâtimetü’l-kitâb bölümünde de şair eserin adını Gülşen-i Efkâr koyduğunu şu beyitle bildirir: 1691. Va…t-i gülşende ar≥ idüp dµdâr Aña nâm oldı Gülşen-i Efkâr 67 68 Tuman, age, s. 476; Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 130, Şemsettin Sâmi, age, C. IV, s. 2833. Kutluk, age, C. I, s. 504-505. 23 “Va…t-i gülşen” tamlaması eserin ilkbaharda tamamlandığı izlenimini uyandırmaktadır. 1.3.2. Yazılış Nedeni ve Şânî’nin Gülşen-i Efkâr’ı Tavsifi Mesnevilerde genelde “sebeb-i telif” veya “sebeb-i nazm” bölümlerinde değinilen kitabın yazılış nedeni, Gülşen-i Efkâr’da “Hâtimetü’l-kitâb” bölümünde verilmiştir. Sebeb-i nazm bölümünde ise mesnevilerde klasikleşen edebî yönü ağır basan tasvirlere yer verilmiştir. Gülşen-i Efkâr’ın “Sebeb-i nazm” bölümünde de bahar ve hazan tasvirleri yapılmıştır. Lârendeli Şânî eserinin vasıflarını ve bu eseri yazma nedenini aşağıdaki beyitlerde açıklar: Şânî’ye göre Gülşen-i Efkâr içi cevherle dolu yüce bir kitaptır ve tasavvuf ehline safa verir: 1676. Bu kitâb-ı şerµf-i pür-gevher Gûyiyâ §ûfi-i §afâ-perver Kırk günlük çilede gaflete düşmeyip mânâ çocuğunu kemâle erdirmiştir. Yani sâlikin kemâle ermesinde ona yol gösterici özelliği vardır: 1677. Erba¡µn içre olmayup πâfil ‰ıfl-ı ma¡nâyı eyledi kâmil Şânî, Gülşen-i Efkâr’ın her sözünü el değmemiş inciye, bu incileri delen keskin elması da kendi mizacına benzetir. Böylelikle Şânî el değmemiş mânâ incisini deldiğini söyleyerek eserinin orijinal olduğunu ifade etmektedir: 1681. Dürr-i nâ-süfte idi her sü«anı Deldi elmâs-ı tµz-†ab¡um anı Şânî, eserin cildini siyah ciltle kapladığını Kâbe benzetmesiyle anlatır. Onu Kâbe gibi siyah örtüyle kapladığını dile getirerek bu eseri her Müslümanın okuması gerektiği mesajını verir. Kitabın siyah örtüsü geceye benzetilince Gülşen-i Efkâr da o gecede parlayan aya benzer: 24 1686. Ka¡be gibi giyürdüm ana siyâh Şeb-i deycûr içinde oldı çü mâh Şânî, eserinin tercüme olmadığını, özgün bir eser yazdığını belirtir. Bikr-i mânâya ulaştığını ve bu hikâyenin yeni olduğunu dile getirirken rindlerin bu eseri keyifle okumalarını tavsiye etmektedir. Gülşen-i Efkâr’ın sâliklere rehber olup onların hidayete ermelerinde yardımcı olacağı görüşündedir: 1692. Tercüme §anma anı ve’l-√â§ıl Bikr-i ma¡nâya olmışam vâ§ıl 1693. Mihr-i dil §aldı ¡âleme pertev ªâhir oldı yine bu …ı§§a-i nev 1694. Silk-i na@ma getürdüm anı revân ±ev… ala tâ ki zümre-i rindân 1695. Ola kim sâlike ola hâdî Ehl-i tev√µde ide irşâdı Gülşen-i Efkâr’ın sadece idrak edebilenlerin anlayabileceği bir eser olduğunu belirten Şânî, eserin sâlike rehber olacağını yineler. Gülşen-i Efkâr’ın Mevlânâ’nın Mesnevisi gibi tarikat ehlinin irşada ulaşmasına vesile olmasını temenni eder: 1696. Kimde kim ola fehm ü ¡a…l-ı selµm Vech-i ma¡…ûlu eyler ol teslµm 1697. ~arf ide ger selâmet-i ¡a…lı Kendüye mürşid eyler ol na…li 1698. ¢u†b-ı ¡âlem ki ◊a≥ret-i Monlâ Rüşd içün itdi Me&nevµ peydâ 1699. Tâ ola sâlike †arµ…-i sedâd ¢ı§§adan √i§§e ala ehl-i reşâd 1703. Ehl-i tev√µde rehnümâ ola ol Ehl-i ¡irfâna pµşvâ ola ol 1706. Bu me¡ânµyi ehl-i √âl añlar Kâşif-i remz olan ricâl añlar 25 Bu kitabı idrâk edemeyecek olanların kem gözlerinden sakınılmasını tenbih etmektedir: 1708. Mil çek gözlerine nâdânuñ Görmesün tâ ki ¡aybını anuñ (b.1708) 1709. ≤arar irgür o çeşm-i bµnâya Keç-na@ar itmesün bu ma¡nâya (b.1709) Şânî, hâtimenin son bölümünde ise bu kitabı okuyanların kendi ettiği duaya âmin demelerini isteyerek eseri bitiriyor: 1725. Yâ ilâhî …amudan ekremsin Ecvedü’l ecvedµn ü er√amsın 1726. Urmışam yüz cenâb-ı √azretüñe Çeşm-dârum kemâl-i ra√metüñe 1727. ¡Aş…uñı rû√uma enµs eyle Lu†fuñı aña hem celµs eyle 1728. Dem-i â«irde †û†i-i cânum ‰âyirân ide saña süb√ânum 1729. Eyleme mesken aña nâsûtı Âşiyân eyle …urb-ı lâhûtı 1730. O…uyup bu du¡âyı ehl-i ya…µn Umarum cân ile diye âmµn 1.3.3. Yazıldığı Tarih Gülşen-i Efkâr’ın başında Sultan Murad zamanında yazıldığı belirtilmiştir.69 Diğer bir nüshada Lârendeli Şânî’nin, Sultan İkinci Murad devri şairlerinden Monla Çelebi’yle tanışmış olan Şeyh Ömer Rûşenî’nin müritlerinden biri olduğu kaydedilmiştir.70 Hem biyografik kaynaklarda verilen bilgiler hem de Gülşen-i Efkâr’da şairin Üçüncü Murad için yazdığı methiye bunu doğrulamaktadır. Bu methiyenin şu “Hâzâ kitâbu Gülşen-i Efkâr Sul†ân Murâd zamânında Lârendeli Şânî Efendi te’lif itmişdür.” Bu kayıt sadece SK nüshasında vardır. 70 “Gülşen-i Efkâr-ı Şânµ-i Lârendevµ ez mürµdân-ı Şey« ¡Ömer Rûşenµ müştehir be-Monla Çelebi ezşu¡arâ-yı ¡a§r-ı Sul†ân Murâd-ı ¿ânµ” Bu kayıt da sadece Ü1 nüshasında vardır. Ü2 nüshasında şair veya eserin dönemine ilişkin herhangi bir ön kayıt yoktur. 69 26 beyti Sultan İkinci Selim’in oğlu Üçüncü Murad’dan bahsedildiğini açıkça göstermektedir: İbn-i Sul†an Selµm-i √âfı@-ı dµn Ya¡ni Sul†an Murâd-ı ehl-i ya…µn Bu bilgiye dayanarak Gülşen-i Efkâr’ın Sultan Üçüncü Murad devrinde (M.1574-1595) yazıldığını söyleyebiliriz. 1.3.4. Sunulduğu Padişah Gülşen-i Efkâr’ın kime sunulduğuna dair herhangi bir bilgi yoktur. Eserde Üçüncü Murad’ın dışında herhangi bir devlet adamına övgü yapılmamıştır. Bu durum eserin Sultan Üçüncü Murad’a sunulduğu izlenimini vermektedir. 1.3.5. Konusu Gülşen-i Efkâr dinî-tasavvufî konulu alegorik bir mesnevidir. Eserde akıl, ilim, hilm ve devlet kişileştirilmiş kahramanlardır. Bu dört kahraman, kimin daha faziletli olduğu konusunda tartışmaya başlarlar. Bu tartışmanın galibi çıkmayınca, sorularına cevap verebilecek birini bulmak üzere şehr-i marifete doğru yola çıkarlar. Burada rûh-ı pür-hikmet adındaki kişiye dertlerini anlatırlar. Hepsi teker teker ayet ve hadisleri tanık göstererek iddialarını yinelerler. Rûh-ı pür-hikmet de onları dinler ve hepsinin eksik yönlerini, zayıflıklarını gözler önüne serer. Hikâyenin sonunda rûh-ı pür-hikmet dört kahramana da nasihat eder. 27 İKİNCİ BÖLÜM GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN BİÇİMSEL ÖZELLİKLERİ 2.1. Nazım Şekli Gülşen-i Efkâr, mesnevi nazım şekliyle yazılmış bir eserdir. Mesnevinin giriş bölümünde biri tevhid (b. 240-269), diğeri na¡t olmak üzere iki tercî-i bend vardır. Bilindiği gibi şairler, değişik nazım şekillerinde ustalıklarını göstermek ve “giriş” bölümündeki tekdüzeliği gidermek için bu yola başvururlar.71 Şânî de bu yolu izlemiştir. Mesneviler “giriş”, “konunun işlendiği bölüm” ve “bitiş” olmak üzere üç ana bölümden oluşur. Klâsik mesnevilerin “giriş” ve “bitiş” bölümlerinde kalıplaşmış olarak aynı sayılabilecek alt başlıklar bulunur. “Mesnevi” adlı makalesinde İsmail Ünver de “konunun işlendiği bölüm” için kalıplaşmış bir planın verilemeyeceğini söylerken, onun “giriş” ve “bitiş” bölümleri için verdiği plana72 Ahmet Kartal da birtakım eklemeler yaparak aşağıdaki tertip sırasını oluşturur.73 Giriş Bölümü: 1. Besmele, 2. Tahmid, 3. Tevhîd, 4. Münâcât, 5. Na¡t, 6. Mi¡râc, 7. Mu’cizât, 8. Medh-i Çehâr-yâr, 9. Diğer din ulularına övgü 10. Padişah için övgü, 11. Devlet büyüğüne övgü, 12. Sebeb-i te’lif Bitiş Bölümü: 1. Hamd ü senâ, 2. Sultana övgü ve saltanatının devamı için dua, 3. Şairin eseriyle ve şairliğiyle övünmesi, 4. Tanınmış mesnevi şairleri ve eserlerini anma, 5. Şairin eserine verdiği adı belirtme, 6. Hasetçilere, acemi ve dikkatsiz müstensihlerle metni doğru dürüst okuyamayan okuyuculara yergi, bunların esere vereceği zarardan Tanrı’ya sığınma, 7. Mesnevinin beyit sayısı, 8. Mesnevinin yazılışıyla ilgili tarihler, 9. Şairin ismi, memleketi 10. Okuyucudan hayır dua isteme. Gülşen-i Efkâr’ın “giriş” bölümünde yukarıda saydığımız alt başlıklardan “Mu’cizât” kısmı yoktur. Ancak “Na¡t” kısmında peygamberin mucizelerinden söz edilmiştir. Padişah Üçüncü Murad dışında herhangi bir devlet büyüğüne övgü 71 İsmail Ünver, “Mesnevi”, Türk Dili dergisi, Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri), S. 415, 416, 417, s. 437-438. 72 Ünver, agm, s. 448-449. 73 Ahmet Kartal, “Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri”, Şiraz’dan İstanbul’a Türk-Fars Kültür Coğrafyası Üzerine Araştırmalar, Kriter Yay., İstanbul 2008, s. 575-576. 28 yapılmamıştır. Devlet büyüğü yerine tarikat büyüğü “Dede Ömer Rûşenî”nin övgüsü (b. 651-711) yapılmıştır. Gülşen-i Efkâr’ın “giriş” bölümünde küçük bir şehrengiz sayılabilecek 22 beyitlik (b. 629-650) bir kısım vardır. Bu beyitlerde şair memleketi Lârende’nin güzelliklerini tasvir eder. Bu durum Gülşen-i Efkâr’ın klasik mesnevilerde pek görülmeyen özelliklerinden biridir. Bitiş bölümünde tek başlık kullanılmıştır. Hâtimetü’l-kitâb adını taşıyan bu başlık altında, yukarıda sıraladığımız genel mesnevi şablonuna uygun bilgilerin bir kısmına yer verilmiştir. Sultana övgü ve saltanatının devamını isteme, mesnevinin beyit sayısı, yazılışıyla ilgili tarihler, vezni gibi bilgilere yer verilmemiştir. Bunların dışında bitiş bölümü için yukarıda sayılan bilgiler bulunmaktadır. Konunun işlendiği bölüm hakkında çalışmamızın “Bölümler ve Bölüm Başlıkları” kısmında ayrıntılı bilgi verilmiştir. 2.2. Beyit Sayısı Gülşen-i Efkâr 1730 beyitten oluşmaktadır. 1730 beyitin 711’i giriş bölümünü, 960’ı (b. 712-1671) konunun işlendiği bölümü, 59’u (b. 1671-1730) ise bitiş bölümünü oluşturmaktadır. Beyit sayısı nüshalara göre farklılık göstermektedir. Bu farklılıklar çalışmamızın “Nüsha Tanıtımı” başlığı altında ele alınmıştır. 2.3. Vezin Gülşen-i Efkâr aruzun fe¡ilâtün (fâ¡ilâtun) / mefâ¡ilün / fe¡ilün (fa¡lün) kalıbıyla yazılmıştır. Eserin içindeki iki terci-i bend de dahil olmak üzere mesnevinin tamamında aynı vezin kullanılmıştır. Beyitlerde zaman zaman aruz kusurlarına rastlamakla birlikte kusur gibi görünen bazı kullanımların nüsha farklılıklarından, dolayısıyla müstensihlerden kaynaklandığı söylenebilir. Aşağıdaki ilk mısralar aruza uymamaktadır. Bu mısraların hemen altında ise diğer nüshadaki aruza uyan mısra gösterilmiştir: 1668. 74 75 Olur ol elbette ◊a……a vâ§ıl 74 Olur elbette ◊a……a ol vâ§ıl 75 Ü1 nüshası vezne uymuyor. Ü2 ve SK nüshaları vezne uyuyor. 29 1695. Ol kim sâlike ola hâdî 76 Ola kim sâlike ola hâdî 77 1715. İdeler Şâni-i rû√ dilşâd 78 İdeler rû√-ı Şâni’yi dilşâd 79 Bazı edebiyatçılara göre tamamı, bazılarına göre bir kısmı “aruz kusuru” sayılan vezinle ilgili bazı hususiyetler aşağıda paragraflar hâlinde açıklanmış ve örnek beyitler verilmiştir. Türkçede uzun ünlü olmadığı için Türkçe kelimelerin ünlü harfle biten bütün heceleri açık hece değerindedir ve bunu kapalı -veya uzun- hece saymak imâle sayılacağından Türkçe birçok kelimede imâle vardır. Gülşen-i Efkâr Türkçe kelime kullanımı bakımından zengin bir eser sayılmaz. Dolayısıyla imâlelerin kullanım sıklığı da bu oranda azdır, denebilir. Aşağıdaki rastgele seçilmiş beyitlerde altı çizili ve koyu karakterle gösterilen heceler imâleleri göstermektedir: 922. ~anki bir dil-rübâ-yı mµr-i sü√an Herkesüñ göñline girür rûşen 923. ¡İlm-i bâ†ında şöyle mâhirdür Göñlüñe her ne gelse anı bilür 924. »â†ırında rüsûm-ı mevcûdât Cümle fikrindedür «ayâl-i cihât 927. İstemez dâ’im ola va√detde Lµk bulur §afâyı ke&retde Gerçek bir aruz kusuru olan zihaf, eserde yok denecek kadar azdır. Gülşen-i Efkâr’da dikkat çekici unsurlardan biri şairin mahlasındaki uzun i’yi vezin gereği kısa okuma zorunluluğudur. Bu kullanım tüm mesnevi boyunca sık sık karşımıza çıkar. O yüzden bu durumun zihaf olarak değerlendirilmesi tartışmaya açıktır. Tespit edebildiğimiz örneklerden bazıları şu beyitlerdeki altı çizili hecelerde görülmektedir: 53. 76 Ol durur bâni-i binâ-yı semâ Fâti√-i bâb-ı …alb-i ehl-i fenâ Ü1 nüshası vezne uymuyor. Ü2 ve SK nüshaları vezne uyuyor. 78 Ü1 nüshası vezne uymuyor. 79 Ü2 ve SK nüshaları vezne uyuyor. 77 30 236. Şâniyâ keşf olur mı bu a√vâl Bulmayınca kemâl-i i≥mi√lâl 267. Feye≥ân eyleyüp Cemâl ü Celâl Şâniyâ @âhir oldı @ulmet ü nûr 366. Yarlıπa Şâni-i günahkârı Yo… durur senden özge ∏affârı 510. Şâniyi ¡aybı ile eyle …abûl ¢apladı …albini günâhla şeyn 530. Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr Eyleme Şâniyi …apuñdan dûr 590. Şâni-i nâ-murâda keşf-i ¡ulûm Rûzi …ıl eyleme anı ma√rûm 624. Şâniyâ mid√atine πâyet yo… Cümle ev§âfına nihâyet yo… 1715. Ola kim bu du¡âyı «ayrla şâd İdeler rû√-ı Şâni’yi dilşâd Türkçe kelimelerde med yapıldığında bu durum bazen bir ahenk bozulmasına ve vezinde takılmalara yol açabilmektedir. Gülşen-i Efkâr’da Türkçe kelimelerin hecelerine yapılan medler son derece kısıtlıdır. Türkçe kelimelerin sonunda çift ünsüzün az rastlanır olması ve uzun ünlü bulunmaması da bunda önemli bir etkendir denebilir. Arapça ve Farsça kelimelerde ise medli kullanım oldukça fazladır: 71. Heybetinden eridi gevher-i pâk Oldı âb-ı revân «ı††a-i «âk 268. Zelzele §aldı emr-i kün ¡ademe Dürc-i genc-i vücûd itdi @uhûr 1536. »al… cûdumla buldı mâl u menâl Zer-ile ceybi oldı mâl-â-mâl 1606. Rav≥a-i …albine ider cârî Sû-be-sû cûy-bâr-ı envârı 1653. ◊a≥ret-i ◊a… …amudan a…desdür Na…§la na…≥dan mu…addesdür 31 Vezindeki takti’ icabı yapılan ulamalar oldukça fazla sayıdadır: 4. Oldı envârı râh-ı dµne delµl Gider_anuñla yola ibn-i sebµl 31. Beñzer_ol √âsı çeşme-i şehde Bâπ-ı cennetde gonce-i verde 79. ¢urbeti ¢âfına olan ¡an…â Olur_anuñ vücûdı nâ-peydâ Arapça ve Farsça kelimelerde ses türemesi: Vezin gereği Arapça veya Farsça kelimelerdeki ses türemesi çok da yaygın bir kullanım değildir. Ancak Türkçeymiş gibi halk diline de yerleşmiş olan ve çok sık kullanılan “ilm, akl” gibi sözcükler Arapça veya Farsça bir tamlamanın içinde türemeye uğramazken Türkçe cümle yapısının içinde ünlüyle başlayan bir ek almadığı zaman ünlü türemesine uğramıştır. Aşağıdaki ilk beyitte “§adr” sözcüğü “§adır” şeklinde okunurken sonraki beyitte “§adr” biçiminde okunmuştur. Arap harfli metinde “§adr” sözcüğünün yazımında herhangi bir farklılık söz konusu değildir; fakat vezin gereği öyle okumak gerekmektedir. Aşağıda verilen son beyitte de Gülşen-i Efkâr’da onlarca kez kullanılan “¡a…l” ve “¡ilm” sözcükleri, aynı sebepten“¡a…ıl” ve “¡ilim” şeklinde okunmaktadır: 1482. Her §adırda benümle oldı ¡ilm Cümle …adri benümle buldı ¡ilm 281. Biri §adr u birisi …alb-i §afâ Birinüñ nâmıdur şeπâf-ı ≥iyâ 1544. Benüm-ile bulur ¡a…ıl …adri ¢adrüm-ile bulur ¡ilim §adrı Bu bahsettiğimiz durum sadece Gülşen-i Efkâr’a özgü değildir. Divan şiirinde bunun örnekleri vardır. M. Fatih Köksal, bu türden kullanımlar için türeyen ünlüyü parantez içinde gösterme yolunu seçmiştir:80 Ki ¡âşıklar ¡a…(ı)ldan yuyalar dest ¡A…(ı)l bu işde ser-gerdân olupdur 80 Sözü edilen beyitler için bkz. M. Fatih Köksal, Derviş Hayâlî – Ravzatü’l-envâr, Kitabevi Yay., İstanbul 2003 (s. 67, 43. beyit; s. 101, 421. beyit; s. 141, 868. beyit). 32 Feh(i)m bu fikrde √ayrân …alıpdur »ı≥(ı)r gibi göñül ba√rine †aldum Aslı çift ünsüz olan kelimelerin tek ünsüz okunması: Gülşen-i Efkâr’da aslı çift ünsüz (şeddeli) olan bazı Arapça kelimeler vezin gereği tek ünsüzle gösterilmiştir. Ancak bu durum sadece incelediğimiz esere özgü olmayıp divan şiirinde sık karşılaşılan hadiselerden bir diğeridir. Bu yüzden sözcüğün sonundaki aslî çift ünsüzlerin tek ünsüz olarak okunması da bir aruz kusuru olarak değerlendirilmemelidir: 514. Şol zamân gitdüñ ey dür-i yektâ ¢aldı arduñca Cebra’µl be…â 1014. Gördi bir gün √ıyâmı verd-i †arî Şerm olup dökdi dâne dâne düri 740. Der-kenâr itdi dil sefînesini Açdı dürr-i be…â √azînesini 471. İtdi anda vücûdını ifnâ Anda varlı… »a…’uñ idi ma√≥â 1593. Var başuñda πurûr-ı Fir¡avnµ Pes irür mi saña ◊a…’uñ ¡avni 530. Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr 621. Keremin gûş idüp yem-i necefi »acletinden yüzine †utdı kefi Şairin yukarıda verilen örnekler de dikkate alındığında aruzu ustalıkla kullandığını söyleyebiliriz. Bu örneklerin çoğunun zaten kusur olup olmadığı tartışmalıdır. Şairin de döneminin aruz anlayışına uygun bir yol izlediği görülmektedir. İmalelerin sık yapılması Türkçe kelimelerin aruza uyma sıkıntısından, Arapça ve Farsça kelimeleri çokça tercih etmenin sebebi de aruza daha uygun hecelere sahip olmalarından ileri gelmektedir. 2.4. Kafiye ve Redif Gülşen-i Efkâr’ı kafiye ve redif kullanımı açısından bir sınıflandırmaya tabi tuttuğumuzda ortaya çıkan tablo divan şiirinin genel karakterine uygun bir görünüm arz 33 eder. Divan şiirinde en az görülen kafiye türü yarım kafiye iken en çok tam ve zengin kafiye kullanılır. Cinaslı kafiyelere de yer verildiği görülmektedir. Eserdeki kafiye çeşitlerine örnek teşkil etmesi bakımından şu beyitleri verebiliriz: Yarım Kafiye: Tek ünsüzle yapılan kafiyedir. Divan şiiri geleneğindeki göz kafiyesi Türkçede olmayan ayın ( )عharfiyle yapılan kafiyede karşımıza çıkar: 385. Çeşme-sâr itdi barmaπından o şem¡ Cümle ¡a†şân-ı «al…ı itdi def¡ 288. Dil-i insânda ibtidâ-yı †avr Ehl-i ta√…µ… içinde nâmı §adr 412. Olmış idi felekde bir zer kim Meş¡aleyle arardı her encüm 128. Murπ-ı lâhût olup o bülbül-i üns ¢ulaπuz oldı aña †â’ir-i …uds 826. ¢amer ol gice oldı şem¡ lâkin Meş¡ale ya…dı geldi bezme peren 1301. Her kim eylerdür iddi¡â-yı fa≥l Aña lâzım durur güvâh-ı ¡adl Günümüz alfabesine göre yarım kafiye gibi görünen kimi kullanımlar, Divan şiirindeki göz kafiyesi dikkate alındığında tam veya zengin kafiye olduğu görülür: 77. Uçamaz ol diyâra mürπ-ı ¡u…ûl Aña ¡u…âb-ı ¡aş…ı virmez yol 235. Vâ√iden ba¡de vâ√idin olur ol Rûzı olmadı herkese bu vusûl 388. ¢ur§-ı mâhı kesüp benân-ı emµr Nµm-nânıyla itdi ¡âlemi seyr Tam Kafiye: Uzun ünlüler iki ses olarak değerlendirildiğinde tek uzun ünlüden oluşan kafiyeler de bu gruba dahil edilir: 1192. Gâhi bâπ-ı §afâda seyr eyler Gâhi ¡arş-ı a¡lâda seyr eyler 34 1204. Gâh mev§ûf olur nübüvvetle Gâh ma¡rûf olur kerâmetle 1210. Olmasa râsı ra√met olmaz idi Vâvı olmasa va√det olmaz idi 1318. Her kişi ¡izzeti benümle bulur Şevketi √ürmeti benümle bulur 1227. Rav≥a-i berza« içre bir güldür Gülşen-i lâ-mekanda bülbüldür Zengin Kafiye: Biri uzun ünlü olmak kaydıyla iki sesten ya da üç veya daha fazla sesten oluşan kafiyedir: 1226. Ol durur †â’ir-i hümâyûn-fâl Rûh-ı …udsµ enµs-i celle Celâl 1228. Ol durur †â’ir-i hümâ çâlâk ¢anadı altında bey≥adur eflâk 1234. Va§fını yaza biñ debµr-i kirâm Biñde birini itmeye itmâm 1235. Çün tamâm itdi rû√-ı seyrânµ Ba¡≥ı ev§âf-ı rûh-ı nûrânµ 1242. Gözümüz rûşen ola nûrı ile Göñlümüz gülşen ola nûrı ile Cinaslı Kafiye: Aşağıdaki örneklerden bazıları eski yazıya göre cinastır. 350. Her nefesde niçe günâh iderüm ~ub√a dek lµk her gün âh iderüm 398. ªâhir iken ≥iyâsı bu lehebüñ Görmedi çeşmi anı Bû Lehebüñ 986. Olmayan …albi §âf-âyine Na@ar itmez cemâlüm ayına 35 Tunç Kafiye: Bir dizenin son kelimesinin diğer dizenin sonundaki son kelimenin içinde kafiye olarak tekrar etmesidir. Bu sözcük anlam olarak değil, sadece ses olarak tekrar eder: 32. Fi’l-me&el ol nigµn-i bâdâmı Fikretüm şâhbâzınuñ dâmı 25. Zeyn idüp rûy u …alb-i µmânı ~a…ladı cân içinde ◊a… anı 59. Çâk idüp câme-i ¡adµmi vücûd Sµne gösterdi şânid-i mevcûd 61. Cilvegerdür …amu me@âhirde Göremez kimse anı @âhirde 96. ¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd Aña insân-ı kâmil eyledi ad Kafiye Kusurları: “Uyûb-ı mülekkabe-i kâfiye denen kafiye kusurları, senâd, ikvâ, ikfâ ve iytâ olmak üzere dört türlüdür. Bunlara -revi harfinin farklılaşması demek olan “ikfâ” dışında- bugünkü kafiye anlayışına göre kusur veya ayıp demek doğru değildir.81 İkfâ sayılamayacak kafiye kusurları da vardır. Bunların özellikle Türkçe kelimelerde olması dikkat çekicidir. İkfâ daha çok b-p, h-√-«, c-ç gibi benzer sesler için söz konusudur. Divan şiirinin temel özelliklerinden olan kafiyenin “göz”e göre olmasının dışında “kulak”a göre yapılmış kafiyeler de vardır: 81 455. Ger gidersem ya…ar cenâ√umı hep Sû«te pervâne gibi şem¡-i πa≥ab 709. Ermeyüp rişte-i irâdet-i Rab Silk-i na@ma getürmedüm anı hep 828. ~ohbet-i √⧠…ıldılar ol şeb ‰û†i-veş geldiler tekellüme hep 956. Mihre yüz virmedi velµ ol şeb Yirlere dökdi âb-ı rûyını hep M. Fatih Köksal, Yenipazarlı Vâlî Hüsn-i Dil (İnceleme-Tenkitli Metin), Kitabevi Yay., İstanbul 2003, s. 140 36 1063. İttifâ…-ı bilâ-nifâ…la hep ‰oydılar her birisi râh-ı †aleb 1153. Mâr-ı πu§§a helâk ider bizi hep Ejdehâ-yı belâ vü renc-i ta¡ab 224. ±erre peydâ ve lµk mihr-i nihân ªâhir ammâ √abâb-ı ba√r-i nihân Gülşen-i Efkâr’da kafiyesiz ve ses benzerliği sadece rediften ibaret olan beyitlere de az da olsa rastlanmaktadır: 133. Râh-ı ta√…µ…e reh-nümâ ola ol Leme¡ât-ı »udâ-nümâ ola ol 287. Buyurur ol Resûl-i «ayrü’n-nâs Sµm ü zer ma¡deni gibidür nâs 565. Aña virdi »udâ √ayâ vü edeb Edeb ögrendi andan ehl-i edeb 656. O durur şem¡-i bezm-i ¡âlem-i πayb Aña pervânedür ricâlü’l-πayb Kafiye Yapılan Sözcüklerin Kökeni: Kafiye yapılan sözcüklerin kökenine bakıldığında özellikle Arapça sözcüklerle yapılan kafiyelerin sıklığı dikkat çekicidir. Bunun yanı sıra Farsça sözcüklerle, Türkçe sözcüklerle yapılanlar ve her üç dilin de karışık olarak kafiyede kullanıldığı örneklerden bazıları şöyledir: Türkçe Kelimelerle Yapılan Kafiyeler: 48. Dµde-i canı Şâniyâ açagör Sırr-ı ma¡nâyı bunda cân ile gör 80. Bµm-i …ahr ile yaş döker kevkeb Gice yummaz gözini her kevkeb 107. Nevrini nûrı ile gösterdi ◊ikmet ü …udretini bildürdi Türkçe ve Arapça Kelimelerle Yapılan Kafiyeler: 34. Aña can gözi ile eyle na@ar Per-i Nâmûs-ı Ekber’e beñzer 37 77. Uçamaz ol diyâra mürπ-ı ¡u…ûl Aña ¡u…âb-ı ¡aş…ı virmez yol 744. Pây-mâl-ı √azân olur bu çiçek Ser-bürehne …ılur çenârı felek Türkçe ve Farsça Kelimelerle Yapılan Kafiyeler: 38. İbtidâ-yı √ayât-ı dil oldur İntihâ-yı felâ√ bil oldur 96. ¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd Aña insân-ı kâmil eyledi ad 696. Devlet anuñ durur ki bir eyü ad ¢oya ¡âlemde ide rû«ını şâd Arapça Kelimelerle Yapılan Kafiyeler: 29. ±ü’l-fi…âr-ı ¡Ali gibi iki lâm Gösterir ehl-i küfre tµπ u √üsâm 30. İtdi anı o √a≥ret-i Feyyâz Rişte-i ¡ömr-i münkire mı…râ≥ 33. İtdi teşdµdi münkire şiddet Erresi …ıldı …atline √iddet Arapça ve Farsça Kelimelerle Yapılan Kafiyeler: 44. No…†alar anda merdüm-i insân Mezra¡-ı ma¡rifetde to«m-ı revân 84. Yemmde itdi §adef §adefde düri Dürre virdi le†âfet-i güheri 743. Bülbüli lâl olur bu gülzâruñ Revna…ı gider â«ir eşcâruñ Farsça Kelimelerle Yapılan Kafiyeler: 128. Mürşid-i ¡aş…ı câna hem-râz it Bâπ-ı «uld-ı berµne pervâz it 38 754. Her sü«an bir şükûfe-i «oş-bû Na@m gûyâ ki bir gül-i «od-rû 729. Semen-i terle bâπ-ı sünbül-i zâr Rû«-ı zîbâda §anki zülf-i nigâr Redifler neredeyse kafiye kadar sık kullanılmaktadır. Üç dört beyitin en az birinde mutlaka redif kullanılmaktadır. Kelime veya söz öbeği halindeki rediflerde Türkçe sözcüklerin fazlalığı dikkat çekmektedir. Bunun sebebi, kafiyenin Arapça veya Farsça sözcüklerle yapıldığı durumlarda tahkiyevî anlatımda öne çıkan Türkçe eylemlerin kullanım zorunluluğudur. Mesnevîler de anlatım esasına dayalı olduğundan bu durum normal karşılanmalıdır. Bu Türkçe kelimeler genellikle Arapça veya Farsça ifadeyi tamamlayıcı nitelikte olan ve birleşik kabul edilebilecek tarzda yapılardır. “Etmek, eylemek, olmak, durmak, ermek” gibi eylem veya yardımcı eylemler ve “var, yok” gibi sözcükler bu kullanımlarda çok sık karşımıza çıkmaktadır. Sözcük halindeki rediflere örnek verecek olursak: Türkçe kelimelerden oluşan redifler: 27. ‰oπrı yolı bize işâret ider Râh-ı √a… √a……ı delâlet ider 72. ¢âdirüñ …udretine √ad yo…tur ~âni¡üñ √ikmetine ¡ad yo…tur 124. Ol diyârı varup görenden §or ◊â§ılı seyr idüp gelenden §or 128. Mürşid-i ¡aş…ı câna hem-râz it Bâπ-ı «uld-ı berµne pervâz it 133. Râh-ı ta√…µ…e reh-nümâ ola ol Leme¡ât-ı »udâ-nümâ ola ol 166. A§l-ı tev√µd şühûda irmekdür Nûr-ı pâk-i vücûda irmekdür Arapça kelimelerden oluşan redifler: 49. Münderic bunda âdemüñ ¡ilmi Mündemic cümle ¡âlemüñ ¡ilmi (b. 49) 39 134. Bildüre ol kemâl-i tev√µdi Göstere tâ cemâl-i tev√µdi (b. 134) 165. Üçü üç pâye pâye-i mi¡râc ±ev…-i rû√âni πâye-i mi¡râc Farsça kelimelerden oluşan redifler: 64. Ser-fürû eyledi aña «ûrşµd Oldı nûrıyla pür-≥iyâ «ûrşµd 67. Ar≥-ı πabrâ serâb-ı âvâre Ba√r-i a«≥ar √abâb-ı âvâre 224. ±erre peydâ ve lµk mihr-i nihân ªâhir ammâ √abâb-ı ba√r-i nihân Ek halindeki rediflerde de kafiyede olduğu gibi Arapça sözcüklerin sıklığı dikkat çekmektedir. Ancak bu sözcüklere getirilen ekler genelde Türkçe eklerdir ve rediflerin özellikle Türkçe kökenli sözcük ve cümle yapısını oluşturan eklerin küçük bir göstergesi olduğunu söyleyebiliriz. Kelime halindeki rediflerde Türkçe sözcük kullanımındaki sıklığın sebebinin tahkiyevî anlatımda eyleme duyulan ihtiyaçtan kaynaklandığına yukarıda değinmiştik. Ek halindeki rediflerden örnekler sunacak olursak: 301. Ol ki †avr-ı fu’âd fâyı…dur ~ub√-veş cümle …avli §âdı…dur 310. Cân ile diñle bu süveydâyı Bilesin tâ ki §un¡-ı Mevlâ’yı 319. ‰ayy idüp sa¡y ile menâzilini ¢a†¡ ider cümleten merâ√ilini 322. ~â√ibi bu ma…âm-ı â¡lânuñ Bu serµr-i sürûr-ı ra¡nânuñ 330. Zµr-i ¡i§yânda nûn olup bedenüm »a†ar altında râya döndi tenüm 355. Kibriyâ-yı sürâdı…âtuñ içün Hem mu…addes §ıfât u ≠âtuñ içün 40 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN DİL VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ 3.1. Dil Kullanımları 3.1.1. Söz Varlığı Gülşen-i Efkâr dinî tasavvufî içerikli alegorik bir eserdir. Bu sebeple kullanılan sözcükler de ona göre bu yapıya uygun niteliktedir. Mesnevinin ana hikâye kısmı dışındaki şiirlerin, Sultan Murad’ın methiyesi ve Lârende şehrengizi hariç tutulursa, neredeyse tamamı tevhid, münâcât, na’t vb. türden dinî-tasavvufî içeriklidir. Nitekim kullanılan sözcüklerin sıklığı da bu çerçevede şekillenir. Örneğin “ehl-i” ifadesi tamlama içinde 60 kez, “nûr-ı” ifadesi 31 kez, “âlem”sözcüğü 40 kez, “kevneyn” sözcüğü 14 kez, “sır-esrâr” sözcükleri 41 kez kullanılmıştır. Bu sözcükler dinî-tasavvufî şiirlerde sık kullanılan sözcükler arasında yer alır. Buna karşılık rindâne şiirlerin vazgeçilmez sözcüklerinden olan ve âşığı ifade eden “bülbül” sözcüğü toplamda sadece 13 kez kullanılmıştır. Bu durum eserdeki sözcük dağarcığını, ele alınan konunun belirlediğini göstermektedir. Gülşen-i Efkâr, alegorik bir eser olduğundan mecaz anlamlı sözcüklerin sayısı ve sanatlı kullanımlar hiç de azımsanmayacak düzeydedir. Gerçek sevgiliye duyulan aşkı anlatan şiirlerle İlahî aşkı anlatan şiirlerin ortak kelime dağarcığını kullandığı bilinir. Fakat bu sözcüklere yüklenen anlamları o şiirin içeriği, sanatçının amacı belirler. Örneğin “bülbül” sözcüğü gerçek sevgiliyi anlatırken ona âşık olan şairi, İlahî aşkı anlatırken sâliki ifade eder. Aşağıdaki beyitte bu durumu örnekleyen bir anlatım söz konusudur. “Gül ve bülbül”ü dünyevî aşkın dışına çıkaran “berzâh ve lâ-mekân” sözcükleri kullanılmıştır: 1227. Rav≥a-i berza« içre bir güldür Gülşen-i lâ-mekanda bülbüldür Akl-ı pür-hikmetin anlatıldığı aşağıdaki beyitlerde de bir mürşit portresi çizilirken kullanılan sözcüklerin anlamsal kurgusu tasavvufî bir metinden alındığını açıkça göstermektedir: 41 1178. Emr-i Rabbµye ma@har olmışdur Nûr-ı ◊a……-ıla enver olmışdur 1179. Sırr-ı sırrµye ¡âlem-i mu†la… Ol-durur fehm iden rumûz-ı «al… 1180. Ma√rem-i sırr-ı ¡ilm yârıdur ¡Âlem-i πayb «azµnedârıdur 1181. Mürşid-i kâmil-i √a…µ…at odur Ekmel-i kümmel-i †arµ…at odur 1182. ¡Âlem içre odur «alµfe-i ◊a… ¡A…s-i rûyından oldı nûr-ı fela… 1183. Şem¡-i «alvet-serây-ı πaybµdür Cevher-i ma¡rifetle …albi pür Mesnevilerin tasvir bölümleri sanatlı anlatıma en uygun bölümleri olarak dikkat çeker. Gülşen-i Efkâr’da da durum böyledir. Edebî sanatlar konusunu işlerken yeterince örneklediğimiz tasvir bölümünden birkaç beyit şairin sanat gücünü göstermesi bakımından dikkate şayandır: 716. Ele tesbî√in aldı şâh-ı çenâr Olmasun diyü …alb-i πonce figâr 722. İşidüp zâr-ı bülbüli gül-zâr Tüyi ürperdi anı §anma ki «âr 724. ◊av≥-ı sîmîne döndi nergis-i ter ~an dökülmiş içine «urde-i zer 727. Başdan ayaπa çeşm oldı çemen Görmege rûy-ı dilberi rûşen 730. Bülbül itdükçe nâle vü feryâd Ra…§ iderdi §anavber-i şimşâd 732. Her şukûfeyle gülbün-i bâlâ Ak imâmeyle mü’min ol gûyâ 42 Eserde özellikle tevhid, na’t, methiye gibi bölümlerin başlangıç beyitlerinin ağdalı bir dille yazıldığı görülür. Ancak bu bölümler sadece ilk birkaç beyitle sınırlı kalır. Bu bölümlerde Türkçe sözcük bulmak neredeyse imkânsızdır: 240. Mübdi¡-i nüh-revâ…-ı nûr-efşân Bâni-i çâr-†â…-ı kevn ü mekân 241. Münşi-i nâm-hâ-yı lev√-i vücûd Âferµnende-i zemµn ü zamân 242. ±âtehu …âne …able kün feyekûn 82 A§l-ı mevcûd u §âni¡-i ekvân 243. Gûy-ı gerdûnı §avlecan-ı §un¡ Deşt-i hestµde eyledi πal†ân 244. ±ât-ı Bµ-çûnı §almasa pertev ¢alur idi şeb-i ¡ademde cihân 245. ¢ad tecellâ bi-núrihi’l a¡lâ 83 Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ 84 246. Ferd-i Bµ-çûn u ¡Âlim ü ¡Allâm ◊ayy u Bâ…µ ¡Alµm ü ±ü’l-ikrâm 247. E√ad u Vâ√id ü ¡Alµm ü »abµr ~amed ü bµ-zevâl u Rabb-i enâm Aynı bölüm, kullanılan dilin biraz daha yalınlaştığı beyitlerle devam eder: 82 248. Yo…dur enbâzı milk ü mülkinde Rûz u şeb birligine şâhid tâm 249. Olsa bir kişvere iki vâlµ Göremez anda kimse rûy-ı ni@âm 250. Ber… urup nûr-ı vâ√idiyyet-i ◊a… Geldi ¡âlem vücûda gitdi @alâm Anlamı: O’nun zatı “Ol der ve olur”dan önce idi. Bakara sûresi 117. âyette geçen “O bir şeyin olmasını istediği zaman o şeye “ol” der ve ve hemen olur.” ifadesine atıfta bulunulur. Allâh’ın zatının hiçbir şeyi yaratmadan önce var olduğuna işaret edilir. 83 Anlamı: O’nun (Allâh’ın) yüce nuruyla tecelli etti. 84 Anlamı: Evren (âlem) tarlası O’nun ışığıyla aydınlandı, açığa çıktı. 43 251. ¢ad tecellâ bi-núrihi’l a¡lâ Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ 252. Ol ¢adµr ü Müheymin ü »allâ… ¢udretiyle yaratdı seb¡-ı †ıbâ… 253. Bu ne …udret-durur ki kevn ü mekân İki √arfiyle oldı †â…-ı revâ… Tahkiyevî anlatımın bir sonucu olarak fiillerin oldukça sık kullanıldığı görülür. Özellikle “etmek ve olmak” yardımcı fiillerinin kullanım sıklığı dikkat çeker. “Olmak” fiili yaklaşık dört yüz kez geçerken “etmek ve eylemek” fiilleri de aynı şekilde dört yüze yakın bir sayıda kullanılmıştır. Yine tahkiyevî anlatımda diyalog cümlelerinde karşımıza sıklıkla çıkan “demek” fiili de yaklaşık elli kez kullanılmıştır. Sıfat ve zarfların kullanımı isim ve fiillerle kıyaslandığında çok daha kısıtlıdır. Ayrıntılara önem veren şairin sıfat ve zarfları sık kullandığı, tahkiyevî anlatımda ise isim ve fiilleri sık kullanıldığı söylenir. Mesnevi şairlerinin ayrıntıya önem vermediği için usta şair olmadığı sonucuna varılamaz. Çünkü tahkiyevî anlatımda esas olan olay anlatımıdır ve bir özneyle bir yükleme ihtiyaç vardır. Yani bir isim ve bir fiile ihtiyaç duyar. Mesnevilerin de genellikle aruzun kısa kalıplarıyla yazıldığı düşünülürse mesnevi şairinin gazel ya da kaside şairi kadar uzun cümle kurma lüksü yoktur. Bu durumda kullanılan sıfat ve zarflar doğal olarak gazel şairine oranla çok daha sınırlı olacaktır. 3.1.2. Eski Anadolu Türkçesi Özellikleri 15. ve 16. yüzyıllar Eski Anadolu Türkçesi özelliklerinin etkisini tam olarak yitirmediği yüzyıllardır. Klasik Osmanlıcaya geçiş aşaması kabul edilen bu yüzyıllarda imlada ikili kullanımların olduğu görülür. Aşağıda verdiğimiz örnekler Gülşen-i Efkâr’ın 16. yüzyılın ikinci yarısında yazıldığı bilgisini doğrular mahiyettedir. Örneklerin geçtiği sözcüklerin altı çizilmiştir. a) Ekler EAT’de emir 1. tekil kişi çekimi -ayın / -eyin ekiyle yapılır. Klasik Osmanlıcada yerini –ayum / -eyüm şekline bırakır: 44 848. Size ben va§fumı beyân ideyin Şeref-i ≠âtumı ¡ayân ideyin 1526. Göreyin sende var mı ¡ilm ü fa≥l Eyledüñ mi cihânda √ilm ü ¡adl 1155. İlteyüm rû√-ı √ikmete sizi hep Çekmeñüz mi√net ü ¡anâ vü †a¡ab Emir 3. kişinin bazen eksiz bazen de -πıl / -gil ekiyle çekimlendiği görülür: 34. Aña cân gözi ile eyle na@ar Per-i Nâmûs-ı Ekber’e beñzer 343. ◊ilm ile eylegil beni fâyı… Tâ olam ben sa¡âdete lâyı… Geçmiş zaman bildirme çekimi olan -updur / -updurur iki şekilde kullanılır: 1314. Beni «al… eyledükde Rabb-ı enâm Buyurupdur baña o zü’l-ikrâm 1590. Yimek içmek olupdurur saña iş Dürlü «ûn ekline bilersin diş EAT’de bildirme çekimi için “durur” şeklinde kullanılan sözcük ekleşmeye başlamış, “-dur / -dür” şekline dönüşmüştür. Her iki şekil de arada anlam farkı olmaksızın kullanılır. Şairin aruzu dikkate alarak duruma göre her iki şekli de kullandığı görülür. Ayrıca 3. tekil kişi zamirini de duruma göre “o” veya “ol” şeklinde kullanır: 7. Ol durur serv-i gülşen-i melekût Sünbül-i bâπ rav≥a-i ceberût 38. İbtidâ-i √ayât-ı dil oldur İntihâ-yı felâ√ bil oldur 656. O durur şem¡-i bezm-i ¡âlem-i πayb Aña pervânedür ricâlü’l-πayb 50. ◊amd aña kim odur Kerµm ü Ra√µm »âlik-i nüh revâ… u ¡arş-ı ¡a@µm 45 366. Yarlıπa Şâni-i günahkârı Yo… durur senden özge ∏affârı 151. Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl ¡A…l u na…l ile eyler istidlâl EAT eklerinden bir diğeri -uban / -üben zarf-fiili de kullanılır: 1510. Teng-destlik seni …ılur bµ-fer Ayaπuñ aluban yabana atar (b.1510) 1281. ◊ükmine râ≥ı oluban yek-ser Va†anuñ terkin urdu… ey server (b.1281) Görmek fiiliyle oluşturulan birleşik yapılarda -egörmek / -igörmek şeklinde hem dar hem geniş ünlülü kullanım vardır: 1623. Göregör ¡âlem içre rû-yı ya…µn Kendüñi ehl-i sırra eyle …arµn 239. ¢albe tev√µd-i «â§ı irgürigör Tâ ki anda tecelli eyleye nûr EAT’deki -ıcak / -icek zarf-fiil ekinin yanı sıra -ınca / -ince zarf-fiili de kullanılmıştır: 437. Giricek çar«a ol Resûl-ı kerµm ~adefe düşdi §anki dürr-i yetµm 445. İricek zühreye Resûl-i cihân ¢opuzı …oltuπına …oydı hemân 446. Göricek nûr-ı rûyını dil-keş Pâyına düşdi ol zavallı güneş 988. ¢ıldı bu resme ¡ilm-i ≠ü’l-ikrâm ~ub√ olınca kelâmını itmâm 1291. Beklediler o şeb der-i rû√ı Felek açınca çehre-i yû√ı 1561. Devlet-i kâmrân-ı ¡alµ-şân Rû√a bu vech ile idince beyân 46 EAT’deki 1. çoğul kişi istek çekiminde kullanılan -avuz, -evüz ekinin yanı sıra aynı işlevdeki -alum / -elüm eki de kullanılır: 1151. Ola kim vâ§ıl-ı murâd olavuz Şübhemüz √alli ile şâd olavuz 1243. Ola kim …ıla bir tecellµyi Bulavuz cân ile tesellµyi 1282. Tâ ki bir kâşif-i √a…âyı…-ı dµn Bulavuz keşf ide rumûzı ya…µn 425. Bu libâsıyla ol Burâ…a revân İdelüm ¡azm-i cânib-i cânân EAT 2. çoğul kişi çekiminde kullanılan -asuz, -esüz eki de örnekler arasındadır: 1647. ◊ased ü √ı…d u kibr ü kµni müdâm Terk idüñ olasuz ≠evi’l-ikrâm 1656. Size lâyı… budur ki dünyâda Viresüz hep vücûduñuz bâda 1657. Bilesüz dâ’imâ …usuruñuzu Añlayasuz …amu fütûruñuzu EAT 3. çoğul kişi olumsuz emir çekimi -mañ, -meñ / -mañuz, -meñüz şeklinde ikili kullanılmıştır: 1055. Siz …ırân eyleñüz benümle hemµn Ki mehüñ yanına gelür pervµn 1154. Rû√-ı seyrâni didi πam yimeñüz ∏u§§a-yı derd ile elem yimeñüz 1155. İlteyüm rû√-ı √ikmete sizi hep Çekmeñüz mi√net ü ¡anâ vü †a¡ab 1636. ∏ırre olmañ ma¡ârif ü fa≥la Fehm-i tµz ü selâmet-i ¡a…la 47 1637. Bu cihân içre «od-nümâ olmañ ~â√ib-i kibr yâ riyâ olmañ İstek kipinin 3. tekil kişi olumsuz çekiminde -ımaz / -imez ve -amaz / -emez birlikte kullanılmıştır: 1190. Rû√-ı …udsµ dir aña ehl-i fenâ Rû√-ı …uds olımaz aña hem-pâ 77. Uçamaz ol diyâra mürπ-ı ¡u…ûl Aña ¡u…âb-ı ¡aş…ı virmez yol Bazen -a / -e yönelme ekinin kullanılmadan yönelme anlamının verildiği görülür. Bu durum aruza uydurma çabasının bir göstergesi olarak düşünülebilir. Aşağıda “yüzüne basmak” deyiminin “yüzüñ basmak” şeklinde kullanılması gibi: 1498. »al… dâ’im yüzüñ ba§arlar hep Gâh ba§up †opraπa …ararlar hep EAT’de sık görülen durumlardan biri de belirtme durum ekinin kullanılmadan belirtme anlamının verilmesidir. Aşağıdaki altı çizili sözcüklerde de ek kullanılmadan belirtme anlamı verildiği görülmektedir: 1507. Gerçi itdüñ √ayâyı kendüñe yâr Ol senüñ rız…uñ az ider her bâr 126. ¢afes-i tende bülbül-i cânuñ Göremez verdin ol gülistânuñ 3. kişi iyelik anlamının da eksiz verilebildiği görülmektedir: 1003. Göñül alça…lıπ eylerüm dâim Meskenet üzre olurum …âim (b.1003) EAT’de zaman zaman görülen zamir n’si kullanmadan zamire ek getirme özelliği de aşağıda verdiğimiz ilk beyitte karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu durum aruza uydurma zorunluluğu olarak da düşünülebilir. Çünkü diğer örneklerde böyle bir kullanım yoktur: 1621. İçirüp âb-ı √ikmeti bulara ¢odı cûy-veş …amusı yüzi yire 48 49. Münderic bunda âdemüñ ¡ilmi Mündemic cümle ¡âlemüñ ¡ilmi 1588. Dünyede aπlayan olur «andân Bunda «andân olan olur giryân b) Sözcükler EAT’de kullanılıp da klasik Osmanlıca adını verdiğimiz 16. yüzyıl sonrası metinlerde kullanılmayan veya nadiren karşımıza çıkan sözcüklerden tespit edebildiklerimiz aşağıda verilmiştir: 85 İltmek: İletmek. 228. İltmez pey fe≥â-yı ta√…µ…e Ba§amaz pâ fenâ-yı ta√…µ…e Söyünmek: Sönmek, parlaklığı gitmek. 1480. Yüz §uyın baña virdi ◊a≥ret-i Rabb Söyünür âb-ı rûyum ile πa≥ab Eyinmek veya Öyinmek: Tarama sözlüğünde böyle bir sözcüğe rastlayamadık. Buradaki kullanımı “öykünmek, özenmek, taklit etmek, etkilenmek” anlamında olabileceği izlenimi vermektedir: 936. Gâhi eyinüp kev&er-i cândan A…ıdur ¡ayn-ı √ikmeti andan Komak / Koymak: Şairin bu fiili her iki şekilde de kullandığını görüyoruz. Ancak ko- şeklinin daha çok tercih edildiğini söyleyebiliriz. Çünkü hem sayı olarak koyazımı daha çoktur hem de aruzun kapalı hece gerektirdiği durumlarda bile açık hece olan ko- şeklinin kullanıldığı görülmektedir: 85 99. Bir gümüşden sütûn itdi ∏afûr Üstine …odı gevher-i pür-nûr 130. ¢alma bu yolda baş ile câna Seri …o âsitân-ı pµrâna Verilen sözcüklerin anlamları için bkz. Cem Dilçin, Yeni Tarama Sözlüğü, TDK Yay., Ankara 1983. 49 339. Beni başdan çı…ardı nefs-i denµ Elüm alup aya…da …oma beni 273. Kâf u nûndan §alup §adâ-yı ¡a@µm Biribirine …oydı çer«i √akµm 445. İricek zühreye Resûl-i cihân ¢opuzı …oltuπına …oydı hemân Kaçan: Ne zaman, ne zaman ki, her ne zaman, vaktaki, nasıl, ne suretle. 1434. Meskenet eylese …açan ¡u…alâ ªâhir ü bâ†ını bilen ¡ulemâ 167. ±ikr-i …alb ile sâlik-i dânâ Eylese nefsini …açan ifnâ 1214. Üns idindi …açan Allah’ı ¡Aş…-ı ◊a…’dan olupdur âgâhı Giyürmek: Giydirmek. 1686. Ka¡be gibi giyürdüm ana siyâh Şeb-i deycûr içinde oldı çü mâh Yarlıgamak: Suçu bağışlamak, mağfiret etmek. 366. Yarlıπa Şâni-i günahkârı Yo… durur senden özge ∏affârı İrgürmek: Ulaştırmak, eriştirmek. 239. ¢albe tev√µd-i «â§ı irgürigör Tâ ki anda tecelli eyleye nûr 367. Anı irgür ma…âm-ı ta√…µ…e Vâ§ıl eyle merâm-ı ta√…µ…e 369. Mid√at-ı Mu§†afâ’ya irgür anı Aña med√ ü &enâya irgür anı 1709. ≤arar irgür o çeşm-i bµnâya Keç-na@ar itmesün bu ma¡nâya 50 Yilmek: koşmak, aceleyle yürümek. 1142. Yilerüm «ıdmetinde her şeb ü rûz Olur anûnla †âli¡üm fµrûz 958. Geldi esb-i belâπatı sürdi Deşt-i ma¡nâda yildi yopurdı Yopurmak: Telaşla koşmak, durmadan seğirtmek. 958. Geldi esb-i belâπatı sürdi Deşt-i ma¡nâda yildi yopurdı Yer yerin: Her taraftan, taraf taraf. 820. Yer yerin anda câm-ı revzenler Gûyiyâ her biri meh-i enver Yumak: Yıkamak. 620. Aπzını …ana yudı «ançer-i şâh Münhezim …ıldı anı «ink-i şâh 333. Yumayup yüz namâza bir dem âh Yerlere âb-ı rûyı dökdüm âh 3.1.3. Deyimler ve Atasözleri (Birine) Diş bilemek : Kötülük yapmak için fırsat beklemek, hıncını gösterir bir durum almak. 1590. Yimek içmek olupdurur saña iş Dürlü «ûn ekline bilersin diş 15. Erredür münkire siyâsetde Diş biler …atline cinâyetde Baştan çıkarmak : Kötü yola sürüklemek, doğru yoldan saptırmak. 339. Beni başdan çı…ardı nefs-i denµ Elüm alup aya…da …oma beni 51 Kendinden geçmek : Bilinci işlemez olmak, kendini kaybetmek, bayılmak. Yüzü yere gelmek (geçmek / koymak) : çok utanmak. 993. Heman ol demde kendüden gitdi Yüz yire …odı meskenet itdi Üstüne titremek : Bir şeye veya kimseye sevgi, özen göstermek. 382. Ditreyüp üstine düşerdi güneş Pâs-bân olmasa ger ebr-i ◊abeş Utancından yere geçmek : Çok utanmak. 845. Nûr-ı ru«sârını görüp nâ-gâh Yire geçdi √ayâdan encüm ü mâh Ayağı yere geçmek: Saplanıp kalmak, hareket edememek, çaresiz kalmak. 495. Ayaπı yire geçdi a¡dânuñ İtdügi dem o server üzre hücûm Yerdeki yüze basılmaz (kimse basmaz) : Alçak gönüllü olanları kimse hor görmez, herkes onları korur. 1013. Ehlümi kimse cürm ile a§maz Kimse yerde olan yüzi ba§maz Alçakgönüllü olmak : Kendi değerini olduğundan aşağı göstermek, başkalarını küçük görmemek, büyüklenmemek. 1003. Göñül alça…lıπ eylerüm dâim Meskenet üzre olurum …âim Kendini satmak : Kendisinde olmayan iyi nitelikleri varmış gibi göstermek. Gaflet uykusuna dalmak (yatmak) : İdraksizlik, bilgisizlik, aymazlık içinde olmak. 1645. Kendüñüz fa≥lla ögüp §atman »âb-ı πafletle dâ’imâ yatman 52 Tüyleri ürpermek : Kötü bir olay, soğuk, gıcıklanma vb. sebeplerle korku veya tiksinti duymak. 722. İşidüp zâr-ı bülbüli gül-zâr Tüyi ürperdi anı §anma ki «âr Ağacın meyvesi olunca, başını aşağı salar : Yararlı eserler veren, bilgi ve erdemle donanmış kimse alçak gönüllü olur. 723. Göricek zînet-i bahâr-gehi Baş §alardı çemende serv-i sehî Başta taşımak (götürmek) : Çok saygı göstermek. 8. ◊ırz-ı cân olmaπın ulü’l-eb§âr Götürür başda anı leyl ü nehâr Ağzını kanla yıkamak: Elini kana bulamak. 620. Aπzını …ana yudı «ançer-i şâh Münhezim …ıldı anı «ink-i şâh Bazı beyitler de birer atasözü niteliği taşıyacak özellikte mesaj içeren beyitlerdir. Bu beyitlerin “Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler” sözünü anımsatır bir edaları vardır: 138. Añlamaz …a†re bahr-i ¡ummânı Ne bilür mûrçe Süleymân’ı 139. Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez 140. Ne bilür peşşe ≠ât-ı ¡an…âyı Nice añlar hümâ-yı ¡ulyâyı 53 3.1.4. Edebî Sanatlar Olaya dayalı mesnevilerin genel karakterine uygun olarak86 Gülşen-i Efkâr’da edebî sanatlar, eserin olay bölümünden ziyade diğer bölümlerinde, özellikle de “sebeb-i nazm” bölümünde yoğunlaşmıştır. Ancak olay anlatımına geçmeden gerek kişi, gerekse yer tasvirleri yapılırken kullanılan dilin sebeb-i nazm bölümünden aşağı kalır tarafı yoktur. Gazel ve kasidelerle kıyaslandığında mesnevilerde sanat kaygısının daha geride olduğu söylenebilir. Mesnevi didaktik bir amaçla yazılmışsa bu durum daha da belirginleşir. Ancak mesnevi şairi yine de kaleminin gücünü göstereceği sanatlı anlatımı mesnevinin içine yedirir ki bu bölümler edebî sanatlar bakımından oldukça zengin kısımlardır. Lârendeli Şânî gibi bilinmeyen bir şairi tanımada, öncelikle şairin sanat gücünün göstergesi sayılan edebî sanatlara bakmak gerekecektir. Bu sebeple elden geldiğince şairin sanat gücünü sergilediği beyitleri seçmeye çalıştık. Bu seçmede elden geldiğince farklı özellikler sergileyen beyitleri esas aldık. “Gül-bülbül” istiaresini beş kez vermektense daha farklı istiare örneklerini seçmeye çalıştık. Her edebî sanatta önce o sanatın kabul görmüş ve bizce de doğru olan tarifi yapılmış, beyitle ilgili izaha ihtiyaç duyan açıklamalarda bulunulmuş ve ardından beyit numaraları verilmek kaydıyla örnek beyitler sıralanmıştır. Beyitlerde vurgulanmak istenen sanata ilişkin hususiyetler italik veya koyu karakterle gösterilmiştir. Edebî sanatlar ise alfabetik sıra gözetilerek verilmiştir. Cinas: Yazılış ve okunuş bakımından aynı, anlamca ayrı kelimeyi bir arada kullanma sanatıdır. Ancak buraya cinas olarak aldığımız bazı kelimeler günümüz alfabesine göre cinas sayılmasalar da eski alfabeye göre cinastırlar: 86 63. Sırr-ı …albüñde var-ısa i«l⧠(temizlik, doğruluk) Saña yeter bu sûre-i İ«l⧠(İhlas suresi) 350. Her nefesde niçe günâh iderem (günâh: haram kılınan eylemi yapma) ~ub√a dek lµk her gün âh iderem (gün: 24 saatlik zaman, âh:serzeniş) 398. ªâhir-iken ≥iyâsı bu lehebüñ (bu: işaret zamiri, leheb: alev) Görmedi çeşmi anı Bû Lehebüñ (Bû Leheb: Ebû Leheb, özel ad) M. Fatih Köksal, Yenipazarlı Vâlî – Hüsn ü Dil (İnceleme-Tenkitli Metin), Kitabevi Yay., İstanbul 2003, s. 141. 54 879. Biri bir pâk na@ârdur ismi Ba§ar (Basar: göz, görme (özel ad olarak ) Ol-durur cân gözine nûr ba§ar (basar: basmak fiili, geniş zaman) 986. Olmayan …albi §âf-âyine (âyine: ayna) Na@ar itmez cemâlüm ayına (ay: dünyanın uydusu) 1076. ¡Arş gûyâ içinde bir «al…a (halka: daire şeklinde olan) Yiridür ¡ibret ola bu «al…a (halk: kamu, toplum) 1234. Va§fını yaza biñ debµr-i kirâm (bin debîr: bin kâtip, yazıcı ) Biñde birini itmeye itmâm (binde bir: binde bir oranında) Hüsn-i ta¡lil: Şiirde gerçek bir olayın oluşunu hayâlî ve güzel bir sebebe bağlamaktır. Bu sanat teşhis ve istiarelerle kurulur. Çınar ağacının meyveleri tane tanedir ve tesbihe benzer. Çınar ağacı tesbih çeken bir mümin şeklinde kişileştirilir. Gül goncası açılınca içindeki siyah renk yarayı andırdığından gül goncasının yaralanmaması için elinde tespihle dua eden bir çınar ağacı portresi çıkar ortaya: 716. Ele tesbî√in aldı şâh-ı çenâr Olmasun diyü …alb-i πonce figâr Gül bahçesinde figan eden bülbülün sesi gül bahçesindeki gülün tüylerini ürpertir. Gülün dikenlerinin olması, bülbülün figan etmesine bağlanır: 722. İşidüp zâr-ı bülbüli gül-zâr Tüyi ürperdi anı §anma ki «âr Goncaların açılmasıyla ortaya çıkan siyah nokta göze benzetilir. Bu gözlerin açılma sebebi ise bahçede dolaşan sevgilinin yüzünü görme arzusudur: 727. Başdan ayaπa çeşm oldı çemen Görmege rûy-ı dilberi rûşen Gönül serviye divane olunca servinin ayaklarına zincir vurur. Bu zincir onun bir yere gitmemesi içindir. Bu zincir sudandır. Ve servinin hayatta kalabilmesi bu suya bağlıdır. Servinin ayağına dökülen su servinin ayağını daire içine aldığı için zincire benzetilir: 55 736. Oldı divâne serv-i tµre ≥amîr Pâyına urdı âb anuñ zincir Narçiçeği rengi dolayısıyla etrafını aydınlatan muma benzetilir. Narçiçeği mum olunca da etrafındaki çiçekler onun etrafındaki pervaneler olur. Narçiçeğinin etrafındaki çiçeklerin varlığı ona duydukları aşktan dolayıdır. Aynı zamanda Şem ü Pervâne ile telmih yapılmıştır: 737. Şem¡-i pür-nûra beñzedi gülnâr Aña pervâne oldı her ezhâr Nergisin bahçedeki varlığının sebebi bağa gözcü olmaktır. Çünkü oraya herkes giremez. Nergis çiçeğinin ortasındaki nokta göze benzetilmiş, o gözüyle etrafa göz kulak olmaktadır: 803. İrmesün bâπa diyü her nâ-kes Gözcü olmışdı gülşene nergis Ayın etrafındaki parlaklık olan hâlenin varlığı da güzel nedene bağlanır. Ayın iç yüzünün de parlak olması için ay bir hâlenin içine konmuştur. İç yüzünün parlaklığıyla tasavvufta gönül gözünün açık olması ve bâtınî olan kastedilir: 955. Rûşen olmaπiçün derûnı gehî »alvet-i hâle içre …oydı mehi İ¡câz: Az sözle çok şey ifade etme sanatıdır. İçinde vecize kabilinden sözler bulunan mısra ve beyitlerde bu sanat vardır. İrsâl-i mesele benzese de irsâl-i meselde herkesçe bilinen bir atasözü veya bir veciz ifade yer alır. İ¡câzda ise şairin kendisine ait özlü sözü kullanması söz konusudur. “Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler” benzeri ifadeler aşağıdaki beyitlerde de görülmektedir. Bir şeyi anlayabilmek için belirli bir birikime, olgunluğa erişmek gerekir. Bu olgunluğa erişmek için de bu yoldan geçmiş olanların (mürşit) yardımına ihtiyaç duyulur. “Denizden bir damla, okyanusu idrak edemez, küçük bir karınca Süleyman’ın sırrına vakıf olamaz, akıl kuşu evreni göremez, sinek ankâyı anlayamaz, onun gördüklerini idrak edemez.” türünden teşbih ve istiareler asıl anlatılanın altındaki manayı işaret ederler: 56 138. Añlamaz …a†re bahr-i ¡ummânı Ne bilür mûrçe Süleymân’ı 139. Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez 140. Ne bilür peşşe ≠ât-ı ¡an…âyı Nice añlar hümâ-yı ¡ulyâyı Aşağıdaki beyit, “Ne ekersen onu biçersin” atasözünü anımsatır niteliktedir. Bir kişi ğer bu cihanda meyve ve yemiş yemek isterse o yemiş veya meyvelerin fidanını dikmelidir. Tasvvufî anlamda düşünülürse dikilen fidanlar müritleri sembolize eder. Fidanı diken kişi de mürşidin kendisidir. Bu beyit Ömer Rûşenî’ye yapılan methiye bölümünden alınmıştır. Bu yüzden “fidan-ağaç” istiaresi yapılan ameller (meyvesi cennet olur) veya yazılan kalıcı eserler (meyvesi onu okuyanların ismini ölümsüz kılması, hayırla yâd etmesi olur) şeklinde de düşünülebilir. Çünkü üç beyit sonrasında bu cihanda eser yazmayanların yerinde yeller estiği, unutulup gittikleri vurgulanmıştır: 701. Dikmedi bir kişi cihânda şecer Yimedi ¡âlem içre bâr u &emer 704. ¢omasa bir kişi cihânda e&er Lâ-büd anuñ yirinde yeller eser İktibâs: Anlatılmak istenen hususla ilgili bir âyet veya hadisin tamamı veya bir bölümünü şiirde kullanmak demektir. Çalışmamızın “Din ve Tasavvuf”. bölümünde “Âyetler” ve “Hadisler” başlıkları altında eserdeki iktibaslara yer verilmiştir. İntâk: İnsan dışındaki varlıkları konuşturma sanatıdır. Gülşen-i Efkâr mesnevisinin hikâye kısmındaki kahramanlar kişileştirilmiş soyut kahramanlar olduklarından hikâye kısmının tamamına yakını teşhis ve intak sanatına örnekler teşkil eder. Hikâye kahramanlarının dışında konuşturulan varlık veya kavramlar çok kısıtlıdır. Bu sebeple hikâye kahramanları dışındaki intâk örneklerini vermeyi uygun gördük. Aşağıdaki beyitlerde konuşturulan varlıkların altı çizilmiştir: 435. Çar«-ı rû√sârı eyleyüp rûşen Gözüñ aydın didi nücûma peren 57 731. Zeyn olup güller-ile her gülzâr Keyfe yu√yµ okurdı bülbül-i zâr87 796. Cümle tâkinde «ûşe-i engûr Neydügin bildürür şarâb-ı †ahûr 800. ~ad-zebân virmiş idi ◊a… çemene Med√ okurdı şeh-i gül ü semene İstiâre: Temel benzetme unsurlarından (benzeyen, benzetilen) sadece biriyle yapılan benzetmedir. “Kapalı” ve “açık” olmak üzere iki türü vardır. Örneği çok olmakla birlikte sadece birkaç örnek vermekle yetineceğiz. a) Açık istiâre: Sadece kuvvetli unsur olan “benzetilen”le yapılan istiâredir. Aşağıdaki iki beyitte insanın uzuvlarının yaratılışından bahsedilmektedir. İlk beyitte insanın gövdesi sütuna, başı da o gövdenin üstünde yer alan içi nurla dolu cevhere benzetilmiştir. Benzeyen unsurlar olan “gövde” ve “baş” kelimeleri kullanılmamış; sadece benzetilen unsurlar olan “sütûn” ve “gevher-i pür-nûr” kelimeleri kullanılmıştır. 99. Bir gümüşden sütûn itdi ∏afûr Üstine …odı gevher-i pür-nûr 100. Rûşen olmaπa «âne-i ra¡nâ Eyledi anda ¡a…lı şem¡-i ≥iyâ Aşağıdaki iki beyitte bir “saray” istiâresi söz konusudur. Ancak ne benzeyen (insan vücudu) ne de benzetilen unsur (saray) kelime olarak beyitlerde geçmektedir. Saray istiâresini “padişah” sözü ortaya çıkarır. Beyitte “rûh” insan vücudunda “padişah” pâyesine sahiptir. Sonraki beyitte de devam eden bu istiâre, “akıl”ın vezir, “hilm”in ise edip olduğu bir saray portresi çizmektedir: 101. 102. Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh »al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh ¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm İtdi √ilmi aña edµb-i selµm “Keyfe yu√yµ” Rûm sûresi 50. âyeti işaret eder. Âyetin anlamı şöyledir: “Allâh'ın rahmetinin eserlerine bir bak: Arzı, ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her şeye kadirdir.” (Kaynak web-site: http://www.kuranmeali.org/kuran_meali.aspx?suresi=rum&ayet=50) 87 58 Can, bülbüle benzetilince ten de kafes olur. Aşağıdaki beyitin ilk dizesinde iki benzetme birden vardır. İstiâre ise ikinci dizededir. “verd” ve “gülistân” kelimeleri birer açık istiâre örneğidir. Verd ve gülistân sözcükleri cenneti, saadeti; tasavvufî açıdan bakılırsa gönül gözünün açılmasını, insan-ı kâmil olmayı işaret eder. Can bülbülünün ten kafesinden kurtulması nefsî arzulardan arınmasıdır. Güzellikleri ancak bu arzulardan kurtulunca görmeye başlayabilir: 126. ¢afes-i tende bülbül-i cânuñ Göremez verdin ol gülistânuñ Yukarıda verdiğimiz “saray” istiaresine benzer bir örnek de aşağıdaki iki beyitte de “namaz” istiâresi şeklinde görülmektedir. Namaz sözcüğü kullanılmadan o istiârenin varlığı “nûn olup bedenüm” (namazda oturma), “râya döndi tenüm” (secde), “miyânum itdi kamer (namazda ayakta durma) ve “belümi bükdi” (rükû) ifadelerinden anlaşılmaktadır: 330. Zµr-i ¡i§yânda nûn olup bedenüm »a†ar altında râya döndi tenüm 331. Mekr-i dünyâ miyânum itdi kemer Belümi bükdi bâr-ı ≠enb ü «a†ar Hz. Peygamber’den bahsedilen aşağıdaki beyitte, peygamberin dudakları la¡l, dudaklarının arasındaki dişleri de inciye benzetilmiştir. Beyitte ayrıca benzetmeler de yapılmıştır. Peygamberin dişleri, Yâsin sûresinin ortasındaki “sin” harfine; benleri de “din” sözcüğünün eski yazımdaki üç noktalı şekline veya dinin son noktası, sonrasının olmaması, son peygamber olması, son dinin (İslamiyet) müjdecisi olması şeklinde tevriyeli olarak da düşünülebilir: 525. Dürr-i la¡lüñ ki sµni Yâsµnüñ Beñlerüñ §anki no…†ası dµnüñ b) Kapalı istiâre: Sadece zayıf unsur olan “benzeyen”le yapılan istiâredir. Her kişileştirme aslında bir kapalı istiâredir. Teşhis sanatına verilen örnekleri birer kapalı istiâre olarak düşünmek de mümkündür. Benzetilen varlık olan “insan” söylenmez, ona benzetilen varlık veya kavrama insana özgü nitelikler yüklenir: 59 748. Düşürür tâc-ı lâleyi gerdûn Baπrını …an-ıla ider pür-«ûn 718. Yüzin açup çemende bâd-ı se√er Başına çı…dı herkesüñ gül-i ter İstifhâm: Şiirde, cevabı beklenmeksizin, anlamı pekiştirmek için soru sormaktır. 253. 429. Bu ne …udret-durur ki kevn ü mekân İki √arfiyle oldı †â…-ı revâ… Ne sa¡âdet-durur ki bâbında »i≠met eyler melek rikâbında İştikâk: Aynı kökten türemiş kelimeleri bir mısra veya beyitte bir arada kullanmaktır. Şânî’nin Gülşen-i Efkâr’da sık kullandığı söz oyunlarından biridir: 59. Çâk idüp câme-i ¡adµmi vücûd Sµne gösterdi şânid-i mevcûd 61. Cilvegerdür …amu me@âhirde Göremez kimse anı @âhirde 72. ¢âdirüñ …udretine √ad yo…tur ~âni¡üñ √ikmetine ¡ad yo…tur 170. Ger @uhûr itse niçe biñ ef¡âl Bilür ol dem »udâ’yı ol fa¡¡âl 173. Fi¡l-ile olmaπın …amu a√vâl Didiler buña tev√µd-i ef¡âl 211. Odur insân-ı kâmil ü ekmel Mürşid ü pµr-i zümre-i kümmel 223. Kevni itdi vücûdına miftâ√ Tâ ki fet√ ide genci ol Fettâ√ 237. ±ev…e vâ§ıl olur mı …âl ehli Hiç irer mi aña ma…âl ehli 272. Küngür-i çar«-i nüh-revâ…ı revân Nice «al… itdi »âli…-i Süb√ân 60 279. Râvi-i sırr-ı ma√zenü’l-esrâr Nâ…il-i remz-i ma†la¡ü’l-envâr 281. ¢alb-i insânı »âli… ü »allâ… Çar« mânendi …ıldı seb¡-i †ıbâ… 407. Nûr-ı ¡aş…ıyla her kim ola münµr Mihr-veş olur aña çar«-ı serµr 959. Didi dürr-i bi√âr-ı el†âfem Kâşif-i sırr-ı keşf-i keşşâfem Kinâye: Gerçek ve mecâzî mânâları olan bir sözü mecâzî mânâsıyla kullanma sanatıdır. Bazen sözün gerçek anlamı var gibi görünse de asıl maksat mecâzî mânâdır. “Hayrân” kelimesi gerçek anlamıyla “hayret eden, çok şaşıran, çok beğenen” anlamlarında kullanılır. Tasavvufta ise mecâzen hak âşığının hayret makamına ermiş olması kastedilir. Her iki anlamda beyitte düşünülür ancak kastedilen tasavvufî anlamıdır: 97. Anda cümle mühendisân √ayrân İki sµmµn sütûnda itdi revân “Başına çıkmak” gerçek anlamıyla “en üst noktaya” ulaşmak anlamında kullanılır. Mecâzî anlamda ise “herkesten üstün olmak, en iyi, en güzel olmak” anlamlarına da gelir. Aşağıdaki beyitte mecâzen üstünlük vasfı vurgulanmasına rağmen gerçek anlamıyla boyu uzayan gülün diğer çiçeklerden daha yükseğe çıkması da düşünülür: 718. Yüzin açup çemende bâd-ı se√er Başına çı…dı herkesüñ gül-i ter Leff ü neşr: Bir beyitin ilk mısraındaki en az iki sözün ikinci mısradaki iki sözle anlam ilişkisi bakımından eşleştirilmesidir. Bu eşleştirmede anlam ilişkisi bulunan sözler her iki mısrada aynı sırayla söylenmişse “mürettep”, sıra gözetilmeden söylenmişse “müşevveş” adını alır. Bu anlam ilişkisi bazen anlam yakınlığı, bazen eş anlamlılık, bazen de zıtlık üzerine kurulabilir. Aralarında anlam ilişkisi bulunan sözcüklerden birinci grup “altı çizili”, ikinci grup ise “koyu”, eğer varsa üçüncü bir grup da “italik” karakterle gösterilmiştir. 61 27. ‰oπrı yolı bize işâret ider Râh-ı √a… √a……ı delâlet ider 82. Fey≥ idüp √âke ebr-i i√sânı Cereyân itdi ba√re nµsânı 187. İrse tev√µd-i ≠âta bir ¡âşı… Va§l-ı ◊a……’a olur o dem lâyı… 225. Bu mu¡ammâyı kimse fet√ idemez Da«ı sırr-ı …adµmi şer√ idemez 287. Mü’mine oldı ma¡den-i İslâm Kâfire menba¡-ı fücûr-ı @alâm 318. İrse ger bu ma…âma †âlib-i ◊a… Vâ§ıl olur kemâle râπıb-ı ◊a… 370. Gül-i ra¡nâ-yı gülşen-i melekût Bülbül-i bâπ-ı rav≥a-i ceberût 23. Elifi serv-i bâπ-ı ra√metdür Bezm-i va√detde şem¡-i …udretdür Mecâz-ı mürsel: Bir sözü benzetme maksadı gütmeden gerçek mânâsı dışında kullanma sanatıdır. Mecâz-ı mürsel parça-bütün, sebep-sonuç, iç-dış vb. alâkalarla gerçekleşir. 88 86. Seng-i «ârâda «al… ider √ayvân ‰ıyn-i lâ≠ibden eşref-i insân 360. Şer¡-i dµn-i metµni √ürmetine Nûr-ı pâk-i ◊abµbi √ürmetine 375. Ya¡ni mâh-ı münµr ü şâh-ı rüsül ¢ureşµ eb†a√ı delµl-i sübül 423. Didi ol dem Resûl’e rû√-ı emµn88 Sensin ol §adr-ı bedr-i ¡Illiyyµn 514. Şol zamân gitdüñ ey dür-i yektâ ¢aldı arduñca Cebra’µl ba…a rûh-ı emîn, Cebrâ’il için kullanılan bir mürsel mecazdır. 62 1006. »ûyı Nâmûs-i ekber’üñ bende 89 Cümle ehl-i kerem baña bende 253. Bu ne …udret-durur ki kevn ü mekân İki √arfiyle oldı †â…-ı revâ… 273. Kâf u nûndan §alup §adâ-yı ¡a@µm Biribirine …oydı çar«ı √akµm Mübâlağâ: Bir olay, durum veya varlığın olduğundan çok fazla, çok büyük, çok güzel veya tam tersine çok az, çok küçük, çok çirkin gösterilmesidir. 351. ¡Aybuma göre ba√r bir …a†re Cürmüme göre cirm-i meh ≠erre 520. Bedenüm içre …ılca cânum yo… Dehenümde nice zebânum yo… 1089. Gördiler var …a≥âda bir kühsâr ~anki olmış …ıbâb-ı çar«a medâr 734. Dürlü ezhârla bu ferş-i zemîn Dir gören yire indi ¡arş-ı berîn 1094. Seyr idenler şukûfesin zµbâ Yire inmiş §anur nücûm-ı semâ Nidâ: Heyecanın çok kuvvetli olduğu bir anda “seslenmek” şeklinde ortaya çıkan sanattır. Seslenme ifadesi olan “Ey, hey, -â / -yâ” gibi ünlem veya ekler bu tür ifadelerde sık kullanılır. Bu sesleniş şairin kendine olursa tecrid adını alır ki bu örnekleri “tecrid” başlığı altında vereceğiz. 115. Söyle ey mürπ-ı gülşen-i lâhût Şev…-ile eyle …ı§§a-i ceberût 270. Ey kemâl-i √a…µ…ate †âlib Genc-i tev√µde cân-ıla râπıb 349. Ey Kerµm ü Ra√µm ü ¡âlµ-şân Ehl-i ¡i§yâna Râ√im ü Ra√mân Nâmûs-i Ekber, Cebrail’dir. Bkz. Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi Yay., Ankara 1993, s. 805) 89 63 513. Nur-ı pâküñ-durur ey meh-i tâbân Sebeb-i dehr ü bâ’i&-i ekvân 516. Sensin İsrâda ey meh-i πarrâ Ma@har-ı eyne ente eyne ene 90 518. Murπ-ı ¡a…l-ı şikeste-bâl ey meh Bâπ-ı √ayretde bµ-mecâl ey meh 522. Beni ey nûr-ı çeşm-i ehl-i §afâ ±erre-veş mid√atüñle …ıl peydâ 530. Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr91 Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr Tecahül-i ârif: Şair tarafından bilinen bir hususun bir nükte gözetilerek bilmezlikten gelinmesidir. İstifhâmla çoğu kez karıştırılır. İstifhâmda alelade, sadece ifadeye güç katmak için sorular sorulurken tecâhül-i ârifte daima “şaşkınlık, kızgınlık, azarlama” gibi bir nükte esastır ve cevap sorunun içinde gizlidir. Yani şair sorunun cevabını iyi bildiğini imâ etmek için soru sorar. Söz gelimi aşağıdaki beyitlerde “keşf olur mu?, vâsıl olur mu?, erer mi?, tañ (ayıp) mı?, tüketir mi?” soruları “elbette keşf olmaz, elbette vâsıl olmaz…” cevaplarını ifade için sorulmuştur. 236. Şâniyâ keşf olur mı bu a√vâl Bulmayınca kemâl-i i≥mi√lâl 237. ±ev…e vâ§ıl olur mı …âl ehli Hiç irer mi aña ma…âl ehli 660. Rûşenµ olsa †añ mı aña la…ab Nûr-ı ru«sârı ber… urur her şeb 877. Bir bunuñ gibi vâr mı ehl-i kerem Dem-be-dem fet√ ider o bâb-ı himem 944. ¢ab≥a-ı …udretindedür ma¡…ûl Ser-fürû …ılsa †añ mı aña ¡u…ûl 1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ “eyne ente eyne ene” sözünün çevirisi “sen neredesin, ben neredeyim” şeklindedir. İsrâ sûresi, 70. âyette “Velekad kerremnâ benî âdem” Anlamı: İnsan bütün yaratıkların en mükerremidir. Şair de insan olduğundan bu sûre hakkı için şefaat arzusunu dile getiriyor. 90 91 64 517. Nice med√ eyleyem «i§âlüñi ben Dükedür mi bi√ârı hiç sûzen Tarsi¡: Bir beyitin her iki mısraındaki kelimelerin hem sayı, hem vezin, hem de kafiye bakımından birbirine denk olmasıdır. Gülşen-i Efkâr’da bu türden beyitlerin sayısı oldukça fazladır ve bu beyitlerde iç kafiyelerin de sıklıkla kullanıldığı görülmektedir. 49. Münderic bunda âdemüñ ¡ilmi Mündemic cümle ¡âlemüñ ¡ilmi 51. Fâli…ü’§-§ub√ »âlı…u’l-ervâ√ Râzı…u’l-«al… kâşifü’l-eşbâ√ 67. Ar≥-ı πabrâ serâb-ı âvâre Bahr-i a«≥ar √abâb-ı âvâre 69. ±erre-i mihr-i cûdıdur ¡âlem ¢a†re-i bahr-i cûdıdur âdem 72. ¢âdirüñ …udretine √ad yo…tur ~âni¡üñ √ikmetine ¡ad yo…tur 109. Ten-i †âhirledür murâda vü§ûl Dil-i pâk-iledür du¡â-yı …abûl 184. Bulur ol dem kemâl-i ma¡bûdı Görür ol dem cemâl-i meşhûdı 219. E√adiyyet rumûzın añladılar Vâ√idiyyet künûzın añladılar 344. ¡İlm-ile ¡âmil eyle hemçü velµ ¡A…l-ıla kâmil eyle hemçü ¡alµ 356. Enbiyâ-yı kirâm √a……ıyçün Evliyâ-yı ¡a@âm √a……ıyçün Tecrîd: Şairin şiirde kendisini başka bir şahıs gibi göstererek seslenmesidir. Bu sesleniş, bazen kendi ismiyle, bazen de “fakîr, garîb, bende vb.” sıfatlarla yapılır. 236. Şâniyâ keşf olur mı bu a√vâl Bulmayınca kemâl-i i≥mi√lâl 65 366. Yarlıπa Şâni-i günahkârı Yo…-durur senden özge ∏affârı 400. Şânµ’de yo… o şâhı med√e mecâl Eyleye ◊a… meger küşâda ma…âl 401. Aña meddâ√-iken »udâ-yı Mu¡µn Nice med√ ide anı ol miskµn 523. Gülşenüñde πarµbi bülbül …ıl Âstânuñda kemterin …ul …ıl 530. Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr 531. Eşigüñ «âki cevher ü iksµr ¢apuña geldi ol fa…µr ü √a…µr Tekrîr: Şiirde heyecan sebebiyle bir kelime veya söz grubunu tekrar etme sanatıdır. 118. Andadur menba¡-ı ¡inâyet-i ◊a… Andadur ma†la¡-ı hidâyet-i ◊a… 119. Andadur dürc-i ma«zen-i esrâr Andadur cümle ma@har-ı â&âr 123. Nice va§f ide anı ¡a…l-ı ≥a¡µf Nice med√ ide anı fehm-i na√µf 184. Bulur ol dem kemâl-i ma¡bûdı Görür ol dem cemâl-i meşhûdı 216. Nice ma¡lûm olur hüviyyet-i ◊a… Nice ta√…µ… olur √a…µ…at-ı ◊a… 281. Biri §adr u birisi …alb-i §afâ Birinüñ nâmıdur şeπâf-ı ≥iyâ 355. Kibriyâ-yı sürâdı…âtuñ içün Hem mu…addes §ıfât u ≠âtuñ içün 356. Enbiyâ-yı kirâm √a……ıyçün Evliyâ-yı ¡a@âm √a……ıyçün 66 357. Her biri itdügi du¡âlar içün Dillerinde olan §afâlar içün 358. ~ub√-«µzân-ı §âdı…ânuñ içün Eşk-rµzân-ı ¡âşı…ânuñ içün 359. Rû√-ı pâk-ı √abµb Â√med içün Şâh-ı kevneyn olan Mu√ammed içün Telmih: Şiirde meşhur bir hadiseye işaret etmek demektir. Bir peygamber mucizesine, bir kıssaya, mitolojik bir olaya atıfta bulunulur. Ancak bu kıssa veya olayı açık açık anlatmak telmih sayılmaz. O olayı hatırlatacak anahtar kelimeleri söylemek kâfidir. Gülşen-i Efkâr’da özellikle dinî şahsiyetlere ilişkin telmih sayısının fazla olması, onun dinî-tasavvufî bir özelliğe sahip olmasıyla açıklanabilir. Telmih yapılan olayların tamamını burada anlatmak, gayemizi aşacağından telmihte bulunulan kişi veya olay tek cümleyle hatırlatılmıştır. Aşağıdaki iki beyitte Leylâ ve Mecnûn, Vâmık ile Azrâ kıssalarına telmih yapılmıştır. Leylâ ve Azrâ güzelliklerinden dolayı, Mecnûn ile Vâmık ise bu güzellikler karşısındaki çaresiz âşıklar olmaları sebebiyle telmih edilmiştir: 73. Nûrını gâhi rûy-ı Leylâ’da Gösterür geh ¡i≠âr-ı A≠râ’da 74. »al…ı eyler cemâline ¡âşı… Kimi Mecnûn olur kimi Vâmı… Telmih unsuru: Hz. İsa’nın nefesinin ölüyü diriltme özelliği, insaoğlunun topraktan yaratılması ve Cebrâ’il’in (a.s.) Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’in kaftanına üflemesiyle Hz. Meryem’in gebe kalması. 85. Bir nefesden yaratdı ¡İsâ’yı ¢ara †opra…dan ehl-i esmâyı 485. Çün ≠amµrinde sırr-ı ◊a… mu≥mer Dem-i ¡Ìsâ feminde hem müdπam 524. Bûy-ı zülfüñ bu«ûr-ı Meryem’dür Dem-i la¡lüñ Mesµ√-i «oş-demdür 67 Telmih unsuru: Hz. Muhammed'in kendisini takip eden müşriklerden korunmak amacıyla Sevr mağarasına saklanması ve mağaranın ağzında iki yabanî güvercinin yuva kurması mucizesi, insanoğlunun balçıktan yaratılması. 86. Seng-i «ârâda «al… ider √ayvân ‰ıyn-i lâ≠ibden eşref-i insân Telmih unsuru: Hz. Muhammed'in parmağıyla ayı işaret etmesi ve ayın ikiye bölünmesi mucizesi. 383. Bir gece ol ◊abµb-i ◊a≥ret-i ◊a… Bir hilâliyle itdi mâhı iki şa…… Telmih unsuru: Hz. Muhammed’in beş parmağından su akması ve müminleri çöl ortasında bu suyu içerek hayatta kalma mucizesi. 384. Kef-i sµmµni …ulzüm-i dil-cû Penc engüşti lûle-i lü’lü’ 385. Çeşme-sâr itdi barmaπından o şem¡ Cümle ¡a†şân-ı «al…ı itdi def¡ Telmih unsuru: Hz. Yâkub’un uzun bir ayrılıktan sonra oğlu Hz. Yûsuf’a kavuşması. 451. Pµr-i çar«a irişdi ol ma√bûb Yûsuf’uñ buldı güyiyâ Ya¡…ûb Telmih unsuru: İsrailoğulları peygamberlerinden olduğu rivâyet edilen Danyâl, Hz. Âdem’in hikmet sırlarını sakladığı kuyudan hikmeti çıkarmıştır. Onun için edebiyatta hikmet sembolü olarak kullanılır. 977. Dânyâl-ı nebµ su†urlâbı Fet√ ider himmetümle her bâbı Telmih unsuru: Eflâtun, Aristo’nun hocası ve Sokrat’ın öğrencisi olan meşhur Yunanlı filozoftur. Edebiyatta akıl, hikmet ve isabetli görüş timsali olarak söz konusu edilir. 68 978. Benüm irşâdum-ıla Eflâ†ûn Oldı ¡âlemde feylesof-ı fünûn Telmih unsuru: Hz. Süleyman’ın, üzerinde “İsm-i a’zam” yazılı bir yüzüğü vardır. Bu yüzüğün taşı kibrit-i ahmerden olup bütün vahşî hayvanlar ve kuşlar bu yüzük sayesinde ona boyun eğmişlerdir. Bir gün bu yüzük çalınır. Yüzüğü çalan dev, yüzük tekrar Süleyman’ın eline geçmesin diye onu denize atar. Bir gün Hz. Süleyman balıkçılardan birine tuttuğu balıkları taşımada yardım eder. Balıkçı da ona bu yardımının karşılığında para yerine irice bir balık verir. Süleyman da akşam yemek için balığın karnını açınca kendi yüzüğünü görür. Meğer denize atılan yüzüğü Allah’ın izni ile bir balık yutup sahibine geri getirmiştir. 1035. Arayup …a¡r-ı bahr-i ¡ummânı Bulmışam «âtem-i Süleymân’ı 600. Dürre-i dürc-i nesl-i ¡O&mânµ La¡l-i engüşteri Süleymânµ Telmih unsuru: Âb-ı hayat “ölümsüzlük suyu” olarak bilinir. Efsaneye göre İskender-i Zülkarneyn ordusuyla birlikte bir memlekete uğrar. Orada kendisine bir deniz olduğu, o deniz geçilince üç ay süren karanlıklar ülkesinin başladığı ve bu ülkede âb-ı hayat olduğu söylenir. İskender, veziri Hızır’ı da yanına alarak denizi geçmiş ve zulûmât (karanlıklar) ülkesine varır. Bu arada İlyâs da yanlarındadır. İskender’de karanlıkları aydınlatan iki mücevher (veya bayrak) varmış. Bu mücevherlerden birini kendi alır diğerini Hızır ve İlyâs’a verir. Hangisi suyu bulursa diğerlerine haber vermek kaydıyla ayrılırlar. Hızır ve İlyas yorulunca bir pınar kenarına oturup karınlarını doyurmak isterler. Hızır yanında getirmiş olduğu balıkları çıkarır ve pınarda elini yıkarken elinden bir damla suyun balığın üstüne düşmesiyle balık canlanıp suya karışır. Hızır, bu suyun âb-ı hayat olduğunu anlar ve İlyas’la beraber kana kana içerler. O sırada bunlara İskender’e bundan bahsetmemeleri için bir emr-i İlâhî gelir. Diğer bir rivayete göre ise İskender’e haber vermek üzere pınardan ayrılırlar fakat o pınarı tekrar bulamazlar. İlâhî aşk anlamında tasavvufî bir sembol olarak kullanılan âb-ı hayat, ledün ilminden kinâyedir. O, mürşid-i kâmilin, hayvanî hayat yaşayan insan aklını dirilten sözleri ve nazarıdır. Manevî neş’eyi, aşk ve irfânı anlatmak için kullanılır. 69 1116. Cûyı âb-ı √ayât-ı fer«unde »ı≥r-veş nûş iden olur zinde 1044. Olmışam dâimâ Sikender-der ªafer oldı baña πa@anfer-fer Telmih unsuru: Hz. Ali’nin iki uçlu Zü’l-fikâr adıyla anılan kılıcının olması ve bu kılıçla İslâm uğruna harp etmesi. 29. ±ü’l-fi…âr-ı ¡Ali gibi iki lâm Gösterir ehl-i küfre tµπ u √üsâm Telmih unsuru: İran mitolojisinde geçen, gücün ve hükümdarlığın sembolü sayılan kişiler olan “¢ahraman, Behmen, Gûr (Rüstem), Dârâ, Sencer ve Faπfûr” aşağıdaki beyitte gücün timsali olarak Sultan Üçüncü Murad’ın methinde kullanılmıştır. Sultan Murad’ın gücü onları kıskandıracak düzeydedir. 595. ∏ayret-i ¢ahraman u Behmen ü Gûr Reşk-i Dârâ vü Sencer ü Faπfûr Tenâsüp: Şiirde birbirleriyle anlam ilgisi bulunan sözcükleri bir arada kullanma sanatıdır. 975. Bûy-ı «oş-bûyum-ıla buldı bahâ ¡Anber-i terle misk-i ǵn ü »a†â 996. Benem ol mürşid-i †arµ…-i necât Benem ol rehber-i mesâlik ≠ât Tensîk: Genellikle sıfatlar olmak üzere şiirde eş veya yakın anlamlı kelime veya kelime gruplarının art arda sıralanmasıdır. 246. Ferd-i Bµ-çûn u ¡Âlim ü ¡Allâm ◊ayy u Bâ…µ ¡Alµm ü ±ü’l-ikrâm 247. E√ad u Vâ√id ü ¡Alµm ü »abµr ~amed ü bµ-zevâl u Rabb-i enâm 264. Ol ¡Alµm ü »abµr ü Rabb u ∏afûr Ol Semµ¡ ü Ba§µr ü Rabb u Şekûr 70 327. Sensin iki cihânda Rabb-ı …adµm E√ad-ı Vâ√id ü Kerµm ü Ra√µm 1038. Nu§ret ü fur§at u @afer &emerem Fera√ u ≠ev… u şev… bâr ü berem Teşbîh: Aralarında çeşitli yönlerden benzerlik bulunan iki şeyden zayıf olanın kuvvetli olana benzetilmesidir. “Beliğ, mufassal, muhtasar, müekked” gibi çeşitleri olan bu edebî sanatta örnekleri çeşitlerine inmeden vereceğiz. Gülşen-i Efkâr’da teşbihin en sık karşımıza çıktığı benzetmelerden biri harflerle ilgilidir.92 Bu harfler “Besmele”, Sultan “Murad”, “Gülşen-i Efkâr” gibi methiye yazılan sözcükleri oluşturan harflerden ibarettir. Bu harfler amaca uygun benzetmelerle kullanılmışlardır. Örneğin Sultan Murad’dan bahsedilirken savaş aletlerine, besmeleden bahsedilirken dinî-tasavvufî unsurlara, hazan veya bahar tasviri yapılırken de çiçek, ağaç, su (kevser) vb. unsurlara benzetilirler. Bu harfler ve benzetildiği varlıklar koyu karakterle verilmiştir. “Besmele”den bahsedilirken (bâ, sin, mim, lâm, elif): 12. No…†a-i bâ ki merdümi melegüñ Merkezidür devâir-i felegüñ 14. Sµni sul†ân-ı ¡aş…a efserdür Tâc-sâlâr-ı pµr-i perverdür 20. Mµmi «al«âl-i sâ…-ı ¡arş-ı ¡a@µm ‰av…-ı gerdân-ı √ûr-ı ¡ayn-ı na¡µm 23. Elifi serv-i bâπ-ı ra√metdür Bezm-i va√detde şem¡-i …udretdür 22. Laf@atu’llâh ki ism-i ≠âtü’l-◊a… Bâπ-ı ra√metde §anki bir yapra… Sultan Murad’dan bahsedilirken (mim, ra, elif, dal): 603. 92 Mµmi düşmen başına bir şeşper Râsı …alb-i ¡adûya bir «ançer Divan şiirinde harf benzetmeleriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Dursun Ali Tökel, Divan Şiirinde Harf Simgeciliği, Hece Yay., Ankara 2003. 71 604. Elifi tµr-i tirgeş-i irşâd Dâlı çengâl-ı dâr-ı ¡adl-ı sedâd Hazan ve bahar mevsiminden bahsedilen sebeb-i nazm bölümünde Şânî “Gülşen-i Efkâr”ı överken onun her harfini hazan, bahar ve cennetle ilgili benzetmelerde kullanır: 756. Elifi serv-i bâπ-ı behcetdür ◊âları πonce-i letâfetdür 757. Cimi zülf-i nigâr-ı bâπ-ı irem ~adı anda şukûfe-i bâdem 758. Dalları sünbül-i riya≥-ı be…â Râları …add «amîde serv-i §afâ 759. ¡Aynı ¡ayn-ı ma¡în-i kev&erdür Mimi ser-çeşme-i müdevverdür Hâtime bölümünde Şânî, bilgisizlerin, anlayışı kıt olanların bu eseri ayıplamasını doğru bulmaz ve onlara beddua eder. Harf benzetmeleri de bu bedduaya uygun bir anlam kazanır: 1706. Bu me¡ânµyi ehl-i √âl añlar Kâşif-i remz olan ricâl añlar 1708. Mil çek gözlerine nâdânuñ Görmesün tâ ki ¡aybını anuñ 1710. Bilmeyüp da«l iderse bir ¡âmi Dâs olup ¡ömrini kese lâmı 1711. Elifi ola gözine gönder Dâlı dal ide …âmetin çenber 1712. Tµşe ola başına her cµmi Da«ı gürz-i girân ola mµmi 1713. ◊â vü yâ gibi ola …addi dü-tâ ¢atline râsı ola «ançer ü yâ 72 Harf benzetmeleri dışında yapılan teşbihlerden birkaçını da şöyle örnekleyebiliriz: 96. ¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd Aña insân-ı kâmil eyledi ad 101. Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh »al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh 102. ¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm İtdi √ilmi aña edµb-i selµm 214. Âyine …ıldı gerçi insânı Arada perde itdi imkânı 732. Her şukûfeyle gülbün-i bâlâ Ak imâmeyle mü’min ol gûyâ 966. Cümlesine delµl-i râhem ben Şeb-i @ulmetde şem¡ ü mâhem ben 1104. N’ola olsa cihânda reşk-i behişt Mihr ü meh aña sµm ü zerrµn-«ışt 1112. Cümle eşcârı mi&l-i †ûbâdur Dürlü ezhârı verd-i ra¡nâdur 1574. Şöhret ü câh u ¡izzet-i dünyâ Ehl-i ta√…µ… aña dir ejderhâ Divan edebiyatında aşk konulu şiirlerde sevgili serviye, güle; âşık bülbüle benzetilir. Ancak Gülşen-i Efkâr’da Gülşen tasviri yapılırken bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Bu durum dinî tasavvufî bir metin olmasıyla açıklanabilir. Sözü edilen sevgili “Allah” olunca zayıf ve benzeyen unsur olarak kullanılması söz konusu olmaz. Esas olan âşık ve mâşuktur, teşbihde de güçlü olan unsurlar onlardır: 795. Zenah-ı dilber idi her elma Ru«-i ¡uşşâ… idi …amu ayva 1082. Servler anda dilber-i mevzûn Lâleler anda sâπar-ı gül-gûn 73 Teşhîs: İnsana özgü davranış ve hareketleri insan dışı varlık veya kavramlara yüklemektir. İntâk bahsinde de belirttiğimiz gibi Gülşen-i Efkâr başlı başına bir teşhis örneğidir. Hikâyenin ana kahramanları kişileştirilmiş soyut kavramlardır. O yüzden ana kahramanlar dışında yapılan teşhis örneklerinden seçmeye çalıştık. Kişileştirilen varlıklar koyu karakterle gösterilmiştir: 620. Aπzını …ana yudı «ançer-i şâh Münhezim …ıldı anı «ink-i şâh 749. Sünbül-i ter olur perîşân-√âl Dehr elinden semen olur pâ-mâl 735. Dâmen-i πonce pür olup lâlâ Bülbüle §atdı dürlü istiπnâ 730. Bülbül itdükçe nâle vü feryâd Ra…§ iderdi §anavber-i şimşâd Tezâd: Aynı nokta üzerine taalluk eden iki zıt kelimenin veya kelime grubunun bir arada kullanılmasıdır. 254. ¢ahr u lu†fından eyledi peydâ ∏asa…ı’l-leyl ü §ub√-ı nûr-işrâ… 260. Cümle fey≥-i irâdetinden olur ◊arekât u sükûn u fikr-i ≥amµr 267. Feye≥ân eyleyüp Cemâl ü Celâl Şâniyâ @âhir oldı @ulmet ü nûr 302. Ber… urur anda nûr-ı §ıd…-ı fürûπ Ma√v olur cümle nâr-ı ki≠b ü dürûπ 730. Bülbül itdükçe nâle vü feryâd Ra…§ iderdi §anavber-i şimşâd 991. Giydi zerrµn libâsı bay fa…µr Oldı hem-reng …amu §aπµr ü kebµr 1021. Tµπ-i §abr-ı belâ miyânumda »ançer ü tîr-i lu†f yanumda 74 1075. ~ûretâ gerçi ¡âlem-i §uπrâ Ma¡nada lµk ¡âlem-i kübrâ 3.2. Anlatıcı Anlatıcı, tahkiyevî anlatımda olayı veya durumu anlatan, açıklayan, yorum yapan kişidir. Anlatıcı bazen yazarın doğrudan kendisi, bazen de kahramanlardan biridir. Mesnevilerin “Giriş” ve “Hatime” bölümleri genelde olay anlatımına dayalı olmadığı için şair kendi düşüncelerini genellikle geniş zaman çekimiyle bir genellik ifade edecek şekilde dile getirir. Anlatıcı, şairdir. Gülşen-i Efkâr’ın aşağıda yer alan beyitleri Şânî’nin “besmele” hakkındaki düşüncelerini yansıtır: 1. Ufu…-ı canda nûr-ı bismi’llâh ¡Âlem-i …albe ber… urur çün mâh 2. Nûrı çar«-ı hidâyetüñ …ameri Burc-ı sa¡duñ nücûm-ı cilve-geri 3. Fi’l-me&el andaki o na…ş u ru…ûm Fülk-i dilde tâb-dâr-ı nücûm 4. Oldı envârı râh-ı dµne delµl Gider anuñla yola ibn-i sebµl 5. Fet√ olur anuñ-ıla bâb-ı ümµd Açılur nûrıyla rûz-ı sa¡µd 6. Fâti√idür «azâin-i πaybuñ Kâşifidür rumûz-ı lâ-reybüñ Bazen “Giriş” bölümünde yer alan manzumelerde olay anlatımı söz konusu olabilir. Bu durumda anlatıcı, kahramanların düşüncelerini ve duygularını hisseden, heyecanlarını okuyucuya anlatan hâkim anlatıcıya dönüşür. Gülşen-i Efkâr’ın “Giriş” bölümünde yer alan ve miraç hadisesinin anlatıldığı beyitlerde anlatıcının bakış açısı tahkiyevî anlatıma uygun şekildedir. Hz. Peygamber’in fiziksel tasviri, anlatıcının teşbihlerle süslediği ve kendi bakış açısını okuyucuya hissettirdiği örneklerdendir: 418. Yüzi mihr-i cihân gibi pür-nûr Ten-i «oş-bûsı ¡anber ü kâfûr 75 419. Gözleri §an çerâπ-ı nûr-efşân Kirpik-i ¡anberµni aña du«ân 420. Perçemi §anki †urre-i √avrâ Âdemµ çehre bir meh-i πarrâ 446. Göricek nûr-ı rûyını dil-keş Pâyına düşdi ol zavallı güneş Mesnevinin ana hikâye kısmını hâkim anlatıcı (her şeyi gören, duyan, bilen, hisseden, anlayan anlatıcı) tahkiye eder. Bu bölümlerde anlatıcının, kahramanların ne hissettiklerini gördüğü, ne düşündüklerini anladığı ve okuyucuya aktardığı görülür. Aşağıdaki beyitlerde rûh-ı pür-hikmetin nasihatlerinden sonra dört kahramanın nasıl bir ruh hali içinde olduklarını hâkim anlatıcı şöyle dile getirilir: 1661. Çün tamâm eyledi na§µ√atı rû√ Bâb-ı irşâdı eyledi meftû√ 1662. Pendi anlara eyledi te’&µr Oldılar pµr-i rû√a ol dem esµr 1663. Emrini †utdı bu ulü’l-eb§âr Her biri oldı zübde-i ebrâr 1664. Dilleri πıll u πışdan oldı ¡arµ Kibr ü √ı…d u √asedden oldı berî 1665. Oldılar nûr-ı ◊a…’la tâbende Fi’l-me&el «âver-i dıra«şanda 1666. Aldılar cümle bûy-ı rû√u’llâh Nitekim gülşen-i riyâ≥-ı İlâh Anlatıcı “didi, bildürdi vb.” yüklemlerle sözü kahramanın kendisine verir. Kahramanın 1. kişi çekimiyle yaptığı konuşmalar anlatıcının bir iç cümlesi halini alır. Sonraki beyitlerde kahramanın konuşmaları yine “didi” yüklemine bağlanır. Kahraman konuşurken hâkim anlatıcının anlatılana bir müdahalesi görülmez: 1031. Didi tâc-ı Keyânidür ta«tum Âftâb-ı cihânidür ba«tum 76 1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ 1033. Ehl-i ferhenge eylerem raπbet ¢ıluram aña hürmet ü ¡izzet Anlatıcı sözü kahramana vermeden önce çoğu zaman kişi tasviri özelliği gösteren bir tanıtım, mekân ve zamana ilişkin ön bilgileri verir. Bu bilgileri verirken edebî bir dil kullanır. Aşağıdaki beyitler hikâye kahramanlarından devletin, söz aldığı bölümün girişidir. Son beyitte sözü devlet alır: 1025. Yine şâh-ı kevâkib-i envâr ◊ayme-i mây içre …ıldı …arâr 1026. Her diyâra şihâbı §aldı revân Olmaya encüm içre tâ ki …ırân 1027. Ol gice bu hezµr-i zerrµn çeng Oldı simµn benekle mi&l-i peleng 1028. Tevsen-i çar«a bindi şâh-ı nücûm Ya¡ni e@hâr-ı ◊a……’a itdi hücûm 1029. Geldi ol dem πa≥abla devlet-şâh ◊âkim-i kâmrân u @ıll-ı İlâh 1030. Olup esb-i belâπat üzre süvâr Geldi meydân-ı ma¡naya şehvâr 1031. Didi tâc-ı Keyânidür ta«tum Âftâb-ı cihânidür ba«tum Anlatıcı, kahramanların konuşmalarına müdahale etmez, doğru veya yanlış gibi tespitlerde bulunmaz. Doğruluk veya yanlışlığın farkına kahramanlar varır. Rûh-ı pürhikmetin nasihatiyle eksikliklerinin farkına varan kahramanlar rûh-ı pür-hikmete şöyle seslenir: 1630. Tamam eksüklügümüzü bildüñ Seyl-i kibri dµdeden sildüñ Anlatıcı kahramanların konuşmalarına müdahale etmez; ancak mesnevinin son bölümünde bir öğretmen edasına bürünür. Rûh-ı pür-hikmetin nasihatlerini doğrulayan bir özet yapar. Bu durum, rûh-ı pür hikmetin aslında hâkim anlatıcının mesajını veren 77 kişi olduğunu gösterir. Şânî, okuyucuya mesajı net bir şekilde kendi ağzından da vermek niyetindedir: 1667. Buldı her biri devlet-i sermed Ya¡ni lu†f-ı İlâh u cûd-ı §amed 1668. Bulsa bir kişi mürşid-i kâmil Olur elbette ◊a……’a ol vâ§ıl 1669. ‰urma cehd eyle †urma ey †âlib Bir mükemmel vücûda ol râπıb 1670. Sa¡y eyle pµr-i mürşid-i dânâ Bulagör ya¡ni ehl-i …alb-i §afâ 1671. Seni tâ vâ§ıl-ı murâd ide ol ¢albüñi bir nefesde şâd ide ol Hâkim anlatıcı ana hikâyenin son bölümü dışında kahramanların birbirleriyle ilgili yaptıkları tenkitlere müdahil olmaz. Kahramanlar hakkındaki övgü veya yergiyi yine kahramanlara söyletir. İlim, kendi vasıflarını dile getirdikten sonra ilmin konuştuğu bölüm sona erer. Hâkim anlatıcının ilmin söylediklerine bir tenkidi söz konusu değildir: 984. Benem âyine-i cilâ vü §afâ Görinür bende dünye vü ¡u…bâ 985. ±ât-ı pâküm mücerrede minvâl ◊iss olınmaz ricâl-i πayb mi&âl 986. Olmayan …albi §âf-âyine Na@ar itmez cemâlüm ayına 987. ‰âlib olan cemâl-i ma¡nâyı Âyinede ider temâşâyı 988. ¢ıldı bu resme ¡ilm-i ≠ü’l-ikrâm ~ub√ olınca kelâmını itmâm 989. Rûşen olınca ≥av’-ıla mi§bâ√ Urdı …ufl-i me¡ânîye miftâ√ Gülşen-i Efkâr’da tartışmanın taraflarına hakemlik eden ve eksikliklerini gösteren, onlara nasihatler eden rûh-ı pür-hikmetin dışında tenkid etme vasfına haiz 78 başka bir kahraman yoktur. Kahramanların eksikliklerini gören, bu eksiklikleri gösteren tek kahraman mürşit perspektifi çizilen rûh-ı pür-hikmettir. Diğer kahramanlar sadece kendi vasıflarına ilişkin methiyeler dizerler. Anlatıcının kendisiyle ya da Gülşen-i Efkâr’la ilgili istekleri ve dilekleri, eserin ana hikâye kısmının dışında kalır. Münacat kısmı ve Şânî’nin okuyucudan beklediklerini dile getirdiği hatime kısmı dilek, istek ve emir cümlelerinin ağırlıklı olarak kullanıldığı bölümleri içerir: 362. Ehl-i µmânı bahr-i ra√metüñe ∏ar… u müstaπra… eyle re’fetüñe 363. Saña lâyı… ¡amelleri yo…dur Dilde †ûl-i emelleri ço…dur 368. Râh-ı √ilmi aña †arµ… eyle ¡A…l u ¡ilmi aña refµ… eyle 369. Mid√at-ı Mu§†afâ’ya irgür anı Aña med√ ü &enâya irgür anı 367. Anı irgür ma…âm-ı ta√…µ…e Vâ§ıl eyle merâm-ı ta√…µ…e 366. Yarlıπa Şâni-i günahkârı Yo…-durur senden özge ∏affârı Yukarıda verdiğimiz bilgi ve örnekleri şöyle özetleyebiliriz: Gülşen-i Efkâr’da umumiyetle hâkim bakış açısıyla anlatımın yapıldığı görülür. Ancak sık sık bakış açısının kahramanlara bırakıldığı da gözden uzak tutulmamalıdır. Bu durum özellikle kahramanların kendi hallerinin açığa vurulduğu durumlarda öne çıkar. Bu tür anlatımlar, mesneviyi zengin ve renkli kılmış, monoton bir aktarım olmaktan kurtarmıştır. Şânî, anlatımın genelinde olduğu gibi, sözü kahramana teslim etmeden önce zaman, mekân ve tasvir kısımlarında müdahil konumdadır. Sonra sözü kahramanın kendisine bırakır. Edebiyatta sanatçının ele aldığı konuyu olduğu gibi sunmayı hedeflemesi estetik yapıya zarar verir. Çünkü sanatta esas olan “doğru” değil “güzel” anlatımdır. Bu nedenle de sanatçının amacı, çağrışım ve hayalle iletişimin kurulmasını estetik bir şekilde sağlamaktır. Şânî’nin bu çeşitliliği yakalama çabası gözden kaçmaz. Anlatımda 79 araya girmeler, ara paragraflarla mesajı dıştan desteklemeler oldukça az yer alır ki, bu tutum Şânî’nin kahramanla okuyucu arasına girmek istememesiyle açıklanabilir. Bununla birlikte anlatıcıdan beklenen hikmetli tavır Gülşen-i Efkâr’da kahramanın bizzat kendisine yüklenir. Anlatıcı, karakteri tanımlayıp, onu açığa çıkarırken devreye girer. Bu aşama aşama şekillenen ortaya çıkış, en fazla yorumlarla belirir. Sonra karaktere izafe ettiği düşünceleri aktarırken, zaman özeti yaparken, mekân tasvirlerinde netleşir. 3.3. Anlatım Teknikleri Mesnevilerin ana bölümleri olay anlatımına dayalı hikâyelerden oluşur. Divan edebiyatında olay anlatımında kullanılan anlatım şekline “tahkiyevî anlatım” adı verilir. Bu anlatımda olayı yaşayan kahramanlar, olayın yaşandığı mekân ve olayın zamanı önemli hususiyetler olarak karşımıza çıkar. Alegori, tasvir, münazara gibi kendine özgü anlatım özellikleri taşıyan yöntemler genellikle tahkiyevî özellik taşıyan eserlerde karşımıza çıkarlar. Soyut kavramların somutlaştırılarak anlatıldığı mesnevilerde alegori, en az iki karşı görüşün çatıştığı mesnevilerde münazara, hikâye edilen olayın mekânına ve kahramanlarına ilişkin fiziksel ve ruhsal ayrıntılardan bahsedilen mesnevilerde ise tasvirin ağır bastığı görülür. Gülşen-i Efkâr her üç özelliğe de sahip olan bir mesnevidir. Bu sebeple Gülşen-i Efkâr’ı, tahkiyevî anlatımın yanı sıra alegori, münazara ve tasvir başlıkları altında değerlendireceğiz. 3.3.1. Alegori Dolaylı anlatım denildiğinde aklımıza gelen ilk yöntem alegoridir. Bilindiği üzere alegori (istiare-i temsiliyye) bir duyguyu, bir düşünceyi, bir kavramı ya da bir varlığı başka bir varlık ya da nesneyle somutlaştırarak anlatmadır. Mecaz, istiare ve teşhis sanatları alegorinin temelini oluşturur.93 Bir yapıtta alegoriye sınırlı olarak başvurulabileceği gibi yapıtın bütünü de alegorik olabilir. 94 Alegori, bir eserin tümünde belirli bir olay örgüsü içinde kullanılmış olabilir veya kısmen bazı bölümlerde karşımıza çıkabilir. Alegorinin kısmen kullanıldığı 93 Alegorinin bu ve diğer özellikleri için bkz. Berat Açıl, Onaltıncı Yüzyıla Ait Alegorik Bir Eser: Muhyî’nin Hüsn ü Dil’i, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış doktora tezi), İstanbul 2010, s. 173-180. 94 Atilla Özkırımlı, Açıklamalı Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Altın KitaplarYay., İstanbul, 1991, s.12. 80 mesnevileri “alegorik bir eser” olarak nitelendirmek yerinde olmayacaktır. Alegori, belirli bir kurgu çerçevesinde mesnevinin bütününe hâkim olmalıdır. Bir eserde istiarenin çok kullanılması veya kahraman adlarının istiareli bir şekilde belirlenmesi, o eserin alegorik sayılması için yeterli değildir. Bir hikâyenin alegorik olabilmesi için kahramanların ve diğer varlıkların adlarının yanı sıra, hikâyedeki olayın da istiareli bir şekilde kurgulanması gerekir. Alegorik bir eserde okuyucu, zevkini, hikâyenin ikiz manasının birbiriyle olan bağlantılarını keşfetmekten alır.95 Nitekim Gülşen-i Efkâr’ın da tamamında soyut kavramların kişileştirilip birer hikâye kahramanı olarak belirli bir olay örgüsü etrafında toplandığını söyleyebiliriz. Çünkü Gülşen-i Efkâr’da hem ana kahramanlar kişileştirilen soyut kavramlardır (akıl, ilim, hilm, devlet, rûh-ı seyrânî, rûhı pür-hikmet) hem de “seyahat” olayıyla kurgulanan olay aslında manevî bir yolculuğu (seyr-i sülûk) anlatmaktadır. Bu seyahat esnasında varılan yerler de somutlaştırılarak anlatılan makamlardır. Bu açıklamaya göre Gülşen-i Efkâr’ın alegorik bir eser olduğu sonucuna varabiliriz. Yukarıda verdiğimiz açıklamaları en güzel örnekleyen bölümlerden biri dört kahramanın (akıl, ilim, hilm ve devlet) seyahate çıkıp marifet şehrine ulaşmaları ve bu şehirdeki en yüksek yer olan kubbe-i mevhibete varmalarının anlatıldığı bölümdür. Masalımsı bir havada anlatılan bölümde bu dört kahraman, altın renkli kanatları olan şahbazın sırtında çölü aşarak -güzelliklerinin cennet benzetmesi etrafında anlatıldığı- marifet şehrine varırlar. Marifet şehri adından da anlaşılacağı üzere tasavvufta “şeriat, tarikat, marifet, hakikat” dörtlemesinde üçüncü makamdır. Kubbe-i mevhibet ise marifet şehrindeki en yüce mevkidir ki burada rûh-ı pür-hikmet makam sahibidir, şehrin vâlisi olarak tanıtılır. Marifet şehrinin vâlisi istiaresi de ruh-ı pürhikmetin kutbü’l-aktâb olabileceği izlenimini vermektedir. 1066. Bir se√er şâhbâz-ı zerrµn-per Bâl açup Şâm’a itdi ¡azm-ı sefer 1067. Seyr-i §a√râyı dil-güşâ itdi Dâne-i erzeni πıdâ itdi 1068. Yine seyyâre-i felek gitdi Cânib-i şar…a irti√âl itdi 95 Menderes Coşkun, “Klâsik Türk Şiirinde Mürekkep İstiare, Temsilî İstiare ve Alegori”, Bilig, Yaz-2006, S. 38, s.64-65. 81 1069. Ne ¡acep na…ş-bend-i bû…alemûn Gösterür √al…a †arz-ı gûn-â-gûn 1070. ~ubh-dem çünki ¡a…l u ¡ilm-i kerµm Devlet-i kâmrân u √ilm-i selµm 1071. Seferu …ı†¡atun mine’s-sa…râ Diyüben eyledi …amu seferi 1072. ¡Azm-i †ayy-ı menâzil eylediler Cümle …a†¡-ı merâ√il eylediler 1073. İrdiler bir …a≥â-yı zµbâya ‰urdılar anda hep temâşâya 1074. Murπ-ı dil irmez intihâsına ‰âir-i sidre müntehâsına 1075. ~ûretâ gerçi ¡âlem-i §uπrâ Ma¡nada lµk ¡âlem-i kübrâ 1076. ¡Arş gûyâ içinde bir «al…a Yiridür ¡ibret ola bu «al…a 1077. »âk-i πabrâsı cümleten ¡anber Rîgi lü’lü’ vü †aşları cevher 1078. Her giyâh-ı riyâ≥ı misk-âmµz Bâdı anûñ nesµm-i ¡anber-rµz 1079. Anda herkes πınâ bulur her bâr Ebr-i bârânı eyler a…çe-ni&âr 1080. Olur anda §afâ-yı gûn-â-gûn Ki döşenmiş bisât-ı bû…alemûn 1081. Çemeni §anki yemyeşil deryâ Anda ezhârı keşti-i πarrâ 1082. Servler anda dilber-i mevzûn Lâleler anda sâπar-ı gül-gûn 1083. Nâz itse hezâra πonceleri ¢ah…ahayla gülerdi kebg-i derµ (...) 82 1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ 1107. ~uyı §an kev&er-i mu§affâdur ‰aşları tµr ü «âki kµmyâdur (...) 1138. Kişverüñ şehr-i ma¡rifet adı ¢ubbenüñ beyt-i mevhibet adı 1139. ¢ubbe içinde bir zev-i √ayret Var-durur adı rû√-ı pür-√ikmet 1140. Şehre vâlµ-i kâmrân oldur Beyt-i ma¡mûre dµde-bân oldur 1141. Baña ey ¡ârifân-ı mülk-i cihân Rû√-ı seyrâni oldı nâm-ı revân 1142. Yilerem «ıdmetinde her şeb ü rûz Olur anûnla †âli¡üm fµrûz 1143. Ol-durur pµr ü ehl-i irşâdum Dem-be-dem dil-nüvâz ü dil-şâdum (…) Sefer ya da seyahat, tasavvuf düşüncesinin önemli sembollerindendir. Çünkü sûfiler, varlık âlemine çıkan insanı kemale doğru götüren gidişi bir sefer gibi düşünmüşlerdir. Onlara göre bu sefer, türlü sıkıntıları da içinde barındıran, sıkıntılı, fakat sürekli bir gidiştir. Seferin sonu ise birlik ve esenliktir. Mutasavvıfların dünyasındaki bu felsefe, tasavvufî muhtevalı mesnevilere de değişik kurgularla yansımıştır. Tasavvufta, kişinin İlâhî aşk yolunda ilerlemesi için, kitap ve sünnet ilmine vakıf olan bir şeyhin önderliğinde hareket etmesi öngörülür. Şeyh, Allah’a ulaşma gayretinde olan müride, bu amaca ulaşmasında himmet elini uzatan kişidir. O, tarikat terbiyesi içinde büyük bir yaptırım gücüne sahiptir. 96 Gülşen-i Efkâr’da seyahat sonunda ulaşılan marifet şehrinde, şehrin vâlisi olan rûh-ı pür-hikmet şehrin sözcüsü olan rûh-ı seyrânî tarafından tanıtılırken “mürşit” tiplemesi çizilir: 96 Ahmet Doğan, “Hüsn ü Aşk’ta Sembolik Anlatım” Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 9:1, 2004, s. 91. 83 1172. Anlara didi rû√-ı seyrânµ Rû√-ı pür-√ikmetüñ budur şânı 1173. ◊âkim-i ta«tgâh-ı ¡Illiyyin Mürşid-i √ân…â√-ı rûy-ı zemµn 1174. Sâkin-i §adr-ı §uffe-i ceberût ¡Âkif-i beyt-i ka¡be-i lâhût 1175. Ol-durur dürr-i dürc-i kerremnâ Ol-durur genc-i sırr-ı fa≥≥elnâ 1176. Huve fµ nûrihi ke-mişkâtin Huve fµ ≠âtihi ke-mir’âtin 97 1177. Künh-i ≠âtına hiç ¡u…ûl irmez Va§fına a¡kal-i fu√ûl irmez 1178. Emr-i Rabbµye ma@har olmışdur Nûr-ı ◊a……-ıla enver olmışdur 1179. Sırr-ı sırrµye ¡âlem-i mu†la… Ol-durur fehm iden rumûz-ı «al… 1180. Ma√rem-i sırr-ı ¡ilm yârıdur ¡Âlem-i πayb «azµnedârıdur 1181. Mürşid-i kâmil-i √a…µ…at odur Ekmel-i kümmel-i †arµ…at odur 1182. ¡Âlem içre odur «alµfe-i ◊a… ¡A…s-i rûyından oldı nûr-ı fela… 1183. Şem¡-i «alvet-serây-ı πaybµdür Cevher-i ma¡rifetle …albi pür 1184. ‰ûr-ı sırr-ı §afâda Mûsâ’dur Dem-be-dem ma@har-ı tecellâdur Şani, çeşitli teşbih, istiare ve mecazlarla alegorik anlatıma örnekler verir. Aşağıdaki beyitte insan-ı kâmil anlatılırken “şehr-i ¡âli” benzetmesi yapılır: 97 Beyitin anlamı: Nuruyla o bir çerağ/lamba gibidir; Zâtıyla da bir ayna gibidir. İlk mısra Nur sûresi 35. âyetten iktibastır. 84 96. ¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd Aña insân-ı kâmil eyledi ad İnsan-ı kâmilin, kemâle ermenin anlatıldığı tasavvufî eserlerde “şehir” istiaresi sık kullanılır. Şehrin kültürel gelişimde önemli yerinin olması, cehaletten uzaklaşılması, kalabalık bir ortamda beraber yaşamanın gerekliliği gibi özellikler bu istiarenin kullanılmasında önemli bir çıkış noktası olabilir. Aşağıdaki beyitlerde teşbih, istiare ve çeşitli mecazlarla alegorik bir anlatımın ön plana çıktığı sezilir. İnsanın yaratılışı konusu ele alınır. Yaratılanın mükemmelliği karşısında yaratanın sırlarına vakıf olanların “mühendis” istiaresiyle anlatıldığı görülür. Bu kusursuzluğu gören mühendisler bu mükemmellik karşısında hayrete düşmüşlerdir. Hayrete düşmek bilindiği üzere tasavvufta ayrı bir anlam ifade eder. Gönül gözünün açılması ve gönül gözüyle görülenlerin kişiyi hayrete düşürmesi “insan-ı kâmil” olma vasıflarından biri olarak kabul edilir. İnsanın bacakları gümüşten sütunlara, omuzları kemere (tâk), giysisi perdeye (serâdikat) benzetilerek anlatılır: 97. Anda cümle mühendisân √ayrân İki sµmµn sütûnda itdi revân 98. İki †â… itdi ¡anber-i sârâ ¢ıldı miskµn serâdi…ât aña İnsan gövdesi yine sütuna benzetilirken bu gövdenin en üstüne yerleştirilen baş kısmı gevher-i pür-nûr istiaresiyle anlatılır: 99. Bir gümüşden sütûn itdi ∏afûr Üstine …odı gevher-i pür-nûr İnsan vücûdu haneye benzetilince bu hanede ikamet edenlerin özelliklerine geçilir. Bu vücutta ikamet edenlerden akıl baştadır ve insanın aydınlanması için onun ışık saçıcı özelliğine ihtiyacı vardır. Ruh ise bu ikamet yerinde padişah benzetmesiyle ilişkilendirilir. Böylelikle karşımıza bir saray istiaresi çıkar. Sarayda padişahın hizmetkârları anlatılmaya başlanır. İnsan vücudunda ruhun padişah olduğu ve ikamet edenler arasında en değerli ve yetkin kişi olduğu ima edilir. Akıl, ruhun veziri; ilim, hikmet sahibi bilge kişisi (veya doktoru); hilm ise edeb öğretenidir: 85 100. Rûşen olmaπa «âne-i ra¡nâ Eyledi anda ¡a…lı şem¡-i ≥iyâ 101. Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh »al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh 102. ¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm İtdi √ilmi aña edµb-i selµm Gönül gözünün açılması için o gözdeki toz ve pasın silinmesi gerekir. Bu toz ve pasın “nefis” kavramını sembolize etmesi tasavvufî şiirlerde sık kullanılan bir motiftir. Nefis insan gözünün değil de gönül gözünün önündeki perdedir. Bu perde kalkmadıkça doğruları görmek mümkün olmayacaktır. Aşağıdaki beyitte de aslî olanın görülememesi, maddî olanın görülmesi “nakş-ı gayrî” istiaresiyle anlatılır. Gönül gözünün önündeki perde nakışlıdır ve bu nakışlar o perde kalkmadığı sürece insanın aslî olanı görmesini engelleyecektir: 110. Na…ş-ı πayrµyi pâk it âyineden Görine tâ ki anda vech-i √asen İnsan gövdesinin kafese benzetilmesi divan şiirinde çok kullanılan istiarelerden biridir. Nitekim bu kafesin içindeki bülbül de candır, ruhtur. Bu kafesin açılması hikmet eliyle mümkündür. Canın kafesten çıkması ölüm temini değil, tensel arzuların, nefsin elinden kurtulma olarak değerlendirilmelidir: 126. ¢afes-i tende bülbül-i cânuñ Göremez verdin ol gülistânuñ 127. Ger …ılursañ o gülşene hevesi Dest-i himmetle pârele …afesi Bu kafesten kurtulmak için aşka ihtiyaç vardır ve bu aşkı bulmada ona bir mürşit gereklidir. Mürşidin himmeti onun kafesten kurtulmasına, cennet bahçesinde özgürce kanat çırpmasına vesile olacaktır: 128. Mürşid-i ¡aş…ı câna hem-râz it Bâπ-ı «uld-ı berµne pervâz it 86 129. Pµr-i irşâda ya¡ni hem-râz ol Himmetiyle anuñ ser-firâz ol 130. ¢alma bu yolda baş-ıla câna Seri …o âstân-ı pµrâna Aşağıdaki beyitler de alegorik anlatımın öne çıktığı beyitler arasında yer alır. Atasözü sayılabilecek türden nasihat verici ifadeler de dolaylı anlatıma verilebilecek örnekler arasında yer alır. “Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler” benzeri ifadeler aşağıdaki beyitlerde de görülmektedir. Bir şeyi anlayabilmek için belirli bir birikime, olgunluğa erişmek gerekir. Bu olgunluğa erişmek için de bu yoldan geçmiş olanların (mürşit) yardımına ihtiyaç duyulur. “Denizden bir damla, okyanusu idrak edemez, küçük bir karınca Süleyman’ın sırrına vakıf olamaz, akıl kuşu evreni göremez, sinek ankâyı anlayamaz, onun gördüklerini idrak edemez.” türünden teşbih ve istiareler asıl anlatılanın altındaki manayı işaret ederler: 138. Añlamaz …a†re bahr-i ¡ummânı Ne bilür mûrçe Süleymân’ı 139. Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez 140. Ne bilür peşşe ≠ât-ı ¡an…âyı Nice añlar hümâ-yı ¡ulyâyı 143. Sâlike lµk mürşid-i kâmil Gösterür gerçi rûşenâ menzil Gülşen-i Efkâr yukarıda verdiğimiz bilgiler bağlamında değerlendirildiğinde alegorik bir mesnevidir. Alegori ana hikâyenin tamamına hâkimdir. Eserin kahramanları olan “akıl, ilim, hilm, devlet, rûh-ı seyrânî ve rûh-ı pür-hikmet” kişileştirilmiş soyut kavramlardır. Bu kavramların münazarası şeklinde kurgulanan eserde, tasavvufî seyr-i sülûk kavramı konu edilir. İnsan-ı kâmil olma yolunda girişilen bu mücadelenin zorlukları, eserde mürşidin temsilcisi olarak görülen rûh-ı pür-hikmet aracılığıyla onun müritleri sayabileceğimiz akıl, ilim, hilm ve devlete anlatılır. Münazarada mürit niteliğindeki dört kahramanın üstünlük mücadelesi dikkati çeker. Bu üstünlük vasıflarını hakem olarak değerlendirebileceğimiz rûh-ı pür-hikmete açarlar. O da onlara 87 çeşitli nasihatler ederek eksik yanlarını ortaya koyar. Müridler de eksikliklerinin farkına vararak rûh-ı pür-hikmete intisab ederler. Eserin tamamına bakıldığında tasavvufî bir aşk hikâyesi olduğunu söylemek mümkün değildir. Tarikata yeni giren müritlerin vazgeçmesi gereken niteliklerin öğretici bir edayla dile getirilmesi eserin bir aşk hikâyesinden çok didaktik bir mesnevi olmasını sağlamıştır. Gülşen-i Efkâr’ın “Giriş” bölümü diyebileceğimiz -ana konunun dışında kalanbeyitlerde şairin öğreticilik gayesi ön plana çıkar. Aslında “Giriş” bölümünün, ana hikâyeye başlamak ve hikâyedeki alegoriyi doğru anlamak için gerekli bilgileri içeren bölüm olduğu söylenmelidir. Burada amaç bilgi vermek olduğundan anlatımın daha kuru olduğu bölümler daha fazladır. Nitekim tevhit anlayışını anlatan aşağıdaki bölüm kuru bir tariften, tanımdan ileri giden bir edebîliğe sahip değildir. Bu tarife göre tevhit; ilmî, aynî ve hakikî olmak üzere üç mertebeden oluşur. İlim sahibi akılla hareket eder. Aynî tevhitte ise esas olan vicdana kulak vermektir, Hakk’a vicdan vasıtasıyla ulaşılır. Aynî tevhit de zât, sıfat ve ef’âl olmak üzere üçe ayrılır: 149. Üç merâtib-durur …amu tev√µd Añlamaz bunu §â√ib-i ta…lµd 150. Biri ¡ilmµdür ehli cümle ¡avâm Biri ¡aynµ biri √a…µ…i be-nâm 151. Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl ¡A…l u na…l-ile eyler istidlâl 152. ~â√ibü’l-¡ayn olan üli’l-eb§âr ◊a……’ı vicdân-ıla bulur her bâr 153. Bâb-ı ta√…µ…i kimse fet√ idemez Ehl-i ◊a… ol kitâbı şer√ idemez 163. Yine ¡aynµ de üç merâtibdür İrişür aña her ki †âlibdür 164. Biri tev√µd-i ≠ât ü biri §ıfât Biri ef¡âl-i §ay…al-i mir’ât 165. Üçi üç pâye pâye-i mi¡râc ±ev…-i rû√âni πâye-i mi¡râc 88 166. A§l-ı tev√µd şühûda irmekdür Nûr-ı pâk-i vücûda irmekdür Alegorik metinlerde çok anlamlılık ve müphemiyet en önemli hususiyetler arasındadır. Ancak Gülşen-i Efkâr’da bu söylenenlerin her ikisine de rastlanırken müphemiyet şairin açıklamalarıyla ortadan kaldırılmaya çalışılır. Eserin “Giriş” bölümünde yer alan metinlerde ana hikâyeye konu edilen kahramanlarla (akıl, ilim, hilm, rûh vd.) ilgili bilgilere yer verilir. Bunun amacı da kahramanların özelliklerinin bilinerek anlatılandan neyin kastedildiğini okuyucunun anlamasını sağlamaktır. Bu durum şairin okuyucuya mesajı doğru iletme kaygısından kaynaklanmaktadır. Aşağıdaki beyit Gülşen-i Efkâr’ın “Giriş” bölümünde yer alan “Tevhid” kısmından alınmıştır. İlmî tevhid ve aynî tevhidden bahseden şair, aynî tevhidin daha üstün olduğunu dile getirirken ilmî tevhidin taklitten ibaret olduğu mesajını verir. Böylelikle ana kahramanlardan biri olan “ilim”in olumsuz yönlerini ana hikâyeyi okumadan ön bilgi olarak sunar: ¡İLMÌ OLAN TEV◊ÌD-İ ±Ü’L-CELÂLİ TA¢LÌD Ü İSTİDLÂLİDÜR ±İKR OLINUR 154. Da«ı ¡ilmînüñ ikidür nev¡i Biri ¡a…lµ birisidür sem¡µ 155. İkidür ¡a…l u na…l-ile tev√µd Biri ta√…µ… ü birisi ta…lµd 156. ±eyl-i ta…lµdi †utdı cümle ¡avâm Bâb-ı ta√…µ…i açdı ehl-i kelâm 157. ¡İlm-ile olmaz inşirâ√-ı §adr Ehl-i πaflet görür mi rûy-ı …adr 158. Reng-i bûnuñ esµr ü maπrûrı Açamaz bâb-ı sırr-ı mestûrı 159. Yine olmasa ehl-i ta…lµde İntibâh-ı la†µf-i tev√µde 160. Mu¡teberdür egerçi µmânı Bulamaz lµk √âl-i vicdânı 89 161. Def¡ …ıl †urma √âb-ı ta…lµdi Göresin tâ ki ¡ayn-ı tev√µdi 162. ¢oma …albüñde perde-i pindâr Görine anda şâhid-i dµdâr İç çatışma (genelde iyilik ve kötülük arasında cereyan eder), arayış (bu genelde bir yolculuk olur), metinlerarasılık (şairin aynı metnin bir diğer bölümüne veya daha önceki metinlerine ya da başka metinlere gönderme yapması şeklinde görülür), tenasüp ve zaman dışılık (müphemiyetin bir unsuru olarak değerlendirilebilir) gibi özellikler de alegorik eserlerde dikkat çeken unsurlar arasında yer alır.98 Genelde iyilikle kötülük, doğru ile yanlış arasında cereyan eden iç çatışma Gülşen-i Efkâr’da görülmez. Çatışma daha çok kahramanlar arasında gerçekleşir. Kimin haklı olduğunu, kimin üstün olduğunu tartışan kahramanlar kendi üstünlüklerini iddia ederler. Bir kahraman kendi içinde iyi-kötü muhasebesine girişmez. Sadece hikâye sonunda rûh-ı pür-hikmetin onları ikna etmesi sonucu eksikliklerini kabul ederler. Bu durum iyi-kötü çatışmasından çok doğru-yanlış muhasebesinde doğruyu bir başkası yardımıyla bulmaları şeklinde görülür. Aşağıdaki beyitler rûh-ı pür-hikmetin dört kahramanı (akıl, ilim, hilm, devlet) ikna ettiği ve kahramanların doğruyu kabul ettikleri bölümden alıntıdır: 1617. Çünki rû√-ı şerµf-i ehl-i &evâb Virdi ol ¡a…l u ¡ilm ü √ilme cevâb 1618. Devlete da«ı virdi ru√-ı şerµf Vech-i ma¡…ûl-ıla cevâb-ı la†µf 1619. Her biri olmış idi deryâ-cûş Oldı bülbül gibi …amusı «amûş 1620. Dürlü esrâr-ı √ikmet-ile revân Pµr-i rû√ itdi anları √ayrân 1621. İçirüp âb-ı √ikmeti bulara ¢odı cûy-veş …amusı yüzi yire 98 Açıl, agt, s. 173-180. 90 1622. Cümlenüñ gitdi …asvet-i …albi Bildi her biri √ikmet-i Rabbi 1623. Gördiler inşirâ√-ı §adrı revân Dilleri oldı gün gibi tâbân Arayış, alegorik ve tasavvufî mesnevilere zemin oluşturan yolculuk istiaresidir. Sûfi bir arayış içindedir ve bu yolculuk, hedefe ulaşılana dek devam edecektir. Bu yolculuk tabiî ki maddî yolculuktan ziyade manevîdir. Gülşen-i Efkâr’da da kahramanlar sorularına cevap verecek kişiyi bulmak üzere yolculuğa çıkarlar. Bu yolculuk boyunca maddî güzellikleri içeren tasvirlere yer verilir. Ancak bu tasvirlerin temelinde “cennet” teşbihi veya istiaresi eksik olmaz. Dolayısıyla şair maddeyi gösterirken manevî olanı da hissettirir. Böylelikle yolculuğun manevî bir iklime doğru olduğu izlenimini güçlendirir: 1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ 1107. ~uyı §an kev&er-i mu§affâdur ‰aşları tµr ü «âki kµmyâdur 1108. Zindedür anuñ-ıla cümle şey Ve mine’l-mâi küllü şey’in √ayy 1109. Gezdiler cümle cây-ı a¡lâsın Der ü dµvâr u …a§r-ı ra¡nâsın 1110. Seyr iderken o şehr-i zµbâyı Kişver-i nûr-ı cennet-âsâyı Metinlerarasılık divan şiirinde âyet ve hadislere iktibas, telmih veya daha önce yazılmış eser ya da kahramanları hatırlatmaktan ibarettir. Gülşen-i Efkâr’da da bu türden hatırlatmalar sık yapılır. Bunun amacı söyleneni daha inandırıcı kılmak, anlam ilgisi kurarak benzetmelerden faydalanmak, din veya tarikat büyüğünü anmak vb. sebeplerdir. Aşağıda bu türden telmih, hadis ve âyetlere yapılan göndermelerden bazıları sunulmuştur:99 99 Daha fazla örnek için “Din ve Tasavvuf” başlığı altındaki âyet ve hadislere; “Edebî Sanatlar” başlığı altındaki “Telmih” alt başlığına bakınız. 91 771. Kelimâtuñ dem-i Mesî√â’dur Her sözüñ mu¡cizât-ı ¡Ìsâ’dur 978. Benüm irşâdum-ıla Eflâ†ûn Oldı ¡âlemde feylesof-ı fünûn 1071. Seferu …ı†¡atun mine’s-sa…râ Diyüben eyledi …amu seferi 1115. Anda her …umrı mu…ri-i nâ†ı… ¢âne süb√âne men hüve’l-»âli… Tenasüp sanatı ve zaman dışılık da alegorik eserlerin temel özellikleri arasında yer alır. Zaman dışılık ana hikâyede geçen zamanın belirsiz olmasıdır. Gülşen-i Efkâr’da olayın cereyan ettiği belirli bir süre vardır. Ancak belirli bir tarih verilmemiştir. Sadece olay veya durum anındaki “gece, sabah, gündüz” gibi günün belirli saatlerine ilişkin ayrıntılara yer verilmiştir: 828. ~ohbet-i √⧠…ıldılar ol şeb ‰û†i-veş geldiler tekellüme hep 953. Bir gice pµr-i çar«-ı mihr-i ≥amµr Sûre-i Leyl’i eyledi tefsµr 3.3.2. Münazara Sözlükte “bakmak, düşünmek” anlamındaki nazar kökünden türeyen ve “karşılıklı olarak bakmak, birlikte düşünmek” mânâsına gelen münazara kelimesi, terim olarak gerçeğin bilinmesine yönelik tartışmaların yöntem ve kurallarını araştırıp belirleyen ilmî disiplini ifade eder. Kur’an’da münazara kelimesi geçmemekle birlikte nazar kökünden türeyen bazı fiillerle düşünmenin temel bilgi kaynakları arasında yer aldığına dikkat çekilmiş, fikrî tartışma ise “cedel” kavramı ile ifade edilmiştir.100 Arap dilinde münazara yanında muhavere, muaraza, mücadele, müfahere, münafere ve mümarat gibi yakın anlamlı birçok kelime kullanılmaktadır. Bunlar “muhavere” başlığı altında yer alan türlerdir. Aralarında bazı anlam farklarının bulunduğu bu kelimelerin çoğu Kur’an’da yer almaktadır. Arap edebiyatında “zıt veya farklı unsurların üstünlüklerinin karşılaştırıldığı edebî tür” şeklinde tanımlanır. Arap 100 Köksal, “Münazara”, TDVİA, C. 31, s. 576. 92 edebiyatında münazara türünün Cahiliye dönemine kadar götürülebildiği kaynakların verdiği bilgiler arasındadır.101 İran edebiyatında çok erken dönemlerde Pehlevî diliyle kaleme alınmış olan bazı dinî konulu metinlerde Zerdüştî din adamlarının kendi dinlerinin üstünlüklerini savunmak için başka dinlerin mensuplarıyla yaptıkları münazaralara rastlanmaktadır. İslâmî dönem İran edebiyatında manzum ve mensur eserlerde sıkça rastlanan türün manzum ilk örnekleri Esedî-i Tusî’ye aittir (öl. H.465 / M.1073). Onun “zemîn ü âsmân, şeb ü rûz, mug u Müselman, nîze vü kemân, Arab u Acem” münazaraları Fars edebiyatında büyük etki yapmış, ondan sonra gelen şairler kendisini taklit ederek münazara kalıbında şiirler yazmıştır.102 XI. yüzyıldan itibaren münazaralar mesnevilere girmiş, başta tasavvuf olmak üzere çeşitli konuları açıklamak için kullanılmıştır. Mesnevi şeklinde olanların bir kısmı müstakil olarak, önemli bir kısmı da bir eser içinde bir veya birkaç bölüm halinde yazılmıştır. Mesnevi biçiminde yazılmış en eski münazara Nizamî-i Gencevî’nin Hüsrev ü Şirin’indeki Hüsrev ü Ferhad münazarası ile İskendername’sindeki Çin ve Rum ressamları arasındaki münazaradır. 103 Ancak Akad ve Sümer edebiyatlarından beri var olagelen ancak mesnevi biçiminde yazılmamış münazaraların varlığı bilinmektedir.104 Münazara hem klâsik Türk edebiyatında hem Türk halk şiirinde esaslı bir gelenek oluşturmuştur. Tamamı “münazara” üst başlığı altında toplanabilecek, dış yapı ve muhteva bakımından belirli bir tertip göstermeyen, tek ortak yönü karşılıklı tartışma olan bu eserlerin bir edebî tür olmaktan çok bir tarz olarak adlandırılması daha isabetli görünmektedir.105 Dîvânu Lûgâti’t-Türk’ün çeşitli yerlerinde bulunan otuz beş dörtlükten ibaret bahar ile kışın münazarası bu tarzın Türk edebiyatında çok eskiye dayandığını düşündürmektedir. Nitekim M. Fuad Köprülü, Arap ve İran edebiyatlarındaki münazara tarzının Türk halk edebiyatının tesiriyle doğduğunu, aslen Türk olan ilk İran şairleri vasıtasıyla İran edebiyatına ve ardından Arapça yazan Horasan şairleri kanalıyla Arap edebiyatına intikal ettiğini ileri sürmüştür. Orhan Şaik Gökyay da Arap edebiyatında 101 Köksal,, agm, s. 577. Köksal,, agm, s. 579. 103 Köksal, agm, s. 579. 104 Ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Aça vd., Başlangıçtan Günümüze Türk Edebiyatında Tür ve Şekil Bilgisi, Kriter Yay., İstanbul 2009, s. 370. 105 Köksal, agm, s. 579. 102 93 münazarayı ilk kullanan şair Abbas b. Ahnef’in Horasanlı olmasının bunu teyit eden bir husus gibi görülebileceğine işaret eder. 106 Agâh Sırrı Levend münazarayı mizahî eserler, ahlâkî-hikemî-tasavvufî eserler ve sanatkârane bir üsluba zemin olan konuları ihtiva eden münazaralar olmak üzere üç grupta değerlendirmektedir.107 Münazaralar yazılış şekillerine göre de a) Müstakil bir eser hâlindeki münazaralar (Münâzara-i Gül ü Mül, Münâzara-i Bahâr u Şitâ, Beng ü Bâde vb.) b) Özellikle mesnevilerde ve bazı manzum-mensur eserler içinde bölümler veya müstakil şiirler halinde yer alan münazaralar (Ahmedî’nin İskendername’sinin başındaki “Şem ile Micmer”, “Şem ile Pervane”; Şemseddin Sivasî’nin Mevlid’indeki “Âsmân u Zemîn”) c) Karşılıklı konuşma tarzında kaleme alınmış kısa şiirler (Divan şiirinde de rastlanan “dedim-dedi”li şiirlerin örnekleri arasında108 Mecmûatü’n-Nezâir’deki on kadar gazele dikkat etmek gerekir. Bu tarz şiirler mesnevilerde de görülmektedir.)109 olmak üzere üç grup altında toplanabilir: Kahramanları (tartışmanın tarafları) bakımından münazaralar ise şu gruplara ayrılır: a) Kahramanları insan olan münazaralar (Rind-zahid, tabip-müneccim, zenginfakir, kız-oğlan vb.), b) Kahramanları hayvan olan münazaralar (Papağan-karga, kedifare vb.), c) Kahramanları cansız varlıklar olan alegorik mahiyetteki münazaralar (Çiçekler, mevsimler, keyif vericiler, silahlar, çalgı aletleri vb.), d) Mücerred kavramların münazaraları (Devlet-akıl, akıl-aşk, gençlik-ihtiyarlık vb.), e) Değişik unsurların münazaraları (Kalem-gönül, kalem-kılıç, dil-ağız, zülf-tarak vb.). Çoğunlukla iki kişi veya kavram arasındaki münazaralar yanında Derviş Şemseddin’in Deh Murg mesnevisindeki baykuş, karga, tûtî, akbaba, bülbül gibi on adet kuş ve Ahmedî’nin Cemşid ü Hurşîd’indeki gül-bülbül-lâle-nergis-benefşe-serv-sûsen gibi ikiden fazla unsurun birbirine karşı üstünlüklerini ortaya koymak üzere yaptıkları münazaralara da rastlanmaktadır. XV. yüzyıl şairlerinden Mehmed’in Işknâme’sinde yer alan “Münazara-i Mürgân be-Ahvâl-i Hîş Zârî-kerden” başlıklı kısımlar münazaradan çok karşılıklı 106 107 Köksal, agm, s. 580. A. Sırrı Levend, Divan Edebiyatı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1984, s. 536. 108 Dilek Batislam, “Divan Şiiriyle Halk Şiirinde Ortak BirSöyleyiş Biçimi(Mürâca'aDedim-Dedi)”, Folklor/Edebiyat, C.VI, S.22, Ankara 2000, s. 201-211) 109 Köksal, agm, s. 576. 94 konuşmaya dayalı bölümler halindedir. Mesnevi şairlerinin bir fırsatını bulup eserlerini münazaralarla süslemelerinin adeta bir gelenek halini aldığı söylenebilir.110 Münazaralar, tartışma temeline dayandığı için bu tür eserlerde en az iki zıt varlık (karşı güç) ya da kavramın çatışması söz konusudur. Diyaloglar bu tür eserlerde önemli bir anlatım özelliğidir. Şairler, belirli bir kurgu dâhiline tarafları tartıştırır. Bu tartışmaya zemin olan mekânlar, kişiler ve eşyalar da tasvirî anlatımın ön plana çıktığı bölümler olarak dikkat çeker. Sanatlı anlatımın en yoğun olduğu bölümler de aslında bu bölümlerdir. Tartışma tarafları delil getirme, şahit gösterme, açıklama, örnek verme, hadis ve âyetlerden faydalanma gibi yollara başvurur.111 Münazara ve Eski Türk edebiyatındaki münazaraya ilişkin temel bilgilerden sonra Gülşen-i Efkâr’ın sözü edilen sınıflamalardan hangilerine girebileceğiyle ilgili şu bilgileri verebiliriz: Münazara münazarasıdır…” edilen gibi bölümlerin münazara başlıklarında kelimesinin daima mutlaka “…nın kullanıldığı …. ile cümleler görülmektedir. Yani Arap edebiyatında münazaranın yanında kullanılan muhavere, muaraza, mücadele, müfahere, münafere ve mümârât gibi kelimeler Gülşen-i Efkâr’da kullanılmamıştır. Karşılıklı konuşmaların hepsi “münazara” başlığıyla verilmemiştir. Tartışmadan ziyade kendi halinin beyanı söz konusuysa sadece “ …beyân olunur, …tahrîr olunur vb.” ifadeler kullanılmıştır. Bu durum sanatçının tartışmaya dayalı anlatımla karşılıklı konuşmalardaki hal tasvirlerini ayırt ettiğini ve sadece tartışmanın ön plana çıktığı kısımlara münazara adını verdiğini göstermektedir. Münazara ile ilgili “bazı şairlerin karşılıklı konuşmalardan oluşan ve herhangi bir tartışmanın olmadığı bölümlere de münazara adını verdiği” bilgisini yukarıda vermiştik. Larendeli Şânî’nin bu grubun dışında yer aldığını ve karşılıklı konuşmalara münazara adını vermediğini söyleyebiliriz. Aşağıdaki beyitler, “ilim”in kendi faziletlerini “rûh-ı pür-hikmet”e anlattığı bölümden alıntıdır. Başlıkta “münazara” sözcüğü kullanılmamıştır.112 Ayrıca “ilim” kendi söylediklerini ispatlamak için hadisten de yararlanmıştır: 1381. Evvelâ didi nûr-ı bismillah Yüzümi rûşen eyledi çün mâh 110 Köksal, agm, s. 576. Mehmet Aça vd., age, s. 372 112 Aşağıdaki başlık altında tartışmaya dayalı beyitler olmadığını görmek için beyitlerin tümüne bakılmalıdır. Bunun için metin kısmından sözünü ettiğimiz bölümün tüm beyitlerine bakınız. 111 95 1382. Nûrum ile ≥iyâlanur her şey ±âtum ile …adr bulur her √ayy 1383. Ger nebâşed ≥iyâ-yı men peydâ Va…a¡ a’l-¡âlemûn fi’@-@ulemâ 113 1384. Dil-i âdem durur gehî va†anum Lev√-i ma«fûz durur gehî sekenüm 1385. Âferµnişde ◊a≥ret-i Âdem Eyledi kendüye beni ma√rem (…) 1405. Ger ihânet iderse bir bâ†ıl Olur elbette kâfir-i ¡â†ıl 1406. Kim buyurmış durur Resûlu’llah Bu √adµ&-i şerµfi ol yüzi mâh ¢âle’n-Nebµyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men e¡âne ¡âlimen fe…ad e¡ânî ve men e¡ânî √arreme’llâhu cesedehû ennâra ve men ehâne ¡âlimen fe…ad ehânenî ve men ehânenî fe…ad kefere” §ada…a Resulullah 114 1407. ¡Âleme bir kişi ger ola mu¡µn Baña ta√…µ… olur mu¡µn o hemµn 1408. Dâr-ı dünyâda baña bir âdem Ger mu¡µn ü @ahµr ola bir dem 1409. Tenini nâra ◊a… √arâm eyler ◊ûr u cennetle i√tirâm eyler 1410. İtse bir kişi âlemi ta√…µr Beni ta√…µr ider o tµre-≥amµr 1411. Beni bir kimse itse istihzâ Kâfir-i mu†la… olur ol √âşâ 1412. Böyle buyurdı ol Resûl-i …adµr ¡Âlemi eyleme §a…ın ta√…µr 113 Beyitin anlamı: Benim ışığım kimsenin üzerine düşmeseydi; evrenler karanlıklar içinde kalırdı. Hadisin anlamı: Kim bir âlime yardımcı olursa bana yardım etmiş olur, kim bana yardım ederse Allah onun bedenini cehenneme haram kılar. 114 96 1413. Meclisümde …arâr iden ¡â§µ Lâ-cerem Teñri’nüñ olur «â§ı 1414. Şehr-i yâr üstine benüm √ükkâm Dµn-i İslâm benümle buldı ni@âm 1415. Kişver-i şer¡ ü dµne «â…anem Enbiyâ’ya delµl ü bürhânem 1416. Cümleten ¡a…l ü √ilm ü devlet-fer Âsitân-ı sa¡âdetüm bekler 1417. ◊â§ılı cümlesinden â¡lâyem Bahr-i mâ¡nâda dürr-i yektâyem 1418. Da«ı nice kelâmı ¡ilm-i hümâm Eyledi rû√a cümleten i¡lâm Gülşen-i Efkâr’da tartışma taraflarının itirazları ayrıca “itiraz-ı …” olarak adlandırılmıştır. Yani her iddianın ardında o iddiaya getirilen itirazlar ayrıca bölümlenmiştir. Ancak dikkat çekici hususlardan biri de itirazı daima -bir bakıma hakem sayabileceğimiz- “rûh-ı pür-hikmet” yapmaktadır. Dolayısıyla itiraz bölümlerinde konuşan ve üstünlük iddiasında bulunan kahramanların eksikliklerini dile getiren kişi “rûh-ı pür-hikmet”tir. Üstünlük iddiasındaki kahramanlar “ben üstünüm çünkü…” şeklinde açıklamalarla yetinmişler “sen üstün olamazsın çünkü…” türünden itirazlara girişmemişlerdir. Bu durum üstünlük iddiasındaki kahramanların “diğerini eleştirme” yetisine sahip olmadıklarını düşündürmeye yönelik bilinçli bir tercih olabilir. İlim, vasıflarını hadislerle ispat ederken “rûh-ı pür-hikmet” de ona hadisle cevap verir. Aşağıdaki beyitler, “rûh-ı pür-hikmet”in “ilim”in söylediklerine itiraz ettiği bölümden alıntıdır: İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMET 1419. Diñledi bu kelâm-ı ¡ilmi çü rû√ Añladı bâb-ı ma¡rifet meftû√ 1420. Didi ey fâ≥ıl-ı medâris-i ins Sensin ol bülbül-i riyâ≥-ı …uds 97 1421. Sözlerüñ her birisi cevher-fer Nice cevher kevâkib-i enver 1422. Lµk olduñ kemâlle «od-bµn Görmedüñ √od-perestlik ile ya…µn 1423. Bir kişi kim »udâ-nümâ olmaz Sırr-ı πaybµden ol §afâ bulmaz 1424. Sende ¡ucb ü kibr mürettebdür Cesedüñde √ased mürekkebdür 1425. Sen geçersin meh-i sipihr-i ¡alâ ∏ayrıyı istemezsin ola sühâ 1426. Cennete dâ«il olmaz ehl-i √ased Buyurupdur Resûl-ı Rabb u ~amed 1427. Kibr olsa kişide ≠erre …adar Göremez rûy-ı cennet-i enver 1427. Olmasa bir kişi eger ser-keş Göñül alça…lıπ itse deryâ-veş 1429. »âli…-i âb u bâd u âteş u «âk Menzilini ider anuñ eflâk 1430. Ger tevâ≥u¡ iderse bir dânâ ◊a… Te¡âlâ ider anı a¡lâ Kâle’n-Nebiyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men tevâ≥a¡a fe…ad ref¡eahu’llâhu ve men tekebbera fe…ad va≥a¡ahu’llahu” §ada…a Resûlullâh 115 1431. Pây-mâl olmaπın πubâr-ı √a…µr Tâc-ı «a…anµ oldı aña serµr 115 Bu bölüm tevazu sahibi (alçakgönüllü) olmak ile ilgili bir hadisten iktibas edilmiştir. Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim Allah Teala hazretlerinin rızası için bir derece tevazu izhar eder (alçak gönüllü) olursa, Allah, onu bu sebeple, bir derece yükseltir. Kim de Allah'a bir derece kibirde bulunursa, Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır, böylece onu esfel-i safiline (aşağıların aşağısına) atar." (Kütüb-i Sitte, Hadis No: 7235) §ada…a Resûlullâh : §ada…a Resûlullâh ve §ada…a »abµbullâh İÜ2 // fe…ad : İÜ2’de yok. 98 1432. Yüzi yirde olmaπ ile enhâruñ Âb-ı rûyı durur çemen-zâruñ 1433. Ser-keş olduπıçün …amu ezhâr Pây-mâl eyler anı cümle §ıπâr 1434. Meskenet eylese …açan ¡u…alâ ªâhir ü bâ†ını bilen ¡ulemâ 1435. İrgürür ◊a… anı me†âlibine Vâ§ıl eyler …amu merâtibine 1436. Virse mir’âtına kiber kederi Rû-yı ma…sûda idemez na@arı Münazaralar yazılış şekillerine göre üç grupta toplayan Agah Sırrı Levend’in tasnifine göre116 Gülşen-i Efkâr “müstakil bir eser halindeki münazaralar” sınıfına dahil edilebilir. Çünkü mesnevinin ana konusu bir tartışma ve bu tartışmada hakem sayabileceğimiz bilge kişi vardır. Ana bölümün tamamında bu tartışma devam etmektedir. Sadece birkaç bölümden ibaret münazaralara yer veren bir mesnevi olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Kahramanları (tartışmanın tarafları) bakımından münazaralar tasnifinde ise Gülşen-i Efkâr’ın “mücerred kavramların münazaraları” sınıfında yer aldığı kesindir. Akıl, ilim, hilm, devlet, hikmet gibi mücerred kavramların kahraman olması bu sınıfa dâhil olması için yeterlidir. Gülşen- Efkâr bu özellikleriyle Yusuf Has Hâcib’in yazdığı Kutadgu Bilig ile büyük benzerlikler gösterir. Kutadgu Bilig’in kahramanlarının da soyut kavramların kişileştirilmesi yoluyla oluşturulması, didaktik bir nitelik taşıması, alegorik bir eser olarak değerlendirilmesi Gülşen-i Efkâr’la aralarındaki ortak nitelikleri gösterir. Ancak Kutadgu Bilig’de tasavvufî bakış açısı söz konusu değildir. 3.3.3. Tasvir Tasvir; bir ortamı, olayı, varlığı, imgeyi veya kavramı özel niteliklerini canlandıracak biçimde yazı ya da sözle anlatma olarak tanımlanabilir. Günümüzde betimleme adıyla Türkçeleştirilen tasvir kavramının Eski Türk Edebiyatında kişi, olay, yer ve zaman unsurlarının ön plana çıktığı mesnevi veya kaside biçimleriyle yazılan 116 A. Sırrı Levend, age, s. 536. 99 sergüzeştnâme, bahariyye, şitaiyye vb. türlerde çok sık kullanılan bir anlatım yöntemi olduğu söylenebilir. Konumuz bir mesnevi olduğundan mesnevilerin tasvirî anlatım içeren bölümleri üzerine birkaç söz söyledikten ve mesnevilerde tasvir geleneğinin nasıl olduğunu ortaya koyduktan sonra Gülşen-i Efkâr’daki tasvirleri bu gelenek çerçevesinde değerlendirmek yerinde olacaktır. Bilindiği üzere mesneviler olay veya durum anlatımına dayalı türler arasında yer alır ve kendi içinde bağımsız sayılabilecek iki ana bölümden oluşur. Bu bölümlerden ilki mesnevinin yazılış amacı olan ana konuyla doğrudan herhangi bir bağı olmayan tevhid, münacat, çehar-yâr-ı güzin, medhiye, bahariyye, şitaiyye, sebeb-i telif gibi birbirinden bağımsız bölümlerden oluşur. Mesnevinin ana bölümü diyeceğimiz ikinci bölümde ise mesnevinin asıl yazılış nedeni olan hikâyenin anlatımına geçilir. Genellikle âgâz-ı dastân, veya âgâz-ı hikâyet başlıklarıyla girilen bu bölüm de kendi içinde alt başlıklarla tanzim edilir. Bu alt başlıklar o bölümde anlatılanın niteliğine göre şekillenir. Gülşen- Efkâr’da da “~IFAT-I ~UB◊ VE ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM Ü DEVLET SEYÂ◊AT İDÜP ŞEHR-İ MA¡RİFET Ü ¢UBBE-İ MEVHİBETE VÂ~IL OLUP RÛ◊-I SEYRÂNÌYE MÜL¢ÂT OLDU¢LARIDUR BEYÂN OLINUR” ve “SIFAT-I SUB◊ VE ¡A¢L-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE FA≤ÌLET Ü »A~LETİNİ TA¢RÌR İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR” gibi başlıklar bu başlıkların altında nelerin anlatıldığını özetler niteliktedir. Ana bölümde zikredilen alt başlıklarda tasvir kavramının gelenekte farklı adlarla kullanıldığı dikkati çeker. Tasvir için sıfat, vasf, tavsif kelimelerinin de kullanıldığı görülür.117 Gülşen-i Efkâr’da “¢ALB-İ DIRA»ŞÂNUÑ VA~F-I RA»ŞÂNIDUR BEYÂN OLINUR / ‰AVR-I ŞE∏ÂFUÑ EV~ÂF-I EŞRÂFIDUR Kİ ±İKR OLINUR / RESÛL-İ ¿A¢ALEYNÜÑ Mİ¡RÂC-I ŞERÌF Ü ¡URÛC-I LA‰ÌFİ VA~FIDUR BEYÂN OLINUR” gibi başlıklarda “vasf, evsâf” kelimeleri tercih edilirken “ … TA¡RÌF İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR / »AYÂL-İ NA¢¢ÂŞI 117 Tavsif, Arapça v,s,f harflerinden tef’îl vezninde türetilmiş bir kelime olup vasıflarını ve sıfatlarını zikr edip saymak (Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî, s. 451) anlamında sadece Farsça ve Türkçede kullanılmıştır. Arapçada bu kelimenin yerine daha çok vasf kullanılmıştır. “Vasf” ve “sıfat” müterâdif kelimeler olup aslında mastar durumunda bulundukları halde nahivciler tarafından bir şeyi sıfatlamak (=tavsif) mânâsında isim olarak kullanılmıştır (Âsım Efendi, Kâmûs Tercemesi, İstanbul 1305, C. II, s. 855). Sıfatın bir de “nesnenin zatına bağlı olan ve onunla bilindiği emâre” anlamı vardır (Şentürk 2002: s. 12). 100 TA¡RÌFİDÜR TAS‰ÌR OLINUR / ~IFAT-I ŞEB …” başlıklarında ise “ta’rîf, sıfat” kelimeleri kullanılmıştır. Divan muhtevası içerisinde şiiri zenginleştirmek, ifadeye zemin hazırlamak vb. yönlerden ele alınan edebî tasvirlerin mesnevi muhtevasında çok daha farklı fonksiyonları mevcuttur. Mesnevi planında gerekli yerlere dağılacak şekilde yerleştirilen bu tasvirler eserin monotonluğunu gideren, onu tezyin edip renklendiren en mühim parçalardır. Mesnevi şairi şiirindeki maharet ve ustalığını bu tasvirlerde ortaya koyar, eserini de bu tasvirler sayesinde renklendirip etkili hâle sokar. Nitekim Nizamî, Leyla ile Mecnun mesnevisinin Sebeb-i Telif-i Kitâb faslında hikâyenin kupkuru çölde geçen kederli bir aşk hikâyesi olduğundan, tasvire elverişli bağ ve şarap meclisi bulunmadığından dem vurarak o güne kadar bu efsanevî aşk hikâyesini yazamadığını söylemektedir. Gerçekten de Nizamî, hikâyesinde tasvir edilebilecek her güzelliği (Leyla’nın güzelliği, gezintiye çıktığı bahçe vb.) fırsat bilip bunları en ince ve renkli tasvirlerle anlatmaya gayret göstermiştir.118 Mesnevilerimizdeki tasvirleri tavır ve üslupları bakımından idealist tasvirler ve realist tasvirler olmak üzere iki başlıkta tespit etmek mümkündür. İdealist tasvirler olağanüstü mekân, insan ve eşyanın tasavvurlarından kaynaklanarak gelişen tasvirlerdir. Bu tasvirlerde hayal unsuru ön plandadır. Realist tasvirler ise daha çok didaktik amaçla kaleme alınan eserlerde başvurulan ve gerçekte var olan nesneleri, olayları, kişileri, zamanı olduğu gibi anlatan tasvirlerdir ki edebî eserlerde pek başvurulan bir tür değildir. Mesneviler gelenekte idealist tasvirlere yer verirken, realist tasvirlerin Ahmed Fakih’in Evsâf-ı Mesâcid’inde ve mahallileşme akımı temayülünden sonra yazılan bazı eserlerde karşımıza çıktığı görülür.119 Buna ek olarak Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si, sefaretnameler vb. mensur türlerde eserin yazılış amacına bağlı olarak sık görüldüğü söylenebilir. Tasvirler ayrıca anlatılan varlık veya kavrama göre de sınıflandırılabilir. Bu sınıflamada kişi tasvirleri, mekân tasvirleri, olay tasvirleri, zaman tasvirleri vb. maddeler bulunabilir. Bu sınıflama da yine kendi içinde iç mekân tasvirleri, dış mekân tasvirleri; kişinin ruhsal tasviri, biçimsel tasviri vb. adlar altında bölümlenebilir. Tüm bunların dışında bir de imaj tasvirleri adını verebileceğimiz birtakım kalıplaşmış 118 Ahmet Atilla Şentürk, XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevilerinde Edebî Tasvirler, Kitabevi Yay., İstanbul 2002, s. 39. 119 Şentürk, age, s. 45-46. 101 ifadeler vardır ki divan edebiyatında bu türden tasvirlere sık başvurulur. Örneğin “rehberlik, yol göstericilik, aydınlatıcılık” gibi özellikler tasvir edilirken “güneş, ay, şem’(mum) vb.” varlıklar anlatılmak istenen özelliğin imajı niteliğindedir. Mekânlar tasvir edilirken de “cennet, kevser vb.” gibi imajlara sık başvurulur. Bu imajlar aslında tasvirlerin edebî yönünü teşkil eder. Telmih, teşbih, teşhis, istiare, hüsn-i ta’lil sanatları bu imajların oluşmasında temel teşkil eder. Bu imajların orijinalliği yani imajlarda geleneğin dışına çıkılabilmesi oranında da şairin gücü değerlendirilir. Gülşen-i Efkâr, dinî-tasavvufî konulu mesnevîler arasında yer alır. Gerek kişiler gerekse mekânlar hayâlîdir. Mesnevide kahramanlar, kişileştirilen soyut kavramlardan oluşur. Bu sebeple de kişilerin fizikî tasvirlerine yer verilmez. Çünkü kahramanlar konuşma yetenekleri ve insanî kimi arzulara, yani nefse sahip olmaları bakımından teşhis edilir. Mekân anlatımları ise süslü ve sanatlı anlatımın en çok başvurulduğu, bir bakıma sanatçının sanat gücünü gösterdiği en önemli tasvir bölümleri arasında yer alır. Tasvir edilen mekânın subjektifliği oranında anlatımın zenginleştiğine, mecazların yoğunlaştığına tanık oluruz. Örneğin gerçekte bulunan bir şehir olan Lârende tasvir edilirken şairi sınırlayan gerçek Lârende’nin görünümü söz konusuyken hayâlî bir şehir olan “şehr-i marifet”in anlatımında şairin yaratıcılığına bağlı bir şehir tasvir edilir. Anlatımda sanatlar ve mecazlar yoğunlaşır. Ancak bu tespitten gerçek bir yerin tasvirinde mecazlara başvurulmadığı anlamı çıkarılmamalıdır. Sadece hayâlî bir yerin tasvirinde mecazların çok daha yoğun bir şekilde kullanılması dikkate değer bir durumdur. Gülşen-i Efkâr’daki kişi ve mekân tasvirleriyle ilgili tespitlere ve örnek beyitlere aşağıdaki alt başlıklarda yer verildiğinden burada ayrıca örnek vermeye gerek duyulmamıştır. 3.3.3.1. Kişi Tasvirleri Gülşen-i Efkâr’ın kahramanları kişileştirilmiş soyut kavramlar olduğundan tasvirlerde fiziksel özellikler değil, ruhsal özellikler ağır basar. Kahramanların karakteristik özellikleri bizzat kahramanların ağzından verilir. Ancak bu özellikler kahramanların bakış açısındaki eksikliği göstermesi bakımından önemlidir. Kahramanların kendilerine bakış açıları münazara şeklinde bir tartışmayla, diğer kahraman veya kahramanların bu özelliklere veya bu özelliklerin yetersizliğine itirazlarıyla devam eder. Kişilerin kendi eksikliklerini görememesi, diğerlerinden üstün 102 olduğu iddiasında bulunması tasavvuf yolunda bir mürşide neden ihtiyaç duyulduğu sorusunun bir cevabı niteliğindedir. Böylece mürşit onlara eksiklerini gösterir ve doğru yola sevk eder. Gülşen-i Efkâr’da kişileştirilen ana kahramanlar olan “akıl, ilim, hilm ve devlet” kendi vasıflarını dile getirirken övgü dolu karakter tasvirleri yapar. Rûh-ı pürhikmet ise bu karakterlerin eksiklerini söyleyip onlara nasihat ederken bir mürşit edasındadır. Bu yönüyle kişiye dışarıdan bakan, yergiyi; içeriden bakan, yani kendini anlatan kişi ise övgüyü ön plana çıkarır. Tasvirlerde edebî sanatlara sık başvurulur. Bunun temel sebebinin mesnevilerde sanatlı anlatıma en elverişli bölümlerin tasvirler olduğunu belirtmiştik. Aşağıdaki beyitler akıl, ilim, hilm ve devlet arasındaki münazarada aklın kendini tavsif ettiği bölümden alıntıdır. Aşağıdaki beyitte akıl, kendini inci (dür) veya nûra benzetirken benzetmedeki asıl amacının “değerlilik” olduğu görülür. Benzetmede somut varlıklar (dür) soyut kavramlarla (musaffa) terkip yapılırken, anlamın da soyuta (değerli olmaya) kayarak mecazlaştığı görülür: 855. Didi kim ben dür-i mu§affâyam Nûr-ı pâkize-i mu¡allâyam Akıl, âlemi sedefe benzetince kendini de bu sedefin cevherine benzetir. İnci benzetmesi bu beyitte de vardır. Kendi yüceliğini ve değerini vurgular. Her iki beyitte de inci benzetmesine dayalı bir tenasüp ilişkisi söz konusudur: dür-nûr-pâkize, musaffâmuallâ; cevher-ziyâ-sadef-dür-güher: 856. Benem ol cevher-i ≥iyâ-güster ~adef-i ¡âlem içre dürr ü Güher Aşağıdaki beyitte de kendi vasıflarını öven akıl, kendini Hz. Musa’ya benzeterek telmih yaparken Tûr-Mûsâ-mazhar-tecellâ sözleriyle tenasüp ilgisi kurar: 860. ‰ûr-ı …alb-i §afâda Mûsâ’yam Rûz u şeb ma@har-ı tecellâyam 103 Akıl, kendini “Tâ’ir-i kuds”un yani Cebrâil’in kanadı olarak görür ve kendisi olmasa Cebrâil’in uçamayacağını dile getirir. Bu durumda yine kendi vasıflarını anlatırken telmih, teşbih ve istiare gibi sanatlara başvurur: 861. ‰â’ir-i …uds kim olur †ayyâr ¢anadumla uçar benüm her bâr Akıl, diğer beyitlerde de kendisinin nûrla kuşanmış olduğunu, dünya düzeninin ve dinin kendi varlığıyla ayakta durduğunu, sırlara vâkıf olmanın kendisiyle mümkün olabileceğini dile getirir: 862. ±ât-ı pâküm durur benüm pür-nûr Zîr ü bâlâ benümle itdi @uhûr 863. ¡Âlemüñ inti@âmı @âtumla Şer¡i dînüñ …ıyâmı ≠âtumla 864. ◊allolur sırrı bende her sü«anüñ Da«ı el-müşterü mü’temenüñ 865. Men ¡aref sırrını ricâlü’l-πayb Nûr-ı pâkümle fehm ider lâ-reyb 866. ªerre nûrı yanumda mihr-i ferüñ ~an yanında sühâ durur …amerüñ 867. Benem ol ¡âlem içre nûr-ı şerîf ◊â’il olmaz baña @alâm u keşîf Aşağıdaki beyitte de insan bedenini bir tekkeye benzeterek bu tekkenin pirinin kendisi olduğunu dile getirir: 868. »ân…âh-ı bedende bir pîrem Ehl-i irşâd ü ehl-i tedbîrem Akıl; ilim, hilm ve devlete hizmetinde pek çok müridi olduğunu, bu müritlerin hünerli kişiler olduğunu dile getirerek kendi üstünlüğünü onlara ispatlamaya çalışır: 869. Niçe ehl-i hüner mürµdüm var ◊idmetümde niçe ferîdüm var 104 870. Kimi ¡allâme-i @evâhirdür ¡İlm-i bâ†ında kimi mâhirdür Yukarıdaki beyitler incelendiğinde aklın kendini tavsif ederken başta teşhis, kapalı istiare olmak üzere teşbih, telmih gibi sanatlara başvurduğu görülür. Ancak bu teşbih ve istiarelerde benzetme yönü, fiziksel özellikler değil, benzetilen varlık veya kavramın temsil ettiği mecazî niteliklerdir. Örneğin “»ân…âh-ı bedende bir pîrim” mısraında beden, akıl için bir ikamet yeri olarak görülürken bu ikamet yerinde akıl, “pir”e benzetilir. “Pir” teşbihinde benzetme yönünü fiziksel nitelikler değil, pirin sahip olduğu saygı görme, ehil olma, yetkili olma, yönetme vb. vasıflar oluşturur. Yukarıya alınmayan diğer beyitlerde de akıl, kendi yönetiminde olan “sem’ (işitme), basar (görme), şemm (koklama), zevk (tatma), lems (dokunma), hiss (duygu), hayâl, vehm, hafıza ve mutasarrıf özelliklerini övüyor ve bunlar sayesinde tüm sırlara ulaşabildiğini dile getirir. Aşağıdaki beyitlerde kahramanlardan ilim, üstünlüğünü dile getirirken vasıflarını kendi ağzından anlatır. Aklın kendi vasıflarını dile getirdiği ilk beyitteki gibi ilim de kendi vasıflarını dile getirirken dür (inci) benzetmesini kullanır: 959. Didi dürr-i bi√âr-ı el†âfem Kâşif-i sırr-ı keşf-i keşşâfem Bilgisinin derya gibi olduğunu belirterek aklın kendini vasfederken kullandığı dür-i musaffâyam tamlamasına ilim de başvurur: 960. Fa≥l u dânişle mi&l-i deryâyem Gûş-ı hûşa dür-i mu§affâyam Arş minberlerinin vaaz vereni ve dinleyenlere safa bahşeden kürsünün öğüt vericisi olarak kendi vasıflarını dile getirir: 961. Va¡z-gûy-ı menâbir-i ¡arşem Nâ§ı√-ı kürsi-i §afâ-ba«şem Maddî âlemin sırlarına vakıf olan ârif ve manevî âlemin hazinelerini bulan kâşif olduğunu belirtir. Ayrıca, ufuklar şehrinin en şöhretlisi ve o şehri nûruyla güneş gibi aydınlatan kişisi olarak kendini vasfeder. 105 962. ¡Ârifem remz ü sırr-ı nâsûtµ Kâşifem dürc-i genc-i lâhûtµ 963. Benem ol şehr-i şöhre-i âfâ… Gün gibi nûrum eyledi işrâ… İlim, kendini aydınlatıcı, yol gösterici olarak nitelendirirken önceki beyitte nûr ve güneş benzetmelerinin yanına karanlık gecedeki ay ve mum benzetmelerini de ekler. Benzetmelerin temelinde “yol göstericilik” yönü ön plana çıkar. Bu yol göstericiliğinden dolayı ilim, bütün âlimlerin kendisine yöneldiğini dile getirmektedir: 964. Eylerem ehl-i ≠ev…e ben irşâd Gösterürem aña †arµ…-i sedâd 966. Cümlesine delµl-i râhem ben Şeb-i @ulmetde şem¡ ü mâhem ben 967. ±ât-ı pâküm durur şümû¡-ı Hüdâ Baña pervânedür …amu ¡ulemâ Kendisini rehber edinenlerin menzile eriştiğini, edinmeyenlerin ise doğru yolu bulamadığını vurgular: 968. Eyleyen …adrümi benüm idrâk Dâimâ menzili olur eflâk 969. Beni kim kendüye @ahµr itdi Sµne §adrında baña yir itdi 970. Benüm emrüme her kim olmaz râm Ya…ar anı ca√µm-i nâr-ı ≥ırâm Kalbi ayna gibi temiz olmayanların ilmin cemaline bakmayacağını, mânânın gerçek yüzünü görmek isteyenlerin ise bu gerçeği o saf aynada görebileceklerini belirtir. Remzler, sırlar gibi vakıf olunması güç kavramlara kendi aracılığıyla ulaşılabileceğini söyleyerek sözlerini bitirir: 986. Olmayan …albi §âf-âyine Na@ar itmez cemâlüm ayına 987. ‰âlib olan cemâl-i ma¡nâyı Âyinede ider temâşâyı 106 988. ¢ıldı bu resme ¡ilm-i ≠ü’l-ikrâm ~ub√ olınca kelâmını itmâm 989. Rûşen olınca ≥av’ ile mi§bâ√ Urdı …ufl-i me¡ânîye miftâ√ Kişileştirilen soyut kavramların kendi özelliklerini anlatırken kullandıkları övgü dolu sözler ve bu sözleri söylerken yaptıkları benzetmeler hep aynı temel üzerinde şekillenir. Bu temele göre “değerli olma, rehber olma, saygı duyulma, peşinden gidilme, aydınlatıcı ve bilgilendirici olma” gibi nitelikler üzerine “dür, nûr, cevher, şem’, mah” gibi benzetmelere sık başvurulur. Bu durum üstünlük yarışında kendi üstünlüğünü savunan diğer iki kahraman “hilm ve devlet” için de geçerlidir. Bu üstünlük tartışmasında dört kahraman da (akıl, ilim, hilm, devlet) aynı türden benzetmelere başvurarak kendi özelliklerini anlatırlar. Yukarıda açıkladığımız benzetme ve niteliklerle kıyaslandığında, aşağıdaki beyitlerde de yine aynı üstünlük iddiasının klişe benzetmelerle yapıldığı görülmektedir. Hilmin kendini tavsifinden birkaç örnek de şöyledir: 995. Didi √ilm-i selµm ü §âfµ-dil Benem ol †ab¡-ı pâk ile kâmil 996. Benem ol mürşid-i †arµ…-i necât Benem ol rehber-i mesâlik-≠ât 1000. Ehl-i «ayret benümle buldı şeref ±âtum oldı dür-i √ayâta §adef 1001. Nûrum olmışdur ol çemende şem¡ Buldı revna… benümle ilm-i şer¡ 1002. Ma@har oldı §afâya mir’âtum Bahr-i √üzne sefµnedür ≠âtum Aşağıdaki beyitlerde de devlet kendini anlatırken klişe benzetmelere yer verir. “Şem’, kanat, nûr, şu¡le vb.” benzetmeler diğer üç kahramanda da ortak teşbih unsurları olarak göze çarpar. Hepsi kendini “rehber, aydınlatıcı vb.” niteliklerle överken benzer kavramları kullanırlar: 107 1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ 1039. ¢anadumla uçar benüm himmet Benüm ar…amda «oş geçer fır§at 1052. Nûrum ile yanar …anâdil-i ¡arş Râyi√amla biter reyâ√in-i ferş 1054. Çar«a çı…dı §adâ-yı kûs-ı va…âr Râyetüm şu¡lesi felekde yanar 3.3.3.2. Mekân Tasvirleri Gülşen-i Efkâr’da mekân tasvirleri özellikle üç bölümde ön plana çıkar. Bunlardan birincisi mesnevinin ana hikâyeye girmeden önceki bölümlerinden Lârende şehrengizi sayabileceğimiz bölümüdür. Bu bölüm 22 beyitten (b. 629-650) oluşur ve şairin memleketi olan Lârende’nin tasviri yapılır. Lârende hayâlî bir mekân olmadığından anlatımda gerçeğe bağlı kalınırken edebî sanatlardan da faydalanılır. Mekân tasvirlerinin ön plana çıktığı ikinci bölüm ise mesnevilerde klâsikleşmiş olarak sebeb-i telif bölümünde yapılan (b. 712-769) bahar ve hazan tasvirlerinin bulunduğu bölümdür ve bu bölüm 58 beyitten ibarettir. Bu bölüm zaman tasviri olarak da değerlendirilebilir. Çünkü bahar ve hazan mevsimlerinin tabiata etkileri konu edilir. Yani zaman “etkileyen” konumundadır. Bu ilk iki bölümün ana hikâyenin içeriğiyle doğrudan bir bağlantısı yoktur. Tasvirlerin ağırlık kazandığı üçüncü bölüm ise ana hikâyeye mekân olan ve dört kahramanın yolculukları ve bu yolculuğun sonunda ulaştıkları şehr-i marifet ve kubbe-i mevhibetin detaylı bir şekilde tasvir edildiği yüz beyitten (b. 1066-1165) oluşan bölümdür. Mekân tasvirlerinde dikkati en çok çeken iki unsur, benzetmelerdeki fazlalık ve övülen yerin genellikle cennete, gül bahçesine, sularının kevsere benzetilmesidir. Kişiler, soyut kavramların kişileştirilmesi yoluyla oluşturulan kavramlar olduğundan kişi tasvirlerinde fiziksel özelliklere yer verilmezken yer adlarında fiziksel özelliklerin “cennet” benzetmesi odağında çeşitlendiğini görmekteyiz. Bu cennet gibi mekânda ikamet edenlerin de cennete yakışır özelliklere sahip olduğu vurgulanır. Aşağıdaki beyitlerde Lârende’nin yeri belirtilirken “Mülk-i Yûnan” terkibi kullanılmış. Eski edebiyatta “Diyâr-ı Rûm” terkibi nasıl Anadolu için kullanılan bir tabirse “Mülk-i Yûnan” da aynı anlamı karşılamak için kullanılan bir tabirdir. Türklerin 108 Anadolu’ya sonradan gelip yerleşmesi sonucu eskiden Rumların elinde olan bu yerler o dönemde bu tür terkiplerle anılır. Mevlâna’ya “Monlâ-yı Rûm” denmesinin sebebi de budur. Lârende betimlenirken cennet benzetmesi temelinde şekillenen gülzar, cennet, behişt, kevser, gülşen gibi sözcüklere sık başvurulur. Fiziksel özellik olarak gül bahçelerinin, bağlarının, akarsularının güzelliği övülür. Şânî, hemşehrilerini de anlatırken cennete yakışır kişiler olarak tasvir eder: 631. Mülk-i Yûnan’da bir medµne ki var Âsmân-reşk ü πayret-i gülzâr 632. ¡Ulemâ mecma¡ ü §afâkânı ~ule√â menba¡ ü vefâkânı 633. Adı Lârende’dür o me’vânuñ Merkezidür sipihr-i a¡lânuñ 634. Mâ-i cârµleriyle ol kişver Fi’l-me&el bâπ-ı cennet-i enver 635. Bâπ u râπı behişt-i enverdür Cûy-ı dil-cûsı nehr-i kev&erdür 636. Yir yir ezhârı gülşeninde gören Yire indi §anur nücûm-ı peren Havasını İsa’nın diriltici nefesine benzeterek telmih yapan şair, Lârende’nin havasının insanın canına can kattığını, gökyüzünün de insanın ruhunu yücelttiğini belirtir. Fiziksel özellikler olarak sünbül bahçelerinin içinde bir şehir olduğunu belirtirken sevgilinin yanağındaki ince tüylere benzetmede bulunur: 637. Rû√-efzâ durur fe≥âsı anuñ Dem-i ¡İsµ durur hevâsı anuñ 639. Ortaya almış anı sünbül-zâr Fi’l-me&el «a††-ı ¡ârı≥-ı dildâr Lârende’deki Beyaz Kale’ye de değinen şair, onun tek ve ulaşılmaz olduğunu “ankâ” benzetmesiyle dile getirirken fiziksel tasvirde de içinin ay yüzlü güzellerle, dışının ise sümbüllerle bezenmiş olduğunu belirtir. Daha sonra kalenin fiziksel 109 özelliklerini çeşitli benzetmelerle anlatırken bu kalede yaşayanların özelliklerini de övgü dolu sözlerle dile getirir: 640. Tell-i ◊a≥râda ¢al¡a-yı Bey≥â Kûh-ı ¢âf üzre beyza-ı ¡an…â 641. İçi meh-rûlar ile memlûdur ‰ışı sünbüller ile «oş-bûdur 642. Oldı sûr-ı √i§ârı çar«a medâr Burc-ı bârûsı §anki kûh-ı ve…âr 643. Cevsa…ınuñ seri simâka irer ¢ullesi mihr-i tâb-nâke irer 644. Atılur anda †urma †ûb-ı şitâb Ol √i§âr-ı felekde §anki şihâb 645. ◊a… bu kim menba¡-ı kerâmetdür Kişver-i ¡ilm ü şehr-i √ikmetdür 646. İçi memlû cevâmi¡ ü mescid »ân…âh-ı §avâmi¡ ü ma¡bed 647. Fi’l-me&el âsmân-ı çar«-ı berµn Andadur sâkinân-ı ¡Illiyyin 648. Mihr-veş niçe pµr-i nûrânµ ±ikr ider anda Rabb-i sub√ânı 649. Kimi ta…dµs ider kimi tev√µd Kimi tesbµ√ ider kimi ta√mµd 650. Bunda ço… ≠û-fünûn-ı ¡âlim olur Mürşid-i kâmil-i mükerrem olur Şairin memleketi olan Lârende (Karaman) böyle anlatılırken mesnevinin ana bölümünde olayın geçtiği mekân olan “mârifet şehri” ve bu şehirdeki “kubbe-i mevhibet” adlı yerler maddî değer ve güzellik ifade eden “anber, zîbâ, lü’lü’, cevher, akçe-nisâr, ezhâr, cennet, uçmag, kevser, gülşen, tûbâ, sünbül, çenâr, enhâr, zümürrüd, la’l, pirûze vb.” sözcükler kullanılarak çeşitli benzetmelerle tasvir edilir. 110 Mesnevide dört kahraman (ilim, hilm, akıl, devlet) altın kanatlı bir şahbazın sırtında çıktıkları gece yolculuğunda bir çölü aşarak sabahleyin marifet şehrine (şehr-i marifet) ulaşırlar: 1066. Bir se√er şâhbâz-ı zerrµn-per Bâl açup Şâm’a itdi ¡azm-ı sefer 1067. Seyr-i §a√râyı dil-güşâ itdi Dâne-i erzeni πıdâ itdi 1068. Yine seyyâre-i felek gitdi Cânib-i şar…a irti√âl itdi 1069. Ne ¡acep na…ş-bend-i bû…alemûn Gösterür √al…a †arz-ı gûnâ-gûn 1070. ~ubh-dem çünki ¡a…l u ¡ilm-i kerµm Devlet-i kâmrân u √ilm-i selµm 1071. Seferu …ı†¡atun mine’s-sa…râ Diyüben eyledi …amu seferi 1072. ¡Azm-i †ayy-ı menâzil eylediler Cümle …a†¡-ı merâ√il eylediler 1073. İrdiler bir …a≥â-yı zµbâya ‰urdılar anda hep temâşâya Marifet şehrinin görünüşte küçük ama içinde barındırdığı zenginlikler bakımından çok büyük olduğu “arş’ın bile onun yanında küçük bir halka gibi kalacağı” karşılaştırmasıyla mübalağalı bir şekilde dile getirilirken gönül kuşunun bile marifet şehrine kadar uçamayacağı, “ta’ir-i sidre” benzetmesiyle anlatılır. Böylelikle marifet şehrine ulaşmanın güçlüğü vurgulanmış olur: 1074. Murπ-ı dil irmez intihâsına ‰âir-i sidre müntehâsına 1075. ~ûretâ gerçi ¡âlem-i §uπrâ Ma¡nide lµk ¡âlem-i kübrâ 1076. ¡Arş gûyâ içinde bir «al…a Yiridür ¡ibret ola bu «al…a 111 Marifet şehrinin fiziksel tasvirinde bitki örtüsü önemli yer tutar. Toprak ve bitkilerin anlatımında teşbih ve teşhis sanatlarıyla zenginleşen üslup, “değerli olma” ekseninde çeşitlenirken “lü’lü’, cevher, akçe vb.” benzetmeler öne çıkar. Çiçekler ve ağaçlar ise sevgiliye, parlayan gemiye, gül renkli kadehe benzetilirken gonceler naz etmesiyle, keklik ise kahkahayla gülmesiyle kişileştirilir. Rüzgâr da anber kokusuyla boy gösterir: 1077. »âk-i πabrâsı cümleten ¡anber Rigi lü’lü’ vü †aşları cevher 1078. Her giyâh-ı riyâ≥ı misk-âmµz Bâdı anûñ nesµm-i ¡anber-rµz 1079. Anda herkes πınâ bulur her bâr Ebr-i bârânı eyler a…çe-ni&âr 1080. Olur anda §afâ-yı gûn-â-gûn Ki döşenmiş bisât-ı bû…alemûn 1081. Çemeni §anki yemyeşil deryâ Anda ezhârı keşti-i πarrâ 1082. Servler anda dilber-i mevzûn Lâleler anda sâπar-ı gül-gûn 1083. Nâz itse hezâra πonceleri ¢ah…ahayla gülerdi kebg-i derµ Marifet şehrinin bir tepenin eteklerinde kurulu olduğu belirtilmeden önce o tepenin (beyt-i mevhibet) tasviri mübalağalı bir şekilde yapılır. Bu tepe gökyüzü kubbelerinin dönmesine vesile olan ve bu kubbelerin etrafında döndüğü yer olarak belirtilir. Nitekim bu tepedeki yedi kule, göğün yedi katını işaret eder. Hakk’ın vahdetine ulaşmış ve bu nedenle pir gibi uzlete çekilmiş varsayılan bu tepe gökyüzünü ayakta tutan bir asa olarak tasvir edilmiştir. Bu tepenin etrafını kaplayan yağmur bulutları şehre gül suyu yağdırmaktadır. Bu yağan gül suyuyla beslenen toprak, tomurcuklanan çiçekleriyle adeta gökteki yıldızların yeryüzüne indikleri hissini uyandırmaktadır: 1089. Gördiler var …a≥âda bir kühsâr ~anki olmış …ıbâb-ı çar«a medâr 112 1090. Yedi …ulle var anda seb¡ şeddâd Ar≥-ı πabrâya her biri evtâd 1091. Va√det-i yâri der-kenâr itmiş Pµr-veş ¡uzlet i«tiyâr itmiş 1092. Yı…ılurdı zemµne çar«-ı dü-tâ Olmasa pµr-i çar«a ≠âtı a¡§â 1093. ¢aplamış tell-i kûhı ebr-i sefµd Yaπdurur ¡âleme gülâbı me≠µd 1094. Seyr idenler şukûfesin zµbâ Yire inmiş §anur nücûm-ı semâ 1095. Seyr iderken bu kûhı ¡an…â-vâr Gördiler dâmeninde kişver var Şair, marifet şehrinin önemli mekânlarını yaratıcının kusursuzluğu ve cennet benzetmesi etrafında şekillendirerek tasvir ederken, tasvirî anlatımın edebî sanatlarla yoğrulmuş süslü ifadesi devam eder. Şehre “ma…âm-ı ¡Illiyyin”120 teşbihi yapılırken şehri çevreleyen sur için “nûr-ı kudret”ten yapıldığı vurgulanıyor. Yine “cennet” teşbihinden yola çıkılarak cennete ait hususiyetler “behişt, uçmaπ, kevser, ırmaπ vb” sözcüklerle tenasüp ilişkisiyle dile getiriliyor. Gerek maddî gerekse manevî anlamda “değerli olma” vurgusu da “berîn, vâlâ, sîm, zerrîn, ¡ulyâ, a¡lâ” sözcükleriyle ifade ediliyor: 1101. Nice kişver ma…âm-ı ¡Illiyyin Nice gülşen riyâ≥-ı «uld-ı berµn 1102. Görseñ ol sûr-ı kişveri bârî Nûr-ı …udretden eylemiş Bârµ 1103. Kâ«-ı vâlâsınuñ …u§ûrı yo… ¢a§r-ı cennet gibi fütûrı yok 1104. N’ola olsa cihânda reşk-i behişt Mihr ü meh aña sµm ü zerrµn «ışt 1105. Anda her bir resâtik-i ¡ulyâ Şâmi« ü râsi« ü semâ sµmâ “ma…âm-ı ¡Illiyyin”, cennette en yüksek derecedir. Cenâb-ı Hakk'ın indinde en iyilerin ve kâmillerin derecesine ve makamına denir. 120 113 1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ 1107. ~uyı §an kev&er-i mu§affâdur ‰aşları tµr ü «âki kµmyâdur 1108. Zindedür anuñ ile cümle şey Ve mine’l-mâi küllü şey’in √ayy 121 1109. Gezdiler cümle cây-ı a¡lâsın Der ü dµvâr u …a§r-ı ra¡nâsın 1110. Seyr iderken o şehr-i zµbâyı Kişver-i nûr-ı cennet-âsâyı Gülşen tasvirine gelince “cennet-âsâ” teşbihi yine kullanılırken tasvir edilen fiziksel unsurlar arasında “eşcâr, ezhâr, nesîm, sünbül, dıra«t, çenâr, serv, kumru, cûy, enhâr, …ubbe” yer alır. Tabiat olarak bir mükemmellik portresi çizilir. Bu mükemmelliğin ortasında da o mükemmelliği tamamlayan bir kubbe tasviri (beyt-i mevhibet) yapılır. Bu kubbe, meraklarını gidermek amacıyla yolculuğa çıkan dört kahramanın akıl danışacakları rûh-ı pür-hikmetin bulunduğu yerdir: 1111. Gördiler şehr içinde bir gülşen Nice gülşen cinân gibi rûşen 1112. Cümle eşcârı mi&l-i †ûbâdur Dürlü ezhârı verd-i ra¡nâdur 1113. Bir dem esse nesµm-i bâd-ı bahâr ¡Âleme müşk-i nâb ider µ&âr 1114. Her giyâh anda sünbül-i dil-bend Her dıra«tı çenâr u serv-i bülend 1115. Anda her …umrı mu…ri-i nâ†ı… ¢âne süb√âne men hüve’l-»âli… 122 1116. Cûyı âb-ı √ayât-ı fer«unde »ı≥r-veş nûş iden olur zinde 121 Enbiya suresi 30. âyette geçen bir ibaredir. “ Her şeyi sudan yarattık.” anlamına gelir. Ayet, “İnkâr edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?” şeklindedir. 122 Anlamı: Yaratıcı olanı (Allah’ı) tesbih ederim. 114 1117. Ba¡zı enhârı şehd ü kimi †ahûr Kimi kev&er kimi anuñ kâfûr 1118. Var miyânında gülşenüñ a¡lâ Da«ı bir …ubbe-i semâ-sµmâ 1119. Örmiş aña mühendis-i …udret Bir binâ-yı ¡a@µm ü pür-şevket 1120. Çâr erkânı §âfµ cevherden ¢apusı şeb-çerâπ-ı enverden 1121. Sa…fı anuñ zümürrüd-i «a∂râ ¡Alem-i pâki lü’lü’-i bey≥â 1122. La¡l-i pµrûzedendür anda kemer Gökde …avs-ı …uza« gibi enver 1123. Cümleten √ayretiyle ol √ullân ‰urdılar gülşen içre nice zamân Mekân tasvirlerini ana hikâyenin içindeki ve dışındaki tasvirler olmak üzere iki alt başlıkta sınıflandırmak mümkündür. Ana hikâyenin dışındaki mekân tasviri küçük bir “Lârende şehrengizi” sayılabilir. Lârende’nin görünümü, tabiatı, kalesi üzerinde yoğunlaşan tasvirlerde şairin hayal gücünü sınırlayıcı “gerçeklik” olgusu söz konusudur. Örneğin şair, hayalî bir şehir olan “marifet şehri”ni tasvir ederken özgürdür. Kalesini, kulesini, tabiatını, bağını, bahçesini cennet teşbihi eksenine bağlı kalmak kaydıyla kurgular. Lârende tasvirinde ise cennet teşbihi yine yapılır, fakat şair şehri yaratma özgürlüğüne sahip değildir. Marifet şehrinin tüm varlığı şairin hayal gücüne bağlıyken, Lârende’nin varlığı tamamıyla onun hayal gücünün yaratması değildir. Bu sebeple ana hikâyede yer alan ve tamamen şairin yaratıcılığı ve hayal gücüne dayalı mekân tasvirleriyle kıyaslandığında Lârende tasviri sanatsallık yönünden daha sönük kalır. Çünkü hayalî olanda dizginler tamamıyla şairin elindedir. Oysa gerçek olanda şair kısmen bağımsızdır. Bir başka açıdan bakılacak olursa “maddî” olanla “manevî” olan arasındaki değer farkı bir bakıma anlatıma da yansımıştır, denebilir. O yüzden tasavvufta maddî olarak görülenlerin arkasında manevî gerçekler aranmıştır. Nitekim bu dünya tasavvufî anlayışa göre “aslî” değildir. Örnek verdiğimiz beyitler ve bu beyitleri açıklarken değindiğimiz “cennet” teşbihi Divan edebiyatındaki mekân tasvirlerinin değişmez unsurudur. Bu yönüyle 115 şairin cennet teşbihi eksenli mekân tasvirlerinde gelenekte var olanın dışına çıkmadığı söylenebilir. Mekân tasvirlerini iç ve dış mekân tasvirleri olmak üzere iki alt başlıkta da değerlendirmek mümkündür. Bu sınıflamaya göre yapılacak değerlendirmede dikkati çeken en önemli husus iç mekân tasvirinin yok denecek kadar az olmasıdır. Tasvirler şehrin ve kubbenin dış görünüşü üzerine yoğunlaşmıştır. İç mekânlarda bütün dikkat mekânda bulunanlara ve onların söylediklerine yönelir. Dış mekân tasvirleri, kubbenin kemerleri, yüksekliği, tuğlaları gibi dıştan görülen ve birkaç teşbihle geçiştirilen tasvirlerden ibarettir. Bu tasvirler gerek şehrin gerekse gülşenin tasvirindeki anlatımla kıyas kabul etmeyecek derecede azdır. Aynı durumun Lârende tasvirinde de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Lârende kalesinin tasvirinde de kalenin dış görünüşünün tabiatla uyumlu oluşu birer dış mekân tasviri olarak karşımıza çıkar. Kale içine girildiğinde de yine iç mekân tasvirinden ziyade iç mekânda bulunan kişilerin tasvirlerine yönelir. Tasvirlere “öven ve yeren” bağlamında bakıldığında olumsuz hiçbir özelliğin konu edilmediği görülür. Hep güzellikler ön plana çıkarılır. Bu yönüyle divan şairinin ve o dönemin zihniyetinin “mutlak güzel”e yönelme olgusu dikkati çeker. Divan şairi için “sevgili”, mutasavvıf bir şair için “Allah” kusur kabul etmeyen mutlak güzel olarak algılanır. Mekân tasvirlerinde de “cennet”in mutlak güzel kabul edilmesi söz konusudur. Bu sebeple cennet benzetmesi yakıştırılmayan bir tabiat güzelliğinden bahsedilemez. 3.3.4. Tahkiye Gülşen-i Efkâr’da tahkiyeye imkân veren en önemli bölüm, mesnevînin ana bölümünü oluşturan ve olay, zaman ve mekân bağlamında geliştirilen hikâye bölümüdür. Kişileştirilen kahramanların birbirleriyle olan münazaraları hikâyenin temelini oluşturur. Mesnevî gibi olay anlatımına dayalı eserlerde kullanılan tahkiyevî anlatımın esası bir ana olaya dayanır. Bu yüzden mesnevîlerin giriş bölümlerinde tahkiyevî anlatım pek fazla öne çıkmaz. Çünkü bu bölümlerde amaç olayı değil, düşünceleri anlatmaktır. Bu bölümlerde tarif, tasvir gibi anlatım özelliklerine daha sık rastlanır. Ancak telmih gibi geçmişte yaşanmış bir olaya göndermede bulunulan bölümlerde tahkiyevî unsurlar ağır basar. 116 Aşağıda Hz. Muhammed’in mirac olayı anlatılırken olaya dayalı tahkiyevî anlatımın ağır bastığı görülür. Ayrıntılarda ise tasvirî özellikler dikkati çeker. Olaya dayalı anlatımda fiiller ağırlık kazanırken tasvirlerde sıfat ve zarfların çokça kullanıldığı görülür. İlk beyitlerde tasvir öne çıkarken sonraki beyitlerde tahkiye ağırlık kazanır. Altı çizili sözcükler tasvirî anlatımı, koyu karakterle gösterilen sözcükler ise olay anlatımına dayalı tahkiyevî anlatımı öne çıkarır. Bunlar çoğu zaman iç içedir: 415. Ol gice beyt-i Ümmühânµ’de Sâkin idi o mâh-ı fer«unde 416. »ulle vü bir Burâ… hem iklµl Ol Resûl’e getürdi Cebrâ’µl 417. Bir burâ… idi ol hümâ-sâye Sâ…-ı ¡arş idi andaki pâye 418. Yüzi mihr-i cihân gibi pür-nûr Ten-i «oş-bûsı ¡anber ü kâfûr 419. Gözleri §an çerâπ-ı nûr-efşân Kirpik-i ¡anberµni aña du«ân 420. Perçemi §anki †urre-i √avrâ Âdemµ çehre bir meh-i πarrâ 421. Düm-i zµbâsı râyet-i behcet ±ü’l-cenâ√eyn †â’ir-i …udret 422. Tek (u) pûsına bu fe≥â-yı cihân Tengdür irmez aña murπ-ı revân Görülen geçmiş zaman çekimi olaya dayalı tahkiyevî anlatımda en sık kullanılan dilsel yapılardan biridir. “Dedim-dedi”li şiirlerin bu anlamda tahkiyevî anlatım için ayrı bir önemi vardır. 123 Diyaloglar bu tür kullanımlarda dikkat çeker. Aşağıda Hz. Peygamber ile Cebrâil a.s. arasındaki diyalog bu bağlamda örneklenmiştir. Bu tür diyaloglarda anlatıcı hâkim bakış açısıyla olayı anlatır. Bu bakış açısında kahramanların veya olayın geçtiği mekânın neye benzediği, kahramanların ne düşündüğüne ilişkin ayrıntılar şairin dilinden verilir: 123 Ayrıntılar için bkz. Dilek Batislam, agm, s. 201-211. 117 423. Didi ol dem Resûl’e rû√-ı emµn Sensin ol §adr-ı bedr-i ¡Illiyyµn 424. ◊a… selâm itdi saña ey yüzi mâh Da¡vet itdi cenâbına Allâh 425. Bu libâsıyla ol Burâ…’a revân İdelüm ¡azm-i cânib-i cânân 426. İşidüp bu kelâmı ol dil-dâr Şev…le o Burâ…’a oldı süvâr 427. Reh-nümâ oldı aña Cebrâ’µl Şâh öñinde niteki peyk-i cemµl 428. Murπ-ı lâhût olup o bülbül-i üns ¢ulaπuz oldı aña †â’ir-i …uds 429. Ne sa¡âdet-durur ki bâbında »i≠met eyler melek rikâbında 430. Ber…-i «â†ıf gibi varup o Burâ… Geldi A…§â içine ba§dı aya… 431. ‰urfetü’l-¡aynda eyledi gü≠eri Sanki a…tâb-ı ¡âlemüñ na@arı 432. Geldi ervâ√-ı enbiyâ vü rüsül İ…tidâ itdi aña ehl-i sübül 433. Oldı ervâ√ cümle yanına cem¡ ¢aldı pervâne içre hem-çü şem¡ 434. Geçti atı tekâver-i felegi Süst-pey itdi cümleten melegi 435. Çar«-ı rû√sârı eyleyüp rûşen Gözüñ aydın didi nücûma peren 436. Mâh-veş seyr idüp o gice la†µf Şa¡şa¡a §aldı rûy-ı çar«a şerµf 437. Giricek çar«a ol Resûl-ı kerµm ~adefe düşdi §anki dürr-i yetµm 118 438. Döşedi atı ayaπına felek ~ırmadan dügme bir siyâh benek 439. Dökdi gözyaşlarını geldi nücûm Tâ ki bezminde ola her biri mûm 440. Nûr-ı rû√sârı oldı şem¡-i felek Geldi pervâne oldı cümle melek Anlatıcının genellikle hâkim bakış açısıyla anlattıkları bazen de anlatıcının sözü kahramana vermesiyle renklenir. Ana kahramanlardan devletin; akıl, ilim ve hilm ile olan münazarasından alınma aşağıdaki beyitlerde şair “didi” ifadesinden sonra sözü kahramana bırakır ve kahraman kendi vasıflarını 1. kişi ağzından şöyle anlatır: 1031. Didi tâc-ı Keyânidür ta«tum Âftâb-ı cihânidür ba«tum 1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ 1033. Ehl-i ferhenge eylerem raπbet ¢ıluram aña hürmet ü ¡izzet 1034. Ber-hümâ himmet-i mu¡allâyam Kûh-i ¢âf-ı πınâda ¡an…âyam 1035. Arayup …a¡r-ı bahr-i ¡ummânı Bulmışam «âtem-i Süleymân’ı 1036. Râm …ıldum perµ vü dµv-i şeri Va√ş-ı †ayr u riyâ√ u hem beşeri 1037. Sal†anat bâπı içre dâlem ben Şâ«-ı †ûbâ gibi nihâlem ben 1038. Nu§ret ü fur§at u @afer &emerem Fera√ u ≠ev… u şev… bâr ü berem 1039. ¢anadumla uçar benüm himmet Benüm ar…amda «oş geçer fır§at Tahkiyevî anlatımda geriye dönüş tekniği diyebileceğimiz yöntem özellikle âyet veya hadislere yapılan göndermeler, iktibaslar ve telmihler aracılığıyla 119 gerçekleşmektedir. Ana kahramanların âyet ve hadislerden faydalanmaları, kendileriyle ilgili iddialarını sağlam bir zemine oturtma isteği bunda önemli bir sebep olarak görülebilir. Kahramanların akıl, ilim, hilm, devlet gibi soyut kavramlar olmaları ve insanın yaratılışından beri varlıklarını sürdürmeleri bu yöntemin “montaj tekniği” olarak adlandırılmasını engeller. Çünkü sözü edilen âyet, hadis veya telmihlerde bahsedilen yine kendisidir. Dolayısıyla düşüncesini kuvvetlendirme, inandırıcılık kazandırma maksadıyla bu yönteme başvurur. Aşağıdaki beyitte hilm, ilimden daha üstün olduğunu hadisle kuvvetlendirerek verir. Hadis olduğu için itiraz edilecek durumları ortadan kaldırmış olur: 1482. Her §adırda benümle oldı ¡ilm Cümle …adri benümle buldı ¡ilm 1483. Fa≥luma oldı bu √adµ&-i şerµf ¡dil-i şâhid ü güvâh-ı la†µf ¢âle’n-Nebµyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “»ıyârü ümmetî ¡ulemâühâ ve «ıyârü’l¡ulemâi √ulemâühâ” 124 1484. Ya¡ni bu ümmetüm güzµdeleri Bahr-i ef≥âlüñ ol ferµdeleri 1485. ¡Ulemâsı-durur ¡ale’l-i†lâ… Her biri §anki nûr-ı mihr-i revâk 1486. Da«ı serdâr-ı cümle-i fu≥elâ Ya¡ni mu«târ-ı zümre-i ¡ulemâ 1487. ¡Ulemânuñ √alµmidür mu«târ O-durur mihr-i burc-ı evc-i va…âr Aynı durum, ilmin kendini anlattığı beyitlerde de karşımıza çıkar. Aşağıdaki beyitte ilim kendini anlatırken hadislerden faydalanır: 1406. Kim buyurmış-durur Resûlullâh Bu √adµ&-i şerµfi ol yüzi mâh 124 Hadisin anlamı: Benim ümmetimin en hayırlısı onların âlimleridir, âlimlerin en hayırlısı da hâlim (hilm sahibi) olanlarıdır. 120 ¢âle’n-Nebµyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men e¡âne ¡âlimen fe…ad e¡ânî ve men e¡ânî √arreme’llâhu cesedehû ennâra ve men ehâne ¡âlimen fe…ad ehânenî ve men ehânenî fe…ad kefere” §ada…a Resulullâh 125 1407. ¡Âleme bir kişi ger ola mu¡µn Baña ta√…µ… olur mu¡µn o hemµn 1408. Dâr-ı dünyâda baña bir âdem Ger mu¡µn ü @ahµr ola bir dem 1409. Tenini nâra ◊a… √arâm eyler ◊ûr u cennetle i√tirâm eyler Kendi üstünlüğünü hadislerle destekleyen kahramanlara “mürşit” niteliğindeki rûh-ı pür-hikmetin cevabı da hadislerle olur. Örneğin rûh-ı pür-hikmetin ilme verdiği cevap yine hadis aracılığıyla olur. Bu hadisle ilmin tevazu sahibi olmayışı eleştirilir. 1427. Olmasa bir kişi eger ser-keş Göñül alça…lıπ itse deryâ-veş 1429. »âli…-i âb u bâd u âteş u «âk Menzilini ider anuñ eflâk 1430. Ger tevâ≥u¡ iderse bir dânâ ◊a… Te¡âlâ ider anı a¡lâ ¢âle’n-Nebiyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men tevâ≥a¡a fe…ad ref¡eahu’llâhu ve men tekebbera fe…ad va≥a¡ahu’llâhu” §ada…a Resûlullâh 126 1431. Pây-mâl olmaπın πubâr-ı √a…µr Tâc-ı «a…anµ oldı aña serµr 1432. Yüzi yirde olmaπ-ıla enhâruñ Âb-ı rûyı-durur çemen-zâruñ 125 Hadisin anlamı: Kim bir âlime yardımcı olursa bana yardım etmiş olur, kim bana yardım ederse Allâh onun bedenini cehenneme haram kılar. 126 Bu bölüm tevazu sahibi (alçakgönüllü) olmak ile ilgili bir hadisten iktibas edilmiştir. Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallâhu anh anlatıyor: "Resûlullâh aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim Allâh Tealâ hazretlerinin rızası için bir derece tevazu izhar eder (alçak gönüllü) olursa, Allâh, onu bu sebeple, bir derece yükseltir. Kim de Allâh'a bir derece kibirde bulunursa, Allâh da onu bu sebeple bir derece alçaltır, böylece onu esfel-i safiline (aşağıların aşağısına) atar." (Kütüb-i Sitte, Hadis No: 7235) 121 1433. Ser-keş olduπıçün …amu ezhâr Pây-mâl eyler anı cümle §ıπâr 1434. Meskenet eylese …açan ¡u…alâ ªâhir ü bâ†ını bilen ¡ulemâ 1435. İrgürür ◊a… anı me†âlibine Vâ§ıl eyler …amu merâtibine 3.3.5. Özetleme Özetleme tekniğinde esas olan yaşananların ana hatlarıyla anlatılmasıdır. Dört kahramanımız marifet şehrine varınca şehrin sözcüsü olan rûh-ı seyrânîye buraya neden geldiklerini, dertlerini kısaca özetlerler. Rûh-ı seyrânî de onların dertlerine şehrin vâlisi rûh-ı pür-hikmetin deva olabileceğini, sorularına onun cevap verebileceğini söyler. Kahramanların (akıl, ilim, hilm ve devlet) durumlarını özetleyen beyitler şöyledir: 1144. Didiler ey emµr-i şehr-i sü«an Sözlerüñdür ¡a…µ…-i mülk-i Yemen 1145. Eyledüñ ¡u…le-i ¡u…âli çü √al ¢almadı şübhe-ile hµç ma√al 42-B 1146. ¢aldı birkaç ve lµk müşkilümüz Terk …ıldı… anuñla menzilümüz 1147. Germ ü serd-i sefer çeküp şeb ü rûz ¢a†¡ …ılduñ menâzil-i dil-sûz 1148. Bu √adµ&-i Resûl’e ¡âmil olup Terk itdük diyârı mâ’il olup 1149. Kim buyurmış-durur Resûl-ı emµn ¡İlmi eyleñ †aleb velev bi’§-~în 1150. Çün erişdük bu §a√n-ı zµbâya Gülşen-i dil-güşâ vü ra¡nâya 1151. Ola kim vâ§ıl-ı murâd olavuz Şübhemüz √alli-y-ile şâd olavuz 1152. Ger bu yirde murâda irmezsek Ya¡ni genc-i reşâda irmezsek 122 1153. Mâr-ı πu§§a helâk ider bizi hep Ejdehâ-yı belâ vü renc-i ta¡ab 1154. Rû√-ı seyrâni didi πam yimeñüz ∏u§§a-yı derd-ile elem yimeñüz 3.3.6. Diyalog Diyalog, iki kişinin karşılıklı konuşması olarak tanımlanabilir. Gülşen-i Efkâr’da iki kahramanın karşılıklı konuşması özellikle dört kahramanın (akıl, ilim, hilm ve devlet) dertlerini sırayla rûh-ı pür-hikmete anlatmaları ve bunun karşılığında rûh-ı pür-hikmetin onlara itirazı ve onlara birer birer verdiği cevaplar kısmında karşımıza çıkar. Aşağıdaki beyitler, “akıl”ın rûh-ı pür-hikmetle olan diyaloğundan alınmıştır: 1302. ¡A…l-ı evvel didi kim ey üstâd Nûr-ı ≠âtuñ-durur delµl-i nihâd 1303. Sü«anüm evvelâ benüm gûş it Bahr-i a«≥ar gibi bugün cûş it Aşağıdaki beyitler de rûh-ı pür-hikmetin verdiği cevaptan alınmıştır: 1340. Didi elmâs-ı fikrüñ ey cevher Dürr-i ma¡nâyı deldi nâzik-ter 1341. Lµk yâr olduπuñ benµ-âdem ∏am u endûh olur aña hem-dem 1342. Elem ü πu§§ayı idüp pµşe Dem-be-dem işüñ olur endµşe Gülşen-i Efkâr’da ana hikâyenin anlatıldığı diğer bölümlerdeki karşılıklı konuşmalar ise, bire bir konuşma değil, bir kahramanın diğer kahramanlara toplu halde seslenişi şeklindedir. Münazara şeklindeki tartışmada üstünlük iddiasındaki dört kahramandan biri diğer üçüne seslenir ve kendi vasıflarını över. Aşağıdaki beyitler “devlet”in, akıl, ilim ve hilme karşı yaptığı konuşmadan alınmıştır: 1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ 123 1033. Ehl-i ferhenge eylerem raπbet ¢ıluram aña hürmet ü ¡izzet 3.3.7. İç Monolog İç monolog diyebileceğimiz anlatım tekniğinde kahramanın kendisiyle yüzleşmesi söz konusudur. Ancak Gülşen-i Efkâr’ın hikâyet kısmında bu türden iç monologlara rastlanmaz. Çünkü kahramanlar gerek kendileri gerekse başkaları hakkında izahat yaparken anlatım diyaloglar şeklinde karşılıklı konuşmayla devam eder. İç monolog sayılabilecek türden anlatımlar şairin Tanrı’ya yakarışta bulunduğu veya Peygamber’den şefaat dilediği bölümlerden ibarettir. Aşağıdaki iç monolog örneği sayılabilecek bölüm, şairin Peygamber’den şefaat dilediği kısımdan alıntıdır: 530. Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr 531. Eşigüñ «âki cevher ü iksµr ¢apuña geldi ol fa…µr ü √a…µr 532. Sürme …apuñdan ol fa…µri meded Keremüñden √a…µri eyleme red 533. Baπrumı ya…dı ¡âtş-ı ¡i§yân Âb-ı cûduñla eylegil dermân 534. Yüzümi …apladı πubâr-ı siyâh ¢albüm âyinesini ya¡ni günâh 535. Sil πubârı yüzümden ey server Ce≠ebât-ı nesµmüñ eyle se√er 536. Beni πar… ideyor bi√âr-ı ≠ünûb »ı≥r-ı lu†fuñ irişdür ey ma√bûb 537. Rû√-ı pâk-i şerµfüñe her gâh ~ad selâm ola yâ Resûlullâh 538. Âl-i a§√âbuña da«ı bi’t-tâm ~alavât ola her birine müdâm 124 3.3.8. Montaj Montaj tekniği diyebileceğimiz anlatım tekniğinde ise olay veya durum arz edilirken yaşanmış bir olay veya duruma hatırlatmada bulunulur. Divan şiirinde yaşanmış bir duruma ilişkin hatırlatmalar bilindiği üzere telmih sanatıyla veya âyet ve hadislerden iktibas yoluyla yapılır. Dolayısıyla monte edilen olay veya durum kahramanın kendi yaşadığı bir olay veya durum değil, duyduğu veya öğrendiği bir olay veya durumdan ibarettir. Hz. Peygamber’in miraç olayını anlatan bölümden alınan aşağıdaki beyitlerde telmihe başvurulmuştur. 448. beyitte “Behrâm”127 ve 451. beyitte Hz. Yûsuf ve babası Hz. Yâkub’a128 yapılan telmihler şu şekildedir:129 448. Vardı altıncı göge virdi selâm Yabana atdı tµπını Behrâm 449. Tevbe itdi şürûr-ı şirrete ol Fitne vü ric¡at ü nu√ûsete ol 450. ¢â≥i-i çar«a irdi çün o kerµm Eyledi aña şeri¡atı ta¡lµm 451. Pµr-i çar«a irişdi ol ma√bûb Yûsuf’uñ buldı güyiyâ Ya¡…ûb 452. Gözi rûşen olup o dem ra«lüñ Gördi nûr-ı cemâlin ol güzelüñ Olaylara dayalı tahkiyevî anlatımda yüklemler ön plana çıktığından sanatlı anlatım bakımından bir tekdüzelik görülebilir. Bu durum alegorik eserler için pek de geçerli değildir. Çünkü alegorik eserlerde her gerçek anlamın altında bir mecaz görmek mümkündür. Temsilî anlatımın bu yüzden öne çıkan en önemli özelliği her cümlenin en 127 Behrâm adının birden çok anlamı vardır. Bunlardan biri “Bu günün işlerini düzenlemekle görevli melek”tir. Diğeri ise “Sâsânîler soyundan gelen İranlı bir hükümdar”dır. Bu hükümdarın “gûr” yani yaban eşeği avına merakından dolayı kendisine Behrâm-ı Gûr dendiği bilinir. İran mitolojisinde Merih, savaş tanrısıdır. Bu bakımdan şairler Behrâm’ın adını hem kahraman hem de savaş ilahı olarak anarlar. Beyitte de tîg sözü geçtiğinden savaşla ilgili bir telmih söz konusudur. Yaptığı kötülükten ve düştüğü fitneden tevbe etmesi onun Behrâm-ı Gûr olduğu intibaını güçlendirmektedir. 128 Hz. Yåkub, oğlu Yûsuf’a olan hasretinden dolayı yıllarca ağlamış ve ağlamaktan gözleri kör olmuştur. Hz. Yusuf’un gömleğini gözlerine sürünce gözleri tekrardan açılmıştır. Hz. Yâkub’un bu sevincinin benzerini Hz. Peygamber’in yaşaması tecellî makamına ermesinden kaynaklanır. 129 Daha fazla ve detaylı örnek için çalışmamızın edebî sanatlar bahsinde “telmih” alt başlığına bakınız. 125 az iki kez düşünülmesini gerektirmesidir. Yine de imkân dâhilinde bir çeşitlilik yaratmak adına detayların öne çıktığı tasvirler imdada yetişir. Böylelikle tekdüze bir olay anlatımının yanında tasvirlerle süslenen bir anlatım zenginliği yaratılmış olur. Ancak bu anlatım zenginliği de geleneğin izin verdiği kadardır. Örneğin tasvir edilen hiçbir mekânın güzelliği “cennet” istiaresi olmadan yapılamaz. Aşağıda verilen bölüm olaya dayalı anlatımın ağır bastığı bölümden alıntıdır. Burada sanatsal zenginliğin tasvir bölümüne göre daha kısır olduğu muhakkaktır: 847. Çünki §ub√ irdi didi ¡a…l-ı cemµl Cümle da¡vâya lâzım oldı delµl 848. Size ben va§fumı beyân ideyin Şeref-i ≠âtumı ¡ayân ideyin 849. Münkeşif olmasa …amu a√vâl Nice ma¡lûm olur √a…î…at-i √âl 850. Ba¡de ≠ât siz da«ı beyân eyleñ ±âtuñu@ √âlini ¡ayân eyleñ 851. Biline tâ ki cümle √âl-i şeref Ola rûşen …amu me’âl-i şeref 852. Didiler ¡ilm ü √ilm ü Devlet-şâh Da¡vaya lâzım oldı çünki güvâh 853. İmdi gel fa≥luñu beyâna getür Ba¡≥ı ev§âfuñu ¡ayâna getür Aşağıdaki bölüm ise marifet şehrinin tasvirinden yapılan bir alıntıdır. Cennet istiaresi etrafında şekillenen tasvirde pek çok teşbih ve istiareler bakımından bir zenginlik göze çarpar. Şehrin suyunun kevsere, taşı ve toprağının altının hammaddesine, şehrin Illiyyin makamına, gül bahçesinin cennetin sonsuz bahçesine vb. teşbihler dikkati çeker: 1107. ~uyı §an kev&er-i mu§affâdur ‰aşları tµr ü «âki kµmyâdur 1100. İrdiler çün o cây-ı zµbâya Ya¡ni ol kişver-i felek-sâya 126 1101. Nice kişver ma…âm-ı ¡Illiyyin Nice gülşen riyâ≥-ı «uld-ı berµn 1102. Görseñ ol sûr-ı kişveri bâri Nûr-ı …udretden eylemiş Bârµ 1103. Kâ«-ı vâlâsınuñ …u§ûrı yo… ¢a§r-ı cennet gibi fütûrı yok 1104. N’ola olsa cihânda reşk-i behişt Mihr ü meh aña sµm ü zerrµn-«ışt 1105. Anda her bir resâtµk-i ¡ulyâ Şâmi« ü râsi« ü semâ-sµmâ 1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ Ruh-ı pür-hikmetin kahramanlara nasihatinin yer aldığı bölüm ise tahkiyevî anlatımda bir nida örneğidir ve eserde verilen derslerin sanattan uzak bir öğreticilikle bu bölümde özetlendiği söylenebilir. Aşağıdaki beyitler bu bölümden alıntıdır: 1645. Kendüñüz fa≥lla ögüp §atman »âb-ı πafletle dâ’imâ yatman 1646. Gelmesün size i«tilâl-ı fütûr Fehm ü ferhenge olmañuz maπrûr 1647. ◊ased ü √ı…d u kibr ü kµni müdâm Terk idüñ olasuz ≠evi’l-ikrâm 1648. Mev…i¡inde √amûl olup ≠elili Terk idüñ nefsiñüzden ol «aleli 1649. ±elil ü mi√net-ile ferş olmañ Sebeb-i inhidâm-ı ¡arş olmañ 1650. Eyleyüp ifti√ârı ¡izzetle Şevket ü fa«r-ı câh u selvetle 1651. Fu…ara «ayline √a…âret-ile Na@ar itmeñ da«ı ihânet-ile 127 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN İÇERİK ÖZELLİKLERİ VE TAHLİLİ 4.1. Gülşen-i Efkâr’ın Bölümleri (Bölüm Başlıkları ve Geniş Özeti) Eser, bölümleri bakımından klâsik mesnevi özelliği taşır. Biz bu bölümleri, bölümün içinde yer alan başlıklar ve bu başlıklar altında işlenen konuların geniş özetini içeren tablo halinde verdik. Giriş (Besmele) BAŞLIK Başlık Yok (b. 1-49) Giriş (Tevhid) BÖLÜM 1. TEV◊ÌD-İ ±Ü’L-CEMÂL Ü ±Ü’L-CELÂLDÜR Kİ REŞK-İ ¡I¢D-I LE’ÂL Ü ÂB-I ±ÜLÂLDÜR ¡A¢ABİNDE BER¡AT-I İSTİHLÂL ±İKR OLINUR (b. 50-114) " 2. MERÂTİB-İ TEV◊ÌD-İ RABBÂNÌDÜR Kİ ¡AYÂN U BEYÂN OLINUR (b. 115-153) " 3. ¡İLMÌ OLAN TEV◊ÌD-İ ±Ü’L-CELÂLİ TA¢LÌD Ü İSTİDLÂLİDÜR ±İKR OLINUR (b. 154-162) " 4. TEV◊ÌD-İ ¡AYNµ Kİ EF¡ÂLÌ VÜ ~IFÂTÌ VÜ ±ÂTÌDÜR İCMÂLİ BEYÂN OLINUR (b. 163-166) " 5. TEV◊ÌD-İ EF¡ÂLÌ (b. 167-175) İÇERİK Besmelenin hazîne-i gayb başta olmak üzere her kapıyı açan anahtar olma özelliği vurgulanır ve besmeleyi oluşturan her harfin karşılık geldiği kavramlar istiare ve teşbih sanatıyla mecâzî bir şekilde anlatılır. Allah'ın yarattıklarından hiçbirinin sual olunamayacağının vurgulandığı bu bölümde, imkânsız gibi görülen pek çok şeyin yaratıcısının Allah olduğu örneklerle verilir. O'nun fiillerinin akılla anlaşılamayacağı, akl-ı külün Allah’ı hayal edemeyeceği üzerinde durulur. Tevhîdin mertebelerini ilmî, aynî ve hakikî olmak üzere üç farklı manzûmeyle açıklayan Şânî, tevhîdin ilmî mertebesini aklî ve naklî olarak ikiye; aynî mertebesini de zâtî, sıfâtî ve ef’âlî olmak üzere üçe ayırır. Tevhîdin ilmî mertebesini aklî ve naklî olarak ikiye ayıran şair, aklî olanı naklî olandan üstün tutar. Aklî olana "tahkîk", naklî olana ise "taklîd" yoluyla ulaşılır. Taklîd uykusunun terk edilmesi gerektiği vurgulanarak kelâm ehlinin aklî ilme yönelmesi gerektiğine işaret edilir. Tevhîd-i aynîyi de "tevhîd-i ef’âlî, tevhîd-i sıfatî ve tevhid-i zâtî" olmak üzere üç mertebeye ayıran şair, bu üçünün merdivenin basamakları gibi dereceler olduğunu ve tevhid yoluyla O'nun varlığını müşahede etmenin ancak bu üç basamağı çıkmakla olabileceğini belirtir. Böylelikle fiilde faili, isimde müsemmâyı, sıfatta mevsûfu görmenin mümkün olabileceği vurgulanır. Hak, fiilleriyle sâlike tecellî edince, sâlikin de her fiilin Hakk'a ait olduğunu ve dolayısıyla tek bir fâ'ilin olduğunu idrâk etmesi gerektiği anlatılır. " 6. TEV◊ÌD-İ ~IFÂTÌ (b. 176-186) " 7. TEV◊ÌD-İ ±ÂTÌ (b. 187-211) " 8. TEV◊ÌD-İ ◊A¢Ì¢Ì (b. 212-239) " 9. TERCÌ¡-İ BEND Kİ TEV◊ÌDİ ◊A≤RET-İ ±ÂT U MÜŞTEMİL-İ VA~F-I ~IFÂTDUR (b. 240-269) Giriş (Kalbin Mertebeleri) 128 10. MERÂTİB-İ ¢ALB-İ İNSÂNÌ VE ◊İKMET-İ ~AMEDÂNÌDÜR BEYÂN OLINUR (b. 270-278) " " " " 11. ¢ÂLE’LLÂHU TE¡ÂL CELLE VÜ ¡AL VE “¢AD »ALE¢AKÜM E‰VÂREN” (b. 279-287) 12. “EFEMEN ŞERA◊A’LLÂHU ~ADRAHÛ Lİ’L-İSLÂM” ÂYETİNE MAªHAR OLAN ‰AVR-I ~ADRUÑ VA~F-I ±Ü’L¢ADRİDÜR Kİ ±İKR OLINUR (b. 288-291) 13. MA¡DEN-İ GEVHER-İ ÌMÂN VE MA‰LA¡-I MİHR-İ Ì¢ÂN ‰AVR-I ¢ALB-İ DIRA»ŞÂNUÑ VA~F-I RA»ŞÂNIDUR BEYÂN OLINUR (b. 292-295) 14. MA¡DEN-İ GEVHER-İ MA◊ABBET-İ ~ÂF OLAN ‰AVR-I ŞE∏ÂFUÑ EV~ÂF-I EŞRÂFIDUR Kİ ±İKR OLINUR (b. 296-300) Hakk'ın sâlike sıfatlarıyla tecellî etmesi durumunda sâlikin eşyayı ve O'nun sıfatlarını değil, yalnızca Allah'ı görmesi ve sıfatta vasfedileni temaşa etmesi anlatılır. Hakk'ın sâlike zatıyla tecellî etmesi halinde sâlikin gözünde zât ve sıfat ayrımının ortadan kalkacağı, gönül gözünün açılacağı anlatılır. Tasavvuf düşüncesine göre insanın yaratılışı, dünyanın O'nun varlığını müşahede etmede bir ayna vazifesi görmesi anlatıldıktan sonra hakikati bu aynada herkesin göremeyeceği, çünkü arada "imkân perdesi"nin olduğu belirtilir. İmkân perdesiyle kastedilen, gönül gözünün kapalı olması durumudur. Hakk'ın zât ve sıfatlarının anlatıldığı bölümdür. "Esmâ-i hüsnâ"dan örnekler verilir. Bu bölümde kalbin yedi mertebesi olan "sadr, kalb, şegaf, fuâd, habbetü’l-kalb, süveydâ ve muhcetü’l-kalb" üzerinde durulur. Daha sonra ayetlerden yola çıkılarak kalbin bu yedi mertebesiyle ilgili bilgiler verilir. Nûh suresi 14. ayette geçen "Kad halekaküm etvâren" ifadesinden yola çıkılarak seyr-i sülûk süreci ve insanın tavırlarıyla ilgili bu ayetin kalbin yedi mertebesine delalet ettiği anlatılır. İlk tavır olan "sadr"ın vasfı anlatılırken Zumer suresi 22. ayette geçen "Efemen şerahallahu sadrahû li’l-İslami fe huve alâ nûrin min Rabbih" ifadesinden Allah'ın kişinin sadrını İslam'a yöneltmesi sonucu, kişinin Rabbinin nurundan bir parça olduğu hatırlatması yapılır. Sadr, İslâm cevherinin madenidir. İkinci tavır olan "kalb"in vasıfları anlatılır. Onun din cevherinin madeni olduğu, şeytanî sıfatların ona giremeyeceği ve irfânının şeytanî sıfatları yakacağı anlatılır. Kalb, îmân cevherinin madenidir. Üçüncü tavır olan "şegaf"ın sevgi ve şefkat cevherinin madeni olduğu anlatılır. 129 " " " Giriş (Mi'rac) Giriş (Na't) Giriş (Münacat) " 15. MA◊ZEN-İ MÂKE±EBE’L-FUÂDU MÂ-RE’ OLAN MEV≤Ì-İ MÜKÂŞEFE VE MA◊ALL-İ MÜL‰AFA ‰AVR-I FU’ÂDUÑ VA~F-I DİL-ŞÂDIDUR BEYÂN OLINUR (b. 301-304) 16. MAªHAR-I MA◊ABBET-İ KİRDGÂR Ü MEVEDDET-İ PERVERDGÂR-I ◊ABBETÜ’L- ¢ALB-İ TÂBDÂRUÑ ‰AVR-I PÜR-ENVÂRI VA~F-I ÂB-DÂRIDUR TA◊RÌR OLINUR (b. 305-309) 17. MECMA¡-I FÜNÛN-I ŞETT VÜ MENBA¡-I ¡ULÛMI LÂ-YEBL ‰AVR-I SÜVEYDÂNUÑ VA~F-I BÌHEMTÂSIDUR TE±EKKÜR OLINUR (b. 310-314) 18. MA◊ZEN-İ SERÂİR Ü MECLÂ-YI NÛR-I ZÂHİR MUHCE-İ ¢ALB-İ ‰ÂHİRÜÑ ‰AVR-I BÂHİRİ VA~F-I ªÂHİRİDÜR TAS‰ÌR OLINUR (b. 315-323) 19. DERGÂH-I BÌ-ZEVÂL U BÂRGÂH-I LÂ-YEZÂLE TA≤ARRU¡ U İBTİHÂL İLE MÜNÂCÂT-I ¡AR≤-I ◊ÂCÂTIDUR ±İKR OLINUR (b. 324-369) 20. MEH-İ BURC-I VEF VÜ DÜRR-İ DÜRC-İ ~AF VÜ ŞEH-İ DİYÂR-I ◊UD VÜ PERTEV-İ NÛR-I »UD ◊A≤RET-İ MU◊AMMED MU~‰AFÂ’NUÑ NA¡T-I MU~AFFÂLARIDUR TA◊RÌR OLINUR (b. 370-403) 21. ‰ÂVÛS-I ¡ARŞ-ÂŞİYÂN Ü ŞEHSÜVÂR-I MEYDÂN-I LÂMEKÂN OLAN SEYYÌD-İ ◊ARAMEYN Ü RESÛL-İ ¿A¢ALEYNÜÑ Mİ¡RÂC-I ŞERÌF Ü ¡URÛC-I LA‰ÌFİ VA~FIDUR BEYÂN OLINUR (b. 404-481) Dördüncü tavır olan "fuâd"ın mükâşefe cevherinin madeni, mülâtafa mahzeninin menbaı olarak vasıflandırılır. Yani temaşa mahalli olarak değerlendirilir. Beşinci tavır olan "habbetü'l-kalb"in Hakk'a yönelen sevginin mahalli olduğu belirtilir. Başka bir sevgiye tenezzül etmediği vurgulanır. Altıncı tavır olan "süveydâ"nın sırların bulunduğu hazine ve hikmet menbaı olduğu belirtilir. Ledün ilminin keşif yeridir. Yedinci ve son tavır olan "muhce-i kalb" ilahî nurların tecellî mahallidir. Mükerrem olanların makamı burasıdır ve en faziletli olanların sırları burada gizlidir. Şânî'nin günahları karşısında münacatta bulunduğu bölümdür. Allâh’a Hz. Muhammed'in mucizelerinin anlatıldığı bölümdür. Hz. Muhammed’in mi’râca yükseldiği geceyi tasvirle başlayan mir’âciyyede isrâ, mi’râc hadiseleri, Hz. Peygamber'i taşıyan binek olan Burak’ın vasıfları etraflıca anlatıldıktan sonra Hz. Peygamber’in göğün katlarında diğer peygamberlerle karşılaşmasını dile getirir. Mi’râc hadisesinden sonra dört halife birer beyitle anılarak mi’râciye bitirilir. Giriş (Çeharyar-ı Güzin) Giriş (Tazarru') Giriş (Na't) 130 " " Giriş (Münacat) " 22. TERCÌ¡-İ BEND Kİ SEYYİD-İ SÂDÂT U MEF◊AR-I MEVCÛDÂT U ŞEFÌ¡-İ ¡ARA~ÂTUÑ NA¡T-I ŞERÌF Ü MED◊-İ MÜNÌFLERİDÜR ¡AYÂN U BEYÂN OLINUR (b. 482-511) 23. RECÂ-YI ¡İNÂYET Ü ÜMÌD-İ ŞEF¡AT İÇÜN ŞEFÌ¡-İ RÛZ-I CEZ SUL‰ÂN-I ENBİY ◊A≤RETLERİNE TA≤ARRU¡ U NİYÂZ OLINUR (b. 512-538) 24. İMÂM-I ◊A¢Ì¢-İ ¡ATÌ¢ OLAN ¡ALE’T-TA◊¢Ì¢ EBÛ BEKR ~IDDÌ¢’UÑ NA¡T-I ŞERÌFLERİ VÜ MED◊-İ MÜNÌFLERİDÜR Kİ ±İKR OLINUR (b. 539-549) 25. ZEYN-İ A~◊ÂB U MÜRŞİD-İ A◊BÂB OLAN ¡ÖMER BİN ◊A‰‰ÂB’UÑ NA¡T-I LÂYI¢ U VA~F-I FÂYI¢LARIDUR BEYÂN OLINUR (b. 550-560) 26. DÂMÂD-I FA»R-I KEVNEYN OLAN ¡O¿MÂN-I Zİ’N-NÛREYN’ÜÑ VA~F-I CELÌL Ü MED◊-İ CELÌLLERİDÜR BEYÂN OLINUR (b. 561-571) 27. ŞÌR-İ »UD VÜ ¢U‰B-I EVLİY OLAN ¡ALÌYY-İ MURTE≤A’NUÑ NA¡T-I ÂBDÂR U MED◊-İ TÂBDÂRIDUR BEYÂN OLINUR (b. 572-582) 28. MÜNÂCÂT (b. 583-591) Hz. Muhammed'in vasıflarının övüldüğü na't bölümüdür. Şânî, bu bölümün sonunda günahları karşısında Hz. Peygamber'den şefaat ister. Şânî Hz. Muhammed'in vasıflarını övdükten sonra şefaat ümidiyle tazarruda bulunur. İlk halife Hz. Ebubekir'in vasıfları anlatılır. İkinci halife Hz. Ömer'in vasıfları anlatılır. Üçüncü halife Hz. Osman'ın vasıfları anlatılır. Dördüncü halife Hz. Ali'nin vasıfları anlatılır. Şânî, dört halifenin de adını sıralayarak münâcâtta bulunur. Giriş (Sebeb-i Te'lif) Giriş (Tarikat Büyüğüne Medhiye) Giriş (Larende Şehrengizi) Giriş (Padişaha Medhiye) 131 29. SUL‰ÂN-I A¡ªAM U »Â¢ÂN-I MU¡AªªAM MÂLİK-İ Rİ¢ÂB-I ÜMEM OLAN PÂDİŞÂH-I MÜKERREM SUL‰AN MURÂD »ÂN-I MU◊TEREMÜÑ MED◊-İ DÜRER-BÂR U VA~F-I GÜHER-Nİ¿ÂRLARIDUR ◊ALLEDE’LLÂHU TE¡ÂL »ILÂFETEHÛ VE EBBEDE ªILÂLE ~AL‰ANATİHÌ (b. 592-628) 30. BU ◊A¢ÌRÜÑ VA‰AN-I A~LÌSİ OLAN ŞEHR-İ TÂBENDE VÜ KİŞVER-İ DİRA»ŞENDE YA¡Nİ SEVÂDI LÂRENDE’NÜÑ ◊AMÂHA’LLÂHU MİN KÜLLİ ~ADMETİN VE FİTNETİN VE ◊AFEªAH MİN CEMÌ¡İ BELİYYÂTİ VÂFETEN MED◊-İ RA¡N VÜ VA~F-I ZÌBÂSIDUR ¡ALE’LİCMÂL BEYÂN U ¡AYÂN OLINUR (b. 629-650) 31. KÂŞİF-İ RUMÛZ-I ∏AYBÌ VÜ VÂRİ¿-İ ¡ULÛM-I NEBÌ ŞEY» ¡ÖMER RÛŞENÌ E’ŞŞEHÌR Bİ-MONLA ÇELEBİ ◊A≤RETLERİNÜÑ MEHHEDE’LLÂHU ªILÂLE İRŞÂDİHÌ ¡ALE’‰-‰ÂLİBÌN İLÂ-YEVMİ’L-¢IYÂME VE’D-DÌN MEN¢IBI VÜ EV~ÂF-I ¡ACÂYİBİDÜR ±EYLİNDE SEBEB-İ LEVÂYİ◊ Ü B¡ݿ-İ FEVÂYİ◊ ±İKR OLINUR (b. 651-711) 32. SEBEB-İ NAªM-I GÜLŞEN-İ EFKÂR U ~IFAT-I FA~L-I HAZÂN U BAHÂR (b. 712-769) Dönemin padişahı III. Murad’a yazılmış medhiyede Şânî, III. Murad’ı Hakk’ın yeryüzündeki gölgesi olarak kabul eder. Şânî’ye göre III. Murad’ın methedilen vasıfları anlatmakla bitmez. Şânî bu bölümde memleketi Lârende' yi tasvir eder. Lârende, âlimlerin, sâlihlerin mekânı olup bağları, bahçeleri, tabiat güzellikleri ve kalesiyle cennetten bir parça olarak anlatılır. Şânî, Dede Ömer Ruşenî'den feyiz aldığını, bu feyizle kalbinin temizlendiğini ve bu feyzin Gülşen-i Efkar'ı yazmasında önemli etkisinin olduğunu belirtir. Bu bağlamda bu cihanda kalıcı bir eser bırakmayan kişinin unutulup gideceğini vurgulayarak adının hayırla yâd edilmesi için Gülşen-i Efkar'ı yazdığını söyler. Teşbih, teşhis ve istiarelerle örülü sanatlı bir anlatımla ayrıntılı bir bahar ve hazan tasviri yapılır. Daha sonra Şânî eserini gül bahçesine benzetir ve eserindeki her sözün, her harfin cennet bahçesinin bir nümunesi olduğunu anlatır. Konunun İşlendiği Bölüm 132 33. Â∏ÂZ-I HİKÂYET (b. 770-781) " 34. BEHİŞT-ÂS OLAN ◊ADÌ¢A-İ ¡ULY VÜ GÜLŞEN-İ BÌ-HEMTÂNUÑ VA~F-I ZÌBÂSI VE KÂ◊-I VÂL VÜ ¢A~R-I A¡LÂNUÑ MED◊-İ RA¡NÂSIDUR Kİ MEDÂR-I ◊İKÂYET Ü MÜBDÌ-İ RİVÂYETDÜR Kİ ±İKR OLINUR. (b. 782-842) " " " 35. ~IFAT-I ~UB◊ VE ¡A¢L-I NÌK-ÂRÂNUÑ ¡İLM Ü ◊İLM-İ RA¡N VÜ DEVLET-İ BÌHEMTÂ-YILA MÜNªARASIDUR BEYÂN OLINUR (b. 843-870) 36. ¡A¢L-I PÂK SEM¡-İ TÂBNÂKİ VA~F İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR. (b. 871-878) 37. ¡A¢L-I PÜR-ENVÂRUÑ BA~AR-I TÂB-DÂRI TA¡RÌFİDÜR ±İKR OLINUR. (b. 879-889) Şairin söz söyleme kudretiyle övündüğü bölümdür. Şânî kendine seslenerek halkı bu eserle aydınlatması, onlara hakikati göstermesi gerektiğini belirtir. Bu bölümde ana hikâyeye ilişkin herhangi bir olay veya duruma yer verilmemiştir. Gülşen’in insanı cezbeden birçok vasfı olduğunu ifade eden Şânî, Gülşen’in gözcülüğünü nergis, kapıcılığını benefşenin üstlendiğini söyler. Koruyuculuğu ise akıl, ilim, hilm ve devlet yerine getirir. Mekânı insan dimağı olan akıl, yol göstericilik vasfıyla vurgulanırken ilim, hayatı aydınlatan bir ışıktır. Hilm ‘edeb’ kavramıyla tanımlanır ve hilmin insanlar arasındaki fitneyi önleme özelliği belirtilir. Devlet ise ‘talih’i simgelemekte-dir. Bu dört kahramanın vasıfları övülür. Bir gece nergisi meclise gözcü koyarak münazaraya başladıkları söylenir. Aklın kendini tavsif edip yücelttiği bölümdür. Akıl, ricalü'l-gaybın men-aref sırrını akıl yoluyla anlayabileceğini belirtir. Daha sonra hünerli pek çok müridi olduğunu söyledikten sonra bu müridler hakkında açıklamalar yapar. Bu müridlerin ilki "sem'" yani işitme duyusudur. Akıl, gecenin karanlığının ona perde olamayacağını belirtir. İkinci mürid ise "basar"dır. Gözü, görme duyusunu işaret eder. Güzeli gören ve müşahede edendir. " 38. ¡A¢L-I DİL-CÛ ŞEMM-İ »OŞ-BÛYI TA¡RÌF İTDÜGİDÜR TA◊RÌR OLINUR (b. 890-896) Üçüncü mürid olan "şemm"(burun, koklama)'in anlatıldığı bölümdür. Akıl, onun Ruhullah'ın kokusunu alınca misk ve anberin kokusunu hiç duymadığını, bûy-ı sabânın ona Hz. İsâ'nın nefesi gibi geldiğini, cennetin kokusunu alabildiğini ve onun makamının arş olduğunu belirtir. " 39. ¡A¢L-I TÂB-DÂR ±EV¢-İ ÂB-DÂRI VA~F İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR (b. 897-903) Dördüncü mürid ise "zevk" yani tatma duyusudur. Tasavvufta manevi hazzı ifade eder. Zevk-i ruhanî'nin ruha feyiz verdiği belirtilir. " 40. ¡A¢L-I ENVÂRUÑ LEMS-İ NÂZİKTERİ TAV~ÌFİDÜR BEYÂN OLINUR (b. 904-909) Beşinci mürid olan "lems" (dokunma) sıcak ve soğuğu algılar, kişiyi sıcağın yakıcılığından ve soğuğun donduruculu-ğundan korur. Kuru ve nemli olanın farkına varıp kuruda yaşta Hızır gibi insanın imdadına yetişir. 133 " " " " " " " " Altıncı mürid ise "hiss" (duygu)'tir. Onu gören olmamıştır. Sadakat ve kerametle makamı beklemektedir. İçine beş nehrin boşaldığı bir havuz gibidir. İnsan ruhu gibi gizlidir ancak gönüldeki hükmü nur gibi apaçıktır. Her akıl sahibi onu baş tacı yapar. 42. ¡A¢L-I SIRDÂŞ »AYÂL-İ Yedinci mürid ise "hayal"dir. İlm-i bâtında NA¢¢ÂŞI TA¡RÌFİDÜR mâhirdir ve gönle her ne gelse bilir. TAS‰ÌR OLINUR Göremeyeceği, tasvir edemeyeceği hiçbir şey (b. 917-924) yoktur. Sekizinci mürid "vehm" (korku, kuruntu ve 43. ¡A¢L-I DİRA◊ŞÂN VEHM- şüphe)'dir. Edeb, terbiye sahibidir. Nefsî İ TERSÂNI VA~F İTDÜGİDÜR arzulara mani olandır. Daima vahdette olmayı ±İKR OLINUR arzulamaz, sefayı kesrette bulur. Cüz'î ilme (b. 925-931) kâdirdir. Korkuları, şüpheleri akla bildirmekle görevlidir. 44. ¡A¢L-I DERYÂ-DİL Dokuzuncu mürid "hafıza"dır. Sırlar hazinesinin ◊ÂFIªA-İ KÂMİLİ TAV~ÌF sadık bekçisi, koruyucusudur. Kalbe giren her İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR şey hafızaya alınır ve orada gizlenir. Aklın (b. 932-941) hazinedarıdır. Onuncu ve son mürid "mutasarrıf"tır. Aklın tasarruf etme yetisi, salâhiyeti ona bağlıdır. 45. ¡A¢L-I ŞERÌF Aklın karara varmasını sağlayan unsurdur. MUTA~ARRIF-I LA‰ÌFİ VA~F Bölümün sonunda akıl, kendini bu müridlere İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR sahip olduğundan dolayı överek kendisini İslâm (b. 942-952) incisinin saklandığı mahzen olarak niteler. Aklın sözleri burada sona erer ve sonraki başlıkta ilim münazarada söz alır. 46. ~IFAT-I ŞEB VE ¡İLM-İ Bu bölümde ilim konuşma sırasını alır ve kendi FA≤LULLÂHUÑ ¡A¢L U özelliklerini sıralar. Bu özelliklerde de tıpkı ◊İLM Ü DEVLETŞÂH İLE akılda olduğu gibi bir kusur yoktur. Aklın iddia MÜNªARASIDUR TA◊RÌR ettiği fâzıl, ârif, âlim, kâşif vb. özelliklerin Ü TAS‰ÌR OLINUR kendinde olduğunu ve insanın irşâda kendi vasıtasıyla ulaşabileceğini belirtir. (b. 953-989) 47. ~IFAT-I ~UB◊ VE ◊İLM-İ SELÌMÜÑ ¡A¢L U ¡İLM Ü Münazarada konuşma sırası hilmdedir. Hilm de DEVLET-İ ¡AªÍM İLE diğerleri gibi özelliklerini sıralayarak üstünlük MÜNªARASIDUR TA◊¢Ì¢ iddiasına katılır. OLINUR (b. 990-1024) Konuşma sırasını devlet almıştır. O da kendi 48. ~IFAT-I ŞEB VE DEVLET-İ vasıflarını överek münazarada üstünlüğünü dile KÂMRÂNUÑ ¡A¢L U ¡İLM Ü getirmeye çalışır. Son beyitlerde dört kahraman ◊İLM-İ DIRA»ŞÂNLA bu münazaradan bir galip çıkmayacağını MÜNªARASIDUR BEYÂN anlayınca sorularına cevap verebilecek "hâkim OLINUR ve âlim" birine danışmaya karar verir sonraki bölümde danışacakları kişiyi bulmak üzere bir (b. 1025-1065) seyahate çıkarlar. 41. ¡A¢L-I MEHEKK ◊İSS-İ MÜŞTEREKİ TA¡RÌF İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR (b. 910-916) 134 Bir seher vakti dört kahraman altın kanatlı bir şahbazın sırtında doğu tarafına doğru seyahate çıkarlar ve çölü aştıktan sonra o günün sabahı bir kazaya varırlar. O kazada bir tepe görürler. Bu tepenin eteklerine kurulmuş bir şehir vardır. Sorularına cevap verecek zatı bulmak ümidiyle şehre girerler. Şehrin içinde bir gül bahçesi (gülşen) görürler. Gül bahçesinin ortasında bir kubbe vardır. Şehrin, bahçenin ve kubbenin güzelliği karşısında hayrete düşerler. Bahçenin içinde ay yüzlü, yasemin kokulu bir güzel görürler. O güzelin adının rûh-ı seyranî, şehrin adının da "şehr-i marifet" olduğunu rûh-ı seyranîden öğrenirler. Bahçenin içindeki kubbenin adı da "beyt-i mevhibet"tir. Beyt-i mevhibette sorularına cevap verecek kişi olan rûh-ı pür-hikmet bulunmaktadır. Bu kişi şehrin valisidir. Rûh-ı seyranî ise onun hizmetkârıdır. Dört kahramanımız rûh-ı seyranîye dertlerini anlatırlar ve rûh-ı seyranî de onları sabahleyin rûh-ı pür-hikmete götüreceğini, aradıkları cevabın onda olduğunu söyler. Bölüm boyunca kahramanların gördükleri yerler ve rûh-ı seyranî ayrıntılı ve sanatlı bir anlatımla tasvir edilir. Dört kahraman, marifet şehrinin sözcüsü olan rûh-ı seyranî ile kubbe-i mevhibetin önünde buluşurlar. Rûh-ı seyranî, rûh-ı pür-hikmet hakkında ayrıntılı bilgi verirken övgü dolu sözler söyler. Dört kahraman da aradıkları cevabın rûh-ı pür-hikmette olduğunu anlayarak kendilerini ona götürmelerini rûh-ı seyranîden rica ederler. " 49. ~IFAT-I ~UB◊ VE ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM Ü DEVLET SEYÂ◊AT İDÜP ŞEHR-İ MA¡RİFET Ü ¢UBBE-İ MEVHİBETE VÂ~IL OLUP RÛ◊-I SEYRÂNÌYE MÜL¢ÂT OLDU¢LARIDUR BEYÂN OLINUR (b. 1066-1165) " 50. ~IFAT-I ~UB◊ VE RÛ◊-I SEYRÂNÌ Kİ ¡ÂRİF-İ RABBANÌ OLAN RÛ◊-I PÜR◊İKMET-İ ~AMEDÂNÌYİ VA~F İTDÜGİDÜR TA◊RÌR OLINUR (b. 1166-1244) " 51. RÛ◊-I SEYRÂNÌ ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM Ü DEVLETİ RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE ‰APŞIRUP RÛ◊-I PÜR◊İKMET DA»I ANLARA İSTİFSÂR-I ◊ÂL İTDÜGİDÜR ¡ALE’L-İCMÂL ±İKR OLINUR (b. 1245-1291) Rûh-ı seyranî, rûh-ı pür-hikmete durumu anlatır. Daha sonra rûh-ı pür-hikmet onları huzuruna kabul eder. Kahramanlar neden burada olduklarını açıklarlar. Rûh-ı pür-hikmet de onların sorularına cevap vereceğini belirtir. Ancak akşam olmuştur ve sabah olunca gelmelerini söyler. " 52. SIFAT-I SUB◊ VE ¡A¢L RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE FA≤ÌLET Ü »A~LETİNİ TA¢RÌR İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR (b. 1292-1338) Sabah olunca rûh-ı pür-hikmetin huzurunda sözü ilk olarak akıl alır. Ayet ve hadislerden yararlanarak kendi vasıflarının üstünlüğünü dile getirir. İlmin kendisinin halefi olduğunu, kendi zatıyla şeref bulduğunu; hilmin aklın kerametini görüp saadet kapısını beklediğini; devletin ise yanında bekleyen muhafızı olduğunu belirterek hepsinden üstün olduğu iddiasını dile getirir. 135 " 53. İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR◊İKMET (b. 1339-1370) " 54. ¡İLM-İ ¡ÂLÌ-ŞÂN RÛ◊-I PÜR-◊İKMET-İ SÜ»ANDÂNA FA≤LINI BEYÂN İTDÜGİDÜR (b. 1371-1418) " 55. İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR◊İKMET (b. 1419-1449) " 56. ◊İLM-İ NÌK-»A~LET RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE TA¢RÌR-İ FEZÂ’İL Ü TA◊¢Ì¢-İ ŞEMÂ’İL İTDÜGİDÜR (b. 1450-1490) " 57. İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR◊İKMET (b. 1491-1518) " 58. DEVLET-İ FERRU»-FÂL RÛ◊-I PÜR-◊İKMET-İ NÌK»I~ÂLE BEYÂN-I FA≤L U ¡AYÂN-I ¡ADL İTDÜGİDÜR TA◊RÌR OLINUR (b. 1519-1560) " 59. İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR◊İKMET (b. 1561-1599) Rûh-ı pür-hikmet, aklın üstünlük iddialarına onun kusurlarını anlatarak karşı çıkar ve üstünlük taslamaya hakkı olmadığını söyler. Bu kusurlardan bazıları şunlardır: Vehme düşmek, davranışlarında tutarsız, sözlerinde sadakatsiz olmak, dünyevi şeylere önem vermek, gönül âleminde ve aşkın nuru karşısında sönük kalmak, onu idrak edememek, zâhiri görmek ama bâtında yetersiz kalmak, mağrurlanmak vb. İddiasını dile getirme sırası ilimdedir. İlim, ayet ve hadislerden de yararlanarak faziletlerini dile getirir. Akıl, hilm ve devletin kendinin saadet kapısını beklediğini ve onlardan üstün olduğunu söyler. Rûh-ı pür-hikmetin ilme itirazı, ilmin sahip olduğu şu özellikler etrafında şekillenir: Bencillik, menfaatçilik, kibirlilik, kıskançlık, tevazu sahibi olmama, mağrur olma vb. Hilm de kendi vasıflarını ayet ve hadislerden örneklerle anlatarak üstünlük iddiasında bulunur. Rûh-ı pür-hikmetin hilme itirazı başlıca şu özellikleri yüzündendir: Alçakların, değer bilmezlerin ayağının altında ezilmesi, zayıflık ve acizliğin göstergesiymiş gibi görülmesi, alçaklara gerekli cevabı verememesi, hakarete uğradığı halde ses çıkaramaması, edepli geçinip de edep vermeye yanaşmaması, riyâkâr zannedilmesi, insanların kabahatlerini görmezlikten gelerek haddini bildirmemesi, dışa iyi görünüp de içte öyle olmaması, alçakların elinde mihnete düşmesi, tevazunun fazlasının ayıplanması vb. Söz sırası devlettedir. O da kendi vasıflarını ve diğer kahramanların iddia ettiği "ben daha faziletliyim" savını ruh-ı pür-hikmet’e anlatır. Bu iddiada akıl, ilim ve hilmin kendisinin hizmetkârları olduğunu söyler. Bu iddiaya göre akıl onun veziri, ilim askeri, hilm ise sırlarını kaydeden kâtibidir. Rûh-ı pür-hikmet, devletin kusurlarını şu özelliklerini söyleyerek ortaya koyar: Halka karşı vefasız olması, kaba ve sertlik yanlısı olması, hayal aleminde (dünya) saltanat sürmesi, kesret aleminde kalması, gönül gözünden mahrum olması, mazlumu umursamaması, zahirde zengin görünüp batında fakir olması, nadanın ayağına gitmesi, açgözlü ve kibirli olması vb. 136 Bitiş " Dört kahraman, rûh-ı pür-hikmetin söyledikleri karşısında kendi kusurlarının farkına varmıştır. Son olarak rûh-ı pür-hikmetten nasihat isterler. 60. ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM Ü DEVLET RÛ◊-I PÜR-◊İKMET Rûh-ı pür-hikmet de onlara şu nasihatlerde bulunur: Bilgi ve fazilet sahibi olunca gaflete ±EVÌ-◊AYRETDEN düşmeyin, kibir ve riyâdan uzak durun, kendi TEMENNÂ-YI NA~Ì◊AT İDÜP ayıbınızı bilin, başkalarının ayıplarıyla meşgul RÛ◊ DA»I ANLARA olmayın, benliği terk edin, hasedden uzak NA~Ì◊AT-I ◊İKMET-ÂMÌZ durun, kin gütmeyin, kendiniz dışındakileri İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR küçük görmeyin, aşağılamayın, kusurunuzu (b. 1600-1671) bilin, zaaflarınızı görün vb. Bölümün sonunda kişinin Hakk'a vasıl olması için bir mürşîd-i kâmîle intisab etmesi gerektiği vurgulanıyor. "Hamd ü senâ, dua, şairin eseriyle ve şairliğiyle övünmesi, eserin adı, metni doğru okuyamayan 61. »ÂTİMETÜ’L-KİTÂB ve anlayamayan okuyuculara yergi, okuyucudan (b. 1672-1730) hayır dua isteme" şeklinde özetleyeceğimiz bu bölümle Gülşen-i Efkâr sona erer. 4.2. Dönemin Tarihî ve Sosyal Yapısına İlişkin İpuçları Gülşen-i Efkâr dinî-tasavvufî konulu alegorik bir mesnevi olduğu için eserin içinde dönemin sosyal yapısını ortaya koyacak türden beyitlere pek rastlanmaz. Sultan Üçüncü Murad’a yazdığı bir methiye onun Sultan Murad devrinde yaşadığını ve muhtemelen Gülşen-i Efkâr’ı Sultan Murad’a sunduğunu düşündürür. Çünkü Gülşen-i Efkâr’da Sultan Murad dışında methiye yazılan herhangi bir devlet büyüğü yoktur. Sultan Murad methiyesinde de sosyal hayata ilişkin konulara girilmemiş, sözü edilen methiye hamasî tarzda ağdalı bir dille yazılmıştır. Şânî’nin, Mevlânâ’nın Mesnevisine methiyede bulunması ve Gülşen-i Efkâr’ın da onun gibi elden düşmeyen bir eser olmasını istemesi, Mevlânâ’dan etkilenmiş olabileceği düşüncesini kuvvetlendirir: 1698. ¢u†b-ı ¡âlem ki ◊a≥ret-i Monlâ Rüşd içün itdi Me&nevµ peydâ 1699. Tâ ola sâlike †arµ…-i sedâd ¢ı§§adan √i§§e ala ehl-i reşâd Şânî, Dede Ömer Rûşenî’ye de bir methiye yazmıştır. Dede Ömer Rûşenî Halvetiyye tarikatının pîrleri arasında sayılır. Bu sebeple şairin halvetî olduğu sonucuna varılabilir. Beyitleri arasında “halvet” sözcüğü Gülşen-i Efkâr’da on beyitte karşımıza çıkmaktadır: 137 47. Kimi ke&retde kimi va√detde Dâ’ire içre kimi «alvetde 408. Bir gice …aplamışdı dehri @alâm »alvete girmiş idi bedr-i tamâm 673. Ber… urur ru«larında nûr-ı §afâ Oldı «alvet-serâda şem¡-i hüdâ 675. Nûn olup …addi künc-i †â¡atde Buldı sırr-ı fenâyı «alvetde 677. Ol emµr-i serµr-i ¡âlem-i …alb Şem¡-i «alvet-serây-ı «âne-i ce≠b 882. ¢arañu «alvet içre buldı cem¡ Şu¡le-i nûr-ı ≠âtın itdi şem¡ 889. Gice künc-i fenâ-yı «alvetde Gündüzin §un¡-ı ◊â……ı ¡ibretde 955. Rûşen olmaπiçün derûnı gehî »alvet-i hâle içre …oydı mehi 1183. Şem¡-i «alvet-serây-ı πaybµdür Cevher-i ma¡rifetle …albi pür 1198. Buldı «alvet-serâda cem¡ü’l-cem¡ Gördi ol nûr-ı ≠ât ¡ayn-ı şem¡ Şânî’nin teşbih ve istiârelerde kullandığı kuvvetli unsurlar da dönemin sosyal yapısına ilişkin ipuçları içerir. Örneğin edebî sanatlara örnekler verirken üzerinde durduğumuz saray istiâresi, saraydaki hiyerarşiyi vermesi bakımından önemli sayılabilir. Sarayda en yetkili kişi padişahtır. Ondan sonra veziri ve diğerleri sıralanır. Dört hikâye kahramanının münazarasında “devlet” kendisini padişah olarak görürken diğer kahramanları hizmetkârları olarak düşünür: 1528. Benem ol pâdişâh-ı deryâ-cûş Ba√r-i cûdum ider ziyâde «urûş 1530. ¡A…l-ı kâmil benüm vezµrümdür ¡İlm-i fâ≥ıl benüm müşµrümdür 138 1531. Kâtib-i sırrum oldı √ilm-i selµm Dâ’imâ «idmetüm ider o √alµm 1532. ◊â§ılı ¡a…l ü ¡ilm ü √ilm ü va…âr Zµr-i destümde cümle √i≠metkâr Şânî, mesnevinin giriş bölümünde saraydaki görev dağılımını yaparken mürşit rolünü üstlenen “rûh-ı pür-hikmet”i padişahlık makamına oturtup diğerlerini onun hizmetkârları yapar. Bu dağılımda rûh-ı pür hikmet mürşit olurken diğer kahramanların da mürid olacağı daha eserin giriş bölümünde ön bilgi olarak verilir: 101. Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh »al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh 102. ¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm İtdi √ilmi aña edµb-i selµm “Eflâtun, Efrâsiyab, Dârâ” vb. telmih unsurları o dönemde herkesçe bilinen ve önem verilen şahsiyetleri vermesinden çok o kişilerin özellikleri, o dönem insanının hangi özelliklere değer verdiğini göstermesi bakımından önemlidir. Örneğin âb-ı hayat, Hızır, İlyas ve İskender telmihi gerçek anlamda bedenen ölümsüz olmayı anlatmak için kullanılmaz. İlâhî aşk anlamında tasavvufî bir sembol olarak kullanılan âb-ı hayat, ledün ilminden kinâyedir. O, mürşid-i kâmilin, hayvanî hayat yaşayan insan aklını dirilten sözleri ve nazarıdır. Manevî neş’eyi, aşk ve irfânı anlatmak için kullanılır. 4.3. Din ve Tasavvuf Tasavvuf, sûfîlerce Allah ve Resulü’nün (s.a.v.) öğrettiği edep üzere kurulmuş manevî ve ahlakî eğitim sistemi olarak görülür. Temel yöntemi, tövbe, ihlâs, haramdan kaçınma, zikir, rabıta, sohbet, hizmet ve edeple nefsi terbiye etmektir. Hedefi, Allah Tealâ’nın rızasına ulaşmış kâmil insan yetiştirmektir. Tasavvuf terbiyesinin merkezinde mürşid-i kâmil bulunur. Mürşit, bu yolda manevî eğitimini tamamlamış velîler arasından seçilerek görevlendirilir. Bu görevi ona halk değil, Cenab-ı Hak verir. Onu taşıyacak kimselerin hem âlim hem ârif olması şarttır. Onun için mürşit ilim irfan sahibi edepli kişilerden seçilir. Gerçekten terbiye olmayan kimse başkasını terbiye edemez. Tarikat ise bir okuldur. Bu okula samimiyetle girilir, edeple çıkılır. Gülşen-i Efkâr boyunca Şânî bu edebi öğretme, bu terbiyeyi verme gayretindedir. Ana hikâye kısmının 139 son bölümünde hikâye boyunca okuyucuya vermek istediği mesajları rûh-ı pür-hikmetin ağzından özetler. Bu bölüm bir bakıma mesnevinin yazılma amacını ortaya koyar. Şânî burada bir öğretmen edasına bürünür. Aşağıdaki beyitler bu bölümden alınmadır: 1637. Bu cihân içre «od-nümâ olmañ ~â√ib-i kibr yâ riyâ olmañ 1638. Her kişi ¡aybına olup ¡ârif ∏ayri ¡aybına olmasun vâ…ıf 1643. Benligi terk idüñ ¡ale’l-ı†lâ… Eyleye tâ ki sizde nûr işrâ… 1645. Kendüñüz fa≥lla ögüp §atman »âb-ı πafletle dâ’imâ yatman 1647. ◊ased ü √ı…d u kibr ü kµni müdâm Terk idüñ olasuz ≠evi’l-ikrâm 1648. Mev…i¡inde √amûl olup ≠elili Terk idüñ nefsiñüzden ol «aleli 1656. Size lâyı… budur ki dünyâda Viresüz hep vücûduñuz bâda 1657. Bilesüz dâ’imâ …usuruñuzu Añlayasuz …amu fütûruñuzu 4.3.1. Âyetler Dinî-tasavvufî eserlerde şair sözünü Peygamber’in sözleriyle ve Kur’an’a yaptığı göndermelerle güçlendirir. Böylelikle söylediklerini sağlam temellere oturtmuş olur. Âyet ve hadisler divan şairinin faydalandığı ana kaynaklar arasında yer alır. Eser dinî-tasavvufî içerikliyse bu yola çok daha fazla başvurması doğaldır. Gülşen-i Efkâr’da sûre ve âyetlere yapılan göndermeler şunlardır:130 Bazı beyitlerde sûreler sadece ismen zikredilir: 525. 130 Dürr-i la¡lüñ ki sµni Yâsµnüñ Beñlerüñ §anki no…†ası dµnüñ Açıklamaların sonunda (Sûre adı, sûre numarası / âyet numarası) düzeninde kısaltma yapılmıştır. Âyetin Türkçe meâli verilirken Türkiye Diyanet Vakfı Kuran-ı Kerim Meâli esas alınmıştır. 140 İsrâ sûresi, 70. âyette “Velekad kerremnâ benî-âdem” Anlamı: İnsan bütün yaratıkların en mükerremidir. Şair de insan olduğundan bu sûre hakkı için Hz. Muhammed’den şefaat arzusunu dile getirir: 530. Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr İhlâs, samimi olmak, dine içtenlikle bağlanmak demektir. Allah'a bu sûrede anlatıldığı şekilde inanan, tevhit inancını tam anlamıyla benimsemiş ihlâslı bir mü'min olacağı için sûre bu adla anılmaktadır. İslâm’ın tevhid akidesinin en özlü, samimî ve anlamlı ifadesini içerir. Sûrenin anlamı şu şekildedir: “De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.” 63. Sırr-ı …albüñde var-ısa i«l⧠Saña yeter bu sûre-i İ«l⧠Nûn adıyla da bilinen sûre Kur’an-ı Kerim’de “Kalem sûresi” adıyla geçer. İlk sözü “Nûn” olduğu için bu adla da anılır. Sûrenin ilk iki âyetinin anlamı şöyledir: “Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına andolsun ki (Resûlüm), sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin.” Leyl kelimesi, gece ve karanlık anlamlarına gelir. Ve’l-leyl “Geceye and olsun” anlamındadır. Leyl sûresinin ilk dört âyetinin anlamı ise şöyledir: “(Karanlığı ile etrafı) bürüyüp örttüğü zaman geceye, açılıp ağardığı vakit gündüze, erkeği ve dişiyi yaratana yemin ederim ki işleriniz başka başkadır.” Beyitte ebrûnun nun harfine benzemesi, saçlarının siyah oluşuyla leyl benzetmesi dikkat çekmektedir. Nûn ve leyl sözcükleri hem gerçek anlamlarıyla hem de sûre adı olarak kullanılmaktadır: 379. 953. 131 Sûre-i Nûn medd-i ebrûsı Da«ı ve’l-leyl-i târ gµsûsı Bir gice pµr-i çar«-ı mihr-i ≥amµr Sûre-i Leyl’i eyledi tefsµr 131 Bu sûrede insanoğlunun iki zıt davranışından, cömertlik ve cimrilikten bahsedilir. İmanlı olmakla cömertlik, imansızlıkla cimrilik arasındaki ilişkiye dikkat çekilir. “Geceye yemin ederek” başladığı için "Leyl" sûresi denilmiştir. 141 “Hâ mîm” âyetiyle başlayan Mu’min, Fussilet, Şûrâ, Zuhrûf, Duhân, Câsiye, Ahkâf sûreleri aynı isim altında söz konusu edilir. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: “Her şeyin bir özü vardır. Kur'ân’ın özü ise, "Hâ mîm"lerdir. Her kim Âyet-el kürsî ve Mü'min sûresini okursa, o gün içerisinde bütün fenâlıklardan muhâfaza olunur. Cennet bahçelerinde yükselmeyi arzu eden kimse, "hâ mim"leri okusun. Her kim Mü'min sûresini (İleyhi’l-masîr)e kadar ve Âyet-el Kürsî'yi sabahleyin okursa, bu kimse bütün belâ ve musibetlerden korunur. Akşam okursa, sabaha kadar bütün fenâlıklardan muhâfaza olunur.” Hâ mîm'ler yedidir: Cehennemin kapıları da yedidir. Her hâ mîm gelip cehennemin bir kapısına durur ve; "Yâ Rab, bana inanan ve beni okuyan kişiyi bu kapıdan içeri sokma" diye yalvarır.132 Ayrıca mutasavvıflar Kur’an’da yedi sûrede geçen “hâ mîm”i yedi nefsle ilişkilendirirler. Bu ilişkiye göre 1. hâ-mîm (Mu’min sûresi - nefs-i emmâre/tevbe) 2. hâ-mîm (Fussilet sûresi - nefs-i levvâme/verâ) 3. hâ-mîm (Şûrâ sûresi - nefs-i mülhime/zühd) 4. hâ-mîm (Zuhrûf sûresi - nefs-i mutmainne/fakr) 5. hâ-mîm (Duhân sûresi - nefs-i raziyye/sabr) 6. hâ-mîm (Câsiye sûresi - nefs-i merzıyye/tevekkül) 7. hâ-mîm (Ahkâf sûresi - nefs-i sâfiyye/kâmil) şeklinde açıklanır.133 Tasavvufta ruhsal gelişimin ilerleme aşamalarını temsil eden makamlar vardır. Nefs-i emmâre ve levvâmede bulunan kişi, bu ikisiyle sıfatlanınca, havf ve recâ adını alır. Nefs-i mülhimede bulunan kişi sıfatlanınca kabz ve bast, râziyye ve merzıyye ve mutmainnede bulunan kişide heybet ve üns adlarını alırlar. Nefs-i kâmilede bu isim celâl ve cemâl olur. Havf ve recâ mübtedîler (başlangıç durumundakiler); kabz ve bast mutavassıtlar (yolu yarılıyanlar); heybet ve üns kâmil (olgunlaşmış kişi); celâl ve cemâl halife (yeryüzünde Allah'ın temsilcisi) içindir. Bu da Hz. Muhammed veya insan-ı kâmil mertebesine erişmişler için kullanılır.134 Aşağıdaki beyitte nefsin yedi tabakasını geçen (hâ mîm ile başlayan sûreler nefsin yedi tabakasına isnad edilir.) Hz. Muhammed’den bahsedilir. İkinci mısrada “mîm” harfi nefsin birinci tabakasıyla ilişkilendirilen “Mu’min” sûresinin ilk harfini oluşturur. Nefsin ilk tabakasında her şey muhkem (belirsiz)’dir. Mîm kelimesiyle oynayan Şânî, kitapların sonuna konan ve “temme” ifadesi olarak bilinen “son” anlamını da verir. “Yani nefsin ilk tabakasında her şey belirsiz” anlamının yanı sıra “sonunun da belirsiz olacağı” hükmüne işaret eder. Nefsin son tabakası aşıldığında ise her şey netleşir, kesinlik kazanır: 132 http://www.mumsema.com/misafir-sorulari/131843-hamim-ile-baslayan-sureleri-tek-seferdeokumanin-faziletiyle-ilgili.html 133 http://www.muhammedinur.com/forum/viewtopic.php?f=44&t=4679 134 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi Yay., İstanbul 2009. 142 484. Geldi √allitdi sûre-i √â mim Mµm-i mübhem idi femi mu√kem Beyitlerin veya başlıkların büyük çoğunluğunda ise belirli bir âyete gönderme yapılır: ¢ad «ale…aküm e†vâren: “Oysa, sizi türlü merhalelerden geçirerek O yaratmıştır.” (Nûh 71/14). Mutasavvıflara göre tavırdan tavıra geçiş, seyr-i sülûk süreci ile ilgilidir. Kalbin yedi tavrı vardır: sadr, kalb, şegâf, fu’âd, habbetü’l-kalb, süveydâ ve muhcetü’l-kalb. 135 281. Eyledi anda yedi e†vârı Her biri bir menâr-ı envârı Efemen şera√a’llâhu §adrahû li’l-İslâm (Allah kimin gönlünü İslâm'a açmışsa...): “Allah kimin gönlünü İslâm'a açmışsa o, Rabbinden bir nûr üzerinde değil midir? Allah'ı anmak hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Zumer 39/22). 290. Şer√ ider mü’mine anı Ra√mân Nûr-ı İslâm ider aña feye≥ân 291. Nûr-ı İslâm’dan olsa ger mehcûr Olur ol demde ma¡den-i şer-i şûr Ma√zen-i mâ-ke≠ebe’l-fuâdu mâ-reâ : “Gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı.” (Necm 53/11). Lâ-reyb (şüphe yoktur): “O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.” (Bakara 2/2). “Lâ-reyb”le “yakîn” eş anlamlıdır. Buna göre “reyb”, yakîn (kesin gerçek) olmayan her şeyi ifade ederken, “lâ-reyb” ise yakîn (kesin gerçek) olan anlamındadır. “Kesin gerçek” anlamına gelen “yakîn” kavramı, aynı zamanda İslâm düşüncesinde bilgi vasıtalarını ifade ederken de kullanılır. Her ne kadar İslâm tasavvuf felsefesinde “müşâhede, mükâşefe ve tecellî” olarak ifade edilirse de bu üç bilgi vasıtası aynı zamanda daha yaygın üç deyimle de ifade edilmiştir. “İlme’l-yakîn”, “ayne’l-yakîn” ve “hakke’l-yakîn”. Kur’anî ifadelerden olan bu tabirlerden ilme’l-yakîn; bir otoriteye, bir 135 Ayrıntılı bilgi için bakınız: Süleyman Uludağ, “Kalp”, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul 2001, s. 203. 143 araştırmaya ve duyu güçlerine dayanarak bilmek anlamına gelir. Ayne’l-yakîn, bizzat görülerek elde edilen bilgidir ki, birinciye nispeten daha kesin bir bilgiyi verir. Hakke’lyakîn ise bilgi objesini kendi ruhunda bulmaktır. Bu, adeta sujenin objeyle ittihadıdır. Meselâ ölüm hakkındaki bilgilerimiz, araştırmalarımız hep “ilme’l-yakîn”dir. Ölmekte olan veya ölmüş birini görmemiz “ayne’l-yakîn”dir. İnsanın kendisi ölürken, ölüm hakkındaki bilgisi “hakke’l-yakîn”dir. 136 Aşağıdaki beyitlerde görüleceği gibi “lâ-reyb” ifadesinin geçtiği her beyitte “gayb” kelimesi de kullanılmaktadır. Gayb hazinesine araştırılan bilgiyle, görülerek elde edilen bilgiyle ulaşılamaz. O hazineye ulaşmak için onu kendi ruhunda hissetmek gerekir ki ârif ile âlim farkı burada ortaya çıkar: 6. Fâti√idür «azâin-i πaybuñ Kâşifidür rumûz-ı lâ-reybüñ 104. Fehm ide sırr-ı nükte-i lâ-reyb Anda derc eyleye «azµne-i πayb 461. ¡Arşa †oπruldı kâşif-i lâ-reyb Fi’l-me&el himmet-i ricâlü’l-πayb 573. Server-i kişver-i levâyi√-i πayb Fâti√-i bâb-ı Mu§√af-ı lâ-reyb 683. Lâyı√ oldı niçe me¡âni-i πayb Dilde keşf oldı nükte-i lâ-reyb 865. Men ¡aref sırrını ricâlü’l-πayb Nûr-ı pâkümle fehm ider lâ-reyb 940. Yiridür olsa «âzin-ı πaybµ »ıf@ ider dürr-i genc-i lâ-reybi 1286. Keşf idem tâ kim ¡u…le-i πaybµ Fet√ idem sırr-ı §u√uf-ı lâ-reybi 1369. Seni terk eyledi ahâli-i πayb Bildiler remz-i nükte-i lâ-reyb 136 İsmail Yakıt, “Semantik Analizler Işığında Kur’an’da “Reyb” ve “Yakîn” Kavramları”, Kelâm Araştırmaları 1 : 2, 2003, s. 51-52. http://www.kelam.org/dergi/sayi012/KADER01202.pdf (internette yayımlanan hakemli dergi) 144 1387. ◊a≥ret-i ◊ı≥r fâtih-i lâ-reyb ±âtum-ıla bulur rumûz-ı πayb 1492. Her biri lü’lü’-i √azµne-i πayb Cümleten hükm-i mu§√af-ı lâ-reyb Limeni’l-mülk (hükümranlık / mülk kimindir?): “O gün onlar (kabirlerinden) meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah’a gizli kalmaz. Bugün hükümranlık kimindir? Kahhâr olan tek Allah’ındır.” (Mümin 40/16). Tevhid bölümünden alınan aşağıdaki beyitte hükümranlığın, mülkün tek sahibine işaret edilmektedir: 75. Limeni’l-mülk «i†âbı ¡unvânı Lâ-mekân âstânı dµvânı ‰ıyn-i lâzib (yapışkan çamur): “Şimdi sor onlara! Yaratma bakımından onlar mı daha zor, yoksa bizim yarattığımız (insanlar) mı? Şüphesiz biz kendilerini yapışkan bir çamurdan yarattık.” (Saffat 37/11). Bu tabir ayrıca insanoğlunun balçıktan yaratıldığı hadisesine değinilirken Enam sûresi 2. âyet, Mu’minun sûresi 12. âyet, ve Rahman sûresi 12. âyette de aynen geçmektedir. “Eşref-i insan” tamlaması Hz. Muhammed için kullanılır. 86. Seng-i «ârâda «al… ider √ayvân ‰ıyn-i lâ≠ibden eşref-i insân Lâ ilâhe illallâh / Lâ ilâhe illâ hû: “Allah’tan / O’ndan başka ilah yoktur.” (Kasas 28/18). 112. Açar âyµne-i …ulûbı çü mâh ~ay…al-ı lâ ilâhe illa’llâh 113. Rav≥a-i …albüñi …ılur «oş-bû Sünbül-i lâ ilâhe illâ hû Min şerri’l-vesvâsi’l-«annâs (Gizlice vesvese verenlerin vesveselerinden...): “De ki: Şeytanın vesveselerinin şerrinden insanların Rabbine, melikine, ilâhına sığınırım”(Nâs 114/1-4). 276. Pâs-bân itdi aña «annâsı Bir †ılısm itdi diyü vesvâsı 145 Seb¡a †ıbâk (yedi tabaka): “O ki, birbiri ile ahenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahman olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?” (Mülk 67/3). 252. Ol ¢adµr ü Müheymin ü »allâ… ¢udretiyle yaratdı seb¡a †ıbâ… 282. ¢alb-i insânı »âli… ü »allâ… Çar« mânendi …ıldı seb¡a †ıbâ… ∏asakı’l-leyl (gecenin kararmasına kadar): “Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl; bir de sabah namazını. Çünkü sabah namazı şahitlidir.” (İsra 17/78). 254. ¢ahr u lu†fından eyledi peydâ ∏asa…ı’l-leyl ü §ub√-ı nûr-işrâ… Kün feyekün (“Ol” der ve olur): “Bir şey yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluverir.”(Yasin 36/82; Bakara 2/117). 242. ±âtehu …âne …able kün feyekûn 137 A§l-ı mevcûd u §âni¡-i ekvân 268. Zelzele §aldı emr-i kün ¡ademe Dürc-i genc-i vücûd itdi @uhûr ¡Alleme’l-esma (isimleri öğretti): “Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları önce meleklere arz edip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.” (Bakara 2/31). Hz. Âdem’in halifelik makamına çıkarılmasıyla ilgili olarak Allah Teâlâ’nın ona bahşettiği bir lutfu da, isimlerin öğretilmesi olmuştur ki, melekler bu bilgiden yoksundur. 138 314. 137 Bundadur remz-i ¡alleme’l-esmâ Bu ma…âm içredür …amu nu¡mâ Mısraın anlamı: O’nun zatı “Ol der ve olur”dan önce idi. Allah’ın zâtının hiçbir şeyi yaratmadan önce var olduğuna işaret edilir. 138 Ayrıntılı bilgi için bakınız: Mustafa Ünver, “Nesimi’nin Şiirlerinde Kur’an’a Referans Sorunu”, OMÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.24-25, 2007, s.129.) Önceki beyitte meleklerin bu bilgiden yoksun olduğuna değinilmiştir. 146 951. Sırr-ı İsrâ vü ¡alleme’l-esmâ ±ât-ı pâkümle oldı hep peydâ Ve lekad kerremnâ beni ademe .. fa≥≥elnâ .. (and olsun şereflendirdik, üstün kıldık): “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” (İsra 17/70). 317. Bu-durur ol ma…âm-ı kerremnâ Bundadur cümle sırr-ı fa≥≥elnâ 1175. Ol-durur dürr-i dürc-i kerremnâ Ol-durur genc-i sırr-ı fa≥≥elnâ Er-rahmâni’r-rahîm: “Sen Rahman ve Rahimsin”(Fatiha 1/2). 361. Er√ame’r-râ√imµn ∏affâr’sın Ekreme’l-ekremµn Settâr’sın Lâ taknetû (ümit kesmeyin): “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer 39/53). 364. Lµk lâ ta…ne†ûya ¡âmiller Ra√metüñi recâda kâmiller ¢âbe …avseyn ev ednâ (iki yay aralığı kadar hatta daha yakın): “O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu” (Necm 53/9). 464. Mülk-i sermedde …a§r-ı ev ednâ Nâ-gehân oldı çeşmine peydâ 1191. Ma√remidür o …âbe …avseynüñ Kâşifidür rumûz-ı kevneynüñ Et…â (çok takva sahibi olan): “O en çok takva sahibi olan ise ondan(ateşten) çok uzaklaştırılacaktır!” (Leyl 92/17). Bu sûrede insanoğlunun iki zıt davranışından, cömertlik ve cimrilikten bahsedilir. İmanlı olmakla cömertlik, imansızlıkla cimrilik arasındaki ilişkiye dikkat çekilir. Kimi kaynaklar “en çok takva sahibi olan” ifadesiyle 147 Hz. Ebubekir’in kastedildiğini belirtirler. Bu âyetin de Hz. Ebubekir’in Allah rızası için köleleri azat etmesiyle takvasını gösterdiği görüşündedirler.139 Taberi tefsirinde ise Leyl sûresinin altıncı âyetinin Hz. Ebebekir hakkında nâzil olduğu yorumu yapılmıştır.140 Aşağıdaki beyit Hz. Ebubekir’e yazılan methiye bölümünden alınmıştır. 543. Cümleden oldur eşref ü evlâ Va§f-ı ≠âtıdur âyet-i et…â Keyfe yu√yi (nasıl diriltiyor): “Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak: Arzı, ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her şeye kâdirdir.” (Rûm 30/50). 731. Zeyn olup güller-ile her gülzâr Keyfe yu√yµ okurdı bülbül-i zâr İstebra……: “İnce ipekten ve parlak atlastan giyerek karşılıklı otururlar.” (Duhân 44/53; Kehf 18/31; Rahmân 55/54; İnsân 76/21). Bu âyetlerde cennet tasviri yapılmaktadır. İstebrak, sırma ile işlenmiş bir çeşit kaba kumaştır: 824. Döşegi sündüs ü istebra…dan Ya§duπı perniyân-ı ezra…dan Ve lâ tül…û (ve atmayın): “Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah dürüstleri sever.” (Bakara 2/195). Aşağıdaki beyitte “Vehm”in olumsuz taraflarından bahsedilmektedir. Tasavvufî anlamda kendini kendi eliyle tehlikeye atmak “nefse uymak” olarak değerlendirilir. 926. ¡Âmil-i âyet-i ve lâ tül…û Ol-durur târik-i hirâs-ı adû Hel etâ (geçti mi?): “İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?”(İnsan 76/1). 982. 139 140 Kişverümdür benüm o √ayr-ı beşer ~â√ib-i hel etâ-durur baña der http://www.tasavvuf.gen.tr/kuran-kerim-meali/92-leyl-suresi Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: C. 9, s. 142-143. 148 Ve mine’l-mâi küllü şey’in √ayy (Canlı olan her şeyi sudan yarattık): “İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?”(Enbiyâ 21/30). 1108. Zindedür anuñ-ıla cümle şey Ve minel mâi küllü şey’in √ayy Fette…û (sakının): “Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”(Şuarâ 26/108) “fette…û” ifadesi yukarıda verdiğimiz âyet dışında Kur’ân-ı Kerim’de pek çok farklı âyette geçmektedir (Şuarâ 26/110, 126, 131, 144, 150, 163, 179; Ali İmrân 3/50; Zuhrûf 43/63; Tegâbun 64/16; Talâk 65/50…). ¡İrci¡ î…: “Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön.” (Fecr 89/28). 1221. Gûşına fette…û §adâsı gelür Sırrına irci¡µ nidâsı gelür Ev√aynâ (vahyettik): “Mûsâ'ya: Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünkü takip edileceksiniz, diye vahyettik.”(Şuârâ 26/52) Bu tabir (ev√aynâ) Kur’ân-ı Kerim’de birçok âyette geçmektedir. (Nisâ 4/163; A’râf 7/117; Yûnus 10/2; Yûsuf 12/3; Ra’d 13/30; Nahl 16/123 vd.). Rûh-ı pür-hikmetin akla verdiği cevaptan alınan aşağıdaki beyitte aklın vahyin sırrına eremediğini belirtir. Vahyin sırına akılla ulaşılamayacağını anlatır: 1367. Saña maπrûr olup niçe dânâ Bilmedi gitdi sırr-ı ev√aynâ Rabbi ≠idnî (Rabbim -ilmimi- artır): “Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana O'nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'an'ı (okumakta) acele etme ve "Rabbim, benim ilmimi artır" de.” (Tâhâ 20/114). İlim kendi vasıflarını rûh-ı pür-hikmete anlatırken âyetle ilmin önemini vurgulamak ister: 1392. Cân u dilden beni recâ itdi Rabbi ≠idnî diyü nidâ itdi 149 ~adda…nâ (tasdik ettik): “Allah, hüküm verenlerin en üstünü değil midir?”(Tîn 95/8). İnananların bu soruya vereceği cevap “âmennâ ve saddakna” (inandık ve tasdik ettik) şeklindedir. Âmennâ ve saddaknâ sözü Allah’ın ve peygamberimizin söylediklerini sorgu sual etmeden kabul etmeyi ifade eder. Tîn sûresinin son âyeti olan sekizinci âyet soru cümlesiyle bitmektedir. Bu soruya verilen cevap da âmennâ ve saddaknâ olacaktır. Aşağıdaki beyit dört kahramanın (akıl, ilim, hilm, devlet) rûh-ı pürhikmetin söylediklerini kabul ettikleri ona inandıklarını belirttikleri bölümden alınmıştır: 1451. Didiler her birisi §adda…nâ Ente hâdî’s-sebµle fµ’@-@almâ A’†aynâk (verdik): “(Resûlüm!) Kuşkusuz biz sana Kevser'i verdik.” (Kevser 108/1). Aşağıdaki beyitte kâinatın yaratılış sebebi olarak gösterilen nûr-ı Muhammedî’ye işaret edilir: 1512. Buyurupdur o §â√ib-i levlâk Kâşif-i sırr u remz-i a¡†aynâk Lâ-yeblâ (sona ermeyecek / ebedî): “Derken şeytan onun aklını karıştırıp ‘Ey Âdem!’ dedi, ‘sana ebedîlik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?’” (Tâhâ 20/120). Şair Gülşen-i Efkâr’ı överken onun her beytinin cennet bahçelerindeki evlere benzediğini, cennetteki hurilerin de bu güzel mânâlara şahitlik ettiğini söylüyor. “Beyt” sözcüğünü iki ayrı anlamıyla da (evi mesken / beyit) kullanarak cinas yapıyor: 1679. Beyti beyt-i cinân-ı lâ-yeblâ ◊ûr-ı ¡ayn anda şâhid-i ma¡nâ Ene «ayrun (ben daha hayırlıyım): “Allah buyurdu: ‘Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir?’ (İblis): ‘Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.’ dedi.”(A’râf 7/12). 1640. Ene «ayrun diyüp ¡azâzil-i şûm Kendüyi eyledi recµm ü @alûm 150 ¡Urve-i vus…â (sağlam kulp): “İyi davranışlar içinde kendini bütünüyle Allah’a veren kimse, gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır.”(Lokmân 31/22) Bu söz ayrıca Bakara sûresi 256. âyette “Allah ve İslâm” anlamlarına gelecek şekilde kullanılmıştır. 1674. Fi’l-me&el bu ni@âm-ı bµ-hemtâ ‰âlib-i ◊a……’a ¡urve-i vu&…â Ulü’l-eb§âr (basiret sahipleri): “Allah, gece ile gündüzü birbirine çeviriyor. Şüphesiz bunda basiret sahipleri için mutlak bir ibret vardır.” (Nûr 24/44). 8. ◊ırz-ı cân olmaπın ulü’l-eb§âr Götürür başda anı leyl ü nehâr İn min şey: “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, halîmdir, bağışlayıcıdır.” (İsrâ 17/44). 1211. ◊âsı-y-ıla bulur √ayâtı √ay Ma@har oldı aña ve in min şey Lebi’l-mir§âd (şüphesiz gözetleyendir): “Şüphesiz ki Rabbin (kullarının bütün yaptıklarını görüp) gözetleyendir.” (Fecr 89/14). Aşağıda verilen beytin ikinci mısraı “Sizi hidayete erdiren (doğru yolu gösteren) sizi daima gözetlemektedir.”şeklinde Türkçeye çevrilebilir.” 1635. Didi ey †âlibân-ı râh-ı sedâd İnne hâdin leküm lebi’l-mir§âd 4.3.2. Hadisler Hadisler, peygamberimizin söylediği sözlerdir. Ancak hadislerin bazılarının gerçek olup olmadığı konusunda ihtilaflar vardır. Özellikle tasavvuf erbabının kullandığı hadislerin çoğu hakkında bu ihtilafın olduğunu söylemek gerekir. Bu hadislerin ana kaynaklarına ulaşmak bizim tez konumuzun asıl maksadını aşacağından sadece Divan edebiyatı ve tasavvuf geleneğinde çokça geçen hadisleri örnek olarak vermekle yetineceğiz. 151 “Men e¡âne ¡âlimen fe…ad e¡ânî ve men e¡ânî √arreme’llâhu cesedehû ennâra ve men ehâne ¡âlimen fe…ad ehânenî ve men ehânenî fe…ad kefere.”: “Kim bir âlime yardımcı olursa bana yardım etmiş olur, kim bana yardım ederse Allah onun bedenini cehenneme haram kılar.” 1407. ¡Âleme bir kişi ger ola mu¡µn Baña ta√…µ… olur mu¡µn o hemµn 1408. Dâr-ı dünyâda baña bir âdem Ger mu¡µn ü @ahµr ola bir dem 1409. Tenini nâra ◊a… √arâm eyler ◊ûr u cennetle i√tirâm eyler “Men tevâ≥a¡a fe…ad ref¡eahu’llâhu ve men tekebbera fe…ad va≥a¡ahu’llâhu”: "Kim Allah Teala hazretlerinin rızası için bir derece tevazu izhar eder (alçak gönüllü) olursa, Allah, onu bu sebeple, bir derece yükseltir. Kim de Allah'a bir derece kibirde bulunursa, Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır, böylece onu esfel-i safiline (aşağıların aşağısına) atar."141 “»ıyârü ümmetî ¡ulemâühâ ve «ıyârü’l-¡ulemâi √ulemâühâ”: “Benim ümmetimin en hayırlısı onların âlimleridir, âlimlerin en hayırlısı da hâlim olanlarıdır.” 1487. ¡Ulemânuñ √alµmidür mu«târ O-durur mihr-i burc-ı evc-i va…âr “Lâ-yenbaπî li’l-mer’i en-yü≠ille nefsehû”: “Kişinin kendi nefsini alçaltması uygun değildir.” 1513. Lâyı… olmaz-durur ki merd-i dilµr Nefsini eyleye ≠elµl ü √a…µr Kenz-i ma√fµ (gizli hazine): “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, bundan dolayıdır ki halkı yarattım, yokken var ettim.” Hadis uleması bu hadisin uydurma olduğunu söylese de tasavvuf ehli bu hadise çok değer verir. 142 141 Kütüb-i Sitte, Hadis No: 7235. Ayrıntılı bilgi için bakınız: İskender Pala, “kenz-i mahfî” Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yay., 14. baskı, İstanbul 2005, s. 266. 142 152 105. Kenz-i ma√fµsin eylemege ¡ayân ¢udretinden yaratdı ◊a… insân Mâ-¡arefnâke (bilemedim): Bu sözün geçtiği cümle “Subhâneke mâ-arefnâke hakka m’arifetike yâ ma’rûf” şeklindedir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) mi’raçta Cenabı Hakk’a “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben seni tam bir marifetle bilemedim.” buyurarak acziyetini itiraf etmiştir. Bütün nebîler, ârifler ve melekler Cenab-ı Hakk’ı hayretle tesbih ve tazim ettikleri halde, O’nun mahiyet ve hakikatini tam bir marifetle bilememişlerdir: 76. İremez künh-i ≠âtına idrâk Mâ-¡arefnâke dir …amu derrâk Lî-ma¡allâh (benim Allah ile…): “Benim, Rabbimle öyle anlarım olur ki araya ne bir din, ne bir şeriat, ne bir peygamber, ne de bir melek girer.'' hadisine işaret eder. 377. Burc-ı çar«-i serâ’irüñ mâhı Lî-ma¡allâh serâyınuñ şâhı Levlâke levlâk le mâ «alaktü’l-eflâk “Sen olmasaydın, sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.” anlamına gelen hadis kâinatın yaratılış sebebinin nûr-ı Muhammedî olduğuna işaret eder. 414. Meger ol burc-ı behcetüñ …ameri Dürc-i levlâk u √ikmetüñ güheri 502. Bâşına urdı tâc-ı levlâkı Kişver-i cûda şâh-ı vâlâdur 1512. Buyurupdur o §â√ib-i levlâk Kâşif-i sırr u remz-i a¡†aynâk U†lubu’l-¡ilme ve-lev bi’s-~în: “İlim Çin’de de olsa talep ediniz.” 1149. Kim buyurmış-durur Resûl-ı emµn ¡İlmi eyleñ †aleb ve-lev bi’§-~în 153 lâ-√avle velâ kuvvete illâ billah kenzün min-künûzi’l-cenneti : “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh cennet hazinelerinden bir hazinedir.” 931. Nâ-gehân düşse râh-ı pür-havle Gelür ol dem diline lâ-√avle Men ¡arefe nefsehû fekad ¡arefe Rabbehû: “ Nefsini bilen Rabbini bilir” Tasavvuftaki vahdet-i vücud anlayışına göre insan Allah’ın bir parçası, tecellisi, yansımasıdır. Kişi bu bilince ulaştığı zaman fenâfillah mertebesine ulaşır. Tasavvuf ehli tarafından sıkça kullanılan ve doğru olup olmadığı tartışmalı hadislerdendir.143 Aşağıdaki beyitlere dikkat edilirse bu ibare “sır, remz” gibi gizlilik ifade eden sözcüklerle birlikte kullanılır. Çünkü o sırra herkes ulaşamaz: 865. Men ¡aref sırrını ricâlü’l-πayb Nûr-ı pâkümle fehm ider lâ-reyb 1610. ¡Ârif-i sırr-ı men-¡aref olur ol ~adef-i lü’lü’-i şeref olur ol 1658. Añlasa bir kişi …u§ûrın ger Men ¡aref remzin ol müdâm añlar “Mü’min kendisiyle istişare edilen, güvenilir kimsedir.” 864. ◊all olur sırrı bende her sü«anüñ Da«ı el-müşterü mü’temenüñ “Ben ilmin şehriyim; Ali o şehrin kapısıdır.” 143 480. Ma√rem-i râz idüp ¡Alµ-i şerµf Kişver-i ¡ilme oldı bâb-ı la†µf 574. ¢ıldı ◊a… anı bâb-ı şehr-i ¡ilm Âftâb-ı meh-i sipihr-i √ilm Kaplan Üstüner, Divan Şiirinde Tasavvuf, Birleşik Yay., Ankara 2007, s. 209. 154 “Eğer Allah benden sonra nebi gönderseydi Ömer’i gönderirdi.” 560. Bir nebµ da«ı gelse ¡âleme ger ¡Ömer olurdı «al…a peyπamber “Kişinin kalbinde zerre kadar kibir varsa cennete giremez.” 1427. Kibr olsa kişide ≠erre …adar Göremez rûy-ı cennet-i enver “İnsanlar gümüş ve altın madeni gibidir.” 287. Buyurur ol Resûl-i «ayrü’n-nâs Sµm ü zer ma¡deni gibidür nâs “Rahmetim gazabımı geçmiştir.” 353. ∏a≥âbuñdan çü ra√müñ esba…dur Keremüñ «â§ u ¡âma mu†la…dur 4.4. Kişiler Gülşen-i Efkâr’daki kişileri hikâye kahramanları ve hikâyeyle doğrudan ilgisi olmayanlar diye ikiye ayırmak mümkündür. Ana hikâye kahramanlarının tanıtımında ayrıntılı bilgiye ihtiyaç vardır. O yüzden hikâye kahramanlarını detaylı olarak vereceğiz. Ana hikâyenin dışında kalan ve mesnevilerin genellikle giriş bölümlerinde adına methiye yazılan veya bazı beyitlerde telmih edilen kişilere kısaca değineceğiz. 4.4.1. Hikâye Kahramanları Gülşen-i Efkâr’daki hikâye kahramanları kişileştirilmiş soyut kavramlar olduğundan mesnevi alegorik bir özellik taşır. Hikâyede aktif rol oynayan altı kahraman vardır. Bunlar mesnevideki veriliş sırasına göre akıl, ilim, hilm, devlet, rûh-ı seyrânî ve rûh-ı pür-hikmettir. Kahramanların mesnevideki sıralaması da dikkat edilmesi gereken hususlardan biridir. Çünkü akıl, ilim, hilm ve devlet hiyerarşik olarak sıralanırlar. En alt basamakta olana önce söz verilir. İlim sahibi olmak için önce akla sahip olmak gerekir. Aklı olmayanın ilimde gözü olmaz. Hilm ise ilme sahip olan kişinin sergileyeceği tavırdır. 155 Saadet, güç, kudret anlamlarına gelen devlet ise masivâda en çok değer verilen unsur olarak öne çıkar. Rûh-ı seyrânî bir aracıdır. Dört kahramanın mürşit özellikleriyle öne çıkan rûh-ı pür-hikmete ulaşmasına aracılık eder. Rûh-ı pür-hikmet bir yol gösterici, dört kahramanın tartışmasında hakem rolü üstlenen mürşittir. Bu dört kahramanın derdi vücut hanesinde en önemli konumda (sadr) kimin olması gerektiğidir. Hepsi kendisinin üstün olduğunu çeşitli âyet ve hadislerden de faydalanarak ispatlamaya çalışır. İşin içinden çıkamayınca da kimin haklı olduğuna karar verecek birini bulmaya karar verirler. Bu maksatla bir şahbazın sırtında yolculuğa çıkarlar. Vardıkları yer cenneti andırmaktadır. Bu güzellik karşısında hayran kalırlar. Vardıkları şehir marifet şehridir. Bu şehrin bir sözcüsü (sühendanı) ve bir de valisi vardır. Sözcü rûh-ı seyrânîdir. Onları karşılayan, şehir ve şehrin valisi hakkında bilgi veren kişidir. Şehrin valisi ise rûh-ı pürhikmettir. Ruh-ı seyrânî onların sorularına rûh-ı pür-hikmetin cevap verebileceğini söyleyerek kahramanları rûh-ı pür-hikmetin makamına götürür. Tartışma tarafı olan dört kahraman birer birer söz alarak kendilerinin neden daha üstün olduklarını anlatırlar. Rûh-ı pür-hikmet hepsini ayrı ayrı dinler ve hepsinin iddialarını çürütür. Bu duruma göre hiçbirinin üstünlük taslayacak, kendini diğerinden üstün görecek tarafı yoktur. Çünkü hepsinin zayıf tarafları vardır. Hikâye rûh-ı pür-hikmetin dört kahramana verdiği nasihatlerle sona erer. Şânî, ana kahramanlardan ilim ve akıl hakkında daha mesnevinin giriş bölümlerinde birtakım bilgiler verir. Aslında bu bilgi okuyucuyu hikâyeye hazırlamak içindir. İlim ve aklın -daha hikâyeye başlamadan- tartışmadan galip çıkamayacaklarını sezdirir. İnsan vücûdunda padişahlık makamı daha giriş bölümünde “rûh”a verilmiştir. Akıl vezir, ilim hakîm, hilm ise ediptir: 100. Rûşen olmaπa «âne-i ra¡nâ Eyledi anda ¡a…lı şem¡-i ≥iyâ 101. Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh »al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh 102. ¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm İtdi √ilmi aña edµb-i selµm Şânî, yine giriş bölümünde dört kahramanın tek başına bir anlam ifade etmeyeceğini, insan-ı kâmil olmak için hepsinin beraber olması gerektiğini münâcâttan alınan aşağıdaki beyitlerde dile getirir: 156 342. Ey ¡Alµm ü »abµr ü ◊ayy u ¢adµm V’ey Semµ¡ ü Ba§µr ü Rabb u Kerµm 343. ◊ilm-ile eylegil beni fâyı… Tâ olam ben sa¡âdete lâyı… 344. ¡İlm-ile ¡âmil eyle hemçü velµ ¡A…l-ıla kâmil eyle hemçü ¡alµ Giriş bölümünde akıl ve ilme dair olumlu veya olumsuz yaklaşımlar yukarıdaki beyitlerle sınırlı değildir. Aşağıdaki ilk iki beyitte ilmin, sonraki beş beyitte ise aklın olumsuz taraflarına değinilir: 151. Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl ¡A…l u na…l-ile eyler istidlâl 157. ¡İlm-ile olmaz inşirâ√-ı §adr Ehl-i πaflet görür mi rûy-ı …adr 55. ◊ikmetinde nüfûs-ı nâ†ı…a lâl ¡A…l-ı kül idemez o ≠âtı «ayâl 123. Nice va§f ide anı ¡a…l-ı ≥a¡µf Nice med√ ide anı fehm-i na√µf 139. Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez 151. Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl ¡A…l u na…l-ile eyler istidlâl 552. ¡A…l-ı evvel-durur kiyâsetde Lµk &ânµ-durur «ilâfetde Mesnevinin hikâye bölümünde ise kahramanlar kendi özelliklerini birer birer söz alarak anlatırlar. Münazara şeklinde gelişen bu anlatımlar esnasında her kahraman kendisinin niçin daha üstün olduğunu dile getirmeye çalışır. Burada dikkat çekici unsurlardan biri ve belki de en önemlisi, dört kahramanın da kusurlarını görebilme yetisine sahip olmamalarıdır. Tartışma tarafı hiçbir kahramanın bir diğerini eleştirdiği görülmez. Eleştiri kabiliyetine sahip tek kahraman ise rûh-ı pür-hikmettir. Akıl, ricalü'l-gaybın men-aref sırrını akıl yoluyla anlayabileceğini belirtir: 157 865. Men ¡aref sırrını ricâlü’l-πayb Nûr-ı pâkümle fehm ider lâ-reyb Daha sonra hünerli pek çok müridi olduğunu söyledikten sonra bu müridler hakkında açıklamalar yapar. Bu müridlerin ilki "sem'" yani işitme duyusudur. Akıl, gecenin karanlığının ona perde olamayacağını belirtir: 869. Niçe ehl-i hüner mürµdüm var ◊idmetümde niçe ferîdüm var 870. Kimi ¡allâme-i @evâhirdür ¡İlm-i bâ†ında kimi mâhirdür Akıl diğer müridleri “basar (görme), şemm (koklama)", zevk (tatma), lems (dokunma), hiss (duygu), hayâl, vehm (korku, şüphe), hafıza ve mutasarrıf”ı tek tek anlatır. Bölümün sonunda akıl, bu müridlere sahip olduğundan dolayı övünerek kendisini İslâm incisinin saklandığı mahzen olarak niteler: 950. Ma@har-ı vâridât-ı ilhâmem Ma√zen-i dürc-i dürr-i İslâmem Akıl; karanlık geceye ışık olduğunu, Danyal peygamberin akıl himmetiyle her kapıyı açtığını, Eflâtun’un akılla filozof olduğunu, her iki âlemin de akıl yoluyla görülebileceğini, mânâ denizindeki tek inci olduğunu kendi ağzından aktarır: 966. Cümlesine delµl-i râhem ben Şeb-i @ulmetde şem¡ ü mâhem ben 977. Dânyâl-ı nebµ su†urlâbı Fet√ ider himmetümle her bâbı 978. Benüm irşâdum-ıla Eflâ†ûn Oldı ¡âlemde feylesof-ı fünûn 984. Benem âyine-i cilâ vü §afâ Görinür bende dünye vü ¡u…bâ 1417. ◊â§ılı cümlesinden a¡lâyam Ba√r-i mâ¡nâda dürr-i yektâyam ve buna benzer özelliklerini 158 Rûh-ı pür-hikmet, aklın üstünlük iddialarına onun kusurlarını anlatarak karşı çıkar ve üstünlük taslamaya hakkı olmadığını söyler. Bu kusurlardan bazıları şunlardır: Vehme düşmek, davranışlarında tutarsız, sözlerinde sadakatsiz olmak, dünyevî şeylere önem vermek, gönül âleminde ve aşkın nuru karşısında sönük kalmak, onu idrak edememek, zâhiri görmek ama bâtında yetersiz kalmak, mağrurlanmak…: 1427. Kibr olsa kişide ≠erre …adar Göremez rûy-ı cennet-i enver 1428. Olmasa bir kişi eger ser-keş Göñül alça…lıπ itse deryâ-veş 1430. Ger tevâ≥u¡ iderse bir dânâ ◊a… Te¡âlâ ider anı a¡lâ 1432. Yüzi yirde olmaπ-ıla enhâruñ Âb-ı rûyı-durur çemen-zâruñ 1443. Senüñ-ile olan πurûra düşer Dem-be-dem kibrle …u§ûra düşer 1448. ¢µl u …âl-ıla ma¡na bulunmaz Ba√&-ıla aña vâ§ıl olunmaz 1449. İrmedüñ bu «ısâlle …adre ◊â§ılı lâyı… olmaduñ §adra İlim, ayet ve hadislerden de yararlanarak faziletlerini dile getirir. Akıl, hilm ve devletin kendinin saadet kapısını beklediğini ve onlardan üstün olduğunu söyler: 1382. Nûrum-ıla ≥iyâlanur her şey ±âtum-ıla …adr bulur her √ay 1392. Cân u dilden beni recâ itdi Rabbi ≠idnî diyü nidâ itdi 1393. »ı≥r’a Mûsâ-y-ıla mu…ârenete Bâ’i& oldum niçe mu§â√ebete 1394. Reh-nümâyem ki ◊a≥ret-i ¡Ömer’e Himmetüm-ile düşmedi «a†ara 159 1402. Baña †âlib olanlaruñ ek&er Döşer ayaπına melekler per 1415. Kişver-i şer¡ ü dµne «a…anem Enbiyâya delµl ü bürhânem 1416. Cümleten ¡a…l ü √ilm ü devlet-fer Âstân-ı sa¡âdetüm bekler 1417. ◊â§ılı cümlesinden a¡lâyam Ba√r-i mâ¡nâda dürr-i yektâyam Rûh-ı pür-hikmetin ilme itirazı, ilmin sahip olduğu şu özellikler etrafında şekillenir: Bencillik, menfaatçilik, kibirlilik, kıskançlık, tevazu sahibi olmama, mağrur olma vb. 1427. Kibr olsa kişide ≠erre …adar Göremez rûy-ı cennet-i enver 1427. Olmasa bir kişi eger ser-keş Göñül alça…lıπ itse deryâ-veş 1430. Ger tevâ≥u¡ iderse bir dânâ ◊a… Te¡âlâ ider anı a¡lâ 1442. Fa≥l-ıla gerçi ifti«âr itdüñ Kendüñi lµk «âksâr itdüñ 1443. Senüñ-ile olan πurûra düşer Dem-be-dem kibrle …u§ûra düşer 1448. ¢µl u …âl-ıla ma¡na bulunmaz Ba√&-ıla aña vâ§ıl olunmaz 1449. İrmedüñ bu «ısâlle …adre ◊â§ılı lâyı… olmaduñ §adra Hilm de kendi vasıflarını ayet ve hadislerden örneklerle anlatarak üstünlük iddiasında bulunur: 1465. Sürerem ¡aş…la yüzümü yire ◊a… gelür çünki …alb-i münkesire 160 1468. Cümle …avlümde ki≠b ü lâfum yo… Da«ı fi¡lümde hiç «ilâfum yo… 1473. Vird edinse beni bir ehl-i edeb Ya…maz anı cihânda nâr-ı πa≥ab 1476. Urmışam nâr-ı §abrı ben πazaba Ya…dum âteşle döndi Bû Leheb’e 1481. Benem ol √av§ala-y-ıla deryâ-dil Yu†aram her ne gelse ve’l-√â§ıl 1482. Her §adırda benümle oldı ¡ilm Cümle …adri benümle buldı ¡ilm 1489. Fa≥lumuñ √add u πâyeti yo…dur ◊â§ılı hiç nihâyeti yo…dur 1487. ¡Ulemânuñ √alµmidür mu«târ O-durur mihr-i burc-ı evc-i va…âr Rûh-ı pür-hikmetin hilme itirazı başlıca şu özellikleri yüzündendir: Alçakların, değer bilmezlerin ayağının altında ezilmesi, zayıflık ve acizliğin göstergesiymiş gibi görülmesi, alçaklara gerekli cevabı verememesi, hakarete uğradığı halde ses çıkaramaması, edepli geçinip de edep vermeye yanaşmaması, riyâkâr zannedilmesi, insanların kabahatlerini görmezlikten gelerek haddini bildirmemesi, dışa iyi görünüp de içte öyle olmaması, alçakların elinde mihnete düşmesi, tevazunun fazlasının ayıplanması vb. 1493. Gerçi cem¡ oldı sende bunca «ı§âl Lµk her dûn ider seni pâ-mâl 1494. Dâ’imâ herkesüñ zebûnısın Pây-mâl-ı «asµs-i dûnısın 1495. Seni ta√fµf ider erâzil-i şehr Seni ta√…µr ider ebâ†ıl-ı dehr 1503. Geçinürsin edeble gerçi edµb Olmaduñ lµk §â√ib-i te’dµb 161 1505. Eylese bir kimesne fi¡l-i şenµ Eylemezsin sen anı hiç teşnµ¡ 1509. Sûretâ görinürsin ehl-i §alâ√ Lµk yo… bâ†ınuñda nûr-ı felâ√ 1513. Lâyı… olmaz-durur ki merd-i dilµr Nefsini eyleye ≠elµl ü √a…µr 1518. Saña lâyı… degül bu «asletle İdesin da¡vayı fa≥iletle 1516. Ger tevâ≥u¡ olupdurur merπûb Lµk √addin ziyâdesi ma¡yûb Devlet de kendi vasıflarını ve diğer kahramanların iddia ettiği "ben daha faziletliyim" savını ruh-ı pür-hikmete anlatır. Bu iddiada akıl, ilim ve hilmin kendisinin hizmetkârları olduğunu söyler. Bu iddiaya göre akıl onun veziri, ilim askeri, hilm ise sırlarını kaydeden kâtibidir: 1529. Va§f-ı ≠âtum-durur çü @ıll-ı İlâh Geçinür sâyemüzde mµr ü sipâh 1530. ¡A…l-ı kâmil benüm vezµrümdür ¡İlm-i fâ≥ıl benüm müşµrümdür 1531. Kâtib-i sırrum oldı √ilm-i selµm Dâ’imâ «idmetüm ider o √alµm 1532. ◊â§ılı ¡a…l ü ¡ilm ü √ilm ü va…âr Zµr-i destümde cümle √i≠metkâr 1534. Her birisi öñümde cünd-i @ahµr ªafer-i fer yanumda §an şemşµr 1544. Benüm-ile bulur ¡a…ıl …adri ¢adrüm-ile bulur ¡ilim §adrı Rûh-ı pür-hikmet, devletin kusurlarını şu özelliklerini söyleyerek ortaya koyar: Halka karşı vefasız olması, kaba ve sertlik yanlısı olması, hayal âleminde (dünya) saltanat sürmesi, kesret aleminde kalması, gönül gözünden mahrum olması, mazlumu 162 umursamaması, zahirde zengin görünüp batında fakir olması, nâdânın ayağına gitmesi, açgözlü ve kibirli olması vb.: 1567. Câhuña her kim oldı müstaπra… Görmedi bu cihânda va√det-i ◊a… 1571. ~â√ibüñ cümle ehl-i dünyâdur Cümleten πâfilân-ı ¡u…bâdur 1574. Şöhret ü câh u ¡izzet-i dünyâ Ehl-i ta√…µ… aña dir ejderhâ 1577. Saña maπrûr olan belâya düşer Saña meftûn olan ¡ınâya düşer 1582. ~ûretâ görinürsün ehl-i πınâ Ma¡nada lµk müflis ü ednâ 1586. Ek&eriyâ cihânda nâdânuñ Sen varırsın ayaπına anuñ 1587. ~â√ibüñ gerçi şâd u «andândur »âne-i …albi lµk virândur 1592. ‰ama¡ u kibriyâ-durur hünerüñ ◊ased ü √ı…d u ¡ucbdür na≥aruñ 1593. Var başuñda πurûr-ı Fir¡avnµ Pes irür mi saña ◊a…’uñ ¡avni 1595. Lâyı… olmadı saña ve’l-√â§ıl Ululu… gel geçinme hiç fâ≥ıl Rûh-ı pür-hikmet, üstünlük iddiasında olmayan, bu iddiada bulunanların eksikliklerini gözler önüne seren bir karaktere sahiptir. Kendi özellikleri hakkında hiç konuşmaz, kendini övme gafletine düşmez. Onu övenler ya diğer kahramanlar olur ya da hâkim bakış açılı anlatıcı olur. Rûh-ı seyrânî rûh-ı pür-hikmeti dört kahramana anlatırken bir insan-ı kâmil portresi çizer: 1139. ¢ubbe içinde bir zev-i √ayret Var-durur adı rû√-ı pür-√ikmet 163 1140. Şehre vâlµ-i kâmrân oldur Beyt-i ma¡mûre dµde-bân oldur 1175. Ol-durur dürr-i dürc-i kerremnâ Ol-durur genc-i sırr-ı fa≥≥elnâ 1177. Künh-i ≠âtına hiç ¡u…ûl irmez Va§fına a¡kal-i fu√ûl irmez 1181. Mürşid-i kâmil-i √a…µ…at odur Ekmel-i kümmel-i †arµ…at odur 1182. ¡Âlem içre odur «alµfe-i ◊a… ¡A…s-i rûyından oldı nûr-ı fela… 1183. Şem¡-i «alvet-serây-ı πaybµdür Cevher-i ma¡rifetle …albi pür 1184. ‰ûr-ı sırr-ı §afâda Mûsâ’dur Dem-be-dem ma@har-ı tecellâdur Rûh-ı seyrânî bir kahraman özelliği taşımaz. Onun tek görevi vardır, o da kahramanları rûh-ı pür-hikmete götürmektir. Tartışmalara katılmaz, kendini övmez, karşı tarafı yermez. Etkisiz bir tip durumdadır. Rûh-ı seyrânînin mesnevideki en ilginç özelliği kahramanlar içinde fiziksel tasvirin yapıldığı tek kişi olmasıdır. Diğer kahramanların hep düşünceleri ön plandayken rûh-ı seyrânî anlatılırken fiziksel özellikler de devreye girer. Bu durum Şânî’nin münazaraya dâhil etmediği rûh-ı seyrânîyi dış görünüşüyle öne çıkardığını gösterir. Aşağıdaki beyitler dört kahramanın rûh-ı seyrânîyi ilk gördükleri andaki düşüncelerini anlatmaktadır: 1124. Nâ-gehân @âhir oldı bir meh-rû Nice mihr ü semen gibi «oş-bû 1125. Bir kelâm işiden o dilberden Yur elin âb-i √av≥-ı kev&erden 1126. ‰a¡n ider lü’lü’ye §afâ-yı ru√ı Güneşe dek gelür ≥iyâ-yı ru√ı 1127. ~anki rû√-ı mu§avver o dilber Ber… urur ru√ları çü nûr-ı …amer 164 1128. Gûşı gûyâ hilâl-i evc-i şeref Oldı deryâ-yı √üsn içinde §adef 1129. Zena«ı …a¡r-ı çâh-ı Hârûtµ Ba…ar anda §uya o Mârûtµ 1130. ±e…anı bâπ-ı √üsne bir elma ∏abπabı bir turunc-ı şâ«-ı vefâ 1131. İşidüp reng-i rûyını bir dem Reng-pe≠µr oldı verd-i bâπ-ı irem 1132. Gördiler çünki ol mehi fi’l-√âl ¢ıldılar cümle aña isti…bâl 1170. ǵn-i si√r geldi rû√-ı seyrânµ Ma¡rifet şehrinüñ sü«an-dânı Hikâyenin altı kahramanından beşi münazaraya dâhil olurken rûh-ı seyrânî münazaranın dışında bırakılmıştır. Bu yaklaşıma göre rûh-ı seyrânî mecâzî bir âleme yolculuk eden kahramanların yolculukta onları varmak istedikleri yere bırakan bir taksi şoföründen farksızdır. Farklı bir açıdan bakılırsa hayâl iklimine yolculukta hayâlin kendisidir. İnsanlar hayâl görür ama hayâllerinde görmek istedikleri şeyi görürler. Hayâl, onların arzûladıklarını görmeleri için sadece bir aracıdan ibarettir. 4.4.2. Hikâye Dışındaki Kişiler Mesnevilerin giriş bölümleri tevhid, münâcât, na’t, çehâryâr-ı güzin, methiye, sebeb-i telif gibi bölümlerden oluşur. Bu bölümlerde hikâyenin kahramanlarından bahsedilmez. Ancak Şânî’nin bu anlayışın dışına çıkarak giriş bölümünde kişileştirilmiş kahramanların niteliklerine ilişkin olumlu veya olumsuz düşüncelerini belirttiğini söylemiştik. Bu durum, Şânî’nin didaktik tavrıyla açıklanabilir. Alegorik bir eser olan Gülşen-i Efkâr’da anlatılanların doğru anlaşılması için birtakım tasavvufî ön bilgilerle okuyucuyu hikâyeye hazırlama gereğini hissetmiştir. Bu ön bilgilerin dışında mesnevilerin giriş bölümlerinde bazı dinî ve tarihî şahsiyetlerden bahsedilmesi mesnevi tertibinde bir gelenek halini almıştır. Bunun yanı sıra anlamı güzelleştirmek, özlü anlatımı yakalamak için telmihlere de sıkça başvurulduğu görülür. İşte bu bölümde gerek adına methiye yazılan kişiler gerekse telmih yoluyla anımsatılan kişilere kısaca değineceğiz. 165 4.4.2.1. Din Büyükleri a) Peygamberler: Şânî, Gülşen-i Efkâr’da Hz. Âdem, Hz. Yakûb, Hz. Yûsuf, Hz. Mûsâ, Hz. Süleyman, Hz. Îsâ ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’i isimleriyle anmıştır. Bunların dışında peygamberligi hakkında ihtilaf olan Hızır (a.s.) ve Danyal’dan da bahseder. Gülşen-i Efkâr’da, Muhammed, Ahmed, Mustafa, Resûl, Resûlullah, Habîb adlarıyla adından en çok sözü edilen peygamber Hz. Muhammed’dir. Beyitlerde, gayb ilimlerine vâkıf olduğu; yanaklarının gül goncasına, boyunun hurma ağacına benzediği ve her sözünün Hakk’ın bir vahyi olduğuna değinilir. O, kapısı Hz. Ali olan ilim şehridir. O, insanların yaratılma sebebidir: 371. ¡Âlim ü ¡ârif-i ≥amâ’ir-i πayb Vâ…ıf u kâşif-i serâ’ir-i πayb 378. Na√l-i ¡ar¡ar numûne-i …add-i û Gül-i a√mer numûne-i «add-i û 399. Her hadµ&i egerçi va√y-ı «afµ Gün gibi olmadı velµ ma«fi 480. Ma√rem-i râz idüp ¡Alµ-i şerµf Kişver-i ¡ilme oldı bâb-ı la†µf 482. Bâ’i&-i kâr-«âne-i ¡âlem Sebeb-i «il…at-i benµ-Âdem Hz. Muhammed’in parmaklarıyla ayı ikiye bölmesi, parmaklarından su gelmesi gibi mucizelerinden de bahsedilir: 383. Bir gece ol ◊abµb-i ◊a≥ret-i ◊a… Bir hilâliyle itdi mâhı iki şa…… 385. Çeşme-sâr itdi barmaπından o şem¡ Cümle ¡a†şân-ı «al…ı itdi def¡ Şânî’ye göre Hz. Âdem ilk insan olması nedeniyle tüm insanlıgı temsil eder. Şânî, Hz. Âdem’in şeytana uyup cennetten kovulmasına, ilk insan olmasına, Hz. Muhammed’in nûru sebebiyle yaratılmasına telmihte bulunur: 166 789. Cûları dil-keş idi §an cânân Âdem’üñ göñline girerdi revân 1385. Âferµnişde ◊a≥ret-i Âdem Eyledi kendüye beni ma√rem 482. Bâ’i&-i kâr-«âne-i ¡âlem Sebeb-i «il…at-i benµ-âdem Hz. Mûsâ asâsı, yed-i beyzâsı ve Tûr dağında Allah’ın ona tecellî etmesi olayıyla; Hz. İsâ ölüleri dirilten nefesiyle ve Hz. Meryem’in oğlu olmasıyla; Hz. Yusuf ve Hz. Yâkub, oğlu Yusuf’un gömleğini yüzüne süren Hz. Yâkub’un görmeyen gözünün açılmasıyla; Hz. Süleyman hayvanlarla konuşup anlaşmasıyla ve yüzüğüyle, Hızır (a.s.) ise âb-ı hayat ile telmihlere konu edilmiştir: 665. ‰utar elde ¡a§âyı §an Mûsâ Gösterür «al…a ol yed-i bey≥â 1184. ‰ûr-ı sırr-ı §afâda Mûsâ’dur Dem-be-dem ma@har-ı tecellâdur 485. Çün ≠amµrinde sırr-ı ◊a… mu≥mer Dem-i ¡Ìsâ feminde hem müdπam 524. Bûy-ı zülfüñ bu«ûr-ı Meryem’dür Dem-i la¡lüñ Mesµ√-i «oş-demdür 771. Kelimâtuñ dem-i Mesî√â’dur Her sözüñ mu¡cizât-ı ¡Ìsâ’dur 451. Pµr-i çar«a irişdi ol ma√bûb Yûsuf’uñ buldı güyiyâ Ya¡…ûb 739. Mevc-i ba√r-i çemende keştî-i rû√ ∏ar… olurken yetişti »ızr-ı fütû√ 490. Oldı mâ-i zülâl-i la¡linden Âb-ı √ayvân-ı cân-fezâ peydâ 138. Añlamaz …a†re ba√r-i ¡ummânı Ne bilür mûrçe Süleymân’ı 1035. Arayup …a¡r-ı ba√r-i ¡ummânı Bulmışam «âtem-i Süleymân’ı 167 b) Dört Halife: Şânî dört halifeye ayrı ayrı methiye yazmıştır. Hz. Ebubekir ilk halife olması ve Sıddîk lakabını almasıyla, Hz. Ömer adaletiyle ve dünyaya bir peygamber daha gönderilse o kişinin Hz. Ömer olacağı hadisiyle; Hz. Osman Kur’an-ı Kerim’in âyetlerini bir araya getirip kitaplaştırmasıyla, Hz. Ali zülfikârıyla övülür: 540. Dürc-i §ıd… u §adâ…atuñ güheri Burc-ı çar«-ı fe§â√atuñ …ameri 544. »alef-i server-i nübüvvetdür Şâh-i pµrân-ı ehl-i cennetdür 545. Oldıπıyçün o gülşen-i ta§dµ… Didi ehl-i §afâ aña ~ıddµ… 585. ¡Ömer’üñ cümle ¡adl ü dâdı içün Reh-i ◊a…’da anuñ reşâdı içün 560. Bir nebµ da«ı gelse ¡âleme ger ¡Ömer olurdı «al…a peyπamber 571. Çün şehµd oldı ◊a≥ret-i ¡O&mân La¡l-i rummânı @âhir eyledi kân 568. Kef ü engüşti §anki lev√ u …alem ~u√uf-ı ¢ur’anı itdi cem¡ ü ra…am 579. ±âtı burc-ı esed gibi enver ±ü’l-fi…ârı yanında §an «âver 582. Ya¡ni serdâr-ı evliyâ-yı ¡i@âm Esedu’llâh-ı Rabb-ı ≠ü’l-ikrâm c) Melekler: Cebrâil, beyitlerde Namus-ı Ekber, Cebrâil, Cibrîl, Rûh-ı Emîn, Tâir-i Kuds, Tâir-i Sidre olarak yer almaktadır. Özellikle mi’râc hadisesinin anlatıldığı bölümde Cebrâil’in Hz. Peygambere Burak, Hulle ve İklîl’i getirmesi (416), İsra ve mi’râc yolculuğu boyunca Hz. Peygambere kılavuzluk etmesi (427, 428), Sidretü’lMüntehâ denilen yere kadar götürüp oradan öteye geçemeyecegini söylemesi (455) yer alır. Sidre-i Müntehâ’da ilerleyemeyen Cebrâil birçok kez ‘Tâir-i Sidre’ olarak adlandırılır: 168 416. »ulle vü bir Burâ… hem iklµl Ol Resûl’e getürdi Cebrâ’µl 454. ‰â’ir-i sidre didi ey mümtâz İdemem πayrı bir da«ı pervâz 455. Ger gidersem ya…ar cenâ√umı hep Sû«te pervâne gibi şem¡-i πa≥ab 428. Murπ-ı lâhût olup o bülbül-i üns ¢ulaπuz oldı aña †â’ir-i …uds 426. İşidüp bu kelâmı ol dil-dâr Şev…le o Burâ…’a oldı süvâr 427. Reh-nümâ oldı aña Cebrâ’µl Şâh öñinde niteki peyk-i cemµl Cebrâil (a.s.) dışında telmih edilen diğer melekler Hârût ve Mârût’tur: 1129. Zena«ı …a¡r-ı çâh-ı Hârûtµ Ba…ar anda §uya o Mârûtµ 4.4.2.2. Tarikat Büyükleri Dede Ömer Rûşenî ve Mevlânâ Şânî’nin etkilendiği iki şahsiyet olarak karşımıza çıkar. Mevlânâ’yı Mesnevisinden dolayı, Dede Ömer Rûşenî’yi de Halvetî olduğu ve ondan feyz aldığı için anar. Dede Ömer Rûşenî için bir methiye yazmıştır: 658. ¡İlm-i @âhirde Bû-¡Alµ Sµnâ ¡İlm-i bâ†ında √a≥ret-i Monlâ 659. Ya¡ni …u†bu’r-reµs Şey« ¡Ömer Kân-ı ta√…µ…e ≠ât-ı pâki güher 660. Rûşenµ olsa †añ mı aña la…ab Nûr-ı ru«sârı ber… urur her şeb 665. ‰utar elde ¡a§âyı §an Mûsâ Gösterür «al…a ol yed-i bey≥â 664. Ol siyeh şemle-y-ile √a≥ret-i pµr Şeb-i târ içre §anki bedr-i münµr 169 1698. ¢u†b-ı ¡âlem ki ◊a≥ret-i Monlâ Rüşd içün itdi Me&nevµ peydâ 1699. Tâ ola sâlike †arµ…-i sedâd ¢ı§§adan √i§§e ala ehl-i reşâd 4.4.2.3. Tarihî, Efsanevî Kişiler Şânî dönemin padişahı Sultan Üçüncü Murad’a bir methiye yazmıştır. Bu methiyede klâsik övgü anlayışının dışına pek çıktığı söylenemez. Gücü, İslâm askeri oluşu vb. nedenlerle över, saltanatının devamı için dua eder: 601. İbn-i Sul†ân Selµm-i √âfı@-ı dµn Ya¡ni Sul†ân Murâd-ı ehl-i ya…µn 603. Mµmi düşmen başına bir şeşper Râsı …alb-i ¡adûya bir «ançer 604. Elifi tµr-i tirgeş-i irşâd Dâlı çengâl-ı dâr-ı ¡adl-ı sedâd 605. Çâr √arfi bu ism-i zµbânuñ Çâr rükni metµn-i dünyânuñ 606. İki ebrûsı râ-yı ra√metdür Her biri §anki nûn-ı nu§retdür 607. Rûy-ı zibâyeş âftâb-ı semâ ¢âmeteş na«l-i rav≥a-i ¡ulyâ 608. Kef-i zµbâsı §anki bedr-i bedµd Penc engüşti pençe-i «urşµd 626. Yâ İlâhî bi-√a……-ı nûr-ı ◊abµb ¡Avnüñi dâ’im eyle şâha …arµb 627. ¢ılıcın eyle dâ’imâ keskin Nitekim pehlüvân-ı çar«-ı berµn 628. Eyle …a§r-ı vücûdını âbâd Bi’r-Rasúli ve sa√bihi’l-emcâd 170 Eflâtun, Kahraman, Behmen, Dârâ, Sencer, Fağfûr, İskender, Efrâsiyab, Rüstem gibi isimler de Şânî’ni telmih havuzunda yerini alır: 978. Benüm irşâdum-ıla Eflâ†ûn Oldı ¡âlemde feylesof-ı fünûn 595. ∏ayret-i ¢ahraman u Behmen ü Gûr Reşk-i Dârâ vü Sencer ü Faπfûr 1552. Rehber oldum Sikender’e nâgâh Gitdi târµke olmadı güm-râh 1538. Virdüm Efrâsiyab’a ben «aşmet Rüstem ü ±âl’e şevket ü …udret 4.5. Zaman Hikâyenin başlangıcıyla bitişi arasında geçen süre dört gündür. İlk iki gün akıl, ilim, hilm ve devlet kendi aralarında tartışırlar. İkinci günün akşamı tartışmadan bir sonuç alamayınca bir bilene danışmaya karar verirler: 1061. ¡Â…ıbet didiler bize √âkim Gerek ola rumûza hep ¡âlim 1063. İttifâ…-ı bilâ-nifâ…la hep ‰oydılar her birisi râh-ı †aleb 1064. Bulalar tâ ki bir sü«an-dânı Mehbi†-i lâyi√ât-ı Rabbânµ Üçüncü günün seher vakti bir şahbazın sırtında yolculuğa çıkarlar. Çölü aştıktan sonra güneş açınca marifet şehrine varırlar. Şehrin güzelliğine hayran olurlar. Bu sırada rûh-ı seyrânîyi görüp dertlerini anlatırlar. Akşam olmuştur artık. Rûh-ı seyrâni onları sabahleyin rûh-ı pür-hikmete götüreceğini söyler. Dördüncü günün sabahı rûh-ı pür-hikmetin huzuruna gelirler. Hepsi üstünlük iddiasın rûh-ı pür-hikmete anlatır. Rûh-ı pür-hikmet hepsine itiraz eder, eksikliklerini sıralar. Rûh-ı pür-hikmetin nasihatleriyle hikâye sona erer. Hikâye kahramanları kişileştirilmiş soyut kavramlardır. Bu yüzden kahramanların geçmişe dönerek yaptıkları hatırlatmalar, insanoğlunun hatta kâinatın yaratılışı kadar eskiye gider. Çünkü akıl, ilim, hilm ve devlet insanın var oluşundan beri 171 varlıklarını sürdürmektedir. Kendi üstünlüklerini ispatlamak için telmihler, iktibaslar ve hadislerden faydalanırlar. Sebeb-i telif bölümünde yer alan bahar ve hazan tasvirleri de divan şairinin bu mevsimlere bakış açısını ortaya koyan önemli tasvir bölümlerinden biridir. Bahar ve hazan divan şairi için sadece bir zaman dilimi olmanın ötesindedir. 4.6. Mekân Gülşen-i Efkâr’in hikâye kısmında tasvir edilen mekânlar arasında olumsuz özellikleriyle vasfedilen hiçbir yer adı yoktur. Anlatıcının gözüyle tasvir edilen kahramanlar için de bu geçerlidir. Hikâyede mekânlar kahramana uygun bir şekilde tasvir edilir ve böylelikle kahraman-mekân uyumu sağlanmış olur. Akıl, ilim, hilm ve devlet Kaf Dağının eteklerinde bulunan geniş bahçesi (hadîka-i ulyâ / gülşen-i bî-hemtâ) olan bir köşkte (kâh-ı vâlâ / kasr-ı a’lâ) yaşarlar: 783. Dâmen-i kûh-i ¢âfda bir zîbâ Var idi bir √adî…a-i ¡ulyâ 784. Dest-i …udretle §âni¡-i Yezdân Yapmış anı mi&âl-i bâπ-ı cinân 789. Cûları dil-keş idi §an cânân Âdem’üñ göñline girerdi revân 790. Selsebîl-i sebîl enhârı Dev√a-i Sidre gibi eşcârı 809. Biri √ilm-i selîm ü ehl-i edeb İtmedi bu cihânda şûr u şeπab 810. Birinüñ nâmı devlet-i i…bâl Açılur †âli¡inde ferru«-fâl 811. Her biri pâs-bân-ı gülşen idi Sözlerinden hezâr ü gülşen idi 815. Vâr idi bu √adî…ada bir kâ« İki yanında bitmiş idi dü-şâ« 816. Gûyiyâ sidre-i mu¡allâdur Bâπ-ı cennetde şâ«-ı tûbâdur 172 Kişi-mekân ilişkisi tüm hikâye boyunca uyumludur. İyi biri kötü bir mekânda tasvir edilmez. Zaten tüm hikâye boyunca cennet gibi mekânlar tasvir edilir. Hikâye bölümünde geçen yer adları sırasıyla şöyledir: 1) Hadîka-i Ulyâ 2) Gülşen-i Bî-Hemtâ 3) Kâh-ı Vâlâ 4) Kasr-ı A’lâ 5) Sahrâ 6) Şehr-i Mârifet 7) Kubbe-i Mevhibet. Bu mekânların ilk dördü, dört kahramanın koruyucusu oldukları ve Kaf Dağının eteklerinde bulunan mekânın; Sahrâ, şahbazın sırtında yolculuk ederken geçtikleri çöl veya ovanın; son ikisi de yolculuk sonunda vardıkları yerin adıdır. Kahramanların bulunduğu her dış mekân ayrıntılı bir şekilde tasvir edilmiştir. İç mekânlara ilişkin ayrıntılara hiç girilmemiştir. Ne kubbe-i mevhibetin (rûh-ı pürhikmetin yaşadığı yer) ne de kâh-ı vâlânın (dört kahramanın iki gün boyunca münazara ettikleri köşk) iç mekân tasvirleri yapılmıştır. Tasvir edilenler hep bağlar, bahçeler, tepeler, dış görünümüyle kubbeler ve köşkler olmuştur. Dış mekân anlatımında meyveler, ağaçlar, çiçekler, rüzgâr, akarsular vb. yer verilmiştir.144 Ana hikâyenin dışında kalan bölümlerde ise dinî mekânlar dikkat çeker. Kâ’be, Mescid-i Aksâ, Tûr, cennet bunlardan birkaçıdır. Gülşen-i Efkâr’in en ilginç özelliklerinden biri şairin kendi memleketi olan Lârende hakkında 22 beyitlik küçük bir şehrengizi barındırmasıdır. Bu şehrengizde Lârende’nin havasından, tabiî güzelliklerinden ve kalesinden bahsedilir. 145 144 145 Mekân tasvirleriyle ilgili daha ayrıntılı bilgi için tezin “mekân tasvirleri” bölümüne bakınız. Ayrıntılı bilgi için tezin “3.3.3.2. Mekân Tasvirleri” bölümüne bakınız. 173 SONUÇ Yaptığımız inceleme neticesinde Gülşen-i Efkâr mesnevisi ve Lârendeli Şânî’ye ilişkin tespitlerimizi şöyle özetleyebiliriz: Gülşen-i Efkâr’ın müellifi olan şair, tezkire ve diğer biyografik kaynaklarda Şânî, Mehmed Şânî ve İbrahim Şânî adlarıyla geçmektedir. Lârendeli Şânî’nin asıl adının Mehmed mi İbrahim mi olduğu ya da ayrı şairler mi oldukları hakkında kaynaklarda çelişkili bilgiler verilmiştir. Gülşen-i Efkâr mesnevisinde de şairin gerçek adına ilişkin herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Bu sebeple Şânî’nin gerçek adı kesin bir şekilde tespit edilememiştir. Gülşen-i Efkâr, dinî-tasavvufî konulu didaktik ve alegorik bir mesnevidir. Eserin giriş bölümlerinde öğretici bir edayla kimi tasavvufî kavramları açıklama yoluna giden Şânî, ana hikâyenin anlatıldığı bölümde ise alegoriyi ustalıkla kullanmıştır. Bu durum, okuyucunun eserdeki alegoriyi anlamasına yönelik bilinçli bir yaklaşım gibi görünmektedir. Gülşen-i Efkâr’ın dinî-tasavvufî içerikli olması nedeniyle Kur’an sureleri ve hadislerin kullanımı ve onlara yapılan göndermeler oldukça fazladır. Esere nüfuz edebilmek için bu göndermeleri iyi idrak etmek gerekmektedir. Eserdeki kahramanlar -akıl, ilim, hilm, devlet, rûh-ı pür-hikmet- kişileştirilmiş soyut kavramlardır. Bu kahramanlar diyaloglar halinde “kimin daha üstün olduğu”na dair tartışmaya girerler. Mesnevideki ana hikâye boyunca bu tartışma devam eder. Bu yönüyle eserin münazara tarzında yazıldığı kesindir. Ancak ana hikâye kısmına geçmeden önceki bölümlerde yer alan didaktik beyitler, söz konusu edilen tartışmadan kimin galip geleceğini açık açık dile getiren açıklamalar içermektedir. Bu durum, okuyucunun hikâyenin sonuyla ilgili merak unsurlarını ortadan kaldırmaktadır. Günümüz roman anlayışında merak unsurlarının bulunmayışı bir eksiklik olarak değerlendirilmekle birlikte, bir eserin kendi döneminin şartları ve sanat anlayışı doğrultusunda içinde değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Eserin dili, yazıldığı dönemin şiir diliyle kıyaslandığında çok ağır ya da çok sade bir özellik taşımaz. Methiye bölümlerinde dilin Arapça ve Farsça tamlamalarla ağırlaştığı, diyalog bölümlerinde daha sade bir hâl aldığı görülmektedir. Bu durumda kullanılan dilin sadeliği veya ağırlığını, belirlemektedir. beyitlerin içeriği ve şairin amacı 174 Şânî, Türkçe deyimleri, pek sık olmasa da atasözlerini başarıyla kullanır. Türkçe sözcük kullanımında fiillerin, yardımcı fiillerin, ek fiillerin yoğunluğu dikkatimizi çekmiştir. Bu durum eserin tahkiyevî bir anlatıma sahip olmasıyla açıklanabilir. Beyitlerin kısa aruz kalıplarından biriyle (Fe’ilâtün / Mefâ’ilün / Fe’ilün) yazılması -gazellerlerle kıyaslandığında- kısa cümlelerin kullanımını yoğunlaştırmıştır. Cümle kısaldıkça da yüklemlerin; dolayısıyla da fiil, yardımcı fiil ve ek fiillerin sık kullanılmasını sağlamıştır. Eserde tüm sözcüklerin Arapça veya Farça tamlamalarla kurulduğu ve içinde ek fiil dışında Türkçe sözcüğün olmadığı pek çok beyit vardır. Ancak en sade beyitlerde bile bu durumun tersi bir kullanım söz konusu değildir. Tüm sözcüklerin Türkçe kökenli olduğu tek bir beyit dahi yoktur. Bu durum, eserin dinîtasavvufî içerikli olması ve bu içeriğe sahip eserlerde kullanılan kavramların genelde Arapça ve Farsça olmasıyla açıklanabilir. Şânî, edebî sanatları ustalıkla kullanır. Sanatlı anlatımın eserin tasvir bölümlerinde yoğunlaştığı görülür. Teşbih, teşhis, istiare ve tenasüp gibi sanatlar en çok başvurduğu sanatlardır. Benzetmelerde şairin sürekli aynı benzetmeyi kullanması, tekrara düşmesine neden olur. Bu durum özellikle kahramanların kendilerini vasfederken kullandıkları “nûr, şem’ vb.” sözcüklerde karşımıza çıkar. Şairin harf benzetmelerine özel bir ilgisinin olduğu dikkatimizi çekmiştir. Ancak harflerle yapılan benzetmeler sanatçının hurufî bir şair olduğu sonucunu verecek yapıda değildir. Çünkü bu benzetmeler Hurufîlikle bağı olmayan her Divan şairinin kullandığı türdendir. Gülşen-i Efkâr’ın klâsik mesnevi tertibinde pek karşımıza çıkmayan en önemli özelliği, içinde 22 beyitlik küçük bir Lârende (Karaman) şehrengizi barındırmasıdır. Bu şehrengiz, Şânî’nin kendi memleketi olan Lârende’yle ilgili çok da ayrıntıya inmediği, cennet benzetmesi etrafında şekillendirdiği yüzeysel bir tasvirden ibarettir. Ancak Lârende Kalesi’nin o dönemdeki fizikî görünümüyle ilgili bilgilere de yer verilmiştir. Eserdeki tasvirlerle ilgili dikkatimizi çeken en önemli husus ise iç mekân tasvirlerine yer verilmeyişidir. Saraydan, köşkten bahsedilmesine rağmen bu mekânların iç görünümüyle ilgili detaylara girilmez. Sadece o mekânların dış görünümü ve bu görünümün bağ ve bahçeden yola çıkılarak çiçeklerle, kevserle süslenen bir cennet benzetmesi etrafında şekillendiği görülür. Gerçek mekân (Larende) ve kurgu ya da hayalî diyebileceğimiz hikâyenin geçtiği mekânların anlatımında da üslûp bakımından farklılıklar ortaya çıkar. Gerçek mekânda ayrıntılara fazla değinilmezken, hikâyenin geçtiği mekânlarda ayrıntılar ve sanatsal anlatım hissedilir derecede artar. Divan şiirinde 175 her sanatçının açık mekânlar için kullandığı ortak benzetme olan “Cennet” motifi sürekli yinelenir. Yukarıda tespit ettiğimiz özellikleriyle, Şânî’nin Divan şiiri geleneğine yeni bir soluk getirdiği ya da diğer mesnevi şairlerinden ayrı bir yol tuttuğu iddia edilemez. Bu yönüyle Şânî gelenekteki şiir anlayışının dışına pek çıkmayan manzum bir eser ortaya koymuştur. 176 BEŞİNCİ BÖLÜM GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN METNİ 5.1. Nüshaların Tanıtımı Sultan III. Murad zamanında kaleme alınmış olan Gülşen-i Efkâr adlı mesnevînin müellifin kaleminden çıkmış nüshasını tespit edebilmek için kütüphane taraması yaptık. Bu tarama sonucunda Lârendeli Şânî’nin Gülşen-i Efkâr mesnevîsinin biri Süleymaniye, ikisi İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Nâdir Eserler Bölümünde olmak üzere üç yazma nüshasını tespit edebildik. İstanbul Üniversitesi Nâdir Eserler Kütüphanesi Nu: 3040’ta kayıtlı nüsha, beyit sayısı en fazla olan nüshadır. Ayrıca dış kapağında “müellif Şânî” kaydı vardır. Yaptığımız karşılaştırmalarda hem diğer nüshalara göre eksiklerinin en az oluşu hem de yazım hatalarının asgarî oluşu sebebiyle bu nüshayı temel aldık. Daha sonra diğer nüshalarla karşılaştırdık. Aruz, kafiye, anlam ilgilerini göz önünde bulundurarak en doğrusunu metne koymaya gayret ettik. Metne dâhil etmediğimiz nüsha farklarını da dipnotlarda ayrıca belirttik. Aynı kütüphanedeki Nu: 1917’de kayıtlı nüshada ise ne müellif hattı olduğuna dair ne de istinsah edildiğine dair bir kayıt bulunmaktadır. Bununla birlikte Süleymaniye Kütüphanesindeki nüshada hem müellif adı hem de müstensih adı kaydedilmiştir. Ancak bu nüsha imlâdaki tutarsızlıklar, kelimelerin yazımındaki diğer kusurlar ve eksik beyitleri bakımından en sıkıntılı nüshadır. Sahife kenarlarına notlar düşülmesi, eksik beyitler tamamlanmaya çalışılması, yanlış yazılan sözcüğün sahife kenarında düzeltilmeye çalışılması vb. özelliklerinden dolayı yazımının aceleye getirildiği ve müstensihinin de imlâ konusunda sıkıntılı olduğu görülmektedir. Nüshalarla ilgili dipnot verirken kolaylık sağlaması için nüshaları “İÜ1, İÜ2 ve SK” şeklinde kısaltmalarla ifade ettik. Bu üç el yazması nüshanın tavsifi şu şekildedir: 1. İÜ1 Nüshası: İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Nu: 3040, istinsah tarihi:1040, müstensih: bilinmiyor, varak: 62 (2a-63a), ölçüler: 250x150 mm, 15 satır, nesih, söz başları ve sahife cedvelleri altunî sarı renk, yeşil kumaş cilt (dört yapraklı yonca deseniyle bezenmiş), aharlı beyaz ince kâğıt. 177 Baş: Ufu…-ı cânda nûr-ı b’ismi’llah ¡Âlem-i …albe ber… urur çün mâh Son: O…ıyup bu du¡âyı ehl-i ya…µn Umarum cân-ıla diye âmµn 2. İÜ2 Nüshası: İstanbul Üniversitesi, Merkez Kütüphanesi Nu: 1917, istinsah tarihi: bilinmiyor, varak: 62, ölçüleri:190x110 mm, 15 satır, ta’lik, bordo meşin cilt (kabartma tezhip süslemeli), kapakların iç tarafı ebru kağıt kaplı, söz başları ve sahife cedvelleri kırmızı, aharlı beyaz ince kâğıt. Baş: Ufu…-ı cânda nûr-ı bismi’llah ¡Âlem-i …albe ber… urur çün mâh Son: O…uyup bu du¡âyı ehl-i ya…µn Umarum cân-ıla diye âmµn 3. SK Nüshası: Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi Bölümü, Nu: 3731, istinsah tarihi: H. 1124, müstensih: Mehmed ? , varak: 62, ölçüleri:.150x220 mm., 15 satır, nesih, söz başları ve sahife cedvelleri kırmızı, sırtı meşin, kapakları ebru kağıt kaplı cilt, aharlı âbâdi krem rengi, ince kâğıt. Baş: O…u cândan be-nûr-ı bismi’llah ¡Âlem-i …albe ber… urur çün mâh Son: O…uyup bu du¡âyı ehl-i ya…µn Umarum cân-ıla diye âmµn 5.2. Çeviriyazılı Metnin Kuruluşunda İzlenen Yöntem 1. Gülşen-i Efkâr mesnevîsinin metni oluşturulurken, en hacimli olan İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi Nu: 3040’ta kayıtlı bulunan İÜ1 nüshası esas alınmıştır. Edindiğimiz üç nüsha karsılaştırılmış; anlam, vezin, üslûp gibi birtakım ölçütler göz önünde bulundurularak sağlam bir metin oluşturulmaya çalışılmış; bir nüshada bulunan ancak diğerlerinde bulunmayan beyitler de eklenmiş ve bu durum dipnotta belirtilmiştir. Nüsha farklılığından dolayı beyitin okunmasıyla ilgili çelişkiye düşülen durumlarda müstensihinin en dikkatsiz ve yazım hatalarının en çok olduğu SK nüshası ikinci planda tutularak değerlendirme yapılmıştır. 178 2. Metindeki beyitler kolaylık açısından sol tarafından numaralandırılmış, tertip sırası esas alınan İÜ1 nüshasından yaprak numaraları da beyit numaralarından daha solda olacak şekilde verilmiştir. 3. Dipnotların tamamı sıra numarası verilerek oluşturulmuştur. 4. Aruza uymayan bazı beyitler diğer nüshalarla karşılaştırılmış, aruza uyan nüsha dikkate alınarak diğer nüsha farkı dipnotta gösterilmiştir. 5. Nüshalar arasındaki farklar, dipnotlarla belirtilmiştir. Bir beyitin aynı mısraında yer alan birden fazla farkın gösterilmesinde ise ( // ) işareti kullanılmıştır. 6. Dipnotta âyet veya hadiste geçen bir söz açıklanırken o söz tırnak içine alınmıştır. 7. Metinde geçen âyet, hadis iktibasları, Arapça ve Farsça beyitler İtalik olarak yazılmıştır. Kullandığımız transkripsiyon işaretleri şu şekilde gösterilmiştir: 8. Aynı kelime farklı şekillerde yazıldığında metin tamiri yapılmıştır. Örneğin dahı kelimesi dâhî; hep kelimesi heb; hiç kelimesi hic; dâima kelimesi de dâyima 179 şeklinde yazılmışsa bu kelimelerde bir düzeltmeye gidilmiş ve dahı, hiç ve dâima şeklinde okunmuştur. 9. Aşk veya ışk gibi iki ayrı şekilde okunabilen kelimelerde bu okunuşlardan kelimenin yaygın söylenişi tercih edilip aşk şeklinde okunmuştur. Âftâb-âfitâb kelimesi âftâb; âsmân-âsumân kelimesi âsmân şeklinde okunmuştur. 10. “Varup”, “olup”, “gelüp” gibi kelimelerdeki “–up” zarf-fiil eki, metindeki “-ub / üb” şekli yerine “-up / -üp” şekliyle gösterilmiştir 11. Metinde geçen özel isimlerin Türkçede olduğu gibi ilk harfi büyük yazılmış; ek geldiğinde apostrofla ayrılmıştır. 12. Başlıklar koyu karakterle ve büyük harfle yazılmış, ancak şiirin içinde ara başlık niteliğindeki hadis veya âyet iktibasları koyu karakterle ve küçük harfle yazılmıştır. 13. “Ser”, “bî”, “pür” gibi Arapça ve Farsça ön ek alan bütün kelimelerde ek ile kelime arasına ( - ) işareti konulmuştur: ser-fürû, bî-pâyân, pür-hûn gibi. Ancak serdâr sözcüğü kalıplaşmış olarak hep serdâr şeklinde yazılmıştır. 14. “İle” sözcüğü ile kendinde önceki sözcük arasına ( - ) işareti konmuş, ünlü uyumuna uydurularak kalın ünlülü sözcüklerden sonra “-ıla” şeklinde; ünlüyle biten sözcüklerden sonra “y-ı-la / -y-ile” şeklinde yazılmıştır. “ile”nin ekleşmesi durumunda ise aruz ölçüsüne uygunluk göz önünde bulundurulmuştur: cürm-ile, şîve-y-ile, anuñıla, nûrı-y-ıla; kanadumla, anuñla. 15. “İçin” sözcüğünün okunmasında da aruza uygunluk esas alınmıştır: oldıgı içün, oldıgıçün, çıktıgıyçün, hakkıyçün. 16. Arapça aslî çift ünsüzle biten sözcükler, sonrasına ünlüyle başlayan bir ek almadıkça tek ünsüzle yazılmıştır. Ancak Arapça veya Farsça beyitlerde sözcüğün aslına bağlı kalınarak çift ünsüzlü yazılmıştır: ◊a……’a, ◊a…’da, cezbe-i ◊a…, √a……-ıla; ◊üccetü’l-◊a…… ber-cihân la…abem. 180 5.3. Çeviriyazılı Metin Bi ¡avni’l-kerµmi’r-rahµm bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahµm. Hâzâ kitâbu Gülşen-i Efkâr Sul†ân Murâd zamânında Lârendeli Şânî Efendi te’lif itmişdür 146 GÜLŞEN-İ EFKÂR Fe¡ilâtün / mefâ¡ilün / fe¡ilün (Fâ¡ilâtun) 1-B 146 (fa¡lün) 1. Ufu…-ı canda nûr-ı b’ismi’llâh 147 ¡Âlem-i …albe ber… urur çün mâh 2. Nûrı çar«-ı hidâyetüñ …ameri 148 Burc-ı sa¡duñ nücûm-ı cilve-geri 3. Fi’l-me&el andaki o na…ş u ru…ûm Fülk-i dilde tâb-dâr-ı nücûm 4. Oldı envârı râh-ı dµne delµl Gider anuñla yola ibn-i sebµl 5. Fet√ olur anuñ-ıla bâb-ı ümµd Açılur nûrıyla rûz-ı sa¡µd 6. Fâti√idür «azâin-i πaybuñ Kâşifidür rumûz-ı lâ-reybüñ 149 7. Ol-durur serv-i gülşen-i melekût Sünbül-i bâπ-ı rav≥a-i ceberût 8. ◊ırz-ı cân olmaπın ulü’l-eb§âr 150 Götürür başda anı leyl ü nehâr Bu açıklama sadece SK nüshasında vardır. İÜ1 nüshasının ön yüzünde “Gülşen-i Efkâr-ı Şânµ-i Lârendevµ ez mürµdân-ı Şey« ¡Ömer Rûşenµ müştehir bi-Monla Çelebi ez şu¡arâ-yı ¡a§r-ı Sul†ân Murâd-ı &ânµ” ifadesi vardır. İÜ2 nüshasında herhangi bir ön kayıt yoktur. 147 Ufu…-ı cânda nûr-ı: O…u candan be-nur SK 148 Nûrı: Nûr veya Nûr-ı SK 149 lâ-reyb (şüphe yoktur): “O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.” (Bakara 2/2). “Lâ-reyb”le “yakîn” eş anlamlıdır. Ayrıntılı bilgi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 150 ulü’l-eb§âr (basiret sahipleri): “Allah, gece ile gündüzü birbirine çeviriyor. Şüphesiz bunda basiret sahipleri için mutlak bir ibret vardır.” (Nûr 24/44). 181 2-A 9. Andadur ism-i a¡@am-ı Ra√mân Fet√ olur anuñ-ıla genc-i nihân 10. Cümle √arfinde gizli niçe künûz Münderic her birinde dürlü rumûz 11. Bâ-yı b’ismi’llâh oldı ümm-i kitâb Anda derc oldı cümle fa§l-ı «i†âb 12. No…†a-i bâ ki merdümi melegüñ Merkezidür devâir-i felegüñ 13. İnbisâ†ından oldı kevn ü mekân Zµr ü bâlâ vü ¡arş u ferş-i cihân 14. Sµni sul†ân-ı ¡aş…a efserdür Tâc-sâlâr-ı pµr-i perverdür 15. Erredür münkire siyâsetde Diş biler …atline cinâyetde 16. Ehl-i µmâna lµk sµn-i sürûr Göñlini dâimâ ider mesrûr 17. Besmele meddi oldı √abl-i metµn Yapışan aña †utdı ≠eyl-i ya…µn 18. İncedür gerçi §an †arµ…-i »udâ Ehl-i tev√µde ¡urve-i vu&…a 19. Oldı ebrû-yı şâhid-i ta√…µ… No…†ası «âl-i §ûret-i ta§dµ… 20. Mµmi «al«âl-i sâ…-ı ¡arş-ı ¡a@µm ‰av…-ı gerdân-ı √ûr-ı ¡ayn-ı na¡µm 21. Sâlike remz-ile ider i¡lân Erba¡µnde bulur kemâl insân 22. Laf@atu’llâh ki ism-i ≠âtü’l-◊a… Bâπ-ı ra√metde §anki bir yapra… 23. Elifi serv-i bâπ-ı ra√metdür Bezm-i va√detde şem¡-i …udretdür 182 2-B 24. Oldı gûyâ ¡a§â-yı «asta-dilân Anuñ-ıla …ıyâm ider pµrân 25. Zeyn idüp rûy u …alb-i µmânı151 ~a…ladı cân içinde ◊a… anı 26. Birligi √a……uñ anda @âhirdür Şa¡şa¡a-târ gibi bâhirdür152 27. ‰oπrı yolı bize işâret ider Râh-ı √a… √a……ı delâlet ider 28. Remz-ile lâmı gösterüp tibyân Rûze-i far≥ı itdi bize beyân 29. ±ü’l-fi…âr-ı ¡Ali gibi iki lâm Gösterir ehl-i küfre tµπ u √üsâm153 30. İtdi anı o √a≥ret-i Feyyâz Rişte-i ¡ömr-i münkire mı…râ≥ 31. Benzer ol √âsı çeşme-i şehde Bâπ-ı cennetde gonce-i verde154 32. Fi’l-me&el ol nigµn-i bâdâmı Fikretüm şâhbâzınuñ dâmı 33. İtdi teşdµdi münkire şiddet155 Erresi …ıldı …atline √iddet 34. Aña can gözi-y-ile eyle na@ar Per-i Nâmûs-ı Ekber’e beñzer 156 35. Râları §an miyân-ı serve kemer ¢atl-i vesvâse her biri «ançer 36. Mâh-ı nevdür sipihr-i ra√mete ol157 Ya kemerdür …u§ûr-ı cennete ol rûy u …alb: rûy-ı …alb İÜ2, SK Şa¡şa¡a-târ: Şa¡şa¡a-ı târı SK 153 tµπ u hüsâm: tµπ-i hüsâm SK 154 Bu beyit SK nüshasında yok. 155 münkire şiddet: münkir-i şiddet SK 156 Nâmûs-i ekber, Cebrail’dir. Bkz. Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türlçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi Yay., Ankara 1993, s. 805) 157 Mâh-ı nevdür : Mâh-ı nûrdur SK 151 152 183 3-A 37. ◊âlarıdur cihanda efser-i ◊ay ◊ay-durur anuñ-ıla cümle şey158 38. İbtidâ-yı √ayât-ı dil oldur İntihâ-yı felâ√ bil oldur159 39. Nûnı üzre …arâr buldı ya…µn 160 Anuñ üstinde †urdı dµn-i mübµn 40. Çı…dıπıyçün ser-i necâta o nûn Götürür başda anı sûre-i Nûn 161 41. Ol-durur ke’s-i «ûn-ı Ra√mânµ162 ¢urtarur yirde …almadan cânı 42. Yâsı …avs-i …a≥âdan oldı nişân Dest-i …udret çeker o yâyı hemân163 43. İsmi ser-defter-i du¡â-yı …abûl Resmi şey’üñ esâsıdur ma…bûl 44. No…†alar anda merdüm-i insân Mezra¡-ı ma¡rifetde to«m-ı revân 45. Görinen anda ol sevâd u beyâ≥164 Dµde-i √ûr-ı cennet-i Feyyâ≥ 46. Kimi dâl eyleyüp …adin çü kamer ◊a≥ret-i ◊a……’a hep ¡ibâdet ider 47. Kimi ke&retde kimi va√detde Dâ’ire içre kimi «alvetde 48. Dµde-i cânı Şâniyâ açagör Sırr-ı ma¡nâyı bunda cân-ıla gör cümle şey: cümle √ay İÜ1, İÜ2 bil: dil SK 160 Nûn: Ulûhiyet ilmine karşılık gelir. Kalem ise bu ilmi açığa çıkarandır. 161 Kalem sûresi. “Nûn ve’l-kalem” ifadesiyle başladığı için Nûn sûresi olarak da anılır. Zalimin zulmünü, fasidlerin fesadını önlemek ve kötülüklerinden korunmak için kendisinden faydalanılan bir sûredir. 162 ke’s-i «ûn: kâse-«ˇân SK 163 dest: yed İÜ2, SK 164 sevâd u beyâ≥ : sevâd-ı beyaz SK 158 159 184 49. Münderic bunda âdemüñ ¡ilmi Mündemic cümle ¡âlemüñ ¡ilmi TEV◊ÌD-İ ±Ü’L-CEMÂL Ü ±Ü’L-CELÂLDÜR Kİ REŞK-İ ¡I¢D-I LE’ÂL Ü ÂB-I ±ÜLÂLDÜR ¡A¢ABİNDE BER¡AT-I İSTİHLÂL ±İKR OLINUR165 3-B 165 50. ◊amd aña kim odur Kerµm ü Ra√µm »âlı…-ı nüh-revâ… u ¡arş-ı ¡a@µm 51. Fâli…ü’§-§ub√ »âlı…u’l-ervâ√ Râzı…u’l-«al… kâşifü’l-eşbâ√ 52. ¡Âlem-i sır her @uhûr u bu†ûn Diyemez kimse fi¡line çi vü çûn 53. Ol-durur bâni-i binâ-yı semâ Fâti√-i bâb-ı …alb-i ehl-i fenâ 54. ◊ayy u Bâ…µ vücûd-ı mu†la…dur166 Lâ-yezâl u …adµm-i esba…dur 55. ◊ikmetinde nüfûs-ı nâ†ı…a lâl ¡A…l-ı kül idemez o ≠âtı «ayâl 56. Bahr-i cûdında …a†redür yedi yem Cümle mevcûd anuñ …atında ¡adem 57. Mihr-i i√sânı eyleyüp işrâ… Nûrı-y-ıla açıldı Hind ü ¡Irâ… 58. Cur¡a-i hestiye olup sâ…µ Ra…§ u devre getürdi âfâ…ı167 59. Çâk idüp câme-i ¡adµmi vücûd Sµne gösterdi şânid-i mevcûd 60. Varlıπınuñ güvâhıdur dünyâ168 Şâhid-i ≠âtıdur bu ¡ar≥ u semâ 61. Cilvegerdür …amu me@âhirde Göremez kimse anı @âhirde Metnin sonunda sadece SK’de “temme” ifadesi var. ◊ayy u Bâ…µ: ◊ayy-ı Bâ…µ İÜ2, SK 167 Ra…§ u devr: Ra…§-ı devr SK 168 dünyâ: dûnyâ SK 166 185 4-A 169 62. ±ât-ı √a……uñ vücûdına şâhid169 Saña rûşen delµldür Nâhid170 63. Sırr-ı …albüñde var-ise i«l⧠Saña yeter bu sûre-i İ«l⧠171 64. Ser-fürû eyledi aña «ûrşµd Oldı nûrıyla pür-≥iyâ «ûrşµd 65. Defter-i §un¡-ı ◊a…’da seb¡a †ıbâ… No…†adur nûn içinde çar«-ı revâ… 66. Bahr-i cûdında ◊a… ‰e¡âlânuñ Deşt-i §un¡ında o tüvânânuñ 67. Ar≥-ı πabrâ serâb-ı âvâre Bahr-i a«≥ar √abâb-ı âvâre 68. Kâse-lµsi-durur cµm ü cemşµd Bende-i «âksârıdur «ûrşµd 69. ±erre-i mihr-i cûdıdur ¡âlem ¢a†re-i bahr-i cûdıdur âdem 70. Tâhe fµ tµhi §un¡ihi’l-ervâ√172 ◊âra fµ beydi künhihi’l-eşbâ√173 71. Heybetinden eridi gevher-i pâk Oldı âb-ı revân «ı††a-i «âk 72. ¢âdirüñ …udretine √ad yo…dur ~âni¡üñ √ikmetine ¡ad yo…dur 73. Nûrını gâhi rûy-ı Leylâ’da Gösterür geh ¡i≠âr-ı A≠râ’da 74. »al…ı eyler cemâline ¡âşı… Kimi Mecnûn olur kimi Vâmı… Şâhid: her şeb İÜ2, SK Nâhid: kevkeb İÜ2, SK 171 İhlâs sûresi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 172 ervâ√: eşbâ√ İÜ2 173 eşbâ√: ervâ√ İÜ2 // Bu beyit SK nüshasında yok. “Ruhlar ve bedenler O’nun yarattıkları (sanatı) karşısında şaşkına döndüler” anlamına gelen beyitte yaratılan her şeyin şaşkınlık yaratacak şekilde kusursuz ve mükemmel olduğu, yaratılan her şeyde yaratanı görmenin mümkün olduğuna işaret edilir. 170 186 4-B 174 75. Limeni’l-mülk «i†âbı ¡unvânı 174 Lâ-mekân âstânı dµvânı 76. İremez künh-i ≠âtına idrâk Mâ-¡arefnâke dir …amu derrâk175 77. Uçamaz ol diyâra mürπ-ı ¡u…ûl Aña ¡u…âb-ı ¡aş…ı virmez yol 78. ‰ayerân idemez sürûş-ı «ıred Heybet-i ◊a… yolına baπladı sed 79. ¢urbet-i …âfına olan ¡an…â Olur anuñ vücûdı nâ-peydâ 80. Bµm-i …ahr-ıla yaş döker kevkeb Gice yummaz gözini her kevkeb 81. Oldı bârân-ı fey≥i «âke revân İtdi andan @uhûr çeşme-i cân 82. Fey≥ idüp √âke ebr-i i√sânı Cereyân itdi ba√re nµsânı176 83. »ârdan itdi πonçe-i ra¡nâ ¢a¡r-ı deryâda lü’lü’-i lâlâ 84. Yemde itdi §adef §adefde düri Düre virdi le†âfet-i güheri 85. Bir nefesden yaratdı ¡İsâ’yı ¢ara †opra…dan ehl-i esmâyı 86. Seng-i «ârâda «al… ider √ayvân ‰ıyn-i lâ≠ibden eşref-i insân 177 87. Gehi bir dürden ider âb-ı revân Gehi §udan …ılur riyâ≥-ı cinân 88. Gül ü sünbülle zeyn ider «âki Nesr-ile sünbül-ile eflâki “Limeni’l-mülk” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. “Mâ-¡arefnâke” için tezin “4.3.2. Hadisler” bölmüne bakınız. // dir: diye SK 176 ba√re: bahr-i SK 177 “‰ıyn-i lâ≠ib” ifadesi için tezin “4.3.2. Âyetler” bölümüne bakınız. 175 187 5-A 178 89. Kef-i mâ’dan ider gehî ar≥ın Geh du«ândan …ılur semâ-yı berµn 90. Şeb-i târ içre seng-i §ammâda ◊areket itse ≠erre «ârâda 91. Bilür ol debdebât-ı ≠errâtı ¡İlm-i ≠âtisiyle @ulmâtı 92. Genc-i ≠âtı †ılısmı idi ¡amâ178 İsm-i a¡@amla eyledi peydâ 93. Pâyını kesdi …ahrıyla Lât’uñ Mün¡adim oldı başı âfâtuñ 94. Oldı enmûzec-i cihân âdem İtdi ◊a… anı nüs√a-i a¡@am 95. Lµk bir no…†adur kitâbından ±erre-i kemter âftâbından 96. ¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd Aña insân-ı kâmil eyledi ad 97. Anda cümle mühendisân √ayrân İki sµmµn sütûnda itdi revân 98. İki †â… itdi ¡anber-i sârâ ¢ıldı miskµn sürâdi…ât aña179 99. Bir gümüşden sütûn itdi ∏afûr Üstine …odı gevher-i pür-nûr 100. Rûşen olmaπa «âne-i ra¡nâ Eyledi anda ¡a…lı şem¡-i ≥iyâ 101. Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh »al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh 102. ¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm180 İtdi √ilmi aña edµb-i selµm idi: itdi SK sürâdi…ât: serâda …ât SK 180 vezµr ü ¡ilmi: vezµri ¡ilmi SK 179 188 103. Ola kim †ıfl-ı …albi bula §afâ Ola tâ ma@har-ı cemâl-i »udâ 104. Fehm ide sırr-ı nükte-i lâ-reyb Anda derc eyleye «azµne-i πayb181 105. Kenz-i ma√fµsin eylemege ¡ayân182 ¢udretinden yaratdı ◊a… insân 106. Eyledi lu†fı anı ehl-i reşâd ◊ikmeti virdi aña isti¡dâd 107. Nevrini nûrı-y-ıla gösterdi ◊ikmet ü …udretini bildürdi183 108. Eyledi rû√a cismini mu√tâc184 ¡A@mini itdi pâye-i mi¡râc 109. Ten-i †âhirledür murâda vü§ûl185 Dil-i pâk-iledür du¡â-yı …abûl 110. Na…ş-ı πayrµyi pâk it âyineden Görine tâ ki anda vech-i √asen 111. Câm-ı gµtµ-nümâyı eyle †aleb Tâ ki anda tecelli eyleye Rab 112. Açar âyµne-i …ulûbı çü mâh ~ay…al-ı lâ ilâhe illallâh186 113. Rav≥a-i …albüñi …ılur «oş-bû Sünbül-i lâ ilâhe illâ hû187 114. ¢alb-i …albe o §âni¡-i ekber188 ¢ıldı tev√µdi kibrit-i a√mer 189 «azµne-i: «arâse-i SK “kenz-i mahfî” ifadesi için tezin “4.3.2. Hadisler” bölümüne bakınız. // ma√fµsin: nehyi sen SK 183 ◊ikmet ü: ◊ikmeti SK 184 rû√a cismini: rû√ı cismine İÜ2, SK 185 Ten-i †âhirledür: Ten her †âledür SK 186 ~ay…al-ı: Sünbüli SK. “lâ ilâhe illallâh” sözü “Allâh’tan başka ilâh yoktur.” anlamındadır. 187 Sünbül-i: ~ay…alı SK. “lâ ilâhe illâ hû” sözü “O’ndan başka ilâh yoktur.” anlamına gelir. 188 …albe: …albde SK 189 kibrµt: kerb SK 181 182 189 MERÂTİB-İ TEV◊ÌD-İ RABBÂNÌDÜR Kİ ¡AYÂN U BEYÂN OLINUR 5-B 115. Söyle ey mürπ-ı gülşen-i lâhût Şev…-ile eyle …ı§§a-i ceberût 116. Ceberût-ı ¡ulâyı Rabb-ı …adµr ¢ıldı envârıyla mihr-i münµr190 117. Lem¡a-i ◊a…’dan olmayup mestûr Dâ’imâ mihr gibi πar…a-i nûr 118. Andadur menba¡-ı ¡inâyet-i ◊a… Andadur ma†la¡-ı hidâyet-i ◊a… 119. Andadur dürc-i ma«zen-i esrâr Andadur cümle ma@har-ı â&âr 120. Nûr-ı pâki …ulûb-ı insânı191 Rûşen eyler çü mihr-i nûrânµ 121. ≤av’-ı «ûrşµdi nûrı eyler ma√v Ehl-i dil ol diyâra didi §a√v192 122. Ol-durur ma@har-ı cemâl-i cemµl Ma†la¡-ı mihr-i nûr-ı Rabb-ı celµl 123. Nice va§f ide anı ¡a…l-ı ≥a¡µf Nice med√ ide anı fehm-i na√µf 124. Ol diyârı varup görenden §or193 ◊â§ılı seyr idüp gelenden §or194 125. ±erre mi…dârı âftâbından Saña ta…rµr ide kitâbından 126. ¢afes-i tende bülbül-i cânuñ Göremez verdin ol gülistânuñ 127. Ger …ılursañ o gülşene hevesi Dest-i himmetle pârele …afesi münµr: neyyµr SK Nûr-ı: Nûrı SK 192 §a√v: ma√v SK 193 görenden: irenden İÜ2 // görenden: izinden SK 194 gelenden: gözünden SK 190 191 190 6-A 128. Mürşid-i ¡aş…ı câna hem-râz it Bâπ-ı «uld-ı berµne pervâz it 129. Pµr-i irşâda ya¡ni hem-râz ol Himmetiyle anuñ ser-firâz ol 130. ¢alma bu yolda baş-ıla câna Seri …o âstân-ı pµrâna 131. Düş der-i pµr-i ehl-i ¡irfâna Mevrid-i vâridât-ı süb√âna 132. ¢albi ola «azµne-i ta§dµk Sırr-ı seri sefµne-i ta√…µ… 133. Râh-ı ta√…µ…e reh-nümâ ola ol Leme¡ât-ı »udâ-nümâ ola ol 134. Bildüre ol kemâl-i tev√µdi Göstere tâ cemâl-i tev√µdi195 135. Bahr-i tev√µde gerçi πâyet yo… ¢a¡rına lâ-cerem nihâyet yo… 136. Sâ√ili yo… mu√µ†-i a¡@amdur Bahr-i a«≥ar …atında şebnemdür 137. Künh-i tev√µd-i ◊a……’ı ehl-i fenâ196 Bilmedi gerçi gördi rûy-ı be…â 138. Añlamaz …a†re bahr-i ¡ummânı Ne bilür mûrçe Süleymân’ı 139. Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez197 Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez 140. Ne bilür peşşe ≠ât-ı ¡an…âyı Nice añlar hümâ-yı ¡ulyâyı198 cemâl-i : cemâle SK tev√µd-i: tev√µdi SK 197 fe≥âyı: …a≥âyı SK 198 ¡ulyâyı: a¡lâyı SK 195 196 191 6-B 141. Vâcibi mümkin ide mi idrâk199 Bâ…i-i fâni fehm ide √âşâk200 142. Gerçi itdi beyânı niçe fu√ûl ¡Â…ıbet ¡âciz oldı anda ¡u…ûl 143. Sâlike lµk mürşid-i kâmil Gösterür gerçi rûşenâ menzil 144. Nûr-ı vecdiyle geh virür aña şev… Gehi √alât-ı ce≠bden da«ı zev…201 145. Cümleten mürşid-i †arµ…-i münµf ◊âl-i tev√µdi eyledi ta¡rµf 146. Terk-i terk ü fenâ-durur tev√µd Sırr-ı ser-i §afâ-durur tev√µd 147. Da«ı ol †û†iyân-ı mı§r-ı beyân202 ¡Andelµbân-ı gülşen-i tibyân 148. Bâπ-ı ma¡nµde eyleyüp pervâz Söze bu resme eyledi âπâz 149. Üç merâtib-durur …amu tev√µd203 Añlamaz bunu §â√ib-i ta…lµd204 150. Biri ¡ilmµdür ehli cümle ¡avâm Biri ¡aynµ biri √a…µ…i be-nâm 151. Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl ¡A…l u na…l-ile eyler istidlâl205 152. ~â√ibü’l-¡ayn olan ulü’l-eb§âr ◊a……’ı vicdân-ıla bulur her bâr 153. Bâb-ı ta√…µ…i kimse fet√ idemez Ehl-i ◊a… ol kitâbı şer√ idemez ide mi: idemez SK fehm ide √âşâk: alamaz bµ-pâk SK 201 ce≠bden:√i≠bden SK 202 Da«ı: Daπı SK 203 merâtib-durur: merâtibdür SK 204 bunu: anı SK 205 ¡A…l u : ¡A…l-ı SK 199 200 192 ¡İLMÌ OLAN TEV◊ÌD-İ ±Ü’L-CELÂLİ TA¢LÌD Ü İSTİDLÂLİDÜR ±İKR OLINUR 7-A 154. Da«ı ¡ilmînüñ ikidür nev¡i Biri ¡a…lµ birisidür sem¡µ 155. İkidür ¡a…l u na…l-ile tev√µd Biri ta√…µ… ü birisi ta…lµd 156. ±eyl-i ta…lµdi †utdı cümle ¡avâm Bâb-ı ta√…µ…i açdı ehl-i kelâm 157. ¡İlm-ile olmaz inşirâ√-ı §adr Ehl-i πaflet görür mi rûy-ı …adr 158. Reng-i bûnuñ esµr ü maπrûrı Açamaz bâb-ı sırr-ı mestûrı 159. Yine olmasa ehl-i ta…lµde İntibâh-ı la†µf-i tev√µde206 160. Mu¡teberdür egerçi µmânı Bulamaz lµk √âl-i vicdânı 161. Def¡ …ıl †urma √âb-ı ta…lµdi Göresin tâ ki ¡ayn-ı tev√µdi 162. ¢oma …albüñde perde-i pindâr Görine anda şâhid-i dµdâr TEV◊ÌD-İ ¡AYNµ Kİ EF¡ÂLÌ VÜ ~IFÂTÌ VÜ ±ÂTÌDÜR İCMÂLİ BEYÂN OLINUR 206 207 163. Yine ¡aynµ de üç merâtibdür İrişür aña her ki †âlibdür207 164. Biri tev√µd-i ≠ât ü biri §ıfât Biri ef¡âl-i §ay…al-i mir’ât 165. Üçi üç pâye pâye-i mi¡râc ±ev…-i rû√âni πâye-i mi¡râc İntibâh: Enbiyâh SK SK nüshasında bu beyit yok. 193 166. A§l-ı tev√µd şühûda irmekdür Nûr-ı pâk-i vücûda irmekdür TEV◊ÌD-İ EF¡ÂLÌ208 7-B 167. ±ikr-i …alb-ile sâlik-i dânâ Eylese nefsini …açan ifnâ 168. Dâ’imâ ◊a……’a râci¡ ide ≥amµr Ne …ılur i«tiyâr u ne tedbµr 169. Fi¡lini fi¡l-i πayri-i †âlib Görmeyüp ◊a……’ı eyler ol πâlib 170. Ger @uhûr itse niçe biñ ef¡âl Bilür ol dem »udâ’yı ol fa¡¡âl 171. Terk ider cümleten ru¡ûnâtı Da«ı ¡âdât-ıla şu’ûnâtı 172. Mâlik ü §â√ib-i sekµne olur ¡Âlim ü ¡ârif-i «azµne olur 173. Fi¡l-ile olmaπın …amu a√vâl Didiler buña tev√µd-i ef¡âl 174. Bu-durur evvel-i ma…âm-ı …urb Sâlike ma†lab u merâm-ı …urb 175. Ol zamân ◊a… ider tesellâyı ¢ula ef¡âl-ıla tecellâyı TEV◊ÌD-İ ~IFÂTÌ209 176. Terk idüp §ûfi «âb-ı ta…lµdi Ger §ıfâtı olursa tev√µdi 177. Ber… urur …albine ≥iyâ-yı vi§âl210 Keşf olur aña cümleten a√vâl 178. ¢ılmayup hiç vücûdınuñ e&eri ¢a†¡ ider «ayr u şerden ol na@arı EF¡ÂLÌ: EF¡ÂLÌDÜR İÜ2 ~IFÂTÌ: ~IFÂTÌDÜR İÜ2 210 ≥iyâ-yı: √ınâ-yı SK 208 209 194 8-A 179. Nefsinüñ nefs ¡aybını gözler Eylemez ¡ayb-ı «al…a hiç na@ar 180. ◊a……’a eyler teveccüh-i tâmı211 Gündüzi ¡ıyd u …adr olur şâmı 181. Ma√v ider nûrı şerr-i «annâsı ∏ayrı görmez «ayâl ü vesvâsı 182. Nûr-ı ◊a… aña eyleyüp işrâ… İrişür ma√v u §a√v u istiπrâ… 183. Melekût-ı semâya vâ§ıl olur Ceberût-ı ¡ulâya vâ§ıl olur 184. Bulur ol dem kemâl-i ma¡bûdı Görür ol dem cemâl-i meşhûdı 185. ~abr u cûd u rı≥âyı Rabb-ı kerµm212 ¡Ayni-y-ile ider aña teslµm 186. Ger tecellµ …ıla §ıfâtla ◊a… Sâlik irür bu √âlete mu†la… TEV◊ÌD-İ ±ÂTÌ213 187. İrse tev√µd-i ≠âta bir ¡âşı… Va§l-ı ◊a……’a olur o dem lâyı… 188. Ehl-i tev√µde ma†lab-ı a¡lâ214 Dil ü cân-ıla ma…§ad-ı a…§â 189. ¢urb-ı Settâr’a vâ§ıl olma…dur Sırr-ı esrâra vâ§ıl olma…dur 190. Nûr-ı ◊a… …albe eyleyüp işrâ… İre ¡a…la kemâl-i istiπrâ…215 teveccüh-i teveccüh ü SK cûd: cûdı SK 213 ±ÂTÌ: ±ÂTÌDÜR İÜ2 214 tev√µde: tev√µd SK 215 İre ¡a…la: ¡A…la irür SK 211 212 195 8-B 191. Keşf olursa aña tecelli-i ≠ât Cümle far… olmaz anda ≠ât u §ıfât 192. Bu-durur ol ma…âm-ı sekr ü §a√v Rû√-ı sâlik olur bu yirde ma√v 193. Bahr-i ta√…µ…e πar… olur †âlib Ce≠be-i ◊a… aña olur πâlib 194. ¢aplar anı ya…µnüñ envârı216 Görür ol cân göziyle dµdârı 195. ~â√ibi bu ma…âmuñ ehlu’llâh Sâkin-i ta«tgâh-ı ¡arş-ı İlâh 196. İltifât eylemez kerâmete hµç Keşf-i esrâr-ıla velâyete hµç 197. ¢urb-ı ◊a…’dur hemân aña ma…§ûd Ma†labı görmek oldu rûy-ı şühûd 198. ◊a… Te¡âlâ …ıla tecelli-i ≠ât İrişür …ula cümle bu √âl↠199. E√adiyyet tecelli idüp aña Ferd-i Bµ-çûnı fehm ider ma√≥a 200. ±ât-ı ◊a……’ı bile hemân mevcûd Göre πayruñ vücûdını mef…ûd 201. İre ger bu ma…âma †âlib-i ◊a… Ekmel ü kâmil olur ol mu†la… 202. İnsılâ√ u √ulûle …âbil olur217 İtti√âd-ı vücûda vâ§ıl olur 203. Bilmeyen bu rumûzı †âli√dür Dâ’imâ ehl-i √âli …âdi√dür218 204. Sözümüz ehl-i √âledür anca… Sâlik olan ricâledür anca… ya…µnüñ: ya…µnlı… İnsılâ√ u √ulûle: İnsılâ√-ı vu§ûle SK 218 …âdi√dür: …âri√dür SK 216 217 196 205. Bu kelâmı buyurdı ehl-i hüner Bilmeyen cehline ¡adâvet ider 206. Olmayan …albi içre ≠erre fürûπ219 ~andı ¡âlemde anı ki≠b ü dürûπ220 207. Cümle eşyâya ≠âtı sârµdür Zµr ü bâlâya √ükmi cârµdür 208. Ger @uhûr itse niçe biñ ef¡âl ~ana kim anda kendüdür fa¡¡âl 209. ¡Âlem içre olur «alµfe-i ◊a… Virür a…†âb u ehl-i √âle seba… 210. ◊a… ider anı ma…sim-i erzâ… Olur emrinde cümle-i âfâ… 211. Odur insân-ı kâmil ü ekmel Mürşid ü pµr-i zümre-i kümmel TEV◊ÌD-İ ◊A¢Ì¢Ì221 9-A 212. A§l-ı tev√µd-i ◊a……’ı bil ta√…µ… Ser-i mû deñlü yo…dur aña †arµ… 213. Künh-i ≠âta vü§ûla yo… imkân ±âtını girü kendü bildi hemân 214. Âyine …ıldı gerçi insânı Arada perde itdi imkânı 215. ±âtına göre perde-i imkân »al…a oldı √icâb-ı bµ-pâyân 216. Nice ma¡lûm olur hüviyyet-i ◊a… Nice ta√…µ… olur √a…µ…at-ı ◊a… 217. ¡A…l u fehm ü ferâset ü vicdân222 ◊all-i esrâra cümlesi √ayrân ≠erre: ≠er SK ki≠b ü: ki≠b-i SK 221 ◊A¢Ì¢Ì: ◊A¢Ì¢ÌDÜR İÜ2 222 ferâset ü: ferâset-i İÜ2, SK 219 220 197 9-B 218. Lµk envâr-ı fey≥-i Yezdânµ Rûşen itdi …ulûb-ı insânı 219. E√adiyyet rumûzın añladılar Vâ√idiyyet künûzın añladılar 220. ¡Aks-i envâr-ı ≠âtıdur ¡âlem Âyine-i §ıfâtıdur âdem 221. Cümle esmâ §ıfâtına mir’ât ~ıfatı da«ı ≠âtına mir’ât 222. ~ıfatından bilindi ≠ât-ı …adµm E√ad u Vâ√id ü Kerµm ü Ra√µm 223. Kevni itdi vücûdına miftâ√ Tâ ki fet√ ide genci ol Fettâ√ 224. ±erre peydâ vü lµk mihr-i nihân ªâhir ammâ √abâb-ı bahr-i nihân 225. Bu mu¡ammâyı kimse fet√ idemez Da«ı sırr-ı …adµmi şer√ idemez 226. Ol diyâra sülûka …udret yo… Dürlü ¡acz u …u§ûr u √ayret ço… 227. Ra«ş-ı fikretle cümleten kâmil Tek ü pû itse niçe yüz biñ yıl 228. İltemez pey fe≥â-yı ta√…µ…e Ba§amaz pâ fenâ-yı ta√…µ…e 229. Deşt-i dehşetde per döger Cibrµl İremez ol diyâra peyk-i Celµl 230. Sırr-ı ta√…µ…-i ≠âta irmedi ol Remz-i sırr-ı §ıfâta irmedi ol 231. ¢almayan yolda baş -ıla câna İrişür gerçi genc-i pinhâna 232. Fet√ olmaz aña «azµne-i «ûb Ki anı √ıf@ ider †ılısm-ı vücûb 198 233. Ber…-i «â†ıf gibi velµ leme¡ân İrişür ba¡≥ı enbiyâya revân 234. Bir nefes vâ§ıl-ı √a…µ…at olur Mürşid-i kâmil-i †arµ…at olur 235. Vâ√iden ba¡de vâ√idin olur ol Rûzı olmadı herkese bu vusûl 236. Şâniyâ keşf olur mı bu a√vâl Bulmayınca kemâl-i i≥mi√lâl 237. ±ev…e vâ§ıl olur mı …âl ehli Hiç irer mi aña ma…âl ehli 238. Nâr-ı ¡aş…-ıla eyle …albüñi …âl Cânuñı bahr-i va√dete yüri §al 239. ¢albe tev√µd-i «â§ı irgürigör Tâ ki anda tecelli eyleye nûr TERCÌ¡-İ BEND Kİ TEV◊ÌD-İ ◊A≤RET-İ ±ÂT U MÜŞTEMİL-İ VA~F-I ~IFÂTDUR223 10-A 240. Mübdi¡-i nüh-revâ…-ı nûr-efşân Bâni-i çâr-†â…-ı kevn ü mekân 241. Münşi-i nâm-hâ-yı lev√-i vücûd Âferµnende-i zemµn ü zamân 242. ±âtehu …âne …able kün feyekûn 224 A§l-ı mevcûd u §âni¡-i ekvân 243. Gûy-ı gerdûnı §avlecan-ı §un¡ Deşt-i hestµde eyledi πal†ân 244. ±ât-ı Bµ-çûnı §almasa pertev ¢alur idi şeb-i ¡ademde cihân 245. ¢ad tecellâ bi-núrihi’l a¡lâ 225 Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ 226 ~IFÂTDUR: ~IFÂTIDUR SK Anlamı: O’nun zatı “Ol der ve olur”dan önce idi. Bakara sûresi 117. âyette geçen “O bir şeyin olmasını istediği zaman o şeye “ol” der ve hemen olur.” ifadesine atıfta bulunulur. Allâh’ın zatının hiçbir şeyi yaratmadan önce var olduğuna işaret edilir. 225 Anlamı: O’nun (Allâh’ın) yüce nuruyla tecelli etti. 223 224 199 10-B 226 246. Ferd-i Bµ-çûn u ¡Âlim ü ¡Allâm227 ◊ayy u Bâ…µ ¡Alµm ü ±ü’l-ikrâm 247. E√ad u Vâ√id ü ¡Alµm ü »abµr ~amed ü bµ-zevâl u Rabb-i enâm 248. Yo…dur enbâzı milk ü mülkinde Rûz u şeb birligine şâhid tâm 249. Olsa bir kişvere iki vâlµ Göremez anda kimse rûy-ı ni@âm 250. Ber… urup nûr-ı vâ√idiyyet-i ◊a… Geldi ¡âlem vücûda gitdi @alâm 251. ¢ad tecellâ bi-núrihi’l a¡lâ Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ 252. Ol ¢adµr ü Müheymin ü »allâ… ¢udretiyle yaratdı seb¡a †ıbâ… 253. Bu ne …udret-durur ki kevn ü mekân İki √arfiyle oldı †â…-ı revâ… 254. ¢ahr u lu†fından eyledi peydâ ∏asa…ı’l-leyl ü §ub√-ı nûr-işrâ… 228 255. Yazmaπa …udretin debµr-i felek Mühreler her se√er †o…uz evrâ… 256. ¢udreti nûrın eyleyüp i@hâr Münkeşif oldı Rûm u Hind ü ¡Irâ…229 257. ¢ad tecellâ bi-núrihi’l-a¡lâ Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ 258. Dilese bir nefesde Rabb-ı …adµr Âb-ı pâk üzre na…ş ider ta§vµr 259. Zµba…-ı âdemi irâdet-i ◊a… Şems-i …udretle eyledi iksµr Anlamı: Evren (âlem) tarlası O’nun ışığıyla aydınlandı, açığa çıktı. ¡Âlim ü ¡Allâm: ¡Âlim-i ¡Allâm İÜ1 228 “∏asa…ı’l-leyl” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 229 Rûm u Hind: Rûm-ı Hind SK 227 200 260. Cümle fey≥-i irâdetinden olur ◊arekât u sükûn u fikr-i ≥amµr 261. Kimi şâh-ı serµr olur andan Kimi mu√tâc-ı nµm-nân-ı fa†µr 262. Leme¡âtı irâdeti ◊a……’uñ230 ±erre ≠erre cihânı itdi münµr 263. ¢ad tecellâ bi-nûrihi’l-a¡lâ Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ 264. Ol ¡Alµm ü »abµr ü Rabb u ∏afûr231 Ol Semµ¡ ü Ba§µr ü Rabb u Şekûr232 265. ~ıfat-ı √âdi&âtdan ¡ârµ233 Kelimâtı √urûfdan mehcûr 266. ¡Âlemi ¡âlem içre âdemi ◊a… »al… idüp rız…ın eyledi ma…dûr234 267. Feye≥ân eyleyüp Cemâl ü Celâl Şâniyâ @âhir oldı @ulmet ü nûr235 268. Zelzele §aldı emr-i kün ¡ademe Dürc-i genc-i vücûd itdi @uhûr 269. ¢ad tecellâ bi-núrihi’l-a¡lâ Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ MERÂTİB-İ ¢ALB-İ İNSÂNÌ VE ◊İKMET-İ ~AMEDÂNÌDÜR BEYÂN OLINUR236 270. Ey kemâl-i √a…µ…ate †âlib Genc-i tev√µde cân-ıla râπıb 271. Şem¡-i rû√ânµ gibi cânı uyar ~âni¡üñ √ikmetine eyle na@ar Leme¡âtı irâdeti: Leme¡ât-ı irâdeti İÜ2, SK Rabb u ∏afûr : Rabb-ı ∏afûr SK 232 Rabb u Şekûr : Rabb-ı Şekûr SK 233 √âdi&âtdan:√âdi&ândan SK 234 ma…dûr : ◊a… dur SK 235 @ulmet u: @ulmet-i SK 236 BEYÂN OLINUR: Kİ AYÂN U BEYÂN OLINUR SK 230 231 201 11-A 272. Küngür-i çar«-i nüh-revâ…ı revân Nice «al… itdi »âli…-i Süb√ân 273. Kâf u nûndan §alup §adâ-yı ¡a@µm Biribirine …oydı çar«ı √akµm 274. No…†a-i «âki bu †o…uz pergâr Devr ider …udretiyle leyl ü nehâr 275. ◊ikmetiyle yaratdı insânı ¢odı …albinde genc-i pinhânı 276. Pâs-bân itdi aña «annâsı Bir †ılısm itdi diyü vesvâsı 277. Kim ki mâlik-i ism-i a¡@am olur237 Def¡ idüp ol şürûrı genci bulur238 278. ‰avr-ı insân ki §un¡-ı …udretdür Ehl-i idrâke ma√≥-ı √ikmetdür ¢ÂLE’LLÂHU TE¡ÂL CELLE VE ¡AL VE “¢AD »ALE¢AKÜM E‰VÂREN” 239 279. Râvi-i sırr-ı ma√zenü’l-esrâr Nâ…il-i remz-i ma†la¡ü’l-envâr 280. İtdi bu resme …ı§§aya âπâz Kim vire ehl-i √âle sûz (u) güdâz 282. ¢alb-i insânı »âli… ü »allâ… Çar«-mânendi …ıldı seb¡a †ıbâ… 283. Eyledi anda yedi e†vârı 240 Her biri bir menâr-ı envârı 284. Biri §adr u birisi …alb-i §afâ Birinüñ nâmıdur şeπâf-ı ≥iyâ 285. Da«ı her †avrı ol fuâd-ı münµr ◊abbetü’l-…albdür beşinci ≥amµr241 Mâlik: mı§dâk İÜ2, SK Def¡: Fet√ İÜ2, SK // şürûrı: †ılısmı İÜ2, SK 239 “…ad «ale…aküm e†vâren” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 240 Kalbin yedi tavrı vardır: sadr, kalb, şegaf, fuad, habbetü’l-kalb, süveyda ve muhcetü’l-kalb. Ayrıntılı bilgi için bakınız: Süleyman Uludağ, “Kalp”, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul 2001, s. 203. 237 238 202 11-B 285. Oldı birisine süveydâ nâm242 Muhcetü’l-…albdür yedinci ma…âm243 286. Her biri ma«zen-i √a…âyı…dur Ma¡den-i cevher-i da…âyı…dur 288. Buyurur ol Resûl-i «ayrü’n-nâs Sµm ü zer ma¡deni gibidür nâs “EFEMEN ŞERA◊A’LLÂHU ~ADRAHÛ Lİ’L-İSLÂM” ÂYETİNE244 MAªHAR OLAN ‰AVR-I ~ADRUÑ VA~F-I ±Ü’L-¢ADRİDÜR Kİ ±İKR OLINUR245 289. Dil-i insânda ibtidâ-yı †avr Ehl-i ta√…µ… içinde nâmı §adr 290. Mü’mine oldı ma¡den-i İslâm Kâfire menba¡-ı fücûr-ı @alâm 290. Şer√ ider mü’mine anı Ra√mân Nûr-ı İslâm ider aña feye≥ân 292. Nûr-ı İslâm’dan olsa ger mehcûr Olur ol demde ma¡den-i şer-i şûr MA¡DEN-İ GEVHER-İ ÌMÂN VE MA‰LA¡-I MİHR-İ Ì¢ÂN ‰AVR-I ¢ALB-İ DIRA»ŞÂNUÑ VA~F-I RA»ŞÂNIDUR BEYÂN OLINUR246 293. ‰avr-ı dil ma¡den-i cevâhir-i dµn Ma†la¡-ı âftâb burc-ı ya…µn 294. Nûr-ı ¡a…l-ı ma¡âda ma†la¡ odur Fey≥-i Ra√mân’a ¡ayn-ı menba¡ odur 295. Âftâb-ı ya…µn-ile o πanµ Âsmân-ı √a…µ…at itdi anı 295. Girmez aña §ıfât-ı şey†ânµ Ya…ar anı şihâb-ı ¡irfânı …albdür: …alb-durur SK birisine: bu sµne-i SK 243 …albdür: …alb-durur SK 244 Tırnak içindeki ifade için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 245 … Kİ ±İKR OLINUR: İÜ2, SK’de yok. 246 BEYÂN OLINUR: İÜ2, SK’de yok. 241 242 203 MA¡DEN-İ GEVHER-İ MA◊ABBET-İ ~ÂF OLAN ‰AVR-I ŞE∏ÂFUÑ EV~ÂF-I EŞRÂFIDUR Kİ ±İKR OLINUR247 12-A 296. Şef…at-ı kânidür bu †avr-ı şeπâf Añlamañ bu kelâmı lâf u gü≠âf 297. Ma¡den-i gevher-i ma√abbetdür Ma†la¡-ı ezher-i meveddetdür 298. Aña girmez ma√abbet-i Ra√mân Anda olmaz meveddet-i Ra√mân 299. Şûriş-i ¡aş…a lµk menzil olur ◊ubb-ı insâni anda kâmil olur 300. ∏âyet-i ¡aş… lübb-ı insânµ Andadur «atm-ı √ubb-ı insânµ “MA◊ZEN-İ MÂ-KE±EBE’L-FUÂDU MÂ-RE’”248 OLAN MEV≤Ì-İ MÜKÂŞEFE VE MA◊ALL-İ MÜL‰AFA ‰AVR-I FU’ÂDUÑ VA~F-I DİL-ŞÂDIDUR BEYÂN OLINUR249 301. Ol ki †avr-ı fu’âd fâyı…dur ~ub√-veş cümle …avli §âdı…dur 302. Ber… urur anda nûr-ı §ıd…-ı fürûπ Ma√v olur cümle nâr-ı ki≠b ü dürûπ250 303. Cereyân eyler aña nehr-i keşf251 Şa¡şa¡a §alar anda mihr-i keşf 304. Ma¡den-i gevher-i mükâşefedür Menba¡ ü ma√zen-i mülâ†afadur252 ±İKR OLINUR: BEYÂN U ¡AYÂN OLINUR İÜ2 Tırnak içindeki ifade için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 249 BEYÂN OLINUR: İÜ2 ve SK’de yok. 250 ki≠b ü: ki≠b-i SK 251 nehr-i keşf: mihr-i keşf SK 252 İÜ2 ve SK nüshalarında bu beyit yok. 247 248 204 MAªHAR-I MA◊ABBET-İ KİRDGÂR Ü MEVEDDET-İ PERVERDGÂR-I ◊ABBETÜ’L- ¢ALB-İ TÂB-DÂRUÑ ‰AVR-I PÜR-ENVÂRI VA~F-I ÂBDÂRIDUR TA◊RÌR OLINUR253 12-B 305. Ma¡den-i gevher-i ma√abbet-i ◊a… ◊abbetü’l-…alb †avrıdur mu†la… 306. Kâsedür mihr-i ◊a…-ıla memlû Anda §ıπmaz ma√abbet-i meh-rû 307. Menzilidür ma√abbetu’llâhuñ Va†an-ı ¡aş…ıdur o dergâhuñ 308. ¡Aş…-ı «â§uñ mekânıdur bu ma…âm ~â√ibi anuñ evliyâ-yı ¡a@âm 309. Her biri bir hümâ-yı bâlâ-ter ◊ubb-ı πayre tenezzül itmezler MECMA¡-I FÜNÛN-I ŞETT VÜ MENBA¡-I ¡ULÛM-I LÂ-YEBL ‰AVR-I SÜVEYDÂNUÑ VA~F-I BÌ-HEMTÂSIDUR TE±EKKÜR OLINUR254 310. Cân-ıla diñle bu süveydâyı Bilesin tâ ki §un¡-ı Mevlâ’yı 311. Eyledi ◊a… anı «azµne-i sır Menba¡-ı √ikmet ü sefµne-i sır 312. Ol-durur mecma¡-ı ¡ulûm-ı ledün Mev≥i¡ ü menba¡-ı ¡ulûm-ı ledün 313. Keşf olur anda niçe dürlü fünûn Bilmez anı melâ’ik-i gerdûn 314. Bundadur remz-i ¡alleme’l-esmâ255 Bu ma…âm içredür …amu nu¡mâ …PÜR-ENVÂRI VA~FIDUR İÜ2 // MA◊ZEN-İ “MÂKE±EBE’L-FUÂDU MÂRE’” OLAN MEV≤İ-İ MÜKÂŞEFE VE MA◊ALL-İ MÜL‰AFA ‰AVR-I FU’ÂDUÑ VA~F-I DİLŞÂDIDUR BEYÂN OLINUR SK 254 TE±EKKÜR OLINUR: İÜ2, SK’de yok. Ayrıca, SK nüshasında başlığın sonuna bir önceki başlık da (MAªHAR-I MA◊ABBET-İ KİRD-GÂR VE MEVEDDET-İ PERVERDGÂR-I ◊ABBETÜ’L- ¢ALB-İ TÂBDÂRUÑ ‰AVR-I PÜR-ENVÂRI VA~F-I ÂBDÂRIDUR TA◊RÌR OLINUR) eklenmiş. 255 “¡alleme’l-esmâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 253 205 MA◊ZEN-İ SERÂİR Ü MECLÂ-YI NÛR-I ZÂHİR MUHCE-İ ¢ALB-İ ‰ÂHİRÜÑ ‰AVR-I BÂHİRİ VA~F-I ªÂHİRİDÜR TAS‰ÌR OLINUR256 13-A 315. Muhce-i …alb-i ma†la¡-ı leme¡ât Ol-durur ma@har-ı tecellµ-i ≠ât 316. Leme¡ât-ı »udâ’ya menzildür Nefe«ât-ı §afâya menzildür257 317. Bu-durur ol ma…âm-ı kerremnâ Bundadur cümle sırr-ı fa≥≥elnâ 258 318. İrse ger bu ma…âma †âlib-i ◊a… Vâ§ıl olur kemâle râπıb-ı ◊a… 319. ‰ay idüp sa¡y-ıla menâzilini ¢a†¡ ider cümleten merâ√ilini 320. İrişür ol ma…âm-ı ta√…µ…e Yetişür her merâm-ı ta√…µ…e 321. Mâverâsı fenâ-yı ma√≥ u ma√v Mâ¡adâsı kemâl-i sekr ü §a√v 322. ~â√ibi bu ma…âm-ı a¡lânuñ Bu serµr-i sürûr-ı ra¡nânuñ 323. Mürşid-i kâmil-i tuvânâdur259 Mehbi†-ı vâridât-ı Mevlâ’dur DERGÂH-I BÌ-ZEVÂL U BÂRGÂH-I LÂ-YEZÂLE TA≤ARRU¡ U İBTİHÂL İLE MÜNÂCÂT-I ¡AR≤-I ◊ÂCÂTIDUR ±İKR OLINUR260 324. Yâ ¡alµme’≥-≥amµrü bi’l-esrâr ¡Âlime’s-sırru kâşife’l-estâr 325. Ey ∏afûr u Şekûr Rabb-ı la†µf Ente ∏affâru Mü≠nibun u lehµf261 ‰AVR-I BÂHİRİ, TAS‰ÌR OLINUR İÜ2, SK’de yok. §afâya menzildür: ma…âya ma«fildür SK 258 “Kerremnâ ve fa≥≥elnâ”ifadeleri için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 259 kâmil-i : kâmil ü İÜ2, SK 260 ±İKR OLINUR: SK’de yok. 261 lehµf: la†µf SK 256 257 206 13-B 262 326. Sensin ey »âlik-i zemµn ü zamân ∏âfirü’≠-≠enb vâsi¡ü’l-πufrân 327. Sensin iki cihânda Rabb-ı …adµm E√ad u Vâ√id ü Kerµm ü Ra√µm 328. Bahr-i ¡ummân-ı bµ-gerân keremüñ Cümle ma«lû…a râygân keremüñ 329. N’ola ma√v olsa ra√metüñle vezâr Ma√v ider bir πubâr-ı «âki bi√âr 330. Zµr-i ¡i§yânda nûn olup bedenüm »a†ar altında râya döndi tenüm 331. Mekr-i dünyâ miyânum itdi kemer Bilümi bükdi bâr-ı ≠enb ü «a†ar 332. Kûze alsam namâz içün elüme ¢ulpı gelür hemân o gün elüme262 333. Yumayup yüz namâza bir dem âh Yirlere âb-ı rûyı dökdüm âh 334. Süb√a alup geçirsem elden ben ◊ubb-ı dünyâ geçer o dem dilden 335. Cümle fi¡lüm ki lu¡b u lehvledür Her §alâtum sücûd-ı sehvledür 336. ‰ab¡-ı @ulmâtı …apladı cânı Nitekim mâhı ebr-i @ulmâtı 337. Göñlüm âyînesini gerd-i siyâh ¢apladı ya¡ni anı jeng-i günâh 338. ~ay…al-ı lu†fuñ-ıla pâk eyle Mihr-veş anı tâb-nâk eyle 339. Beni başdan çı…ardı nefs-i denµ Elüm alup aya…da …oma beni 340. Çalınur şol zamân ki kûs-ı ra√µl Nûr-ı µmânı-y-ıla baña delµl263 ¢ulpı: ¢ulbı İÜ2, SK 207 14-A 263 264 341. Baña nûr-ı şühûdı bedre…a it Lu†f u i√sân u cûdı bedre…a it 342. Ey ¡Alµm ü »abµr ü ◊ayy u ¢adµm V’ey Semµ¡ ü Ba§µr ü Rabb u Kerµm264 343. ◊ilm-ile eylegil beni fâyı… Tâ olam ben sa¡âdete lâyı… 344. ¡İlm-ile ¡âmil eyle hemçü velµ ¡A…l-ıla kâmil eyle hemçü ¡alµ 345. Beni ¡ilm-i ledµnniye ey ◊a… ¡Âlim eyle bi-√a…… nûr-ı felâ… 346. Terk idem tâ ki târ-ı nâsûti Tâ bilem ben kemâl-i lâhûti 347. Beni bu bahr-i na@ma πavv⧠it Dürlü elfâ@ımı dür-i «â§ it 348. Tâ ki ol gûş-ı ¡ârifâna ire Belki sul†ân-ı kâmrâna ire 349. Ey Kerµm ü Ra√µm ü ¡âlµ-şân Ehl-i ¡i§yâna Râ√im ü Ra√mân 350. Her nefesde niçe günâh iderem ~ub√a dek lµk her gün âh iderem 351. ¡Aybuma göre ba√r bir …a†re Cürmüme göre cirm-i meh ≠erre 352. Şirretümle yirüm şerer …ılma Sa…arı rû√uma ma…ar …ılma 353. ∏a≥âbuñdan çü ra√müñ esba…dur Keremüñ «â§ u ¡âma mu†la…dur 354. Beni ¡â§µler-ile √aşr itme ¡Aybumı ehl-i √aşre neşr itme Nûr-ı : Nûrı SK Rabb u Kerµm: Rabb-ı Kerµm SK 208 14-B 265 355. Kibriyâ-yı sürâdı…âtuñ içün Hem mu…addes §ıfât u ≠âtuñ içün 356. Enbiyâ-yı kirâm √a……ıyçün Evliyâ-yı ¡a@âm √a……ıyçün 357. Her biri itdügi du¡âlar içün Dillerinde olan §afâlar içün 358. ~ub√-«µzân-ı §âdı…ânuñ içün Eşk-rµzân-ı ¡âşı…ânuñ içün 359. Rû√-ı pâk-ı √abµb Â√med içün Şâh-ı kevneyn olan Mu√ammed içün 360. Şer¡-i dµn-i metµni √ürmetine Nûr-ı pâk-i ◊abµbi √ürmetine 361. Er√ame’r-râ√imµn ∏affâr’sın Ekreme’l-ekremµn Settâr’sın 362. Ehl-i µmânı bahr-i ra√metüñe ∏ar… u müstaπra… eyle re’fetüñe 363. Saña lâyı… ¡amelleri yo…dur Dilde †ûl-i emelleri ço…dur 364. Lµk lâ ta…ne†ûya ¡âmiller 265 Ra√metüñi recâda kâmiller 365. Her birinüñ budur temennâsı Ra√mete lâyı… ide Mevlâ’sı 366. Yarlıπa Şâni-i günahkârı Yo…-durur senden özge ∏affârı 367. Anı irgür ma…âm-ı ta√…µ…e Vâ§ıl eyle merâm-ı ta√…µ…e 368. Râh-ı √ilmi aña †arµ… eyle ¡A…l u ¡ilmi aña refµ… eyle 369. Mid√at-ı Mu§†afâ’ya irgür anı Aña med√ ü &enâya irgür anı “lâ ta…ne†û” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler ” bölümüne bakınız. 209 MEH-İ BURC-I VEF VÜ DÜRR-İ DÜRC-İ ~AF VÜ ŞEH-İ DİYÂR-I ◊UD VÜ PERTEV-İ NÛR-I »UD ◊A≤RET-İ MU◊AMMED MU~‰AFÂ’NUÑ NA¡T-I MU~AFFÂLARIDUR TA◊RÌR OLINUR266 15-A 370. Gül-i ra¡nâ-yı gülşen-i melekût Bülbül-i bâπ-ı rav≥a-i ceberût 371. ¡Âlim ü ¡ârif-i ≥amâ’ir-i πayb267 Vâ…ıf u kâşif-i serâ’ir-i πayb268 372. Ma√rem-i …urb-ı √a≥ret-i ¡izzet Ma@har-ı nûr-ı ¡izzet ü …udret 373. Ma«zen-i ma¡rifet medµne-i ¡ilm Ma¡den-i mevhibet «azµne-i √ilm 374. Şâh-ı mesned-nişµn-i şer¡-i mübµn Mâh-ı evc-i sipihr-i dµn-i metµn 375. Ya¡ni mâh-ı münµr ü şâh-ı rüsül ¢ureşµ eb†a√ı delµl-i sübül 376. Ol √abµb-i Mu√ammed-i ¡arabµ »âtem-i enbiyâ Resûl u nebµ269 377. Burc-ı çar«-i serâ’irüñ mâhı Lî-ma¡allâh serâyınuñ şâhı 270 378. Na√l-i ¡ar¡ar numûne-i …add-i û Gül-i a√mer numûne-i «add-i û 379. Sûre-i nûn medd-i ebrûsı Da«ı ve’l-leyl-i târ gµsûsı271 380. Gerdeni sâ…-ı ¡arş-iken tâbân ¡Arş-ı Ra√mâna eyledi seyrân 381. Üstine ebr sâyebân oldı Genc-i √üsnine pâs-bân oldı TA◊RÌR OLINUR: SK’de yok. ¡Âlim ü: ¡Âlim-i SK 268 Vâ…ıf u: Vâ…ıf-ı SK 269 enbiyâ Resûl: enbiyâ vü Resûl SK 270 “Lî-ma¡allâh” ifadesi için tezin “4.3.2. Hadisler” bölümüne bakınız. 271 “Ve’l-leyl” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler ” bölümüne bakınız. // târ : nâr SK 266 267 210 15-B 272 273 382. Ditreyüp üstine düşerdi güneş Pâs-bân olmasa ger ebr-i ◊abeşrâsi 383. Bir gece ol ◊abµb-i ◊a≥ret-i ◊a… Bir hilâliyle itdi mâhı iki şa……272 384. Kef-i sµmµni …ulzüm-i dil-cû Penc engüşti lûle-i lü’lü’ 385. Çeşme-sâr itdi barmaπından o şem¡ Cümle ¡a†şân-ı «al…ı itdi def¡273 386. Andadur cümle cûd-ı πayet-i «al… Şânına nâzil oldı âyet-i «al… 387. Baπlayup †aş beline ol yüzi nûr Eyledi …a§r-ı şer¡ini ma¡mûr 388. ¢ur§-ı mâhı kesüp benân-ı emµr Nµm-nânıyla itdi ¡âlemi seyr 389. Şecer itdi öñinde …addini lâm Virdi aña tevâ≥u¡ıyla selâm 390. ªâhiren ümmµ idi gerçi nebµ Lev√-i ma√fû@ idi velµ …albi 391. ¿a…aleynüñ nebµsidür o Resûl Cinn ü ins itdi da¡vetini …abûl 392. Ba§duπı dem zemµne ol meh-veş Çok √arâret çekerdi gökde güneş 393. Rû√-ı pâkini cümleden evvel »al… idüp eyledi anı ekmel 394. Ol-durur mu…tedâ-yı cümle cihân Pµşvâ-yı ¡asâkir-i Ra√mân 395. ‰oπdı bir gice ol meh-i πarrâ Barmaπın eyledi hilâl-âsâ iki: dü SK Cümle ¡a†şân-ı «al…ı itdi def¡ : ¡A†ş-ı «al…ı cümle itdi def¡ SK 211 16-A 396. Elif-i …addin eyleyüp çün nûn ¢ıldı ol anda secde-i bµ-çûn 397. Rûşen itdi sipihri nûrıyla274 Pür-≥iyâ …ıldı mihri nûrıyla 398. ªâhir-iken ≥iyâsı bu lehebüñ Görmedi çeşmi anı Bû Leheb’üñ 399. Her hadµ&i egerçi va√y-ı «afµ Gün gibi olmadı velµ ma«fi275 400. Şânµ’de yo… o şâhı med√e mecâl Eyleye ◊a… meger küşâda ma…âl276 401. Aña meddâ√-iken »udâ-yı Mu¡µn Nice med√ ide anı ol miskµn 402. Gitdügi dem †arµ…-i ◊a……’a cemµl ∏âşiye-dârı oldı Cebrâ’il 403. Eyledükde sipihr-i çar«a ¡urûc ‰oldı envârı-y-ıla cümle bürûc ‰ÂVÛS-I ¡ARŞ-ÂŞİYÂN Ü ŞEHSÜVÂR-I MEYDÂN-I LÂ-MEKÂN OLAN SEYYÌD-İ ◊ARAMEYN Ü RESÛL-İ ¿A¢ALEYNÜÑ Mİ¡RÂC-I ŞERÌF Ü ¡URÛC-I LA‰ÌFİ VA~FIDUR BEYÂN OLINUR 404. Olsa bir kişi ¡âşı…-ı mu†la… Nâ-gehân irür aña ce≠be-i ◊a… 405. Mâlik-i seyr-i dâ’im-i √a≥ret Olur ol sâlik-i reh-i …urbet 406. Râh-ı ¡aş…ında her geh §âdı…dur Vâ§ıl-ı yâr olursa lâyı…dur 407. Nûr-ı ¡aş…ıyla her kim ola münµr Mihr-veş olur aña çar«-ı serµr 408. Bir gice …aplamışdı dehri @alâm »alvete girmiş idi bedr-i tamâm Nûrı: nûr SK ma«fi : nihânı SK 276 küşâda ma…âl : küşâd me¡âl SK 274 275 212 16-B 277 278 409. Şâh-ı râh idi zümre-i melege Keh-keşân eylemişdi yol felege277 410. Leyle-i …adr idi meger ol şeb ~ub√a dek yummadı gözin kevkeb 411. ¿âbitüñ rûşen idi dµdeleri Göze göstermez idi mihr-feri 412. Olmış idi felekde bir zer kim Meş¡aleyle arardı her encüm 413. Ol gice giymiş idi pµr-i felek Bir pelengµ-libâs-ı şâh-benek 414. Meger ol burc-ı behcetüñ …ameri Dürc-i levlâk u √ikmetüñ güheri278 415. Ol gice beyt-i Ümmühânµ’de Sâkin idi o mâh-ı fer«unde 416. »ulle vü bir Burâ… hem iklµl Ol Resûl’e getürdi Cebrâ’µl 417. Bir Burâ… idi ol hümâ-sâye Sâ…-ı ¡arş idi andaki pâye 418. Yüzi mihr-i cihân gibi pür-nûr Ten-i «oş-bûsı ¡anber ü kâfûr 419. Gözleri §an çerâπ-ı nûr-efşân Kirpik-i ¡anberµni aña du«ân 420. Perçemi §anki †urre-i √avrâ Âdemµ çehre bir meh-i πarrâ 421. Düm-i zµbâsı râyet-i behcet ±ü’l-cenâ√eyn †â’ir-i …udret 422. Tek u pûsına bu fe≥â-yı cihân Tengdür irmez aña murπ-ı revân İÜ2 ve SK nüshalarında bu beytin mısraları yer değiştirmiş. “levlâk” ifadesi için tezin “4.3.2. Hadisler ” bölümüne bakınız. // levlâk u : levlâk-ı SK 213 17-A 423. Didi ol dem Resûl’e rû√-ı emµn Sensin ol §adr-ı bedr-i ¡Illiyyµn 424. ◊a… selâm itdi saña ey yüzi mâh Da¡vet itdi cenâbına Allâh 425. Bu libâsıyla ol Burâ…’a revân279 İdelüm ¡azm-i cânib-i cânân280 426. İşidüp bu kelâmı ol dil-dâr Şev…le o Burâ…’a oldı süvâr 427. Reh-nümâ oldı aña Cebrâ’µl Şâh öñinde niteki peyk-i cemµl 428. Murπ-ı lâhût olup o bülbül-i üns ¢ulaπuz oldı aña †â’ir-i …uds 429. Ne sa¡âdet-durur ki bâbında »i≠met eyler melek rikâbında 430. Ber…-i «â†ıf gibi varup o Burâ… Geldi A…§â içine ba§dı aya… 431. ‰urfetü’l-¡aynda eyledi gü≠eri Sanki a…tâb-ı ¡âlemüñ na@arı 432. Geldi ervâ√-ı enbiyâ vü rüsül İ…tidâ itdi aña ehl-i sübül 433. Oldı ervâ√ cümle yanına cem¡ ¢aldı pervâne içre hem-çü şem¡ 281 434. Geçti atı tekâver-i felegi Süst-pey itdi cümleten melegi 435. Çar«-ı rû√sârı eyleyüp rûşen Gözüñ aydın didi nücûma peren282 436. Mâh-veş seyr idüp o gice la†µf Şa¡şa¡a §aldı rûy-ı çar«a şerµf revân : süvâr SK Cânân: dµdâr SK 281 Oldılar şem¡ine anuñ pes cem¡ SK 282 Peren: beden SK 279 280 214 17-B 437. Giricek çar«a ol Resûl-ı kerµm ~adefe düşdi §anki dürr-i yetµm 438. Döşedi atı ayaπına felek ~ırmadan dügme bir siyâh benek283 439. Dökdi gözyaşlarını geldi nücûm Tâ ki bezminde ola her biri mûm 440. Nûr-ı rû√sârı oldı şem¡-i felek Geldi pervâne oldı cümle melek 441. Ker ü feriyle geldi o yüzi ay Eyledi çar«-ı nüh-revâ…ı serây 442. Vardı evvelki gögi itdi ma…ar Çok şeref buldı ma…deminde …amer 443. Virdi envârı rûy-ı mâha ≥iyâ Bir hilâl-iken oldı bedr-i dücâ284 444. Vardı andan debµr-i çar«a revân Defter-i §un¡-ı ◊a……’ı itdi beyân 445. İricek zühreye Resûl-i cihân ¢opuzı …oltuπına …oydı hemân285 446. Göricek nûr-ı rûyını dil-keş Pâyına düşdi ol zavallı güneş 447. Çeşme-i nûr-iken o çeşme-i hûr İtdi envâr-ı rûyı …ulzüm-i nûr 448. Vardı altıncı göge virdi selâm286 Yabana atdı tµπını Behrâm 449. Tevbe itdi şürûr-ı şirrete ol Fitne vü ric¡at ü nu√ûsete ol 450. ¢â≥i-i çar«a irdi çün o kerµm Eyledi aña şeri¡atı ta¡lµm287 ~ırmadan: ~ırma SK dücâ : recâ SK 285 ¢opuzı: Çengini SK 286 altıncı: beşinci İÜ2, SK 283 284 215 18-A 451. Pµr-i çar«a irişdi ol ma√bûb Yûsuf’uñ buldı güyiyâ Ya¡…ûb 452. Gözi rûşen olup o dem ra«lüñ Gördi nûr-ı cemâlin ol güzelüñ 453. Geçdi andan da«ı idüp cevelân Sidre-i müntehâya irdi revân 454. ‰â’ir-i sidre didi ey mümtâz İdemem πayrı bir da«ı pervâz 455. Ger gidersem ya…ar cenâ√umı hep Sû«te pervâne gibi şem¡-i πa≥ab288 456. Çün tamâm eyledi kelâmı Emµn Bildi kim kendüdür »udâ’ya ya…µn 457. ¢aldı anda Burâ…’la Cebrâ’µl Vardı bir anda †â…-ı ¡arşa Cemµl 458. Murπ-ı ¡a…l u revân gibi gitdi Sâ…-ı ¡arş-ı ¡a@µmi seyr itdi 459. Nûr-ı ¡arşı görüp ◊abµb-i »udâ Ümmetiyçün o demde itdi du¡â 460. Baπrına ba§dı geldi anı Refref289 Oldı gûyâ o dürr-i pâke §adef 461. ¡Arşa †oπruldı kâşif-i lâ-reyb Fi’l-me&el himmet-i ricâlü’l-πayb 462. Geçdi cümle sürâdi…âtı Resûl Perde-i Kibriyâ’ya buldı vü§ûl290 463. Gitdi ¡arş-ı ¡alâdan ol server ¡Âlem-i lâmekâna itdi sefer aña şeri¡atı: şer¡ini aña İÜ2 // şeri¡atı: şer¡ini SK şem¡-i : nâr-ı SK 289 anı Refref: çün zev… SK 290 Kibriyâya : pâye SK 287 288 216 18-B 291 464. Mülk-i sermedde …a§r-ı ev ednâ291 Nâ-gehân oldı çeşmine peydâ 465. Gördi anda cemâli cânânı Buldı anda vi§âl-ı Ra√mânı 466. Bµ-cihet gördi anı Resûl-i benâm Bµ-√urûf itdi anuñ-ıla kelâm 467. Mµm-i imkânı ma√v idüp A√med Buldı va√det ma…âmın oldı e√ad 468. Oldı nûr-ı tecelliye ma@har Reng ü bû gitdi cümle na…ş u §uver 469. Ma√v-ı mu†la… ma…âmıdur bu ma…âm Sekr ü se√vüñ merâmıdur bu ma…âm 470. Oldı deryâ-yı ≠âta mustaπra… Aña müstevli oldı …udret-i ◊a… 471. İtdi anda vücûdını ifnâ Anda varlı… »a…’uñ idi ma√≥â 472. ¢urb-ı vu§latda-iken ol ma√bûb Ümmetine şefâ¡at eyledi «ûb 473. Emr-i ◊a……-ıla yine ol server Şehr-i imkâna itdi ¡azm-i sefer 474. ¡Arş-ı a¡lâya indi ba§dı …adem Sandı kim Ka¡be üzre indi o dem 475. Va√y ilhâmı gibi ol yüzi nûr Geldi a§√âbı eyledi mesrûr 476. İdüp enbûb-ı kev&eri icrâ Eyledi mâcerâyı hep icrâ292 477. İtdi Bu-Bekre …ı§§a-i ta√…µ… Gevheri §ıd…ı deldi ol ~ıddµ…293 “ev ednâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler ” bölümüne bakınız. Kev&er ırmaπını görüp ol √ân / Eyledi mâcerâyı cümle beyân SK 293 Gevheri: Gevher-i İÜ2 // Gevheri §ıd…ı: Gevher-i §adefi SK 292 217 478. İdüp el-…ı§§a himmet-ile na@ar Ser-i ¡arşa irişdi re’s-i ¡Ömer 294 479. Ba¡≥ı esrârı eyleyince beyân Pây-ı şer¡e …odı serin ¡O&mân 480. Ma√rem-i râz idüp ¡Alµ-i şerµf Kişver-i ¡ilme oldı bâb-ı la†µf 481. Gûşına †a…dı niçe dürr-i &emµn Ol iki gûş-vâr-ı ¡arş-ı berµn TERCÌ¡-İ BEND Kİ SEYYİD-İ SÂDÂT U MEF◊AR-I MEVCÛDÂT U ŞEFÌ¡-İ ¡ARA~ÂTUÑ NA¡T-I ŞERÌF Ü MED◊-İ MÜNÌFLERİDÜR ¡AYÂN U BEYÂN OLINUR 295 482. Bâ’i&-i kâr-«âne-i ¡âlem Sebeb-i «il…at-i benµ-âdem 483. Mihr-veş tµπ §alup ≥iyâ-yı ru«ı 296 Münhezim oldı hep cünûd-ı ¡adem 484. Geldi √allitdi sûre-i √â mim297 Mµm-i mübhem idi femi mu√kem298 485. Çün ≠amµrinde sırr-ı ◊a… mu≥mer Dem-i ¡Ìsâ feminde hem müdπam299 486. ¡Âleme geldi ol vücûd-ı la†µf Oldı mecmu¡a-ı √udû&-ı …adem 487. A¡ni A√med ki server-i kevneyn Nûr-ı ra«şânı zµver-i kevneyn FA~L 300 19-A 488. İtdi ◊a… nûrın evvelâ peydâ Eyledi «al…ı &âniyâ peydâ Ser-i ¡arşa irişdi re’s-i ¡Ömer : Şer¡-i ¡arşa irişdi ¡Ömer SK ¡AYÂN U: İÜ2’de yok. // MÜNÌFLERİDÜR ¡AYÂN U BEYÂN OLINUR: MÜNÌFLERİDÜR Kİ ±İKR OLINUR SK 296 Mihr-veş tµπ: ‰µπ-i mihrin İÜ2, SK 297 “Sûre-i √â mim” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 298 Mµm-i mübhem: Mµm ve’n-necm SK 299 Feminde: deminde İÜ2 300 Terci-i bendin her bendi arasındaki “Fa§l” başlıkları sadece SK nüshasında var. 294 295 218 489. Nûr-ı ru«sârı vü târ-ı zülfinden Şeb-i …adriyle ol ∂u√â peydâ 490. Oldı mâ-i zülâl-i la¡linden Âb-ı √ayvân-ı cân-fezâ peydâ 491. Leb ü dendânı pertevindendür Dürr ü mercân-ı pür-§afâ peydâ 492. ¡Aks-ı rûyından oldı ve’l√â§ıl ¡Arş u kürsµ meh ü sühâ peydâ 493. »âli…-i «al… u mu√di&-i kevneyn Nûrını itdi bâ’i&-i kevneyn FA~L 494. Âteş-i ¡aş…ına olanlar mûm Görmedi ¡âlem içre nâr-ı πumûm 495. Ayaπı yire geçdi a¡dânuñ İtdügi dem o server üzre hücûm 496. Şeb-i İsrâ’da tûtiyâ manend Ku√l-ı pâyın gözine çekdi nücûm 497. Döner üstine va√y çün pergâr Fem-i la¡li çü no…†a-i mevhûm 498. ¢albini şer√ idüp »udâ-yı ¡alµm Aña fet√ oldı cümle bâb-ı ¡ulûm 499. İtdi »a… anı ef≥al-i kevneyn ¡lem-i «al… u ekmel-i kevneyn FA~L 500. Bâ†ın-ı pâki …a¡r-ı deryâdur ªâhiri lü’lü’-i mu§affâdur 501. Eşigi bûse-gâh-ı kerrûbµ Âstânı serµr-i a¡lâdur 219 19-B 502. Bâşına urdı tâc-ı levlâkı 301 Kişver-i cûda şâh-ı vâlâdur 503. ‰â’ir-i sidre âşiyân itmiş ¢apusı müntehâ-yı a¡lâdur 504. Serine pertev-i ilâhi düşer ¢albi gûyâ ki ‰ûr-ı Sµnâdur 505. Bu kemâliyle zübde-i kevneyn Oldı ¡âlemde ¡umde-i kevneyn FA~L 506. Nûr-ı √üsni çerâπ-ı …urret-i ¡ayn ±ât-ı pâki «ulâ§a-i kevneyn 507. E√adiyyet √adine irmemege Mµm oldı ol ortada mâbeyn 508. Ma√v idüp mµmi bir gece ol nûr İsm-ile resmi oldı ol gece ¡ayn 509. ±ü’l-celâle irişdi bir anda Oldı mi…dâr-ı …urbet-i …avseyn 510. Şâni’yi ¡aybı-y-ıla eyle …abûl ¢apladı …albini günâhla şeyn 511. ◊a… seni itdi ekrem-i kevneyn ¢albüñi …ıldı er√am-ı kevneyn RECÂ-YI ¡İNÂYET Ü ÜMÌD-İ ŞEF¡AT İÇÜN ŞEFÌ¡-İ RÛZ-I CEZ SUL‰ÂN-I ENBİY ◊A≤RETLERİNE TA≤ARRU¡ U NİYÂZ OLINUR 302 301 512. Yâ cemµle’l-cemâli bi’l-leme¡ât Ente bi’n-nûri dâfi¡ü’@-@ulumât 303 513. Nûr-ı pâküñ-durur ey meh-i tâbân304 Sebeb-i dehr ü bâ’i&-i ekvân “Levlâk” ifadesi için tezin “4.3.2. Hadisler ” bölümüne bakınız. İNÂYET Ü: İNÂYET-İ İÜ2 // NİYÂZ OLINUR : NİYÂZIDUR ±İKR OLINUR İÜ2 303 Beyitin anlamı: Ey parıldayışıyla güzellerin en güzeli (olan)! Sen ışığınla (nurunla) karanlıkları def edensin. 304 pâküñ-durur : pâkledür SK 302 220 20-A 514. Şol zamân gitdüñ ey dür-i yektâ305 ¢aldı arduñca Cebra’µl ba…a 515. Oldı saña Burâ… ber…-i feres Döşedi pâyuña felek a†las 516. Sensin İsrâda ey meh-i πarrâ306 Ma@har-ı eyne ente eyne ene 307 517. Nice med√ eyleyem «i§âlüñi ben Dükedür mi bi√ârı hiç sûzen 518. Murπ-ı ¡a…l-ı şikeste-bâl ey meh Bâπ-ı √ayretde bµ-mecâl ey meh 519. Mid√atüñ gülşeninde hiç pervâz İde mi ol ≥a¡µf-i sµne-gü≠âr 520. Bedenüm içre …ılca cânum yo… Dehenümde nice zebânum yo… 521. Nice med√ eyleyem miyânuñı ben Nice ögem şehâ dehânuñı ben 522. Beni ey nûr-ı çeşm-i ehl-i §afâ ±erre-veş mid√atüñle …ıl peydâ 523. Gülşenüñde πarµbi bülbül …ıl Âstânuñda kemterin …ul …ıl 524. Bûy-ı zülfüñ bu«ûr-ı Meryem’dür Dem-i la¡lüñ Mesµ√-i «oş-demdür 525. Dürr-i la¡lüñ ki sµni Yâsµnüñ Beñlerüñ §anki no…†ası dµnüñ 526. ¢â≥i-i heft-«ı††a-ı ¡ar≥ın Sensin ey √âkim-i şerâyi¡-i dµn 527. ±ât-ı pâküñ çü mµr ü fa«r-ı enâm Oldı sâlâr-ı enbiyâ-yı ¡a@âm dür-i yektâ: meh-i πarrâ SK meh-i πarrâ: dürr-i yektâ SK 307 “eyne ente eyne ene” sözünün çevirisi “sen neredesin, ben neredeyim” şeklindedir. 305 306 221 20-B 528. İşigüñ «âki …ıble-i √âcât Saña yüz †utdum ey kerµm-§ıfât308 529. Bahr-i lu†fuñdan ey kerµm kânı309 Eyle bir …a†re baña i√sânı310 530. Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr311 Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr312 531. Eşigüñ «âki cevher ü iksµr ¢apuña geldi ol fa…µr ü √a…µr313 532. Sürme …apuñdan ol fa…µri meded314 Keremüñden √a…µri eyleme red 533. Baπrumı ya…dı ¡âtş-ı ¡i§yân315 Âb-ı cûduñla eylegil dermân316 534. Yüzümi …apladı πubâr-ı siyâh ¢albüm âyinesini ya¡ni günâh 535. Sil πubârı yüzümden ey server Ce≠ebât-ı nesµmüñ eyle se√er 536. Beni πar… ideyor bi√âr-ı ≠ünûb »ı≥r-ı lu†fuñ irişdür ey ma√bûb 537. Rû√-ı pâk-i şerµfüñe her gâh ~ad selâm ola yâ Resûlullâh 538. Âl-i a§√âbuña da«ı bi’t-tâm ~alavât ola her birine müdâm kerµm: kerem SK kerµm: kerem İÜ2, SK 310 Eyle bir …a†re baña i√sânı: Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr İÜ2 311 İsrâ sûresi, 70. âyette “Velekad kerremnâ benî âdem” Anlamı: İnsan bütün yaratıkların en mükerremidir. Şair de insan olduğundan bu sûre hakkı için şefaat arzusunu dile getiriyor. 312 Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr : Eyle bir …a†re baña i√sânı İÜ2 313 SK nüshasında “fa…µr ü √a…µr” sözündeki atıf vavı yazılmamış. 314 fa…µri: ≠elµli SK 315 Baπrumu: Baπrını SK // ¡âtş-ı : âteş-i SK 316 İÜ2 nüshasında bu beyit yok. 308 309 222 İMÂM-I ◊A¢Ì¢-İ ¡ATÌ¢ OLAN ¡ALE’T-TA◊¢Ì¢ EBÛ BEKR ~IDDÌ¢’UÑ NA¡T-I ŞERÌFLERİ VÜ MED◊-İ MÜNÌFLERİDÜR Kİ ±İKR OLINUR317 21-A 539. Ekmel-i «al… u ef≥al-ı a§√âb Zeyn-i eşrâf u seyyid-i a√bâb 540. Dürc-i §ıd… u §adâ…atuñ güheri Burc-ı çar«-ı fe§â√atuñ …ameri 541. İrişüp aña fey≥i Ra√mânuñ Oldı sâlârı ehl-i ¡irfânuñ318 542. ¢ıldı ◊a… anı ma¡den-i µmân Menba¡-ı cûd u ma√zen-i ¡irfân 543. Cümleden oldur eşref ü evlâ Va§f-ı ≠âtıdur âyet-i et…â 544. »alef-i server-i nübüvvetdür Şâh-i pµrân-ı ehl-i cennetdür 545. Oldıπıyçün o gülşen-i ta§dµ… Didi ehl-i §afâ aña ~ıddµ… 546. Güher-i sıd… u dürr-i µmânı Deldi elmâs-ı †ab¡-ı ra«şânı 547. Şâhid-i dµni gördi çün o «alµl Vârını eyledi yolında sebµl 548. ¡Âmilü’s-sükût-ı «ayrdur ~adef-i …albi dürr-i §amt-ıla pür319 549. Yâr-ı πâr-ı Resûl-i ≠ü’l-ikrâm A¡ni Bû Bekr evvel-i İslâm ~IDDÌ¢UÑ: ~IDDÌ¢ ◊A≤RETLERİNÜÑ SK Sâlârı: sâ…arı SK 319 dürr-i §amt ile pür : dµnle hem-per SK 317 318 223 ZEYN-İ A~◊ÂB U MÜRŞİD-İ A◊BÂB OLAN ¡ÖMER BİN ◊A‰‰ÂB’UÑ NA¡T-I LÂYI¢ U VA~F-I FÂYI¢LARIDUR BEYÂN OLINUR 320 21-B 550. Ol ki serdâr-ı ¡âdilân-ı cihân Ser-i sâlâr-ı kârbân-ı emân 551. Menba¡-ı lâyi√ât-ı rabbânµ Ma†la¡-ı vâridât-ı sub√ânµ 552. ¡A…l-ı evvel-durur kiyâsetde Lµk &ânµ-durur «ilâfetde 553. Mihr-veş tµπ-i ¡adl-ıla server ªulmet-i @ulmı …ıldı zµr ü zeber 554. Sâyesi nûr-ı ma√≥ idi anuñ Târını ma√v iderdi şey†ânuñ321 555. Nâ-gehân irdi Nµle †ûmârı Nehr-i «uşk-iken eyledi cârµ 322 556. Bedr olup dµni ◊a≥ret-i ¡Ömer’üñ Bildi eksüklügini ehl-i şerrüñ 557. Ber…-i «â†ıf gibi §ırâ†ı ¡ubûr İder evvel …amudan ol yüzi nûr 558. ◊ulle-i cennet-ile ârâste Cümleden evvel ola pµrâste 559. Buyurur ol Resûl-ı fa«r-ı enâm Ya¡ni sul†ân-ı enbiyâ-yı ¡a@âm 560. Bir nebµ da«ı gelse ¡âleme ger ¡Ömer olurdı «al…a peyπamber323 FÂYI¢LARIDUR BEYÂN OLINUR: FÂYI¢LARIDUR RA∞IYE’LLÂHU ¡ANH İÜ2 // ¡ÖMER BİN ◊A‰‰ÂB’UÑ: ¡ÖMER İBN-İ ◊A‰‰ÂB’UÑ SK 321 Târını: Nârını SK 322 Nehr: Zehr SK 323 √al…a peyπamber : «alµfe-i peyπamber: İÜ1 // olurdı: olupdı SK 320 224 DÂMÂD-I FA»R-I KEVNEYN OLAN ¡O¿MÂN-I Zİ’N-NÛREYN’ÜÑ VA~F-I CELÌL Ü MED◊-İ CELÌLLERİDÜR BEYÂN OLINUR 324 22-A 561. Bahr-i ¡ummân-ı ¡ilm-i rabbânµ Mihr-i ra«şân-ı √ilm-i sub√ânµ 325 562. ¢amer-i âsmân-ı cûd u kerem Güher-i kân-ı lu†f u √ilm ü himem326 563. ±ât-ı pâki meh-i sipihr-i √ayâ ~adef-i ¡âlem içre dürr-i §afâ 564. Virmiş idi aña »udâ-yı kerµm »ilm ü cûd u semâ√ u †ab¡-ı selµm327 565. Aña virdi »udâ √ayâ vü edeb Edeb ögrendi andan ehl-i edeb 566. Utanurdı melek √ayâsından Nûr alurdı güneş ≥iyâsından 567. Elin aldı eline fa«r-ı cihân Meh-i bedr âftâba itdi …ırân 568. Kef ü engüşti §anki lev√ u …alem328 ~u√uf-ı ¢ur’an’ı itdi cem¡ ü ra…am329 569. Oldı na¡li şerâki çün meh-i nev ~aldı …a§r-ı cinâna ol pertev 570. Düşdi bahr-i se«âya buldı şeref İki dürr-i la†µfe oldı §adef 571. Çün şehµd oldı ◊a≥ret-i ¡O&mân La¡l-i rummânı @âhir eyledi kân330 MED◊-İ CELÌLLERİDÜR BEYÂN OLINUR: MED◊-İ CEMÌLLERİDÜR RA∞IYE’LLÂHU TE¡ÂL ANH İÜ2 // VA~F-I CEMÌL Ü MED◊-İ CELÌLLERİDÜR RA∞IYE’LLÂHU ANH ±İKR OLINUR SK 325 Bu beyit SK nüshasında başlıktan önce ve sonra tekrar edilmiş. 326 √ilm ü : √ilm-i İÜ2, SK 327 semâ√: se«â SK 328 Kef ü : Kef-i SK // lev√ u : lev√-i SK 329 “~u√uf” sözcüğü aruz kalıbına uymamaktadır. “~u√f” şeklinde okunursa aruza uyar. // cem¡ ü : cem¡-i 330 La¡l-i rummânı: La¡li rummânı SK 324 225 ŞÌR-İ »UD VÜ ¢U‰B-I EVLİY OLAN ¡ALÌYY-İ MURTE≤A’NUÑ NA¡T-I ÂBDÂR U MED◊-İ TÂB-DÂRIDUR BEYÂN OLINUR 331 572. Ma√rem-i sırr-ı server-i kevneyn Ma@har-ı nûr-ı ezher-i kevneyn 573. Server-i kişver-i levâyi√-i πayb Fâti√-i bâb-ı Mu§√af-ı lâ-reyb 574. ¢ıldı ◊a… anı bâb-ı şehr-i ¡ilm Âftâb-ı meh-i sipihr-i √ilm 575. ¢u†b-ı a…†âb-ı ¡âlem-i dildür Mürşid-i kâmil ü mükemmeldür 576. Sâ…i-i kev&er eyledi anı Rab Olduπıyçün §u gibi pâk-meşreb 577. Mihr-i ru«sârına meh-i πarrâ Müşterµ oldı zühre-i zehrâ 578. ¢anberi-y-ile ol vücûd-ı la†µf ~an şeb-i …adr ü rûz-ı ¡ıyd-i şerµf 579. ±âtı burc-ı esed gibi enver ±ü’l-fi…ârı yanında §an «âver 580. Ma¡den-i cevher-i mürüvvetdür Menba¡-ı ¡ilm ü kân-ı √ikmetdür 581. Ol-durur …âli¡-i der-i »ayber Tµπ-ı tµziyle hâzim-i ¡asker 582. Ya¡ni serdâr-ı evliyâ-yı ¡i@âm Esedu’llâh-ı Rabb-ı ≠ü’l-ikrâm MÜNÂCÂT 22-B 331 583. Yâ İlâhµ §afâ-yı ~ıddµ…µ Rûz …ıl baña genc-i ta√…µ…i Ma†la¡-ı envar-ı hüda ve ma√rem-i esrar-ı Mu√ammed Mus†afa a¡ni ¡Aliyy-i murta≥â¨nuñ med√-ı ra¡na ve vasf-ı dilgüşâlarıdır İÜ2 // Ma†la¡-ı envar-ı hüda ve ma√rem-i esrar-ı Mu√ammed Mus†afa ma¡den-i ◊asan-ı mücteba vü ◊üseyni şehid düşdi ki bila zevc-i Fa†ımatü’z-Zehra a¡ni ◊a≥ret¨-i İmam-ı ¡Ali veli Radiye’llâhu ¡anh kerremellâhu vechenüñ med√-ı ra¡na ve vasf-ı dilgüşâlarıdır ki ≠ikr olınur SK 226 584. ±ât-ı pâkindeki kerâmet içün Dil-i §âfındaki §adâ…at içün 585. ¡Ömer’üñ cümle ¡adl ü dâdı içün Reh-i ◊a…’da anuñ reşâdı içün 586 ¡Adlüñ-ile baña ¡a≠âb itme Fa≥luñı rûzi …ıl ¡itâb itme 587. ◊ilm-i ¡O&mân-ı ≠µ-√ayâ √a……ı Dil-i pâkindeki §afâ √a……ı 588. ~ıfat-ı √ilmüñe beni ma@har Düşür ey «âli…-i §ıπâr u kiber 589. ◊a≥ret-i ◊aydar’uñ ¡ulûmı içün ◊a… yolında anuñ hücûmı içün332 590. Şâni-i nâ-murâda keşf-i ¡ulûm Rûzi …ıl eyleme anı ma√rûm 591. Aña esrârı eylegil rûzi Açıla tâ ki ba«t-ı fµrûzı SUL‰ÂN-I A¡ªAM U »Â¢ÂN-I MU¡AªªAM MÂLİK-İ Rİ¢ÂB-I ÜMEM OLAN PÂDİŞÂH-I MÜKERREM SUL‰AN MURÂD »ÂN-I MU◊TEREMÜÑ MED◊-İ DÜRER-BÂR U VA~F-I GÜHER-Nİ¿ÂRLARIDUR ◊ALLEDE’LLÂHU TE¡ÂL »ILÂFETEHÛ VE EBBEDE ªILÂLE ~AL‰ANATİHÌ 333 23-A 592. Şeh-i ¡âlµ-mekân u @ıll-ı İlâh Pâdişâh-ı serµr-i ¡izzet-i câh 593. Âsmân-ta«t-gâh ü heft-bâlµn Âftâb-efser ü …amer-âyµn 594. Mihr-i ra«şân-ı burc-ı evc-i ¡a†â Dürr-i tâbân-ı dürc-i genc-i se«â 595. ∏ayret-i ¢ahraman u Behmen ü Gûr Reşk-i Dârâ vü Sencer ü Faπfûr SK nüshasında “◊a…” yerine “Dµn” yazılmış. OLAN ,TE¡ÂLÂ, ªILÂLE: İÜ2’de yok. // SUL‰ÂN MURÂD »ÂN: SUL‰ÂN İBNÜ’S-~UL‰ÂN ∏ÂZÌ MURÂD »ÂN SK 332 333 227 334 596. Bahr-i mevvâc u …ulzüm-i zâ«ir Mihr-i berrâ…-ı ezher-i bâhir 597. Şehr-yâr-ı kerµm ü nµk-a«ter ¡Âdil ü nâ§ır-ı @afer-rehber 598. Kişver-i ma¡dilinde şâh-ı dilµr Fülk-i mükerreminde mâh-ı münµr 599. Ehl-i µmâna ra√met-i Ra√mân Ehl-i †uπyâna âteş-i sûzân 600. Dürre-i dürc-i nesl-i ¡O&mânµ La¡l-i engüşteri Süleymânµ 601. İbn-i Sul†ân Selµm-i √âfı@-ı dµn Ya¡ni Sul†ân Murâd-ı ehl-i ya…µn 602. ‰avvela’llâhu ¡umrehu’l-eclâ Şeyyeda’llâhu na§rahu’l-a¡lâ 334 603. Mµmi düşmen başına bir şeşper Râsı …alb-i ¡adûya bir «ançer 604. Elifi tµr-i tirgeş-i irşâd Dâlı çengâl-ı dâr-ı ¡adl-ı sedâd 605. Çâr √arfi bu ism-i zµbânuñ335 Çâr rükni metµn-i dünyânuñ336 606. İki ebrûsı râ-yı ra√metdür Her biri §anki nûn-ı nu§retdür 607. Rûy-ı zibâyeş âftâb-ı semâ337 ¢âmeteş na«l-i rav≥a-i ¡ulyâ 608. Kef-i zµbâsı §anki bedr-i bedµd Penc engüşti pençe-i «urşµd 609. ªıll-ı ◊a…’dur ser-â-ser ol sul†ân Geçinür sâyesinde «al…-ı cihân Beyitin anlamı: Allâh onun (Sultan Murad) yüce (parlak) ömrünü uzun kılsın; onun zaferlerini güçlendirsin. 335 ism-i : isme SK 336 metµn-i : metµni SK 337 semâ: esmâ SK 228 23-B 610. Tµπ-ı ser-tµzi şem¡-i bezm-i veπâ Dûd meskenidür niyâmı aña 611. ¢ılıcın eyledi √amâil-vâr Tâ boyun vire emrine küffâr 612. Murπdur tµri ol şehüñ gûyâ Sµne-i düşmen âşiyân aña 613. »ûn-ı â¡dâda «ançer-i sul†ân Meh-i nevdür şafa… içinde nihân338 614. Esb-i reh-vârı üzre ol server Esed üstinde gûyiyâ «âver 615. Atına zer-geri felek …ameri 339 Na¡l-i sµm itdi mâh-ı cilve-geri 340 616. Meh-i nev ra«ş-ı şâha zeyn-i sefµd Aña altunlı πâşiye «urşµd 617. Şar… u πarba §alal’dan ol leşker Unuduldı zamân-ı İskender 618. Yir yüzin zeyn …ıldı ¡asker-i şâh341 Nitekim gökyüzini encüm-i mâh 619. Sür«-ı ser…ân yaπı …ızıl düşmen 342 Oldıπıyçün aña ol ehl-i fiten 620. Aπzını …ana yudı «ançer-i şâh Münhezim …ıldı anı «ink-i sipâh343 621. Keremin gûş idüp yem-i Necefi »acletinden yüzine †utdı kefi 622. Dökdi ba√ruñ yüzi §uyın keremi344 Baπrını deldi ma¡denüñ himemi Meh-i: Mehe SK zer-geri: zer-ger-i İÜ2 340 Na¡l-i Nu…al-i SK 341 zeyn: zinde ; ¡asker-i şah: ¡askere şah SK 342 yaπı: ya¡ni SK 343 «ink-i sipâh: ceng-i sipâh SK 344 yüzi: nûrı SK 338 339 229 24-A 623. Bâ†ını …u†b-ı ¡âlemi âfâ…345 ªâhiri şems-i «âver-i berrâ… 624. Şâniyâ mid√atine πâyet yo… Cümle ev§âfına nihâyet yo… 625. Ki dükenmez-durur bu bahr-i revân Aç dehânuñ du¡â-yı şâha hemân 626. Yâ İlâhî bi-√a……-ı nûr-ı ◊abµb ¡Avnüñi dâ’im eyle şâha …arµb 627. ¢ılıcın eyle dâ’imâ keskin Nitekim pehlüvân-ı çar«-ı berµn 628. Eyle …a§r-ı vücûdını âbâd Bi’r-Rasúli ve sa√bihi’l-emcâd BU ◊A¢ÌRÜÑ VA‰AN-I A~LÌSİ OLAN ŞEHR-İ TÂBENDE VÜ KİŞVER-İ DİRA»ŞENDE YA¡Nİ SEVÂD-I LÂRENDE’NÜÑ ◊AMÂHA’LLÂHU MİN KÜLLİ ~ADMETİN VÜ FİTNETİN VE ◊AFEªAH MİN CEMÌ¡-İ BELİYYÂTİ VÂFETEN MED◊-İ RA¡N VÜ VA~F-I ZÌBÂSIDUR ¡ALE’L-İCMÂL BEYÂN U ¡AYÂN OLINUR346 629. Yine bir dem mühendis-i efkâr Dil-i mi¡mâr u nâ@ır-ı en@âr 630. Urdı …a§r-ı mu¡âyine bünyâd Der ü dµvârın eyledi âbâd 631. Mülk-i Yûnan’da bir medµne ki var Âsmân-reşk ü πayret-i gülzâr347 632. ¡Ulemâ mecma¡ ü §afâkânı ~ule√a menba¡ ü vefâkânı 633. Adı Lârende’dür o me’vânuñ Merkezidür sipihr-i a¡lânuñ 634. Mâ-i cârµleriyle ol kişver Fi’l-me&el bâπ-ı cennet-i enver ¡âlemi: ¡âlem-i İÜ2 ~ADMETİN: BELÂİN SK 347 πayret: πarb SK 345 346 230 24-B 348 635. Bâπ u râπı behişt-i enverdür Cûy-ı dil-cûsı nehr-i kev&erdür 636. Yir yir ezhârı gülşeninde gören Yire indi §anur nücûm-ı peren 637. Rû√-efzâ-durur fe≥âsı anuñ Dem-i ¡İsµ-durur hevâsı anuñ 638. Gerçi bu şehr sevâd-ı a¡@amdur348 Lµk nûr-ı beyâ≥-ı dµdemdür 639. Ortaya almış anı sünbül-zâr Fi’l-me&el «a††-ı ¡ârı≥-ı dildâr 640. Tell-i ◊a≥râda ¢al¡a-yı Bey≥â Kûh-ı ¢âf üzre beyza-ı ¡an…â 641. İçi meh-rûlar-ıla memlûdur ‰ışı sünbüller-ile «oş-bûdur 642. Oldı sûr-ı √i§ârı çar«a medâr Burc-ı bârûsı §anki kûh-ı ve…âr 643. Cevsa…ınuñ seri simâka irer ¢ullesi mihr-i tâb-nâke irer 644. Atılur anda †urma †ûb-ı şitâb Ol √i§âr-ı felekde §anki şihâb 645. ◊a… bu kim menba¡-ı kerâmetdür Kişver-i ¡ilm ü şehr-i √ikmetdür 646. İçi memlû cevâmi¡ ü mescid »ân…âh-ı §avâmi¡ ü ma¡bed 647. Fi’l-me&el âsmân-ı çar«-ı berµn Andadur sâkinân-ı ¡Illiyyin 648. Mihr-veş niçe pµr-i nûrânµ ±ikr ider anda Rabb-ı sub√ânı 649. Kimi ta…dµs ider kimi tev√µd Kimi tesbµ√ ider kimi ta√mµd bu şehr : kim bu İÜ2 // bu şehr : kemer bu SK 231 650. 25-A Bunda ço… ≠û-fünûn ¡âlim olur Mürşid-i kâmil-i mükerrem olur KÂŞİF-İ RUMÛZ-I ∏AYBÌ VÜ VÂRİ¿-İ ¡ULÛM-I NEBÌ ŞEY» ¡ÖMER RÛŞENÌ E’Ş-ŞEHÌR Bİ-MONLA ÇELEBİ ◊A≤RETLERİNÜÑ MEHHEDE’LLÂHU ªILÂLE İRŞÂDİHÌ ¡ALE’‰-‰ÂLİBÌN İLA YEVMİ’L¢IYÂME VE’D-DÌN MEN¢IBI VÜ EV~ÂF-I ¡ACÂYİBİDÜR ±EYLİNDE SEBEB-İ LEVÂYİ◊ Ü B¡ݿ-İ FEVÂYİ◊ ±İKR OLINUR349 651. Var-durur şehr içinde bir fâ≥ıl Pµr-i nûrâni mürşid-i kâmil 652. ¢u†b-ı a…†âb u vâ§ıl-ı ta√…µ… Lübb-i elbâb u kâmil-i ta§dµ… 653. Bülbül-i verd-i gülşen-i serrâ ‰û†i-i mı§r-ı ¡âlem-i bâlâ 654. Merkez-i heft †â…-ı çar«-ı berµn Mecma¡-ı vâridât-ı ¡ilm-i ya…µn 655. Menba¡-ı fey≥-i ra√met-i Ra√mân Ma†la¡-ı mihr-i vu§lat-ı cânân 656. O-durur şem¡-i bezm-i ¡âlem-i πayb Aña pervânedür ricâlü’l-πayb 657. Ol-durur sâkin-i medâris-i …uds Câlis-i §affa-i mecâlis-i üns 658. ¡İlm-i @âhirde Bû-¡Alµ Sµnâ ¡İlm-i bâ†ında √a≥ret-i Monlâ 659. Ya¡ni …u†bu’r-reµs Şey« ¡Ömer Kân-ı ta√…µ…e ≠ât-ı pâki güher 660. Rûşenµ olsa †añ mı aña la…ab Nûr-ı ru«sârı ber… urur her şeb 661. Ebbede’llâhu nûra behcetihi Eyyede’llâhu şev…a cennetihi 350 ∏AYBÌ: ¡ANNİ SK // ŞEY» ¡ÖMER RÛŞENÌ: ŞEY» RÛŞENÌ SK // İRŞÂDA: İRŞÂD SK // FEVÂYİ◊: FEVÂYİ◊DÜR Kİ SK 350 Beyitin anlamı: Allâh onun (Ömer Ruşenî) güzellik nurunu ebedî kılsın; cennetinin parlaklığını (nurunu) arttırsın. 349 232 25-B 351 352 662. ¡Aynı ¡ayn-ı zülâl-i mâ-i mu¡µn Çeşme-i kev&er-i behişt-i berµn 663. Mµmi tâc-ı meh-i sipihr-i kerem Râsı anuñ hilâl-ı çar«-ı himem 664. Ol siyeh şemle-y-ile √a≥ret-i pµr Şeb-i târ içre §anki bedr-i münµr351 665. ‰utar elde ¡a§âyı §an Mûsâ Gösterür «al…a ol yed-i bey≥â 666. ¢alb-i §âfµsi gûyiyâ mir’ât Sırr-ı pür-nûrı rûşenâ mişkât 352 667. ªâhiri şem¡-i cem¡-i nâsûti Bâ†ını dürr-i bahr-i lâhûti 668. ~â√ib-i sırr u remz-i ehl-i …ulûb Muhce-i …albi vâ§ıl-ı ma√bûb 669. ¢ufl-ı ma¡nâya man†ı…ı miftâ√ ≤av-ı esrâra bâ†ını mi§bâ√ 670. »âk-i pâyuña kimyâ-yı güher ¢alb-i …albi zer eyler ol cevher 671. İrişür dâ’im aña ce≠be-i ◊a… Bahr-i lâhûta πar… olur mu†la… 672. Sırrı anuñ mihr-i ¡aş…la enver Ce≠ebât-ı ilâhiye ma@har 673. Ber… urur ru«larında nûr-ı §afâ Oldı «alvet-serâda şem¡-i hüdâ 674. ±âtı bir ¡andelµb-i bâπ-ı ümµd ‰û†i-i …ande-nâb-ı mı§r-ı reşµd 675. Nûn olup …addi künc-i †â¡atde Buldı sırr-ı fenâyı «alvetde târ : nâr SK Rûşenâ: rûşenân SK 233 26-A 353 …albe: câna SK 676. Üstüme sâye §alsa ger o hümâ Olur idim şeh-i diyâr-ı fenâ 677. Ol emµr-i serµr-i ¡âlem-i …alb Şem¡-i «alvet-serây-ı «âne-i ce≠b 678. Bir seher §aldı üstüme ce≠be Âteş urdı bu «âne-i …albe 679. ~a√n-ı dilde uyandı şem¡-i hüdâ Nûr-ı ¡aş…ıyla †oldı …albe §afâ353 680. Olmışam cân-ıla aña teslµm Düşmüşem işigine hem-çü yetµm 681. Âb-ı tevbeyle …albi pâk itdi Nûr-ı †â¡atle tâb-nâk itdi 682. Baña ◊a… virdi inşirâ√-ı §adr Meh-i şev… oldı bâ†ınumda bedr 683. Lâyı√ oldı niçe me¡âni-i πayb Dilde keşf oldı nükte-i lâ-reyb 684. Rûşenµ’den ya…up çerâπı göñül Nâr-ı ¡aş…ıyla ya…dı dâπı göñül 685. Ber… urup bâ†ınumda cevher-i ¡aş… Şev… virdi cihâna ezher-i ¡aş… 686. »ırmen-i mâsivâya düşdi şerâr ¢almadı √ubb-ı √ubba â«ir kâr 687. Mâsivâ çı…dı dµde-i terden Lµk …aldı göñülde √ubb-ı va†an 688. Buldum ol ≠ev…-i va√deti â«ir Oldı serümde nûr-ı ◊a… @âhir 689. Nûr-ı Ra√mâna πar…-iken bir dem Fi’l-me&el şems-i «âver-i ¡âlem 690. ¢albüme lâyı√ oldı bir ma¡nâ Nice ma¡nâ ki dürr-i bahr-i be…â 234 26-B 354 691. Bu cihân mülki ¡âlem-i fânµ Bµ-vefâdur gül-i gülistânı 692. ¢a§r-ı dünyâ «arâb olur â«ir Mülk-i ¡âlem yebâb olur â«ir 693. Görmedi anda kimse rûy-ı be…â Bulmadı güllerinde bûy-ı be…â 694. Bµ-be…âdur ¡anâ§ır-ı terkµb Hep fenâdur cevâhir-i tertµb 695. ◊â§ılı deyr-i ¡âlemüñ â«ir ~ûreti bozulur anuñ bir bir 696. Devlet anuñ-durur ki bir eyü ad ¢oya ¡âlemde ide rû«ını şâd 354 697. Olmayan ¡aş…la füsürde göñül Olmadı bu cihânda mürde göñül 698. Nµk-nâm olmayan cihân içre Nâm-dâr olmadı zamân içre 699. Zinde-nâm olsa bir kişi sermed ¡Âlem içre bulur √ayât-ı ebed 700. Olagör ma¡rifetle ferru√-nâm Seni «ayr-ıla aña cümle enâm 701. Dikmedi bir kişi cihânda şecer Yimedi ¡âlem içre bâr u &emer 702. Bu-durur ¡âlem içre …avl-i selef Az olur her kişiye «ayr-ı «alef 703. Lâyı… oldur ki bir e&er peydâ İdesin ola tûşe-i ¡u…bâ 704. ¢omasa bir kişi cihânda e&er Lâ-büd anuñ yirinde yeller eser ide rû«ını şâd: rû«ını ide şâd İÜ2, SK 235 27-A 705. Bir e&er bir dıra«t-ı bâπ-ı be…â355 ¿emer olmışdur aña «ayr-ı du¡â 706. Mütee&&ir olup bu ma¡nâdan İstedüm vâridâtı Mevlâ’dan 707. Ebr-i nµsân-ı ra√met-i Ra√mân İtdi deryâyı sırruma feye≥ân 708. ~adef-i dilde lü’lü’-i ma¡nµ Dür idi her biri dür-i ¡adenµ 709. İrmeyüp rişte-i irâdet-i Rab Silk-i na@ma getürmedüm anı hep 710. ¢a¡r-ı deryâ-yı dilde ol tâbân Dürr-i nâ-süfte yatdı niçe zamân 711. Tâ ki elmâs-ı †ab¡-ı nûrânµ Deldi bir gün o dürr-i ra«şânı SEBEB-İ NAªM-I GÜLŞEN-İ EFKÂR U ~IFAT-I FA~L-I HAZÂN U BAHÂR 355 712. Bülbül-i verd-i gülşen-i tibyân İtdi bu resme §un¡-ı ◊a……’ı beyân 713. Esdi bâπ-ı ba√âra bâd-ı şimâl Cilveler itdi anda tâze nihâl 714. Bâd-ı §ub√-ı nesîm-i πonce-güşâ ¡Ìsa-veş itdi ¡âlemi i√yâ 715. ~avt-ı ra¡d oldı §anki nef«a-i §ûr Her şükûfe nişân-ı rûz-ı nüşûr 716. Ele tesbî√in aldı şâh-ı çenâr Olmasun diyü …alb-i πonce figâr 717. Sidre-veş oldı her şecer zîbâ Rû«-ı ¢uds anda …umrılar gûyâ 718. Yüzin açup çemende bâd-ı se√er Başına çı…dı herkesüñ gül-i ter İÜ2 ve SK nüshalarında “Bir e&er bir dıra«t” yerine “Bir e&erdür dıra«t” yazılmış. 236 27-B 719. Şâhid-i nev-bahâra verd-i †arµ Pîrehen oldı j âle dügmeleri 720. Oldı ¡anber-şemîm bâd-ı nesîm Gül-i «oş-bûdan aldı bûyı nesîm 721. Bir zümürrüd sütûnda nergis-i ter Oldı zerrîn …abaπ pür-zµver 722. İşidüp zâr-ı bülbüli gül-zâr Tüyi ürperdi anı §anma ki «âr 723. Göricek zînet-i bahâr-gehi Baş §alardı çemende serv-i sehî 724. ◊av≥-ı sîmîne döndi nergis-i ter ~an dökülmiş içine «urde-i zer 725. Oldı şâh-ı bahâra gülşen-i genc356 »am-ı zer oldı anda πonce-i πunc357 726. Yed-i Bey≥âyı ¡ar≥ idüp zanba… Pençe-i mihre itdi †a¡n el-√a… 727. Başdan ayaπa çeşm oldı çemen Görmege rûy-ı dilberi rûşen 728. Bir kitâb oldı §a√n-ı bâπ-ı cihân Cedvel-i sîm olupdur aña revân 729. Semen-i terle bâπ-ı sünbül-i zâr Rû«-ı zîbâda §anki zülf-i nigâr 730. Bülbül itdükçe nâle vü feryâd Ra…§ iderdi §anavber-i şimşâd358 731. Zeyn olup güller-ile her gülzâr Keyfe yu√yµ okurdı bülbül-i zâr359 732. Her şukûfeyle gülbün-i bâlâ Ak imâmeyle mü’min ol gûyâ bahâra: bahâr SK »am: »amr SK 358 Ra…§ iderdi §anavber-i şimşâd : ∏oncenüñ göñli olur idi küşâd İÜ2, SK 359 “Keyfe yu√yµ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler ” bölümüne bakınız. 356 357 237 28-A 360 361 733. Yiryüzin her çemende dürlü çiçek Sebz a†lasda sanki sîm-benek 734. Dürlü ezhârla bu ferş-i zemîn Dir gören yire indi ¡arş-ı berîn360 735. Dâmen-i πonce pür olup lâlâ Bülbüle §atdı dürlü istiπnâ 736. Oldı dîvâne serv-i tµre ≥amîr Pâyına urdı âb anuñ zencîr 737. Şem¡-i pür-nûra beñzedi gülnâr Aña pervâne oldı her ezhâr 738. Bir ışı…dur dıra«t-ı pâ-der-gil ¢ıldı bülbül yuvasını keçkül 739. Mevc-i bahr-i çemende keştî-i rû√ ∏ar… olurken yetişti »ızr-ı fütû√ 740. Der-kenâr itdi dil sefînesini Açdı dürr-i be…â √azînesini 741. Didi kim bu fe≥â-yı mînâ-reng Oldı ezhârı gerçi reng-â-reng 742. Lîk irür aña √azân-ı fenâ Târ-mâr eyler anı bâd-ı hevâ361 743. Bülbüli lâl olur bu gülzâruñ Revna…ı gider â«ir eşcâruñ 744. Pây-mâl-ı √azân olur bu çiçek Ser-bürehne …ılur çenârı felek 745. İrür ezhâra lâ-büd âfet-i dey Defterin her birinüñ eyler †ay 746. Cûy-ı enhâr olur ≥a¡îfü’l-√âl İrür anuñ revânına imlâl SK nüshasında “yire” sözü yazılmamış. bâd-ı : bâdı SK 238 28-B 362 363 747. ¢al¡a-yı gülsitânı †ûp-ı şitâ Târ-mâr eyler anı gûy-ı fenâ 748. Düşürür tâc-ı lâleyi gerdûn Baπrını …an-ıla ider pür-«ûn 749. Sünbül-i ter olur perîşân-√âl Dehr elinden semen olur pâ-mâl 750. ¢addi çevgân olur gül-i çemenüñ Gûy-ı πal†ân olur seri semenüñ 751. ◊â§ılı ¡âlem içre bâd-ı fenâ ¡Â…ıbet her birin ider ifnâ 752. Lîk ¡âlemde gülsitân-ı sü«an Gül-i ra¡nâ-yı dil-sitân-ı sü«an 753. Her biri bir bahâr-ı ma¡nâdur ∏once-i merπ-≠âr-ı ma¡nâdur 754. Her sü«an bir şükûfe-i «oş-bû Na@m gûyâ ki bir gül-i «od-rû 755. ◊arf-i her ma¡na gûne gûne-durur Rav≥a-i cennete numûne-durur 756. Elifi serv-i bâπ-ı behcetdür ◊âları πonce-i letâfetdür 757. Cimi zülf-i nigâr-ı bâπ-ı irem ~adı anda şukûfe-i bâdem 758. Dalları sünbül-i riya≥-ı be…â Râları …add «amîde serv-i §afâ 362 759. ¡Aynı ¡ayn-ı ma¡în-i kev&erdür Mimi ser-çeşme-i müdevverdür 760. Kimi eşcâr u kimi enhâra363 Beñzer anuñ kimisi ezhâra …add: SK’de yok. eşcâr: eşcâra SK 239 29-A 761. Her biri dâimâ hebâ olmaz Bâπ-ı cennet-durur fenâ bulmaz364 762. Her biri √â§ıl-ı riyâ≥-ı be…â Biçemez anı dâs-ı ma√v u fenâ 763. Çün ¡ayân oldı bu gül-i esrâr Sü«an-ârâlı… eyle bülbül-vâr 764. Bâπ-ı …albüñde Gülşen-i Efkâr Çün açıldı an’eylegil i@hâr 765. Gülşen-i cennete numûne-durur Gül-i ra¡nâsı gûne gûne-durur 766. ¢alemüñ bâπ-ı na@ma eyle nihâl Mîve-dâr ola tâ ki na«l mi&âl 767. Eyle cârî dilinden âb-ı §afâ Tâ ki √â§ıl ola riya≥-ı be…â 768. Çünki esdi bu bâd-ı himmet-i pîr Bahr-i dil urdı mevc-i fevc-i ke&µr 769. ¢a¡r-ı dilde yaşın düri â«ir Silk-i na@ma getürmişem bir bir Â∏ÂZ-I HİKÂYET 365 364 365 770. Ey şeh-i kişver-i ¡ulûm-i ya…în Her sözüñ vâridât-ı va√y-ı mübµn 771. Kelimâtuñ dem-i Mesî√â’dur Her sözüñ mu¡cizât-ı ¡Ìsâ’dur 772. Rûşen olur cihân cemalüñden Teşne reyyân olur zülâlüñden 773. ‰urma √all-i √a…âyı… eyle yine Söyle keşf-i da…âyı… eyle yine 774. Aç yine …ufl-ı bâb-ı ma¡nâyı »al…a ar≥ it kemâl-i Mevlâ’yı durur: gibi Â∏ÂZ-I HİKÂYET: Â∏ÂZ KERDEN-İ HİKÂYETDÜR SK 240 29-B 775. Va¡@-gûy-ı menâbir-i ¡arş ol İşiden sözlerüñi ide …abûl 776. Dürc-i dürr-i √a…âyı…ı ey cân Aç ki var müşterîsi bî-pâyân 777. Nicedür reşk-i lü’lü’-i şeh-vâr ∏ayret-i şeb-çerâπ-ı pür-envâr 778. Müşterîsi anuñ ricâlü’l-πayb Ya¡ni §arrâf-ı şehr-i ¡âlem-i πayb 779. Zeri §arrâf olan bilür dâim Cevheri cevherî olan nitekim 780. ¢udret-i ◊a……’uñ it √ikâyetini ~un¡-ı Yezdân’uñ it rivâyetini 781. Gûş iden bula inşira√-ı §adr Tâ göre ¡âlem içre rûy-ı …adr BEHİŞT-ÂS OLAN ◊ADÌ¢A-İ ¡ULY VÜ GÜLŞEN-İ BÌ-HEMTÂNUÑ VA~F-I ZÌBÂSI VE KÂ◊-I VÂL VÜ ¢A~R-I A¡LÂNUÑ MED◊-İ RA¡NÂSIDUR Kİ MEDÂR-I ◊İKÂYET Ü MÜBDÌ-İ RİVÂYETDÜR Kİ ±İKR OLINUR. 366 782. Râvi-i hikmet-i cihân-bânı Sözde bu resme itdi el√ânı 783. Dâmen-i kûh-i ¢âfda bir zîbâ Var idi bir √adî…a-i ¡ulyâ 784. Dest-i …udretle §âni¡-i Yezdân Yapmış anı mi&âl-i bâπ-ı cinân 785. Anı «al… eylemiş »udâ ezelî İrmemiş bir yirine âdem eli 786. Fey≥ ider anda ebr-i ra√metini 367 Gösterür «al…a dürlü hikmetini 368 787. Ma√≥-ı hikmetden eylemiş anı ◊a… Defter-i §un¡ı anda her yaprak VÂLÂ: VÂLÂSI SK // ¢A~R: FA¢ÌR SK ra√metini: ra√meti SK 368 Hikmetini: hikmeti SK 366 367 241 30-A 788. Güllerine hebâ eli irmez Mîvesini fenâ eli dirmez 789. Cûları dil-keş idi §an cânân Âdem’üñ göñline girerdi revân 790. Selsebîl-i sebîl enhârı Dev√a-i Sidre gibi eşcârı 791. Sünbüli sanki kâkül-i dildâr Nergisi çeşm-i dilber-i πaddâr369 792. Kâkül-i dilber idi zülf-i nigâr Servler anda …âmet-i dildâr 793. »ûşe-i na«lde biten «urmâ Cümle bostân şµr idi gûyâ 794. Açdı yâ…ût √a……ını enâr La¡l-i rummânı eyledi îsâr 795. Zenah-ı dilber idi her elma Ru«-i ¡uşşâ… idi …amu ayva 796. Cümle tâkinde «ûşe-i engûr Neydügin bildürür şarâb-ı †ahûr370 797. ∏abπab-ı √ûr ¡aynı anda turunc İtdi meydân-ı √üsn içinde külünc 798. Yâsemenden …urup otaπ-ı sefîd371 Anda gül olmış idi şâh-ı sa¡îd 799. ~âre mer√un zeberceden «a≥râ Kâne nûrun cevâhiren √amrâ 372 800. ~ad-zebân virmiş idi ◊a… çemene Med√ okurdı şeh-i gül ü semene 801. El §alar serv-i bâπa şâh-ı çenâr Boynına …ol dolar anuñ her bâr dilber-i: dilberi SK bildürür: bildür SK 371 otaπ-ı : otaπı SK 372 Beyitin anlamı: Çok sevinçli (neşeli) bir zeberced oldu; Sonunda kızıl mücevherler oldu. 369 370 242 30-B 373 802. Nârven §alınurdı cilve-y-ile ∏onceler πunc iderdi şîve-y-ile 803. İrmesün bâπa diyü her nâ-kes373 Gözcü olmışdı gülşene nergis 804. ‰utar elde benefşe gürz-i girân Meger olmış bu gülşene der-bân 805. Tîπ †utup çemende sûsen-i ter Her se√er †arf-ı gülşeni bekler 806. Vârdı bu riyâ≥-ı zîbânuñ ◊âfız-ı çârı §a√n-ı vâlânuñ 807. Birinüñ nâmı ¡a…l-ı nîk-ârây Ol-durur ¡âlem içre râh-nümây 808. Birinüñ ismi ¡ilm-i fa≥lu’llâh Şu¡lesi şem¡-i cem¡-i meclis-i şâh 809. Biri √ilm-i selîm ü ehl-i edeb374 İtmedi bu cihânda şûr u şeπab375 810. Birinüñ nâmı devlet-i i…bâl Açılur †âli¡inde ferru«-fâl 811. Her biri pâs-bân-ı gülşen idi Sözlerinden hezâr ü gülşen idi 812. Sû-be-sû gülşeni gezerler idi Şev… ü şâdî-y-ile geçerler idi 813. Her biri birlige yitup her bâr İmtizâc eylemiş anâsır-vâr 814. Bir gice bu çehâr-yâr-ı güzîn ¢ıldılar bir ma…âmı «oş-tezyîn 815. Vâr idi bu √adî…ada bir kâ« İki yanında bitmiş idi dü-şâ« İrmesün: Girmesün SK selîm ü: selîm-i SK 375 şûr u : sûr-ı SK 374 243 31-A 816. Gûyiyâ sidre-i mu¡allâdur Bâπ-ı cennetde şâ«-ı tûbâdur 817. Şâmî«ü’r-rükn idi bu …a§r-ı kebîr Tâb-dâr idi §anki mihr-i münîr 818. Nüh †ıbâ…-ı felek aña pâye Kürsi-i ¡âliye §alar sâye 819. Der-i divârı cevher-i pür-nûr Gerd-i «âki çü ¡anber ü kâfûr 820. Yir yirin anda câm-ı revzenler Gûyiyâ her biri meh-i enver 821. ªulle olmışdur aña per-i hümâ Derine «al…a oldı çeşm-ı sühâ 376 822. »al…asına †o…ınsa bâd-ı se√er 377 Naπmelerle †olardı her kişver 823. ‰ışı fîrûc u cevâhirden378 İçi meh gibi nûr-ı zâhirden379 824. Döşegi sündüs ü istebra…dan Ya§duπı perniyân-ı ezra…dan 825. Her biri bir serîre itdi cülûs Ta√t-ı şâhîde §anki Keykâvus 826. ¢amer ol gice oldı şem¡ lâkin Meş¡ale ya…dı geldi bezme peren 827. Nergisi gözcü …odılar bezme Ol gice oldı virme ve alma 828. ~ohbet-i √⧠…ıldılar ol şeb ‰û†i-veş geldiler tekellüme hep 829. Her biri ≠û-fünûn ¡âlim idi Şâhid-i fa≥la cümle ma√rem idi Çeşm: √aşem SK †o…ınsa: †o…ına SK 378 fîrûc u :fîrûzec-i İÜ2, SK 379 zâhirden: ezherden SK 376 377 244 31-B 830. Nüktedânlar idi fe§â√atle Meclis-ârâ idi belâπatle 831. Sözlerinden a…ardı âb-ı zülâl Meh gibi bulmış-idi cümle kemâl 832. Yüzleri âftâb-ı ¡âlem-tâb Sözleri …and-i nâb ü şekker-i nâb 833. Cümleten …ulzüm-i ma¡ârif idi Kelimâtı dür-i ¡avârif idi 834. Kimi √ikmetde Bû ¡Alî Sµnâ Kimi şevketde Rüstem ü Dârâ 835. Kimi şey«-i ilâhi kimi «amûl Kimi fa≥l u ma¡ârif-ile fü≥ûl 380 836. ◊â§ılı cümlesi mükerrem idi Zîr ü bâlâ içinde ekrem idi 837. Oldılar †û†i gibi şekker-bâr ¢ıldılar cevher ü leâli ni&âr 838. Söyledi her biri dür-i âyâtı ªâhir itdi nice kemâlâtı 839. Dürlü dürlü nice fe≥â’ilini ¢ıldı peydâ …amu «a§â’ilini 840. Şol …adar …ıldılar ¡ulûmı ni&âr Nîk ü bed ba√&i düşdi â«ir-kâr 381 841. Her biri iddi¡â-yı fa≥l itdi 382 Hep «ı§âl-ı «amîde na…l itdi 383 842. ~ub√ dek …ıldılar mu√âvere(y)i 384 ‰avr-ı âdâbla münâ@ara(y)ı fü≥ûl: fu†ûr SK nµk ü: nµk-i İÜ2, SK 382 itdi: idi SK 383 itdi: idi SK 384 mu√âvere: mücâvere SK 380 381 245 ~IFAT-I ~UB◊ VE ¡A¢L-I NÌK-ÂRÂNUÑ ¡İLM Ü ◊İLM-İ RA¡N VÜ DEVLET-İ BÌ-HEMTÂ-YILA MÜNªARASIDUR BEYÂN OLINUR 385 32-A 843. Bir se√er pîr ü «âveri eflâk Şa¡şa¡adan ¡a§â-y-ıla çâlâk 844. Geldi §atdı nice kerâmetler »al…a gösterdi ço… velâyetler 845. Nûr-ı ru«sârını görüp nâ-gâh 386 Yire geçdi √ayâdan encüm ü mâh 846. Ber… urup çehresinde nûr-ı fela… ◊acletinden …ızardı rûy-ı şafa… 387 847. Çünki §ub√ irdi didi ¡a…l-ı cemµl Cümle da¡vâya lâzım oldı delµl 848. Size ben va§fumı beyân ideyin Şeref-i ≠âtumı ¡ayân ideyin 849. Münkeşif olmasa …amu a√vâl Nice ma¡lûm olur √a…î…at-i √âl 850. Ba¡de ≠ât siz da«ı beyân eyleñ 388 ±âtuñu@ √âlini ¡ayân eyleñ 389 851. Biline tâ ki cümle √âl-i şeref Ola rûşen …amu me’âl-i şeref 852. Didiler ¡ilm ü √ilm ü Devlet-şâh Da¡vaya lâzım oldı çünki güvâh 853. İmdi gel fa≥luñı beyâna getür Ba¡≥ı ev§âfuñı ¡ayâna getür 854. ¡A…l-ı rûşen ≥amîr ü ferru«-fâl Dökdi ol dem dilinden âb-ı zülâl ¡ÜLFET-İ ~UB◊ U ¡A¢L-I NÌK-ÂRÂNUÑ ¡İLM Ü ◊İLM Ü ¡AN VÜ DEVLET-İ BÌ-HEMT İLE ~A‰ISIDUR SK // BEYÂN OLINUR: Kİ ±İKR Ü BEYAN OLINUR İÜ2 386 görüp: görmeyüp SK 387 …ızardı: …ızdı SK 388 beyân: ¡ayân İÜ2, SK 389 ¡ayân: beyân İÜ2, SK 385 246 32-B 855. Didi kim ben dür-i mu§affâyam Nûr-ı pâkize-i mu¡allâyam 856. Benem ol cevher-i ≥iyâ-güster ~adef-i ¡âlem içre dürr ü güher 857. Ehl-i √ikmet bilür benüm …adrim Evc-i a¡lâ-durur benüm §adrum 858. Menzilüm künbed-i dimâπ-ı beşer 390 Eylerem gâhi sâ…-ı ¡arşı ma…ar 859. Felegüñ künbed-i mu¡allâsın Dâimâ eylerem temâşâsın 860. ‰ûr-ı …alb-i §afâda Mûsâ’yam Rûz şeb ma@har-ı tecellâyam391 861. ‰â’ir-i …uds kim olur †ayyâr ¢anadumla uçar benüm her bâr 862. ±ât-ı pâküm-durur benüm pür-nûr Zîr ü bâlâ benümle itdi @uhûr 863. ¡Âlemüñ inti@âmı @âtumla Şer¡i dînüñ …ıyâmı ≠âtumla 864. ◊all olur sırrı bende her sü«anüñ Da«ı el-müşterü mü’temenüñ 865. Men ¡aref sırrını ricâlü’l-πayb 392 Nûr-ı pâkümle fehm ider lâ-reyb393 866. ªerre nûrı yanumda mihr-i ferüñ ~an yanında sühâ-durur …amerüñ 867. Benem ol ¡âlem içre nûr-ı şerîf ◊â’il olmaz baña @alâm u keşîf 394 dimâπ-ı: dimâπı SK rûz şeb: rûz u şeb İÜ2 392 "men ¡arefe nefsehu fekad ¡arefe rabbehu" Nefsini bilen rabbini bilir, anlamına gelen ve tasavvuf ehli tarafından sıkça kullanılan sahih olmayan hadislerdendir. 393 “Lâ-reyb” ile ilgili ayrıntılı bilgi için 6. beyitin dipnotuna bakınız. 394 @alâm u: @alâm-ı İÜ2, SK 390 391 247 868. »ân…âh-ı bedende bir pîrem Ehl-i irşâd ü ehl-i tedbîrem 869. Niçe ehl-i hüner mürµdüm var ◊idmetümde niçe ferîdüm var 870. Kimi ¡allâme-i @evâhirdür ¡İlm-i bâ†ında kimi mâhirdür A¢L-I PÂK SEM¡-İ TÂB-NÂKİ VA~F İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR. 395 871. Biri bir merd-i ¡â…il adı Sem¡ Dâimâ encümende şem¡-i cem¡ 872. Oldı ehl-i velâyet ol kâmil Kim aña târ-ı şeb degül √â’il 873. N’ola †a…sa …ulaπına kerdür Rûz şeb ism-i Sem¡e ma@hardur396 874. Nef√a-i rû√-ı …udsdür aña hevâ Ìsi-i ma¡na(y)ı ider peydâ 875. Ba«r-ı ¡irfân içinde §anki §adef Anda cümle me¡âni dürr-i necef 876. Gûyiyâ gûş içinde ol gevher Meh-i nev sµnesinde cirm-i …amer 877. Bir bunuñ gibi var mı ehl-i kerem Dem-be-dem fet√ ider o bâb-ı himem 878. ¢uvvet-i †ab¡-ı dil-pe≠µrimdür Severim cân-ıla @ahµr midürimdür 33-A ¡A¢L-I PÜR-ENVÂRUÑ BA~AR-I TÂB-DÂRI TA¡RÌFİDÜR ±İKR OLINUR. 397 879. Biri bir pâk na@ârdur ismi Ba§ar Ol-durur cân gözine nûr ba§ar İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR: İTDÜGİDÜR KİM BEYÂN OLINUR SK // BEYÂN OLINUR: İÜ2’de yok. 396 rûz şeb: rûz u şeb İÜ2 397 TA¡RÌFİDÜR ±İKR OLINUR: TA¡RÌFİDÜR Kİ ±İKR OLINUR SK // ±İKR OLINUR: İÜ2’de yok. 395 248 880. Eyleyüp ol riyâ≥ete i…dâm Ola dâim πıdâsı bir bâdam 881. Dem-be-dem keşf ider kerâmetini ¡Âleme gösterür velâyetini 882. ¢arañu «alvet içre buldı cem¡ Şu¡le-i nûr-ı ≠âtın itdi şem¡ 883. Olalı perde-i siyehde nihân Kendüyi itdi merdüm-i insân 884. Ba§ar ismine düşeli ma@har ¢addini dâl idüpdür ol gevher 885. ‰â’ir-i sidre gibi açup per ü bâl ‰ârem-i çar«ı seyr ider fi’l-√âl 886. Görinür aña çehre-i dil-dâr Her dem eyler müşâhede dµdâr 887. Neylesün ¡ayn âb-ı √ayvânı Eline aldı çeşme-i cânı 888. Gâh olur bir perinüñ abdâlı Alur egnine bir siyâh şâlı 889. Gice künc-i fenâ-yı «alvetde Gündüzin §un¡-ı ◊â……ı ¡ibretde ¡A¢L-I DİL-CÛ ŞEMM-İ »OŞ-BÛYI TA¡RÌF İTDÜGİDÜR TA◊RÌR OLINUR 398 33-B 890. Birinüñ nâmı Şemm-i nâzik-ter Eyledi künbed-i dimâπı ma…ar 891. Her dem alur o bûy-ı merπûbı ‰â… †âremde §anki kerrûbµ 892. Gâhi bulur şemµm-i Rû√u’llâh Bilemez misk ü ¡anberi ol mâh 399 İTDÜGİDÜR TA◊RÌR OLINUR: İTDÜGİ Kİ ±İKR OLINUR SK // TA◊RÌR OLINUR: İÜ2’de yok. 399 ¡anberi: ¡anber SK 398 249 893. ~ub√-dem irür aña bûy-ı §abâ Nef√a-i rû√-i ¡İsevµ gûyâ 894. N’ola ¡anber-sirişt olursa meşâm 400 İrdi bûyı behiştüñ aña tamâm 895. Pâye-i ¡arş-durur ma…âmı anuñ Kürsi-i lev√-durur merâmı anuñ 896. Bu revâyµ√le rû√-ı cismânµ Bulur ol dem …uvâ-yı rû√ânµ 401 ¡A¢L-I TÂB-DÂR ±EV¢-İ ÂB-DÂRI VA~F İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR 402 897. Birinüñ adı ≠ev…-i şµrin-kâr ~âf-meşreb kelâmı cevher-dâr 898. Her dem eyler dilinden ol cârµ Reşe√ât-ı zülâl-i enhârı 899. »al…a ra†b-ı lisân-ıla a√sen ‰ab¡ı eşyâyı bildürür rûşen 403 900. ‰ab¡-ı pâki §an âyine-i §afâ Görinür anda §ûret-i eşyâ 901. ±ikr ider ◊âli…ini her meh ü sâl Hem-zebân oldı aña †û†µ-i âl 902. Ba«ş ider …albe rû√-i cismânµ Fey≥ ider rû√a ≠ev…-i rû√ânµ 903. Aña lâyı… dinürse cân-perver ‰û†µ-i cânı dem-be-dem besler ¡A¢L-I ENVÂRUÑ LEMS-İ NÂZİKTERİ TAV~ÌFİDÜR BEYÂN OLINUR 404 904. Birisi da«ı lems-i nâzik-ten Ter ü tâze o berk-i gülşenden Olursa: olur SK …uvâ-yı: nevâtı SK 402 ±İKR OLINUR: İÜ2, SK’de yok. // TÂB-DÂR: TÂB-DÂRUÑ SK 403 Eşyâyı: işmâmı SK 404 BEYÂN OLINUR: İÜ2’de yok. 400 401 250 34-A 905. Tâb-ı √arr u √arârete doyamaz Bâd-ı serd ü bürûdete doyamaz 906. »ıf@ ider cismi √ar-ı âteşden 405 Berd-i sermâ vü serd-i serkeşden 406 907. Merd-i kâmil-durur ol ehl-i hüner ªâhir ü bâ†ını i√âta ider 908. »uşk u ter ¡ilmini bilüp bâhir ¢uruda yaşda »ı≥r-veş √â≥ır 909. ¢utb-veş √ükmi cümle cârµdür ¡Âlemi ≠ü’l-√ayâta sârµdür ¡A¢L-I MEHEKK ◊İSS-İ MÜŞTEREKİ TA¡RÌF İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR 407 405 910. Birinüñ √iss-ı müşterek nâmı Kimse görmiş degül o gül-fâmı 911. Dâ’ire bekler ol §adâ…atle N’ola ma¡rûf ola kerâmetle 912. Bir müdevver öñinde √av≥ı kivar A…ar anuñ içine beş enhâr 913. Çeşme-i câna beñzer ol cûlar Müşterek her biri §afâ-perver 914. Tµz-fehm-i ¡u†âride beñzer Gördügin lev√-i dilde fevri yazar 915. Rû√-ı insân gibi velµ pinhân Nûr-veş dilde cümle √ükmi ¡ayân 916. Menba¡-ı «ıf@ olup o deryâ-dil Götürür başda anı her ¡âkil cismi: cismini SK sermâ: serâ SK 407 TA¡RÌF İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR: VA~F İTDÜGİDÜR İÜ2 // ◊İSS-İ MÜŞTEREKİ TA¡RÌF İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR: ◊ASEB-İ MÜŞTEREK VA~F İTDÜGİDÜR SK 406 251 ¡A¢L-I SIRDÂŞ »AYÂL-İ NA¢¢ÂŞI TA¡RÌFİDÜR TAS‰ÌR OLINUR408 34-B 917. ~âf-dildür birisi deryâ-vâr 409 Nâmı anuñ «ayâl-i âyine-dâr 918. Bir mu§avvirdür olmaz aña na@µr Âb-ı pâk üzre na…ş ider ta§vµr 919. Bâl-i himmetle gâh idüp pervâz Seyr ider ǵn ü Hind ü Rûm u ◊icâz 920. Gâh olur kim perµ-veş ol server Kendüye çeşme-sârı mesken ider 921. Lu†f-ıla ol-durur emµr-i kelâm ‰ıfl-ı dil eglenür anuñla müdâm 922. ~anki bir dil-rübâ-yı mµr-i sü√an Herkesüñ göñline girür rûşen 923. ¡İlm-i bâ†ında şöyle mâhirdür Göñlüñe her ne gelse anı bilür 410 924. »â†ırında rüsûm-ı mevcûdât Cümle fikrindedür «ayâl-i cihât ¡A¢L-I DİRA◊ŞÂN VEHM-İ TERSÂNI VA~F İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR 411 925. Vehm-nâm biri §â√ib-i ferheng Fehm ider anı †âlib-i ferheng 926. ¡Âmil-i âyet-i ve lâ tül…û 412 Ol-durur târik-i hirâs-ı adû 927. İstemez dâ’im ola va√detde Lµk bulur §afâyı ke&retde 928. Meclisümde nedµm-i vehm-yârum Hemdem-i dil-pesend ü dil-dârum TA¡RÌFİDÜR TAS‰ÌR OLINUR: TA¡RÌF İTDÜGİDÜR İÜ2 // TA¡RÌFİDÜR TAS‰ÌR OLINUR: TA¡RÌF İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR SK 409 ~âf-dildür : Sâf-dil-durur SK 410 anı: cümle SK 411 ¡A¢L-I DİRA◊ŞÂNUÑ VEHM-İ TERSÂNI TAV~ÌFİDÜR İÜ2 // ¡A¢L-I DİRA◊ŞÂNUÑ VEHM-İ TERSÂNI TAV~ÌF İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR SK 412 velâ tul…û ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 408 252 929. ¡İlm-i cüz’iye cümle …âdirdür Rûz u şeb √a≥retümde √â≥ırdur 413 930. Bildirür baña cümle şûrı vü şerri 414 Râh-ı «avf u hirâs-ı pür-«a†rı415 931. Nâ-gehân düşse râh-ı pür-havle 416 Gelür ol dem diline lâ-√avle 35-A ¡A¢L-I DERYÂ-DİL ◊ÂFIªA-I KÂMİLİ TAV~ÌF İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR 417 413 932. Birinüñ ismi √âfı@a ta√…µ… Genc-i esrâra «âzin-i §ıddµk 933. Levh-i …albinde kâtib-i …udret Yazdı na…ş eyledi niçe §ûret 934. ¢albi §an bir müdevvir âyine Na…ş olur anda rûy-ı gencµne 935. Cû-be-cû ¡ilmi ≥ab† ider zµbâ ~anki enhârı «ıf@ ider deryâ 936. Gâhi eyinüp kev&er-i cândan A…ıdur ¡ayn-ı √ikmeti andan 937. Şehr-i i≠¡âna çekdi bir pergâr ◊ikmet eşkâli anda her ne kivar 938. Ma¡na-yı «ûnı itmege tes«µr Dâire çizdi kendüye ol pµr 939. Dem-be-dem ol √azµnedârumdur ◊âfı@ u ≠û-fünûn yârumdur 940. Yiridür olsa «âzin-ı πaybµ »ıf@ ider dürr-i genc-i lâ-reybi 941. Lâzım oldukça ol kerem-kânı Ba«ş ider «al…a dürr ü mercânı rûz u şeb: rûz şeb SK şûrı vü şerri: şûr u şerri İÜ2 // şûrı vü şerri: şûr-ı şerri SK 415 «avf u: «avf-ı SK 416 düşse: düşe SK 417 ¡A¢L-I MÜNÌR ◊ÂFIªA-I PÜR-TA~VÌRİ TA◊RÌR İTDÜGİDÜR İÜ2, SK . 414 253 ¡A¢L-I ŞERÌF MUTA~ARRIF-I LA‰ÌFİ VA~F İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR 418 35-B 942. Muta§arrıf birisinüñ adı Nükte-i dilde eyler irşâdı 943. N’ola §âhib-ta§arruf olsa revân ¢u†bıdur ¡âlem-i dilüñ her ân 944. ¢ab≥a-ı …udretindedür ma¡…ûl Ser-fürû …ılsa †añ mı aña ¡u…ûl 945. Himmetin dâimâ o nµk-a«ter Cümle ma¡…ûl §arfa §arf eyler 419 946. Münzevµ gâhi √ücre-i serde Şâh olur gâhi yedi kişverde 947. ◊â§ılı cümlesi yanumda cem¡ Nûr-ı ≠âtumdur anlara çün şem¡ 948. Benem eflâk-i dilde bir «ûrşµd ±erre-veş her biri benümle bedµd 949. ¡Âlem-i dilde …u†b-ı ferru√-fâl 420 Benem anlar ricâl-i πayb-ı mi&âl 950. Ma@har-ı vâridât-ı ilhâmem Ma√zen-i dürc-i dürr-i İslâmem 951. Sırr-ı İsrâ vü ¡alleme’l-esmâ 421 ±ât-ı pâkümle oldı hep peydâ 952. Şâm olunca bu ¡a…l-ı pür-idrâk Eyledi ¡ar≥-ı ma¡rifet bµ-pâk 422 ±İKR OLINUR: İÜ2’de yok. // ±İKR OLINUR: Kİ BEYÂN OLINUR SK §arfa: √arf SK 420 ¡Âlem-i dilde: ¡Âlem içre o İÜ2, SK 421 “¡alleme’l-esmâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 422 bµ-pâk: bµ-bâk İÜ2, SK 418 419 254 ~IFAT-I ŞEB VE ¡İLM-İ FA≤LULLÂHUÑ ¡A¢L U ◊İLM Ü DEVLETŞÂH İLE MÜNªARASIDUR TA◊RÌR Ü TAS‰ÌR OLINUR 423 36-A 953. Bir gice pµr-i çar«-ı mihr-i ≥amµr 424 Sûre-i Leyl’i eyledi tefsµr 954. Gözin açdı ¡u†âridüñ ol dem Sırr-ı mestûru yazdı itdi ra…am 955. Rûşen olmaπ içün derûnı gehî »alvet-i hâle içre …oydı mehi 425 956. Mihre yüz virmedi velµ ol şeb 426 Yirlere dökdi âb-ı rûyını hep 427 957. ‰urdı ol gice ¡ilm ü ehl-i va…âr Ma¡rifet dürlerini itdi ni&âr 958. Geldi esb-i belâπatı sürdi 428 Deşt-i ma¡nâda yildi yopurdı 959. Didi dürr-i bi√âr-ı el†âfem Kâşif-i sırr-ı keşf-i keşşâfem 960. Fa≥l u dânişle mi&l-i deryâyem 429 Gûş-ı hûşa dür-i mu§affâyam 961. Va¡z-gûy-ı menâbir-i ¡arşem Nâ§ı√-ı kürsi-i §afâ-ba«şem 962. ¡Ârifem remz ü sırr-ı nâsûtµ Kâşifem dürc-i genc-i lâhûtµ 963. Benem ol şehr-i şöhre-i âfâ… Gün gibi nûrum eyledi işrâ… 964. Eylerem ehl-i ≠ev…e ben irşâd Gösterürem aña †arµ…-i sedâd TA◊RÌR Ü TAS‰ÌR OLINUR İÜ2, SK’de yok. gice: giçe SK 425 Hâle: hümâle SK 426 velµ: vâlih SK 427 Rûyını: rûsını SK 428 sürdü: süvârdı 429 Fa≥l u: Fa≥l-ı 423 424 255 36-B 965. ¡Âdet-i remz-i evliyâ bende Sünnet-i sırr-ı enbiyâ bende 966. Cümlesine delµl-i râhem ben Şeb-i @ulmetde şem¡ ü mâhem ben 430 967. ±ât-ı pâküm-durur şümû¡-ı hüdâ Baña pervânedür …amu ¡ulemâ 968. Eyleyen …adrümi benüm idrâk Dâimâ menzili olur eflâk 969. Beni kim kendüye @ahµr itdi 431 Sµne §adrında baña yir itdi 432 970. Benüm emrüme her kim olmaz râm Ya…ar anı ca√µm-i nâr-ı ≥ırâm 971. »ôr ba…dukça baña bir ebter Küfri ol dem hemân o…ur ezber 972. ¡Ar≥-ı ru«sâr-ı tâb-dâr iderem ªulmet-i cehli târmâr iderem 973. Şehr-yârum sipeh fünûnumdur ¡Asker-i cehl bed-zebûnumdur 974. Nûr-ı µmân u mihr-i cân el-√a…… Nûrum-ıla bulur benüm revna… 975. Bûy-ı «oş-bûyum-ıla buldı bahâ ¡Anber-i terle misk-i ǵn ü »a†â 976. Dem-be-dem ehl-i √âle keyfiyyet Şev…üm-ile gelür benüm √âlet 977. Dânyâl-ı nebµ su†urlâbı Fet√ ider himmetümle her bâbı 978. Benüm irşâdum-ıla Eflâ†ûn Oldı ¡âlemde feylesof-ı fünûn şem¡ ü mâh: şem¡ mâh itdi: idi SK 432 İtdi: idi SK 430 431 256 37-A 979. ¡Ulemânuñ olalı hem-râhı Bildiler cümle «aşyetu’llâhı 980. Ene mâ’ü’l-√ayâti fi’@-@ulemi Ene nârun tu∂µu fi’l-√imemi 433 981. Olsa i√sânum-ıla bir kişi √ay ◊âtemüñ defterin ider ol †ay 982. Kişverümdür benüm o √ayr-ı beşer ~â√ib-i hel etâ-durur baña dir 434 983. ªâtum âyinesi kitâb-ı mübµn Anda ¡ar≥ eylerem cemâli ya…µn 984. Benem âyine-i cilâ vü §afâ Görinür bende dünye vü ¡u…bâ 985. ±ât-ı pâküm mücerrede minvâl ◊iss olınmaz ricâl-i πayb mi&âl 986. Olmayan …albi §âf-âyine Na@ar itmez cemâlüm ayına 987. ‰âlib olan cemâl-i ma¡nâyı 435 Âyinede ider temâşâyı 988. ¢ıldı bu resme ¡ilm-i ≠ü’l-ikrâm ~ub√ olınca kelâmını itmâm 989. Rûşen olınca ≥av’-ıla mi§bâ√ Urdı …ufl-i me¡ânîye miftâ√ ~IFAT-I ~UB◊ VE ◊İLM-İ SELÌMÜÑ ¡A¢L U ¡İLM Ü DEVLET-İ ¡AªÍM İLE MÜNªARASIDUR TA◊¢Ì¢ OLINUR 436 990. 433 ~ub√-dem yine ol şeh-i «âver ~açdı rûy-ı zemµne ca¡fer-i zer Beyitin anlamı: Ben karanlıklardaki ab-ı hayatım; Ben himmetlerde aydınlık saçan ateşim (nurum) “hel etâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 435 cemâl-i: cemâli SK 436 TA◊¢Ì¢ OLINUR: İÜ2, SK’de yok. 434 257 991. Giydi zerrµn libâsı bay fa…µr 437 Oldı hem-reng …amu §aπµr ü kebµr 992. Şa¡şa¡a §aldı şâhid-i «urşµd Cilvelerle meh anı gördi bedµd 993. Heman ol demde kendüden gitdi Yüz yire …odı meskenet itdi 994. ǵn-i si√r √ilme degdi çün nevbet Ol zamân ba√&e eyledi cür’et 995. Didi √ilm-i selµm ü §âfµ-dil Benem ol †ab¡-ı pâk-ıla kâmil 996. Benem ol mürşid-i †arµ…-i necât Benem ol rehber-i mesâlik-≠ât 997. Heme dostân ra ez §afâ-cûyem Merdümân şâkirest ez «ûyem 998. Ene ba√rü’§-§afâ-yı bi’l-kerem Ene πay&ü’r-rabµ¡-i bi’l-himem 438 999. Külli hâdin limuhtedin sübülü Ene feccü’l-¡amµki yeştemilü 439 1000. Ehl-i «ayret benümle buldı şeref ±âtum oldı dür-i √ayâta §adef 37-B 1001. Nûrum olmışdur ol çemende şem¡ Buldı revna… benümle ilm-i şer¡ 1002. Ma@har oldı §afâya mir’âtum Bahr-i √üzne sefµnedür ≠âtum 1003. Göñül alça…lıπ eylerem dâim Meskenet üzre oluram …âim 1004. İderem bâr-ı ma¡rifet √â§ıl ¿emere «âk-i ar≥ olur vâ§ıl bay fa…µr : bay u fa…µr İÜ2 Beyitin anlamı: Ben, kerem bakımından safa deniziyim; himmet bakımından da ilkbahar yağmuruyum. 439 Beyitin anlamı: Hidayet her eren için bir rehber ve yol vardır; İşte ben hepsini (yol ve rehber) kuşatan denizim. 437 438 258 1005. Âb-ı rûyem benem ki âb-ı √ayât Zindedür ≠âtum-ıla ehl-i necât 1006. »ûyı Nâmûs-i Ekber’üñ bende Cümle ehl-i kerem baña bende 1007. ‰ıynet-i pâküm oldı nûr-ı sirişt ~â√ibüm olsa n’ola ehl-i behişt 1008. Her ki ben çeşme-i √ayâta irür Bâπ-ı dilde revân ider kev&er 1009. Benüm-ile olan güler şen olur Rûz şeb nûrum-ıla rûşen olur 440 1010. Küntü miske’l-πazâli râyi√aten Lâ yeşummu’l-πa∂ûbu fâyi√aten 441 1011. Men hümâyem yekî niyâzerdem Lµk kes-râ ki devlet âverdem 442 1012. Ma@har-ı men tevâ≥u¡-ı şânem 443 Ekrem-i «a§let oldı ¡unvânum 1013. Ehlümi kimse cürm-ile a§maz Kimse yirde olan yüzi ba§maz 1014. Gördi bir gün √ıyâmı verd-i †arî Şerm olup dökdi dâne dâne düri 444 1015. Bir çerâğem ki ya…dı …udret-i Rab Esmez üstüme tünd-bâd-ı πa≥ab 38-A 1016. Hemdem-i ru√-ı …uds-ı pür-nûrem Ma√rem-i sırr-ı §â√ib-i §ûrem 1017. ªâhiren meskenüm √a≥µ≥-i zemµn Menzilüm lµk evc-i ¡Illiyyµn 1018. Gerçi oldum medâr-ı merkez-i «âk Döner üstüme bu †o…uz eflâk 440 rûz şeb: rûz u şeb İÜ2 Beyitin anlamı: Koku olarak ceylan miski gibi oldum; Bana kızanlar o misk kokusundan hiç alamaz. 442 Beyitin anlamı: Ben hüma kuşuyum, birisi niyaz ettiğinde ona devlet (saadet) getiririm. 443 Beyitin anlamı: Alçakgönüllü huyum, benim mazharımdır. 444 Düri: …arı SK 441 259 1019. Cümle ma@lûma eylerem şef…at Anuñ içün olur yirüm cennet 1020. ¡Âlem içre benem şeh-i nâ§ır Kişver-i …albe √âfız u nâ@ır 445 1021. Tµπ-i §abr-ı belâ miyânumda »ançer ü tîr-i lu†f yanumda 1022. ¢ahramân §abr-ı sila√dârem Pehlivân lu†f-ı …afa-dârem 446 1023. ¡Asker-i kibr-i câbir-i ebter Bµm-i …ahrumla bµd-veş ditrer 1024. Şâma dek itdi √ilm ¡ar≥-ı kemâl Eyledi anlar-ıla ba√& u cidâl ~IFAT-I ŞEB VE DEVLET-İ KÂMRÂNUÑ ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM-İ DIRA»ŞÂNLA MÜNªARASIDUR BEYÂN OLINUR 447 1025. Yine şâh-ı kevâkib-i envâr ◊ayme-i mây içre …ıldı …arâr 1026. Her diyâra şihâbı §aldı revân 448 Olmaya encüm içre tâ ki …ırân 1027. Ol gice bu hezµr-i zerrµn çeng Oldı simµn benekle mi&l-i peleng 1028. Tevsen-i çar«a bindi şâh-ı nücûm Ya¡ni e@hâr-ı ◊a……’a itdi hücûm 38-B 1029. Geldi ol dem πa≥abla devlet-şâh 449 ◊âkim-i kâmrân u @ıll-ı İlâh 1030. Olup esb-i belâπat üzre süvâr Geldi meydân-ı ma¡naya şehvâr √âfız u: √âfız-ı İÜ2, SK Pehlivân lu†f-ı …afa-dârem: Pehlivân u vefâ …afa-dârem SK 447 BEYÂN: ±İKR İÜ2 // ~IFAT-I ~UB◊ VE ◊İLM-İ SELÌMÜÑ ¡A¢L U ¡İLM Ü DEVLET-İ ¡AªÌM İLE MÜNªARASIDUR SK 448 şihâbı: sehâbı SK 449 şeb: dem SK 445 446 260 1031. Didi tâc-ı Keyânidür ta«tum 450 Âftâb-ı cihânidür ba«tum 451 1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ 1033. Ehl-i ferhenge eylerem raπbet ¢ıluram aña hürmet ü ¡izzet 1034. Ber-hümâ himmet-i mu¡allâyam Kûh-i ¢âf-ı πınâda ¡an…âyam 452 1035. Arayup …a¡r-ı bahr-i ¡ummânı Bulmışam «âtem-i Süleymân’ı 1036. Râm …ıldum perµ vü dµv-i şeri Va√ş-ı †ayr u riyâ√ u hem beşeri 1037. Sal†anat bâπı içre dâlem ben Şâ«-ı †ûbâ gibi nihâlem ben 1038. Nu§ret ü fur§at u @afer &emerem Fera√ u ≠ev… u şev… bâr ü berem 1039. ¢anadumla uçar benüm himmet Benüm ar…amda «oş geçer fır§at 453 1040. Sâye §aldum meger cihâna revân Geçinür sâyemüzde şâh-ı cihân 1041. Sâyemüzde geçinmese her şâh La…ab olmazdı aña @ıll-ı İlâh 1042. Ser-ı şehde n’ola olursam ebed Şemsüñ olur mekânı burc-ı esed 1043. ¢udret-i ◊a… …uşatdı baña …ılıc Ururam ehl-i küfre tµπ u …ılıc 39-A 1044. Olmışam dâimâ Sikender-der ªafer oldı baña πa@anfer-fer Keyânidür: Keyân-durur SK cihânidür: cihân-durur SK 452 πınâda: πınâd SK 453 geçer: güher SK 450 451 261 1045. ªafer oldı cihân-nerµmânı Bulur anuñla her ner µmânı 1046. Kime kim yâr olur @afer şeb ü rûz 454 Dâimâ †âli¡i olur pµrûz 1047. Fet√ olur himmetümle cümle …ılâ¡ Def¡ olur fır§atumla küfr-i ≥iyâ¡ 1048. ‰âli¡üm şu¡le virdi mihr ü mehe 455 Mâlikem ben kevâkib-i sipehe 456 1049. »aşmetüm çetridür benüm bu sipihr Şevketüm kûsıdur meh-ile mihr 1050. Virmesem âftâba ben zer ger Dökmez idi cihâna «âver zer 1051. ‰âli¡üm nûrı eyleyüp işrâ… Esb-i reh-vârum oldı ber…-i Burâ… 457 1052. Nûrum-ıla yanar …anâdil-i ¡arş Râyi√amla biter reyâ√in-i ferş 458 1053. ~anmañuz gökde §avt-ı ra¡d-ı dilµr Şa¡şa¡a §aldı anda mihr-i münµr 1054. Çar«a çı…dı §adâ-yı kûs-ı va…âr Râyetüm şu¡lesi felekde yanar 1055. Siz …ırân eyleñüz benümle hemµn Ki mehüñ yanına gelür pervµn 1056. Bunca ilm ü fa≥lla Eflâ†ûn 459 Cem¡ …ıldı nice kitâb-ı fünûn 460 1057. Göre İskender-i cihân-peymâ 461 Zµr-i hikmetde …aldı bµ-perva 454 şeb ü rûz: şeb rûz SK mehe : meh İÜ1 // mihr ü meh: mihr meh SK 456 sipehe: sipeh İÜ1, SK 457 rehvârum: rehbârum SK 458 biter: yiter SK 459 ilm ü fa≥lla: fa≥l u ¡ulûmı İÜ2 // Bunca ilm ü fa≥lla: Niçe fa≥l u ¡ulûmı SK 460 kitâb: kibâr SK 461 İskender-i: İskenderi 455 262 1058. ~ub√-ı §âdı… olınca mâ-√a§alı Biribiriyle itdiler cedeli 39-B 1059. Her biri cümleten fe≥â’ilini ªâhir itdi nice «a§â’ilini 1060. Cümlesinüñ delâ’ili a…vâ Her biri âftâb-ı evc-i §afâ 1061. ¡Â…ıbet didiler bize √âkim Gerek ola rumûza hep ¡âlim 1062. Cümle eşkâlüñ ola √elâli ~ubh-veş §âdı… ola a…vâli 1063. İttifâ…-ı bilâ-nifâ…la hep ‰oydılar her birisi râh-ı †aleb 1064. Bulalar tâ ki bir sü«an-dânı Mehbi†-i lâyi√ât-ı Rabbânµ 1065. Vire her birinüñ tesellâsın Hep tamâm eyleye temennâsın ~IFAT-I ~UB◊ VE ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM Ü DEVLET SEYÂ◊AT İDÜP ŞEHR-İ MA¡RİFET Ü ¢UBBE-İ MEVHİBETE VÂ~IL OLUP RÛ◊-I SEYRÂNÌYE MÜL¢ÂT OLDU¢LARIDUR BEYÂN OLINUR 462 1066. Bir se√er şâhbâz-ı zerrµn-per Bâl açup Şâm’a itdi ¡azm-ı sefer 1067. Seyr-i §a√râyı dil-güşâ itdi Dâne-i erzeni πıdâ itdi 1068. Yine seyyâre-i felek gitdi Cânib-i şar…a irti√âl itdi 1069. Ne ¡acep na…ş-bend-i bû…alemûn Gösterür √al…a †arz-ı gûn-â-gûn 1070. ~ubh-dem çünki ¡a…l u ¡ilm-i kerµm Devlet-i kâmrân u √ilm-i selµm OLDU¢LARIDUR BEYÂN OLINUR: OLDU¢LARIDUR Kİ BEYÂN OLINUR İÜ2 // MÜL¢ÂT: MELÂMÂT SK // BEYÂN OLINUR: SK’de yok. 462 263 40-A 1071. Seferu …ı†¡atun mine’s-sa…râ 463 Diyüben eyledi …amu seferi 1072. ¡Azm-i †ayy-ı menâzil eylediler Cümle …a†¡-ı merâ√il eylediler 1073. İrdiler bir …a≥â-yı zµbâya ‰urdılar anda hep temâşâya 1074. Murπ-ı dil irmez intihâsına ‰âir-i sidre müntehâsına 1075. ~ûretâ gerçi ¡âlem-i §uπrâ Ma¡nada lµk ¡âlem-i kübrâ 1076. ¡Arş gûyâ içinde bir «al…a Yiridür ¡ibret ola bu «al…a 1077. »âk-i πabrâsı cümleten ¡anber Rîgi lü’lü’ vü †aşları cevher 1078. Her giyâh-ı riyâ≥ı misk-âmµz 464 Bâdı anûñ nesµm-i ¡anber-rµz 1079. Anda herkes πınâ bulur her bâr Ebr-i bârânı eyler a…çe-ni&âr 1080. Olur anda §afâ-yı gûn-â-gûn Ki döşenmiş bisât-ı bû…alemûn 465 1081. Çemeni §anki yemyeşil deryâ Anda ezhârı keşti-i πarrâ 1082. Servler anda dilber-i mevzûn Lâleler anda sâπar-ı gül-gûn 1083. Nâz itse hezâra πonceleri ¢ah…ahayla gülerdi kebg-i derµ 463 Anlamı: “Yolculuk azaptan bir parçadır.” Hadiste “sakrâ” sözü azâb şeklinde geçer: “es-Seferu kıt’atün mine’l-azâbi” Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Yolculuk/sefer azaptan bir parçadır. Doğru dürüst yiyip içmekten ve uyumaktan sizi alıkor. Herhangi biriniz işini bitirince, evine dönmekte acele etsin! (Buhari ve Müslim) Bkz. Kütüb-i Sitte’den 1001 Hadis, hzl. Kasım Yayla, Merve Yay., 2002, İstanbul, s. 230, Hadis no: 515.) 464 misk: müşk İÜ2, SK 465 döşenmiş: döşemiş SK 264 1084. Seyr iderken o deşt-i §a√râyı Kûşe kûşe idüp temâşâyı 1085. Nâ-gehân bir ≥iyâ ki ber…-ı revâ… ‰arf-ı maşrı…dan eyledi işrâ… 40-B 1086. Heybet ü şevket-ile şa¡şa¡anuñ Şiddet-i §avtı-y-ıla …a¡…a¡anuñ 1087. Oldı her biri vâlih ü medhûş Düşdiler «âke oldılar bµ-hûş 1088. ¡Â…ıbet cümle geldiler hûşa Her biri dönmiş ol …adeh-nûşa 1089. Gördiler var …a≥âda bir kühsâr ~anki olmış …ıbâb-ı çar«a medâr 1090. Yedi …ulle var anda seb¡ şeddâd Ar≥-ı πabrâya her biri evtâd 1091. Va√det-i yâri der-kenâr itmiş Pµr-veş ¡uzlet i«tiyâr itmiş 1092. Yı…ılurdı zemµne çar«-ı dü-tâ Olmasa pµr-i çar«a ≠âtı ¡a§â 466 1093. ¢aplamış tell-i kûhı ebr-i sefµd Yaπdurur ¡âleme gülâbı me≠µd 1094. Seyr idenler şukûfesin zµbâ Yire inmiş §anur nücûm-ı semâ 1095. Seyr iderken bu kûhı ¡an…â-vâr Gördiler dâmeninde kişver var 1096. Dillerine §afâ gelüp ol ân ±ev… şev…iyle cümle ra…§-künân 1097. Cânib-i şehre itdiler ¡azmi Eyledi her biri o dem cezmi 1098. Ki o kişverde ola bir fâ≥ıl Ekmel-i «al… ü merdüm-i kâmil 466 ≠âtı: ≠ıllet SK 265 1099. ◊all-i ◊a……-ı √a…âyı… ide revân Keşf-i sırr-ı da…âyı… ide revân 1100. İrdiler çün o cây-ı zµbâya Ya¡ni ol kişver-i felek-sâya 1101. Nice kişver ma…âm-ı ¡Illiyyin Nice gülşen riyâ≥-ı «uld-ı berµn 41-A 1102. Görseñ ol sûr-ı kişveri bârî Nûr-ı …udretden eylemiş Bârµ 1103. Kâ«-ı vâlâsınuñ …u§ûrı yo… ¢a§r-ı cennet gibi fütûrı yok 1104. N’ola olsa cihânda reşk-i behişt Mihr ü meh aña sµm ü zerrµn «ışt 1105. Anda her bir resâtik-i ¡ulyâ Şâmi« ü râsi« ü semâ-sµmâ 1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ 1107. ~uyı §an kev&er-i mu§affâdur 467 ‰aşları tµr ü «âki kµmyâdur 468 1108. Zindedür anuñ-ıla cümle şey Ve mine’l-mâi küllü şey’in √ayy 469 1109. Gezdiler cümle cây-ı a¡lâsın Der ü dµvâr u …a§r-ı ra¡nâsın 1110. Seyr iderken o şehr-i zµbâyı Kişver-i nûr-ı cennet-âsâyı 470 1111. Gördiler şehr içinde bir gülşen Nice gülşen cinân gibi rûşen 1112. Cümle eşcârı mi&l-i †ûbâdur Dürlü ezhârı verd-i ra¡nâdur mu§affâdur : maa¡nâdur SK tµr: la¡l İÜ2, SK 469 “Ve mine’l-mâi küllü şey’in √ayy” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 470 Kişver-i nûr-ı cennet-âsâyı: Kişver-i cennet-i felek-sâyı İÜ2, SK 467 468 266 1113. Bir dem esse nesµm-i bâd-ı bahâr ¡Âleme müşk-i nâb ider µ&âr 1114. Her giyâh anda sünbül-i dil-bend Her dıra«tı çenâr u serv-i bülend 1115. Anda her …umrı mu…ri-i nâ†ı… ¢âne süb√âne men hüve’l-»âli… 471 41-B 1116. Cûyı âb-ı √ayât-ı fer«unde »ı≥r-veş nûş iden olur zinde 1117. Ba¡zı enhârı şehd ü kimi †ahûr Kimi kev&er kimi anuñ kâfûr 1118. Var miyânında gülşenüñ a¡lâ Da«ı bir …ubbe-i semâ-sµmâ 1119. Örmiş aña mühendis-i …udret Bir binâ-yı ¡a@µm ü pür-şevket 1120. Çâr erkânı §âfµ cevherden ¢apusı şeb-çerâπ-ı enverden 1121. Sa…fı anuñ zümürrüd-i «a∂râ ¡Alem-i pâki lü’lü’-i bey≥â 1122. La¡l-i pµrûzedendür anda kemer 472 Gökde …avs-ı …uza« gibi enver 1123. Cümleten √ayretiyle ol √ullân ‰urdılar gülşen içre nice zamân 1124. Nâ-gehân @âhir oldı bir meh-rû Nice mihr ü semen gibi «oş-bû 1125. Bir kelâm işiden o dilberden Yur elin âb-i √av≥-ı kev&erden 473 1126. ‰a¡n ider lü’lü’ye §afâ-yı ru√ı Güneşe dek gelür ≥iyâ-yı ru√ı 471 Anlamı: Yaratıcı olanı (Allâh’ı) tesbih ederim. La¡l-i : La¡l ü İÜ2, SK 473 âb: leb/lübb SK 472 267 1127. ~anki rû√-ı mu§avver o dilber Ber… urur ru√ları çü nûr-ı …amer 1128. Gûşı gûyâ hilâl-i evc-i şeref Oldı deryâ-yı √üsn içinde §adef 1129. Zena«ı …a¡r-ı çâh-ı Hârûtµ Ba…ar anda §uya o Mârûtµ 1130. ±e…anı bâπ-ı √üsne bir elma ∏abπabı bir turunc-ı şâ«-ı vefâ 42-A 1131. İşidüp reng-i rûyını bir dem 474 Reng-pe≠µr oldı verd-i bâπ-ı irem 1132. Gördiler çünki ol mehi fi’l-√âl ¢ıldılar cümle aña isti…bâl 1133. »âk-i pâyine yüz urup ol ân Didiler ey emµr-i milket-i cân 475 1134. Ne-durur bu serây-ı tâbende Da«ı bu kişver-i dıra«şende 1135. ◊âkimi kim-durur bu aranuñ Kişver ü …ubbe-i felek-sânuñ 1136. Sen …amer-çehrenüñ da«ı nâmı Ne-durur eyle bize i¡lâmı 1137. Didi anlara ol …amer-tim&âl A…ıdup sözlerinden âb-ı zülâl 1138. Kişverüñ şehr-i ma¡rifet adı ¢ubbenüñ beyt-i mevhibet adı 1139. ¢ubbe içinde bir zev-i √ayret Var-durur adı rû√-ı pür-√ikmet 1140. Şehre vâlµ-i kâmrân oldur Beyt-i ma¡mûre dµde-bân oldur 476 474 rûyını: rûsını SK milket: hikmet SK 476 dµde-bân: dµde-bâb SK 475 268 1141. Baña ey ¡ârifân-ı mülk-i cihân Rû√-ı seyrâni oldı nâm-ı revân 1142. Yilerem «ıdmetinde her şeb ü rûz Olur anûnla †âli¡üm fµrûz 477 1143. Ol-durur pµr ü ehl-i irşâdum Dem-be-dem dil-nüvâz ü dil-şâdum 1144. Didiler ey emµr-i şehr-i sü«an Sözlerüñdür ¡a…µ…-i mülk-i Yemen 1145. Eyledüñ ¡u…le-i ¡u…âli çü √al ¢almadı şübhe-ile hµç ma√al 42-B 1146. ¢aldı birkaç ve lµk müşkilümüz Terk …ıldı… anuñla menzilümüz 1147. Germ ü serd-i sefer çeküp şeb ü rûz 478 ¢a†¡ …ılduñ menâzil-i dil-sûz 479 1148. Bu √adµ&-i Resûl’e ¡âmil olup Terk itdük diyârı mâ’il olup 1149. Kim buyurmış-durur Resûl-ı emµn ¡İlmi eyleñ †aleb velev bi’§-~în 480 1150. Çün erişdük bu §a√n-ı zµbâya Gülşen-i dil-güşâ vü ra¡nâya 1151. Ola kim vâ§ıl-ı murâd olavuz Şübhemüz √alli-y-ile şâd olavuz 1152. Ger bu yirde murâda irmezsek Ya¡ni genc-i reşâda irmezsek 1153. Mâr-ı πu§§a helâk ider bizi hep Ejdehâ-yı belâ vü renc-i ta¡ab 477 şeb ü rûz: şeb rûz SK şeb ü rûz: şeb rûz SK 479 …ılduñ: …ıldu… İÜ2, SK 480 Peygamberimizin sözüdür. “Utlubu’l-‘ilme velev bi’s-Sîn” Anlamı: Çin’de de olsa, ilmi talep ediniz (Said Halim Paşa, “İslam Cemiyetinin Tanzimine Dair Bazı Notlar, İslam’da Teşkilat-i Siyasiye”, (Haz: Ömer Hakan Özalp) Söz ve Adalet Dergisi, Yıl: 1, S. 5, Haziran-2008, s. 63. 478 269 1154. Rû√-ı seyrâni didi πam yimeñüz ∏u§§a-yı derd-ile elem yimeñüz 1155. İlteyem rû√-ı √ikmete sizi hep Çekmeñüz mi√net ü ¡anâ vü †a¡ab 1156. Câri idüp dilinden âb-ı zülâl Sizi rayyân ide o ehl-i kemâl 481 1157. Fet√ idüp size bâb-ı mestûrı 482 Göstere da«ı †al¡at-ı nûrı 1158. Nûrı-y-ıla ide tecellµyi Sözleriyle …ıla tesellµyi 1159. Didiler va§fını beyân eyle Nicedür zâtını ¡ayân eyle 1160. Fa≥l u dânişle nice mâhir mi 483 Şübhemüz √alline ya …âdir mi 43-A 1161. Rû√-ı seyrâni didi yine revân İşidüñ benden ey ulü’l-iz¡ân 1162. ~ub√-dem sizlere beyân ideyin Cümle ev§âfını ¡ayân ideyin 1163. Şeb-i deycûr irişmiş idi meger Gelmiş idi sipihre jeng ü keder 1164. Şeb be-«ayr diyüp anlara gitdi Vardı ol şeb ma…âma yitdi 1165. Ol gice gülşen içre hemçü hezâr ~ub√ dek …aldılar o çâr-dildâr ~IFAT-I ~UB◊ VE RÛ◊-I SEYRÂNÌ Kİ ¡ÂRİF-İ RABBANÌ OLAN RÛ◊-I PÜR◊İKMET-İ ~AMEDÂNÌYİ VA~F İTDÜGİDÜR TA◊RÌR OLINUR 484 1166. Çünki §ub√ irdi şâhid-i «âver Mâha ¡ar≥ itdi çehre-i enver Sizi rayyân ide o ehl-i kemâl: Siz vire cevâb u ehl-i kemâl SK idüp: ide SK 483 Fa≥l u : Fa≥l-ı 484 TA◊RÌR OLINUR: İÜ2, SK’de yok. // ~AMEDÂNÌYİ: YEZDÂNÌYİ SK 481 482 270 1167. Rû-be-rû oldı mâhla se√eri Bedr itdi hilâl-iken …ameri 1168. Yıldızı düşmiş idi ol …amerüñ ‰âli¡i rûşen oldı mâh-ı ferüñ 1169. Lev√-i eflâke çekdi zer-cedvel ¡U…let-i müşkilâtı tâ ide √all 1170. ǵn-i si√r geldi rû√-ı seyrânµ Ma¡rifet şehrinüñ sü«an-dânı 1171. Cem¡ oldı o †âlibân-ı cihân ¢ubbe-i mevhibet öñünde revân 485 1172. Anlara didi rû√-ı seyrânµ Rû√-ı pür-√ikmetüñ budur şânı 1173. ◊âkim-i ta«tgâh-ı ¡Illiyyin Mürşid-i √ân…â√-ı rûy-ı zemµn 43-B 1174. Sâkin-i §adr-ı §uffe-i ceberût ¡Âkif-i beyt-i ka¡be-i lâhût 1175. Ol-durur dürr-i dürc-i kerremnâ Ol-durur genc-i sırr-ı fa≥≥elnâ 1176. Huve fµ nûrihi ke-mişkâtin Huve fµ ≠âtihi ke-mir’âtin 486 1177. Künh-i ≠âtına hiç ¡u…ûl irmez Va§fına a¡kal-i fu√ûl irmez 1178. Emr-i Rabbµye ma@har olmışdur Nûr-ı ◊a……-ıla enver olmışdur 1179. Sırr-ı sırrµye ¡âlem-i mu†la… Ol-durur fehm iden rumûz-ı «al… 487 1180. Ma√rem-i sırr-ı ¡ilm yârıdur ¡Âlem-i πayb «azµnedârıdur 485 revân: hemân SK Beyitin anlamı: Nûruyla o bir çerağ/lamba gibidir; Zâtıyla da bir ayna gibidir. İlk mısra Nur sûresi 35. âyetten iktibastır. 487 rumûz-ı : rumuzı İÜ2, SK 486 271 1181. Mürşid-i kâmil-i √a…µ…at odur Ekmel-i kümmel-i †arµ…at odur 1182. ¡Âlem içre odur «alµfe-i ◊a… ¡A…s-i rûyından oldı nûr-ı fela… 1183. Şem¡-i «alvet-serây-ı πaybµdür 488 Cevher-i ma¡rifetle …albi pür 1184. ‰ûr-ı sırr-ı §afâda Mûsâ’dur Dem-be-dem ma@har-ı tecellâdur 1185. Dem-be-dem bâtınµ fe≥â’ille ‰oludur lâ-cerem fevâ≥ılla 1186. ¡Âlem-i …albe mihr ü mâh oldur Şehr-i insâna pâdişâh oldur 1187. Sâye-i Kirdgâr odur zµbâ Cümle i…lµm-i dilde √ükmi revâ 1188. Ma«zen-i «âzin-i serâ’irdür ¡Âlim ü ¡ârif ü ≥amâ’irdür 44-A 1189. ¢urb-ı ◊a…k-ıla dâ’im eyler üns Menzilidür anuñ √a≥ire-i …uds 489 1190. Rû√-ı …udsµ dir aña ehl-i fenâ Rû√-ı …uds olımaz aña hem-pâ 1191. Ma√remidür o …âbe …avseynüñ Kâşifidür rumûz-ı kevneynüñ 1192. Gâhi bâπ-ı §afâda seyr eyler Gâhi ¡arş-ı ¡alâda seyr eyler 1193. Her nefes »âli…ini ≠ikr eyler Rûz u şeb râzi…ını fikr eyler 490 1194. Nefe√ât-ı riyâ≥-ı …udsµden Bûy aldı riyâ√-ı ünsµden πaybµdür: ¡aynµdür SK √a≥ire-i …uds: √a†ırâ-yı …uds SK 490 rûz u şeb: rûz şeb SK 488 489 272 1195. ◊â§ılı şâh-ı ¡âlem-i kübrâ Eyledi anı »âli…ü’l-eşyâ 1196. Reşe√âtından oldı eşyâ √ay 491 ¢alb-i insân vücûd-yaft ez vey 492 1197. Menzilidür sürâdi…ât-ı berµn Anuñ içün bulur şühûd u ya…µn 1198. Buldı «alvet-serâda cem¡ü’l-cem¡ Gördi ol nûr-ı ≠ât ¡ayn-ı şem¡ 1199. Ber… urur üstine tecellµ-i ≠ât ∏arka-i nûr olur †utar ce≠ebât 1200. Cezebât-ı ilâhiye ol irür Cümle esrâr-ı şâhiye ol irür 1201. Terkle terk ider ¡alâyı…ını Pâk ider ¡ış…la †arâyı…ını 1202. Her nefes eyler ol ma¡âric-i va§l Ol bulur dem-be-dem medâric-i va§l 1203. A§fiyâyı §afâya vâ§ıl ider Evliyâyı velâya vâ§ıl ider 44-B 1204. Gâh mev§ûf olur nübüvvetle Gâh ma¡rûf olur kerâmetle 1205. ◊â§ılı nûr-ı ber-kemâl oldur Ma@har-ı ≠ât-ı ≠ü’l-celâl oldur 1206. Ve ¡aleyhi’≥-≥iyâ’u …ad şara…at Ve nesµmü’§-§afâ’u …ad feve√at 493 1207. Derecât-ı cinânı …apladı tâ Daldur …âf-ı rû√-ı …uds aña 1208. Himmet-i pâkidür cihânı †utan Şev…le nûrıdur cinânı †utan eşyâ: ¡âlem SK Anlamı: İnsan kalbi O’ndan vücut bulmuştur. 493 Beyitin anlamı: Üzerinde ışık parıldadı; Safa rüzgarı / kokusu etrafa yayıldı. 491 492 273 1209. Ra√met ü va√det ü √ayât-ı ebed İsm-i ≠âtında cem¡ …ıldı e√ad 1210. Olmasa râsı ra√met olmaz idi Vâvı olmasa va√det olmaz idi 1211. ◊âsı-y-ıla bulur √ayâtı √ay Ma@har oldı aña ve in min şey 494 1212. Bi-cemâli’l-cemµli yebtehicü Bi-vi§âli’l-celµli yenfericü 495 1213. Bir nefes «âbe varmaz ol dildâr Şev…le oldı ¡âşı…-ı dµdâr 1214. Üns idindi …açan Allâh’ı ¡Aş…-ı ◊a…’dan olupdur âgâhı 1215. Gâh deryâ gibi temevvüc ider Bâd-ı ¡aş…-ıla geh tefevvüc ider 1216. Gâh mest-i şarâb-ı va√det olur Gâh mec≠ûb-ı …urb-ı √a≥ret olur 1217. Gördi kim reh-zen oldı cümle §ıfât Terk idüp buldı ol tecelliyi ≠ât 1218. Behere’l-kevnü min şa¡âşi¡ihi ªahara’l-bevnu min levâmi¡ihi 496 45-A 1219. ~ayup ol ¡asker-i «ayâlâtı 497 ~a√n-ı firdevse dikdi râyâtı 498 1220. Ol §adâ-yı eleste †utdı §adef 499 Rişte-i nûr-ı ◊a…’la buldı şeref 1221. Gûşına fette…û §adâsı gelür Sırrına ircı¡µ nidâsı gelür 500 “ve in min şey ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. Beyitin anlamı: Cemil’in cemâliyle parıldar; Celil’in visâliyle yaşar. 496 Beyitin anlamı: O’nun ışığından evren / yaratılanlar aydınlandı / şaşkına döndü; Farklılıklar O’nun parıltısından ortaya çıktı. 497 ¡asker-i : ¡askeri SK 498 râyâtı : râbbânµ SK 499 eletse: elestde İÜ2 // eletse: elsine SK 500 “fette…û ve ircı¡µ ” ifadeleri için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 494 495 274 1222. Oldı ol ma@har-ı ilâhü’l-«al… N’ola deryâ-yı nûra ger ola πar… 1223. ◊ükm ider ¡âlem-i ¡anâ§ırda Lµk @âhir degil me@âhirde 1224. Mesken olmışdur aña ¡arş-ı ¡a@µm ¡Iş…ını mûnis itdi aña kerµm 1225. ¢âf-ı …urbetde gûyiyâ ¡an…â Zµr-i bâlindedür …amu eşyâ 1226. Ol-durur †â’ir-i hümâyûn-fâl 501 Rûh-ı …udsµ enµs-i celle Celâl 1227. Rav≥a-i berza« içre bir güldür Gülşen-i lâ-mekanda bülbüldür 1228. Ol-durur †â’ir-i hümâ çâlâk ¢anadı altında bey≥adur eflâk 502 1229. ¢albi envâr-ı şem¡-ile memlû Sırrı nûr-ı hidâyet-ile †olu 1230. Nûrla ma†lab u merâmı görür Dâ’ima √ayy-ı lâ-yenâmı görür 1231. Ol bulur lâyi√ât-ı ilhâmı Ol görür fâyi√ât-ı ilhâmı 1232. Olup esrâr-ı πaybiye dânâ 503 İder a√kâm-ı hikmeti icrâ 504 1233. ◊â§ılı şânına nihâyet yo… Andaki ¡ilm ü fa≥la πâyet yo… 45-B 1234. Va§fını yaza biñ debµr-i kirâm Biñde birini itmeye itmâm 1235. Çün tamâm itdi rû√-ı seyrânµ Ba¡≥ı ev§âf-ı rûh-ı nûrânµ 501 Ol-durur: o-durur İÜ2, SK Mısrada vezin bozuktur. “…anadı” sözü “…anad” şeklinde yazılırsa vezne uyar. 503 πaybiye: ¡ayniye SK 504 √ikmeti: √ükmini SK 502 275 1236. Bildiler ¡a…l u ¡ilm-i fa≥lu’llâh Da«ı √ilm-i selµm ü devlet-şâh 1237. Ki odur ¡âlem içre ¡a…la güşâ 505 Fâtih-i …ufl-ı dürc-i genc-i hüdâ 1238. Yalvarup her biri revâna o dem Ki odur kâşif-i künûz-ı kerem 506 1239. Didiler ey cüvân-ı cân-perver Sözlerüñdür nebât u şehd ü şeker 1240. Çünki oldur medâr-ı ehl-i ya…µn Mecma¡-ı lâyi√ât-ı ¡Illiyyin 1241. Bizi ilet o pµr-i lâhûta Ol virür nûrı mülk-i nâsûta 1242. Gözümüz rûşen ola nûrıyla Göñlümüz gülşen ola nûrıyla 1243. Ola kim …ıla bir tecellµyi Bulavuz cân-ıla tesellµyi 1244. Şübhemüz √all ide bizim ol pµr ¢albimüz nûrı-y-ıla bula münµr RÛ◊-I SEYRÂNÌ ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM Ü DEVLETİ RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE ‰APŞIRUP RÛ◊-I PÜR-◊İKMET DA»I ANLARA İSTİFSÂR-I ◊ÂL İTDÜGİDÜR ¡ALE’L-İCMÂL ±İKR OLINUR 507 1245. Sü«an-ârâ-yı †û†µ-i gûyâ Eyledi bir mu√a……i…âne edâ 1246. Kime kim lu†fı ola ∏affâruñ 508 O Ra√µm ü ∏afûr u ∏affâruñ 46-A 1247. Gösterür lâ-cerem †arµ…-i sedâd Aña rûzı …ılur delµl-i reşâd ¡a…la güşâ: ¡a…l-güşâ İÜ2, SK künûz: rûmûz SK 507 DA»I: İÜ2’de yok. // ¡ALE’L-İCMÂL ±İKR OLINUR: İÜ2’de yok. // ¡ALE’L-İCMÂL ±İKR OLINUR: Kİ BEYÂN VE ¡AYÂN OLINUR SK 508 ∏affâruñ: Settâruñ İÜ2 // ola: olsa İÜ2, SK 505 506 276 1248. Anuñ-ıla varur ma…âma irür Dem-be-dem ma†lab-ı merâma irür 1249. Anuñ-ıla bulur hidâyet-i ◊a… ¡İzzet ü ra√met ü ¡inâyet-i ◊a… 1250. İrse bir …ula ¡avn-i Rabbânµ ¢udret-i ◊a… olur nigeh-bânı 1251. Kime irse levâmi¡-i keremi Rûşen olur †arâ’i…-ı @alamı 1252. Ce≠be-i ¡aş…-ıla olan ¡âşı… Kendüyi va§la eyler ol lâyı… 1253. ¡Aş…-ıla †âlib olsa bir insân Ma†labı lâ-cerem olur âsân 1254. Cân-ıla †âlibân-ı râh-ı §avâb Fet√ olur her birine bâb-ı &evâb 1255. Çün delµl oldı rû√-ı seyrânµ Ol diyâr-ı belâπatuñ «ânı 1256. Aldı geldi o çâr-yâri revân Der-i rû√uñ öñinde …odı hemân 1257. Rû√-ı pür-√ikmete girüp fi’l-√âl Didi ey nûr-ı ◊a… celle Celâl 1258. Eşigüñ †aşı Mescid-i A…§â Dergehüñ √âki Ka¡be-i ¡ulyâ 1259. ¢apuña geldi dört emµr-i kelâm Her biri bir va√µd-i dehr-i benâm 1260. Müşkili var …amunuñ ey server Ki dilerler †apuña ¡ar≥ ideler 1261. Bu kelâmı ki rû√-ı ¡alµ-şân Gûş idüp oldı gül gibi «andân 46-B 1262. Lu†f-ıla didi ey revân-ı §afâ Beni ◊a… itdi çünki ¡a…la güşâ 277 1263. Getür ol †âlibânı √a≥retüme ∏ar… idem tâ ki bahr-i √ikmetüme 509 1264. Çünki destûr virdi ol destûr Rû√-ı seyrâni yine itdi @uhûr 510 1265. Aldı gitdi o çâr-meh-rûyı Sünbül ü lâle verd ü şeb-bûyı 511 1266. ¡Â…ıbet ol medµne-i rû√a Geldiler hep «azµne-i rû√a 1267. İrdiler pây-ı ta√t-ı sul†âna Ya¡ni dµvân-ı şâh-ı devrâna 1268. Gördiler nûr-ı √a≥ret-i rû√ı Bildiler külli heybet-i rû√ı 1269. ¢aplamış şa¡şa¡ân-ı √a≥ret-i ◊a… Nûr-ı envâra πar… u müstaπra… 1270. Tâb-ı envâra doymayup bir ân Oldı her biri vâlih ü √ayrân 1271. Bir zamândan bulup ifâ…atı hep Ya¡ni def¡ eyledi irâ…atı hep 1272. Her biri dergehini bûs itdi Cümle «âk-i rehini bûs itdi 1273. ‰urdılar …arşusında ¡izzetle Edeb ü √ürmet ü √acâletle 1274. Didi anlara rû√-ı pür-√ikmet Bu diyâra ne gelmeden √ikmet 1275. Didiler ey ≥iyâ-yı nûru’llâh Sensin ol ma@har-ı §ıfât-ı İlâh 1276. Çâr-yâruz ki bizde dört √a§let »al… itdi »udâ-yı zi-¡a@amet : √ikmetüme: √ikmete İÜ1 seyrâni yine: seyrâniye İÜ2, SK 511 şeb-bûyı: «oş-bûyı SK 509 510 278 47-A 1277. Her kişi kendü «ûyına şâkir Cümlemüz kendü «ûyına …âdir 1278. Lµk bir gün …amu «a§â’ilimüz Med√ …ılduñ niçe fe≥â’ilimüz 512 1279. İttifâkı nizâ¡ımuz oldı Nµk ü bed-ba√&-ıla cihân †oldı 513 1280. ¡Â…ıbet bir √akµm-i dânânuñ 514 ¡Âlim ü fâ≥ıl u tüvânânuñ 1281. ◊ükmine râ≥ı oluban yek-ser Va†anuñ terkin urdu… ey server 1282. Tâ ki bir kâşif-i √a…âyı…-ı dµn Bulavuz keşf ide rumûzı ya…µn 1283. ◊amdüli’llâh cemâlüñi gördük Bunca fa≥l u kemâlüñi gördük 1284. İsterüz kim bu şübhemüz ola √all ¢almaya cümleten nizâ¡a ma√all 1285. Didi ol ma@har-ı §ıfât-ı mübµn Beni ◊a… eyledi «alµfe-i dµn 1286. Keşf idem tâ kim ¡u…le-i πaybµ Fet√ idem sırr-ı §u√uf-ı lâ-reybi 1287. ◊all olur bende cümle sırr-ı ¡acµb Keşf olur gûne gûne emr-i πarµb 1288. Def¡ olur şübheñüz sizüñ da«ı hep Çekmeñüz πu§§a-y-ıla renc-i ta¡ab 1289. ~ubh-dem √âlüñüz olur ma¡lûm Kimse olmaz …apumda hiç ma√rûm 1290. Çün irişdi o gün şeb-i deycûr Âftâb-ı fer itdi πarba mürûr …ılduñ: …ıldı İÜ2 // …ıldu… SK Bu mısra SK nüshasında sayfa kenarına eklenmiştir. 514 Bu mısra SK nüshasında sayfa kenarına eklenmiştir. 512 513 279 1291. Beklediler o şeb der-i rû√ı Felek açınca çehre-i yû√ı 47-B SIFAT-I SUB◊ VE ¡A¢L RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE FA≤ÌLET Ü »A~LETİNİ TA¢RÌR İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR 515 1292. Yine ferrâş-ı §ub√-ı fµrûzı Bas† …ıldı bisâ†-ı nev-rûzı 1293. Tâ ki …â≥µ-yi √âver-i ¡ulyâ Anda a√kâmı eyleye icrâ 1294. Bir kitâb-ı mücelled aña felek Anda ma¡lûm olur simâk u semek 1295. Şevket-ile çü rû√-ı pür-hikmet ¢ıldı dµvânı §ub√-dem zµnet 1296. Geçdi seccâde-i Resûl’e revân Tâ ki a√kâm-ı şer¡i ide beyân 1297. Devlet-i kâmrân u √ilm-i kerµm Da«ı ¡ilm-i ¡a@µm ü ¡a…l-ı selµm 516 1298. Geldiler âsmân-ı menzilete Ya¡ni ol âstân-ı mevhibete 1299. ¢ıldılar rû√a cümleten i…bâl ◊all ide tâ kim müşkili √allâl 1300. Didi nûr-ı »udâ-yı ¡azze vü cell Ya¡ni ol rû√-ı pür-fütû√-ı ecel 1301. Her kim eylerdür iddi¡â-yı fa≥l Aña lâzım-durur güvâh-ı ¡adl 1302. ¡A…l-ı evvel didi kim ey üstâd Nûr-ı ≠âtuñ-durur delµl-i nihâd 1303. Sü«anüm evvelâ benüm gûş it Bahr-i a«≥ar gibi bugün cûş it TA¢RÌR İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR: ±İKR İTDÜGİDÜR İÜ2 // ±İKR İTDÜGİDÜR: SK’de yok. 516 da«ı: da√ı SK 515 280 1304. Rû√-ı pür-√ikmet-i sü«an-ârâ Ol-durur ¡âlem içre nûr-ı »udâ 1305. Didi ismüñ nedür beyân eyle Ba¡dehu va§fuñı ¡ayân eyle 48-A 1306. Tâ ki ma¡lûm ola √a…µ…at-i √âl Gün gibi rûşen ola cümle me’âl 1307. Didi ¡a…l-ı selµm-i nµk-ârây Benem ol ¡a…l-ı tâm u râh-nümây 1308. Evvel-i leşker-i »udây benem Rehber-i √al… ü reh-nümây benem 1309. Ol bedµ¡ ü …adµr bi’l-icmâ¡ Beni nûrından eyledi ibdâ¡ 1310. Bâ¡i&-i kâ’inât ü ar≥-ı fihr Dâ¡i âsmân u çar«-ı sipihr 1311. Ya¡ni serdâr-ı enbiyâ vü rüsûl Buyurupdur √adµ&-i nehc-i sübûl 1312. Evvel-i √al…ı ◊a… Te¡âlânuñ517 ¡A…l-ı idrâk idi o Mevlâ’nuñ 518 1313. Bu √adµ& i√tiyâr-ı şânumdur Sebeb-i ifti√âr-ı şânumdur 1314. Beni «al… eyledükde Rabb-ı enâm Buyurupdur baña o zü’l-ikrâm 517 “Allah’ın ilk yarattığı şey akıldır.” hadisi için bkz.: Sami Kilinçli, Akıl İlgili Hadislerin Tespit ve Tenkidi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi SBE, Adana 2007, s. 49. 518 Akıl, doğrudan doğruya yaradılışta yerleşmiş ve sırf Allâh vergisi olan bir melekedir ki, buna da kudsi kuvvet veya tabii akıl denir. Bunda esas itibariyle gayretin, çalışıp kazanmanın hiçbir hükmü yoktur. Herkesin bu çeşit hads, tahmin ve akıldan az çok bir nasibi vardır. Bu olmayınca diğer mesmunun hiçbir hükmü olmaz. Bunun sınırsız mertebeleri vardır ki, en alt tabakadan başlayarak peygamberlerin akılları mertebelerine kadar gider. En yüksek mertebesine “akl-ı nûr” denir. Başlangıçtan sonucu, sonuçtan başlangıcı, önceden sonrayı, sonradan önceyi tam bir bilgi ile gören bu akıl, Allâh’ın kelarnı ve Hz. Muhammed Mustafa (a.s.)’nın nûrudur. Nitekim hadis-i şerifte: “Allâh’ın yarattığı şeylerin ilki benim nûrumdur. Allâh’ın yarattığı şeylerin ilki kalemdir. Allâh’ın yarattığı şeylerin ilki aklım’dır.” buyrulmuştur. (İbn Ebi Âsım, es-Sünne, 1,48; Hilyetü’l-Evliyâ.)(…) Akıl olmayınca ya da var olan akıl şeytana ve süflî arzulara köle edilince, doğrudan doğruya hisler üzerinde tesirini icra edecek olan mucizelerin büyük bir faydasının olmayacağı anlatılmıştır. (Kaynak web-site: http://www.kalbimecruh.com/archive/index.php/index.php/akillara-hitap-eden-ayet-ve-hadislert26149.html ) 281 1315. Sa†vet-i ¡izzet-i celâlüm içün ◊ikmet ü …udret-i kemâlüm içün 1316. Senden eşref ¡azµz ü a√sen şey Hiç vücûda getürmedüm bir «ay 1317. Nûrını …ıldı baña ◊a… i√sân Benden alur seba… …amu ¡irfân 1318. Her kişi ¡izzeti benümle bulur Şevketi √ürmeti benümle bulur 1319. ªâhir ü bâ†ına …amu ¡allâm ¡Âlim itmiş-durur beni bi’t-tâm 1320. Gâhi emr-i ma¡âşı ≠ikr iderem Gâh rûz-ı mi¡âdı fikr iderem 48-B 1321. Ol zamân kim Ra√µm ü Bâri »udâ Men ene-y-ile-idi baña nidâ 1322. Virdüm ol dem cevâb-ı lâ-edrµ Edeb-ile ilâhuma fevrµ 1323. Künh-i ≠ât-i …adµmi √âdi& olan Hiç mümkin mi añlaya rûşen 1324. Cümle a√kâmı eyleyen i«râc Nûr-ı pâkümle eyler isti«râc 1325. Beni her kim ki reh-nümây eyler Lâ-cerem ol behişti cây eyler 1326. ¢omazam §â√ibüm mehâlikde Bu cihân içre her mesâlikde 1327. ◊üccetü’l-◊a…… ber-cihân la…abem Fehm-i idrâk ◊a……-râ sebebem 1328. Ân nidâ-yı ber ü beyâ el-√a…… Der ezel gûş men şinµd ez-√a…… 1329. Cümle müşkil-güşâ-yı eşyâyem Fâti√-i …ufl-ı genc-i ma¡nâyem 282 1330. Da«ı mi¡mâr-ı çâr-erkânem Bâni-i …a§r-ı lu†f u i√sânem 1331. Benem üstâd-ı beyt-i şer¡-i Resûl 519 Çâr-erkân-ı dµn ü a§l-ı u§ûl 520 1332. ~un¡-ı Bârµyi eyleyen idrâk ±ât-ı pâküm-durur benüm bµ-pâk 1333. Bir hümâ-yı sa¡âdetüm ki sa¡µd Bey≥a-yı enverüm-durur «ûrşµd 1334. Âşiyânum egerçi insândur Ma¡nada lµk ¡arş-ı Ra√mândur 1335. ¡İlm çün baña oldı «ayr-ı «alef Şeref-i ≠âtum-ile buldı şeref 49-A 1336. Edeb-ile der-i sa¡âdetümü ◊ilm bekler görüp kerâmetümü 1337. Devlet-i kâmrân u ehl-i hüner 521 Terkeşümdür benüm yanum bekler 1338. ◊â§ılı eşref-i cihânem ben Cevher-i ¡aş…-ı ◊a……’a kânem ben İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMET 1339. Çünki ol rû√-ı mevhibi bârµ Diñledi bu kelâm-ı der-bârı 1340. Didi elmâs-ı fikrüñ ey cevher 522 Dürr-i ma¡nâyı deldi nâzik-ter 1341. Lµk yâr olduπuñ benµ-âdem ∏am u endûh olur aña hem-dem 523 1342. Elem ü πu§§ayı idüp pµşe 524 Dem-be-dem işüñ olur endµşe Benem üstâd-ı beyt-i şer¡-i Resûl: Benem üstâd-ı şer¡-i dµn-i Resûl SK dµn ü : dîn-i SK 521 kâmrân u: kâmrân-ı SK 522 elmâs-ı : elması SK 523 ∏am u : ∏am-ı SK 524 Elem ü : Elem-i SK 519 520 283 1343. Ek&eriyâ mu§â√ibüñ †aπı Nice ¡annâf u câbir u bâπı 1344. Cümleten kimseye muvâfa…atı Eylemezsin …amu mu†âba…atı 1345. Rûzgârı olur perişân-√âl Bulamaz na@m u inti@ama mecâl 525 1346. Gehi fi¡lüñde isti…âmet yo… Gehi …avlüñde bir §adâ…at yo… 1347. ◊â§ılı sende yo…dur isti…lâl Kim mu¡ârız saña gümân u «ayâl 1348. Nâ-gehân §alsa üstüñe bir ber… Kendüñi eylemezsin ol dem far… 1349. Diñleseñ bir nedµm-i naπme-serây Terk idersin olursa §ırça sarây 526 49-B 1350. Olur ol dem mu§â√ibüñ bµ-fer Ki olur «âk içinde zµr ü zeber 1351. Çı…ar andan bu †avr-ı insânµ ∏albe eyler §ıfât-ı √ayvânî 1352. Ki gezer kûh u deşt ü hâmûnı 527 Terk ider zühd ü şer¡i …ânûnı 1353. Ki gelür saña i«tilâl u fütûr Gâh olursın ¡ı…âl-ıla me√cûr 1354. ±âtuña gâhi vehm ider πalebe Düşürür dürlü fitne-i şeπabe 1355. Seni ol vehm bed-zebûn eyler Elif-i …âmetüñi nûn eyler 1356. Yâr olduñ √avâss-ı bµ-fehme Kendüñi itdüñ ol çeh-i vehme na@m u: na@m-ı SK §ırça: çar«a SK 527 kûh u: kûh-ı SK 525 526 284 1357. Ma√rem olan «ilâf-ı ecnâsa Ma†¡un-ı tµr-i †a¡n olur nâsa 1358. ¡Âlem-i dilde gerçi «âversin Nûr-ı ¡aş…uñ yanında bµ-fersin 1359. Gerçi olduñ yedi i…lµme sul†ân ¡Aş… şâhı seni …ılur tâlân 528 1360. ±âtuñ olmışdur âftâb-ı kerem Lµk setr itdi anı ebr-i vehm 1361. Gerçi şehbâz-ı evc idüñ πaybµ 529 Baπladı künde-i «ayâl-i πabµ 530 1362. Gerçi bir âb-ı §âf idüñ enver Saña virdi «ayâl ü vehm keder 531 1363. Anuñ içün ki zübde-i ¡ulemâ Niçe dânâ-yı zümre-i ¡u…alâ 1364. Gehi her birisi düşer πala†a Niçesi nispet olınur şa†a†a 50-A 1365. ¢ayd idündüñ «ayâl ü âlâtı Göremezsin ru«-ı kemâlâtı 1366. Fehm idersin egerçi nâsûtı Añlamazsın kemâl-i lâhûtı 1367. Saña maπrûr olup niçe dânâ Bilmedi gitdi sırr-ı ev√aynâ 532 1368. Dâ’ireñ bekleyen ulü’l-eb§âr Olmadı evc-i …urbete †ayyâr 1369. Seni terk eyledi ahâli-i πayb Bildiler remz-i nükte-i lâ-reyb 1370. ◊â§ılı eyleme mu√âvere hiç Saña lâyı… degül münâ@ara hiç …ılur : ider İÜ2 // tâlân: nâlân SK πaybµ: ¡aynµ SK 530 Baπladı: Ya…aladı SK 531 «ayâl ü: «ayâl-i SK 532 “ev√aynâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 528 529 285 ¡İLM-İ ¡ÂLÌ-ŞÂN RÛ◊-I PÜR-◊İKMET-İ SÜ»ANDÂNA FA≤LINI BEYÂN İTDÜGİDÜR 1371. Çün tamâm itdi rû√-ı pür-√ikmet Sözleri her birisi bir √ikmet 1372. Cümle gûş eyleyen ¡u…ûl u nüfûs »âk-i kimyâ mi&âlin eyledi bûs 1373. Sü«an-ârâlı… itdi rû√-ı şerµf 533 Eyledi ¡a…la i¡tirâ≥-ı la†µf 1374. Nu†…a …almadı hiç mecâli anuñ Çün bilindi o dem kemâli anûñ 1375. ¡İlm-i pür-fa≥la degdi çün nevbet 534 ¢ıldı ta…rµr-i fa≥lına cür’et 1376. Bahr-i …ulzüm gibi itdi ol dem cûş 535 Pµr-i rû√uñ öñinde …ıldı «urûş 1377. İtdi †arz-ı fe§â√ata âπâz Bâl-i himmetle eyledi pervâz 1378. Rû√-ı pür-√ikmet «alµfe-i ◊a… Ol-durur nûr-ı fâ¡il-i mu†la… 50-B 1379. Didi imdi getür fe≥â’ilüñi Baña eyle beyân √a§â’ilüñi 1380. Derc-i fa≥lın o demde açdı ¡alem La¡l ü dürr ü lâli §açdı ¡alem 1381. Evvelâ didi nûr-ı b’ismi’llâh Yüzümi rûşen eyledi çün mâh 1382. Nûrum-ıla ≥iyâlanur her şey ±âtum-ıla …adr bulur her √ay 1383. Ger nebâşed ≥iyâ-yı men peydâ Va…a¡ a’l-¡âlemûn fi’@-@ulemâ 536 Sü«an: Seni SK degdi: degüldi SK 535 gibi: -veş SK 536 Beyitin anlamı: Benim ışığım kimsenin üzerine düşmeseydi; Evrenler karanlıklar içinde kalırdı. 533 534 286 1384. Dil-i âdem-durur gehî va†anum Lev√-i ma«fûz-durur gehî sekenüm 537 1385. Âferµnişde ◊a≥ret-i Âdem Eyledi kendüye beni ma√rem 1386. Buldı ol dem benümle …uvvet ü …ût Münhezim oldı ¡asker-i melekût 1387. ◊a≥ret-i ◊ı≥r fâtih-i lâ-reyb ±âtum-ıla bulur rumûz-ı πayb 1388. Beni şâhid getürdi Rû√u’llâh Oldı dembeste münker-i bed-«ˇâh 1389. Baña bu fa≥l u bu kemâl yeter 538 Da«ı bu …adr u bu iclâl yeter 539 1390. Ki ◊abµb-i İlâh-ı kevn ü mekân O †abµb ü edµb ü fa«r-ı cihân 540 1391. O Kerµm ü Ra√µm ü Mevlâ’dan Râzı…-ı «al… ◊a… Te¡âlâdan 1392. Cân u dilden beni recâ itdi Rabbi ≠idnî diyü nidâ itdi 541 1393. »ı≥r’a Mûsâ-y-ıla mu…ârenete Bâ’i& oldum niçe mu§â√ebete 51-A 1394. Reh-nümâyem ki ◊a≥ret-i ¡Ömer’e Himmetüm-ile düşmedi «a†ara 1395. Sâriye urmaz idi kâfire tµr 542 Olmışam aña ben mu¡µn u @ahµr 543 1396. Nûrumı görmek-ile ve’l-√â§ıl »acletinden yire geçer câhil ma«fûz-durur: ma«fûzdur İÜ2 fa≥l u: fa≥l-ı SK 539 iclâl: celâl İÜ2 // iclâl: cemâl SK // …adr u: …adri SK 540 †abµb ü: †abµb-i SK 541 “Rabbi-zidni” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler bölümüne bakınız. 542 kâfire: kâfir SK 543 Olmışam: Olmasam İÜ2, SK // aña ben: ben aña SK 537 538 287 1397. Fi’l-me&el cevher-i mu§affâyem Hemçü iksµr ü «âk-i kimyâyem 544 1398. Eylerem ben nü√âs u âheni zer Da«ı «âk-i siyâhı ben-i cevher 545 1399. Nitekim bir seg-i pelµd ü ¡anµd Bilmek-ile o √âl-i §aydı mürµd 546 1400. Olur ol demde §aydı cümle √elâl Bu da«ı oldı fa≥l-ı şânuma dâl 1401. Bu da«ı «a§§a-ı πaribümdür Ya¡ni bir √a§let-i ¡acebümdür 1402. Baña †âlib olanlaruñ ek&er Döşer ayaπına melekler per 1403. Sâ√ibüm ≠âtum-ıla buldı şeref N’ola görmezse â«iretde esef 1404. Bir kişi ehlüme ger ola @ahµr Aña i√sân ider »udâ-yı …adµr 1405. Ger ihânet iderse bir bâ†ıl Olur elbette kâfir-i ¡â†ıl 1406. Kim buyurmış-durur Resûlullâh Bu √adµ&-i şerµfi ol yüzi mâh ¢âle’n-Nebµyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men e¡âne ¡âlimen fe…ad e¡ânî ve men e¡ânî √arreme’llâhu cesedehû ennâra ve men ehâne ¡âlimen fe…ad ehânenî ve men ehânenî fe…ad kefere” §ada…a Resulullâh 547 51-B 1407. ¡Âleme bir kişi ger ola mu¡µn Baña ta√…µ… olur mu¡µn o hemµn 1408. Dâr-ı dünyâda baña bir âdem Ger mu¡µn ü @ahµr ola bir dem 544 Bu beyit İÜ2 ve SK nüshalarında yok. Bu beyit İÜ2 ve SK nüshalarında yok. 546 mürµd: berµd SK 547 Hadisin anlamı: Kim bir âlime yardımcı olursa bana yardım etmiş olur, kim bana yardım ederse Allâh onun bedenini cehenneme haram kılar. 545 288 1409. Tenini nâra ◊a… √arâm eyler ◊ûr u cennetle i√tirâm eyler 548 1410. İtse bir kişi âlemi ta√…µr 549 Beni ta√…µr ider o tµre-≥amµr 550 1411. Beni bir kimse itse istihzâ Kâfir-i mu†la… olur ol √âşâ 551 1412. Böyle buyurdı ol Resûl-i …adµr ¡Âlemi eyleme §a…ın ta√…µr 1413. Meclisümde …arâr iden ¡â§µ Lâ-cerem Teñri’nüñ olur «â§ı 552 1414. Şehr-i yâr üstine benem √ükkâm Dµn-i İslâm benümle buldı ni@âm 1415. Kişver-i şer¡ ü dµne «a…anem Enbiyâya delµl ü bürhânem 1416. Cümleten ¡a…l ü √ilm ü devlet-fer Âstân-ı sa¡âdetüm bekler 1417. ◊â§ılı cümlesinden a¡lâyem Bahr-i mâ¡nâda dürr-i yektâyem 1418. Da«ı nice kelâmı ¡ilm-i hümâm Eyledi rû√a cümleten i¡lâm İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMET 1419. Diñledi bu kelâm-ı ¡ilmi çü rû√ Añladı bâb-ı ma¡rifet meftû√ 52-A 1420. Didi ey fâ≥ıl-ı medâris-i ins Sensin ol bülbül-i riyâ≥-ı …uds 553 ◊ûr u: ◊ûr -ı SK İtse: İster SK 550 tµre-≥amµr : tµr-i ≥amµr SK 551 olur: oldu SK 552 İÜ1 ve İÜ2 nüshalarında “Teñri” sözcüğündeki “ñ” “kef” harfiyle ; SK nüshasında ise “nun-kef” harfleriyle yazılmış. 553 bülbül-i: bülbüli SK 548 549 289 1421. Sözlerüñ her birisi cevher-fer 554 Nice cevher kevâkib-i enver 1422. Lµk olduñ kemâlle «od-bµn Görmedüñ √od-perestlik-ile ya…µn 1423. Bir kişi kim »udâ-nümâ olmaz Sırr-ı πaybµden ol §afâ bulmaz 1424. Sende ¡ucb ü kibr mürettebdür Cesedüñde √ased mürekkebdür 1425. Sen geçersin meh-i sipihr-i ¡alâ ∏ayrıyı istemezsin ola sühâ 1426. Cennete dâ«il olmaz ehl-i √ased 555 Buyurupdur Resûl-ı Rabb u ~amed 556 1427. Kibr olsa kişide ≠erre …adar Göremez rûy-ı cennet-i enver 1428. Olmasa bir kişi eger ser-keş Göñül alça…lıπ itse deryâ-veş 1429. »âli…-i âb u bâd u âteş u «âk 557 Menzilini ider anuñ eflâk 1430. Ger tevâ≥u¡ iderse bir dânâ ◊a… Te¡âlâ ider anı a¡lâ 558 ¢âle’n-Nebiyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men tevâ≥a¡a fe…ad ref¡eahu’llâhu ve men tekebbera fe…ad va≥a¡ahu’llâhu” §ada…a Resûlullâh 559 1431. Pây-mâl olmaπın πubâr-ı √a…µr Tâc-ı «a…anµ oldı aña serµr 1432. Yüzi yird’olmaπ-ıla enhâruñ Âb-ı rûyı-durur çemen-zâruñ Sözlerüñ: Sözlerümüñ: SK dâ«il: lâyı… İÜ2, SK 556 Rabb u : Rabb-ı SK 557 âteş ü: âteş-i İÜ2, SK // âb u: âb-ı SK 558 Bu beyit İÜ2 ve SK nüshalarında yok. 559 Tırnak içindeki ifade için tezin “4.3.2. Hadisler” bölümüne bakınız. // §ada…a Resûlullâh : §ada…a Resûlullâh ve §ada…a »abµbullâh İÜ2 // fe…ad : İÜ2’de yok. 554 555 290 52-B 1433. Ser-keş olduπıçün …amu ezhâr Pây-mâl eyler anı cümle §ıπâr 1434. Meskenet eylese …açan ¡u…alâ ªâhir ü bâ†ını bilen ¡ulemâ 1435. İrgürür ◊a… anı me†âlibine Vâ§ıl eyler …amu merâtibine 1436. Virse mir’âtına kiber kederi Rûy-ı ma…sûda idemez na@arı 560 1437. Bir kişi dâ’imâ tekebbür ide Mera√ u fa«r-ıla teba«tür ide 1438. Mihr-i eflâk olursa da bâhir 561 ◊a≥ret-i ◊a… yire çalar â«ir 1439. ¡Â…ıbet πâr-ı hevl-nâke girer Târ u tenüñ «a≥µ≥-i «âke girer 562 1440. ◊â§ılı saña perde kûh-ı va…âr Görinür mi √icâbla dµdâr 1441. Sen virürsün kemâl u fa≥la vücûd Göremezsin anuñla rûy-ı şühûd 1442. Fa≥l-ıla gerçi ifti«âr itdüñ Kendüñi lµk «âksâr itdüñ 1443. Senüñ-ile olan πurûra düşer Dem-be-dem kibrle …u§ûra düşer 563 1444. »âne-i dilde esse bâd-ı πurûr Ma¡rifet şem¡ine ider bµ-nûr 1445. Gerçi ehlüñ belâπat ehli olur Lµk dâ’im riyâset ehli olur 1446. Sendedür hep mezâli…-i a…dâm Sendedür hep levâzım-ı ilzâm ma…sûda: ma…sûd SK bâhir : mâhir 562 Târ u: Târ-ı İÜ2, SK 563 …u§ûra: …u§ûr SK 560 561 291 1447. Ki düşersin cidâl u maπla†aya Gâhi ol hevl-nâk §afsa†aya 564 53-A 1448. ¢µl u …âl-ıla ma¡na bulunmaz Ba√&-ıla aña vâ§ıl olunmaz 1449. İrmedüñ bu «ısâlle …adre ◊â§ılı lâyı… olmaduñ §adra ◊İLM-İ NÌK-»A~LET RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE TA¢RÌR-İ FEZÂ’İL Ü TA◊¢Ì¢-İ ŞEMÂ’İL İTDÜGİDÜR 565 1450. Çünki rû√-ı şerµf-i ≠ü’l-ikrâm Kelimâtuñ bu resme itdi temâm 1451. Didiler her birisi §adda…nâ 566 Ente hâdî’s-sebµle fµ’@-@almâ 567 1452. Kelimâtuñ çü lü’lü’ vü cevher Her biri gûş-ı câna dürr ü güher 568 1453. Döndi √ilme teveccüh itdi şerµf Ya¡ni şey√-i ilâhi rû√-ı la†µf 1454. Didi kim ≠âtuñı ¡ayâna getür Sen da«ı va§fuñı beyâna getür 569 1455. Göreyin √âlüñi ¡ale’l-i†lâ… Şerefe var mı sende isti√…â… 1456. Yine √ilm-i selµm ü ehl-i √ayâ Didi rû√a edeble ey dânâ 570 1457. İderem meskenet tevâ≥u¡-ıla Ber… urursam n’ola levâmi¡-ile 1458. Bendedür «ul…-ı enbiyâ bende Bendedür «ûy-ı evliyâ bende 564 Bu beyit SK nüshasında yok. İTDÜGİDÜR: İTDÜGİ-DURUR SK 566 “ §adda…nâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 567 Anlamı: “Sen karanlıklar içinde (bize) hidayet eden, yol gösterensin.” Hâdî-i sebîl sözü kaynaklarda Hz. Muhammed için kullanılır. 568 dürr: derim SK 569 da«ı: da√ı SK 570 edeble: öyle İÜ2, SK 565 292 1459. ◊üsn-i «ul… u kerem çü mu¡tâdam ◊ul…-ı ¡âlem mu†µ¡ vü mün…âdam 1460. Olalı dâ’imâ πarµbe ¡a†ûf Olmışam ma@har-ı Ra√µm ü Ra’ûf 1461. ~ule√â-y-ıla her me§âli√de Olıram dâ’imâ levâyi√de 53-B 1462. N’ola olsa benüm yüzüm yirde 571 Pertev-i âftâb olur yirde 572 1463. Dest-bûs eyledükçe bir âdem ◊âk-i pây olıram aña her dem 1464. Ya¡ni ¡ucb u tekebbür itmem hiç Da«ı ¡unf u teba«tür itmem hiç 573 1465. Sürerem ¡aş…la yüzümü yire ◊a… gelür çünki …alb-i münkesire 574 1466. Olmışam tâbi¡-i Resûl-i cihân Ol-durur bâ¡i&-i zemµn ü zamân 1467. Virdi ol şâha bâri râyet-i «al… Şânına nâzil oldı âyet-i √al… 1468. Cümle …avlümde ki≠b ü lâfum yo… Da«ı fi¡lümde hiç «ilâfum yo… 1469. Bir hümâyam ki âşiyânum …alb Zµr-i bâlümdedür o ¡âlem-i πayb 1470. Gün gibi menzilüm benüm eflâk Lµk pertev gibi yüzümdür «âk 1471. Bu cihân içre görmedi benden 575 Bir kişi şûr u şerr ü mekr ü fiten 576 571 yerde: perde SK yerde: perde SK 573 teba«tür : teba««ür SK 574 münkesire: münkµre SK 575 görmedi: görmedüm SK 576 şûr u: şûr-ı İÜ2 572 293 1472. Pes ez ân «a§letem der µn dünyâ Dimedi kimse baña çûn u çirâ 1473. Vird edinse beni bir ehl-i edeb Ya…maz anı cihânda nâr-ı πa≥ab 1474. Bu cihân yedi başlu bir ¡ifrµt »al… «avfından oldı cümle şetµt 1475. İlticâ eyledi baña her «â§ Cümle mekrinden itdüm anı «al⧠1476. Urmışam nâr-ı §abrı ben πazaba Ya…dum âteşle döndi Bû Leheb’e 54-A 1477. Tevsen-i †ab¡ı râm ider tµrüm ¢âmet-i nefsi lâm ider tµrüm 1478. ∏a≥ab-ıla olan ca√µme düşer 577 Benüm-ile olan na¡µme irer 578 1479. ∏a≥abuñ ma@harı-durur la@â Baña ma@har o cennet-i me’vâ 1480. Yüz §uyın baña virdi ◊a≥ret-i Rab Söyünür âb-ı rûyum-ıla πa≥ab 1481. Benem ol √av§ala-y-ıla deryâ-dil Yu†aram her ne gelse ve’l-√â§ıl 1482. Her §adırda benümle oldı ¡ilm Cümle …adri benümle buldı ¡ilm 1483. Fa≥luma oldı bu √adµ&-i şerµf ¡dil-i şâhid ü güvâh-ı la†µf ¢âle’n-Nebµyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “»ıyârü ümmetî ¡ulemâühâ ve «ıyârü’l¡ulemâi √ulemâühâ” 579 1484. Ya¡ni bu ümmetüm güzµdeleri Bahr-i ef≥âlüñ ol ferµdeleri ∏a≥ab ile olan ca√µme düşer : ∏a≥abuñ ile ola √ücreme düşer SK na¡µme: ya…ama SK 579 Tırnak içindeki ifade için tezin “4.3.2. Hadisler” bölümüne bakınız. 577 578 294 1485. ¡Ulemâsı-durur ¡ale’l-i†lâ… Her biri §anki nûr-ı mihr-i revâk 1486. Da«ı serdâr-ı cümle-i fu≥elâ Ya¡ni mu«târ-ı zümre-i ¡ulemâ 1487. ¡Ulemânuñ √alµmidür mu«târ O-durur mihr-i burc-ı evc-i va…âr 580 1488. Fa≥lumuñ her delµli …↡idür Felek-i dilde mihr-i lâmi¡dür 581 1489. Fa≥lumuñ √add u πâyeti yo…dur ◊â§ılı hiç nihâyeti yo…dur 1490. Virdi √ilm-i selµm ü ehl-i &evâb Rû√a bu resme eyledi o «i†âb 54-B İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMET 1491. İşidüp bu kelâmı rû√-ı emµn Didi her sözlerüñ …abûle …arµn 582 1492. Her biri lü’lü’-i √azµne-i πayb Cümleten hükm-i mu§√af-ı lâ-reyb 1493. Gerçi cem¡ oldı sende bunca «ı§âl Lµk her dûn ider seni pâ-mâl 1494. Dâ’imâ herkesüñ zebûnısın Pây-mâl-ı «asµs-i dûnısın 1495. Seni ta√fµf ider erâzil-i şehr Seni ta√…µr ider ebâ†ıl-ı dehr 1496. Bilmeyüp …adrüñi senüñ nice «ar Saña eyler √a…âret-ile na@ar 1497. N’ola nâmûsuña gelürse «alel İ«tiyâr eyledüñ cihânda ≠ilel 580 SK nüshasında bu beyit kendinden sonraki beyitle yer değiştirmiştir. SK nüshasında bu beyit kendinden önceki beyitle yer değiştirmiştir. 582 …abûle …arµn: …arµne ya…µn SK 581 295 1498. »al… dâ’im yüzüñ ba§arlar hep Gâh ba§up †opraπa …ararlar hep 1499. Kimi düşnâm ider …abâ√atle Seni kimi döger √a…âretle 1500. Sebeb-i inhidâm-ı Beytu’llâh Eyledüñ ehlüñi sen ey güm-râh 1501. Ma¡nada hâdim-i …ulûb sensin Ya¡ni ol kürsi-i ilâhi ya…µn 1502. Sebeb-i §ul√-ı §âli√ olmazsın Mâni¡-i fi¡l-i †âli¡ olmazsın 583 1503. Geçinürsin edeble gerçi edµb Olmaduñ lµk §â√ib-i te’dµb 1504. Seni sâlûsa nisbet eylerler Görse bu va≥¡-ıla her ehl-i na@ar 55-A 1505. Eylese bir kimesne fi¡l-i şenµ Eylemezsin sen anı hiç teşnµ¡ 1506. Emr-i ma¡rûf u nehy-i münkerden 584 Gehi i¡râ≥- ı tâm idersin sen 1507. Gerçi itdüñ √ayâyı kendüñe yâr Ol senüñ rız…uñ az ider her bâr 1508. ¡Â…ıbet şev…le ¡ibâdet-i ◊a… ¢ılamazsın müdâmı †â¡at-ı ◊a… 1509. Sûretâ görinürsin ehl-i §alâ√ Lµk yo… bâ†ınuñda nûr-ı felâ√ 1510. Teng-destlik seni …ılur bµ-fer 585 Ayaπuñ aluban yabana atar 1511. ∏am-ıla ≠illete düşersin sen Elem ü mi√nete düşersin sen †âli¡ : †âli√ İÜ2, SK ma¡rûf u: ma¡rûf-ı SK 585 …ılur : …ılup İÜ2, SK 583 584 296 1512. Buyurupdur o §â√ib-i levlâk Kâşif-i sırr u remz-i a¡†aynâk 1513. Lâyı… olmaz-durur ki merd-i dilµr Nefsini eyleye ≠elµl ü √a…µr ¢âle’n-Nebµ yyü ¡aleyhi ve sellem “Lâ-yenbaπî li’l-mer’i en-yü≠ille nefsehû” 586 §ada…a 587 1514. ◊ilmi ¡âlemde merd-i dil-bendüñ Olmasa mev…i¡inde ferzendüñ 1515. ◊ilm olur aña bir nişân-ı cehl Böyle dir ol Resûl-ı ehl-i fa≥l 1516. Ger tevâ≥u¡ olupdurur merπûb Lµk √addin ziyâdesi ma¡yûb 1517. Ger idersin vücûduñı me≠mûm 588 İrişür …albüñe ziyâde πumûm 1518. Saña lâyı… degül bu «asletle İdesin da¡vayı fa≥iletle 55-B DEVLET-İ FERRU»-FÂL RÛ◊-I PÜR-◊İKMET-İ NÌK-»I~ÂLE BEYÂN-I FA≤L U ¡AYÂN-I ¡ADL İTDÜGİDÜR TA◊RÌR OLINUR 589 1519. Rû√-ı pür-√ikmet-i emµr-i …elâm Dürr-i ma¡nâya çünki virdi ni@âm 1520. ¢â’il oldı bu i¡tirâ≥a …amu Didiler hep kelâm-ı √ikmet bu 1521. Devlete degdi çünki nevbet-i ba√& 590 Ol zamân eyledi o cür’et-i ba√& 1522. Didi ol tâc-dâr-ı mülk-i πınâ 591 Rû√-ı ¡âlµ-mekâna ey dânâ 1523. Sözlerüñ her birisi va√y-ı mübµn Ya¡ni ilhâm u vâridât-ı ya…µn 586 Hadisin anlamı: Kişinin kendi nefsini alçaltması uygun değildir. §ada…a: §ada…a Resûlullâh ve §ada…a ◊abµbullâh SK 588 idersin: iderseñ SK 589 TA◊RÌR OLINUR: İÜ2’de yok. // TA◊RÌR OLINUR: ~ADA¢A RESÛLULLÂH SK 590 degdi: degül mi SK 591 ol : ey SK 587 297 1524. ◊asb-ı √âl-i √a…µri gûş eyle Yine deryâ gibi «urûş eyle 1525. Didi rû√ eyleyüp kelâmı fet√ Sen da«ı eyle √âlüñi baña şer√ 1526. Göreyin sende var mı ¡ilm ü fa≥l 592 Eyledüñ mi cihânda √ilm ü ¡adl 593 1527. Devlet-i şehr-yâr-ı ferrûh-dil Didi ey ¡ilm ü fa≥l-ıla kâmil 1528. Benem ol pâdişâh-ı deryâ-cûş Bahr-i cûdum ider ziyâde «urûş 1529. Va§f-ı ≠âtum-durur çü @ıll-ı İlâh Geçinür sâyemüzde mµr ü sipâh 1530. ¡A…l-ı kâmil benüm vezµrümdür ¡İlm-i fâ≥ıl benüm müşµrümdür 1531. Kâtib-i sırrum oldı √ilm-i selµm Dâ’imâ «idmetüm ider o √alµm 56-A 1532. ◊â§ılı ¡a…l ü ¡ilm ü √ilm ü va…âr 594 Zµr-i destümde cümle √i≠metkâr 1533. Nu§ret ü fur§at u ¡inâyet-i Rab Şevket ü «aşmet ü hidâyet-i Rab 1534. Her birisi öñümde cünd-i @ahµr ªafer-i fer yanumda §an şemşµr 1535. ¢apladum şar… u πarbı bµ-pervâ Nitekim şems-i «âver-i ¡ulyâ 1536. »al… cûdumla buldı mâl u menâl Zer-ile ceybi oldı mâl-â-mâl 1537. Virdüm eşrâfa tâc-ı «akanı Oldılar ¡âlemüñ nigeh-bânı ¡ilm ü: ¡ilm-i fa≥l İÜ2, SK √ilm ü: √ilm-i İÜ2 594 √ilm ü: “√ilm-i SK 592 593 298 1538. Virdüm Efrâsiyab’a ben «aşmet Rüstem ü ±âl’e şevket ü …udret 1539. Cümle §â√ib-…ırân …âf-ber-…âf Tµπ-ı na§rumla fet√ ider eknâf 1540. Şeh-i âlem benümle serverlik Eyledi dâ’imâ ciger-derlik 1541. Benüm-ile-durur mübârek-fâl Himmetümle-durur hümâyûn-√âl 595 1542. Gülsitân-ı irem-durur yirüm Sa¡d-ı ekber müşµr-i tedbµrüm 1543. Şeref-i mu…bilân-ı dehrem ben 596 Fera√-ı hâkimân-ı şehrem ben 1544. Benüm-ile bulur ¡a…ıl …adri ¢adrüm-ile bulur ¡ilim §adrı 1545. Benem ol bâ¡i&-i serµr-i sürûr »âtem-i √âkim-i vu√ûş u †uyûr 1546. Cûd-ı i√sân benüm cemâlümdür ¡Adl ü emn ü emân kemâlümdür 56-B 1547. Na@ar itsem eger kes-i dûna Nâ-gehân pâyı batar altuna 1548. Eylesem bir kese cihânda …ırân ‰âli¡i gün gibi olur tâbân 597 1549. Na@ar itdüm «ar-ı Mesi√â’ya 598 ¡Â…ıbet merkeb oldı ¡Ìsâ’ya 1550. Seng-i bed-gevher-i beyâbânµ Eyledüm anı la¡l-i rummânµ 599 Himmetümle: Himmet ile SK dehrüm: mihrüm SK 597 tâbân: pâyân SK 598 itdüm: idüm SK 599 rummânµ: rabbânµ SK 595 596 299 1551. Pertevüm düşse ger benüm «âke İrişür başı evc-i eflâke 1552. Rehber oldum Sikender’e nâgâh Gitdi târµke olmadı güm-râh 600 1553. ~â√ibem ki irür ser-i §adra İrişür gâhi leyle-i …adre 1554. Zehr-i mâr-ı πama benem tiryâk ¡Asker-i «üzne tµπ-i âteş-nâk 1555. Baπlaram şµr-i πâr-ı pençe-güşây Târ-mâr eylerem niçe âlây 1556. ‰âli¡üm necmi çünki tâbende Cümle «al…-ı cihân baña bende 1557. Gül-i gülzâr-ı bâπ-ı sal†anatem Bülbül-i gülsitân-ı menzületem 1558. ◊â§ılı eşref-i …amu «al…em Ser-te-ser nûra mihr-veş πar…em 1559. Da«ı bunuñ gibi niçe «a§let Rû√-ı pür-√ikmete didi devlet 1560. Sözini ¡â…ıbet tamâm itdi Cümleden kendüni hümâm itdi 601 57-A İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMET 1561. Devlet-i kâmrân-ı ¡alµ-şân Rû√a bu vech-ile idince beyân 1562. Didi rû√-ı şerµf-i ≠ü’l-ef≥âl Kelimâtuñ mi&âl-i âb-ı zülâl 602 1563. Dürlü ta√…µ…i eyledüñ rûşen Bikr-i ma¡nâya vâ§ıl olduñ sen 600 olmadı: oldı SK kendüni: kendüyi İÜ2, SK 602 mi&âl-i: mi&âli SK 601 300 1564. Lµk ben eylerem saña da«li Ger vücûduñda bulmışam «aleli 1565. »al…a πâyetde bµ-vefâsın sen ¡Unf-ıla gâhi pür-cefâsın sen 1566. Gerçi bir şehr-yâr-ı ¡âlemsin Melik-i kâm-kâr-ı ¡âlemsin 1567. Câhuña her kim oldı müstaπra… Görmedi bu cihânda va√det-i ◊a… 1568. Çâh u ¡izzetle itme ¡ar≥-ı kemâl 603 Sal†anat ¡âlem içre «âb u «ayâl 604 1569. ¢alduñ ol dâm-ı bend-i şöhretde Ya¡ni …ayd-ı belâ-yı ke&retde 605 1570. Çâh-ı ke&retde √abs olan mef…ûd Göremez cân göziyle rûy-ı şühûd 1571. ~â√ibüñ cümle ehl-i dünyâdur Cümleten πâfilân-ı ¡u…bâdur 1572. Görseler bir fa…µr ü ma@lûmı ◊üzn-i fa…r-ıla …alb-i maπmûmı 606 1573. Bâd-ı §ar§ar gibi mürûr eyler Ki †o…ınmaz geçer ¡ubûr eyler 1574. Şöhret ü câh u ¡izzet-i dünyâ Ehl-i ta√…µ… aña dir ejderhâ 1575. Gûyiyâ ejderest ân der-i πâr Nereved ¡â…ilân ber-der-i πâr 57-B 1576. Kim ya…µn olsa mâr-ı &u¡bâna 607 Düşer ol lâcerem πam-ı câna Çâh: Câh İÜ2, SK // Çâh u: Câh-ı SK «âb: «âr SK 605 …ayd-ı belâ: …aydı bâlâ İÜ1 // …aydı belâ SK 606 …alb-i : …albi İÜ2, SK // fa…r ile: fa…µr ile SK 607 mâr: nâr SK 603 604 301 1577. Saña maπrûr olan belâya düşer Saña meftûn olan ¡ınâya düşer 1578. Şâh râh-ı »udâ’da reh-zensin Mâni¡-i va§l-ı ◊a… olan sensin 1579. Gerçi mir’ât-i pâksin zµbâ Görmedi kimse sende rûy-ı vefâ 1580. Ger ya…µn olsa saña bir âdem Şem¡ gibi ya…arsın anı o dem 608 1581. ¡Iyş-ıla menzilüñ çü cây-ı sürûr Nµş-ile lµk «âne-i zenbûr 1582. ~ûretâ görinürsün ehl-i πınâ Ma¡nada lµk müflis ü ednâ 1583. Sensin ol …adr-i ¡ârifi nâsı Bilemezsin me…âdir-i nâsı 1584. ¢anda var-ısa bir rezµl-i a√ma… Na@aruñ aña eyledüñ mül√a… 609 1585. İrişürsün §abâ gibi cehle ◊ı≥r gibi irüşmedüñ ehle 1586. Ek&eriyâ cihânda nâdânuñ Sen varırsın ayaπına anuñ 1587. ~â√ibüñ gerçi şâd u «andândur »âne-i …albi lµk virândur 1588. Dünyede aπlayan olur «andân Bunda «andân olan olur giryân 1589. Senüñ-ile olan velµ şeh olur ¢ah…aha-y-ıla ¡ömri gû-teh olur 1590. Yimek içmek olupdurur saña iş Dürlü «ûn ekline bilersin diş 608 609 Şem¡ : Nâr SK mül√a…: mu√alla… SK 302 58-A 1591. Oldu saña «ayâl-i dünyâ dâm İdemezsün riyâ≥ete i…dâm 1592. ‰ama¡ u kibriyâ-durur hünerüñ ◊ased ü √ı…d u ¡ucbdür na≥aruñ 1593. Var başuñda πurûr-ı Fir¡avnµ Pes irür mi saña ◊a…’uñ ¡avni 1594. Bu §ıfât-ı zemµme şâyia¡dur Vu§lat-ı √a……a cümle mâni¡adur 1595. Lâyı… olmadı saña ve’l-√â§ıl Ululu… gel geçinme hiç fâ≥ıl 1596. Rû√-ı pür-√ikmet-i emµr-i sü«an Virdi ma¡…ûlle cevâb-ı √asen 610 1597. İ¡tirâ≥ına …â’il oldı …amu ◊ükmine râ≥ı oldu ehl-i nµgû 1598. Ser-fürû …ıldı her biri zµbâ Bâπ-ı cennetde gûyiyâ †ûbâ 1599. Cümlesi buldular tesellâyı Añladılar rumûz-ı ma¡nâyı ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM Ü DEVLET RÛ◊-I PÜR-◊İKMET ±EVÌ-◊AYRETDEN TEMENNÂ-YI NA~Ì◊AT İDÜP RÛ◊ DA»I ANLARA NA~Ì◊AT-I ◊İKMET-ÂMÌZ İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR 611 1600. Devlet anuñ ki bir §afâ-kânı Menba¡-ı lu†f u cûd-ı süb√ânı 1601. ◊âmi-i dµn ü ¡âlim ü ¡âmil Hâdi-i râh u mürşid-i kâmil 1602. Pµşvâ-yı delµl râhı olur ◊âfı≥ u nâ§ır u penâhı olur 1603. Râh-ı ◊a……’a ider anı irşâd Gelür aña şühûde isti¡dâd 612 √asen: a√sen SK ¡İLM Ü ◊İLM: ◊İLM Ü ¡İLM İÜ2 // ±İKR OLINUR: İÜ2, SK’de yok. // ANLARA NA~İ◊AT: PEND Ü NA~İ◊AT SK 610 611 303 58-B 1604. ¡Aş…ını ◊a… aña müyesser ider Nâr-ı ¡aş…-ıla mâsivâyı ya…ar 1605. Yetecellâ √aşâhu bi’n-nûr Yetecellâ li-…albihi’t-†ûr 613 1606. Rav≥a-i …albine ider cârî Sû-be-sû cûy-bâr-ı envârı 1607. Ma¡rifetle †olar sefµne-i dil Dürr-i ma¡nâ-y-ıla «azµne-i dil 1608. Fey≥ olur sırrına levâyi√-i πayb 614 Durur anda dür-i fevâyi√-i πayb 1609. Uyarup dilde şem¡-i rû√ânı Cem¡ ider «â†ır-ı perµşânı 1610. ¡Ârif-i sırr-ı men-¡aref olur ol ~adef-i lü’lü’-i şeref olur ol 1611. Ber… urup dilde ma¡rifet nûrı 615 Keşf ider gâhi sırr-ı mestûrı 1612. Bir …ula eylese hidâyet-i ◊a… Kerem ü fa≥l-ıla ¡inâyet-i ◊a… 1613. Hemdem-i nâ§ı√-ı şeri¡at olur Ma√rem-i mürşid-i †arµ…at olur 1614. Sebeb-i inşirâ√ı aña »udâ Sev… ider ya¡ni mürşid-i dânâ 1615. Şer√ olup §adrı hemçü «ayr-ı beşer ¢albine pertev-i ilâhi düşer 1616. Zeyn olur √ilye-i şerâyi¡-ile ¢albi rûşen olur levâmi¡-ile 1617. Çünki rû√-ı şerµf-i ehl-i &evâb Virdi ol ¡a…l u ¡ilm ü √ilme cevâb 612 aña: ol dem SK Beyitin anlamı: İçine O’nun nuruyla ateş düşer / dolar; Onun kalbine de Tûr tecelli eder. 614 Fey≥ olur sırrına: Fey≥ olursa ne SK 615 nûrı: yüzi SK // urup: urur SK 613 304 1618. Devlete da«ı virdi ru√-ı şerµf Vech-i ma¡…ûl-ıla cevâb-ı la†µf 59-A 1619. Her biri olmış idi deryâ-cûş Oldı bülbül gibi …amusı «amûş 1620. Dürlü esrâr-ı √ikmet-ile revân Pµr-i rû√ itdi anları √ayrân 1621. İçirüp âb-ı √ikmeti bulara ¢odı cûy-veş …amusı yüzi yire 1622. Cümlenüñ gitdi …asvet-i …albi Bildi her biri √ikmet-i Rabbi 1623. Gördiler inşirâ√-ı §adrı revân Dilleri oldı gün gibi tâbân 1624. Buldılar çünki «â†ır-ı cem¡i 616 Her biri oldı ma¡rifet şem¡i 1625. Didiler cümle ey velµyyu’llâh Âsmân-ı …ulûbe sensin mâh 1626. Sözlerüñ cümleten çü fikr-i §a√µ√ Lâ-cerem her birisi na§§-ı §arµ√ 1627. Kelimâtuñ …amu dem-i ¡Ìsâ Eyledi mürde dilleri i√yâ 1628. ±ât-ı pâküñ çü …ulzüm-i zâ«ir Sü√anuñ dürr ü lü’lü’-i bâhir 617 1629. Göñlümüz rûşen oldı nûruñla Gözümüz aydın oldı nûruñla 1630. Tamam eksüklügümüzü bildüñ Seyl-i kibri dµdeden sildüñ 1631. İsterüz lµk biz cenâbuñdan Âstân-ı felek-me’âbuñdan 616 617 «â†ır-ı: «â†ırı SK dürr ü: dürr-i SK 305 1632. ¢ılasın bize bir na§µ√at-ı nev ~alasun mihr-veş bize pertev 1633. Nerm ola tâ ki …albimüz bi’t-tâm Ki afitâbla pu«te olur «âm 618 59-B 1634. Pµr-i rû√ itdi çünki bu sözi gûş Bahr-i a«≥ar gibi itdi cûş u «urûş 619 1635. Didi ey †âlibân-ı râh-ı sedâd İnne hâdin leküm lebi’l-mir§âd 620 1636. ∏ırre olmañ ma¡ârif ü fa≥la Fehm-i tµz ü selâmet-i ¡a…la 1637. Bu cihân içre «od-nümâ olmañ ~â√ib-i kibr yâ riyâ olmañ 1638. Her kişi ¡aybına olup ¡ârif ∏ayri ¡aybına olmasun vâ…ıf 1639. Devlet ol kimsenüñ buyurdı Resûl Ola her dem ¡uyûbına meşπûl 1640. Ene «ayrun diyüp ¡azâzil-i şûm 621 Kendüyi eyledi recµm ü @alûm 1641. Oldı dergâh-ı ≠ü’l-minenden dûr Ebedµ ra√met itmez aña ∏afûr 1642. Görmek isterseñüz o ma¡nâyı Ya¡ni envâr-ıla tecellâyı 1643. Benligi terk idüñ ¡ale’l-ı†lâ… Eyleye tâ ki sizde nûr işrâ… 1644. İtmeyince vücûduñuz ifnâ Göremezsüz cemâl-i bµ-hemtâ olur «âm: olur bes «âm SK cûş u: cûş-ı SK ; Bu beyit aruza uymamaktadır. “gibi itdi” sözü “gibiydi” şeklinde yazılırsa sorun ortadan kalkar. 620 Mısra Türkçeye “Sizi hidayete erdiren (doğru yolu gösteren) sizi daima gözetlemektedir.”şeklinde tercüme edilebilir. “lebi’l-mir§âd” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 621 “Ene «ayrun” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 618 619 306 1645. Kendüñüz fa≥lla ögüp §atman »âb-ı πafletle dâ’imâ yatman 1646. Gelmesün size i«tilâl-ı fütûr 622 Fehm ü ferhenge olmañuz maπrûr 1647. ◊ased ü √ı…d u kibr ü kµni müdâm Terk idüñ olasuz ≠evi’l-ikrâm 623 1648. Mev…i¡inde √amûl olup ≠elili Terk idüñ nefsiñüzden ol «aleli 60-A 1649. ±elil ü mi√net-ile ferş olmañ Sebeb-i inhidâm-ı ¡arş olmañ 1650. Eyleyüp ifti√ârı ¡izzetle Şevket ü fa«r-ı câh u selvetle 1651. Fu…ara «ayline √a…âret-ile Na@ar itmeñ da«ı ihânet-ile 1652. Mümkinâtuñ vücûdı nâ…ı§dur Künh-i ≠âta şühûdı nâ…ı§dur 1653. ◊a≥ret-i ◊a… …amudan a…desdür Na…§la na…≥dan mu…addesdür 1654. ◊ayy u ¢uddûs ü Râ√im ü Ra√mân Ol-durur Rabb u ¢âdir ü Süb√ân 624 1655. ∏ayr o ≠ü’l-celâl u «âli… nist Med√-râ cüz «udâ-yı lâyı… nist 1656. Size lâyı… budur ki dünyâda Viresüz hep vücûduñuz bâda 1657. Bilesüz dâ’imâ …usuruñuzu Añlayasuz …amu fütûruñuzu 1658. Añlasa bir kişi …u§ûrın ger Men ¡aref remzin ol müdâm añlar i«tilâl-ı : i«tilâl ü İÜ2 // i«tilâl-ı : i«tilâf u SK Terk idüñ: Terk idüp SK 624 ¢âdir ü: “¢âdir-i İÜ2, SK // ¢uddûs ü: ¢uddûs-ı SK 622 623 307 1659. Bâ†ınµ bedri ber-kemâl olur Ma@har-ı nûr-ı ≠ü’l-cemâl olur 1660. Bulur ol fâyi≥ât-ı Ra√mânı Görür ol lâyi√ât-ı Süb√ânı 1661. Çün tamâm eyledi na§µ√atı rû√ Bâb-ı irşâdı eyledi meftû√ 1662. Pendi anlara eyledi te’&µr Oldılar pµr-i rû√a ol dem esµr 1663. Emrini †utdı bu ulü’l-eb§âr Her biri oldı zübde-i ebrâr 60-B 1664. Dilleri πıll u πışdan oldı ¡arµ Kibr ü √ı…d u √asedden oldı berî 625 1665. Oldılar nûr-ı ◊a…’la tâbende Fi’l-me&el «âver-i dıra«şanda 1666. Aldılar cümle bûy-ı Rû√u’llâh Nitekim gülşen-i riyâ≥-ı İlâh 1667. Buldı her biri devlet-i sermed Ya¡ni lu†f-ı İlâh u cûd-ı §amed 1668. Bulsa bir kişi mürşid-i kâmil Olur elbette ◊a……’a ol vâ§ıl 626 1669. ‰urma cehd eyle †urma ey †âlib Bir mükemmel vücûda ol râπıb 1670. Sa¡y eyle pµr-i mürşid-i dânâ Bulagör ya¡ni ehl-i …alb-i §afâ 1671. Seni tâ vâ§ıl-ı murâd ide ol ¢albüñi bir nefesde şâd ide ol »ÂTİMETÜ’L-KİTÂB 1672. ◊amd-ı bµ-√ad ki bu kitâb-ı hümâm ¡Avn-ı ◊a……-ıla oldı bedr-i tamâm 627 625 626 √ı…d u √asedden: √ı…dın √asedin SK İÜ1 nüshasında mısra “Olur ol elbette ◊a……a vâ§ıl” biçimindedir ve aruz ölçüsüne uymamaktadır. 308 1673. Gülşen-i fikretümde bir güldür Dil-i nâşâdum aña bülbüldür 1674. Fi’l-me&el bu ni@âm-ı bµ-hemtâ ‰âlib-i ◊a……’a ¡urve-i vu&…a 1675. ªâhirµ zµnetiyle ârâste Bâ†ınµ √ikmetiyle pµrâste 1676. Bu kitâb-ı şerµf-i pür-gevher Gûyiyâ §ûfi-i §afâ-perver 1677. Erba¡µn içre olmayup πâfil ‰ıfl-ı ma¡nâyı eyledi kâmil 61-A 1678. Şâhid-i ma¡na anda şem¡-i ≥iyâ »a††ı gûyâ ki dûd-ı ¡anber-sâ 1679. Beyti beyt-i cinân-ı lâ-yeblâ 628 ◊ûr-ı ¡ayn anda şâhid-i ma¡nâ 1680. Ba√ri bahr-i mu√µ†-i deryâ-bâr Se†ri emvâc-ı …ulzüm-i ze««âr 1681. Dürr-i nâ-süfte idi her sü«anı Deldi elmâs-ı tµz-†ab¡um anı 1682. Burc-ı †ab¡ım ki evc-i nûrânµ ªâhir itdi bu necm-i ra«şânı 1683. ~adef-i dilde bu-durur derdi 629 Derc-i gencûr-i cimde §an dür idi 630 1684. Bu nigâra yoπ idi bir nµreng Na…ş …ıldı «ayâl-i pür-ferheng 1685. Va…t-i gülşende dilber-i ma¡nâ ∏once gibi ni…âbın açdı baña 1686. Ka¡be gibi giyürdüm ana siyâh Şeb-i deycûr içinde oldı çü mâh 627 bedr: bed SK “lâ-yeblâ” sözü için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız. 629 derdi: düri SK 630 Derc-i gencûr-i cimde §an dür idi : Lµk πavvâ§-ı †ab¡um aldı anı SK 628 309 1687. Müşg-i ter eyledüm kelâlesini La¡l-i nâb eyledüm o lâlesini 1688. Bir siyeh-çerde nârven-…âmet Eyledi ol nigâra çok «idmet 1689. Dürlü diller döküp o meh-rûya ¡Â…ıbet anı çekdi pehlûya 1690. Ta«t-ı sµmµne geçdi ol server Yüridi √ükmi ¡âleme yekser 1691. Va…t-i gülşende ¡ar≥ idüp dµdâr Aña nâm oldı Gülşen-i Efkâr 1692. Tercüme §anma anı ve’l-√â§ıl Bikr-i ma¡nâya olmışam vâ§ıl 61-B 1693. Mihr-i dil §aldı ¡âleme pertev ªâhir oldı yine bu …ı§§a-i nev 1694. Silk-i na@ma getürdüm anı revân ±ev… ala tâ ki zümre-i rindân 1695. Ola kim sâlike ola hâdî 631 Ehl-i tev√µde ide irşâdı 1696. Kimde kim ola fehm ü ¡a…l-ı selµm Vech-i ma¡…ûlu eyler ol teslµm 1697. ~arf ide ger selâmet-i ¡a…lı Kendüye mürşid eyler ol na…li 1698. ¢u†b-ı ¡âlem ki ◊a≥ret-i Monlâ Rüşd içün itdi Me&nevµ peydâ 1699. Tâ ola sâlike †arµ…-i sedâd ¢ı§§adan √i§§e ala ehl-i reşâd 1700. Ey Kerµm ü Ra√µm ü ±ü’l-ikrâm Vey ∏afûr u Şekûr u ±ü’l-in¡âm 1701. A√med’üñ cebhesinde nûrı içün Ol kelµmüñ ma…âm-ı ‰ûrı içün 631 Bu mısra İÜ1 nüshasında aruza uymamaktadır. Ola kim: Ol kim: İÜ1 ; Olsa kim: İÜ2 310 1702. Bu kitâbı zamân-ı √aşre degin Dâim ü &âbit eyle neşre degin 1703. Ehl-i tev√µde rehnümâ ola ol Ehl-i ¡irfâna pµşvâ ola ol 1704. Lâ-cerem görmez anı tµre-≥amµr Görinür aña bir denµ vü √a…µr 1705. Ba…ar aña ta¡a§§ub-ıla denµ Çöp …adar kirpigine a§maz anı 1706. Bu me¡ânµyi ehl-i √âl añlar Kâşif-i remz olan ricâl añlar 1707. Şeb-pere dµde mihr-i işrâ…ı Göremez şa¡şa¡ân-ı berrâ…ı 62-A 1708. Mil çek gözlerine nâdânuñ Görmesün tâ ki ¡aybını anuñ 1709. ≤arar irgür o çeşm-i bµnâya Keç-na@ar itmesün bu ma¡nâya 1710. Bilmeyüp da«l iderse bir ¡âmi Dâs olup ¡ömrini kese lâmı 1711. Elifi ola gözine gönder Dâlı dal ide …âmetin çenber 1712. Tµşe ola başına her cµmi Da«ı gürz-i girân ola mµmi 1713. ◊â vü yâ gibi ola …addi dü-tâ ¢atline râsı ola «ançer ü yâ 1714. Defter-i ¡ömrini anuñ †ay it Ehl-i ◊a……’ı müdâmı sen √ay it 1715. Ola kim bu du¡âyı «ayrla şâd İdeler rû√-ı Şâni’yi dilşâd 632 Bu mısra İÜ1 nüshasında aruza uymamaktadır. İdeler rû√-ı Şâni’yi dilşâd: İdeler Şâni-i rû√(ı) dilşâd : İÜ1 632 311 1716. Ki cihân bir fenâ-yı mu†la…dur Fera√ı cümle «üzne mül√a…dur 1717. Saña lâyı… budur ki bir eyü ad İdesün anuñ-ıla rû√uñı şâd 1718. ~añmañuz bu cihânı cây-ı sürûr Saña şâhid yeter çü ehl-i …ubûr 1719. ‰urma ≠ikr it fenâ-yı gerdûnı Sµm ü dµnâruñ olma meftûnı 633 1720. Pür-cefâdur bu çar«-i nµlµ-reng Her şihâbı cihâna tµr ü «adeng 1721. ~ub√ dek göz deger saña her şeb Cânuñ almaπa gökde her kevkeb 1722. Neydügin añladuñsa dünyânuñ Bµ-&ebât u …arârını anuñ 62-B 1723. Göregör ¡âlem içre rûy-ı ya…µn Kendüñi ehl-i sırra eyle …arµn 1724. ¡Â…ıbet terk olur «arâb-âbâd »irmen-i ¡ömrümüz olur berbâd 1725. Yâ İlâhi …amudan ekremsin Ecvedü’l ecvedµn ü er√amsın 1726. Urmışam yüz cenâb-ı √azretüñe Çeşm-dârem kemâl-i ra√metüñe 634 1727. ¡Aş…uñı rû√uma enµs eyle Lu†fuñı aña hem celµs eyle 1728. Dem-i â«irde †û†i-i cânum ‰ayerân ide saña süb√ânum 1729. Eyleme mesken aña nâsûtı Âşiyân eyle …urb-ı lâhûtı 633 634 Sµm ü: Sµm-i SK Çeşm-dârum: Çeşm-dârumuz SK 312 1730. O…ıyup bu du¡âyı ehl-i ya…µn Umarum cân-ıla diye âmµn ( İşbu biñ yüz yigirmi dört şevvâlü’l-mükerreminde bizüm A…√i§ar ~aru«an’dan Beliklizâde »alµl Efendi’den alup nüshasın bizüm (...)baba Mehmed (...) on beş günde ta√rµr eylemişdür İstanbul’da devlet-i ¡aliyye Edirne’ye revân olduπı va…t ) 635 635 Bu müstensih kaydı sadece SK nüshasının sonunda vardır. 313 KAYNAKÇA Abdürrezzak Kâşânî (2004), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü -Letâifü’l-a’lâm fî işarâtı ehli’l-ilhâm- ,çev. Ekrem Demirli, İz Yay., İstanbul. AÇA, Mehmet, H. GÖKALP, İ. KOCAKAPLAN (2009), Başlangıçtan Günümüze Türk Edebiyatında Tür ve Şekil Bilgisi, Kriter Yay., İstanbul. AÇIL, Berat (2010), Onaltıncı Yüzyıla Ait Alegorik Bir Eser: Muhyî’nin Hüsn ü Dil’i, Boğaziçi Üniversitesi SBE, İstanbul (Basılmamış Doktora Tezi). AKKUŞ Mehmet, Ali Yılmaz (2006), Sefîne-i Evliyâ I-V, Kitabevi Yay., İstanbul. Âsım Efendi (H. 1305), Kâmûs Tercemesi I-III, İstanbul ALPARSLAN, Mevlüde (2007), İbrahim Şânî El-Lârendevî’nin Gülşen-i Efkâr Mesnevisi (Metin-Muhtevâ-Tahlil), DEÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi). BALTACI, Cahit (1976), XV- XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, Teşkilât/ Tarih, İrfan Matbaası, İstanbul. BANARLI, Nihad Sâmi (2001), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I-II. , MEB.Yay., İstanbul. BATİSLAM, H. Dilek (2000), “Divan Şiiriyle Halk Şiirinde Ortak Bir Söyleyiş Biçimi (Mürâca'a-Dedim-Dedi)”, Folklor/Edebiyat, C.VI, S.22, Ankara, s. 201-211) CEBECİOĞLU, Ethem (2009), Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, İstanbul. COŞKUN, Menderes (2006), “Klâsik Türk Şiirinde Mürekkep İstiare, Temsilî İstiare ve Alegori”, Bilig, Yaz-2006, sayı 38 (s.51-70) ÇAPAN Pervin (2006), Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü'l-âsâr min Feva'idi'l-eş'âr), AKM Yay., Ankara. ÇELEBİOGLU, Âmil (1983), “Türk Edebiyatında Manzum Dînî Eserler”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi (Şükrü Elçin Armağanı), Ankara, 1983, s. 153-166. DEVELLİOGLU, Ferit (1997), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi Yay., 14. Baskı, Ankara. DİLÇİN, Cem (1983), Yeni Tarama Sözlüğü, TDK Yay., Ankara. DOĞAN, Ahmet (2004), “Hüsn ü Aşk’ta Sembolik Anlatım”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 9:1, 2004, s. 87–98. 314 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî (1996), Taberî Tefsiri, çev. Kerim AytekinHasan Karakaya, Hisar Yay., İstanbul. GENÇ, İlhan (2000), Esrar Dede-Tezkire-i Şu'arâ-yı Mevleviyye, AKM Yay., Ankara İPEKTEN, Haluk vd., (1988), Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara. İSEN, Mustafa (1994), Künhü’l-ahbar’ın Tezkire Kısmı, AKM Yay., Ankara. KABAKLI, Ahmet (1966), Türk Edebiyatı, C. 2, Türkiye Yay., Ankara. KARA, Mustafa (1996), “Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarîkatler”, Osmanlı Ansiklopedisi, İz Yay., C. I, s. 191, İstanbul. KARA, Mustafa(1999), Tasavvuf ve Tarîkatlar Tarihi, Dergâh Yay., 5. Baskı, İstanbul, s. 191. KARAMAN, Hayrettin, A. Özek, İ. K. Dönmez, M. Çağrıcı, S. Gümüş, A. Turgut (2004), Türkiye Diyanet Vakfı Kuran-ı Kerim Meâli, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara. KARTAL, Ahmet (2008),“Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri”, Şiraz’dan İstanbul’a Türk-Fars Kültür Coğrafyası Üzerine Araştırmalar, Kriter Yay., İstanbul, s. 529-576. KILIÇ, Filiz (1994), Âşık Çelebi-Meşâ’irü’ş-Şu’arâ (İnceleme Tenkitli Metin), Basılmamış Doktora Tezi, GÜ SBE, Ankara. KİLİNÇLİ, Sami (2007), Akıl ile İlgili Hadislerin Tespit ve Tenkidi, Çukurova Üniversitesi SBE, Adana (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi). KÖKSAL, M. Fatih (1997), “Tahkiyeli Bir Eser Olarak Taşlıcalı Yahyâ'nın Şâh u Gedâ Mesnevisi”, Türklük Bilimi Araştırmaları (Prof. Dr. Kaya Bilgegil Armağanı), S. 5, s. 245-282. KÖKSAL, M. Fatih (2003), Yenipazarlı Vâlî - Hüsn-i Dil (İnceleme-Tenkitli Metin), Kitabevi Yay., İstanbul. KÖKSAL, M. Fatih (2003), Ravzâtü’l-envâr, Kitabevi Yay., İstanbul. KÖKSAL, M. Fatih (2006), “Münazara”, TDVİA, C. 31, İstanbul, s. 576-581. KURNAZ Cemal, M. TATÇI (2000), Osmanlı Müellifleri (Bursalı Mehmed Tahir) (IIII), Ankara. KUTLUK, İbrahim (1989), Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ, TTK Yay., Ankara 315 KÜLEKÇİ, Numan, XI-XX. Yüzyıllar El Yazması Metinler ve Özetleriyle Mesnevî Edebiyatı Antolojisi, Aktif Yayınevi, Erzurum 1999. Kütüb-i Sitte, http://www.kuranikerim.com/kutubi-sitte/kutubi_index1.htm Lârendeli Şânî, Gülşen-i Efkâr, Süleymaniye Kütüphanesi , Hacı Mahmud Efendi, Nu:3731. ----------, Gülşen-i Efkâr, İÜ Merkez Kütüphanesi, Nadir Eserler, Nu:3040. ----------, Gülşen-i Efkâr, İÜ Merkez Kütüphanesi, Nadir Eserler, Nu:1917. ---------, el-İfsâh fî Şerhi Şevâhidi’l-Miftâh, Süleymaniye Kütüphanesi, Sehid Ali Pasa, Nu: 2164. ----------, el-İfsâh fî Şerhi Şevâhidi’l-Miftâh, Nûruosmaniye Kütüphanesi, Nu:4464. ----------, Manzûme-i Avâmil, Süleymaniye Kütüphanesi, Şehit Ali Pasa, Nu: 2573/1. ----------, Mir’atü’s-Safâ, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Yazmalar. , Nu:59. ----------, Mir’atü’s-Safâ, Süleymaniye Kütüphanesi , Esad Efendi, Nu: 1478. ----------, Risâle fi’s-Semâvâti ve’l-Erdîn ve mâ Fîhinne, Bayezid Kütüphanesi, Nu:5291. ----------, Zerî’atü’l-Ebrâr fî Na’ti’n-Nebiyyi’l-Muhtâr, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, Nu:3782. ----------, El-Ucâle, Millet Kütüphanesi, Feyzullah Efendi, Nu: 981. LEVEND, Agâh Sırrı (1998), Türk Edebiyatı Tarihi, 4. Baskı, TTK Yay., Ankara. --------------- (1984), Divan Edebiyatı, Enderun Kitabevi, İstanbul. Mehmed Süreyya (H.1308), Sicill-i Osmâni veya Tezkire-i Meşâhir-i Osmaniye I-IV, İstanbul. MENGİ, Mine (2003), Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Basımevi, 9. Baskı, Ankara. Müstakim-zâde Sa'deddin Süleyman b. Muhammed Emin, Mecelletü'n-Nisab fi'l-esma ve'l-künâ ve'l-elkâb, Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi, Nu: 628. ÖZCAN, Abdülkadir (1989), Şakâyık-ı Nu’mâniyye ve Zeyilleri, Hadâiku’l-Hakâyık fî Tekmîleti’ş-Şakâyık, İstanbul. ÖZKIRIMLI, Atilla (1991), Açıklamalı Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Altın KitaplarYay., İstanbul. ÖZTÜRK, Ali (2003), XVI. Yüzyıl Halvetî Şiirinde Din ve Tasavvuf, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), AÜ, SBE, Ankara. 316 PALA İskender (2005), “kenz-i mahfî” Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yay., 14. baskı, İstanbul. ------------- (1996), "Kemalpaşazade", Osmanlı Ansiklopedisi, İz Yay. İstanbul C. 2, s. 158. SOLMAZ, Süleyman (2005), Ahdî ve Gülşen-i Şu'arâsı (İnceleme-Metin), AKM Yay., Ankara. Said Halim Paşa (2008), “İslam Cemiyetinin Tanzimine Dair Bazı Notlar, İslâm’da Teşkilât-i Siyasiye”, hzl. Ömer Hakan Özalp, Söz ve Adalet Dergisi, Yıl: 1, S. 5, s. 60-69. Şemseddin Sâmi (1996), Kâmûsu’l-A’lâm I-VI (Tıpkı basım), Kaşgar Neşriyat, Ankara. Şemseddin Sâmi (H. 1317), Kâmûs-ı Türkî, Dersaâdet Matbaası. ŞENTÜRK, Ahmet Atilla (2002), XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevilerinde Edebî Tasvirler, Kitabevi Yay., İstanbul. TÖKEL, Dursun Ali (2003), Divan Şiirinde Harf Simgeciliği, Hece Yay., Ankara. TUMAN, Nâil (2001), Tuhfe-i Nâi'lî, hzl. Cemal Kurnaz, M. Tatçı, Ankara. TUNÇ, Semra (1997), “Dede Ömer Rûşenî” SÜ TAE Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya 1997, S.5, s.237-249. ULUDAĞ, Süleyman (2001), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul. UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı (1965), Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilâtı, TTK, Ankara. ------------ (1995), Osmanlı Tarihi, I-VI, TTK Yay., Ankara 1995. ÜNVER, İsmail (1986), “Mesnevî”, Türk Dili Dergisi Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri), S. 415-416-417, TDK Yay., Ankara, s. 430-563. ÜNVER, Mustafa (2007), “Nesimi’nin Şiirlerinde Kur’an’a Referans Sorunu”, OMÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.24-25, 2007, s. 119-134. ÜSTÜNER, Kaplan (2007), Divan Şiirinde Tasavvuf, Birleşik Yay., Ankara. YAKIT, İsmail, “Semantik Analizler Işığında Kur’an’da “Reyb” ve “Yakîn” Kavramları”, Kelâm Araştırmaları 1 : 2, 2003, s. 49-56 -internette yayımlanan hakemli dergi-) http://www.kelam.org/dergi/sayi012/KADER01202.pdf YAYLA, Kasım (2002), Kütüb-i Sitte’den 1001 Hadis, Merve Yay., İstanbul. 317 YAZAR, İlyas (2003), "Kastamonlu Dîvan Edebiyatı Şâirleri", II. Kastamonu Kültür Sempozyumu, Kastamonu Valiliği, Kastamonu Eğitim Fakültesi, Rıfat Ilgaz Kültür Merkezi, 18-20 Eylül Kastamonu 2003, , s.255-264. 318 ÖZ GEÇMİŞ KİŞİSEL BİLGİLER Adı Soyadı: Cengiz Veli KURMUŞ Doğum Yeri ve Yılı: Adana, 24.01.1977 Medenî Hâli: Evli Adres : Çukurova Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Balcalı/ADANA Telefon : 0 505 4030723 e-posta : [email protected] ÖĞRENİM DURUMU Yüksek Lisans : 1999-2003, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Balcalı/ADANA. Lisans : 1995-1999, Çukurova Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Lise : 1991-1994, Reyhanlı Lisesi / HATAY İŞ HAYATI 1999-2000 MEB Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği 2000-2003 Çukurova Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Araştırma Görevliliği 2004-2008 Özel sektörde öğretmenlik 2008- Çukurova Üniversitesi Türk Dili Okutmanlığı YABANCI DİL İngilizce BİLGİSAYAR MS Windows 98, MS Windows 2000, MS Windows 2000 Server, MS Windows XP, MS Word, Excel, Access, PowerPoint.
Similar documents
Tıpkı, Papatya Park Residence`ın en yeşil proje
1995 yılında 1600’den fazla konutu kapsayan Yeşilkent projesiyle başlayan yolculuk, 2006 yılında Beylikdüzü Paradise AVM, 2009 yılında Papatya Residence 1, 2011 yılında Papatya Residence 2 ve 2013 ...
More informationiran`da din psikolojisi çalışmaları - Selçuk Üniversitesi Dijital Arşiv
TEZ KABUL FORMU……………………………………………..………………..iii ÖNSÖZ………………………………………………………………………………iv
More information