EGE ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ DERGİSİ JOURNAL
Transcription
EGE ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ DERGİSİ JOURNAL
EGE ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ DERGİSİ JOURNAL OF EGE UNIVERSITY NURSING FACULTY Cilt/Volume: 28 Sayı/Number: 3 Yıl/Year: 2012 AÇIKLAMALAR Bu dergi 22 Ekim 1984 gün ve 18553 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan "Üniversitelerde Ders Aracı Olarak Kullanılan Kitaplar, Teksirler ve Yardımcı Ders Kitapları Dışındaki Yayınlarla İlgili Yönetmelik" bağlamında yayınlanmaktadır. Yayın Türleri Adı geçen yönetmeliğin 2. ve 3. maddeleri uyarınca dergide eğitim ve araştırma çalışmalarına paralel olarak orjinal araştırma raporları, bilimsel tarama yazıları, yeni bir yöntem veya teknik tanımlayan kısa bildiri yazıları ve çok önemli bilimsel çeviriler yayınlanabilir. Yayın Hakları Yayınlanacak yazıların bilim dil bakımından sorumluluğu yazarlara aittir. Yayın Kurulu gerekli değişiklik veya kısaltmaları yazardan isteyebilir veya yazarın izni alınarak içeriği bozmayacak değişiklikler yapabilir. Basılmayacak yazılar için bir ay içinde yazara bilgi verilir. ISSN – 2147 – 3463 EGE ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ DERGİSİ Cilt 28, Sayı 3 2012 Yayın Sahibi Prof. Dr. Çiçek FADILOĞLU Hemşirelik Fakültesi Adına Sorumlu Müdür Prof. Dr. Olcay ÇAM Yayın Alt Komisyonu Prof. Dr. Çiçek FADILOĞLU (Başkan) Prof. Dr. Ayla BAYIK TEMEL Doç. Dr. Meryem YAVUZ Prof. Dr. Gülümser ARGON Prof. Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL Dergi Yayın Kurulu Prof. Dr. Olcay ÇAM (Editör) Prof. Dr. Ümran SEVİL Prof. Dr. Süheyla ÖZSOY Doç. Dr. Meryem YAVUZ Prof. Dr. Leyla KHORSHID (Editör Yrd.) Prof. Dr. Aynur ESEN Prof. Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL Basım Yeri Ege Üniversitesi Basımevi, Bornova - İzmir Baskı Tarihi 31.12.2012 Yönetim Yeri Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi (EÜHF) tarafından yılda üç sayı/bir cilt hakemli dergi olarak yayınlanır. Türkiye Atıf Dizini’nde yer almaktadır. Indexed in Türkiye Citation Index. Yazışma Adresi Özen DURAKOĞLU: [email protected] Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, Yayın İşleri 35100 Bornova/İZMİR HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ DERGİSİ DERGİ HAKEM KURULU PROFESÖRLER AKBAYRAK Nalan AKYOLCU Neriman ARGON Gülümser ARSLAN Hediye AŞTI Nesrin AŞTI Türkinaz BAHAR Zuhal BAŞBAKKAL Zümrüt BAYIK TEMEL Ayla BAYRAKTAR Nurhan BEDÜK Tülin BULDUKOĞLU Kadriye BUZLU Sevim ÇAM Olcay ÇAVUŞOĞLU Hicran ÇİMETE Güler ECEVİT ALPAR Şule EMİROĞLU Oya Nuran ENÇ Nuray ERCİ Behice ERDEMİR Firdevs ERDEM Yurdagül ERDOĞAN Semra EROĞLU Kafiye ESEN Aynur EŞER İsmet ETİ ASLAN Fatma FADILOĞLU Çiçek GÖKDOĞAN Feray GÖRGÜLÜ Selma GÖZÜM Sebahat HATİPOĞLU Sevgi KANAN Nevin KARADAĞ Ayişe KARADAKOVAN Ayfer KARANİSOĞLU Hacer KARATAŞ Nimet KHORSHID Leyla KOCAMAN Gülseren KÖMÜRCÜ Nuran NAHÇİVAN Nursen OCAKÇI Ayşe OLGUN Nermin ÖZ Fatma ÖZBAŞARAN Ferda ÖZHAN ELBAŞ Nalan ÖZSOY Süheyla PINAR Rukiye SABUNCU Necmiye SAVAŞER Sevim SEVİĞ Ümit SEVİL Ümran ŞENOL ÇELİK Sevilay ŞİRİN Ahsen TAŞOCAK Gülsün UZUN Özge ÜSTÜN Besti YILDIRIM Aytolon YILDIZ Suzan DOÇENTLER ABAAN Süheyla ACAROĞLU Rengin AKYOL Asiye AKYÜZ Aygül AKTOLUN BALKAYA Nevin AKPINAR BALCI Reva ALTUN İnsaf BAL YILMAZ Hatice BAYKAL Ülkü BİLGE Ayşegül ÇEBER Esin DEMİRKIRAN Fatma DEMİR KORKMAZ Fatma DİNÇ Leyla EKTİ GENÇ Rabia ENGİN Esra ERTEM Gül GÜNER Perihan GÜNEŞ Ülkü İYİGÜN Emine KAPTAN Gülten KARACA SAYDAM Birsen KARAÇAM Zekiye KAVLAK Oya KELLECİ Meral KOCAMAN YILDIRIM Nazmiye KULAKAÇ Özen KUKULU Kamile METE Samiye OKANLI Ayşe ÖĞCE Filiz ÖZBAYIR Türkan ÖZEL EFE Emine ÖZER Nadiye ÖZKAN Özlem ÖZMEN Dilek ÖZTÜRK Candan ÖZTÜRK CAN Hafize POLAT Sevinç UÇAR Hülya UYSAL TORAMAN Aynur SAN TURGAY Ayşe SOĞUKPINAR Neriman SEREN İNTEPELER Şeyda ŞAHİN Nevin ŞENDİR Merdiye ŞENUZUN Fisun TANRIVERDİ Gülbu TEL Hatice TEL Havva TERZİOĞLU Füsun YAVA Ayla YAVUZ Meryem YILDIRIM Yasemin ZAYBAK Ayten İÇİNDEKİLER Editörden Araştırmalar - Hastanede Çalışan Hemşirelerin Örgütsel Vatandaşlık Düzeylerinin İncelenmesi Nurses Who are Working at Hospital Determine The Levels of Organizational Citizenship Nilay ÖZKÜTÜK, Fatma ORGUN, Hale SEZER, Azize GÜNEYSU ÇAKAN ….…....…1-12 - Hemşirelerin Yönetsel Kararlara Katılımlarının İncelenmesi The Evaluation of The Staff Nurses Decisional Involvement Fahriye VATAN, Gülümser ARGON, Meltem DURSUN ENGİN, Hatice BİNBİR, Ayşe ÇİÇEK …………………………...……...…………………………….……...13-24 - Bir İlköğretim Okulundaki Öğrencilerde İdrar Yolu Enfeksiyonu ve İlişkili Faktörler Urinary Tract Infection and Associated Factors in a Primary School Students Fatma BİRGİLİ, Leyla KHORSHID ...…...………………….………………….……25-34 - Engelli Çocuğa Sahip Ailelerin Yaşadığı Sorunlar The Problems Experienced by Families With Disabled Children Dilek ÖZMEN, Aynur ÇETİNKAYA ………...…………………….………….….…35-49 - İmplante Port Takılacak Hastaların İşlem Öncesi Bilgilendirilmesinin Anksiyete Düzeylerine Etkisinin İncelenmesi Evaluating The Effect of Pre-Informing Patıents on Anxiety Levels Before The Implanted Port Placement Selda KARAVELİ, Nedime KÖŞGEROĞLU, Sibel ERKAL İLHAN ………………….51-64 - Türkiye’de Hemşirelikte İş Sağlığı Lisansüstü Tezlerinin Eleştirel Değerlendirmesi Critically Investigation of Postgraduate Nursing Dissertations About Occupational Health Nursing in Turkey Süheyla ÖZSOY, Julide Gülizar YILDIRIM, Aslı KALKIM, Leyla MUSLU, Nilüfer YILDIRIM……………...………..…………………………………………65-84 - Bir Aile Sağlığı Merkezine Başvuran Hipertansiyon Hastalarının İlaç Tedavisine Uyum Öz Etkililik Düzeyleri Medication Adherence Self Efficacy Level of The Hypertensive Patients Who Appiled to a Family Health Center Ezgi KARADAĞ, Yeliz AKKUŞ, Gülnaz KARATAY ...……………..………..……….85-96 Derleme Yazılar - Kalp Damar Cerrahisinde Hibrid Girişimler: Ameliyathane Hemşireliği Yönü Hybrid Procedures in Cradiovascular Surgery: An Aspect of Operating Room Nursing Fatma DEMİR KORKMAZ, Ayla YAVUZ KARAMANOĞLU ……………………...97-105 - Postpartum Depresyonda Kültürel Faktörlerin Önemi The Importance of Cultural Factors Upon Postpartum Depression Ruşen ÖZTÜRK, Oya KAVLAK, Ümran SEVİL ……………………..…………...107-116 - Kas İçi Enjeksiyona Bağlı Ağrıyı Azaltma Reducing The Pain Associated With Intramuscular Injection Neşe ÇELİK, Leyla KHORSHID ...………………………………………………117-128 - Yaşama Dair Olumlu Düşünce Positive Thinking About Life Ayşegül BİLGE…………...………...……………..…………...………….……..129-135 - Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığının Sosyokültürel Yansıması: Stigma A Socio Cultural Reflection of Chronic Obstructive Pulmonary Disease: Stigma Hatice TEL, Havva TEL …………...………...……………..…….………...……137-142 Olgu Sunumu - Kifozlu Hastada Hemşirelik Bakımı: Olgu Sunumu Nursing Care of a Patient With Kyphosis: Case Report Burcu TOTUR, Meryem YAVUZ, Mehmet ZİLELİ …..…………………………143-152 Editörden Okura, Değerli Okuyucularımız, Dergimizin 2012 yılının bu son sayısında, 2012 yılı başında dergi adının değiştirilmesi süreci nedeniyle ilk sayılarda dergimizin basımı biraz gecikmeyle oldu. Bu sayıda, uzayan bu süre içinde yayınlanmak üzere kabul edilmiş makalelerin iyice gecikmeden yayınlanmasını sağlamak amacıyla makale sayısı epeyce yüksek olmuştur. 2012’nin son sayısı olan bu dergimizde, yedi araştırma makalesi, beş derleme makale ve bir olgu sunumu ile toplam 13 bilimsel makale yer almaktadır. Her makale özgün ve özgün olduğu kadar da güncel konuları içermektedir. Bu bilimsel bilgilerin mesleğimizin bilimsel bilgi birikimini arttıracağı inancındayım. 2013 yılında hakem kurulumuz yeni eklenecek genç doçent meslektaşlarımızla birlikte daha da genişleyecektir. Hakemlerimizin özeniyle birlikte dergimizin kaynak olarak gösterilmesine önem verdiğimizi tüm yazarlarımıza tekrar bildirmek isterim. Dergimizin yayınlanma sürecinde emeği geçen yazarlarımıza, hakemlerimize ve siz okurlarımıza teşekkür ederim. Yeni yıl nedeniyle de, tüm meslektaşlarıma sağlıklı, mutlu, verimli yıllar dileyerek, sevgi ve saygılarımı sunarım. Prof. Dr. Olcay ÇAM EDİTÖR [email protected] [email protected] İletişim Mail Adresi: Özen DURAKOĞLU [email protected] Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 28 (3) : 1-12, 2012 HASTANEDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN ÖRGÜTSEL VATANDAŞLIK DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ NURSES WHO ARE WORKING AT HOSPITAL DETERMINE THE LEVELS OF ORGANIZATIONAL CITIZENSHIP Öğr.Gör.Dr. Nilay ÖZKÜTÜK* Yard.Doç.Dr. Fatma ORGUN* Araş.Gör. Hale SEZER* Yük.Hemş. Azize GÜNEYSU ÇAKAN** *Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Hemşirelikte Öğretim Anabilim Dalı **Samsun Gazi Devlet Hastanesi ÖZET Amaç: Son yıllarda yoğun bir biçimde incelenen yönetici-çalışan ilişkilerinde; yöneticilerin, bilgi alışverişine dayalı, etkileşime açık, destekleyici ve güven veren bir yönetim yaklaşımına karşılık çalışanların gönüllülüğe dayalı davranışları daha fazla sergiledikleri görülmektedir. Sağlık hizmetlerinin daha verimli bir şekilde sunulabilmesi, yönetici hemşirelerin çalışan memnuniyetini artırabilmeleri, özellikle sağlık işletmelerinde büyük sorun haline gelen işgören devir hızının azaltılması, hemşirelerin iş doyumu, performans ve örgütsel bağlılıklarının artırılabilmesi için, yönetici hemşirelerin çalışanların işyerinde sergiledikleri örgütsel vatandaşlık davranışı ile ilgili öngörüye sahip olmaları önem kazanmaktadır. Bu doğrultuda bu araştırma, bir devlet hastanesinde çalışan hemşirelerin örgütsel vatandaşlık düzeylerinin incelenmesi amacıyla yapılan tanımlayıcı tipte bir araştırma olarak gerçekleştirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Araştırma kapsamına bir devlet hastanesinde çalışmakta olan ve araştırmaya katılmayı kabul eden hemşireler alınmıştır. Veri toplama aracı olarak hemşirelerin sosyo-demografik özelliklerini içeren ve araştırmacılar tarafından hazırlanan “Kişisel Bilgi Formu” ve Altuntaş ve Baykal (2010) tarafından geçerlik ve güvenirliği yapılan Örgütsel Vatandaşlık Düzeyi Ölçeği (ÖVDÖ) kullanılmıştır. Veriler, araştırma için kurumdan gerekli yazılı izin alınarak, 01 Mart–15 Mart 2011 tarihleri arasında araştırmacılar tarafından toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS paket programı kullanılarak, sayı, yüzde dağılımı ve varyans analizi yapılmıştır. Bulgular ve Sonuç: Araştırma sonuçlarına göre; hemşirelerin örgütsel vatandaşlık düzeylerinin oldukça yüksek olduğu belirlenmiştir. Hemşirelerin yaş ortalaması ve meslekteki çalışma yılı arttıkça örgütsel vatandaşlık düzeylerinin arttığı, sorumlu hemşirelerin örgütsel vatandaşlık düzeylerinin diğer hemşirelere göre daha yüksek olduğu, vicdanlılık ve yardım etme alt boyutunda dahiliye kliniğinde çalışan, kurumu övme, bilgilendirme ve katılım alt boyutunda idarede çalışan, hoşgörülülük ve ölçek toplamında acilde çalışan hemşirelerin istatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte göreceli olarak daha yüksek örgütsel vatandaşlık düzeyine sahip oldukları saptanmıştır. Anahtar sözcükler: Örgütsel vatandaşlık, hemşire, örgüt Nilay ÖZKÜTÜK, Fatma ORGUN, Hale SEZER, Azize GÜNEYSU ÇAKAN ABSTRACT Objective: Manager-employee relations intensively studied in recent years, managers, based on the exchange of information, interact with, open, supportive and reassuring response to a management approach based on voluntary employees' behaviors are exhibited more. Health services can be served more efficiently, managers of nurses further their employee satisfaction, employee turn over has become a major problem particularly in the health establishments to reduce the nurses' job satisfaction, organizational commitment and to increase performance, organizational citizenship behavior exhibited by the administrator of nurses in the workplace of employees to be familiar with the foresight is important. In this respect, this study of nurses working in a public hospital in order to examine the level of organizational citizenship in a descriptive study. Methods: In the study agreed to participate in research at a public hospital and the nurses were working. Data were collected and prepared by researchers including socio-demographic characteristics of nurses, "Personal Information Form" and Altun and Baykal (2010) will be used by the reliability and validity of the “Organizational Citizenship Level Scale (OCLS)”. The data required written permission for the research institution, 01 March-15 March 2011 between the dates collected by the researchers. Analysis of the data, using SPSS program, the number, percentage distribution and analysis of variance were done. Results and Conclusion: According to the research, the nurses were very high levels of organizational citizenship. The average age of nurses working in the profession and increased with increasing levels of OCLS, OCLS other nurses were higher than the nurses in charge of, scrupulousness, and to help the working sub-dimension of internal medicine clinic, praising the institution, information and participation in running the administration sub-dimension, tolerance and scale than the total of nurses working in emergency found to have high OCLS. Key words: Organizational citizenship level, nurse, organization GİRİŞ Yeni teknolojiler, üstün yönetim sistemleri, elektronik sistemler ve veritabanları, örgütlerin başarısı için gerekli olmasına karşın, örgütsel başarıyı sağlayan temel etken, örgütün insan kaynağının niteliğidir. Çünkü teknolojik araç-gereçleri, yönetim sistem ve araçlarını kullananlar ve gerekli kararları alanlar, yine bu örgütlerin iş görenleri yani insan kaynaklarıdır. Toplumların sosyal, ekonomik ve politik gelişiminde, örgütlerin etkililiğinde ve verimliliğinde insan faktörünün önemi büyüktür. Ayrıca, örgütlerin sürekli değişen koşullar altında başarılı olmaları için, formal iş tanımlarıyla sınırlı kalmadan, görevin gerektirdiklerinin ötesinde, örgütsel etkililiğe ve gelişmeye katkıda bulunmaya istekli iş görenlere olan ihtiyaçta artmaktadır (Sezgin 2005). 1980’ler ve özellikle 1990’lardan itibaren, gerek akademik çevrelerde gerekse iş dünyasında üzerinde en çok tartışılan yönetim kavramlarından biri “güçlendirme” kavramı olmuştur. Bu ilginin temel nedeni, artan uluslararası rekabet ve sürekli değişim nedeniyle, iş görenlerin örgüt içi girişimcilik ve yaratıcılıklarına giderek daha fazla gereksinim duyulmasıdır. Bu gereksinimin ortaya çıkardığı davranış biçimlerinden biri, paylaşma, yardım etme, destekleme ve koruyup bakım verme gibi diğerinin yararını ya da yardımı amaçlayan gönüllü bir davranış olarak tanımlanan prososyal davranış biçimi olan “örgütsel vatandaşlık davranışı (ÖVD) dır (Bolat ve ark 2009; Çalık ve ark 2011). 2 Hastanede Çalışan Hemşirelerin Örgütsel Vatandaşlık Düzeylerinin İncelenmesi Smith, Organ ve Near (1983) tarafından örgütsel vatandaşlık davranışı, bireyin örgüt içerisindeki resmi rolünün ötesinde, kendi isteğine bağlı olarak gösterdiği ve örgüt içerisindeki diğer insanlara yardım etmeyi amaçlayan davranışlar olarak tanımlanmıştır (Aktaran; Titrek ve ark. 2009). Örgütsel vatandaşlık davranışı Organ (1988) tarafından ise; biçimsel ödül sisteminde doğrudan ve tam olarak dikkate alınmayan, fakat bir bütün olarak ele alındığında organizasyonun fonksiyonlarını verimli bir biçimde yerine getirmesine yardımcı olan, gönüllülüğe dayalı davranışlar olarak tanımlanmıştır (Bolat ve ark 2009; Yücel ve Samancı 2009). Bu kavram, örgütün sosyal ve psikolojik ortamına katkıda bulunarak, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesine yardımcı olan gönüllülük esasına dayalı bireysel davranışları anlatmaktadır. Bireyin samimi duygularla ve isteyerek yaptığı örgütsel vatandaşlık davranışının altında herhangi bir dışsal ödül beklentisi yatmamaktadır. Örneğin, bir çalışan, kendisinden böyle bir şeyi yapması istenmediği halde, iş çıkışında uzun süre ofisinde kalarak elindeki işi tamamlamaya çalışıyorsa ya da kendi resmi iş tanımının bir parçası olmadığı halde, işini yapmakta zorluk çeken bir mesai arkadaşına yardım ediyorsa, bu çalışanın örgütsel vatandaşlık davranışında bulunduğu söylenebilir. Bir örgütte çalışanlar, kendilerini ne kadar çok örgütün bir parçası, örgütü de kendilerinin bir parçası gibi görürlerse, bulundukları örgütün üyeliğine ne kadar içten bağlanırlarsa, örgütte o kadar çok kalmak isterler. Örgütte ortak çalışmaya katkıda bulunmak için fazla bir çaba gösterirler. Örgütsel vatandaşlık davranışı, bireyin bir bütün olarak örgütün işleyişini geliştiren faaliyetlerini temsil eder. Örgütü yıkıcı ve istenmeyen davranışlardan koruma, önerileri kabul etme, yetenek geliştirme, etkin ve yaygın bir iletişim ağı kurma gibi konuları içeren örgütsel vatandaşlık örgütün genel performansıyla bağlantılıdır (Sezgin 2005; Titrek ve ark 2009). Örgütsel vatandaşlık davranışı organizasyon içinde temel olarak üç noktada örgütsel yaşamı etkilemektedir (Özdevecioğlu 2003; Sezgin 2005). Bunlardan birincisi, bireylerin vatandaşlık davranışlarının örgüt içerisinde yardımlaşma eğilimini artırmasıdır. Yardımlaşan birey iyi bir vatandaştır, görüşü hakimdir. Bu bakımdan, örgüt içerisinde bilgi paylaşımını ve bilgi edinim oranını artıracaktır. Yardımlaşma, hem örgüte yeni katılan bireyler açısından hem de eskiden beri çalışan bireyler açısından önemli bir yarar sağlamaktadır. İkinci önemli etkisi, çalışanların sorumluluk duygularının gelişmesidir. Çünkü, vatandaşlık davranışı örgütü düşünmeyi, örgütün yanında olmayı ve gerektiğinde örgüt için çeşitli daha fazla fedakarlıklar yapmayı gerektirmektedir. Sorumluluk duygusunun çalışanlarda gelişmesiyle, örgütün amaçlarına ulaşması kolaylaşmaktadır. Çalışanların yetkilerini belirli sorumluluk çerçevesinde kullanması, örgüt içerisinde yöneticilerin denetimlerini kolaylaştıracak ve bireysel özdenetimi artıracaktır. Üçüncü etki ise, çalışanların olumlu tutumları ile ilgilidir. Bu pozitif düşünce örgüt içinde bireylerin iş başarım düzeylerini etkileyecektir. Elbette çalışanların pozitif düşünmelerinin tek nedeni vatandaşlık davranışı değildir, pek çok nedenle bireyler 3 Nilay ÖZKÜTÜK, Fatma ORGUN, Hale SEZER, Azize GÜNEYSU ÇAKAN pozitif düşünceye veya tutuma sahip olabilirler. Pozitif düşünce sadece iş başarımını değil, diğer örgüt üyeleri ile iyi geçinmeyi ve olaylara pozitif yaklaşmayı da beraberinde getirir (Özdevecioğlu 2003; Sezgin 2005). 1980’li yıllarda başlayan örgütsel vatandaşlık davranışı konulu çalışmalar, örgütsel vatandaşlık davranışının teorisini de konu almıştır. Smith ve arkadaşlarının çalışanların performanslarını geliştirmek için alınması gerekli tedbirleri ortaya koymak amacıyla yapmış oldukları çalışmaların sonucunda örgütsel vatandaşlık davranışının özgecilik ve vicdanlılık boyutları ortaya çıkmıştır (Özaslan ve ark 2009). Bu iki boyutun dışında Organ (1988) tarafından centilmenlik, nezaket, örgütsel erdem boyutları ortaya konulmuştur. Örgütlerin verimliliği ve performansını arttırması açısından örgütsel vatandaşlık davranışı; örgütlerin rekabet avantajı elde etmesi, öğrenen bir kimliğe kavuşması, çevresine ayak uydurabilmesi, bireylerinin sadakati, çalışması, özverisi ve bağlılıklarıyla yakından ilgili olduğu kadar, örgütsel vatandaşlık davranışlarının ortaya konulmasının örgütlerin sahip olduğu örgütsel sağlık ve örgütsel iletişimin düzeyine de bağlı olduğu ifade edilmektedir (Uslu 2010). Örgütsel vatandaşlık davranışları, bireyler arasında dayanışmayı sağlayarak ve birlikteliği arttırarak örgütsel performansa katkıda bulunur. Bu tür davranışlar, örgüte uzun vadeli kalıcılık ve gelişim için gerekli uyum ve değişimi sağlar. Yapılan araştırmalar sonucunda, örgütsel vatandaşlık davranışı gösteren iş görenlerin diğerlerine göre daha yüksek performans sergiledikleri ortaya konulmuştur (Sökmen ve Boylu 2011). Örgüt yaşamında bireylerin ve örgütlerin amaçlarının birlikte gerçekleştirilmesi yöneticiler için temel hedeflerden biridir. Örgütün amaçlarına ulaşırken, bireyleri de amaçlarına ulaştırması, bireylerin kendi amaçlarına ulaşırken örgütü de amaçlarına ulaştırması örgüt hayatının temel gereklerindendir. Bu bakımdan, örgütsel vatandaşlık davranışı bireysel ve örgütsel amaçlara ulaşmada dengeleyici bir unsurdur. Bir toplumun gelişmesi ve gelişen çağa ayak uydurması o toplumda yaşayan insanların sorumluluğunda ise, bir örgütün gelişmesi de o örgütte yaşayan insanların sorumluluğundadır (Özdevecioğlu 2003). Örgütsel vatandaşlık davranışı, çalışanların örgüt içinde yardımlaşma eğilimini ve bilgi paylaşımını arttırmakta, sorumluluk duygusunu geliştirmekte ve pozitif tutum ve düşüncelere sahip olmalarıyla örgüt içinde bireylerin iş başarma düzeylerini etkilemektedir. Örgütsel vatandaşlık davranışı; örgütün nitelikli kişileri kuruma çekmesinde ve bu çalışanların kuruma bağlılıklarını artırmasında, örgütsel çatışmaları azaltmada, işe devamsızlık gibi davranışları azaltmada etkili olmaktadır (Özdevecioğlu 2003). Son yıllarda yoğun bir biçimde incelenen yönetici-çalışan ilişkilerinde; yöneticilerin, bilgi alışverişine dayalı, etkileşime açık, destekleyici ve güven veren bir yönetim yaklaşımına karşılık çalışanların gönüllülüğe dayalı davranışları daha fazla sergiledikleri görülmektedir. Sağlık hizmetlerinin daha verimli bir şekilde sunulabilmesi, yönetici hemşirelerin çalışan memnuniyetini artırabilmeleri, özellikle sağlık işletmelerinde büyük sorun haline gelen işgören devir hızının azaltılması, hemşire4 Hastanede Çalışan Hemşirelerin Örgütsel Vatandaşlık Düzeylerinin İncelenmesi lerin iş doyumu, performans ve örgütsel bağlılıklarının artırılabilmesi için, yönetici hemşirelerin çalışanların işyerinde sergiledikleri örgütsel vatandaşlık davranışı ile ilgili öngörü sahibi olmaları önem kazanmaktadır (Altuntaş ve Baykal 2010). Türkiye’de örgütsel vatandaşlık düzeyleri ile ilgili yapılan bazı araştırmalar, yüksek lisans ve doktora tez çalışmaları olmasına karşın, bu çalışmaların genelde işletme ve yönetim alanında olduğu görülmektedir (Sezgin 2005). Bu nedenle, Türkiye’de örgütsel vatandaşlık düzeyinin sağlık boyutunda, özellikle hemşirelik açısından ele alındığı çalışmaların sınırlı olduğu söylenebilir. Bu doğrultuda bu araştırma, bir devlet hastanesinde çalışan hemşirelerin örgütsel vatandaşlık düzeylerinin incelenmesi amacıyla yapılan tanımlayıcı tipte bir araştırmadır. Araştırmanın alt problemleri, “Hemşirelerin “örgütsel vatandaşlık davranışları” ne düzeydedir?”, Hemşirelerin “örgütsel vatandaşlık düzeyleri bazı sosyo-demografik değişkenlere (yaş, klinik, görev, çalışma yılı)” göre anlamlı farklılık göstermekte midir?” şeklinde ifade edilmiştir. GEREÇ VE YÖNTEM Tarama modelinde tanımlayıcı tipte ele alınan araştırma kapsamına olasılıksız örnekleme yöntemlerinden gelişigüzel olarak örnekleme yöntemi kullanılarak bir hastanede çalışmakta olan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 107 hemşire alınmıştır. Veri toplama aracı olarak hemşirelerin sosyo-demografik özelliklerini içeren ve araştırmacılar tarafından hazırlanan “Kişisel Bilgi Formu (yaş, medeni durum, klinik, görev, çalışma yılı vb.)” ve Altuntaş ve Baykal (2010) tarafından geçerlik ve güvenirliği yapılan Örgütsel Vatandaşlık Düzeyi Ölçeği (ÖVDÖ) kullanılmıştır. Veriler, etik kurul izni ve araştırma için kurumdan izin alınarak, 01 Mart–15 Mart 2011 tarihleri arasında araştırmacılar tarafından toplanmıştır. Çalışanların ne sıklıkta örgütsel vatandaşlık davranışı sergilediklerini belirleyen ÖVDÖ, Dolma (2003) tarafından geliştirilerek tekstil sektöründeki büro çalışanları üzerinde geçerlik ve güvenirlik analizleri yapılmıştır. Geliştirilen bu ölçek “yardım etme, intizam, hoşgörü, katılım, bilgilendirme ve firmayı tanıtma” olmak üzere 6 alt boyut ve 24 maddeden oluşmakta ve 7’li cevap seçenekleri (her zaman-7, çoğu zaman-6, yarıdan fazla-5, yarı yarıya-4, yarıdan az-3, nadiren-2, hiçbir zaman-1) bulunmaktadır. Ölçek, ortalama puanın (3,5) üzerine çıkıldıkça örgütsel vatandaşlık düzeyinin arttığı şeklinde değerlendirilmektedir. Dolma (2003) tarafından belirlenen ölçeğin Cronbach alfa katsayısı 0.83’tür. Literatürde veri toplama araçlarının özellikle de başka disiplinlerde geliştirilmiş olan ölçeklerin hemşirelik alanında kullanılabilmesi için geçerlik-güvenirlik analizlerinin yapılması gerektiği vurgulanmaktadır (Erefe 2002). Bu çalışmada Dolma (2003) tarafından geliştirilen Altuntaş ve Baykal (2010) tarafından hemşirelik üzerinde geçerlik ve güvenirlik çalışması yapılmış olan ölçek kullanılmıştır. Dolma (2003) tarafından geliştirilen orijinal ölçek; yardım etme, vicdanlılık, hoşgörülülük, bilgilendirme, katılım ve kurumu övme olarak 6 faktör grubuna ayrılmakla birlikte Altuntaş ve Baykal (2010) tarafından yapılan çalışmada; 5 faktör grubuna ayrılmış ve orjinal ölçekte yer alan katılım alt boyutu ile ilgili 5 Nilay ÖZKÜTÜK, Fatma ORGUN, Hale SEZER, Azize GÜNEYSU ÇAKAN maddelerin bilgilendirme alt boyutu içinde yer aldığı görülmüştür. Sonuçta, örgütsel vatandaşlık düzeyinin hemşireliğe uyarlanmasında orijinal isimlendirmeye bağlı kalınarak ölçek alt faktörleri; yardım etme, vicdanlılık, hoşgörülülük, kurumu övme, bilgilendirme-katılım şeklinde ele alınmıştır. Altuntaş ve Baykal (2010) tarafından yapılan örgütsel vatandaşlık düzeyinin iç tutarlılık incelemesi sonucunda ölçeğin toplam Cronbach alfa değerinin .87, alt boyut Cronbach alfa değerlerinin vicdanlılık alt boyutunda .77, kurumu övme alt boyutunda .74, bilgilendirme-katılım alt boyutunda .68, hoşgörülülük alt boyutunda .76 ve yardım etme alt boyutunda .68 olduğu ve örgütsel vatandaşlık düzeyinin yüksek derecede güvenilir olduğu belirlenmiştir. Verilerin analizinde, SPSS paket programı kullanılarak, sayı ve yüzdelik dağılımları alınmış, numerik değişkenlerde Shapiro-Wilk testi ile normallik analizi yapılarak, normal dağılım gösteren değişkenlerde tek yönlü varyans analizi uygulanmıştır. BULGULAR Hemşirelerin Sosyo-Demografik Özelliklerine İlişkin Bulgular Hemşirelerin %67,3’ünün 30-39 yaş grubunda, %93,5’inin bayan ve %77,6’sının evli olduğu belirlenmiştir. Hemşirelerin %25,2’sinin 11-15 yıldır meslekte çalıştıkları ve %33,6’sının 0-5 yıldır bu kurumda çalıştıkları saptanmıştır. Hemşirelerin, %66,4’ünün servis hemşiresi olduğu, %32,7’sinin dahili birimlerde ve %49,5’inin cerrahi birimlerde çalıştığı belirlenmiştir (Grafik 1,2,3). Grafik 2: Hemşirelerin Çalışma Yılı ve Kurumdaki Çalışma Yılına İlişkin Bulgular Grafik 1: Hemşirelerin Yaş, Cinsiyet ve Medeni Durumlarına İlişkin Bulgular 80 30-39 yaş 93,5 100 33,6 40 30 77,6 67,3 60 40 20 Bayan 20 Evli 10 29 21,5 25,2 24,3 18,7 15,9 10,3 8,4 13 0 0 30-39 yaş Bayan 0-5 yıl Evli 6-10 yıl Çalışma yılı 11-15 yıl 16-20 yıl 21-25 yıl Kurum çalışma yılı Grafik 3: Hemşirelerin Kurumdaki Görev ve Kliniklerine İlişkin Bulgular 2,8 66,4 Servis hemşiresi 15 15,9 15 Diğer Diğer Acil 32,7 49,5 6 Dahili 2,8 0 Servis hemşiresi Sorumlu hemşire Dahili İdare Başhemşire Cerrahi 10 20 30 40 50 60 70 İdare Hastanede Çalışan Hemşirelerin Örgütsel Vatandaşlık Düzeylerinin İncelenmesi Alt Problemlere İlişkin Bulgular Araştırmanın birinci alt problemi “Hemşirelerin “örgütsel vatandaşlık davranışları” ne düzeydedir?” biçiminde ifade edilmiştir. Hemşirelerin örgütsel vatandaşlık düzeyi ölçeğine (ÖVDÖ) ilişkin bulgularının dağılımı Tablo 1’de verilmiştir. Tablo 1. Örgütsel Vatandaşlık Düzeyi Ölçeği (ÖVDÖ) Puan Ortalamaları ÖVDÖ X Ss Vicdanlılık 37,88 (5,41) 3,51 (0,5) Kurumu Övme 19,44 (4,86) 5,38 (1,34) Bilgilendirme ve Katılım 27,75 (5,55) 4,93 (0,99) Hoşgörülülük 17,50 (4,37) 4,61 (1,15) Yardım etme 22,35 (5,59) 3,73 (0,93) Toplam 131,58 (5,48) 13,48 (0,56) Örgütsel vatandaşlık düzeyi ölçeğinin puan ortalaması Tablo 1’de görülmektedir. Ölçeğin toplam ortalama puanına bakıldığında (5.48) oldukça yüksek düzeyde bir puan ortalamasına sahip olduğu ve hemşireler tarafından en yüksek düzeyde algılanan alt boyutun ise “Yardım etme (5.59)” alt boyutu olduğu bulunmuştur. Araştırmanın ikinci alt problemi “Hemşirelerin örgütsel vatandaşlık düzeyleri bazı sosyo-demografik değişkenlere (yaş, klinik, görev ve çalışma yılı)” göre anlamlı farklılık göstermekte midir?” biçiminde ifade edilmiştir. Hemşirelerin örgütsel vatandaşlık düzeyinin yaşlara göre farklılık gösterip göstermediğine ilişkin bulguların karşılaştırılması Tablo 2’de verilmiştir. Tablo 2. Hemşirelerin Örgütsel Vatandaşlık Düzeylerinin Yaşlarına Göre Karşılaştırılması 18-29 (n=12) 30-39 (n=72) 40-49 (n=23) x Ss x Ss x Ss F p Vicdanlılık 5,33 ,58 5,33 , 52 5,71 ,24 5,84 ,004* Kurumu Övme 3,79 1,76 4,69 1,19 5,96 ,78 15,27 ,000* Bilgilendirme ve katılım 5,75 ,74 5,35 1,05 6,07 ,59 5,31 ,006* Hoşgörülülük 4,98 ,87 4,37 1,18 4,08 1,09 2,50 0,08 Yardım etme 5,79 1,06 5,52 ,87 5,67 1,06 2,82 ,000* Toplam 5,46 ,63 5,37 ,57 5,84 ,29 6,49 ,002* Hemşirelerin yaşları ile örgütsel vatandaşlık düzeyi karşılaştırıldığında, hoşgörülülük alt boyutu dışında toplamda ve tüm alt boyutlar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur (Tablo 2). Ortalamalara bakıldığında; 40-49 yaş grubundaki hemşirelerin hoşgörülülük (4,08) ve yardım etme (5,67) alt boyutu dışında diğer yaş gruplarına göre göreceli olarak daha yüksek örgütsel vatandaşlık düzeyine sahip oldukları görülmektedir. Bu sonuçlara göre yaş arttıkça örgütsel vatandaşlık düzeyinin arttığı söylenebilir. 7 Nilay ÖZKÜTÜK, Fatma ORGUN, Hale SEZER, Azize GÜNEYSU ÇAKAN Hemşirelerin örgütsel vatandaşlık düzeyinin çalıştıkları kliniklere göre farklılık gösterip göstermediğine ilişkin bulguların karşılaştırılması Tablo 3’de verilmiştir. Tablo 3. Hemşirelerin Örgütsel Vatandaşlık Düzeylerinin Çalıştıkları Kliniklere Göre Karşılaştırılması Dahili (n=35) x Cerrahi (n=53) Ss x Acil (n=16) Ss X İdare (n=3) Ss x Ss F p Vicdanlılık 5,51 ,32 5,34 ,57 5,47 , 60 5,19 ,16 1,02 ,384 Kurumu Övme 4,70 1,54 4,92 1,33 4,84 1,03 5,75 ,43 ,632 ,596 Bilgilendirme ve katılım 5,62 1,01 5,38 ,99 5,85 ,89 6,13 ,12 1,43 ,238 Hoşgörülülük 4,04 1,35 4,47 1,05 4,92 ,72 3,67 1,28 2,80 ,044* Yardım etme 5,96 ,86 5,40 ,92 5,53 ,99 4,92 ,38 3,32 ,023* Toplam 5,51 ,47 5,42 ,60 5,64 ,66 5,45 ,29 ,65 ,586 Hemşirelerin çalıştıkları klinik ile örgütsel vatandaşlık düzeyi karşılaştırıldığında, toplamda ve tüm alt boyutlar arasında hoşgörülülük ve yardım etme alt boyutu dışında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamamıştır (Tablo 3). Ortalamalara bakıldığında; vicdanlılık ve yardım etme alt boyutunda dahili birimde, kurumu övme, bilgilendirme ve katılım alt boyutunda idari birimde, hoşgörülülük ve ölçek toplamında acil birimde çalışan hemşirelerin diğer kliniklerde çalışan hemşirelere göre istatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte göreceli olarak daha yüksek örgütsel vatandaşlık düzeyine sahip oldukları belirlenmiştir. Hemşirelerin örgütsel vatandaşlık düzeylerinin görevlerine göre farklılık gösterip göstermediğine ilişkin bulguların karşılaştırılması Tablo 4’de verilmiştir. Hemşirelerin görevleri ile örgütsel vatandaşlık düzeyi karşılaştırıldığında, vicdanlılık, hoşgörülülük ve yardım etme alt boyutu dışında toplamda ve tüm alt boyutlar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur (Tablo 4). Tablo 4. Hemşirelerin Örgütsel Vatandaşlık Düzeylerinin Görevlerine Göre Karşılaştırılması Başhemşire (n=3) Sorumlu hemşire (n=16) Servis hemşiresi (n=71) Ss Diğer (n=17) x Ss X Ss X x Ss F P Vicdanlılık 5,19 ,16 5,65 ,21 5,35 ,57 5,46 ,33 1,82 ,147 Kurumu Övme 5,75 ,43 5,95 ,73 4,54 1,34 5,00 1,32 ,612 ,001* Bilgilendirme ve katılım 6,13 ,12 6,34 ,38 5,30 1,05 5,74 ,69 6,27 ,001* Hoşgörülülük 3,67 1,28 4,04 1,30 4,46 1,10 4,46 1,19 ,961 ,414 Yardım etme 4,92 ,29 6,08 ,62 5,54 ,12 5,46 ,88 2,26 ,086 Toplam 5,46 ,29 5,93 ,27 5,37 ,57 5,54 ,56 4,98 ,003* Ortalamalara bakıldığında; sorumlu hemşirelerin hoşgörülülük alt boyutu dışında tüm alt boyutlarda ve ölçek toplamında diğer hemşirelere göre göreceli olarak daha yüksek örgütsel vatandaşlık düzeyine sahip oldukları saptanmıştır. Bu sonuçlara göre 8 Hastanede Çalışan Hemşirelerin Örgütsel Vatandaşlık Düzeylerinin İncelenmesi sorumlu hemşirelerin örgütsel vatandaşlık davranışı konusunda daha duyarlı olduğu söylenebilir. Hemşirelerin örgütsel vatandaşlık düzeyinin çalışma yıllarına göre farklılık gösterip göstermediğine ilişkin bulguların karşılaştırılması Tablo 5’de verilmiştir. Tablo 5. Hemşirelerin Örgütsel Vatandaşlık Düzeylerinin Çalışma Yıllarına Göre Karşılaştırılması ÖVDÖ 0-5 yıl (n=36) 6-10 yıl (n=31) 11-15 yıl (n=17) 16-20 yıl (n=9) 21-25 yıl (n=14) x Ss x Ss x Ss x Ss x Ss F P Vicdanlılık 5,32 ,45 5,41 ,57 5,34 ,49 5,41 ,62 5,71 ,28 1,68 ,160 Kurumu Övme 4,35 1,41 4,82 1,15 4,75 1,33 5,61 ,83 5,89 1,17 ,463 ,002* Bilgilendirme ve katılım 5,21 1,13 5,58 ,80 5,45 1,15 6,06 ,70 6,10 ,43 2,98 ,022* Hoşgörülülük 4,36 1,12 4,42 1,15 4,42 1,20 4,00 1,11 4,44 1,29 ,269 ,897 Yardım etme 5,70 ,92 5,60 ,92 5,54 ,83 5,52 ,93 5,32 1,13 4,48 ,774 Toplam 5,32 ,53 5,49 ,59 5,41 ,63 5,64 ,48 5,83 ,30 2,51 ,046* Hemşirelerin kurumdaki çalışma yılları ile örgütsel vatandaşlık düzeyi karşılaştırıldığında, vicdanlılık, hoşgörülülük ve yardım etme alt boyutu dışında toplamda ve tüm alt boyutlar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur (Tablo 5). Ortalamalara bakıldığında; 21-25 yıl kurumda çalışma yılına sahip olan hemşirelerin yardım etme alt boyutu dışında tüm alt boyutlarda ve ölçek toplamında diğer hemşirelere göre göreceli olarak daha yüksek örgütsel vatandaşlık düzeyine sahip oldukları saptanmıştır. Bu bulguya göre, meslekte çalışma süresi arttıkça hemşirelerin örgütsel vatandaşlık davranış düzeylerinin de arttığı söylenebilir. TARTIŞMA Bu çalışmada, örgütsel vatandaşlık davranışına ilişkin bir devlet hastanesinde görev yapan hemşirelerin “ÖVD” ne düzeydedir?”, “ÖVD düzeyleri bazı sosyo-demografik değişkenlere” göre farklılık göstermekte midir?”sorularına yanıt aranmıştır. Oplatka (2006)’nın çalışmasının sonuçlarına göre, öğrenci ve meslektaşlara karşı destekleyici davranışların, öğretimde yenilikçilik ve değişimin, örgüt yararına güçlü bir yönlendirmenin ve öğretmenlik mesleğine güçlü bir bağlılığın örgütsel vatandaşlık davranışlarının bileşenleri olduğu ortaya konmuştur. Altuntaş (2008) tarafından hemşireler üzerinde yapılan “Hemşirelerin Örgütsel Güven Düzeyleri İle Kişisel-Mesleki Özellikleri Ve Örgütsel Vatandaşlık Davranışları Arasındaki İlişki” adlı çalışmada hemşirelerin en yüksek vicdanlılık alt boyutunda olmak üzere yardım etme, bilgilendirme ve kurumu övme alt boyutlarında ortalamanın üstünde puan aldıkları, hoşgörülülük alt boyutunda ise ortalama sınırlarda puan aldıkları belirlenmiştir. Feather ve Rauter (2004) tarafından kadrolu ve sözleşmeli öğretmenler arasında yapılan “Organizational citizenship behaviours in relation to job status, job insecurity, 9 Nilay ÖZKÜTÜK, Fatma ORGUN, Hale SEZER, Azize GÜNEYSU ÇAKAN organizational commitment and identification, job satisfaction and work values” adlı çalışmada öğretmenlerin örgütsel vatandaşlık davranışları orta düzeyde bulunmuştur. Bu çalışmada hemşirelerin ÖVD yüksek düzeyde bulunmuştur (Tablo 1). Hemşireler tarafından en yüksek düzeyde algılanan örgütsel vatandaşlık düzeyi alt boyutu da “Yardım etme” alt boyutudur (Tablo 1). Örgütte uzman ya da deneyimli ve kıdemli işgörenlerin, yeni meslektaşlarına yardım etmesi özgecilik (yardım etme) olarak kabul edilmektedir (Sezgin 2005). Organ’a (1988) göre de yardımseverlik, örgüt ile ilgili bir görevde veya sorunda diğer bir çalışana yardım etmeyi içeren, isteğe bağlı davranışlardır. Örgüt yararına güçlü bir yönlendirmenin ve ekip olmanın temelinde yardım etme (özgecilik) yer almaktadır. Sağlık ekibinin bir üyesi olan hemşireler, özellikle meslektaşlarının araç-gereç kullanmaları, görevlerini tamamlamaları, belirli bilgilere ulaşmaları ve hastalara zamanında bakım ve tedaviyi uygulamaları konusunda yardımcı olmaya yönelik davranışlar sergilerler. Çalışmada, hemşireler tarafından daha yüksek düzeyde algılanan alt boyut “Yardımseverlik” alt boyutu olduğuna göre bu durum özgecilik yani yardım etme kavramı ile örtüşmektedir (Sezgin 2005). Somech ve Ron (2007) tarafından ilköğretim okulu öğretmenleri ve yöneticileri üzerinde yapılan “Promoting organizational citizenship behavior in schools: The impact of individual and organizational characteristics” adlı çalışmada okulların rahat ve nispeten bürokratik bir yapıya sahip oldukları bulunmuş olmakla birlikte, bu yapıyı geliştirmek ve öğretmenlerin örgütsel vatandaşlık davranışlarını güçlendirmek için onların iş arkadaşlarına yardım etmesi ve yaratıcı fikirlerini paylaşmak için onları motive etmesinin önemli ve gerekli olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu çalışmada yardım etme davranışının ÖVD üzerinde etkili olduğu bulunmuştur. Bu sonuç çalışma bulguları ile paralellik göstermektedir. Aktaş (2008), Aktay (2008), Altunbaş (2009), Ay (2007), Dönder (2006), Yücel ve Kalaycı (2009) ve Yücel (2006)’in yapmış oldukları çalışmalarda da genel olarak alt boyutlar arasında en yüksek algı düzeyinin yardımseverlik ve kendini geliştirme alt boyutlarına ait oldukları belirlenmiştir. Bu çalışmalar da çalışma bulgularını destekler niteliktedir. Yaş değişkeni incelendiğinde; hemşirelerin yaşları arttıkça göreceli olarak daha yüksek örgütsel vatandaşlık düzeyine sahip oldukları görülmektedir. Bu sonuçlara göre yaş arttıkça örgütsel vatandaşlık düzeyinin arttığı söylenebilir (Tablo 2). Benzer şekilde, Ölçüm Çetin (2004), Özer (2009) ve Uslu (2010) tarafından yapılan çalışmalarda öğretmenlerin örgütsel vatandaşlık davranışlarının yaşı ilerleyen örgüt üyeleri lehine farklılık gösterdiği bulunmuştur. Bu çalışmalar çalışma bulguları ile paralellik göstermektedir. Hemşirelerin çalıştıkları klinik değişkeni incelendiğinde; ortalamalara bakıldığında vicdanlılık ve yardım etme alt boyutunda dahili birimde çalışan hemşirelerin daha yüksek ÖVD düzeyine sahip oldukları belirlenmiştir. Hemşirelerin ÖVD düzeylerini değerlendirmeleri sonucu ortaya çıkan bu bulgular doğrultusunda dahili birimde 10 Hastanede Çalışan Hemşirelerin Örgütsel Vatandaşlık Düzeylerinin İncelenmesi çalışan hemşirelerin vicdanlılık kapsamında yer alan, işe zamanında gelme, dinlenme molalarını uzatmama, örgüt içi toplantılara katılma, çalışma saatlerini aşan durumlarda bile çalışma gibi davranışları yerine getirdikleri söylenebilir. Bu sonuçların ortaya çıkmasında hemşirelik mesleğinin uğraş alanının insan sağlığı olması; ihmalin ve küçük hataların bile büyük hatalara yol açması nedeniyle hemşirelerin daha dikkatli ve titiz çalışmalarının mesleğin yapısında var olan fedakarlık kavramı nedeniyle çalışma hayatlarında da her zaman daha fedakar davrandıkları için bu bulguların ortaya çıkmasında etkili olduğu düşünülmektedir (Altuntaş 2008). Hemşirelerin görev değişkeni incelendiğinde; ortalamalara bakıldığında sorumlu hemşirelerin hoşgörülülük alt boyutu dışında tüm alt boyutlarda ve ölçek toplamında diğer hemşirelere göre göreceli olarak daha yüksek örgütsel vatandaşlık düzeyine sahip oldukları saptanmıştır. Bu sonuçlara göre sorumlu hemşirelerin örgütsel vatandaşlık davranışı konusunda daha duyarlı olduğu söylenebilir. Mesleki çalışma yılları incelendiğinde, 21-25 yıl kurumda çalışma yılına sahip olan hemşirelerin yardım etme alt boyutu dışında tüm alt boyutlarda ve ölçek toplamında diğer hemşirelere göre göreceli olarak daha yüksek örgütsel vatandaşlık düzeyine sahip oldukları saptanmıştır. Bu bulguya göre, meslekte çalışma süresi arttıkça hemşirelerin örgütsel vatandaşlık davranış düzeylerinin de arttığı söylenebilir (Tablo 5). Aktay (2008), Karakuş (2008) ve Özer (2009) tarafından öğretmenlerin örgütsel vatandaşlık düzeyleri üzerine yapılan çalışmalarda da meslekte çalışma süreleri arttıkça daha yüksek düzeyde örgütsel vatandaşlık düzeyine sahip oldukları bulunmuştur. Bu çalışmalar yapılan bu araştırma bulgularını destekler niteliktedir. SONUÇ Bireyin bir bütün olarak örgütün işleyişini geliştiren faaliyetlerini temsil eden örgütsel vatandaşlık davranış düzeylerini belirlemek amacıyla bir devlet hastanesinde çalışan hemşirelere yönelik olarak planlanmış olan bu araştırma sonucunda; hemşirelerin örgütsel vatandaşlık davranışlarının oldukça yüksek düzeyde olduğu saptanmıştır. Bu araştırmadan elde edilen bulgular doğrultusunda; yaş ve meslekteki çalışma yılının artışı ile paralel olarak örgütsel vatandaşlık düzeyinin artması ile birlikte deneyimli hemşirelerin kıdemsiz hemşirelere yardımcı olmaları konusunda yönetimin destek olması, ödül sistemini kullanması ve bu alan ile ilgili yapılacak diğer çalışmalarda daha büyük ve farklı örneklem grubu çeşitliliği dikkate alınarak araştırmaların yapılması önerilmektedir. KAYNAKLAR Aktaş HG. Öğretmenlerde denetim odağı ve örgütsel vatandaşlık davranışı. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Afyon: Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 2008: 8-35. Aktay A. Yönetici ve öğretmenlerin değer tercihleri ile örgütsel vatandaşlık davranışları arasındaki ilişkinin incelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek lisans Tezi. İstanbul: Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 2008. Altunbaş A. Öğretmenlerin örgütsel vatandaşlık davranışları ve çalışma değerlerinin analizi (Altındağ İlçesi Örneği). Yayınlanmamış Yüksek lisans Tezi. İstanbul: Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 2009. 11 Nilay ÖZKÜTÜK, Fatma ORGUN, Hale SEZER, Azize GÜNEYSU ÇAKAN Altuntaş S, Baykal Ü. Örgütsel vatandaşlık düzeyi ölçeğinin hemşirelikte geçerlik güvenirliği. Anadolu Hemşirelik ve Sağlık Bilimleri Dergisi. 2010; 13(3): 7-16. Altuntaş S. Hemşirelerin örgütsel güven düzeyleri ile kişisel-mesleki özellikleri ve örgütsel vatan-daşlık davranışları arasındaki ilişki. Yayınlanmamış Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 2008: 66. Ay B. Öğretmenlerin öz-yeterlikleri ve örgütsel vatandaşlık davranışı. Afyon: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 2007: 44-65. Bolat O İ, Bolat T, Aytem O ve ark. Güçlendirici lider davranışları ve örgütsel vatandaşlık davranışı arasındaki ilişkinin sosyal mübadele kuramından hareketle incelenmesi. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 2009; 12(21): 215-239. Çalık T, Özbay Y, Erkan S, ve ark (2011). İlköğretim okullarında okul iklimi, zorbalık ve prososyal davranışlar arasındaki ilişkilerin incelenmesi. 21.02.2011’de http://oc.eab.org.tr/egtconf/pdfkitap/pdf/ 415.pdf/ html adresinden indirildi. Dönder HH. Öğretmenlerin örgütsel vatandaşlık davranışları ve bürokrasi. Afyon: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 2006. Erefe İ. Hemşirelikte araştırma, ilke süreç ve yöntemleri. İstanbul: Odak ofset. 2002. Feather NT and Rauter KA. Organizational citizenship behaviours in relation to job status, job insecurity, organizational commitment and identification, job satisfaction and work values. J.Occup Organ Psychol. 2004; 77:81-94. Karakuş M. İlköğretim okul yöneticilerinin ve öğretmenlerin duygusal zeka yeterliliklerinin, öğretmenlerin duygusal adanmışlık, örgütsel vatandaşlık ve iş doyumu düzeylerine etkisi. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Elazığ: Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 2008. Organ DW. Organizational citizenship behavior: The good soldier syndrome. Lexington, MA: Lexington Books. 1988. Oplatka I. Going beyond role expectations: Toward an understanding of the determinants and components of teacher organizational citizenship behavior. Edu Admin Quar, 2006; 42(3): 385-423. Ölçüm Çetin M. Örgütsel Vatandaşlık Davranışı, Nobel Yayın Dağıtım. 2004. Özaslan B Ö, Beyhan A ve Acar A C (2009). Duygusal Zeka ve Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Arasındaki İlişkinin İncelenmesine Yönelik Bir Araştırma. Yönetim 20(64):98-111. 21.02.2011’de http://www.iie.istanbul.edu.tr/ydsy/MakaleGoster.aspx?m=477. html adresinden indirildi. Özdevecioğlu M. Örgütsel vatandaşlık davranışı ile üniversite öğrencilerinin bazı demografik özellikleri ve akademik başarıları arasındaki ilişkilerin belirlenmesine yönelik bir araştırma. Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. 2003: 20:117-135. Özer S. Eğitim örgütlerinde lider davranış biçimleri ile örgütsel vatandaşlık davranışı arasındaki ilişki (Nevşehir İli Örneği). Yayınlanmamış Yüksek lisans Tezi. Kayseri: Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 2009. Sezgin F. Örgütsel vatandaşlık davranışları: kavramsal bir çözümleme ve okul açısından bazı çıkarımlar. GÜ. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi. 2005; 25(1):317-339. Somech A, Ron I. Promoting organizational citizenship behavior in schools: The impact of individual and organizational characteristics. Edu Admin Quar, 2007; 43(1): 38-66. Sökmen A, Boylu Y (2011). Örgütsel vatandaşlık davranışı cinsiyete göre farklılık gösterir mi? Otel işletmeleri açısından bir değerlendirme. Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 10(1):147–163. 21.02.2011’de http://sbe.gantep.edu.tr html adresinden indirildi. Titrek O, Bayrakçı M ve Zafer D (2009). Akademik Bakış, Kırgızistan:Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi. 17. İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası, Kırgız-Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü 21.02.2011’de http://www.akademikbakis.org. html adresinden indirildi. Uslu B. İlköğretim okulu öğretmenlerinin örgütsel vatandaşlık davranışlarının bazı değişkenler açısından incelenmesi (Manisa İli Örneği). Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 2010: 70-93. Yücel C, Samancı G. Örgütsel güven ve örgütsel vatandaşlık davranışı. Elazığ: Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 2009; 19(1): 113-132. Yücel S. Öğretmenlerde mesleki tükenmişlik ve örgütsel vatandaşlık davranışı. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Afyon: Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 2006. 12 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 28 (3) : 13-24, 2012 HEMŞİRELERİN YÖNETSEL KARARLARA KATILIMLARININ İNCELENMESİ THE EVULATION OF THE STAFF NURSES DECISIONAL INVOLVEMENT Yard.Doç.Dr. Fahriye VATAN* Prof.Dr. Gülümser ARGON* Araş.Gör. Meltem DURSUN ENGİN* Hemşire Hatice BİNBİR** Araş.Gör. Ayşe ÇİÇEK*** *Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, İzmir **İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir ***7 Aralık Üniversitesi Yusuf Şerefoğlu Sağlık Yüksekokulu, Kilis ÖZET Giriş: Hemşirelerin, hemşirelik mesleğini neden bıraktıklarına ilişkin yayınlanan araştırma raporları, konunun birincil nedeninin hemşirelerin, otonomilerini ve kendi klinik uygulama alanlarındaki otoritelerini kısıtlayan çalışma şartları olduğunu ortaya koymuştur. Bu nedenle de son 50-60 yıldır anahtar kuruluşlar, yeni düzenlemeler yapmak, çalışma alanının kültürünü geliştirmek, hemşire yetersizliği sorununu çözmek ve hasta bakım kalitesinin arttırılması açısından uzun dönem stratejisi olarak, klinik hemşirelerinin karar verme sürecine katılımını teşvik etmektedirler. Amaç: Araştırmada, hemşirelerin karar verme sürecine ne kadar katıldıklarını ve ne kadar katılmak istediklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Hemşirelerin karar verme sürecine katılımlarını incelemek amacıyla planlanan araştırmanın evrenini, bir eğitim ve araştırma hastanesinde görev yapan 600 hemşire oluşturmuştur. Araştırmada örneklem seçimine gidilmemiş olup, araştırmaya katılmayı kabul eden hemşireler örneklemi oluşturmuştur (N=171). Araştırma verileri, 2 bölümden oluşan anket formu ile toplanmıştır. Birinci bölümde, hemşirelerin sosyo-demografik ve çalışma yaşamına ilişkin özellikleri ile karar verme ile ilgili görüşlerine yönelik 9 soru bulunmaktadır. İkinci bölümde yer alan ve 21 maddeden oluşan “Kararlara Katılım Ölçeği” (Decisional Involvement Scale), Havens ve Vasey (2003) tarafından geliştirilmiş bir ölçektir. Bulgular ve Sonuç: Araştırmaya katılan hemşirelerin yaş ortalaması 33.36±5.80’dir. Araştırmadan elde edilen bulgular değerlendirildiğinde; karar eylemini çoğunlukla yönetimin gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Sonuç olarak yöneticiler, hemşirelerin karar verme sürecine daha etkin şekilde dahil olmalarını sağlamalıdırlar. Anahtar Kelimeler: Karar verme, hemşire, otonomi ABSTRACT Introduction: Research reports on nurses, why leave the profession of nursing has shown that the primary cause of the issue is nurses’ autonomy and authority of their own areas of clinical practice that restricting the working conditions. Therefore, the key institutions and the new regulations in the last 50-60 years, develop a culture of the workspace, solve the problem of nurse shortage and improve the quality of patient care as a long-term strategy, encourage the participation of clinical nurses in decision-making. Fahriye VATAN, Gülümser ARGON, Meltem DURSUN ENGİN, Hatice BİNBİR, Ayşe ÇİÇEK Objective: The study aimed to measure how much nurses have been participated and how much they want to join in decision-making process. Materials and Methods: Nurses' participation in decision-making process is planned to investigate the population of study, 600 nurses, working in an education and research hospital. In the research, the sample choice has not been applied, the sample consisted of nurses who agreed to participate in research (N=171). The research data were collected by questionnaire, consisting of 2 parts. In the first section, socio-demographic characteristics and the working life of nurses related their views regarding decision-making are 9 questions. In the second section, The Decisional Involvement Scale (DIS) developed by Donna Sullivan Havens ve Joseph Vasey (2003) consists of 21 items. Results and Conclusion: The mean of nurses' age is 33.36 ± 5.80 in the study. The findings of the study evaluated; the action of the decision mostly carried out by management is understood. As a result, administrators should ensure nurses’ inclusion more effectively in decision-making process. Key Words: Decision-making, nurse, autonomy GİRİŞ Sağlık teknolojisinde, hastaların ihtiyaçlarında ve finansal kaynaklarda meydana gelen değişimler, hasta bakımı konusunda hemşirelerin sorumluluklarını arttırmaktadır. Bunun sonucu olarak hemşireler, daha fazla otonomiye ve karar verme sürecine daha etkin katılıma ihtiyaç duymaktadırlar. Hemşirelerin daha çok katılım sağladığı karar verme süreçleri, daha iyi sonuçlar doğurmaktadır. Ancak kurum içerisinde, hemşirenin karar verme sürecine katılımı birçok farklı faktöre dayanmaktadır. Yönetici hemşirenin liderliği ve hekimler ile işbirliği bu konulardan bazılarıdır (Krairiksh ve Anthony 2001, Bohinc ve Gradisar 2003, Clancy 2003, Kangallı 2005, Karagözoğlu 2008, Weston 2010). Kararlara katılım, hemşirelik uygulamalarında kararlara ve uygulamalara ilişkin yetki dağılımını gösteren bir kavram olarak tanımlanmıştır (Havens ve Vasey 2003). Hasta bakımı ile ilgili durumlar, kurumsal durumlar/olaylar ve mesleki konular, hemşirelerin günlük uygulamalarında karar vermelerini gerektiren birçok durumu ortaya çıkarmaktadır (Tosun 2002). Bakımın doğrudan sağlayıcıları olarak hemşireler, hastaya en yakın grup olduğundan, günlük çalışma yaşamları içerisinde kararlara katılım anlamında önemli fırsatlar ele geçirmektedirler (Krairiksh ve Anthony 2001). Karar verme, otonominin tartışılmasında önemli bir konudur. Karara varmak için isteklilik, yetenek ve yapılanlardan sorumlu olmak, profesyonel hemşireliğin temel bir niteliğidir (Cullen 2000). Hemşirelikte otonomi, sağlık bakım ortamlarında hemşirelik kararlarını verme yeteneği ve bireyin kendi uygulamaları içindeki bağımsızlığı olarak ifade edilebilmektedir (Kaya ve ark. 2006, Tosun 2002). Otonomi aynı zamanda hemşirenin verdiği bağlayıcı kararlar doğrultusunda hareket etme özgürlüğünü de kapsamaktadır (Lewis 2006). Otonomi sahibi birey, kararlarından ve davranışlarından sorumlu olan kişidir. Yüksek öğrenim görerek üst düzeyde profesyonel formasyon kazanan modern hemşireler, değişen sağlık sistemi çerçevesinde, çalıştıkları birimlerde diğer sağlık mesleği üyeleriyle iş bölümü ve iş birliği içinde bulunmakta, ekip düzeni içinde bağımsız rolleri giderek ağırlık kazanmakta ve bu artışın gereği olarak otonomilerinin, otonom olmanın sonucu olarak da sorumluluklarının artması gündeme gelmektedir (Taylan 2009). Ancak hemşirelik mesleğinin bugünkü durumu 14 Hemşirelerin Yönetsel Kararlara Katılımlarının İncelenmesi incelendiğinde, hemşirelerin sağlık bakım sisteminde karar verme mekanizmalarına çok katılmadıkları, hatta mesleki kararlarını vermede engelleyici farklı etmenlerle karşılaştıkları görülmektedir (Baykara Göçmen 2010). Profesyonel bir hemşire, hastası için yararlı olacağını düşündüğü ve yeteneği içinde olan faaliyetlerle ilgili kararları almakta bilgili ve özgür olmalı, yani otonomi sahibi olmalıdır. Diğer taraftan, kendi deneyimi ve bilgi sınırlarını aşan görevlerde de diğer meslek üyelerinin yetkisine saygı duymalıdır (Saraçoğlu 2010). Ülkemizde sınırlı sayıda olmakla birlikte, gelişmiş ülkelerde hemşirelikte otonomiye yönelik birçok çalışma vardır (Kangallı 2005). Hastanelerde hemşirelik uygulamalarındaki otonomi, son 10 yılda önem kazanmıştır. Bunun nedeni, hemşirelik uygulamalarındaki karar verme kısıtlamalarının hastaya verilen bakımın sonuçlarını etkilemesidir. Hemşirelerdeki otonomi yokluğu, hasta gereksinimlerine doğrudan cevap verilmemesine, ekip üyeleri arasındaki sorunların artmasına neden olmaktadır (Saraçoğlu 2010). Hemşireler üzerinde yapılan araştırmalarda, otonominin, iş doyumunun önemli bir belirleyicisi olduğu gösterilmektedir (Laschinger ve Havens 1996, Seren 1998, Finn 1999, Cullen 2000, Kangallı 2005, , Iliopoulou 2010, Saraçoğlu 2010, Weston 2010). Ayrıca yüksek düzeyde otonomi, düşük personel devir hızı ve daha az tükenmişlik ilişkili bulunmuştur (Weston 2010). Hemşirelik personelinin karar verme sürecine katılımının arttırılması hemşire kaynaklı hasta çıktılarında da olumlu etkiye neden olmaktadır. Bunlar arasında, hemşire bakım kalitesinin yükselmesi, hasta mortalitesinin azalması ve komplikasyonların azalması, daha kısa kalış süreleri, yoğun bakımların daha az gün kullanılması, daha az hasta ve hasta ailesi-yakını şikayeti sayılabilir. Ayrıca karar verme sürecine katılımın arttırılması daha az psikosomatik ve fiziksel şikayet ve yetersizlikler ile ilişkilendirilmektedir (Krairiksh ve Anthony 2001, Havens ve Vasey 2003, Hoffmani ve ark. 2004, Weston 2010). Hemşirelerin, hemşirelik mesleğini neden bıraktıklarına ilişkin yapılan araştırma raporları, konunun birincil nedeninin hemşirelerin, otonomilerini ve kendi klinik alanlarındaki otoritelerini kısıtlayan çalışma şartları olduğunu ortaya koymuştur (Laschinger ve Havens 1996). Bu nedenle de anahtar kurumlar ve yeni yönetmelikler, çalışma alanının kültürünü geliştirmek açısından uzun dönem stratejisi olarak, klinik hemşirelerinin karar verme sürecine katılımını teşvik etmektedirler (Havens ve Vasey 2003, Weston 2010). Çalışmalar, hastanede çalışan hemşirelerin, katılımcı liderlik tarzını benimseyen liderler tarafından yönetilmeyi ve daha fazla otonomi ve sorumluluğu arzu ettiklerini göstermiştir. Yönetici hemşireler, hemşirelerin otonomilerinin arttırılmasında önemli bir rol üstlenmektedirler. Bu da, katılımcı yönetimi uygulayarak, hemşirelerin karar verme yeteneğine güvenerek ve hemşirelere karar verme yetki ve sorumluluğunu devrederek mümkün olabilir (Mrayyan 2004). Hemşirelerin karar verme sürecine katılımının arttırılması, etkili bir hasta bakımı ve hasta bakım aktiviteleri planlanması açısından faydalı olmakla kalmayacak daha olumlu hemşire ve hasta çıktıları elde edilmesini de sağlayacaktır. Ayrıca hemşirelik mesleğinde profesyonelliğin gelişimi ve kurum içi kalitenin artmasını sağlayacaktır. 15 Fahriye VATAN, Gülümser ARGON, Meltem DURSUN ENGİN, Hatice BİNBİR, Ayşe ÇİÇEK Buradan hareketle, araştırmada hemşirelerin karar verme sürecine ne kadar katıldıklarını ve ne kadar katılmak istediklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM Tanımlayıcı olarak planlanan çalışmanın evrenini, İzmir’de bir eğitim ve araştırma hastanesinde görevli 600 hemşire oluşturmuştur. Araştırmada örneklem seçimine gidilmemiş olup, araştırmaya katılmayı kabul eden ve ulaşılabilen hemşireler örneklemi oluşturmuştur (N= 171). Araştırma verileri, iki bölümden oluşan anket formu ile toplanmıştır: 1) Tanıtıcı Bilgilere Yönelik Anket Formu: Bu bölümde, hemşirelerin sosyodemografik ve çalışma yaşamına ilişkin özellikleri ile karar verme ile ilgili görüşlerine yönelik 9 soru bulunmaktadır. 2) Kararlara Katılım Ölçeği (KKÖ): Havens ve Vasey (2003) tarafından geliştirilmiş olan bu ölçek, 21 madde ve 6 alt boyuttan oluşmaktadır. KKÖ, hemşirelerin karar verme sürecine ne kadar katıldıklarını ve ne kadar katılmak istediklerini ölçmektedir. Bu ölçek daha önce ülkemizde Özülke ve Vatan’ın (2006) araştırmalarında kullanılarak geçerlilik ve güvenirlik çalışmaları yapılmıştır. “Kararlara Katılım Ölçeği”ndeki (KKÖ) 21 madde, birimde hangi kararların hemşirelere, hangilerinin yöneticilere ait olduğunu saptamak için 5’li Likert ile değerlendirilmektedir. Bu puanlama şu şekildedir: 1- Sadece yönetim (klinik sorumlusu, hastane başhemşiresi) 2- Öncelikle yönetim – bazen klinik hemşirelerinin katkısı 3- Klinik hemşireleri ve yönetim tarafından eşit bir biçimde 4- Öncelikle klinik hemşireleri – bazen yönetim 5- Yalnız klinik hemşireleri Hemşirelerden her bir maddeyi, hem şu anda kararı veren grup, hem de aslında kararı vermesi gerektiğine inandığı grup olmak üzere iki yönlü değerlendirmeleri istenmiştir. Böylece KKÖ, hemşirelerin “destek personelin uygulama kalitesi”, “Profesyonel işe alma”, “Birim yönetimi ve liderlik”, “İşbirliği/yardımlaşma uygulamaları”, “Profesyonel uygulama kalitesi”, “Birim personelinin dağılımı” alt boyutlarında gerçekte kararların kim tarafından verildiğini ve bu kararları kimlerin vermesi gerektiğini değerlendirmeyi sağlamaktadır. Özülke ve Vatan’ın (2006) çalışmalarında cronbach alfa değerleri; şu an kararı veren grup için 0.80, karar vermesi gereken grup için 0.88 olarak belirlenmiştir. Alt boyutların cronbach alfa değerleri 0.40 ile 0.78 arasında değişmektedir. Özülke ve Vatan’ın (2006) çalışmalarında ölçek maddelerine uygulanan ikinci temel bileşenler analizi (principal component analizi) sonucunda öz değeri 1’i aşan 6 alt boyut elde edilmiştir. Bu alt boyutlar ve alt boyutları oluşturan maddeler, orijinal ölçekte yer alan 6 alt boyutu oluşturan maddeler ile benzer olarak belirlenmiştir (Özülke ve Vatan 2006). Bu çalışmada, KKÖ ve alt boyutları için elde edilen cronbach alfa değerleri Tablo 1’de görülmektedir. 16 Hemşirelerin Yönetsel Kararlara Katılımlarının İncelenmesi Tablo 1. “Kararlara Katılım Ölçeği (KKÖ)” ve Alt Boyutlarının Cronbach Alfa Değerleri ALT BOYUTLAR Cronbach Alfa Değerleri Şu An Kararı Veren Grup Kararı Vermesi Gereken Grup Destek personelin uygulama kalitesi 0.87 0.80 Profesyonel işe alma 0.68 0.81 Birim yönetimi ve liderlik 0.75 0.78 İşbirliği/yardımlaşma uygulamaları 0.69 0.53 Profesyonel uygulama kalitesi 0.76 0.79 Birim personelinin dağılımı 0.36 0.65 ÖLÇEĞİN GENELİ 0.88 0.91 Bu çalışmada, KKÖ’ ne ilişkin genel cronbach alfa değerleri şu an kararı veren grup için 0.88, karar vermesi gereken grup için 0.91 olarak belirlenmiştir. Alt boyutların cronbach alfa değerleri 0.36 ile 0.87 arasında değişmektedir (Tablo 1). Ölçme aracında kullanılan madde sayısı, elde edilen iç tutarlılık katsayılarını etkilemekte ve madde sayısı az olan ölçeklerde alfa katsayısı gerçek değerden daha küçük çıkmaktadır (Çimen ve ark. 2005). Bu araştırmada kullanılan KKÖ’de bazı alt boyutlarda cronbach alfa katsayısının diğerlerine göre daha düşük çıkması madde sayısıyla ilişkili olarak düşünülmüştür (Finn 1999). Araştırmadan elde edilen verilerin analizinde SPSS (Statistical Packet Program of Social Science) 15.0 kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı ve yüzde dağılımları, ortalama, standart sapma, Kruskall-Wallis, Mann-Witney U testi ve Korelasyon analizi kullanılmıştır. Araştırmanın yapılabilmesi için Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Etik Kurulu’ndan ve araştırma yapılacak hastanenin yönetiminden gerekli yasal izinler alınmıştır. Veri toplama aracı uygulanmadan önce çalışmaya katılmayı kabul eden hemşireler çalışmanın amacı hakkında bilgilendirilerek sözel onamları alınmıştır. “Kararlara Katılım Ölçeği”nin araştırmada kullanılabilmesi için yazarından izin alınmıştır. BULGULAR Araştırmaya Katılan Hemşirelere İlişkin Tanıtıcı Bulgular: Araştırmaya katılan hemşirelerin yaş ortalaması 33.36±5.80’dir (Min=22, Max=55). Hemşirelerin %66.7’si evli, %26.9’si sağlık meslek lisesi, %48.0’ı önlisans , %25.1’i lisans mezunudur. Hemşirelerin toplam çalışma yılı ortalamaları 12.8±7.20; bu kurumdaki çalışma yılı ortalamaları ise 7.49±6.17’dir. Hastanenin dahili birimlerinde çalışan hemşireler %39.2; cerrahi birimlerinde ise %60.8’dir. Araştırmaya dahil edilen hemşirelerin %12.3’ü yönetici hemşire, %66.7’si klinik hemşiresi, %12.9’u yoğun bakım ve %8.2’si ameliyathane ve diğer birimlerde (poliklinik, alet başı, laboratuar, süpervizör) çalışmaktadır. Hemşirelerin %56.1’inin verdikleri hizmetten memnun oldukları, %51.5’inin kendilerini ilgilendiren ancak görüşlerine başvurulmadan alınan kararlara iş arkadaşları ile tartışarak tepki verdikleri saptanmıştır. 17 Fahriye VATAN, Gülümser ARGON, Meltem DURSUN ENGİN, Hatice BİNBİR, Ayşe ÇİÇEK “Kararlara Katılım Ölçeği” ne (KKÖ) İlişkin Bulgular: Tablo 2. KKÖ’ye İlişkin Puan Ortalamalarının Dağılımı Şu An Kararı Veren Grup X Ss Karar Vermesi Gereken Grup X Ss Birim personelinin dağılımı 1- Çalışma çizelgesi hazırlama 2.25 1.38 3.14 1.09 2- Gerekli hemşire sayısını belirleme 1.35 0.73 2.73 0.93 1.76 0.95 2.83 0.91 Profesyonel uygulama kalitesi 3- Uygulama standartlarını geliştirme 4- Uygulama alanının sorumluluklarını belirleme 1.73 1.00 2.78 0.94 5- Hemşire uygulama standartlarını izleme 1.72 1.14 2.50 1.07 6- Hemşire uygulamalarını değerlendirme 1.67 1.12 2.47 0.96 7- Birimde çalışacak hemşireleri işe alma 1.22 0.55 2.06 1.00 8- Birimde çalışacak hemşirelerle görüşme yapma 1.32 0.78 2.16 1.04 9- Birimde çalışacak hemşireleri seçmek 1.25 0.65 2.34 0.98 Profesyonel işe alma Birim yönetimi ve liderlik 10- Hemşirelere ilişkin disiplin kararlarını alma 1.21 0.58 2.70 1.20 11- Birim liderini (örn.: başhemşire) seçme 1.18 0.68 3.00 1.17 12- Birim liderinin performansını inceleme 1.20 0.59 2.01 1.20 13- Hemşirelerin yükselmeleri/terfileri için öneride bulunma 1.16 0.56 2.57 1.05 14- Birimin bütçe gereksinimlerini belirleme 1,23 0.70 2.25 1.07 15- Ekipman/malzeme gereksinimini belirleme 1.85 1.19 2.87 1.01 Destek personelin uygulama kalitesi 16- Hemşire destek (yardımcı) personeli için standart geliştirme 1.53 0.90 2.85 0.87 17- Destek (yardımcı) personel tipini/sayısını belirleme 1.41 0.90 2.88 1.03 18- Destek personelin standartlarını izleme 2.29 1.37 3.29 1.01 19- Diğer bölümlerle ilişki (irtibat) kurma (Örn.:Hasta bakımı) 2.98 1.49 3.36 0.97 20- Hekimlerle ilişkiler (Örn.:Hasta bakımı) 2.49 1.44 3.02 0.95 21- Birimde hemşireler arasındaki çatışmaların çözümü 1.57 1.03 2.82 1.11 İşbirliği/yardımlaşma uygulamaları Hemşirelerin Tablo 2’de yer alan kararlara ilişkin, “Şu an Karar Veren Grup” ile ilgili puan ortalamaları incelendiğinde; ortalama puanın 1.16 ile 2.98 arasında değiştiği, en yüksek puan ortalamalarının “diğer bölümlerle ilişki kurma (2.98)”, “hekimlerle ilişkiler (2.49)”, “destek personelin standartlarını izleme (2.29)” ve “çalışma çizelgesi hazırlama (2.25)” maddelerine ait olduğu görülmektedir. Hemşirelerin “Karar Vermesi Gereken Grup" ile ilgili puan ortalamalarının 2.01 ile 3.36 arasında değiştiği, en yüksek puan ortalamalarının “diğer bölümlerle ilişki kurma (3.36)”, “destek personelin standartlarını izleme (3.29)”, “çalışma çizelgesi hazırlama (3.14)”, “hekimlerle ilişkiler (3.02)” ve “birim liderini (örn.: başhemşire) seçme (3.00)” maddelerine ait olduğu görülmektedir. 18 Hemşirelerin Yönetsel Kararlara Katılımlarının İncelenmesi Hemşirelerin ölçekte yer alan maddelere verdikleri yanıtlara göre, ölçeğin “şu an karar veren grup” ile “kararı vermesi gereken grup” arasında r=-0.20, p<0.05 olmak üzere zayıf bir ilişki saptanmıştır. KKÖ’nün Alt Boyutları İle İlişkisi Saptanan Sosyodemografik Değişkenler: Tablo 3. KKÖ “Şu An Karar Veren Grup” Boyutu Puan Ortalamaları İle İlişkisi Saptanan Sosyodemografik Değişkenler Alt Boyut Değişkenler Yaş grubu Profesyonel Uygulama Kalitesi 20-29 yaş 30-39 yaş 40 yaş ve üstü N X Ss 36 105 30 1.63 1.70 2.07 0.91 0.71 0.93 X (KW) =6.55 p=0.03 Sonuç Kurumda Çalışma Yılı 1-5 yıl 6-10 yıl 11 yıl ve üzeri İşbirliği/Yardımlaşma Uygulamaları Birim Personelinin Dağılımı Konum Yönetici H. Klinik Hemşiresi Yoğun B. Hemşiresi Ameliyathane H. Diğer Kurumda Çalışma Yılı 1-5 yıl 6-10 yıl 11 yıl ve üzeri N X Ss 86 50 35 N 21 114 22 14 N 86 50 35 2.30 2.84 2.94 X 2.90 2.48 2.34 3.38 X 1.61 1.75 2.02 1.02 1.11 1.24 Ss 0.72 1.15 1.07 1.20 Ss 0.87 0.85 0.83 Sonuç 2 X2(KW) =11.47 p=0.00 Sonuç X2(KW) =11.06 p=0.01 Sonuç 2 X (KW) =7.58 p=0.02 Tablo 3’te hemşirelerin, KKÖ’nün “şu an karar veren grup”a ilişkin puan ortalamaları ile ilişkisi saptanan sosyodemografik değişkenler incelendiğinde, yaş grubu ile “profesyonel uygulama kalitesi” alt boyut puan ortalaması arasında, kurumda çalışma yılı ve şu anda bulundukları konum ile “İş birliği/yardımlaşma uygulamaları” “alt boyut puan ortalaması arasında ilişki saptanmıştır (p<0.005). Hemşirelerin, “Birim personelinin Dağılımı” alt boyut puan ortalamaları, kurumda çalışma yıllarına göre anlamlı farklılık göstermektedir (p<0.05). Tablo 4. KKÖ “Karar Vermesi Gereken Grup” Boyutu Puan Ortalamaları İle İlişkisi Saptanan Sosyodemografik Değişkenler İşbirliği/Yardımlaşma Uygulamaları Profesyonel İşe Alma Kurumda Çalışma Yılı 1-5 yıl 6-10 yıl 11 yıl ve üzeri N 86 50 35 X 2.95 3.31 3.38 Ss 0.86 0.68 0.74 Konum Yönetici H. Klinik Hemşiresi Yoğun B. Hemşiresi Ameliyathane H. Diğer N 21 114 22 14 X 1.73 2.36 2.04 1.66 Ss 0.79 0.87 0.69 0.59 Sonuç 2 X (KW) =5.79 p=0.04 Sonuç X2(KW)=17.91 p=0.00 19 Fahriye VATAN, Gülümser ARGON, Meltem DURSUN ENGİN, Hatice BİNBİR, Ayşe ÇİÇEK Birim Personelinin Dağılımı Konum N X Ss Sonuç Yönetici H. Klinik Hemşiresi Yoğun B. Hemşiresi Ameliyathane H. Diğer 21 114 22 14 2.45 3.10 2.79 2.53 0.79 0.87 0.69 0.59 X2(KW)=12.29 p=0.00 Tablo 4’te, hemşirelerin, KKÖ’nün “karar vermesi gereken grup”a ilişkin puan ortalamaları ile ilişkisi saptanan sosyodemografik değişkenler incelendiğinde, kurumda çalışma yılı ile “iş birliği/yardımlaşma uygulamaları” “alt boyut puan ortalaması arasında ilişki saptanmıştır (p<0.005). Hemşirelerin, “profesyonel işe alma”, “birim personelinin dağılımı” alt boyut puan ortalamaları, şu anda bulundukları konuma göre anlamlı farklılık göstermektedir (p<0.05). TARTIŞMA Hemşireler hasta ile daha fazla bir arada olan bir sağlık ekibi üyesi olarak, hasta hakkında istendik ve kaliteli sonuçlara ulaşmada etkili olabilir ve ekibin karar verme sürecine de olumlu katkılarda bulunabilirler. Hemşire kararlara ne kadar fazla katılırsa, işbirliği için rahat ve güvenli olur (Tosun 2002). Hemşirelerin Tablo 2’de yer alan kararlara ilişkin, “Şuan Karar Veren Grup” ile ilgili puan ortalamaları incelendiğinde; ortalama puanın 1.16 ile 2.98 arasında değiştiği, en yüksek puan ortalamalarının “diğer bölümlerle ilişki kurma (2.98)”, “hekimlerle ilişkiler (2.49)”, “destek personelin standartlarını izleme (2.29)” ve “çalışma çizelgesi hazırlama (2.25)” maddelerine ait olduğu görülmektedir. Buna göre, hemşirelerin sadece, hasta bakımı konusunda diğer bölümlerle ilişkilerle ilgili kararları yönetimle eşit bir biçimde paylaştığı, hekimlerle ilişkilerde, çalışma çizelgelerinin hazırlanmasında ve destek personelin uygulamaları ile ilgili alanlarda az düzeyde katılım sağlayarak kararlara katıldığı, ancak karar eylemini çoğunlukla yönetimin gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Tek başlarına karar aldıkları bir uygulama olmadığı gibi bazen yönetimin az katkısıyla gerçekleştirdikleri bir uygulama da bulunmamaktadır. Bu bulgular, hemşirelerin çalışma ortamlarındaki kurum kültürünün, çalışanların karar verme yetkisini sınırlayan aşırı bürokratik bir hiyerarşik düzenin egemen olduğu büyük kurumlar olduğunu destekler niteliktedir. Bundan dolayı hemşireler, karar verme süreçlerinde aktif olarak yer alamamaktadırlar (Kangallı 2005). Hemşirelerin “Karar Vermesi Gereken Grup" ile ilgili puan ortalamalarının 2.01 ile 3.36 arasında değiştiği, en yüksek puan ortalamalarının “diğer bölümlerle ilişki kurma (3.36)”, “destek personelin standartlarını izleme (3.29)”, “çalışma çizelgesi hazırlama (3.14)”, “hekimlerle ilişkiler (3.02)” ve “Birim liderini (örn.: başhemşire) seçme (3.00)” maddelerine ait olduğu görülmektedir (Tablo 2). Hemşirelerin, ölçekte yer alan uygulamalarla ilgili kimin karar vermesi gerektiğine ilişkin tercihleri incelendiğinde, kararlara şu anki durumlarından daha fazla katılmak istedikleri ancak herhangi bir kararı tek başlarına ya da sadece yönetimin almasını istemedikleri, çoğunlukla yönetimle eşit bir şekilde karar verme eylemine dahil olmayı tercih ettikleri söylenebilir. Özellikle, hasta bakımı konusunda diğer bölümlerle ve hekimlerle ilişkilerde, çalışma 20 Hemşirelerin Yönetsel Kararlara Katılımlarının İncelenmesi çizelgelerini hazırlanmasında ve birim yöneticisinin seçiminde, yönetimle eşit düzeyde kararlara katılmayı istemektedirler. Havens ve Vasey’in (2003) aynı ölçekle yaptığı çalışmadaki bulgular da bu sonuçlarla benzerdir. Yirmi bir maddenin çoğunda otorite yöneticilere dayanmakta ve bu konularda çok az hemşire katılımı bulunmaktadır. Hiçbir alanda hemşirelerin birincil olarak otoriteye sahip olmadığı, hatta çok az yönetim katılımı ile birlikte otoriteye sahip bulundukları alan olmadığı saptanmıştır (Havens ve Vasey 2003). Bu bulgular, Özülke ve Vatan’ın (2006) aynı ölçekle, ülkemizde yaptığı çalışmalardaki bulgularla benzerdir. Bakan ve Büyükbeşe’nin (2008) yaptığı çalışma sonuçlarına göre çalışanlar, kendi işlerini ve kendi bölümlerini ilgilendiren sorunlar hakkındaki kararlara daha çok, kurumun genel politikaları, rutin işler ve geleceğe yönelik stratejiler ile ilgili olarak daha az kararlara katılmaları gerektiği yönünde görüş bildirmişlerdir. Krairiksh ve Anthony’nin 2001 yılında yaptıkları çalışmanın bulguları göstermiştir ki hemşireler, hasta bakımını ilgilendiren konulardaki karar verme süreçlerine, çalışma ortamına ilişkin olanlardan daha fazla katılım sağlamaktadırlar (Krairiksh ve Anthony 2001). Mrayyan'ın (2004) yaptığı çalışmanın sonucunda hemşireler, çalışma ortamıyla ilgili kararlarda, vardiya değişimi yaparken, yemek ve dinlenme molası verirken, hastanın yerleştirilmesi, birimle ilgili komitelerde görev alırken ve birim hizmet programlarını sunarken daha çok otonom olduklarını belirtmişlerdir. Aksine hemşireler, yeni personel seçilmesi, birim bütçe değişimlerinin belirlenmesi ve yıllık bütçe planlamasının yapılması ile ilgili görüşmelerde daha düşük otonomiye sahip olduklarını belirtmişlerdir (Mrayyan 2004). Ölçeğin şu an karar veren grupla kararı vermesi gereken grup arasında r=-0.20, p<0.05 olmak üzere zayıf bir ilişki saptanmıştır. Bu sonuç, hemşirelerin kararlara şu anki katılım düzeyi ile katılmak istedikleri düzeyin farklı olduğunu, şu ankinden daha fazla katılım sağlamak istediklerini göstermektedir. Bakan ve arkadaşlarının (2004) yaptığı çalışmada kararlara katılım ve yönetimin başarısını etkileyen boyutların hepsi (yönetimden memnuniyet, yönetimin çalışanları yönlendirmesi, işbirliği, değişime uyumu, denetim, çalışma ortamı ve güven) arasında anlamlı ilişki bulunmuştur. Bu bağlamda yöneticiler çalışanlarını ilgilendiren kararların alınmasında çalışanlarının düşüncelerini, istek ve beklentilerini dikkate almalı ve örgütte ben değil biz duygusunun gelişmesini sağlamak yönünde daha çok çaba harcamalıdır. Hemşirelerin, KKÖ’nün “şu an karar veren grup”a ilişkin puan ortalamaları ile ilişkisi saptanan sosyodemografik değişkenler incelendiğinde, yaş grubu ile “profesyonel uygulama kalitesi” alt boyut puan ortalaması arasında, kurumda çalışma yılı ve şu anda bulundukları konum ile “İş birliği/yardımlaşma uygulamaları” alt boyut puan ortalaması arasında ilişki saptanmıştır (p<0.005). Hemşirelerin, “birim personelinin dağılımı” alt boyut puan ortalamaları, kurumda çalışma yıllarına göre anlamlı farklılık göstermektedir (p<0.05) (Tablo 3). Bu bulgulara göre, 40 yaş ve üzeri olan hemşirelerin az düzeyde de olsa “profesyonel uygulama kalitesi” alt boyutu ile ilgili kararlara diğer gruplara göre daha çok katıldıkları söylenebilir. Kurumda çalışma yılı 21 Fahriye VATAN, Gülümser ARGON, Meltem DURSUN ENGİN, Hatice BİNBİR, Ayşe ÇİÇEK 11 yıl ve üzeri olan hemşirelerin ve ameliyathanede görevli hemşirelerin ise “iş birliği/yardımlaşma uygulamaları” alt boyutunda yer alan uygulamalarla ilgili kararlarda yönetimle eşit düzeyde katkı sağladıkları belirlenmiştir. Hemşirelerin, KKÖ’nün “karar vermesi gereken grup”a ilişkin puan ortalamaları ile ilişkisi saptanan sosyodemografik değişkenler incelendiğinde; kurumda çalışma yılı ile “İş birliği/yardımlaşma uygulamaları” “alt boyut puan ortalaması arasında ilişki saptanmıştır (p<0.005). Hemşirelerin, “profesyonel işe alma”, “birim personelinin dağılımı” alt boyut puan ortalamaları, şu anda bulundukları konuma göre anlamlı farklılık göstermektedir (p<0.05) (Tablo 4). Yapılan analizlerde, hemşirelerin kurumdaki çalışma yılları arttıkça karalara daha fazla katılmak istedikleri belirlenmiştir. Araştırma bulgularının aksine, literatürde yaş ile otonomi düzeyi arasında anlamlı bir ilişkinin olmadığı belirtilmektedir (Seren 1998, Kangallı 2005, Saraçoğlu 2010). Seren (1998) ve Kangallı’nın (2005) çalışmalarında kurumdaki konumun otonomiyi etkilemediği saptanmıştır. Saraçoğlu’nun (2010) çalışmasında ise, çalışmamıza benzer şekilde, hemşirelerin bulundukları konumun kararlara katılımı etkilediği belirlenmiştir. Literatürde, otonomi ile deneyimin ilişkili olduğunu, çalışma yılının artmasıyla kendine güvenin arttığı ve daha bağımsız olunduğu, böylece otonominin de arttığından söz edilmektedir (Seren 1998, Seren 2001, Mrayyen 2004, Saraçoğlu 2010). Çalışma bulguları, literatürü destekler niteliktedir. Yapılan çalışmalar, eğitim düzeyi yükseldikçe otonomi düzeyinin de yükseldiğini göstermektedir (Seren 1998, Tosun 2002, Mrayyan 2004, Kangallı 2005, Weston 2010). Ancak bu çalışmada, hemşirelerin kararlara katılımları ile eğitim düzeyi arasında ilişki saptanmamıştır (p>0.05). SONUÇ VE ÖNERİLER Araştırmadan elde edilen bulgular genel olarak değerlendirildiğinde, hemşirelerin yönetime bazen katılım sağlayarak karar verme işlemine dahil oldukları, karar eylemini çoğunlukla yönetimin gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Hemşirelerin tek başlarına karar aldıkları bir uygulama olmadığı gibi bazen yönetimin az bir katkısıyla gerçekleştirdikleri bir uygulama da bulunmamaktadır. Ayrıca, kararlara şu anki durumlarından daha fazla katılmak istedikleri ancak herhangi bir kararı tek başlarına ya da bazen yönetimin katılımıyla birlikte almayı ya da sadece yönetimin almasını istemedikleri, çoğunlukla yönetimle eşit bir şekilde ya da yönetime bazen katılım sağlayarak karar verme işlemine dahil olmayı tercih ettikleri söylenebilir. Bu bulgular doğrultusunda; - Kurumlarda çalışan hemşirelerin bağımsız fonksiyonlarını destekleyecek güçlü hemşirelik yönetiminin sağlanması ve yetkilerinin arttırılması, - Yönetici hemşirelerin, hemşirelik personelini, çalışma koşulları ve hasta bakımı ve gibi konularda işbirliğinin mevcut olduğu bir çalışma ortamı yaratarak, hemşirelerin karar verme sürecine daha etkin şekilde dahil olmalarını sağlamaları, 22 Hemşirelerin Yönetsel Kararlara Katılımlarının İncelenmesi - Hemşirelere, hasta bakımı ve diğer ilgili konularda bilgi ve uzmanlıklarını geliştirecek eğitim ve öğrenme fırsatları yaratılarak, hemşirelik uygulamalarında otonomilerinin güçlendirilmesi, - Yönetici hemşireler, sağlık ekibinin diğer üyeleriyle ve diğer bölümlerle ilişkilileri güçlendirecek açık iletişimi desteklemeleri, - Hemşirelerin, planlardan ve olaylardan haberdar olması sağlanarak güven ortamı oluşturulması ve doğru kararların alınmasına yardımcı olunması, - Hemşirelerin karar verme sürecine katılımını etkileyen değişkenleri, daha kapsamlı olarak belirleyebilmek için, farklı kurumlarda, farklı örneklem gruplarıyla daha geniş çapta araştırmaların yapılması önerilmektedir. Sonuç olarak profesyonel bir hemşire, hastası için yararlı olacağını düşündüğü ve yeteneği içinde olan faaliyetlerle ilgili kararları almakta bilgili ve özgür olmalı, yani otonomi sahibi olmalıdır. Diğer taraftan, kendi deneyimi ve bilgi sınırlarını aşan görevlerde de diğer meslek üyelerinin yetkisine saygı duymalıdır. KAYNAKLAR Bakan İ, Büyükbeşe T. Katılımcı karar verme: kararlara katılım konusunda çalışanların düşüncelerine yönelik bir alan çalışması. Süleyman Demirel Üniversitesi Dergisi, 2008; 13(1): 29-56. Baykara Göçmen Z. Hemşirelik bakımında hemşirenin mesleki özerkliğinin değerlendirilmesi: Niteliksel bir çalışma. Ankara: Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Yayınlanmamış Doktora Tezi. 2010; http:// tez2.yok.gov.tr/, Erişim Tarihi: 15.03.2012. Bohinc M, Gradisar M. Decision-making model for nursing. JONA, 2003; 33:12, 627-629. Clancy TR. The art of decision-making. JONA, 2003; 33(6): 343-349. Cullen C. Autonomy and the nurse practitioner. Nursing Standard, Feb 9- Feb 15, 2000; 14(21): 53. Finn CP. Autonomy: an ımportant component for nurses' job satisfaction. International Journal of Nursing Studies, 2001; 38(3): 349- 357. Germain Brady P, Cummings GG. The influence of nursing leadership on nurse performance: a systematic literature review. Journal of Nursing Management, 2010; 18(4): 425- 439. Havens DS. Is governance being shared?. JONA, 1994; 24(6): 59-64. Havens DS, Vasey J. The staff nurse decisional involment scale: report of psychometric assessment. Nursing Research, November/December: 6, 2005; 376-383. Havens DS, Vasey J. Measuring staff nurse decisional involvement- the decisional involvement scale. JONA, 2003, 33(6): 331-336. Hoffmani K, Donoghue J, Duffield C. Decision-making in clinical nursing: investigating contributing factors. Journal of Advanced Nursing, 2004; 45(1): 53-62. http://www.gata.edu.tr/dahilibilimler/ichastaliklari/egitim/default.asp?sayfa=kicerik&kid=14, Erişim Tarihi: Iliopoulou KK, While AE. Professional autonomy and job satisfaction: Survey of critical care nurses in Mainland Greece. Journal of Advanced Nursing, 2010; 66(11): 2520- 2531. Kangallı P. Sivas ili hastanelerinde çalışan hemşirelerin otonomi düzeyleri ve otonomiyi etkileyen mesleki ve kurumsal faktörlerin incelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 2005: http:// tez2.yok.gov.tr/, Erişim Tarihi: 19.03.2012. Karagözoğlu Ş. Hemşirelikte bireysel ve profesyonel özerklik. Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Dergisi, 2008: Sayı:3, 41. Kaya N, Aştı T, Acaroğlu R. ve ark. Hemşire öğrencilerin sosyotropik-otonomik kişilik özellikleri ve ilişkili faktörlerin incelenmesi. Celal Bayar Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 2006; 10(3). 23 Fahriye VATAN, Gülümser ARGON, Meltem DURSUN ENGİN, Hatice BİNBİR, Ayşe ÇİÇEK Krairiksh M, Anthony MK. Benefits and outcomes of staff nurses’ participation ın decision making. JONA, 2001;31(1): 16-23. Laschinger HKS, Havens DS. Staff nurse work empowerment and perceived control over nursing practiceconditions for work effectiveness. JONA, 1996; 26(9): 27-35. Lewis MF. Autonomy in nursing. Ishikawa. Journal of Nursing, 2006; 3(2). Mrayyan MT. Nurses' autonomy: influence of nurse managers' actions. Journal of Advanced Nursing, 2004; 45(3): 326- 336. Özülke, E., Vatan, F. The evaluation of the staff nurses decisional involvement. III. International Nursing Management Conference. 2006, November 9-11; Kuşadası / Aydın. Saraçoğlu E. Hemşirelerin mesleki otonomi ve profesyonel uygulamalarına ilişkin görüşlerinin belirlenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 2010: http:// tez2.yok.gov.tr/, Erişim Tarihi: 19.03.2012. Seren Ş. Hemşirelerin otonomi düzeylerinin belirlenmesi ve etkileyen faktörlerin incelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 1998: http:// tez2.yok.gov.tr/, Erişim Tarihi: 19.03.2012. Seren Ş. Hemşirelikte otonomi. Hemşirelik Forumu, 2001; Cilt: 3, Sayı: 2-3, Mart- Haziran, 21-23. Taylan S. Özerklik ilkesi çerçevesinde hemşirenin bağımsız rolleri. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Adana: Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 2009: http:// tez2.yok.gov.tr/, Erişim Tarihi: 21.02.2012. Tosun N. Sağlık ekibinin karar verme sürecinde hemşirenin rolü. 2002: http://www.gata.edu.tr/dahilibilimler/ichastaliklari/files/kitaplar/102.pdf, Erişim Tarihi: 19.03.2012. Uyer G. Hemşirelik ve yönetim. Hürbilek Matbaacılık, Ankara: 1993; 234-241. Weston MJ. Strategies for enhancing autonomy and control over nursing practice. The Online Journal of Issues In Nursing. 2010; Vol:15. 3. Ulusal Bilgi, Ekonomi Ve Yönetim Kongresi Bildiri Kitabı, 25-26 Kasım 2004, Eskişehir. http://iibf.ogu.edu.tr/kongre/bildiriler/03-01.pdf, Erişim Tarihi: 15.02.2011 24 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 28 (3) : 25-34, 2012 BİR İLKÖĞRETİM OKULUNDAKİ ÖĞRENCİLERDE İDRAR YOLU ENFEKSİYONU VE İLİŞKİLİ FAKTÖRLER URINARY TRACT INFECTION AND ASSOCIATED FACTORS IN A PRIMARY SCHOOL STUDENTS Yard.Doç.Dr. Fatma BİRGİLİ* Prof.Dr. Leyla KHORSHID** *Muğla Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu **Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Hemş. Esasları AD. Başkanı ÖZET Amaç: Bu çalışma bir ilköğretim okulunda okuyan öğrencilerde idrar yolu enfeksiyonu (İYE) prevelansını ve ilişkili faktörleri incelemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Kesitsel ve tanımlayıcı olan bu araştırmanın evrenini bir ilköğretim okulunda okuyan 103 öğrenci, örneklemi ise halen İYE nedeniyle hekime başvurmamış olan ve herhangi bir sağlık sorunu olmayan 98 öğrenci oluşturmuştur. Veriler, öğrencilerin sosyodemografik özellikleri, hijyenik alışkanlıkları, İYE belirtileri ve yakınmaları ile ilgili sorulardan oluşan bir anket formuyla toplanmıştır. Öğrencilerden orta idrar örneği alınarak idrar kültürü yapılmıştır. Verilerin analizinde ki-kare testi ve Fisher Exact test kullanılmıştır. Araştırmanın yürütülmesi için etik kuruldan, kurumlardan ve ebeveynlerden yazılı izin, öğrencilerden sözel onay alınmıştır. Bulgular: Öğrencilerin %65,3’ünün idrar kültüründe üreme olduğu, %5.1’inde İYE geliştiği saptanmıştır. İYE gelişen öğrencilerin %40’ında İYE için etken mikroorganizmanın E.Coli, %60’ında ise Staphylococcus Aureus olduğu bulunmuştur. Cinsiyetin ve daha önce İYE geçirmenin İYE prevelansını etkilediği saptanmıştır. Daha önce İYE geçiren öğrencilerde ve kız öğrencilerde İYE görülme sıklığının daha yüksek olduğu saptanmıştır. Sonuç: Sağlıklı ilköğretim öğrencilerinin önemli bir bölümünde İYE’nun görüldüğü saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: adölesan, hijyen, çocuk, idrar yolu enfeksiyonları ABSTRACT Objective: This study was implemented with the aim to investigate prevelance of urinary tract infection (UTI) and affected factors in students studying at a primary school. Methods: The population of this cross-sectional and descriptive research was consist of 103 students studying at a primary school and the sample of the study consisted of 98 students who had not applied to physician due to urinary tract infection currently and have had not any health problem. The data were collected with a questionnaire which consisted from questions related to socio-demographic features, hygienic habits and signs and symptoms of UTI of students. Urine culture was made by taking mid-stream urine samples in the students. Chi-square test Fisher Exact test was used in analysis of the data. In order to conduct the study a written permission from the Fatma BİRGİLİ, Leyla KHORSHID ethic committee and related institution and from the parents of the students and a verbal permission was taken from students who participated in the study. Results: In the most (65.3 %) of the students’ urine culture were positive, in 5.1% of them were developed urinary tract infection. In the 40% of the students who are developed UTI, E. Coli and 60% of them Staphylococcus Aureus was found to be the causative microorganism of UTI. Gender and had been previously UTI was found to be effected the UTI prevelance. The incidence of UTI was found to be more higher in female students and in students who had previously UTI . Conclusion: UTI was found to be seen in an important part of healthy students of primary school. Key words: adolescent, hygiene, child, urinary tract infections GİRİŞ Sağlıklı öğrenciler için sağlıklı okul çevresi gerekir. İnsan sağlığını olumsuz etkileyen çevresel faktörler, okul çevre sağlığını da tehdit eden unsurlardır (Dirican ve Bilgel 1993). Hijyen konusunda yeterli bilgi, tutum ve davranış olmaması ve okullarda temizlik kurallarına tam olarak uyulmamasından dolayı çocuklar hastalıklara yakalanmaktadır. Okul çağındaki çocukların sağlığının geliştirilmesinde okul hemşirelerinin sorumluluğu yüksektir (Güler ve Kubilay 2004). Okul döneminde görülen sağlık sorunlarından biri idrar yolu enfeksiyonu (İYE)’dur İYE’nun belirtileri çok belirgin değildir ve bundan dolayı çoğu vakada tanı konamamaktadır (Wong&Hockenberry 2003). İYE genellikle perinede bulunan mikroorganizmaların assenden olarak üretra yoluyla üriner sisteme ulaşması sonucunda oluşur (Hellerstein 1995, Behrman et al 2008). Etken patojen genellikle gastrointestinal sistem kaynaklıdır. Sırasıyla gastrointestinal sistem kaynaklı fekal, perineal, meatal ve üretral kolonizasyon sonrası enfeksiyon gelişir (Hacımustafaoğlu 2011). Bu nedenle tuvalet hijyenine dikkat edilmelidir. İYE’ ları ve inkontinans sağlıklı çocukları sıklıkla etkilemektedir (Barnes&Maddocks 2002, Lundblad et al 2005; Sickbert-Bennett et all. 2005). Okul tuvaletlerinde çömelerek idrar yapma, yetersiz işeme, rezidüel idrar miktarında artma, İYE, konstipasyon ve inkontinans riskini arttırır (Düzova ve Saatçi 1999, Vernon et al 2003, Lundblad et al 2005). Çabuk ve ark.’nın (1999) ilköğretimde okuyan 1024 öğrenci ile yaptıkları bir çalışmada, kabızlığı olan öğrencilerin %29.1’sinde piyüri, %12.8’inde bakteriüri ve %9.3’ünde piyüri + bakteriüri belirlenmiştir. Çocuklar okul tuvaletini kullanarak psikolojik ve sosyal gerginlik yaşamaktansa, mesanesini boşaltmayarak oluşan fiziksel rahatsızlığı yaşamayı daha kolay bulurlar (Lundblad et al. 2005). Yapılan çalışmalarda okul çocuklarının hijyenik olmayan tuvaletleri sınırlı kullandıkları (Chen et al 2000, Barnes&Maddocks 2002, Bodur ve Filiz 2007, Lundblad et al 2007) ve gün boyunca düzenli tuvalete gitmeyen çocukların çeşitli üriner sistem sorunlarına sahip oldukları belirtilmektedir (Chen et al 2000, Lundblad et al 2007, Mazzola et al 2003). Mazzola ve ark. (2003)’nın yaptıkları çalışmada üç veya daha fazla semptomatik İYE geçiren 141 kız hastadan 16 hastada idrar tutma, 3 hastada yetersiz hijyen veya tuvalet alışkanlığı saptanmıştır. Etkili deterjanların kullanımı ve kamu okul tuvaletlerine ilişkin düzenlemelere rağmen okul tuvaletlerinin hala yetersiz standartlara sahip olduğu bilinmektedir. 26 Bir İlköğretim Okulundaki Öğrencilerde İdrar Yolu Enfeksiyonu ve İlişkili Faktörler Lundbland ve ark. (2005)’nın yaptıkları çalışmada okul hemşireleri uygun fiziksel koşulları sağlamada başarısızlık olduğunu belirtmiştir. Lundblund ve ark. (2007)’nın 385 çocukla yaptıkları çalışmada, tuvaletteki görüntünün ve kokunun çocukların okul tuvaletlerini kullanmayı sınırladığı ve gün boyunca düzenli tuvalete gitmeyen çocukların çeşitli üriner sistem ve bağırsak sorunlarına sahip oldukları saptanmıştır. Vernon ve ark. (2007)’nın yaptığı çalışmada, okul tuvaletlerinin tolere edilebilir standartların altında oldukları, hem İngiltere’de hem de İsveç’te anlamlı sayıda çocuğun okul tuvaletini kullanmaktan kasten kaçındıkları saptanmıştır. Bodur (2007)’un yaptığı çalışmada öğrencilerin %10,4’ü idrar yapmak için okul tuvaletini kullanmadığını ifade etmiş, okul tuvaletini kullanmama sebeplerinin başında “temiz olmaması” gösterilmiş, bunun yanında okulların üçte birinde tuvaletlerin temizlik yönünden, üçte ikisinde de sayı ve konum yönünden uygun olmadığı yerinde saptanmıştır. Ülkemizde okul çağındaki sağlıklı çocuklarda İYE prevelansına ilişkin az sayıda çalışma bulunmaktadır. AMAÇ Bu araştırma, sağlıklı ilköğretim çağı çocuklarında İYE’ları prevelansını ve etkileyen etmenleri belirlemek amacı ile yapılmıştır. Çalışma sonuçlarının, okul çağındaki sağlıklı çocuklarda İYE belirti ve bulgularının ebeveynler ve eğitimciler tarafından fark edilmesine ve erken tanılanmasına ilişkin çalışmalara temel oluşturacağı düşünülmektedir. Araştırma soruları; 1. Sağlıklı ilköğretim çağı çocuklarında İYE’ları prevelansı ne kadardır? 2. Sağlıklı ilköğretim çağı çocuklarında İYE’ları prevelansı ile ilişkili etmenler nelerdir? GEREÇ VE YÖNTEM Tanımlayıcı ve kesitsel türdeki bu araştırmanın evreni Muğla ilinde bir İlköğretim Okulu’nda okuyan 6-16 yaş grubundaki tüm öğrencilerden (n:103) oluşmaktadır. Okul sosyoekonomik düzeyi düşük bireylerin oturduğu bir yerleşim biriminde bulunmaktadır. Çalışmada olasılıksız örneklem seçim yöntemi kullanılmıştır. Öğrencilere ve ebeveynlere çocukların herhangi bir sağlık sorunu olup olmadığı sorulmuştur. Örneklemini ise halen İYE nedeniyle hekime başvurmamış olan ve herhangi bir sağlık sorunu olmayan, son üç ay boyunca herhangi bir nedenle antibiyotik almayan, kendisi ve ebeveyni çalışmaya katılmayı kabul eden 98 öğrenci oluşturmuştur. Veriler anket formu ve laboratuar testleri ile toplanmıştır. Anket formunda öğrencilere ilişkin tanıtıcı özellikler, İdrar Yapma Alışkanlığı ve Hijyenik Uygulamalarına ve İYE belirti ve bulguları olup olmadığına ilişkin sorular yer almıştır. Çocuklara ayrıntılı açıklama yapılarak anket formuna doğru bilgileri yazmaları sağlanmıştır. Çocuklara 50 mililitre hacmindeki standart silindir şeklindeki kapaklı kaplar verilmiş ve orta akım idrar örneği alma tekniği öğretilerek analiz için ertesi gün sabah idrar örneklerini vermeleri istenmiştir. Doğru yöntemle idrar örneği alma konusunda ebeveynlere de açıklama yapılmış ve bu konuda onların da desteği sağlanmıştır. İdrar örnekleri aynı 27 Fatma BİRGİLİ, Leyla KHORSHID laboratuarda incelenmek üzere bir araştırmacı ve araştırma yardımcıları tarafından toplanmıştır. Striple idrar analizi tekniği kullanılarak, santrifüje edimemiş idrarda lökosit olup olmadığına bakılmıştır. Öğrencilerde alınan orta idrar örnekleri ile idrar kültürü yapılmıştır. İdrar örnekleri yarım saat içinde laboratuara götürülerek idrar analizleri ve idrar kültürü için ekimler daha önce bu konuda eğitim gören araştırmacı tarafından yapılmıştır. Ekimler çikolatalı agara ve EMB’li agara yapılarak 37ºC’de 72 saat enkübe edilmiştir. Üreme sonucu “mikrobiyoloji ve klinik mikrobiyoloji” alanında uzman hekim tarafından değerlendirilmiştir. Kontamine üremesi olan öğrencilerden tekrar orta idrar örneği alınarak idrar analizleri yapılmıştır. Anlamlı üreme tespit edilenlere antibiyotik duyarlılık testleri yapılarak bu öğrenciler hekim tarafından izlenmiş ve gerekli tıbbi tedaviyi almaları sağlanmıştır. Araştırmanın güvenirliğini sağlamak için üç ay boyunca herhangi bir nedenle antibiyotik almayan öğrencilerin idrar kültürü yapılmıştır. Öğrencilere yapılan idrar analizi sonuçları (lökositüri, üreme olup olmadığı, üreyen koloni sayısının, üreyen mikroorganizma koloni sayısının) kayıt edilmiştir. Lökositüri olup olmadığını belirlemek için yapılan striple idrar analizi sonucunda bir pozitiflik “her mikroskop sahasında 70-80 lökosit hücresi bulunması”, iki pozitiflik, “her mikroskop sahasında 125 lökosit hücresi bulunması” ve üç pozitiflik “her mikroskop sahasında 500 lökosit hücresi bulunması” anlamına gelir. Ayrıca ++ ve +++ idrar yolu enfeksiyonu vardır olarak yorumlanır (Mehmetoğlu 2002). Çalışmamızda idrar kültürü sonucuna göre İYE tanısı konmuştur. Orta idrarda 100.000 cfu/ml ve üzerindeki koloni ve tek tip mikroorganizma üremesi anlamlı üreme ve İYE varlığı olarak kabul edilmiştir (Düzova ve Saatçi 1999, Bakır 2001). Araştırmanın verileri 01.02.2008-10.06.2008 tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırmanın yürütülmesi için İl Milli Eğitim Müdürlüğünden ve bir üniversitenin Etik Kurul’dan izin, çocukların ebeveynlerinden yazılı onam, öğrencilerden sözel onay alınmıştır. Araştırmadan elde edilen verilerin analizi bilgisayarda Statistical Package for Social Science (SPSS) 16.0 paket programı kullanılarak değerlendirilmiştir. Verilerin analizinde ki-kare testi, Fisher Exact test kullanılmıştır. Araştırmanın bağımsız değişkenleri; çocukların sınıfı, yaş grubu, cinsiyet, anne eğitim düzeyi, ailenin gelir-gider durumu, daha önce İYE geçirme, idrar kaçırma, tuvalete girmeden önce el yıkama, tuvaletten çıktıktan sonra el yıkama, defekasyon yaptıktan sonra doğru taharetlenme, idrarını tutma, iç çamaşırını değiştirme sıklığı, günlük alınan sıvı miktarıdır. Araştırmanın bağımlı değişkeni İYE gelişme durumudur. BULGULAR Öğrencilerin yarısı (%51) 1., 2. ve 3. sınıfa devam etmekte olup 6-9 yaş grubundadır ve bir kardeşe sahiptir, %56.1’i erkektir, %79.6’sının annesi ilkokul mezunudur, %72.4’ünün babası ilkokul mezunudur, %64.3’ünün geliri giderine denktir, %7,1’i obezdir. Öğrencilerin %80,6’sı gece idrar yapmak için tuvalete gittiğini, %23,5’inin gece idrar kaçırdığını, %11,2’si uzun süre idrarını tutup dayanamayıp idrarını kaçırdığını belirtmiştir. Öğrencilerin %28.6’ının tuvaletten önce ellerini yıkadığı, %76.5’inin sonra ellerini yıkadığı, %66,3’ünün idrar yaptıktan sonra taharetlendiği, %20,4’ünün önden arkaya 28 Bir İlköğretim Okulundaki Öğrencilerde İdrar Yolu Enfeksiyonu ve İlişkili Faktörler doğru taharetlendiği, %62,2’sinin taharetlendikten sonra tuvalet kağıdı ile kurulandığı, %40,8’inin büyük abdestini yaptıktan sonra su ve tuvalet kağıdı ile temizlik yaptığı, %83,7’sinin büyük abdest yaptıktan sonra önden arkaya doğru taharetlendiği, %78,6’sının idrarını tuttuğu, %39,8’sinin 4 ders (eve gidene kadar) idrarını tuttuğu, %71,4’ünün bir günde 6 bardaktan daha az sıvı aldığı, %39,8’inin haftada iki kez iç çamaşırını değiştirdiği saptanmıştır. Tablo 1. Öğrencilerin İfade Ettiği İYE Belirtilerinin/Yakınmalarının Dağılımı İdrar Yolu Enfeksiyonu Belirtileri n % İdrar Yaparken Yanma Hissi Olan Olmayan 34 64 34,7 65,3 İdrar Yaparken Ağrı Olan Olmayan 24 74 24,5 75,5 Kötü Kokulu İdrar Olan Olmayan 47 51 47,9 52,0 Koyu Renkte İdrar Olan Olmayan 41 57 41,8 58,2 Bel ya da Karın Ağrısı Olan Olmayan 52 46 53.1 46,9 Sık ve Az Miktarda İdrar Yapma Olan Olmayan 48 50 48.9 51,0 İYE Belirti Sayısı 0 1 2 3 4 5 6 15 18 18 12 16 8 10 15.3 18.4 18.4 12.2 16.3 8.2 10.2 TOPLAM 98 100,0 Öğrencilerin %34.7’sinde idrar yaparken yanma hissi, %24.5’inde idrar yaparken ağrı, %47.9’unda kötü kokulu idrar, %41,8’inde koyu renkte idrar, %53.1’inde bel ya da karın ağrısı, %48.9’unda sık ve az miktarda idrar yapma yakınması olduğu, %18.4’ünde yalnızca bir belirti bulunduğu saptanmıştır (Tablo 1). Tablo 2. Öğrencilerin İdrar Analiz Sonuçlarına Göre Dağılımı İdrarda Lökosit Bulunma Durumu (+) Lökositürisi olan (++) Lökositürisi olan (+++) Lökositürisi olan Lökositürisi olmayan n % 17 14 3 64 17,3 14,3 3,1 65,3 29 Fatma BİRGİLİ, Leyla KHORSHID İdrar Kültüründe Üreme Olma Durumu Üreme Olan Üreme Olmayan 64 34 65.3 34.7 Toplam 98 100.0 İdrar Kültüründe Üreme Olma Durumu 1000-5000 Koloni 6000-10000 Koloni 11000-15000 Koloni 16000-20000 Koloni 21000-25000 Koloni 26000-30000 Koloni 100000 Koloni 31 23,4 5 1 3 4 5 48,4 23,4 7,8 1,6 4,7 6,3 7,8 İdrar Kültüründe Üreyen Mikroorganizma Türü Staphylococcus Aureus Staf Koagülaz Negatif E. Coli Proteus 23 33 7 1 35,9 51,6 10,9 1,6 Toplam 64 100.0 Öğrencilerin %3,1’inin idrarında (+++) lökosit bulunduğu, %65,3’ünün idrar kültüründe üreme olduğu, %7,8’inde 100000 koloni üreme olduğu, %35,9’unda idrar kültüründe Staphylacoccus aureus, %51,6’sında Staphylococcus epidermidis, %10,9’unda Escherichia Coli, %1,6’sında Proteus ürediği saptanmıştır (Tablo 2). Tablo 3. Öğrencilerde İdrar Yolu Enfeksiyonu Bulunma Durumunun Dağılımı İYE n % Olan Olmayan 5 93 5, 1 94.9 Toplam 98 100.0 E.Coli Staphylococcus Aureus 2 3 40.0 60.0 Toplam 5 100.0 İdrar analizinde üreyen mikroorganizma Öğrencilerde İYE prevelansı %5.1 olarak bulunmuştur. İYE gelişen öğrencilerin %40’ında etmen mikroorganizmanın E.Coli, %60’ında ise Staphylococcus Aureus olduğu bulunmuştur (Tablo 3). Tablo 4. İYE Gelişmesinde İlişkili Etmenler Etmenler Sınıfı x² d.f p 1,12 2 0,56 Yaşı 1,23 2 0,53 Anne eğitim düzeyi 1,35 1 0,55 Ailelerin gelir gider durumu 1,66 2 0,43 İdrar kaçırma 0,66 1 1 30 Bir İlköğretim Okulundaki Öğrencilerde İdrar Yolu Enfeksiyonu ve İlişkili Faktörler Tuvalete girmeden önce el yıkama 3,47 1 1 Tuvaletten çıktıktan sonra el yıkama 0,037 1 1 Büyük abdest yaptıktan sonra doğru taharetlenme 0,04 1 0,54 Okul ya da ev dışında idrarını tutma 0,09 1 0,29 İç çamaşırını değiştirme sıklığı 1,03 3 0,58 Günlük alınan sıvı miktarı 0,20 1 1 Cinsiyet 8,58 1 0,014 Daha Önce İYE Geçirme 7,27 1 0,012 Kız öğrencilerin %11.6’sında idrar yolu enfeksiyonu bulunmuştur. Yapılan analizde bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur. Daha önce İYE geçiren öğrencilerin %16.7’sinde, geçirmeyen öğrencilerin %1.4’ünde idrar yolu enfeksiyonu bulunmuştur. Yapılan analizde bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur. TARTIŞMA Çalışma kapsamına alınan 6-16 yaş grubundaki sağlıklı ilköğretim öğrencilerinin %65,3’ünün idrar kültüründe üreme olduğu, %5.1’inde İYE geliştiği saptanmıştır. Üriner sistem riskleri veya enfeksiyonların tekrar etmesini azaltmak için, genel önlemler olarak, perineal hijyen ve önden arkaya doğru temizlik, duş şeklinde yıkanmak, kabızlığın önlenmesi, iç çamaşırları her gün değiştirmek, günlük ve tahriş etmeyen iç çamaşırı giyilmesi, yeterli su alımı, mesaneyi 3-4 saatte bir boşaltmak ve idrar tutmamak sayılabilir (Hacımustafaoğlu 2011). Çalışmamızda öğrencilerin bir bölümünün uygun şekilde taharetlenmediği, idrarını tutan öğrenciler bulunduğu, İYE’na zemin hazırlayan bazı etmenlere sahip oldukları söylenebilir (Tablo 4). Öğrencilerin %65,3’ünde idrar kültüründe üreme olması da bunu doğrulamaktadır. Çalışma kapsamına alınan öğrencilerin %18.4’ünde bir İYE belirtisi bulunduğu, %34.7’sinde idrar yaparken yanma hissi, %24.5’inde idrar yaparken ağrı hissi, %47.9’unda kötü kokulu idrar, %41,8’inde koyu renkte idrar, %53.1’inde bel ya da karın ağrısı, %48.9’unda sık ve az miktarda idrar yapma yakınması olduğu saptanmıştır (Tablo 3). İdrar yollarında bakteriüri varlığında kolonizasyondan, bakteriüri ve piyüri varlığında belirtisiz seyreden enfeksiyondan, bakteriüri, semptomlar ve piyüri varlığında ise semptomatik enfeksiyondan bahsedilir. Bakterilerin mukozaya tutunması sonucu gelişen inflamatuar yanıt sonucu İYE semptomları gelişir. Sistit’te ani başlayan idrar yaparken yanma, sık idrar çıkma, sıkışma hissi, gibi bulgular vardır. Bakteriüri ve piyüri vardır (Bakır 2001). İYE kliniği olan bir çocukta sıkışma hissi, pollakiüri, dizüri, kötü kokulu idrar, yüksek ateş, yan-bel ağrısı, karın ağrısı, kusma, toksik tablo gibi sistemik enfeksiyon bulguları, daha çok pyelonefriti düşündürür (Hacımustafaoğlu 2011). Öğrencilerin %3,1’inin idrarında (+++) lökosit bulunduğu, %65,3’ünün idrar kültüründe üreme olduğu, %7,8’inde 100000 koloni üreme olduğu, %35,9’unda idrar kültüründe Staphylacoccus aureus, %51,6’sında Staphylococcus epidermidis, %10,9’unda Escherichia Coli, %1,6’sında Proteus ürediği saptanmıştır (Tablo 2). Serel 31 Fatma BİRGİLİ, Leyla KHORSHID ve ark.’nın (2004) çalışmasında 3 ayrı ilkokuldan seçilen 506 çocuğun %19.8’inde pyüri, tüm çocukların %4.5’inde anlamlı bakteriüri saptanmıştır. Piyüri saptanan 100 öğrencinin 92’sinde asemptomatik iken, 8’inde İYE ile ilgili çeşitli yakınmaları olduğu bulunmuştur. Ünalacak ve ark.‘nın (2005) araştırmasında yaşları 7-12 arasında değişen 181 çocuğun %8.8’inde piyüri, %9.4’ünde bakteriüri bulunmuştur. Bodur ve Filiz ‘in (2011) 7-12 yaş arasındaki 1035 çocukta piyüri sıklığının demografik özellikler, geçirilmiş üriner enfeksiyon ve okul tuvaletini kullanma durumu ile ilişkisini belirlemek amacıyla yaptığı bir çalışmada, çocukların %13’ünde lökositüri kritik değerin üzerinde bulunmuştur. Uygun alınmış idrarda kültür pozitifliği üriner sistem enfeksiyonu tanısı için altın standarttır (Zorc et al. 2005, Hacımustafaoğlu 2011). Orta akım idrarında > 100.000 cfu/ml koloni anlamlı bakteriüri olarak kabul edilir (Hacımustafaoğlu 2011). Üriner sistem enfeksiyonu en sık görülen çocukluk çağı enfeksiyonlarındandır (Zorc et al. 2005, Hacımustafaoğlu 2011). Öğrencilerin %5.1’inde İYE gelişmiştir. Mir ve ark.’nın (2005) 6-8 yaş grubundaki 137 ilkokul çocuğunda yaptığı çalışmasında İYE sıklığı %3.8 olarak bulunmuştur. Ünalacak ve ark.’nın (2005) yaşları 7-12 arasında değişen 181 çocuk ile yapılan bir çalışmasında, çocukların %9.4’ünde bakteriüri bulunmuştur. Çalışma sonuçlarımız, bu çalışmaların sonuçları ile benzerlik göstermektedir. Yapılan bir çalışmada çocukluk çağında üriner sistem enfeksiyonlarına en sık gram negatif bakterilerin yol açtığı, bu grupta en sık izole edilen etkenin %81.7 oranı ile E. Coli olduğu saptanmıştır (Çaktır Arman 2008). İYE gelişen öğrencilerin %40’ında etmen mikroorganizmanın E.Coli, %60’ında ise Staphylococcus Aureus olduğu bulunmuştur. Bu sonuç yapılan çalışmaların sonuçları ile benzerlik göstermektedir (Hacımustafaoğlu 2011, Roy1999, Zorc et al. 2005). İlköğretim öğrencilerinde idrar yolu enfeksiyonu prevalansını belirlemek amacıyla 50 kız, 50 erkek öğrenci ile yapılan bir çalışmada hem kız hem de erkek asemptomatik öğrencilerde en sık Pseudomonas aeruginosa, (erkeklere %33.3, kızlarda %48), semptomatik öğrencilerde ise Staphylococcus epidermidis (erkeklere %30, kızlarda %27.6), üremiştir (Azubike et al. 1994). Serel ve ark.’nın (2004) çalışmasında bakteriürili çocuklarda etyolojik ajan olarak en çok %78 ile E.Coli, %13’ünde proteus, %9’unda enterokok üremiştir. Günaydın’ın (2008) çalışmasında tekrarlayan İYE olan 69 çocuk hastanın %85.2’sinin idrar kültüründe E.Coli, %6.7’sinde Enterobakter, %1.5’inde Pseudomonas, %2.5’inde Metisiline Dirençli Staphylococcus aureus üremiştir. Çalışma sonuçlarımız, bu çalışmaların sonuçları ile benzerlik göstermektedir. Literatürde kızların erkeklere oranla iki kat fazla İYE’na yakalanma eğiliminde olduğu belirtilmektedir. Diğer risk faktörleri, İYE öyküsü, üriner semptomların varlığı ve supprapubik alanda hassasiyettir (Zorc et al. 2005). Çalışmaya alınan kız öğrencilerde IYE gelişme oranı, erkek öğrencilere göre daha yüksek bulunmuştur (p<0,05). Bu beklenen bir sonuçtur ve literatür bilgileri ile uyumludur (Hacımustafaoğlu 2011, Roy 1999). Kızlarda üretranın daha kısa oluşu ve fekal bulaşma ile assenden enfeksiyonun kolaylıkla oluşması, İYE oranının daha yüksek olma nedeni olarak belirtilmektedir (Bodur ve Filiz 2011). Serel ve ark.’nın (2004) çalışmasında bakteriüri bakımından cinsiyetler arasında fark olmadığı saptanmıştır. Bodur ve Filiz’in (2011) çalışmasında piyüri varlığı ile cinsiyet, anne yaşı, işeme için tuvaleti kullanma durumu, 32 Bir İlköğretim Okulundaki Öğrencilerde İdrar Yolu Enfeksiyonu ve İlişkili Faktörler son bir yılda üriner enfeksiyon geçirme durumu ve halen üriner enfeksiyon belirtisi bulunma durumu arasında ilişki bulunmuştur. Bodur ve Filiz’in (2011) çalışmasında çocukların % 15,1’i geçen bir yıl içinde üriner enfeksiyon geçirmiş olup bu oran da kızlarda yüksek bulunmuştur (% 8,8’e karşı % 21,5). İlköğretim öğrencilerinde idrar yolu enfeksiyonu prevalansını belirlemek amacıyla 50 kız, 50 erkek öğrenci ile yapılan bir çalışmada, erkek öğrencilerin %12’sinde, kız öğrencilerin %48’inde enfeksiyon bulunmuştur (Azubike et al. 1994). Daha önce İYE geçiren öğrencilerin %16.7’sinde, geçirmeyen öğrencilerin %1.4’ünde idrar yolu enfeksiyonu bulunmuştur. Yapılan analizde bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur (p<0.05). Üriner sistemde tekrarlayan enfeksiyonlar, relaps veya reenfeksiyon şeklinde gelişebilir ve progresif renal skara yol açabilir. Üriner sistem enfeksiyonlu çocukların yaklaşık %0-50’sinde rekürrens olur, bunları çoğu ilk üç ay içinde görülür. Rekürrenslerin çoğu farklı fekal-kolonik bakterilere bağlı yeni enfeksiyonlardır (Hacımustafaoğlu 2011). Bodur ve Filiz (2011)’in çalışmasında çocukların % 15,1’inin geçen bir yıl içinde üriner enfeksiyon geçirdiği saptanmıştır. Tekrarlayan İYE‘nda risk faktörlerini analiz etmek amacıyla 4332 ilköğretim okulunda çocuğu olan ebeveynle yapılan bir çalışmada, 132 çocukta tekrarlayan İYE saptanmıştır. Gündüz veya gece kuru kalma, bir günde 10 defa ve daha sık işeme ve noktüri ile tekrarlayan İYE arasında ilişki bulunmuştur (Bakker al 2004). SONUÇ ve ÖNERİLER Sağlıklı olduğu düşünülen ilköğretim öğrencilerinin %5,1’ inde İYE bulunduğu saptanmıştır. Daha önce İYE geçiren öğrencilerde ve kız öğrencilerde İYE görülme sıklığının daha yüksek olduğu saptanmıştır. Çalışmanın bir okulu kapsayan ilköğretim öğrencilerinde yapılmış olması, örneklemin randomize seçilmemiş olması araştırmanın başlıca sınırlılıklarıdır. Bu nedenle gelecekte yapılacak çalışmalarda, çocuk ve adölesanları temsil eden örneklem gruplarında İYE yaygınlığı ve kız öğrencilerde İYE yaygınlığının nedenlerini ayrıntılı olarak inceleyen çalışmalara gereksinim vardır. Çocukların sağlığının korunması ve sürdürülmesi ebeveynlerin sorumluluğundadır. Okul çağında çocuğu olan ebeveynler, çocuklarını İYE belirtileri açısından izlemeleri konusunda eğitmelidirler. Daha önce İYE geçiren ve kız öğrenciler İYE enfeksiyonu belirti ve bulguları yönünden yakından izlenmelidir. Ayrıca eğitimciler ve sağlık çalışanları öğrencilerin okul tuvaletlerini kullanımı ve hijyenik uygulamalar konusunda olası güçlüklerin farkında olmalı, bu güçlükleri azaltmaya yönelik önlemler almalıdır. KAYNAKLAR Azubike CN, Nwamadu OJ, Oji RU, Uzoije N. Prevalence of urinary tract infection among school children in a Nigerian rural community. West Afr J Med, 1994; 13(1): 48-52. Bakır M. İdrar yolu infeksiyonlarında tanı kriterleri. ANKEM Dergisi, 2001; 15(3): 478-484. Bakker E, Van Gool J, Van Sprundel MA, Van Der Auwera JC, Wyndaele JJ. Risk factors for recurrent urinary tract infection in 4,332 Belgian schoolchildren aged between 10 and 14 years. Eur J Pediatr, 2004; 163(4-5): 234-238. 33 Fatma BİRGİLİ, Leyla KHORSHID Barnes PM, Maddocks A. Standarts in school toilets - a questionnaire survey. Journal of public health medicine, 2002; 24: 85-87. Behrman RE, Kliegman RM, Jenson HB. Çocuklarda idrar yolu enfeksiyonu. (içinde) Akçay T (ed) Nelson pediatri. İstanbul: Nobel tıp kitabevleri; 2008; 1808-1815. Bodur S, Filiz E. İlköğretim öğrencilerinin boşaltım sorunları ve okul tuvaletini kullanma ile ilgili davranışları. 11. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi Kitabı, Denizli, 2007. Bodur S, Filiz E. 7-12 yaş çocuklarda piyüri sıklığının demografik özellikler, geçirilmiş üriner enfeksiyon ve okul tuvaletini kullanma ile ilişkisi. Genel Tıp Derg, 2011; 21(2): 51-56. Chen HS, Chiou CJ, Sheu JJ. Postponed bladder emptying among elementary school students. Journal of Nursing Scholarship, 2000; 32(2): 161. Çabuk N, Soylu A, Kavukçu S, Türkmen M, Büyükgebiz B. Büyükşehirde ilköğretim programındaki çocuklarda konstipasyon: Sıklık, enürezis ve idrar yolu enfeksiyonu ile ilişkisi. Ege Tıp Dergisi, 1999; 38(3): 157-161. Çaktır Arman D. Çocukluk çağı üriner sistem infeksiyonlarına yol açan etkenlerin dağılımı ve antibiyotik duyarlılıklarının araştırılması. Yayınlanmamış uzmanlık tezi, İstanbul: T.C. Sağlık Bakanlığı Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi. 2008. Dirican R, Bilgel N. Halk sağlığı. Bursa, Uludağ üniversitesi basımevi: 1993; 493-501. Güler G, Kubilay G. Bir ilköğretim okulu öğrencilerinin fiziksel bakım sorunlarının belirlenmesi. Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2004;26(2): 60-65. Günaydın C. Tekrarlayan üriner sistem enfeksiyonlarında vezikoüreteral reflü ve renal skar sıklığı. Yayınlanmamış uzmanlık tezi. İstanbul: T.C. Sağlık Bakanlığı Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi. 2008. Düzova A, Saatçi Ü. İdrar yolu enfeksiyonu. Katkı pediatri dergisi, 1999; 20(3): 329-345. Hacımustafaoğlu M. Çocuklarda üriner sistem enfeksiyonları. J Pediatr Inf, 2011; 5 (Suppl. 1): 258-263. Hellerstein S. Urinary Tract Infections. The pediatric clinics of north america, 1995; 42(6) 1433-1457. Lundblad B, Berg M, Hellström AL. Experiences of children treating functional bladder disturbances on schooldays. J pediatr urol, 2007; 3: 189-193. Lundblad B, Berg M, Hellström AL. Perceptions of school toilet as a cause for ırregular toilet habits among schoolchildren aged 6 to 16 years. Journal of school health, 2005; 75(4): 125-128. Mazzola BL, Von Vigier RO, Marchand S, Tönz M, Biachhetti MG. Behavioral and abnormalities linked with recurrent urinary tract ınfections in girls. J nephrol, 2003; 16(1): 188-8. Mir S, Keskinoğlu A, Özkayın N, Özdemir Ö. İlkokul 1. Sınıf Çocuklarında Asemptomatik İdrar Yolu Enfeksiyonu Ve Hipertansiyon Prevalansı. Ege Tıp Dergisi, 2005; 44(1): 29-33. Mehmetoğlu İ. İdrar analizleri. öğrenciler, teknisyenler ve hekimler için klinik biyokimya laboratuvarı el kitabı. II. baskı, Konya: inci ofset, 2002; 224-225. Roy LP . Childhood urinary infections. Aust Presc, 1999; 22: 40-43. Serel TA, Soyupek S, Armağan A, Hoşcan M B, Tunç B. Asemptomatik bakteriüri ve bakteriürinin ilkokul çocuklarında prevalansı. Türk üroloji dergisi, 2004; 30(1): 68-71. Sickbert-Bennett EF, Weber DJ, Gergen-Teague MF, Sobsey MD, Samsa GP, Rutala WA. Comparative efficacy of hand hygiene agents in the reduction of bacteria and viruses. AJIC, 2005; 33(2): 67-77. Ünalacak M, Armutçu F, Demirel F, Gürel A, Demircan N, Aktunç E. Okul çağı çocuklarda mikroskobik idrar incelemesi ile asemptomatik bakteriüri sıklığı. Tıp araştırmaları dergisi, 2005; 3(2): 30-32. Vernon S, Lundblad B, Hellstrom AL. Children’s experiences of school toilets present a risk to their physical and psychological health. Child: Care, health &developoment, 2003; 29(1): 47-53. Wong D, Hockenberry M. Wong’s nursing care of infants and children. (in) Wilson D, Winkelstein ML, Kline NE eds. Seventh edition, St. Louis: Mosby company; 2003: 1260. Zorc JJ, Kiddoo DA, Shaw KN. Diagnosis and Management of Pediatric Urinary Tract Infections. Clin Microbiol Rev, 2005; 18(2): 417-422. 34 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 28 (3) : 35-49, 2012 ENGELLİ ÇOCUĞA SAHİP AİLELERİN YAŞADIĞI SORUNLAR THE PROBLEMS EXPERIENCED BY FAMILIES WITH DISABLED CHILDREN Doç.Dr. Dilek ÖZMEN Öğr.Gör. Aynur ÇETİNKAYA Celal Bayar Üniversitesi Manisa Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü Halk Sağlığı Hemş. Anabilim Dalı Bu araştırma İstanbul’da 2007 yılında gerçekleştirilen 6. Ulusal Hemşirelik Öğrencileri Kongresi (Uluslararası katılımlı)’nde poster bildiri olarak sunulmuştur. ÖZET Amaç: Tanımlayıcı tipte olan araştırmada engelli çocuğa sahip ailelerin yaşadığı sorunların saptanması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma Manisa ilinde bulunan bir zihinsel engelliler rehabilitasyon merkezine kayıtlı engelli bireylerin aileleri ile yürütülmüştür. Araştırmanın örneklemini zihinsel engelliler rehabilitasyon merkezine kayıtlı engelli bireylerin 106 ailesi oluşturmuştur. Veriler araştırmacılar tarafından oluşturulan 28 soruluk anket formu ile toplanmıştır. Bulgular ve Sonuç: Araştırma kapsamına alınan ailelerdeki engelli çocukların yaş ortalaması 9.5±4.2’dir. Ailelerin sahip olduğu çocuk sayısı 2.9±1.2’dur. Ailelerin % 26.4’ünün başka engelli çocuğu daha bulunurken, % 17.9’unun evliliği akraba evliliğidir. Engelli çocuklara bakım verenlerin büyük çoğunluğu (% 93.4) birinci derece yakınlarıdır. Engelli çocukların ailelerinin karşılaştıkları sorunlar, “engellinin bakımında yardım alacakları kimsenin olmaması (% 88.7)”, “çocuğun geleceği ile ilgili kaygılar (% 82.1)”, “aile içinde uyumsuzluk (%50.9)”, “engelin yaşam kısıtlayıcılığı (% 49.1)”, “engelli çocuğun sağlık sorunlarının tedavisinde karşılaşılan sorunlar (% 42.5)”, “engelli çocuğunun bakımının oluşturduğu ek masraf (% 25.5)”, “ailenin engelden dolayı birbirini suçlaması (% 17.9)” olarak belirlenmiştir. Bu araştırmada “anne-babanın yaşı”, “ailenin gelir düzeyi”, engelli çocuğun cinsiyeti”, “ek masrafla karşılaşma”, “engelli çocuğun bakımında yardım alma”, “engelin doğuştan ya da edinsel olduğu”, “engelin tipi” ve “engelin farkına varıldığı zaman” gibi değişkenlerin ailelerin engelli çocuğun bakımında yaşadığı sorunları pek etkilemediği görülmüştür. Etkileyen değişkenlerden; “ailede başka bir engelli çocuğun olması”nın aile üyelerinin engel nedeniyle birbirini suçlamasını azalttığı ve “engelli çocuğun bakımının ek masraf yaratıyor olması”nın engelli çocuğun tedavisinde güçlükler yaşanmasını arttırdığı belirlenmiştir. Son yıllarda engellilere ve ailelerine sunulan hizmetlerdeki gelişmelere rağmen, bu araştırmanın bulguları engelli çocuğa sahip olan ailelerin yaşadığı sorunların sürdüğünü düşündürmektedir. Anahtar Sözcükler: Engelli, Aile, Ailelerin Yaşadığı Sorunlar ABSTRACT Objective: The purpose of this descriptive study is to find out the problems experienced by the families with disabled children. Dilek ÖZMEN, Aynur ÇETİNKAYA Methods: The study was conducted on families of disabled children who were attending to a rehabilitation center for mentally ill children in Manisa province of Turkey. Research sample included 106 family of disabled children who were attending to the rehabilitation center. A 28-item questionnaire which was developed by authors was used to collect data. Results and Conclusion: The mean age of the disabled children was 9.5±4.2 and 75.5% of them were mentally disabled. The mean number of children in the families was 2.9±1.2. Of the families 26.4 percent had another disabled child and 17.9 percent had consanguineous marriage. Nearly all of the the cregivers of disabled children (93.4%) were their first degree relatives. The problems that was stated by the families with disabled children were “lack of somebody’s support for the care of their disabled child (88.7%)”, “concerns about the future of the child (82.1%)”, “disharmony in the family (50.9%)”, “life-limiting impact of disability (49.1%)”, “difficulties in treating health problems of disabled child (42.5%)”, “additional expense for caring their disabled child (25.5%)”, “family members blaming each other for the disability (17.9%)”. In that study it has seen that the variables such as “age of mother”, “age of father”, “household income level” “gender of disabled child”, “to be accompanied by additional expense”, “to have support for caring disabled children”, “to be congenital or acquired”, “disability type” and “the time diagnosing the disability” have only minor impact on difficulty and problems that was experienced by families in the care of their disabled children. It has found that the variables, “to have another disabled child” decrease family members blaming each other for the disability and “additional expenses” increase difficulties in treating health problems of disabled child. Although the services to disabled people and their family improved in recent years, the findings of this study suggest that the problems experienced by families with disabled children are continuing. Key Words: Disabled, Family, Problems Experienced by Families GİRİŞ Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) engelliliği (handicap), bir yetersizlik veya özür nedeni ile yaşa, cinsiyete, sosyal ve kültürel faktörlere bağlı olarak kişiden beklenen rollerin kısıtlanması veya yerine getirilememesi olarak tanımlamaktadır (Handicap International 2006). DSÖ verilerine göre, gelişmiş ülkelerde nüfusun %10'unun, gelişmekte olan ülkelerde ise nüfusun %12'sinin engellilerden oluştuğu bildirilmektedir. Engellilerin %3.5’i konuşma, %1.4’ü ortopedik, %0.6’sı işitme, %0.2’si görme engelliler, %1’ini sürekli hastalığı olanlar, %2’sini eğitilebilir, %0.3’ünü öğretilebilir zihinsel engellilerdir (Özsoy ve ark. 2006). Ülkemizde ise Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) tarafından 2002 yılında gerçekleştirilen Türkiye Engelliler Araştırması sonucuna göre nüfusun %12.29’unun engelli olduğu saptanmıştır (ÖZİDA 2002). Her anne ve baba sağlıklı çocuk sahibi olmak ister (Özşenol ve ark. 2002). Sağlıklı çocuk sahibi olamayan çocuğuna zihinsel ya da bedensel engelli tanısı konulan aileler için bu süreç oldukça travmatik bir durum oluşturmaktadır (Özşenol ve ark 2002, Uğuz ve ark. 2004, Toros 2002). Aileler tarafından gelecek ile ilgili bütün umut, beklenti ve planlar çocuk üzerine kurulurken, beklentilerin dışında farklı özelliklere sahip bir çocuğa sahip olma ailenin yapmış olduğu bütün planlarda değişiklik yapmasına neden olacaktır (Doğru ve Arslan 2008). Yetersizlikleri olan bir çocuğa sahip olmak, ailelerin kendileri için seçtikleri bir rol değilken aileler bir de genelde normal olanı kabul etme eğiliminde olan toplumla mücadele etmek durumunda kalırlar. Engelli çocuğa sahip olan aileler bir yandan çocuklarının sorunlarıyla uğraşır36 Engelli Çocuğa Sahip Ailelerin Yaşadığı Sorunlar larken bir yandan da toplumun kendilerinden beklediği diğer görevleri yerine getirmek için çabalarlar (TODEV 2011). Genel olarak engelli bireye sahip ailelerle yapılan araştırma sonuçları, annebabaların engelli çocuk karşısındaki tepkilerinin şok, inkar, üzüntü, öfke, kızgınlık, utanma, suçluluk, kaygı, beklenmedik krizler, dış dünyanın tutumuyla yüz yüze gelmekten kaçınma, hayal kırıklığı, kendine güven ve saygı duymada azalma şeklinde bazı duyguları ve tepkileri ortaya koyduklarını göstermenin yanı sıra (Akandere ve ark. 2009, Varol 2005, Ross 1975, Özdoğan 1997, Darıca ve ark. 1994, Kimpton 1990, Seligman 1989, Gargiulo 1985, Naidoo 1984); engelli bireye sahip olmanın ebeveynlerin anne baba rollerinde, özel yaşamlarında, sosyal çevrelerinde, planlarında, iş yaşamlarında, ailenin yapısında ve işleyişinde, mali konularda büyük değişikliklere neden olduğunu bildirmektedir (Kayahan 2011, Pelchat ve ark. 2003, Damiani 1999, Bright ve Hayward 1997, Fredman ve ark. 1997, Fisman ve Wolf 1991). Son zamanlarda engelli çocuğa yönelik hizmetlerin, sadece engelli çocuğa sunulan hizmetlerle sınırlı olmadığı, ailenin bir sistem olduğu ve öncelikli olarak aile bireylerinin sorunlarının saptanması, gereksinimlerinin belirlenmesi ve bu gereksinimler doğrultusunda hizmet verilmesi düşüncesini ön plana çıkarmaktadır (Görgü 2005). Bu hizmetlerin, multidisipliner evde bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini kapsaması önemli bir gerekliliktir. Engeli nedeniyle fiziksel, sosyal ve duygusal yönden başkalarına bağımlı olan bireylerin bakımı, kendi bakımlarını devam ettirebilmeleri için çocuk ve ailenin eğitimi, aile üyelerinin bu süreçte desteklenmesi hemşirenin temel ilgi alanıdır (Özdinçer 2002). Halk sağlığı bakış açısı ile engelli bireye bakım verirken fiziksel ve psikolojik olarak büyük yük taşıyan ailelerin yaşadığı sorunların saptanması, sorunlara çözüm önerileri oluşturmak ve sunulacak bakım ve hemşirelik hizmetlerini planlamak açısından önemlidir. Bu araştırmada engelli çocuğa sahip ailelerin yaşadığı sorunların saptanması amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM Tanımlayıcı tipte olan araştırmanın evrenini Manisa ilinde bulunan bir zihinsel engelliler rehabilitasyon merkezine kayıtlı engelli bireylerin aileleri oluşturmuştur (N=120). Araştırmada evrenin tümü araştırma kapsamına alınmış ancak, veriler ulaşılabilen 106 kişi ile görüşülerek toplanmıştır (n=106). Her aileden bir kişi ile görüşülmüştür. Çocukların ailelerinden 14’üne çeşitli nedenlerle (kuruma çocukları ile birlikte gelmemeleri, soruları yanıtlamak istememeleri, zamanlarının olmadığını ifade etmeleri) ulaşmak mümkün olmamıştır. Araştırmaya katılım hızı %88.3’tür. Verilerin toplanmasında ilgili alan yazın doğrultusunda araştırmacılar tarafından hazırlanan engelli çocuğa sahip ebeveynlerin yaşı, eğitimi, mesleği, aile tipi, çocuk sayıları, eğitim düzeyi, gelir algıları, sosyal güvence durumları, eşlerin akrabalık durumları, engelli çocuğun yaşı, cinsiyeti, başka engelli çocuğa sahip olma durumu, çocuğun engelinin oluşma zamanı, engel tipi, engelin fark edilme zamanı gibi demografik özellikleri ile engelli çocuğa sahip ailelerin yaşadıkları sorunların yer aldığı 28 soruluk anket formu kullanılmıştır. Veriler Mili Eğitim Müdürlüğü’nden ve araştırmanın yapıldığı kurumdan gerekli yazılı izin alındıktan sonra, gönüllülük esasına dayalı 37 Dilek ÖZMEN, Aynur ÇETİNKAYA olarak; sözlü onamları alınan bireylerle yüz yüze görüşme tekniği ile araştırmacılar tarafından toplanmıştır. Bir görüşme ortalama 45-50 dakika sürmüştür. Verilerin değerlendirilmesi SPSS 15.0 for Windows programında, tanımlayıcı istatistikler ve kikare önemlilik testi ile yapılmıştır. BULGULAR Araştırma kapsamına alınan engelli çocukların yaş ortalaması 9.5±4.2’dir. Engelli bireylerin %59.4’ü erkek, %52.8’inin engeli doğuştan ve %75.5’i zihinsel engellidir. Engelli bireylerden %45.2’sinin engeli aileleri tarafından ilk bir yaş içinde fark edilmiştir (Tablo 1). Tablo 1. Araştırma Kapsamına Alınan Engelli Çocuğa Ait Tanıtıcı Özellikler Tanıtıcı Özellikler Yaş (yıl) Cinsiyet Engel Nedeni Engel Tipi Engelin Fark Edilme Zamanı Toplam Sayı % 9.5 ±4.2 (Min:1 Maks:35 Ortanca:9.0) Erkek Kız Doğuştan Sonradan Bilinmeyen Zihinsel Bedensel Zihinsel +Bedensel Doğar doğmaz Doğumdan sonra- ilk 1 yaş içinde 1 yaş-3 yaş arası 3 yaş ve-5 yaş arası 5 yaş ve üzeri 63 43 56 30 20 80 24 2 17 31 10 19 29 106 59.4 40.6 52.8 28.3 18.9 75.5 22.6 1.9 16.0 29.2 9.4 17.9 27.4 100.0 Araştırma kapsamına alınan engelli çocuğa sahip ailelerin tanıtıcı özellikleri Tablo 2’de görülmektedir. Engelli çocukların annelerinin %69.8’i ilkokul mezunu ve % 91.5’i ev kadını; babalarının %62.3’ü ilkokul mezunu ve % 48.1’i işçidir. Anne ve babaların yaş ortalamaları değerlendirildiğinde; annelerin yaş ortalamasının 35.6±7.5, babaların yaş ortalamasının 39.7±8.7 olduğu saptanmıştır. Ailelerin sahip olduğu çocuk sayısı 2.9±1.2’dur. Ailelerin % 26.4’ünün başka engelli çocuğu daha bulunurken, % 17.9’unun evliliği akraba evliliğidir. Ailelerin % 64.2’si gelirlerini giderlerinden az algılamaktadır. Ailelerin % 96.2’sinin sosyal güvencesi bulunmaktadır. Sosyal güvencesi bulunan ailelerin % 76.3’ünün sosyal güvencesi Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK)’dur. Engelliye bakım veren bireylerin %93.4’ü birinci derece yakınlarıdır. Ailelerin %88.7’si engellinin bakımında başka kimseden yardım almadıklarını, engelli çocuğa sahip ailelerin yaklaşık dörtte üçü (%74.5) engelli çocuğuyla ilgili ek masrafları olmadığını ifade etmişlerdir (Tablo 2). Engelli çocuğa sahip ailelerin yaşadıkları sorunları saptamak için ailelere yöneltilen sorulara verilmiş yanıtlara bakıldığında; ailelerin %17.9’u çocuğun engelli olması 38 Engelli Çocuğa Sahip Ailelerin Yaşadığı Sorunlar ile ilgili olarak eşiyle birbirlerini ya da ailelerini suçladıklarını, %42.5’i engelli çocuğunun tedavisi ile ilgili sorun yaşadıklarını, %82.1’i engelli çocuğuyla ilgili geleceğe yönelik kaygı taşıdıklarını, %49.1’i engelli çocuğunun durumu nedeniyle aile yaşantısında sınırlılıklar yaşandığını ve %50.9’u da çocuğun engeli nedeniyle aile içinde uyumsuzluklar yaşandığını belirtmişlerdir (Tablo 3). Tablo 2. Araştırma Kapsamına Alınan Engelli Çocuğa Sahip Ailelerin Tanıtıcı Özellikleri Tanıtıcı Özellikler Anne Eğitimi Annenin İşi Baba Eğitimi Babanın İşi Okur-yazar değil İlkokul mezunu Ortaokul mezunu Lise mezunu Yüksekokul mezunu Ev kadını İşçi Memur Okur-yazar değil İlkokul mezunu Ortaokul mezunu Lise mezunu Yüksekokul mezunu İşsiz İşçi Memur Serbest Meslek Anne Yaşı Babanın Yaşı Ailenin Sahip Olduğu Çocuk Sayısı Başka Engelli Çocuğu Sahip Olma Durumu Eşlerin Akrabalık İlişkisi Ailenin Gelir Algısı Sosyal Güvence Durumu Engelliye Bakım Verenin Yakınlık Derecesi Engellinin Bakımında Yardım Edenin Varlığı Bakımının Ek Masraf Yaratma Durumu Toplam Evet Hayır Var Yok Gelir giderden az Gelir gidere denk Gelir giderden fazla SSK Emekli Sandığı Bağkur Yeşil Kart Yok I. derece yakın Diğer Evet Hayır Evet Hayır Sayı 20 74 7 3 2 97 8 1 8 66 15 15 2 10 51 12 33 % 18.9 69.8 6.6 2.8 1.9 91.5 7.5 0.9 7.5 62.3 14.2 14.2 1.9 9.4 48.1 11.3 31.1 35.6 ±7.5 (Min:22.0 Maks:63. Ortanca:35.0) 39.7±8.7 (Min:27.0 Maks:65.0 Ortanca:37.0) 2.9±1.2 (Min:1.0 Maks:7.0 Ortanca:3.0) 28 26.4 78 73.6 19 17.9 87 82.1 68 64.2 34 32.0 4 3.8 78 73.6 9 8.5 5 4.7 10 9.4 4 3.8 99 93.4 7 6.6 12 11.3 94 88.7 27 25.5 79 74.5 106 100.0 39 Dilek ÖZMEN, Aynur ÇETİNKAYA Tanıtıcı özellikler ile engelli çocuğun bakımında ailenin yaşadığı sorunlar arasındaki ilişki araştırıldığında; “ailede başka bir engelli çocuğun olması”nın aile üyelerinin engel nedeniyle birbirini suçlamasını azalttığı ve “engelli çocuğun bakımının ek masraf yaratıyor olması”nın engelli çocuğun tedavisinde sorunlar yaşanmasını arttırdığı belirlenmiş ve aradaki ilişki anlamlı bulunmuştur. Diğer değişkenler arasında anlamlı ilişki saptanmamıştır (Tablo 4). Tablo 3. Araştırma Kapsamına Alınan Engelli Çocuğa Sahip Ailelerin Yaşadıkları Sorunlar Sayı % Çocuğun Engelli Olması İle İlgili Olarak Karşılıklı Suçlama Durumu Yaşanılan Sorunlar Evet 19 17.9 Hayır 87 82.1 Engelli Çocuğun Tedavisi İle İlgili Sorun Yaşama Durumu Evet 45 42.5 Hayır 61 57.5 Engelli Çocuğun Geleceği İle İlgili Kaygı Yaşama Durumu Engelli Çocuğun Durumu Nedeniyle Aile Yaşamında Sınırlılık Yaşama Durumu Engelli Çocuğun Durumu Nedeniyle Aile İçinde Uyumsuzluk Yaşama Durumu Evet 87 82.1 Hayır 19 17.9 Evet 52 49.1 Hayır 54 50.9 Evet 54 50.9 Hayır Toplam 52 49.1 106 100.0 TARTIŞMA Aile sistemi bir bütündür. Bu sistemde bir bireyin başına gelen diğer bireyleri de etkiler. Çoğu zaman değiştirilemeyen ve süreklilik gösteren engellilik yalnızca çocuğu değil aile ve akrabaları da fiziksel, duygusal ve sosyal yönden etkileyip, çok yönlü problemler yaşamalarına zemin hazırlar (Aktaş 2010, Görgü 2005). Engelli bir çocuğa sahip ailelerin çocuğun bakımı, eğitimi, tedavisi ve büyütülmesi gibi konularda yaşadıkları sorunlar ailede önemli problemler yaratabilmektedir (Özşenol ve ark. 2002). Engelli çocuğa sahip ailelerin yaşadığı sorunları saptamayı amaçlayan araştırmada, engelli çocukların %45.2’sinin engeli ilk bir yaş içinde fark edilmiştir. Engelli çocuklarda tanının erken dönemde konulması, çocuğun tedavisine ve eğitimine erken yaşta başlanması; çocuğun bağımsızlığını kazanması, dolayısıyla çocuk ve ailesinin yaşam kalitesini artırması açısından önemlidir (Şen 2004). Engelli çocukların engelinin erken saptanması ve tedavi edilebilmesi açısından doğum öncesi izlemlerine, doğum sonrasında bebeğin dikkatli bir şekilde muayene edilmesine, rutin izlemlerin zamanında yapılmasına, erken tanı ve tedavi gerektiren hastalıklar için gerekli tetkiklerin yapılması/yaptırılması konusunda hem sağlık personelinin hem de ailelerin özenli olmasının önemli olduğu düşünülmektedir. Bu da hemşirenin erken tanı hizmetlerinde danışmanlık rolünün önemini akla getirmektedir. Engelli ailelerinin %64.2’si gelirlerinin giderlerini karşılamadığını bildirmektedir. Bu bulgu engelliler ile ilgili yapılan araştırmalarda elde edilen bulgularla uyumludur. 40 Engelli Çocuğa Sahip Ailelerin Yaşadığı Sorunlar Yoksulluk ve engellilik arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Engellilik, yoksulluğun hem gerekçesi hem de sonucudur. Kötü beslenme, bağışıklama programlarına ve sağlık hizmetlerine erişememe, doğum-öncesi ve sonrası bakım yetersizliği, sağlıklı olmayan ortamlarda yaşam, kalabalık evlerde yaşanan kazalar engellilik riskini artırmaktadır. Diğer yandan engellilik, artan toplumsal izolasyon ve ekonomik zorlanmalarla, yoksulluk yaratmakta ve yoksulluğu şiddetlendirmektedir (Gökcan 2011, Erdugan 2010, Özgökçeler 2006,Tufan ve Arun 2006, Coleridge 1996). Araştırmada ailelerin % 17.9’unun evliliği, akraba evliliğidir. Manisa Nüfus Sağlık Araştırması (2005) verilerine göre; Manisa kent merkezinde akraba evliliği oranı 11.6’dır (MNSA 2005). Engelli çocuğa sahip ailelerle yapılan bu araştırmada akraba evliliğinin normal popülasyona göre daha yüksek oranda görülmesi beklendik bir durumdur. Akraba evliliği, genetik geçişli hastalık riskini arttırması ve dolayısıyla doğuştan anomalilerin artmasına yol açması nedeniyle önemli bir halk sağlığı sorunudur (MNSA 2005). Özellikle otozomal resesif hastalıklar her sistemi ilgilendirebilmekte ve çeşitli engeller de (zeka geriliği, görme bozukluğu, ortopedik rahatsızlıklar, cilt ve adale rahatsızlıkları, v.s.) bu hastalıkların bir sonucu olarak görülebilmektedir (Tunçbilek 2011). Ayrıca bu araştırmada ailelerin dörtte birinden fazlasının (%26.4) en az bir tane daha engelli çocuğu bulunduğu saptanmıştır. Akraba evliliği yapan popülasyonlarda özürlü çocuk doğma riski diğer popülasyona göre iki kat artmaktadır. Genel popülasyonda %5 olan özürlü çocuk oranı akraba evliliği yapan popülasyonda yaklaşık %8-9 civarındadır. Ülkemizde yaygın olarak görülen sebep ve sonuçları bakımından sosyal ve sağlık bilimlerini ilgilendiren akraba evliliklerinde, yapılacak genetik danışmanlıklarla doğacak çocuklarda ortaya çıkacak genetik hastalık risklerini erken dönemde saptamak mümkün olabilmektedir (Tunçbilek 2011). Bu nedenle özellikle akraba evliliği yapmış kişilere genetik geçişli hastalıklar konusunda erken dönemde hemşirelik hizmetleri kapsamında sunulacak danışmanlığın önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Engelliye bakım veren bireylerin %93.4’ü birinci derece yakındır. Yapılan araştırma sonuçları da engelli çocuğa bakım veren kişilerin birinci derece yakınları olduğunu, özellikle de annelerin çocuğun bakımının büyük çoğunluğunu üstlendiğini göstermektedir (Gökcan 2011, Sarı 2007, Er 2006, Işıkhan 2005). Toplum tarafından kadına uygun görülen rol ve kadının toplumsal statü ile düşünüldüğünde bu sonuç beklenen bir durumdur. Uzun ve zorlu olan bu süreçte engelli çocukla birinci derecede ilgilenme durumunda olma annelerde anksiyete ve tükenmişlik duygusu oluşturmaktadır (Sarı 2007, Uğuz ve ark. 2004). Engelli bireylerin bakım yükünü taşıyan bireylere yakın çevrelerinin destek sağlanmasının yanısıra, engelli bireylerin gereksinimlerini karşılayacak sayı ve nitelikteki gündüz bakımevlerinde günün belli saatlerinde çocukların bakımlarının sağlanmasının aile yükünü azaltması açısından önemli olduğu düşünülmektedir. Araştırma bulguları bu zor süreçte ailelerin %88.7’sinin engellinin bakımında kimseden yardım almadıklarını göstermektedir. Kahriman ve Bayat (2008), Kurt ve ark. (2008), Özsoy ve ark. (2006), Şen (2004), Özşenol ve ark. (2002), Sarısoy (2000)’da yaptıkları çalışmalarında ailelerin engellinin bakımında yeterli desteği almadıklarını saptamışlardır. Baltaş (2000), sosyal destek41 Dilek ÖZMEN, Aynur ÇETİNKAYA lerin stres yaratan durumu ortadan kaldırmasalar bile bireylerin kaygı düzeylerini azaltarak onların iyimser olmalarına, zorlayıcı durumlarla başa çıkmada yeni çözümler üretmelerine yardımcı olup çaresizlik duygularını azalttıklarını ifade etmektedir. Ülkemizde engelli birey ve ailesini psikolojik, sosyal ve fiziksel anlamda destekleyecek nitelikte evde bakım sisteminin olmaması engelli birey ve ailelerinin sorunlarının çözümünde yalnız kalmalarına ve sağlık problemlerinin katlanarak artmasına zemin hazırlamaktadır (Aktaş 2010). Ailelere profesyoneller ve bunlar arasında önemli yeri olan hemşireler tarafından evde bakım hizmetlerinin sunulmasının engelli bakımında ailelerin yaşadığı sorunların çözümünde yardımcı olacağı belirtilmektedir (Kılıç 2009). Araştırmada engelli çocuğa sahip ailelerin yaklaşık dörtte üçü (%74.5) engelli çocuğuyla ilgili ek masrafları olmadığını ifade etmişlerdir. Ailelerin % 64,.2’si gelirlerinin giderlerini karşılamadığını bildirirken, bir yandan da ailelerin büyük çoğunluğunun (%74.5) engelli çocuğu ile ilgili ek masrafları olmadığını bildirmeleri oldukça ilginçtir. Bu bulgu konu ile ilgili yapılan benzer araştırma bulguları ile de çelişmektedir (Gökcan 2011, Erdugan 2010, Kılıç 2009, Özsoy ve ark. 2006, Tufan ve Arun 2006, Şen 2004). Engelli çocuğun ebeveynlerinden bazıları, evde çocuklarının bakımını sağlayabilmek için çalıştıkları işlerinden ayrılmak zorunda kalmaktadırlar. Böyle olunca da ailelerin büyük çoğunluğu ekonomik olarak sıkıntı yaşamakta ve gelirleri giderlerini karşılamamaktadır. Araştırmada engelli çocuğuyla ilgili ek masrafları olmadığını belirten ailelerin 2005 yılında çıkarılan 5378 sayılı “Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” çerçevesinde aldıkları yardımlar ve engelli çocukların tümünün eğitimleri için bir rehabilitasyon merkezine devam ediyor olmasından dolayı çocuklarının kendileri için ek masraf oluşturmadığını ifade etmiş olabilecekleri düşünülmektedir. Ailelerin, %17.9’u çocuğun engelli olması ile ilgili olarak birbirlerini karşılıklı suçladıklarını ifade etmişlerdir. Çapa (2009), Top (2008), Sarı (2007), Sarı ve ark. (2006), Özsoy ve ark (2006), Şen (2004) de yaptıkları çalışmalarında eşlerin birbirlerini suçladıklarını ya da eşlerin diğer eşin ailesi tarafından suçlandığını saptamışlardır. Özellikle birbirlerini anlamaya çalışan ve yaşadıkları zorluklara saygı duyan bireylerin bulunduğu aileler durumla daha çabuk baş etmekte ve çözüm üretmeye çalışmaktadırlar. Eşlerin bu süreçte birbirlerini suçlamaları, suçu diğerinde yada onun ailesinde aramaları, kendilerinde yada eşlerinde bir günahın olduğunu düşünmeleri ve bunun için onu yargılamaları bireysel ve birlikte baş etmeyi zorlaştırmaktadır. Eşlerin bu süreçte çocuğa konsantre olurken birbirlerini unutmamaları, birbirlerine zaman ayırmaları, birbirlerini desteklemeleri, kararlarını, zorluklarını, duygu ve düşüncelerini karşılıklı dinlemeleri, anlatmaları var olan durumla baş etmelerini kolaylaştırmaktadır (TODEV 2011). 42 Tablo 4. Engelli Çocuk Sahibi Ailelerin Yaşadığı Sorunlar ile Tanıtıcı Özelliklerin Karşılaştırılması Engelli Çocuğa Sahip Ailelerin Yaşadığı Sorunlar 43 Tablo 4. Engelli Çocuk Sahibi Ailelerin Yaşadığı Sorunlar ile Tanıtıcı Özelliklerin Karşılaştırılması (devamı) Dilek ÖZMEN, Aynur ÇETİNKAYA 44 Engelli Çocuğa Sahip Ailelerin Yaşadığı Sorunlar Engelli ailelerinin %42.5’i engelli çocuğunun tedavisi ile ilgili sorun yaşadığını bildirmiştir. Küllü (2008) ve Işıkhan (2005) araştırmalarında ailelerin tedavi aşamasındaki bürokrasinin fazlalığının kendilerinde sıkıntı yarattığını belirtmişlerdir. Erdugan’ın (2010) yaptığı çalışmada da sağlık hizmetleri ile ilgili sıkıntılar dile getirilmiştir. Sağlık hizmetleri, özellikle engelli bireylerin yararlanması açısından yaşamsal önem taşıyan hizmet türüdür. Engellilik, ciddi sağlık sorunlarını ve sağlık hizmetlerine gereksinimi beraberinde getiren bir olgu olmakla birlikte, aynı zamanda engelli kişiler sağlık hizmetlerinden yaşam boyu engelli olmayan kişilere oranla daha sık yararlanmaktadırlar. Sağlık hizmetlerinden yararlanma süreçlerinin uzunluğu, hastanelerde yaşanan sıkıntılar, bedel ödenen ilaçlar ve sağlığa ilişkin diğer tüm maliyetler yaşanan sorunlar arasında gösterilmektedir (Erdugan 2010). Araştırmada ailelerin %82.1’inin engelli çocuğuyla ilgili geleceğe yönelik kaygı taşıdığı saptanmıştır. Kurt ve ark. (2008), Küllü (2008), Özsoy ve ark. (2006), Sarı ve ark. (2006), Erhan (2005), Minnes ve Woodford (2004), Şen (2004), Özşenol ve ark. (2003) da yaptıkları çalışmalarında engelli çocuğa sahip ailelerin çocuklarının geleceği ile ilgili kaygı yaşadıklarını saptamışlardır. Engelli çocuğun bakımını çoğu zaman engelli bireyin birinci derece yakınları yapmaktadır ve pek çok zamanda çevrelerinden yeterli sosyal desteği görmediklerini ifade etmektedirler. Bu nedenle ailelerin kendi ölümlerinden sonra engelli çocukları ile ilgili bu kaygıyı yaşamaları doğaldır. Sosyal devlet anlayışı ilkesi ile devletin engelli bireylerin gereksinimi olduğu zaman bakımının sağlanabileceği, ailelerin gönül rahatlığı ile çocuklarını teslim edebileceği niteliklere sahip yatılı bakım merkezlerinin sayılarının arttırılması ile ailelerin bu konudaki kaygılarının biraz olsun azalabileceği düşünülmektedir. Araştırmada ailelerin %49.1’i engelli çocuğunun durumu nedeniyle aile yaşantısında sınırlılıklar yaşandığını ifade etmişlerdir. Çakmak ve Özhavzalı (2008) engelli çocuk nedeniyle çevreleri ile ilişkilerinin etkilendiğini, Çapa (2009) ile Kahriman ve Bayat (2008) akrabaları ve komşuları ile ilişkilerinin olumsuz şekilde etkilendiğini, Özşenol ve ark. (2003) ebeveynlerin çocuklarının engeli nedeniyle yakınlarının kendilerinden uzaklaştığını, Top (2008) zihinsel engelli çocuğa sahip ailelerin yakınları ile sık görüşmediklerini bildirmektedirler. Toplumun engelli bireyleri algılayışı bu durumu etkiliyor olabilir. Ailelerin %50.9’u çocuğun engeli nedeniyle aile içinde uyumsuzluklar yaşandığını belirtmiştir. Yurdakul ve ark. (1998) engelli çocuğun aileye katılması ile evlilik ilişkisinin olumsuz etkilendiğini bildirmiştir. Bahar ve ark. (2009), Kılıç (2009), Kahriman ve Bayat (2008), Kurt ve ark. (2008), Lüle (2008), Karadağ ve ark. (2007), Güney (2005), Özdinçer (2002) çalışmalarında çocuğun engelli olmasının eşlerin birbirleriyle ilişkilerini ve ebeveynlerin diğer çocuklarla ilişkilerini olumsuz etkilediğini ifade etmişlerdir. Aile içinde yaşanan uyumsuzluklar tüm aile bireylerini mutsuz ve huzursuz etmekte, ruh sağlıklarını olumsuz şekilde etkileyebilmektedir. Bu nedenle bu zorlu süreçte aile bireylerinin birbirine destek olması önemlidir. Tanıtıcı özellikler ile engelli çocuğun bakımında ailenin yaşadığı güçlük ve sorunlar arasındaki ilişki araştırıldığında “annenin yaşı”, “babanın yaşı”, “ailenin gelir düzeyi”, engelli çocuğun cinsiyeti”, “ek masrafla karşılaşma”, “engelli çocuğun 45 Dilek ÖZMEN, Aynur ÇETİNKAYA bakımında yardım alma”, “engelin doğuştan ya da edinsel olduğu”, “engelin tipi” ve “engelin farkına varıldığı zaman” gibi değişkenlerin ailelerin engelli çocuğun bakımında yaşadığı sorunları çokta etkilemediği görülmüştür. Etkileyen değişkenlerden “ailede başka bir engelli çocuğun olması”nın aile üyelerinin engel nedeniyle birbirini suçlamasını azalttığını ve “engelli çocuğun bakımının ek masraf yaratıyor olması”nın engelli çocuğun tedavisinde sorunlar yaşanmasını arttırdığı belirlenmiştir. Engelli çocuğun bakımının ek masraf yaratması ile engelli çocuğun tedavisiyle ilgili sorun yaşama durumu arasındaki anlamlı ilişki, engelli bireye sahip ailelerin ekonomik desteğe gereksinimlerinin varlığını düşündürtmektedir. Başka engelli çocuğun varlığının çocuğun engelli olması konusunda karşılıklı suçlamayı azaltıyor olması açıklanması zor bir bulgudur. Ancak bu bulgu birden fazla engelli çocuk sahibi olmanın anne babadaki kaderci yaklaşımı artırabileceğini düşündürmektedir. Çünkü insanların toplumsal sorunlara yaklaşımları inandıkları değer ve görüşlerle çok yakından ilgilidir. Benimsenen değer ve inançlar toplumsal ve siyasi olayları yorumlamada ve buna göre tutum sergilemede etkili olur. Bu nedenle de engelli bir çocuğa sahip olan ebeveynler benimsedikleri değer ve inanışlar doğrultusunda bu durumu takdir-i ilahi olarak yorumlayarak, kabul etme yoluna gitmek ve yaşanan durumları da “kader”, “çaresizlik” ve Tanrı’nın kendilerini sınaması olarak değerlendirebilmekte, sonuç olarak da ortaya çıkan durumla ilgili olarak yakınma sunmayabilmektedirler (Elitok 2011, Kahriman ve Bayat 2008). SONUÇ VE ÖNERİLER Ülkemizde 2005 yılında çıkarılan 5378 sayılı “Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile engellilere ve ailelerine sunulan hizmetlerdeki gelişmeler göz ardı edilemezse de, araştırma sonucuna göre engelli çocuğa sahip olan ailelerin yaşadığı sorunların sürdüğü görülmektedir. Bu nedenle engelli bireyin ailesinin yaşadığı sorunları en aza indirmeye yönelik olarak; - Engelli bireyin bakımında ailenin yükünü azaltmak ve aileye danışmanlık hizmeti sunmak üzere evde bakım hizmetlerinin planlamasının ve yaygın şekilde hizmet verilmesinin, - Bu kapsamda hizmet sunumunda, hemşirelerin hem toplumsal hem de engelli grubuna yönelik danışmanlık, eğitici, plan yapıcı, bakım verici rollerini ve işlevlerini öncelikli olarak yerine getirmelerinin, - Engelli bireylerin ailelerine sosyal (hem yakın çevre, hem de kurumsal) ve psikolojik destek sağlanmasının, - Engellilerin ailelerinin talep ettikleri zamanda engellilerin yatılı kalabilecekleri ve bakımlarının yapılacağı bakımevlerinin açılmasının, - Engellilere sağlık hizmeti alırlarken öncelik ve kolaylık sağlanmasının, - Engelli ailelerin yaşadıkları sorunları daha açık şekilde ortaya koyacak nitel araştırmalar yapılmasının önemli ve uygun olduğu düşünülmektedir. 46 Engelli Çocuğa Sahip Ailelerin Yaşadığı Sorunlar TEŞEKKÜR Araştırmanın verilerinin toplanması aşamasındaki katkılarından dolayı Nur Özdinç ve İlksen Demir’e teşekkürler ederiz. KAYNAKLAR Akandere M, Acar M, Baştuğ G. Zihinsel ve fiziksel engelli çocuğa sahip anne ve babaların yaşam doyumu ve umutsuzluk düzeylerinin incelenmesi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2009; 22-31. Aktaş E. Fiziksel engelli çocuk ve ailesinin evde bakım gereksinimine ışık tutucu araştırmaların sistematik incelemesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 2010. Bahar A, Bahar G, Savaş HA ve ark. Engelli çocukların annelerinin depresyon ve anksiyete düzeyleri ile stresle başa çıkma tarzların belirlenmesi. Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi. 2009; 4(11):97-112. Baltaş Z. Sağlık psikolojisi, Halk sağlığında davranış bilimleri. İstanbul: Remzi Kitabevi. 2000. Bright JA, Hayward P. Dealing with chronic stress: coping strategies self esteem and service use in mothers of handicapped children. Journal of Mental Health. 1997; 6: 1; 67-75. Coleridge P. Disability, Liberation, and Development. Oxfam: Oxford University pres. 1996. Çakmak ZA, Özhavzalı M. Kırıkkale ilindeki engellilerin ve ailelerinin günlük hayatta karşılaştıkları sorunlar ve çözüm önerileri araştırması. XII. Ulusal Halk Sağlığı Kongre Kitabı: Ankara: 2008: 603. Çapa B. Zihin engelli ve otistik çocuğa sahip ailelerin toplumsal hayata katılmada yaşadıkları güçlüklerin karşılaştırılması. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü. 2009. Damiani BV. Responsibility and adjustment in siblings of children with disabilities: update and review. families in society. The Journal of Contemporary Human Services, 1999; 1: 34-40. Darıca N, Pişkin Ü, Gümüşçü Ş. Otizim ve Otistik Çocuklar. Ankara: Basım Grafik. 1994. Doğru SSY, Arslan E. Engelli çocuğu olan annelerin sürekli kaygı düzeyi ile durumluk kaygı düzeylerinin karşılaştırılması. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 2008; 19; 543-553. Elitok R (2011). Özürlülüğün Sosyo–Politiği, 04 Eylül 2011 tarihinde http://www.sosyalhizmetuzmani.org/ ozurlusosyopolitik.htm adresinden indirildi. Er M. Çocuk, hastalık, anne-babalar ve kardeşler. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 2006; 49: 155-168. Erdugan FE. Türkiye’de özürlü yoksulluğu ve mücadele politikalarının değerlendirilmesi: Ankara-Keçiören örneği, T.C. Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı Yayın No:50, Ankara. 2010. Erhan GG. Zihinsel engelli çocuğu olan annelerin umutsuzluk, karamsarlık, sosyal destek algılarının ve gelecek planlanlarının incelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü. 2005. Fisman S, Wolf L. The handicapped child: Psychological effects of parental, marital, and sibling relationships. Psychiatric Clinics of North American. 1991; 14:1; 199-217. Fredman RI, Wyngaarden K, Seltzer MM. Aging parent’ residential plans for adult children with mental retardation. Mental Retardation. 1997; 35:2; 114-123. Gargiulo RM. Working with parents of exceptional children. Houghton Mifflin Ca, Boston. 1985. Gökcan K (2011), Özürlü Çocuğa Sahip Ailelerin Beklentileri, 04 Eylül http://wwwSosyalhizmetuzmani.Org/Ozurlucocukaileleri.Htm adresinden indirildi. 2011 tarihinde Görgü E. 3-7 Yaş arası otistik çoçuğa sahip olan annelerin algıladıkları sosyal destek düzeyleri ile depresyon düzeyleri arasındaki ilişki. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İstanbul. 2005. Güney R. Kronik hastalıklı kardeşe sahip çocukların sosyal yeterlilikleri ve problem davranışları. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi. 2005. 47 Dilek ÖZMEN, Aynur ÇETİNKAYA Handicap International (2006). Making PRSP inclusive. 12 Mart 2008 tarihinde http://siteresources. worldbank.org/DISABILITY/Resources/280658-1172608138489/MakingPRSPInclusive.pdf adresinden indirildi. Isıkhan V. Engelli çocuğa sahip anne ve babalarda depresyon. Ankara: Şefkat Matbaacılık. 2005. Kahriman İ, Bayat M. Özürlü çocuğa sahip ebeveynlerin yaşadıkları güçlükler ve algıladıkları sosyal destek düzeyleri. Özveri Dergisi, Ağustos 2008; 5:1. Karadağ G, Uçan Ö, Ovayolu N. Engelli çocuğa sahip ailelerin yaşadıkları güçlükler. XI. Ulusal Halk Sağlığı Kongre Kitabı. Denizli, 2007: 514. Kayahan M. Akraba evlilikleri üzerine, Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı, Ankara, 2011; 2-4. Kılıç S. Fiziksel engelli çocuğun evde bakım gereksiniminin aileye etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2009. Kimpton D. A special child in the family. London: Sheldon Press. 1990. Kurt AS, Tekin A, Koçak V ve ark. Zihinsel engelli çocuğa sahip anne babaların karşılaştıkları güçlükler. Türkiye Klinikleri J Pediatr, 2008; 17:158-163 Küllü Z. Özürlü çocuğa sahip ebeveynlerde depresyon durumunun değerlendirilmesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Kayseri: Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2008. Lüle F. Engelli bireye sahip yoksul ailelerin karşılaştıkları sorunlar ve bu sorunlarla başa çıkma tarzları. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008. Minnes P, Woodford L. Mediators and moderators of well-being in ageing family caregivers of adults with intellectual disabilities. IASSID World Congress Abstracts, Journal of Intellectual Disability Research, 2004: 48:370. MNSA (Manisa Nüfus Sağlık Araştırması). Evlilik Durumu ve Akraba Evliliği, Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Manisa, 2005: 31. Naidoo RM. Counselling parents with handicapped children. Projective Psychology, 1984: 29:1. Özdinçer S. Nöromüsküler hastalıklı çocukların evde bakım gereksinimleri, ailelerin evde bakımda yaşadığı güçlükler ve olanakları. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: M. Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 2002. Özdoğan B. Çocuk ve Oyun. Ankara: Anı Yayıncılık. 1997. Özgökçeler S. Sosyal dışlanma sorunsalı ve engellilerin sosyal politikası bağlamında değerlendirilmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Bursa: Uludağ Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2006. ÖZİDA (Özürlüler İdaresi Başkanlığı) (2002). Türkiye Özürlüler Araştırması, 30 Kasım 2011 tarihinde http://www.ozida.gov.tr/arastirma/oztemelgosterge.htm adresinden indirildi. Özsoy SA, Özkahraman Ş, Çallı F. Zihinsel engelli çocuk sahibi ailelerin yaşadıkları güçlüklerin incelenmesi. Aile ve Toplum Dergisi, 2006; Ocak-Şubat-Mart: 69–77. Özşenol F, Işıkhan V, Ünay B ve ark. Engelli çocuğa sahip ailelerin aile işlevlerinin değerlendirilmesi. Gülhane Tıp Dergisi, 2003; 45:2; 156–164. Özşenol F, Ünay B, Aydın Hİ ve ark. Engelli çocuklara sahip ailelerin psiko-sosyal durumlarının ve beklentilerinin incelenmesi. Gülhane Tıp Dergisi, 2002; 44:2,188-194. Pelchat D, Lefebrune H, Perault M. Differences and similarities between mother and fathers’ experiences of parenting a child with disability, J. Child Care, 2003; 7:4; 231-247. Ross T. Medical engineering helps handicapped children. Nurs Mirror Midwives J. 1975; Aug 21; 141:8; 41-2. Sarı HY, Baser G, Turan JM. Experiences of mothers of children with Down Syndrome. Pediatric Nursing, 2006: 18:4; 29-32. Sarı HY. Zihinsel engelli çocuğu olan ailelerde aile yüklenmesi. Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi. 2007; 11:2; 1-7. Sarısoy M. Otistik ve zihinsel engelli çocuğa sahip ebeveynlerin evlilik uyumları. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 2000. 48 Engelli Çocuğa Sahip Ailelerin Yaşadığı Sorunlar Seligman M. Ordinary families special children; becoming the parent of a disabled children, recation to first information. New York: The Guilford Press. 1989. Şen E. Engelli çocuğu olan ailelerin yaşadığı güçlükler. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Mersin: Mersin Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2004. TODEV (Türkiye Otistiklere Destek ve Eğitim Vakfı) (2011). Ailelerin Yaşadığı Süreçler, 30 Kasım 2011 tarihinde http://www.todev.org/otizm/otizm-ve-aile/ adresinden indirildi. Top FÜ. Zihinsel engelli çocuğu olan ailelerin yaşadığı sorunların incelenmesi. Özveri Dergisi, 2008; 5:2. Toros F. Zihinsel ve/veya bedensel engelli çocukların annelerinin anksiyete, depresyon, evlilik uyumunun ve çocuğu algılama şeklinin değerlendirilmesi. Türkiye Kilnikleri Psikiyatri Dergisi, 2002; 3: 45-52. Tufan İ, Arun Ö. Türkiye Engelliler Araştırması 2002 İkincil Analizi, TUBİTAK, Ankara. 2006. Tunçbilek E. Akraba evlilikleri, Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı, Görünüm Ocak, Ankara, 2011: 5. Uğuz Ş, Toros F, İnanç BY ve ark. Zihinsel ve/veya bedensel engelli çocukların annelerinin anksiyete, depresyon ve stres düzeylerinin belirlenmesi, Klinik Psikiyatri, 2004; 7:42-47. Varol N. Aile eğitimi. Ankara, Kök Yayıncılık. 2005. Yurdakul A, Girli A, Sarısoy M ve ark. (1998). Evlilik ilişkisinde engelli çocuğa sahip olmanın rolü 08 Ağustos 2011 tarihinde http://www.isikozelegitim.com/uploads/File/Evlilikte%20Engelli%20Cocuga%20 Sahip%20Olmak.pdf, adresinden indirildi. 49 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 28 (3) : 51-64, 2012 İMPLANTE PORT TAKILACAK HASTALARIN İŞLEM ÖNCESİ BİLGİLENDİRİLMESİNİN ANKSİYETE DÜZEYLERİNE ETKİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ EVALUATING THE EFFECT OF PRE-INFORMING PATIENTS ON ANXIETY LEVELS BEFORE THE IMPLANTED PORT PLACEMENT Arş.Gör. Selda KARAVELİ* Doç.Dr. Nedime KÖŞGEROĞLU** Doç.Dr. Sibel ERKAL İLHAN*** *Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Cerrahi Hast. Hemş. AD. **Osmangazi Üniversitesi Eskişehir Sağlık Yüksekokulu Cerrahi Hast. Hemş. AD. ***Ankara Üniversitesi Sağlık Bil. Fak. Ebelik Bölümü ÖZET Amaç: Bu araştırmada, implante port kateter takılacak hastaları işlem öncesi bilgilendirmenin işleme bağlı gelişen anksiyete düzeyine etkisini belirlemek amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırmamızın örneklemini Hacettepe Üniversitesi Erişkin Hastanesi Radyoloji Anabilim Dalı Girişimsel Radyoloji Merkezine implante port takılması için gelen 100 hasta oluşturmuştur. Araştırma 24.06.2007–30.06.2008 tarihleri arasında Hacettepe Üniversitesi Erişkin Hastanesi Radyoloji Anabilim Dalı Girişimsel Radyoloji Merkezinde yürütülmüştür. Çalışmanın örneklemini bir yıl önce implante port kateter takılması için Merkeze gelen 518 hastayı temsil edebilecek büyüklükte %20’lik hasta grubu oluşturmaktadır. İmplante port kateter takılması için gelen hastalara, işlem öncesi verilen eğitimin, hastalardaki anksiyete düzeyine etkisini belirlemek amacıyla yarıdeneysel olarak planlanmıştır. Araştırmanın verileri Bireyi Tanıtıcı Bilgi Formu, Kendi Yeterliliklerine Dair Görüşleri Formu ve Durumluk Süreklilik Anksiyete Envanteri (State-Trait Anxiety Inventory I-II) kullanılarak toplanmıştır. Verilerin istatistiksel değerlendirilmesinde ki–kare, Mann Whitney U testi ve Kruskal–Wallis testi kullanılmıştır. Bulgular: İmplante port kateter takılacak hastaların cinsiyetlerine, yaşlarına, mesleklerine, eğitim durumuna, medeni durumuna, yerleşim yerine göre ve implante portu bilip-bilmemelerine göre durumluk anksiyete puan ortancaları arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Çalışmamızda araştırma grubundaki hastaların süreklilik anksiyete düzeyi puan ortancası 41, kontrol grubunun 47 olarak saptanmıştır. Araştırma ve kontrol grubundaki hastaların süreklilik anksiyete düzeyi puan ortancaları arasında yapılan istatistiksel karşılaştırmada fark araştırma grubunun lehine, ileri derecede anlamlı bulunmuştur (p<0.05). Araştırma grubundaki kadınların süreklilik anksiyete puan düzeyi ortancaları 43, erkeklerin süreklilik anksiyete puan ortancası da 38’dir. Hastaların cinsiyetlerine göre süreklilik anksiyete puan ortancalarının karşılaştırılmasına yönelik yapılan istatistiksel değerlendirmede aralarındaki fark, araştırma grubundaki kadın hastalar lehine anlamlı bulunmuştur (p<0.05). Sonuç: İmplante port kateter takılmak üzere hastaneye gelen hastaların anksiyete seviyelerinin yüksek olduğu ve implante port kateter hakkında verilen bilgilendirmenin anksiyeteyi Selda KARAVELİ, Nedime KÖŞGEROĞLU, Sibel ERKAL İLHAN azaltmada etkili olmadığı görülmüştür. Anksiyetenin yüksek olması nedeni olarak çalışma grubundaki bütün hastaların kanser tanısı ile takip edilmesine bağlanmıştır. İmplante port kateter takılması kanser tedavisinin devam ettirilmesini sağlamaktadır. Bu nedenle hastaların anksiyete düzeyi bilgilendirmeden etkilenmemiş ya da azalmamış olduğu düşünülmektedir. Çalışmamız sonucunda bilgilendirme konusunda vardığımız sonuç, yeterli ve gereksinimi karşılar nitelikte, çok fazla ayrıntı içermeyen bilgilendirmenin gerekli olduğu yönündedir. Anahtar Kelimeler: Kateter, durumluluk kaygı düzeyi, süreklilik kaygı düzeyi hastaların bilgilendirilmesi, kanser ABSTRACT Objective: The objective of this study is to evaluate the effect of pre-informing patients on anxiety levels who will receive implantable port catheter placement. Method: In this research, the study sample group includes 100 patients admitted to the Radiology Center of Radiology Department in Hacettepe University Adult Hospital for implanted port placement. This research was conducted between 24.06.2007–30.06.2008 in Interventional Radiology Center of Radiology Department in Hacettepe University Adult Hospital. The sample group of this study includes 20% of the patients to represent 518 patients admitted to center for implantable port catheter placement during one year period. This research is a quasi-experimental study. The data for this research was collected by Individual Information Form, State-Trait Anxiety Inventory I-II and by face-to-face interviews. Chi-square, Mann Whitney U and Kruskal-Wallis tests were used for the statistical evaluation of the research data. Results: There were no meaningful difference in median values of the state anxiety scores based on the sex, age, occupation, education, marital status, locality and pre-knowledge of implantable port of the patients who would receive implanted port placement. In this study the median value of the permanent anxiety score level of patients in research group is 41 and median value for the control group is 47. The statistical comparison between the median values of permanent anxiety score levels of research and control groups show high significance for the research group (p<0.05). The median values of the permanent anxiety score levels are 43 and 38 for the female patients and male patients, respectively. The statistical assessment between median values of the permanent anxiety score levels based on the patient’s sex show high significance for female patients (p<0.05). Conclusion: It is observed that the patients admitted to hospital for implanted port placement have high anxiety levels and providing information about the implantable port catheter does not reduce the anxiety levels. High anxiety level in the study group is linked to the diagnosis of cancer for all the patients. Therefore it is assumed that the patient’s anxiety levels are neither reduced nor affected by pre-informing the patients. As a result of our study we conclude that sufficient information without too much detail is necessary to pre-inform the patients before implanted port placement. Key words: Catheter, situational anxiety level, permanent anxiety level, information patient, cancer GİRİŞ Bireylerin sağlıklı olma durumu, yaşamlarını mutlu olarak sürdürebilmelerinde önemli bir etkendir. Hastalık, hangi yaşta ve hangi koşullarda olursa olsun, insanlar için bir stres kaynağıdır. Sağlığı bozulan her insan doğal olarak anksiyete hisseder (Çelikol 2001). Anksiyete kişinin kendini tehlikede hissetme durumu olup, genel 52 İmplante Port Takılacak Hastaların İşlem Öncesi Bilgilendirilmesinin Anksiyete Düzeylerine … anlamda kaynağı belli olmayan ve her an bir tehlike ile karşılaşabileceği duygusu uyandıran, huzursuzluk, gerilim ve korku yaratan hoş olmayan emosyonel bir durum olarak tanımlanır (Gürsoy 2001). Genel nüfusta anksiyete prevelansı %4-7 arasında iken, bu oran hastalığın varlığı yanında ağrı, acı ve belirsizlik durumlarının varlığından dolayı %10-30’a kadar çıkmaktadır. Ciddi, akut yaşamı tehdit eden ve organ kaybına yol açan hastalıklarda anksiyetenin daha yaygın olduğu bildirilmiştir (Özkan 1993, Cimilli 2001). Herhangi bir sağlık problemi nedeni ile sağlık kuruluşlarına başvuran hastalarda; hastane ortamının yabancılığı, tanımadığı kişilerle iletişim kurma zorunluluğu, personelin kullandığı anlaşılmayan tıbbi dil, bilinmeyen aletlerin kullanılması, mevcut olan hastalık durumu, uygulanan tanı ve tedavi işlemleri ve bu işlemlere yönelik bilgi eksikliği gibi birçok neden, bireyin beden bütünlüğünü tehdit ederek homeostatik dengesini bozmaktadır. Homeostatik dengenin devamlılığının bozulması ise; kişinin yeni durumlara uyum yeteneğini azaltır ve anksiyeteye neden olur (Pınar ve Yürügen 1994, Güneş 2001). Bireylerde yaşamları süresince ne olduğunu bilmedikleri yeni durumlarla karşılaşmak anksiyeteye neden olur. Hastaların anksiyetesinin önemli bir nedeni de hastalık, tanı ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi eksikliğidir. Hastanın üzerinde uygulanan her tanı ve tedavi işlemi konusunda anlayabileceği şekilde bilgi alma hakkı olduğu bilindiği halde, çoğunlukla bu konunun hasta hakları bildirgesine göre ihmal edildiği görülmektedir (Mott 1999). Tıp dünyasında yaşanılan gelişmeler, hastaların tanı ve tedavisinde farklı, hızlı ve çeşitli uygulama seçeneklerini de beraberinde getirmektedir. Sürekli gelişen uygulamalar içinde, damar içi kateter girişimleri modern tıp tedavisinin önemli, vazgeçilmez araçlarından biridir. Kanser hastalarının tedavisinde sık sık venöz giriş yapılması, tedavinin uzun süreli olması, sklerozan ajanların kullanılması ve fazla miktarda sıvı verilmesi gibi nedenleri ile son yıllarda kanser tedavilerinin uygulanmasında santral venöz giriş araçları ve özellikle implante port kateter kullanımı artmıştır (Mutlu 2002, John ve Carlo 2004). Bu hastaların yaşadıkları anksiyeteye ilişkin yapılan araştırmalarda, hastaların her türlü tıbbi tanı ve tedavi yöntemi, bakım ve girişimlerde yoğun anksiyete yaşadıkları ortak bir sorun olarak belirlenmiştir. Yapılan çalışmalarda hastaların uygulanacak tanı işlemleri konusunda kaygı duydukları ve bilgilendirilmesinin gerekli olduğu ortaya konulmuştur (Ertin ve ark. 1999). GEREÇ VE YÖNTEM Araştırmanın Amacı Bu araştırma, implante port katater takılacak hastaları işlem öncesi bilgilendirmenin, işleme bağlı gelişen anksiyete düzeyine etkisini belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın Şekli İmplante port kateter takılması için gelen hastalara, işlem öncesi verilen eğitimin, hastalardaki anksiyete düzeyine etkisini belirlemek amacıyla yarıdeneysel olarak planlanmıştır. 53 Selda KARAVELİ, Nedime KÖŞGEROĞLU, Sibel ERKAL İLHAN Evren ve Örneklem Çalışmanın evrenini, 2006 yılında Hacettepe Üniversitesi Erişkin Hastanesi Radyoloji Anabilim Dalı Girişimsel Radyoloji Merkezinde implante port kateter takılması için başvuran araştırmanın yapıldığı tarihten bir önceki yıl implante port kateter takılması için başvuran 518 hastanın tümü oluşturmaktadır. Verilerin toplandığı 24.06.2007–30.06.2008 tarihleri arasında, Hacettepe Üniversitesi Erişkin Hastanesi Radyoloji Anabilim Dalı Girişimsel Radyoloji Merkezine implante port takılması için gelen ve örneklem ölçütlerine uyan hastalar arasından çalışma hakkında bilgi verilen ve çalışmaya gönüllü toplam n:100 hasta örneklemi oluşturmuştur. Tanımlayıcı araştırmada örneklem belirlemede minimum %10 kuralı ile çalışmanın örneklemini bir yıl önce implante port kateter takılması için Merkeze gelen 518 hastayı temsil edebilecek büyüklükte %20’lik hasta grubu oluşturmuştur (n:100). Seçilen örneklem gurubunun %10’u araştırma grubu (n:50), diğer %10’nu kontrol grubu (n:50) olarak alınmıştır. Araştırma ve kontrol grubu aynı ortamı paylaşacakları ve birbirinden etkilenebilecekleri düşünülerek, araştırmanın yapıldığı tarihler (24.06.2007–30.06.2008) arasında implante port kateter takılmak için tek günler gelen hastalar araştırma grubunu (n:50), çift günlerde gelen hastalar ise kontrol grubunu (n:50) oluşturmuştur. Örneklem grubu oluşturulurken hastaların; algılama ve iletişim problemi olmaması, ilk kez implante port kateter takılacak olması, 18 yaşın üzerinde olması ve çalışma hakkında bilgilendirilmiş, çalışmayı kabul eden hastalardan oluşmasına dikkat edilmiştir. İşlem: Araştırmanın gerçekleştirilebilmesi için kurumsal yazılı izin alınmıştır. Araştırmaya katılacak hastalara araştırmanın amacı öncelikle sözel açıklama yapılarak, araştırmaya katılımı kabul edip etmedikleri sorulmuş, sözel onay vererek araştırmaya katılmayı kabul edenler araştırmaya dahil edilmiştir. Araştırmaya katılan bireylere araştırmanın amacı açıklanmış ve sözel onay alınmıştır. Araştırma ve kontrol grubundaki hastaların bilgilendirilmesi araştırmacı tarafından düz anlatım yöntemi kullanılarak uygun bir ses tonu ile yapılmıştır. Araştırmacı tarafından tüm hastalarla yapılan görüşmeler aynı çevresel koşullarda yapılmıştır. Verilerin toplanmasında araştırma grubu için, araştırmacı her bir hastaya işlemden önce otuz dakika önce 10 dakika süren bilgileri; implante portun nasıl bir kateter olduğu, kateterin nasıl takılacağı, işlem sonrasında neler olacağı bilgilendirici sözlü açıklama yapılıp, 5 dakika hastaların bu konudaki soruları yanıtlandıktan sonra, bireyi tanıtıcı bilgi formu, kendi yeterliliklerini değerlendirme formu ve DurumlulukSüreklilik Anksiyete Envanteri araştırmavı tarafından hastalara uygulanmıştır. Kontrol grubunun verilerinin toplanması ise, implante port takılması işleminden 30 dakika önce bireyi tanıtıcı bilgi formu, kendi yeterliliklerini dair görüşlerini içeren form ve Durumluluk-Süreklilik Anksiyete Envanteri araştırmacı tarafından hastalara uygulanmasıyla elde edilmiştir. Kontrol grubunda veriler toplandıktan sonra hastalara implante port kateter hakkında aynı bilgiler sözlü olarak verilmiştir. Sözlü verilen hasta eğitim içeriği hem araştırma hem de kontrol grubuna yazılı olarak da verilmiştir. 54 İmplante Port Takılacak Hastaların İşlem Öncesi Bilgilendirilmesinin Anksiyete Düzeylerine … Gereçler Araştırmanın verilerinin toplanmasında; yüz yüze görüşme tekniği kullanılmıştır. Hastalara araştırmanın amacı hakkında bilgi verilmiş, çalışmaya katılmayı kabul edenlere, hastaları tanıtıcı amaçlı hazırlanan “Bireyi Tanıtıcı Bilgi Formu” , hastaların bilgi görüşlerini ölçen “Kendi Yeterliliklerine Dair Görüşleri”, klinik uygulama ve tedavide hastaların anksiyete düzeylerini değerlendirmeye yönelik kullanılan “Durumluk-Süreklilik Anksiyete Envanteri (State-Trait Inventory I-II) uygulanmıştır. Bireyi Tanıtıcı Bilgi Formu: Bu form, araştırmacı tarafından gerekli literatür taraması yapıldıktan sonra, hastaların sosyodemografik özelliklerine yönelik tanıtıcı soruları içermektedir. Bu sorular hastaların cinsiyeti, yaşı, mesleği, medeni durumu, sosyal güvencesinin olup olmaması, eğitim durumu, ailenin aylık geliri, yaşadığı yer, daha önce hastane deneyiminin olup olmadığı ile ilgili çoktan seçmeli 10 maddeden oluşmaktadır. Hastaların Kendi Yeterliliklerine Dair Görüşleri: Bu form, hastaların implante port kateterine ilişkin kendi yeterliliklerini ölçmek için araştırmacı tarafından literatür dahilinde hazırlanmış olup, toplam 20 sorudan oluşmakta ve 80 puan üzerinden değerlendirilmektedir. Araştırma ve kontrol grubunun işlem öncesinde birbirlerine benzer özellikler taşıdığını göstermek amacıyla düzenlenen bu form likert tipi ölçeğe uygun olarak hazırlanmıştır. Araştırma ve kontrol grubuna uygulanan bu formun kendi içinde Alfa katsayısı (0.90) olarak bulunmuştur. Durumluk-Süreklilik Anksiyete Envanteri (State-Trait Inventory I-II): Hastaların anksiyete düzeylerini belirlemek için, 1970 yılında Spielberger ve arkadaşları tarafından geliştirilen envanter, Öner ve Le Compte tarafından Türkçeye uyarlanarak, envanterin Türk toplumunda geçerliliği ve güvenilirliği test edilmiştir. Durumluk ve Süreklilik Anksiyete Ölçeği, toplam 40 maddeden oluşan iki ayrı ölçeği içerir. “Sürekli Kaygı Ölçeği” kişinin içinde bulunduğu durumda kendini nasıl hissettiğini belirlemek amacıyla kullanılmıştır. Alpha korelasyonları ile saptanan güvenilirlik katsayısı 83 ile 87 arasındadır. “Durumluk Anksiyete Ölçeği”, kişinin belirli bir anda ve belirli koşullarda kendini nasıl hissettiğini gösteren, güvenilirlik katsayısı 94 ile 96 arasında değişen bir ölçektir. Her ölçek 20 madde olmak üzere toplam 40 maddeden oluşmuştur (Öner ve LE. Compte 1982). Durumluk-Süreklilik Anksiyete Envanterinde “doğrudan (ters)” ve “tersine çevrilmiş” ifadeler vardır. Olumlu duyguları dile getiren ters ifadeler puanlanırken 1 ağırlık değerinde olanlar 4’e, 4 ağırlık değerinde olanlar 1’e dönüştürülür. Olumsuz duyguları dile getiren doğrudan ifadelerde 4 değerindeki yanıtlar anksiyetenin yüksekliğini gösterir. Tersine çevrilmiş ifadelerde ise 4 değerindeki yanıtlar düşük, 1 değerindeki yanıtlar yüksek anksiyeteyi gösterir. Durumluk Anksiyete Envanterinde 10 tane (1, 2, 5, 8, 10, 11, 15, 16, 19 ve 20. maddeler), Süreklilik Anksiyete Envanterinde ise 7 tane (21, 26, 27, 30, 33, 36 ve 39. maddeler) tersine çevrilmiş ifadeler vardır. Doğrudan ve tersine çevrilmiş ifadelerin toplam ağırlıklarının saptanması için iki ayrı anahtar hazırlanır. Doğrudan ifadeler için elde edilen toplam ağırlıklı puandan, ters ifadelerin toplam ağırlıklı puanı çıkartılır ve bu sayıya değişmeyen bir değer eklenir. Bu değer Durumluk Anksiyete Envanteri için 50, Süreklilik Anksiyete Envanteri için 35’dir. Durumluluk-Süreklilik Anksiyete Envan55 Selda KARAVELİ, Nedime KÖŞGEROĞLU, Sibel ERKAL İLHAN terindeki sınır değerlere göre hastanın anksiyete durumu 0-19 arası puanda anksiyete yok, 20-39 puanda anksiyete hafif, 40-59 puanda anksiyete orta, 60-79 puanda anksiyete ağır, 80 ve üzeri için panik, şiddetli kriz olarak yorumlanmıştır (Öner ve LE. Compte 1982). İstatistiksel Değerlendirme Araştırmada elde edilen verilerin istatistiksel analizi SPSS 13.0 versiyonunda yapılmıştır. Uygulanan istatistiksel testler; Ki-Kare, Mann-Whitney U ve Kruskal –Wallis testleridir. BULGULAR Tablo1’de çalışma kapsamına alınan hastalar ile ilgili tanıtıcı özellikler yer almaktadır. Her iki grubun sosyodemografik özellikleri arasında sadece aylık gelir düzeyinde fark saptanmıştır. (p<0.05). Tablo 1. Hastaların Sosyodemografik Özelliklerine Göre Dağılımı Özellikler Araştırma Grubu (n:50) Kontrol Grubu (n:50) İstatistiksel Fark (p) n % n % Cinsiyet Kadın Erkek 26 24 52.0 48.0 21 29 42.0 58.0 P > 0.05 P > 0.05 Yaş 18–35 36–55 56–75 75> 3 21 24 2 6.0 42.0 48.0 4.0 4 29 15 2 8.0 58.0 30.0 4.0 P > 0.05 P > 0.05 P > 0.05 P > 0.05 Meslek Çalışan Emekli Diğer (ev hanımı, işsiz) 16 17 17 32.0 34.0 34.0 23 12 15 46.0 24.0 30.0 P > 0.05 P > 0.05 P > 0.05 Medeni Durum Evli Bekâr 41 9 82.0 18.0 45 5 90.0 10.0 P > 0.05 P > 0.05 Eğitim Durumu Okur- Yazar Değil Okur-Yazar İlköğretim Lise Yükseköğretim 4 3 13 16 14 8.0 6.0 26.0 32.0 28.0 1 4 13 21 11 2.0 8.0 26.0 42.0 22.0 P > 0.05 P > 0.05 P > 0.05 P > 0.05 P > 0.05 Sosyal Güvence Evet Hayır 49 1 98.0 2.0 50 0 100 0.0 P > 0.05 P > 0.05 Aylık Gelir Gelir giderden az Gelir gidere denk Gelir giderden fazla 21 28 1 42.0 56.0 2.0 6 44 0 12.0 88.0 0.0 P < 0.05 P < 0.05 P < 0.05 56 İmplante Port Takılacak Hastaların İşlem Öncesi Bilgilendirilmesinin Anksiyete Düzeylerine … Yaşadığı Yer İlçe Şehir 9 41 18.0 82.0 10 40 20.0 80.0 P > 0.05 P > 0.05 Hastane Deneyimi Evet Hayır 48 2 96.0 4.0 50 0 100 0.0 P > 0.05 P > 0.05 İmplante Port Bilgisi Evet Hayır 36 14 72.0 28.0 34 16 68.0 32.0 P > 0.05 P > 0.05 Tablo 2’de çalışma kapsamına alınan hastaların tanılarına göre dağılımları yer almaktadır. Tablo 2. Hastaların Tanılarına Göre Dağılımları Tanılar Araştırma Grubu Kontrol Grubu n:50 n:50 Solunum Sistemi Kanserleri % Toplam % n:100 % 1 2.0 3 6.0 4 4.0 GİS Kanserleri 36 72.0 36 72.0 72 72.0 Meme Kanseri 5 10.0 4 8.0 9 9.0 Over Kanseri 1 2.0 1 2.0 2 2.0 Lenfoma 4 8.0 5 10.0 9 9.0 Multiple Myeloma 3 6.0 1 2.0 4 4.0 Tablo 3’de çalışma kapsamına alınan hastaların implante port takılmasına ilişkin, kendi yeterliliklerine dair görüşlerinin karşılaştırılması verilmiştir. Buna göre, araştırma grubunun implante port takılmasına ilişkin kendi yeterliliklerine dair görüşlerinin puan ortancası 35 iken, kontrol grubunun implante port takılmasına ilişkin kendi yeterliliklerine dair görüşlerinin puan ortancası 36 olarak bulunmuştur. Hastaların implante port takılmasına ilişkin kendi yeterliliklerine dair görüşlerinin puan ortancalarının karşılaştırılmasına yönelik yapılan istatistiksel değerlendirmede araştırma ve kontrol grubu arasında istatistiksel açıdan fark anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). Tablo 3. İmplante Port Takılmasına İlişkin Hastaların Kendi Yeterliliklerine Dair Görüşlerinin Karşılaştırılması Grup Mean N S.S Ortanca Min Max. Araştırma Grubu 35 50 8.55 35 20 55 Kontrol Grubu 35. 5 50 5.79 36 26 53 Z P -0.694 0.488 Tablo 4’de hastaların durumluluk anksiyete düzeyi puanları karşılaştırılmıştır. Buna göre, araştırma grubundaki hastaların durumluluk anksiyete düzeyi puan ortancası 50, kontrol grubunun 48 olarak saptanmıştır. Araştırma ve kontrol grubundaki durumluluk anksiyete düzeyi puan ortancaları arasında yapılan istatistiksel karşılaştırmada aralarında anlamlı fark bulunmamıştır (p>0.05). 57 Selda KARAVELİ, Nedime KÖŞGEROĞLU, Sibel ERKAL İLHAN Tablo 4. Hastaların Durumluluk Anksiyete Puan Ortancalarının Karşılaştırılması Grup Mean N S.S Ortanca Min Max. Araştırma Grubu 48.14 50 8.96 50 22 72 Kontrol Grubu 48.66 50 4.45 48 33 54 Z P -0.638 -0.523 Tablo 5’de hastaların süreklilik anksiyete düzeyi puanları karşılaştırılmıştır. Buna göre araştırma grubundaki hastaların süreklilik anksiyete düzeyi puan ortancası 41, kontrol grubunun 47 olarak saptanmıştır. Araştırma ve kontrol grubundaki hastaların süreklilik anksiyete düzeyi puan ortancaları arasında yapılan istatistiksel karşılaştırmada fark araştırma grubunun lehine, ileri derecede anlamlı bulunmuştur (p<0.05) Tablo 5. Hastaların Süreklilik Anksiyete Puan Ortancalarının Karşılaştırılması Grup Mean N S.S Ortanca Min Max. Araştırma Grubu 42.18 50 5.51 41 36 58 Kontrol Grubu 47.44 50 5.09 47 33 55 Z P -4.807 0.001 Tablo 6’da hastaların cinsiyetlerine göre süreklilik anksiyete düzeyi puanları karşılaştırmaları verilmiştir. Buna göre, araştırma grubundaki kadınların süreklilik anksiyete puan düzeyi ortancaları 43, erkeklerin süreklilik anksiyete puan ortancası da 38’dir. Kontrol grubundaki kadınların süreklilik anksiyete puan düzeyi ortancaları 47, erkeklerin ise 47’dir. Hastaların cinsiyetlerine göre süreklilik anksiyete puan ortancalarının karşılaştırılmasına yönelik yapılan istatistiksel değerlendirmede aralarındaki fark, araştırma grubundaki kadın hastalar lehine anlamlı bulunmuştur (p<0.05). Tablo 6. Hastaların Cinsiyetine Göre Süreklilik Anksiyete Puan Ortancalarının Karşılaştırılması Grup Mean N S.S Ortanca Min. Max. Z P Araştırma Grubu Kadın Erkek 44.11 40.08 26 24 6.03 4.04 43 38 37 36 58 51 -2.579 0.010 Kontrol Grubu Kadın Erkek 48.80 46.44 21 29 3.72 5.75 47 47 42 33 54 55 -0.864 0.387 Tablo 7’da hastaların cinsiyetlerine göre durumluluk anksiyete düzeyi puanları karşılaştırılmıştır. Buna göre, araştırma grubundaki kadınların durumluluk anksiyete puan düzeyi ortancaları 50, erkeklerin durumluluk anksiyete puan ortancası da 50 ’dir. Kontrol grubundaki kadınların durumluluk anksiyete puan düzeyi ortancaları 49, erkeklerin ise 48’dir. Hastaların cinsiyetlerine göre durumluluk anksiyete puan ortancalarının karşılaştırılmasına yönelik yapılan istatistiksel değerlendirmede kontrol ve araştırma grubu arasındaki fark anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). 58 İmplante Port Takılacak Hastaların İşlem Öncesi Bilgilendirilmesinin Anksiyete Düzeylerine … Tablo 7. Hastaların Cinsiyetine Göre Durumluluk Anksiyete Puan Ortancalarının Karşılaştırılması Grup Mean N S.S Ortanca Min. Max. Z P Araştırma Grubu Kadın Erkek 49.69 46.45 26 24 9.11 8.67 50 50 22 22 72 62 -1.407 0.159 Kontrol Grubu Kadın Erkek 49.66 47.93 21 29 3.18 5.11 49 48 43 33 54 54 -0.991 0.322 TARTIŞMA Gelişen teknolojiye rağmen cerrahi girişim korkusu günümüzde de önemli bir sorundur. Girişimsel işlem uygulanacak hastalarda cerrahi girişim öncesi anksiyetenin artması beklenilen bir durumdur. Girişimsel uygulamalar, bireyin kendini doğrudan fiziksel tehdit altında hissetmesine yol açarak, yoğun anksiyete yanında ölüm korkusu yaşamalarına neden olur (Cutclife ve Kerth 2002). Büyük ya da küçük olsun tüm cerrahi girişimler hasta ve ailesinin yaşamında önemli yaşam deneyimlerinden biridir. Hastalar bir operasyon için hastaneye yatırıldıkları zaman yalnızca yabancı ve değişik bir çevreye değil, aynı zamanda anksiyete yaratan ve gerçek korkunun da birlikte olduğu bir ortama girerler. Yabancı oldukları bir ortamda gerçekleştirilen cerrahi girişimin kendisi, ağrının varlığı, beden imajının değişmesi, fonksiyon kaybı olabileceği düşüncesi hasta ve ailesinde yoğun anksiyete yaşanmasına neden olabilir (Aykent 2001). Bu aşamada, hasta ve ailesine cerrahi işlem ve onunla ilgili uygulamaların açıklanması ve iletişim yolunun daima açık tutulması korku ve endişelerin azalmasına yardımcı olmaktadır (Kılınç 1995). Birçok çalışmada kadın hastalarda anksiyete düzeyinin erkek hastalara göre daha yüksek olduğu bildirilmiştir. Oflaz ve Günaydın’ın “planlı ameliyat olacak hastaların ameliyat öncesi anksiyetelerinin incelenmesi” başlıklı çalışmalarında; bireylerin cinsiyetlerine göre anksiyete ortalamalarını karşılaştırmışlar ve kadın hastaların anksiyete düzeyi puan ortalamalarının, erkek hastaların anksiyete düzeyi puan ortalama-larından daha yüksek olduğunu bulmuşlardır (Oflaz ve Günaydın 1998, Aykent 2001). Aykent’in “hastalar arasında anestezinin imajı, anesteziye bağlı endişe nedenleri ve preoperatif anksiyete değerlendirilmesi” konulu çalışmasında da kadın hastaların anksiyete puanları, erkek hastalara göre daha yüksek bulunmuştur (Aykent 2001). Başa’nın ‘yetişkin hastalarda preoperatif anksiyete’ araştırmasında da preoperatif anksiyete, kadınlarda erkeklere kıyasla iki kat daha sık görülmüştür (Başa 1998). Çalışmamızda, araştırma grubundaki kadınların ve erkek hastaların durumluk anksiyete puan ortancası 50, kontrol grubunda kadın hastaların 49, erkeklerin ise 48 olarak bulunmuştur. Aralarındaki fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır. Çalışmamızda araştırma grubundaki kadın hastaların süreklilik anksiyete puan ortancası 43, erkek hastaların 38 bulunmuştur. Aralarındaki fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur. Tsutsumi ve ark. “solid kanser tanısı olan ve kemoterapi alan hastalarda anksiyete durumunu” incelemişler, kadın hastalarda süreklilik anksiyete puanlarını erkeklerden daha yüksek bulmuşlardır (Tsutsami ve ark. 2006). Çalışmamız 59 Selda KARAVELİ, Nedime KÖŞGEROĞLU, Sibel ERKAL İLHAN sonucunda kadınlarda da benzer şekilde süreklilik anksiyete puanları erkeklere göre yüksek bulunmuş, istatistiksel olarak anlamlı sonuç elde edilmiştir. Türkiye geneline uygun veri genel nüfusta da anksiyetenin kadınlarda erkeklere göre iki kat sık görüldüğü ifade edilmektedir (Tsutsami ve ark. 2006), çalışmamızda bu bilgiyi destekler niteliktedir. Başa’nın “yetişkin hastalarda preoperatif anksiyete” konulu çalışmasında da yaş için ayrılan alt gruplarda preoperatif anksiyete sıklığı açısından anlamlı bir fark bulunamamıştır (Başa 1998). Özen de (2005) “ürodinamik girişim uygulanacak hastaların işlem öncesi bilgilendirilmesinin anksiyete düzeylerinin etkisi” adlı çalışmasında yaş grupları ile durumluk anksiyete düzeyi arasında anlamlı bir ilişki bulamamıştır (Özen 2005). Bizim çalışmamız da bu yönden literatürdeki hastaların yaş grupları ile durumluk anksiyete düzeyi arasında anlamlı bir fark bulunmaması açısından paralellik göstermektedir. Çalışmaya katılanların tümü kanser tanısı almış hastalardır. Çalışmamız boyunca hastaların çoğu tarafından, özellikle 40-50 yaş arasında olan hastalar ilaç tedavilerinin ne zaman başlayabileceği konusunda bilgi almak istemişler ve tedavilerinin en kısa zamanda başlaması talebinde bulunmuşlardır. Bu ifadelerden yola çıkarak hastalar açısından tedavilerinin sürdürülmesinin daha önemli olduğu kanısına varılmıştır. Kayhan’ın (2003) “cerrahi hastalarda preoperatif anksiyetenin postoperatif komplikasyonlarla ilişkisinin incelenmesi” konulu çalışmasında, hastaların meslek grupları ile anksiyete düzeyleri arasındaki ilişkide ev hanımlarının durumluk ve süreklilik anksiyete düzeyleri diğer meslek gruplarına göre daha yüksek bulunmuş ancak fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (Kayhan 2003). Çalışmamızda araştırma grubunda çalışanlarda durumluk anksiyete puan ortancası 49.5 emeklilerde 50, kontrol grubunda çalışanlarda 50, emeklilerde ise 48’dir. Bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Dönmez’in “cerrahi kliniklerde ameliyat olmak üzere yatan hastaların hastaneye yatıştaki anksiyeteleri ve anksiyeteyi gidermede hemşirelik yaklaşımının etkisinin incelenmesi” konulu çalışmasında, medeni durum ile anksiyete düzeyi arasında bir ilişki olmadığı belirtilmiştir (Dönmez 1998). Çalışmamızda benzer olarak araştırma ve kontrol grubundaki hastalarda evli olanlar ile bekar olanlar arasında durumluk anksiyete düzeyi puan ortancaları açısından fark bulunamamıştır. Spielbergel’e göre eğitim düzeyi yüksek olan bireyler stres ile baş etmede etkin beceriler geliştirebilirler. Buna bağlı olarak yeni çevreler ve olayların yarattığı baskıları tehdit edici olarak algılamazlar, bu nedenle eğitim düzeyi yüksek bireylerde anksiyete düzeylerinin yüksek olmayacağını bildirmişlerdir (Karayurt 1997). Hastaların eğitim düzeyleri arttıkça insanlar daha çok sorgulayan, araştıran birey haline gelmekte ve bilgileri arttıkça her konuda daha bilinçli kararlar verebilmektedir. Preoperatif dönemdeki sıkıntıların büyük oranda bilgisizlikten kaynaklandığı belirtilmiştir. Bu dönemde hastaların bilinmezliğe bağlı korkuları, ölüm, ağrı, sakat kalma korkularından daha ön plandadır (Özkan 1993). Kiyohara ve arkadaşlarının (2004) yaptığı “preoperatif dönemde cerrahi bilgilendirme anksiyeteyi azaltır” konulu çalışmalarında hasta eğitim düzeyinin hasta anksiyete seviyesini etkilemediği saptanmıştır. 60 İmplante Port Takılacak Hastaların İşlem Öncesi Bilgilendirilmesinin Anksiyete Düzeylerine … Çalışmamızda eğitim düzeyi ve anksiyete arasında ilişki bulunmamış (p>0.05) Kiyohara ve arkadaşlarının yaptığı çalışma araştırmamızı destekler niteliktedir. (Kiyohara 2004) Yapılan çalışmalarda işleme bağlı gelişen anksiyete ile hastaların sosyal güvencesi arasındaki ilişki hastaların tümünün sosyal güvenceye sahip olması nedeniyle incelenmemiştir. Araştırma grubundaki hastaların %98’si sosyal güvenceye sahip olup, sadece %2’si özel statüdedir. Kontrol grubundaki hastaların ise tümünün sosyal güvencesi bulunmaktadır. Bu nedenle istatistiksel karşılaştırma yapılamamıştır. Bal ve Hatipoğlu’nun “şok dalgalarla taş kırma tedavisi uygulanacak hastaların anksiyete düzeyleri” konulu çalışmalarında, anksiyeteye neden olan faktörlerden birinin de bireyin yaşadığı yerden kaynaklandığını savunmuşlar ve kentte yaşayan bireylerin anksiyete düzeylerinin daha yüksek olduğunu bildirmişlerdir (Bal ve Hatipoğlu 2002). Buna karşın Dönmez “cerrahi kliniklerde ameliyat olmak üzere yatan hastaların hastaneye yatıştaki anksiyeteleri ve anksiyeteyi gidermede hemşirelik yaklaşımının etkisinin incelenmesi” çalışmasında hastaların oturdukları yerler ile total anksiyete düzeyleri arasında anlamlı bir fark olmadığını ileri sürmüştür (Dönmez 1998). Bizim çalışmamızda da, araştırma ve kontrol grubundaki hastalarda, oturdukları yerler ile durumluk anksiyete düzeyi puan ortancaları açısından fark bulunamamıştır. Kişilerin daha önceden hastane deneyimi olmasının, anksiyete belirtilerini azaltmada önemli bir faktör olduğu bildirilmiştir (Aslan ve ark. 1997). Budukoğlu ve Atalay, daha önce cerrahi girişim geçirmenin duygusal gerilimi azaltmadığını belirtmişlerdir (Buldukoğlu 1998). Çalışmamızda hastaların daha önceki hastane deneyimlerinin durumluk anksiyetesini azaltmadığı saptanmış olup, literatürdeki sonuçla paralellik göstermektedir. Yapılan araştırmalar hastaların girişimsel işlem öncesi yeterince bilgilendirilmediğini ve hastaların bilgi gereksinimine ihtiyaç duyduğunu göstermektedir (Alak 1993, Aslan ve ark. 1997, Erdil ve ark. 2000). Özmen’in (1993) “Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde yatan hastaların beklentilerinin saptanması” konulu çalışmasında hastanede yatan hastaların hemşirelerden daha fazla açıklayıcı bilgi vermeleri konusunda beklentilerinin yüksek olduğunu saptamıştır (Özmen 1993). Hastalar girişimsel işlemlerle ilgili daha önceden bilgi sahibi olmadığından genelde yapılanlardan korkmakta ve anksiyete yaşamaktadır (Aslan ve ark. 1997). Bu korku ve anksiyete, invaziv işlemin büyüklüğü ve küçüklüğü ile, planlanmış veya acil olmasıyla direkt ilgili olmayıp, hasta ve ailesinde psikolojik travmaya neden olmaktadır (Özen 2005). Çalışmamızda araştırma ve kontrol grubuna ait bireylerin durumluk anksiyete puan ortancalarına baktığımızda araştırma grubunun durumluk anksiyetesi 50, kontrol grubunun 48 olduğu, araştırma grubunda işlem öncesi bilgilendirmenin hastada durumluk anksiyete düzeyini hafif yükselttiği, fakat bu yükselmenin istatistiksel olarak anlamlı olmadığı saptanmıştır. Morel katarakt ameliyatı öncesinde hastaların anksiyete düzeyini STAI (State-Trait Anxiety Inventory=Durumluk-Sürekli Kaygı Ölçeği) ile ölçmüş ve preoperatif hazırlık ve eğitim yapılan hastalarda anksiyete düzeyinin azaldığını belirtmiştir (Morrel 2001). 61 Selda KARAVELİ, Nedime KÖŞGEROĞLU, Sibel ERKAL İLHAN Ekiz koroner anjiyografi uygulanacak hastaların anksiyete düzeyini STAI ile ölçmüş ve işlem öncesi bilgilendirmenin hastaların durumluk anksiyete düzeyini azalttığını bildirmiştir (Ekiz 2003). Sözü edilen çalışmalarda, ameliyat ve girişimsel işlemler öncesi bilgi vermenin anksiyeteyi azaltıcı etkisini gösteren veriler olmasına rağmen çalışmamızda böyle bir etkinin varlığı saptanamamıştır. Çalışmamızda ele alınan hastaların tümü kanser tanısına sahiptir. Hastalar, kanser tedavisinin sürdürülmesi için bazı girişimsel uygulamaların yapılması gerekliliğini düşünmektedirler. Kanser tanısı alan hastalar tanı sürecinden bugüne kadar geçen sürede, tanıya ve diğer girişimsel işlemlere karşı uyum süreci geçirdiklerini ifade etmişlerdir. İmplante port kateter takılması tanıdan tedaviye geçiş noktasını oluşturmakta ve tedavinin sürekliliğini sağlamaktadır. Bu nedenle hastaların anksiyete düzeyi etkilenmemiş ya da azalmamış olabilir. Belew’in (2002) “pediatrik anestezide bilgi eksikliği nedenleri” adlı çalışmasında ebeveynlere anestezi ve postoperatif ağrı tedavisi hakkında bilgi içeren kitapçıklar vermiştir. Araştırma grubuna kitapçık verilmiş ve sağlık personeli tarafından görüşme yaptırılmıştır. Tüm ebeveynlere aynı bilgiler verilmiş olmasına karşın, görüşme yapılan gruptaki ebeveynlerin hem memnuniyetleri daha fazla olmuş hem de kaygıları daha çok azalmıştır (Bellew 2002). Çalışmamızda araştırma grubuna işlem öncesi bilgilendirme yapılmış ve broşür verilmiştir. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, araştırma grubunun bilgilendirilmiş olmasının anksiyete düzeyinde istatistiksel olarak bir fark olmadığı saptanmıştır. Yücel ve ark. “IVCM ( Intravascular Contrast Material ) hakkında bilgilendirme ve anksiyete” adlı çalışmasında anksiyete düzeyini STAI ile ölçmüşler ve detaylı bilgilendirmenin hastanın anksiyete düzeyini arttırdığını bildirmişlerdir (Yücel 2005). Özcengiz’in (2006) “anesteziyle ilgili bilgilendirmede kullanılan farklı yaklaşımların, çocukları günübirlik cerrahi müdahale geçiren ebeveynlerin durumluk kaygılarına etkisi” adlı çalışmasının sonucunda detaylı bilgilendirme ile birlikte duygusal destek sağlanan ebeveynlerde kaygının önemli bir şekilde azaldığı, poliklinik bilgilendirmesi ile birlikte detaylı bilgilendirmenin ise benzer şekilde kaygı azaltmakta etkili olmadığı saptanmıştır (Özcengiz 2006). Bizim çalışmamızda rutin poliklinik bilgilendirmesi ve broşür verilerek yapılan bilgilendirme ile hastaların durumluk kaygı puanlarının azalmadığı ve her iki grupta da sonuçların benzer olduğu belirlenmiştir. Her ne kadar birçok araştırmacı tarafından bilgilendirmenin kaygıyı azaltıcı bir etken olduğu ifade edilmekte ise de, çalışmamızda kaygıyı azaltmadığı saptanmıştır. Bilgilendirilen hastaların tamamı, sözel olarak onlarla yapılan görüşmenin kaygılarını azalttığını, ifade etmişlerse de bu ifadeler durumluk kaygı ölçeği puanlarına yansımamıştır. SONUÇ Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre, implante port kateter hakkında hastaları bilgilendirmenin anksiyete düzeyi üzerine etkisini belirlemek amacıyla yapılan bu çalışmada, araştırma ve kontrol grubunun durumluk anksiyete düzeyleri arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda her iki grubunda orta düzeyde anksiyete yaşadıkları saptanmıştır. Araştırma ve kontrol 62 İmplante Port Takılacak Hastaların İşlem Öncesi Bilgilendirilmesinin Anksiyete Düzeylerine … grubundaki implante port kateter takılan hastalar kanser tanısı ile izlenmektedir. Bu çalışmada implante port kateter takılacak olan hastaların işlem öncesi bilgilendirilmesinin anksiyete puanı üzerinde anlamlı bir etkisi olmadığı saptanmıştır. Araştırma sırasındaki gözlemlerimize göre kanser tanısı alan hastalarda tedavinin sürdürülmesi ve buna ilişkin girişimlerin yapılması hastalar tarafından olumlu karşılanmakta ve anksiyete yaratmamaktadır. Çalışmamız sonucunda bilgilendirmenin yeterli ve gereksinimi karşılar nitelikte olduğu belirlenmiştir. KAYNAKLAR Alak V. Hastaneye ameliyat olmak üzere gelen 7-14 yaş grubu çocukların korkuları ve hemşirelik uygulamaları, Doktora Tezi, Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü1993. Aykent R. Hastalar arasında anestezinin imajı, anesteziye bağlı endişe nedenleri ve preoperatif anksiyete değerlendirilmesi: altıyüz hastada uygulanmış bir anket çalışması, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon ABD Uzmanlık Tezi 2001. Bal V, Hatipoğlu S. Şok dalgalarla taş kırma tedavisi uygulanacak hastaların anksiyete düzeyleri, Gata Bülteni, 2002; 5(6): 26-31. Başa S. Yetişkin hastalarda preoperatif anksiyete, Sağlık Bakanlığı Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Uzmanlık Tezi 1998. Bellew M . The induction of paediatric anaestia information leaflet : an audit of its impact on parental anxiety and satisfaction, Peadiatric Anaesthesia, 2002; 12: 124-130. Buldukoğlu K, Atalay M. Ameliyat öncesi hastaların ameliyata ilişkin duyguları, düşünceleri ve bilgi istekleri. Uluslar arası Cerrahi Kongresi’1988; 92-97. Cimilli C . Cerrahide anksiyete, Klinik Psikiyatri Dergisi 2001; 4:182-186 . Cutclife J.R, Kerth K. The concepts of hope in nursing 1: its origins bacground and nature, Br J Nurs, 2002; 11: 832-840. Çelikol A. Çağdaş iş yaşamında ruh sağlığı, İstanbul, Alfa Basım Yayın Dağıtım Ltd Şti I Basım 2001; 297. Dönmez Z. Cerrahi kliniklerde ameliyat olmak üzere yatan hastaların hastaneye yatıştaki anksiyeteleri ve anksiyeteyi gidermede hemşirelik yaklaşımının etkisinin incelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü 1998. Ekiz S. Koroner anjiografi öncesi hastaları bilgilendirmenin anksiyete düzeyi üzerine etkisinin değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü 2003. Erdil F, Özhan Elbaş N. ve ark. Hasta yakınlarının ameliyat öncesi döneme ilişkin bilgi gereksinimleri ameliyatı beklerken yaşadıkları duyguları ve ameliyathane bekleme salonuna ilişkin görüşleri, Hemşirelik Formu Ameliyathane Özel Sayısı, 2000; 3(6): 1-5. Ertin H, Uzun Ö. ve ark. . Uygulanacak tanı işlemleri konusunda hastaları bilgilendirmenin anksiyete düzeyine etkisinin ölçülüp değerlendirilmesi I Ulusal Tıbbi Etik Kongresi Bildiriler Kitabı, Ed. N, Ersoy., Ü. N, Gündoğmuş., Kocaeli, 1999; 43-47. Eti Aslan F, Olgun N. ve ark. Effectif cerrahi işlem geçirmekte olan hastaların aile bireylerinin anksiyete düzeylerinin belirlenmesi, Türk Hemşireler Dergisi, 1997; 45 (5): 18-21. Güneş P. Açık kalp ameliyatı olan hastaları taburculuk öncesi bilgilendirmenin anksiyete düzeyine etkisi, Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 2001; 5 (2): 79. Gürsoy A A. Ameliyat öncesi hastaların kaygı düzeyleri ve kaygıya neden olabilecek etmenlerin belirlenmesi, Hemşirelikte Araştırma Dergisi, 2001; 1:23-29. John T, Carlo M.D. A prospective randomized trial demonstrating valved ımplantable ports have fewer complications and lower overall cost than nonvalvedimplantable ports, The American Journal Of Surgery, 2004;722-727. Karayurt Ö. Ameliyat öncesi uygulanan farklı eğitim programlarının hastaların anksiyete ve ağrı düzeylerine etkisinin incelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü 1997. 63 Selda KARAVELİ, Nedime KÖŞGEROĞLU, Sibel ERKAL İLHAN Kayhan C. Cerrahi hastalarda preoperatif anksiyetenin postoperatif komplikasyonlarla ilişkisinin incelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü 2003. Kılınç G. Cerrahi klinikte çalışan hemşirelerin ameliyat öncesi ve sonrası hasta bakımına ilişkin bilgi ve uygulama düzeyleri, Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü 1995. Kiyohara L. Surgery Information Reduces Anxiety In The Pre-Operative Period, Rev Hosp Clin Fac Med Sao Paulo, Epub Apr 26 2004; 59(2):51-6. Morrel G. Effect of structured preoperative teaching on anxiety leveks of patients scheduled for cataract surgery, İnsight, 2001;26 (1): 4-9. Mott A.M (). Psycologic preperation to decrease anksiety associated with cardiac catheterization, Journal of Vascular Nursing, Kingdom City, Jun, 1999; 17(2): 41-49. Mutlu B. Kalp ameliyatı olan çocuklarını ameliyat sonrası ilk kez görecek olan annelere yoğun bakım ortamı ve çocuğun görünümü ile ilgili yapılan eğitimin anksiyetelerini azaltmadaki etkisi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü 2002. Oflaz F, Günaydın N (). Planlı ameliyat olacak hastaların anksiyete düzeylerinin incelenmesi, Gata Bülteni, 1998; 40( 1): 6-10. Öner N, LE. Compte A. Durumluk–Sürekli kaygı envanteri el kitabı, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1982. Özcengiz D. Anesteziyle ilgili bilgilendirmede kullanılan farklı yaklaşımların çocukları günübirlik cerrahi müdahale geçiren ebeveynlerin durumluk kaygılarına etkisi, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 2006. Özen A. Ürodinamik girişim uygulanacak hastaların işlem öncesi bilgilendirilmesinin anksiyete düzeylerinin etkisi, Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü 2005. Özkan S. Psikiyatrik Tıp, İstanbul Roche Müstahzarları AŞ, 1993; 41-45, 103-107. Özmen D. Dokuz eylül üniversitesi tıp fakültesi hastanesinde yatan hastaların beklentilerinin saptanması, II. Ulusal Hemşirelik Kongresi Bildiri Kitabı, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir, 1993; 533-538. Pınar R, Yürügen B. Hemodiyaliz tedavisine gren hastaların durumluk ve sürekli anksiyete düzeyleri, Marmara Üniversitesi Hemşirelik Dergisi, 1994; 1(2): 46-53. Tsutsami S, Yamaki S ve ark. Anxiety in outpatients receiving chemotherapy for solid cancer, Hepatogastroenterology, Nov, Dec, 2006; 53(72): 828-30. Yücel A. Informed consent for intravascular contrast material and anxiety, Acta Radiol, 2005; 46(7): 701-707. 64 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 28 (3) : 65-84, 2012 TÜRKİYE’DE HEMŞİRELİKTE İŞ SAĞLIĞI LİSANSÜSTÜ TEZLERİNİN ELEŞTİREL DEĞERLENDİRMESİ CRITICALLY INVESTIGATION OF POSTGRADUATE NURSING DISSERTATIONS ABOUT OCCUPATIONAL HEALTH NURSING IN TURKEY Prof.Dr. Süheyla ÖZSOY* Ar.Gör. Jülide Gülizar YILDIRIM* Öğr.Gör. Aslı KALKIM* Öğr.Gör. Leyla MUSLU** Uz. Hemşire Nilüfer YILDIRIM*** *Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Halk Sağlığı Hemş. AD., İzmir **Akdeniz Üniversitesi Antalya Sağlık Yüksekokulu Halk Sağlığı Hemş. AD., Antalya ***Şifa Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, İzmir Bu çalışma 2-6 Ekim 2012 tarihinde Bursa’da düzenlenen 15. Ulusla Halk Sağlığı Kongresinde poster bildiri (P575) olarak sunulmuştur. ÖZET Amaç: Geçmişten günümüze iş sağlığı alanındaki lisansüstü hemşirelik tezlerini eleştirel bakış açısıyla değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Nitel modelde tasarlanan araştırmada doküman analizi yöntemi kullanılmıştır. YÖK Ulusal Tez Merkezi veri tabanı “iş sağlığı” ve “işçi sağlığı” anahtar kelimeleri kullanılarak taranmış ve hemşirelikte lisansüstü 15 teze ulaşılmıştır. Veri toplama aracı olarak “tez tanıtım formu” ve iş sağlığı tezlerinin doküman analizine yönelik “kontrol tablosu” kullanılmıştır. Tezleri incelemek için Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu etik kurulundan yazılı izin alınmıştır. Bulgular ve Sonuç: İş sağlığı ile ilgili ilk tez 1990 yılına ait doktora tezi olup, tezlerin 10’u yüksek lisans, 5’i doktora tezidir. Tüm tezlerin araştırma yönteminin nicel, 11’inin tanımlayıcı tipte olduğu saptanmıştır. Tezlerin 3’ünde başlığının içerikle uyumlu olmadığı, 5’inde özetin ele alınan konuyu açıkça ifade etmediği, 14’ünde anahtar kelimelerin uygun yazılmadığı, 6’sında araştırma probleminin yeterince açıklanmadığı, 9’unda etik kurul izninin olmadığı belirlenmiştir. Tezlerden 6’sının tartışma için literatür bilgilerinin yeterli olmadığı, 3’ünün bulgularının araştırmanın amacını karşılamadığı, 2’sinin sonuç bölümünün çalışmanın önemli bulgularıyla desteklenmediği, kullanılan kaynakların sıklıkla dergi, kitap, gri literatür ve internet olduğu ve hemşirelik dışı alanda yoğunlaştığı saptanmıştır. Sonuç olarak incelenen tezler, Türkiye’de hemşirelik alanında İS konusunda sınırlı sayıda araştırma yapıldığını göstermektedir. Araştırma sonuçları ışığında nicel çalışmaların nitel araştırma metotları ile desteklenerek çalışılması, araştırmaların hemşirelik teorilerine dayandırılması önerilmektedir. Ayrıca bu alanda çalışacak yeni araştırmacılar araştırma yöntem ve teknikleri konularında eksiklikleri göz önüne alarak kendilerini geliştirmelidirler. Anahtar Kelimeler: İş sağlığı, hemşirelik, tez, doküman analizi Süheyla ÖZSOY, Jülide Gülizar YILDIRIM, Aslı KALKIM, Leyla MUSLU, Nilüfer YILDIRIM ABSTRACT Objective: The aim of this study is to evaluate postgraduate nursing theses within the area of occupational health from past to today with a critical aspect. Methods: Document analysis method was used in the research designed as a qualitative method. Higher Education Thesis Center database was screened by using key words of “occupational health, employee health” and 15 postgraduate nursing theses were found. As a data collection tool a “thesis-introductory form” and a “control table” related to documentary analysis of the occupational health theses were used. To examine theses, a written permission was obtained from the ethical committee of Ege University School of Nursing. Results: The first thesis related to occupational health was a doctoral thesis completed in 1990; 10 of the theses were master and 5 were doctoral theses. It was determined that the type of research method was quantitative in all theses and descriptive in 11 theses. It was identified that titles were not consistent with the contents in 3 theses, abstract didn’t clearly described the subject in 5 theses, key words weren’t properly written in 14 theses, research problem wasn’t explained in 6 theses and the permission of ethical committee was lacking in 9 theses. 6 of theses had insufficient literature data; however, findings failed to meet the aim of the research in 3 theses, results section wasn’t supported by important findings of the study in 2 theses, the resources used were frequently journals, books, gray literature and internet and had concentrated on areas out of nursing. Conclusion: Consequently, the theses reviewed demonstrate that limited number of research has been carried out related to occupational health in the field of nursing in Turkey. In the light of the research results, it is recommended that quantitative studies should be backed up by qualitative ones and the researches should be based on nursing theories. Besides, new researchers to work in this area should improve themselves by considering their deficiencies concerning research methods and techniques. Key Words: Occupational Health, Nursing, dissertation, documentary analysis GİRİŞ Bir ülkenin gelişmişliği ve uluslararası alandaki saygınlığı bilimsel buluşları, bilime yaptıkları katkı ile belirlenmektedir. Hemşirelikte araştırma kullanımı, araştırma kalitesi ve araştırma kapasitesinin geliştirilmesi son derece önemlidir (Özsoy 2009b). Hemşirelikte araştırma kapasitesinin geliştirilmesinin önemli nedenlerinden biri kanıta dayalı uygulamanın artması (Kocaman 2003), diğeri ise hemşirelik eğitiminin birçok ülkede üniversite düzeyine taşınmasıdır (Buus 2005, Segrott ve ark. 2006). Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) forumlarında, hemşirelerin sağlık hizmetleri ve sağlık politikalarına katılmasında, seslerini duyurmalarında, araştırma kapasitesinin geliştirmesinin önemi vurgulanmaktadır (DSÖ 2008). Hemşirelerin üstlendikleri sorumlulukların artması, içinde çalıştıkları alanların (örneğin, iş sağlığı) gittikçe önem kazanması (DSÖ 2011), uygulamanın etkin ve ekonomik olmasının beklenmesi hemşirelik araştırmalarının gerekliliğini (Segrott ve ark. 2006) ortaya koymaktadır. Hemşirelikte araştırma kapasitesi geliştirilmesinde bazı engeller vardır. Bunlar, yeterli araştırma olanaklarının bulunmaması, araştırma beceri eksikliği, yeterli araştırma eğitimi verilmemesi, zaman baskısı, artan iş yükü, kişilerin ve kurumların ihtiyaçları arasında uyumsuzluk (Buus 2005, Segrott ve ark. 2006, Salazar 2006, Edward ve ark. 2009) ve ulusal önceliklerin belirlenmemiş olmasından (Aksayan ve Emiroğlu 1999) kaynaklanmaktadır. 66 Türkiye’de Hemşirelikte İş Sağlığı Lisansüstü Tezlerinin Eleştirel Değerlendirmesi DSÖ hemşirelik birimi, hemşireler için öncelikli araştırma alanlarından 12 alan belirlemiş olup bunlardan birisi de iş sağlığı (İS)’dır (Hirschfeld 1998). Ülkemizde de son 10 yılda iş sağlığı hemşireliği (İSH)’ne ilginin arttığı ve bu alanda yürütülen araştırma sayısında hafif bir ivme kazandığı görülmektedir (Tablo 1). İSH’nin amacı çalışanın sağlığını korumak, geliştirmek ve güvenli çalışma çevresi oluşturmaktır (Salazar 2006). İSH’nin gelişimi açısından önemli bir adım olan 2011 yılındaki son yasal düzenlemede, önemliliği ve gerekliliği benimsenmiş ve halk sağlığı hemşireliğinin özel uzmanlık alanı olarak İSH tanımlanmıştır (Mevzuat 2011). Türkiye’de hemşirelikte lisansüstü eğitimi 1968 yılında başlamasına rağmen, ilk İSH tezi 1990 yılında yapılmış, son 20 yılda 15 lisansüstü tez çalışması daha yürütülmüştür (Tablo 1). Hemşirelik alanında yayınların içerik incelemesi 1995 yılında başlamış olup (Özsoy ve Karaaslan 1995), 2000’li yıllarda artış göstermiştir. Her ülkede zaman içerisinde üretilen yayınların adedini saymak, çalışmaların ne zaman başladığını ve bunun nasıl değişim gösterdiğini ortaya koymak hemşire araştırmacıların sorumluluğundadır. Kuşkusuz yayınların niceliksel açıdan değerlendirilmesi kadar niteliksel açıdan da değerlendirilmesi önemlidir (Özsoy 2009a). Doküman analizi sonuçları, yapılan araştırmaların niteliğine ve niceliğine ait bilgilerin sorgulanması, bu çalışmaların kalitesini ortaya koyduğu gibi o alanla ilgili araştırmacılara ve akademisyenlere önemli bilgiler sunmaktadır (Erkuş 2004, Yıldırım ve Şimşek 2008). Son yirmi yılda İS alanında üretilmiş olan tezlerin gözden geçirilmesi ve mevcut durumun ortaya konması, İS’na yönelik araştırma önceliklerinin belirlenmesi açısından önemlidir. Bu araştırmanın İSH alanında gelecekte üretilecek olan araştırmalara katkı sağlaması beklenmektedir. Ülkemizde hemşirelik alanındaki tezlerin incelendiği çalışmalara rastlanmamakla birlikte diğer ülkelerde tezleri ve projeleri doküman analizi yöntemiyle inceleyen çalışmalar karşımıza çıkmaktadır (Merighi ve ark. 2007, Goodfellow 2009, Garbin ve ark. 2010). Bu eksiklikten hareketle; - İSH alanında lisansüstü tezlerin raporlandırma aşamaları (yapısal özelliği) nasıldır? - İS alanında yürütülmüş hemşirelikte lisansüstü tezlerin niteliksel özellikleri nelerdir? sorularına yanıt aranmıştır. AMAÇ Türkiye’de iş sağlığı alanındaki lisansüstü hemşirelik tezlerini yapısal ve niteliksel özellikleri açısından eleştirel bakış açısıyla değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEM Araştırma modeli Nitel araştırma deseninden doküman analizi yöntemi kullanılarak araştırma yürütülmüştür. Doküman analizi, araştırılması hedeflenen olgu veya olgular hakkında bilgi içeren yazılı materyallerin analizini kapsar. Doküman analizi özellikle doğrudan 67 Süheyla ÖZSOY, Jülide Gülizar YILDIRIM, Aslı KALKIM, Leyla MUSLU, Nilüfer YILDIRIM görüşme ve gözlem yapmanın mümkün olmadığı durumlarda tek başına bir araştırma yöntemi olarak kullanılmaktadır (Yıldırım ve Şimşek 2008). Bu incelemede elde edilen veriler Office Excel 2010 programında değerlendirilmiştir. Doküman analizinin aşamaları aşağıdaki şekilde tasarlanmıştır: 1- Dökümana ulaşma Dokümanlar, nitel araştırmalarda etkili bir şekilde kullanılması gereken ö¬nemli bilgi kaynaklarıdır (Yıldırım ve Şimşek 2008). Bu araştırmada ise veri kaynağını, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) web sayfasında Ulusal Tez Merkezi veri tabanında bulunan hemşirelikte İS lisansüstü tezleri oluşturmaktadır. Araştırmada YÖK Ulusal Tez Merkezi veri tabanında bulunan İS alanında lisansüstü izinli 7 tezin tam metnine ulaşılmış, izinsiz 9 teze de ulaşmak için araştırmacılarla telefon ve e-mail yolu ile iletişime geçilmiştir. Araştırmacılardan birinin izni olmadığı için bir tez inceleme dışı kalmıştır. Tezlerin doküman analizinin yapılabilmesi için alan yazınından yararlanılarak araştırmacılar tarafından hazırlanan veri toplama aracı iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm “tez tanıtım formu” adı altında tezin türü, yılı, yapıldığı anabilim dalı, danışmanı, konuların dağılımı, yayınlanıp yayınlanmadığı, yayınlandı ise ulusal/uluslararası yayın olup olmadığı ve atıf alıp almadığı gibi 7 soru yer almaktadır. İkinci bölüm iş sağlığı tezlerinin doküman analizine yönelik hazırlanan “kontrol tablosu” 8 bölümden oluşmakta ve tezlerin adı ve özeti, girişi, yöntemi, bulguları, tartışması, sonuç ve önerileri, kaynakları incelemeye yönelik bölümler bulunmaktadır. Bu bölümlere yönelik bazı bilgiler analiz edilmiştir. 2- Dökümanı anlama Deneme uygulaması kapsamında; her bir tez, araştırmanın raporlanması basamakları dahilinde araştırmacılar tarafından birbirlerinden bağımsız olarak incelenmiş, yapılan kodlamalar karşılaştırılmıştır. Farklılığın olduğu yerlerde kontrol tablosunda gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra veri toplamaya geçilmiştir. Araştırma uygulamasında; kontrol tablosu kullanılarak her tez iki araştırmacı tarafından farklı zamanlarda okunarak değerlendirilmiştir. Daha sonra araştırmacılar bir araya gelerek yanlış anlamaları ortadan kaldırmak için fikir birliğine varmış ve ortak bir dil oluşturmuşlardır. Bir tezi araştırmacının okuma süresi tezin kapsamına göre değişmekle birlikte, ortalama 6-8 saat sürmüştür. Tüm tezler için her bir araştırmacı 30 gün, 120 saat zaman harcamıştır. Tüm nitel araştırmalarda olduğu gibi araştırmacıların veriyi doğru yorumlaması özneldir, sonuçları genellenemez. Ayrıca, doküman analiz raporunun ön kopyasının, tezi üretenlere ulaştırılıp görüşlerinin alınamaması bu çalışmanın en önemli sınırlılığı olarak düşünülebilir. 3- Veriyi analiz etme a) Tezlere ulaşabilmek için “işçi sağlığı”, “iş sağlığı” anahtar kelimeleri kullanılarak toplamda 1631 teze ulaşılmıştır. Analize konu olan tezlerden amaçlı örnekleme tekniği kullanılmış olup, aşağıdaki kriterleri sağlayan 15 tez analize dahil edilmiştir; 68 Türkiye’de Hemşirelikte İş Sağlığı Lisansüstü Tezlerinin Eleştirel Değerlendirmesi • Konusunun “iş sağlığı” olması, • Araştırmanın örnekleminin işçi olması • Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik bölümü lisansüstü tezi olmasıdır. b) Veri analizinin ikinci aşamasında kategorileri geliştirmede bir araştırmanın raporlandırma aşamalarından (tez adı ve özeti, giriş, yöntem, etik boyut, bulgular, tartışma, sonuç ve öneriler, kaynaklar) yararlanılmıştır. Tüm bu bölümlerin yapısal aşaması sayısallaştırılarak, niteliksel yönü ise içerik analizi yöntemi ile irdelenmiştir. c) Geçerlilik • Geçerlilik kriteri olarak, içerik analiz türlerinden olan kategorisel analiz tekniğinden (verilerin kodlanması, kategorize edilmesi, düzenlenmesi, bulguların tanımlanması ve yorumlanması aşaması) yararlanılmıştır (Bloor ve Wood 2006). • Veri toplama aracı alan yazınına dayandırılarak hazırlanmıştır. Böylece veri toplama aracı ve alan yazını arasında tutarlılık sağlanmıştır. • Tüm bu değerlendirmeler sorumlu araştırmacının gözetimi altında gerçekleştirilmiştir. • Araştırmacılar arasında tutarlılık sağlamak açısından kontrol tablosu kullanılmıştır. d) Güvenilirlik • Bulgular yorumsuz olarak sunulmuştur. • Veri toplama aşamaları detaylı olarak yöntem bölümünde açıklanmıştır. • Kontrol tabloları ile incelenen tez içerikleri araştırmacılar tarafından arşivlenmiştir. • Tüm araştırmacılar halk sağlığı hemşireliği alanında çalışan uzmanlardır. • Her bir tez farklı zamanlarda iki araştırmacı tarafından okunmuştur. • Belirlenen kodlama listesi ve temalar iki araştırmacı tarafından incelenecektir. 4- Etik Araştırmanın yürütülebilmesi için Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu etik kurulundan yazılı izin alınmıştır. Tezlerin yazarlarıyla telefon ve e-mail yolu ile iletişime geçilerek yazılı veya sözel onamları alınmıştır. BULGULAR Çalışma kapsamına alınan tezlerin 10’u yüksek lisans ve 5’i doktora tezidir. İlk işçi sağlığı tezi 1990 yılında yapılan doktora tezidir (Tablo 1). Tez danışmanlarının bölümünü incelediğimizde bir danışmanın Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalında, diğerlerinin ise Halk Sağlığı Hemşireliği Anabilim Dalında görev yaptığı saptanmıştır. Tezlerin 6’sının yayınlanmış olduğu, birinin uluslararası (Beşer ve Bayık 2006) yayınlandığı diğer 5’inin ulusal yayın (Güler ve Kubilay 1998, Gökmen, Yıldız ve Deniz 69 Süheyla ÖZSOY, Jülide Gülizar YILDIRIM, Aslı KALKIM, Leyla MUSLU, Nilüfer YILDIRIM 2007, Yılmaz ve Bayat 2005, Albayrak ve Emiroğlu 2006, Emlek ve Özsoy 2006) olduğu ve bu yayınlanan tezlerin birinin ulusal atıf indeksinde (Gökmen, Yıldız ve Deniz 2007) yer aldığı saptanmıştır. İşçi sağlığıyla ilgili hemşirelik alanında yapılan tezler Tablo 1’de yazarı, yılı, türü, amacı, tipi, yapıldığı yer, iş kolu, evren-örneklemi, veri toplama araçları-yöntemi, verilerin analizi ve bulgular bölümleri olmak üzere özetlenmiştir. Ayrıca tezlerin her biri adı, özeti, giriş, yöntem, etik yönü, bulgular, tartışma, sonuç-öneriler ve kaynaklar bölümü olmak üzere 9 ayrı başlık altında ayrıntılı şekilde incelenmiştir. Tezlerin adları ve özeti Tezlerin adları incelendiğinde 3’ünün tez içeriği ile uyumlu olmadığı, 2’sinin ise kısmen uyumlu olduğu saptanmıştır. 10 tezin adı açık ve kısa bir şekilde yazılmıştır. Tezlerin başlıklarının ortalama kelime sayısı 11 (min: 7- max: 18) olarak bulunmuştur. Tezlerin özetleri incelendiğinde 10 tez özetinin ele alınan konuyu açık olarak ifade ettiği ve özet yazma kriterlerine uygun yazıldığı saptanmıştır. Özetlerin tümü geçmiş zaman diliyle yazılmış ve ortanca kelime sayısının 257 olduğu saptanmıştır. Tezlerin 9’unun özet bölümünde çalışmanın tüm bölümlerine yer verildiği ve anahtar kelimelerin olduğu belirlenmiştir. Tezlerin giriş bölümü Tezlerin giriş bölümünün ortanca sayfa sayısı üçtür, ayrıca çalışmanın amacı bu bölümde yer almaktadır. Bu bölümde İS hemşiresinin bakım verici, eğitici, danışman, araştırıcı, yönetici, savunucu rollerine vurgu yapılmaktadır. Tezlerin 9’unda araştırma problemi yeterince açıklanmış, önemi ve gerekliliği belirtilmiş, 11’inde temel bilgi içeriğinin yeterli olduğu saptanmıştır. Kendi tarihsel süreci değerlendirildiğinde sadece 12 tezde son 5 yılın güncel kaynaklarına yer verildiğine, 5 çalışmada hedeflere, 8’inde ise hipotezlere rastlanmıştır. Sadece bir tezde diğer benzer araştırmalardan elde edilen sonuçların yer aldığı “ilgili araştırmalar bölümü” bulunmaktadır. İncelenen 9 tezde sağlık riskleri ile ilgili konulara, 3 tezde sağlıklı yaşam biçimi davranışlarına ve 3 tezde de İS hemşiresinin sağlığı koruma ve geliştirme rolüne vurgu yapılmaktadır. Tezlerin yöntem bölümü Tüm tezler nicel araştırma tasarımıyla planlanmıştır. Tezlerin araştırma türü incelendiğinde 11’inin tanımlayıcı, 3’ünün deneysel ve birinin metodolojik olduğu görülmüştür. İncelenen 3 tez konusu hemşirelik teorilerine (Teoriler Üstü Model, Sağlığı Geliştirme Modeli, İş Sağlığı Hemşireliği Modeli) dayandırılmıştır. Tezler genel olarak 3 büyük ilde İstanbul (6 tez), Ankara (2 tez), İzmir (2 tez) yoğunlaşmakla birlikte Mersin, Malatya, Kocaeli ve Sivas’ta gerçekleştirildiği görülmektedir. Tezlerin sıklıkla kuyumculuk, kuaförlük, ilaç, ayakkabı sanayi, tütün fabrikası, metal sanayi, otomotiv sanayi, tekstil ve cam sanayi, akü imal, montaj, kaynak ve çimento fabrikası gibi iş kollarında gerçekleştirildiği saptanmıştır (Tablo 1). 70 Türkiye’de Hemşirelikte İş Sağlığı Lisansüstü Tezlerinin Eleştirel Değerlendirmesi Tezlerin tümünde evren ve örneklem tanımlanmış, evren sayılarına bakıldığında en çok 11649, en az 90 işçi olduğu, örneklem sayılarının ise en çok 582, en az 69 işçiyle gerçekleştirildiği görülmektedir (Tablo 1). Tezlerin 7’sinde örneklem sayısı evrendeki birey sayısı bilinen örneklem genişliğine göre hesaplanmış, 6’sında tüm evren araştırmaya dahil edilmiştir. Tezlerin örnekleme yöntemlerine bakıldığında, tabakalı rastgele (2 tez), basit rastgele (2 tez), randomize (1 tez), olasılıksız örnekleme (1 tez), sistematik örnekleme (1 tez) ve amaçlı örnekleme (2 tez) yöntemi kullanılmıştır. Tezlerin 11’inde yetişkin işçilerin, 4’ünde çocuk işçilerin araştırma kapsamına alındığı ayrıca birinde hem işçi hem sağlık çalışanının (hekim ve sağlık memuru) örneklem grubuna dahil edildiği görülmektedir (Tablo 1). Araştırmaya dahil edilme kriterleri 7 tezde, araştırmanın sınırlılıkları 10 tezde belirtilmiştir. Veri toplama aracı olarak 9 tezde araştırmacılar tarafından hazırlanan anket formu, diğer 6 tezde ölçek kullanılmıştır. En sık kullanılan ölçeğin (3 tez) “Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları” ölçeği olduğu görülmüştür. Tümünde veriler yüz yüze görüşme yöntemi ile toplanmıştır (Tablo 1). Tezlerdeki verilerin analizi için sıklıkla tanımlayıcı istatistikler (sayı-yüzde), kikare, Mann Whitney U, Logistic Regresyon, t testi, Krusskal Wallis testlerinin kullanıldığı belirlenmiştir. Tezlerin 3’ünde geçerlilik güvenirlik analizi, bir tezde ölçek geliştirme çalışması olması nedeniyle faktör analizi yapılmıştır (Tablo 1). Tezlerin 6’sında etik komite izninin olduğu, çalışmanın gerçekleştirildiği kurumların 6’sından yazılı izin, 9’undan sözel izin alındığı saptanmıştır. Araştırma kapsamına alınan işçilerden ise bir tezde yazılı izin, diğerlerinden sözel izin alındığı belirtilmiştir. Tezlerin sadece 3’ü maddi yönden desteklenmiştir. Tezlerin bulgular bölümü Tezlerin 12’sinde bulguların araştırmanın amacını karşıladığı ve elde edildiği şekilde sunulduğu saptanmıştır. Hipotezlere yer veren 8 tezin tümünde hipotezlere yönelik bulgulara yer verilmiştir. Tezlerin tamamında en önemli bulgulara yer verilmiş ve Tablo 1’de özetlenmiştir. Tüm tezlerin bulguları alt başlıklar halinde verilmiş ancak 4 tezde bulguların-alt başlıkların iyi sınıflandırılmadığı, anlamlı bir bütünlük içinde sunulmadığı, alt başlıklarla bulgular arasında uyumsuzlukların olduğu saptanmıştır. Tüm tezlerde bulgular geçmiş zaman dili ile yazılmıştır. Bulgular tablolar halinde sunulmuş olup sadece birinde grafik kullanılmıştır. Tablo ve grafik yazım kurallarına uyulmuştur. Tezlerin tartışma bölümü Tezlerin 9’unda tartışmada verilen literatür sayıları yeterli bulunmuştur. Tüm tezlerde iç yorumlara, 14 tezde dış yorumlara yer verilmiştir. Dış yorumlar yapılırken 12 tezde literatür bilgisi ile farklılıkları, 14’ünde benzerlikleri vurgulanmıştır. Tezlerin sonuç ve öneriler bölümü Tezlerin 13’ünde sonuç bölümü çalışmanın en önemli bulguları ile desteklenmiş, 3’ünde ulaşılan bulguların ileride yapılacak çalışmalar için katkı sağlayacağı vurgu71 Süheyla ÖZSOY, Jülide Gülizar YILDIRIM, Aslı KALKIM, Leyla MUSLU, Nilüfer YILDIRIM lanmıştır. Tezlerin tümünde önerilere yer verilmiş olup, bu öneriler 10 tezde çalışma sonuçlarından ilgisiz olduğu bulunmuştur. Tezlerin kaynaklar bölümü Tezlerin kaynaklar bölümü incelendiğinde tamamında doğrudan ve dolaylı kaynak kullanımının olduğu görülmektedir. Tezlerde kullanılan ortanca kaynak sayısı 84 (min:56- max:197) olduğu görülmüştür. En sık kullanılan kaynakları dergi (X=26), kitap (X=19), gri literatür (X=17) ve internet (X=2) oluşturmaktadır. Hemşirelik dışı dergi ve kitaplara daha yoğun atıf yapıldığı saptanmıştır. Sadece bir tezde gri literatürün olmadığı görülmüştür. Kaynakların sıralama yöntemleri incelendiğinde metin içerisinde 13 tezde numaralandırılarak (Van couver yöntemi ile), 2 tezde ise yazarların soyadları ve yayım tarihleri verilerek (Harvard yöntemi) kullanılmıştır. Kaynakça 8 tezde alfabetik sıra ile, 7 tezde ise metin içindeki kullanım sırasına göre verilmiştir. Tüm tezlerde her bir alıntı için kaynak gösterilmiştir. Kaynak yazım kurallarına 11 tezde uyulmuştur. Esin N. (1997) Emiroğlu O.N. (1990) Yazar Adı ve Yılı Tablo 1. İşçi sağlığıyla ilgili hemşirelik alanında yapılan tezler 72 Amacı ve türü Tipi, yapıldığı yer ve iş kolu Evren ve örneklem Veri Toplama Araçları ve Yöntemi Verilerin Analizi Bulgular İşçilerin İS hizmetleri beklentilerini ve İS hemşiresinin İS ve güvenliği çalışmalarındaki yerini saptamak (DR) -Tanımlayıcı - İstanbul -15 farklı iş kolunda - N:11649 - n:171 (yetişkin işçi) - n: 34 (sağlık çalışanı) - Sosyodemografik Soru Formu - Yüzyüze görüşme Sayı yüzde Hemşirelerden beklenen hizmetler; işe giriş, periyodik muayene, kan basıncı kontrolü (%44.1), pansuman (%38.9) ve gebe eğitimidir (%34.9). Hemşire ve sağlık memurlarının sınırlı düzeyde gerçekleştirdiği hizmetler; çalışma ortamını gözleme, kronik hasta izlemi, periyodik sağlık muayenesi, ilk yardım olarak saptanmıştır. Çalışanların sağlığını geliştirici davranışları etkileyen faktörleri belirlemek ve ilgili ölçekleri Türk alan yazınına kazandırmak (DR) -Tanımlayıcı Metodolojik -İstanbul -Tekstil-cam iş kolu - N: 3000 - n: 450 (yetişkin işçi) - Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği (SYBDÖ) - Çok Boyutlu Sağlık Kontrolü Ölçeği - Sağlığın Önemi Ölçeği - Yüzyüze görüşme Sayı yüzde, t Testi, Varyans, Korelasyon, Yapı ve İçerik Geçerliliği İşçilerin, SYBDÖ puanı orta (120.88±19.60), sağlığın önemi (8.14±2.28) ve sağlık durumunu algılama ölçeği (1.80±0.51) iyi düzeyde bulunmuştur. İşçilerin sağlık davranışlarının yaş, eğitim, çalışma yılı, mesleki statü, kentte yaşama, kişilerarası iletişimin iyi olması ile arttığı saptanmıştır. Yılmaz U. (2003) Gökmen N. (2003) Çalışkan M. (1999) Emlek Z. (1998) Güler N (1997) Türkiye’de Hemşirelikte İş Sağlığı Lisansüstü Tezlerinin Eleştirel Değerlendirmesi İşçilerin, sağlık bakım gereksinimlerini ve hemşirelik hizmetlerini değerlendirmek (DR) - Tanımlayıcı - Sivas - Çimento fabrikası - N:325 - n: 217 (yetişkin işçi) - İşçi Tanıtım Sayı Formu, yüzde, Kikare, - İşyeri ve Ünitelerine Varyans Yönelik Gözlem Formu - İş Kazası Kayıt Formu - İşçileri Değerlendirme ve Muayene Formu - Durumluluk Sürekli Kaygı Ölçeği - Gözlem ve yüzyüze görüşme Her beş işçiden birinin kronik bir hastalığı olduğu, sağlık ünitesine en sık başvuru nedenleri arasında solunum sistemi ve gastrointestinal sistem hastalıkları yer almaktadır. İS hemşiresinin en fazla eğitim, en az danışmanlık hizmetini yerine getirdiği saptanmıştır. Çocuk işçilerin kendi sağlıklarını yükseltmede davranış biçimlerini belirlemek (YL) - Tanımlayıcı - İzmir - Ayakkabı iş kolu - N:109 - n:85 (çocuk işçi) - Sosyodemografik Veri Formu - Çalışan Çocukların Kendi Sağlıklarını Yükseltmedeki Sağlıkla İlgili Davranış Biçimlerinin Saptanması Anket Formu - Yüzyüze görüşme Çalışan kız çocuklarının puanı (142.64±9.55) erkeklerden (139.65±7.57) yüksek olduğu, haftalık çalışma ve sağlıkla ilgili bilgi alma durumlarının davranış puanını etkilediği saptanmıştır. İşçilerin sırt ağrılarını ve risk faktörlerini belirlemek (YL) - Tanımlayıcı - N: 1780 - İstanbul - n: 314 - Sanayi iş kolu (yetişkin işçi) - Görüşme Formu Sayı - Görsel Analog yüzde, Skala Sorgulama Kikare Formu - Oswestry Ağrı Sorgulama Formu - Tartı ve Metre - Yüzyüze görüşme İşçilerin %34’ünde sırt ağrısı olduğu, %81’inde günlük yaşam aktivitelerinde hafif derecede fonksiyonel yetersizlik yaşadığı, işinden memnun olmayan işçilerde sırt ağrısının daha fazla olduğu görülmüştür. Tütün fabrikasında çalışan işçilerin sağlık risk algıları ve uygulamalarını incelemek (YL) - Tanımlayıcı - İstanbul - Tütün iş kolu - İşçilerin Tütüne Bağlı Sağlık Risk Faktörlerini ve Risk Algılarını Belirlemeye Yönelik Anket Formu - Solunum Fonksiyon Testi Cihazı - Yüzyüze görüşme İşçilerin %57,4’ünün her gün sigara içtiği, %71,1’inin fiziksel koşullardan rahatsız olduğu, %75.2’sinin maske %93.3’ünün deri yelek kullanmadığı, sadece tütüne maruz kalanların duştan yararlandığı belirlenmiştir. Çocuk işçilerin sağlığıyla ilgili risk faktörlerini değerlendirmek (YL) - Tanımlayıcı - N:127 - Malatya - n:115 - 6 farklı iş kolu (çocuk işçi) - N:911 - n:270 (yetişkin işçi) Sayı yüzde, Varyans, Yapı Geçerliliği, Wilcoxon Sayı yüzde, Kikare, Varyans - Çocukların Sosyo- Sayı Demografik Özel- yüzde, likleri, İş Ortamı, Kikare Çalışma Koşulları ve Sağlığı Koruyucu Davranışlarıyla İlgili Anket Formu - Yüzyüze görüşme Çocukların %61.7’sinin çok uzun süre çalıştığı, işe giriş ve periyodik muayene olma oranının düşük, kişisel koruyucu kullanma durumlarının ve kişisel hijyen davranışlarının yetersiz olduğu saptanmıştır. 73 - Tanımlayıcı - Ankara - Oto sanayi iş kolu - N: 1193 - n: 424 (yetişkin işçi) - Sosyodemografik Soru Kağıdı - Yüzyüze görüşme Sayı yüzde, Kikare İşçilerin %86.1’i İS hizmetinin yer almadığını düşündükleri, acil hizmetlerin işe giriş ve periyodik muayeneyi, sağlık kayıtlarının tutulmasını istediği, sağlık eğitimi, %41.7’si doktorun yanında hemşirenin yer alması gerektiği saptanmıştır. İşçilerin hemşirelik hizmetlerinden duydukları memnuniyet ve öneme ilişkin beklentilerine yönelik araç geliştirmek (DR) - Metodolojik - İzmir - 33 farklı iş kolu - N:8045 - n:310 (yetişkin işçi) - Sosyodemografik Veri Formu - İşyeri Hemşirelik Hizmetlerindeki İşçi Memnuniyeti ve Sunulan Hizmetin Önemi Ölçeği - Yüzyüze görüşme Sayı yüzde, İçerik ve yapı geçerliliği, Madde korelasyon, Faktör analizi Ölçek iki yönlü (memnuniyet ve hizmet önemseme yönü) olup 38 maddeden oluşmaktadır. Memnuniyet ve hizmet önemseme yönü Cronbach α değeri (0.96;0.95)’dir. Faktör geçerliliğinde 3 faktör elde edilmiştir, “İşyeri Hemşiresinin Profesyonel Yönü”, “Koruyucu Sağlık Hizmetleri”, “İşyeri Hemşiresinin Bakım Verme Rolü” olarak belirlenmiştir. Biçer T. (2003) İşçilerin sağlık algılarını belirlemek, korunma ve geliştirmeye yönelik model oluşturmak (DR) - Deneysel - N:325 - Ankara - n:124 - Sanayi iş kolu (yetişkin işçi) - İş ve İşçi Sağlık Etkilenim Öyküsü - Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği (SYBDÖ) - İş Sağlığı Değerlendirme Çizelgesi - Yüzyüze görüşme Sayı yüzde, Kikare, Önemlilik Testi, Korelasyon İşçilerin sağlığını koruma ve geliştirmeye yönelik eğitim öncesi (133.83±18.33) ve sonrası (140.54±18.67) puanlar arası fark bulunmuştur. Sağlık birimine yapılan başvuru sayısı, eğitim süresince artış göstermiştir. Canpolat Ö. (2006) Çalışanların - Deneysel - N:90 stres düzey- - Kocaeli - n:69 lerini ve İS - Montaj iş kolu (yetişkin Hemşiresiişçi) nin stres ile baş etmede etkililiğini belirlemek (YL) - İşçileri Tanımlamak İçin Geliştirilen Soru Kağıdı - Algılanan Stres Ölçeği - Yüzyüze görüşme t Testi, Varyans, Mann Whitney U, Krusskal -Wallis İşçilerin stresle baş edebilmek için etkin yöntemleri kullanmadıkları, orta derecede stres altında oldukları (40±8.5) bulunmuştur. İş stresine yönelik eğitim ve danışmanlık sonrasında stresin anlamalı düzeyde (37.3±7.77) azaldığı saptanmıştır. Çocuk işçi- Tanımlayıcı lerin ailede - Mersin ve işyerinde - Çeşitli iş karşılaştıkkolları ları istismar ve ihmalin boyutunu ve etkileyen faktörleri incelemek (YL) - Çocukluk Çağı Kötüye Kullanım Soru Listesi - İstismar ve İhmale Yönelik Anket Formu - Yüzyüze görüşme Sayı yüzde, Kikare, Mann Whitney U, Lojistik Regresyon Çalışan çocukların %62.5’i çalıştıkları yerlerde istismara, %100’ü ihmale ve %39’u ailede istismar ve ihmale uğradığı saptanmıştır. Aile içi istismar ile işyeri istismarı arasında anlamlı ilişki saptanmıştır. Beşer A. (2003) Albayrak S. (2003) İşçilerin İS hizmetlerinden beklentilerini belirlemek (YL) Öncü E. (2009) Süheyla ÖZSOY, Jülide Gülizar YILDIRIM, Aslı KALKIM, Leyla MUSLU, Nilüfer YILDIRIM 74 - N:702 - n:595 (çocuk işçi) Gönül G. (2009) Sezgin Ö. (2009) Yenilmez F (2009) Türkiye’de Hemşirelikte İş Sağlığı Lisansüstü Tezlerinin Eleştirel Değerlendirmesi Çocuk işçilerin mesleksel astım rinit, dermatit ile ilgili risklerini ve etkileyen faktörleri belirlemek (YL) - Tanımlayıcı - İstanbul - Kuyumculuk ve kuaförlük iş kolu - N:843 - n:582 (çocuk işçi) - Çocukların tanıtıcı özellikleri veri formu - Uluslararası Astım ve Alerji Çalışması - Yüzyüze görüşme Sayı yüzde, Kikare, t Testi, Lojistik Regresyon Çocuk işçilerde mesleksel astım rinit, dermatitin yüksek olduğu ve bu semptomların gelişiminde cinsiyet, kimyasal maddeler, ailesel hastalık öyküsü gibi etmenlerin etkisinin olduğu saptanmıştır. İşçilerin sigarayı bırakmalarında İS hemşiresinin rolünü belirlemek (YL) - Deneysel - İstanbul, - İlaç sektöründe - N:180 deney, n:50 kontrol, n:50 (yetişkin işçi) - Transteoritik Model Aşamaları Formu - Fagerstrom Nikotin Bağımlılık Testi - Tükürükte Nikotin Düzeyi Testi - Değerlendirme Anketi - Kotinin Strip Testi - Grup toplantısı Sayı yüzde, Kikare, t Testi, Mann Whitney U, Mc Nemar, Wilcoxon Kontrol grubu işçilerin %18’i, deney grubu işçilerin %58’inin sigarayı bıraktığı saptanmıştır. Çalışanların - Tanımlayıcı koroner - Balıkesir kalp hasta- İlaç firması lığı risk faktörlerini ve sağlıklı yaşam biçimi davranışlarını (SYBDÖ) belirlemek (YL) - N:510 - n:178 (yetişkin işçi) - Sosyodemografik Özellikleri ve Koroner Kalp Hastalığı Risk Faktörlerine Yönelik Form - Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği II - Framingham Risk Skorlamaları - TEKHARF Risk Puan Şeması - Yüzyüze görüşme Sayı yüzde, Kikare, t Testi Varyans, Mann Whitney U, Korelasyon SYBDÖ puan ortalaması 2.42±0.37’dir. İşçilerin %18.5’i KKH ile ilişkili en az bir kronik hastalığa, kadınlar(%44.4) şeker hastalığına, erkekler yüksek kolesterole (%41.7) sahiptir. Kronik hastalığı olanların %60.6’sı teşhis belirlendikten sonra yaşam biçiminde değişiklik yapmıştır. *YL: Yüksek lisans tezi **DR: Doktora tezi TARTIŞMA Keogh (1997)’a göre, doktora programlarının başlatılması hemşirelikte meslekleşme sürecinin tamamlandığının bir göstergesidir. Bu bağlamda doktora düzeyinde yürütülen çalışmalar meslekleşme boyutuna önemli katkılar sağlayacaktır. İncelenen tezler içerisinde ilk İS tezinin 1990 yılında yayınlanmış olduğu görülmektedir. Türkiye’deki lisansüstü çalışmaların tarihsel gelişimi incelendiğinde 1968 yılında yüksek lisans, 1972 yılında da doktora programları başlamıştır (Ulusoy 1998). Doktora tez çalışmasının 1990’da başlamasının İS alınana yönelik olası ihtiyaçların çok geç fark edildiğini göstermesi açısından önemlidir. İSH tezlerinin gelişim süreci incelendiğinde ilk tez çalışmasının doktora düzeyinde başlayıp sonraki yıllarda yüksek lisans düzeyinde devam etmesi dikkat çekicidir. Yüksek lisans tezlerinin alanla ilgili sorunların tespit edilmesinde, doktora tezlerinin ise belirlenen sorunlara yönelik etkili uygulamaların ortaya konmasını sağladığı düşünüldüğünde; İSH alanındaki tezlerin 75 Süheyla ÖZSOY, Jülide Gülizar YILDIRIM, Aslı KALKIM, Leyla MUSLU, Nilüfer YILDIRIM yüksek lisans düzeyinde yoğunlaşması, bu alanla ilgili belirlenmesi gereken sorunların varlığını göstermektedir. İSH ile ilgili doktora tezlerinin sayıca yetersiz olması ise İSH’nin girişimlerinin ortaya konması ve bu girişimlerin etkinliğinin belirlenmesinde sorunlar olduğunu düşündürmektedir. Tezler öğrencilere bağımsız şekilde sorun çözme ve bilgi geliştirmeyi denetleme yeteneği sağlamalıdır. Bir tez yazmak araştırmacılar için zor bir görevdir ve danışmanların denetim, yeterlilik ve doğru yönlendirmesi ile şekillenir (Kapborg ve Berterö 2002). Tez danışmanı öğrenciyi yönlendiren ve araştırma kalitesini artırmaya yönelik önemli pozisyondaki kişidir (Bakioğlu ve Gürdal 2001). Bir tez dışında tezlerin tümünün danışmanlarının halk sağlığı hemşireliği alanında uzman oldukları fakat İSH’de uzmanlık veren kurumların olmayışı nedeniyle İSH alanında uzmanlık geçmişine sahip değillerdir. Lisansüstü tezlerden özellikle doktora düzeyinde gerçekleştirilen tezlerin orijinal olması, uygulamaya yenilik getirmesi ve yeni bir yöntem ya da model geliştirmesi istenmektedir. İSH uzmanlık geçmişlerinin olmayışı hemşirelerin nitelikli yayın yapamama, konu alanında derinleşememe (Kurban ve Ulusoy 2008), konu alanına özgü araştırma bilgi ve becerisinin yetersiz olması (Tortumluoğlu ve Özyazıcıoğlu 2004), alana uygulanabilir çalışmaların yapılmaması, kanıta dayalı araştırmalara yönelememe (Kocaman 2003) sorunların yaşanmasına yol açmıştır. Yayınlanmış bilimsel makaleler, bilimsel çalışmanın patenti niteliğindedir ve bir ülkenin bilimsel ilerleyişi bu çalışmalara göre değerlendirilir (Erkuş 2004). Hemşirelik araştırmalarında ilerleme ise araştırmacıların sonuçlarını paylaşabilmelerine bağlıdır (Kapborg ve Berterö 2002). Bu açıdan baktığımızda tezlerin yarısının yayınlanmamış olduğu görülmektedir. İş sağlığı alanında gerçekleştirilen tezlerin nicel yetersizliğinin yanı sıra tezlerin yayına dönüştürülmemesi, ülkemizde İS alanının gelişimine katkı sağlayamaması, zaman ve emek israfı olarak düşünüldüğünde son derece üzücüdür. ISI Web of Science veri tabanında taranan dergilerdeki makaleler daha nesnel bir değerlendirme sağladığı (Kurban ve Ulusoy 2008) ve bir ülkenin bilimsel yönden ürettiklerini uygulamaya aktarmasına olanak sağladığı için önemsenmektedir. Bu doğrultuda incelenen tezlerden sadece bir tanesinin (Beşer ve Bayık 2006) uluslararası yayın olması dikkat çekicidir. ISI tarafından hazırlanan atıf indekslerine göre Türkiye’nin 1980-2004 döneminde yapmış olduğu yayınlar incelendiğinde, 1980 yılında 439 olan yayın sayısı 25 yılda 32 kat artarak 14281’e ulaşmıştır. Türkiye 2004 yılında dünya bilimine %1.05 oranında katkıda bulunarak dünya sıralamasında 21.sıraya yükselmiştir (Ak ve Gülmez 2006). Akademik yükseltmeler için son on yıldan beri A, B, C grubu indekslerde tez dışında en az üç yayının istenmesi (Kurban ve Ulusoy 2008) tezlerin yayınlanma ölçütleri arasında sayılmaması nedeniyle tezlerin yayına dönüştürülmesini engellenmiş olabilir. Aslan, Uzun ve Oflaz (2010) uluslarası yayın yapma konusunda araştırmacılar dil güçlüğü (%8.6) nedeniyle yayına dönüştürmekte zorluk yaşamakta olduklarını saptamışlardır. Tezlerin adları ve özeti Araştırmanın adı olabildiğince kısa ve içeriği yansıtır nitelikte olmalıdır. Başlıkta yer alacak sözcük üzerinde iyice düşünülmeli ve en iyi amacı ifade eden sözcükler seçilmelidir. (Karasar 2010). Tezlerin çoğunluğunun (10 tez) adı tezin içeriğini açık ve 76 Türkiye’de Hemşirelikte İş Sağlığı Lisansüstü Tezlerinin Eleştirel Değerlendirmesi kısa bir şekilde anlatmasına rağmen, bazı tezlerin içerik ile uyumlu olmadığı veya tam olarak yansıtmadığı saptanmıştır. Bazı tezlerin adlarında kelime sayısı 18’e kadar çıkmaktadır. Bu durum başlıkta gereksiz bilgilerin verilmesinden kaynaklanmakta ve araştırma konusunun anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Benzer şekilde İsveç’te 13 tane hemşirelik lisans tezi üzerinde yapılan çalışmada, 7 tez adının kısa ve açık olduğu, 6 tez adının ise kötü, anlamsız olduğu ve zor okunduğu ifade edilmiş (Kapborg ve Berterö 2002). Bu araştırma bulgularıyla paralellik göstermektedir. Özetlerin çalışmanın bütününü açıklamada yol gösterici iyi bir rehber olduğu düşünülmektedir (Özsoy 1998, Görak 2004). Oysaki incelenen bazı tezlerde (5tez) özetlerin genellikle açık yazılmadığı, gereksiz bilgilerden ve uzun ifadelerden oluştuğu, kelime sayısının 510’a kadar çıktığı saptanmıştır. Ayrıca tezlerden 9’unun özet bölümünde çalışmanın tüm bölümlerine yer verilmediği dikkat çekmektedir. Tezlerin yaklaşık yarısında (6tez) anahtar kelimelerin olmadığı belirlenmiştir. Oysaki anahtar kelime, yapılan bilimsel çalışmanın ne ile ilgili olduğuna ilişkin sorulan soruya kısaca verilen cevap niteliğinde olması ve çalışmanın birkaç kelimede özetlenmesi olarak düşünüldüğünde son derece önemlidir (Üstüner ve Cömert 2008). Her araştırmanın anahtar kelimeleri çalışma alanının özgün sözcüklerinden oluşmalı ve elektronik veri tabanları üzerinden tarama yapıldığında o yayına kolayca ulaşıla-bilmesini sağlamalıdır (Üstüner ve Cömert 2008). Bu açıdan baktığımızda anahtar kelimelere yer veren tezlerin sadece birinde Medical Subject Headings (MeSH) browser ve Türkiye bilim terimlerine uygun olarak yazıldığı görülmektedir. Tezlerin giriş bölümü Araştırmacıların giriş yazarken alan yazınına hakimiyeti oldukça önemlidir. Bu bölümde araştırma tanıtılır ve okuyucunun konuya ilgisi çekilir. Genel kavramlardan yola çıkılarak soruna odaklanılır (Görak 2004). İncelemede bazı tezlerin (4 tez) giriş bölümlerinin araştırma sonuçlarını anlayıp değerlendirilmesine olanak verecek ölçüde temel bilgi içermediği, bazı tezlerin ise giriş bölümünün 11 sayfaya ulaştığı belirlenmiştir. Bu da zaman zaman çalışmayı okuyan kişilerin araştırma okumasını ve anlamasını güçleştirecek bir bilgi yığını haline gelmiştir. İncelenen tezlerin bazılarında (6 tez) araştırmanın önemi bölümünün yer almaması dikkat çekici bir bulgudur. Araştırmanın amacında belirtilen bilginin hangi sorunların (pratik veya kuramsal) çözümünde ve nasıl kullanılacağını açıklayan önem bölümü, araştırmanın uygulanabilirliği açısından gereklidir (Kim ve ark. 2002). Tez konuları içinde kavramlar incelendiğinde en çok kullanılan kavramlar sağlık riskleri, sağlıklı yaşam biçimi davranışları, sağlığı koruma ve geliştirme kavramlarıdır. İS alanındaki diğer önemli kavramlara örneğin, İS ve güvenliği, işçi sağlığı hakları, değişen işçi profili, sendikalaşma gibi kavramlara hiç değinilmediği ve değinilen kavramlarında derinlemesine incelenmediği bulgulanmıştır. İlk sıralarda yer alan sağlığı koruma ve geliştirme hizmetlerine ilişkin çalışmaların çoğunlukta olması, konu eğilimlerinin toplumun sağlık gereksinimlerine göre değişiklik göstermesinden kaynaklandığı düşünülse de aslında diğer konu başlıklarının (işçi sağlığı hakları, sendikalaşma gibi) hemşirelerin bu konulara farkındalık azlığı veya Türkiye’deki demokratikleşme sürecinin yarattığı bir sonuç olarak düşünülebilir. 77 Süheyla ÖZSOY, Jülide Gülizar YILDIRIM, Aslı KALKIM, Leyla MUSLU, Nilüfer YILDIRIM Tezlerin yöntem bölümü Yöntem sorunu çözmek için kullanılan düzenli yoldur (Karasar 2010). Tezlerin yöntem bölümü teorik bilgi ile uyumlu ve araştırmanın gerekçesini açıkça belirtecek şekilde yazılmalıdır (Kapborg ve Berterö 2002). Bu incelemede tezlerin bazılarında yöntemiyle ilgili bir takım eksikliklerin olduğu saptanmıştır. Örneğin işçilerin sigarayı bırakması hedeflenen bir tez çalışmasında nasıl bir yol izlenerek sigaranın bıraktırıldığı araştırmanın yönteminden anlaşılamamaktadır. Benzer olarak Özsoy ve Karaaslan (1995), Aksayan ve Emiroğlu (1999) yürüttükleri çalışmalarda da inceledikleri araştırma makaleleri ve bildirilerin metodolojik açıdan eksiklikler içerdiğini bulmuşlardır. İncelenen tüm tezlerin nicel tipte olduğu ve nitel araştırma yöntemlerine rastlanmamış olması dikkat çekici bir bulgudur. Hemşire araştırmacıların geçmişten günümüze eğitim programlarında nitel araştırma yöntemleri konularına yer verilmemiş olması düşünüldüğünde bu sonuçlar şaşırtıcı değildir. Bir araştırmanın modeli araştırmanın çatısını oluşturmaktadır (Keogh 1997). Bu çalışmada tezlerin modellerinin en çok tanımlayıcı tipte olduğu saptanmıştır. Bunun nedeni tanımlayıcı çalışmaların deneysel çalışmalardan daha ekonomik ve kolay olmasıdır. Deneysel çalışmaların az olmasının bir diğer nedeninin de araştırmacıların maddi kaynaklara ulaşma zorluğu olduğu düşünülmektedir. Üç tez dışında diğer tüm tezlerde konunun hemşirelik teorisiyle ilişkilendirilmediği görülmüştür. Bu sonucun Dünya’da yapılmış araştırmalarda kurama dayandırılan hemşirelik araştırmalarının az olması, hemşire araştırmacıların geçmişten gelen kurama ilişkin yeterli alt yapısının olmaması, eğitimde kuramlarla ilişkili konuya sınırlı yer verilmesi ve araştırmacının kuramı nasıl kullanacağını bilmemesinden (Alligood ve Tomey 2006) kaynaklandığı düşünülmektedir. Tezlerin 6’sında evrenin tamamının örnekleme alındığı, örneklem alımı için çoğunlukla (8 tez) olasılıklı örnekleme yöntemi kullanıldığı saptanmıştır. Araştırmacıların olasılıklı örnekleme yöntemini tercih etmeleri, araştırmaya dahil edilecek bireyleri evrenden eşit olasılıkla seçilmesini sağlayarak yanlılığı engellemesi açısından önemlidir (Karasar 2010). Tezlerde veri toplama aracı olarak sıklıkla anket ve ölçek kullanıldığı görülmektedir. Ölçekler yargısal ölçmeyi ve standardizasyonu sağladığı için tercih edilmektedir. Veri toplama aracının doğru, güvenilir ve denenebilir olması incelemeyi amaçladığımız kavram ve kuramların değişkenlerle ilişkilerini ne derecede yansıttığını gösterir (Karasar 2010). Tezlerin sadece 3’ünde geçerlilik güvenirlik analizlerinin yapılmış olması nitelikli ve kültür özelliklerimize uygun araçların yetersizliğini ve bu tür çalışmalara gereksinim duyulduğunu göstermektedir. Tezlerde çoğunlukla tanımlayıcı istatistiklerin kullanıldığı, ileri istatistik analizlere çok az yer verildiği görülmektedir. Bir çalışmanın bilimselliği kullandığı araştırma ve istatistiksel yöntemlerin sağlamlığıyla ölçüldüğünden (Erkuş 2004) bu bulgu son derece dikkat çekicidir. 78 Türkiye’de Hemşirelikte İş Sağlığı Lisansüstü Tezlerinin Eleştirel Değerlendirmesi Bilimsel araştırmaların potansiyel bilgi üretme kapasiteleri yanında etik kurallara da uygun olması gerekmektedir (Karasar 2010, Bayık 2004). Etik konulara araştırmalarda yer verilmesi, açıklayıcı, güvenilir ve tatmin edici bilgiyi savunma göstergesidir (Kapborg ve Berterö 2002). Bu bağlamda incelenen tezlerin yarısından fazlasında etik komite izni olmadığı, kurumlardan ve işçilerden alınan izinlerin ise çoğunlukla sözel izin olduğu görülmektedir. Üç tez dışında diğer tüm tezlerin maddi bir fonla desteklenmemiş olması hemşirelik araştırmalarının kişisel çabalar ile sürdüğünü ve araştırma gelişimi için önemli bir engel olduğunu göstermektedir. Ülkemizde eğitim ve araştırmaya ayrılan ödeneklerin düşük olması yayın sayısındaki yetersizliğin üçüncü nedenidir (Ak ve Gülmez 2006). Türkiye’de 2010 yılında Gayri Safi Yurtiçi Ar-Ge harcamalarının en büyük payı (%46) yükseköğretim kurumlarına ayrılmıştır. Yükseköğretim harcamaları içerisinde de en büyük pay sağlık bilimlerine aittir (TÜİK 2011). Tüm bu Ar-Ge harcamaları içerisinde hemşirelik için araştırma fonlama olanakları düşüktür. Örneğin, Ege Üniversitesi hemşirelik fakültesi için yıllık %0.6 pay ayrılmıştır (EÜ Hem Fak 2011). Tezlerin bulgular bölümü Bulgular bölümü araştırmanın ham verilerinin düzenli, mantıksal sıralamada ve tablolar ile verildiği bölümdür (Görak 2004). Araştırma sonuçlarının hipotez ile ilişkisi ve bulguların kuramsal çerçeve ile uyumu açısından incelenmesi gerekmektedir (Kocaman 2004). Bu açıdan baktığımızda üç tezde bulguların amaçla ilişkilendirilmemiş, okuyucuya açık bir resim sunmamış ayrıca analiz ve yorumdan yoksun olduğu belirlenmiştir. Tezlerin 8’inde hipotezlere yönelik bulgulara yer verilmiş olması önemlidir. Hipotezler araştırılmak istenen probleme özgü nedensellik ilişkisi aramak için kurulur. Değişkenlerin birbirini nasıl etkilediği konusunda veriler elde edebilmemizi ve yorum yapabilmemizi sağlar. Problemi açıklayarak bilimsel sorgulama yapabilmemizi sağladığından bulgular kısmında hipotezleri açıklayıcı verilere değinilmesi gerekmektedir (Karasar 2010). Bulgular verilirken öncelikli olarak çalışma grubunun tanıtıcı özellikleri, tablolar ya da grafikler, daha sonra konuyla ilgili araştırmanın amacına uygun veriler önceden belirtilen istatiksel değerlendirme yöntemleri ile birlikte mantıksal dizgede verilir (Görak 2004). Bu bilgi ışığında 4 tezde bulguların-alt başlıkların iyi sınıflandırılmadığı, anlamlı bir bütünlük içinde sunulmadığı, alt başlıklarla bulgular arasında uyumsuzlukların olduğu saptanmıştır. Bulgular sadece bir tezde grafik halinde sunulmuştur. Bulguların ifade edilmesinde grafiklerin kullanılması okuyucuların dikkatini çekeceği ve bulguların daha kolay anlamasını sağlayacağı için önemli olduğu düşünülmektedir. Tezlerin tartışma bölümü Tartışma yazarken dikkate alınması gereken üç önemli kriter vardır. Bunlar tartışmanın konu ile ilgili önceki araştırma bulgularına dayalı olması, dengeli olması, araştırmanın güçlü ve zayıf yönlerine atıfta bulunmasıdır (Kapborg ve Berterö 2002). 79 Süheyla ÖZSOY, Jülide Gülizar YILDIRIM, Aslı KALKIM, Leyla MUSLU, Nilüfer YILDIRIM Bulguların literatür bilgileri ile tartışılması gerekmektedir. Tüm tezlerde bulguların kendi içerisinde tartışıldığı, bir tezde dış yoruma yer verilmediği saptanmıştır. Dış yorumlar yapılırken 12 tezde literatür bilgisi ile farklılıkları, 14’ünde benzerlikleri vurgulanmıştır. Tezlerin 6’sında tartışmada verilen literatür bilgileri yeterli bulunmamış olup, çoğu adeta bulguların bir tekrarı gibi karşımıza çıkmış ve tezlerin okunmasını sıkıcı hale getirmiştir. Hemşireler için yalnızca düşünmek yeterli değildir; bir şey yaratmak, yazmak gibi faaliyetler gerekir. Hemşirelik araştırmalarında ilerleme, araştırmacıların çalışmaları açık bir dil ile başkalarına aktarabilmesine bağlıdır (Kapborg ve Berterö 2002). Makalenin tadını araştırmacının dili verir. Bu bağlamda tezlerin gramer ve imla hataları, yazarların kendilerini ifade etme, yazma becerilerinin yetersizliği sonucu tezlerde özgün ifadelerin olmamasına, yazarların kendi üslubunu geliştirememesine neden olmaktadır. Tezlerin sonuç ve öneriler bölümü Araştırma sonuçlarının hemşirelik açısından tartışılması, sonuçların uygulanabilirliği, araştırmanın hangi gruplara genellenebileceği, hemşirelik bilgisine katkısı, araştırmanın denenebilirliği, araştırmanın kalitesini geliştirme açısından önemlidir (Kocaman 2004). Bu açıdan tezlerin sonuç bölümlerine bakıldığında, bazı tezlerin sonuçlarının (2tez) araştırma bulguları ile ilişkisiz ve sadece 3’ünün elde edilen bulguların ileride yapılacak çalışmalara katkı sağlayacağı ifade edilmiştir. Bu açıdan yapılan çalışmaların gelecek çalışmalara yol göstermesi gerekmektedir. Tezlerin tümünde önerilere yer verilmiş olmasına karşın, bazı önerilerin araştırma sonuçlarıyla ilgisiz olduğu saptanmıştır. Araştırma önerileri yeni araştırma alanlarını belirleyen kişisel önerilerden oluşabileceği gibi mutlaka araştırma bulgularına dayalı olmalıdır (Karasar 2010). Tezlerin kaynaklar bölümü Bilimsel makale hazırlamada doğru ve yerinde kaynak kullanımı, yazarın konusu ile ilgili ne okuduğunu, bilgisini, hipotezlerin nereden geldiğini, yararlandığı bilgilerin kimlere ait olduğunu ve kullanılan bilginin doğru, geçerli ve güvenilir olup olmadığını sağlamaktadır (Özkan ve Çatıker 2006). Araştırmalarda kaynakça seçimi özel bilgi ve beceri gerektirmektedir. Tezlerin kaynaklar bölümü incelendiğinde tamamında doğrudan ve dolaylı kaynak kullanımının olduğu görülmektedir. Bu kaynakların en sık kullanılanlarının sırasıyla dergi, kitap, gri literatür ve internet olduğu saptanmıştır. Kullanılan kaynakların hemşirelik dışı alanda yoğunlaştığı görülmektedir. Dolaylı kaynak kullanmak araştırmacıların literatürü düşünme, yorumlama ve analiz etme yeteneğini sınırlar (Kapborg ve Berterö 2002). İncelemelerimiz sırasında çalışmamızda önemli bir sorunun dolaylı kaynak kullanımının yaygınlığıydı. Araştırmacıların bir kısmı araştırma konularına ilişkin doğrudan kaynakları kullanmamışlardır. Bunun sonucu; literatür incelemesi zaman zaman başka yazarların yorumlarına dayandırılmış ve sanki “ödünç alınmış” bilgi haline dönüşmüştür. 80 Türkiye’de Hemşirelikte İş Sağlığı Lisansüstü Tezlerinin Eleştirel Değerlendirmesi SONUÇ VE ÖNERİLER Bu araştırma geçmişten günümüze İS alanında üretilmiş olan lisansüstü tezlerin doküman analizi yapılarak konu eğilimleri ve araştırma niteliklerini ortaya çıkarmıştır. Sonuç olarak incelenen tezler, Türkiye’de hemşirelik alanında İS konusunda sınırlı sayıda araştırma yapıldığını göstermektedir. Tezlerde çoğunlukla nicel türden tanımlayıcı çalışmalara yer verildiği, hemşirelik kuramlarına dayandırmanın yeterli olmadığı ve bilimsel yöntem konularında eksikliklerin olduğu sonucuna varılmıştır. Çalışma sonucunda elde edilen bulgulara yönelik öneriler şunlardır: • İS alanında yapılacak çalışmalar için ulusal düzeyde araştırma önceliklerinin belirlenmesi, • İS hemşireliği alanında yürütülen tezlerin yeterli sayıda olmaması nedeniyle bu alana katkısını da sınırlamaktadır. Halk sağlığı hemşireliği lisanüstü eğitimi veren danışmanların yeni araştırmacıları İS alanına yönlendirmesi ve İS alanında gerçekleştirilecek olan araştırmaların alana katkı sağlayacak düzeyde planlanması, • İS alanında yürütülmesi planlanan araştırmaların hemşirelik kuramlarına dayandırılması ve kanıta dayalı araştırmaların gelişimi için araştırma metodolojisinin deneysel tasarımlara yer verecek şekilde planlaması, • Tezleri tüm boyutlarıyla incelemek yoğun ve zaman alıcı olması nedeniyle bazı tezlerin belirli bölümlerine odaklanılarak spesifik çalışmalar yapılması, • Bu tür nitel araştırmaların periyodik olarak yapılıp, gelişmelerin ortaya konulması sağlanmalıdır. KAYNAKLAR Ak MZ, Gülmez A. Türkiye’nin uluslararası yayın performansının analizi. Akademik İncelemeler Dergisi. 2006; 1(1): 26-43. Aksayan S, Emiroğlu NO. Gelişmekte olan ülkelerde araştırma güçlükleri ve çözüm önerileri. HEMAR-G. 1999; 1:41-46. Albayrak S, Emiroğlu NO. Şaşmaz oto sanayi sitesinde çalışanların iş sağlığı hizmetinden beklentileri. HEMAR-G.2006; 1(2): 46-58. Albayrak S. Şaşmaz oto sanayi sitesinde çalışanların iş sağlığı hizmetlerinden beklentileri. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 2003:1-79. Alligood MR, Tomey AM. Nursing Theory: Utilization and Application,. Philosophies, models, and theories: critical thinking structures. 3th ed. Mosby Elseiver; 2006: 43- 66. Aslan F, Uzun Ş, Oflaz F. Türkiye'de Hemşirelikte Doktora Tez Çalışmalarının Özellikleri, Yaşanan Güçlükler ve Tezlerin Kullanımı. Türkiye Klinikleri J Nurs Sci. 2010; 2(2):110-22. Bakioğlu A, Gürdal A. Lisansüstü tezlerde danışman ve öğrencilerin rol algıları: yönetim için göstergeler. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi. 2001; 21(1): 9-18. Bayık A. Hemşirelik Araştırmalarında Etik (içinde). Hemşirelikte Araştırma İlke Süreç ve Yöntemleri, (Erefe İ, editör) 3.basım, İstanbul: Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Derneği yay., 2004: 27-47. Beşer A, Bayık A. A scale for evaluating employee satisfaction with nursing care. AAOHN J, 2006; 54(10): 455-61. Beşer A. İşçilerin hemşirelik hizmetlerinden memnuniyeti ve önemine ilişkin ölçek geliştirme çalışması. Yayınlanmamış Doktora Tezi, İzmir: Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 2003. 81 Süheyla ÖZSOY, Jülide Gülizar YILDIRIM, Aslı KALKIM, Leyla MUSLU, Nilüfer YILDIRIM Biçer T. Türk silahlı kuvvetleri bir askeri fabrikasında iş sağlığı hemşireliği gereksinimlerinin belirlenmesi ve işçilerin sağlığını korumaya yönelik model planlanması. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Genel Kurmay Başkanlığı Gülhane Askeri Tıp Akademisi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 2003. Bloor M, Wood F. Keywords in qualitative methods: A vocabulary of research concepts. SAGE Publication Ltd., 2006: 57-60. Buus N. Nursing scholars appropriating new methods: The use of discourse analysis in scholarly nursing journals 1996-2003. Nurs Inq. 2005; 12(1): 27-33. Canpolat Ö. Çalışanların stres düzeylerini etkileyen faktörler ve iş sağlığı hemşiresinin stres ile baş etmede etkililiği. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli: Kocaeli Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 2006. Çalışkan M. Endüstriyel alanda çalışan işçilerde sırt yaralanmaları ve risk etkenlerinin incelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 1999. DSÖ (August, 2008). Task shifting: Rational redistribution of tasks among health workforce teams: global recommendations and guidelines. Retrieved August 18, 2011, from http://www.who.int/healthsystems/ TTRTaskShifting.pdf. DSÖ (August, 2011). WHA59.27 Strengthening nursing and midwifery. The Fifty-Ninth World Health Assembly, Geneva. Retrieved August 18, 2011, from http://www.searo.who.int/linkfiles/resolutions_and_ declarations_strengthening_nursing_and_midwifery.pdf. Edward N, Webber J, Mill J ve ark. Building capacity for nurse-led research. Int Nurs Rev. 2009; 56: 88-94. Emiroğlu NO. İşçilerin iş sağlığı hizmetinden beklentileri ve işyeri hemşiresinin iş sağlığı ve güvenliği çalışmalarındaki yeri. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 1990. Emlek Z, Özsoy S. Çalışan çocukların (12-18 yaş) kendi sağlıklarını yükseltmedeki sağlıkla ilgili davranış biçimlerinin saptanması. Çalışma Ortamı Dergisi. 2006; Eylül-Ekim(88): 23-7. Emlek Z. Çalışan Çocukların (12-18 Yaş) Kendi sağlıklarını yükseltmedeki sağlıkla ilgili davranış biçimlerinin saptanması. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 1998. Erkuş A. Bazı tıp dergilerinin son sayılarındaki makaleleri yöntemsel ve istatistiksel açıdan incelenmesi. Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi. 2004; 2: 175-181. Esin MN. Endüstriyel alanda çalışan işçilerin sağlık davranışlarının saptanması ve geliştirilmesi. Yayınlanmamış Doktora tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 1997. EÜ HemFak (May, 2011). Bilimsel araştırma projeleri 2011 yılı dağılım cetveli. Ege Üniversitesi Rektörlüğü yıllık raporu, Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi resmi yazılar. İzmir. Garbin L, Azevedo A, Silva L. Inter-unit doctoral program in nursing of the university of são paulo: Characterization of graduates and theses defended in a decade. Rev Latino-Am Enfermagem. 2010; 18(5): 841-8. Goodfellow LM. Electronic theses and dissertations: A review of this valuable resource for nurse scholars Worldwide. Int Nurs Rev. 2009; 56: 159-65. Gökmen N, Yıldız A, Deniz Ö. Tütün fabrikasında çalışan işçilerin tütüne bağlı sağlık risk algıları ve uygulamaları. TSK Koruyucu Hekimlik Bülteni. 2007; 6(6): 465-74. Gökmen N. Tütün fabrikasında çalışan işçilerin tütün kullanım durumları, tütüne bağlı sağlık risk faktörlerine ilişkin risk algılamaları ve uygulamaları. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 2003. Gönül G. Bir ilaç firmasında çalışanların koroner kalp hastalığı risk faktörleri ve sağlıklı yaşam biçimi davranışları. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sağlık bilimleri Enstitüsü. 2009. Görak G. Araştırma raporu hazırlama (içinde). Hemşirelikte araştırma ilke süreç ve yöntemleri. (Erefe İ, editör) 3.basım, İstanbul: Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Derneği yay., 2004: 251-270. Güler N, Kubilay G. Çimento fabrikasında çalışan işçilerin sağlık sorunlarının belirlenmesi. C.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi. 1998; 2(2): 16-23. 82 Türkiye’de Hemşirelikte İş Sağlığı Lisansüstü Tezlerinin Eleştirel Değerlendirmesi Güler N. İşçilerin işyeri ile ilgili sağlık bakım gereksinimlerinin ve bu bakım gereksinimleri çerçevesinde verilen hemşirelik hizmetlerinin değerlendirilmesi. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sağlık bilimleri Enstitüsü. 1997. Hirschfeld MJ. Priorities for a common nursing research agenda. Int Nurs Rev. 1998; 45: 13-4. İşçi F, Esin M N. Bir işyerindeki iş sağlığı hemşireliği girişimlerinin OMAHA hemşirelik girişim şeması ile değerlendirilmesi. DEUHYO ED. 2009; 2(2): 39-55. Kapborg RN, Berterö C. Critiquing bachelor candidates’ theses: Are the criteria useful? Int Nurs Rev. 2002; 49: 122-8. Karasar N. Bilimsel araştırma yöntemi. 21.basım, İstanbul: Nobel Yayın dağıtım, 2010; 70-7. Keogh J. Professionalization of nursing: Development, difficulties and solutions. J Adv Nurs. 1997; 25: 302-8. Kim JK, Oh EG, Kim CJ ve ark. Priorities for nursing research in Korea. J Nurs Scholarsh. 2002; 34(4): 307-12. Kocaman G. Hemşirelikte araştırmaların değerlendirilmesi ve kullanımı (içinde). Hemşirelikte Araştırma İlke Süreç ve Yöntemleri, (Erefe İ, editör) 3.basım, İstanbul: Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Derneği yay., 2004: 271-81. Kocaman G. Hemşirelikte kanıta dayalı uygulama. Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Dergisi. 2003; 2: 61-9. Koçoğlu D, Akın B. Küçük ölçekli işletmelerde çalışma koşulları ve işçilerin gündüz uykululuk durumu ile ilişkisi. HEMAR-G. 2009; 1: 5-19. Kurban KN, Ulusoy F. Hemşirelik doktora derecesine sahip öğretim üyelerinin uluslararası atıf indeksleri kapsamındaki dergilerde yayımlanan bilimsel makalelerinin profili. HEMAR-G. 2008; 3: 15-25. Merighi M, Gonçalves R, Ferreira C. Bibliometric study on nursing theses and dissertations employing a phenomenological approach: Tendency and perspectives. Rev Latino-am Enfermagem julho-agosto. 2007; 15(4): 645-50. Mevzuat (April19, 2011). Hemşirelik yönetmeliğinde değişiklik yapılmasına dair yönetmelik, Retrieved August 5, 2011, from http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/ eskiler/2011/04/20110419.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/04/20110419.htm. Öncü E. Mersin mesleki eğitim merkezine devam eden çırakların istismar durumlarının değerlendirilmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Mersin: Mersin Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 2009. Özkan Ö, Çatıker A. Bilimsel makale yazımında kaynak gösterme kuralları. HEMAR-G. 2006; 1(2): 6-22. Özsoy Altuğ S. Kısa özet yazımı ve değerlendirmesi. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi. 1998; 14(1):115-8. Özsoy S, Karaaslan A. Hemşirelik kongre ve sempozyumlarda sunulan araştırmaların incelenmesi. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi. 1995; 11(2): 29-42. Özsoy SA. Hemşirelikte araştırma kalitesi. 12. ulusal hemşirelik “uluslararası katılımlı” kongresi özet kitabı, Sivas: Alter yay., 2009b; 61-5. Özsoy SA. Hemşirelikte araştırma öncelikleri 1. HEMAR-G. 2009a; 1: 52-9. Salazar MK. Core curriculum for occupational health and environmental health nursing, 3th ed. St. Louis: Saunders and Elsevier health company; 2006: 15-54. Segrott J, Mcivor M, Green B. Challenges and strategies in developing nursing research capacity: A review of the literature. Int J Nurs Stud. 2006; 43: 637-51 Sezgin Ö. İşçilerin sigarayı bırakmasında iş sağlığı hemşiresinin rolü. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 2009. Tortumluoğlu G, Özyazıcıoğlu N. Akademisyenlerin araştırma yaparken ve yayınlatırken karşılaştıkları güçlükler ve bunun üzerinde doktora eğitiminin etkisi. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi. 2004; 1(1): 1-11. TÜİK (November4, 2011). Araştırma-geliştirme faaliyetleri araştırması, 2010. TÜİK haber Bülteni. Sayı: 8623. Retrieved June 2, 2012, from http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=8623. 83 Süheyla ÖZSOY, Jülide Gülizar YILDIRIM, Aslı KALKIM, Leyla MUSLU, Nilüfer YILDIRIM Türkbey EE. A.Ü. İbn-i Sina Hastanesi’nde çalışan işçilerin sağlık ve güvenlik durumlarının araştırılması. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 1996. Ulusal Tez Merkezi (August, 2011). Yükseköğretim Kurulu Ulusal Tez Merkezi, Retrieved August 18, 2011, from http://tez2.yok.gov.tr/. Ulusoy MF. Türkiye’de hemşirelik eğitiminin tarihsel süreci. CÜ Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi. 1998; 2(1): 1-8. Üstüner M, Cömert M. Eğitim yönetimi teftişi planlaması ve ekonomisi anabilim dalı lisansüstü dersleri ve tezlerine ilişkin bir inceleme. Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi. 2008; 55: 497-515. Yenilmez FB. Kuyumculuk ve kuaförcülük işkollarında çalışan çocuklarda mesleki astım ve alerji riskleri. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 2009. Yıldırım A, Şimşek H. Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri. 7.basım, Ankara: Seçkin yay., 2008: 187-93. Yılmaz U, Bayat M. Oto tamirhanelerinde çalışan çocuk işçilerin sağlıklarını koruyucu davranışları ile iş ortamı ve çalışma koşullarının değerlendirilmesi. Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi. 2005; 14: 37-45. Yılmaz U. Oto tamirhanelerinde çalışan çocuk işçilerin sağlıklarını koruyucu davranışları ile iş ortamı ve çalışma koşullarının değerlendirilmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Kayseri: Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 2003. 84 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 28 (3) : 85-96, 2012 BİR AİLE SAĞLIĞI MERKEZİNE BAŞVURAN HİPERTANSİYON HASTALARININ İLAÇ TEDAVİSİNE UYUM ÖZ ETKİLİLİK DÜZEYLERİ MEDICATION ADHERENCE SELF EFFICACY LEVEL OF THE HYPERTENSIVE PATIENTS WHO APPLIED TO A FAMILY HEALTH CENTER Yard.Doç.Dr. Ezgi KARADAĞ* Yard.Doç.Dr. Yeliz AKKUŞ** Doç.Dr. Gülnaz KARATAY* *Tunceli Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü **Kafkas Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü ÖZET Amaç: Bu çalışmanın amacı, bir aile sağlığı merkezine başvuran hipertansiyon hastalarının ilaç tedavisine uyum öz etkililik düzeylerinin belirlenmesidir. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan bu araştırma, Şubat-Mayıs 2012 tarihleri arasında, Kars İl Merkez’ine bağlı bir aile sağlığı merkezine başvuran ve hipertansiyon tanısı alan 127 kişinin katılımı ile gerçekleştirildi. Veri toplama aracı olarak tanıtıcı özelliklerin ve hastalığa ilişkin verilerin yer aldığı anket formu ve İlaç Tedavisine Bağlılık/Uyum Öz Etkililik Ölçeği kullanıldı. Araştırmadan elde edilen veriler bilgisayar ortamında, sayı-yüzdelikler, student-t testi, Mann-Whitney U, Kruskal Wallis testi ve basit korelasyon analizleri kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların İlaç Tedavisine Bağlılık/Uyum Öz Etkililik Ölçeği puan ortalaması 61.92 ± 12.69 olarak hesaplandı. Kadınların ve düzenli ilaç kullananların İlaç Tedavisine Bağlılık/Uyum Öz Etkililik Ölçeği puan ortalaması daha yüksek bulunurken (p<0.05), medeni durum, yaş, öğrenim ve gelir durumu, aile tipi, hipertansiyon tanı süresi, kullanılan ilaç gurubu, diğer kronik hastalık ve diyabet varlığı, hipertansiyon tanımı ve hipertansiyonun komplikasyonlarını bilme durumu ile İlaç Tedavisine Bağlılık/Uyum Öz Etkililik ölçeği puanları arasında anlamlı fark olmadığı saptanmıştır (p>0.05). Sonuç: Bu çalışmada, hastaların ilaç tedavisine uyum öz etkililik algı düzeyinin yüksek olduğu ve bu algıyı cinsiyet ve ilaç kullanma alışkanlığının etkilediği belirlendi. Anahtar Sözcükler: hipertansiyon, ilaç tedavisi, uyum, öz etkililik ABSTRACT Objective: The aim of this study is to determine the levels of the medication adherence selfefficacy and the factors affecting hypertensive patients who applied to a family health center. Material and Method: This descriptive study was conducted with 127 hypertensive patients who applied to a family health center in Kars city, between February-May 2012. The data collection tools are a questionnaire form which includes questions related to descriptive characteristics and the disease and Medication Adherence Self Efficacy Scale. The data obtained from research were Ezgi KARADAĞ, Yeliş AKKUŞ, Gülnaz KARATAY evaluated by computer using numerical percentages, student-t test, Mann-Whitney U, Kruskal Wallis test and correlation analysis. Findings: The average score of Medication Adherence Self Efficacy Scale was measured as 61.92 ± 12.69. While the mean of Adherence Self Efficacy Scale of the women and regular drug users was found higher. It was observed that there was no statistical difference between patient's marital status, age, educational status, income status, family type, diagnosis time of hypertension, group of drugs used, concomitant disease, the presence of diabetes and status of knowledge about complications of hypertension and on Medication Adherence Self-Efficacy. Result: In this study, It was found out that the patient’s perception levels of Medication Adherence Self-Efficacy were high, and this perception was affected by sexuality and habit of drug use. Key Words: hypertension, medication, adherence, self- efficacy GİRİŞ Hipertansiyon (HT) tüm dünyadaki erişkin ölümlerin %6’sından sorumlu olup (Cooper 2004), ölüm nedenleri arasında üçüncü sırada yer almaktadır (Bolli ve ark. 2005). Hipertansiyon Amerika Birleşik Devletlerinde (ABD) yaklaşık 50 milyon, tüm dünyada ise yaklaşık 1 milyar insanda bulunmaktadır (The Joint National Committee on Detection, Evaluation and Treatment of High Blood Presure (JNC) 7 Report, 2003). Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği'nin 2003-2004 yılları arasında Türkiye' de 7 bölge ve 26 ilde, 18 yaş üzeri 4910 kişi ile yaptıkları çalışma sonucuna göre, hipertansiyon prevalansı %31.8 olarak bildirilmiştir (Onat ve ark. 2004). Hipertansiyon büyük ölçüde önlenebilen bir kardiyovasküler hastalıktır (Lip, 2004). Etkili önlemler alınmadığı takdirde dünya nüfusu yaşlandıkça hipertansiyon prevelansının daha da artacağı beklenmektedir ve bu nedenle gelecekte daha da önemli bir halk sağlığı sorunu olma potansiyeline sahiptir (Zungur ve Yıldız 2004, Hacıhasanoğlu 2009). Hipertansiyon arter içi kan basıncının artması ile belirgin genetik, edinsel etmenler ve metabolik bozuklukların birlikte rol oynadığı bir sendromdur (Zungur ve Yıldız 2004). Tüm dünyada hipertansiyonla mücadelede primer, sekonder ve tersiyer korunma önlemleri kullanılmaktadır. Primer korunmada amaç, hastalık oluşmadan önce risk faktörlerini belirleyip düzelterek hastalığı önlemek; sekonder korunmada ise ortaya çıkmış olan hastalığı, henüz semptomların bulunmadığı erken dönemde yakalayıp, gerekli girişimlerde bulunmaktır. Tersiyer korunmada ise semptomları ortaya çıkmış ve tanısı konmuş hastalık tablosunu tedavi etmek ve komplikasyonları önlemek hedeflenmektedir (Lip 2004, Cooper 2004). Ancak ülkemizde önleme programlarının yetersiz kaldığı, hipertansiyonun daha çok tedavi edici hizmetler boyutunda ele alındığı hatta tedavi edici hizmetlerin de tam olarak verilemediği gözlemlenmektedir. Hipertansiyon hastalarının tedaviye uyum sorunu yaşadıkları bazı çalışma bulguları arasındadır (Cingil ve ark. 2009, Gözüm ve Hacıhasanoğlu 2009). Ülkemizde yapılan TEKHARF çalışması 2000 yılı verilerinde de hipertansif hastaların %45’inin ilaç kullandığı ve bu hastaların ancak %18’inin tansiyonunun kontrol altına alındığı 86 Bir Aile Sağlığı Merkezine Başvuran Hipertansiyon Hastalarının İlaç Tedavisine Uyum … belirlenmiştir (Ertaş 2007). Ayrıca en son 2007 Avrupa Hipertansiyon Kılavuzu’nda hastalarda uyum düşüklüğünün ve tedaviye yanıtın hayli değişken olduğu vurgulanmaktadır (European Society of Cardiology, 2007). Dolayısıyla HT hastalarının hastalığa uyumları önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Hipertansiyonun organ hasarlarını artıracağından etkin ve düzenli tedavi oldukça büyük önem taşımaktadır. Tedaviye uyumsuzluğun; komplikasyonları arttırmak yanında, hastalığın süresini uzattığı, sağlık harcamalarını artırdığı da bilinmektedir (Ünalan ve ark. 2005, Hacıhasanoğlu 2009). Bu nedenle HT hastaların tanı aldıktan sonra desteklenmesi, öz-etkililiklerinin dolayısıyla hastalıkla baş etme kapasitelerinin geliştirilmesi önemlidir. Herhangi bir görevi yapma ya da başarma konusunda kişinin kendisine duyduğu inancı ifade eden öz etkililik-yeterlik (ÖEY), Albert Bandura’nın Sosyal Öğrenme Teorisi’nin merkezinde yer alan temel kavramlardan biridir. Modelde bireyin öz etkililik-yeterlik algısının sağlığı geliştiren davranışların başlatılması ve sürdürülmesinde önemli bir belirleyici olduğu vurgulanmaktadır (Bandura 1982, Karadağ ve ark. 2011). Öz-etkililik “Bireyin belirli bir performans düzeyini başarma kapasitesine ilişkin yargısı”, öz-yeterlik ise “Bireyin yaşamını etkileyecek olaylarla ilgili önemli ölçüde performansta bulunabilme yeteneğine ilişkin inançları” olarak tanımlanmaktadır (Bandura 1982). İnsanların hissetme, düşünme ve davranışı öz etkililikyeterlik düzeylerine göre farklılık gösterir. Bireylerin öz etkililik-yeterlik düzeyleri, eyleme geçme motivasyonunu artırabilir ya da azaltabilir (Bandura 1982). Güçlü öz etkililik algısına sahip olan bireyler, daha zorlu işlere girişmeye eğilimlidirler ve kendileri için büyük amaçlar belirleyerek amaçlarına ulaşmaya çalışırlar. Dolayısıyla öz-etkililik düzeyi HT yönetiminde önemli bir belirleyici faktör olabilmektedir. Carpenito (1999)’ya göre; tedaviye uyumsuzluk durumunda, mevcut seçeneklerin neler olduğunu ve nasıl uygulanabileceğini, birey ile birlikte belirleyen başlıca sağlık personeli hemşiredir. Hemşire, birey ve aile ile mevcut seçenekleri incelemeli ve karar verilen seçeneklerin nasıl uygulanacağını uygun bir eğitim ile bireye öğretmelidir. DSÖ raporuna göre, iyi eğitilmiş hemşireler ve sağlık elemanları tedaviye uyumun arttırılması, dolayısıyla öz etkililiklerinin geliştirilmesinde hastalara büyük katkıda bulunabilirler (Carpenito 1999, WHO 2003). Hemşireler, bireylerin öz etkililik algısını yükselterek sağlıksız davranışı terk etme (hipertansiyon tedavisine uyumsuzluk) ve sağlıklı davranışı başlatarak (tedaviye uyum) sürdürme konusunda önemli rollere sahiptir (Aksayan ve Gözüm 1998). Tedaviye bağlılık/uyum öz etkililik ölçeğinin kullanılarak hipertansiyon hastalarının tedaviye uyum durumlarının incelenmesi, Türkiye’de sağlık hizmetlerinin ve hemşirelik hizmetlerinin planlanmasına katkı sağlayacaktır. Özellikle bu çalışmanın sağlık hizmetlerinin yeterince sunulamadığının gözlemlendiği Kars İli’nde yapılmış olması, hem veri elde etmek hem de risk gruplarını saptamak açısından yararlı olacağı düşünülmüştür. Dolayısıyla bu çalışma Kars’ta yaşayan hipertansiyon hastalarının ilaç tedavisine uyum öz etkililik düzeylerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. 87 Ezgi KARADAĞ, Yeliş AKKUŞ, Gülnaz KARATAY Araştırma soruları: 1- Aile sağlığı merkezine başvuran hipertansiyon hastalarının ilaç tedavisine uyum öz etkililik algıları ne düzeydedir? 2- Aile sağlığı merkezine başvuran hipertansiyon hastalarının ilaç tedavisine uyum öz etkililik algı düzeylerini etkileyen değişkenler nelerdir? GEREÇ VE YÖNTEM Araştırmanın Zamanı, Evren ve Örneklem: Tanımlayıcı tipteki bu çalışma ŞubatMayıs 2012 tarihleri arasında, Kars Merkez’e bağlı bir aile sağlığı merkezine başvuran ve HT tanısı alan 127 kişinin katılımı ile gerçekleştirildi. Bu ASM’nin tercih edilme nedeni hasta popülasyonun Kars şehir merkezinde bulunan diğer 3 ASM’ye göre daha yoğun olmasıdır. Bu merkezde HT’li hasta sayısının tam olarak bilinmemesi nedeniyle araştırmanın örneklemi, olasılıksız örnekleme yöntemlerinden amaca uygun örnekleme yöntemi ile çalışmaya katılmaya gönüllü hastalardan seçilmiştir. Belirtilen tarihlerde HT tanısı nedeniyle ASM’ye başvuran ve örneklem seçim kriterlerine uyan hastalar çalışma kapsamına alınmıştır. Hastalarla iletişim kurabilmek için Türkçe bilmesi, akut psikiyatrik sorunu ve işitme sorunu olmaması örneklem seçim kriterleri olarak alınmıştır. Bu kriterlere uymayan ve çalışmaya katılmayı kabul etmeyen 57 hasta çalışma kapsamına alınamamıştır. Veri Toplama Araçları: Veri toplama aracı olarak tanıtıcı özelliklerin yer aldığı anket formu ve hipertansif hastalarda İlaç Tedavisine Bağlılık/Uyum Öz Etkililik Ölçeği (İBÖS) kullanılmıştır. Anket formunda, hastalara ait sosyo-demografik özellikler (1-8.sorular/yaş, cinsiyet, öğrenim ve gelir durumu, aile tipi, alışkanlıklar) ve HT’ye ilişkin sorular (9-17. sorular / hastalığını bilme durumu, diğer hastalıkları, ilaç kullanma durumu, hastalık özgeçmişi, TA değerleri) yer almaktadır. Diabet, HT’nin seyrini ve uyumu etkilediği için ayrıca sorulmuştur. Veriler hasta ifadelerine dayalı olarak toplanmıştır. Hastaların ilaçları reçetelerinden bakılarak kaydedilmiş ve sonradan ilaç gruplarına göre sınıflandırılmıştır. İlaç Tedavisine Bağlılık/Uyum Öz Etkililik Ölçeği/Skalası (İBÖS): İlaç Tedavisine Bağlılık/Uyum Öz Etkililik Ölçeği/Skalası (İBÖS), Hipertansif hastalarda ilaç tedavisine uyum öz etkililiği algısını belirlemek amacıyla kullanılmıştır. Hipertansif hastaların kullandıkları antihipertansifleri düzenli kullanmalarını etkileyen faktörleri sorgulayan İBÖS 26 ifadeden oluşmakta ve bireyin her bir ifadeye katılımındaki öz etkililik/güven düzeyini değerlendirmektedir. Örneğin “işte olduğunuzda ilaçlarınızı her zaman alabileceğinizden emin misiniz” ifadesini bireyin “hiç emin değilim”, “biraz eminim”, “çok eminim” yanıt seçeneklerinden biri ile değerlendirmesi istenmektedir. Bu anlamda ölçekten 26-78 arasında toplam puan elde edilmektedir. İBÖS puanın yükselmesi, bireyin antihipertansif tedavisine uyumun arttığını göstermektedir. Oedegbe ve arkadaşları tarafından 2003 yılında geliştirilen İlaca Bağlılık/Uyum Öz Etkililik Ölçeği’nin Türkçe’ye uyarlanmasını, Gözüm ve Hacıhasanoğlu 2005 yılında 88 Bir Aile Sağlığı Merkezine Başvuran Hipertansiyon Hastalarının İlaç Tedavisine Uyum … 140 hipertansif hasta ile yapmıştır (Gözüm ve Hacıhasanoğlu 2009). Türkçe uyarlamasının güvenirlik katsayısı .92, madde toplam puan korelasyonları ise .26-.72 arasında bulunmuştur. Gözüm ve Hacıhasanoğlu, kan basıncı normal değerlerin üstünde olan hastalarda İBÖS’ün, kan basıncı değerleri normal sınırlarda olan hastalara göre daha düşük olduğunu ve bu nedenle kestirim geçerliliğinin yeterli olduğunu saptamışlardır (Gözüm ve Hacıhasanoğlu 2009). Yürütülen bu çalışmada bu ölçek kullanılmış (ölçeğin uzun formu) ve madde toplam puan korelasyonları .43-.77 arasında, Cronbach alfa değeri ise .94 bulunmuştur. Veri Toplama Araçlarının Uygulanması: Araştırmanın yapılabilmesi için Kars İl Sağlık Müdürlüğü’nden yazılı izin ve İBÖS’ün Türkiye’deki geçerlik ve güvenirlik çalışmasını yapan yazardan kullanım izni alınmıştır. Hastalara araştırma ile ilgili gerekli açıklamalar yapıldıktan sonra, gönüllü olanlar çalışma kapsamına alınmıştır. Araştırmanın verileri, yazılı onam alındıktan sonra ASM’nin uygun bir odasında yüz yüze görüşme tekniğiyle toplanmıştır. Görüşme yapılan kişinin sistolik ve diyastolik kan basınçları, 10-15 dakika dinlendirildikten sonra, oturur pozisyonda ve sağ koldan ölçülmüş ve 5-10 dk. sonra ölçüm tekrarlanmıştır. Veri analizinde kan basıncına ilişkin elde edilen iki değerin ortalaması kullanılmıştır. Ölçümden önce hastaların son 30 dk. içinde sigara ve kafein almamış olmamasına dikkat edilmiş, belirtilen süre zarfında sigara ve kafein kullanan hastalarda ölçüm geciktirilmiştir. Kan basıncı ölçümü, kalibrasyonu yapılmış civalı tansiyon aleti ile gerçekleştirilmiştir. Verilerin Değerlendirilmesi: Araştırmadan elde edilen veriler SPSS 16.0 bilgisayar ortamında, student-t testi, Mann-Whitney U testi, Kruskal Wallis, ANOVA ve korelasyon önemlilik testleri kullanılarak değerlendirildi. Hastaların sosyo-demografik özellikleri bağımsız değişkenleri, İBÖS puanları ise bağımlı değişkeni oluşturmaktadır. Araştırmanın Sınırlılıkları Çalışma konusu gereği olasılıksız örnekleme yöntemlerinden amaca uygun örnekleme yönteminin kullanılması ve sınırlı sayıda hastaya ulaşılması çalışmanın sınırlılıklarını oluşturmaktadır. Bu nedenle elde edilen sonuçlar, sadece bu örneklem grubuna genellenebilir. BULGULAR Araştırma kapsamına alınan hastaların %62.2’si kadın, %78.7’si evli, %37.0’ı ilkokul mezunu, %52.0’ının geliri-giderine eşit ve %48.8’i çekirdek ailede yaşamaktadır. Yaş ortalaması 57.89±12.43 (min. 22.00, max. 74.00) olup, %50.4’ü 60 yaş ve üzerindedir. Araştırma kapsamına alınan hastaların, %29.9’unun 1-3 yıl süredir hipertansiyon tanısı aldığı ve %43.3’ünün anjiyotensin inhibitörü grubu ilaç kullandığı saptanmıştır. Hastaların %69.3’ü düzenli ilaç kullandığını ifade etmiştir. Hipertansiyonun tanımını ve komplikasyonunu bilen hasta oranının sırasıyla %93.7 ve %70.9 olduğu saptandı. 89 Ezgi KARADAĞ, Yeliş AKKUŞ, Gülnaz KARATAY Eşlik eden hastalık durumları incelendiğinde; %64.6’sının eşlik eden hastalığının mevcut olduğu, %25.2’sinde diyabet olduğu saptanmıştır. İBÖS toplam puan ortalamaları 61.92 ± 12.69 ve minimum maksimum puanları (min.29.00, max.78) bulundu. Hastaların sistolik kan basıncı ortalaması 149.37±22.91, diyastolik kan basıncı ortalaması ise 97.71±19.92 olarak bulunmuştur. Hastaların sosyo-demografik özelliklerine göre İBÖS Puan Ortalamaları arasındaki ilişki incelendiğinde; kadınların erkeklere göre ve düzenli ilaç kullananların kullanmayanlara göre İlaç Tedavisine Bağlılık/Uyum Öz Etkililik Ölçeği puan ortalaması daha yüksek bulunurken (p<0.05), medeni durum, yaş, öğrenim ve gelir durumu, aile tipi, hipertansiyon tanı süresi, kullanılan ilaç gurubu, diğer kronik hastalık ve diyabet varlığı, hipertansiyon tanımı ve hipertansiyonun komplikasyonlarını bilme durumu ile İlaç Tedavisine Bağlılık/Uyum Öz Etkililik ölçeği puanları arasında anlamlı fark olmadığı saptanmıştır (p>0.05) (Tablo 1). Tablo 1. Hastaların Sosyo-Demografik Özelliklerine Göre İBÖS Puan Ortalamaları Sosyo-Demografik Özellikler Cinsiyet Kadın Erkek n % İBÖS Toplam Puanı ( ±SS) 79 48 62.2 37.8 63.60±11.87 58.16±13.61 t=-1.932 p=0.046 Medeni Durum Evli Bekar Dul 100 10 17 78.7 7.9 13.4 60.83±13.06 65.40±12.66 66.35±9.30 KW=2.858 p=0.240 Yaş 22-40 yaş 41-59 yaş 60 yaş ve üzeri 14 49 64 11.0 38.6 50.4 62.21±15.24 62.67±12.19 61.29±12.65 KW=0.380 p=0.827 Öğrenim Durumu Okur-yazar değil İlkokul Ortaokul Lise Üniversite 42 47 15 13 10 33.1 37.0 11.8 10.2 7.9 61.97±11.39 61.78±13.55 61.86±13.19 62.30±11.98 62.00±16.22 KW=0.184 p=0.996 Gelir Durumu Gelir giderinden fazla Gelir giderine eşit Gelir giderinden az 17 66 44 13.4 52.0 34.6 65.11±13.23 61.53 ±12.52 61.29±12.85 KW=1.826 p=0.401 Aile Tipi Çekirdek Geniş Aile Yalnız 62 60 5 48.8 47.2 3.9 63.37 ±11.16 60.53±14.16 60.80±12.29 KW=0.831 p=0.660 90 Bir Aile Sağlığı Merkezine Başvuran Hipertansiyon Hastalarının İlaç Tedavisine Uyum … Araştırma sonucunda, hastaların hastalığa ilişkin özelliklerinden hipertansiyon tanı süresi, kullanılan ilaç gurubu, eşlik eden hastalık, diyabet varlığı, hipertansiyonun tanımı ve hipertansiyonun komplikasyonlarını bilme durumu İlaç Tedavisine Bağlılık/Uyum Öz Etkililik algısı üzerinde istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık oluşturmazken (p>0.05), ilaç kullanma alışkanlığının anlamlı bir farklılık oluşturduğu saptanmıştır (t=7.230, p=0.000). Düzenli ilaç kullanan hastaların İBÖS puan ortalaması istatistiksel olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0.05) (Tablo 2). Tablo 2. Hastaların Hastalığa İlişkin Özelliklerine Göre İBÖS Puan Ortalamaları İBÖS Toplam Puanı Hastalığa İlişkin Özellikler n % Hipertansiyon tanı süresi 1-3 yıl 4-6 yıl 7-9 yıl 10-12 yıl 13 yıl ve üstü 38 28 20 19 22 29.9 22.0 15.7 15.0 17.3 61.34±13.08 60.75±12.94 60.50±13.16 62.00±14.44 65.68±9.73 KW=2.097 p=0.718 Kullanılan ilaç grubu Anjiyotensin inhibitörü Beta bloker Diüretik 55 39 33 43.3 30.7 26.0 61.78±11.43 63.46±14.51 60.36±12.56 F=0.535 p=0.587 İlaç kullanma alışkanlığı Düzenli (her gün) Düzensiz 88 39 69.3 30.7 66.50±10.09 51.61±11.96 t= 7.230 p=0.000 Eşlik eden hastalık Var Yok 82 45 64.6 35.4 63.36±11.46 59.31±14.44 t= 1.736 p=0.085 Diyabet Var Yok 32 95 25.2 74.8 61.76 ±13.02 61.97±12.65 t= -0.080 p=0.936 119 8 93.7 6.3 61.68±12.86 65.62±9.73 MWU=413.000 p=0.532 90 37 70.9 29.1 62.23±12.28 61.18±13.79 t= 0.420 p= 0.675 Hipertansiyon tanımı Biliyor Bilmiyor Hipertansiyon komplikasyonları Biliyor Bilmiyor ( ±SS) İBÖS Puanı ile sistolik ve diyastolik kan basıncı ortalamaları arasında yapılan basit korelasyon analizi incelendiğinde; ölçek puanı ile sistolik (r=-0.144,p=0.106) ve diyastolik (r=-0.113, p=0.207) kan basıncı arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (Tablo 3). 91 Ezgi KARADAĞ, Yeliş AKKUŞ, Gülnaz KARATAY Tablo 3. İBÖS Puanı ile Sistolik ve Diastolik Kan Basıncı Ortalamaları Arasındaki İlişki Ölçek puanı Ölçek Toplam Puanı Sistolik kan basıncı Diyastolik kan basıncı r=-0.144 p=0.106 r=-0.113 p=0.207 Ayrıca tabloda yer almamakla birlikte, yapılan basit korelasyon analizinde, hastaların İBÖS Puanı ile yaş ortalaması arasında anlamlı bir ilişki olmadığı görülmüştür (r=0.003, p=0.970). TARTIŞMA Çoğunluğunu kadınların ve yaklaşık yarısının 60 yaş üzeri bireylerin oluşturduğu çalışmada elde edilen sonuçlara bakıldığında; İBÖS ölçeği puan ortalamasının (61.92 ± 12.69) dolayısıyla hastaların ilaç tedavisine uyum öz etkililik algı düzeyinin yüksek olduğu bulunmuştur. Hacıhasanoğlu (2007) hipertansiyon hastaları ile yaptığı çalışmasında, hastalara eğitim verilmeden önce İBÖS ölçeği puan ortalamasını 71.10±6.42 bulmuştur. Bu çalışmada İBÖS puan ortalamasının yüksek olması ilaç yazdırmak amacıyla ASM’ye başvuran hastalarda, HT farkındalık düzeyinin ve HT kontrolünün daha iyi olması olasılığıyla açıklanabilir. TEKHARF çalışması 2003 verilerine göre, Türkiye’de HT hastalarının ancak 1/3’ü ilaç kullanmakta ve ancak %8’i kan basıncı değerlerini kontrol altında tutmayı başarabilmektedir (Onat ve ark., 2004). İBÖS ölçeği kullanılmamakla birlikte ilaç tedavisine uyum ile ilgili bazı çalışmalarda hastaların %50’sinin ve %73’ünün ilaç tedavisine uyum gösterdiği bulunmuştur (Rose ve ark.2000, Ren ve ark. 2002). Li ve ark. (2003)’nın yaptığı çalışmada bireylerin %77’sinin düzenli ilaç kullandığı bildirilmiştir. Yapılan başka bir çalışmada hipertansif hastaların %65’inin ilaç tedavisi aldığı ve bunların %75’inin iyi uyum gösterdiği bildirilmiştir (Kyngas ve Lahdenpera 1999). Dolayısıyla ilaç tedavisine uyum hastalık yönetiminin en önemli bileşenini oluşturmaktadır. Bu araştırmada kadınların İBÖS puan ortalaması erkeklere göre daha yüksektir ve elde edilen fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0.05). Literatür incelemesinde yapılan çalışmalarda farklı sonuçlar elde edilmiştir. Ülkemizde Cingil ve ark. (2009) çalışmasında kadınlarda düzensiz ilaç kullanımının daha yüksek olduğu, TEKHARF çalışmasında, kan basıncı yüksek olan olgular içinde kadınların %46.6’sının, erkeklerin ise %38.5’inin ilaç kullandığı bulunmuştur (Onat ve ark., 2004). Van ili’nde yapılan benzer bir çalışmada da kadınların tedaviye uyum oranının daha düşük olduğu saptanmıştır (Eryonucu ve ark.1999). Bir çalışmada kadınların erkeklere göre 0.6 kat daha uyumlu oldukları tespit edilmiştir (Ross ve ark.2004). Suudi Arabistan’da yapılan bir çalışmada ise erkeklerde uyum oranları kadınlardan daha yüksek bulunmuştur (Khalil ve Elzubier 1997). Çalışmalar arasındaki bu farklılığın, çalışma gruplarının uyum davranışını etkileyebilecek farklı sosyal, kültürel, ekonomik ve yaşam tarzına ilişkin bazı özelliklerden kaynaklanabileceği düşünülmektedir. 92 Bir Aile Sağlığı Merkezine Başvuran Hipertansiyon Hastalarının İlaç Tedavisine Uyum … Bu çalışmada genç ve orta yaşlı bireylerde İBÖS puanı daha iyi olmakla birlikte, yaş ile İBÖS puanı arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Bu çalışmadan farklı olarak, yapılan bazı çalışmalarda, ileri yaşın, bazı çalışmalarda ise genç yaşın ilaç uyumu açısından risk oluşturduğu görülmüştür (Ren ve ark.2002, Ünalan ve ark.2005, Koruk ve ark.2007). Ünalan ve ark. (2005) çalışmasında “yaşlanmanın hipertansiyon tanısının kabul edilmesini kolaylaştıran bir durum olduğu” ve “genç yaşta olanların düzenli ilaç kullanma gereksinimini algılamadıkları” bildirilmiştir (Ünalan ve ark.2005). Düşük sosyo-ekonomik durum, tedaviye uyumu etkileyen faktörlerden biri olarak değerlendirilmesine rağmen, bu çalışmada gelir durumu ile İBÖS Puan ortalamaları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). Genel olarak gelirin düşük olması bireysel ve ailesel düzeyde yaşam biçimi değişiklikleri konusunda bilinç düzeyinin görece daha yetersiz olmasına ve uyum konusunda kişilerin aileleri tarafından daha az desteklenmesine neden olabilmektedir (Şarlı 2011, Jin ve ark.2008). Bu durum “eğitim düzeyi düşükse, mesleki durum ve ekonomik durumu da düşüktür ve bununla ilişkili olarak öz etkililik ve uyum oranı da düşük olacaktır” şeklinde formüle edilmektedir (Şarlı 2011, Jin ve ark.2008). Ülkemizde yapılan iki çalışmada da sosyoekonomik düzey ile HT kontrolü arasında ilişki olduğu; düşük gelir düzeyinde ve herhangi bir sosyal güvencesi olmayan kişilerde ilaç uyumunda sorunlar olduğu tespit edilmiştir (Ergün ve ark.2002, Aparcı ve ark.2008). Bu çalışmada ise gelir ile İBÖS arasında ilişki olmaması, genel olarak Kars İli’nin sosyoekonomik düzeyinin düşük olması ile ilgili olabilir. Ayrıca gelir durumunun algılanması bireysel farklılık gösterdiğinden, ekonomik düzeyi, bireysel ifadelere dayalı olarak ölçmek güçtür. Bu çalışmada, öğrenim durumu ile İlaç Tedavisine Bağlılık/Uyum Öz Etkililik Ölçeği Puan Ortalamaları arasında anlamlı fark bulunamamıştır. Busnella ve ark.(2001) 945 hasta üzerinde tedaviye uyumu etkileyen faktörleri araştırmak üzere yaptıkları diğer bir çalışmada, öğrenim süresi 5 yılın altında olanlarda tedaviye uyumun az olduğunu saptamışlardır (Busnella ve ark.2001). Bu çalışmada HT tanı süresi ile İBÖS arasında anlamlı ilişki bulunmamıştır. HT tanı süresiyle uyum arasındaki ilişkiyi inceleyen bir çalışmada 6 aylık süre zarfında tedaviye devam etme durumu, tüm ilaç grupların için % 40-50 düzeyinde saptanmıştır (Rizzo1997). Andrade ve ark.(2002) tanı süresi uzadıkça tedaviyi bırakma oranının hem erkek hem de kadınlarda arttığını ifade etmişlerdir. Sözü edilen bu çalışmada 10 yıllık ve daha fazla HT süresi olanlarda tedaviyi bırakma oranı % 31 iken, 5-10 yıl olanlarda % 24, son 1 yıl içinde tanı alanlarda ise tedaviyi bırakma oranının % 10 olduğunu bildirilmektedir (Andrade 2002). Bu çalışmada, eşlik eden hastalığı olan ve olmayan grup arasında İBÖS puanları açısından fark bulunmamıştır. Başka ilaç kullanmayı gerektirecek hipertansiyon dışında eşlik eden bir hastalığın olması, günlük alınması gereken ilaç sayısını artıracağından ve ilaç etkileşimlerine yol açmasından dolayı hastaların ilaç tedavisine uyumunu olumsuz yönde etkileyebilir. Ayrıca birden fazla hastalığı olanların hem fiziksel hem de mental olarak etkilendiği bilinmektedir (JNC, 2003). Hastaların İlaç Tedavisine Bağlılık/Uyum Öz Etkililik Ölçeği Puanı ile sistolik ve diyastolik kan basıncı ortalamaları arasında yapılan basit korelasyon analizi incelen93 Ezgi KARADAĞ, Yeliş AKKUŞ, Gülnaz KARATAY diğinde; ölçek puanı ile sistolik ve diyastolik kan basıncı arasında anlamlı bir fark olmadığı görülmüştür. Ogedegbe ve arkadaşları (2003), Afrika kökenli Amerikalı hipertansif bireylerde ilaca uyumunu değerlendirmek için İlaç Tedavisine Bağlılık/Uyum Öz-Etkililik Ölçeğini geliştirmiştir. Bu ölçek ile yapılan araştırmada ilaca uyum oranı yüksek olan bireylerde kan basıncı değerleri düşük bulunmuştur (Ogedegbe ve ark.2003). Aynı ölçek Türkiye’de uyarlanmış, benzer şekilde ilaca uyum oranı yüksek olan hastalarda kan basıncı değerleri düşük bulunmuştur (Gözüm ve Hacıhasanoglu 2009). Hacıhasanoğlu ve Gözüm (2012)’ün geliştirdiği ilaca uyum öz etkilik ölçeği kısa formunun Türkçesinin geçerliliği çalışmasında, sistolik ve distolik kan basıncı kontrol altına alınmış bireylerin ilaca uyum puan ortalamaları yüksek bulunmuştur (Hacıhasanoğlu ve Gözüm 2012). SONUÇ VE ÖNERİLER Bu araştırma sonucunda hipertansiyonu olan hastaların İBÖS algı düzeyinin yüksek olduğu görülmektedir. Bu algı düzeyi kadınlarda ve düzenli ilaç kullananlarda daha yüksekken, medeni durum, yaş, öğrenim ve gelir durumu, aile tipi, hipertansiyon tanı süresi, kullanılan ilaç gurubu, eşlik eden hastalık, diyabet varlığı, hipertansiyon tanımı ve hipertansiyon komplikasyonları gibi faktörlerden etkilenmediği saptanmıştır. Bu bulgular doğrultusunda; Düzenli ilaç kullanan hastaların puan ortalamasının daha yüksek olmasından yola çıkarak hastalara düzenli ilaç kullanımı konusunda eğitim verilmesi, Bu konuda hastaların ilaç tedavisine uyum öz etkililik algı düzeyinin daha büyük örneklemli çalışmalarla, olasılıklı örnekleme yöntemleri kullanılarak planlanması, İlaç tedavisine uyumda Öz etkililiği geliştirmeye yönelik müdahale çalışmalarının yapılması önerilebilir. KAYNAKLAR Aksayan S, Gözüm S. Olumlu Sağlık Davranışlarının Başlatılması ve Sürdürülmesinde Öz Etkililik (kendini etkileme) algısının önemi. C.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi. 1998; 2(1): 35-42. Andrade JP, Vilas-Boas F, Chagas H ve ark. Epidemiological aspect of adherence to the treatment of hypertension. Arg Bras Cardiol. English, Portuguese. 2002; 79(4): 375-84. Aparcı M, Kardeşoğlu E, Yiğiner O ve ark. Sosyoekonomik düzeyi farklı bölgelerde bulunan iki sağlık ocağında takip edilen hipertansiyon hastalarının tedaviye uyum süreci ve değişik özelliklerinin karşılaştırılması. TAF Preventive Medicine Bulletin. 2008; 7(4): 333-338. Bandura A. Self Efficacy Mechanizm in Human Agency, American Agency. American Psychologist. 1982; 37(2): 122-147. Bolli P, Myers M, Mckay D. Applying the 2005 Canadian Hypertension Education Program Recommendations 1. Diagnosis of Hypertension. Canadian Medical Association Journal. 2005; 173(5): 480-483. Busnello RG, Melchior R, Faccin C ve ark. Characteristics Associated with the dropout of Hypertensive Patients Followed Up in an Outpatient Referral Clinic. Arq Bras Cardiol. 2001; 76(5): 349-54. Carpenito, LJ, Hemşirelik tanıları el kitabı (Çeviri: Erdemir, F). 7.baskı, İstanbul: Nobel tıp kitabevleri, 1999. Cingil D, Delen S, Aksuoğlu A. Karaman il merkezinde yaşayan hipertansiyon hastalarının ilaç kullanım durumlarının ve bilgilerinin incelenmesi, Türk Kardiyoloji Derneği Arş. 2009; 37(8): 551-556. 94 Bir Aile Sağlığı Merkezine Başvuran Hipertansiyon Hastalarının İlaç Tedavisine Uyum … Cooper RS. Hipertansiyonun Coğrafik Özellikleri: Genel bir Perspektif. Primer Hipertansiyon. İzzo JL, Black HR (ed). (Kazancı G. çev.ed). 3. Baskı, Nobel kitapevi, İstanbul. 2004. Ergün UG, Yıldırım MY, Alparslan N. Esansiyel hipertansiyon hastalarında sosyoekonomik düzey farklılığı ve ilaç uyuncu. Türk Aile Hek. Derg. 2002; 6(4): 165-171. Eryonucu B, Sayarlıoğlu M, Bilge M ve ark. Van ili ve yöresindeki hipertansif hastaların hipertansiyon konusundaki bilgi düzeylerinin ve tedaviye uyumlarının değerlendirilmesi. Van Tıp Dergisi. 1999; 6: 11-4. European Society of Cardiology. Arteriyel Hipertansiyon Tedavisi 2007 Kılavuzu, Türk Kardiyol Dern Arş. 2007; Suppl 3. Gözüm S, Hacıhasanoglu R. Reliability and validity of the Turkish adaptation of medication adherence selfefficacy scale in hypertensive patients. European Journal of Cardiovascular Nursing. 2009; 8(2): 129-136. Lip GYH. Uygulamada klinik hipertansiyon (Çeviri Ed. Sansoy V). İstanbul: Global yayın ajansı. 2004; 1-103. Hacıhasanoğlu R. Hipertansiyonda tedaviye uyumu etkileyen faktörler. TAF Prev Med Bull. 2009; 8(2): 167-172. Hacıhasanoğlu R, Gözüm S, Çapık C. Validity of the Turkish version of the medication adherence selfefficacy scale-short form in hypertensive patients. Anadolu Kardiyol Derg. 2012; 12: 241-8. Jin J, Sklar GE, Min Sen Oh V ve ark. Factors affecting therapeutic compliance: A review from the patient’s perspective, Therapeutics and Clinical Risk Management. 2008; 4(1): 269–286. Karadağ E, Aksoy Derya Y, Ucuzal M. Sağlık Yüksekokulu Öğrencilerinin Öz Etkililik-Yeterlik Düzeyleri. 2011; 4(1): 13-20. Khalil SA, Elzubier AG. Drug compliance among hypertensive patients in tabuk. Journal of hypertension. Saudi arabia. 1997; 15: 561-565. Koruk İ, Şahin TK, Demir LS. Konya Fazilet Uluışık Sağlık Ocağı bölgesindeki 15-49 yaş grubu ev kadınlarında hipertansiyon prevalansı, farkında olma, tedavi ve kontrol altına alma durumu. TSK Koruyucu Hekimlik Bülteni. 2007; 6(51): 8. Kyngas H, Lahdenpera T. Compliance of patients with hypertension and associated factors. Journal of Advanced Nursing. 1999; 29(4): 832-839. Li W, Jiang X, Ma H ve ark. Awareness, treatment and control of hypertension in patients attending hospital clinics in China. Journal of Hypertension. 2003; 21(6): 1191-1197. Ogedegbe G, Mancus CA, Allegrante JP ve ark. Development and evaluation of medication adherence selfefficacy scale in hypertensive African-American patients. Journal of Clinical Epidemiology. 2003; 56, 520529. Onat A, Türkmen S, Karabulut A ve ark. Türk Yetişkinlerinde Hiperkolesterolemi ve Hipertansiyon Birlikteliği: Sıklığına ve Kardiyovasküler Riski Öngördürmesine İlişkin TEKHARF Çalışması Verileri. Türk Kardiyol Dern Arş. 2004; 32: 533-541. Ren XS, Kazis LE, Lee A ve ark. Identifying patient and physician characteristics that affect compliance with antihypertensive medications. Journal of Clinical Pharmacy and Therapeutics. 2002; 27: 47-56. Rizzo JA, Simons WR. Variations in compliance among hypertensive patients by drug class: implications for health care costs. ClinTher. 1997; 19: 1446–1457. Rose LE, Kim MY, Dennison CR ve ark. The contexts of adherence for African American with high blood pressure. Journal of Advanced Nursing. 2000; 32(3): 587-600. Ross S, Walker A, Macleod MJ. Patient compliance in hypertension: role of illness perceptions and treatment bliefs. Journal of Human Hypertension. 2004; 18(9): 607-613. Sevent Report of the Joint National Committee on Prevention, Detection, Evaluation, and Treatment of High Blood Pressure, The JNC 7 Report, The Journal of the American Medical Association, 2003; 289(19): 2560-2572. Şarlı Ş. Hipertansiyon hastalığı olanlarda tedaviye uyum, etkileyen faktörler ve yaşam kalitesinin değerlendirilmesi. Tıpta uzmanlık tezi. Kayseri: Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı. 2011. 95 Ezgi KARADAĞ, Yeliş AKKUŞ, Gülnaz KARATAY Thomas J, Criswell, Cynthia A ve ark. Effect of Self-Efficacy and Social Support on Adherence to Antihypertensive Drugs. Pharmacotherapy. 2010; 30(5): 432-441. Ünalan P ve ark. Hastaların hipertansiyon ve antihipertansifler konusundaki algı ve inanışları. Türk Aile Hek. Derg. 2005; 9(4): 153-158. World Health Organization, International Society of Hypertension Writing Group. 2003 World Health Organization (WHO)/ International Society of Hypertension (ISH) statement on management of hypertension. J Hypertens 2003, 21: 1983-1992. 96 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 28 (3) : 97-105, 2012 KALP DAMAR CERRAHİSİNDE HİBRİD GİRİŞİMLER: AMELİYATHANE HEMŞİRELİĞİ YÖNÜ HYBRID PROCEDURES IN CARDIOVASCULAR SURGERY: AN ASPECT OF OPERATING ROOM NURSING Doç.Dr. Fatma DEMİR KORKMAZ* Öğr.Gör. Ayla YAVUZ KARAMANOĞLU** *E.Ü. Hemşirelik Fakültesi Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği AD. **Pamukkale Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Denizli ÖZET Gün geçtikçe kalp ve damar cerrahisinde daha komplike ve daha yüksek riskli hastalarla karşı karşıya kalınmaktadır. İleri yaşlı, kötü ventrikül fonksiyonlarına sahip, morbid obez, önceden kalp cerrahisi geçirmiş, akciğer ve/veya böbrek fonksiyonları yetersiz hastalarda cerrahi sonrası mortalite ve morbidite yüksek orandadır. Bu tür yüksek riskli hastalarda iki düşük riskli stratejinin birlikte uygulanması yani hibrid girişimler toplam mortaliteyi azaltabilmektedir. Koroner arter hastalığı, kapak hastalıkları, periferik vasküler ve majör vasküler hastalıklar, konjenital anomaliler, diseksiyon ve anevrizmalar gibi hemen hemen kardiyovasküler hastalıkların hepsinde hibrid girişimler uygulanabilmektedir. Hastaların farkındalığının artması ve kendi sağlıkları konusunda karar vermeye katılımları da son yıllarda hibrid girişimlerin artmasına yol açmaktadır. Kalp cerrahisinde hibrid girişimler; hibrid ameliyat salonunda floroskopi rehberliğinde girişimsel kardiyolog, kardiyovasküler cerrah, hemşire, radyolog ve diğer klinik uzmanların patolojileri tedavi etmek amacıyla yan yana, ortak planlanan bir sistem üzerinde aynı ortamda ve eş zamanlı çalışmalarıdır. Bu durum ekip çalışmasını ön plana çıkarmaktadır. Hibrid girişimler kalp damar cerrahisi ameliyathane hemşirelerinin bu güne kadar alışık olmadığı ekip üyeleriyle birlikte alışık olmadığı ortamlarda çalışmasını gündeme getirmiştir. Bu ameliyatlarda cerrah önceleri olduğu gibi doğrudan hastanın anatomisine değil video ekranındaki görüntüsüne bakmaktadır. Hibrid girişimler sirküle ve skrub hemşirenin rollerini ve sınırlılıklarını, çalışma koşullarını ve dolaylı olarak da hastaya verdiği bakımı etkileyeceği için, böylesi teknolojik konularda bilgi sahibi olmasını, başta radyasyon güvenliği, ekip çalışması ve görüntüleme konuları olmak üzere yeni eğitimler almasını gerektirmektedir. Anahtar kelimeler: Ameliyathane hemşireliği, hibrid işlem, kardiyovasküler cerrahi ABSTRACT The prevalence of patients with higher risk for more complicated cardiovascular (CV) diseases has been dramatically increasing in recent years. Postoperative mortality and morbidity rate are higher in the elderly and those with ventricular dysfunction, comorbidities, obesity, previous heart surgery, and pulmonary and/or renal failure. Hybrid procedures combining two low-risk management strategies may reduce the total mortality rate in these high-risk patients. Currently, hybrid procedures for the management of almost all CV diseases including coronary artery disease Fatma DEMİR KORKMAZ, Ayla YAVUZ KARAMANOĞLU (CAD), valve diseases, peripheral vascular and major vascular diseases, congenital anomalies, dissection and aneurysms are available. Recently, increased awareness of CV health and the patient engagement in the decision-making process have become hybrid procedures in CV surgery wider. A hybrid cardiac surgical procedure combines the skills of the interventional cardiologist, cardiovascular surgeon, nurse, radiologist and other clinical specialists simultaneously under fluoroscopy guidance in a hybrid operating room for the management of the cardiovascular pathology, highlighting the importance of teamwork. During such procedures, operating room nurses are also responsible for being a part of surgery team in an unusual fashion in terms of both team members working with and operating room. In addition, the surgeon performs surgery by watching detailed images on a monitor, not examining the anatomy of the patient. As hybrid procedures may have an effect on the tasks and limitations and working conditions of the circulating and scrub nurses, and eventually on postoperative care for the patients, operating room nurses should be trained regarding technological equipment, radiological protection, teamwork and visualizing tools. Key words: Operating room nursing, hybrid procedure, cardiovascular surgery GİRİŞ Hibrid kelime olarak Latince “hibrida” kökünden gelmektedir. İki ayrı türün ortak üretimi veya döl vermesi anlamında kullanılmaktadır (Urbanowicz ve Taylor 2010, Akçevin 2011). Tıbbi terim olarak hibrid işlemler farklı özel tedavilerin birleşimidir. Özellikle yüksek riskli hastalarda ve karmaşık patolojilerin tedavisinde minimal invazif cerrahi teknikler ile invaziv kateter girişimlerinin bir arada kullanıldığı hibrid cerrahi oldukça etkili bir tedavi yöntemidir. Bu yöntemde karmaşık bir patoloji değişik uyarlamalar ile daha az karmaşık bir duruma getirilerek tedavi edilir. Bir hibrid kardiyak işlem kalpte cerrahi teknik ile kateter tekniğinin bir arada kombinasyonudur (Grandjean 2007, Sutton 2007, Urbanowicz ve Taylor 2010, Önem ve ark. 2011). Örneğin; hibrid koroner arter revaskülarizasyonu çoklu koroner arter hastalığının tedavisinde perkütan transluminal koroner anjioplasti ile koroner arter bypass ameliyatının birlikte kullanılmasıdır (Önem ve ark. 2011). Gün geçtikçe kalp ve damar cerrahisinde daha komplike ve daha yüksek riskli hastalarla karşı karşıya kalınmaktadır. İleri yaşlı, kötü ventrikül fonksiyonlarına sahip, morbid obez, önceden kalp cerrahisi geçirmiş, akciğer ve/veya böbrek fonksiyonları yetersiz hastalarda cerrahi sonrası mortalite ve morbidite yüksek orandadır. Bu tür riskli hastalarda intraoperatif ve postoperatif dönemde yaşanabilecek sorunları azaltmak amacıyla minimal invaziv teknikler kullanılmaya başlanmıştır (Kpodonu ve Raney 2009, Urbanowicz ve Taylor 2010, Orhan 2011). Örneğin geçirilmiş mediastiniti, eşlik eden ciddi kronik obstrüktif akciğer hastalığı, geçirilmiş strok nedeniyle parapleji gelişmiş ve sağ kalım beklentisi düşük hastalarda median sternotomi ile koroner arter bypass cerrahisinin uygulanması risk taşımaktadır (Önem ve ark. 2011, Yavuz 2011). Buna karşın hibrid girişimlerde minimal cerrahi travma olması klasik cerrahi yaklaşımlara göre daha az perioperatif sorunlara neden olmaktadır. Atan kalpte kalp cerrahisinin uygulanması kardiyopulmoner bypassın inflamasyonun neden olduğu olumsuz klinik etkilerden koruyucu olabilmektedir (Orhan 2011). Eşlik eden sistemik fonksiyon bozuklukları, yaygın miyokard infarktüsü, 98 Kalp Damar Cerrahisinde Hibrid Girişimler: Ameliyathane Hemşireliği Yönü ciddi aterosklerotik aort hastalığı gibi durumlar hibrid yaklaşım için daha uygundur (Önem ve ark. 2011, Yavuz 2011). Yüksek riskli hastalarda iki düşük riskli stratejinin birlikte uygulanması yani hibrid girişimler toplam mortaliteyi azaltabilmektedir (Urbanowicz ve Taylor 2010, Orhan 2011). Hibrid girişimlerde iki ayrı yaklaşım aynı zamanda yapılabileceği gibi bir biri ardınca farklı seanslar halinde de uygulanabilmektedir (Aydemir ve Erdem 2011). Kalp cerrahisinde hibrid girişimler; hibrid ameliyat salonunda floroskopi rehberliğinde girişimsel kardiyolog, kardiyovasküler cerrah, hemşire, radyolog ve diğer klinik uzmanların patolojileri tedavi etmek amacıyla yan yana, ortak planlanan bir sistem üzerinde aynı ortamda ve eş zamanlı çalışmalarıdır (Le Bail 2006, Hijazi 2009, Solenkova et al. 2010, Akçevin 2011). Bu durum ekip çalışmasını ön plana çıkarmaktadır (Burlingame ve ark. 2008, Kpodanu 2010, Sargın 2011, Akçevin 2011, AORN 2011). Hibrid girişimlerin tanı ve tedavi aşamalarında ortak görüş oluşturmak amacıyla cerrah, kardiyolog, radyolog, anestezi hekimi ve hemşiresi, teknisyenler, fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı, beslenme uzmanı, tıbbi sekreter ve diğer birçok disiplin üyelerinin her an birlikte hareket etmeleri gerekmektedir (Burlingame ve ark. 2008, Akçevin 2011). Hibrid işlemlerin yapılabilmesi için klasik ameliyathane ve kateter odalarının yerine hibrid ameliyathanelerin kurulması gerekmektedir. Bu ortamlar transtorasik-transözofageal ve üç boyutlu veya intrakardiyak ekokardiyografi, intravasküler ultrasonografi, dopler, elektrofizyoloji, endoskopi, ileri-gelişmiş anjiyografi, üç boyutlu görüntüleme, dijital subtraksiyon anjiyografi, kablosuz görüntüleme sistemleri, rotasyonel anjiyografi, bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans vb. gibi ileri görüntüleme teknikleri ile donatılmalıdır. Bu ileri görüntüleme sistemlerinin yani ileri açık kalp cerrahisi tekniklerinin kullanılabilmesine olanak sağlayan donanımların, karbonfiber ameliyat masaları, endoskopik hatta robotik ve port access cerrahi olanakları, çeşitli ventrikül destek sistemleri gibi tüm cerrahi girişim donanımlarıyla bir bütün oluşturacak şekilde bir arada bulunması gerekmektedir (Akçevin 2011, AORN 2011). Teknolojinin gelişmesine ve deneyimlerin artışına paralel olarak başlangıçta beklenene göre pahalı ve zaman alıcı gibi görünen hibrid işlemler gittikçe daha fazla kabul görmektedir (Belkin 2010, Urbanowicz ve Taylor 2010, Akçevin A 2011). Özellikle robotik cihazların kullanıldığı hibrid girişimlerin toplam maliyeti konvansiyonel kalp damar cerrahisine göre yüksek görünmekle birlikte ameliyat sonrası dönemdeki maliyeti belirgin olarak düşmektedir. Çünkü hastalar daha erken dönemde ekstübe edilmekte, yoğun bakım ünitesinde daha kısa süre kalarak daha erken taburcu edilebilmektedir (Urbanowicz ve Taylor 2010, Önem ve ark. 2011). Hastanın çoklu anesteziye ve çoklu işlemler ile ilgili fizyolojik strese maruz kalması önlenir. Böylece hastalarda tıbbi tedavi için daha az harcama sağlanmış olur (Urbanowicz ve Taylor 2010). Böylelikle yoğun bakımda ve hastanede yatış süresini azaltması ve morbiditeyi azaltması nedeniyle maliyet farkı dengelenmektedir. Hibrid yaklaşımlarda daha agresif antikoagülasyon sağlanmasına rağmen konvansiyonel cerrahiye göre daha az kan transfüzyonu gereksinimi olduğu belirtilmektedir (Önem ve ark. 2011). Hastaların farkındalığının artması ve kendi sağlıkları konusunda karar 99 Fatma DEMİR KORKMAZ, Ayla YAVUZ KARAMANOĞLU vermeye katılımları da son yıllarda hibrid girişimlerin artmasına yol açmaktadır. Etkinliği ve uzun süreli tedavi yararları kanıtlanmış olan, morbidite ve mortalite oranı geleneksel cerrahiye göre daha düşük olan minimal invaziv cerrahi konusunda hastalar daha ısrarlı olmaktadır (Catalano ve Fickenscher 2007, Kpodonu ve Raney 2009, Urbanowicz ve Taylor 2010). Hibrid Girişimlerin Kalp Damar Cerrahisinde Kullanım Alanları Koroner arter hastalığı, kapak hastalıkları, periferik vasküler ve majör vasküler hastalıklar, konjenital anomaliler, diseksiyon ve anevrizmalar gibi hemen hemen kardiyovasküler hastalıkların hepsinde hibrid girişimler uygulanabilmektedir (Güler 2011). Bu girişime ait bazı örnekler aşağıda yer almaktadır (Le Bail 2006, Kpodonu ve Raney 2009, Urbanowicz ve Taylor 2010, Kpodonu 2010, Solenkova et al. 2010, Akçevin 2011, Önem ve ark. 2011, Orhan 2011, AORN 2011, Görmüş 2011). • Koroner arter revaskülarizasyonu: Hibrid koroner arter revaskülarizasyonu çoklu koroner arter hastalığının tedavisinde perkütan transluminal koroner anjioplasti ile koroner arter bypass ameliyatının birlikte kullanılmasıdır. Günümüzde genellikle minimal invaziv yöntemlerle sol internal torasik arterin sol ön inen koroner artere anastomozuna ek olarak, ilaç kaplı stentlerle diğer koroner arterlerdeki lezyonlara perkütan transluminal koroner anjioplasti uygulanması şeklinde yapılmaktadır. • Transkateter aort kapak implantasyonu ya da kateter yoluyla yapılan mitral kapak girişimleri: Özellikle yaşlı ve yeniden ameliyat geçirecek hastalarda alternatif bir yöntemdir. Daha önce kapak ya da koroner arter nedeniyle kalp cerrahisi geçiren hastalarda ikinci sternotomiden kaçınmak için torakotomi ile yaklaşım kullanılabilir. Cerrahi yöntemle ulaşılamayan damarların revaskülarizasyonunda perkütan girişim yardımcı olabilir. Kapak ve koroner arter patolojisi olan hastaların ayrıca eşlik eden hastalıkları mevcut ise bu hastalarda kalp cerrahisiyle birlikte perkütan koroner veya perkütan kapak girişimleri uygulanabilmektedir. • Endokardiyal ve epikardiyal atriyal fibrilasyon girişimleri: Atriyal fibri- lasyonu olan mitral kapak hastalarında kapak onarımı/replasmanı ile beraber sinüs ritmi oluşturmak için kateter ablasyon yöntemi uygulanmasıdır. • Aort anevrizma ve diseksiyonlarında endovasküler greft yerleştirme ve debranching uygulamaları: Komorbiditeleri ya da yaşları nedeniyle açık cerrahi için yüksek risk taşıyan yada anevrizmalarının anatomik özellikleri dolayısıyla yüksek parapleji riski taşıyan veya önceden açık kalp cerrahisi geçiren hastalarda uygulanmaktadır. • Doğumsal kalp hastalıklarının tedavisinde atriyal ve ventriküler septal defekt kapatılması: Geniş müsküler ventriküler septal defektli çocuklar genellikle küçük yaş ve ağırlıkta olduklarından hibrid yaklaşımla ventrikül duvarı delinerek (perventriküler) konuşlandırma ile atan kalpte kateter yoluyla kapat- 100 Kalp Damar Cerrahisinde Hibrid Girişimler: Ameliyathane Hemşireliği Yönü ma yönteminin kullanılması hibrid yaklaşımla ventriküler septal defekt kapatılmasıdır. • Karotis arterin revaskülarizasyonu: Karotis arter hastalığı ve koroner arter hastalığının birlikte bulunduğu hastalara karotis arter stenti uygulanmakta ve arkasından koroner arter bypass greft uygulanmaktadır. • Ventriküler aritmilerde tedaviler: Ventriküler aritmilerde hibrid tedavi geniş- lemiş ventrikülün cerrahi rekonstrüksiyonu ile birlikte subendokardial rezeksiyonu, aritmojenik odağın ablasyonunu ve implante edilebilen kardiyak defibrilatör takılmasını kapsamaktadır. • Periferik pulmoner artere stent yerleştirilmesi: Düşük kilolu çocuklarda stentlerin istenilen yerlere yerleştirilmesinde hibrid yöntem kullanılmaktadır. Bu işlemde periferik pulmoner artere stent yerleştirilmesi duran kalpte görülerek uygulanmaktadır. • Aorta koarktasyon stent yerleştirilmesi: Aort koarktasyonunun endovasküler girişimle tedavisinde balon anjioplasti sonrası metal stent konulması restonozları önleyebilir ve koarkte segment kenarında bulunan intimal yırtıkları da kapatarak ileride anevrizma gelişmesini önleyebilir (Le Bail 2006, Kpodonu ve Raney 2009, Urbanowicz ve Taylor 2010, Kpodonu 2010, Solenkova et al. 2010, Akçevin 2011, AORN 2011). Hibrid girişim kararı hastanın klinik durumunun incelenmesiyle belirlenir. Hemodinamik olarak stabil olmayan kardiyojenik şok veya akut miyokard infarktüsü, dekompanse konjestif kalp yetersizliği veya kardiyomiyopati, ciddi kronik obstrüktif akciğer hastalığı, malign ventriküler aritmiler, yakın zamanda geçirilmiş geniş miyokard infarktüsü, perikardit öyküsü, sol torakotomi öyküsü hibrid yaklaşımın uygulanamayacağı klinik durumlar olarak belirtilmektedir (Önem ve ark. 2011). Kardiyak Hibrid Ameliyathanelerin Özellikleri Hibrid ameliyathaneler yaşam destek araçlarının ve yüksek performanslı görüntüleme cihazlarının bulunduğu ve titiz asepsi kurallarının uygulandığı ortamlardır (Le Bail 2006). Hibrid ameliyathaneler standard ameliyathane donanımlarına ek olarak girişimsel radyoloji cihazlarının bulunduğu, teknoloji ve bilimin son gelişme seviyesindeki ameliyathanelerdir (Burlingeme ve ark. 2008, Urbanowicz ve Taylor 2010, Belkin 2010, AORN 2011). Hastanın teşhise yönelik ileri görüntülemelerinin gerçekleştirildiği, gerektiğinde stent, balon, endovasküler girişim veya ameliyatların yada bunların çeşitli kombinasyonlarının uygulandığı, hastaya yapılması gereken her türlü girişimin aynı ortamda yapılabildiği bir tedavi merkezidir (Sargın 2011). İyi tasarlanmış bir kardiyak hibrid ameliyat salonu damar görüntüleme ve stent gibi küçük araçların implantasyonunu ve aynı ortamda damar X Ray kullanılarak açık kalp ameliyatı yapabilme olanağını sağlayabilmelidir (Hijazi 2009). Tam donanımlı bir hibrid ameliyathane cerrahi ameliyat ortamının, düz panel görüntüleme sistemlerinin, görüntü çalışma istasyonunun, tam monitörizasyonlu anestezi donanımının, 101 Fatma DEMİR KORKMAZ, Ayla YAVUZ KARAMANOĞLU intravasküler ultrasonun, 3D transözofageal ekokardiyografinin ve rotasyonel anjiografinin bulunduğu bir ortamdır (Sargın 2011). Hibrid ameliyathanenin primer bileşenleri ameliyat masasına iyi yerleştirilmiş ve optimum kullanılabilirliğinin sağlandığı intraoperatif anjiografi ve floroskopidir (Kpodonu 2010, Yavuz 2011). Ortamda kullanılan radyasyon nedeniyle ameliyathane duvarlarının 2-3 milimetrelik kurşunla kaplanmış olması gerekir. Hibrid bölüm yüksek görüntü kalitesine, yüksek ısı kapasitesine ve yüksek çözünürlük gerektiren basit ve karmaşık ölçümleri yapabilme kapasitesine sahip olmalıdır (Kpodonu 2010). Hibrid ameliyathane kurmanın zor ve yüksek maliyetli olduğu bilinmektedir. Ancak başlangıç maliyeti yüksek olmakla birlikte artan işlem çeşitliliğinin daha az zamanda ve daha başarılı bir şekilde uygulanabilmesiyle uzun dönemde yüksek maliyetin karşılanmasının mümkün olduğu belirtilmektedir (Akçevin 2011, Sargın 2011). İdeal bir hibrid ameliyathanede bulunması gereken malzeme ve ekipmanlar aşağıda yer almaktadır (Burlingame ve ark. 2008, Tinkham 2009, Kpodonu 2010, Sargın M 2011). • Floroskopi (görüntüleme sistemi): Geleneksel floroskopi, arasına hastanın • • • • • • • • • • 102 konulduğu bir röntgen ışını kaynağı ile floresan bir ekrandan oluşur ve hastanın gerçek zamanlı görüntülerinin alınmasına olanak sağlar. Hibrid ameliyathanelerde floroskoplar diyagnostik amaçlı olmayan ancak girişimsel tedavilere destek sağlayacak 3 boyutlu bilgisayarlı tomografi gibi görüntü sağlamaktadır. Kontrast maddenin enjekte edildiği damar floroskopi sayesinde sürekli olarak görüntülenebilir. Floroskopi yere ya da tavana monte edilen, sabit ya da hareketli C-kollu sistemlerdir. Genellikle ameliyat masası boyunca horizontal olarak hareket edebilenleri tercih edilir. Anestezi donanımı Kalp akciğer pompası Karbon-fiber ameliyat masası: Radyolojik görüntüleme aracın en iyi koşullarda kullanılabilmesi için metal olmayan, oldukça ince fakat dayanıklı, X ışınlarını net bir şekilde geçiren karbon-fiber masalar tercih edilmektedir. Işık sistemi Monitörler: İşlem süresince hastaların EKG, idrar çıkışı, intraarteriyel kan basınçları, stentlerin, balonun, greftlerin, kılavız telin görüntülenmesi gerekir. Düz ekranlar: Cerrah, asistan, anestezi hekimi, hemşire, kardiyolog vb. ekip üyeleri tüm görüntüleme ve izlem kaynaklarını yaklaşık 102-140 cm’lik düz ekranda görebilmelidir. Ameliyat lambasının ışıklarının bu ekrana yansıması önlenmelidir. Havalandırma sistemi Perkütan girişim malzemeleri Duvarlarda kurşun kaplama Malzeme dolapları Kalp Damar Cerrahisinde Hibrid Girişimler: Ameliyathane Hemşireliği Yönü • Hemşire masası • Görüntü çalışma istasyonu • Kurşun yelekler • 3D Trans özofageal ekokardiyografi • İntravasküler ve intrakardiyak ultrasondur (Burlingame ve ark. 2008, Urbanowicz ve Taylor 2010, Sargın 2011). Hibrid ameliyathaneler alan olarak yukarıda belirtilen bütün ekipmanları kapsayacak ve görüntüleme sistemi için yeterli hareketi sağlayacak büyüklükte olmalıdır. Bunların yanında tüm ekip üyelerinin (ortalama 7-10 kişi) aynı anda rahatlıkla çalışabileceği yeterli alana sahip olmalıdır (Burlingame ve ark. 2008, Kpodonu ve Raney 2009, Sargın 2011). Literatürde hibrid ameliyathaneler için kontrol odasıyla birlikte ortalama 1000-1200 ft2 (92.90-111.48 m2) lik bir alana gereksinim duyulduğu belirtilmektedir (Kpodonu ve Raney 2009, Belkin 2010, Solenkova et al. 2010, Urbanowicz ve Taylor 2010). Bununla birlikte tavana ya da tabana C-kollu (C-arm) görüntüleme cihazları takılacağı için ameliyat salonunun yüksekliğinin en az 10 feet (3.08 metre) olması gerektiği belirtilmektedir (Kpodonu 2010). Hibrid Kalp Damar Cerrahisinde Ameliyathane Hemşireliği Hibrid girişimler kalp damar cerrahisi ameliyathane hemşirelerinin bu güne kadar alışık olmadığı ekip üyeleriyle birlikte alışık olmadığı ortamlarda çalışmasını gündeme getirmiştir (Stanton 2011). Bu ameliyatlarda cerrah önceleri olduğu gibi doğrudan hastanın anatomisine değil, video ekranındaki görüntüsüne bakmaktadır (Urbanowicz ve Taylor 2010). Hibrid girişimler sirküle ve skrub hemşirenin rollerini ve sınırlılıklarını, çalışma koşullarını ve dolaylı olarak da hastaya verdiği bakımı etkileyeceği için, böylesi teknolojik konularda bilgi sahibi olmasını, yeni eğitimler almasını gerektirmektedir. Örneğin sirküle hemşire robotik görüntüleme kolunun görüntü almak için hasta etrafında dolaşırken “no fly zones” alanını bilmelidir (Stanton 2011). Hibrid kardiyak yaklaşımlarda ameliyathane hemşiresi ekip üye sayısının arttığı ve çift skrub ve sirküle hemşirenin gerekli olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalır. Sirküler ameliyathane hemşiresi-sirküler radyoloji hemşiresi, scrub cerrah-scrub radyolog, cerrah, cerrahi asistan, girişimsel radyolog, radyoloji teknisyeni, anestezi hekimi/teknikeri ve perfüzyonist ekip üyeleri arasında yer alır (Burlingame ve ark. 2008, Stanton 2011, AORN 2011). Tüm bu ekip üyelerinin aynı anda aynı ortamda bulunma durumları yapılan işleme göre değişim göstermekle birlikte, genelde farklı zamanlarda ekibe katılıp ayrılırlar. Cerrah, girişimsel kardiyolog ve radyolog aynı zamanda birlikte çalışabilir ve her bir hekimin farklı gereksinimlerini karşılamak için farklı ekip üyelerine gereksinim duyulabilir. Böylesi bir ortamda ameliyathane hemşiresi cerrahi ekip üyeleri dışındaki sağlık çalışanlarının (ameliyathaneler asepsi, antisepsi ve dezenfeksiyon prensiplerinin çok titiz uygulandığı ortamlar olduğu için) aseptik uygulamaları konusunda endişe taşıyabilir. Bu nedenle tüm ekip üyelerinin büyük bir sinerji ile perioperatif standartların ne olduğunu ve hataları önlemek için alınması gereken 103 Fatma DEMİR KORKMAZ, Ayla YAVUZ KARAMANOĞLU önlemleri hep birlikte belirlemeleri gerekmektedir. Bu koşullar altında ameliyathane hemşireleri yapılan tüm işlemlerde aynı perioperatif standartları uygulamalı ve bu standartların tüm ekip üyelerince benimsenmesini sağlamalıdır (Burlingame ve ark. 2008, Urbanowicz ve Taylor 2010, Stanton 2011). Böylesi bir entegrasyon günlük ameliyatlarda hasta bakımının geliştirilmesi için hemşire meslektaşların dayanışmasını da gerektirmektedir (Urbanowicz ve Taylor 2010, Stanton 2011). Ameliyathanede C-kollu görüntüleme cihazlarının kullanımı enfeksiyon kontrolü konusunda da dikkatli olmayı gerektirir. Özellikle laminar hava akımının olduğu salonlarda havanın türbülansı söz konusu olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır (Kpodonu 2010). Hibrid girişimlerde aseptik koşulların sürdürülmesi ve radyasyon güvenliğinin sağlanması önemlidir. 19 Nisan 2011 tarih ve 27910 sayılı resmi gazetede yayınlanan “Hemşirelik Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”te, steril alanın korunmasına yönelik aseptik tekniklerin uygulanması skrub hemşirenin, hasta güvenliğinin sağlanması konusu ise skrub ve sirküle hemşiresinin görevleri arasında yer almaktadır (19 Nisan 2011 tarih ve 27910 sayılı resmi gazete). Bu nedenle hibrid girişimlerin uygulandığı hastanelerde çalışan skrub ve sirküle hemşirelerin bugüne kadar çalıştıkları ameliyathanelerden farklı ortamlarda, cerrahi ekip üyelerinin dışında hibrid ekip üyeleri ile çalıştıkları durumlarda asepsi koşullarının sağlanması ve güvenliğin sağlanması konularını tüm ekip üyeleriyle birlikte gözden geçirmeleri gerekmektedir. Ülkemizde hibrid ameliyathanelerin kurulmasına yeni başlanmış olmakla birlikte sayıları hızlıca artmaktadır. Bazı hastanelerde ameliyat salonlarından bir yada birkaçı hibrid ameliyat salonuna dönüştürülmüştür. Hibrid ameliyathane/salonunun bulunmadığı hastanelerde ise girişimsel radyoloji laboratuarlarında kateter ile girişim yapıldıktan sonra hastalar ameliyathaneye alınıp cerrahi işlem gerçekleştirilmektedir. Bu durumda cerrahın ve ameliyathane hemşirelerinin sürekli çalıştığı ameliyathanenin dışında, kendisine yabancı bir ortamda, radyoloji laboratuarında çalışması da uyum gerektirmektedir. Ayrıca girişimsel radyoloji laboratuarları genellikle ameliyathanelerden uzak bir mesafede yer almaktadır. Bu durum girişim sırasında hastanın acil ameliyata gereksiniminin olduğu durumlarda sorunlara yol açabilir. Hibrid yaklaşımlara hemşirelik perspektifinden bakıldığında hemşirelerin hasta sonuçlarına katkı verebilmek ve hasta bakımını sağlamak için girişimsel işlemler ve başta radyasyon güvenliği, ekip çalışması ve görüntüleme konularında olmak üzere yeni konularda eğitim almaları ve hibrid yaklaşım kültürünü oluşturmaları gerekmektedir (Burlingame ve ark. 2008, Urbanowicz ve Taylor 2010, AORN 2011, Stanton 2011). Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği üye ülkelerinde olduğu gibi ameliyathane hemşireliğinde branşlaşma ya da sertifika programlarının gündeme gelmesi ve programların içeriklerinin teknolojik gelişmelerin getirdiği gereksinimlere cevap verebilecek düzeyde olması gerekmektedir. 104 Kalp Damar Cerrahisinde Hibrid Girişimler: Ameliyathane Hemşireliği Yönü KAYNAKLAR Akçevin A. Hibrid yaklaşım fikri. Türkiye Klinikleri J Cardiovasc Surg-Special Topics.2011; 3(1 Suppl.): 1-3. Association of Perioperative Registered Nurses. Perioperative Standards and Recommended Practices. Minimally Invasive Surgery. Denver, CO: AORN, Inc: 2011:143-175. Aydemir NA, Erdem A. Doğumsal kalp hastalıklarında hibrid yaklaşımlar. Türkiye Klinikleri J Cardiovasc Surg-Special Topics. 2011; 3(1 Suppl.): 71-77. Belkin M (September 24, 2011). The design and implementation of hybrid operating rooms. 2011; Retrieved September 24, 2011, from http://www.veithsymposium.org/pdf/vei/2761.pdf. Burlingame B, Ogg M, Denholm B. Hybrid ORs. AORN. 2008; 88(3): 449-457. Catalano K, Fickenscher K. Emerging technologies in the OR and their effect on perioperative professionals. AORN J. 2007; 86(6):958-969. Görmüş N. Doğumsal damar hastalıklarında hibrid yaklaşımlar. Türkiye Klinikleri J Cardiovasc Surg-Special Topics. 2011; 3(1 Suppl): 78-81. Grandjean JG. Hybrid cardiac procedure: The ultimate cooperation. Neth Heart J. 2007; 15(10): 327-328. Güler M. Kalp damar cerrahisinde acil hibrid girişimler. Türkiye Klinikleri J Cardiovasc Surg-Special Topics. 2011; 3(1 Suppl): 82-86. Hijazi ZM. Using the hybrid approach in the correction of congenital and structural heart disease. Congenital Cardiology Today. 2009; 7(5): 12-14. Kpodonu J, Raney A. The cardiovascular hybrid room a key component for hybrid interventions and image guided surgery in the emerging specialty of cardiovascular hybrid surgery. Interact CardioVasc Thorac Surg. 2009; 9: 688-692. Kpodonu J. Hybrid cardiovascular suite: the operating room of the future. J Card Surg. 2010; 25: 704-709. Le Bail S. Innovations in cardiac surgery. Medical Technology Watch Canada. Cardiology Issue April 2006; 4(1): 1-8. Orhan G. Yüksek riskli koroner/kapak hastalıklarında hibrid girişimler. Türkiye Klinikleri J Cardiovasc Surg-Special Topics. 2011; 3(1 Suppl): 29-32. Önem G, Saçar M, Baltalarlı A. Koroner revaskülarizasyonda hibrid yaklaşımlar. Türkiye Klinikleri J Cardiovasc Surg-Special Topics. 2011; 3(1 Suppl): 9-13. Resmî Gazete. Hemşirelik Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” tarih: 19 Nisan 2011 Sayı: 27910. Sargın M. Hibridizasyon teknolojisi ve donanımı. Türkiye Klinikleri J Cardiovasc Surg-Special Topics. 2011; 3(1 Suppl): 4-8. Solenkova NV, Umakanthan R, Leacche M & et al. The new era of cardiac surgery: Hybrid therapy for cardiovascular disease. Innovations. 2010; 5(6): 388-393. Stanton C. Instilling a hybrid OR culture. AORN J. 2011; 93(5): C1-C8-C9. Sutton SW. Team approach to the hybrid operating room. Presented at the 28th Annual Seminar of The American Academy of Cardiovascular Perfusion; San Diego, California. Tinkham MR. The endovascular approach to abdominal aortic aneurysm repair. AORN J 2009; 89(2): 289-306. Urbanowicz J, Taylor G. Hybrid OR: Is it your future? Nurse Manage. 2010; 41(5): 22-27. Yavuz Ş. Redo-CABG’de hibrid girişimler. Türkiye Klinikleri J Cardiovasc Surg-Special Topics. 2011; 3(1 Suppl): 15-21. 105 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 28 (3) : 107-116, 2012 POSTPARTUM DEPRESYONDA KÜLTÜREL FAKTÖRLERİN ÖNEMİ THE IMPORTANCE OF CULTURAL FACTORS UPON POSTPARTUM DEPRESSION Araş.Gör. Ruşen ÖZTÜRK Doç.Dr. Oya KAVLAK Prof.Dr. Ümran SEVİL E.Ü. Hemşirelik Fakültesi Kadın Sağl. ve Hast. Hemşireliği AD. ÖZET Sosyal çevre içindeki önemli faktörlerden biri kadının içinde bulunduğu kültürel yapıdır. Kültür, tüm duygusal yaşantılar için önemli bir kavram olup, bireyin bilişsel yapısını, inanç ve uygulamalarını, duygusal tepki ve davranışlarını etkilemektedir. Kültürel özellikler toplumdan topluma değişeceği gibi, aynı toplumdaki farklı gruplar arasında da farklı kültürel uygulamalar görmek mümkündür. Doğum sonrası deneyim de kadının yaşadığı sosyal ve kültürel çevre tarafından şekillendirilir. Kadın ve ailesinin kültürel özellikleri, kadının ebeveynliğe geçişte annelik rolüne uyumu ve bu süreci nasıl geçireceği ile yakından ilişkilidir. Ülkemizde kültürel faktörlerin depresyon üzerine etkilerini inceleyen çalışmalarda, kadınların evlenme tipinin görücü usulü olması, çocuğun cinsiyetinin ebeveynlerin istedikleri doğrultuda olmaması, sosyal destek yetersizliğinin, depresyon oluşumunda risk etkenleri olduğu belirtilmektedir. Yapılan çalışmalarda, doğu kültürlerinde daha yaygın olan postpartum dönemdeki destek sisteminin postpartum depresyondan koruyucu bir faktör olduğunu görülmektedir. Bu bağlamda çalışmada amaç, kültürel olarak doğum sonu dönemde uygulanan farklı ritüelleri belirlemek ve postpartum depresyonda rol oynayan kültürel faktörleri açıklamaktır. Anahtar kelimeler: Kültür, postpartum depresyon, sosyal destek, doğum sonu ritüeller ABSTRACT One of the important factors is in the social environment within the cultural structure of women. Culture, is an important concept for all the emotional experiences which individual's cognitive structure, beliefs and practices, and behavior affects the emotional response. As cultural features will vary from society to society, among different groups in the same society is possible to see the different cultural practices. The woman after the birth experience is shaped by the social and cultural environment. Cultural characteristics of women and family, women in the transition to parenthood compliance with the role of motherhood and that are closely related.how will undergo this process.In studies investigating the effects of cultural factors on depression in our country, is the type of women are married by arrangement, lack of direction they want the parents of the child's sex, social support is not sufficient, reported that risk factors in the formation of depression. In the studies, postpartum support system seen that postpartum depression is a protective factor which is more common in eastern cultures. Our purpose in this context, to determine the different rituals of culturally in postpartum period and explain cultural factors which play a role in postpartum depression. Key words: Culture, postpartum depression, social support, postpartum rutieller Ruşen ÖZTÜRK, Oya KAVLAK, Ümran SEVİL GİRİŞ Postpartum dönem, annede oluşan fizyolojik değişikliklerin yanında ebeveynliğe geçişin yaşandığı, yeni rollerin ve sorumlulukların üstlenildiği zor bir dönemdir. Birçok kadın gebelik ve doğumla birlikte bu değişimlere kolaylıkla uyum sağlarken, kadınların bir bölümünde ılımlı düzeyde psikiyatrik belirtiler, bir kısmında da hastaneye yatırılmayı gerektirecek düzeyde ağır psikiyatrik tablolar gelişebilmektir (Durukan 2007). Postpartum depresyon (PPD) anneden kaynaklanan nedenlerle birlikte psikososyal ve çevresel nedenlerin etkisi ile oluşan bir ruhsal bozukluktur (Akman 2006). Nicolson (1990), postpartum depresyonu açıklamada iki model geliştirdiğini bildirmektedir. Klinik model; postpartum depresyonu bir hastalık ya da bozukluk olarak tanımlarken, sosyal model de doğumun bir yaşam olayı olduğunu ve postpartum depresyonun bu yaşam olayına bir yanıt olarak ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Doğum sonu destek, ritüeller ve yasaklar hemen hemen tüm Batılı olmayan toplumlarda anneliğe geçiş sürecine eşlik etmekte ve anneyi yeni rolüne adapte ederken rehberlik ve sosyal destek sağlamaktır (Cox 1998). Aynı zamanda doğum sonu verilen bu desteğin, anneleri postpartum depresyondan koruyacağı ileri sürülmektedir. Bu nedenle bu derlemede, depresyon üzerinde etkili olabilecek kültürel faktörleri açıklamak ve hemşirelerin bu konuda farkındalıklarının artırılması amaçlanmaktadır. Postpartum Depresyon Prevalansı Doğumun en sık görülen komplikasyonlarından biri olarak değerlendirilen postpartum depresyon (PPD), Mental Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’nda (The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders-DSM) doğumu takip eden 4 hafta içerisinde ortaya çıkan majör depresyon atağı olarak tanımlanmaktadır (APA 1994, Durukan 2011). Batı ülkelerinde yapılan çalışmalarda, kadınların yaklaşık %10-%20’si postpartum depresyon (PPD) yaşamakta (Miller 2002) ve %25-%50’sinde postpartum depresyon altı ay veya daha fazla sürmektedir (Beck 2002). Asya ülkelerinde yürütülen çalışmalarda ise, postpartum depresyon prevalansının %1’den %20’ye kadar daha geniş bir yaygınlık gösterdiği bulunmuştur (Bina 2008). O’hara ve arkadaşlarının (1996) yapmış olduğu meta-analiz çalışmasında, 59 araştırmadan elde edilen tahminlere göre, postpartum depresyon yaygınlığı % 13 olarak saptanmıştır. Halbreich ve arkadaşlarının (2006), 40 ülkede yapılmış olan 143 çalışmanın sonuçlarına göre; PPD prevalansını %10-15 olarak bulunmuştur. Ülkelerin postpartum depresyon ortalamaları ise Hong Kong’da %16.1, İngiltere’de %12.8, Fransa’da %8.5, İtalya’da %38.1, Tayvan % 34.5, Hindistan %32.4, İspanya’da %17.4, Almanya’da %17.1, İsveç %12.4 olarak belirtilmiş, aynı çalışmada Türkiye’deki ortalama %29.8 olarak bildirilmiştir (Halbreich 2006). Gorman ve arkadaşlarının (2004), sekiz ülkede (Fransa, İrlanda, İtalya, ABD, İngiltere, Portekiz, Avusturya ve İsviçre) 296 kadınla yapmış oldukları çalışmada, postpartum depresyon oranının %2.1-%31.6 arasında değiştiğini, ülkeler arasında önemli farklar olduğunu belirtmişlerdir. Uganda’da 202 kadınla yapılmış olan çalışmada, PPD oranı %43 olarak bulunmuştur 108 Postpartum Depresyonda Kültürel Faktörlerin Önemi (Kakyo 2011). Asya’da başka bir çalışmada, PPD prevalansı % 3.5 ile % 63.3 arasında değişen geniş bir yelpazeye sahip olup; Malezya’da en düşük, Pakistan’da en yüksek yaygınlığa sahip olduğu bulunmuştur (Klainin 2009). Ülkemizde, annelerin %6.3-50.7’inde postpartum depresyon belirtilerinin bulunduğu bildirilmektedir (Durukan 2011). Danacı ve arkadaşlarının (2002) Manisa’da yaptıkları araştırmada, postpartum depresyon sıklığı %14 olarak belirlenmiştir. İnandı ve arkadaşlarının (2002) yaptıkları çalışmada, Türkiye’nin orta ve doğusundaki 5 ilde (Erzurum, Elazığ, Malatya, Kayseri, Konya) 2514 kişilik örneklem grubunda postpartum depresyon insidansı %27.2 olarak saptamıştır. Aktaş’ın (2008), Ankara’da 330 anne ile yaptıkları araştırmada, kadınlarda PPD oranını doğum sonu 1. gün %16.7, doğum sonu 2. haftada ve 6. haftada % 19.4; Uyar’ın Afyon ilinde yaptığı çalışmada %28.5; Efe’nin Ankara’da yaptığı çalışmada %23.4; Taşdemir’in Gaziantep’de yaptığı çalışmada %21.8; Nur ve arkadaşlarının Sivas’ta yaptığı çalışmada %28.0; Ayvaz’ın Trabzon’da yaptığı çalışmada %28.1; Özdemir’in Konya’da yaptığı çalışmada %19.4 olarak saptanmıştır. Sağlık ve hastalık da kültürel yapı içinde şekillenen ve kültürden kültüre değişebilen kavramlardır. Doğum kadın yaşamında fizyolojik bir olay olmasının yanı sıra toplumun sosyal ve kültürel özellikleri ile şekillenmektedir (Gölbaşı 2010). Bu nedenle, postpartum depresyon prevalansında, ülkelerarası farklılıkların yanı sıra, aynı ülkedeki bölgesel farklılıkların olmasının da kültürün bir sonucu olabileceği düşünülmektedir. Postpartum depresyon yaygınlığındaki farklılık nedeni belli değildir. Ancak araştırmacılar, bazı kültürlerde postpartum depresyon yaygınlığının düşük olmasının nedenini, kültürel destek faktörlerine bağlamaktadır (Bina 2008). Bunun yanı sıra Japonya gibi bazı toplumlarda doğum sonu dönemde, ağlamanın yasak olması, kadının duygu durumunu açıklamada kısıtlayıcı tutumlar sergilenmesi ve duygusallığın aklın bir zayıflığı olarak kabul edilmesi nedeniyle kadınların depresyon tanısı alması durumunda, bu baskının daha çok arttığı belirlenmiştir (Halbreich 2006). Kumar (1994), kadınların duyguları belirtmelerindeki bu kısıtlama nedeniyle postpartum depresyon oranın daha düşük çıktığını öne sürmüştür. Dolayısı ile PPD’nin ortaya çıkmasında, kültürel faktörlerin doğrudan etkili olduğu, bu nedenle batılı toplumlarda doğum sonrası özel destekleyici ritüellerin eksikliğinin postpartum depresyonun gelişimine neden olduğu söylenebilir. Yahudi kadınlarda yapılan bir araştırmada sosyal ve toplumsal yapılanmalar ve iyi tanımlanmış sosyal rollerle birlikte, postpartum depresif belirtilerin anlamlı ilişkisi bulunmuştur (Akman 2006). Aynı zamanda, doğumla birlikte kadınlara yüklenen roller ve batı kültüründe doğumdan sonra kadının koşulsuz olarak bebeğini seveceği, ailesiyle ilgileneceği ve “ondan sonra hep mutlu yaşayacağı” şeklindeki güçlü beklentiler dikkat çekmektedir (Durukan 2007). Birçok toplumda, bebeğin mükemmel olduğu, anneliğin içgüdüsel olarak doğum sonu erken dönemde geliştiği, anne-bebek arasındaki bağın kendiliğinden oluştuğu, anne olmanın her zaman mutluluk verici bir olay olduğu belirtilmektedir. Gerçek yaşamda bu beklentilere ulaşamama ya da beklentilerin gerçekleşememesi annelerin kendilerini başarısız, yetersiz, tükenmiş ve ezilmiş hissetmelerine neden olabilmektedir (Aktaş 2008). Bu nedenle, doğum sonu anneye verilen destek sistemlerindeki yetersizliklerin yanı sıra, kadının annelik rolünün toplumsal 109 Ruşen ÖZTÜRK, Oya KAVLAK, Ümran SEVİL beklentilerle örtüşmemesi de PPD oluşumunda rol oynayan kültürel faktörlerden biri sayılmaktadır. Postpartum Depresyonun Sosyo–Kültürel Etmenler ile İlişkisi Doğum sonu depresyonla ile ilgili risk faktörlerini belirlemek amacıyla birçok çalışma yapılmıştır. Yapılan bu çalışmalar içinde en kapsamlı çalışma; Beck’in postpartum depresyonun risk faktörleri ile ilgili yaptığı meta-analiz çalışmasıdır. Beck (1996), postpartum depresyon ön göstergelerini araştıran 1974-1994 arasında yapılan 44 çalışmayı incelemiştir. Bu metaanaliz çalışması sonucunda postpartum depresyonun risk faktörleri arasında en çok; prenatal depresyon ve anksiyetenin varlığı, geçirilmiş depresyon öyküsü, çocuk bakımına ilişkin yaşanan stresler, sosyal destek eksikliği, stresli yaşam olayları, annelik hüznü, olumsuz evlilik ilişkileri, düşük benlik saygısı, bebeğin huysuzluğu, annenin evlilikten memnuniyeti, sosyoekonomik durumu, gebeliğin istenme durumu yer almaktadır (Beck 1996). Asyalı kadınlarda postpartum depresyon, fiziksel/biyolojik, psikolojik, obstetrik/pediatrik, sosyodemografik ve kültürel faktörlerle ilişkili olarak beş ana grupta kategorize edilmiştir (Klanin 2009). Danacı (2002)’nın çalışmasında, sosyoekonomik faktörlere ilişkin, yaşayan çocuk sayısının fazla olması, gecekonduda yaşama, göç etme, bebeğinde önemli sağlık sorunu olması, kadının kendisinde daha önce psikiyatrik bir bozukluğun olması, eşinde psikiyatrik bozukluk olması, eşiyle ve eşinin ailesiyle ilişkisinin iyi olmaması da depresyonun ortaya çıkışıyla ilişkili etmenler olarak saptanmıştır. Kültürel olarak; erkek çocuk lehine cinsiyet tercihi Arap ülkeleri, Türkiye, Hindistan, Çin, Japonya, Tayvan, Kore, Hong Kong ve Vietnam gibi bazı toplumlarda kökleşmiş durumdadır. Hint kültürü erkek çocukların aileye ekonomik katkıda bulunduklarına, ebeveynlere yaşlılıklarında destek olduklarına ve çeyiz ödeyerek ekonomik ödül ile birlikte evlilikle gelin kazandıklarına inanırlar. Benzer kültürel inanç ilk çocukların erkek olmasını tercih eden Çin’de de görülmektedir. Kız çocukları evlendikten sonra damat ailesine ait olmakta, ailesine maddi olarak katkıda bulunmamaktadır. Erkek çocuklar ise, aile şirketlerinin yöneticiliğini üstlenmekte ve ekonomik güvenliği sağlamakta, yaşlı aile üyelerini desteklemekte ve ailenin soy devamını sağlamaktadır, Vietnamlı kadınlar özellikle bir erkek çocuk doğurduklarında doğum sonrası statüleri yükselmekte, bebek bir aylık olduğunda ‘‘Day Thang Ceremonies’’adı verilen özel bir kutlama yapılmaktadır (Heh 2004, Klanin 2009, Pillsbury 1978, Yoshida 1997). Aktaş’ın (2008) belirttiğine göre;ataerkil toplumlarda bebeğin cinsiyetinin kız olması kadınlarda sosyal baskıya neden olabileceğini ve postpartum depresyon görülme durumunu etkileyeceğini belirtmiştir (Aktaş 2008). Özdemir’in çalışmasında (2007), doğum öncesi bebeğin cinsiyetini öğrenmeyenlerde postpartum depresyon sıklığı %26.5 iken, bebeğin cinsiyetini öğrenenlerde %18.3 olup, bebeğin cinsiyetini bilmeyenlerde bebeğin cinsiyetini bilenlere göre postpartum depresyon 1.6 kez daha fazla bulunmuştur. Nur (2004) ve Özdemir’in (2007) çalışmasında, bebeğin cinsiyetinin bilinmesi sonucu eş ve/veya eşinin ailesinde tutum değişikliği olan anneler ile postpartum depresyon sıklığı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur. İnandı ve ark., (2002) yaptıkları çalışmada da, kız bebek doğuran annelerde, erkek bebek doğuranlara göre 110 Postpartum Depresyonda Kültürel Faktörlerin Önemi istatistiksek olarak anlamlı derecede depresyon oranının arttığı bildirilmiştir. Atasözleri ve deyimler de kültürel olarak, çoğu ülkede erkek çocuk tercihinin ne kadar yaygın ve özlenen bir durum olduğunu göstermektedir. Örneğin, Çin’de bir atasözü ‘18 tanrıça gibi bir kız çocuğu kambur olan bir oğlan çocuğunun yerinin tutamaz’. Türkiye’de de ‘oğlan olsun çamurdan olsun’ deyimi çok yaygındır (http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/kadinin_statusu_anne_ol umleri.pdf. erişim tarihi: 20.11.2011). Ancak son yıllarda ülkemizde ebeveynlerin beklentilerinin daha çok bebeğin sağlıklı doğmasından yana olmasına karşın, özellikle kırsal kesimde erkek lehine cinsiyet tercihleri, halen beklenen ve istenen bir durum olma özelliğini koruduğunu söyleyebiliriz. Postpartum Depresyon ve Kültürel Ritüeller Modern Batı kültürlerinde doğum sonrası uygulamalar; bireysel kabul edilirken, Asya kültüründe yeni anne olan kadın, sosyal destek ve uygulamada; anne, akraba ve eş gibi kendi aile üyelerine güvenmektedir (Klainin 2009). Yeni bir anneye destek için, kültürel ritüellerin var olması, kadının statüsünün yükselmesi ve kendi rolüne saygı gösterilmesi doğum sonrası ruhsal sağlığının gelişmesi ile ilişkili olabilmektedir (Cox 1988a, Stern ve Kruckman 1983). Stern ve Kruckman (1983) çalışmalarında, postpartum depresyonu önlemeye yönelik gelenekselleşmiş bakım unsurları olduğu sonucuna vararak; yeni annenin deneyimsizliğinin kabul edilmesi ve koruyucu önlemler alınması, sosyal inzivaya çekilmesi, ev işleri ve çocuk bakımına yardımcı olunması, anneye hediye-eşya alınması ve özel yemeklerin hazırlanması gibi ritüeller yoluyla sosyal kabullenmenin depresyonu önlediğini belirtmişlerdir. Yeni anneler kültürlere göre genellikle beş-dokuz gün boyunca sosyal inzivaya çekilmektedir (Posmontier 2004). Birçok kültürde doğum sonu dönem bir duyarlılık dönemi olarak ele alınmakta ve anne ve bebeğin sağlığını korumak için çeşitli geleneksel uygulamalar yapılmaktadır (Gölbaşı 2010).Bu süre boyunca, sürekli annenin yakınları, ebesi ve arkadaşları, anne ile iletişim halindedir. Bu süre içinde, sadece belli kişiler, kadın için özel yemekler hazırlamakta, anneyi sıcak tutmakta, diğer çocuklara bakmakta, ev işlerini devralmakta, yeni anneye banyo yaparken yardımcı olmakta ve geceleri uyumasına izin vererek annenin dinlenmesini sağlamaktadır. Yeni annenin fiziksel, duygusal ve bilgi desteği ile beslendiği bu dönem, doğum sonrası 30 ila 40 gün boyunca sosyal inziva dönemi olarak devam etmektedir (Posmontier 2004). Türk kültürü bu dönemin önemini şöyle vurgular “loğusanın mezarı 40 gün açık olur” o nedenle bu dönem Türk toplumunda dinlenilerek geçirilen bir dönemdir. Kadın bu dönemde sadece kendi ve bebeğinin bakımını yaparak geçirir. Türk kültür ve inançlarına göre doğum sonu 40 gün kadının aralıklı olsa da kanaması olduğu için bu dönemde kadın kirli sayılır. Bu süre bitene kadar cinsel ilişkiye girmesine izin verilmez. Loğusa kadın 40 gün evinden çıkarılmaz ve ev işleri kendi annesi, kayın validesi veya eşi tarafından yapılır (Gölbaşı 2011). Postpartum dönemde, annenin akrabalarının bu özel ziyaretleri ruhsal bozukluklarını ortadan kaldırmakta ve toplum içinde kendi rolünü devam ettirmek için anneye destek olmaktadır (Posmontier 2004). Bu durum annenin yeni rolüne adaptasyonu sağlamakta ve PPD oranlarının düşmesine yardımcı olmaktadır. 111 Ruşen ÖZTÜRK, Oya KAVLAK, Ümran SEVİL Postpartum Depresyon ve Sosyal Destek İlişkisi Kültürlerin çoğunda, doğum sonrası dönem; 30 ila 40 gün olarak tanımlanmakta ve annenin doğum sonrasını iyileşmesini ve annelik rolüne adapte olmasını sağlamaktadır (Posmontier 2004). Bu dönemde algılanan sosyal destek eksiklikleri, postpartum depresyon gelişiminde öncü olabileceğine dair bazı kanıtlar vardır (Stuchbery 1998, Posmontier 2004, Heh 2004, Yoshida 1997). Japonya'da 'Satogaeribunben'' adlı geleneksel doğum sonrası ritüeller vardır. Bu ülkede sosyal destek, doğum sırasında kadının kocası yerine ailesi tarafından sağlanmaktadır. Bebek sahibi olacak kadın 32-35 haftalarında kendi ailesinin evine dönmektedir. Dolayısıyla kadınlar bu süreçte kendi ailelerinden özellikle annelerinden, bebek bakımı ve ev işleri konusunda destek almakta ve fiziksel olarak dinlenebilmektedir. Ayrıca, çocuk bakımı ile ilgili bilgi ve beceriler de yeni anne olan kadına aktarılmaktadır. Kadın kendi evine bebek bir aylık olduğunda geri dönmektedir. Bu gelenek hala yaygın olarak devam etmektedir (Halbreich 2006, Posmontier 2004, Yoshida 1997). Cox (1999b), Çin’deki postpartum dönem boyunca geleneksel uygulamaları ‘ay yapma’ veya ‘Zuo Yue’ olarak tanımlamıştır. Geleneksel Çin tıbbı, iki karşıt gücün ''Yang'' (sıcak hava ya da pozitif enerji) ve ''Yin'' (soğuk hava ya da negatif enerji) tüm evreni düzenlediğini ve insan vücudu içinde bulunduğunu öne sürmektedir. Bu nedenle, Çin, Tayvan, Hong Kong, Singapur ve Vietnam’daki kadınlar genellikle, doğum sonrası 30 gün boyunca 'ay yapma’ olarak bilinen doğum sonrası iyileşme dönemine katılmaktadır. Kadınlar, bu dönemi yatarak geçirmektedir. Sosyal destek olarak çocuk bakımı, ev işleri ve yemek yapma kadının annesi ve akrabaları tarafından karşılanmaktadır. Bunu yanı sıra gelişebilecek bazı tıbbi sorunları önlemek amacıyla kadının bazı etkinliklerden (örneğin, banyo yapma, saç yıkama, dışarı çıkma ve ya dolaşmaktan kaçınma, "yang" ya da sıcak gıdalar tüketirken, çiğ ya da "soğuk" (yin) gıdalardan kaçınma, cinsel ilişkiden kaçınma) kaçınması önerilmektedir. Anneyi bu şekilde güçlendirme ve yakınlık gösterme, duygusal ve maddi destek sağlama, annenin özsaygısını artırmakta ve erken annelik döneminde karşılaşılan stres ve sıkıntılara karşı başetmelerini sağlayabilmektedir (Cox 1999b, Halbreich 2006, Posmontier 2004, Klainin 2009, Bashiri 1999). Çin kültüründeki bu hapsedilme ritüelinin, kadının yeni rolüne adapte olmasında sosyal destek ve rehberlik sağladığını ve sonucunda postpartum depresyonun engellendiğini belirtilmiştir ( Pillsbury 1978). Meksikalı kadınlar arasında ‘La Cuarenta’ adı verilen, doğum sonrası dinlenme süresi, önemlidir. Meksika’da yeni doğum yapmış anneler, 40 gün boyunca dinlenmekte, ev işleri, alışverişe akrabaları yardım etmektedir. Ayrıca bu dönemde, cinsel ilişkiden kaçınılmaktadır. Eşleri de yine bu dönem boyunca bebeğin bakımına yardım etmektedir (Posmontier 2004). Niska (1998), doğum sonu dönemde annelere verilen bu desteğin (‘La Cuarenta’nın), postpartum döneme uyumu artırdığı ve PPD oranlarında azalmaya yol açtığını belirtmiştir. Arap kültüründe ise, aile; namus, sadakat merkezini çağrıştırır ve genişleyen aile ünlenerek takdir kazanmaktadır. Kadın, doğum sonrası dönemde saygınlık kazanmakta ve yeterli sosyal desteği 40 gün boyunca almaktadır. Genişletilmiş aile sistemleri, yeni annenin, doğumdan sonra geleneksel 40 gün dinlenmesini sağlamak 112 Postpartum Depresyonda Kültürel Faktörlerin Önemi için teşvik edilmektedir. Bu süre zarfında yeni annenin, görevleri kadının akrabaları tarafından devralınmıştır. Bu düzenlemenin gerektirdiği pratik desteğe ek olarak, Arap kültüründe var olan güçlü aile bağları ve yeni annenin yakın akrabaları ile yakın ilişkisi onun duygusal ihtiyaçlarını karşılamaktadır (Bina 2008, Posmontıer 2004, Stuchbery 1998). Nijerya’da, genç çiftlerin gebeliklerinde genellikle yaşlılar, özellikle anne ya da annenin akrabaları tarafından yönlendirildiği belirtilmektedir. Yeni bebek soyun devamı için ailenin geleceği olarak görülmektedir. Nijeryalı bir kadın doğum yaptığında, özelliklede kadın erkek çocuk doğurmuşsa doğum tam bir zafer gibi kutlanmaktadır. Bu dönemde anneye oldukça dikkat edilmekte ve bir ay boyunca annenin en iyi şekilde beslenmesi sağlanmaktadır (Okafor 2000). Ürdün kültüründe de, geniş aile üyeleri tarafından verilen, sosyal desteğin önemini vurgulamaktadır. Nahas ve Amasheh (1999)’ın araştırma bulguları, kültürel sosyal destek yapısının PPD’yi hafifletebileceğini kanıtlamaktadır. Nahas ve Amasheh (1999) Avustralya’ya göç etmiş 22 Ürdünlü kadınla, PPD deneyimlerini tanımlamıştır. Yapılan bu çalışmada, PPD’nin Ürdün'de bilinmediğini saptamışlardır. Çalışmada, Avustralya'da yaşayan Ürdün kadınların, 40 gün boyunca geniş aile üyeleri tarafından verilen sosyal desteklerinden ayrı olmaları nedeniyle, PPD’nin geliştiği belirtilmiştir. Diğer Batı kültürlerinde olduğu gibi, eşlerin, mali yükümlülükler nedeniyle çalıştıkları için sosyal destek boşluğunu dolduramadıkları saptanmıştır. Kendi sosyal ağ desteği olmayan, bu kadınların PPD başlangıcına karşı daha savunmasız olduklarını belirtmişlerdir. Yoshida ve ark.(1997), İngiltere’de yaşayan Japon anneleriyle yapmış olduğu çalışmada, depresyon oranlarının Japonya’daki kadınlarla benzer olduğunu belirtmiştir. Ancak çalışmada, depresif olan kadınların, annelerinin Japonya’ya dönmelerinden, kısa bir süre önce endişe durumlarının arttığını tanımlanmışlardır. Kadınlar, kendilerini bebeklerinin bakımını almak konusunda endişeli olduklarını belirtmiştir. Çalışmada, Japon kadınların, savunmasız oldukları bu sürede anneleri tarafından desteğin çekilmesi, depresyon başlangıcı için bir tetikleyici faktör olabileceği belirtilmiştir. Lee (2000) Hong Kong’lu kadınlarda, postpartum depresyon risk faktörlerini ve kültürel pospartum gelenekleri ve yakın akraba ilişkilerinin, kadının postpartum dönemde iyi olması üzerine etkilerini incelemiştir. Kadınların yaklaşık %11’inde postpartum depresyonun ortaya çıktığı belirlenmiştir. Kültürel faktörlere baktığımızda; kadınların %80’i, postpartum bakım (peyiue) aldıkları saptanmıştır. Örneklemin yaklaşık % 80’i "ay yapma’da var olan davranışsal ve diyet ile kısıtlamaları yerine getirmiştir. Peiyue (postpartum) bakımının, kadının psikolojik olarak iyi hissetmesini sağlayarak; postpartum depresyon üzerinde etkili olduğu bulunmuştur. Öte yandan, peyiue bakımı almayan kadınlarda depresif semptomların arttığı saptanmıştır. Benzer şekilde, Heh ve arkadaşları (2004), bir ay boyunca verilen destekte kadınların gerçek ihtiyaçlarını karşılanması durumunda, Tayvandaki ‘ay yapma’ geleneğinin, posptpartum depresyon riskinden kadınları koruyacağını belirtmektedir. 113 Ruşen ÖZTÜRK, Oya KAVLAK, Ümran SEVİL Stuchbery ve ark. (1998)’nın farklı kültürleri karşılaştırdıkları çalışmalarında (Vietnam, Arap ülkeleri ve Avustralya), Avusturyalı annelerin, eşlerinden ve annelerinden daha fazla duygusal destek bekledikleri ve doğum sonu desteğin, düşük duygu durum ile ilişkili olduğunu saptamışlardır. Arap kadınların, Vietnam ya da Avustralya kadınlarına göre destek konusunda daha memnuniyetsiz olduğu ve bu annelerin, yakınları ve arkadaşları tarafından yardım ve destek konusunda daha yüksek beklentilerinin olduğu saptanmıştır. Araştırmacılar tarafından, Arap kadınların doğum sonu dönemde yüksek toplum desteği nedeniyle, destek beklentilerinin kültürel çevrenin bir sonucu olarak daha yüksek olabileceği düşünülmüştür. Vietnamlı kadınların eşleri ile ilişkilerinin zayıf olduğu ve yüksek PPD puanları ile ilişkili olarak eşlerinden daha fazla destek beklediklerini belirtmişlerdir (Stuchbery, Matthey ve Barnett 1998). Ülkemizde ise doğum sonu dönemde kadınların bebek bakımı konusunda önce kendi annesinden daha sonra kayınvalidesinden destek aldığı görülmektedir (Uyar 2005). Nur ve ark.(2004) yaptığı çalışmada eşlerinden yeteri kadar ilgi görmediğini ifade eden kadınlarda PPD prevalansının 2.73 kat daha fazla olduğu saptanmıştır. Büyükkoca (2001) çalışmasında, sosyal destek düzeyi artıkça, postpartum depresyon puanının düştüğünü ve aralarında anlamlı ilişki olduğunu belirtmiştir. Ebeveynlere aile yakınları, çevreleri tarafından sağlanan sosyal destek onların gebelik ve doğum sonu dönemi bir krize dönüşmeden atlatmalarında önemlidir. Postpartum dönemde sosyal desteğin olmaması ebeveynlerin yeni rollerine uyum sağlamada güçlük, bebek bakımında sorunlar yaşama ve bebekle arasındaki bağın gelişmesinde güçlük, kendilerini yetersiz ve yalnız hissetme, eşler arası gerginliğin artarak iletişim bozulması gibi durumlara neden olabilmektedir (Serhan 2010). Sonuç olarak, literatürde kadının kültürüne özgü ritüellerle doğum sonrası dönemde destek verildiği destek eksikliği durumunda artan doğum sonrası depresyon görülme olasılığının artacağı söylenebilir. SONUÇ Kültürel inanışlar ve uygulamalar birçok ülkede olduğu gibi bizim ülkemizde de postpartum dönemde oldukça önemlidir. Her toplumun doğum sonu dönemde kültürüne ait farklı inanç ve uygulamaları mevcuttur. Doğum sonu dönemde iyi bir bakım hedefleniyorsa, hemşire o toplumun sağlık yapısını kültürel açıdan bilmek zorundadır. Kültürel faktörler, doğum sonu dönemde postpartum depresyon gibi, sık karşılaşılan sağlık sorunlarının ortaya çıkmasında etkili olabilmektedir. Postpartum depresyon, anne sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin yanı sıra bebeğin gelişimini de etkilemektedir. Özellikle, hemşirelerin kadının ve ailesinin postpartum depresyonda etkili olabilecek kültürel faktörleri bilmesi, sorunun erken dönemde tanılanmasına olanak sağlayarak, hem kadının, hem bebeğin, hem de ailenin sağlığının olumsuz yönde etkilenmesini önleyecektir. Bu bağlamda, sağlık bakımı ve ruh sağlığı hizmet verenlerin, bireylerin ihtiyaçlarını karşılamak ve onları toplumsal kaynaklara yönlendirmek amacıyla doğum sonrası ritüellerin kültürel ifadelerini ve toplumun kültürel geçmişlerinin farkında olmaları gerekmektedir. Aynı zaman da ülkemizde olduğu gibi 114 Postpartum Depresyonda Kültürel Faktörlerin Önemi ciddi göç nüfusuna sahip ülkelerde, ailelere, sağlık uygulayıcıları tarafından doğum sonu dönemde, eğitim, ruh sağlığı ve destek hizmetleri verilmelidir. Yine hemşirelik eğitimlerinde kültürlerarası hemşirelik yaklaşımlarına yer verilmesi, hemşirelerin bu konuda farkındalıklarının artırılması ve kültüre özgü bakım verilmesi açısından son derece önemlidir. KAYNAKLAR Akın A., Mıçkıolur S. Kadının Statüsü ve Anne Ölümleri. http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/ SayfaDosya/kadinin_statusu_anne_olumleri.pdf. erişim tarihi: 20.11.2011. Akman C. Postpartum başlangıçlı depresyonun sosyodemografik özellikler ve kişilik bozuklukları ile ilişkisi. Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı. 2006: 6-28. Aktaş D. Doğum sonu dönemde depresyon görülme durumu ve depresyon gelişmesini etkileyen risk faktörleri. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2008: 8-90. American Psychiatric Association. Diagnostic and statistical manual of mental disorders, Fourth Edition (DSM-IV), Washington Dc, American Psychiatric Association. 1994. Ayvaz S, Hocaoğlu Ç, Tiryaki A ve ark. Trabzon il merkezinde doğum sonrası depresyon sıklığı ve gebelikteki ilişkili demografik risk etmenleri. Türk Psikiyatri Dergisi, 2006; 17(4):243-251. Bashiri N, Spielvogel M. Postpartum depressıon: a crosscultural perspectıve prim care update.Ob/Gyns, 1999; 6(3), 82-87. Beck CT. A Meta-Analysis of Predictors of Postpartum Depression. Nurs Res, 1996: 45(5): 297-303. Beck CT. Theoretical perspectives of postpartum depression and their treatment implications. The American Journal of Maternal and Child Nursing, 2002; 27(5): 282-287. Bina R. The impact of cultural factors upon postpartum depression: a literature review. Health Care for Women International, 2008; 2(9):568-592. Büyükkoca M. Algılanan sosyal ile postpartum depresyon arasındaki ilişki, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2001: 60-73. Cox, J. Childbirth as a life event: sociocultural aspects of postnatal depression. Acta Psychiatrica Scandinavica, Supplementum, 1988; 344: 75-83. Cox J. Perinatal mood disorders in a changing culture: a ranscultural european and african perspective. International Review Ofpsychiatry, 1999: 11(2-3): 103-110. Danaci AE, Dinc G, Deveci A, et al. Postnatal depression in Turkey: epidemiological and cultural aspects. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol, 2003; 37(3): 125-129. Durukan E. Ankara il merkezinde birinci basamak sağlık kuruluşlarına başvuran 2 hafta-18 aylık bebeği olan annelerde postpartum depresyon sıklığı, etkileyen faktörler ve yaşam kalitesi. Yayınlanmış Doktora Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 2007: 1-30. Durukan E, İlhan NM, Bumin AM ve ark. 2 hafta-18 aylık bebeği olan annelerde postpartum depresyon sıklığı, etkileyen faktörler ve yaşam kalitesi. Balkan Medical Journal, 2011; 28(4): 385-393. Efe Ş, Taşkın L, Eroğlu K.Türkiye’de postnatal depresyon ve etkileyen faktörler. Turkish-German Gynecol Assoc., 2009: 10:1, 14-20. Halbreich U, Karkun S. Cross-cultural and social diversity of prevalence of postpartum depression and depressive symptoms. Journal of Affective Disorders, 2006; 91(2-3): 97-111. Heh SS, Coombes L, Bartlett H. The association between depressive symptoms and social support in taiwanese women during the month. Int J Nurs Stud., 2004; 41(5): 573-9. Gorman LL, O'Hara MW, Figueiredo B. Adaptation of the structured clinical ınterview for dsm-ıv disorders for assessing depression in women during pregnancy and post-partum across countries and cultures. British Journal of Psychiatry, 2004: 184(46): 17-23. 115 Ruşen ÖZTÜRK, Oya KAVLAK, Ümran SEVİL Gölbaşı Z, Eğri G. Doğum Sonu Dönemde Annenin Bakımına Yönelik Yapılan Geleneksel Uygulamalar. Cumhuriyet Tıp Derg, 2010; 32: 276-282. Gölbaşı Z, Eğri G (2011). Doğum sonu dönem ile ilgili geleneksel inanç ve uygulamalara Dünyadan ve Türkiye’den örnekler. ZfWT, 2011; 3(1): 143-155. Inandi T, Elci OC, Ozturk A, et al. Risk Factors for Depression in Postnatal First Year, in Eastern Turkey. Int J Epidemiol, 2002: 31(6):1201-1207. Jablensky A, Sartorius N, Gulbiant W. Characteristics of depressivepatients contacting psychiatric services in four cultures. Acta Psychiatr Scand, 1981: 63(4):367-83. Kakyo TA, Muliira KJ, Kizze BI, et al. (2011). Factors associated with depressive symptoms among postpartum mothers in a rural district in Uganda. Midwifery. 2011:10.1016/j.midw.2011.05.001. Klainin P, Arthur GD. Postpartum depression in asian cultures: a literature review International. Journal Of Nursing Studies, 2009; 46(10):1355-1373. Kumar R, Robson KA. A prospective study of emotional disorders in childbearing women. Br J Psychiatry, 1984: 144: 35-47. Miller LJ . Postpartum depression. Journal of the American Medical Association, 2002; 287(6):762-765. Nahas V, Amasheh N. Culture care meanings and experiences of postpartum depression among Jordanian Australian women: A transcultural study. Journal of Transcultural Nursing, 1999; 10(1): 37-45. Nicolson P. Understanding postnatal depression: amother-centred approach. Adv Nurs, 1990; 15(6): 689-695. Niska K, Snyder M, Lia-Hoagberg B. Family ritual facilitates adaptation to parenthood. Public Health Nursing, 1998: 15(5): 329-337. Nur N, Çetinkaya S, Bakır AD ve ark. Sivas il merkezindeki kadınlarda postnatal depresyon prevalansı ve risk faktörleri. C. Ü. Tıp Fakültesi Dergisi, 2004; 26(2): 55-59. Okafor C. Folklore linked to pregnancy and birth in nigeria.Western Journal Of Nursing Research, 2000: 22(2): 189-202. O’Hara MW, Swain AM. Rates and risk of postpartum depression: a meta-analysis. International Review of Psychiatry, 1996; 8(1): 37-54. Özdemir S. Konya ilinde postpartum depresyon sıklığı ve ilişkili sosyodemografik etmenler. Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, 2007: 67-68. Pillsbury BLK. “Doing the month”: confinement and convalescence of chinese women after childbirth. Soc. Sci. Med., 1978: 12, 11-22. Posmontıer B, Horowitz AJ. Postpartum practices and depression prevalences: technocentric and ethnokinship cultural perspectives. Journal of Transcultural Nursing, 2004; 15(1): 34-43. Serhan N. Anne ve babalarda postpartum depresyon sıklığı ve ilişkili faktörlerin belirlenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 2010: 38-46. Stern G, Kruckman L. Multi-disciplinary perspectives on postpartum depression: an anthropological critique. Social Science and Medicine, 1983: 17(15): 1027-1041. Stuchbery M, Matthey S, Barnett B. Postnatal depression and social supports in Vietnamese, Arabic and Anglo-Celtic mothers. Social Psychiatry and Psychiatric Epidemiology, 1998: 33(10): 483-490. Taşdemir S, Kaplan S, Bahar A. Doğum sonrası depresyonu etkileyen faktörlerin belirlenmesi. Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi, 2006; 1(2): 105-118. Uyar S. Postpartum depresyon oluşumunu etkileyen faktörlerin araştırılması. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Afyon: Afyon Kocatepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2005: 1-35. Van E. Moyer AC, Harlow DS, et al. Postnatal depression and social supports in Vietnamese, Arabic and. International Journal of Gynecology and Obstetrics, 2009: 104: 209-213. Yoshida K, Marksa MN, Kibe N. et al. Postnatal depression in japanese women who have given birth in england. Journal of Affective Disorders, 1997: 43(1): 69-77. 116 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 28 (3) : 117-128, 2012 KAS İÇİ ENJEKSİYONA BAĞLI AĞRIYI AZALTMA REDUCING THE PAIN ASSOCIATED WITH INTRAMUSCULAR INJECTION Öğr.Gör.Dr. Neşe ÇELİK* Prof.Dr. Leyla KHORSHID** *Osmangazi Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu **E.Ü. Hemşirelik Fakültesi Hemşirelik Esasları AD. Başkanı ÖZET Enjeksiyonlar en sık kullanılan tıbbi işlemlerdendir. Kas içi enjeksiyonların uygulanması profesyonel hemşirenin sorumluluğundadır. Bir enjeksiyonu güvenli şekilde uygulamak anatomi, fizyoloji, farmakoloji, psikoloji bilgisi ile iletişim becerilerini ve uygulamada uzmanlığı gerektirir. Kas içi enjeksiyonlar hastalarda korkuya ve anksiyeteye neden olur. Enjeksiyona ilişkin korku, bir hastanın gereksinilen bakımı almak için başvurmasını engelleyebilir. İyi bir enjeksiyon tekniği, hastanın uygun biçimde bilgilendirilmesi, sakin ve kendine güvenen bir hemşire hastanın anksiyetesini azaltmaya yardım edecektir. Kas içi enjeksiyona bağlı ağrıyı azaltmaya yönelik çeşitli yöntemler vardır. Enjeksiyona bağlı ağrıyı azaltma yöntemleri pahalı ve invaziv olmamalı ve hızlıca uygulanmalıdır. Hemşireler kas içi enjeksiyona bağlı ağrıyı azaltmaya yönelik yöntemleri uygulamalıdır. Bu makalede kas içi enjeksiyona bağlı ağrıyı azaltmaya yönelik temel ilkeler ve yöntemler anlatılmıştır. Anahtar sözcükler: ağrı, ağrı yönetimi, derleme, kas içi enjeksiyon ABSTRACT Injections are among the most frequently used medical procedures. The administration of intramuscular injections is a responsibility of the professional nurse. Giving an injection safely requires knowledge of anatomy, physiology, pharmacology, psychology, and communication skills and practical expertise. Intramuscular injections cause pain and associated anxiety for patients. Injections-related pain can lead to life-long phobia, and may discourage a patient from accessing needed care. Good injection technique, appropriate patient information and a calm and confident nurse will help to reduce anxiety. There are different techniques for reducing the pain associated with intramuscular injection. Interventions for reducing pain due to injection would be inexpensive, noninvasive, and rapidly applied. Nurses should applied pain reducing techniques for the administration of intramuscular injections. In this article has been explained the basic principle and techniques for reducing the pain due to intramuscular injection. Key words: pain, pain management, intramuscular injection, article Neşe ÇELİK, Leyla KHORSHID GİRİŞ Kas içi enjeksiyonlar bireylerin çok hoşlanmadığı, invazif, ağrı ve kaygıya yol açan uygulamalardır. Hasta bireyler ağrı duyacakları endişesiyle kas içi enjeksiyon yaptırmak istemezler. Kas içi enjeksiyon tamamen hemşirenin bilgi ve becerisiyle, kendisinin gerçekleştirdiği bir uygulamadır. Bu nedenle hemşire, bu uygulamadan kaynaklanabilecek hastanın yaşayabileceği her türlü komplikasyonu önlemeye yönelik bilgi ile donanmış olmalıdır. Bu komplikasyonlardan biri ağrıdır. Kas İçi Enjeksiyon Uygulamaları Kas içi enjeksiyonlar en çok kullanılan parenteral ilaç uygulamalarından biridir (Alavi 2007, Mitchell 1998, Shatsky 2009). Çok sayıda ilaç kas içine verilmektedir. Aşıların bir kısmı (hepatit A-B, influenza virüs aşıları gibi), antibiyotikler (penisilin ve streptomycin türevleri), biyolojik ajanlar, hormonal ajanlar (progesteron, testesteron) kas içi enjeksiyon olarak uygulanan ilaç gruplarındandır (Nicoll&Hesby 2002). Ayrıca kortikosteroidler, non-steroid anti inflamatuar ilaçlar (NSAİ) ve vitamin B-12 de kas içi yolla uygulanan ilaçlar arasındadır (Shatsky 2009). Basit bir uygulama gibi görünmesine karşın kas içine ilaç vermek basit ve tehlikesiz bir işlem değildir (Nicoll&Hesby 2002, Templeton&McCoy 2008). Hemşirenin hem işlemi yapabilme becerisine hem de anatomi, fizyoloji, farmakoloji ve mikrobiyoloji bilgisine sahip olması gerekir (Hemsworth 2000, Nicoll&Hesby 2002, Hunter 2008). Kas içi enjeksiyonlar en sık uygulanan ilaç uygulamalarından biridir (Alavi 2007, Shatsky 2009). Carter-Templeton’un (2008) belirttiğine göre Dünya Sağlık Örgütü dünyada 16 milyar/yıl enjeksiyon uygulandığını tahmin etmektedir ve tüm enjeksiyonların %5 ve daha azı aşılama, %95 ve daha fazlası tedavi amacıyla uygulanmaktadır (Nicoll&Hesby 2002). Kas içi enjeksiyonlar yalnızca gerekli durumlarda hekim tarafından önerildiğinde, cerrahi asepsi ilkelerine uyularak, alanında yetkin ve yeterli sağlık çalışanları tarafından uygulanmalıdır. Gelişmekte olan ülkelerde sağlık kurumlarında yapılan enjeksiyonların %50’den fazlasının ve aşıların yaklaşık 1/3’ünün güvenli olmadığı, güvenli olmayan enjeksiyon uygulamalarının 1.3 milyon ölüme ve 5.35 milyon $’dan daha fazla yıllık tıbbi harcamalara neden olduğu tahmin edilmektedir. Nicoll&Hesby (2002)’nin belirttiğine göre Dünya Sağlık Örgütü “güvenli ve uygun enjeksiyon yapma” ortak amacına ulaşmak için, “Güvenli Enjeksiyon Global Ağı”nı oluşturmak üzere birkaç uluslararası katılımcı ile bağlantı kurmuştur (Nicoll&Hesby 2002). Kas İçi Enjeksiyona Bağlı Ağrı Kas içi enjeksiyonlara ilişkin birçok komplikasyon gelişebilir ve bu komplikasyonlardan biri ağrıdır (Treadwell 2003, Small 2004, Kevin et al. 2004, Shatsky 2009, Kas içi enjeksiyonlar sıklıkla hastalarda uygulama sırasında ve sonrasında ağrıya ve anksiyeteye yol açarlar (Barnhill at al. 1996, Himelstein et al 1996, Mitchell&Whitney 2001, Chung et al. 2002, Alavi 2007, Rubin et al. 2009). Kas içi enjeksiyonunun orta düzeyde ağrılı bir işlem olduğu düşünülmektedir (Shah et al.2008). Ancak yapılan bir araştırmada kas içi enjeksiyon yapılan bireylerin %40’ı bu uygulamayı çok ağrılı olarak tanımlamışlardır (Alavi 2007). Hastanede yatan çocuklarla yapılan bir çalışmada, 118 Kas İçi Enjeksiyona Bağlı Ağrıyı Azaltma çocukların %48’inin iğne ile yapılan enjeksiyonlardan “çok rahatsız edici” olarak bahsettikleri saptanmıştır (Hasapour et al. 2006). Kas içi enjeksiyonun yol açtığı ağrının kadın ve erkeklerde farklı olup olmadığının incelendiği 300 birey ile yapılan bir çalışmada, kadınların erkeklere göre algıladıkları ağrı yoğunluğunun daha yüksek olduğu saptanmıştır (Kusumadevi et al. 2011). Kas İçi Enjeksiyon Ağrısının İstenmeyen Sonuçları Kas içi enjeksiyonda iğnenin dokuya batırılmasıyla gelişen iğneye ilişkin ağrı, birçok insanda anksiyeteyi başlatır ve yaşam boyu iğne korkusu gelişmesine neden olur (Barnhill at al. 1996, Mitchell&Whitney 2001, Mawhorter et al. 2004, Foster et al. 2005, Özdemir et al. 2011). İğne korkusu senkop atağı ile sonuçlanabilir ve Amerikalıların %3.5’inde iğne korkusu olduğu tahmin edilmektedir. Bireyin bedeninin zarar göreceği ve acı çekeceği korkusu enjeksiyon korkusuna neden olan duygulardır (Cimili 2001). İğne korkusu özellikle çocukluk çağlarında meydana gelen travmatik bir deneyimdir (Lynn 2010). İğne fobisi ve diş hekimi anksiyetesinin incelendiği bir çalışmada, yaşları 4 ile 11 arasında değişen 2865 çocuk hasta incelenmiş ve yaşın artmasıyla birlikte iğne korkusunun da azaldığı sonucu bulunmuştur (Maistoroviç&Veerkamp 2004). Yetişkin hastalarda kas içi enjeksiyon ile ilgili bir çalışmada, örneklemin %68’inin enjeksiyondan korkmadığı, %5’inin kararsız olduğu ve %27’sinin korktuğu bulunmuştur (Pamukçu 2008). Anksiyete ağrı algılamasını arttırır ve hem ağrıyı hem de anksiyeteyi azaltmak için analjezik girişimler planlanmalıdır (Walding 1991, Mawhorter et al. 2004, Hogan ve ark. 2010). Katkıda bulunan birçok başka faktör olmasına rağmen, erişkinlerin aşılanmamasında enjeksiyon korkusu ve anksiyetesinin önemli bir etkisi vardır (Hogan et al. 2010). Kas İçi Enjeksiyon Ağrısının Niteliği Ağrı kişiye özgü bir deneyimdir ve ağrıda ölçülebilen bireyin ağrı yoğunluğu konusunda hissettiğidir (Mitchell 1998, Aslan 2006). Hastaların enjeksiyon ağrısını; “15 dakikadan uzun süren, rahatsız edici bir ağrı, yanma uyuşukluk ve diğer memnuniyetsiz duygular” olarak nitelendirdikleri belirtilmektedir (Mitchell 1998). Kas içi enjeksiyon ağrısı insidansı enjekte edilen maddelerle ilgili faktörlere bağlıdır. Örneğin; Hepatit B aşısına bağlı ağrı, kızarıklık, sertlik gibi lokal reaksiyonların 1-3 gün süreli olduğu bildirilmiştir (Mitchell&Whitney 2001). Eğer hasta kas içi enjeksiyona ilişkin çok fazla ağrısı olduğunu söylüyorsa, bunun artan anksiyete veya geçmişteki olumsuz deneyimler ile ilgili olabileceği düşünülür. Ayrıca hastalar enjeksiyondan dolayı duydukları rahatsızlık sonucu, özellikle çoklu dozlu tedavi gerektiren enjeksiyon uygulamaları konusunda isteksiz, hoşnutsuz olabilirler. İlaç uygulanan enjeksiyon bölgesindeki aşırı hassasiyet de bireyin ağrı algılamasını arttırabilir (Mitchell 1998). Kas İçi Enjeksiyon Ağrısının Gelişme Nedeni Fizyolojik olarak bakıldığında kas içi enjeksiyon ağrısı; enjekte edilen ilacın kimyasal yapısından kaynaklanan lokal irritasyon sonucu gelişebilir. İğnenin deriyi ve dokuyu delmesinden kaynaklanan ve ilacın doku içinde oluşturduğu gerginlikten 119 Neşe ÇELİK, Leyla KHORSHID oluşan mekanik travma da, oluşan ağrıda başka bir faktör olabilir (Hay 1995, Mitchell 1998). Ağrı doku içinde sıvı birikiminden dolayı artmış basınçtan veya sıvının hızla girmesi nedeniyle dokunun ani genişlemesinden dolayı olabilir (Mitchell 1998, Mitchell&Whitney 2001). Kimyasal, mekanik veya termal uyaranlar, afferent nöronların ucundaki nosiseptörler üzerinde yanıt yaratır. Afferent sinirler omuriliğe sinyal taşırlar ve omurilik ağrı sinyallerini beyne nakleder (Mitchell&Whitney 2001). Kas İçi Enjeksiyon Ağrısını Etkileyen Etmenler Kas içi enjeksiyon ağrısını etkilediği öne sürülen birçok sebep belirlenmiştir. Bunlar şöyle sıralanabilir; - Psikolojik etmenler (Enjeksiyon ile ilgili deneyim ve beklentiler) - Enjekte edilen ilaç miktarı - Enjekte edilen ilacın fiziksel ve kimyasal özellikleri (pH, ozmolarite, ilacın yoğunluğu ve kullanılan yardımcı maddeler) (Brazeau et al. 1998, Mitchell 1998, Mitchell&Whitney 2001, Shah et al. 2008). - İğnenin boyutları (uzunluğu ve kalınlığı) - Enjekte edilen kasın durumu, kasın gergin, gevşek veya kasılmış olması, - Saniyedeki enjeksiyon hızı (Mitchell 1998, Mitchell&Whitney 2001, Shah et al. 2008) - Kasın büyüklüğü/yeri (Brazeau et al. 1998, Mitchell&Whitney 2001). Kas İçi Enjeksiyona Bağlı Ağrıyı Azaltmada Hemşirenin Sorumluluğu Bireyin ağrısını azaltmak tüm hemşireler için önemlidir. Ağrı yönetiminin kalitesi ağrı verici uygulamayı yürüten hemşirelerin bilgi, davranış ve yeteneklerine bağlıdır ve bu süreçte hemşireler çok önemli bir rol oynamaktadırlar (Özer ve ark. 2006). Hemşireler ilaç uygulamalarında kullandıkları tekniklerle enjeksiyon ağrısını önlemek veya hastayı rahatlatmakla sorumludurlar (Hunt 2008). Eğitimde görev alan hemşireler enjeksiyonun doğru uygulanabilmesi için yeterli ve doğru eğitimi vermelidirler. Kas içi enjeksiyon ağrısını azaltmada hemşirenin rolüne ilişkin ilk makale 1954’te Shallowhorn tarafından yazılmış olup, bu makalede enjeksiyon ağrısını azaltmak için enjeksiyon alanı seçimi, hasta pozisyonu, enjeksiyon yapılacak dokunun manipülasyonu, aspirasyon ve enjeksiyon hızı doğru uygulandığında hastanın rahatsızlığının azalacağı vurgulanmıştır. 1961’de Zelman gevşek kasa enjeksiyon yapılmasından, enjeksiyon sonrası o bölgeye masaj yapmanın ağrıyı azaltacağından, enjeksiyon hızının yavaş olması gerektiğini vurgulamış, ancak belirli bir hız vermemiştir. Newton ve Fudin 1992’de deltoid kasına doğru pozisyon verilmesiyle ağrının azaldığını belirtmişlerdir (Mitchell 1998). Hasta hemşire ilişkilerinin devamı, hasta bakım kalitesi ve hasta memnuniyetinin sürdürülmesi için fiziksel ve emosyonel etkileri olan kas içi enjeksiyona bağlı ağrı azaltılmalıdır (Hasanpour et al. 2006). Kas içi enjeksiyona bağlı ağrıyı azaltmak için kullanılacak yöntem basit, hızlı, çok az hazırlık gerektiren bir uygulama olmalıdır (Pamukçu 2008). 120 Kas İçi Enjeksiyona Bağlı Ağrıyı Azaltma Kas İçi Enjeksiyona Bağlı Ağrıyı Azaltmak İçin Kullanılan Yöntemler Araştırmacılar, kas içi enjeksiyona bağlı ağrıyı azaltmada farmakolojik ve nonfarmakolojik yöntemlerin etkinliğini inceleyen çalışmalar yürütmüşlerdir. Çocukların ağrının yaratacağı uzun dönem etkilere daha açık olması ve ağrı davranışını olumlu etkileyebileceği düşünülerek enjeksiyon ağrısını azaltmaya yönelik çalışmaların pek çoğu literatürde çocuk hastalarla çalışılarak yapılmıştır (Himelstein et al. 1996, Rock 2000, Cassidy et al. 2001, Chung et al. 2002, Mawhorter ve ark. 2004, Hasanpour et al. 2005, Shah et al. 2008, Ağaç ve Güneş 2011). İntramüsküler enjeksiyon sırasında yaşanan ağrıyı azaltmaya yönelik yapılan çalışmalarda denenen yöntemler şunlardır; Tablo 1. Kasiçi enjeksiyon sırasında yaşanan ağrıyı azaltmaya yönelik non-farmakolojik yöntemlerin kullanıldığı çalışmalar Makalenin yazar adı ve yayın tarihi McQueen (1990) Stanfield (1992) Araştırmanın yapıldığı ülke Kanada ABD Örneklem Başlıca bulgular /öneriler Erişkin hasta n=32 Kas içine Meperidin hidroklorid enjekte etmek için ventrogluteal bölge ile dorsogluteal bölgenin karşılaştırıldığı bir çalışmada, ventrogluteal bölgeye yapılan enjeksiyonun daha az ağrılı olduğu bulunmuştur. Kas içi yolla Meperidin hidroklorid enjekte etmede Z yol tekniğini kullanma ağrıyı azalmada etkili bulunmamıştır. Erişkin hasta n=16 Farklı bölgelere uygulanan kas içi enjeksiyon ağrısı yetişkin bireylerde steril su uygulanarak karşılaştırmış ve dorsogluteal bölgeye kas içi enjeksiyon yapmanın ventrogluteal bölgeye göre daha az ağrılı olduğu saptanmıştır. Barnhill et al. (1996) ABD Erişkin hasta n=93 Kas içi immünglobulin yapılan yetişkin hastalarda, enjeksiyon yapılacak noktaya başparmak ile parmağa direnç hissedecek bir basınçla 10 sn süre ile basınç uygulamanın enjeksiyondan kaynaklanan ağrıyı azalttığı saptanmıştır. Rock (2000) Avustralya Erişkin hasta n=70 Kas içine uzun etkili nöroleptik uygulamasında iğneyi değiştirmenin enjeksiyon ağrısını azaltmadığı saptanmıştır. ABD Erişkin sağlıklı birey n=50 Kas içine uygulanan Hepatit B aşısını 30sn/ml hızla uygulamanın 10sn/ml hızla uygulamaya oranla ağrıyı azaltmada etkili olmadığı bulunmuştur. Hong Kong Erişkin sağlıklı birey N=74 Kendilerine kas içine 2 doz Hepatit A ve B aşısı yapılacak erişkin bireylerde, direnç hissedinceye kadar 10 saniye süre ile enjeksiyon alanına basınç uygulamanın, algılanan ağrıyı önemli derecede azalttığı bulunmuştur. Mitchell&Whitney (2001) Chung et al. (2002) 121 Neşe ÇELİK, Leyla KHORSHID Foster et al. (2005) Gundrum et al. (2005) İspanya Sağlıklı çocuk n=171 Çocuklarda yapılan aşılamada kas içi enjeksiyon ağrısını azaltmada ShotBlocker’ın etkili olmadığı bulunmuştur. ABD Sağlıklı çocuk n=99 Kas içine aşı uygulanan çocuklarla yapılan bir çalışmada ShotBlocker uygulamanın ağrı düzeyini önemli derecede azalttığı bulunmuştur. Anaokulu çağı sağlıklı çocuk n=119 ShotBlocker (Pain-away), deri ile bağlantı sağlayan kısa, sivri olmayan 2 mm kalınlığında künt çıkıntıları olan, ortasında enjeksiyon bölgesini açıkta bırakacak şekilde bir delik bulunan yassı, atnalı şeklindeki araçtır. Okul öncesi çocuklarda kas içi yolla yapılan aşılamada ShotBlocker’ın ağrıya etkisini incelemek amacıyla yapılan bir çalışmada ShotBlocker uygulanan grupta “hafif ağrısı” olduğunu belirtenlerin oranı %93,2, kontrol grubunda ise %51,7 olarak bulunmuştur. Guevarra (2005) Filipinler Resim 1. ShotBlocker Hasanpour et al. (2006) İran Hasta çocuk n=90 Çocuklara kas içi penicilin enjeksiyonunda yaşına göre; şarkı söyleme, derin nefes alıpverme, ayna tutma, oyuncak bebek gösterme gibi dikkati başka yöne çekme yöntemi kullanmanın ağrı şiddetini azalttığı bulunmuştur. Çocuklara kas içi penicilin enjeksiyonunda 2-3 parça buz kullanılarak gluteal kasın olduğu bölgeye enjeksiyondan önce 30 sn süre ile yapılan soğuk uygulamanın ağrı şiddetini azalttığı bulunmuştur. Sajedi et al. (2006) İran Sağlıklı yenidoğan N=64 Yenidoğanlarda enjeksiyonlardan 2 dk. önce oral yolla 2 ml %30’ luk glükoz vermenin enjeksiyon ağrısını azalttığı saptanmıştır. Alavi (2007) İran Erişkin hasta n=64 Kas içi yolla penicilin uygulanacak hastalarda akupresür eğitimi almış bir hemşire tarafından hastaların sakral bölgesinde bulunan bası noktasına 1 dk akupresür uygulamanın, enjeksiyona bağlı ağrıyı azalttığı saptanmıştır. Mennuti-Wasburn (2007) ABD Sağlıklı çocuk n=89 Kas içi yolla aşılanan çocuklarda yapılan bir çalışmada ShotBlocker ağrıyı azaltmada etkili bulunmamıştır. Pamukçu (2008) Türkiye Erişkin hasta n=200 Kas içi tetanoz aşısı uygulanacak yetişkin hastalarda enjeksiyon bölgesine 2 dk süre ile buz uygulamanın ağrıyı azaltmada etkili olduğu bulunmuştur. Cobb&Cohen (2009) İngiltere Sağlıklı çocuk N=89 Çocuklarda aşılama ile ilgili ağrıyı azaltmak amacıyla yapılan bir çalışmada ShotBlocker kullanılmış, ancak kas içi enjeksiyon ağrısını azaltmada etkili olmadığını bulunmuştur. 122 Kas İçi Enjeksiyona Bağlı Ağrıyı Azaltma Drago et al. (2009) ABD Sağlıklı çocuk n=165 Çocuklarda İM enjeksiyon ağrısını azaltmada ShotBlocker’ın kullanıldığı bir çalışmada, hemşire ve bakım vericilerin değerlendirmelerine göre çocukların ağrı puanları düşmüş, ancak çocukların değerlendirmelerine göre farklılık bulunmamıştır. Yapılan bir çalışmada Pain-away olarak isimlendirilen ve ShotBlocker ile aynı olan bir araç kullanılarak, yenidoğan bebeklerin kas içine Hepatit B aşısı uygulanmıştır. Sonuç olarak, bu aracın enjeksiyon ağrısını azalttığı saptanmıştır. Endonezya Yenidoğan n=89 Özdemir ve ark. (2010) Türkiye Erişkin hasta n=25 Metilprednisolonun kas içine 10 sn/ml hızla verildiğinde, 30 sn/ml verilmeye oranla daha az enjeksiyon sonrası ağrıya yol açtığı saptanmıştır. Ağaç ve Güneş (2011) Türkiye Erişkin hasta n=100 İlacı (diclofenac sodium) kas içine uygulamadan önce iğneyi değiştirmenin enjeksiyona bağlı ağrıyı azalttığı saptanmıştır. Farhadi&Esmailzadeh (2011) İran Erişkin hasta n= 60 Kas içine penicillin benzathin uygulamasından önce 30 saniye süreyle lokal buz uygulamanın enjeksiyon ağrısını azalttığı saptanmıştır. n=30 Erişkin hasta Kas içi enjeksiyondan sonra bölgeye masaj uygulamanın enjeksiyona bağı ağrıyı azalttığı saptanmıştır. Türkiye Erişkin hasta n=60 Erişkin bireylerde iki farklı hızla (5-10 sn/ml) yapılan kas içi penisilin enjeksiyonunda sürenin ağrı algılamasını etkilemediği saptanmıştır. Erişkin bireylerin dorsogluteal ve ventrogluteal bölgelerine kas içine penisilin enjekte edildiğinde, ağrı algılamasını etkilemediği saptanmıştır. Türkiye Yenidoğan n=80 Yenidoğan bebeklerde kas içi yolla Palivizumab enjeksiyonunda ağrıyı azaltmak için işlem öncesi oral yolla sukroz solüsyonu vermenin enjeksiyon ağrısını azalttığı saptanmıştır. Susilawati et al. (2010) Kanika&Rani (2011) Tuğrul (2011) Uzelli (2011) Hindistan Tablo 2. Kasiçi enjeksiyon sırasında yaşanan ağrıyı azaltmaya yönelik farmakolojik yöntemlerin kullanıldığı çalışmalar Makalenin yazar adı ve yayın tarihi Himelstein et al. (1996) Araştırmanın yapıldığı ülke Örneklem ABD Erişkin gönüllü birey n=40 Başlıca bulgular /öneriler Gönüllü yetişkin bireylerde enjeksiyon bölgesine lidokain ve prilokainin karışımı (EMLA kremi) sürmenin deltoid kasa serum fizyolojik uygulamaya bağlı enjeksiyon ağrısını azalttığı saptanmıştır. 123 Neşe ÇELİK, Leyla KHORSHID Cassidy et al. (2001) Mawhorter et al. (2004) Shah ve ark. (2008) Kanada Sağlıklı çocuk N=161 Lokal anestezi sağlayan lidokain ve prilokainin karışımı (EMLA kremi) uygulamanın 4-6 yaş çocuklarda aşılamaya bağlı ağrıyı azalttığı saptanmıştır. ABD Erişkin sağlıklı birey N=185 Seyahat öncesi aşı uygulanacak erişkin gönüllüler ile yapılan bir çalışmada, enjeksiyon bölgesine lokal soğutucu buhar içeren Fluori-Methane’ı pamuk tamponla uygulamanın, ağrı düzeyini azalttığı bulunmuştur. Yenidoğan n=110 Yenidoğan bebeklerde enjeksiyondan 30 dk önce enjeksiyon alanına lokal anestezik olarak %4’lük Amethocaine jel uygulanarak K vitamini enjekte edilmiş ancak bunun kas içi enjeksiyon ağrısını azaltmada etkili olmadığı bulunmuştur. Kanada Kas içi enjeksiyon sırasında yaşanan ağrıyı azaltmaya yönelik çoğunlukla nonfarmakolojik yöntemlerin etkinliği incelenmiştir. Bu yöntemlerin denendiği çalışmalarda buz uygulamasının, oral glikoz veya sükroz vermenin, dikkati başka yöne çekmenin, akupressürün, ilacı daha yavaş (30 sn./1 ml. hızla) enjekte etmenin, basınç uygulamanın, Z yol tekniği kullanmanın etkili olduğu bildirilmiştir (Tablo 1). Az sayıdaki farmakolojik yöntemlerde yeni doğanda, sağlıklı çocuklarda ve erişkinlerde Krem EMLA’nın etkisi incelenmiş ve çalışmaların yarısında etkili bulunmuştur (Tablo 2). Tüm bu çalışma ve makale sonuçlarına dayalı olarak, hemşirelerin kas içi enjeksiyonuna bağlı ağrıyı azaltmaları için uymaları gereken ilkeler ve denenebilecek ağrı azaltma yöntemleri söyle sıralanabilir; - Ne olduğunu anlamaları ve işlemi yapacak kişinin önerilerine uymalarını sağlamak için, işlemden önce hastayı uygun şekilde bilgilendirerek hazırlanmalıdır. - Bedenin sağ ve sol bölgeleri dönüşümlü olarak kullanılmalı ve bu kaydedilmelidir (Workman 1999). - Gereksiz ve hasta için kabul edilemeyecek risklerinden dolayı, dorsogluteal bölge kullanılmamalıdır (Malkin 2008). Enjeksiyon için ventrogluteal bölge seçilmelidir (Nicoll&Hesby 2002) - Erişkinlerde ve 7 aydan daha büyük çocuklarda, ilacın kas tabakasına ulaşmasını sağlamak için, ilk olarak ventrogluteal bölge seçilmelidir (Workman 1999, Nicoll&Hesby 2002). - Z yol tekniği kullanılmalıdır (Workman 1999, Wynaden et al. 2006). - Hastaya, kas gruplarını ve kendisini gevşeyebileceği bir pozisyon verilmelidir (Workman 1999, Hemsworth 2000, Wynaden et al. 2006). Bunun için hasta prone pozisyonda iken ayak başparmakları içe bakacak şekilde, femurun internal rotasyonu sağlanmalı, supine pozisyonunda iken bir veya her iki dizini bükmeli, yan yatar pozisyonda iken üst bacak 20° lik açıyla bükülmeli, ayakta ise (bazı çocuklar ayakta enjeksiyonu tercih ederler) enjeksiyon yapılacak ayağın başparmağı içe bakacak şekilde ayakta durulmalı ve vücut ağırlığı diğer bacak üzerine verilmelidir (Hemsworth 2000). 124 Kas İçi Enjeksiyona Bağlı Ağrıyı Azaltma - İğnenin kuru, steril, keskin ve doğru uzunlukta olmasını sağlamak için ilaç hazırladıktan sonra, ilacı enjekte etmeden önce iğne değiştirilmelidir. - Derinin kırpılmasını ve dokunun yer değiştirmesini önlemek için, iğne 90 derecelik açıda tutularak, kontrollü bir şekilde iğne itilerek deriye tamamen girilmelidir. - İlacın dağılmasını sağlamak için enjeksiyonu tamamladıktan sonra 10 sn. beklenmeli ve girişteki aynı açıya iğne geri çekilmelidir (Nicoll&Hesby 2002, Workman 1999). - Kası sıvıya uygun hale getirmek için 1 ml.’si 10 saniyede gidecek şekilde, ilaç sürekli ve yavaş verilmelidir (Workman 1999). - Çocuklarda aşılamaya bağlı enjeksiyon ağrısını azaltmak için; aşının en az ağrılı olan formülü enjekte edilmeli, aşılama sırasında bebek tutulmalı veya çocuk oturtulmalı, enjeksiyondan önce ve enjeksiyon sırasında enjeksiyon bölgesine basınç uygulanmalı, ardışık olarak iki aşı uygulandığında, daha az ağrıya yol açan aşı daha önce uygulanmalı, ve hava kontrolü için pistonu çekmeden hızlı bir kas içi enjeksiyon yapılmalıdır (Taddio et al. 2009). - Eğer ilacın kendisi enjeksiyon ağrısı veya doku hasarı için sorumlu bulunduysa, ilaca procaine ya da lidocaine gibi bir bileşik veya başka bir lokal aneztezik madde hekim önerisi ile ilave edilmelidir (Brazeau et al. 1998, Workman 1999). - İlaçla eşzamanlı olarak özel bir araç (ShotBlocker) (resim 1) (Cobb&Cohen 2009, Susilawati et al. 2010) uygulanmalıdır. - Bir enjektöre çekilmiş olan fazla ilacın iğneden çıkarılması sırasında, ilacın iğne üzerine damlaması sonucu iğnenin üzerinde kalan ilaç, enjeksiyon sırasında subkutan dokunun içinden geçerken, enjeksiyon bölgesinde ağrıya neden olur, bunu önlemek için yeni steril iğne takılmalıdır (Nicoll&Hesby 2002). - Enjeksiyon sırasında iğne subkutan dokudan kasa düzgün ve sabit şekilde batırılmalıdır. - Alkollü gaz tampon kullanma, ağrıya veya yanma duygusuna yol açar. Enjeksiyondan önce bölge alkollü gaz tamponla silinmeli ve ilacı enjekte etmeden önce kuruması beklenmelidir (Workman 1999, Nicoll&Hesby 2002). - Enjeksiyondan sonra bölge ovulmamalıdır (Workman 1999), enjeksiyondan sonra bölgenin üzerine alkolsüz, kuru bir gaz tampon hafifçe bastırılmalıdır (Workman 1999, Nicoll&Hesby 2002). - Enjeksiyon yapılacak noktaya başparmak ile parmağa direnç hissedecek bir basınçla 10 sn süre ile basınç uygulanmalıdır (Hemsworth 2000, Wynaden et al. 2006). - Özellikle küçük çocuklarda ve iğne korkusu olan hastalarda enjeksiyondan önce deriyi uyuşturmak için enjeksiyon bölgesine enjeksiyondan önce 30 sn–2 dk. süre ile buz veya dondurucu sprey kullanılmalıdır (Workman 1999, Hemsworth 2000, Wynaden et al. 2006). - Çocuklarda yaşına uygun şekilde; şarkı söyleme, derin nefes alıp-verme, ayna tutma, oyuncak bebek gösterme gibi dikkati başka yöne çekme yöntemleri kullanılmalıdır (Hemsworth 2000, Wynaden et al. 2006). 125 Neşe ÇELİK, Leyla KHORSHID SONUÇ Hemşire kas içi enjeksiyona bağlı ağrıyı azaltmaya yönelik uygulamaları bilmeli, bu konudaki yeni yayınları izlemeli, enjeksiyon ağrısını gidermeye yönelik çeşitli yöntemlerden uygun olanları hastalarında kullanmalıdır. Bunun yanı sıra hemşire, klinik deneyimleri ve gözlemleri doğrultusunda kendisi de kas içi enjeksiyona bağlı ağrıyı azaltabilecek yeni ve farklı yöntemlerin etkinliğine yönelik çalışmalar planlayarak yürütebilmelidir. KAYNAKLAR Ağaç E, Güneş ÜY. Effect on pain of changing the needle prior to administering medicine intramuscularly: a randomized controlled trial. Journal of Advanced Nursing, 2011; 67: 563-568. Alavi NM. Effectiveness of acupressure to reduce pain in intramuscular injections, Acute Pain, 2007: 9: 201-205. Aslan FE. Ağrıya ilişkin kavramlar. Ağrı, doğası ve kontrolü. Avrupa Tıp Kitapçılık Ltd Şti, İstanbul, 2006: 46-50. Barnhill BJ, Holbert MD, Jackson NM, et al. Using pressure to decrease the pain of intramuscular injections, Journal of Pain and Symptom Management, 1996: 12(1):52-57. Brazeau GA, Cooper B, Svetic K, et al. Current perspectives on pain upon injection of drugs, Journal of Pharmaceutical Sciences, 1998: 87(6): 667-677. Cassidy KL, Reid GJ, McGrath PJ, et al. A randomized double-blind, placebo-controlled trial of the EMLA patch for the reduction of pain associated with intramuscular injection in four to six-years-old children, Acta Peadiatr, 2001: 90:1329-1336. Chung JWY, Ng WMY, Wong TS. An experimental study on the use of manual pressure to reduce pain in intramuscular injections, Journal of Clinical Nursing, 2002: 11: 457-461. Cimili C. Cerrahide anksiyete, Klinik Psikiyatri, 2001; 4: 18-186. Cobb EJ, Cohen LL. A randomized conrolled trial of the shotblocker for children’s immunization distress, Clin J Pain, 2009: 25(9): 790-796. Drago LA, Singh SB, Douglass-Bright A, et al. Efficacy of shotblocker in reducing pediatric pain associated with intramuscular injections, American Journal of Emergency Medicine, 2009: 27: 536-543. Farhadi A, Esmailzadeh M. Effect of local cold on intensity of pain due to Penicilin Benzathin intramuscular injection, International Journal of Medicine and Medical Sciences, 2011: 3(11): 343-345. Foster R, Eberhart T, Zuk J, et al. Is the shotblocker effective in reducing immunization pain? Research News, 2005; 12: 1-2. Guevarra MAD (2005). Efficacy of shotblocker® in reducing pain associated with intramuscular injections in pre-school children, http://www.bionix.com/Pages/MedStudy1.html Gundrum T, Sherman C, Ruhlman S (2005). Assessment of discomfort with usual immunization practice compared to the use of usual practice and shotblocker®. http://www.bionix.com/Pages/MedStudy2.html Hasanpour M, Tootoonchi M, Aein F, et al. The effects of two non-pharmacologic pain management methods for intramuscular injection pain in children, Acute Pain, 2006; 8:7-12. Hay J. Complications at site of injection of depot neuroleptics, BMJ, 1995: 311(7002): 421. Hemsworth S. Intramuscular (IM) injection technique. Paediatric Nursing, 2000; 12: 17-20. Hunt CW. Which site is best for an I.M. injection? Nursing, 2008; 18: 62. Himelstein BP, Cnaan A, Blackall CS, et al. Topical application of lidocaine-prilocaine (EMLA) cream reduces the pain of intramuscular infiltration of saline. Journal of Pediatrics, 1996: 129(5): 718-721. Hogan ME, Kikuta A, Taddio A. A systematic review of measures for reducing injection pain during adult immunization, Vaccine, 2010: 28: 1514-1521. 126 Kas İçi Enjeksiyona Bağlı Ağrıyı Azaltma Kanika KH, Rani, SP. Effect of massage on pain perception after administration of intramuscular injection among adult patients, Nursing and Midwifery Research Journal, 2011: 7(3): 130-138. Kevin LT, Fallon LF, Olumo AA. Deltoid muscle atrophy secondary to hepatitis B injection? a case report, Journal of Controversial Medical Claims, 2004: 11(1):9-12. Kusumadevi MS, Dayananda G, Shivakumar V, et al. The perception of intramuscular injection pain in men vs women, Biomedical Research, 2011: 22(1): 107-110. Lynn K. Needle phobies: stuck on not getting stuck. MLO (Medical Laboratory Observer) 2010; September: 48. Maistoroviç M, Veerkamp JS. Relationship between needle phobia and dental anxiety. J Dent.Child, 2004: 71(3): 201-205. Malkin B. Are techniques used for inramuscular injection based on research evidence? Nursing Times, 2008: 104(50/51): 48-51. Mawhorter S, Daugherty L, Ford A, et al. Topical vapocoolant quickly and effectively reduces vaccineassociated pain: results od a randomized, single-blinded, placebo-controlled study. J Travel Med, 2004: 11(5): 267-272. Mennuti-Washburn JE. Gate control theory and its application in a physical intervention to reduce children’s pain during immunization injections (dissertation). Georgiga State University, Department of Psychology Theses. 2007. McQueen M. Assessing intramuscular injection: technique, site and pain perception. The Degree of Master of Science in Nursing a Thesis. Alberta University, Canada. 1990. Mitchell JR, Whitney FW. The effect of injection speed on the perception of intramuscular injection pain, AAOHN, 2001: 49(6):286-292. Mitchell JR. The effect of injection speed on the perception of intramuscular injection pain. The Degree of Master of Science in Nursing a Thesis. School of Nursing and Graduate School of The University of Wyoming. 1998. Nicoll LH, Hesby A. Intramuscular injection: an integrative research review and guideline for evidencebased practise, Applied Nursing Research, 2002: 16(2):149-162. Özdemir L, Pιnarcı E, Akay BN ve ark. Effect of methylprednisolone injection speed on the perception of intramuscular injection pain, Pain Management Nursing, 2010; 1-8. Özer S, Akyürek B, Başbakkal Z. Hemşirelerin ağrı ile ilgili bilgi, davranış ve klinik karar verme yeteneklerinin incelenmesi, Ağrı, 2006: 18(4):36-43. Pamukçu G. Erişkinlerde intramüsküler yolla tetanoz aşısı enjeksiyonu öncesinde buz uygulamasının enjeksiyonun sebep olduğu ağrıya etkisi. Gazi Üniversitesi Acil Tıp Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi. Ankara: 2008. Rock D. Does drawing up technique influence patients’ perception of pain at the injection site? Australian and New Zealand Journal of Mental Health Nursing, 2000; 9:147-151. Rodger MA, King L. Drawing up and administering intramuscular injections: a review of the literature, Journal of Advanced Nursing, 2000; 31(3):574-582. Rubin TK, Gandevia SC, Henderson LA, et al. Effects of intramuscular anesthesia on the expression of primary and referred pain induced by intramuscular injection of hypertonic saline, The Journal of Pain, 2009: 10(8): 829-835. Shah VS, Taddio A, Hancock R, et al. Topical amethocaine gel 4% for intramuscular injection in term neonates: a double-blind, placebo-controlled, randomized trial. Clinical Therapeutics, 2008: 30(1): 166-174. Shatsky Do M. Evidence for the use of intramuscular injections in outpatient practice, American Family Physician, 2009: 79(4):297-300. Small SP. Preventing sciatic nerve injury from intramuscular injections: literature review, Journal of Advanced Nursing, 2004: 47(3):287-296. Stanfield JA. Comparative study of ventrogluteal and dorsogluteal sites on pain following intramuscular injection. The Degree of Master of Science in Nursing a Thesis. Medical College of Georgia, U.S.A. 1992. 127 Neşe ÇELİK, Leyla KHORSHID Sajedi F, Kashaninia Z, Rahgozar M and Radrazm L. The efficacy of oral glucose for relieving pain following intramuscular injection in term neonates, Acta Medica Iranica, 2006: 44(5): 315- 322. Susilawati S, Arhana BNP, Subanada IB. Effectiveness of painaway on hepatitis B intramuscular injection in term neonates: a randomized controlled trial, Paediatrica Indonesiana, 2010: 50(4): 214-219. Taddio A, Ilersich AL, Ipp M, Kikuta A, Shah V. Physical interventions and injecton techniques for reducing injection pain during routine childhood immunizations: systematic review of randomized controlled trials and quas-randomized controlled trials. Clinical Therapeutics, 2009; 31(Suppl B):48-76. Templeton HC, McCoy T. Are we on the same page? : a comparison of intramuscular injection explanations in nursing fundamental texts, MEDSURG Nursing, 2008: 17(4): 237-240. Treadwell T. Intramuscular injection site injuries masquerading as ulcers, Wounds, 2003: 15(9):302-312. Tuğrul E. İntramüsküler Yolla İlaç Uygulamasında İlacın Verildiği Bölgenin ve Veriliş Hızının Ağrıya Etkisi, Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. İzmir: 2011. Uzelli D. Yenidoğana uygulanan intramüsküler enjeksiyonda sukroz solusyonunun ağrı üzerine etkisinin incelenmesi. Yüksek Lisans Tezi. Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. İzmir: 2011. Walding MF. Pain, anxiety and powerlessness. Journal of Advanced Nursing, 1991: 16: 388-397. Wynaden D, Landsborough I, McGowan S, et al. Best practice guidelines for the administration of intramuscular injections in the mental health setting. International Journal Mental Health Nursing 2006: 15:195-200. Workman B. Safe injection techniques, Nursing Standart, 1999; 13(39): 47-53. 128 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 28 (3) : 129-135, 2012 YAŞAMA DAİR OLUMLU DÜŞÜNCE POSITIVE THINKING ABOUT LİFE Doç.Dr. Ayşegül BİLGE Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, Psikiyatri Hemşireliği A.D. İyimser, yaranın üstünde kabuk, kötümser de kabuğun altında yara görür. Ernest Schrönder ÖZET Olumlu düşünce, zihni olumlu biçimde kullanmaktır. Düşünce bilişsel süreçlerle ilgilidir ve olumlu düşünce yaşam doyumu için gereklidir. Olumlu düşüncenin ifadelendirilmesi kültürler arası farklılıklar gösterebilmektedir. Olumlu düşünce ile ilgili geçmişten günümüze yapılan yayınlarda yaşam için vazgeçilmez olduğu ve sağlığı olumlu etkilediği vurgulanmış, hastalıklara ve mesleklere göre farklılıklar gösterdiği belirtilmiştir. Hemşirelik mesleği için önemi vurgulanmıştır. Bu yazıda geçmişten günümüze dek yapılmış olan yaşama dair olumlu düşüncelerin araştırıldığı ulaşılabilen çalışmaların genel sonuçları gözden geçirilmiştir. Sonuçlar, yıllar içindeki değişiklikleri izleyebilmek açısında tarihsel sıra ile ele alınmıştır. Sonuç olarak; olumlu düşünce ile ilgili yapılan araştırmalar, ilk çalışmadan bu yana olumlu düşünceye sahip olmanın insan sağlığına terapötik etki yaptığını vurgulamıştır. Bireylerin meslekleri, hastalıkları, eğitim durumu gibi değişkenlerle olumlu düşünceye sahip olmanın beklendiği gibi farklılık gösterdiği saptanmış, koşulların uygunluğunun düşünceyi olumlulaştırdığı belirtilmiştir. Anahtar Kelimeler: Olumlu düşünce, sağlık, hemşirelik ABSTRACT Positive thinking is using one’s mind in a positive manner. Thinking involves cognitive processes and positive thinking is necessary for satisfaction in life. The meaning of positive thinking can vary between cultures. Past and current publications have emphasized that positive thinking is necessary for life and that it has a positive influence on health which differs according to professions and illnesses. It has been emphasized for nursing profession. In this article the general results of studies about positive thinking that could be found from the past to the present were reviewed. The results were reviewed chronologically to be able to follow changes over time. In conclusion positive thinking research studies, from the first study until the most recent studies, have emphasized the therapeutic effect of positive thinking on the health of people. Differences have been found at an expected level in individuals according to factors, such as their Ayşegül BİLGE profession, illness, and educational status. The appropriateness of conditions has been shown to have a positive effect on thinking. Key words: positive thinking, health, nursing GİRİŞ Dünya Sağlık Örgütü; sağlığı, ruhsal, bedensel ve sosyal yönden tam bir iyilik hali olarak tanımlamaktadır (WHO 1978 ). Bu nedenle 1980’li yıllardan itibaren dünyada olumlu şeyler ve yaşam doyumu ve hatta yaşam kalitesini arttırmak konusuna önem verilmeye başlanmıştır. Bu akım; “well-being” esenlik, iyilik ya da yaşam doyumu olarak ifade edilmektedir (Jung ve ark. 2007). İnsanoğlunun bilişsel alanını içeren iyilik ya da yaşam doyumu için iki değişkenden bahsedilir. Bunlar; insan gereksinimleri ve kişisel durumlardır. İnsan gereksinimleri; eğitim, para gibi yaşamı devam ettirecek somut durumlar iken, diğeri ise kişisel durumlar; düşünce, duygu gibi kişiye ait soyut özelliklerdir. Bu iki değişken arasında kişiye ait olan duygu ve düşünce gibi durumların yaşamı iyi geçirebilmek için daha önemli olduğu belirtilmiştir (Jung ve ark. 2007). Bu doğrultuda yakın tarihte yapılan araştırmalar artık ikinci bölümü içeren “düşünce tarzları” üzerinde durmuştur. Bununda uzantısı olan olumlu düşünce önemlilik kazanmıştır (Kim ve ark. 2007). Ancak Olumlu Düşünce Ölçeği geliştirilene kadar bu konu araştırmalarda sayısal olarak değerlendirilememiştir (Kim ve ark. 2007). Bu makalenin amacı; yaşama dair olumlu düşüncenin önemini konu ile ilgili yapılan araştırmalar ile sunmaktır. Bu yazıda, pubmed veri tabanında “positive thinking” anahtar kelimesi kullanılarak, bu konuda 1995 ile 2010 yılları arasında yapılmış olan, ulaşılabilen çalışmaların genel sonuçları gözden geçirilmiştir. Sonuçlar, yıllar içindeki değişikleri izleyebilmek açısından tarihsel sıra ile ele alınmıştır. Olumlu Düşünce Türk Dil Kurumu (2008)’na göre; düşünce, dış dünyanın insan zihnine yansımasıdır. Olumlu düşünce ise, zihnin yönlendirebilme yeteneğini, olumlu biçimde kullanmadır. Teorisyenlere göre; tutum ve yargılar, herhangi bir şey hakkındaki bilgiler ile doğrudan ilgilidir. Var olan bilgi ise, o konu hakkındaki duygu ve düşünceleri içermektedir (Griffitt ve Veitch 1971). İnsanoğlu herhangi bir konu hakkında elde ettiği bilgi ile olumlu düşünceye sahip olursa, bu düşünce kendisinde rahatlama etkisi yaratacaktır (McGrath ve ark. 2006). Olumsuz düşünceye sahip olma ise stres, depresyona, anksiyete bozukluklarına neden olabilecek güçtedir. Bu nedenle psikiyatri hemşireliği girişimlerinden olan bilişsel-davranışçı terapilerde, stratejilerden biri düşünceye müdahaleyi içeren bilişsel yeniden yapılandırma stratejisidir. Bu uygulamaların odak noktası olumsuz düşüncelerin değiştirilmesidir (Demiralp ve Oflaz 2007). Sonuç olarak olumlu düşünce hastalıkları önleme ve sağlığı sürdürme konusunda gizil gücünü korumaktadır. 130 Yaşama Dair Olumlu Düşünce Düşünce İle İlgili Psikometrik Araçlar Düşünce tarzı bedensel ve ruhsal alanı etkilediği için, psikometrik araçlarla ölçülerek değerlendirilmesi erken müdahale açısından önemlidir. Bu bağlamda bazı ülkelerde düşünceyi ölçen ölçekler geliştirilmiş ve kültürel uyarlamaları yapılmıştır (Kim ve ark. 2007, Sternberg ve Wagner 1997, Şahin ve Şahin 1992, Boelen 2007, Shiraishi 2007) (Tablo 1). Tablo 1. Düşünce Tarzının Değerlendirilmesi İçin Kullanılan Bazı Ölçekler ve Yayımlandığı Ülkeler Yayımlanan Ülke Yazar Ölçek Adı Hong Kong, China, Filipinler ve İngiltere Sternberg ve Wagner (1992) Thinking Styles Inventory Türkiye Şahin ve Şahin (1992) Otomatik Düşünce Ölçeği Almanya Boelen (2007) Automatic Thoughts QuestionnairePositive(ATQ-P). Kore Kım ve ark. (2007) the Positive Thinking Scale Japonya Shiraishi ve ark.(2007) Development of the Positive Automatic Thoughts List (PAL). Düşünce ile ilgili geliştirilmiş/kültürel uyarlama yapılmış psikometrik araçların daha çok düşünce tarzından, olumlu düşünce geliştirme sürecine doğru bir yelpaze oluşturduğu düşünülmektedir. Ölçeklerle ilgili bu değişim ve gelişim, insan yaşantısında olumlu düşüncenin kazanılması gereken bir beceri olarak yerini aldığını göstermektedir. Olumlu Düşünce İle İlgili Çalışmalar Olumlu düşünce ile ilgili birçok araştırma yapılmış, kitaplar yayımlanmış ve bilgilendirme toplantıları yapılmıştır. Ulaşılabilen ilk çalışma ise Donaldson (1959) tarafından yapılan “Positive and negative information in matching problems” konu başlıklı çalışmadır. Bu bilgiden yola çıkarak, bu başlık altında tıp kaynaklarında bugüne kadar yayımlanmış, ulaşılabilen çalışmalardan örnekler verilerek yaşama dair olumlu düşüncenin önemi açıklanacaktır. Rittenberg (1995) kanser hastalarının tedavisinde olumlu düşüncenin önemini araştırmayı amaçladığı çalışmada, hastalık ve çevre ile başa çıkmada olumlu düşüncenin bir baş stratejisi olduğunu belirtmiştir. Bireyin kendisi ile olumlu iletişime girmesi başa çıkma yöntemleri arasında yer alır. Olumlu düşünce ise kendisi ile olumlu iletişime girme basamaklarındandır. Bu durum hastalıkları önleme ve sağlığı sürdürmede birinci adımı oluşturmaktadır. Psikolojik Stres Teorileri’ne (Brewin 1996) göre; doğum eylemi ile olumlu düşünce arasında anlamlı bir ilişki olduğu bildirilmiş ve olumlu düşüncenin doğumu kolaylaştırdığı vurgulanmıştır. De Raeve (1997) yaptığı çalışmasında kanser hastalarının ölümle yüzleştiği süreçte olumlu düşüncenin moral tedavi etkisi yaptığı belirtilmiştir. 131 Ayşegül BİLGE Wilkinson ve Kitzinger (2000) çalışmalarında kanser hastalarının olumlu düşünmeleri ile ruh sağlığı düzeyleri ve kanser hastalığının mortalite ve morbidite durumları arasında ilişki olduğunu bildirmişlerdir. Araştırmada özellikle meme kanserli kadınların olumlu düşünce hakkında daha çok konuştukları belirlenmiştir. Zhang ve Sternberg (2000) yaptıkları çalışmalarında, Çin halkının öğrenme yaklaşımları ve düşünce tarzları arasında ilişkiyi saptamayı amaçladıkları araştırmada, öğrenme yaklaşımları ile düşünce tarzları arasında ilişkinin olduğu belirtilmişlerdir. Düşünce tarzı olumsuz olan bireylerin öğrenme güçlüğü yaşadığı vurgulanmıştır. Zhang (2002) yaptığı bir başka çalışmada Hong Kong’lu üniversite öğrencilerinin olumlu düşünce ve bilişsel süreçleri arasındaki ilişkiyi incelemiş ve olumlu bir ilişki saptamıştır. Olumlu düşüncenin ifadelendirilmesi gruplar arası farklılıklar gösterebilmektedir. Avusturalya’da yapılan bir araştırmada hasta ve hemşirelerin olumlu düşünceden ne anladıkları sorgulanmış, hastalar olumlu olmanın yaşamın içinde hep var olduğunu ve ulaşılabilir olduğunu belirtirken, hemşireler olumlu olmayı sadece kişisel özellik olarak yorumlamışlardır (O’Baugh ve ark. 2003). MacLeod ve arkadaşları (2005) yaptığı çalışmalarında, intihar ile umutsuzluk ve geleceğe yönelik olumlu ve olumsuz düşünceler incelemişler, anksiyete de olumsuz gelecek düşüncesinin yaygın olduğunu saptamışlardır. Watkinsa ve Moulds (2007) yaptıkları çalışmada, depresyon hastaları, depresyon kontrol hastaları ve depresyon olmayan bireylerden oluşan toplam üç grupta, olumsuz düşünceler sorgulanmış, depresyon hastalarının diğerlerine göre daha olumsuz düşüncelere sahip olduklarını saptamışlardır. Psikiyatri hemşiresi olan Hung ve Sung (2007) olumsuz düşünceye sahip depresyon tanısı almış hastalara kısa psikoterapi uygulayarak olumlu düşünce kazanmalarını sağlamışlardır. Ayers (2007) yaptığı çalışmasında doğum ve sonrası süreçteki post travmatik stres bozukluğu tanılı 25 kadın ve post travmatik stres bozukluğu belirtisi olmayan 25 kadın ile üç ay niteliksel görüşme yapmış ve post travmatik stres bozukluğu olan kadınların doğum süreci de dahil olmak üzere daha çok ağrı, ölüm korkusu, panik durumu, bebek hakkında olumsuz düşünceler, sorunlarla başa çıkamama gibi olumsuz düşünce temelli sorunlar yaşadıkları saptanmıştır. Anderssona ve arkadaşları (2007) tinnitus (kulak çınlaması) ve geleceğe dair düşünceler ile ilgili yaptıkları çalışmalarında tinnitusun yaşamın devamını etkilemediği ancak bilişsel süreçlerde sorun yaşattığı anksiyete ve depresyon bulgularını arttırdığı, bu durumun da düşünceyi olumsuz etkilediği vurgulanmıştır. Jung ve arkadaşları (2007) yaptıkları çalışmada Kore’li 409 bireyin (194 Erkek+215 Kadın) olumlu düşünce ve yaşam doyumunu bazı sosyo-demografik verilerle karşılaştırmış; eğitim durumu, meslek, aile geliri ve yaşları arasında anlamlı ilişkiler olduğu saptanmıştır. Araştırmacılar tarafından, özellikle daha genç (30 yaş, 50 yaşa göre), daha gelirli ve daha eğitimli olanların daha olumlu düşüncelere sahip olduğu ve daha doyumlu olduğu belirtilmiştir. Özellikle olumlu düşüncenin yaşam doyumunu etkilediği vurgulanmıştır. 132 Yaşama Dair Olumlu Düşünce Zhang (2008) tarafından yapılan çalışmada Çin’in Şangay kentindeki yüksekokul ve fakülte öğretim elemanlarının öğretme tarzları ile düşünce tarzları arasındaki ilişki incelenmiş ve aralarında olumlu ilişki olduğu bildirilmiştir. Özetle; olumlu düşünceye sahip olan öğretim elemanlarının öğrencilerine sundukları bilgileri öğretim tarzlarının daha iyi olduğu vurgulanmıştır. Düşünce tarzları ile ilgili olarak özellikle 2009 yılından itibaren “suç oluşturan düşünce tarzlarına” yönelik araştırmaların yayımlanmaya başladığı dikkat çekmektedir. Özellikle psikiyatri hastalarını suça iten düşünceleri araştırılmıştır (Best ve ark. 2009, Morgan ve ark. 2010, Carr ve ark. 2009). Ulaşılabilen son çalışmalar ise düşünce ile ilgili kültürel farklılıklar (Jen ve Lien 2010), manevi düşüncenin gücü (Lammers ve Stapel 2009), psikiyatrik hastalıklar ve düşünceli olma arasındaki ilişkinin araştırılması (Wahl ve ark. 2010, Labuschagne ve ark. 2010) ve kimyagerlerin (Bensaude-Vincent 2009), hekim, hemşire ve sağlık hizmetleri yöneticilerinin düşünce tarzlarının ölçüldüğü (Sladek 2010) çalışmalardır. Yapılan tüm bu çalışmalardaki ortak görüş; her bireyin olumlu düşünce temelli yaşamasının, yaşamını kolaylaştırdığı yönündedir. Çalışmalardaki diğer görüşler ise yaşama dair olumlu düşüncenin, olumlu yaşamayı sağladığı, mesleki başarıyı olumlu etkilediği, eğitim ve aktarımlarda olumlu düşüncenin kullanılmasının faydalı olduğu ve var olan hastalık/hastalık belirtileri ile baş etmede olumlu düşüncenin kolaylaştırıcı bir etken olduğu yönündedir. SONUÇ VE ÖNERİLER Olumlu düşünce; bireyin, kendine yardımıdır. Bilişsel süreçlerle ilgilidir. Bu konu ile ilgili olarak yapılan araştırmalar, ilk çalışmadan bu yana sağlığa terapötik etki yaptığını vurgulamıştır. Meslekler, hastalıklar, eğitim durumu gibi değişkenlerle beklenen düzeyde farklılık gösterdiği saptanmış, koşulların uygunluğunun düşünceyi olumlulaştırdığı belirtilmiştir. Olumsuz koşullarda dahi, motive olma, empatik tutum ve öfke yönetimi sonucunda ulaşılacak hedefin olumlu belirlenmesiyle, sonucun istendik düzeyde gerçekleştiği unutulmamalıdır. Bu sonuçlar doğrultusunda yaşamı olumlu yaşamak ve sağlıklı sürdürmek için bireylerin olumlu düşünceyi, olumsuz düşünceden daha çok tercih edip, kendi yaşam alanlarında uygulaması, hemşirelik mesleği ile ilgili yapılacak araştırmalarda olumlu düşünce ve olumlu düşünceyi geliştirme yöntemlerinin araştırılması ve sunulması önerilmektedir. Bu doğrultuda; • Bireyin “kendine güvenli, esnek, seven ve sevilen, huzurlu, sakin, motive ve mutlu” olmayı hedefleyen kişilik özelliklerine sahip olması, • Bütün olayların “duygusallıktan öte”, objektif ve tarafsız bir şekilde değerlendirilmesi, • Yaşama dair kabullenmeyi oluşturmak için, “yaşam, ölüm ve sonsuzluk” hakkında varoluşçu bir felsefe oluşturması, • Olumsuz sayılan her şeyin, “olumlu bir yönünün” olduğunun düşünülmesi, 133 Ayşegül BİLGE • Düşünce tarzının değiştirilmesi ile bir işin kolay olduğunu düşünerek, “o işin kolayca yapılmasının” sağlanması, • Her sorunun “muhakkak bir çözümü” olduğuna inanılması, • Sorunların nedenlerinin ve “çözümlerinin yazılması” ile duru bir düşüncenin sağlanması, • Olumsuz konuşma, toplantı gibi alanların, “olumlu bir ortama” dönüştürülmesi, • Olumlu düşünceyi kazandıran “kitaplar okunması”, belli aralıklarla bu kitapların yeniden okunması ve davranışa dönüştürülmesi, • “Gevşeme egzersizlerinin” gün içinde yapılması, • Olumsuz cümle yapılarından kaçınılması, bireylerin “Korkmayacağım” demek yerine, “Sakin ve rahatım” şeklinde kendileri ile olumlu iletişime girmesi, • Ümitsiz ve yetersiz hissedildiğinde, sahip olunan “olumlu yeteneklerin listesinin” yapılması, • Umut dolu, esnek, ileriye neşe ve ümitle bakan “olumlu bireylerle arkadaşlık” kurulması, çalışılması, • Olumsuz düşünceye sahip olan “bireylere yardım” edilmesi, • Sağlık çalışanlarının özellikle psikiyatri hemşirelerinin tüm bu adımları bireylere öğretebilmesi, kazandırabilmesi ve geliştirmesi için lisans ve lisans üstü öğretim süreçlerinde olumlu düşünce ile ilgili eğitim almaları ve kazanılan bu bilgi ve becerilerle toplum ruh sağlığı hizmetlerinde, ruh sağlığı tedavi hizmetleri ve rehabilitasyon adımlarında bireylere model olması ve uygulamalı olarak bireysel, psikoeğitim ve konferans/seminerlerle öğretmesi önerilir. KAYNAKLAR Alma Ata 1987. Primary Health Care- Report of The International Conferance on Primary Health Care, World Health Organization, Geneva, 1978. Anderssona G, Svalastogc OK, Kaldoc V and Sarkohia A. Future thinking in tinnitus patients. Journal of Psychosomatic Research, 2007: 63: 191-94. Ayers S. Thoughts and Emotions During Traumatic Birth: A Qualitative Study. Birth, 2007: 34(3):253-63. Bensaude-Vincent B. The chemists' style of thinking. Ber Wiss, 2009: 32(4):365-78. Best D, Day E, Campbell A, Flynn PM and Simpson DD. Relationship between drug treatment engagement and criminal thinking style among drug-using offenders. Eur Addict Res, 2009; 15(2):71-7. Boelen PA. Psychometric properties of the Dutch version of the Automatic Thoughts Questionnaire Positive (ATQ - P). Cogn Behav Ther, 2007: 36(1):23-33. Brewin CR, Dalgleish T and Joseph S. Adual representation theory of posttraumatic stress disorder. Psychol Rev, 1996: 103(4):670-86. Carr WA, Rosenfeld B, Magyar M and Rotter M. An exploration of criminal thinking styles among civil psychiatric patients. Crim Behav Ment Health, 2009: 19(5): 334-46. De Raeve L. Positive thinking and moral oppression in cancer care. Eur J Cancer Care (Engl), 1997: 6(4): 249-56. Demiralp M ve Oflaz F. Bilişsel-davranışçı terapi teknikleri ve psikiyatri hemşireliği uygulaması Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2007; 8:132-139. 134 Yaşama Dair Olumlu Düşünce Donaldson M. Positive and negative information in matching problems. Br J Psychol, 1959: 50:253-62. Griffitt W and Veitch R. Hot and crowded: influences of population density and temperature on interpersonal affective behavior. J. Pers. Soc. Psychol, 1971; 17, 92-98. Hung Huei-Yu and Sung Su-Ching. Applying solution focused brief therapy to the nursing of a depressive patient with negative thinking. Hu Li Za Zhi. 2007; 54(4):94-100. Jen CH and Lien YW. What is the source of cultural differences? -Examining the influence of thinking style on the attribution process. Acta Psychol (Amst), 2010: 133(2):154-62. Jung JY, Oh YH, Oh KS, Suh DW, Shin YC and Kim HJ. Positive thinking and life satisfaction amongst Koreans.Yonsei Medical Journal, 2007: 48(3):371-78. Kim HJ, Oh YH, Oh GS, Suh DW, Shin YC and Jung JY. Development and validation study of the positive thinking scale. The Koreon J Health. 2007. Labuschagne I, Castle DJ, Dunai J, Kyrios M and Rossell SL. An examination of delusional thinking and cognitive styles in body dysmorphic disorder. Aust N Z J Psychiatry, 2010: 44(8):706-12. Lammers J and Stapel DA. How power influences moral thinking. J Pers Soc Psychol, 2009: 97(2): 279-89. MacLeod AK, Tata P, Tyrer P, Schmidt U, Davidson K and Thompson S. Hopelessness and positive and negative future thinking in parasuicide Br J Clin Psychol, 2005: 44(4):495-504. McGrath C, Jordens CFC, Montgomery K and Kerridg IH. Ethics In Medicine ‘Right’ way to ‘do’ illness? Thinking critically aboutpositive thinking. Internal Medicine Journal, 2006: 36:665-68. Morgan RD, Fisher WH, Duan N, Mandracchia JT and Murray D. Prevalence of criminal thinking among state prison inmates with serious mental illness. Law Hum Behav, 2010: 34(4):324-36. O’Baugh J, Wilkes LM, Luke S and George A. ‘Being positive’: perceptions of patients with cancer and their nurses. J Adv Nurs, 2003: 44: 262-70. Rittenberg CN. Positive thinking: an unfair burden for cancer patients? Support Care Cancer, 1995; 3(1):37-9. Shiraishi S, Koshikawa F, Nankai M and Domyo T. Development of the Positive Automatic Thoughts List (PAL). Shinrigaku Kenkyu, 2007: 78(3):252-59. Sladek RM, Bond MJ and Phillips PA. Doctors, nurses and managers have different thinking styles?. Aust Health Rev, 2010: 34(3):375-80. Sternberg RJ and Wagner RK. Thinking Styles Inventory. Unpublished test, Yale University. 1992. Şahin NH and Şahin N. Reliability and validity of the Turkish version of Automatic Thoughts Questionnaire. Journal of Clinical Psychology, 1992; 48: 334-40. Türk Dil Kurumu (2008). Düşünce. http://www.tdk.gov.tr/TR/SozBul.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF05A79F75456518CA erişim tarihi:25.04.08. Wilkinson S and Kitzinger C. Thinking direrently about thinking positive: a discursive approach to cancer patients' talk. Social Science & Medicine, 2000: 50: 797-811. Zhang LF and Sternberg RJ. Are learning approaches and thinking styles related? A study in two Chinese populations. J Psychol, 2000: 134(5):469-89. Zhang LF. Thinking styles and cognitive development. J Genet Psychol, 2002; 163(2):179-95. Zhang LF. Teachers' styles of thinking: an exploratory study. J Psychol, 2008; 142(1):37-55. Wahl K, Ertle A, Bohne A, Zurowski B and Kordon A. Relations between a ruminative thinking style and obsessive-compulsive symptoms in non-clinical samples. Anxiety Stress Coping, 2010; Jul 6:1-9. Watkinsa ER and Moulds M. Revealing negative thinking in recovered major depression: A preliminary investigation. Behaviour Research and Therapy, 2007: 45:3069-76. 135 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 28 (3) : 137-142, 2012 KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞININ SOSYOKÜLTÜREL YANSIMASI: STİGMA A SOCIO CULTURAL REFLECTION OF CHRONIC OBSTRUCTIVE PULMONARY DISEASE: STIGMA Doç.Dr. Hatice TEL* Doç.Dr. Havva TEL** *Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü İç Hast. Hemş. AD. **Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Ruh Sağlığı ve Hast. Hemş. AD. ÖZET Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) kronik ve ilerleyici özelliği olan, bireyi fiziksel, psikososyal ve sosyo-kültürel olarak etkileyen fiziksel bir hastalıktır. KOAH’ın önemli sosyokültürel etkilerinden birisi stigmadır. Stigma, sözcük olarak “yara”, “iz”, “damga”, “işaret”, “kara leke” anlamı taşıyan, kişileri ayırıcı, belirgin bir özelliği ile tanımlayan bir kavramdır. Stigma, toplumun önyargılar sonucu bazı hasta gruplarına karşı tavır almasından, onların toplumdan dışlanmasına kadar giden tutum ve davranışlarını içerir. Stigmanın birey, aile, toplum ve sağlık ekibi üyeleri üzerinde olumsuz etkileri vardır. Stigma bireyin benlik kavramı ve benlik saygısını olumsuz etkileyerek bireyin benlik saygısını azaltır. Benlik saygısı azalan birey kendisini değersiz hisseder, işe yaramaz olduğunu düşünebilir. Benlik saygısının azalması ile anksiyete ve depresyon gibi ruhsal sorunlar da sık görülür. KOAH’ın öksürük, balgam, dispne gibi bazı belirtilerinin ve tedavisinde kullanılan bazı ilaçların fiziksel görünümde oluşturduğu değişiklikler hastaların stigma yaşamasında etkili olmaktadır. Bu derlemede amaç; KOAH’da yaşanan stigma ve stigma ile mücadeleyi literatür desteği ile ele almak, KOAH’lı hastaya bakım veren sağlık çalışanlarının dikkatini bu konuya çekmektir. Anahtar Kelimeler: Stigma, kronik obstrüktif akciğer hastalığı, stigma ile mücadele, hemşirelik ABSTRACT Chronic obstructive pulmonary disease (COPD) is a physical disease with chronic and progressive characteristics and affects the individuals psycho-socially and socio-culturally. One of the important socio-cultural effects of COPD is stigma. Stigma -literally meaning “scar”, “mark”, “taint”, “symbol”, “disgrace”- is a term that recognizes the individuals with their distinguishing marks and distinct features. Stigma includes the behaviors and attitudes of the society; from taking a position against some patient groups due to prejudices to excluding them out of the society. Stigma has negative effects on person, family, society and members of the health team. Stigma, affecting self concept and self respect of the individual negatively, decreases their self respect. Individuals with decreased self respect feel insignificant and think as if they were useless. Emotional problems like anxiety and depression may occur with the decreased self respect. Some of the medicines used for symptoms –such as coughing, mucus and dyspnea- and for the treatments of COPD causes some changes on the physical image of the patients and thus causes them to Hatice TEL, Havva TEL experience stigma. In this review, the aim is to investigate stigma experienced in COPD and fight against stigma through literature support and to draw the attention of health care personnel to this issue. Key Words: Stigma, chronic obstructive pulmonary disease, fight against stigma, nursing GİRİŞ Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) bireyin günlük aktivitelerinde ve yaşam tarzında değişiklikler yapmayı gerektiren kronik, ilerleyici ve sosyal sonuçları olan fiziksel bir hastalıktır. KOAH’lı bireyler hastalığın yalnızca fiziksel ve psikososyal etkilerini değil aynı zamanda sosyo-kültürel etkilerini de yaşarlar (Johnson ve ark. 2007). KOAH’ın en önemli sosyo-kültürel etkisi stigmadır. Stigma kavramı ilk olarak 1960’lı yıllarda sosyal bilimler alanında gündeme gelmiş ve günümüzde sağlık bilimlerinin ilgi alanlarında da yer almaya başlamıştır (Weiss ve ark. 2006, Weiss ve Ramakrishna 2006). Stigma, sözcük olarak “yara”, “iz”, “damga”, “işaret” “kara leke” anlamı taşımaktadır. Stigma; kişileri ayırıcı, belirgin bir özelliği ile tanımlayan bir kavramdır. Stigma konusunu ele alan ilk araştırmacılardan biri olan Goffman stigma kavramını “daha az değer verme davranışı, bu etiketi taşıyan insanların daha az istenir neredeyse insan gibi idrak edilmemesi” olarak açıklamaktadır (Arslan ve Konuk 2009, Scambler 2006, Kocabaşoğlu ve Aliustaoğlu 2003). Stigma birçok sağlık problemine eşlik eden, sosyo-kültürel kaynaklı bir fenomendir (Weiss ve ark. 2006). Stigma, toplumun önyargılar sonucu bazı hasta gruplarına karşı tavır alması ve onların toplumdan dışlanmasına kadar giden tutum ve davranışlar bütünüdür (Weiss ve ark. 2006, Kocabaşoğlu ve Aliustaoğlu 2003, Mak ve ark 2006). Stigma hastalığın sosyal sonuçlarının bir kompanenti olarak zamanla toplum sağlığının öncelikli konularından biri olma özelliği kazanmış, sosyal ve sağlık politikalarının oluşturulmasında, klinik uygulamalarda belirgin bir etkiye sahip olmaya başlamıştır (Weiss ve ark. 2006). Birey yada toplum kendisini ürküten, rahatsız eden bir durumla karşılaştığında sıklıkla onu kendisinden dışlayıp uzaklaştırma, yabancılaştırma yoluna gider. Bu süreç bazı hastalıklarda stigmaya katkıda bulunmaktadır. Stigma hastalığın kendisi dışında eklenen bir deneyim olup zaman zaman hastalığın kendisi kadar tehlikeli olabilmektedir (Schulze ve Angermeyer 2003, Üçok 1999). Stigma yalnızca bireyi değil aynı zamanda aile bireyleri, toplum ve sağlık ekibi üyeleri üzerinde de güçlü olumsuz etkiler oluşturmaktadır (Weiss ve Ramakrishna 2006). Stigma bireyin benlik kavramı ve benlik saygısını olumsuz etkileyerek benlik saygısını azaltır. Benlik saygısı azalan birey kendisini değersiz hisseder, işe yaramaz olduğunu düşünebilir. Benlik saygısının azalması ayrıca bireyin anksiyete ve depresyon gibi ruhsal sorunlar yaşamasına da neden olmaktadır (Maurer ve ark. 2008). Bu ruhsal sorunlarla başetmede bireyin profesyonel yardım alması ve sosyal destekleri önemlidir. Ancak bireyin yaşadığı stigma, onun psikososyal destek arama düşünce ve davranışını engelleyebilmekte ve stigmanın olumsuz sonuçlarını daha uzun süre yaşamasına neden olabilmektedir (Robinson 2005). Stigmanın oluşmasında toplumun; tutum ve yaklaşımları, dini veya inanç sistemleri, korkuları ve önyargıları, kültürleri ve gelenekleri, medya, sağlık ve sosyal hizmet138 Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığının Sosyokültürel Yansıması: Stigma ler, eğitim sistemi ve yasal düzenlemeler etkili kaynaklardır (Van Brakel 2006). Kişiler yoksulluk, etnik özellik, seksüel tercihler, sosyal dezavantajlar, aile özellikleri veya ayrımcılığa neden olan diğer faktörler nedeniyle de stigmaya maruz kalabilmektedirler (Weiss ve ark. 2006). Stigmaya neden olan önemli etkenlerden birisi de kişinin sahip olduğu sağlık problemidir (Albrecht ve ark. 1982). Hastalıkla ilişkili stigmada; kişinin hastalığın oluşumundan sorumlu tutulması, hastalığın ciddi sınırlılıklara, vücut görünümünde çirkin değişikliğe neden olması, sosyal etkileşimlerin bozulması, kontrol kaybı en önemli faktörlerdir (Albrecht ve ark. 1982, Shibre 2001). Stigma ruhsal hastalıklara sahip bireylerin sıklıkla karşılaştıkları bir durum olmakla birlikte aslında kronik fiziksel hastalığa sahip olan bireyleri de etkilemektedir. Kanser, tüberküloz, lepra, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, epilepsi, psikiyatrik bozukluklar, alkol, ilaç bağımlılığı, AIDS, KOAH gibi hastalıklarda stigma yaygın olarak görülmektedir (Weiss ve ark. 2006, Arslan ve Konuk 2009, Mak ve ark. 2006, Üçok 1999). KOAH VE STİGMA KOAH, kronik ve ilerleyici özelliğe sahip, karmaşık bir tedavi uygulamasını gerektiren, aktivitelerde ve yaşam tarzında değişiklik yapmaya neden olan bir takım fiziksel gerilemelerle sonuçlanan bir hastalıktır (Albrecht ve ark. 1982, Sexton ve Munro 1988). KOAH’ın yetişkin nüfustaki prevalansının yaklaşık %10 olduğu, bu oranın giderek arttığı ve 2020 yılında KOAH’ın üçüncü ölüm nedeni, beşinci sakatlık nedeni olacağı belirtilmektedir (Halding ve ark. 2011). Kronik bir hastalık olarak KOAH hastaların yaşam kalitesini olumsuz etkilemekte, önemli düzeyde sosyal ve ekonomik yüke neden olabilmektedir (Partridge ve ark. 2011). KOAH’ta dispne, inatçı öksürük, balgam çıkarma, hırıltılı solunum/wheezing, egzersiz toleransında bozulma, yorgunluk, kilo kaybı, steroid gibi bazı ilaçların fiziksel görünümde oluşturduğu değişiklikler hastaları diğer bireyler arasında ayırt edilebilecek bir hale getirebilmektedir. Hastalık bireyin sosyal etkileşimlerini, rollerini, sorumluluklarını ve sosyal kabul edilirliğini etkileyebilmektedir. Böylece uzun bir dönem içinde hastanın ve ailesinin yaşam kalitesinde çok büyük değişiklikler olmakta ve hastalar bu durumdan kaynaklanan bir stigma yaşayabilmektedir (Albrecht ve ark. 1982, Sexton ve Munro 1988). Özellikle KOAH’ın önemli belirtilerinden olan dispne ve inatçı öksürük bireyin konuşmasını engelleyerek iletişim güçlüğü yaşamasına ve sosyal etkileşimini sürdürmede önemli bir engel oluşturarak sosyal izolasyona neden olmaktadır (Berger ve ark. 2011). İlk bakışta, KOAH stigmatize edici bir hastalık olarak düşünülmeyebilmektedir. Stigma ve KOAH konusunda literatür çalışmaları oldukça azdır (Johnson ve ark. 2007). Earnest (2002) KOAH’lı hastaların başka kişilerin olduğu ortamlarda oksijen desteği kullanmak durumunda olmalarının bir sonucu olarak stigma yaşadıklarını, stigmanın utanmaya ve sosyal izolasyona neden olduğunu ifade ettiklerini belirlemiştir. Bu çalışmanın ilgi çeken bir bulgusu da katılımcıların stigmanın sosyal çevrelerindeki kişilerden olduğu kadar kendi hekimlerinden de kaynaklandığını bildirmiş olmalarıdır. KOAH’ın sigara içmeye eşlik eden hastalık olması nedeniyle bireyler stigma yaşamakta ve kendi kendine zarar vermiş gibi algılanabilmektedirler (Albrecht ve ark. 1982). KOAH’lı hastalar hastalık semptomları kötüleştiğinde sağlık hizmetine ulaşmakta zorluk yaşadıklarını, aile doktorlarının sigara kullandıklarını öğrendikten sonra ev ziyaret139 Hatice TEL, Havva TEL lerini önceki gibi özenli ve ilgili yapmadığını, hatta kendilerine karşı önyargılı davrandıklarını ifade etmişlerdir (Gysels ve Higginson 2008, O'Neill 2002). KOAH’lı hastalar solunum sıkıntısını hem kendilerini çaresiz bıraktığından hem de çevrelerindeki insanlardan tepki almaktan korktuklarından dolayı utanç veren bir durum olarak algılamaktadırlar (Gysels ve Higginson 2008). Yapılan bir çalışmada KOAH’lı hastalar; sokakta solunum güçlüğünü gidermeye çalıştıkları sırada sokaktakilerin gözlerini dikerek onlara bakmalarının sıkıntı, elem, acı duygusu yaşamalarına neden olduğunu, sokakta böyle bir durumla karşılaşmamak için sosyal etkileşimlerini sınırladıklarını açıklamıştır (O'Neill 2002). Stigma hastalığın tedavisini de olumsuz etkilemektedir. Tel (2002) KOAH’lı hastaların, unutkanlık, bıkkınlık, ilaç yan etkileri gibi nedenlerin yanı sıra sosyal ortamın ilaç kullanmakta zorluk yaratması nedeniyle de ilaçlarını düzenli olarak kullanmakta zorlandıklarını, sosyal ortamın getirdiği sınırlılığı daha çok inhaler ilaçlar kullanırken yaşadıklarını ifade ettiklerini bildirmektedir. KOAH’lı hastalara verilen sosyal tepkiler onun hastalık deneyimini etkileyebilmektedir. Hastalar, KOAH belirtilerinin sosyal ortamlarda kabul görmediğini, iş ortamında arkadaşlarının yanında solunum güçlüğü yaşamaya başladıklarında utandıkları için yalnız kalacakları bir yere gitme ihtiyacı duyduklarını ifade etmişlerdir. Çünkü solunum sıkıntısı geçmişte sigara içtiğinin kanıtı olarak görülmektedir (Gysels ve Higginson 2008, Jonsdottir 1998). Benzer şekilde solunum cihazı kullanmalarının çevrelerindeki insanları rahatsız/tedirgin ettiğini belirtmişlerdir. Solunumu rahatlatmak için yapılması gereken balgam çıkarma davranışının anksiyete yaşamalarına, çevresindekilerle iletişimden kaçınmalarına neden olduğunu belirtmişlerdir (Gysels ve Higginson 2008, Jonsdottir 1998, Barnett 2005, McCathie ve ark. 2002). STİGMANIN SONUÇLARI VE STİGMA İLE MÜCADELE Stigma bireysel ve toplumsal düzeyde önemli sonuçlara neden olmaktadır. Stigma; bireyin psikolojik stres, depresyon, korku yaşamasına, çeşitli kısıtlamalarla karşı karşıya kalmasına, hastalığın tanı ve tedavisinde gecikmelere, yetersizliklerin ve hastalık şiddetinin artmasına, enfeksiyon hastalıklarının yayılmasına, yetersiz tedavi, ilaç direncinin artmasına, morbidite oranının artmasına neden olmaktadır (Weiss ve ark. 2006). Stigma nedeniyle hastalar tanısal girişimleri, tedavi ve diğer destekleyici hizmetleri kabul etmede ve sağlık bakım yardımı talep etmede isteksizlik, çekiniklik yaşayabilmektedir (Weiss ve ark. 2006, Weiss ve Ramakrishna 2006). Toplum tarafından yapılan olumsuz değerlendirmeler, küçük düşürücü tarzdaki ayrımcılık zamanla hasta bireyin kendine güveninin azalmasına, iyileşme sürecinin olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır (Meise ve ark. 2001). Stigma sonucu bireyler sosyal desteklerini kaybetmekte, toplumsal yaşamdan uzaklaşmakta, sosyal izolasyon yaşamaktadır. Stigmaya maruz kalan bireylerin evlilik ilişkileri, kişilerarası ilişkileri, iş olanakları, çalışma durumları olumsuz etkilenmekte, bireyler eğitim görme haklarını etkin olarak kullanamamakta, sosyal, dini ve boş zaman aktivitelerini yerine getirmekte zorlanmaktadır (Mak ve ark. 2006, Schulze ve Angermeyer 2003, Van Brakel 2006). Stigma ve ayrımcılıkla ilgili sahip olduğumuz bilgiler artmasına karşın stigma ile mücadelede alınan mesafeler yeterli değildir. Stigmayı önlemeye yönelik müdahalelerin etkinliği de tam olarak ortaya konulamamıştır. Stigmanın birey, aile ve toplum 140 Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığının Sosyokültürel Yansıması: Stigma üzerindeki etkileri hatta farklı ülkelerde ve farklı sağlık problemlerinde yarattığı etkiler benzer özellikler göstermektedir (Van Brakel 2006). Bu nedenle stigma ile mücadelede ortaya konulacak müdahaleler tüm gruplar ve durumlarda önemli benzerlikler gösterecektir. Farklı kültür ve toplumlarda araştırmaların yapılması stigma ile mücadelede stigmanın daha iyi anlaşılmasını, etkilenen veya hizmet verilen grupta stigmanın boyutlarının ve yoğunluğunun değerlendirilmesini, zaman içinde stigma ile ilgili değişimlerin ortaya konulmasını sağlayacaktır (Weiss ve ark. 2006, Van Brakel 2006). Sağlık profesyonellerinin rollerinden birisi de hasta savunuculuğudur. Bu nedenle sağlık profesyonelleri bu rollerini yerine getirerek stigma karşıtı mücadelede yerlerini almalıdır. Bunun için; • Bireylerin sağlığı geliştirme ve sürdürmede kişisel sorumluluk konusunda farkındalığının arttırılması, • En çok stigma uygulanan hastalıkların, stigma açısından riskli grupların belirlenmesi, • Toplumun medya yoluyla ve çeşitli eğitim materyalleri kullanılarak stigma ve stigma ile mücadele konusunda bilgilendirilmesi, • Hastaların toplum içinde rehabilitasyonunu sağlayacak ve sağlıklı bireylerin bu sürece katkı vermesini kolaylaştıracak düzenlemelerin yapılması, • Hastaların stigma ile mücadeleye yönelik bilgilendirilmesi, onlara profesyonel destek sağlanması, • Araştırmalarla fiziksel kronik hastalıklara yönelik yanlış tutum ve yargıların saptanması ve elde edilen kanıtlar doğrultusunda önleyici müdahalelerin başlatılması, • Stigmadan etkilenen kişilerin desteklenmesi, toplumun bu kişilere yönelik davranışlarına odaklanılması, • Stigmaya neden olan durumların kontrol altına alınması ya da ortadan kaldırılmasına çalışmak sağlık profesyonellerinin stigma ile mücadeledeki temel yaklaşımları arasında yer almaktadır (Weiss ve ark. 2006, Kocabaşoğlu ve Aliustaoğlu 2003, Van Brakel 2006, Güney 2005, Halding ve ark. 2011). SONUÇ KOAH bireyin günlük aktivitelerinde ve yaşam tarzında değişiklikler yapmayı gerektiren ve sosyal sonuçları olan fiziksel bir hastalıktır. KOAH bireyin sosyal etkileşimlerini ve sosyal kabulünü önemli ölçüde olumsuz olarak etkilemektedir. KOAH’lı bireyler stigma yaşamakta ve stigma bireylerin yaşamını çok yönlü etkilemektedir. Bu nedenle KOAH’lı hasta ile çalışan sağlık profesyonellerinin stigma kavramını, stigmaya neden olan durumları, stigmanın bireyin yaşamı üzerindeki etkilerini bilmesi, stigmayı önlemeye ve azaltmaya yönelik girişimleri uygulaması önemlidir. Bununla birlikte birey, aile ve toplumu stigmayı önleme ve stigma ile mücadele konusunda bilgilendirmek ve farkındalık kazandırmak ile stigmanın etkilerinin azaltılması ve daha etkin ele alınması sağlanabilir. KOAH’lı hastalarda stigmayı azaltmaya yönelik girişimler hastaların bulundukları ortamda daha rahat, üretken yaşamalarına ve sosyal etkileşimlerini sürdürmelerine yardım edecektir. 141 Hatice TEL, Havva TEL KAYNAKLAR Albrecht G, Walker V, Levy J (1982). Social distance from the stigmatized: a test of two theories. Soc Sci Med, 1982: 16(14):1319-1327. Arslan H, Konuk ŞD. Stigma, spiritualite ve konfor kavramlarının Meleis’in kavram geliştirme sürecine göre irdelenmesi. Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, 2009; 2(1):51-58. Barnett M. Chronic obstructive pulmonary disease: a phenomenological study of patients’ experiences. J Clin Nurs, 2005: 14(7): 805-812. Berger BE, Kapella MC, Larson JL. The experience of stigma in chronic obstructive pulmonary disease. West J Nurs Res, 2011: 33(7):916-932. Earnest MA. Explaining adherence to supplemental oxygen therapy: the patient's perspective. J Gen Intern Med, 2002: 17(10):749-755. Güney M. Ruhsal bozukluklarda stigmatizasyonu önlemek için neler yapılabilir? Kriz Dergisi, 2005; 12(1): 67-71. Gysels M, Higginson IJ. Access to services for patients with chronic obstructive pulmonary disease: the invisibility of breathlessness. J Pain Symptom Manage, 2008: 36(5):451-460. Halding AG, Heggdal K, Wahl A. Experiences of self-blame and stigmatisation for self-infliction among individuals living with COPD. Scand J Caring Sci, 2011; 25(1):100-107. Johnson JL, Campbell AC, Bowers M ve ark. Understanding the social consequences of chronic obstructive pulmonary disease the effects of stigma and gender. Proc Am Thorac Soc, 2007; 4:680-82. Jonsdottir H. Life patterns of people with chronic obstructive pulmonary disease: isolation and being closed in. Nurs Sci Q, 1998; 11:160-166. Kocabaşoğlu N, Aliustaoğlu S. Stigmatizasyon. Yeni Symposium, 2003; 41(4):190-192. Mak WWS, Mo PKH, Cheung RYM ve ark. Comparative stigma of HIV/AIDS, SARS and tuberculosis in Hong Kong. Soc Sci Med, 2006: 63(7):1912-1922. Maurer J, Rebbapragada V, Burgos S ve ark. Anxiety and depression in COPD: current understanding, unanswered questions and research needs. Chest, 2008; 134 (suppl 4) 43-56. McCathie HCF, Spencw SH, Tate RL Adjustment to chronic obstructive pulmonary disease: the importance of psychological factors. Eur Respir J, 2002: 19:47-53. Meise U, Sulzenbacher H, Hinterhuber H. Attempts to overcome the stigma of schizophrenia. Fortschr Neurol Psychiatr, 2001; 69 (Suppl 2):75-80. O'Neill ES. Illness representations and coping of women with chronic obstructive pulmonary disease: a pilot study. Heart Lung, 2002; 31(4):295-302. Partridge MR, Dal Negro RW, Olivieri D. Understanding patients with asthma and COPD: insights from a European study. Prim Care Respir J, 2011; 20(3):315-323. Robinson T. Living with severe hypoxic COPD:the patients’ experience. Nurs Times, 2005; 101(7):38-42. Scambler G. Sociology, social structure and health-related stigma. Psychol Health Med, 2006: 11(3):288-95. Schulze B, Angermeyer MC. Subjective experiences of stigma. A focus group study of schizophrenic patients, their relatives and mental health professionals. Soc Sci Med, 2003: 56:299-312. Sexton DL, Munro BH. Living with a chronic illness. West J Nurs Res, 1988; 10(1);26-44. Shibre T, Negash A, Kullgren G ve ark. Perception of stigma among family members of individuals with schizophrenia and major affective disorders in rural Ethiopia. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol, 2001; 36(6):299-303. Tel H. KOAH’lı hastaların ilaç tedavisini sürdürme durumlarını etkileyen faktörlerin belirlenmesi. 4.Ulusal İç Hastalıkları Kongresi Bildiri Kitabı, Antalya: MİKİ Matbaacılık Sanayi ve Ticaret Ltd Şti, 2002: 187. Üçok A. Şizofreni: damga, mitler ve gerçekler. Psikiyatri Dünyası, 1999; 3(3):67-71. Van Brakel WH. Measuring health related stigma a literatüre review. Psychol Health Med, 2006: 11(3): 307-334. Weiss MG, Ramakrishna J, Somma D. Health-related stigma: rethinking concepts and interventions. Psychol Health Med, 2006: 11(3):277-87. Weiss MG, Ramakrishna J. Stigma interventions and research for international health. Lancet, 2006: 367(9509):536-538. 142 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi 28 (3) : 143-152, 2012 KİFOZLU HASTADA HEMŞİRELİK BAKIMI: OLGU SUNUMU NURSING CARE OF A PATIENT WITH KYPHOSIS: CASE REPORT Uzm.Hmş. Burcu TOTUR* Doç.Dr. Meryem YAVUZ** Prof.Dr. Mehmet ZİLELİ*** *Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı **Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı ***Serbest Hekim Olgu, 4. Nöroşirurji Hemşireliği Kongresi’nde (18-20 Nisan 2008, Antalya) sözel bildiri olarak sunulmuştur. ÖZET Kifoz, spinal kırıklar sonrasında, doğumsal vertebra anomalilerinde, ankilozan spondilitte ya da idiyopatik kifoskolyozlu hastalarda görülmektedir. Bu yazıda servikotorasik kifoz tanısı ile ameliyat edilen bir hastanın hemşirelik bakımı ve hemşirelik süreci incelendi. Ankilozan spondilit tanısı alan 57 yaşındaki bayan hasta servikotorasik kifoz nedeniyle iki aşamada ameliyat edildi. İlk aşamada torakal 4, 6, 8 ve 11 (T4, T6, T8, ve T11) posterior osteotomi ve posterior enstrümantasyon yapıldı, ikinci aşamada ise servikal 6-7, servikal 7torakal 1 ve torakal 2-3 (C6-7, C7-T1 ve T2-3) posterior osteotomi ve fiksasyon uygulandı. Olguya, ikinci ameliyat sonrasında halo traksiyon uygulaması yapıldı. Olgunun hemşirelik sürecinde hava yolları açıklığında yetersizlik, ağrı, beslenme yetersizliği, diyare, deri bütünlüğünde bozulma riski, deri bütünlüğünde bozulma, enfeksiyon riski, hareket kısıtlılığı, anksiyete, bakım ve tedavilere uyumsuzluk gibi hemşirelik tanıları yer almaktadır. Anahtar sözcükler: Kifoz, ankilozan spondilit, hemşirelik bakımı ABSTRACT Kyphosis may be observed after spinal fractures, in patients with ankylosing spondylitis, as a congenital vertebral abnormality or idiopathic kyphoscoliosis. This report presents the nursing care and nursing process of a patient who underwent surgery for cervicothoracic kyphosis. A 57 years old female with ankylosing spondylitis who underwent surgery in two stages for cervicothoracic kyphosis: First stage thoracic 4, 6, 8 and 11 (T4, T6, T8, ve T11) posterior osteotomy and posterior instrumentation, second stage cervical 6-7, cervical 7-thoracic 1 and thoracic 2-3 (C6-7, C7-T1 ve T2-3) posterior osteotomy and posterior fixation have been performed. After the second operation a halo traction is applied. In terms of nursing diagnosis, we have been dealed with nursing problems such as insufficiency of air ways, pain, inability to eat, diarrhea, disruption of skin integration, risks of infection, limited mobility, anxiety and noncompliance to care and treatments. Key Words: Kyphosis, ankylosing spondylitis, nursing care Burcu TOTUR, Meryem YAVUZ, Mehmet ZİLELİ GİRİŞ Ankilozan spondilit (AS), dünya genelinde %0.1-1.1 oranında görülmektedir (Saougou ve ark. 2010). Kafkasyalılarda AS prevelası %0.1-1.4’tür. Japonya ve Yunanistan gibi ülkelerde AS prevelansı azalmakta ancak Haida ve Bella Hintlilerinde prevelans %6.1’e ulaşmaktadır (Ehrenfeld 2010). AS, HLA-B27 geni ile ilgili olan ve etiyolojisi kesin olarak bilinmeyen kronik inflamatuar bir hastalıktır (Payer 2006, Pham 2008). Hastalığın etiyolojisi kesin olarak bilinmemekle birlikte, bazı enfeksiyon ajanları, kalıtım, allerji, travma ve psişik faktörler üzerinde durulmaktadır (Kirnap ve Güler 1992). AS’nin klinik belirtileri daha çok 15-40 yaşları arasında (Payer 2006) en fazla iliosakral bileşkede ve aksiyel iskelette aynı zamanda periferal eklemlerde de görülmektedir (Payer 2006, Mansour ve ark. 2007, Saougou ve ark. 2010) . En az üç ay süreyle devam eden sırt ağrısı ve egzersiz ile geçmeyen sabah katılığı ile karakterizedir (Dakhil-Jerew ve Derry 2008). Epidemiyolojik olarak erkeklerde görülme sıklığı kadınlardan 2-3 kat daha fazladır (Mansour ve ark. 2007). Kifoz, AS’de en sık görülen deformitedir (Royen ve ark. 1998, Atalar ve ark. 2007). Kifoz (kifotik deformite), omurganın arka tarafında dışbükey şekilde görülen açısal eğrilik olarak tanımlanmaktadır (Ball ve ark. 2009). Kifoz, AS’in yanı sıra torakolomber kırıklar sonrasında, doğumsal vertebra anomalilerinde ya da idiyopatik kifoskolyozlu hastalarda görülmektedir (Piet ve ark. 2006). Kifoz açısı, yaş ile birlikte artmaktadır ve kifoz açısındaki en hızlı artış 50-60 yaş arasında görülmektedir (Ball ve ark. 2009). Kifoz, omurgayı etkilemekle birlikte, akciğer fonksiyonlarının bozulmasına, komşu omurgalarda kırık riskinin artışına, sindirim sistemi problemlerine, depresyona, fiziksel aktivitelerin kısıtlanmasına ve ölüm oranında artışa da neden olmaktadır (Islam ve Köse 2008). İlerlemiş AS olgularında belirgin kifoz geliştiğinde (Gülşen ve ark. 2008) ve ikincil nörolojik komplikasyonlar gözlenmeye başlandığında, spinal kolonun sagittal dengesini düzeltmek amacıyla cerrahi tedavi planlanmaktadır (Payer 2006, Atalar ve ark. 2007). Bu makaledeki olgunun belirgin servikotorasik kifozu vardı. Geniş bir alana cerrahi müdahale yapılması, çok seviyeli posterior enstrümantasyon uygulanması ve cerrahi riskleri yüksek bir ameliyat sonrasındaki kapsamlı hemşirelik bakımı gereksinimleri bu olgunun önemini vurgulamaktadır. Bu makalede olguya, beyin ve sinir cerrahisi kliniğindeki ameliyat öncesi ve sonrası uygulanan, tıbbi tedavi ve hemşirelik bakımı ele alındı. Bu makalenin yazılabilmesi için olgudan bilgilendirilmiş onam alındı. OLGU SUNUMU Onbeş yıldır AS öyküsü olan, 57 yaşındaki bayan olgu, son 10 yıl boyunca giderek ilerleyen servikotorasik kifoz şikayeti nedeniyle kliniğimize yatırıldı. Olgu, ayakta iken karşı tarafı görememekten ve karşıya düz bakışı sağlayabilmek için sandalyenin en uç 144 Kifozlu Hastada Hemşirelik Bakımı: Olgu Sunumu noktasına oturarak, sırtı yarı yatar pozisyonda oturmaktan yakınıyordu. Ayrıca karın organlarındaki basınç nedeniyle mide ve bağırsak sorunları, solunum sıkıntısı olduğunu ifade ediyordu. Olgunun grafilerinde 140° civarında bir servikotorasik kifozu görülmektedir. Olgu, ameliyat öncesi dönemde 12 gün klinikte kaldı. Bu süre içerisinde rutin tetkikleri ve görüntüleme işlemleri (direkt grafi ve MRI) tamamlandı. Olgunun klinikte kaldığı süre boyunca hemşirelik izlem ve bakımları, hastanenin hemşirelik hizmetleri yönetimince hazırlanan, ”Hasta Bakım Talimatları” uyarınca bağımlılık düzeyleri doğrul-tusunda yapıldı. Ameliyat öncesi dönemde olgu, alt-düzey bağımlı olarak izlendi, 12 saatte bir temel yaşam bulguları ve aldığı-çıkardığı sıvı takibi, 24 saatte bir vücut bakımı yapılarak, 72 saatte bir periferik damar yolu ve setleri değiştirildi. İlk ameliyatta T4, T6, T8 ve T11 posterior osteotomi ve posterior enstrümantasyon uygulanan olgu ameliyat sonrası derlenme (ayılma) bölümüne alındı. Ameliyat sonrası hasta bakım prosedürüne uygun şekilde, temel yaşam bulguları, aldığıçıkardığı sıvı ve kan değerleri takibi yapıldı. Ameliyat sonrasında iki saat derlenme bölümünde kalan ve bu süre sonunda yoğun bakıma alınan olgu yoğun bakımda üstdüzey bağımlı olarak izlendi. İki saatte bir temel yaşam bulguları ve aldığı-çıkardığı sıvı takibi, altı saatte bir ağız bakımı, 12 saatte bir tüm vücut bakımı ve iki saatte bir pozisyon değişikliği yapıldı. Ameliyat sonrası ikinci günde kliniğe alındı. Klinikte altdüzey bağımlı olarak izlenmiştir. İlk ameliyatından 14 gün sonra ikinci kez ameliyata alınan olguya bu kez C6-7, C7T1 ve T2-3 posterior osteotomi ve fiksasyon ile ameliyat sonrası, halo traksiyon uygulaması yapıldı. Ameliyat sonrası derlenme bölümüne alınan olguya, ameliyat sonrası hasta bakım prosedürüne uygun hemşirelik girişimleri uygulandı. Ameliyat sonrası derlenme bölümünde iki saat kaldıktan sonra yoğun bakıma alınan olgu üstdüzey bağımlı olarak izlendi. Ameliyat sonrası ikinci günde kliniğe kabul edilen olgu, klinikte orta-düzey bağımlı olarak izlendi, altı saatte bir temel yaşam bulguları ve aldığı-çıkardığı sıvı takibi, 24 saatte bir vücut bakımı, ve iki saatte bir pozisyon değişikliği yapılarak 72 saatte bir periferik damaryolu ve setleri değiştirildi. İkinci ameliyatından 10 gün sonra, klinikte oral beslenme sırasında yiyecekleri aspire etmesi sonucu solunum ve dolaşım arresti gelişen olgu, beyin ve sinir cerrahisi yoğun bakım ünitesine alındı. Yoğun bakımda entübe edilip resüsite edildikten sonra mekanik ventilatör gereksinimi nedeniyle anestezi yoğun bakım ünitesine nakledildi. Anestezi yoğun bakım ünitesinde 46 gün kaldıktan sonra mekanik ventilatör gereksinimi kalmadığı için trakeostomi ile beyin ve sinir cerrahisi yoğun bakım ünitesine nakledildi. Üç gün beyin ve sinir cerrahisi yoğun bakımında kalan olgu, kardiyak arrest nedeniyle resüsite edilen diğer bir hastanın durumundan etkilenerek ikinci kez solunum ve dolaşım arresti gelişen olgu, tekrar resüsite edilerek anestezi yoğun bakım ünitesine nakledildi. Beyin ve sinir cerrahisi kliniğinde kalış süresince olgunun gereksinimlerine yönelik birçok hemşirelik tanısı belirlendi ve belirlenen hemşirelik tanılarına yönelik 145 Burcu TOTUR, Meryem YAVUZ, Mehmet ZİLELİ hemşirelik girişimleri uygulandı. Tablo 1’de olgunun hemşirelik sürecine yer verildi (Harsthorn ve Gauthier 2001, Birol 2002, Yavuz 2010). Olgu ameliyat sonrasında; beyin ve sinir cerrahisi yoğun bakım ünitesinde 9 gün, serviste 97 gün, anestezi yoğun bakım ünitesinde ise 113 gün olmak üzere toplam 219 gün hastanede kaldı. Bu süre sonunda tedavisi tamamlanarak trakeostomi kanülüyle ve yardımla yürür şekilde beyin ve sinir cerrahisi kliniğinden taburcu edildi. Taburcu edildikten sonra 23 gün evinde kalan olgu, daha sonra akciğer enfeksiyonu ve solunum sıkıntısı gelişmesi nedeniyle tekrar kliniğe başvurarak ve beyin ve sinir cerrahisi yoğun bakım ünitesine alındı. Aynı gün oksijen saturasyonunun düşmesi ve solunum sıkıntısının artması nedeniyle anestezi yoğun bakım ünitesine nakledildi. Burada 58 gün kaldıktan sonra trakeostomisi kapatılarak taburcu edildi. Taburcu edildikten sonra solunum sıkıntısı, solunum yolu enfeksiyonu gözlenmeyen olgu yardımsız olarak yürüyebiliyordu. Tablo 1: Kifoz Olgusunun Ameliyat Sonrası Hemşirelik Süreci Hemşirelik Tanıları Hemşirelik Girişimleri Sonuç Akciğer kapasitesinin ve solunum fonksiyonunun azalmasına bağlı spontan ventilasyonu sürdürmede yetersizlik • • • • • • Trakeostomiye bağlı infeksiyon riski • Trakeostominin açılmasından hemen sonra sık aralıklarla aspire edildi. • Aspirasyon işlemi sırasında aseptik ilkelere özen gösterildi. • Trakeostomide krut oluştuğunda az miktarda serum fizyolojik ile ıslatılarak krut yumuşatıldı ve aspire edildi. • Solunan hava nemlendirildi. • Trakeostomi yarasının çevresi günde iki defa %10 povidone-iyodine ve gaz tampon ile silinip gaz tampon ile çevrelendi. • Yaşam bulguları takibi yapıldı. • Kızarıklık, akıntı ve ciltte hassasiyet gibi enfeksiyon belirti ve bulguları gözlendi. • Alınan tüm önlemlere rağmen derin trakeal aspirasyon sıvısında Acinetobacter Baumannii üredi. • Ateş yüksekliği (38-38.8°C) gözlendi. • İnfeksiyon hastalıkları hekimi ile iletişime girilerek uygun antibiyoterapiye başlandı. • Antibiyoterapi sonrası 14. günde derin trakeal aspiratta üreme olmadı. Acinetobacter Baumannii’ye bağlı hipertermi • Kan ve idrar kültürü alındı. • Hipertermi süresince 15 dk. bir beden ısısı ve diğer yaşam bulguları takibi yapıldı. • Soğuk uygulama yapıldı. • Hekim istemine uygun antipiretikler verildi ve IV sıvı dozu artırıldı. • Aldığı ve çıkardığı sıvı takibi yapıldı. • Beden ısısı 37,8°C’nin altına inince soğuk uygulamaya son verildi. • Hastanın hipertermi durumu infeksiyon hastalıkları hekimine iletildi. • Antibiyoterapiye devam edildi. • Terleme sonrası yatak takımları değiştirildi. • Ateş düşürüldü. • Kan ve idrar kültüründe üreme olmadı. 146 Solunum yollarının açıklığı kontrol edildi. Solunumun derinliği, ritmi ve hızı izlendi. Oksijen saturasyonu takip edildi. Oksijen verildi. Endotrakeal aspire edildi. Sekresyonların atılımını kolaylaştırmak için yeterli hidrasyon sağlandı. • Solunum desteği sağlanması amacıyla olgu anestezi yoğun bakım ünitesine nakledildi. • Trakeostomi açıldı ve olgunun solunum sıkıntısı giderildi. Kifozlu Hastada Hemşirelik Bakımı: Olgu Sunumu Trakeostomiye bağlı sözel iletişimde bozulma • İletişimi geliştirmek için daha sık dokunmaya özen gösterildi. • İletişim için el hareketlerini kullanması önerildi. • Alternatif iletişim yöntemi olarak kağıt ve kalem kullanıldı. • Konuşma için akciğer sekresyonlarının azaldığı dönemde aralıklı olarak trakeostomi kapatıldı. • Dinlemek için yeterli zaman ayrıldı. Cerrahi insizyona bağlı ağrı • Vizüel Analog Skala (VAS) ile hastanın ağrısın • Olgu ağrısının azaldığını şiddeti tanımlandı (VAS:8). ifade etti (VAS:3). • Hastaya rahat bir pozisyon verildi. • Çevresel uyaranlar en aza indirilmeye çalışıldı. • Yüksek sesli konuşmalar önlendi. • Monitör sesleri azaltıldı. • Sözel iletişime önem verildi. • Hekim istemine göre analjezikleri uygulandı. Cerrahi insizyona bağlı enfeksiyon riski • İnsizyon yeri BOS sızıntısı, kanama ve enfek- • Düzenli olarak pansusiyon bulguları yönünden kontrol edildi. manların değişimi sağlandı. • Pansumanlar kirlendiğinde, pansuman • Enfeksiyon riski devam etti. değişimi için hekime ulaşıldı. • El hijyenine ve eldiven kullanımına önem verildi. Halo traksiyon uygulamasına bağlı hareket kısıtlılığı • Olguya halo traksiyon ile ilgili açıklama • Halo traksiyon ile ilgili bir yapıldı. komplikasyon gelişmedi. • Halo başlığı 5 kg. ağırlık ile traksiyona alındı. • Olgu, 2. ameliyattan 9 gün • Nörolojik değerlendirme (motor, duyusal sonra hekim istemi ile ve refleks fonksiyonları) yapıldı. yatakta oturtuldu. • Hareketsizlik ile ilgili sorunlar (basınç yarası, staz pnömonisi, konstipasyon, iştahsızlık, üriner staz, idrar yolu enfeksiyonu ve venöz staz yönünden) değerlendirildi. • Olgunun döndürülme ve sedyeye alınma işlemleri sırasında başı, boynu ve traksiyon tutuldu, bu işlemler 5 kişi ile yapıldı. Crohn hastalığına bağlı diyare • Aldığı-çıkardığı sıvı takibi yapıldı. • Sıvı-elektrolit takibi yapıldı. • Gaitada gizli kan tetkiki için örnek gönderildi. • Perianal bölge temiz tutuldu ve nemlendirici uygulandı. • Günde 5-6 kez diyaresi oldu. • Gaitada gizli kan sonucu negatif çıktı. • Gaitada üreme olmadı. • Hekim istemiyle antidiareik ilaç başlandı. İştahsızlığa bağlı beslenme yetersizliği • Dengeli beslenme ve besin öğelerinin önemi açıklandı. • Diyetisyen ile işbirliği yapılarak günlük alması gerekli kalori miktarı hesaplandı. • Diyetisyenin önerileri doğrultusunda yara iyileşme sürecine katkıda bulunması için yüksek kalorili ve proteinleri içeren gıdaları alması sağlandı. • Vücut bakımının yemeklerden önce yapılmasına ve bakımdan sonra hastanın dinlenmesine özen gösterildi. • Yemek yeme sürecinde yoğun bakımda istenmeyen kokuların olmamasına dikkat edildi. • Ağız hijyeni sağlandı. • Yeterli miktarda oral alım sağlanamadı. Bu nedenle total parenteral beslenmeye (TPN) başlandı. • Özellikle kağıt ve kalem kullanma ile iletişim sorunu çözüldü. 147 Burcu TOTUR, Meryem YAVUZ, Mehmet ZİLELİ TPN kateterine bağlı infeksiyon riski • 24 saatte bir TPN setleri değiştirildi. • TPN kateterine bağlı enfek• Üçlü musluklar 3 günde bir değiştirildi. siyon belirtileri gözlenmedi. • Kateterin seviye numarası ve sutur sağlamlığı kontrol edildi. • Kateterin giriş yeri enfeksiyon (ağrı, hassasiyet, hiperemi) açısından değerlendirildi. • Kateter pansumanı yapılırken aseptik tekniğe uyuldu. • Rutin kateter pansumanı değişimi 24 saatte bir %10 povidone-iyodine ve gaz tampon ile yapıldı. • Kateter pansumanı ıslandığında ya da kirlendiğinde hemen değiştirildi. TPN bağlı sıvı volüm dengesizliği riski • • • • • Yatak istirahatine bağlı deri bütünlüğünde bozulma riski • Braden Skalası’na göre risk değerlendirmesi • Braden Skalası’na göre hasta yapıldı. 12 puan ile yüksek risk • Hemoglobin ve albumin düzeyi kontrol grubunda değerlendirildi. edildi. • Tüm uygulamaların düzenli • Pozitif nitrojen dengesinin sürdürülmesi olarak yapılmasına rağmen için klinik diyetisyeni ile işbirliği kurularak deri bütünlüğünde bozulyeterli protein ve karbonhidrat alımı için ma riski devam etti. oral nütrisyon destek ürünleri kullanıldı. • Vücut temizliği vücut şampuanı ile silinip durulanarak ve kurulanarak yapıldı. • Vücut temizliğinden sonra tüm vücuda nemlendirici uygulandı. • 2 saatte bir pozisyon değişimi yapıldı. • Her pozisyon değişiminde cilt yüzeyi eritem ve beyazlık yönünden gözlendi. • Her pozisyon değişiminde doku esnekliği ve cilt sıcaklığı kontrol edildi. • Yatak takımlarının temizliğine ve düzenine önem verildi. • Makaslama etkisinin azaltılması için cilt yüzeyinin yatak takımlarına sürtünmesi engellendi. • Havalı yatak kullanıldı. Yatak istirahatine bağlı deri bütünlüğünde bozulma • Sakrumda ikinci derece basınç yarası tanım- • İkinci derece bası yarası devam etti. landı. • Yara yeri izotonik solüsyon • Rivanollü tampon ile basınç yarası pansuile yıkandıktan sonra manı yapıldı. rifocinle de yıkanıp kuru • Tamponların tespit edildiği hipofiks flastertampon ile kapatılmaya lerin sadece tamponların üzerini örtüyor başlandı. olmasına özen gösterildi. Yatak istirahatine bağlı özbakım eksikliği • Özbakım etkinliklerine katılımı (ağız bakımı, • Günlük temel gereksinimleri saç tarama gibi) sağlandı. karşılandı. • Yoğun bakımda günde iki kez, klinikte günde bir kez vücut bakımı yapıldı. • Diyare sonrası genital bölge hijyeni sağlandı. • Yemek yemesine yardımcı olundu. • Gereken sıklıkta ağız bakımı konusunda desteklendi. 148 Sıvı-elektrolit takibi yapıldı. • Sıvı-elektrolit değerleri norAldığı-çıkardığı sıvı takibi yapıldı. mal idi. Kan glikoz düzeyi takibi yapıldı. • Aldığı-çıkardığı sıvı takibinin Dört saatte bir yaşam bulguları takibi yapıldı. +500ml/gün de olması sağSantral venöz basınç (CVP) takibi yapıldı. landı. • CVP değerleri 5-8 cmH2O idi. Kifozlu Hastada Hemşirelik Bakımı: Olgu Sunumu Bilgi eksikliğine bağlı anksiyete • Güvenli bir iletişim ortamı hazırlandı. • Anksiyetesi devam etti. • Ameliyat sonrası dönem ile ilgili bilgi verildi. - Halo traksiyon - Trakeostominin çıkarılması - Ayağa kaldırılma • Trakeostomi nedeniyle konuşamadığında yazılı iletişim kuruldu. • Uygun ziyaret zamanlarında yakınları ile görüştürüldü. • Anksiyetesi ile ilgili hekimine bilgi verildi ve psikiyatri hekimi konsültasyonu istendi. • Psikiyatri hekiminin önerdiği antipsikotik ilaçlar uygulandı. Anksiyeteye bağlı bakım ve tedavilere uyumsuzluk • Olguda güven duygusu geliştirilmeye çalışıldı. • Sözel iletişime ve sözel iletişim kurallarına dikkat edildi. • Verilecek bakımın ve tedavinin amacı ve önemi ile ilgili bilgi verildi. • Bakım zamanı hastanın isteğine göre belirlendi. • Tedavilerin zamanında uygulanmasının önemi açıklandı. • Kendi bakımına katılması için desteklendi. • Mahremiyetine önem verildi. • Diğer hastaların bakım ve tedavilerinin tamamlanmasından sonra aynı olguya geri dönüldüğünde bakım ve tedavilerin uygulanmasında güçlük yaratmadığı gözlendi. Anksiyeteye bağlı uyku örüntüsünde rahatsızlık • Gürültü ve sesler azaltılmaya çalışıldı. • İşlemler, uyku döneminde iken en az sayıda rahatsızlık eden şekilde düzenlendi. • Alışageldiği uyku öncesi hijyen uygulamalarına uyuldu. • Psikiyatri hekiminin önerdiği antipsikotik ilaçların uygulanmasına devam edildi. • Daha fazla uyuduğunu ve dinlendiğini belirtti. TARTIŞMA Olgu, kliniğimize ankilozan spondilite bağlı kifoz ve günlük yaşam aktivitelerini gerçekleştirmede yaşadığı güçlükler nedeni ile başvurmuştur. Ankilozan spondilitli olgular, diğer spinal olgulara oranla daha fazla cerrahi risk taşımakta (Hadjicostas ve ark. 2010) ve hemşirelik uygulamaları da daha fazla özen ve zaman gerektirmektedir. Dunford ve ark. (2001) çalışmalarında, kifoskolyoz nedeniyle yaşadığı solunum sıkıntısı sonrasında trakeostomi açılması ve kapatılması süreçlerinde hastaların yaşadıkları sorunlarla baş etmede hemşirelerin bilgi birikiminin, iletişim becerilerinin ve hasta bakımında teknoloji kullanımının önemini vurgulamışlardır. Kifoz açısındaki artış, torakal hacmin küçülmesine, akciğer hacmi üzerine olumsuz etkiye yol açmakta, vital kapasitenin azalmasına ve çeşitli solunum problemlerinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır (Karataş ve ark. 2002). Bu tür hastalarda günlük yaşam aktivitelerinde de güçlükler gözlenmektedir (Nishiwaki 2007, Gülşen ve ark. 2008). Cerrahi sonrasında, kifoz nedeniyle azalan akciğer kapasitesi ve solunum fonksiyonu olgunun bakımında en fazla güçlük yaşanan problem olmuştur. Olgunun rahat 149 Burcu TOTUR, Meryem YAVUZ, Mehmet ZİLELİ solunum yapamaması, anksiyetesinin artmasına dolayısıyla ortam ve tedavilerine uyumsuzluğunun artmasına neden olmuştur. Akciğer kapasitesinin ve solunum fonksiyonunun azalmasına bağlı spontan ventilasyonu sürdürmede yetersizlik hemşirelik tanısına uygun hemşirelik girişimleri planlandı (Tablo 1). Uygulanan hemşirelik girişimleri sonrasında solunum sıkıntısının giderilememesi ve entübasyon uygulamasının mümkün olmaması nedeniyle trakeostomi açılması sonucu olgunun solunum sıkıntısı giderildi. Trakeostomi ile endotrakeal erişim kolaylaştı ve böylece sekresyonların aspirasyonu için harcanan süre nazotrakeal aspirasyon için harcanan süreye oranla azaldı. Ancak olgunun trakeostomisinin olması günlük hasta bakımı için gerekli sürenin artmasına neden oldu. Trakeostomi ilk açıldığında hastanın trakeostomiye uyumu zaman aldı ve iletişim problemleri yaşandı. Yazılı iletişim kurulduğunda ya da trakeostomisi aralıklı olarak kapatılmaya başlandığında, iletişim problemlerinde azalma kaydedildi. İletişim kurabilme sayesinde olgunun anksiyetesinde ise belirgin bir azalma gözlendi. Sonraki günlerde derin trakeal aspirasyon sıvısında Acinetobacter Baumannii üredi. Bu süreçte olguya Acinetobacter Baumannii’ye bağlı hipertermi, trakeostomiye bağlı enfeksiyon riski ve sözel iletişimde bozulma tanılarına uygun hemşirelik girişimleri uygulandı (Tablo 1). Ankilozan spondilite bağlı omurgada görülen ilerleyici fleksiyon deformitesi sonucu gelişen kifozun tedavisinde sagittal denge ve karşıya düz bakışın sağlanabilmesi için torakolomber osteotomi uygulamaları, sorunu radikal olarak çözümleyebilmektedir (Üzümcügil ve ark. 2009). Literatürde posterior fiksasyon sonrasında halo traksiyon uygulanması gerekliliği vurgulanmaktadır (Payer 2006). Posterior osteotomi ve fiksasyon uygulamasını içeren ikinci ameliyattan sonra halo traksiyon uygulanan olguda, cerrahi insizyonun geniş olması ve halo traksiyon uygulaması, olgunun daha fazla ağrı hissetmesine neden olduğu gibi infeksiyon riskini de arttırmıştır. Ayrıca halo traksiyon uygulaması olgunun günlük bakım gereksinimlerinin karşılanması, pozisyon değişikliğinin yapılması ve sedyeye alınması sırasında da güçlükler yaşandı. Uygun hemşirelik girişimleri ile ağrı, infeksiyon riski ve halo traksiyon uygulamasına yönelik sorunların üstesinden gelinmeye çalışıldı (Tablo 1). Ancak halo traksiyon uygulaması nedeniyle bakım işlemlerin gerçekleştirilebilmesi için yeterli sayıda kişinin bir araya gelebilmesinin sağlanması, hemşirelerin en çok zorlandığı konulardan biri oldu. Halo traksiyon uygulaması sonrasında hastanın yatakta oturamaması nedeniyle olgu oral beslenme sırasında yediklerini aspire etti. Bu sorun, olguya ameliyat öncesi dönemde, beslenme sırasında doğru nefes alma tekniği ve öksürme konularında eğitim yapılması besinlerin aspire edilmelerini önlemek açısından önemlidir. Spinal ameliyatlar sonrasında üriner ve bağırsak eliminasyonu sorunları, (Özbayır 2010) özellikle konstipasyon sık karşılaşılan bir sorundur. Ancak crohn hastalığı olması nedeniyle sık sık diyare gözlenen olguda soruna yönelik uygun hemşirelik girişimleri planlandı (Tablo 1). Sık diyare ve uzun süreli yatak istirahati nedeniyle alınan tüm önlemlere rağmen basınç yarası gözlenen olguda basınç yarasının bakımına ilişkin uygun hemşirelik girişimleri uygulandı (Tablo 1). Tedavi ve bakım gereksinimi nedeniyle hastanede özellikle yoğun bakımda uzun süre kalması, bilgi eksikliği ve yoğun bakımda kaldığı süreçte kötü bir deneyim 150 Kifozlu Hastada Hemşirelik Bakımı: Olgu Sunumu yaşamış (diğer bir hastanın resusite edildiğini görmesi) olması, olgunun anksiyetesinin artmasına, duygudurumunda ciddi dalgalanmalara ve değişimlere neden oldu. Tedavi ve bakım girişimlerine uyum sağlayamadığı gözlenen olgunun, bu süreçle baş edebilmesinde etkin iletişim yöntemleri ve ailesel destek sistemleri kullanıldı, uygun hemşirelik girişimleri planlandı (Tablo 1) ve psikiyatri hekimi tarafından önerilen tıbbi tedavi uygulandı. Bu tür olgularda sürekli fiziksel ve psikolojik değerlendirme yapılması olgunun değişen gereksinimlerinin belirlenmesi ve holistik yaklaşımın gerçekleştirilmesi açısından önem taşımaktadır (Dunford ve ark. 2001). SONUÇ Olgu, uzun zaman alan, güç ve iyi bir tedavi ve bakım süreci sonrasında sağlıklı bir şekilde taburcu edildi ve normal günlük yaşantısına geri döndü. Ancak AS’li olgularda kifoz gelişmeden önce erken dönemde tanı konulup tedavinin yapılması ve egzersiz programlarının desteklenmesi (Sözay 2004), daha nitelikli yaşamalarına katkı sağlaması açısından oldukça önemlidir. KAYNAKLAR Atalar H, Kayaoglu E, Erakar A, Dincer D. Surgical Treatment of Spinal Deformity Due to Ankylosing Spondylitis: Surgical Technique. Turkiye Klinikleri J Med Sci 2007;27(1):132-5. Ball JM, Cagle P, Johnson BE, Lucasey C, Lukert BP. Spinal Extension Exercises Prevent Natural Progression of Kyphosis. Osteoporos Int 2009;20(3):481-9. Birol L. Hemşirelik Süreci; Hemşirelik Bakımında Sistematik Yaklaşım. 5.baskı. Izmir: Etki Matbacılık 2002; 305-434. Dakhil-Jerew F, Derry F. Management of Cervical Spine Fracture in Patient with Advanced Ankylosing Spondylitis Using SOMI Brace. Injury Extra 2008;39(11):347-51. Dunford M, Donoghue J, Power G, Mitten-Lewis S. Managing Ventilatory Insufficiency and Failure in a Patient with Kyphoscoliosis: A Case Study. Aust Crit Care 2001;14(4):165-9. Ehrenfeld M. Geoepidemiology: The Environment and Spondyloarthropathies. Autoimmunity Reviews 2010;9(5):325-9. Gülşen M, Özkan C, Altın M. Ankilozan Spondilite Bağlı Kifotik Deformite Tedavisinde Lomber Transpediküler Kapalı Kama (Egg Shell) Osteomisi. J Turkish Spinal Surg 2008;19(4):397-406. Hadjicostas PT, Tsirogianni AK, Soucacos PN, Thielemann FW. Odontoid Fracture in Severe Ankylosing Spondylitic Patient. Injury Int J Care Injured 2010;41(2):231-4. Harsthorn JC, Gauthier DM. Nervous System Alterations. (içinde) Sole ML, Lamborn ML, Hartshorn JC (ed). Critical Care Nursing. 1st ed. Philadelphia: WB Saunders, 2001;283-44. Islam NC, Köse Ö. The Results of Kyphosis in Osteoporotic Spine Fractures. Turkiye Klinikleri J Orthop & Traumatol-Special Topics 2008;1(4):72-4. Karataş GK, Gürsel G, Koca NT. Osteoporozu Olan Hastalarda Torakal Kifozun Pulmoner Fonksiyonlarla İlişkisi. Romatizma 2002;17(1);17-23. Kırnap M, Güler M. Ankilozan Spondilitte Serum İmmunglobulinleri. Turkiye Klinikleri J Med Res, 1992;10(5):272-5. Mansour M, Cheema GS, Naguwa SM, Greenspan A, Borchers AT, Keen CL ve ark. Ankylosing Spondylitis: A Contemporary Perspective on Diagnosis and Treatment. Semin Arthritis Rheum 2007;36(4);210-23. 151 Burcu TOTUR, Meryem YAVUZ, Mehmet ZİLELİ Nishiwaki Y, Kikuchi Y, Araya K, Okamoto M, Miyaguchi S, Yoshioka N ve ark. Association of Thoracic Kyphosis with Subjective Poor Health, Functional Activity and Blood Pressure in the CommunityDwelling Elderly. Environmental Health and Preventive Medicine 2007;12(6):246-50. Özbayır T. Nörolojik Travmalar. (içinde) Karadakovan A ve Aslan FE (ed). Dahili ve Cerrahi Hastalıklarda Bakım. Adana: Nobel Kitabevi 2010;1245-73. Payer M. Surgical Management of Cervical Fractures in Ankylosing Spondylitis Using a Combined Posterior-Anterior Approach. J Clinic Neuro 2006;13(1):73-7. Pham T. Pathophysiology of Ankylosing Spondylitis: What’s New? Joint Bone Spine 2008;75(6):656-60. Piet JM, Gijs, Corne JM, Job LC. A Pedicle Subtraction Osteotomy as an Adjunctive Tool in the Surgical Treatment of a Rigid Thoracolumbar Hyperkyphosis; a Preliminary Report. The Spine J 2006;6(2); 195-200. Royen BJ, Kleuver M, Slot GH. Polysegmental Lumbar Posterior Wedge Osteotomies for Correction of Kyphosis in Ankylosing Spondylitis. Eur Spine J 1998;7(2):104-10. Saougou I, Markatseli TE , Voulgari PV , Drosos AA. Maintained Clinical Response of Infliximab Treatment in Ankylosing Spondylitis: A 6-Year Long-Term Study. Joint Bone Spine 2010;77(4):325-9. Sözay S. Seronegatif Spondiloartropatili Hastalara Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Yaklaşımları. Immunoloji Romatoloji 2004;4(1):72-6. Üzümcügil O, Özlük AV, Mert M, Atıcı Y. Caniklioğlu M. Benli T. Kaya A. Long-Segment Posterior Instrumentation Following Posterior Closing Wedge Osteotomy for the Treatment of Kyphotic Deformity in the Patients with Ankylosing Spondylitis. J Turkish Spinal Surgery 2009;20(3):49-58. Yavuz M. Kas İskelet Sistemi Fonksiyonlarının Değerlendirilmesi. (içinde) Karadakovan A ve Aslan FE (ed). Dahili ve Cerrahi Hastalıklarda Bakım. Adana: Nobel Kitabevi 2010;1275-356. 152 EGE ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ DERGİSİ SON KONTROL LİSTESİ 1. Makalenin Türü Araştırma Derleme Olgu sunumu Başlık Sayfası 2. Makalenin Türkçe ve İngilizce başlığı büyük harf ile yazıldı. 3. Yazarlar ve kurumları belirtildi. 4. Tüm yazarların yazışma adresleri, iş tel, gsm, e-posta belirtildi. 5. Makale bir kongrede sunulmuş ise, sunulduğu toplantı ve yılı belirtildi. Özet Sayfası 6. Türkçe ve İngilizce yapılandırılmış özet yazıldı (250-300 sözcük). 7. Türkçe ve İngilizce özet birbiriyle uyumlu. 8. Türkçe ve İngilizce anahtar sözcükler yazıldı. 9. Özetler sayfası metnin 1. sayfası olacak şekilde numaralandırıldı. Ana Metin 10. Açık, güncel ve rahat anlaşılır Türkçe kullanıldı. 11. Gramer ve yazım kurallarına uyuldu. 12. Yeni, alışılmadık ve yabancı terimler kullanılmışsa yanlarına Türkçe eşanlamlılarına yer verildi. 13. Kısaltmalar kullanılmışsa ilk kullanımda terimin yanında parantez içinde kısaltması belirtildi. 14. Araştırma makalelerinde alt bölüm başlıkları istenen şekilde yazıldı. 15. Derleme makaleler giriş anlatımını izleyen alt başlıklarda toplanarak uygun bir sonuç anlatımıyla bağlantılı bir şekilde sunuldu. 16. Bilimsel etik ilkelere uyulduğu belirtildi. Etik kurul izin yazısı eklendi. Kaynaklar 17. Kaynak gösterimi metin içinde belirtilen kurallara (yazar soyadı ve yayın tarihi) uygun olarak yapıldı. 18. Kaynaklar alfabetik sıra ile dizildi ve kaynak gösterimi kurallara uygun olarak yapıldı. 19. Doğrudan yararlanılmayan herhangi bir kaynak kullanılmadı (Elimde kaynakların tümü mevcut ve gerektiğinde dergi yayın kuruluna bunu ispat edebilirim.) Tablo ve Resimler 20. Belirtilen kurallara uygun olarak hazırlandı. 21. Başka kaynaklarda alınan şekil, resim, tablolarda kaynak gösterildi. Tüm Makale 22. Makalenin sayfa kenar boşlukları kontrol edildi. 23. Makalenin satır aralıkları uygun. 24. Makalenin ilgili bölümlerinde uygun yazı karakteri kullanıldı. 25. Makalenin ilgili bölümleri uygun puntoda yazıldı. 26. Makale sayfa sınırlarını aşmayacak şekilde yazıldı. 27. Makalede uygun şekilde sayfa numarası verildi. EGE ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ DERGİSİ Yazarlık/Yayın Hakkı Onay Formu …………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………… Başlıklı makalenin yazar / yazarları olarak yayın hakkını Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi’ne vermeyi kabul ediyorum/ ediyoruz. Yayınlanmasını istediğimiz bu makalenin Türkçe ve yabancı dilde herhangi bir dergiye yayınlanmak üzere gönderilmediğini ve daha önce hiçbir dergide yayınlanmadığını bildirip, yazının içeriği ile ilgili etik ve bilimsel sorumluluğu üstlendiğimi/ üstlendiğimizi kabul ederim/ederiz. Yazar/ Yazarlar İmza Tarih DERGİ YAZIM KURALLARI Yayının Kabulü: Basılması istenen yazılar, aşağıda belirtildiği şekilde, dergi editörlüğüne gönderilecektir. (E-mail: [email protected].) Makaleler üç bağımsız hakem tarafından incelenip, onayları alındıktan sonra yayınlanabilir. Hakemler, gerekli gördükleri yazılara değişiklik önerebilirler. Makalenin yayınlanmasında son karar, editör görüşü ile Dergi Yayın Kuruluna aittir. Dergide yayınlanan yazılar için, herhangi bir ücret ya da karşılık ödenmez. Gönderilen yazıların kabul edilip edilemeyeceği yazarlara bildirilir. Makalenin kabulü halinde, başlıkların altına yazar ad(lar)ı kurum adresleri ve e-mail adresleri eklenip e-mail: [email protected]. adresine gönderilecektir. Makalenin Hazırlanışı: Makale, Microsoft Word programında A4 kağıt boyutunda yazılmalıdır. Başlık 10 punto Times New Roman, Özet 9 punto Times New Roman, ana metin 10 punto, tablo ve kaynaklar 8 punto olacak şekilde yazılmalıdır. Araştırma raporları 16 sayfa, derleme ve olgu sunumları 10 sayfayı (kaynaklar dahil) geçmemelidir. Makalenin Yazılışı şu sırayı izlemelidir. BAŞLIK SAYFASI • • • • • Türkçe Başlık (Büyük harf ile), İngilizce Başlık (Büyük harf ile), Yazarların adları ve soyadları (soyadı büyük harf ile) Yazarların Yazışma adresleri, kurum adresleri, e-mail adresleri Makale bir kongrede bildiri olarak sunulmuş ise, sunulduğu toplantı ve yılı belirtilmelidir. ÖZET SAYFASI Özetler Türkçe ve İngilizce Olmak üzere iki dilde olmalı, yazının Türkçe ve İngilizce başlıklarını taşımalı, araştırmanın temel anlamını metne bakmayı gerektirmeyecek şekilde 250-300 sözcük ile yansıtmalıdır. Araştırma makalelerinin özetleri; “Amaç”, “Gereç ve Yöntem”, “Bulgular ve Sonuç” bölümleri ile anahtar sözcükleri içermelidir. Anahtar kelimelerin “Türkiye Bilim Terimleri”nden seçilmesi gerekmektedir. Bilgi için adresten yararlanılmalıdır. (http://www.bilimterimleri.com). Araştırma makalelerinin İngilizce özetleri; “Objective”, “Methods”, “Results”, “Conclusion” ve “Key Words” bölümlerini içermelidir. İngilizce anahtar kelimeler “Medical subject Headings (MESH”e uygun olarak verilmelidir. (http://www.nlm.nih.gov/mesh/MBrowser.html) Derleme Makalelerinin özetleri; Giriş, amaç, gelişme ve sonuç anlamı taşıyacak şekilde içeriği tam olarak yansıtmalıdır. Anahtar Sözcükler yer almalıdır. Derleme makalelerinin İngilizce özetleri; aynı şekilde olmalıdır. Olgu Sunumu özetleri olguyu kısaca tanımlamalı ve hemşirelik süreçlerini içermelidir. İngilizce özetleri de aynı şekilde olmalıdır. Özetler sayfası metnin birinci sayfası olacak şekilde numaralandırılmalıdır. DERGİNİN YAYIN DİLİ Derginin yayın dili Türkçe’ dir. Ancak Yurtdışından gelen çok önemli İngilizce makalelere de yer verilebilir. METİN: Dil ve biçim (üslup) açısından aşağıdaki özellikleri taşımalıdır. • Açık, güncel ve rahat anlaşılır olmalıdır. • Gramer ve yazım kurallarına uyulmalıdır. • Yeni, alışılmadık ve yabancı terimler kullanılmışsa yanlarında Türkçe eşanlamlarına yer verilmelidir • Kısaltmalar kullanılmışsa ilk kullanımda terimin yanında parantez içinde kısaltması belirtilmiş olmalıdır. • Bilimsel etik ilkelere uyulduğu belirtilmiş olmalı ve etik kurul izin yazısı eklenmelidir. • Makale bir kongrede bildiri olarak sunulmuş ise, sunulduğu toplantı ve yılı belirtilmelidir. Araştırma Raporları: Giriş, Amaç, Gereç ve Yöntem, Bulgular ve Tartışma, Sonuç ve Öneriler, Kaynaklar başlıklarını taşıyan bölümlerden oluşmalıdır. Araştırmaya katılmamış, ancak destek sağlamış olan kişi ve kuruluşlara teşekkür başlığı altında teşekkür edilebilir. Verilerin toplanmasında, örneklem gruplarının haklarının korunması açısından etik kurallara uyulduğu açıkça belirtilmeli, kritik gruplarla yürütülen çalışmalarda etik kurul veya kurum izin belgelerinin fotokopileri eklenmelidir. Tablo ve Şekiller: Grafik, fotoğraf ve çizimlere sıra numarası verilmelidir. Her tablonun üstünde ve şekillerin altında sıra numarası ve şekilleri kısaca açıklayan bir anlatım bulunmalıdır. Araştırma raporları derleme ve olgu sunumları için en çok 4 şekil kabul edilmektedir. Tablo, şekil ve grafikler, bilgisayarda çizilip metin içinde olması gereken yere yerleştirilmelidir. Net baskı elde edilebilmesi için, şekil, resim/fotoğraflar ayrı birer .jpg veya .gif dosyası olarak (pixel boyutu yaklaşık 500x400, 8 cm eninde ve 300 çözünürlükte taranarak), dergiye ayrıca iletilmelidir. Resim/fotoğraflar renkli, ayrıntıları görülecek derecede kontrast ve net olmalıdır. Başka bir kaynaktan alınan tablo ve şekillerin altına, alındığı kaynak şu şekilde belirtilmelidir. Güvenç B (1970) Kültür kuramında bütüncülük sorunu üzerine bir deneme. Ankara, s.51’den alındı. Fotoğrafların eni 11 cm. boyu 15 cm.’i aşmamalı, metin içinde fotoğrafın yerleştirileceği yer boş bırakılıp fotoğraf altına gerekli açıklama yapılmalıdır. Derlemeler: Konuyu yeterince irdeleyen kapsamlı literatür taramasına dayandırılmış olmalı; giriş anlatımını izleyen alt başlıklarda toplanarak gelişme ve sonuç anlatımıyla sunulmuş olmalıdır. Kaynakça kullanım kurallarına uyulmalıdır. Olgu Sunumları: Giriş, Olgu Sunumu, Tartışma ve Kaynaklar verilerek yazılmalıdır. Olgu sunumu fotoğraf ve akış şemaları ile desteklenebilir. Fotoğraf ve akış şemaları için gerekli izinler alınmalıdır. Son Kontrol Listesi: Son Kontrol listesi gözden geçirilip, imzalandıktan sonra gönderilen yayına eklenerek gönderilmelidir. (ayrı bir sayfa olarak) Yazarlık/Yayın Hakkı Onay Formu: Tüm yazarlar tarafından imzalanmış olarak gönderilmelidir. KAYNAK KULLANIMI Metin içinde: Yazarın soyadı ve yazının yayın tarihi ile birlikte belirtilmeli, yazar ve tarih arasına virgül konmamalıdır. İki yazarlı kaynaklarda, yazarların her ikisinin soyadı, ikiden fazla yazarlılarda ise, birinci yazarın soyadı ve “ve ark.” Şeklinde belirtilmelidir. Örnekler (Graydon 1988), depresyonun… (Sarna ve Mc Corkle 1996), araştırmalarında…… (Lasry ve ark. 1987), yaptıkları çalışmada…… ………saptanmıştır (Graydon 1998). ………ortaya çıkarılmışlardır (Bard ve Sutherland 1955). Ancak cümle başlangıcında kullanırken kullanım şekli aşağıdaki gibi; Sarma ve Mc Corkle araştırmalarında ……………………..(1996). olacaktır. Aynı yazarın, aynı yıldaki değişik yayınları (Bayık 1996 a, Bayık 1996 b) şeklinde belirtilmelidir. Birden çok yazar aynı anda gösterileceği zaman, aynı parantez içinde virgülle ayrılarak gösterilmelidir. Kaynaklar tarih sırasına göre sıralanmalıdır. Örnek: (Argon 1992 , Karadakovan 1992). Kaynakçada: Kaynaklar, alfabetik sıra ile dizilmelidir. Yazar ad (lar) ının baş Harfleri arasına noktalama işaretleri konulmamalıdır. Üç Yazara kadar çoğul yazarlı kaynaklarda, yazar soyadı ve adının baş harfini izleyerek aralarına virgül konulmalıdır. Üçten fazla yazarlı kaynaklar, ilk üç isimden sonra “ve ark.” Şeklinde belirtilmelidir. Kongre bildirileri, kişisel deneyimler kaynak olarak gösterilmemelidir. Dergi isimleri, Index Medicus’a uygun olarak kısaltılmalıdır. Dergi makalesi, kitap isimleri yazılırken, ilk kelimenin baş harfi büyük, diğerleri küçük harfle yazılmalıdır. Kaynakların Yazılışı İle İlgili Örnekler Dergi Makalesi Yazar(lar)ın soyadları ve isimlerinin baş harfleri, makale ismi, dergi ismi, yıl, cilt, sayı, sayfa no’su belirtilmeledir. • Stephane A. Management of congenital cholesteatoma with otoendoscopic surgery: Case Report. Türkiye Klinikleri, JMed Sci 2010; 30(2): 803-7. • Lorig K, Gonzales VM, Ritter P & et al. Comparison of three methods of data collection in an urban Spanish-speaking population. Nurse Res. 1997; 46(4): 230-234. Dergi Eki (Supplement) • Kocaman N, Kutlu Y, Ozkan S. Predictors of psychosocial adjustment in people with physical disease. J Clin Nurs 2007; 16(3A Suppl.): 6-16. Kitap: Yazar(lar)ın soyad(lar)ı ve isim(ler) inin baş harfleri, bölüm başlığı, editör(lerin) ismi, kitap ismi, kaçıncı baskı olduğu, sehir, yayınevi, yıl ve sayfalar belirtilmelidir. • Karasar N. Araştırmalarda rapor hazırlama. 8.basım, Ankara: 3A Araştırma Eğitim danışmanlık Ltd., 1995; 101-112. • Terakye G. Hemşirelikte iletişim ve hasta hemşire ilişkileri. 2.baskı. Ankara: T.C.Sağlık Bakanlığı Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü; 1994. Yabancı Dilde Yayınlanan Kitaplar için: • Gorman LM, Raines ML, Sultan DF. Psychosocial nursing for general patient care. 2nd ed. USA: F.A. Davis Company; 2002. • Solcia E, Capella C, Kloppel G. Tumors of the exocrine pancreas. Tumors of the Pancreas. 2 nd ed. Washington: Armed Forces Institute of Pathology; 1997: 145-210. Kitap Bölümü: • Kaufman CA, Wyatt RJ. Neuroleptic Malignant Syndrome. (içinde). Melszer HY (ed). Psychopharmacology. New York: Raven Pres; 1987. • Underwood LE, Van Wyk JJ. Normal and aberrant growth. In: Wilson JD, Foster DW, eds. Viliams’ Textbook of Endocrinology. 1 st ed. Philadelphia: WB Saunders; 1992: 1079-138. Kitap Çevirisi: • Wise MG, Rundell JR. (1994) Konsültasyon Psikiyatrisi. (Çevri: TT Tüzer, V Tüzer). Ankara: Compos Mentis Yayınları; 1997. Metin içinde “(Wise ve Rundell 1994)” şeklinde gösterilir. • Hofling CK, Leininger MM. Hemşirelikte ana psikiyatrik kavramlar (Kumral A, Çeviri Editörü). İstanbul: Vehbi Koç Vakfı Yayınları; 1960. (orijinal çalışma basım tarihi 1983). Yazar ve Editörün Aynı Olduğu Kitaplar • Uyer G. Yeni bir birimin planlanması ve organizasyonu. (içinde). Hemşirelik Hizmetleri Yönetimi El Kitabı. (Uyer G, editör). 1.basım. İstanbul: Birlik ofset Ltd. Sti; 1986: 56-61. • Eken A. Kozmesötikler: Kozmetiklerle İlaçlar Arası Ürünler. Eken A, editör. Kozmesötik Etken Maddeler. 1.Baskı. Ankara: Türkiye Klinikleri; 2006: 1-7. Yazar Adı Olmayan Yayınlar (Sık kullanılan Çeviri Kaynaklara Örnekler): American Psikiyatri birliği (1994) Mental Bozukluklarının Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, dördüncü baskı (DSM-IV) ( Çev.ed.: E Köroğlu) Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 1995. Metin içinde “American Psikiyatri Birliği (1994)” şeklinde gösterilir. Dünya Sağlık Örgütü (1992) ICD-10 Ruhsal ve Davranışsal Bozukluklar Sınıflandırılması. (Çev. Ed.;MO Öztürk, B Uluğ, Çev.: F.Çuhadaroğlu, İ.Kaplan, G. Özgen, MO Öztürk, M rezaki, B Uluğ). Türkiye Sinir ve Ruh Sağlığı Derneği Yayını, Ankara: 1993. Metin içinde “Dünya Sağlık Örgütü (1992)” şeklinde gösterilir. Yayınlanmamış Tez Yavaş O. Bir üniversite hastanesinde çalışan hemşirelerin iş doyumu ve örgütsel gereksinimlerine ilişkin bir inceleme. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İzmir: Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü.1993: 53-55. Basılmamış Yayınlar Gordes G, Cole JO, Haskell D.&. et al. The naturel history of tardive dyskinesia. J.Clin Psychophormacol. (Baskıda). İnternet üzerinden alınan belgeler kaynak Olarak Kullanılıyorsa: Yararlanılan yazının yazarı, yazarı yoksa kurum adı UNICEF gibi kurum adı yoksa kaynak gösterilmemelidir. Yayının internet kaynağı varsa Yayının başlığı, internet adresi ve son erişim tarihi belirtilerek gösterilebilir. • Lee DS, Austin PC, Rouleau JL, Liu PP, Naimark D, Tu JV. (November 19, 2003). Predicting mortality among patients hospitalized for heart failure. The Journal of the American Medical Association, 290(19): 2581-2587. Retrieved November 23, 2003, from http://jama.ama-assn. rg/cgi/content/abstract/290/19/2581. Yayın resmi yayın olarak gösterilecekse; • American Nurses’ Association. Statement on psychiatric mental health nursing practice and standards of psychiatric-mental health clinical practice. Washington: American Nurses’ Publishing; 1994. Kaynakların doğruluğundan yazarlar sorumludur. Doğrudan yararlanılmayan ya da başka kaynaklardan aktarılmış kaynaklar belirtilmemeli, basılmamış eserler, kişisel haberleşmeler, Medline taramalarından ulaşılan makalelerin özetleri kaynak gösterilmemelidir. YAZAR İNDEKSİ Yazar Akın Korhan Esra Akkuş Yeliz Aktaş Eda Argon Gülümser Bahar Zuhal Barış Nuray Bayık Temel Ayla Beytut Dilek Bilge Ayşegül Bilsin Elif Binbir Hatice Birgili Fatma Bolışık Bahire Bolsoy Nursen Çelik Neşe Çetinkaya Aynur Çevik Kıvan Çıray Gündüzoğlu Nazmiye Çiçek Ayşe Demir Korkmaz Fatma Demiray Ayşe Demirkıran Gülsen Dursun Engin Meltem Erkal İlhan Sibel Ersun Ayşe Eşer İsmet Fadıloğlu Çiçek Güneysu Çakan Azize Hakverdioğlu Yönt Gülendam Hıdıroğlu Seyhan Kaçar Fadime Kalkım Aslı Karadağ Ezgi Karatay Gülnaz Karaveli Selda Karayağız Muslu Gonca Kavlak Oya Khorshid Leyla Sayı-Sayfa 1:47-55 3:85-96 1:73-80; 2:63-78 3:13-24 2:91-103 2:63-78 2:79-89 2:123-133 3:129-135 2:105-112 3:13-24 3:25-34 1:37-45 1:13-25 3:117-128 3:35-49 2:23-30 1:91-103 3:13-24 3:97-105 1:27-36; 47-55 1:1-12 3:13-24 3:51-64 1:37-45; 2:13-21 2:1-11 1:91-103 3:1-12 1:47-55 2:63-78 1:27-36 3:65-84 2:31-40; 3:85-96 2:31-40; 3:85-96 3:51-64 2:123-133 2:55-62; 3:107-116 1:27-36,47-55; 2:1-11; 23-30; 3:25-34; 117-128 Yazar Kızılcı Sevgi Köşgeroğlu Nedime Muslu Leyla Ocakçı Ayşe Ferda Oksel Esra Orgun Fatma Özakar Selen Özalp Gerçeker Gülçin Özkütük Nilay Özmen Dilek Özsoy Süheyla Öztürk Ruşen Save Dilşad Seren İntepeler Şeyda Sevil Ümran Sezer Hale Sözen Emine Şen Selma Taşçı Duran Emel Teksöz Emel Tel Hatice Tel Havva Tezcan Sinem Totur Burcu Tuzcu Ayla Uzun Özge Ünsal Atan Şenay Vardar İnkaya Bahar Vatan Fahriye Yardımcı Figen Yavuz Karamanoğlu Ayla Yavuz Meryem Yıldırım Julide Gülizar Yıldırım Nilüfer Yıldırım Sarı Hatice Yılmaz Demir Nurşah Zaybak Ayten Zileli Mehmet Sayı-Sayfa 2:41-53 3:51-64 3:65-84 1:73-80 1:91-103 2:1-11; 3:1-12 2:113-122 2:123-133 2:1-11; 3:1-12 3:35-49 3:65-84 3:107-116 2:63-78 1:57-71 1:13-25; 3:107-116 3:1-12 2:41-53 1:13-25 1:13-25 1:73-80 3:137-142 3:137-142 2:55-62 3:143-152 2:91-103 1:1-12 1:13-25 2:31-40 2:79-89; 3:13-24 2:123-133 3:97-105 3:143-152 3:65-84 3:65-84 1:81-90 1:57-71 2:13-21 3:143-152 KONU İNDEKSİ Ailede Kadının Değişen Rolünün Çocuk Sağlığına Etkisi ve Aile Merkezli Bakımın Önemi 28(1); 73-80, 2012 Hemşire Öğretim Elemanlarının Örgütsel Bilgi Kültürü Algılarının İncelenmesi 28(2); 1-11, 2012 Bir Hemşirelik Dergisinin İncelenmesi 28(1); 47-55, 2012 Hemşirelik Öğrencilerinin Profesyonel Davranışları Uygulayabilme Durumlarının Belirlenmesi 28(2); 23-30, 2012 Bir İlköğretim Okulundaki Öğrencilerde İdrar Yolu Enfeksiyonu ve İlişkili Faktörler 28(3); 25-34, 2012 Bir Aile Sağlığı Merkezine Başvuran Hipertansiyon Hastalarının İlaç Tedavisine Uyum Öz Etkililik Düzeyleri 28(3); 85-96, 2012 Çocuğun Kendi Hastalığına Yönelik Tutumu Ölçeği Türkçe Formu Geçerlik ve Güvenirliği 28(1); 37-45, 2012 Çocuklarda Uyku 28(1); 81-90, 2012-12-05 Duygusal Özgürlük Teknikleri’nin Dismenore Üzerine Etkisinin İncelenmesi 28(2);13-21,2012 Erkek Hemşirelerin Yaşadıkları Sorunların İncelenmesi 28(1);27-36, 2012 Hemşirelik Öğrencilerinin Yaşlı Ayrımcılığına İlişkin Tutumları 28(2); 31-40, 2012 Hemşirelikte Kariyer Geliştirmede Yeni Bir Yaklaşım: Yönderlik 28(2); 79-89, 2012 Hastanede Çalışan Hemşirelerin Örgütsel Vatandaşlık Düzeylerinin İncelenmesi 28(3); 1-12, 2012 Hemşirelerin Yönetsel Kararlara Katılımlarının İncelenmesi 28(3);13-24, 2012 İmplante Port Takılacak Hastaların İşlem Öncesi Bilgilendirilmesinin Anksiyete Düzeylerine Etkisinin İncelenmesi 28(3); 51-64, 2012 Erken Çocukluk Döneminde Masturbasyon Sorunu Olan Çocuğa Hemşirelik Yaklaşımı 28(2); 113-122, 2012 Koroner Arter Bypass Greft Ameliyatı Geçiren Hastaların Taburculuk Sonrası Öğrenim Gereksinimleri 28(1); 1-12, 2012 Engelli Çocuğa Sahip Ailelerin Yaşadığı Sorunlar 28(3); 35-49, 2012 Kanser Tedavisinde Güncel Yaklaşım: Biyoterapi ve Hemşirelik Yönetimi 28(1); 91-103, 2012 Gebelik Öncesi Sigara İçen Kadınların Gebelik Döneminde Sigara İçme Durumlarına Etki Eden Faktörlerin İncelenmesi 28(2); 55-62, 2012 Kemoterapi Alan Hastaların Yakınlarının Deneyimleri: Niteliksel Bir Çalışma 28(2); 63-78, 2012 Göçmen Kadınlarda Sağlık İnanç Modeli ve Sağlığı Geliştirme Modeli Kullanımının Meme Kanseri Erken Tanı Davranışlarındaki Değişime Etkisi 28(2); 91-103, 2012 Kalp Damar Cerrahisinde Hibrid Girişimler: Ameliyathane Hemşireliği Yönü 28(3); 97-105, 2012 Kas İçi Enjeksiyona Bağlı Ağrıyı Azaltma 28(3); 117-128, 2012 Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığının Sosyokültürel Yansıması: Stigma 28(3); 137-142, 2012 Trafik Kazalarına Karşı Önlemler: Çocuk Oto Koruma Sistemleri 28(2); 105-112, 2012 Kifozlu Hastada Hemşirelik Bakımı: Olgu Sunumu 28(3); 143-152, 2012 Türkiye’de Hemşirelikte İş Sağlığı Lisansüstü Tezlerinin Eleştirel Değerlendirilmesi 28(3); 65-84, 2012 Morse Düşme Ölçeğinin Türkçe’ye Uyarlanması ve Duyarlılık-Seçicilik Düzeyinin Belirlenmesi 28(1); 57-71, 2012 Orem’in Öz Bakım Teorisine Göre Juvenil Dermatomiyozitli Hastanın Değerlendirilmesi ve Hemşirelik Bakım Planı 28(2); 123-133, 2012 Tip 2 Diyabetlilerde Ayak Bakım Davranışlarının İncelenmesi ve Karşılaştırılması 28(2); 41-53, 2012 Üniversite Öğrencilerinin Cinsellik ve Aile Planlaması Yöntemleri Konusundaki Bilgi, Görüş ve Uygulamaları 28(1); 13-25, 2012 Postpartum Depresyonda Kültürel Faktörlerin Önemi 28(3); 107-116, 2012 Yaşama Dair Olumlu Düşünce (283); 129-135, 2012
Similar documents
Welcome Cocktail 23.05.2016
Chitin Content and Some Physicochemical Properties Scorpion (Scorpiones) Fauna of Turkey: Biodiversity of Cicadas (Hemiptera: Cicadoidea) and Endemism Abbas MOL Ersen Aydın YAĞMUR Biodiversities of...
More information