yaşanabilir kentler için “potansiyeller”

Transcription

yaşanabilir kentler için “potansiyeller”
25
th INTERNATIONAL
BUILDING & LIFE CONGRESS
. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ
YAŞANABİLİR KENTLER
“LIVEABLE CITIES”
Editör / Editor
Mimar Evren BÖKE
28 - 30 Mart / March 2013
Basım : Mart 2013
ISBN : 978-605-01-0460-8
© Her hakkı saklıdır. Bu kitabın tamamı veya bir kısmı TMMOB Mimarlar Odası Bursa Şubesi’nin
izni alınmaksızın kısmen veya tamamen hiçbir teknikle çoğaltılamaz veya yayınlanamaz.
Kitapta yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarına aittir.
Grafik Tasarım ve Yayına Hazırlayan : FG İLETİŞİM / www.fgiletisim.com
Baskı : CİHAN MATBAA - Münevver KILINÇ
Fevzi Çakmak Cd. Beyhan İşhanı 69/2 BURSA Tel : 0.224. 253 20 62
TMMOB MİMARLAR ODASI BURSA ŞUBESİ / UCTEA CHAMBER OF ARCHITECTS BURSA SECTION
ÖNSÖZ
Ülkemizde son dönemde Kentsel Dönüşüm kavramı sıkça tartışılırken ve dönüşümün toplumun büyük bir kesimi tarafından fiziksel bir
dönüşüm olarak algılanması; “Yaşanabilir Kent” kavramını gündeme getirerek toplumun tüm kesimleri tarafından tartışılarak nitelikli
bir kent oluşturma düşüncesi Kongre’nin konusunun belirlenmesinde etkili oldu.
Kentlerin değişim sürecinde “Yaşanabilirlik” kavramı, gelecek kuşakların nitelikli bir yaşam sürmelerinde ekonomik, sosyal ve kültürel
yapılarının dikkate alınmasını önemli kılmaktadır. Bu kavram, insan doğasına uygun olmayan ve insanların mutlu olmadıkları yaşam
çevrelerinin değiştirilmesi düşüncesini etkin hale getirmektedir. “Yaşanabilir Kent” kavramının “Yaşam Kalitesi”, “Sürdürülebilirlik”
kavramları ile birlikte eş anlamlı olarak kullanılmaya başlandığını görmekteyiz.
“Yaşanabilirlik Kavramı” ekoloji, arazi kullanımı, kamusal alanlar, ulaşım, sağlık, güvenlik, tasarım, eğitim, kültür gibi alanlarda ilke ve
değerleri belirleyerek kent planlama ve mimarlık alanlarında etkin hale getirilebilinir.
“Yaşanabilir Kentler” temasının belirlenmesinde, bildirilerin seçiminde ve kongre hazırlık sürecinde 25. Uluslararası Yapı ve Yaşam
Kongremize katkılarını esirgemeyen bilimsel kurul üyelerine, bildirileri ile kongremize katkıda bulunan akademisyenlere, Şubemiz
çalışanlarına ve meslektaşlarımıza Mimarlar Odası Bursa Şubesi adına teşekkür ederken, kongremizin mimarlık meslek ortamına ve
topluma katkı sağlamasını diliyorum.
Nizamettin KAYA
Mimar
Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı
BİLİMSEL KURUL / Scientific Committee
Nilüfer AKINCITÜRK, Prof.Dr.Y.Mimar / Prof.Dr.MArch
Ali Osman ASASOĞLU, Prof.Dr.Y.Mimar / Prof.Dr.MArch
Cânâ BİLSEL, Prof.Dr.Y.Mimar / Prof.Dr.MArch
Ali CENGİZKAN, Prof.Dr.Y.MimarProf.Dr.MArch
Manuel CUADRA, Prof.Dr.Y.Mimar-Mühendis, Almanya / Prof.Dr.MArch-Ing, Germany
İclal DİNÇER, Prof.Dr.Y.Mimar, Şehir Plancısı / Prof.Dr.MScCP
Neslihan DOSTOĞLU, Prof.Dr.Y.Mimar / Prof.Dr.MArch
Emel GÖKSU, Prof.Dr.Y.Mimar, Şehir Plancısı / Prof.Dr.MScCP
Tülin GÖRGÜLÜ, Prof.Dr.Y.MimarProf.Dr.MArch
Orhan HACIHASANOĞLU, Prof.Dr.Y.Mimar / Prof.Dr.MArch
Barbara HOIDN, Prof.Dr.Y.MimarProf.Dr.MArch
Güzin KONUK, Prof.Dr.Y.Mimar / Prof.Dr.MArch
Güven A.SARGIN, Prof.Dr.Y.Mimar / Prof.Dr.MArch
Jaime LERNER, Prof.Dr.Y.Mimar, Brezilya / Prof.Dr.MArch, Brasil
Derya OKTAY, Prof.Dr.Y.Mimar & Kentsel Tasarımcı / Prof.Dr.Ms. in Arch & PGDipUD
Şengül ÖYMEN GÜR, Prof.Dr.Y.Mimar / Prof.Dr.MArch
Alan Jackson SIMPSON, Prof.Dr.Y.Mimar, Şehir Plancısı, İngiltere / Prof.Dr.MArch, MScCP, UK
Bülend TUNA, Mimar / Architect
Handan TÜRKOĞLU, Prof.Dr.Y.Mimar / Prof.Dr.MArch
Zuhal ULUSOY, Prof.Dr.Y.Mimar / Prof.Dr.MArch
Evren BÖKE, Mimar, Bilimsel Kurul Sekreteri / Architect, Scientific Committee Secretary
DANIŞMA KURULU / Advisory Board
Neslihan DOSTOĞLU, Prof.Dr.Y.Mimar / Prof.Dr.MArch
Mehmet Orhan EFE, Mimar, Mimarlar Odası Bursa Şubesi, / Achitect, President of Chamber of Architects
Yapı ve Yaşam Komitesi BaşkanıBursa Section Building & Life Congress Committee
Nizamettin KAYA, Mimar, Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı / Architect, President of Chamber of Architects Bursa Section
Eyüp MUHCU, Mimar, Mimarlar Odası Genel Başkanı / Architect, Chamber of Architects Headquarters President
Derya OKTAY, Prof.Dr.Y.Mimar & Kentsel Tasarımcı / Prof.Dr.Ms. in Arch & PGDipUD
Şengül ÖYMEN GÜR, Prof.Dr.Y.Mimar / Prof.Dr.MArch
Bülend TUNA, Mimar, Mimarlar Odası 40. ve 41. Dönem Genel Başkanı / Architect, Chamber of Architects 40th and 41stTerm President
Handan TÜRKOĞLU, Prof.Dr.Y.Mimar / Prof.Dr.MArch
MİMARLAR ODASI BURSA ŞUBESİ YÖNETİM KURULU / Board of Chamber of Architects Bursa Section
Nizamettin KAYA, Başkan / President
Serkan SAPAN, 2. Başkan / Vice President
Üzeyir GÜVEN, Sekreter Üye / Secretary Member
Erdem YURDUSEVER, Sayman Üye / Treasurer
Erol PÜRCÜ, Üye / Member
Elif ŞEHİTOĞLU, Üye / Member
Özlem KÖPRÜLÜ BAĞBANCI, Üye / Member
içindekiler / index
1. OTURUM - YAŞANABİLİR KENTLER / YAŞAM KALİTESİ
SESSION 1 - LIVEABLE CITIES / URBAN QUALITY OF LIFE
Şengül ÖYMEN GÜR / Oturum Başkanı - Chairperson
Prof. Dr. Handan TÜRKOĞLU, Prof.Dr. Fulin BÖLEN / Çağrılı Bildiri - Invited Speaker
BURSA’DA KENTSEL YAŞAM KALİTESİNİN ÖLÇÜLMESİ
3 - 11
MEASURING URBAN QUALITY OF LIFE IN BURSA
13 - 21
KENTSEL / MEKANSAL YAŞANABİLİRLİK ÜZERİNE KAVRAMSAL BİR ÇÖZÜMLEME 23 - 28
A CONCEPTUAL ANALYSIS ON URBAN/SPATIAL LIVEABILITY 29 - 34
Doç. Dr. Ş. Gülin BEYHAN, Yrd. Doç. Dr. Zeynep PEKER, Doç. Dr. Erkan POLAT, Yrd. Doç. Dr. Pervin ŞENOL
FARKLI KONUT YERLEŞİM DOKULARINDA YAŞANABİLİRLİK
35 - 43
LIVEABILITY ON DIFFERENT HOUSING SETTLEMENTS
45 - 52
Prof. Dr. Nihal ŞENLİER, Öğr. Gör. Dr. Reyhan YILDIZ, Arş. Gör. Tayfun SALİHOĞLU
YAPI ADASI TASARIMININ YAŞAM KALİTESİNE ETKİLERİ: İZMİR GÜZELYALI MAHALLESİNDE BİR ARAŞTIRMA
53 - 62
THE EFFECTS OF BUILDING BLOCK DESIGN ON QUALITY OF LIFE: A RESEARCH IN GUZELYALI NEIGHBORHOOD, IZMIR, TURKEY
63 - 71
Arş. Gör. Gözde EKŞİOĞLU ÇETİNTAHRA
2. OTURUM - YAŞANABİLİR KENTLER / UYGULAMALAR
SESSION 2 - LIVEABLE CITIES / PRACTICES
Neslihan DOSTOĞLU / Oturum Başkanı - Chairperson
KENT İÇERİSİNDEKİ POST - ENDÜSTRİYEL ALANLARA YÖNELİK PEYZAJ STRATEJİLERİ
75 - 85
FROM VACANCY TO OCCUPANCY: LANDSCAPE STRATEGIES FOR POST - INDUSTRIAL SPACE IN URBAN ENVIRONMENT
87 - 96
Dr. Meltem ERDEM
“YAŞANABİLİR KAMUSALLIK” KAVRAMININ FABRİKA YERLEŞİMLERİ VE SIEDLUNGLAR ÜZERİNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
EVALUATION OF THE CONCEPT OF “LIVEABLE PUBLIC SPACES” ON THE BASIS OF FACTORY SETTLEMENTS AND SIEDLUNGS
97 - 109
111 - 122
Y. Mimar Sinem KAYA AKÇAY, Doç. Dr. Zeynep ULUDAĞ
KAMUSAL AÇIK ALAN OLARAK KENT PARKLARI: KADIKÖY - GÖZTEPE PARKI ÖRNEĞİ
123 - 129
URBAN PARKS AS COMMUNITY OPEN SPACES: CASE STUDY KADIKÖY - GÖZTEPE PARK
131 - 136
Arş. Gör. Nihan GÜREL, Doç. Dr. Feride ÖNAL
3. OTURUM – YAŞANABİLİR KENTLER / EKOLOJİ
SESSION 3 - LIVEABLE CITIES / ECOLOGY
Derya OKTAY / Oturum Başkanı - Chairperson
SÜRDÜRÜLEBİLİR EKOLOJİK YERLEŞMELERE ÖRNEK OLARAK: FREIBURG ŞEHRİ
139 - 145
AN EXAMPLE FOR ECOLOGICAL SUSTAINABLE SETTLEMENTS; FREIBURG CITY
147 - 153
Arş. Gör. Esmagül YAKUPOĞLU, Arş. Gör. Ferhan KORKMAZ HASMADEN
THE IMPORTANCE OF ECOLOGICAL DESIGN FOR LIVABLE CITIES
155 - 164
Doç. Dr. Aysel USLU, Nasim SHAKOURI
DOĞAL AFETLERİN OLUŞUMUNDA VE EKOLOJİK DENGENİN BOZULMASINDA YAPILAŞMANIN ROLÜ
165 - 169
THE ROLE OF STRUCTURING IN NATURAL DISASTERS AND DETERIORATING ECOLOGICAL BALANCE
171 - 175
Yüksek Lisans Öğrencisi Gizem KUÇAK TOPRAK, Y. Mimar Esin BÖLÜKBAŞ DAYI
BİYOFİLİK MİMARLIĞIN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ
177 - 182
SUSTAINABILITY OF BIOPHILIC DESIGN
183 - 188
Arş. Gör. Mimar Elif Belkıs ÖKSÜZ
4. OTURUM – YAŞANABİLİR KENTLER / KÜLTÜREL MİRAS VE ÇEVRE
SESSION 4 - LIVEABLE CITIES / CULTURAL HERITAGE AND ECOLOGY
Güzin KONUK / Oturum Başkanı - Chairperson
Prof. Dr. Pierre BOUCHE, Prof. Dr. Claudio SECCI / Çağrılı Bildiri / Invited Speaker
BURSA’DA YOĞUN KENTSEL PROJE ÇALIŞTAYLARI: HIZLI KENTSEL BÜYÜME KARŞISINDA TARİHİ MERKEZİN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİNE YÖNELİK PROJELER TANIMLAMAK
URBAN PROJECT WORKSHOP IN BURSA: DEFINITION OF PROJECTS FOR THE
SUSTAINABILITY OF HISTORICAL CITY CENTER AGAINST RAPID URBAN GROWTH
Dr. Haluk ZELEF, Doç. Dr. Adnan BARLAS / Çağrılı Bildiri / Invited Speaker
BURSA’DA YOĞUN KENTSEL PROJE ÇALIŞTAYLARI: HIZLI KENTSEL BÜYÜME KARŞISINDA TARİHİ MERKEZİN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİNE YÖNELİK PROJELER TANIMLAMAK
URBAN PROJECT WORKSHOP IN BURSA: DEFINITION OF PROJECTS FOR THE
SUSTAINABILITY OF HISTORICAL CITY CENTER AGAINST RAPID URBAN GROWTH
191 - 198
199 - 208
209 - 212
213 - 216
ÖZEL ÇEVRE KORUMA ALANINDA YEREL HALKIN FARKINDALIĞI: ÇANAKKALE SAROZ KÖRFEZİ ÖRNEĞİ
217 - 227
LOCAL PUBLIC AWARENESS IN THE AREA OF SPECIAL ENVIRONMENTAL PROTECTION: ÇANAKKALE EXAMPLE OF THE GULF OF SAROS
229 - 239
Doç. Dr. Tülay CENGİZ, Peyzaj Mimarı Kerem YILDIZ
KONYA KENTİNİN KENTSEL YAYILMA SÜRECİ ÜZERİNE BİR İNCELEME
241 - 247
A STUDY ON THE URBAN SPRAWL PROCESS IN THE CITY OF KONYA
249 - 254
Arş. Gör. Hale AKSEKİ, Yrd. Doç. Dr. M. Çağlar MEŞHUR
EKOLOJİK BİR ÇÖZÜM OLARAK TARIMSAL ATIKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
255 - 264
EVALUATION OF AGRICULTURAL WASTES AS AN ECOLOGICAL SOLUTION
265 - 274
Yrd. Doç. Dr. Çiğdem TEKİN, Öğr. Gör. C. Zeynep OĞUZ
5. OTURUM - YAŞANABİLİR KENTLER / ENGELSİZ ULAŞIM
SESSION 5 - LIVEABLE CITIES / TRANSPORTATION WITHOUT BARRIERS
Bülend TUNA / Oturum Başkanı - Chairperson
KENT MEYDANLARINDA YAYA KULLANIMININ ANALİZİ: BEYAZIT MEYDANI ÖRNEĞİ
277 - 282
ANALYZING PEDESTRIAN USE IN URBAN SQUARES: BEYAZIT SQUARE CASE
283 - 287
Öğr. Gör. Dr. H. Serdar KAYA
YAŞANABİLİR TARİHİ KENT MERKEZLERİ İÇİN YÜRÜNEBİLİRLİĞİN ARTTIRILMASI: MERSİN ÖRNEĞİ
289 - 296
INCREASING WALKABILITY CAPACITY FOR LIVABLE HISTORIC CITY CENTERS: THE CASE OF MERSİN
297 - 304
Uzman Züleyha Sara BELGE, Doç. Dr. Müge AKKAR ERCAN
DAHA YAŞANABİLİR KENTLERE DOĞRU: KENTSEL AÇIK MEKANLARDA ‘ÖTEKİ’ İÇİN TASARIM
305 - 310
THROUGH MORE LIVEABLE CITIES: DESIGN FOR ‘THE OTHERS’ IN OPEN URBAN SPACES
311 - 316
Öğr. Gör. Elvan Elif ÖZDEMİR
6. OTURUM - YAŞANABİLİR KENTLER / UYGULAMALAR
SESSION 6 - LIVEABLE CITIES / PRACTICES
Prof. Dr. Handan TÜRKOĞLU / Oturum Başkanı - Chairperson
KENTLERİN SÜRDÜRÜLEBİLİR ULAŞIM PLANLARI İÇİNDE BİSİKLET KULLANIMI VE BİSİKLET İÇİN YENİ MİMARİ PROGRAM ÖNERİLERİ: ESKİŞEHİR ÖRNEĞİ
319 - 324
THE USE OF BICYCLE IN THE SUSTAINABLE TRANSPORT PLANS OF CITIES AND THE SUGGESTIONS FOR A NEW ARCHITECTURAL PROGRAM FOR BICYCLE USE: THE CASE OF ESKISEHIR
325 - 330
Yrd. Doç. Dr. Ayşen ÇELEN ÖZTÜRK, Yrd. Doç. Dr. Terane M. BURNAK
KENTSEL GÜVENLİK VE EMNİYET
331 - 336
URBAN SAFETY AND SECURITY
337 - 342
Yrd. Doç. Dr. Seda KUNDAK
QUEER TEHRAN: HEGEMONY AND SOCIAL SUSTAINABILITY
343 - 347
Zohreh SOLTANI
“YAŞANABİLİR KENTLER”İN İNŞAASINA YENİ BİR HARÇ: ” KENT HAKKI”
349 - 355
NEW MORTAR FOR THE CONSTRUCTION OF “LIVABLE” CITIES: “THE RIGHTS OF THE CITY”
357 - 363
Yrd. Doç. Dr. Pınar KAYA ÖZÇELİK
7. OTURUM - YAŞANABİLİR KENTLER / UYGULAMALAR
SESSION 7 - LIVEABLE CITIES / PRACTICES
Cana BİLSEL / Oturum Başkanı - Chairperson
Prof. Dr. Mimar, Kent Plancısı Sümer GÜREL / Çağrılı Bildiri / Invited Speaker
YEŞİL EV’DEN YEŞİL KENT’E
367 - 375
GREEN BULIDINGS TO GREEN CIT
377 - 384
YAŞANABİLİR KENTLER İÇİN AŞAĞIDAN YUKARI PLANLAMA ARACI OLARAK YEŞİL ALTYAPI MODELİ: KİLYOS HAVZASI ÖRNEĞİ
385 - 392
THE GREEN INFRASTRUCTURE MODEL AS A BOTTOM-UP PLANNING TOOL FOR LIVEABLE CITIES: A CASE STUDY IN KILYOS BASIN
393 - 400
Arş. Gör. Dr. Öğr. Veli İLKE, Doç. Dr. E. Figen İLKE, YL. Öğr. Hakan TOPATAN
YAŞANABİLİR KENTLER İÇİN “POTANSİYELLER”; ASKERİ BÖLGELER - KAYSERİ ÖRNEĞİ
401 - 405
“POTENTIAL”; FOR A LIVABLE CITIES; MILITARY ZONES- KAYSERİ CASE
407 - 411
Öğr.Gör. Dr. Neşe YILMAZ BAKIR, Arş. Gör. Hikmet ELDEK
TOPLUMSAL YAPININ MEKÂNSAL ÖRÜNTÜSÜ: ANKARA DİKMEN VADİSİ
413 - 420
SPATIAL PATTERN OF SOCIAL STRUCTURE: ANKARA DİKMEN VALLEY
421 - 428
Prof. Dr. Sare SAHİL, Arş. Gör. Fatih Çağrı AKÇAY
SOSYO-EKONOMİK YAPI İLE MEKANSAL ORGANİZASYON FARKLILAŞMASI ARASINDAKİ İLİŞKİ: BANDIRMA ÖRNEĞİ
429 - 436
THE RELATIONSHIP BETWEEN SOCIO-ECONOMICAL STRUCTURE AND DIFFERENTIATION IN SPATIAL ORGANISATION: BANDIRMA CASE
437 - 444
Öğr. Gör. Dr. H. Serdar KAYA, Doç. Dr. Elif ALKAY
8. OTURUM - YAŞANABİLİR KENTLER / UYGULAMALAR
SESSION 8 - LIVEABLE CITIES / PRACTICES
Nilüfer AKINCITÜRK / Oturum Başkanı - Chairperson
DEĞİŞEN KENT SİLUETİ ve KİMLİĞİYLE TRABZON
447 - 455
TRABZON WITH ITS CHANGING URBAN SILHOUETTE AND IDENTITY
457 - 464
Öğr. Gör. Dr. Nihan CANBAKAL ATAOĞLU, Yrd. Doç. Dr. Veysel ATASOY
KAYSERİ METROPOLÜNDE YENİ KONUT ALANLARININ YAŞANABİLİRLİĞİNE İLİŞKİN BİR ARAŞTIRMA: TALAS ANAYURT ÖRNEĞİ
465 - 473
A SURVEY ON THE LIVEABILITY CONDITIONS OF NEW HOUSING AREAS IN KAYSERI METROPOLIS: TALAS ANAYURT CASE
475 - 482
Yrd. Doç. Dr. Ceyhan YÜCEL, Arş. Gör. Umut DOĞAN
CUMHURİYET SONRASI KAYSERİ KENTİ’NDE PLANLAMA “OELSNER - ARU PLANI”
483 - 490
PLANNING IN KAYSERI CITY AFTER REPUBLIC PERIOD “OELSNER - ARU PLAN”
491 - 498
Yrd. Doç. Dr. Füsun KOCATÜRK, Öğr. Gör. Dr. Neşe YILMAZ BAKIR
TOKİ KONUTLARININ KENT KİMLİĞİNE ETKİLERİ: YOZGAT
499 - 507
EFFECTS OF TOKI MASS HOUSES ON URBAN IDENTITY: YOZGAT
509 - 517
Yrd. Doç. Dr. Çiğdem Belgin DİKMEN, Arş. Gör. Olcay Türkan YURDUGÜZEL, Arş. Gör. Zuhal ÖZÇETİN
YAŞAMSAL KODLARDAN MEKANSAL KODLARA;YAŞANABİLİR ÇEVRE
519 - 528
FROM VITAL CODES TO SPATIAL CODES; LIVEABLE ENVIRONMENT
529 - 537
İç Mimar Armağan Seçil MELİKOĞLU EKE, Y.Mimar / İç Mimar D. Ferhan YALÇIN
9. OTURUM - YAŞANABİLİR KENTLER / UYGULAMALAR
SESSION 9 - LIVEABLE CITIES / PRACTICES
Tülin GÖRGÜLÜ / Oturum Başkanı - Chairperson
YAŞANABİLİR KENTLER TEMASINI TOPLUMSAL CİNSİYET BAĞLAMINDA YORUMLAMAK: FARKLI KAMUSAL MEKANLARDA KARŞILAŞTIRMALI BİR ALAN ÇALIŞMASI
541 - 547
INTERPRETATION OF LIVABLE CITIES IN THE CONTEXT OF SOCIAL GENDER:
A COMPARATIVE CASE STUDY IN DIVERSE PUBLIC SPACES
549 - 555
Arş. Gör. Ümit Ceren BAYAZİTOĞLU, Doç. Dr. Ayla AYYILDIZ POTUR
KUZEY KIBRIS MEKANSALLIĞININ İLGİNÇ YAPISI: ENDEMİK KENTSEL OLUŞUMLAR
557 - 564
INTERESTING STRUCTURE OF NORTHERN CYPRUS SPATIALITY: ENDEMIC URBAN FORMATIONS
565 - 571
Yrd. Doç. Dr. Balkız YAPICIOĞLU, Kıdemli Öğretim Görevlisi Kenan GÜVENÇ
DEPREM FAKTÖRÜNE BAĞLI OLARAK YAŞANABİLİR KENTLER: DEĞİRMENDERE ÖRNEĞİ
573 - 583
HABITABLE CITIES ACCORDING TO EARTHQUAKE FACTOR: DEGIRMENDERE CASE
585 -596
Yrd. Doç. Dr. Elif Yeşim KÖSTEN, Kevser DAĞDELEN
AKTİF YAŞAMI DESTEKLEYEN MEKANSAL ÖZELLİKLER: BİLİMSEL ÇALIŞMALAR, YEREL UYGULAMALAR
597 - 608
PHYSICAL ENVIRONMENTAL PARAMETERS RELATED TO ACTIVE LIVING: RESEARCH AND PRACTICE
609 - 619
Doç. Dr. Ebru ÇUBUKCU, Arş. Gör. Burçin HEPGÜZEL
POSTER SUNUMLARI / POSTER PRESENTATION
E-mail - iletişim / communication
Prof.Dr. Handan TÜRKOĞLU, Prof.Dr. Fulin BÖLEN
[email protected], [email protected]
Doç. Dr. Ş. Gülin BEYHAN, Yrd. Doç. Dr. Zeynep PEKER, Doç. Dr. Erkan POLAT, Yrd. Doç. Dr. Pervin ŞENOL
[email protected], [email protected], [email protected], [email protected]
Prof. Dr. Nihal ŞENLİER, Öğr. Gör. Dr. Reyhan YILDIZ, Arş. Gör. Tayfun SALİHOĞLU
[email protected], [email protected], [email protected]
Arş. Gör. Gözde EKŞİOĞLU ÇETİNTAHRA [email protected]
Dr. Meltem ERDEM
[email protected], [email protected]
Y. Mimar Sinem KAYA AKÇAY, Doç. Dr. Zeynep ULUDAĞ
[email protected], [email protected]
Arş. Gör. Nihan GÜREL, Doç. Dr. Feride ÖNAL
[email protected], [email protected]
Arş. Gör. Esmagül YAKUPOĞLU, Arş. Gör. Ferhan KORKMAZ HASMADEN
[email protected], [email protected]
Doç. Dr. Aysel USLU, Nasim SHAKOURI
[email protected], [email protected]
Yüksek Lisans Öğrencisi Gizem KUÇAK TOPRAK, Y. Mimar Esin BÖLÜKBAŞ DAYI
[email protected]
Arş. Gör. Mimar Elif Belkıs ÖKSÜZ
[email protected]
Prof. Dr. Pierre BOUCHE, Prof. Dr. Claudio SECCI, Dr. Haluk ZELEF, Doç. Dr. Adnan BARLAS
[email protected], [email protected], [email protected]
Doç. Dr. Tülay CENGİZ, Peyzaj Mimarı Kerem YILDIZ
[email protected], [email protected]
Arş. Gör. Hale AKSEKİ, Yrd. Doç. Dr. M. Çağlar MEŞHUR
[email protected], [email protected]
Yrd. Doç. Dr. Çiğdem TEKİN, Öğr. Gör. C. Zeynep OĞUZ
[email protected]
Prof. Dr.-Ing Klaus HABERMEHL, Dietmar BOENNING
[email protected]
E-mail - iletişim / communication
Uzman Züleyha Sara BELGE, Doç. Dr. Müge AKKAR ERCAN [email protected], [email protected]
Öğr. Gör. Elvan Elif ÖZDEMİR
[email protected]
Yrd. Doç. Dr. Ayşen ÇELEN ÖZTÜRK, Yrd. Doç. Dr. Terane M. BURNAK [email protected], [email protected], [email protected]
Yrd. Doç. Dr. Seda KUNDAK
[email protected]
Zohreh SOLTANI
[email protected]
Yrd. Doç. Dr. Pınar KAYA ÖZÇELİK
[email protected]
Prof. Dr. Mimar, Kent Plancısı Sümer GÜREL
[email protected]
Arş. Gör. Dr. Öğr. Veli İLKE, Doç. Dr. E. Figen İLKE, YL. Öğr. Hakan TOPATAN
[email protected], [email protected], [email protected]
Dr. Neşe YILMAZ BAKIR, Araş. Gör. Hikmet ELDEK [email protected], [email protected], [email protected]
Prof. Dr. Sare SAHİL, Arş. Gör. Fatih Çağrı AKÇAY
[email protected], [email protected]
Öğr. Gör. Dr. H. Serdar KAYA, Doç. Dr. Elif ALKAY
[email protected], [email protected]
Öğr. Gör. Dr. Nihan CANBAKAL ATAOĞLU, Yrd. Doç. Dr. Veysel ATASOY
[email protected]
Yrd. Doç. Dr. Ceyhan YÜCEL, Arş. Gör. Umut DOĞAN [email protected]
Yrd. Doç. Dr. Füsun KOCATÜRK, Öğr.Gör.Dr. Neşe YILMAZ BAKIR
[email protected], [email protected], [email protected]
Yrd. Doç. Dr. Çiğdem Belgin DİKMEN, Arş. Gör. Olcay Türkan YURDUGÜZEL, Arş. Gör. Zuhal ÖZÇETİN
[email protected], [email protected], [email protected], [email protected]
İç Mimar Armağan Seçil MELİKOĞLU EKE, Y.Mimar / İç Mimar D. Ferhan YALÇIN
[email protected], [email protected]
E-mail - iletişim / communication
Arş. Gör. Ümit Ceren BAYAZİTOĞLU, Doç. Dr. Ayla AYYILDIZ POTUR [email protected], [email protected]
Yrd. Doç. Dr. Balkız YAPICIOĞLU, Kıdemli Öğretim Görevlisi Kenan GÜVENÇ
[email protected], [email protected]
Yrd. Doç. Dr. Elif Yeşim KÖSTEN, Kevser DAĞDELEN
[email protected],
Doç. Dr. Ebru ÇUBUKCU, Arş. Gör. Burçin HEPGÜZEL
[email protected], [email protected]
1. OTURUM / SESSION 1
YAŞANABİLİR KENTLER / YAŞAM KALİTESİ
LIVEABLE CITIES / URBAN QUALITY OF LIFE
Şengül ÖYMEN GÜR / Oturum Başkanı - Chairperson
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
BURSA’DA KENTSEL YAŞAM KALİTESİNİN ÖLÇÜLMESİ
Prof. Dr. Handan TÜRKOĞLU
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü
Prof. Dr. Fulin BÖLEN
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü
ÖZET
“Bursa’da Konut Alanlarında Yaşam Kalitesinin Ölçülmesi” başlıklı bu çalışma Bursa 1/100000 ölçekli Çevre Düzeni Planı sürecinde Konut ve
Yaşam/Mekan Kalitesi grubu analiz çalışmaları kapsamında Devingen Planlama Bürosu tarafından gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın amacı
Bursa halkının, yaşam kalitesini nasıl algıladığını ölçmektir. Çalışmada GIS ortamında oluşturulan verilerden elde edilen bir veri tabanından
rastgele seçilen 3034 noktada gerçekleştirilen anketler kullanılmıştır. Araştırmada deneklerin sosyal yaşam, hayat kalitesi, sosyal donatı,
konut ve konut çevresi, kamu ulaşımı, rekreasyon konularındaki memnuniyetleri değerlendirilmiştir.
1. GİRİŞ
“Bursa’da Konut Alanlarında Yaşam Kalitesinin Ölçülmesi” başlıklı bu çalışma Bursa 1/100000 ölçekli Çevre Düzeni Planı sürecinde Konut
ve Yaşam/Mekan Kalitesi grubu analiz çalışmaları kapsamında Devingen Planlama Bürosu tarafından gerçekleştirilmiştir. Araştırmada
deneklerin sosyal yaşam, hayat kalitesi, sosyal donatı, konut ve konut çevresi, kamu ulaşımı, rekreasyon konularındaki memnuniyetleri
değerlendirilmiştir (BBB, 2012). Araştırmanın üç temel amacı bulunmaktadır: i)Bursa halkının, yaşam kalitesinin değişik boyutlarını nasıl
değerlendirdiğinin belirlenmesi, ii)bu boyutların yaşam kalitesi deneyimini ne derecede açıkladığının irdelenmesi, ve iii)dünyanın değişik
kentlerinde benzer amaçlarla yürütülen çalışmalarla uluslararası düzeyde karsılaştırma olanağı sağlamak üzere veri tabanının oluşturulmasıdır.
“Bursa’da Konut Alanlarında Yaşam Kalitesinin Ölçülmesi” araştırması kapsamında elde edilen bilgiler kamu hizmetlerinin düzenlenmesi ve
sağlanmasında ve kentsel mekanın planlanması ve tasarımında yol gösterici olacaktır.
1. YAŞAM KALİTESİ KAVRAMI VE ÖLÇÜLMESİ
Yaşam kalitesi kavramı, gerçekleştirilen birçok araştırma için esin kaynağı niteliğinde olan, yerel ve ulusal gündemlerde ve Avrupa Birliği
ajandalarında önemli bir yer tutan bir kavramdır (SELMA 2004). Sosyal ve ekonomik politikalar üzerinde güçlü bir etkisi olan yaşam
kalitesi kavramı, şehir ve bölge planlaması, sosyal ve/veya ekonomik göstergelere ilişkin araştırmalar, zihinsel ve bedensel sağlık alanındaki
araştırmalar gibi birçok farklı araştırma ve çalışma alanının kapsamına girmektedir. Yaşam kalitesi kavramı, farklı ilgi alanları tarafından
gerçekleştirilen çalışmalarda, farklı yönleri ön plana çıkarılarak ele alınmakta ve tanımlanmaktadır. Bu sebeple, yaşam kalitesi kavramının
farklı tanımları vardır.
Birçok farklı tanımı bulunmasına karşın tanımların ortak tarafı, yaşam kalitesinin bireyin hayatına ilişkin objektif değişkenlere ve bireyin kendi
algılaması doğrultusunda şekillenen sübjektif değişkenlere bağlı olarak gelişen, çok boyutlu bir kavram olduğudur (Dissart and Deller 2000).
Yaşam kalitesi kavramı, modern hayatın gelişimi ve toplumların çağdaşlaşmasıyla birlikte gündeme gelen ve gelişen bir kavramdır.
Araştırmalar teknolojinin gelişmesi ve gelir seviyesinin yükselmesiyle birlikte, maddi zenginliğin yaşam kalitesinin tek başına bir göstergesi
olmadığını; mekansal, sosyal ve hatta politik faktörlerin de bireylerin yaşam kalitesinde etkili olduğunu göstermektedir (Pacione, 2003).
Szalai (1980), yaşam kalitesini, bireyin varoluş hali, refahı ve hayattan memnuniyet düzeyi ile ilişkilendirmekte, yaşam kalitesinin bir yandan
objektif gerçekler ve etkenlerle, diğer yandan ise bireysel algı ve değerlendirmelere dayalı sübjektif etkenlerle şekillendiğini belirtmektedir.
3
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre ise, yaşam kalitesi, bireylerin, hayat içerisindeki durumlarını, ait oldukları kültürel yapı ve değerler sistemi
bağlamında, algılama ve değerlendirme biçimidir. Söz konusu değerlendirme, bireylerin beklentileri, hedefleri, hayat standartları ve hayata
ilişkin kaygıları ile ilişkili olarak şekillenir. Yine Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre, yaşam kalitesi, bireyin fiziksel sağlığı, psikolojik durumu,
özgürlük seviyesi, sosyal ilişkileri ve yaşadığı çevrenin başlıca özellikleriyle etkileşimleri gibi çok sayıdaki etkenle ilişki içerisinde şekillenen,
karmaşık ve geniş bir kavramdır (WHO, QOL Group 1995).
Yaşam kalitesinin, ekonomik ve sosyal refahla birebir ilişki içerisinde olduğu kabulüne bağlı olarak, yaşam kalitesine konu olan unsurlar, politik
alanda her geçen gün önem kazanmaktadır. Sosyal refah düzeyini etkileyen sosyo-kültürel ve çevresel faktörlerin öneminin ayrımına varılmış
olması, gayrisafi milli hasıla gibi sadece ekonomik göstergelerin yanı sıra, toplumun genel refah ve sağlık düzeylerini ortaya koyan diğer
faktörleri de konu alan araştırmaların yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Yaşam kalitesi alanında yoğunlaşan araştırmaların odak noktasını ise,
insanlar ve gündelik hayatın süregeldiği çevre arasındaki ilişki oluşturmaktadır (SELMA, 2004).
Yaşam kalitesinin önemi, sürdürülebilirlikle yakından ilişkisi ve sürdürülebilirliği konu alan araştırma ve uygulamaların öneminin giderek
artmasına bağlı olarak da yükselmektedir. Yaşam kalitesi araştırmaları, özellikle planlama, dönüşüm ve konut alanlarının planlanması
alanlarında, bilimsel veriye dayalı politikalara dayanan sürdürülebilir uygulamaların gerçekleştirilmesine yönelik iyi bir araç olmaktadır.
Sürdürülebilirliği konu alan uygulamalarda, bilimsel ve ölçülebilir verilerin temel alınması ve kullanılması önem taşımaktadır. Birleşmiş
Milletler Gündem 21 Raporu’nda, sürdürülebilir gelişimin sağlanabilmesi için, sağlık, eğitim, sosyal refah, çevre ve ekonomik durum gibi çeşitli
yaşam kalitesi göstergelerinin ölçülmesi ve değerlendirmesine olanak tanıyan araçların geliştirilmesinin ülkeler için bir zorunluluk olduğu
belirtilmiştir (UN, 1993).
Sürdürülebilir gelişimi sağlamaya yönelik araçların belirlenmesinden önce, kentsel mekanın farklı bölgelerinin ve toplumun farklı kesimlerinin
ne yönde ihtiyaç ve beklentiler içerisinde olduğu ve bu gereksinimlerin giderilebilmesine yönelik hangi araçların uygulamaya koyulması
gerektiği belirlenmelidir. Sürdürülebilir gelişme politikaları bu yönden ele alındığında yaşam kalitesi araştırmalarının, sürdürülebilirliğin
sağlanması sürecindeki kaçınılmazlığı daha net anlaşılmaktadır.
2. ARAŞTIRMANIN BULGULARI
Çalışmada GIS ortamında oluşturulan bir veri tabanından rastgele seçilen 3710 noktadan 3037 tanesinde gerçekleştirilen 3034 anket
kullanılmıştır. Görüşmecilerin çoğu ilköğretim (%57.28) veya lise (%21.39) mezunu, ortalama 500-1000 TL aile geliri olan (%60.90), Bursa
doğumlu (%49.10), evli (%77.62) kişilerden oluştuğu görülmektedir.
Öte yandan demografik açıdan Bursa’nın göç alan bir bölge olması sebebiyle Bursa dışı doğumlular da önemli bir orandadır. Sırasıyla Karadeniz
(%13.10) Doğu Anadolu (%12.00) Balkan (%8.00) Marmara (%5.80) İç Anadolu (%4.90) bölgeleri sayılabilir.
Örneklemin %29,3’ünü çalışan kişiler, %27,9’u emekliler %33’ünü ev kadınları, %4,2 sini öğrenciler, %5,4 ünü işsizler oluşturmaktadır.
Çalışanların iş kolları incelendiğinde, görüşülen kişilerin %44,6’sı hizmetler sektöründe, %25,8’i imalat sektöründe, %29,6’sı diğer sektörlerde
çalıştıkları görülmektedir. Büyükşehir sınırları içerisinde hizmetler sektöründe çalışanların oranı %52,1 iken Büyükşehir belediye sınırları
dışında %23,9’dur.
Bursa il genelinde ortalama hane halkı büyüklüğü 3.71 olarak bulunmuştur. Bursa genelinde hane başına ortalama araç sayısı 0.38’dir. Araç
sahipliliği il genelinde %36,1 dir. İnternet kullanma oranı ise %35’dir.
Görüşmecilere uygulanan anket aşağıda belirtilen konuları kapsamaktadır.
• Ulaşım alışkanlıkları ve kamu ulaşımına ilişkin değerlendirmeler
• Konut çevresine ilişkin değerlendirmeler
• Genel yaşam kalitesi ve kentsel yaşam kalitesine ilişkin değerlendirmeler
4
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Toplu Taşımaya İlişkin Değerlendirmeler
Ulaşım konusu, yaşam kalitesinin başlıca bileşenlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Ev-işyeri seyahatlerinde etkin ulaşım altyapısının
sağlanması, gerek çalışanların verimliliğinin artırılmasında gerekse de iş ve özel hayat dengesinin kurulabilmesinde okul ve ev arasında
gerçekleştirilen seyahatler gerek gençlerin verimliliği ve gelişimi açısından, gerekse de ailenin ekonomik yapısı açısından önem taşımaktadır.
Diğer yandan yeterli ve ekonomik olarak karşılanabilir ulaşım, halkın kent içerisindeki hareketliliğini artırmakta, böylelikle hem halkın
rekreasyon amaçlı kamu hizmetlerinden yararlanma olanaklarına katkıda bulunmakta, hem de haneler arasındaki ziyaretler aracılığıyla sosyal
ilişkilerin gelişmesini sağlamaktadır. Avrupa Birliği politika ve programları, yaşam kalitesi ve ulaşım ilişkisini özellikle sürdürülebilirlik ve sosyal
bütünleşme açısından ele almaktadır. Ulaşımın günlük yaşam içerisindeki etkinliğinin sağlanmasının, yaşam kalitesinin yükseltilmesi ve
bireylerin mutluluğu açısından önem taşıdığı belirtilmektedir (EU, 2004).
Bursa’da merkez ilçelerde düzenli olarak gerçekleştirilen günlük seyahatleri oluşturan işe veya okula erişim amaçlı seyahatlerin servisle
(%32,6), belediye otobüsü ile (%24,7), yürüyerek (%17,6) yapıldığı görülmektedir. İşe veya okula arabayla gidenlerin oranı ise % 15 dir. Oysa
İstanbul’da yapılan çalışmada servisle ve araba ile işe ve okula gidiş ayrı ayrı % 20 olarak saptanmış olup Bursa ile farklılık göstermektedir
(Bölen ve diğerleri, 2006).
İşe veya okula erişim kent merkezinde ortalama 22 dakika, ilçelerde ortalama 15 dakika olarak saptanmıştır. Görüşmecilerin ortalama yarısı
(%57,4) işe/okula ulaşım biçiminden memnun olduğunu belirtmişlerdir.
Görüşmecilerin çoğu yaşadıkları çevrede toplu taşıma olanağı olduğunu (%97) ve toplu taşıma olanaklarından memnun olduklarını (%63,5)
belirtmişlerdir. Ortalama memnuniyet 5 üzerinden 2.44 olarak saptanmıştır (Şekil 1). Öte yandan görüşmecilerin günlük iş ve okula gidiş
amaçlı toplu taşıma araçlarını ve metroyu (%2,7) kullanım sıklığının düşük olduğu söylenebilir.
Aileler temel gıda alışverişlerini genelde kendi ilçelerindeki yürüyerek ulaştıkları marketlerden sağlamaktadır ve alışverişe genelde yürüyerek
ulaşmaktadırlar. Özel araçla alışverişe gidenler %10,5 dir. Bu değer İstanbul için %15 olarak bulunmuştur (Bölen ve diğerleri, 2006). Alışverişe
gitmek için toplu taşıma araçlarını kullananların oranı ise sadece % 3,1 dir. Görüşmecilerin büyük bir çoğunluğu alışveriş amaçlı seyahatlerde
gerçekleştirdiği ulaşım biçiminden memnun olduğunu belirtmiştir.
Şekil 1. Bursa’da Toplu Taşımadan Memnuniyet
Konut Çevresinin Değerlendirilmesi
Konut çevresinin özellikleri yaşam kalitesinin en önemli göstergelerinden biridir. Yaşam kalitesi araştırmaları sonuçları konut çevreleri
tasarımlarına yansımaktadır. Komşuluk çevresi yerleşmelerin temel taşlarından biridir. Yerleşmelerin özelliklerinin ise içinde yaşayan insanların
5
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
yaşam kalitesinde önemli rolü vardır. Özellikle çocuklar, gençler, emekliler ve çalışmayan nüfus komşuluk çevresinde uzunca süre vakit geçiren
gruplardır. İyi düzenlenmiş ve planlanmış konut çevreleri hem yaşam kalitesini yükseltir hem de kişileri orada yaşamak için seçime yönlendirir.
Sonuç olarak bir konut çevresi ne kadar iyi planlanmışsa o çevreden memnuniyeti o ölçüde artırır. Bu araştırma çerçevesinde genel anlamda
ilçe düzeyini kapsayan makro çevre ve yakın çevreyi kapsayan mikro çevre olmak üzere iki düzet belirlenmiştir. .
Mikro Çevreden Memnuniyet
Bursa genelinde %65 oranında yaşanılan çevreden memnuniyet söz konusudur. Mikro çevreden memnuniyet düzeyi 7 üzerinden ortalama 4,96
olarak saptanmıştır (Şekil 2). Bu değer merkez ilçelerde 4.75 e kadar gerilemektedir. Mikro çevreden memnuniyetin ölçülmesi amacıyla Mikro
Çevreden Memnuniyet İndeksi geliştirilmiştir. Mikro çevre memnuniyet indeksinde devlet okulları kalitesi, park alanlarından memnuniyet,
güvenlikten memnuniyet, genel olarak mikro çevreden memnuniyet ve sağlık tesislerinden memnuniyet değerlendirilerek Mikro Çevreden
Memnuniyet İndeksi geliştirilmiştir. İndeks değeri Bursa geneli için ortalama 5 üzerinden 2.51, Büyükşehir sınırları içerisinde 2.60, büyükşehir
sınırları dışındaki ilçelerde ise 4.47 olarak saptanmıştır (Tablo 1). Büyükşehir sınırları içerisinde Nilüfer ve Gemlik ilçeleri mikro çevresinden en
memnun olan ilçeler olmuştur. Büyükşehir sınırları dışındaki ilçelerden Harmancık ve Yenişehir ilçeleri mikro çevresinden en memnun ilçelerdir.
Merkez ilçelerden Gürsu, diğer ilçelerden Orhangazi ilçelerinde mikro çevreden memnuniyet indeksi düşük değer göstermektedir.
Şekil 2. Bursa’da Mikro Çevreden Memnuniyet
Tablo 1: Bursa’da Mikro Çevreden Memnuniyet İndeksi
Mikro Çevre Memnuniyet İndeksi
BBB İçi
BBB Dışı
Bursa
Devlet Okulları Kalitesi
2,56
2,38
2,55
Park Alanlarından Memnuniyet
3,76
3,36
3,62
Güvenlikten Memnuniyet
2,88
5,00
2,79
Mikro Çevre Memnuniyet
2,36
5,44
2,18
Sağlık Tesisleri Memnuniyet
1,42
6,18
1,42
Ortalama
2,60
4,47
2,51
1:Hiç memnun değilim 5:Çok memnunum
6
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Görüşmecilerin mikro çevre değerlendirmelerine dayalı geliştirilen mahalle stres indeksi ‘konutlar bakımlı’, ‘bol yeşil alan var’, ‘açık alanlar
bakımlı’, ‘sakin’, ‘güvenli’, ‘çevreye zarar veren kimse yok’, ‘yeterli otopark alanı var’, ‘trafik açısından sakin’ konularını kapsamaktadır (Tablo 2).
Büyükşehir sınırları içerisinde Gürsu ve Osmangazi ilçeleri mahalle stres düzeyi en yüksek ilçelerken, Büyükşehir sınırları dışında Orhangazi
mahalle stres düzeyi en yüksek ilçedir.
Tablo 2: Bursa’da Mahalle Stres İndeksi
Mahalle Stres İndeksi
BBB İçi
BBB Dışı
Bursa
Konutlar Bakımlı
4,37
4,00
4,53
Bol Yeşil Alan Var
3,11
3,95
3,34
Açık Alanlar Bakımlı
3,04
4,00
3,31
Sakin
4,45
5,43
4,72
Güvenli
4,17
5,39
4,51
Çevreye Zarar Veren Kimse Yok
3,98
5,11
4,29
Yeterli Otopark Var
2,45
3,88
2,85
Trafik Açısından Sakin
4,07
5,43
4,45
Ortalama
3,71
4,65
4,00
1:Çok kötü 7:Çok iyi
Makro Çevreden Memnuniyet
Örneklem genelinde makro çevreden memnuniyet 7 üzerinden 4,98 dır (Şekil 3). Bu oran Merkez ilçelerde 4.77 olarak saptanmıştır. Mikro
çevre değerlendirmesine benzer şekilde makro çevreden memnuniyet merkez ilçelerden Gürsu, Osmangazi, Yıldırım, Mudanya, Kestel de diğer
ilçelere göre daha düşük düzeydedir. Buna karşılık merkez ilçelerden Nilüfer, Gemlik, diğer ilçelerden İznik, Harmancık, Büyükorhan, Orhaneli,
Keles, Yenişehir, İnegöl, Mustafakemalpaşa ilçelerinde makro çevreden memnuniyet düzeyleri göreceli olarak yüksektir. Bursa genelinde
görüşülen kişilerin yaklaşık %70’i makro çevreden memnun olduğunu rapor etmektedir.
Makro çevreden memnuniyet indeksi ilçenin ‘çekici bir yer’, ‘yaşamak için güzel’, ‘çocuk yetiştirmek için iyi bir yer’, ‘havası temiz’, ‘trafik
açısından sakin’, ‘güvenli’, ‘ulaşılması kolay’ oluşu ve ilçeden duyulan genel memnuniyete verilen cevaplardan oluşturulmuştur. Makro
çevreden memnuniyet indeksi değeri Bursa genelinde 7 üzerinden ortalama 4.97, büyükşehir sınırları içerisinde 4.73, büyükşehir sınırları
dışında ise puan 5.61 olarak saptanmıştır (Tablo 3). Büyükşehir sınırları içerisindeki ilçelerde en yüksek puanı alan ilçe Nilüfer ilçesi olmuştur.
Büyükşehir sınırları dışında Harmancık ve Orhaneli ilçeleri en yüksek puan alan ilçeler olmuşlardır. İndeks değeri en düşük olan ilçeler ise Gürsu
ve Orhangazi ilçeleridir.
7
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Şekil 3. Bursa’da Makro Çevreden Memnuniyet
Tablo 3: Bursa’da Makro Çevreden (İlçe) Memnuniyet İndeksi
İlçe Memnuniyet İndeksi
BBB İçi
BBB Dışı
Bursa
Çekici Bir Yer
4,96
5,73
5,18
Yaşamak İçin Güzel
5,19
5,86
5,37
Çocuk Yetiştirmek İçin İyi Bir Yer
3,99
5,20
4,32
Havası Temiz
4,96
5,91
5,22
Trafik Açısından Sakin
4,32
5,42
4,63
Güvenli
4,30
5,45
4,62
Ulaşılması Kolay
5,33
5,84
5,47
İlçeden Memnuniyet
4,77
5,63
4,98
Ortalama
4,73
5,61
4,97
1:Hiç memnun değilim 7:Çok memnunum
Parklar ve Rekreasyon Alanlarının Değerlendirilmesi
Rekreasyon alanları, bireyin zihinsel ve bedensel sağlığın korunmasını için önemlidir. Ayrıca, rekreasyon etkinliğinin sosyal boyutu kapsamında,
kentin rekreasyon olanaklarını paylaşan bireyler arasındaki sosyal ilişkiler gelişir. Bursa’da görüşülen hanelerin ancak %37,4 ü çevrede yer alan
parkları ziyaret ettiklerini rapor etmişlerdir. Kent parklarından Kültürpark, Merinos ve Botanik parkları görüşmeciler tarafından en çok ziyaret
edilen parklardır. Bursa genelinde gerek mahalle parklarından (%59) gerekse çocuk oyun alanlarından (%59) memnuniyet düzeyi düşüktür
(Şekil 4). Öte yandan Nilüfer, Orhaneli, Keles, Harmancık, İnegöl, Yenişehir İlçelerinde parkların kullanım sıklığı hem de park alanlarından
memnuniyet düzeyi göreceli olarak yüksektir.
8
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Rekreasyonel Yürüyüş ve Fiziksel Aktivite
Rekreasyonel yürüyüş ve gündelik amaçlar doğrultusunda gerçekleştirilen yürüyüşler bireylerin günlük fiziksel aktivitenin önemli bir
parçasını oluşturmaktadır. Düzenli fiziksel aktivitenin kalp ve damar rahatsızlıkları, bağırsak kanseri, şeker hastalığı, tansiyon bozuklukları
gibi çok sayıda kronik rahatsızlığın oluşma riskini de ortadan kaldırdığı bilinmektedir. Gündelik yaşamın sürdüğü kentsel açık alanlarda en
sık gerçekleştirilen orta yoğunluklu fiziksel aktivitelerden biri yürüyüştür. Bursa genelinde görüşülen kişilerden spor ya da egzersiz amaçlı
yürüyüş yapanların oranı %57,6’dır. Bu oran merkez ilçelerde % 62 iken diğer ilçelerde düşüktür. Bursa’da kişilerin spor ya da egzersiz
amaçlı yaptıkları yürüyüşleri çoğunlukla kendi mahallelerinde gerçekleştirdikleri görülmektedir. Görüşmecilerin %25’i çevrelerinde yer alan
yürüyüş alanlarından memnuniyetlerini bildirmişlerdir. Osmangazi, Yıldırım, Gürsu, Mudanya ve Orhangazi ilçelerinde yürüyüş alanlarından
memnuniyet düzeyi diğer ilçelere göre daha düşüktür.
Şekil 4. Bursa’da Konut Çevresinde Yer alan Parklardan Memnuniyet
Kentsel Değerlendirme
Kentsel ölçekte yapılan değerlendirmede ‘Bursa yeşil bir kenttir’, ‘Bursa güvenli bir şehirdir ‘önermeleri düşük değerler alırken, ‘Bursa’nın tarihi
değerleri korunuyor’, ‘Bursa’nın doğal değerleri korunuyor’ ‘Bursa’da toplu taşımacılık etkin sayılır’ ve ‘Bursa’da boş zamanları değerlendirmek
için olanak çok’ önermeleri oldukça yüksek değerler almıştır (Tablo 4). Sonuçlar bir ölçüde daha önce çeşitli konulardaki değerlendirmelerle
kısmen paralellik kısmen de farklılık göstermektedir. Örneğin hem yerel hem de kentsel düzeyde değerlendirilen kamu ulaşımı etkin olarak
değerlendirilirken, güvenlik konusu yerel ölçekte kentsel ölçekte olduğundan daha olumlu olarak değerlendirilmektedir. Boş zamanları
değerlendirme faaliyetleri ve kültürel faaliyetlerin arzı konusunda olumlu düşünen Bursa halkının bu faaliyetlere katılımının sınırlı olduğu
görülmektedir. Örneklem genelinde, Bursa’da kentsel yaşam kalitesinin iyi olduğunu düşünenler %88 oranındadır. Ortalama değer 7 üzerinden
5.74 dür.
9
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Tablo 4. Bursa Kentsel Değerlendirme İndeksi
Bursa Kentsel Değerlendirme İndeksi
BBB İçi
BBB Dışı
Bursa
Toplu Taşıma
1,86
1,73
1,82
Boş Zamanları Değerlendirme
1,87
1,77
1,84
Doğal Değerler
1,89
1,79
1,86
Tarihi Değerler
1,85
1,78
1,83
Güvenli
1,96
1,76
1,90
Yeşil
2,12
1,78
2,03
Yaşam Kalitesi
1,58
1,23
1,51
Ortalama
1,87
1,69
1,83
1:Hiç memnun değilim 7: Çok memnunum
Bursa’da Yaşam Kalitesinin Değerlendirilmesi
Bursa’da görüşmecilerin olumlu görüş bildirdikleri konular arasında arkadaşlar, sosyal çevre ve komşuluk ilişkileri sayılabilir. Şehirsel alanda
genel yaşam standardından en memnun olan ilçe Nilüferdir. Sosyal çevrenin memnuniyet konusu olarak rapor edildiği ilçeler Osmangazi,
Yıldırım, Nilüfer, Mustafakemalpaşa, Orhaneli, Keles, Harmancık, İnegöl, Yenişehir, İznik ilçeleridir. Bursa’da kişisel konulardan memnuniyet
Tablo 5 de belirtilmektedir. Bursa genelinde görüşülen kişilerin en fazla olumlu yanıt verdikleri konular aile yaşamı, arkadaşlar, sosyal çevre ve
genel yaşam standartları sayılabilir.
Tablo 5: Bursa’da Yaşam Kalitesinin Algılanması
Yaşam Kalitesinden Memnuniyet
BBB İçi
BBB Dışı
Bursa
Parasal Birikim
3,23
3,30
3,30
Aile Yaşantısı
4,36
3,88
4.00
Arkadaşlar Sosyal Çevre
4,30
4,00
4,30
Genel Yaşam Standardı
4,03
3,88
4,00
Gelir
4,03
3,79
3,70
Boş zamanları Değerlendirme Biçimi
3,70
3,90
4.00
Genel Olarak Hayattan Memnuniyet
4,02
3,99
4,04
1:Hiç memnun değilim 7:Çok memnunum
Bursa’da Kentsel Yaşam Kalitesinin Değerlendirilmesi
Bursa’da görüşülen kişilerden Bursa’da kentsel yaşam kalitesini ‘iyi sayılır’, ‘iyi’ ve ‘çok iyi’ bulanların oranı %89,4’tür (Tablo 6). Bu oran
Büyükşehir sınırları içerisinde %86, büyükşehir sınırları dışında %98,3’tür. Merkez ilçelerden Osmangazi ilçesindekilerin %79,2’si, Yıldırım
ilçesindekilerin %87,7’si, Nilüfer ilçesindekilerin %95,5’i, Gürsu ilçesindekilerin %81’i, Kestel ilçesindekilerin %96’sı, Gemlik ilçesindekilerin
10
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
%93’ü, Mudanya ilçesindekilerin %89,2’si Bursa’da yaşam kalitesini iyi ve çok iyi bulmuşlardır.
Tablo 6. Bursa’da Kentsel Yaşam Kalitesinden Memnuniyet
Bursa’da Kentsel Yaşam Kalitesinden Memnuniyet
BBB İçi
BBB Dışı
Bursa
Çok kötü
0,5
0
0,3
Kötü
0,3
0,1
0,2
Kötü sayılır
2,1
0,2
1,5
Ne iyi ne kötü
11,2
1,4
8,5
İyi sayılır
26,5
27,3
26,7
İyi
36,1
41,8
37,7
Çok iyi
23,4
29,2
25,0
Ortalama
5,7
6,0
5,7
1:Çok kötü 7:Çok iyi
3. SONUÇ
Bursa’da genelde hem mikro hem de makro konut çevresinden memnuniyet düzeyi yüksektir. Öte yandan bazı ilçelerde bu değer göreli olarak
düşüktür. Memnuniyet düzeyi düşük çevrelerde ivedilikle yaşam kalitesini artıracak projeler ele alınmalıdır.
Yeni gelişecek konut alanlarında ve dönüşüm alanları karma kullanımlı, yürünebilir, sağlık, eğitim, rekreasyon ve diğer sosyal donatılara ve iş
alanlarına erişilebilir şekilde tasarlanması gerekmektedir. Yeşil alanlara ve açık alanlara özel bir önem verilmelidir. Bu yaklaşım yaşam kalitesini
yükseltecektir.
Raylı kamu ulaşımının desteklenmesi kentin kompakt yapısının korunması, sürdürülebilirliğin sağlanması ve yaşam kalitesinin yükseltilmesi
açısından önemlidir. Genişletilecek metro ağı işe gidiş gelişlerde metro kullanımını artıracaktır. Diğer yandan orta yoğunluklu konut alanları,
karma kullanımlar, sosyal donatılara erişimin sağlanması kamu ulaşımı kullanımını destekleyecektir.
KAYNAKLAR
• Bölen F. Türkoğlu H., Ergun N., Yirmibeşoğlu F., Terzi, F., Kaya, S., Kundak S. Istanbul 1/100000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı, Konut ve Yaşam
Kalitesi Grubu Raporları, Istanbul Metropoliten Planlama Merkezi, 2006.
• Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa 1/100000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı, Konut ve Yaşam Mekan Kalitesi Çalışma Grubu Analiz ve Sentez
Raporları, 2012.
• Dissart J.-C., Deller S.C. 2000. Quality of Life in the Planning Literature, Journal of Planning Literature, Vol. 15/1
• Pacione, M., 2003. Urban environmental quality and human wellbeing—a social geographical perspective, Landscape and Urban Planning
Vol.65
• Spatial Deconcentration of Economic Land Use and Quality of Life in European Metropolitan Areas (SELMA), 2004. Deliverable D02 WP2 Quality of Life Indicators. SELMA.
• Szalai, A., 1980. The Meaning of Comparative Research on the Quality of Life, In Szalai, A., Andrews, F. (Eds) The Quality of Life. Sage Beverly
Hills, CA pp 7-24.
• United Nations Conference on Environment and Development (UNCED), 1993. Agenda 21: Program for Action on Sustainable Development
(New York, United Nations).
• World Health Organization QoL Group, 1995. The World Health Organization Quality of Life Assessment (WHOQOL): position paper from the
World Health Organization. Social Science And Medicine, 41: 1403–1409.
11
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
MEASURING URBAN QUALITY OF LIFE IN BURSA
Prof. Dr. Handan TÜRKOĞLU
İstanbul Technical University Faculty of Architecture, Urban and Regional Planning Department
Prof. Dr. Fulin BÖLEN
İstanbul Technical University Faculty of Architecture, Urban and Regional Planning Department
SUMMARY
The research titled “Measurıng Urban Quality of Life in Bursa” was realised to analyse Housing and Quality of Urban Life by Devingen
Planning Office during Bursa 1/100000 scale Regional Plan Process with the Housing and Quality of Life Working Group. The aim of the
research is to define how the residents of Bursa perceive the urban quality of life. The methodology was based on household survey and
3034 interviews were used to analyse the data which is selected from a GIS database. In the research respondent’s social life, quality of
life, satisfaction with social services, satisfaction of house and housing environment, satisfaction of public transportation,satisfaction of
recreational facilities were evaluated.
1. INTRODUCTION
The research titled “Measurıng Urban Quality of Life in Bursa” was realised to analyse Housing and Quality of Urban Life during Bursa
1/100000 scale Regional Plan Process. The research covers measurement of respondent’s perception of social life, quality of life, satisfaction
with social services, satisfaction of house and housing environment, satisfaction of public transportation, and recreational facilities (BBB,
2012). There are three aims of the reseach: i) to determine how resident’s of Bursa evaluate different issues of urban quality of life, ii)to
understand how this eveluation describes urban quality of life in Bursa, and ii)to prepare a database to compare the results of research
with the similar research done for other cities of the world..
The information collected in “Measurıng Urban Quality of Life in Bursa” research will help to provide and organise public services and to
plan and design urban space.
2. MEASURING QUALITY OF URBAN LIFE
Quality of life (QoL) is a concept that has inspired much research in the past decades and has established a strong position in local, national
and European Union agendas (SELMA 2004). The concept has also had a strong influence on social and political trends being applied to
a number of fields, such as urban and regional planning, health promotion, disability, social indicators research and economic and mental
health research. There are a considerable number of definitions of the term.
Although there are many definitions, there is a common aspect in all these definitions that quality of life is multi factoral subject related to
subjective variables that are shaped with objective and subjective variables of individiduals and their perceptions (Dissart and Deller 2000).
Quality of life concept is developed with the modern life of communities. Researches showed us income increeases and tecnological
developments are not the only factor but also spatial, social and political factors are effective to peoples quality of life (Pacione, 2003).
Szalai (1980) echoes these sentiments and merges both objective and subjective indicators. To Szalai, indicators of quality of life are social
indicators in so far as they characterize the well-being of certain groups of people, but, contrary to other social indicators, they are based
both on objectively observable facts and on people’s own subjective assessment of their life.
13
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
The World Health Organization (WHO) makes a particular bold effort in defining quality of life as:‘individuals’ perception of their position in
life in the context of the culture and value systems in which they live and in relation to their goals, expectations, standards and concerns.
It is a broad-ranging concept affected in a complex way by the persons’ physical health, psychological state, level of independence, social
relationships and their relationship to salient features of their environment’(WHO, QOL Group 1995).
The growing awareness of the importance of factors of social well-being including the social, political and environmental health of a nation,
has led to the search for indicators, other than those based on Gross Domestic Product (GDP), which reflect more adequately the overall
health of a nation and the well-being of its citizens. Central to this developing interest in quality of life is research into the relationship
between people and their everyday life environment (SELMA 2004).
Expanding the quote to encompass ‘sustainability’ and ‘quality of life’, the cycle starts with the need to identify challenges within
communities. Thus quality of life research should provide details required for the development and promotion of sustainable communities.
The importance of quality of life is increasing together with its close relationship with sustainability and the rising importance of sustainable
planning and its applications. Quality of life research is a useful tool to develope sustainable policies and applications based on scientific
research for planning, urban regeneration and residential design.
The United Nations Agenda 21 Report (1993) states that there is a need to strengthen the scientific basis for sustainable management, and
countries need to develop, apply and institute the necessary tools for sustainable development with reference to: ‘Quality-of-life indicators
covering, for example, health, education, social welfare, state of the environment, and the economy’(UN 1993).
Prior to determining the tools necessary for sustainable development it is necessary to determine the needs of different groups and districts
and the solutions to solve the problems based on these needs in the city. In this case quality of life research is gaining importance to provide
sustainable development policies and strategies.
3. RESULTS OF THE STUDY
In the research a GIS based database was used. First randomly selected 3710 points from the address database were used for the interviews
then 3034 reliable interviews were used for the evaluation. Most of the respondents were graduates of elementary school (57.28 %) or high
schools (21.39%), had 500-1000 TL average monthly income (60.90%), were born in Bursa (49.10%), and were married (77.62%) although
differences were observed according to districts.
On the other hand because of the increasing population based on migration the respondents who were not born in Bursa showed a significant
percentage. Black sea Region (13.10%), Eastern Anatolia (12.00%) Balkans (8.00%) Marmara Region (5.80%), Inner Anatolia (4.90%) could
be mentioned.
29.3% of sample is working people, 27.9% of the sample is retired, 33% of the sample is housewife, 4.2% of the sample is students and.
5.4% of the sample is unemployed. The sectorel diversity of employment are 44.6% service sector, 25.8% manufacturng industry, 29.6%
other sectors. In the central districts the ratio of respondents who work for service sector is 52.1% while 23.9% for the other part of the city. .
The average of household size was found to be 3.71 in Bursa. While car ownership by family was 0.38, the car ownership ratio was 36.1% city
wide. Internet usage shows similarity and the ratio of internet use is 35% in general.
The interview which is applied to randomly selected respondents contained the following subjects:
• Transportation habits and evaluation of public transportation
• The evaluation of housing environment
• The evaluation of quality of life and urban quality of life in general
14
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Evaluation of Public Transportation
Transportation is a key attribute to the quality of life of citizens. From a physical perspective, poor and/or expensive public transportation
can have a detrimental impact on the quality of life of citizens effecting for example employment and employability. Socially, poor and/or
expensive transport contributes to social exclusion by for example excluding citizens of the ability to visit family and friends outside of their
immediate neighborhood. The European Commission joint report on social exclusion states that public transport policy measures are crucial
in addressing social exclusion and are allocating resources accordingly (EU, 2004).
In central districts of Bursa the daily regular trips between home and work or home and schools were done by service bus (32.6%), by public
bus (24.7%) or by walk (17.6%). Car use for the same trips is 15%. Same ratio for Istanbul shows different values. In Istanbul both service bus
and car use ratios were found to be 20%. (Bölen et al, 2006). Average time to access to work and school is 22 minutes for central areas and
15 minutes for others. 57.4% of respondents were satisfied with their transportation style.
Most of the respondents reported that public transportation is available in their immediate environment (97%) and are satisfied with public
transportation (63.5%) in Bursa. Average satisfaction with public transportation is 2.44 out of 5 (Figure 1). On the other hand the use of
public transportation especially metro use (2.7%) is low for daily work and school trips.
Families provide their basic foods from markets located in their environment. 86.2 % respondents walk to the markets in central districts
while 10.5% use their cars. This ratio is lower than İstanbul (15%) (Bölen ve diğerleri, 2006). The ratio of the respondents who use public
transportation for daily shopping is 3.1% in Bursa. Satisfaction with transportation style for food shopping is high.
Figure 1. Satisfaction with Public Transportation in Bursa
Evaluation of Residential Environment
Neighborhoods are the foundations for the effective functioning of communities. Communities in turn, play a crucial role in the quality of
life of the people within. Neighborhoods are places where many residents, especially homemakers, children, unemployed and retirees, spend
extended periods of time and as such, are important contributors to the overall quality of life. Well connected communities in turn play an
important role in people’s decisions of where they choose to live. Therefore, how well neighborhoods are maintained, their attractiveness, the
friendliness of neighbors and the community’s ability to engage with their surroundings all contribute to overall neighborhood satisfaction.
In this research neighbourhood will be defined at two levels, the ‘Macro’ and the ‘Micro’ neighbourhood. The Micro neighbourhood is defined
as respondent’s immediate surroundings that are visible from the vicinity of their home. That is, the immediate visible streets and buildings.
The macro neighbourhood is the district in this research.
15
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Satisfaction of Micro Environment
In general 65% of respondents are satisfied with their residential environment in Bursa. Average satisfaction with micro environment is
4.96 out of 7 (Figure 2). This ratio is 4.75 for central districts. A Satisfaction Micro Environment Index was developed to measure satisfaction
of micro environment. In this index perceptional quality of public schools, parks and recreational areas, health services, safety, satisfaction
of micro environment in general were evaluated. The average value was found to be 2.51 out of 5. Same ratio is found to be 2.60 in central
districts while 4.47 in the outer part of the city (Table 1). In the central areas Nilüfer and Gemlik districts have higher values, in the outer
areas Harmancık and Yenişehir Districts have the high values for satisfaction for micro environment. On the other hand the respondents of
Gürsu and Orhangazi reported lower satisfaction for micro environment.
Figure 2. Satisfaction with Micro Environment in Bursa
Table 1: Micro Environment Satisfaction Index in Bursa
Index of Satisfaction with Micro Environment
BMM
Outside BMM
Bursa
Quality of Public Schools
2,56
2,38
2,55
Satisfaction of Parks
3,76
3,36
3,62
Satisfaction of Safety
2,88
5,00
2,79
Satisfaction of Micro Environment
2,36
5,44
2,18
Satisfaction of Health Institutions
1,42
6,18
1,42
Average Satisfaction
2,60
4,47
2,51
1: Non Satisfied 5: Very Satisfied
The micro environment stress index which were developed based on the respondent evaluation of micro environment covers ‘houses are
well maintained’, ‘there are a lot of green spaces’, ‘open spaces are well maintained’, ‘quiet in general’, ‘safe in general’, ‘no vandalism’, ‘enough
parking space’, ‘quiet in terms of traffic’ issues (Table 2). Gürsu and Osmangazi have highest stress scores among the central areas while
Orhangazi has the highest stress score among the outer areas.
16
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Table 2: Micro Environment Stress Index in Bursa
Micro Environment Stress Index
BMM
Outside BMM
Bursa
Well maintained houses
4,37
4,00
4,53
A lot of green space
3,11
3,95
3,34
Well maintained open spaces
3,04
4,00
3,31
Quiet
4,45
5,43
4,72
Safe
4,17
5,39
4,51
No vandalism
3,98
5,11
4,29
Suffient car parks
2,45
3,88
2,85
Little traffic noise
4,07
5,43
4,45
Average
3,71
4,65
4,00
1: Very Bad 7: Very Good
Satisfaction of Macro Environment
In general average satisfaction with macro environment is 4.98 out of 7 in Bursa (Figure 3). This ratio is 4.77 for central districts. Similar to
satisfaction with micro environment satisfaction with macro environment level is low in Gürsu, Osmangazi, Yıldırım, Mudanya, Kestel. On the
other hand same ratio is higher reletively in Nilüfer, Gemlik,İznik, Harmancık, Büyükorhan, Orhaneli, Keles, Yenişehir, İnegöl, Mustafakemalpaşa.
In general 70% of respondents were satisfied with their macro environment in Bursa.
A Satisfaction Macro Environment Index was developed to measure satisfaction of macro environment and covers ‘attractive place’, ‘good to
live’, ‘good to raise children’, ‘clean air’, ‘safe in general’, ‘accessible’, ‘silent in terms of traffic’ ‘ satisfactory in general’ issues. The average value
was found to be 4.97 out of 7. Same ratio is found to be 4.73 in central districts while 5.61 in the outer part of the city (Table 3).Gürsu and
Oshangazi have lowest scores. In the central area Nilüfer district has the highest value, in the outer areas Harmancık and Orhaneli have the
highest values for satisfaction of macro environment.
Figure 3. Satisfaction of Macro Environment in Bursa
17
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Table 3: Macro Environment Satisfaction Index in Bursa
Macro Environment Satisfaction Index
BBB İçi
Outside BMM
Bursa
Attractive
4,96
5,73
5,18
Very good place to live
5,19
5,86
5,37
Good place to raise children
3,99
5,20
4,32
Clean air
4,96
5,91
5,22
Little traffic
4,32
5,42
4,63
Safe
4,30
5,45
4,62
Accessible
5,33
5,84
5,47
Satisfaction of macro environment
4,77
5,63
4,98
Average
4,73
5,61
4,97
1: Non Satisfied 7: Very Satisfied
Evaluation of Parks and Recreational Areas
Recreational areas are important for psychological and physical health of community. Besides this it increases social life and social
relationship of people who participate in recreational activities. 37.4% of respondents visit parks occasionally. Kültürpark, Merinos and
Botanik parks are popular among the city parks. The ratio of satisfaction with parks and children play areas (59%) was low in general (Figure
4). In Nilüfer, Orhaneli, Keles, Harmancık, İnegöl, and Yenişehir Districts both the satisfaction and use of recreational areas is relatively higher.
Recreational Walk and Physical Activity
Recreational walking and daily walking activities play important roles in daily physical activity of individuals. Regular physical activity is
important to decrease heart, cancer, diabetes and blood pressure diseases. Walking is the most common medium for dense physical activity
that can take place in urban open spaces. In this case designing physical environment can have significant effect on encouraging physical
activity. 57.6% of respondents walked for recreational purposes. This ratio is 62% in central areas. Most of the recreational walking takes
place in the immediate environment and mostly in parks. Only 25% of respondents were satisfied with walking areas in their environment.
Figure 4. Satisfaction with Parks in Bursa
18
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Evaluation of Urban Environment
The results of evaluation of urban environment showed us the statements of ‘Bursa is a green city’, ‘Bursa is a safe city‘ got little values while
‘Historical values of Bursa have been preserved’, ‘Natural values of Bursa have been preserved’ ‘Public Transportation is effective in Bursa’
and ‘There are many activities for spare time’ got higher values (Table 4). The results showed us similarities or differences in different scales.
For example the evaluation of public taransportation both local and urban scale found to be effective, on the other hand at local scale found
to be more safe than urban scale. Although people evaluate positively leisure and cultural activities in city scale they did not participate in
them effectively. 88% of respondents perceived urban quality of life in Bursa as ’good’. Average value is 5.74 out of 7.0.
Table 4. Evaluation of Urban Environment in Bursa
Evaluation of Urban Environment in Bursa BMM
Outside BMM
Bursa
Public transportation
1,86
1,73
1,82
Leisure activities
1,87
1,77
1,84
Natural values
1,89
1,79
1,86
Historical values
1,85
1,78
1,83
Safe
1,96
1,76
1,90
Green
2,12
1,78
2,03
Quality of life
1,58
1,23
1,51
Average
1,87
1,69
1,83
1: Non Satisfied
7: Very Satisfied
Evaluation of Quality of Life in Bursa
Among the positive issues of satisfaction ‘social relations’, ‘friendship’ and ’ neighboring’ could be mentioned in Bursa. In general perceptional
urban life satisfaction is relatively higher in Nilüfer District in the urban area. On the other hand, satisfaction of social life is reported high
in Osmangazi, Yıldırım, Nilüfer, Mustafakemalpaşa, Orhaneli, Keles, Harmancık, İnegöl, Yenişehir, İznik Districts. Satisfaction with personnel
issues are described in Table 5. According to the results, ‘family life’, ‘friends and social environment’, ‘general life standards’ and ’income’ are
main issues for life satisfaction.
Table 5: Satisfaction of Quality of Life in Bursa
Satisfaction of Quality of Life
BMM
Outside BMM
Bursa
The amount of savings
3,23
3,30
3,30
Family life
4,36
3,88
4.00
Friends and social environment
4,30
4,00
4,30
General life standards
4,03
3,88
4,00
Income
4,03
3,79
3,70
Leisure time activities
3,70
3,90
4.00
Life satisfaction
4,02
3,99
4,04
1: Non Satisfied
7: Very Satisfied
19
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Evaluation Urban Quality of Life in Bursa
According to the respondents the ratio of urban quality of life as ‘almost good’, ‘good and very good’ is 86% in Bursa (Table 6). This ratio
is 86% in central areas while 98.3% in outer areas. In Osmangazi the ratio is 79.2%, in Yıldırım 87.7%, in Nilüfer 95.5 %, in Gürsu 81%, in
Kestel 96%, in Gemlik 93%, in Mudanya 89.2%.
Table 6. Satisfaction of Urban Quality of Life in Bursa (%)
Satisfaction of Urban Quality of Life in Bursa
BMM
Outside BMM
Bursa
Very bad
0,5
0
0,3
Bad
0,3
0,1
0,2
Almost bad
2,1
0,2
1,5
Neither good nor bad
11,2
1,4
8,5
Almost good
26,5
27,3
26,7
Good
36,1
41,8
37,7
Very good
23,4
29,2
25,0
Average
5,7
6,0
5,7
4. DISCUSSION
In general satisfaction of micro and macro environment in Bursa is high although there are districts which have relatively lower satisfaction
score. There should be precautions to increase resident satisfaction in these districts.
Both in new developments and regeneration areas housing design should be mixed use, walk able, accessible to social services such as
education, health, recreational facilities and other social services and work areas. Special importance should be given to urban open spaces
and recreational areas to encourage walking and physical activity. It will help to raise the quality of urban life.
Supporting the public transportation with rail or metro system will help to protect the compact structure of the city, to increase sustainability
and quality of urban life in Bursa. Expanded rail or metro system will increase the use of public transportation. Medium residential density,
mixed land use and accessible social services are strategies that support the use of public transportation.
REFERENCES
• Bölen F. Türkoğlu H., Ergun N., Yirmibeşoğlu F., Terzi, F., Kaya, S., Kundak S. Istanbul 1/100000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı, Konut ve Yaşam
Kalitesi Grubu Raporları, Istanbul Metropoliten Planlama Merkezi, 2006.
• Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa 1/100000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı, Konut ve Yaşam Mekan Kalitesi Çalışma Grubu Analiz ve Sentez
Raporları, 2012.
• Dissart J.-C., Deller S.C. 2000. Quality of Life in the Planning Literature, Journal of Planning Literature, Vol. 15/1
• Pacione, M., 2003. Urban environmental quality and human wellbeing—a social geographical perspective, Landscape and Urban Planning
Vol.65
20
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
•
•
•
•
Spatial Deconcentration of Economic Land Use and Quality of Life in European Metropolitan Areas (SELMA), 2004.
Deliverable D02 WP2 - Quality of Life Indicators. SELMA.
Szalai, A., 1980. The Meaning of Comparative Research on the Quality of Life, In Szalai, A., Andrews, F. (Eds) The Quality of Life. Sage
Beverly Hills, CA pp 7-24.
United Nations Conference on Environment and Development (UNCED), 1993. Agenda 21: Program for Action on Sustainable Development
(New York, United Nations).
World Health Organization QoL Group, 1995. The World Health Organization Quality of Life Assessment (WHOQOL): position paper from
the World Health Organization. Social Science And Medicine, 41: 1403–1409.
21
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
KENTSEL / MEKANSAL YAŞANABİLİRLİK ÜZERİNE
KAVRAMSAL BİR ÇÖZÜMLEME
Doç. Dr. Ş. Gülin BEYHAN
Süleyman Demirel Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü, Isparta
Yrd. Doç. Dr. Zeynep PEKER
Süleyman Demirel Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü, Isparta
Doç. Dr. Erkan POLAT
Süleyman Demirel Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü, Isparta
Yrd. Doç. Dr. Pervin ŞENOL
Süleyman Demirel Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü, Isparta
ÖZET
Bu çalışmada, yaşanabilirlik ekseninde geliştirilen kavramsallaştırmalar; kavramlar arasındaki geçişler, göstergeler ve ölçekler arası etkileşim
boyutları ile ele alınmaktadır. Küresel ve ulusal ölçeklerde yapılan yaşanabilir kentler sıralamalarının elitist, değer / yargı bağımlı olma riski
taşıdığı kabul edilerek popüler gündem sorgulanmaktadır. Bu tartışmalar kapsamında yaşanabilirliğin küreselden kente, kentten mimari
mekana kadar, planlama ve mimarlık açısından kent / mekan – yaşanabilirlik ilişkisine dair çıkarımlarda bulunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kent, Mekan, Yaşanabilirlik, Yaşam Kalitesi
GİRİŞ
Dünya nüfusundaki artışa paralel olarak, kentsel alanlardaki nüfus birikimi yönündeki gelişmeler son üç asrın genel bir görünümü olarak
karşımıza çıkmaktadır. UNDP’nin çalışmalarının gösterdiği üzere, kentsel alanda yaşayanlar 1800’lerde dünya nüfusunun sadece %3’ünü
oluşturmakta iken, günümüzde bu oran %52’lere ulaşmıştır. Ortaçağ kentinden günümüz post–endüstriyel kentlerine gelindiğinde, küresel
kaynak kullanımı ve yerel çevresel sorunlarda hızla bir artış olduğu görülmektedir. Kentlerdeki bu nüfus birikimi aynı zamanda hızlı bir
mekansal yayılma, kentsel alanlarda sağlıklı yaşam çevrelerinin göstergeleri olan temiz içme suyu, temiz hava, altyapı ve ulaşım olanakları
gibi gereksinimlerdeki ve hizmetlerdeki düşüş ve çevresel kirlenme ile sonuçlanmaktadır. Kentsel merkezli bu sorunlar, içinde bulundukları
kentlerin dışında ve sınırlarının ötesinde küresel düzlemde etkilere yol açmakta ve küresel çevresel sorunları tartışma gündemine taşımaktadır.
İnsan - doğa; tüketim - üretim; çevresel değerler - kaynaklar dengesi, küresel kaynakların etkin kullanımı gibi tartışmalar çerçevesinde
yaşanan bu gelişmeler, 1980’lerde küresel düzlemde gündeme gelen sürdürülebilir kalkınma tartışmaları ile yeni bir boyuta ulaşmıştır.
Sürdürülebilirlik (sustainability), yaşanabilirlik (liveability), yaşam kalitesi (quality of life) gibi yeni kavramları da gündeme taşımaktadır.
Yapılan kavramsallaştırmalar yeşil kentler (green cities), adil kentler (just cities), yaratıcı kentler (creative cities), sağlıklı kentler (healthy
cities), eko-kentler (eco cities), akıllı kentler (smart cities) gibi yeni yönelimleri de tetiklemektedir.
Bu süreç, kentler üzerine popüler araştırmaların gelişmesine de neden olmaktadır. Yaygınlaşan ve popülerlik kazanan kent araştırmalarının
yanı sıra, akademik gündemde özellikle kent ve mimarlık bilim alanlarında da kavramsal tartışmalar derinleşmektedir. Bu metin kentsel
mekansal yaşanabilirlik kavramını popüler ve akademik düzlemlerde ele alarak değerlendirmektedir.
YAŞANABİLİR KENTLER VE MEKANLAR ÜZERİNE POPÜLER GÜNDEM
Son yıllarda yaşanabilir kentler üzerine yapılmakta olan popüler araştırmalar yazılı ve görsel medyanın gündeminden gündelik yaşama
yansımakta ve kentlere ilişkin bir dizi “bilgi” kentsel mekansal konuları, soruları ve sorgulamaları gündeme taşımaktadır. Ayrıca, küreselleşme
sürecinde kalkınma ve kentsel stratejiler arasında kurulan ilişkinin ulaştığı boyut, kentlerin taşıdığı değer ve üstlendikleri rollerin değişimi
tüm ölçeklerde mekansal müdahalelerin tartışılmasına neden olmakta ve sürdürülebilirlik ve yaşanabilirliğin küresel düzlemdeki vurgusunu
23
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
arttırmaktadır. Bu kapsamda geleceğin yeniden kurgulanmasında yaşanabilirlik ve yaşanabilir kentler dendiğinde mekansal değerleri içeren
ve yaygın kabul gören ilke ve değerler arasında şunlar yer almaktadır (Schomberg, vd., 2011; URL 1):
Ekoloji; mimari ve kentsel tasarım için ekolojik değerlerin korunmasından ekoloji ve ekonomi dengesine,
Arazi Kullanımı; karma arazi kullanımı, yaya-bisiklet erişimi vd.,
Kamusal Alanlar; sokak ölçeğinin önemi, herkes için yeterli kamusal alan, toplumsal ilişkilerin önceliği, karar alma süreçlerinde katılım,
Ulaşım; yaya erişimi, mimari ve kentsel tasarımda kolay hareket edilebilir çevrelerin üretimi,
Tasarım; yerel kültürel mimari kültüre ve eserlere saygılı, yerel ve tarihi kültürle barışık tasarım, hafıza mekanlarına vurgu, estetik ve mekan
ilişkisinin önemi,
Kültür; kültürel kimliklere saygı,
Kalkınma; yerel kapasitelere vurgu, kamu özel işbirliği, sürdürülebilirlik ve yenilenebilir enerji perspektifi.
Popüler gündemde yer alan kentsel yaşanabilirlik çalışmaları, her yıl düzenlenen saha araştırmalarına dayanan yaşanabilir kentler sıralamasını
içermektedir. Uluslararası çalışmalarda; Mercer firmasının Yaşam Kalitesi Araştırması, The Economist dergisinin Dünyanın En Yaşanabilir
Şehirleri çalışması yer almaktadır (Schomberg 2011; URL 2). Türkiye’de ise CNBC-e Business dergisi tarafından yürütülen araştırmalar 2008
yılından itibaren devam etmektedir (URL3, URL4).
Mercer firmasının araştırmaları yerel yaşam koşullarını toplam 39 faktör 10 temel kategoride derlemektedir. Bunlar; politik ve sosyal çevre;
sosyo-kültürel çevre; medikal ve sağlık koşulları; okul ve eğitim; kamu hizmetleri ve ulaşım; rekreasyon; tüketim malları; konut; doğal çevre.
Mercer firması tarafından, düzenlenen bu araştırmaların, uluslararası şirketlere güvenli çalışma ortamlarının sağlanmasına yardımcı olmak
amacını güttüğü açıklanmaktadır (URL2).
Dünya ve Türkiye’de yayınlanan “yaşanabilir kentler” sıralamalarına yönelen en önemli eleştiri “…. bu yaklaşımların somut olmayan ilke ve
değerleri indirgemeci bir yaklaşımla ele aldıkları, kentlerin yaşam kalitesinin yükselmesinden çok kentlerin yarışması ve rekabet etmesine
ilişkin bir değerlendirmeyi esası…” almalarıdır (Howley veRedmond, 2009). Bu araştırmalar ve sıralamalarda kentlerin yarışabilirlik ve yatırıma
uygunluk analizlerinin ön planda olduğu, ancak kentsel mekansal olanakların tüm kentliler arasında nasıl dağıldığına yönelik bir araştırma
niteliği taşımadığı da görülmektedir.
MEKANSAL KALİTE VE KENTSEL YAŞANABİLİRLİĞE DAİR
Antikiteden günümüze değin geçerliliğini koruyan ve M.Ö.1.yy da yaşamış Romalı mimar ve mimarlık kuramcısı Vitruvius tarafından
“sağlamlık-işe yararlılık-hoşluk” (Kıran, Baytin, 2002) olarak ortaya konan üç temel öğe mimari mekanın, mekansal ilişkilerin, mekansal
kalite ve hatta günümüzün popüler kavramlarından olan “yaşanabilirlik”’in tanımlanmasında esas olmuştur. Modern dönemde ise hem
kent planlama, kentsel tasarım hem de mimarlık tarihinde iyi bir kentin ne ve nasıl olması gerektiği tanımlanmaya çalışılmıştır. Ebenezer
Howard’ın (1902) “Bahçe Kent”inden başlayarak, Garnier’in “Sanayi Kenti” ne, Unwin’in “Yeni Kent” ine, Haussmann’ın Paris’ine, Le
Corbusier’in “Çağdaş Kent”ine, Olmsted’in “American Parks Movement”ına ve Burnham’ın “City Beautiful” hareketine kadar hep kentin daha
da yaşanabilir kılınması yaklaşımları ön planda olmuştur. Sadece planlama ya da tasarım anlamında değil toplumsal, sosyolojik, politik,
felsefi vb. yaklaşımlarla da kentin yaşanabilirliği sürekli sorgulanmıştır. Geddes, Mannheim, Şikago Okulu, Giddens, Lindblom, Jacobs, Harvey
gibi düşünürler bunlara örnek verilebilir. Fainstein’in (2011) “Adil Kent (Just City)” adlı kitabında da kenti adalet kavramını temel alarak
tartışmaktadır. Uluslararası Modern Mimarlık Kongresinin (CIAM - International Congress of Modern Architecture) 1928’de Atina Şartı’nı
imzalaması da yaşanabilirlik açısından dönüm noktalarından biridir. Stein’in “Radburn Idea”sı, Wright’ın “Broad Acre City”si, Jacobs’un “The
Death and Life of Great American Cities” i; Lynch’ in “The Image of the City” si; Cullen’ ın “Townscape” i ve Appleyard’ın “Livable Streets”i hep
yaşanabilir kente övgü doludur.
Bu yönelişler kapsamında ele alınan kent ve mekan mimarinin “başlangıcı ve sonudur”. Bu bağlamda mekanın evreleri sosyal, düşünsel,
teknik ve estetik koşullarla belirlenir (Zevi, Çeviren: Divanlıoğlu, 1990). Schulz, mimari mekanı içinde yaşayan kullanıcıların fizyolojik,
psikolojik ve toplumsal gereksinimlerini karşılayan bir uzay parçası olarak tanımlamaktadır (İnceoğlu, Aytuğ, 2009). “İnsanı çevreden belli
bir ölçüde ayıran ve içinde eylemlerini sürdürmesine elverişli olan boşluk” (Hasol, 2008) olarak tanımlanan mimari mekan kavramında
24
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
geçen çevre “insanların da yaşamlarını ve nesillerini sürdürdükleri ve karşılıklı etkileşim içinde bulundukları doğal, yapay ve kültürel ortamı”
betimlemektedir (Arat, 1996). Rapoport’un da çevre kavramı içerisinde belirttiği gibi çevresel kalitede iki açılım göze çarpmaktadır. Birincisi
hava, su, gürültü, radyasyon, gün ışığı, temel kirlilik, vb. gibi etkenlere ilişkin olanlar iken daha karmaşık olan ikincisi ise, insanlara mutluluk,
yaşam kalitesi vermesi beklenen doğal ve yapılı çevreye dair olanıdır (Rapoport, 1989). Mekan kavramının coğrafi, mimari ve sosyal anlamları
mevcuttur. Mekan kavramı yaşanılan çevredir. Mekanın farklı boyutları itibari ile çeşitli mekansal özellikler gösterir. Mekanın bölge, kent,
bina, mahalle gibi farklı ölçeklerde değerlendirilmesi mekanın ölçeği ne olursa olsun düzenlemelerin kalite ve yaşanabilirlik sorgusunu akla
getirir. Mimarlıkta kalite kavramını, kullanıcıların tatminine ve oluşturulan mekandan beklentilerine yönelik değerlendirmeler süreci olarak
kavramsal bağlamını kurgulayabiliriz. En temel ve farklı ölçeklerde kalite ve yaşanabilirlik sorgulamasına esas olacak yaklaşımı Abraham
Maslow’un toplum içindeki insanın “temel gereksinmelerini” belirli bir sıralama içerisinde en temelden-en karmaşık olana doğru sıraladığı
“Maslow’un Basamaklar Hiyerarşisi” (Arcan, Evci, 1999) olarak kabul edebiliriz. Bu çatkı içerisinde “Fizyolojik, güvenlik, toplumsal, benlik ve
gerçekleştirme gereksinmelerinin” mimari mekanların düzenlenmesinde ve bu mekanlarda yaşanabilirlik düzeylerinin değerlendirilmesinde
önemli parametreleri oluşturduğu söylenebilir.
Kentsel ve mekansal kalite ve yaşanabilirlik, mimari-kentsel tasarım-kentsel ve bölgesel ölçeklerde birbirlerinden ayrılamaz bir bütünün
parçalarını oluşturmaktadır. Mimari mekanlarla şekillenen yaşanabilir kentlerin karakterizasyonunda genel olarak beş eksen olduğu görülür
(Gehl Architects, 2010): Sürdürülebilirlik, canlılık, sağlıklılık, çekicilik ve güvenlilik. Buradan hareketle kentlerin yaşanabilirliği etrafında 5 kent
tipolojisi ortaya konulabilir (Şekil 1): Sürdürülebilir Kent, Canlı Kent, Sağlıklı Kent, Çekici Kent ve Güvenli Kent.
Şekil 1. İnsanlar için yaşanabilir kentlerin beş elementi (Gehl Architects, 2010)
Kentlerin yaşanabilirliğine yönelik Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) “Sağlıklı Kentler” yaklaşımı (1981) ile ivme kazanan süreç daha sonra “Aktif
Kent” olarak da adlandırılmıştır (WHO, 2008). Rio Sözleşmesi’nde, Brundlandt Komisyonu Raporu’nda (1987) ortaya konulan “Sürdürülebilir
Kent” yaklaşımı hala dünyanın gündemindeki önemini korumaktadır. “Sürdürülebilir Kent (Sustainable City)” yaklaşımını “Ekolojik Kent (Ecocity)” (Register, 1987), “Sıfır Karbon Kenti (Zero-Carbon City)” (Hart, 2007) ve “Yeşil Kent (Green City)” gibi modeller izlemiştir. Ayrıca,
1980’lerde ortaya çıkan bir diğer model olan “Yaratıcı Kent (Creative City)” modeli yaratıcı endüstriler, ekonomi ve toplum eksenli bir yaklaşım
geliştirmektedir (Landry, 2000). Kentin sadece fiziksel kapitaliyle ya da altyapısıyla değil, entelektüel ve sosyal kapitali ile (bilgi ve iletişim
25
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
teknolojileri yoluyla) gelişeceğini öngören bir diğer model de “Akıllı Kent (Smart City)” tir (Caragliu, et al., 2009). Ulaşımı daha yaşanabilir
düşünen “Taşıtsız Kent (Car-Free City)” (Crawford, 2000) ve “Bisiklet Kenti (Bicycle City)” gibi kent modelleri de geliştirilmiştir.
YAŞANABİLİRLİK VE YAŞAM KALİTESİ KAVRAMLARINA DAİR
Tüm bu kent modelleri daha iyi olanın, daha yaşanabilir olanın arayışlarıdır aslında. Farklı boyutlardan, farklı disiplinlerden yola çıkılan her arayış,
farklı yeni bir kavramı karşımıza çıkarmaktadır. Bu kavramlar, bazen birbirleri içine girebildikleri gibi, birbirlerinin yerine de kullanılabilmektedir.
Nitekim bir kavram olarak yaşanabilir kentin tarifi, kentsel yaşanabilirliğin tanımını gerektirmekte; kentsel yaşanabilirlik ise sıklıkla kentsel
yaşam kalitesi kavramıyla açıklanmakta veya yaşanabilirlik ve yaşam kalitesi kavramları birbirlerine eşdeğer tutulmaktadır. Alana ve ölçeğe
göre farklı anlamlar yüklenen bu kavramların tanımlarına ilişkin literatür oldukça geniş bir yelpaze sunmaktadır (van Kamp vd., 2003).
Yaşanabilirlik en basit anlamda yaşam kalitesi, yaşam standardı veya belli bir alandaki nüfusun genel iyiliği olarak tanımlanmaktadır. Yaşam
standardı terimi daha çok maddi konfor düzeyine; yaşam kalitesi maddi iyiliğin yanında yaşamın maddi olmayan bileşenlerini de içeren
yaşamın bütününde iyiliğe karşılık gelmektedir. Yaşanabilirlik ise yaşamın nesnel kalitesinin bir ölçüsüdür (Okulicz-Kozaryn, 2013). Veenhoven
(2000)’ın, “yaşamın ne kalitesi?” sorusundan hareketle geliştirdiği taksonomiye göre, yaşanabilirlik dört yaşam kalitesinden biridir. Bu
dört bileşen çevrenin yaşanabilirliği, yaşam faydası, kişinin yaşam kabiliyeti, yaşam muhakemesidir. Şekil 2’de görüleceği üzere, bir kişinin
çevresindeki dışsal olanaklar ve kişinin bu olanakları kullanabilme kapasitesi yaşam şanslarını yani iyi bir yaşam için olanakları veya potansiyel
yaşam kalitesini oluşturmaktadır. Yaşanabilirlik terimi çevresel fırsatları, yaşam koşullarını ifade etmektedir. Yaşanabilir yaşam koşulları insan
doğasına uygun olan koşullara karşılık gelmektedir. İnsan gereksinimleri itibarı ile çevrenin yaşanabilirliği ekolojik, ekonomik, sosyal, kültürel,
fiziksel tüm nitelikleri içerebilmektedir.
Şekil 2. Dört yaşam kalitesi (Veenhoven, 2000: 6)
Uluslarda mutluluk düzeyleri ve dağılımları çalışmalarında yaşanabilirlik, mutluluk kuramlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yaşanabilirlik kuramına göre yaşamın öznel takdiri her şeyden önce nesnel yaşam kalitesine bağlıdır; bir ülkedeki yaşam koşulları ne derece
iyiyse, yaşayanlar o derece mutludur (Veenhoven & Ehrhardt, 1995). Literatürde kentlerin mutluluğu ve kentlerdeki mutluluk üzerine de
çalışmalar bulunmaktadır (Florida, vd., 2010; Delken, 2008). Yaşanabilir kentlerde yaşayan insanların da mutlu olduğu kabul edilmektedir
(Okulicz-Kozaryn, 2013). Diğer yandan, Pacione (2003)’ye göre kentsel yaşanabilirlik mutlak olmaktan çok, tam anlamı yere, zamana,
değerlendirmenin amacına ve değerlendiricinin değer sistemine bağlı olan göreli bir terimdir. Kalite çevrenin doğasında mevcut bulunan bir
nitelik değil, çevresel ve kişi karakteristikleri etkileşiminin davranış-ilişkili fonksiyonudur.
26
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Yaşanabilirliği sürdürülebilirlik ile ilişkilendiren Godschalk (2004)’a göre yaşanabilirlik gündelik fiziksel çevrede işlemekte ve yer oluşturma
(place making) üzerine odaklanmaktadır. Böylelikle, sürdürülebilirliğin iki boyutlu kavramsal görünüşlerini kamusal alanın, hareket
sistemlerinin, sokak-bina ilişkilerinin ve yapı tasarımının üç boyutlu görünüşleri ile birleştirmektedir. Yaşanabilirliğin toplumsal konfor (social
amenity), sağlık ve esenlik gereksinimine, insan çevresine dair olduğunu ifade eden Newman (1999) da yaşanabilirliği, benzer şekilde,
sürdürülebilirliğin ekonomik ve sosyal yönlerini çevresel görünüş ile bütünleştiren olarak görmektedir.
Görüldüğü üzere yaşanabilirlik kavramına yüklenen anlamlar farklılaşmakta ve evrensel olarak kabul gören bütünlüklü bir tanımı henüz
bulunmamaktadır. Kavram ele alındığı disiplin alanına, içinde yaşanan topluma ve dönemsel özelliklere göre yorumlanmakta ve bu farklı
yorumlar doğrultusunda farklı modeller uygulama alanına yansımaktadır.
SONUÇ
Günümüz pratiğinde kentsel yaşanabilirlik ideallerini kentsel ekonomik gelişme politikaları ile birleştirme yönünde bir eğilim bulunmaktadır.
Yaşanabilirlik ve yaşam kalitesi tanımları değişmekte ve akademik yaşanabilirlik araştırmaları dahi politik neo-liberal kent anlayışı üzerinden
yürütülmektedir. Yaşam kalitesi artık rekabetçi üstünlük olarak anlaşılmakta, kentsel yaşam kalitesi bir tüketim nesnesi olarak görülmekte
ve özel yaşam biçimleri temelinde yaşayacağı veya yatırım yapacağı kentleri seçebilen daha zengin ve/veya ekonomik olarak daha kıymetli
sınıflar için tüketim olanakları olarak tanımlanmaktadır (McCann, 2004, 2008; Rogerson, 1999). Kent artık rekabet süreci içinde markalaştırılıp
pazarlanacak bir meta olduğu için yaşanabilir kentler sıralamaları ekonomik ve politik aktörler açısından önem taşımaktadır. Ancak popüler
gündeme taşınan bu araştırmalar gerçek anlamda yaşanabilirliğin tüm boyutlarını ölçmemekte ve tüm tarafları temsil etmemektedir. Kentler
ve mekanlar, küreselden kente, kentten mimari mekana kadar tüm ölçeklerde ekonomik olarak rekabet edebilmesi için yaratıcı ve yatırımcı
sınıfı çeken bir tüketim ve yaşam mekânı olarak biçimlendirilmekte ve yeniden ambalajlanmaktadır. Bu noktada, belli bir kesimi ve/veya
küresel sermayeyi çekmek için yarışan kentlerin yaşanabilirliğinin popülerleştirilmesinin aksine giderek birçokları için daha az yaşanabilir hale
gelmekte olan kentlerde yaşanabilirliğin yeni ve kapsayıcı bir çerçevede ele alınarak sorgulanması gerekmektedir.
Aslında kentsel ve mimari ölçekte yaşanabilirlik ve kalite sorgulaması için çok da zorlayıcı parametreler bulunmamaktadır. Antikiteden
günümüze kadar ulaşan mimariyi oluşturan öz değerler, insan/kullanıcı gereksinmeleri, kentsel ve mimari mekanın düzenlenmesi ve
yaşanabilirlik değerlendirilmesinde esas olacak en temel faktörlerdir. Bu temel faktörlerin öznesi olan “insan-doğa”yı temel alan kentlerin
–mekanların -çevrelerin tasarlanması ve planlanması ile kentler yaşanabilir olacaktır.
Herkes için adil, kentsel fayda - maliyetlerin adaletli dağıtıldığı kentlerde – mekanlarda – çevrelerde yaşamak üzere…
KAYNAKLAR
• Arat, Z. (1996). Türkiye’de Ekolojik ve Ekonomik Karar Mekanizması ve Öneriler, Ekolojik Temele Dayalı Bölge Planlama, Uluslararası
Sempozyum Bildirileri, YTÜ Basım Yayın Merkezi, İstanbul, s: 81.
• Arcan, E:F., Evci, F. (1999). Mimari Tasarıma Yaklaşım, Bina Bilgisi Çalışmaları, Tasarım Yayın Grubu, İstanbul, s: 29-30.
• Caragliu, A, Del Bo, C. & Nijkamp, P. (2009) “Smart Cities in EUROPE”, Serie Research Memoranda 0048 (VU University Amsterdam, Faculty
of Economics, Business Administration and Econometrics).
• Crawford, J. H. (2000) Carfree Cities, International Books, Dublin.
• Delken, E. (2008). Happiness in shrinking cities in Germany: A research note. Journal of Happiness Studies , 9, s. 213-218.
• Fainstein, S. S. (2011) The Just City, Cornell University Press, London.
• Florida, R., Mellander, C., & Rentfow, P. J. (2010). The Happiness of Cities. Toronto: Martin Prosperity Institute.
• Gehl Architects (2010) Vision [http://www.gehlarchitects.com/#/159108/ Retrieved on January 22, 2013]
• Godschalk, D. R. (2004). Land Use Planning Challenges: Coping with Conflicts in Visions of Sustainable Development and Livable
Communities. Journal of the American Planning Association , 70 (1), s. 5-13.
• Hart, S. (2007) “Zero Carbon Cities”, Architectural Record, 3, 162-164.
• Hasol, D. (2008). Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü, YEM, Yayın-2, 10. Baskı, İstanbul, s: 313.
27
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Howley P. Scott M. ve Redmond D. (2009) “Sustainability Versus Liveability: An Investigation of Neighbourhood Satisfaction” Journal of
Environmental Planning and Management, Vol. 52, No. 6, 847–864.
İnceoğlu, M, Aytuğ, A. (2009). Kentsel Mekanda kalite Kavramı, Megaron Dergisi, Cilt Vol:4, Sayı No: 3, İstanbul, s: 132.
Kıran, A., Baytin, Ç. (2002). Bina Bilgisi’ne Giriş, Yıldız Teknik Üniversitesi Basım-Yayın Merkezi, İstanbul, s: 1-2.
Landry, C. (2000) The Creative City: A Toolkit for Urban Innovators, Earthscan, London.
McCann, E. J. (2004). ‘Best Places’: Interurban Competition, Quality of Life and Popular Media Discourse. Urban Studies , 41 (10),
s. 1909-1929.
McCann, E. J. (2008). Livable City / Unequal City: The Politics of Policy-Making in a ‘Creative’ Boomtown. [Revue Interventions economiques,
37: http://interventioneconomiques.revues.org/489 Retrieved on January 26, 2013]
Newman, P. W. (1999). Sustainability and cities: extending the metabolism model. Lanscape and Urban Planning, 44, s. 219-226.
Okulicz-Kozaryn, A. (2013). City Life: Rankings (Livability) Versus Perceptions (Satisfaction). Social Indicators Research , 110 (2),
s. 433-451.
Pacione, M. (2003). Urban environmental quality and human wellbeing - a social geographical perspective. Landscape and Urban Planning
65, s. 19-30.
Rapoport, A. (1989). Environmental Quality Metropolitan Areas and Traditional Settlements, Pergamon Press, s: 46-47.
Register, R. (1987) Ecocity Berkeley: Building Cities for a Healthy Future, North Atlantic Books, Berkeley, California.
Rogerson, R. J. (1999). Quality of Life and City Competitiveness. Urban Studies , 36 (5-6), s. 969-985.
Schomberg, Y., Polakit, K., & Prosperi, D. (2011). Spatial Partitioning of Livability Indices: South Florida Case Study. Proceedings REAL CORP
2011: CHANGE FOR STABILITY: Lifecycles of Cities and Regions, (s. 895-904). Essen.
van Kamp, I., Leidelmeijer, K., Marsman, G., & de Hollander, A. (2003). Urban environmental quality and human well-being Towards a
conceptual framework and demarcation of concepts: a literature study. Landscape and Urban Planning , 65, s. 5-18.
Veenhoven, R. (2000). The four qualities of life: Ordering concepts and measures of the good life. Journal of Happiness Studies , 1, s. 1-39.
Veenhoven, R., & Ehrhardt, J. (1995). The cross-national pattern of happiness: Test of predictions implied in three theories of happiness.
Social Indicators Research , 34, s. 33-68.
World Health Organisation (WHO) (1981) The Global Strategy for Health for All by the Year 2000, WHO, Geneva.
World Health Organisation (WHO) (2008) A Healthy City is an Active City: A Physical Activity Planning Guide, WHO, Copenhagen.
Zevi, B., (Çeviren: Prof.Dr.H.Demir Divanlıoğlu),(1990) Mimariyi Görmeyi Öğrenmek, Birsen Yayınevi, İstanbul, s:11, 29.
ONLINE KAYNAKLAR
• URL 1: T.C. Kalkınma Bakanlığı, 10. Kalkınma Planı Yaşanabilir Kentler Ve Kentsel Dönüşüm Özel İhtisas Komisyonu Ön Raporu [Retrieved
on: December 14, 2012]
• URL 2: www.mercer.com/qualityofliving, [Retrieved on: December 14, 2012]
• URL 3: http://www.cnnturk.com/2012/ekonomi/genel/12/06/en.yasanabilir.sehir.hangisi /687511.0/index.html [Retrieved on: December
14, 2012]
• URL 4: http://www.ekonometre.net/haber/en-yasanabilir-iller-hangileri [Retrieved on: December 14, 2012]
28
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
A CONCEPTUAL ANALYSIS ON URBAN / SPATIAL LIVEABILITY
Assoc. Prof. Ş. Gülin BEYHAN
Süleyman Demirel University, Faculty of Architecture Department of Architecture, Isparta
Assist. Prof. Dr. Zeynep PEKER
Süleyman Demirel University, Faculty of Architecture Department of Architecture, Isparta
Assoc. Prof. Erkan POLAT
Süleyman Demirel University, Faculty of Architecture Department of Architecture, Isparta
Assist. Prof. Dr. Pervin ŞENOL
Süleyman Demirel University, Faculty of Architecture Department of Architecture, Isparta
ABSTRACT:
In this study, the conceptualizations developed on liveability, transfers between concepts, interaction between signs and scales are
scrutinized. Regarding the risk that the global and national lists of liveable cities could be based on elitist values and judgments, popular
agenda has been questioned. In the scope of these discussions, liveability, from global to urban, from city to architectural place, and its
relation to urban/spatial liveability in terms of planning and architecture are analyzed and inferences are made.
Keywords: City, Space, Liveability, Quality of Life
INTRODUCTION
In parallel with the increase in the world population, population aggregation in urban areas has confronted us as the overall picture of the last
three centuries. According to the research by UNDP, while the people living in urban areas in 1800s made up only 3% of world population, this
amount has reached up to 52% today. When we compare medieval cities and today’s post-industrial cities, a rapid increase can be observed
in terms of global resource usage and local environmental problems. The population aggregation in urban areas also results in a rapid spatial
sprawl, a decrease in the needs and services for clean drinking water, clean air, substructure and transportation, which are indicators of
healthy living areas, and also results in environmental pollution. These urban-oriented problems can cause global effects outside the cities
and beyond the national borders, and bring global environmental issues into the agenda for discussion.
The developments based on the discussions such as human-nature; consumption-production; environmental values-resource balance,
reached to a new dimension in 1980s with the global discussions about sustainable development. Sustainability has brought up these new
concepts such as livability, quality of life to the agenda. The conceptualizing work has triggered new trends such as green cities, just cities,
creative cities, healthy cities, eco cities and smart cities.
This process leads to popular research on cities. Along with this common and popular research on cities, conceptual discussions in academic
areas, particularly in the fields of urban and architecture, have deepened. This text discusses urban/spatial liveability concept in popular and
academic terms.
POPULAR AGENDA ON LIVEABLE CITIES AND SPACES
The popular research done on liveable cities in recent years has reflected by written and visual media’s agenda on daily life and a series
of “knowledge” about cities has brought up urban and spatial issues, questions and examinations to the agenda. Besides, the level of
development -urban strategy relation in the globalization process, the values of cities and the change of their roles cause discussion of
spatial interventions in all scales and emphasize sustainability and liveability on global level. In this context, when we mention liveability
and liveable cities, the widely accepted principles and values containing spatial ones for rebuilding the future are as follows (Schomberg, vd.,
2011; URL 1):
Ecology; from protection of ecological values for architectural and urban design to ecology-economy balance,
29
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Land Use; mixed land use, pedestrian-bicycle access etc.,
Public Spaces; the importance of street scale, adequate public spaces for everyone, priority of social relations, participation to decisionmaking process,
Transportation; pedestrian access, building easily moveable environment in architectural and urban design,
Design; the designs which are respectful to local architectural culture and work and in tune with local and historical culture, emphasis on
places of memory, the importance of the relation between aesthetics and space/place,
Culture; respect to cultural identities,
Development; focus on local capacity, public-private cooperation, perspective of sustainability and renewable energy.
The studies on urban liveability at the popular agenda include the list of liveable cities based on annual field research. The international
studies include Mercer’s Quality of Living Survey and the Economist’s Global Liveability Report (Schomberg 2011; URL 2). As for Turkey, the
research carried out by CNBC-e Business magazine has continued since 2008 (URL3, URL4) .
The survey which was done by Mercer has 10 basic categories which include 39 factors for living conditions. These categories are political and
social environment; economic environment; socio-cultural environment; medical and health considerations, schools and education, public
services and transportation, recreation, consumer goods, housing and natural environment. The surveys done by Mercer aim at providing
international companies with safe working conditions and environment (URL2).
The most significant criticism about these “most liveable cities” lists in Turkey and throughout the world is that“…. these approaches discuss
abstract principles and values reductively, and they are based on competitiveness of the cities rather than the increase in quality of life …”
(Howley veRedmond, 2009). In these surveys and lists competitiveness of cities and their feasibility for investment are prioritized, but there
is nothing about how urban spatial utilities have been distributed among all urban people.
ON SPATIAL QUALITY AND URBAN LIVEABILITY
Standing since antiquity, the three basic factors, stated by Roman architect and architectural theorist Vitruvius who lived in 1st century B.C ,as
“strength-functionality-beauty“ have formed a basis for defining architectural place, spatial relations, spatial quality and even “liveability”
which is one of the popular concepts of today. In the modern period, it has been tried to define what and how a good city should be both in
urban planning, urban design and architectural history. The approaches for making the city more liveable have always been remained at the
forefront with different movements starting from Ebenezer Howard’s (1902) “Garden City”, Garnier’s “Industrial City”, Unwin’s “New City”,
Haussmann’s Paris, Le Corbusier’s “Modern City”, to Olmsted’s “American Parks Movement” and Burnham’s “City Beautiful”. The liveability of
the city has been questioned continuously not only in terms of planning and design but also sociologically, politically, philosophically etc. The
thinkers such as Geddes, Mannheim, Chicago School, Giddens, Lindblom, Jacobs, Harvey can be stated as examples of this effort. Fainstein
(2011) discusses the city based on justice concept in his book titled as “Just City”. CIAM - International Congress of Modern Architecture signed
the Athens Charter in 1928 and this was one of the milestones in liveability. Stein’s “Radburn Idea”, Wright’s “Broad Acre City”, Jacobs’s “The
Death and Life of Great American Cities”, Lynch’s “The Image of the City”, Cullen’s “Townscape” and Appleyard’s “Liveable Streets” are all full
of praise to the liveable city.
The city and space which have been discussed in the scope of these orientations is the “beginning and end” of the architecture. In this
context, the phases/stages of space are determined by social, intellectual, technical and aesthetical conditions (Zevi, Translator: Divanlıoğlu,
1990). Schulz defines architectural place as a space part/piece which meets the physiological, psychological and social needs of its residents
(İnceoğlu, Aytuğ, 2009). In the concept of “architectural place defined as a space which separates humans from the environment to a certain
extent and make it available for them to do their activities” (Hasol, 2008), the environment describes “ the natural, artificial and cultural
setting where people maintain their lives and generations and interact with each other” (Arat, 1996). Two developments stand out in
environmental quality as Rapoport states in the concept of environment. The first one is about air, water, noise, radiation, daylight, pollution
etc., but the second one, which is more complicated, is about natural and built environment which are supposed to give happiness and life
quality to people (Rapoport, 1989). The concept of space/place has geographical, architectural and social definitions./meanings. Space is
the environment where you can live. It has different dimensions and thus various spatial qualities. The evaluation of the space in different
30
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
scales such as area, city, building, neighborhood suggests the quality and liveability of arrangements/plans no matter what the space’s scale
is. The concept of quality in architecture can be built on a conceptual context about the evaluation process for users’ satisfaction with the
place and their expectations from it. The basic approach for questioning quality and liveability in main and different scales can be the one
by “Abraham Maslow’s hierarchy of needs” in which he listed “basic needs” of a human being from the simplest to the most complicated
(Arcan, Evci, 1999). Within this framework, it can be claimed that “physiological, safety, social, self and realization requirements/needs” are
important parameters in arranging architectural places and evaluating level of liveability in these places.
Urban and spatial quality and liveability, architectural-urban design, urban and regional scales are the parts of a whole that cannot be
separated from each other. There are generally five characteristics of liveable cities which are formed with architectural places (Gehl
Architects, 2010): Sustainability, liveliness, healthiness, attractiveness and safety. Thus, cities can be classified in 5 different typologies
considering liveability (Figure 1): Sustainable City, Live City, Healthy City, Attractive City and Safe City.
Figure 1. Five factors for a liveable city for people (Gehl Architects, 2010)
The “Healthy Cities” approach (1981) adopted by World Health Organization (WHO) regarding liveability of cities accelerated this process
and later it was also called as “Active City” (WHO, 2008). The “Sustainable City” approach which was introduced in Rio Agreement and in
the Report of Brundlandt Commission (1987) maintains its importance today. “Sustainable City” approach was followed by various models
like “Eco-city” (Register, 1987), “Zero-Carbon City” (Hart, 2007) and “Green City”. Also, “Creative City” model, which was presented in 1980s,
develops an approach centered upon creative industries, economy and society (Landry, 2000). Another model is the “Smart City” which
asserts that the city will develop not only with its physical capital or infrastructure but also with its intellectual, social capital and through
information and communication technology (Caragliu, et al., 2009). There are also other city models such as “Car-Free City” (Crawford,
2000) and “Bicycle City” regarding transportation as more liveable.
ON THE CONCEPTS OF LIVEABILITY AND QUALITY OF LIFE
All these city models are actually the ways of searching the better and more liveable one. Each quest generating from different dimensions
and disciplines confronts us with a new concept. These concepts can sometimes interpenetrate or substitute each other. Hence, the definition
of liveable city, as a concept, requires urban liveability; and urban liveability is often explained by the concept of urban life quality; or the
31
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
concepts of liveability and quality of life are considered as equivalent terms. Depending upon area and scale, these concepts are attached
new meanings and the literature about their definitions has a wide range (van Kamp vd., 2003).
Liveability, in the simplest term, is defined as quality of life, standard of living or general wellness of people living in a certain area. Standard
of living corresponds mainly to the level of physical comfort; quality of life corresponds to an overall wellness in life including both tangible
and intangible wellness components. Liveability is measuring the objective quality of life (Okulicz-Kozaryn, 2013). According to Veenhoven’s
(2000) taxonomy developed on the question “what quality of life?”, liveability is one out of four life qualities. These four components are
liveability of environment, utility of life, life-ability of the person and appreciation of life. As it can be seen in Figure 2, the outer chances in
a person’s environment and the person’s capacity to use these chances constitute life chances, namely, opportunities for a good life or the
potential quality of life. The liveability term refers to environmental chances, life conditions. Liveable life conditions correspond to the ones
favorable for human nature. Concerning human needs, liveability of environment can include all of these ecological, economic, social, cultural
and physical qualities.
Figure 2. Four qualities of life (Veenhoven, 2000: 6)
In nation-wide studies on the level and distribution of happiness, liveability confronts us as one of the happiness theories. According to the
theory of liveability, subjective appreciation of life is mostly depends on objective life quality; The better the living conditions in a country,
the happier the residents are (Veenhoven & Ehrhardt, 1995). There are some studies about the happiness of cities and happiness in cities in
relevant literature (Florida, vd., 2010; Delken, 2008). So, people who live in liveable cities are considered to be happy (Okulicz-Kozaryn, 2013).
On the other hand, according to Pacione (2003), urban liveability is a relative temr depending on place, time, purpose of evaluation and value
system of the evaluater rather than an absolute one. Quality is not something inherent in the nature of environment, but it is a behavioral
function of its interaction between environmental and personal characteristics.
According to Godschalk (2004), who identifies liveability with sustainability, liveability operates in daily physical environment and focuses
on place making. Thus, he combines two-dimensional conceptual aspects of sustainability with the three-dimensional aspects of public
sphere, mobility systems, street-building relations and structure design. Defining liveability as something about social amenity, the need
for health and well-being and human environment, Newman (1999) also similarly regards it as integrating economic and social aspects of
sustainability.
32
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
As it is seen, the concept of livability differs in meaning and there is not a universally recognized and complete definition of it, yet. The
concept is interpreted depending on the discipline, society and periodical features and with these different interpretations various models
are used for application.
CONCLUSION
In today’s world, there is a tendency to integrate urban liveability ideals to urban economic development policies. The descriptions of liveability
and quality of life change and even the academic liveability studies are carried out through political neo-liberal urban understanding. Quality
of life is now considered as a competitive advantage, urban life quality is regarded as a consumable item and defined as consumption
opportunities for richer and/or economically more precious classes who can choose the cities in which they want to live and invest in their
private lives (McCann, 2004, 2008; Rogerson, 1999). Since the city is an item for branding and marketing in a competitive process, the lists of
the most liveable cities are of great importance to economic and political actors. However, as these studies have become part of the popular
agenda, they are unable to measure all aspects of liveability and cannot represent all parties. Cities and spaces, from global to urban, from
city to architectural space in all scales are formed and repacked as places for consumption and living which attract creative and investor class
in order to compete economically. At that point, the liveability of some cities which have become less liveable for many people, in contrast
to the popularity of their liveability competing to attract particular classes and/or global capital, should be discussed and questioned
comprehensively. In fact, there are no challenging parameters for questioning livability and quality in urban and architectural terms. The core
values of architecture which have reached today from antiquity, human/user needs, urban and architectural place arrangement are the basic
factors to evaluate liveability. The cities will be more liveable when the cities, places/spaces and environmental designs and planning are
made considering “human-nature”, the subject of these basic factors.
Hope to live in cities, places, and environment in which the urban utilities and costs are distributed fairly and equally for everyone
REFERENCES
• Arat, Z. (1996). Türkiye’de Ekolojik ve Ekonomik Karar Mekanizması ve Öneriler, Ekolojik Temele Dayalı Bölge Planlama, Uluslararası
Sempozyum Bildirileri, YTÜ Basım Yayın Merkezi, İstanbul, p: 81.
• Arcan, E:F., Evci, F. (1999). Mimari Tasarıma Yaklaşım, Bina Bilgisi Çalışmaları, Tasarım Yayın Grubu, İstanbul, pp: 29-30.
• Caragliu, A, Del Bo, C. & Nijkamp, P. (2009) “Smart Cities in EUROPE”, Serie Research Memoranda 0048 (VU University Amsterdam, Faculty
of Economics, Business Administration and Econometrics).
• Crawford, J. H. (2000) Carfree Cities, International Books, Dublin.
• Delken, E. (2008). Happiness in shrinking cities in Germany: A research note. Journal of Happiness Studies , 9, pp. 213-218.
• Fainstein, S. S. (2011) The Just City, Cornell University Press, London.
• Florida, R., Mellander, C., & Rentfow, P. J. (2010). The Happiness of Cities. Toronto: Martin Prosperity Institute.
• Gehl Architects (2010) Vision [http://www.gehlarchitects.com/#/159108/ Retrieved on January 22, 2013]
• Godschalk, D. R. (2004). Land Use Planning Challenges: Coping with Conflicts in Visions of Sustainable Development and Livable
Communities. Journal of the American Planning Association , 70 (1), pp. 5-13.
• Hart, S. (2007) “Zero Carbon Cities”, Architectural Record, 3, pp:162-164.
• Hasol, D. (2008). Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü, YEM, Yayın-2, 10. Baskı, İstanbul, p: 313.
• Howley P. Scott M. ve Redmond D. (2009) “Sustainability Versus Liveability: An Investigation of Neighbourhood Satisfaction” Journal of
Environmental Planning and Management, Vol. 52, No. 6, pp:847–864.
• İnceoğlu, M, Aytuğ, A. (2009). Kentsel Mekanda Kalite Kavramı, Megaron Dergisi, Cilt Vol:4, Sayı No: 3, İstanbul, p: 132.
• Kıran, A., Baytin, Ç. (2002). Bina Bilgisi’ne Giriş, Yıldız Teknik Üniversitesi Basım-Yayın Merkezi, İstanbul, pp: 1-2.
• Landry, C. (2000) The Creative City: A Toolkit for Urban Innovators, Earthscan, London.
• McCann, E. J. (2004). ‘Best Places’: Interurban Competition, Quality of Life and Popular Media Discourse. Urban Studies , 41 (10),
pp: 1909-1929.
• McCann, E. J. (2008). Livable City / Unequal City: The Politics of Policy-Making in a ‘Creative’ Boomtown. [Revue Interventions economiques,
37: http://interventioneconomiques.revues.org/489 Retrieved on January 26, 2013]
33
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
• Newman, P. W. (1999). Sustainability and cities: extending the metabolism model. Lanscape and Urban Planning, 44, pp: 219-226.
• Okulicz-Kozaryn, A. (2013). City Life: Rankings (Livability) Versus Perceptions (Satisfaction). Social Indicators Research , 110 (2),
pp: 433-451.
• Pacione, M. (2003). Urban environmental quality and human wellbeing - a social geographical perspective. Landscape and Urban Planning,
65, pp: 19-30.
• Rapoport, A. (1989). Environmental Quality Metropolitan Areas and Traditional Settlements, Pergamon Press, pp: 46-47.
• Register, R. (1987) Ecocity Berkeley: Building Cities for a Healthy Future, North Atlantic Books, Berkeley, California.
• Rogerson, R. J. (1999). Quality of Life and City Competitiveness. Urban Studies , 36 (5-6), pp. 969-985.
• Schomberg, Y., Polakit, K., & Prosperi, D. (2011). Spatial Partitioning of Livability Indices: South Florida Case Study. Proceedings REAL CORP
• 2011: CHANGE FOR STABILITY: Lifecycles of Cities and Regions, (s. 895-904). Essen.
• van Kamp, I., Leidelmeijer, K., Marsman, G., & de Hollander, A. (2003). Urban environmental quality and human well-being Towards a
conceptual framework and demarcation of concepts: a literature study. Landscape and Urban Planning , 65, pp: 5-18.
• Veenhoven, R. (2000). The four qualities of life: Ordering concepts and measures of the good life. Journal of Happiness Studies , 1, pp: 1-39.
• Veenhoven, R., & Ehrhardt, J. (1995). The cross-national pattern of happiness: Test of predictions implied in three theories of happiness.
Social Indicators Research , 34, pp: 33-68.
• World Health Organisation (WHO) (1981) The Global Strategy for Health for All by the Year 2000, WHO, Geneva.
• World Health Organisation (WHO) (2008) A Healthy City is an Active City: A Physical Activity Planning Guide, WHO, Copenhagen.
• Zevi, B., (Çeviren: Prof.Dr.H.Demir Divanlıoğlu),(1990) Mimariyi Görmeyi Öğrenmek, Birsen Yayınevi, İstanbul, pp: 11, 29.
ONLINE REFERENCES
• URL 1: T.C. Kalkınma Bakanlığı, 10. Kalkınma Planı Yaşanabilir Kentler Ve Kentsel Dönüşüm Özel İhtisas Komisyonu Ön Raporu [Retrieved on:
December 14, 2012]
• URL 2: www.mercer.com/qualityofliving, [Retrieved on: December 14, 2012]
• URL 3: http://www.cnnturk.com/2012/ekonomi/genel/12/06/en.yasanabilir.sehir.hangisi /687511.0/index.html [Retrieved on: December
14, 2012]
• URL 4: http://www.ekonometre.net/haber/en-yasanabilir-iller-hangileri [Retrieved on: December 14, 2012]
34
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
FARKLI KONUT YERLEŞİM DOKULARINDA YAŞANABİLİRLİK
Prof. Dr. Nihal ŞENLİER
Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Mimarlık Fakültesi, Kocaeli
Öğr. Gör. Dr. Reyhan YILDIZ
Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Mimarlık Fakültesi, Kocaeli
Arş. Gör. Tayfun SALİHOĞLU
Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Mimarlık Fakültesi, Kocaeli
ÖZET
Kentsel yaşam kalitesi kentlerin sürdürülebilir gelişiminde önemli bir gösterge olarak dikkat çekmektedir. Yaşam kalitesi ve kentsel yaşam
kalitesi kavramlarının kentsel mekanda ölçülebilir bir bileşeni olarak görülen yaşanabilirlik, en üst düzeyde insanların hayattaki varlık haklarına
saygı duymak ve onurlu yaşam hakkı olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda, kentsel yerleşmelerin en temel bileşeni olan konut alanları yapı
çevresinin yaşanılırlığının sağlanması önemle belirir. Böylece, sadece yaşayanların en temel mekansal ihtiyaçlarının karşılanmasının değil;
insanın yaşadığı toplumda varlık düzeyinde katılımcı olarak, birlikte üreterek ve birlikte tüketerek yer aldığı bir yaşam biçiminin sağlanmasının
gerekliliği ortaya çıkar.
Kentsel yaşam kalitesi ve konut alanlarında yaşanabilirlik araştırmaları planlama literatüründe ve planlama gündeminde önemli bir yere
sahiptir. Kentsel yaşam kalitesi araştırmalarında, önceleri yaşam kalitesinin tanımı üzerinde durulurken, zaman içinde kentsel yaşam kalitesinin
ölçülmesi, nesnel ve öznel göstergelerin belirlenmesi konuları üzerinde odaklanılmıştır. Genel olarak yaşam kalitesi;“İnsanların kişisel algıları,
hissettikleri ile yaşadıkları mekanlara ait deneyimleri arasındaki ilişki” olarak tanımlanmaktadır. yaşam kalitesini etkileyen kültürel, sosyal,
ekonomik, çevresel, kişisel vb. çok sayıda faktör bulunmaktadır. Ekonomik canlılık, mekan hissi, kültürel aktiviteler, iyi nitelikli konut stoku,
sağlık, spor, eğitim, alış-veriş ve çocuk bakımı gibi hizmetlere kolay erişim, toplumsal örgütlülük, sürdürülebilir bir çevre oluşturma ihtiyacı,
güvenlik ve mahremiyet gibi bazı temel faktörlerin ise ön plana çıktığı gözlenmektedir.
Kentsel tasarım ve mekansal planlamanın temel amaçlarından biri olan konut alanlarında yaşanabilirliğin yükseltilmesi araştırmaları içinde,
bazı temel kriterler olarak; konut alanının karakteri, yollar/sokaklar, otoparklar ve yayalaştırma, tasarım ve inşaat, çevre ve toplum konuları
ve daha alt konuları öne çıkmaktadır. Bu temel kriterler, sadece konut, mekan ve çevre kalitesinin yükseltilmesine ilişkin değil, aynı zamanda
yerleşmede yaşayanların birbirleriyle ilişkileri, komşuluk, yerleşmenin sunduğu alış-veriş, eğlence ve kültürel olanaklar, eğitim, sağlık, sosyal
hizmetlere erişilebilirlik, toplu taşın imkanlarının yeterliliği ve kalitesi gibi daha geniş çerçevede yerleşme ölçeğinde ele alınan toplumsal
içerikli kriterlerdir.
Bu çalışma, Türkiye’de kentlerimizin temel konut yerleşim dokularını (gecekondu alanı, parsel düzenindeki konut alanı ve toplu konut alanı)
bir arada içeren yerleşmelerden çalışma olanağı bulduğumuz Tuzla, Şifa Mahallesi’nde farklı konut dokularında yaşanabilirlik konusunu
karşılaştırmalı olarak değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu değerlendirmenin yapılmasında yukarıda belirttiğimiz uluslararası kabul görmüş
yaşanabilirlik kriterleri esas alınmaktadır.
Anahtar Kelimeler: kentsel yaşam kalitesi; yaşanabilirlik; farklı konut dokuları.
1. Giriş
Kentsel mekanın ve yaşantının karmaşık ve çok değişkenli yapısı sebebiyle kentsel yaşam kalitesi kavramının da geniş kapsamlı ve farklı
boyutlar içeren bir yapısı bulunmaktadır. Bu nedenle, kentsel yaşam kalitesi farklı ölçeklerde, farklı yöntemler ile araştırılan bir konudur.
Çoğunlukla, kentsel yaşam kalitesinin 3 farklı ölçekteki memnuniyetlerin ilişkisi ile açıklandığı görülmektedir. Bunlar; konuttan memnuniyet,
komşuluk alanından memnuniyet ve kentten memnuniyettir (Marans 2012).
35
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Bu çalışmaya konu olan Tuzla / Şifa mahallesi, İstanbul kenti çeperlerinde yer alan, barındırdığı çeşitli konut dokuları(gecekondu, parsel
düzeni, toplu konut dokuları) ile komşuluk alanı ölçeğinde kentsel mekan kalitesinin karşılaştırmalı biçimde araştırılmasına olanak tanıyan
bir konut yerleşim alanıdır.
Uzman görüşlerine dayanan karşılaştırmalı araştırmalar göstermektedir ki, toplu konut dokusu fiziksel mekan kalitesi anlamında diğer
alanlara göre daha başarılı iken, gecekondu dokusu ise insani ölçeği ve sosyal ilişkiler bakımlarından üstünlüklere sahiptir. Mahallede en çok
alanı kaplayan parsel dokusundaki konut alanlarında ise çalışmada araştırılan konular açısından homojen bir yapı gözlenmemiştir. Ancak
bu alan, diğer alanlar ile kıyaslandığında sosyal ilişkiler ve fiziksel mekan kalitesi açılarından geri olmakla birlikte, işlevlere erişebilirlik, toplu
taşımaya yakınlık gibi konularda avantajlara sahiptir.
2. Yaşam Kalitesi ve Kentsel Yaşam Kalitesi
Çok boyutlu bir kavram olan yaşam kalitesi farklı disiplinlerden gelen birçok araştırmacı tarafından çok farklı biçimlerde tanımlanan bir
kavramdır. Uzlaşılmış bir tanımı bulunmamakla birlikte, araştırmacılar genellikle yaşamın farklı bileşenlerine(domain) bağlı olarak yaşam
kalitesini kavramsallaştırma çabasındadırlar (Dissart ve Deller 2000; Wish 1986; Shookner 1997; Veenhoven 2000). Bu bileşenler çalışmanın
içeriğine, ölçeğine, yöntemine ve uzmanlık alanına göre çeşitlenebilmekle birlikte, bir çok çalışmada; çevre, kent gibi isimler ile anılan kentsel
mekan bileşenleri bulunduğu görülmektedir. Buradan hareketle kentsel yaşam kalitesi kavramı doğmuş ve son yıllarca çokça araştırılan bir
konu haline gelmiştir (Van Kamp ve diğ. 2003; Marans 2012; Marans ve Stimson 2011).
Kentsel yaşam kalitesi çalışmaları genellikle; kentsel ölçekte, öznel ve nesnel göstergeleri bir arada kullanan modellemelere dayanmaktadır.
Yöntem olarak; sosyal göstergelere göre değişkenler arasındaki ilişkilerin analizi, mekanları birbirleri ile kıyaslamayı sağlayan ekonomik
indekslerin oluşturulması ya da kişilerin ve uzmanların yaşadıkları mekanla ilgili algısına dayalı çalışmalara çokça rastlanmaktadır (Evans
1994; Diener ve Suh 1997; Marans ve Stimson 2011; Tuan Seik 2000; Møller 2001; Türkoğlu ve diğ. 2011; McCrea ve diğ. 2006; Dissart ve Deller
2000; Şenlier, Yıldız ve Aktaş, 2009.)
Diğer yandan, mahalle ölçeğindeki mekan kalitesinde kullanıcı algısını ölçmeye yönelik çalışmalar da bulunmaktadır. Bu tür çalışmalarda;
kentsel ölçekteki gösterge temelli global konuların ötesinde, komşuluk birimindeki mekanları kentsel tasarım ölçeğinde değerlendirmeye
yönelik modeller kurgulanmaktadır. Bu çalışmalar arasında CABE (Commission of Architecture and Built Environment) tarafından 2002 ve
2006 yılları arasında yapılan çalışmalar önemli yer tutmaktadır (CABE, 2002; 2004; 2005a;2005b;2005c;2005d;2006). Bu çalışmaların
temelinde CABE tarafından belirlenmiş, Building For Life kriterleri yer almaktadır.
Buildingfor Life, başarılı biçimde tasarlanmış konut ve konut çevreleri oluşturmak için İngiltere’de geliştirilen ulusal kriterlerdir. İyi tasarlanmış
konut alanlarının, suçu azaltacağı, kamusal sağlığı arttıracağı ve ulaşım sorunlarını çözeceği, böylelikle yaşam kalitesini ve sosyal refah
düzeyini arttıracağı fikrinden hareketle 2001 yılında, Direct Trust, Home Builders Federation ve CABE (Commission of Architecture and Built
Environment) işbirliği ile başlatılmış, 2003’te İngiltere’deki konut gelişim projelerini objektif biçimde değerlendirebilmek adına Building For
Life kriterleri oluşturulmuştur. 2005 yılında ise bu kriterlerin İngiltere ve dünyanın diğer ülkelerindeki konut alanı tasarımı uygulamalarının
değerlendirilmesinde kullanımını yaygınlaştırmak amacıyla bir rehber (Delivering great places to live: 20 questions you need to answer)
yayınlanmıştır (CABE, 2005a). Bu tarihten itibaren BFL (Building For Life) konut alanları tasarımı ile ilgili sektörel bir standart haline gelmiştir
(CABE, 2005b).
Building For Life kriterleri, konut alanlarında yaşanılırlık ve mekan kalitesinin yükseltilmesi amacıyla belirlenen 4 ana konu ve 20 adet sorudan
oluşmaktadır. Ana konular ve sorular aşağıdaki gibidir;
• Konut Alanının Karakteri (Character),
• Yollar/Sokaklar, Otoparklar ve Yayalaştırma (Streets, Parking and Pedestrianisation),
• Tasarım ve İnşaat (Design and Construction),
• Çevre ve Toplum (Environment and Community).
36
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
2012 yılında bu kriterler yeniden ele alınmış ve son yayınlanan rehberde 3 ana başlıkta toplanmıştır. Bunlar; Komşuluk Biriminin Entegrasyonu
(Integrating into the Neighborhood), Mekan Oluşturma (Creating a Place) ve Sokaklar ve Konutlar (Street and Home)’dır (BFL Partnership,
2012).
3. Tuzla-Şifa Mahallesi’ndeki Farklı Konut Yerleşim Dokularında Yaşanabilirlik
3.1 Çalışma Alanı
Şifa mahallesi Tuzla ilçesinin ve İstanbul’un doğu sınırında D-100 karayolu üzerinde yer almaktadır. Kuzeyde Orhanlı ve Tepeören köyleri,
doğuda Gebze, Batıda Tuzla Piyade Okulu, güneyde D-100 aksı ile sınırlanmıştır.
Şekil 1. Çalışma Alanındaki Farklı Konut Dokuları
Bölgeye taşınan organize sanayi bölgesi ve komşuluğundaki birçok sanayi kuruluşunun etkisiyle yerleşme göç almaya ve gelişmeye başlamış
ve 90’lardan sonra yoğun bir yapılaşmaya sahne olmuştur.
Çalışma alanı; 1970’li yıllardan bu yana hazine arazisi ve hisseli araziler üzerine yapılan gecekondulardan oluşan konut dokusu, 1990’lı yıllarda
gecekondu alanının iyileştirilmesine yönelik yapılan ıslah imar planları ile oluşan parsel düzenindeki konut alanı ve son dönemde kentsel
dönüşüme konu olan TOKİ ve İBB Kiptaş konutları gibi toplu konut uygulamalarını da içermektedir.
3.2 Yöntem
Önceki bölümlerde de belirtildiği gibi çalışma alanında 3 çeşit konut yerleşim dokusu bulunmaktadır. • Gecekondu Yerleşme Dokusu (Şekil 2.),
• Islah Planları ile Gelişen Parsel Düzenindeki Konut Yerleşme Dokusu (Şekil 3.) ve
• Kentsel Dönüşüm Uygulamaları ile oluşturulmuş Toplu Konut Yerleşme Dokusu’dur (Şekil 4.).
37
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Şekil 2. Gecekondu Dokusu
Şekil 3. Parsel Düzenindeki Doku
Şekil 4. Toplu Konut Dokusu
Çalışma alanında yer alan farklı konut dokularında mekan kalitesini değerlendirmek için CABE’nin (2004, 2005c; 2006) Building For Life
kriterlerinden yararlanılarak alan hakkında değerlendirmelerde bulunulmuştur.
Her bir yerleşim dokusu için bu kriterleri içeren bir form oluşturulmuş, bu formlar her bir yazar tarafından ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Son
aşamada bir araya gelinmiş, yapılan değerlendirmeler tartışılmış ve her bir ana başlık için mutabakat sağlanarak nihai değerlendirmeler
oluşturulmuştur.
3.3. Çalışmanın Bulguları
Çalışma alanında yer alan 3 farklı konut dokusu için yapılan değerlendirmeler aşağıdaki gibidir.
3.3.1 Gecekondu Yerleşimine İlişkin Değerlendirmeler
1976-1977 yıllarında, bölgede sanayinin ihtiyaç duyduğu işgücünü karşılamak üzere göç ile Anadolu’dan gelen insanların oluşturduğu ve
düşük gelir grubunun yaşadığı bir konut dokusudur. Burada yaşayan aileler, Belediyenin kendi yaşam tarzlarına uygun hem ödenebilir, hem
de yaşanabilir konutlar üretmesi yönündeki umutlarını ve yüksek katlı toplu konutlarda yaşamak istemediklerini görüşmeler sırasında dile
getirmişlerdir.
Konut alanının karakteri: Gecekondu alanı; birçok konut alanına göre özgün bir yapı sergilemektedir. Samimi, insan ölçeğinde, güvenli,
doğal çevreye saygılı ve sürprizli, kendine özgü bir kimliği söz konusudur. Zaman içinde ihtiyaca göre gelişen konutların kendine özgü
formları konut alanı içinde dolaşırken ilginç görüntüler sergilemekte, monotonluktan uzak, görsel bir çeşitlilik ve düşük bir yoğunluk algısı
sağlamaktadır. Zaman içinde konutların yan yana gelişleri ile topografya ve doğal çevre ile uyumlu bir yerleşme ortaya çıkmıştır. Konutların
yönlenişi, topografyaya özgü yerleşimi son derece karakteristiktir. Konutların zaman içindeki ihtiyaçlarına göre şekillenen formları, eklentileri
görülebilmektedir. Çok amaçlı kullanılan ön ve arka bahçeler özgün mekanlar yaratma konusunda esneklik sağlamaktadır. Bazı konutlar ortak
mekan oluşturacak şekilde bir araya gelmişlerdir. Bu şekilde oluşan ilginç ortak bahçe ve mekanlar, hem çocuk oyun alanı hem de komşuların bir
araya gelip vakit geçirdikleri alanlar olarak dikkat çekmektedir. Konutlar arasındaki yaya geçişleri, merdivenler, çok doğal ve peyzajın bir parçası
olarak kendiliğinden gelişmiştir. Tüm konut alanı içinde, konutların özel bahçeleri dışında, kamusal mekan niteliğinde ortak açık mekanlar,
çocuk oyun alanları vb. yer almamaktadır. Kamusal mekanlar olarak yollar ile özel mekanlar arasındaki tanımlama büyük ölçüde belirgin
değildir. Bazı durumlarda, yollar ile konut bahçeleri bütünleşmiş durumdadır. Kaldırımların yer almadığı taşıt yolları konutların arasında kalan
boşluklar olarak topografyaya uygun bir kendiliğinden gelişim yaşamışlardır. Organik dokunun da etkisiyle bir sokağa girildiğinde, sokağın
nereye çıkacağını kestirmek zor olmaktadır. Sokak isimleri, yön bulmayı kolaylaştırıcı tabelalar ya da röper noktası olarak kabul edilebilecek
anıtsal öğeler bulunmamaktadır. Bu alanda yer alan konutların tamamına yakın bir kısmı yapı kalitesi bakımından niteliksiz durumdadır. Bu
alanda yaşayan ailelerin ekonomik durumu konutlarını yenilemelerine olanak tanımamaktadır.
38
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Yollar/Sokaklar, Otoparklar ve Yayalaştırma: Konutlar arasında kendiliğinden gelişen yollar, çevresindeki daha geniş taşıt yolları ile
bütünleşme düzeyi düşüktür. Alan içindeki yollar taşıt yolu niteliğinde değildir. Yol çizgisi, kaldırım, trafik işaretleri gibi elemanlar bulunmadığı
gibi, yolların genişliğinin de bir standardı yoktur. Araç sahipliğinin düşük olduğu (%4-5) alanda, araçlar bahçelere ya da yol kenarına park
etmektedirler. Aracın az oluşu sebebiyle, yayaların dolaşımına uygun bir ulaşım sisteminden söz edilebilir. Sokak aydınlatmaları sınırlı ölçüde
yer almaktadır.
Tasarım ve İnşaat: Konutlar nitelik açısından bina yapım yönetmelikleri gibi asgari kuralların altında bir kalite sergilemektedirler. Konutların
yapım süreci, zamanla ortaya çıkan kullanım ihtiyaçlarına göre şekillenmiştir. Bu tür bir üretim süreci konutların zaman içindeki değişimlere
ve ihtiyaçlara uyum sağlaması açısından büyük ölçüde bir esneklik sunmaktadır. Bu anlamda uyum yetenekleri en fazla olan konutlar olmakla
birlikte sağlık ve güvenlik bakımından önemli riskler taşımaktadır.
Çevre ve Toplum: Gecekondu alanı sürdürülebilir gelişme anlamında diğer konut alanlarına göre daha esnek bir yapıya sahiptir. Bu alanda
yaşayanlar benzer sosyal sınıfta olduğundan, yaşam biçimi, eğitim, gelir düzeyi, çocuk yetiştirme anlayışı vb. konulardaki benzerlikler
nedeniyle bir topluluk kimliği oluşmaktadır ve memnun durumdadırlar. Genel olarak alanda ortalama 5-6 çocuklu aileler yaşamaktadır. Trene
uzak bir konumda yer alan yerleşmede toplu taşın imkanları açısından, sadece otobüs servisleri yer almaktadır. Otobüs durakları 5dk. yürüme
mesafesi içinde yer almaktadır. Konutlar dışında herhangi bir aktivitenin yer almadığı gecekondu alanında okul, sağlık hizmeti, alış veriş
vb. imkanı olmamakla birlikte, bu hizmetler yerleşme genelinde 10 dakikalık erişim mesafesindedir. Sosyo-kültürel imkanlar ise bu dokuda
yaşayanlar için fiziksel ve sosyal açıdan erişilebilirliği düşük işlevlerdir.
3.3.2 Parsel Düzenindeki Konut Yerleşimine İlişkin Değerlendirmeler
Parsel düzenindeki konut alanları, Şifa mahallesi içinde diğer dokulara kıyasla hakim bir yapıdadır. Bu alan, plansız gelişmelerin planlı ve sağlıklı
hale getirilmesi için 90’lı yıllarda yapılan ıslah imar planları etkisiyle gelişen karma bir konut dokusudur. Gecekonduların, tamamlanmamış
binaların ve yeni yapıların bir arada yer aldığı bir dokudur. Islah imar planlarının yapılmasında, normal imar planlarında aranan teknik ve sosyal
donatı alanlarının asgari koşulları aranmadığından, ortaya sağlıksız bir yapılaşma, yaşanılırlık ve mekan kalitesi açısından düşük konut alanları
çıkmıştır.
Konut Alanının Karakteri: Parsel düzenindeki konut alanın kendisine özgü bir kimliği bulunmamaktadır. Gerek mimari, gerekse malzeme
anlamında kalitesiz yapıların bulunduğu alan içinde 1-2 katlı bahçeli gecekondu niteliğinde konutların yanı sıra, 3-4 katlı yeni binaların da yer
aldığı görülmektedir. Ayrık ve bitişik nizamın bir arada bulunduğu bir dokudur. Alanda ıslah imar planları yapılmış olmasına rağmen, mekan hissi
yaratma, binalar ve binaları çevreleyen mekanların kalitesi konusunda bir kaygıya ve çabaya rastlanmamaktadır. Tekdüze, sıradan, kimliksiz
yapıların yer aldığı gözlenmiştir. Geniş yolların oluşturulması dışında, konut alanında yaşayan insanların ihtiyaçlarını karşılayacak kamusal
hizmetlerin sunulmadığı görülmektedir. Konut alanı içinde açık yeşil alanlar, çocuk oyun alanları gibi kamusal mekanlara rastlanmamaktadır.
Çocuklar sokaklarda ya da boş parsellerde oyun oynamak durumundadırlar.
Yollar/Sokaklar, Otoparklar ve Yayalaştırma: Topografyaya uygun olmayan ızgara sisteminde bir yol düzenlemesi söz konusudur.
Yollar/Sokaklar, Otoparklar ve Yayalaştırma açısından önemli eksiklikler söz konusudur. Konutların düzenlenmesinde otoparklar
düşünülmediğinden(araç sahipliği %12), ara sokaklarda ve ana cadde boyunca araçlar büyük oranda yol kenarına park etmektedirler. Ana
cadde dışındaki ara yolların niteliksizdir. Drenaj sistemi bulunmadığından, kış aylarında eğimli yollardaki su hareketliliği nedeniyle sokak
kaplamaları aşınmakta, çamurlar sokaklarda birikmektedir. Kaldırımların dar ve devamlılığı yoktur. Kalitesiz malzemeler kullanılmıştır. Birçok
yerde asfaltlar delik, kaldırım taşları da sökülmüş durumdadır. Sokak aydınlatmaları yetersizdir. Yolların konutlara çok yakın geçtiği örneklerde
mahremiyet, güvenlik ve gürültü açısından sorunlar ortaya çıkmaktadır.
Tasarım ve İnşaat: Binalar olabildiğince sokak cepheleri oluşturacak şekilde tek bir hat üzerinde yerleştirilmeye çalışılmışsa da bina nizamları,
yapılaşma koşulları, kat yükseklikleri, oranlar, biçimler ve yapı malzemeleri açısından bir uyum söz konusu değildir. Birçok yapı tuğla ve
sıvasız, boyasız haldedir. Renk, detaylar ve malzeme açısından uyumlu bir gelişme söz konusu değildir. Mekanların ve yapıların bina yapım
yönetmelikleri gibi koşulları sınırlı ölçüde karşılayabildiği görülmektedir. Çekme mesafeleri sebebiyle binaların güneşlenme, mahremiyet ve
güvenlik açısından handikapları bulunmaktadır.
39
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Çevre ve Toplum: Islah imar planlarının belirlediği minimum koşullar ile gelişmenin devam etmesi ve bir de kat yüksekliklerinin ve yoğunluğun
arttırılması nedeniyle gecekondu alanına kıyasla yaşam kalitesi daha düşüktür. Düşük gelir grubuna ait konutların yer aldığı alanda, çok az
sayıda orta gelir grubu konutlarının olduğu ve ev sahipliliği oranının yüksek olduğu görülmektedir. Alanda bir ölçüde farklı tip ve büyüklükte
konutlar yer almakla birlikte, yapı formları ve ölçekleri açısından çekicilik söz konusu değildir. Şifa mahallesi içinde ticaret aktivitelerinin ve
bazı kentsel hizmetlerin ana ulaşım aksı boyunca yerleştiği görülmektedir. Bu aks günlük alış verişler dışında beyaz eşya, eğlence, ibadet,
sağlık vb. gereksinimleri karşılamakla birlikte, kamusal mekanlar olarak meydanlar ve parklar ile kafeler erişilebilir değildir. Ana cadde üzerinde
yer alan cami, sağlık tesisi, sosyo - kültürel tesis yapıları röper noktaları olarak yol gösterici ve yön bulmayı kolaylaştıran öğelerdir. Sokak ve
cadde isimleri ile apartman numaraları alan genelinde mevcuttur. Mekansal tasarımları grid sistemli bir yerleşme düzenine sahip olduğu için
alan içerisindeki mekanları birbirinden ayırmak oldukça güç olmaktadır. Konut bahçeleri dışında bir peyzaj öğesine rastlanmamaktadır. Konut
alanı kamusal hizmetler ve toplu ulaşım açısından zayıf durumdadır. Toplu ulaşım genellikle ana aksı takip edecek biçimdedir. Bu nedenle
alanın çeperlerinde yaşayanlar için uzun yürüme mesafeleri ortaya çıkabilmektedir. Toplu taşın imkanları açısından, sadece otobüs servisleri
yer almaktadır. Otobüs durakları 5dk. yürüme mesafesi içinde yer almaktadır. Otobüs servislerinin kalitesi orta düzeydedir.
3.3.3 Toplu Konut Yerleşimine İlişkin Değerlendirmeler
Mahallede hakim olan parsel düzenindeki konut dokusundan farklı olarak; ada bazında, toplu konut tasarım unsurlarını barındıran bir doku
olarak kendini fark ettirmektedir. 2004 yılında tamamlanan toplu konut alanı, 12 ve 13 katlı bloklar ile dikeyde bir gelişme gösteren, zeminde
kalan alanları ise otopark, çocuk oyun alanı, spor alanı ve sosyal aktivite mekanları gibi kamusal mekanlar olarak değerlendiren bir tasarım
anlayışı hakimdir.
Konut Alanının Karakteri: 12 ve 13 katlı üç tip bina ve 4 farklı büyüklükteki konutlardan oluşmaktadır. Farklı kullanıcıların ihtiyaçlarına cevap
verecek nitelikteki sunumu, mimari standartlara uygun olması, peyzaj düzenlemesi vb. özellikleri toplu konutun kendisine özgü kimliğini
oluşturmaktadır. Renk, detaylar ve malzemenin uyumu mimari tasarımda göz önüne alınan unsurlar arasındadır. Hem binalar hem de binaların
çevreleyen açık mekanların önemli ölçüdeki kalitesi mekan hissini güçlendirmektedir. Konutlar, açık mekanlar, otoparklar, çocuk oyun alanları,
park alanları uyum içinde tasarlanmakla birlikte, otoparkların baskınlığı ve açık ortak kullanım mekanlarının yeterliliği ve çeşitliliği açısından
sorunlar bulunmaktadır. Konut alanının tasarımı, çevresindeki yerleşmeye daha modern ve sağlıklı bir yaşam biçimi sunmakla birlikte, çevre
ile bütünleşmeyen, soyutlanmış ve izole bir yaklaşımı sergilemektedir. Konut alanını çevreleyen yüksek duvarlar ve girişindeki güvenlik sosyal
kültürel ve ekonomik ayrışmayı vurgular niteliktedir. Yapı kalitesi iyi olarak nitelendirilebilir. Konutlar olabildiğince açık mekanların, çocuk
oyun alanları ve park alanının etrafında düzenlenmiş olmasına rağmen, konut girişlerinin otopark düzenlemeleri esas alınarak belirlenmesi
ve konutların açık ortak mekanlara sırtını dönmesi bir eleştiri konusudur. Binaları yan yana gelişleri dışarıdan gelenler için yol gösterici bir
yapıdadır. Araç öncelikli bir tasarımın yapılması olumsuz bir yaklaşımdır. Kamusal ve özel mekanlar arasındaki tanımlama oldukça belirgindir.
Özel konut girişleri, yaya yolları ve kaldırımlar düzenli ve iyi tasarlanmıştır. Toplu konut alanı içinde güvenlik problemi yoktur. Konut alanı içinde
nerede bulunulduğunu gösteren bölgesel bir kroki mevcut değildir. Genel olarak açık-kapalı mekan dengesi iyi sağlanmıştır, yoğun bir yerleşim
hissi yaratmamaktadır.
Yollar/Sokaklar, Otoparklar ve Yayalaştırma: Yollar ve otoparklar ulaşım sisteminin baskın unsurlarıdır. Yayalar için bina aralarındaki geçişler
ve taşıt yolları kenarındaki kaldırımlar dışında, konut alanı içinde dolaşan belirgin ve sürekli bir yaya aksı ve bisiklet yolu yer almamaktadır.
Otoparkların tasarımları ağırlıklı olarak yol kenarında ve yer altı otoparkı olarak düşünülmüştür. Genel olarak, otoparktan direkt bina girişine
ulaşılmaktadır. Konut alanının kendi içinde bir yol sistemi mevcuttur. Çevredeki yerleşmenin yol sistemi açısından alanın ana caddeye açılan
tek bir girişi söz konusudur. Mevcut Şifa Mahallesi yerleşmesi ile toplu konut alanı arasında bir devamlılık söz konusu değildir. Alan bu
özellikleri ile yerel özelliklere bağlanmamaktadır. Topluma taşıma ile erişim, alan girişindeki durak vasıtasıyla sağlanmaktadır.
Tasarım ve İnşaat: Konut alanı tasarımı bir ölçüde kendine özgü kimliği ile çevredeki koşullara göre daha verimli inşa ve yaşam çözümleri
sunmaktadır. Toplu konut alanının görünümü ve yarattığı his, çevredeki binalar ve yerel mekanın karakteristiklerinden çok farklıdır. Toplu
konut alanında çocuk oyun alanları, açık yeşil alanlar ile spor alanı gibi aktivite alanları bulunmaktadır. Alan genelindeki aydınlatmalar, sokak
mobilyaları ve açık alanlardaki bitkilendirme önemli ölçüde mekan kalitesini arttırmaktadır. Bu açık mekanların ve sokak mobilyalarının bakımı
ve onarımları site yönetimince düzenli olarak yapılmaktadır. Yaşanılan mekanın ihtiyaçlara ve tercihlere göre şekillendirilebiliyor olması, yer
hissini geliştirmesi açısından yaşam kalitesine olumlu katkı sağlamaktadır. Toplu konut alanında 4 tip konut bulunmaktadır. Konut çeşitliliğinin
40
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
azlığı ve konutların iç mekanlarının farklı işlevlere uyum sağlayacak esneklikte olmaması; mekanın kişiselleştirilmesini güçleştirmekte ve
mekanla kurulan bağı zayıflatmaktadır. Kamusal mekanlar açısından Kiptaş konutlarında mekanların tasarımları ve kullanılan malzemeler,
Şifa mahallesindeki diğer konut alanları ile kıyaslandığında kaliteli olmakla birlikte, standart tasarımların ve malzemelerin kullanıldığı
görülmektedir. Kamusal mekanların tasarım ve uygulamasında gözlenen göreli kalite, konutlar için de geçerlidir. Emlak Bankası’nın toplu
konut uygulamaları ile ülkemizde yaygınlık kazanan tünel kalıp ve radyel temel sistemlerine Kiptaş Konutları’nda da rastlanmaktadır. Bu
tür teknolojiler ile üretilen konutlar, depreme karşı dayanıklı, ısı ve ses açısından yalıtımlı ve iklimsel koşulların konut içerisinde yarattığı
rutubet vb. sorunlara karşı hazırlıklı, sağlıklı mekanlar olmaları nedeniyle konut alanın yaşanılırlığına ve mekan kalitesine olumlu katkılar
sağlamaktadır.
Çevre ve Toplum: Alanın çevre ile entegrasyonu düşüktür. Kat adetleri, Yapı Gabarileri, Kat Yükseklikleri ve Doluluk Boşluk Oranları açısından
içinde bulunduğu Şifa Mahallesi’ne referans verecek bir özelliğe rastlanmamıştır. Bunun tersine; İstanbul’un birçok yerinde rastladığımız
Kiptaş Toplu Konut uygulamalarına benzemektedir. İçe dönük bir yerleşme sistemi benimsenerek, yerleşme içinde bulunduğu dokudan izole
edilmiştir. Bu yaklaşım güvenlik amaçlı olsa da sosyal ayrışmayı körüklemektedir. Alandaki komşuluk ilişkileri de düşük seviyededir. Birçok
hane halkı kapı komşusunu tanımamaktadır. Alan içerisinde ortak mekanlar bulunsa da genellikle çocuk ve gençlerin kullanımına yöneliktir.
Sosyo-kültürel, sağlık, alış-veriş ve yeme - içme gibi ihtiyaçların karşılanacağı bir alan bulunmamaktadır. Komşuluk ilişkilerini geliştirmeye
yönelik site içi aktiviteler düzenlenmemektedir. Kısacası mekan; içinde yaşayanları bireyselliğe itmektedir.
4. Değerlendirme ve Sonuç
Türkiye’de sıklıkla rastlanan 3 farklı konut dokusunun Konut Alanının Karakteri (Character), Yollar/Sokaklar, Otoparklar ve Yayalaştırma
(Streets, Parking and Pedestrianisation), Tasarım ve İnşaat (Design and Construction) ve Çevre ve Toplum (Environment and Community)
kriterleri baz alınarak karşılaştırılmasını amaçlayan bu çalışmada, her bir dokunun birbirine göreli biçimde üstünlük ve dezavantajları
bulunduğu gözlenmiştir.
Gecekondu yerleşim dokusunda yer alan konutların zaman içinde doğal olarak gelişen formları, kendine özgü bir kimliğe, karaktere ve
çeşitliliğe sahip olmakla birlikte, nitelik açısından bina yapım yönetmelikleri gibi asgari kuralların altında bir kalite sergilemektedir. Bu alandaki
konutlar değişen koşullara uyum yetenekleri en fazla olan konutlar olmakla birlikte, sağlık ve güvenlik bakımından önemli riskler taşımaktadır.
Bu alanda yaşayanların benzer sosyal sınıfta olması, yaşam biçimi, eğitim, gelir düzeyi, çocuk yetiştirme anlayışı vb. konulardaki benzerlikler
nedeniyle bir topluluk kimliği oluştuğu görülmektedir. Kamusal ortak mekanların bu alanda hiç yer almıyor olması çok önemli bir eksikliktir;
ancak oluşum sürecinin özelliği sonucu kişi başına yeşil alan ve ağaç dokusu oldukça fazla çıkmaktadır. Özet olarak Gecekondu dokusu; Konut
Alanının Karakteri ile Çevre ve Toplum kriterlerine göre diğer alanlara kıyasla başarılı iken, Yollar/Sokaklar, Otoparklar ve Yayalaştırma ile
Tasarım ve İnşaat kriterlerine göre başarısız bulunmuştur.
Geçmişte gecekondu dokusunun bulunduğu parsel düzenindeki konut yerleşim dokusunda yapılan ıslah imar planlarında mevcut duruma
büyük ölçüde sadık kalınmış, yolların genişletilmesi dışında planlama ilke ve esasları göz önüne alınmamıştır. Bu nedenle yerleşmenin
genelindeki hakim doku olan parsel düzenindeki konut dokusunda; çekme mesafeleri olmayan, birbirinin güneşine engel olan sağlıksız
yapılaşma nizamları ile teknik altyapısı tamamlanmamış yollar, düzensiz ve dar kaldırımlar mekan kalitesi ve yaşanılırlık açısından düşük
yaşam çevrelerine rastlanmaktadır. Otoparklar, alış veriş olanakları, sosyal ve kültürel imkanlar, sağlık hizmetleri, açık yeşil alanlar, çocuk oyun
alanları vb. hizmetler sınırlı ölçüde yer almaktadır. Komşuluk ve arkadaşlık ilişkilerinin iyi olması ile güvenli bir çevre karakteri göstermesi bu
alanın başarılı yanlarını oluşturmaktadır.
Genellikle orta gelir düzeyindeki ailelerin yaşadığı toplu konut yerleşim dokusunda, Şifa mahallesinde kentsel dönüşüm amaçlı yapılan bir
uygulama olmasına rağmen, burada oturanların büyük bir kısmı toplu konutun inşaatı ile birlikte yerleşme dışından gelen ailelerdir. Şifa
mahallesi konut dokusundan farklı olarak; ada bazında, toplu konut tasarım unsurlarını barındıran bir doku olarak farklı bir yapı sergilemektedir.
Yapı kaliteleri diğer alanlara kıyasla sağlık ve güvenlik açısından önemli kazanımlar sağlamaktadır. Tasarım ve malzeme anlamında iyi
kaliteli ve binaların bir araya gelişleri açısından uyumlu olmasına rağmen, yalnızca 4 konut tipinin bulunması ve konutların süreç içerisinde
oluşabilecek ihtiyaçlara cevap verebilir nitelikte olmayışı nedeniyle çeşitlilik ve esneklik konularında yetersiz olduğu gözlenmiştir. Yeşil alanlar
ve ortak mekanlar yeterli seviyede sunulmuştur. Ulaşım sisteminde yaya ve taşıt ayrımı ve otoparklar başarılı bir biçimde sağlanmış olsa da
41
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
yaya ve bisiklet öncelikli bir tasarım anlayışı yerine taşıt baskın bir sistemin kurulduğu görülmektedir. Komşuluk ilişkileri açısından diğer konut
yerleşim dokularına göre en zayıf olan konut alanıdır.
Her ne kadar toplu konut yerleşme dokusu diğer konut dokuları ile kıyaslandığında göreli biçimde daha iyi olarak nitelendirilse de, ülkemizin
bütün kentlerinde benzer tasarımlar ve tipolojiler ile devam eden bu uygulamaların kentlerin yaşanılırlığını olumsuz etkileyeceği, monotonluk
ve rijidite sorunları yanı sıra sosyal ilişkilerin zayıflığı, içinde bulunduğu yerleşme ile entegre olmayışı ve kişiyi bireyselliğe itmesi gibi sorunlar
yaratacağı görülmektedir. Günümüzde Türkiye’de gözlenen toplu konut uygulamalarındaki parçacıl yaklaşımlar yerine; bu alanların, bütüncül
ve kapsamlı üst ölçek planlar dahilinde, çevresi ile sosyal ve mekansal entegrasyonu sağlayacak biçimde ele alınmaları son derece önemlidir.
Toplu konutların tasarımı bütüncül planlar kapsamında ele alındığında, doğal bir süreç olarak bu alanları tasarlamakla yükümlü meslek
adamlarını monoton ve yeknesak mekanlar tasarlamaktan alıkoyacaktır. Böylece, farklı özelliklere sahip, çeşitliliği ve estetik değeri yüksek
kentsel mekanlar ile mekana ve mekanda yaşayanlara özgü çözümler üretmek mümkün olabilecektir.
Gecekondu dokusunun kendine özgü karakterinden kaynaklı yapı çeşitliliği ve esnekliği ile komşuluk ilişkilerinin gelişmişliğinin kentsel yaşam
kalitesi üzerindeki etkisi göz ardı edilmemelidir. Bu alanlarda yaşayanlar mekansal kalitesi yüksek alanlarda yaşamıyor olsalar da, kendi
emekleriyle ihtiyaçlarına göre düzenledikleri konutlarda oturmaktan ve akraba ve komşularıyla vakit geçirmekten mutluluk duymaktadırlar.
Bu durum, yaşam kalitesi algılarına olumlu biçimde yansımaktadır. Parsel düzenindeki konut dokusu ise diğer alanlar ile kıyaslandığında
kriterlerin bir çoğunu karşılayamayan yaşanılırlığı düşük mekansal sunumlara sahiptir. Bu durum, bir dönem sıkça uygulanan ıslah imar
planlarının kentsel mekanlarımızda yarattığı sorunları göstermesi bakımından ilginçtir.
Kentsel mekanların kalitesini ölçmede kullanılan kriterlerin birçoğu geliştirildiği ülke kentlerinin sosyo-kültürel, ekonomik ve coğrafi
koşullarından çokça etkilenmektedir. Bir Avrupa kent yapısı ile Amerika kentinin yapısı yaşanılırlık beklentileri açısından bile birbirinden
oldukça farklıdır. Bu nedenle; planlama ve tasarım ilişkisinin yukarıda belirtildiği şekliyle bütüncül planlar kapsamında kurgulanması ve özgün
çözümler üretilmesini sağlamak üzere; genel kabullere ek olarak kentsel mekanların kalitesini ölçmeye yarayan ülkemize özgü kriterlerin de
oluşturulması gerekli olabilir. Böylece, aynı/benzer kültürden ortaya çıkan farklı yerleşme dokularını karşılaştırmak daha anlamlı olabilir. Bu
çalışmanın içsel geçerliliği, belirli kriterler üzerinden seçilen alan özelinde sağlanmasının yanında, Türkiye’de çokça rastlanan konut dokuları
için çıkarımlar sağlayacak bulguları da içermektedir. Bu yönüyle çalışma, sonraki çalışmalara örnek oluşturabilecek niteliktedir. İstanbul ve
Türkiye için farklı dokulardaki kentsel yaşam kalitesini karşılaştıran bir genellemeye gidebilmek için ülkemize özgü kriterler çerçevesinde
incelenecek kapsamlı örnek alan çalışmalarına ihtiyaç olduğu açıktır.
KAYNAKÇA
• Building For Life Partnership, the Sign of a Good Place to Live, 2012
(http://www.designcouncil.org.uk/our-work/cabe/sectors/housing/building-for-life/)
• CABE, Paving theWay: How We Achieve Clean, Safe and Attractive Streets. London, England, 2002.
• CABE, Housing Audit: Assessing the Design Quality of New Homes in the London, the South East and the East of England. London, England, 2004.
• CABE, Delivering Great Placesto Live: 20 Questions You Need to Answer. London, England, 2005a.
• CABE, Building for Life Standard: A Better Place to Live. London, England, 2005b.
• CABE, Housing Audit: Assessing the Design Quality of New Homes in the North East, North West and Yorkshire & Humber. London, England, 2005c.
• CABE, What is Liketo Live There. London, England, 2005d.
• CABE, Housing Audit: Assessing the Design Quality of New Homes in the East Midlands, West Midlands and the South West. London, England, 2006.
• Diener, E., ve E. Suh. 1997. “Measuring quality of life: Economic, social, and subjective indicators.” Social indicators research no. 40 (1):189-216.
• Dissart, J.C., ve S.C. Deller. 2000. “Quality of life in the planning literature.” Journal of Planning Literatureno. 15 (1):135-161.
• Evans, D.R. 1994. “Enhancing quality of life in the population at large.” Social Indicators Research no. 33 (1):47-88.
• Marans, R.W., ve R.J. Stimson. 2011. Investigating quality of urban life: Theory, methods, and empirical research: Springer.
• Marans, R.W. 2012. “Quality of Urban Life Studies: An Overview and Implications for Environment-Behaviour Research.” Procedia-Social and
Behavioral Sciences no. 35:9-22.
42
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
• McCrea, R., R. Stimson, ve J. Western. 2005. “Testing a moderated model of satisfaction with urban living using data for Brisbane-South
East Queensland, Australia.” Social Indicators Research no. 72 (2):121-152.
• Møller, V. 2001. “Monitoring quality of life in cities: the Durbancase.” Development SouthernAfrica no. 18 (2):217-238.
• Shookner, M, Quality of Life Summary Report. Social Development Council and Social Planning Network of Ontario, Canada, 1997.
• Şenlier, N.; Yıldız, R.; Aktaş, E.D., A perception survey for the evaluation of urban quality of life in Kocaeli and comparing the life satisfaction
with the European cities, Social Indicators Research, 94, 2, 213-226, (2009).
• TuanSeik, F. 2000. “Subjective assessment of urban quality of life in Singapore (1997–1998).” Habitat International no. 24 (1):31-49.
• Türkoğlu, Handan; Bölen, Fulin; Korça Baran, Perver ve Terzi, Fatih. 2011. “Measuring Quality of Urban Life in Istanbul.” In Insvestigating
Quality of Urban Life: Theory, Methods and Empirical Research, editedby Robert Warren Marans ve Robert J. Stimson. Springer.
• Van Kamp, I., K. Leidelmeijer, G. Marsman, ve A. de Hollander. 2003. “Urban environmental quality and humanwell-being: Towards a
conceptual framework and demarcation of concepts; a literature study.” Landscapeand Urban Planning no. 65 (1):5-18.
• Veenhoven, R. 2000. “The four qualities of life.” Journal of happiness studies no. 1 (1):1-39.
• Wish, N.B. 1986. “Are We Really Measuring the Quality of Life? Well being Has Subjective Dimensions, As Well As Objective Ones.” American
• Journal of Economics and Sociology no. 45 (1):93-99.
43
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
LIVEABILITY ON DIFFERENT HOUSING SETTLEMENTS
Prof. Dr. Nihal ŞENLİER
Gebze Institute of Technology, Faculty of Architecture, Kocaeli
Inst. Dr. Reyhan YILDIZ
Gebze Institute of Technology, Faculty of Architecture, Kocaeli
Res. Assist. Tayfun SALİHOĞLU
Gebze Institute of Technology, Faculty of Architecture, Kocaeli
ABSTRACT
Urban quality of life attracts attention as an important indicator of sustainable development of cities. Livability, as a measurable component
of quality of life and urban quality of life concepts in urban space, is defined at utmost level as, the right of honorable life, and respect to
human’s rights of existence in life. In line with this, provisioning of livability for the built environment of housing areas, that form the main
function of urban settlements, emerges as an important issue. Thus, the necessity of providing the inhabitants not only the basic spatial
needs, but also a way of life that individuals get involved as a participant in producing and consuming together, turns out to be the main
issue.
Researches on urban quality of life and livability in housing areas take an important place in planning literature and planning agenda. While
in urban quality of life studies the emphasis previously was on definition of quality of life, in time, the important issues turned out to be
the measuring of urban quality of life and determining objective and subjective indicators. In addition to the cultural, social, economic,
environmental and personal factors that effect the quality of life, which can also be defined as “relationship among personal feelings,
perceptions, experiences of individuals and their living spaces”; economic vitality, sense of space, cultural activities, good quality housing
stock, easy access to services such as health, sport, education, shopping and child care, social organizations, need for building a sustainable
environment, safety and privacy are also important factors for the quality of life.
Within the studies on increasing livability of residential areas, which is one of the main goals of spatial planning and urban design, some of
the basic fields of importance or criteria can be considered as the character of housing area, urban transportation system with its streets,
parking and pedestrian zones, design and construction, environment, and community issues. These main criteria consist not only of increasing
quality of housing, space and environment but also larger scale criteria having community content and dealing with the whole settlement
such as relationship people have with each other, neighborhood, shopping, leisure and cultural amenities offered by settlement, accessibility
to education, health and social services, sufficiency and quality of public transport.
This study aims to evaluate comparatively, livability in different housing patterns in Tuzla /Şifa neighborhood in Turkey, both having
different housing patterns – gecekondu area, parcel scheme and mass housing – next to each other. In this evaluation, above mentioned
internationally accepted livability criteria were taken as basis. We hope that this study will present important contributions to the discussion
platform aiming to improve the livability in cities.
Keywords: urban quality of life, livability, different housing patterns.
1. Introduction
Since the urban space and the urban life have a complicated and multivariable structure, the concept of the quality of the urban life has
also a far-reaching structure which includes different aspects. Therefore, the quality of the urban life is an issue studied at various scales
with various methods. It is mostly seen that the quality of the urban life is explained with the relationship of the satisfactions at 3 different
scales, which are the satisfaction with the houses, satisfaction with the neighborhood and the satisfaction with the town (Marans 2012).
45
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
The subject of the study -Tuzla/Şifa neighborhood, which enables to do research on the quality of the urban place comparatively at the scale
of the neighborhood area with the variable housing patterns (the gecekondu area, parcel scheme and mass housing), is a housing settlement
located in Istanbul.
The comparative researches based on the expert opinions show that the mass housing area are better at the physical place quality compared
the other areas whereas the gecekondu area is superior in terms of human and social affairs. It has been seen a homogeneous structure
at the housing places in the parcel scheme, which occupy the most area in the neighborhood. When compared to the others, this place is
underdeveloped in terms of the social affairs and the physical place quality; however, it has advantages such as, the accessibility to the
facilities, the distance to the public transportation, etc.
2. The Quality of Life and the Quality of Urban Life
A multidimensional concept of the quality of life is defined variously by the researchers from different disciplines. There is not any common
definition; however, the researchers usually try to conceptualize the quality of life depending on the various domains of the life (Dissart and
Deller 2000; Wish 1986; Shookner 1997; Veenhoven 2000). These domains can be varied according to the study’s content, scale, method and
discipline. Besides, urban space as a domain of life coming with the concepts of neighborhood, town, etc. is seen in many studies. Thus, the
concept of the quality of the urban life has appeared and recently become a much-researched subject (Van Kamp et.al., 2003; Marans 2012;
Marans and Stimson 2011).
The studies of the quality of the urban life are usually based on the modeling using the subjective and the objective indicators together at
the urban scale. As a method, it is mostly encountered the studies about the analyses of the relationships between the variables based on
social indicators, the indexes which enables to compare places, or the conception of the experts and perception of the households about the
places they live in (Evans 1994; Diener and Suh 1997; Marans and Stimson 2011; Tuan Seik 2000; Møller 2001; Türkoğlu et.al., 2011; McCrea
et.al., 2006; Dissart and Deller 2000; Şenlier, Yıldız and Aktaş 2009).
On the other hand, there are studies in order to determine the perception in the quality of the place at the neighborhood scale. In these kinds
of studies, beyond the subject such as global, indicator-based at the urban scale; it is built the modeling in order to evaluate the places at
the neighborhood unit with the urban design scale. The studies carried out by CABE (Commission of Architecture and Built Environment) in
the years of 2002-2006 have an importance among the other studies (CABE 2002; 2004; 2005a; 2005b; 2005d; 2006). On the bases of
these studies there are the criteria of Building for Life (BFL) by CABE.
Building for Life is the national criteria developed in England in order to build well-designed housings and the neighborhoods. Since it is
thought that the well-designed housing places will enhance the quality of life and the level of the social welfare by reducing the crime rate,
increasing the public health and solving the transportation problems. Regarding of this thought, Direct Trust was initiated in 2001 with the
cooperation of the Home Builders Federation and CABE; and the criteria of Building for Life were determined in 2003 in order to evaluate
objectively the housing development projects in England. In 2005, a guide was published in order to generalize the usage of these criteria
while evaluating the neighborhood design applications in England and the other countries of the world (Delivering great places to live: 20
questions you need to answer) (CABE, 2005a). From that date on, BFL has become a sectoral standard for the neighborhood design.
The criteria of Building for Life consist of 4 main topics and 20 questions determined in order to increase the livability and the quality of life
in the housing places:
• The Character,
• Streets, Parking and Pedestrianisation,
• Design and Construction,
• Environment and Community.
In 2002, these criteria were re-discussed and collected under three main titles in the recent guide. These are: Integrating into the Neighborhood,
Creating Place, Street and Home (BFL Partnership, 2012).
46
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
3.Livability in Different Housing Settlement Patterns in the Tuzla/Şifa Neighborhood
3.1 Study Area
The Şifa neighborhood is located on the eastern border of the D-100 Highway, in the district of Tuzla, in Istanbul. It is bordered by Orhanlı and
Tepeören villages in the north, Gebze in the east, Tuzla Infantry School in the west, the D-100 axle in the south.
Figure 1. Various Housing Patterns at the Study Area
With the effect of the organized industrial zone in the area and many industrial enterprises, the area has begun to allow immigrants and
develop; after the 90s it has overbuilt.
The study area includes of the housing pattern consisting of the gecekondu on the treasury and shared lands from the years of 1970, the
rehabilitation plans consisting of the housing places in plot scheme in order to improve the gecekondu area in the years of 1990 and the mass
housing applications which recently have been an issue of urban renewal such as, TOKİ and İBB Kiptaş.
3.2 Methodology
As mentioned before, there are 3 types of housing settlement patterns in the field of study.
• The gecekondu settlement pattern (Figure 2.),
• Parcel scheme based on rehabilitation plans (Figure 3),
• The mass housing pattern built with the urban renewal applications (Figure 4).
47
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Figure 2. The Gecekondu Pattern
Figure 3. Parcel scheme
Figure 4.The Mass Housing Pattern
In order to evaluate the quality of place at the different settlement patterns in the field of study, CABE (2004, 2005c, 2006) created the
criteria of Building for Life and made assessment about it.
An evaluation form including these criteria for each of the settlement patterns was composed; each of these forms was evaluated by each
of the writers. At the final stage, all of the evaluations made were discussed and by agreeing for each of the title, the last evaluations were
made.
3.3 The Results of the Study
The evaluations made for the 3 different housing patterns in the field of study are as follows:
3.3.1 The Evaluations for the Gecekondu Settlement
It is a housing settlement, which the low-income families from Anatolia who came to the area in order to support the workforce which the
industry needed in the years of 1976-1977. The families living here put into words that they don’t want to live in the high-rise buildings
hoping that the municipality would build houses which they could support and live.
The Character: The place of the gecekondu has a unique structure when it is compared to the others. It has a unique identity which is familiar,
human scale, safety, respected to the environment and full of surprises. The unique forms of the housing developing in time according to
their necessities are interesting, far-from monotonousness like a visual feast with a low-density. Building orientations in time draw a picture
of an environment nature and topography friendly.
The allocation of the houses is peculiar to topography. Extensions of the main building which are built in time parallel to needs of the
households can be seen clearly. All-purpose gardens make it enable to create flexible places. Common places emerged between houses.
These common places are good for the children to play and the neighbors to spend time together. The pedestrian accesses, stairs among the
housing are natural and like a part of landscape. Except from the private gardens, there are not common open places, playgrounds as a public
space. The definitions between the roads and the private places as public places are not clear. In such cases, the roads and the gardens are
integrated. The roads with no pavements are constituted by themselves as spaces between buildings. It is hard to guess that where the street
ends. There are no signs written the names of the streets or the directions and the landmarks. Most of the houses are unqualified considered
their construction systems. The families living in the area cannot afford the improvement of their housings.
Streets, Parking and Pedestrianisation: The naturally-being roads among the buildings cannot integrate with the wider roads around. The
roads in the area are not classified like roadways. There are no road lines, pavements, traffic signs; besides, no standard scale of the road
48
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
widths. Car-ownership is low and the families who have cars park their cars in gardens or roadsides. Since there are not too many cars, it is
suitable to walk for pedestrians. The street lights are not sufficient.
Design and Construction: The buildings are not qualified when it is considered to building regulations. The process of building has taken
shapes in time with the necessities. This kind of process of building makes enable to change the forms of the housing in time. Although they
have an advantage of adaptability, they have risks in terms of the health and the safety.
Environment and Community: The gecekondu settlement has a flexible structure in terms of sustainable development when considered the
others. Since the families living here share the common social class, the life-style, the level of income etc. they create a social identity and
they are content. Generally, the families have five or six children. The settlement is far from train station. The only transportation in the area
is buses. It is able to reach the bus stations in 5 minutes walking. There are not any places for social activities except from the school, the
health service, shopping which can be found in 10 minutes distance. The socio-cultural opportunities have a low accessibility physically and
socially for the people living here.
3.3.2 The Evaluations for the Housing Settlement in the Parcel Scheme
The housing places in the parcel scheme have a dominant structure when it is compared to the other patterns in the Şifa neighborhood. This
area developed with the rehabilitation plans in the years of 1990’s in order to change the unplanned developments into a healthy form. It is
a pattern including the gecekondus, the uncompleted buildings and the new buildings together. Since the rehabilitation plans don’t require
for the technical and social infrastructure standards which normal development plans include; unhealthy, low in habitability and in quality
housing settlements emerged in the area.
The Character: The parcel scheme has not an identity. It is seen that there are unqualified, single or two-storied buildings in terms of
architecture and building materials as well as the new buildings with three or four storied. There are detached and attached buildings
together. Although the rehabilitation plans has carried out in the area, there was no effort and concern on the quality of the places. It can be
seen that there are monotonous, ordinary, uncharacteristic buildings in the area. Except from the wide roads, no public services supplied to
satisfy the needs of the people living in the housing place. There are not public spaces such as open green-fields, playgrounds for the children.
The children play on the streets or the empty plots.
Streets, Parking and Pedestrinisation: A road organization is at stake in the grid street system which is not suitable for the topography.
There are many important deficiencies in terms of streets, parking and pedestrianisation. Since it is not considered the parking during the
process of housing design, there are many cars parked on the sides of the streets (car-ownership is at %12). Except from the main street, the
other streets are neglected. Since there is no drainage system, the paving on the sloping roads are eroded and it is seen a mudflat in winter.
The pavements are narrow and limited. The materials used are not qualified. The stones of the pavements are missing. The street lights are
insufficient. The places where the road is too close to the houses, it cannot be mentioned about the privacy, and there are many problems
about safety and noise.
Design and Construction: Although buildings are located in a line in order to build a street frontal, there is not a harmony in terms of the
regulations, constructions, heights, rates, forms and building materials of the housings. Most of the buildings are unplastered and untigned.
There is not a harmony when considered the colour, details and the materials of the housings. The places and the buildings are limited to
satisfy the regulations. There are handicaps in sunshine duration, privacy and security because of the setback distance.
Environment and Community: When compared to the gecekondu settlement, the quality of life is lower because of the minimum conditions
determined by the rehabilitation plans and the increasing the density of the height of the buildings. The place which belongs to the lowincome families, there are few housings which belong to the middle-income families; and the rate of ownership is higher in this area. There
are different types and different size houses whose construction forms and scales are not attractive. The trade activities and some of the
urban services are located towards the main transportation axis in the Şifa neighborhood. The axis meets both the needs for daily shopping
and the needs of domestic appliance, entertainment, worship or health. However; public spaces like parks, squares and cafeterias are not
49
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
easily accessible. The mosques, the health facility, the socio-cultural facility on the main street are evaluated as landmarks. There are signs
written the names of the streets and the numbers of the apartments. Since the design of the place has a settlement with a grid system, it is
hard to distinguish the places in the area. Except from the gardens of the housing, there is not any element of landscape. The housing place
is deficient in terms of the public services and the transportation facilities. The transportation facilities generally follow the main axis. As a
result, the people living in the periphery of the settlement pattern have to walk long distance. The buses are the only opportunity for the
public transportation. It can be reachable to the bus stops in 5 minutes walking. The quality of the buses is at the medium-level.
3.3.3 The Evaluations for the Mass Housing Settlement
Different from the housing pattern in the dominant parcel scheme in the neighborhood, this settlement pattern comes in to prominence
including the elements of the mass housing. The mass housing area complicated in 2004 has blocks 12-13 storied with the public places such
as parking, playgrounds, and sport centers, social activity centers.
The Character: It comprises of three different types and four different sizes of buildings with 12-13 storied. It is designed to satisfy the
needs of different users. Besides, it is suitable for the architectural standards with its landscape design. Colors, details and the materials
are the elements considered in terms of architectural design. Both the quality of the housings and of the open places around the housings
intensifies the sense of place. The housings, open places, parking, playgrounds, parks are designed in harmony. There is not any problem with
the parking; the common places are sufficient and variable. Besides, it presents a non-integrated, isolated approach. The high walls encircling
the housing place and the security at the entrance emphasize the cultural and the economical segregation. The quality of the construction
can be evaluated as sufficient. Although the housings are located around the open places, the playgrounds and the parks; it can be criticized
that the entrances of the housings are not towards to the open common places because of their designs with respect to the parking. A
design of which primary purpose is cars can be classified as a negative approach. The definition between the public and the private places is
clear enough. The entrances of the private housing, the pedestrian ways and the pavements are well-designed and well-organized. There is
not any security problem in the mass housing area. However, there is not a chart showing the location. The balance between the green and
brown spaces is well-provided.
Streets, Parking and Pedestrianisation: Streets and parking are the major elements of the road system. Except from the aisles and the
pavements for the pedestrians, there is not a distinguished and continuous pedestrian and cycle axis. Parking are located on the side ways or
designed as underground parking. Generally, it is possible to reach the entrance of the building from the parking. There is a system of road in
the housing place. There is only one entrance to the main street considering the environment. It is possible to reach the place with the public
transportation; there is a bus stop at the entrance of the housing area.
Design and Construction: The design of the housing area provides a productive construction and life solutions to the conditions around with
its own character. The appearance and the sensation of the mass housing are really different from the buildings around and the characteristic
features of the local area. There are playgrounds, open green-field and the sport centers. The lightings and the street furniture, planting at the
open places make the importance of the quality of the place. The restoration of these open places and street furniture are under the control
of the site management. There are four types of buildings in the mass housing area. The variety of the building and the flexibility of the inner
places for the different functions make hard to customize and weaken the relation with the place. The designs and the materials used for
the Kiptaş housings are of good quality when compared to the other housings in the quarter of Şifa neighborhood. Besides, it is seen that
standard designs and materials have been used in Kiptaş housings. The relative quality for the design of the public places is also effective for
the buildings. The housings built with such technologies are earthquake-resistant, heat and sound insulated; ready for the problems such as
moisture. Since these places are healthy, they have positive contributions for the livability and the quality of place.
Environment and Community: There is a low integration between the Şifa neighborhood and the mass housing area. The designs and the
heights of the buildings and the designs of the places differ from the general settlement. As a result, the area doesn’t provide a unique
character and looks like the mass housing applications of Kiptaş that we can see in different places of Istanbul. The housing area has been
isolated by constructing a settlement with inward-oriented and high walls. This approach caused a socio-economic and spatial decomposition
between the housing area and the neighborhood. The neighborhood relations are low in the area. The major of the households don’t know
50
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
their neighbors. Even if there are common places in the area, these places are used by the children or the youths. Shopping, socio-cultural
activities, the healthcare centers, the places of food and beverage are limitedly provided at the general scale of the neighborhood.
4. Evaluations
As a result of the study which aims to compare the three different types of housing patterns frequently found in Turkey, it has been
seen that each of the patterns have advantages and disadvantages relatively based on the criteria of The Character; Streets, Parking and
Pedestrianisation; Design and Construction and Environment and Community.
The developing forms of the buildings located in the gecekondu settlement pattern have a unique identity, character and diversity as well as
present a low quality in terms of the regulations of building standards. The houses in this area have the most adaptability to the changing
conditions; however, they have important risks considering the health and security. Since the families living in this area whose social class,
life style, education, income-level and the understanding of growing up children are similar, it is seen that there is a community identity here.
It is a big deficiency that there aren’t any public places in the area; however, as a result of the development process, the rate of the pattern
of the green areas is quite a few per person. In summary, the gecekondu pattern is successful in terms of the criteria of the Character and
Environment and Community when considered the other areas; whereas it has been found unsuccessful in terms of the criteria of Streets,
Parking and Pedestrianisation, and Design and Construction.
Rehabilitation plans implemented without any purpose of increasing quality of life. Except from the extending the roads, the principles of the
planning haven’t been considered. Therefore, in the area, there is an unhealthy settlement which doesn’t have setback distance and prevent
the sunshine; uncompleted roads; disordered and narrow pavements; the area whose quality of life is low. The opportunities for shopping,
parking, socio-cultural activities, healthcare services, open green-areas, playgrounds are limited. The positive side of the area is that the
neighborhood and friendship relations are good enough.
In the mass housing area, the families came from the outside of the neighborhood with the construction of the mass housing. There is a
different scheme area compared to the other housing areas of the Şifa neighborhood. The quality of building is important in terms of the
health and the security. It has been seen that the area is insufficient in terms of diversity and flexibility even if the design and the materials
of the buildings are qualified, because there are only four types of housing and the inability to meet the needs in time. The green-areas and
common places are fairly enough. Although the road system for the pedestrians and vehicles are provided successfully; there are not enough
pedestrian ways or cycle paths. Neighborhood relationships are weaker than the other areas.
Although the mass housing pattern are described as good relatively when compared to gecekondu pattern and parcel scheme pattern, it is
a fact that these applications in our country will affect the cities negatively in terms of the habitability, monotonousness, rigidity and the
weakness of the social relations, the integration with the neighborhood, forcing the people to become individuals. Today, instead of the
partial approaches seen in the mass housing applications in Turkey; it is important to plan these areas in order to provide an integration
of environment with a holistic, comprehensive way. It will prevent the professionals from design monotonous places. Therefore, it will be
possible to create aesthetical high urban places with lots of diversity and to provide unique solutions for the place and people living the place.
It cannot be ignored the effect on the urban quality of life originating from the unique character of gecekondu such pattern, the diversity
and flexibility of building and the good relations among the neighbors. Although the people living in those areas don’t live places with high
quality of life, they are content with their situations. This situation affects their understanding of life in a positive way. When the housing
pattern in the parcel scheme is compared to the other areas, they have places low in livability which cannot meet the criteria. This situation
is interesting in terms of reflecting the problems of the rehabilitation plans used in the urban places.
The criteria used in order to assess the quality of the urban places are affected socio-cultural, economical and geographical conditions of
the countries. The expectations of urban quality of life in a European city are different from an American city. As a result, it may be essential
to determine the criteria unique to our country in order to assess the quality of the urban places in addition to the general evaluations.
Therefore, it may be more logical to compare the different patterns from similar cultures. The internal validity of this study includes also the
results for the housing patterns frequently found in Turkey. In this respect, the study is set an eligible example for further studies. It is clear
51
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
that it is needed to research different housing settlements according to unique criteria for our country in order to make a generalization
comparing the quality of urban life in different patterns for Istanbul and Turkey.
REFERENCES
Building For Life Partnership, the Sign of a Good Place to Live, 2012
(http://www.designcouncil.org.uk/our-work/cabe/sectors/housing/building-for-life/)
CABE, Paving theWay: How We Achieve Clean, Safe and Attractive Streets. London, England, 2002.
CABE, Housing Audit: Assessing the Design Quality of New Homes in the London, the South East and the East of England. London, England, 2004.
CABE, Delivering Great Placesto Live: 20 Questions You Need to Answer. London, England, 2005a.
CABE, Building for Life Standard: A Better Place to Live. London, England, 2005b.
CABE, Housing Audit: Assessing the Design Quality of New Homes in the North East, North West and Yorkshire & Humber. London, England, 2005c.
CABE, What is Like to Live There. London, England, 2005d.
CABE, Housing Audit: Assessing the Design Quality of New Homes in the East Midlands, West Midlands and the South West. London, England, 2006.
Dissart, J.C., and S.C. Deller. 2000. “Quality of life in the planning literature.” Journal of Planning Literatureno. 15 (1):135-161.
Diener, E., and E. Suh. 1997. “Measuring quality of life: Economic, social, and subjective indicators.” Social indicators research no. 40 (1):189-216.
Evans, D.R. 1994. “Enhancing quality of life in the population at large.” Social Indicators Research no. 33 (1):47-88.
Marans, R.W., and R.J. Stimson. 2011. Investigating quality of urban life: Theory, methods, and empirical research: Springer.
Marans, R.W. 2012. “Quality of Urban Life Studies: An Overview and Implications for Environment-Behaviour Research.” Procedia-Social and
Behavioral Sciences no. 35:9-22.
McCrea, R., R. Stimson, and J. Western. 2005. “Testing a moderated model of satisfaction with urban living using data for Brisbane-South East
Queensland, Australia.” Social Indicators Research no. 72 (2):121-152.
Møller, V. 2001. “Monitoring quality of life in cities: the Durbancase.” Development SouthernAfrica no. 18 (2):217-238.
Shookner, M, Quality of Life Summary Report. Social Development Council and Social Planning Network of Ontario, Canada, 1997.
Şenlier, N.; Yıldız, R., and Aktaş, E.D., A perception survey for the evaluation of urban quality of life in Kocaeli and comparing the life satisfaction
with the European cities, Social Indicators Research, 94, 2, 213-226, (2009).
TuanSeik, F. 2000. “Subjective assessment of urban quality of life in Singapore (1997–1998).” Habitat International no. 24 (1):31-49.
Türkoğlu, H.; Bölen, F.; Korça Baran, P. and Terzi, F.. 2011. “Measuring Quality of Urban Life in Istanbul.” In Investigating Quality of Urban Life:
Theory, Methods and Empirical Research, editedby Robert Warren Marans ve Robert J. Stimson. Springer.
Van Kamp, I., K. Leidelmeijer, G. Marsman, and A. de Hollander. 2003. “Urban environmental quality and humanwell-being: Towards a
conceptual framework and demarcation of concepts; a literature study.” Landscapeand Urban Planning no. 65 (1):5-18.
Veenhoven, R. 2000. “The four qualities of life.” Journal of happiness studies no. 1 (1):1-39.
Wish, N.B. 1986. “Are We Really Measuring the Quality of Life? Well being Has Subjective Dimensions, As Well As Objective Ones.” American
Journal of Economics and Sociology no. 45 (1):93-99.
52
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
YAPI ADASI TASARIMININ YAŞAM KALİTESİNE ETKİLERİ: İZMİR
GÜZELYALI MAHALLESİNDE BİR ARAŞTIRMA
Arş. Gör. Gözde EKŞİOĞLU ÇETİNTAHRA
Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
1. GİRİŞ
Mekan düzenleme organizasyonları, şehrin sosyal, fiziksel ve ekonomik yapısını etkiler ve bu sebeple sağlık ve yaşam kalitesini artırmada
anahtar bir role sahiptir. Yaşam kalitesi kavramı ekonomi, sağlık ve kentleşme politikalarına kadar yaygınlaşmıştır. Ayrıca birçok ulusal ve
uluslararası kurum politikaları gibi yasal alanlarda da görülebilmektedir. Bu durum Avrupa Kentsel Şartının ve Habitat gündeminde Herkes
İçin Sağlık ilkesinin benimsenmesiyle kentsel mekanda da okunur olmuştur.
Araştırmalarda yaşam kalitesi kavramı, çok disiplinli yapısından dolayı, çevresel kalite, yaşanabilirlik, sürdürülebilirlik gibi kavramlarla beraber
ele alınmaktadır. Bu çalışmada yaşam kalitesi kavramına, yapı adası ölçeğinde sürdürülebilirlik ilkelerinin yaşam kalitesi üzerindeki etkilerine
odaklanılacaktır.
2. SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK VE MEKÂN
Sürdürülebilirlik kavramı temel olarak bugünün ihtiyaçlarını, gelecekte yaşayacak olanların ihtiyaçlarını karşılayabilmelerine engel olmayacak
düzeyde kaynak tüketimi ile sağlamak için kullanılan bir anlatımdır. 1960’lı yıllardan günümüze değin ekonomi, toplum ve çevre genelinde
sürdürülebilirlik kavramından bahsedilmekte ve hem teorik hem de pratikte uygulamalar yapılmaktadır. Bu kavramın her ölçekte izdüşümleri
görülebilmektedir.
Yapı sektörü, enerji kullanımı, karbondioksit emisyonu ve sentetik atık fazlalığından dolayı sürdürülebilirlik çerçevesinde yeniden ele alınması
gereken bir alandır. Özellikle konutlarda enerji tüketimi konusuna odaklanılması gerekmektedir. Bu sebeple son yıllarda, sürdürülebilir konut
tasarım kriterleri ile ilgili çalışmalara ağırlık verilmektedir. Örneğin 2008 yılında, binalarda enerjinin ve enerji kaynaklarının etkin ve verimli
kullanılması, enerji israfının önlenmesi ve çevrenin korunmasına ilişkin usul ve esasların düzenlemesi amacıyla Binalarda Enerji Performansı
Yönetmeliği yayınlanmıştır. Bu yönetmelikte mimari uygulama projesi ve sistem detaylarındaki enerji etkinliğine dair alınan önlemler dışında,
binaların ve iç mekanların, imar durumu ve iklim koşulları dikkate alınarak doğal ısıtma, soğutma, havalandırma ve aydınlatma ihtiyacının
karşılanması gerektiği belirtilmektedir. Bu ise günümüzde pasif tasarım kriterleri ile gerçekleştirilebilmektedir. Ancak bir binanın pasif tasarım
kriterlerine göre tasarlanması, binanın yalnızca tekil yapısı ile çözümlenememektedir. Binanın çevre binalarla ilişkisi ve özellikle yönlenmesini
etkileyen yapı adası formları da pasif tasarım kriterlerinden yararlanma düzeyini etkilemektedir. Ancak günümüzde yönetmelikler, enerji
verimliliği için yapı adası formlarına dair kuralları içermemektedir. Bu çalışmada, yapı adası tasarımının bir binanın sürdürülebilirlik ilkelerini
gerçekleştirmesinde etkili olup olmadığını araştırmaktadır.
Bir binanın sürdürülebilir olması için yönlenme, biçimlenme, mekan bölgelemesi, organizasyonu gibi bazı kriterler içermesi gerekmektedir. Bu
çalışmada kentsel tasarım açısından önemli olan “yapı yönlenmesi kriterleri” değerlendirilmiştir.
Özmehmet (2005) bina yönlenmesinde sürdürülebilir yaklaşımların olabilmesi için ısınma ve aydınlatmada güneş, serinletme ve
havalandırmada da rüzgâr yönünün önemli olduğunu söylemektedir. Buna göre pasif güneş enerjisinden kışın yüksek kazanım, yazın ise
yüksek korunum sağlanması; binada mekanların aydınlatılması için mümkün olduğunca günışığından yararlanılması; binanın doğal olarak
serinletilmesi ve havalandırılması; avlu ve benzeri açık mekanların, güneş durumu ve hakim rüzgar yönü dikkate alınarak yönlendirmesi
gerekmektedir (Özmehmet, 2005).
Pasif güneş enerjisinden kışın yüksek kazanım elde edilebilmesi için cam yüzeylerin ideal güneye bakması, mümkün olmadığı durumlarda
ise her iki yönde 30°’ye kadar olan açılarla güneye yönlenmesi gerekmektedir (Thomas, 2006). Ancak Akdeniz iklimi gibi yazları sıcaklıkların
yüksek olduğu iklimlerde cam oranlarının dikkatlice hesaplanması ve güneş kontrol elemanlarının kullanılması gerekmektedir.
53
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Yapıda pasif güneş enerjisinin aydınlatma özelliğinden yararlanılabilmesi için iki bina arasındaki mesafenin iyi hesaplanması gerekmektedir.
Ülkemizde plan yapımına ait esaslara dair yönetmelikte iki bina arasındaki mesafenin binaların yüksekliklerinin yarısının toplamı olması
gerektiği koşulu bulunmaktadır. Dolayısıyla binaların birbirlerine olan mesafeleri önemlidir. Bu ise yapı adalarının birbirlerine göre konumu, yapı
adasındaki binaların birbirlerine mesafeleri gibi durumları da etkilemekte ve yapı adasının büyüklüğünü belirlemede bir etken olabilmektedir.
Bir binanın pasif tasarım ilkelerinden yararlanarak doğal olarak serinletilmesi ve havalandırılması için binadaki açıklıkların hakim rüzgar yönünde
olması gerekmektedir. Ancak rüzgarın tek yönde değil, yaz ve kış mevsimlerinde, farklılıklar gösterebileceği göz önünde bulundurularak, rüzgar
yönü ve güneşin konumunun beraber düşünüldüğü tasarımlar yapılması gerekmektedir (Thomas, 2006; Özmehmet, 2005). Bu durum da
yine yapı adalarının binanın güneşe ve rüzgara yönlenmesinde etkili bir değişken olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bu çalışmada, seçilen
alandaki yapı adalarının, binaların sürdürülebilirlik kriterlerine uygunluğunu nasıl etkilediği araştırılacaktır.
3. ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ
Bir kentsel mekanda pasif tasarım kriterlerinin belirlenebilmesi için binanın bulunduğu coğrafyanın iklimsel özellikleri önemlidir. Bu çalışmada
İzmir ili içinde bir alan çalışıldığı için, İzmir’in bulunduğu Akdeniz iklim kuşağının iklimsel özellik ve gereksinimlerinden belirlenmiştir. Buna
göre İzmir, 30° ile 50° kuzey ve güney enlemler arasında görülen Akdeniz iklim kuşağında yer almaktadır. Akdeniz iklim kuşağında yazlar
sıcak ve kurak, kışlar ise uzun bir yağış evresiyle birlikte ılık geçmektedir. Yaz aylarında, yüksek basınç kuşağının kuzeye doğru kayması ve bu
bölgeleri etkisi altına alması, kuraklığa neden olmaktadır. Kış aylarında ise, bu kuşağın güneye doğru kaymasıyla yağış getiren alçak basınç
etkisi görülmektedir. Bahar ayları ise geçiş özelliği gösterir. Yıllık yağış miktarı, ortalama 689 mm’dir. Sıcaklık rasatlarına ait değerler ise, bazı
yaz günlerinde derecenin tropik bölgelerin sıcaklığına yaklaşacak kadar yükseldiğini göstermektedir Bu iklim tipinde aşırı derecede kurak olan
ve uzun süre devam eden yaz mevsimi açık ve bol güneşli olmasına karşılık, kış ve bahar aylarında bulutlu ve kapalı günler çoğunluktadır.
Ancak yine de güneşlenme potansiyeli yüksektir. İzmir’in ortalama rüzgar hızı 3,0m/sn’dir. Hakim rüzgar yönü Güney-Güneydoğu, mevsimsel
değişimlere bağlı olarak ise ikincil derece hakim rüzgar yönü Batı-Kuzeybatıdır. Körfeze bakan bölgelerde kışın güneydoğudan, yazın ise
batıdan esmektedir (Özmehmet, 2005; Meteoroloji 2. Bölge Müdürlüğü, 2012). Dolayısıyla İzmir’de bir kentsel mekanda pasif tasarım
uygulaması yapabilmek için bu veriler önemlidir.
3.1 Çalışma Alanı Verileri
Çalışma, İzmir ili Konak ilçesine bağlı Güzelyalı mahallesinde yapılmıştır. Güzelyalı mahallesi, İzmir’in güney kesiminde, sahil şeridinde yer
alan, kuzeyde ve güneyde İzmir için önemli olan ticaret aksları ile sınırlanan bir mahalledir (Şekil 1).
Şekil 1. Güzelyalı Mahallesi ve İzmir içindeki konumu
54
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Konak Belediyesi internet sitesinden (Konak Belediyesi, 2012) alınan verilere göre mahallede toplam 1078 bina bulunmaktadır. Bu binalarda
1106 birim işyeri, 8194 birim konut bulunmaktadır. Mahallenin toplam nüfusu 17917 kişidir. Alan yaklaşık olarak 47 hektardır.
Şekil 2. Güzelyalı Mahallesi Aralık ayı saat 09.00-12.00 arasında çekilmiş fotoğrafları (Kaynak: Miray Işıldak ve Çağlar Özkaçar arşivi)
Güzelyalı mahallesinin arazi kullanım durumu analizlerine bakıldığında, binaların zemin katlarının %59,4’ü konut, %35,3’ü ise ticaret
birimlerinden oluşmaktadır. Zemin kat durumuna göre %3 oranında zemin katta konut ve ticaret birimleri bulunmaktadır. Ayrıca alanda zemin
kat kullanımının %1,1’ini resmi kurum, %0,8’ini eğitim kurumu, oluşmaktadır. Alanda 2 adet dini tesis, 1’er birim ise kültürel tesis ve sağlık
tesisi bulunmaktadır. Alanın zemin üstü arazi kullanış analizlerine bakıldığında ise %93,2’sinin konut birimlerinden oluştuğu görülmektedir.
Güzelyalı mahallesinin kat durumu incelendiğinde, en düşük 1 en yüksek 9 katlı binaların olduğu gözlenmiştir. Alandaki binaların yaklaşık
yarısı (%48,5) 5 katlı binalardır. Binaların %19,2’si 4 katlı, %9,7’si 8 katlı, %7,6’sı ise 6 katlıdır. Alanda yüksek katlı (7-9) yapıların, Mithatpaşa
ve İnönü caddeleri üzerindeki yapılar olduğu ve bu yapıların zemin katlarının ise ticaret birimlerinden oluştuğu gözlenmiştir. Bu durum kış
aylarında güney – güneydoğudan gelen hakim rüzgarın etkisinin azaltılmasına neden olmaktadır. Yazın batıdan gelen hakim rüzgar ise, alanın
batı kısmında herhangi bir engelleme olmadığından alanın iç kısımlarına girebilmektedir. Ancak alandaki betonlaşma fazlalığı hakim rüzgara
rağmen, güneşten kaynaklı ısınmaya neden olmaktadır.
55
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Şekil 3. Güzelyalı Mahallesi
Çalışma alanı, ada bazında taban alanı kat sayısı (TAKS) ve kat alanı kat sayısı (KAKS) değerleri bakımından da incelenmiştir. Buna göre
çalışma alanında ortalama TAKS 0,67 (Min=0,01, Max=0,86, SD=0,16) ve ortalama KAKS 3,46 (Min=0,01, Max=6,11, SD=1,09) olarak
bulunmuştur. Bu veriler Güzelyalı mahallesinde yapılaşma oranının çok yüksek olduğunu, yapı adalarının birçoğunun yarısından fazlasının
yapılaşmış olduğunu göstermektedir.
Şekil 4. Güzelyalı Mahallesi Zemin Kat, Zemin Üstü Arazi Kullanım ve Kat Durumu
56
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Şekil 5. Güzelyalı Mahallesi Ada Bazında TAKS ve KAKS Durumu
3.2 Çalışma Alanındaki Yapı Adalarının Sınıflandırılması
Çalışma alanında bulunan yapılaşmış 82 yapı adası, yaşam kalitesi kriterlerine göre değerlendirebilmek için (1) sayısal veriler ve (2) biçime
dayalı veriler olarak iki grupta incelenmiştir.
Sayısal verilere göre yapı adaları, (1) büyüklük ve (2) doluluk boşluk kriterlerine göre sınıflandırılmıştır. Yapı adalarının ortalama büyüklüğü
3822,2 m² olarak bulunmuştur (Min=265, Max=22446, SD=3948,26). Yapı adası büyüklükleri değişkenlik göstermektedir ancak büyüklüğün,
yönlenme kriteri açısından önemli bir etken olmadığı görülmüştür. Bunun nedeni yapı adalarının büyüklük farklarının, yönlenme açısından
anlamlı olmamasıdır.
Alanda bulunan adaların doluluk-boşluk oranlarına bakıldığında, adalardaki zemin kat doluluk oranının ortalama %67,06 (Min=1,18,
Max=85,82, SD=16,14) olduğu görülmüştür. Yapı adalarında doluluk oranı arttıkça, ada içindeki binalar arasındaki mesafeler azalmaktadır.
Dolayısıyla yapı adası içindeki binaların yaklaşık yarısı güneşten yeteri kadar faydalanamamaktadır.
57
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Şekil 6. Güzelyalı Mahallesi Ada Bazında Büyüklük (m2) ve Doluluk-Boşluk Durum
Biçimsel verilere dayalı veriler ile yapı adalarını sınıflandırmak için yapı adaları (1) geometrik form ve (2) bahçe varlığı olarak ikiye ayrılmıştır.
Geometrik forma göre dört (lineer, üçgen, dörtgen ve çokgen formlar) ve bahçe varlığına göre dört alt grup (iç avlu, ön bahçe var, arka bahçe
var, avlu/bahçe yok) belirlenmiştir.
Geometrik forma göre yapı adaları incelendiğinde doğu-batı yönünde uzanan lineer yapı adalarının yönlenmelerinin sürdürülebilirlik açısından
uygun olduğu ve dolayısıyla bu adalardaki binaların pasif güneş enerjisinden ve doğal serinletme/havalandırma imkanlarından daha fazla
yararlandığı görülmektedir.
Yapı adalarındaki bahçe varlığına göre yapılan sınıflandırma incelendiğinde ön ve arka bahçesi olan yapı adalarının, binalar arası mesafe
açısından olumlu özelliklere sahip oldu dolayısıyla pasif tasarım ilkelerinden yararlanabildiği görülmektedir. İç avlusu olan yapı adalarında ise
aslında avlunun herhangi bir fonksiyonu olmadığı görülmektedir. Ayrıca iç avlunun yeterli arka bahçe mesafesi sağlayamaması, avluya bakan
cephelerin yeteri kadar güneş ışığından yararlanamamasına sebep olmaktadır. Alanda avlu/bahçesi olmayan yapı adaları genellikle lineer
adalardır ve bu adaların doğu-batı aksında yönlenmiş olanları pasif tasarım ilkelerini karşılamaktadır.
58
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Şekil 7. Geometrik Forma ve Avlu Durumuna Göre Yapı Adaları
3.3 Yapı Adalarının Doğal Isınma/Aydınlanma Olanakları
Pasif tasarımda güneş enerjisinden yararlanabilmek ve güneşe bakan mekanları, solar ısınma potansiyelini belirleyebilmek için güneş
diyagramları ve gölgeleme maskesi kullanılmaktadır (Özmehmet, 2005). Çalışma alanındaki yapı adaları Autocad programı kullanarak üçüncü
boyuta kaldırılmıştır. 21 Mart, 22 Haziran, 21 Eylül ve 21 Aralık’ta saat 09:00, 12:00 ve 15:00’da çalışma alanındaki güneşlenme durumu Şekil
8’deki gibidir.
59
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Şekil 8. Güzelyalı Mahallesi’ndeki çalışma alanı için belirli gün ve saatlerde güneşin konumu ve gölge boyu (Özmehmet, 2005
tarafından hazırlanan güneş ve gölge boyu grafiğinden düzenlenmiştir)
Şekil 8’de görüldüğü üzere, yapı adalarının formları, yapı adalarındaki yapıların bir kısmının belli zamanlarda yeteri kadar güneş alamadığını
göstermektedir. Yaz-kış ayları farklılığı olmadan, tüm zamanlarda güneş, güney cephelere yansımaktadır. Ancak yapı adalarının mekansal
dizilimleri, farklı yükseklikteki binalar ve yapılar arasındaki uygun olmayan mesafeler birçok binanın güneşten yeteri kadar yararlanamadığını
göstermektedir.
3.4 Yapı Adalarının Doğal Serinletme/Havalandırma Olanakları
Yaz aylarında hakim rüzgar yönü batıdır. Dolayısıyla alanın doğal olarak serinletme/havalandırma imkanlarından faydalanabilmesi için, batı
60
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
aksından, alanın içine rüzgarın girebilmesini engelleyecek yapılaşma koşullarının olmaması gerekmektedir. Analizler, alanın batı kısmının
bu tür yapı bazında engeller barındırmadığı ancak her ne kadar bina yüksekliklerinin benzer olduğu görülse de yapı adası dizilimlerinin hava
kanalları yaratmaması önemli bir engeldir (Şekil 9).
Şekil 9. Çalışma alanı Batı ve Doğu cepheleri görselleştirmesi
Kış aylarında hakim rüzgar yönü güney ve güneydoğudur. Alanın güney ve kuzey cephelerinde 7 ve üstü katlı yapıların olması, iç bölgelere
girebilecek olan hakim rüzgarın etkisini azaltmaktadır (Şekil 10).
Şekil 10. Çalışma alanı Güney ve Kuzey cepheleri görselleştirmesi
4. Değerlendirme
Bu çalışmada yapı adası tasarımının sürdürülebilirlik kriterlerine etkisi araştırılmıştır. Sonuçlar yapı adası tasarımının binaların sürdürülebilirlik
dereceleri ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Özellikle kentsel tasarım ve planlama, coğrafik ve iklimsel verileri kullanarak yapı adalarının
yönlenme kararlarını verebilme yetkisindedir. Ancak bu çalışmanın konusu olan alanda böyle bir tasarımın olmadığı görülmektedir.
61
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Çalışmada yapı adaları yalnızca 3. boyutta incelenmiştir. İleriki çalışmalar sonuçların genelleşebilmesi için istatistiksel anlamlılık düzeyinde
yapı adası ve bina sürdürülebilirlik dereceleri arasındaki ilişkileri inceleyebilir. Çalışmada yalnızca güneşlenme ve hakim rüzgar yönlerine
göre yönlenme durumları incelenmiştir. İleriki çalışmalar mahalle tasarımında diğer pasif tasarım ilkelerinin gerçekleştirilebilme olanaklarını
inceleyebilir.
Sonuç olarak çarpık yapılaşma ve sürdürülebilirlik bazında yaşam kalitesi kriterlerini gözetmeyen planlar, yerleşim alanlarındaki yaşam
kalitesini düşürmekte ve sağlıksız koşullar yaratmaktadır. Bu sebeple, özellikle mevzuatta tek tip yapılaşma koşulları yerine, coğrafi ve
iklimsel özelliklere ve enerji kullanımını minimize edebilmek için pasif tasarım ilkelerine göre hazırlanmış tasarım rehberleri kullanılması
yararlı olabilecektir.
TEŞEKKÜR
Bu çalışmanın konsepti DEÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Kentsel Tasarım Doktora Programında Yard. Doç. Dr. Ahu Dalgakıran Erdoğan tarafından
verilen URD 5073 Building Block Design Criteria dersi kapsamında hazırlanmıştır. Çalışmanın alansal verilerini toplamada ve alanın
fotoğraflandırılmasında Miray Işıldak ve Çağlar Özkaçar yardımcı olmuşlardır.
KAYNAKLAR
• Özmehmet, E. (2005). Sürdürülebilir mimarlık bağlamında Akdeniz iklim tipi için bina modeli önerisi. İzmir: DEÜ,
Fen Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi.
• Randall, T. (2006). Environmental Design: An Introduction for Archıtects and Engineers (3. Baskı). New York: Taylor
& Francis Inc.
• Konak Belediyesi (2012). Güzelyalı Mahallesi Bilgileri. http://www.konak.bel.tr/mahalleler.php?isl=43,
alınma tarihi: 10.01.2013.
• Meteoroloji 2. Bölge Müdürlüğü (2012). İzmir İlinin İklim Durumu. http://www.izmir.mgm.gov.tr/FILES/iklim/izmir_
iklim.pdf, alınma tarihi: 11.01.2013.
62
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
THE EFFECTS OF BUILDING BLOCK DESIGN ON QUALITY OF LIFE:
A RESEARCH IN GUZELYALI NEIGHBORHOOD, IZMIR, TURKEY
Res. Assist. Gözde EKŞİOĞLU ÇETİNTAHRA
Dokuz Eylul University Faculty of Architecture Department of City and Regional Planning
The space organization disciplines affect the social, physical and economic structure of urban space, and therefore they have a key role
in improving the quality of life. The concept of quality of life has become widespread in economy, health and even urbanization policies.
Furthermore the concept has been sought in many legal fields such as national and international organization politics. It is also has been
extended in urban space concurrently with the consideration of the concept in European Urban Charter and Health for All in Habitat.
Related to its multidisciplinary structure, previous research investigates the quality of life together with environmental quality, livability,
sustainability, etc. In this study, the concept of life quality was focused via sustainability principles in the context of building block scale.
2. Sustainability and Space
Sustainability is a concept that defines the meet of today’s requirements with resource consumption that not prevent the future generations’
needs. Since 1960s, the concept has been widespread in the economy, society and environment, and both in theory and practice there have
been applications for all scales.
The construction sector has to be reconsidered in the framework of energy use, carbon dioxide emissions and synthetic waste redundancy.
Particularly energy consumption in dwellings has to be focused on. In recent year, studies on sustainable house design criteria are given
weight for academic research and legal regulations. For instance in 2008, the Energy Performance in Buildings Code which aims to clarify the
principles of efficient energy consumption in dwellings, and protection of environments, has come into force in Turkey. Besides the energy
efficiency in architectural application project and system, the code also suggests to meet the needs of passive heating, cooling, enlightening
and ventilation of the buildings’ and interiors’ according to development and climatic conditions. This can be achieved via passive design
criteria. However, it’s not possible to design a sustainable building by excluding the other factors such as interactions with other buildings.
Thus, building block forms may affect the availability of passive design criteria. Nevertheless, the codes are not supporting the principles of
building block design for energy efficiency. This study investigates the relation between sustainability principles and building block design.
A sustainable building has to contain some criteria such as orientation, formation, space zoning and organization. The study focuses on
building orientation criteria which is important for urban design literature.
Özmehmet (2005) suggested that (1) sun is important for heating and enlightening, and wind is important for cooling and ventilating.
According to this assumption, buildings should provide high solar gain in winter and high conservation in summer. Adding, buildings should
be supported by passive cooling and ventilating as possible. Also yard and like the other open spaces should be oriented to sun and prevailing
wind (Özmehmet, 2005).
For providing high solar gain, the windows should be oriented to ideal south in winter. In the absence of this, the windows should be oriented
on each sides with 30° angular (Thomas, 2006). However, the size of the windows should be carefully computed in places that have
Mediterranean climate, to reduce the undesirable effects of the sun.
The distance between buildings also should be well computed for providing passive cooling and ventilating. In Turkey, the codes for planning
guidelines suggests that the distance between two buildings should be at least the sum of the half height of these buildings. Therefore, the
distance has an important role such as the importance of building blocks which designate the buildings conditions.
For providing passive cooling and ventilating, the open spaces of a building should be oriented to prevailing wind axial. Nevertheless, the
63
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
difference between summer and winter times should be considered. Adding to this, prevailing wind and sun directions should be evaluated
together (Thomas, 2006; Özmehmet, 2005). Therefore as discussed above, the building blocks should design according to this kind of
climatic and geographic variables. Thus, this study investigates the impacts of building block designs on sustainability principles.
3. Methodology
Determining an urban space’s passive design possibilities, the geographic and climatic variables should be considered. In this study the
analyzed area is located in Izmir which has Mediterranean climatic situations. Izmir is placed in between 30° and 50° north and south
latitudes in which Mediterranean climatic conditions exist. For Mediterranean climate, summers are hot and dry, and winters are mild with
long phases of precipitation. In the summer, high-pressure zone locate to north and cause drought in these regions. In the winter, the same
high-pressure zone relocates to south and cause a low-pressure effect with a constant precipitation. Springs have transition characteristics.
The annual rainfall averages 689 mm. Summers are extremely arid and constantly, in contrast, winter and springs are generally cloudy.
Nevertheless insolation potential is high. The mean prevailing mind speed is 3,0m/sec, and the direction is from South and Southeast.
Depending on seasonal differences, the prevailing wind direction changes to West and Northwest. In the spatial areas that overlooking the
bay, the prevailing wind comes from southest in winter, west in summer (Özmehmet, 2005; Meteoroloji 2. Bölge Müdürlüğü, 2012).
3.1 Study Area Data
This study investigated the assumptions in Güzelyalı neighborhood which is located in Konak district, in Izmir province, in Turkey. The
neighborhood is placed in south part of Izmir, near the coastal band. Up north and south, the important avenues of trade (Mithatpaşa and
İnönü) confine the neighborhood (Figure 1).
Figure 1. Güzelyalı Neigborhood and its location in Izmir
According to the Konak Municipality (Konak Belediyesi, 2012) in the study area, there are 1078 building exist. In these buildings there are
1106 trade/workshops, and 8194 dwelling units. The population of the neighborhood is 17,917. Adding, the area is approximately 47 hectare.
64
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Figure 2. The photos of Güzelyalı Neighborhood that captured in December, between 9 a.m. and 12 a.m.
(Reference: Miray Işıldak and Çağlar Özkaçar archive)
According to ground floor land use analyses, %59.4 of the buildings are dwellings, %35.3 are trades. There are some buildings that both have
trade and dwelling units in ground floor which are %3 of the buildings. Besides %1.1 is public enterprise, %0.8 is educational institutions
in the area. Furthermore there are 2 mosques in the study area and one each health and cultural agency. Adding, the above ground floor
analyses show that the upper floor mostly is dwellings (%93.2).
The storey numbers analyses show that the storeys are differ between 1 to 9 floors. Almost half of the buildings have 5 storeys (%48.5).
%19.2 of the buildings have 4, %9.7 have 8 and %7.6 have 6 storey. The higher buildings (7-9 storey) in which the ground floor land use are
generally trade, are located on Mithatpaşa and İnönü avenues’ axial.
65
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Figure 3. Güzelyalı Neighborhood Render
The study area searched by ground floor ratio and above floor ratio. According to this, the mean ground floor ratio is 0,67 (Min=0,01,
Max=0,86, SD=0,16) and the mean above floor ratio is 3,46 (Min=0,01, Max=6,11, SD=1,09). The results show that Guzelyalı neighborhood
has a high building density and more than half of the building blocks are constructed.
Figure 4. Güzelyalı Neighborhood Ground Floor, Above Ground Floor Land Use and Storey Status
66
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Figure 5. Floor Ratio and Storey Ration of Building Blocks
3.2 Building Block Classification
In the study area, there were 82 structured building blocks. There were classified into two groups: (1) quantitative data and (2) formal data.
Quantitative data groups also divided into two: (1) size grade and (2) fullness-emptiness. Mean size of the builds were found 3822.2 m²
Min=265, Max=22446, SD=3948.26). As seen in Figure 6, the sizes are variable. However, the variability of the size of the building blocks are
not found related. So, the relation between size and orientation could be ignored.
The fullness-emptiness analyses shows that in the floor area the buildings are filled with the mean of %67.06 (Min=1.18, Max=85.82,
SD=16.14). With the increase of fullness, the distances between buildings are decreasing. Thereby nearly half of the buildings could not
benefit from solar gain.
Figure 6. Size (m2) and Fullness-Emptiness of Building Blocks
67
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Formal data groups were divided into two: (1) geometric form and (2) yard presence. According to geometric form, the building blocks
were analyzed by quadrilateral, polygonal, linear and triangular forms. Adding to this, yard presence was analyzed by front yard, back yard,
courtyard and no yard.
Geometric form analyses show that the linear building blocks which located on east-west axial were more appropriate for sustainability
criteria, thereby, these types of building blocks could benefit from passive solar gain and passive cooling/ventilating.
The yard presence analyses show that the building blocks that have back and/or front yards, have a stable distance between buildings. This
achieves passive design principles for the buildings. Unlike this situation, the building blocks that have courtyards allow no suitable distances
between buildings. Further, because of irregular size of the courtyards, the function of a courtyard could not be observed. Adding, the building
blocks without yards are generally have linear forms which are more suitable for the sustainability principles for the study area.
Figure 7. Building Blocks by Geometric Form and Yard Presence
3.3 The Possibilities of Passive Heating/Enlightening of Building Blocks
For passive design advantage and determining the solar heating possibilities, sun diagrams and shadow masks are in use (Özmehmet, 2005).
For such analysis, the building blocks were simulated in three dimensional by Autocad program. The insolation and shade conditions that
occur in the dates of March 21th, June, 22th, September 21th and December 21th and the hours of 9 a.m., 12 a.m. and 3 a.m. are shown in
Figure 8.
As seen in Figure 8, some of the building blocks have a lack of solar gain in particular time intervals. The sun reflections generally accrue for
south façades without a difference between summer and winter. However the building block arrangement, different heights of buildings and
the unfavorable distance between them cause an unequal solar gain for the buildings.
68
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Figure 8. Sun Position and Shadow Length of Güzelyalı Neighborhood
(Reference: The renders were made depending on the graphs on Özmehmet, 2005)
69
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
3.4 The Possibilities of Passive Cooling/Ventilating of Building Blocks
In summer, the prevailing winds direction is from west. Therefore, the structure of the west axis should not prevent achieving the passive
cooling/ventilating facilities. Analysis show that there are no preventable structures of west axis, on the other hand the building block
arrangement are not providing air channel for circulation (Figure 9).
Figure 9. East and West Façade Renders
In winter, the prevailing winds direction is from south and southeast. In the study area, the north and south façade’s are structured by 7 and
upper storey buildings. As a result of this block effect, the prevailing winds’ effect for inner parts is reduced (Figure 10).
Figure 10. South and North Façade Renders
70
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
4. Conclusion
This study investigated the effect of building block design on sustainability criteria. Results support that building block design is related with
a building’s sustainability level. Particularly urban design and planning have competence of making a decision on building blocks on the basis
of geographic and climatic data of local. However there was no such a design in the study area.
In this study, the building blocks were exclusively investigated via three dimensional simulations and land use status. Future research could
study on statistically related factors for the correlation between building block design and sustainability to generalize the findings. Adding to
this, for the reason that this study investigated only orientation for sun and wind, future research could search for other neighborhood design
factors that probably related with passive design criteria.
In conclusion, the planning decisions that exclude the life quality criteria and cause irregular urbanization, has an effect of unhealthy urban
spaces. Therefore, creating design guidelines according to local geographic and climatic data could be more helpful to minimize the energy
consumption against one type of construction conditions that are supported by today’s legislation.
Acknowledgement
The concept of this study was prepared for the lecture of URD 5073 Building Block Design Criteria which lectured by Assist. Prof. Dr. Ahu
Dalgakıran Erdoğan for Urban Design Doctoral Program in Dokuz Eylul University the Graduate School of Natural Science. The spatial data was
gathered and photographed by Miray Işıldak and Çağlar Özkaçar.
REFERENCES
• Özmehmet, E. (2005). Sürdürülebilir mimarlık bağlamında Akdeniz iklim tipi için bina modeli önerisi. İzmir: DEÜ, Fen Bilimleri Enstitüsü,
Doktora Tezi.
• Randall, T. (2006). Environmental Design: An Introduction for Archıtects and Engineers (3. Baskı). New York: Taylor & Francis Inc.
• Konak Belediyesi (2012). Güzelyalı Mahallesi Bilgileri. http://www.konak.bel.tr/mahalleler.php?isl=43, alınma tarihi: 10.01.2013.
• Meteoroloji 2. Bölge Müdürlüğü (2012). İzmir İlinin İklim Durumu. http://www.izmir.mgm.gov.tr/FILES/iklim/izmir_iklim.pdf, alınma tarihi:
11.01.2013.
71
2. OTURUM / SESSION 2
YAŞANABİLİR KENTLER / UYGULAMALAR
LIVEABLE CITIES / PRACTICES
Neslihan DOSTOĞLU / Oturum Başkanı - Chairperson
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
KENT İÇERİSİNDEKİ POST - ENDÜSTRİYEL ALANLARA
YÖNELİK PEYZAJ STRATEJİLERİ
Dr. Meltem ERDEM
İstanbul Teknik Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü, İstanbul
ÖZET
Bir çok ülkede, endüstri sektöründeki gerileme kent içerisinde atıl endüstriyel alanların oluşumuna neden olmuştur. Ekonomik yapıdaki
değişimler, endüstriyel tesislerin desantralizasyonu ve seri üretim süreçleri, endüstri kentlerinde, bu alanların kamusal mekanlara dönüşümüne
yönelik planlama ve tasarım stratejilerini beraberinde getirmiştir. Kent merkezinde yer alan ve işlev dışı kalan post-endüstriyel alanlar, çevre
kalitesi ve kentsel yaşantı üzerinde olumsuz etkilere sahiptir. Bu bakımdan kent dokusu içerisinde atıl hale gelen endüstri kökenli bu alanların
dönüşümü kentlerin sürdürülebilirliği ve yaşam kalitesi bakımından bir gereklilik haline gelmiştir.
Endüstriyel alanların dönüşümü 20. yy’ın sonlarından beri planlama ve tasarım disiplinleri ve politikacıların gündeminde yer almaktadır.
Bu alanların çeşitli işlevlerle kent kurgusuna katılmasını öngören çağdaş yaklaşımlar çevresel ıslah ve mekanın yeniden değerlendirmesi
konularına odaklanmaktadır. Almanya’nın Ruhr bölgesinde yer alan Duisburg Nord için üretilen üst ölçekli planlama çalışmaları, Emscher Nehri
boyunca yer alan post- endüstriyel alanların dönüşümüne ve bu tip alanların iyi organize edilmiş tasarım ve planlama stratejileri ile yaşayan
bir çevreye nasıl dönüştürülebileceğine yönelik iyi bir örnek teşkil etmektedir.
Bölgesel ölçekli planlamayı içeren aynı zamanda koridor boyunca birbiri ile ilişkili bir çok küçük mekanın tasarımına odaklanan, sosyokültürel, ekonomik ve ekolojik gelişim amaçlı bir çok farklı fikri bir araya getiren proje, dönüşüm projelerinin karmaşık ve kapsamlı içeriğinin
yansıtmaktadır. Mekana yönelik post-endüstriyel karakteristikler; endüstriyel yapılar ve ilişkili hizmet alanları, endüstriyel alan kullanımına
yönelik izler, ve alanın endüstriyel geçmişi, “post-endüstriyel peyzaj” içeriklerinin geliştirilmesi adına önemli fırsatlar sunmaktadır.
Post-endüstriyel alanlar tasarım ve planlama kararlarının verilmesi sürecinde bir takım zorlayıcı koşullara sahip olmakla birlikte, kent belleğinde
yer eden görkemli estetik yapıları ile “peyzaj” temelli gelişim fikirleri için ortak bir temel sunmaktadır. Bu durum, son zamanlarda belediyeler
tarafından, post-endüstriyel alanların zengin içeriklere sahip kamusal mekanlar olarak dönüştürülmesine yönelik olarak düzenlenen tasarım
yarışmalarında da vurgulanmaktadır.
Bu kapsamda yapılan araştırma, post-endüstriyel alanların kamusal mekanlara dönüşümüne yönelik geliştirilen yaratıcı tasarım senaryolarının
irdelenmesini hedeflemektedir. Araştırmanın metodolojisi, yarışma projeleri sonunda elde edilen post-endüstriyel içerikli tasarım projelerinin
tasarım yaklaşımlarının karşılaştırılmasına dayanmaktadır. Bu kapsamda, farklı peyzaj yaklaşımları projenin konsepti, endüstriyel kullanım
şekli, ıslah için kullanılan teknikler ve tasarım bileşenleri temel alınarak tipolojik olarak sınıflandırılacaktır. Farklı tasarım yaklaşımlarını
değerlendirmeye yönelik olarak sınıflandırma parametrelerinin, endüstriyel geçmişe sahip olan kentlerin sürdürülebilirliğinin sağlamak adına
üretilecek stratejilere ışık tutacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Post-endüstriyel alanlar, kentsel peyzaj, kentsel tasarım, yarılma projeleri, endüstriyel dönüşüm
GİRİŞ
Endüstri sektöründeki gerileme son 50 yılda kentsel doku içerisinde bir çok atıl endüstri alanının gelişimine neden olmuştur. Kentsel içerikte
söz konusu alanlar ekonomik, çevresel ve sosyal açıdan sorunlu bölgeler olarak kentsel gelişimin önündeki en önemli engellerden biri haline
gelmiştir. Toplumun yaşam kalitesi üzerindeki olumsuz etkileri, yeni gelişimler için dezavantajlı konumları (elde edilecek kira ve satış fiyatları
üzerinde etkili olma durumu vb.) ve yeniden geliştirme sürecinde karşılaşılan problemler söz konusu post-endüstriyel alanların olumsuz
yönde damgalanmasına neden olan faktörler arasındadır. Diğer yandan, söz konusu alanların sahip olduğu gerçek veya algılanan endüstriyel
kirlilik konusu yatırımcılar, hükümetler ve toplum bireyleri için öncelikli bir konu haline gelmiştir. Bir çoğu için, bu alanlar çevresel kalitesi
75
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
açısından ekolojik olarak asla tamamen iyileştirilemeyecek olarak bozulmuş alanlardır. Aynı zamanda, terk edilmiş post-endüstriyel alanlar
suç, yoksulluk ve hastalık için uygun zeminler hazırlamaktadır (De Sousa 2008). Çevresel kirlilik, söz konusu kirliliğin bertaraf edilmesi
sürecindeki yasal yükümlülükler, belirsizlik ve negatif piyasa imajı, post-endüstriyel alanların neden olduğu diğer problemler arasında yer
almaktadır (Ekman 2004).
Söz konusu olumsuzlukların yanı sıra post-endüstriyel alanlar uygun yaklaşımlarla kentsel ve bölgesel yenilemeyi tetikleyen katalizörler olarak
değerlendirilmektedir. Genellikle su kenarları ve kent merkezlerine yakın konumları, mevcut alt yapı sistemleri ile birlikte bu mekanları gelişim
açısından avantajlı bölgeler haline getirmektedir (Loures & Panagopoulus 2007). Endüstriyel kirlilik ile ilişkili olan olumsuz özellikleri, yaratıcı
tasarım yaklaşımları kapsamında ele alınacak ıslah çalışmaları ile ortadan kalkmakta ve söz konusu alanlar farklı içerikler ve programlarla
kamusal yaşantıya ve kent kurgusuna dahil olabilmektedirler. Söz konusu post-endüstriyel alanlar aynı zamanda farklı ıslah teknolojilerinin
ve yenilikçi peyzaj tasarım yaklaşımlarının denenebileceği açık laboratuvarlar olarak birer “fırsat mekanı” olarak değerlendirilebilmektedir
(Berger 2006).
Bir çok ülkede hükümetler, sürdürülebilir gelişim gündeminin bir parçası olarak post-endüstriyel alanların yeni işlevler ile yeniden
değerlendirilmesi sonucu elde edilecek ekonomik, ekolojik ve sosyal faydaların henüz farkına varmıştır. Bu bakımdan post-endüstriyel
alanların dönüşümü planlama ve tasarım girişimlerinin ve politikacıların ana gündem maddelerinden biri haline gelmiştir.
Terkedilmiş ve atıl haldeki post-endüstriyel alanlara yönelik çağdaş yaklaşımlar çoğunluklarbu alanların sahip olduğu endüstriyel kirliliği
temizlemeye yönelik ortaya atılan ıslah kavramı ve mekanın çeşitli aktiviteler için kullanımına odaklanmaktadır. Günümüzde kent içerisindeki
avantajlı konumları bu alanların ıslah edilmesini bir zorunluluk haline gelmiştir. İngiltere’de olduğu gibi bazı endüstri ülkelerinde postendüstriyel alanlar sosyal ve ekonomik yenilenme için bir odak olmuştur. Almanya gibi bazı ülkelerde de post-endüstriyel alanlar bölgesel
gelişim stratejilerinin bir parçası olarak değerlendirilmektedir (Guglielmi 2005). Örneğin, Almanya’nın Ruhr bölgesinde yer alan Duisburg
Nord için gerçekleştirilen planlama çalışmaları post-endüstriyel dönüşüm projeleri kapsamın üretilen en iyi uygulamalardan biri olarak
değerlendirilmektedir. Emscher Nehri boyunca uzanan işlevini yitirmiş endüstri alanlarının dönüşümüne odaklanan proje, iyi organize edilen
planlama ve tasarım stratejileri ile degrade olmuş post-endüstriyel alanların yeniden nasıl işlevlendirilebileceğini ve sosyal yaşantının nasıl
canlandırılabileceğini göstermektedir. Büyük ölçekli planlama projesi, koridor boyunca uzanan bireysel mekanların “endüstriyel geçmiş”
teması altında tasarımına yönelik güçlü bir çerçeve sunmak adına farklı fikirleri bir araya getirmiştir (Latz 2001; Weilacher 2007). Sosyokültürel, ekonomi ve ekoloji temelli gelişim hedefleri Duisburg-Nord gibi dönüşüm projelerinin karmaşık yapısına katkı sağlasa da, aynı
zamanda projelerin içerik açısından zenginleşmesini sağlamaktadır.
Post-endüstriyel arazi dönüşümleri endüstriyel geçmişe sahip olan kentler için güçlü bir araç olarak belirginleşmektedir. Zurih’in Neu-Oerlikon
bölgesi için uygulanan dönüşüm projesi mahalle ölçeğinde post-endüstriyel dönüşüme yönelik iyi bir örnek olarak değerlendirilmektedir.
Silah imalatı yapan endüstri tesislerinin bulunduğu bölge, 5000 kişilik nüfusa sahip, tahmini 12.000 yeni iş imkanı ve yeni parkları ile
dönüştürülmüştür (Matthews & Winter 2010). Duisburg-Nord’dan farklı olarak bölgenin yapısal karakteri projenin belirleyici unsuru
olmuştur. Proje kapsamında küçük ölçekli post-endüstriyel mekanların mahalle parkına dönüştürülmesi ön görülmüştür. Projenin altında
yatan fikir endüstriyel bölgede bir dizi açık mekan oluşturarak mahalle için yeni bir vizyon oluşturmak aynı zamanda sosyo-kültürel kimliği
desteklemektir (Şekil 1, Şekil 2).
76
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Şekil 1: Oerlikon Bölgesi Master Plan. Post-endüstriyel grid içerisinde planlanan ve uygulanan yeşil alanlardır
(Matthews & Winter 2010).
Şekil 2: Oerlikon yeni gelişim bölgesi içerisindeki mahalle parkları.(Url 1-2-3-4).
77
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Post-endüstriyel alanlar bir takım problemlere sahip olsa da, kent belleğinde yer eden görkemli estetik yapıları ile “peyzaj” temelli gelişim
fikirleri için ortak bir temel sunmaktadır. Bu durum, son zamanlarda belediyeler tarafından, post-endüstriyel alanların zengin içeriklere sahip
kamusal mekanlar olarak dönüştürülmesine yönelik olarak düzenlenen tasarım yarışmalarında da vurgulanmaktadır.
Bu kapsamda yapılan araştırma, post-endüstriyel alanların kamusal mekanlara dönüşümüne yönelik geliştirilen yaratıcı tasarım senaryolarının
irdelenmesini hedeflemektedir. Araştırmanın metodolojisi, yarışma projeleri sonunda elde edilen post-endüstriyel içerikli tasarım projelerinin
tasarım yaklaşımlarının karşılaştırılmasına dayanmaktadır. Bu kapsamda, farklı peyzaj yaklaşımları projenin konsepti, endüstriyel kullanım
şekli, ıslah için kullanılan teknikler, temsil biçimleri ve tasarım bileşenleri temel alınarak tipolojik olarak sınıflandırılacaktır. Farklı tasarım
yaklaşımlarını değerlendirmeye yönelik olarak sınıflandırma parametrelerinin, endüstriyel geçmişe sahip olan kentlerin sürdürülebilirliğinin
sağlamak adına üretilecek stratejilere ışık tutacağı düşünülmektedir.
Post-Endüstriyel Peyzaj’ın Doğası
Post-endüstriyel peyzaj, daha öncesinde üretim amacına hizmet eden ancak zamanla kullanım dışı kalmış endüstriyel, terk edilmiş kentsel
alanları temsil etmektedir. Endüstriyel aktiviteler sonucu oluşan çevresel kirlilik (toprak, yeraltı ve yerüstü suları, vejetasyon vb.) ve terk
edilmiş olma durumu bu alanları karakterize eden en önemli iki göstergedir. Ortak ekonomik mücadeleden etkilenen ve söz konusu alanların
yakın çevresinde yaşayan toplum da söz konusu peyzajın bir parçasıdır. Birbiri ile ilişkili süreçler ile birlikte çevre endüstriyel alanlar ve
toplum arasında, yapısal ve doğal yapı ve işlev arasındaki mekânsal ilişkilerde ortak- paydaların doğmasına neden olmaktadır. Boşluklar
ve bozulmuş sistemler post-endüstriyel peyzajı tarif etmektedir. Boşluklar terkedilmiş endüstriyel alanları temsil ettiği gibi aynı zamanda
mahalle içindeki terk edilmiş bölgelere referans vermektedir. Bozulmuş sistemler, fırsatlardan yoksun olma durumu, fakirleşme ve çevresel
kirlilikten etkilenen sosyal, ekonomik ve ekolojik işlevlerle ilişkilidir. Bu tip alanlarda boşlukların doldurulması ve bozulmuş sistemlerin restore
edilmesi gerekmektedir (Ekman 2004). Bu alanlar kent dokusu içerisinde çevresel açıdan zorlayıcı, ekolojik açıdan dengesi bozulmuş ve
sosyal açıdan gerilim altında bulunan alanlardır.
Post-endüstriyel alanlar karmaşık doğalarına referans veren bir takım ortak özelliklere sahiptir:
• Konum: Bir zamanlar kent çeperinde yer alan post-endüstriyel alanlar zamanla kentin mekânsal büyümesi sonucunda kent merkezine yakın
bir konumda kalmıştır. Kent merkezine olan yakın konumları bu mekanları kentsel yenileme açısından cazip mekanlar haline getirmektedir.
Kentsel konumları, bu alanların yeni işlevler ve yeni ekolojileri ile birlikte kent kurgusuna katılımını açısından bir avantaj sağlamaktadır.
• Kirlilik: Post-endüstriyel alanların bir çoğunda toprak ve yeraltı suları, bir önceki endüstriyel üretimin şekline ve üretim sürecine bağlı olarak,
insan ve çevre sağlığını tehdit eden kimyasallarla kirlenmiştir. Söz konusu kirlilik gerçek/ bilinen veya şüphelenen kirlilik olmak üzere, bu
alanların kötü şöhrete sahip olmasındaki en önemli unsurlardan biridir (De Sousa 2008).
• Endüstriyel yapılar: Bir çok post-endüstriyel alan bir önceki endüstriyel üretime hizmet eden endüstri yapılarını içermektedir. Ölçek olarak
çevresindeki yapılara nazaran baskın konumda olan bu yapılar, kent peyzajında güçlü bir imaj yaratan görkemli bir karakter yaratmakta ve bu
mekanlar tasarımcılar tarafından cazip performans alanları olarak değerlendirilmektedirler. Aynı zamanda söz konusu endüstri yapıları 20. yy
teknolojisini yansıtan endüstriyel miras alanları olarak kent kurgusunda yer almaktadır (Yıldırım & Erdem 2012) .
• Mekansal Kurgu: Post-endüstriyel peyzajlar genellikle belirli bir endüstriyel üretim sürecine hizmet eden belirli bir mekânsal kurguya sahiptir.
Söz konusu kurgu, üretim için temel olan endüstri yapılarının mekânsal dağılım ve bu yapılar arasındaki boşluklarla tanımlanmaktadır. Büyük
ölçekleri ve kullanılan materyaller ile bu alanlar bulundukları bölgenin baskın mekânsal öğeleridir ve endüstriyel üretim şekline bağlı olarak
farklı karakteristiklere sahiptirler.
• Altyapı: Post-endüstriyel peyzajlar endüstriyel üretim için gerekli olan ve iyi bir şekilde organize olmuş bir alt yapı ağına sahiptirler. Kullanım
dışı olma durumu nedeni ile söz konusu ağ sistemi herhangi bir bakım işlemi uygulanmaksızın çürümeye bırakılmıştır. Bazı örneklerde, ıslah
ve tasarım senaryoları dahilinde bu alt yapı sistemlerinin mekânsal yapıları altlık olarak kullanılmakta ve farklı temalara hizmet edecek şekilde
yeniden işlevlendirilmektedir.
• Endüstriyel Ekoloji: Bazı çalışmalar, post-endüstriyel alanların biyoçeşitliliğe katkı yapan bir tür çeşitliliğine sahip olduğunu ve bu nedenle
bu alanların olduğu gibi bırakılması gerektiğini savunmaktadır (Pearce 1998; Harrison & Davies 2002 ,in de Sousa 2008). Uygun koşullarda,
endüstriyel süreç özgün bitki toplumlarına sahip olan peyzajlar yaratmaktadır (Sharkey 2005).
Örneklem Alanları: Peyzaj Stratejileri
78
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Çalışma kapsamında dünyanın farklı coğrafyalarında yer alan 65 adet post-endüstriyel peyzaj tasarım projesi araziyi dönüştürme eğilimlerine
göre tanımlanmış ve ıslah projelerinin kapsamının ne kadar geniş olabileceği gösterilmiştir. Söz konusu degrade olmuş alanlar kent
meydanından doğal yaşam alanına kadar değişen bir aralıkta çeşitli tipolojilerle yeni kamusal mekanlara dönüştürülmüştür (Tablo 1). 65 adet
örneğin tanımlanmasından sonra uluslararası tasarım yarışmaları sonucunda elde edilmiş 10 adet örnek ortaya koydukları tasarım stratejileri
kapsamında detaylı olarak incelemiştir (Şekil 3, Şekil 4). 10 adet örnek aşağıdaki kriterler doğrultusunda seçilmiştir:
• Projenin içeriğinde yer alan ıslah teknikleri ile ilgili verilere ulaşabilme
• Proje alanı içerisinde endüstriyel yapıların varlığı
• Endüstriyel yapılar tarafından işgal edilen arazinin büyüklüğü
• Önceki endüstriyel aktivite tipindeki çeşitlilik
• Araziyi dönüştürme şeklindeki çeşitlilik
Her bir proje, söz konusu atıl alanları kent kurgusuna entegre etmeye yönelik “peyzaj” temelli stratejilere referans veren, yaratıcı çözümler
kapsamında seçilmiştir. Bu bakımdan projeler tasarım konsepti, endüstriyel kullanım şekli, ıslah için kullanılan teknikler ve tasarım bileşenleri
temel alınarak tipolojik olarak sınıflandırılmıştır (Tablo 2, Tablo 3). Söz konusu post-endüstriyel alanlar, kent meydanından kent parklarına
kadar değişen bir aralıkta farklı mekânsal tipolojiler ve ölçeklere sahiptirler.
79
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Şekil 1: Araştırmaya konu olan post-endüstriye projeler
80
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Şekil 3: Post-Endüstriyel Peyzaj Tasarım Örnekleri (Url -5,6,7,8,9,10,11,12,13,14)
Şekil 4: 10 Post-Endüstriyel Peyzaj Tasarım Örneği- Alanlar
81
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Tablo 2: Post-Endüstriyel Peyzaj Tasarım Projelerinin İncelenmesi- Peyzaj Stratejileri 1
82
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Tablo 3: Post-Endüstriyel Peyzaj Tasarım Projelerinin İncelenmesi- Peyzaj Stratejileri 1
83
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Çalışma kapsamında yapılan incelemeler sonucunda post-endüstriyel deneyimler sonucu elde edilen peyzaj tasarım yaklaşımları aşağıdaki
gibi sınıflandırılabilir:
1.Çok İşlevli Peyzajlar: Post-endüstriyel peyzajlar tek bir mekanın birden fazla işlev için kullanılmasını öngören çok işlevli bir yapı sunmaktadır.
Post-endüstriyel bir meydan aynı zamanda farklı aktiviteler için kullanılan bir performans yüzeyi veya sergi mekanına dönüşebilirken,
tasarlanmış bitkisel yüzeyler ıslah sürecinin gerçekleştiği ekolojik cepler olarak aynı zamanda görselliği ile ilgi çeken tematik bahçeler olarak
hizmet verebilir. Projelerin kültürel, ekolojik ve tarihsel içerikleri post-endüstriyel peyzajların çok işlevli yapısına katkı sağlayan önemli
girdilerdir.
2.Adapte Olan Peyzajlar: Post-endüstriyel peyzajlar mevcut endüstri yapılarının yeniden işlevlendirilerek kullanılması ile adapte olabilen
tasarım çözümleri sunmaktadırlar. Endüstriyel tesise ait mevcut mekânsal kurgu yeni kullanımlara iskelet oluşturacak şekilde yeniden
yorumlanmaktadır. Bu bakımdan mekan rekreasyon, tema bahçeleri veya toplumun alanın endüstriyel geçmişi hakkında bilgilendirileceği
küçük deneysel mekanlar olarak yeniden işlevlendirilmektedir.
3.Süreç Temelli Peyzajlar: Post-endüstriyel peyzajlar, bitkisel materyalin topraktaki kimyasal kirleticilerin temizlenmesi adına kullanılmasına
hizmet eden süksesyonel büyüme senaryolarını öneren tasarımlarla süreç temeline dayalı bir kurguya sahip olmaktadır. Bitkilerin süksesyonel
bir şemada alanın ekolojisi ve ekolojik ıslah metodolojisine bağlı olarak, kullanımı zamanla değişen bir peyzaj karakterinin gelişmesine neden
olmaktadır.
4.Yapılaşmış Peyzajlar: Bazı post-endüstriyel peyzaj tasarım stratejileri tüm endüstriyel yapının önerilen proje için altlık olarak kullanımını
öngörmektedir. Burada uygun yüzey yapılandırma çalışmaları ile yapının kendisi bir kent yüzeyine dönüşürken bazı örneklerde geçmiş
endüstriyel kimliğe referans vermek adına düşeyde katmanlaşan bir yapı sunan hafif strüktürel entegrasyonları kullanmaktadır.
5.İz Peyzajları: Post-endüstriyel alanlar, geçmiş endüstriyel üretime ait izleri koruyarak toplumu alanın endüstriyel geçmişi hakkında
bilgilendirmektedir. Söz konusu izler endüstriyel miras olarak kent dokusuna katılmaktadır. Tasarım mevcut dokular ve izlerden yola çıkan
mekansal bir kurgu önermektedir. Burada endüstriyel yapılar yeni işlevleri ile birlikte kent dokusu içerisinde önemli odaklar haline gelmektedir.
Söz konusu yaklaşım ile, endüstriyel içerikli yapının tamamen korunması, yapılacak minimal müdahaleler, malzemelerle iyileştirmenin
yapılması ve mevcut altyapıyı kullanarak alanın yeni içeriklerle kent kurgusuna katılımının sağlanmasını hedeflenmektedir.
SONUÇ
Ekonomide yaşan yeniden yapılanma süreci, kentlerin, işlev dışı kalan endüstriler tarafından üretilen, kullanılmayan, atıl hale gelmiş arazilerin
neden olduğu problemlerle yüzleşmesine neden olmuştur. Bir zamanlar kent çeperinde yer alan bu alanlar zamanla kentsel yaşantının aktif
olarak devam ettiği merkeze yakın kesimler haline gelmiş ve çevreyi tehdit eden bir dizi probleme neden olmuştur. Söz konusu atıl alanların
neden olduğu çok yönlü problemler, hükümetleri bu alanları yaşayan kamusal mekanlara dönüştürülmesine yönelik bir takım önlemler
almaya sevk etmiştir. Bu kapsamda bu alanları yeni işlevleri ile kent dokusuna kazandırmaya yönelik yaratıcı çözümlere ulaşmayı hedefleyen
proje yarışmaları güçlü bir araç olarak gündeme gelmiştir. Post-endüstriyel alanların doğaları, ıslah stratejilerini mekansal tasarım süreci ile
buluşturan tasarım çözümlerinin ürettiği peyzaj temelli yaklaşımlara referans vermektedir. Bu bakımdan, bu mekanlar yeni tasarım fikirleri ve
peyzaj temelli yaklaşımlar için uygun bir zemin hazırlayan “fırsat mekanları” olarak değerlendirilmelidir.
Bu kapsamda 10 adet post-endüstriyel peyzaj tasarım projesi, projenin içeriği, önceki endüstriyel üretim biçimi, ıslah tekniği ve tasarım
bileşenleri kapsamında irdelenmiştir. Sonuç olarak post-endüstriyel tasarım yaklaşımları kavramsal olarak beş grup altında toplanıştır; çokişlevli peyzajlar, adapte olan peyzajlar, süreç temelli peyzajlar, yapılaşmış peyzajlar ve iz peyzajları. Söz konusu tasarım yaklaşımları, postendüstriyel içerikte kent meydanı, kent parkı, doğal alan, mahalle parkı vb. farklı kentsel mekan tipolojilerinin üretilmesinde kullanılabileceği
gibi farklı şekillerde yorumlanarak çağdaş peyzaj tasarım senaryoları için de kavramsal bir altlık olarak kullanılabilir.
KAYNAKLAR
• Berger, A. 2006. Drosscape: wasting Land in Urban America. Princeton Architectural Press.
• De Sousa, C.A. 2008. Brownfields redevelopment and the quest for sustainability. Elsevier.
• Ekman, E.W. 2004. Strategies for Reclaiming Urban Post-Industrial Landscapes. Master Thesis. Massachussets
Institute of Technology.
• Guglielmi, Andrew O. 2005. Recreating the Western City in a Post-Industrialized World: European Brownfield Policy
and an American Comparison. Buffalo Law Review: 1273- 1312.
84
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
• Harrison, C., Davies, G. 2002. Conserving biodiversity that matters: Practitioners’ perspectives on brownfield
development and urban nature conservation in London. Journal of Environmental Management, 65, pp.95-108.
• Latz, Peter. 2001. Landscape Park Duisburg-Nord: the metamorphosis of an industrial site, in Manufactured Sites:
Rethinking the Post-Industrial Landscape, ed. Nial Kirkwood, Taylor & Francis: 150-161.
• Louires, L., Panagopoulus. T. 2007. Sustainable Reclamation of Industrial Areas in Urban Landscape. Sustainable
Development and Planning III. pp 791-800.
• Matthews, J., Winter, M. 2010. MFO Park, Zurich, Switzerland, Multi-Tiered Vine Park, accessed in 2. 02.2013,
accessed from, http://courses.washington.edu/gehlstud/WEBSITE_CONTENT/Winter2010/MFOpark.pdf
• Pearce, F.1998. A Real Waste: Focus bulldozing disused city land to meet housing needs could be far worse for
conservation then using open countryside. New Scientist, 11, pp. 20-21.
• Sharkey, W., 2005. What’s green in Brown? A literature review of “Green” language in Brownfield Research.
Milwaukee: graduate research paper, University of Wisconsin Milwaukee, Department of Geography.
• Yıldırım, B., Erdem, M. 2012. Remediation By Design: Gas Works of Istanbul. GreenAge Symposium II. Sustainable
Society and Green Economy. 26-27 April. Istanbul
• Weilacher, Udo. 2007. Duisburg - Nord Landscape Park, in Syntax of Landscape, The Landscape Architecture of Peter
Latz and Partner, ed. Udo Weilacher, Birkhauser Architectur Press.
• Url-1 < http://www.google.com.tr/search?q=parks+in+oerlikon+zurich&hl=en&client= safari&tbo=d&rls=en&
source=lnms&tbm=isch&sa=X&ei=csoLUeG9D4aLtAbWr4CgBA&ved=0CAoQ_AUoAA&biw=1245&bih=689 >
alındığı tarih 02.03.2013
• Url-2 < http://www.nytimes.com/2009/06/09/arts/design/09highline-RO.html?_r=0>, alındığı tarih
03.03.2013
• Url-3 < http://www. urbangreens.tumblr.com-mfo >, alındığı tarih 02.03.2013
• Url-4 < http://www. panoramio.com/photo/11481907 >, alındığı tarih 02.03.2013
• Url-5 < http://landscapeandurbanism.blogspot.com/2008/11/detroit-dilemma.html >, alındığı tarih 02.03.2013
• Url-6 < http://de.wikipedia.org/wiki/Datei:Zuerich_Neu_Oerlikon_MFO-Park.jpg >, alındığı tarih 02.03.2013
• Url-7 < http://www.hassellstudio.com/en/cms-projects/detail/coal-loader/>, alındığı tarih 02.03.2013
• Url-8 < http://www.triposo.com-aerial>, alındığı tarih 02.03.2013
• Url-9 <http://tincantraveler.com/2012/06/18/ten-ways-to-turn-an-industrial-ghost- town-into-an-eclectic paradigm-188/ >, alındığı tarih 0303.2013
• Url-10 < http://www.archdaily.com/253647/genk-c-mine>, alındığı tarih 02.03.2013
• Url-11 < http://www.landezine.com/index.php/2010/11/ballast-point-park-by- mcgregorcoxall-landscape architecture/ >, alındığı tarih 02.03.2013
• Url-12 < http://architypesource.com/projects/914-the-steel-yard/description > alındığı tarih 02.03.2013
• Url-13 <http://www.westergasfabriek.nl >, alındığı tarih 02.03.2013
• Url-14 < http://www.tzg.com.au/projects/paddington-reservoir>, alındığı tarih 02.03.2013
85
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
FROM VACANCY TO OCCUPANCY: LANDSCAPE STRATEGIES
FOR POST - INDUSTRIAL SPACE IN URBAN ENVIRONMENT
Dr. Meltem ERDEM
Istanbul Technical University, Department of Landscape Architecture, Istanbul
ABSTRACT
Industrial decline gave rise to the emergence of derelict industrial sites within the urban pattern in many countries. Change in the economic
structure, relocation of industries and change in the production process contributed remarkably to the shift in design and planning strategies,
developed for the city that have an industrial background, to transformation of those spaces into public spaces. The location of those sites
usually in the urban center brings some problems in terms of physical quality of the environment and social life.
Transformation of industrial sites has become one of the major topics for planning and design initiatives as well as policy makers since late
twenties. Contemporary approaches to abandoned and derelict sites are mostly driven by the notion of reclaiming and revaluating the space
for a variety of uses. Duisburg Nord in Ruhr region of Germany can be evaluated as one of the best practices concentrated on transformation
of the industrial areas along the Emscher River and shows how a well defined strategies can bring life back to the area. The different aspects
of this large scale planning project brings together different ideas to create a robust framework for the design of the small scale sites
along the corridor with the strong theme of industrial past. Socio-cultural, economic and ecologic development objectives can contribute
to the complexity of the transformations project like Duisburg-Nord, but also enriches the context of the projects. Post-industrial spatial
characteristics; industrial buildings and associated services, traces from former usage of the land and industrial history are appreciated as a
potential for the revitalization of the site with an emphasis of post-industrial landscapes.
Although post-industrial sites have posed some problems, they also propose a common ground for the “landscape” based ideas with their
sublime aesthetics. This situation has been articulated by the recent design competitions that are opened by the municipalities to find
plausible solutions for post-industrial sites for the future uses.
With this respect, this paper aims to investigate landscape strategies that is emerged from the innovative design scenarios developed for
transformation of post-industrial spaces in urban environment. The methodology of the study is based on comparison of design approaches
of competition projects proposed for post-industrial sites. In the context of the study, the landscape approaches will be classified according
to concepts, type of industrial production, remediation techniques and design components. The classification of the design approaches will
help to develop novel strategies to promote sustainability in the urban environment that has an industrial background.
Keywords: Post-industrial land, urban landscape, urban design, competition projects, industrial transformation
INTRODUCTİON
Industrial decline gave rise to the emergence of derelict industrial sites within the urban pattern over last few decades. In the urban context
those sites pose some challenges from economic, environmental and social standpoint and become a barrier for development. The negative
impact of post-industrial sites on community quality of life, the difficulties they pose as locations for new development (which ultimately
influences the value of rent or sale price that can be attained) and the obstacles encountered during the redevelopment process (which
attained) are some of the problems that stigmatized those properties. Especially those sites obstructs redevelopment efforts due to high
costs associated with assessment and cleanup and tend to generate low return in terms of rent or market value. Indeed many sites generate
little or no property tax revenue for local municipalities which ultimately affects the municipality’s ability to deal with them (Ekman 2004).
On the other hand real or perceived contamination become one of the major concerns of developers, governments, and members of the
community. For many, these sites are also perceived as being environmentally impaired areas where ecological renewal is futile. Also postindustrial sites with their abandoned character are perceived as places of crime, proposes, poverty, and blight (De Sousa 2008). Concern on
87
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
contamination liability, elevated uncertainty and negative market image also some other negative aspects of brownfields (Ekman 2004).
On the other hand, if approached properly, post-industrial sites can be a catalyst for urban and regional regeneration. Their locations
near city center, along waterways make those spaces advantageous for development that is supported by existing infrastructure (Loures
& Panagopoulus 2007). The stigma associated with the contamination can be dealt with remediation programs which are pursued by
innovative design approaches to reintegrate those sites into public life and urban setting with diverse programs. They can also be appreciated
as “opportunity spaces” as laboratories to perform remediation technologies and new landscape design practices (Berger 2006).
Governments in most industrialized nations have recently recognized the environmental, social and economic benefits of reusing postindustrial sites with respect to sustainable development agenda. Therefore, transformation of post-industrial sites has become one of the
major topics for planning and design initiatives as well as policy makers.
Contemporary approaches to abandoned and derelict sites are mostly driven by the notion of reclaiming and revaluating the space for variety
of uses. Today it becomes an imperative to treatment of those degraded lands due to their advantageous location near city centers. In the
context of land reclamation programs in some industrialized countries such as England, post-industrial sites become a focal point for social
and economic regeneration. On the other hand in some European countries such as Germany, post-industrial sites are developed as a part
of regional development strategies (Guglielmi 2005). For example, Duisburg Nord in Ruhr region of Germany can be evaluated as one of
the best practices concentrated on transformation of the industrial areas along the Emscher River and shows how a well defined strategies
can bring life back to the area. The different aspects of this large scale planning project brings together different ideas to create a robust
framework for the design of the small scale sites along the corridor with the strong theme of industrial past (Latz 2001; Weilacher 2007).
Socio-cultural, economic and ecologic development objectives can contribute to the complexity of the transformations project like DuisburgNord, but also enriches the context of the projects.
Post-industrial land transformation is appreciated as powerful strategies for the cities that have an industrial past. The Neuoerlikon district
in Zurich represents one of the best practices in the field of post-industrial transformation at the neighborhood scale. The whole district was
used as weapons production and testing complex. The district is redeveloped; with 5,000 new inhabitants, an estimated 12,000 new jobs,
and new parks (Matthews & Winter 2010). Unlike Emscher park the built environment of the district is the prominent deterministic feature
of the project. The project foresees the transformation of small-scale post-industrial sites into neighborhood parks. The underlying idea
behind the project was to create a series of open spaces within the industrial district to create a new vision for the neighborhood and foster
socio-cultural identity (Figure 1, Figure 2).
Figure 1: Master Plan of Oerlikon redevelopment. The green areas indicate the planned and implemented urban green spaces within
the post-industrial grid (adapted from Matthews and Winter, 2010).
88
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Figure 2: Series of open spaces in the context of Oerlikon redevelopment plan (Url 1-2-3-4).
Although post-industrial sites have posed some problems, they also propose a common ground for the “landscape” based ideas with their
sublime aesthetics. This situation has been articulated by the recent design competitions that are opened by the municipalities to find
plausible solutions for post-industrial sites for the future uses.
With this respect, this paper aims to investigate landscape strategies that is emerged from the innovative design scenarios developed for
transformation of post-industrial spaces in urban environment. The methodology of the study is based on comparison of design approaches
of competition projects proposed for post-industrial sites. In the context of the study, the landscape approaches will be classified according
to concepts, type of industrial production, techniques, representation modes and design components. The classification of the design
approaches will help to develop novel strategies to promote sustainability in the urban environment that has an industrial background.
The Nature of Post-Industrial Landscapes
The post-industrial landscape represents an urban area once defined by productive industrial uses that are now underused, idled and mostly
abandoned. The stigma of dereliction and real or perceived contamination presently characterize these industrial sites. The surrounding
community, when affected through shared economic struggle, also composes this landscape. An environment with interrelated processes
creates commonality with the industrial sites and community, a site-context relationship between built and natural structure and function.
Voids and degraded systems describe the post-industrial landscape. The voids represent the abandoned industrial sites, as well as
desertion in the neighborhoods. The degraded systems relate to social, economics and ecological function affected by a lack of opportunity,
89
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
impoverishment, and environmental contamination and pollution. The voids need to be filled and the degraded systems restored (Ekman
2004). Those sites are environmentally challenging and ecologically disturbed and socially stressed areas stand out in the urban fabric.
Post-industrial sites, have some common characteristics that give reference to the complex nature of those sites:
• Location: Once located at the urban periphery now became city center as the cities grown though periphery. The close location to urban
center makes those spaces favorable for urban regeneration. Their urban location make those sites advantageous for innovative designs to
reintegrate those piece of land to the urban landscape with prospective functions, and new ecologies.
• Contamination: The known or suspected presence of contamination is one of the primary concerns for developers, governments, and
members of the community. Depending on the type of production and the manufacturing process the land in post-industrial sites are
contaminated with chemicals (De Sousa 2008).
• Industrial Structures: Most of the post-industrial land have the structures of the former industrial production. The scale of those structures
offers a sublime character that creates a strong image for landscape and make those spaces attractive for designers. Also those industrial
structures reflects the technology of 20th century industries and became industrial legacy within contemporary urban setting (Yıldırım &
Erdem 2012).
• Spatial Configuration: Post-industrial landscapes generally have a specific spatial configuration serves to industrial manufacturing process.
This configuration emerged from the spatial distribution of industrial structure and the voids between those structures. In these areas the
land is covered by structures which are fundamental for production. With their huge scale and materials, these structures have dominance
on the land where they are located. Industrial areas have a different characteristics depend on the industrial activity.
• Infrastructure: Post-industrial landscapes have well organized network of infrastructure which is required for the industrial production
process. Due to the underuse of the space those infrastructures are left to decay without any maintenance work. In some cases as a part of
reclamation and design scenario those infrastructures are used as a layout and turn into use with different thematic contents.
• Industrial ecology: Some studies propose that, because of the high levels of biodiversity often found within them, many post-industrial
sites should be left “as is” (Pearce 1998; Harrison &Davies 2002 ,in de Sousa 2008). In a handful of situations, industrial processes have
created distinctive landscapes that have resulted in unique plant communities (Sharkey 2005).
Identified Case Studies
In the context of the research 65 post-industrial landscape design projects from different geographical regions of the world are identified
according to the land transformation attributes to show the extent of the reclamation works. Those degraded lands are transformed into new
public spaces with diverse typologies ranging form urban squares to natural habitat (Table 1). After identifying 65 case studies, 10 of them
which were all shortlisted in international design competition has been selected for further investigation that lead the identification of the
design strategies they arise. Ten case studies are selected according to:
• Existence of available data on remediation techniques
• Existence of industrial structures on the site
• Variation of sizes of the land that is occupied by industrial structures
• Differences in former industrial activities
• Mode of land transformation
Therefore cases are investigated according to: (a) concepts, (b) type of industrial production, (c) techniques and (d) design components
(Table 2, Table 3). Those post-industrial spaces can be reintegrated into urban pattern with different spatial typologies and scales ranging
from urban squares to parklands (Figure 3, Figure 4).
90
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Table 1: Identified Post-Industrial Case Studies
91
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Figure 3: Ten Post-Industrial Cases (Url -5,6,7,8,9,10,11,12,13,14)
Figure 4: Ten Post-Industrial Landscape Design Case- Sıtes
92
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
As a result of this investigation landscape strategies derived from post-industrial experience can be classified as follows:
1. Multi-Functional Landscapes: Post-industrial landscape designs offer a multi-functional setting by using the single space for variety
of uses. A post-industrial square can be used as different activities such as performance ground or exhibition space etc. or designed green
spaces can be used as ecological pocket areas in which remediation process occur as well as used as thematic gardens appreciated for
aesthetic appearance. Cultural, ecological and historical context of the projects contribute to the multifunctional character of the postindustrial landscapes.
2. Adaptive Landscapes: Post-industrial landscapes offer an adaptive design solution by reuse of the existing industrial structures with new
programmatic contexts. The existing spatial configuration of the industrial facility is adapted to new uses as a scaffold. Therefore the space is
reused with diverse programs such as recreational spaces, thematic gardens, small urban laboratories in which public can be informed about
the history of the space etc.
3. Process-based landscapes: Post-industrial landscape designs offer process-based design strategies as the design utilizes successional
growth scenarios by using vegetation pattern to cleanup contaminants from soil. The successional use of the vegetation creates a dynamic
landscape that is changed over time with respect to the sites ecologies and ecological treatment approaches.
4. Structured landscapes: Some post-industrial landscape design strategies underline the use of the whole industrial structure as a base for
the proposed design. Here the structure itself become an urban surface to serve for an out door space.
5. Traced landscapes: Post-industrial sites have the ability to inform public about the industrial past of the space by keeping the traces of
the past industrial activity. Those traces are integrated into urban setting as an industrial legacy with sublime aesthetic structures. The design
offers a spatial configuration that is derived from the existing patterns and traces as evidences of the past. Here industrial structures become
a focal point with new functions within the urban pattern.
Conclusion
As a result of economic restructuring cities are facing the problem of derelict land that are left by the closure of industries. Once located in the
urban periphery now occupies the central placed within the urban pattern and cause severe problems that threats the environmental health.
The multifaceted problems caused by those derelict land lead governments to take some measure to transform those derelict lands into
livable public spaces. Project competition is one of the most powerful tools to achieve innovative designs derived from the efforts seeking
creative ways to reintegrate to spaces into urban fabric with new activity programs. The nature of post-industrial sites lead landscape based
design solutions by integration remediation strategies into spatial design process. Therefore those spaces can be evaluated as “opportunity
spaces” as they propose suitable ground for new design ideas and landscape based approaches.
With this context 10 high profile competition projects designed for post-industrial sites are investigated according to the content of the project,
former industrial production type, design elements, representation techniques and remediation methods. As a result design strategies are
conceptually classified into five topics; multi-functional landscapes, adaptive landscapes, process-based landscapes, structured landscapes
and traced landscapes which can be within different contexts; urban square, park, parkland, plaza etc. underlines different approaches that
can be adapted into contemporary landscape design scenarios.
93
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Table 2: Examination of Post-Industrial Landscape Design Strategies 1
94
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Table 3: Examination of Post-Industrial Landscape Design Strategies 2
95
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
REFERENCES
• Berger, A.,2006. Drosscape: wasting Land in Urban America. Princeton Architectural Press.
• De Sousa, C.A. 2008. Brownfields redevelopment and the quest for sustainability. Elsevier.
• Ekman, E.W. 2004. Strategies for Reclaiming Urban Post-Industrial Landscapes. Master Thesis. Massachussets Institute of Technology.
• Guglielmi, Andrew O. 2005. Recreating the Western City in a Post-Industrialized World: European Brownfield Policy and an American
Comparison. Buffalo Law Review: 1273- 1312.
• Harrison, C., Davies, G. 2002. Conserving biodiversity that matters: Practitioners’ perspectives on brownfield development and
urban nature conservation in London. Journal of Environmental Management, 65, pp.95-108.
• Latz, Peter. 2001. Landscape Park Duisburg-Nord: the metamorphosis of an industrial site, in Manufactured Sites: Rethinking the Post Industrial Landscape, ed. Nial Kirkwood, Taylor & Francis: 150-161.
• Louires, L. Panagopoulus. T. 2007. Sustainable Reclamation of Industrial Areas in Urban Landscape. Sustainable Development and Planning
III. pp 791-800.
• Matthews, J. Winter, M. 2010. MFO Park, Zurich, Switzerland, Multi-Tiered Vine Park, accessed in 2. 02.2013, accessed from, http://courses.
washington.edu/gehlstud/WEBSITE_CONTENT/Winter2010/MFOpark.pdf
• Pearce, F.1998. A Real Waste: Focus bulldozing disused city land to meet housing needs could be far worse for conservation then using
open countryside. New Scientist, 11, pp. 20-21.
• Sharkey, W. 2005. What’s green in Brown? A literature review of “Green” language in Brownfield Research. Milwaukee: graduate research
paper, University of Wisconsin Milwaukee, Department of Geography.
• Yıldırım, B., Erdem, M. 2012. Remediation By Design: Gas Works of Istanbul. GreenAge Symposium II. Sustainable Society and Green Economy. 26-27 April. Istanbul
• Weilacher, Udo. 2007. Duisburg - Nord Landscape Park, in Syntax of Landscape, The Landscape Architecture of Peter Latz and Partner, ed.
Udo Weilacher, Birkhauser Architectur Press.
• Url-1 < http://www.google.com.tr/search?q=parks+in+oerlikon+zurich&hl=en&client= safari&tbo=d&rls=en&source=lnms&tbm=isch
&sa=X&ei=csoLUeG9D4aLtAbWr4CgBA&ved=0CAoQ_AUoAA&biw=1245&bih=689 > alındığı tarih 02.03.2013
• Url-2 < http://www.nytimes.com/2009/06/09/arts/design/09highline-RO.html?_r=0>, alındığı tarih 03.03.2013
• Url-3 < http://www. urbangreens.tumblr.com-mfo >, alındığı tarih 02.03.2013
• Url-4 < http://www. panoramio.com/photo/11481907 >, alındığı tarih 02.03.2013
• Url-5 < http://landscapeandurbanism.blogspot.com/2008/11/detroit-dilemma.html >, alındığı tarih 02.03.2013
• Url-6 < http://de.wikipedia.org/wiki/Datei:Zuerich_Neu_Oerlikon_MFO-Park.jpg >, alındığı tarih 02.03.2013
• Url-7 < http://www.hassellstudio.com/en/cms-projects/detail/coal-loader/>, alındığı tarih 02.03.2013
• Url-8 < http://www.triposo.com-aerial>, alındığı tarih 02.03.2013
• Url-9 <http://tincantraveler.com/2012/06/18/ten-ways-to-turn-an-industrial-ghost- town-into-an-eclectic-paradigm-188/ >, alındığı
tarih 0303.2013
• Url-10 < http://www.archdaily.com/253647/genk-c-mine>, alındığı tarih 02.03.2013
• Url-11 < http://www.landezine.com/index.php/2010/11/ballast-point-park-by- mcgregorcoxall-landscape-architecture/ >, alındığı tarih
02.03.2013
• Url-12 < http://architypesource.com/projects/914-the-steel-yard/description > alındığı tarih 02.03.2013
• Url-13 <http://www.westergasfabriek.nl >, alındığı tarih 02.03.2013
• Url-14 < http://www.tzg.com.au/projects/paddington-reservoir>, alındığı tarih 02.03.2013
96
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
“YAŞANABİLİR KAMUSALLIK” KAVRAMININ
FABRİKA YERLEŞİMLERİ VE SIEDLUNGLAR ÜZERİNDEN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Y. Mimar Sinem KAYA AKÇAY
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara
Doç. Dr. Zeynep ULUDAĞ
Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü, Ankara
ÖZET:
Erken Cumhuriyet dönemi ideolojisi, toplumun dönüşmesini ve çağdaşlaşmasını hedeflemiş ve bu amaçla modern toplumun gereksinimi olan
çağdaş kent mekanlarını oluşturmaya başlamıştır. Modern mimariyle oluşan yeni kentsel çevrede kamusal alanların planlamasına öncelik
verilmiştir. Bu dönemde hedeflenen modern kent peyzajında, meydanlar, parklar, sanayi yerleşimleri ve halkevleri modern yaşam biçiminin
halka benimsetilebileceği önemli yapılar olarak ortaya çıkmıştır. Dönemin ideolojisi, sanayileşme politikası ve devletçilik anlayışı kamusal
mekanlara yansıtılarak sosyal ve kültürel yaşam pratiklerinin modern toplumu oluşturması hedeflenmiştir.
Erken Cumhuriyet Döneminde sanayileşmenin hız kazanması kentsel mekanların da hızla dönüşmesini sağlamıştır. Sanayileşme projesinin
bir parçası olarak ortaya çıkan fabrika yerleşimleri, işçilerin barınma sorununa fabrika yakınlarında çözüm bulmayı hedeflemiştir. Fabrika
yerleşimleri, “yer” in sanayileşme ile birlikte gelişiminin ve dönüşümünün önemli bir örneğini oluşturarak yaşanabilir kamusal mekanlarıyla
Cumhuriyet döneminin modern kent peyzajının biçimlenmesinde önemli rol oynamışlardır. Yerleşimlerdeki kamusal mekanlar, toplumun
üretken kesimi olan işçi kesiminin birer kentli olarak kent yaşamına aktif katılımını hedeflerken onların sosyal ve kültürel alanda da gelişimini
sağlamıştır. Bu bağlamda yaşanabilir kamusallık kavramı, dönemin çağdaş kent yaşamı idealini dolayısıyla kentsel toplumu oluşturmak üzere
ele alınmıştır.
Yerleşimlerdeki konutlar, işçilerin barınma ihtiyacını karşılamanın da ötesinde toplumsal bir model oluşturma çabasının ürünü olarak
değerlendirilebilirler. Yerleşimlerde, sosyal ve kültürel tüm ihtiyaçları karşılamaya yönelik bir planlama yapılmıştır. Bu modern yerleşimler,
Ebenezer Howard’ın bahçe kent fikriyle benzer özellikler gösteren konutlardan oluşmasının yanında, Almanya’da gelişmiş olan Siedlung fikriyle
de benzer nitelikler taşımaktadır. Siedlunglar metropol insanına yeni bir yaşam alanı tanımlamıştır. Siedlunglardaki ve fabrika yerleşimlerindeki
kamusal mekanlar, ideolojinin gündelik yaşam pratiklerini mekansal pratiklerle dönüştürmesinin örneklerini oluşturmuşlardır.
Bir dönemin ideolojisi ve devletçilik anlayışının mekansal yansıması olarak bu örnek yerleşimler, modern toplumun inşa sürecinde çağdaş
ve yaşanabilir bir kent yaşamı sunmuşlardır. Örnek olma, ideal kenti yaratma ve ideolojik bir söylem taşıma gibi hedefler aynı zamanda da
bu yerleşimlerdeki yaşanabilir kamusallığın önemli göstergeleridir. Dönemin modern toplum idealleri, bu yerleşimler aracılığıyla üç boyut
kazanmıştır. Çağdaş kent yaşamının tüm olanaklarına sahip olan bu yerleşimlerde, sosyal ve kültürel alanlar yaşanabilir kamusal mekanlara
dönüşerek köyden kente göç eden işçilerin, bir kentli olarak kent yaşantısına uyum sağlamasına ve kent kültürüne sahip olmasına olanak
tanımıştır. Kuruldukları yerlerde kentsel gelişmeye yol açan yerleşimler, Cumhuriyet döneminin modern kent ve kamusal alan anlayışını deşifre
etmek açısından da önemli örneklerdir.
Çalışma kapsamında yaşanabilir kamusal mekanlar, Erken Cumhuriyet Döneminin fabrika yerleşimleri ve Siedlung kavramı üzerinden
tartışılacaktır. Bir dönemin ideolojisinin önemli göstergesi olan yerleşimlerdeki yaşanabilir kamusallığın günümüz kentlerindeki izlerinin
hızla silindiğine dikkat çekilerek, “yaşanabilir kamusallık” kavramının Erken Cumhuriyet Döneminin fabrika yerleşimlerindeki mekansallığı ile
günümüz konut anlayışındaki mekansallığına değinilecektir.
97
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Çalışma özelinde, Karabük Demir Çelik Fabrikası Yerleşimi örneği üzerinden “yaşanabilir kamusallık” kavramı üzerine bir değerlendirme
yapılacaktır. Kamusallık ve yaşanabilirlik kavramları, fabrikanın kurulduğu yıllardaki fabrika yerleşimi ve aynı çevrede üretilen günümüz
konutları (TOKİ) üzerinden tartışılarak; günümüz kentlerinin biçimlenişinde kamusallık kavramının nasıl niteliksizleştiği, kimliksizleştiği
ve sıradanlaştığına değinilecektir. Çağdaş kentlinin ve kentsel yaşantının oluşum sürecinde fabrika yerleşimlerinin yaşanabilir kamusal
mekanlarıyla önemine değinilerek konu bu çerçevede ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: İdeoloji; kentsel peyzaj (urban landscape); fabrika yerleşimleri; yaşanabilir kamusallık, kentsel toplum.
1. Erken Cumhuriyet Dönemi İdeolojisi ve Bu İdeolojinin Fabrika Yerleşimlerine Bakışı
Kentsel mekanların oluşumu ve kentteki mekansal temsiller; mekansal, toplumsal ve politik ilişkileri göstermesi açısından önemlidir. Kentin
kamusal alanları sadece fiziki anlamda kente ait değillerdir. Bu alanlar aynı zamanda da kentin, kentliliğin, modernliğin, gündelik hayatın farklı
şekillerde temsiline imkan veren yerler olması açısından da önem kazanmaktadırlar [Kaya, 2011].
Yapılan reformlarla modern bir Türk toplumu yaratmayı hedefleyen Cumhuriyetin kurucularının, bu ideallerini gerçekleştirmeleri için bunu
önce gündelik yaşantıya, daha sonra da gündelik yaşantıyı içine alan kentsel mekana bu ideallerini taşımaları gerektiği belirtilerek, bunu
sağlamakta da kentsel ve kamusal mekanlara olan ihtiyacın önemi vurgulanmıştır [Uludağ, 1998]. Erken Cumhuriyet döneminde dönemin
ideolojisi ve devletçilik anlayışı ile kamusal ve kentsel mekanların planlamasına öncelik verilmiştir. Bu dönemde meydanlar, parklar, sanayi
yerleşimleri ve halkevleri ile modern yaşam biçimi halka benimsetilmeye çalışılmıştır. Modern toplumu oluşturma hedefine mimariyle üç
boyut kazandırılmıştır.
Devletçi ekonomiye dayanan yapılaşma programıyla fabrikalar açılmış, modern toplumun temeli sanayileşme hareketleriyle atılmıştır. Bu
açıdan da dönemin devletçilik anlayışını sadece ekonomik açıdan değerlendirmek yerine modernleşme ve toplumsal değişimin öncüsü olan
sanayi yerleşimleriyle birlikte ele almak daha doğru bir yaklaşım olacaktır [Cengizkan, 2009].
Açılan fabrikalarla çalışanların ve işçilerin barınma sorunu gündeme gelmiş; bu sorun da fabrikaların yakınlarında tüm olanakların sağlandığı
fabrika yerleşimlerinin yapılmasıyla çözülmeye çalışılmıştır. Yapılan işçi konutları toplumsal bir model oluşturma çabasının önemli bir
göstergesi olmuştur. Bahçe kent fikriyle de benzer özellikler gösteren konutların büyüklükleri ve arazideki konumları, çalışanların ve işçilerin
statü farklılıkları dikkate alınarak planlanmıştır. Yerleşimde konutların yanısıra sosyal ve kültürel tesisler ile eğitim ve sağlık tesisleri de yer
almıştır. Aydemir’e göre, devlet işletmelerinin her birinin bulundukları yerler memleketin içinde ve uzak yerlerinde bir şehir halindedir. Bu
tesisler parkları, lojmanları, eğitim müesseseleri, toplu yaşama ve spor hayatının bütün tesisleri, rahat ve konforlu hayat düzeniyle, demokratik
memleketlerde bile pek görülmeyen uygar tesislerdir [Aydemir, 1996].
Sağlıklı ve modern çevrelerde yaşayan işçilerin üretimde sürekliliği sağlayacakları düşüncesiyle işçilerin fabrikaya aidiyet hissetmelerinde ve
üretimde sürekliliği sağlayabilmelerinde fabrika yerleşimleri planlamasının önemi ortaya çıkmıştır.
2. Fabrika Yerleşimlerinin Mekansal, Sosyal ve Gündelik Yaşam Pratikleri Çerçevesinde İncelenmesi
Fabrika yerleşimlerinde, işçilerin barınma sorununa statüye göre farklı tip ve büyüklüklerde tasarlanan işçi konutlarıyla çözüm bulunmuştur.
Yerleşimlerde işçilerin ve ailelerinin sosyal ve kültürel gelişimlerini de sağlayan mekansal bir kurgu vardır. Konutlardaki statü farklılıkları kimi
zaman sosyal tesislerden olan sosyal kulüplerin de çeşitlenmesini sağlamıştır. Bu yerleşimlerde, sosyal tesislerin yanısıra eğitim ve sağlık
tesisleri ve spor alanları da tasarlanmıştır. Spor alanlarındaki sportif faaliyetler ve sosyal tesislerde açılan kurslar ile işçilerin ve ailelerinin
sosyalleşmesine imkan verilmiştir. Yerleşimlerdeki tiyatro, sinema, sosyal kulüpler gibi mekanlarda sosyal ve kültürel faaliyetlerle oluşturulan
bir kamusallık olgusu söz konusudur. İşçi mahallelerinin barındırdığı eğitim (kreş, değişik dereceli okul), sağlık (sağlık ocağı, revir ve özel
hastane) ve sosyalleşme mekanları (park, piknik alanı, gazino, kulüp, spor sahaları ile) işçi ailesinin geleceğe ilişkin kaygıları giderilmekte;
ailenin kendisini rahatça yenilemesi olanağı sağlanarak, üretim içinde işgücünün verimlileştirilmesi ve nitelikli işgücü ile sağlıklı çalışma
koşulları yaratılmaya çalışılmaktadır [Cengizkan, 2009].
Fabrika yerleşimlerdeki sosyal donatı alanları, gündelik yaşam pratiklerinin modern ve yapılı bir çevrede gerçekleştirilmesini sağlayarak
98
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
modern yaşam biçiminin toplumun üretken kesimi olan işçi sınıfından başlayarak toplumun bütününe yayılmasını sağlamaktadır. Kuruldukları
dönemde, bulundukları kentin gelişimine yön veren bu yerleşimler, sosyal ve kültürel tesisleriyle de yaşanılır kamusal mekanlar yaratmışlardır.
4. Yaşanabilir Kamusallık Kavramının Erken Cumhuriyet Dönemi Fabrika Yerleşimleri ve Siedlunglar Üzerinden Değerlendirilmesi
Fabrika yerleşimleri yaşanabilir kamusal mekanlarıyla ideolojinin gündelik yaşam pratiklerini mekansal pratiklerle dönüştürmesinin örneğini
oluşturmuşlardır. Yerleşimlerdeki konutlar, Ebenezer Howard’ın bahçe kent fikriyle ve Almanya’da gelişmiş olan Siedlung fikriyle benzer
özellikler taşımaktadır. Siedlung kavramı, konut bölgesi anlamına gelmekte ve kendiliğinden oluşmuş bir mahalleden çok planlanmış
ve tasarlanmış bir mahalle anlamında kullanılmaktadır. Almanya’daki modern siedlung fikri, konut sıkıntısına ve büyük şehirlerde kiralık
barakalarda yaşayan işçilerin kötü yaşam koşullarına tepki olarak ortaya çıkmıştır [Akcan, 2005]. Siedlunglar, sadece boyut ve konut tipolojisine
karar verilmesi değil; aynı zamanda da yeni metropol insanının tüm hayatının yeniden tanımlanması anlamına gelmektedir [Akcan, 2009].
Siedlunglarda fabrika yerleşimlerinde de olduğu gibi konutun yanı sıra sosyal ve kültürel mekanlar bulunmaktadır. Yeşil alanlar, parklar, okullar,
çamaşırhaneler, hastaneler, spor alanları, sosyal merkezler, alışveriş merkezleri bir planlama anlayışı çerçevesinde siedlunglarda ve fabrika
yerleşimlerinde bulunan farklı yapı türleridir. Cumhuriyet dönemi idealleri çerçevesinde kurulan fabrika yerleşimleri, kamusal mekanlarıyla
“yer”i değiştirip dönüştürürken aynı zamanda da ideal konut çevresini sosyal ve kültürel etkinliklerle inşa ederek modern toplumun çağdaş
kent peyzajının oluşumuna öncülük etmişlerdir.
Tasarım ilkeleri benzer özelliklere sahip olan siedlunglar ve fabrika yerleşimlerindeki konutlar genellikle birbirini tekrarlayan bir düzen ve
biçimde bulunmaktadır. Sosyal ve kültürel yapı ve alanlarla çevrelenen konut bölgelerinde kamusallık yaşanılır hale gelmektedir. Siedlunglardaki
ve fabrika yerleşimlerdeki sosyal alanlarda insanlar birbirleriyle temas ederek sosyal ve gündelik yaşam pratiklerini gerçekleştirmektedir.
Örneğin, fabrika yerleşimlerindeki sosyal kulüpler işçinin ve ailesinin modern kent yaşantısına aktif olarak katılımını sağlamıştır. İşçilerin
konutlarındaki bahçeler ise köyden kente göç eden işçinin kent yaşamına uyumunu kolaylaştırmakla kalmamış; aynı zamanda da gündelik
yaşantının paylaşıldığı yarı özel mekanlar haline gelmiştir. Yerleşimlerdeki spor alanları da insanların iletişimde ve etkileşimde bulundukları
alanlar olmuşlardır. Sosyal binalarda işçinin iş yaşantısından farklı olarak gündelik yaşamlarında da ortak değerleri paylaşmaları sağlanmıştır.
Yerleşimlerdeki ve siedlunglardaki sosyal ve kültürel mekanlar yalnızca orada yaşayanların kullandıkları mekanlar olarak kalmamışlardır.
Bulundukları kentlerin sosyal ve kültürel yaşantısına da yön vermişlerdir. Fabrika yerleşimlerinin bulunduğu kentlerdeki gelişim ve dönüşüm
bu yerleşimlerin çeperlerinde meydana gelmiştir. Yerleşimlerin ortak kullanılan mekanları, yaşanılır kamusal alanlara dönüşerek gündelik
yaşam pratiklerinin modern toplumu oluşturmasını sağlamışlardır.
5. Karabük ve Karabük Demir Çelik Fabrikaları Yerleşimi
Karabük, kentleşme sürecinin sanayileşme süreciyle paralel olarak yaşandığı bir Cumhuriyet kentidir. Sanayileşme faaliyetlerinin önem
kazandığı bir dönemde, açılan fabrikayla birlikte toplumsal ve kentsel gelişim süreci de başlamıştır. Barınmayla birlikte tüm sosyal ve kültürel
ihtiyaçların karşılanmasına yönelik mekanların yer aldığı fabrika yerleşimi, günümüzde bile kentin planlı ve düzenli gelişmiş bölümü olarak
önemini korumaktadır. Karabük’ün kent olarak kurulup gelişmesi aynı zamanda da yeni kurulan Türk devletinin kalkınma idealizmini ve
ekonomik görüşlerini yansıtan bir örnek oluşturması açısından son derece önemlidir [Kalyoncu, 2007].
1. Erken Cumhuriyet Dönemi İdeolojisi ve Bu İdeolojinin Fabrika Yerleşimlerine Bakışı
Kentsel mekanların oluşumu ve kentteki mekansal temsiller; mekansal, toplumsal ve politik ilişkileri göstermesi açısından önemlidir. Kentin
kamusal alanları sadece fiziki anlamda kente ait değillerdir. Bu alanlar aynı zamanda da kentin, kentliliğin, modernliğin, gündelik hayatın farklı
şekillerde temsiline imkan veren yerler olması açısından da önem kazanmaktadırlar [Kaya, 2011].
Yapılan reformlarla modern bir Türk toplumu yaratmayı hedefleyen Cumhuriyetin kurucularının, bu ideallerini gerçekleştirmeleri için bunu
önce gündelik yaşantıya, daha sonra da gündelik yaşantıyı içine alan kentsel mekana bu ideallerini taşımaları gerektiği belirtilerek, bunu
sağlamakta da kentsel ve kamusal mekanlara olan ihtiyacın önemi vurgulanmıştır [Uludağ, 1998]. Erken Cumhuriyet döneminde dönemin
ideolojisi ve devletçilik anlayışı ile kamusal ve kentsel mekanların planlamasına öncelik verilmiştir. Bu dönemde meydanlar, parklar, sanayi
yerleşimleri ve halkevleri ile modern yaşam biçimi halka benimsetilmeye çalışılmıştır. Modern toplumu oluşturma hedefine mimariyle üç
boyut kazandırılmıştır.
99
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Devletçi ekonomiye dayanan yapılaşma programıyla fabrikalar açılmış, modern toplumun temeli sanayileşme hareketleriyle atılmıştır. Bu
açıdan da dönemin devletçilik anlayışını sadece ekonomik açıdan değerlendirmek yerine modernleşme ve toplumsal değişimin öncüsü olan
sanayi yerleşimleriyle birlikte ele almak daha doğru bir yaklaşım olacaktır [Cengizkan, 2009].
Açılan fabrikalarla çalışanların ve işçilerin barınma sorunu gündeme gelmiş; bu sorun da fabrikaların yakınlarında tüm olanakların sağlandığı
fabrika yerleşimlerinin yapılmasıyla çözülmeye çalışılmıştır. Yapılan işçi konutları toplumsal bir model oluşturma çabasının önemli bir
göstergesi olmuştur. Bahçe kent fikriyle de benzer özellikler gösteren konutların büyüklükleri ve arazideki konumları, çalışanların ve işçilerin
statü farklılıkları dikkate alınarak planlanmıştır. Yerleşimde konutların yanısıra sosyal ve kültürel tesisler ile eğitim ve sağlık tesisleri de yer
almıştır. Aydemir’e göre, devlet işletmelerinin her birinin bulundukları yerler memleketin içinde ve uzak yerlerinde bir şehir halindedir. Bu
tesisler parkları, lojmanları, eğitim müesseseleri, toplu yaşama ve spor hayatının bütün tesisleri, rahat ve konforlu hayat düzeniyle, demokratik
memleketlerde bile pek görülmeyen uygar tesislerdir [Aydemir, 1996].
Sağlıklı ve modern çevrelerde yaşayan işçilerin üretimde sürekliliği sağlayacakları düşüncesiyle işçilerin fabrikaya aidiyet hissetmelerinde ve
üretimde sürekliliği sağlayabilmelerinde fabrika yerleşimleri planlamasının önemi ortaya çıkmıştır.
2. Fabrika Yerleşimlerinin Mekansal, Sosyal ve Gündelik Yaşam Pratikleri Çerçevesinde İncelenmesi
Fabrika yerleşimlerinde, işçilerin barınma sorununa statüye göre farklı tip ve büyüklüklerde tasarlanan işçi konutlarıyla çözüm bulunmuştur.
Yerleşimlerde işçilerin ve ailelerinin sosyal ve kültürel gelişimlerini de sağlayan mekansal bir kurgu vardır. Konutlardaki statü farklılıkları kimi
zaman sosyal tesislerden olan sosyal kulüplerin de çeşitlenmesini sağlamıştır. Bu yerleşimlerde, sosyal tesislerin yanısıra eğitim ve sağlık
tesisleri ve spor alanları da tasarlanmıştır. Spor alanlarındaki sportif faaliyetler ve sosyal tesislerde açılan kurslar ile işçilerin ve ailelerinin
sosyalleşmesine imkan verilmiştir. Yerleşimlerdeki tiyatro, sinema, sosyal kulüpler gibi mekanlarda sosyal ve kültürel faaliyetlerle oluşturulan
bir kamusallık olgusu söz konusudur. İşçi mahallelerinin barındırdığı eğitim (kreş, değişik dereceli okul), sağlık (sağlık ocağı, revir ve özel
hastane) ve sosyalleşme mekanları (park, piknik alanı, gazino, kulüp, spor sahaları ile) işçi ailesinin geleceğe ilişkin kaygıları giderilmekte;
ailenin kendisini rahatça yenilemesi olanağı sağlanarak, üretim içinde işgücünün verimlileştirilmesi ve nitelikli işgücü ile sağlıklı çalışma
koşulları yaratılmaya çalışılmaktadır [Cengizkan, 2009].
Fabrika yerleşimlerdeki sosyal donatı alanları, gündelik yaşam pratiklerinin modern ve yapılı bir çevrede gerçekleştirilmesini sağlayarak
modern yaşam biçiminin toplumun üretken kesimi olan işçi sınıfından başlayarak toplumun bütününe yayılmasını sağlamaktadır. Kuruldukları
dönemde, bulundukları kentin gelişimine yön veren bu yerleşimler, sosyal ve kültürel tesisleriyle de yaşanılır kamusal mekanlar yaratmışlardır.
4. Yaşanabilir Kamusallık Kavramının Erken Cumhuriyet Dönemi Fabrika Yerleşimleri ve Siedlunglar Üzerinden Değerlendirilmesi
Fabrika yerleşimleri yaşanabilir kamusal mekanlarıyla ideolojinin gündelik yaşam pratiklerini mekansal pratiklerle dönüştürmesinin örneğini
oluşturmuşlardır. Yerleşimlerdeki konutlar, Ebenezer Howard’ın bahçe kent fikriyle ve Almanya’da gelişmiş olan Siedlung fikriyle benzer
özellikler taşımaktadır. Siedlung kavramı, konut bölgesi anlamına gelmekte ve kendiliğinden oluşmuş bir mahalleden çok planlanmış
ve tasarlanmış bir mahalle anlamında kullanılmaktadır. Almanya’daki modern siedlung fikri, konut sıkıntısına ve büyük şehirlerde kiralık
barakalarda yaşayan işçilerin kötü yaşam koşullarına tepki olarak ortaya çıkmıştır [Akcan, 2005]. Siedlunglar, sadece boyut ve konut tipolojisine
karar verilmesi değil; aynı zamanda da yeni metropol insanının tüm hayatının yeniden tanımlanması anlamına gelmektedir [Akcan, 2009].
Siedlunglarda fabrika yerleşimlerinde de olduğu gibi konutun yanı sıra sosyal ve kültürel mekanlar bulunmaktadır. Yeşil alanlar, parklar, okullar,
çamaşırhaneler, hastaneler, spor alanları, sosyal merkezler, alışveriş merkezleri bir planlama anlayışı çerçevesinde siedlunglarda ve fabrika
yerleşimlerinde bulunan farklı yapı türleridir. Cumhuriyet dönemi idealleri çerçevesinde kurulan fabrika yerleşimleri, kamusal mekanlarıyla
“yer”i değiştirip dönüştürürken aynı zamanda da ideal konut çevresini sosyal ve kültürel etkinliklerle inşa ederek modern toplumun çağdaş
kent peyzajının oluşumuna öncülük etmişlerdir.
Tasarım ilkeleri benzer özelliklere sahip olan siedlunglar ve fabrika yerleşimlerindeki konutlar genellikle birbirini tekrarlayan bir düzen ve
biçimde bulunmaktadır. Sosyal ve kültürel yapı ve alanlarla çevrelenen konut bölgelerinde kamusallık yaşanılır hale gelmektedir. Siedlunglardaki
ve fabrika yerleşimlerdeki sosyal alanlarda insanlar birbirleriyle temas ederek sosyal ve gündelik yaşam pratiklerini gerçekleştirmektedir.
Örneğin, fabrika yerleşimlerindeki sosyal kulüpler işçinin ve ailesinin modern kent yaşantısına aktif olarak katılımını sağlamıştır. İşçilerin
100
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
konutlarındaki bahçeler ise köyden kente göç eden işçinin kent yaşamına uyumunu kolaylaştırmakla kalmamış; aynı zamanda da gündelik
yaşantının paylaşıldığı yarı özel mekanlar haline gelmiştir. Yerleşimlerdeki spor alanları da insanların iletişimde ve etkileşimde bulundukları
alanlar olmuşlardır. Sosyal binalarda işçinin iş yaşantısından farklı olarak gündelik yaşamlarında da ortak değerleri paylaşmaları sağlanmıştır.
Yerleşimlerdeki ve siedlunglardaki sosyal ve kültürel mekanlar yalnızca orada yaşayanların kullandıkları mekanlar olarak kalmamışlardır.
Bulundukları kentlerin sosyal ve kültürel yaşantısına da yön vermişlerdir. Fabrika yerleşimlerinin bulunduğu kentlerdeki gelişim ve dönüşüm
bu yerleşimlerin çeperlerinde meydana gelmiştir. Yerleşimlerin ortak kullanılan mekanları, yaşanılır kamusal alanlara dönüşerek gündelik
yaşam pratiklerinin modern toplumu oluşturmasını sağlamışlardır.
5. Karabük ve Karabük Demir Çelik Fabrikaları Yerleşimi
Karabük, kentleşme sürecinin sanayileşme süreciyle paralel olarak yaşandığı bir Cumhuriyet kentidir. Sanayileşme faaliyetlerinin önem
kazandığı bir dönemde, açılan fabrikayla birlikte toplumsal ve kentsel gelişim süreci de başlamıştır. Barınmayla birlikte tüm sosyal ve kültürel
ihtiyaçların karşılanmasına yönelik mekanların yer aldığı fabrika yerleşimi, günümüzde bile kentin planlı ve düzenli gelişmiş bölümü olarak
önemini korumaktadır. Karabük’ün kent olarak kurulup gelişmesi aynı zamanda da yeni kurulan Türk devletinin kalkınma idealizmini ve
ekonomik görüşlerini yansıtan bir örnek oluşturması açısından son derece önemlidir [Kalyoncu, 2007].
Resim 5.1. Safranbolu Karabük İstasyonu, 1932 [Şeyhoğlu Arşivi, 1932]
Başlangıçta 13 haneli bir köy olan ve DDY’na ait bir istasyon binası bulunan Karabük fabrikanın açılmasıyla birlikte hızla kentleşmiştir.
Zaman içerisinde Karabük’teki kentleşme, kentin “Modern Karabük” ve “Öteki Karabük” olarak iki şekilde adlandırılmasını sağlamıştır.
“Modern Karabük”, Erken Cumhuriyet Dönemindeki bilinçli ve planlı imar uygulamalarını konu alan, 1938 ile 1960 yılları arasında yaşanmış
bir süreci ifade eden kısımdır. “Öteki Karabük” ise; estetik ve mimari kaygıdan yoksun, arsa tapusu olmayan, kimliksiz, arsa spekülatörlerinin
liderliğindeki yapılaşma sürecinde ortaya çıkan Karabük’ü belirtmekte kullanılmıştır [Kalyoncu, 2007]. Karabük’ün bir köy görünümünden kent
görünümüne kavuşmasında yapılan imar planlarının ve devletçilik anlayışıyla gelişen sanayileşmenin rolü büyüktür.
Moneo, mimarinin ön koşulunun yer olduğunu, tekil ve benzersiz bir yer olmadan mimarinin de var olamayacağını belirtmiştir [Moneo, 1998].
Karabük kenti de ”yer” in sanayileşme faaliyetleriyle dönüştüğü ve geliştiği bir kent olma özelliğini göstermektedir. Fabrika yerleşimindeki işçi
konutları, yeni kurulan Türk Devletinin kalkınma idealizminde mimarlıktan bir araç olarak yararlanılmasının örneğidir. Demir Çelik Fabrikalarının
temelinin atıldığı 3 Nisan 1937 aynı zamanda da kentin kuruluşu olarak anılmaktadır. ( Resim 5.3, 5.4, 5.5).
101
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Resim 5.2. Anlaşma, 10 Kasım 1936 [Kardemir Arşivi, 1936].
Resim 5.3. Demir çelik fabrikası temel atma töreninde Başbakan İnönü, Fevzi Çakmak, İngiliz Büyükelçisi, 3 Nisan 1937
[Şeyhoğlu Arşivi, 1937].
Resim 5.4. Başbakan İnönü fabrika temeline ilk betonu koyarken [TMMOB Mimarlar Odası Arşivi, 1937]
102
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
5.1. Yerleşimin Mekansal, Sosyal ve Gündelik Yaşam Pratikleri üzerinden Değerlendirmesi
Karabük Demir Çelik Fabrikaları yerleşimindeki mekansal özellikler diğer Sümerbank mahallelerindeki mekansal özelliklerle benzerdir.
Yerleşimdeki konutların planlamasında yerin fiziksel özellikleri ve çalışanların statülerindeki farklar etkili olmuştur. Yerleşimde konutlarla
birlikte, sosyal ve kültürel tesisler ile sağlık tesisleri ve eğitim yapıları da planlanmıştır (Şekil 5.1.2). Sosyal tesislerde statüye göre bir ayrım
söz konusudur.
Yerleşimdeki konutlaşma sürecinde 1937 yılından 1960 yılına kadar Demir Çelik İşletmeleri başrol oynamıştır. 1960 yılından sonra ise; Demir
Çelik konut üretimindeki etkinliğini kaybetmiş ve yerini günümüzde de olduğu gibi parsel bazında müteahhitlik girişimleriyle kooperatif
uygulamalarına bırakmıştır. Bahçe kent mantığıyla tasarlanan işçi konutları kayıplar verse de günümüzde varlığını sürdürmektedir.
Şekil 5.1.1. Yenişehir’de arazideki konumlarına göre evler [Kaya, 2011]
Yerleşimde konutların yanında tasarlanan sosyal ve kültürel tesisler, spor alanları, eğitim ve sağlık yapıları da modern hayatın geçeceği modern
çevrenin yaratılmasında önemli rol oynamışlardır. O dönemlerde işçilerin tatil yapmaları için Amasra’da Erkan Kampı bulunmaktadır (Resim 5.1.1).
103
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Şekil 5.1.2. Yenişehir’de sosyal ve kültürel tesislerin konumu [Kaya, 2011]
Resim 5.1.1. Demir Çelik Amasra Erkan Kampı [Kardemir Arşivi]
104
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Resim 5.1.2. Yenişehir’de yapım yıllarına göre konutlar [Öktem, 2004]
Resim 5.1.3. Havuzlu Bahçe
Resim 5.1.4. Sosyal Bina Önünden Fabrika Binası
[Özyurt Arşivi, 1948][Özyurt Arşivi]
105
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Resim 5.1.5. Sosyal Bina [Kardemir Arşivi]
Resim 5.1.6. Mühendisler Kulübü
[İyican, 2005]
Resim 5.1.7. D.Ç. Lisesi (1943) [Özyurt Arşivi]
Resim 5.1.8. Yenişehir Sineması
[TMMOB Arşivi]
6. TOKİ Konutları ve Demir Çelik Fabrikaları Yerleşimi Dokusundan Kalan İzler
Günümüzde küreselleşmenin de etkisiyle kentler birer tüketim nesnesi olarak standartlaştırılmıştır. Yenişehir Mahallesi’nin hemen yanıbaşında
yapılan Cevizlidere Toki blokları örneğinde olduğu gibi, kentler hızla üretilen standart konut bloklarıyla donatılmıştır (Resim 6.1, 6.2).
Resim 6.1., 6.2. Cevizlidere TOKİ Blokları [Yılmaz, 2007]
106
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Resim 6.3. Yenişehir’de Bir Ev [Kaya, 2011] Resim 6.4. TOKİ [ Kaya, 2011]
Günümüzün değişen yaşam koşullarına paralel olarak konut üretiminde TOKİ öne çıkmıştır. Barınma sorununa hızlı ve etkili bir çözüm olarak
ortaya konan TOKİ blokları bağlamsız olması nedeniyle zaman zaman eleştirilmiştir. Bu konuda Görgülü TOKİ’yi, gerek oluşturulan prototip
ve her coğrafyaya uyan (uymayan) konut mimarisiyle ve planlama anlayışıyla sahip olduğu yetkilerle kentlerin planlaması ve mimarisi
konusunda merkezi yönetimin ilgili bakanlıklarını da dışlayan temel, kurumsal bir aracı olarak belirtmiştir [Görgülü ve Görgülü, 2010].
Sosyo kültürel alanları, kamusal alanları ve yeşil dokusuyla tamamen planlanmış bir yerleşim özelliği gösteren Yenişehir Mahallesi ile 18 kattan
oluşan, bağlamı olmayan sosyal ve kültürel donatı alanlarını da içinde bulunduran Cevizlidere TOKİ blokları farklı dönemlere dair anlayışları
gösteren güncel bir örnektir. Oktay Ekinci, “Karabük’te Toki Alarmı” başlıklı bir yazısında, Toki arsasındaki Cumhuriyetin ilk orman işletmesinin
kent tarihiyle yaşıt ağaçlık alanlarının yokolmasına duyulan tepkiden söz etmiştir. Ekinci’nin yazısında vurguladığı bir diğer önemli görüş
ise; çok katlı yapıların da kimlikli tasarlanabileceğinin öğrenilmesi gerektiği, bu aşamada da Karabük kent merkezindeki özenli Cumhuriyet
alanlarına bakılmasının faydalı olacağıdır [http://arkitera.com].
Yerleşim, günümüzde de Demir Çelik Fabrikalarına aittir. Yüz Evler 2010 yılında kent meydanı yapılacağı gerekçesiyle yıkılmıştır ( Resim 6.5,
6.6). Yerleşimdeki Dere Evler ve 38 Evler de boşaltılmış ve yıkılmıştır. Yenişehir Mahallesi olarak adlandırılan fabrika yerleşimi, bir dönemin
sosyal, ekonomik ve kültürel yaşam biçimini yansıtan bir yerleşim olma özelliği ile 1996 yılında kentsel sit ve üçüncü derece doğal sit alanı
ilan edilmiştir [Kültür Bakanlığı, 1996]. Yerleşimdeki sinema günümüzde “Yenişehir Kültür Merkezi” adıyla yaşanılır bir sosyal mekan olma
özeliğini sürdürmektedir. Sosyal kulüpler günümüzde çok fazla kullanılmamaktadır.
Resim 6.5. Yıkılan Yüzevler yerine belediyenin önerdiği kent meydanı projesi [http://karabuk.gov.tr, 2011]
107
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Resim 6.6. Yüzevler yıkım fotoğrafları [http://karabuk.gov.tr, 2011]
7. Sonuç ve Yerleşime Eleştirel Bakış
Sanayileşme faaliyetlerinin devlet tarafından desteklendiği bir dönemde toplumu eğitme ve çağdaşlaştırma hedefini gerçekleştirmekte
mimariden yararlanılmıştır. Bu noktada da bir dönemin ideolojisini, toplumsal yapısını yansıtan fabrika ve fabrika yerleşimlerinin
incelenmesinin önemi ortaya çıkmaktadır. Demir Çelik Fabrikalarının kimlik kazandırdığı bir Cumhuriyet kenti olarak Karabük de önemli bir
örnek oluşturmaktadır. Demir Çelik Fabrikalarının kurulmasıyla birlikte, çalışanların ve işçilerin barınma sorunu fabrikanın yakınında konutların
ve sosyal alanların yer aldığı bir mahallenin planlanmasıyla çözülmeye çalışılmıştır. Kentin dün olduğu gibi günümüzde de modern siluetini
oluşturan bu yerleşim, bir döneme tanıklık etmesi, o dönemin ideolojik, sosyal ve mekansal altyapısını göstermesi açısından önemlidir.
Yerleşimde sosyal ve kültürel tüm ihtiyaçlara cevap verecek mimari bir programlama vardır. “Yer”in fiziksel özellikleri yerleşimin tasarımında
dikkate alınmıştır. Yerleşimin hemen yakınındaki Cevizlidere TOKİ bloklarına baktığımızda ise, çok katlı, bağlamsız, standart üretimle üretilmiş
konut blokları göze çarpmaktadır. Yapılan standart konut bloklarının ve sosyal donatı alanlarının kentin sanayileşmeyle kazandığı kimliğine
ve yaşanılır kamusallığına etkileri tartışılmalıdır. Dönemlere göre değişen ihtiyaçlar ve programlar doğrultusunda konutlaşma politikasının
kentlerin kimliğine kimliksizlik ve aynılık kattığı Karabük örneğinde de gözlemlenebilmektedir. TOKİ örneğine bakıldığında, Cumhuriyet
Dönemi Karabük’ün de oluşturulan mekansal kurgunun, kent yaşantısının, yaşanılır kamusal alanların ve sosyal ilişkilerin o dönemlerdekine
benzer bir yaklaşım sergilemediği, farklılaştığı anlaşılabilir. TOKİ konutları, içinde sosyal ve kültürel alanları içerse de, dönemin bahçe kent
mantığıyla tasarlanan işçi konutlarının bulunduğu mahalle anlayışının ürünü olan fabrika yerleşimlerinden son derece farklıdır. Yüksek katlı
konut bloklarının kent siluetindeki yerini her geçen gün arttırdığı kentte, Yenişehir Mahallesi Cumhuriyetin sessiz tanığı olarak dün olduğu
gibi bugünde kayıplar vererek varlığını sürdürmekte ve dönemlere göre değişen politikaların ve dönüşen kamusallığın biraradalığına önemli
bir örnek oluşturmaktadır.
Karabük örneğinden de anlaşılacağı üzere, Erken Cumhuriyet Dönemi fabrika yerleşimlerindeki modern yaşam biçimi ve yaşanılır kamusallık
olgusu, günümüzün bağlamsız mimari anlayışının ürettiği konutlar ve çevresinde sunulamamaktadır. Konut anlayışındaki sıradanlık ve
standartlaşma, kamusal mekanların yaşanılırlığını da etkilemekte ve kamusal alanları dönüştürmektedir. Cumhuriyet dönemi fabrika
yerleşimlerindeki yaşanılır kamusal alanların toplumu modenleştirme yolundaki öncü rolü, kent kimliğine katkısı ve sunduğu yaşam biçimi
günümüz konut anlayışının ürettiği sosyal donatı alanlarında bulunmamaktadır.
Kentsel mekanların ve kentsel açık alanların insanların kent kimliğini benimsemesindeki rolü düşünüldüğünde sadece konut değil “yaşam
merkezleri”! [http://www.toki.gov.tr, 2013] ürettiğinin bilincinde olduğunu savunan Toki anlayışının kentlerin yaşanılır kamusallığına olan
etkisi yeniden değerlendirilmelidir ve bu konuda fabrika yerleşimlerindeki yaşanılır kamusallık örnek alınmalıdır.
108
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
8. KAYNAKLAR
• Akcan, E. , “Çeviride Modern Olan (Şehir ve Konutta Türk Alman İlişkileri)”, Yky, 264, 2009.
• Akcan, E., “Modern Komşuluğun İç İçe Geçmiş Tarihleri”, Varlık Dergisi, 12:21 (2005).
• Aydemir, Ş.S., “İkinci Adam”, Remzi Kitabevi, İstanbul, 438 (1996).
• Cengizkan, A., “Fabrikada Barınmak”, Arkadaş Yayınları, Ankara, 17,78 (2009).
• Görgülü Z., Görgülü T., “Türkiye’de Planlama ve Mimarlık Alanının Son 10 Yılı”, Mimarlık, 352: 22-30 (2010).
• Kalyoncu, H., “Cumhuriyet Kenti Karabük”, Karabük Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul, 45-103 (2007).
• Kaya, S., “İdeoloji, Gündelik Yaşam Pratikleri ve Mekan Etkileşiminde Karabük Demir Çelik Fabrikaları Yerleşiminden Öğrendiklerimiz ”, Yüksek
Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 1-50 (2011).
• Öktem, S., “Türkiye Cumhuriyeti’nde Modernleşme Hareketi: Karabük Demir-Çelik Fabrikaları Yerleşim Örneği”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 88-116 (2004).
• Şengül, H., T., Ulus Devletin Topraklaşması ve Kentleşmesi ( 1923-1950)”, “Kentsel Çelişki ve Siyaset: Kapitalist Kentleşme Süreçleri Üzerine
Yazılar”, Demokrasi Kitaplığı, 70-73 (2001).
• T.C. Kültür Bakanlığı Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Kararı, no:4595, Karabük, 1, 2 (1996).
• Uludağ, Z., “Cumhuriyet Döneminde Rekreasyon ve Gençlik Parkı Örneği”, der: Sey, Y., 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık içinde, Türkiye
Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 65-74 (1998).
• Yılmaz, E., Fotoğraf Arşivi: Cevizlidere TOKİ Blokları, Karabük (2007).
• Kaya, S., Fotoğraf Arşivi: Yenişehir Mahallesi, Karabük (2011).
• İnternet: Karabük Valiliği, “İlimiz”
http://www.karabuk.gov.tr/haber/ilimiz.asp (2011)
• İnternet: Karabük Belediyesi “Projelerimiz”
http://www.karabuk.bel.tr/projelerimiz_goster.asp?id=35 (2011).
• İnternet: Arkitera “Karabük’te TOKİ Alarmı”
http://www.arkitera.com/h26518-karabukte-toki-alarmi.html (2011).
109
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
EVALUATION OF THE CONCEPT OF “LIVEABLE PUBLIC
SPACES” ON THE BASIS OF FACTORY SETTLEMENTS AND
SIEDLUNGS
M. Arch, Sinem KAYA AKÇAY
Ministry of Culture and Tourism, Ankara
Asst. Prof. Dr. Zeynep ULUDAĞ
Architecture Dept. Gazi University, Ankara
ABSTRACT:
In an attempt to transform and modernize the society, the ideology of Early Republican period in Turkey started creating contemporary urban
spaces which were the necessities of a modern society. During the formation of the new landscape through modern architecture, planning of
public spaces was given priority. During this period, squares, parks, industrial settlements and community houses were important artifacts
of the modern urban landscape which provided the necessary ground for the establishment of modern lifestyle in the public sphere. By
reflecting the ideology, industrial policy and statist understanding of the period in the public sphere, it was aimed to create a modern society
via new social and cultural practices.
Acceleration of industrialization in the Early Republican period led to the rapid change of the urban spaces. Emerging as an outcome of
industrialization policy, factory settlements aimed to provide a solution for factory workers’ housing problems close to the factory.
Factory settlements were significant examples for the evolution and transformation of “place” in conjunction with the development of
industrialization, and the liveable public spaces they provided, played an important role in shaping the modern urban landscape of the
Republican period. Public spaces in factory settlements aimed the workers’ active participation in city life as the productive sector of the
city, and they also provided the development of modern life style in social and cultural milieu. In this context, the concept of “liveable public
spaces” is approached as to create the ideal modern life style and the modern urban society.
The factory settlements can be evaluated as an effort to create a model community beyond meeting the housing needs of the workers.
Settlements were planned to meet all social and cultural needs of the workers. These modern settlements have similar features with
Ebenezer Howard’s ‘Garden City’ idea of housing and they also have similar urban qualities with the idea of Siedlung in Germany. Siedlungs
provided new living environments and new public areas for metropolitan people. The public spaces in factory settlements and siedlungs, are
the examples of the transformation of everyday life practices into spatial ones through a new ideology.
As a spatial projection of the republican ideology and statism understanding, these pioneer settlements provided a new and liveable city life
in the development process of modern society. The aim of setting examples, creating the ideal city and develop an ideological discourse of
the republic are also the important indicators of liveable public spaces. The ideals of the modern society in that period were spatialized by
means of these settlements. These settlements provided all the possibilities of modern urban life and helped workers migrating from rural
areas to adapt themselves into urban life and urban culture. The settlements which initiated urban transformation in the cities they were
located are also significant examples to deciphere the Republican understanding of the modern urban life and public space.
This article aims to discuss the establishment modern public spaces via the factory settlements and Siedlungs of the Early Republican
period. The traces of the concept of liveable public spaces, as being the indicator of a period’s ideology, rapidly fades in today’s cities. Within
the conceptual framework of the study the changing concept of liveable public spaces in Early Republican Period’s factory settlements and
111
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
today’s housing will be discussed.
The concept of liveable public spaces will be evaluated via Karabük Iron and Steel Factory Settlement. The change in the concepts of public
spaces and liveability in the early years of the Republic will be revealed through the factory settlements and today’s manufactured housing
(TOKİ) settlements. Also the qualities of the concept of “public spaces” in today’s cities which can be defined as poor, unqualified, and
ordinary will be put forward. Within this conceptual framework the importance of factory settlements with their liveable public spaces in the
formation process of contemporary urban dwellers and urban life will be revealed.
Keywords: Ideology; urban landscape; factory settlements; liveable public spaces; urban society.
1. The Ideology of the Early Republican Period and Its Approach to Factory Settlements
The formation of urban spaces and spatial representations are significant for the purposes of revealing spatial, social and political relations.
Urban public spaces not only pertain to the city in the physical sense but they are also important by allowing the representation of the city,
urbanism, modernity and everyday life in different forms [Kaya, 2011].
It was indicated that the founders of the Republic whose mission was to create a modern Turkish society through the reforms implemented,
had to extend these ideals first to the everyday life and then to the urban spaces embracing it. Hence the importance of the necessity for
urban and public spaces was emphasized [Uludağ, 1998]. With the understanding of statism and ideology of the period, planning of public
and urban spaces was given priority in the early Republican period. During this period, a modern lifestyle was promoted to the people
via squares, parks, industrial settlements and community houses. Thus, the goal of creating a modern society became three dimensional
through architecture.
Within the framework of structuring based on statist economy, factories were opened and industrialization movements laid the foundation
of the modern society. In this respect, it is a more accurate approach to handle the statism understanding of the period together with the
industrial settlements which were pioneers of modernization and social change, rather than to evaluate it only in an economical point of
view [Cengizkan, 2009].
When opening of new factories raised the housing problem for employees and workers, this problem was handled by constructing factory
settlements near factories where all amenities were provided. The construction of workers’ houses has been an important indicator of the
effort to create a social model. The sizes and locations of the houses in the site which have similiar characteristics with the idea of garden
city have been planned taking the differences in the status of employees and workers into consideration. In the settlements, education and
health care amenities have taken place with social and cultural ones besides the housing. According to Aydemir, the place where each state
owned enterprise is located is like cities both within the country and in remote areas. With their parks, lodgings, educational institutions, all
the amenities of communal and recreational living and a convenient and comfortable life setup, these were civilized facilities which were rare
even in democratic countries [Aydemir, 1996].
Planning factory settlements in anticipation of the workers living in healthy and modern environments would enable the continuity of
production, revealed its importance in both achieving its goal and creating a sense of belonging for workers.
2. Analysis of Factory Settlements within the Framework of Spatial, Social and Daily Life Practices.
Housing problem of workers was solved by planning different types and sizes of workers’ houses depending on their statue in the factory
settlements. In the settlements, there is a spatial setup which enables the social and cultural development of the workers and their families.
In some cases, the statue differences in the houses have also led to different social clubs which were a part of social facilities. In these
settlements besides social facilities, education and health care facilities and sports areas have been designed. The sports activities in the
sports areas and courses given in social facilities enabled socialization of workers and their families. A sense of public sphere was created
through social and cultural activities taking place in theaters, movies, social clubs in the settlements. Concerns for the future of the workers’
families were eliminated by means of facilities for education (nurseries, different grades of school), health (health care centers, infirmaries
and private hospitals) and socialization (parks, picnic areas, cafes, clubs, sports grounds) in the settlement. By providing the workers’ family
112
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
the opportunity to refresh, it was aimed to increase the efficiency of the labor force in production and create a healthy working condition
with qualified workforce [Cengizkan, 2009].
Enabling a modern and built environment for the realization of everyday life practices, social facility areas in the factory settlements,
allow the dissemination of modern way of living starting from working class which is the productive sector of society to its entirety. These
settlements which have shaped the development of cities in which are located by their establishment, have created liveable public spaces
through their social and cultural facilities.
4. Evaluation of the Concept of “Liveable Public Spaces” via Early Republican Period Factory Settlements and Siedlungs
With their liveable public spaces, factory settlements have set the example for the transformation of daily living practices into spatial ones
by the ideology. The houses in the settlements have similar characteristics with the ideas of Ebenezer Howard’s garden city and Siedlung
developed in Germany. Siedlung concept refers to residential areas and it is used to express a planned and designed district rather than a
neighborhood which is developed in an ad hoc way. The idea of modern siedlung in Germany developed as a response to housing shortages
and the poor living conditions of workers who lived in rental barracks in big cities [Akcan, 2005]. Siedlungs mean not only deciding the size
and typology of houses, but also redefining whole lives of new metropolitan people [Akcan, 2009]. As in the factory settlements, there
are social and cultural places besides houses in Siedlungs. Green spaces, parks, schools, laundries, hospitals, sports areas, social centers,
shopping centers are the different building types which exist in siedlungs and factory settlements.
Established in accordance with the ideals of Republic period, factory settlements have changed and transformed the “place” through
their public spaces and at the same time building an ideal house environment by social and cultural activities; they have pioneered the
contemporary urban landscape of modern society.
Having similar design principles, siedlungs and houses in factory settlements usually are in a repetitive layout and format. Public spaces
in residential areas which are surrounded by social and cultural buildings and areas become liveable. People at sidelungs and social areas
in the factory settlements, carry out their social and daily life practices in contact with each other. For example social clubs in the factory
settlements provided the active participation of workers and their families in modern urban life. Gardens of workers’ houses not only
facilitated the adaptation of workers who have migrated from rural to urban but they have also become semi private spaces where daily living
was shared. Sports fields in the settlements have become places where people communicated and interacted. In social buildings workers
shared common values in their daily living beyond their working life.
Social and cultural places in the settlements and sidelungs have not been limited to the use of people living there. These places have also
shaped the social and cultural lives of the cities in which they were located. Development and transformation in the cities where factory
settlements were located took place in the outskirts of them. Common use areas of the settlements have transformed into liveable public
spaces by enabling daily living practices to form the modern society.
5. Karabük and the Factory Settlement of Karabük Iron and Steel
Karabük is a republican city where the processes of urbanization and industrialization went hand in hand. In a period when industrialization
activities gained importance, social and urban development processes have also began with the opening of the factory. The factory settlement
where all facilities to meet the social and cultural needs existed besides housing, still maintains its importance even today as the planned and
organized part of the city. The establishment and growth of Karabük as a city, is an extremely important example reflecting the development
idealism and economical views of the young Turkish state [Kalyoncu, 2007].
113
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Figure 5.1. Safranbolu Karabük Station, 1932 [Şeyhoğlu Archive, 1932]
Being a village of thirteen houses originally and having a train station belonging to State Railways, Karabük urbanized rapidly with the
opening of the factory. Over time urbanization in Karabük led the city to be called in two ways: “Modern Karabük” and “The Other Karabük”
“Modern Karabük” is the part which expresses the process experienced in between 1938 and 1960 concerning the conscious and planned
applications of development in early Republican period. On the other hand, “The Other Karabük” indicates the Karabük which has no
aesthetical and architectural concerns, no identity, no land deeds and has emerged in the process of housing led by land speculators
[Kalyoncu, 2007]. In changing the appearance of Karabük from village to a city, development plans and industrialism which flourished by a
statist mentality played the major role.
Moneo states that the precondition for architecture is the place and without an individual, unique place architecture would not exist [Moneo,
1998]. Likewise the city of Karabük reflects properties of a city in which “place” was transformed and developed through industrialization
activities. Workers’ houses in factory settlements are examples of making use of architecture as a tool for the development idealism of the
recently founded Turkish State. The date when the foundation of Iron and Steel Factories was laid which is April 3, 1937 has also been referred
as the date of foundation of the city (Figures 5.3, 5.4, 5.5).
Figure 5.2. Agreement, November 10, 1936 [Kardemir Archive, 1936].
114
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Figure 5.3. Prime Minister İnönü, Fevzi Çakmak and British Ambassador at the groundbreaking ceremony of Iron and Steel Factory,
April 3, 1937 [Şeyhoğlu Archive, 1937].
Figure 5.4. Prime Minister İnönü lays the first concrete in the groundwork of the factory [TMMOB Chamber of Architects Archive, 1937]
5.1. Evaluation of the Settlement in terms of Spatial, Social and Daily Living Activities.
The spatial qualities of the Karabük Iron and Steel factory settlement are similar to those of other Sümerbank districts. In planning of houses
in the settlement, physical properties of place and the difference in the status of employees have been effective. In the settlement social and
cultural facilities, health care facilities and education buildings were planned besides the houses (Figure 5.1.2). In social facilities a distinction
is made according to status.
Iron and Steel Works Enterprises has played a major role in the process of housing in the settlement, starting from 1937 till 1960. However
after the year of 1960, it has lost its efficiency in housing production and left its place to cooperation practices and contractors initiatives
on the basis of building lots as it is still the case. Suffering some losses, the workers’ houses which were designed according to garden city
concept still continue to exist.
115
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Figure 5.1.1. Houses in Yenişehir by their locations in the site [Kaya, 2011]
Besides the houses in the settlement social and cultural facilities, recreational areas, education and health care structures played an
important role in the creation of a modern environment where a modern life would be spend. In those days, there was Erkan Camping in
Amasra for the workers to take a holiday (Figure 5.1.1).
116
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Figure 5.1.2. Location of social and cultural facilities at Yenişehir [Kaya, 2011]
Figure 5.1.1. Erkan Camping of Iron and Steel Factory in Amasra [Kardemir Archive]
117
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Figure 5.1.2. Houses by their construction dates in Yenişehir [Öktem, 2004]
118
Figure 5.1.3. Park with a Pool
[Özyurt Archive, 1948]
Figure 5.1.5. Social Building [Kardemir Archive]
Figure 5.1.4. Factory from Social Building Front
[Özyurt Archive]
Figure 5.1.6. Club House for Engineers
[İyican, 2005]
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Figure 5.1.7. Factory High School (1943)
[Özyurt Archive]
Figure 5.1.8. Yenişehir Movie House
[TMMOB Archive]
6. TOKİ Houses and Traces Left Behind By Iron and Steel Factory Settlement Fabric
Today due to the impact of globalization, cities have been standardized as consumption objects. As in the case of Cevizlidere Toki housing
blocks which were built in the immediate vicinity of Yenişehir district, cities have been filled with rapidly produced standard housing blocks
(Figures 6.1, 6.2).
Figures 6.1., 6.2. Cevizlidere TOKİ Housing Blocks [Yılmaz, 2007]
Figure 6.3. A House in Yenişehir [Kaya, 2011] Figure 6.4. TOKİ [ Kaya, 2011]
119
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
In parallel with today’s changing living conditions TOKİ came to the fore in housing production. Bringing a fast and effective solution to the
housing problem, TOKİ housing blocks have been criticized at times for being context-free. In this respect Görgülü stated that TOKİ was a
basic intermediary institution which excluded the relevant ministries of central government on plans and architecture of the cities, with the
authorities it carried, with the prototypes it had formed, with its residential architecture which was supposed to fit (but rather misfit) every
geography and with its understanding of planning [Görgülü and Görgülü, 2010].
Yenişehir district featuring a fully-planned residential neighborhood with its socio-cultural areas, public spaces and green fabric and
Cevizlidere TOKİ blocks consisting of 18 storeys and containing socio-cultural facilities which are context-free are two different examples
revealing understandings of different periods. In an article titled “Karabük’te Toki Alarmı” (Toki Danger in Karabük), Oktay Ekinci mentions
the reactions toward the disappearance of woodlands of the first forest management of the Republic in the plots of Toki which were
contemporaneous with the history of city. Another important view Ekinci points out in the article is that, it should be learned that identity
can be created in multi-storey building designs and at this stage checking the elaborate Republican areas in Karabük downtown would be
helpful [http://arkitera.com].
Today the settlement still belongs to Iron and Steel Factories. Yüzevler has been demolished on the ground that a town square would be
created (Figures 6.5, 6.6). Dere Evler and 38 Evler in the settlement have also been vacated and demolished. Named as Yenişehir District, the
factory settlement has been declared as an urban protected area and a third degree natural site in 1996 because of its quality to reflect the
social, economical and cultural life style of a certain period [Ministry of Culture, 1996]. Today the movie house in the settlement continues
the feature of being a liveable social space under the name “Yenişehir Cultural Center”. Social clubs are not in use as much today.
Figure 6.5. Town square project proposed by the Municipality in place for the demolished Yüzevler [http://karabuk.gov.tr, 2011]
Figure 6.6. Yüzevler demolition photos [http://karabuk.gov.tr, 2011]
120
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
7. Conclusion and a Critical View on Settlement
In a time when industrialization activities were supported by the State, architecture was employed to achieve the goal of educating and
modernizing the society. At this point, the importance of analyzing the factories and their settlements which reflect a certain period’s
ideology and social structure becomes evident. As a Republican city which owes its identity to Iron and Steel factories, Karabük is a significant
example. With the establishment of Iron and Steel factories, the problem of sheltering for workers and employees was attempted to be solved
by planning a district near the factory in which houses and social spaces took place. The settlement which still defines the silhouette of the
city today as it did yesterday is significant with regards to testifying a period and expressing its ideological, social and spatial background.
There is an architectural programming in the settlement which meets all the social and cultural requirements. The physical properties of
the location were taken into consideration in the design process. When we look at the Cevizlidere TOKİ apartment blocks in the immediate
vicinity of the settlement, we see high-rise, standardly manufactured dwelling units which are context-free. The affects of the standardly
built residential blocks and social facility fields on the identity of the city which was acquired by industrialization and on its liveable public
spaces should be discussed. It can be observed in Karabük example that housing policies which change in line with the needs and programs
of periods, upset the identity of cities by adding sameness and disidentification.
When TOKİ case is examined, it is understandable that the spatial setup, urban life, liveable public spaces and social relations formed in
the Karabük of Republican period do not reflect a similar understanding, it is differentiated. Even though TOKİ residences contain social and
cultural areas they are nevertheless extremely different than the factory settlements in which workers houses took place which were the
product of a neighborhood understanding that were designed with a sense of garden cities. In the city in which high rise building blocks
increase their share in city silhouette each day; Yenişehir district still remains in existence today as the silent witness of the Republic although
suffering losses and sets a significant example to the coexistence of changing policies and transforming public spaces in accordance with
the periods.
As can be seen in the example of Karabük, the modern lifestyle and the phenomenon of liveable public spaces can not be provided by
the residences and their surroundings that are produced by today’s non-contextual architectural understanding. The mediocrity and
standardization in the understanding of housing influence the liveability of public spaces and transform them. Social facility areas produced
by today’s housing approach lack the leading role in modernization of the society, contribution to the urban identity and a lifestyle offered
by the liveable public spaces in factory settlements of the Republic period.
Considering the role of urban spaces and urban open places in people’s adoption of the urban identity, the approach of TOKİ which claims
to be consciously producing “living centers” rather than just residences [http://www.toki.gov.tr, 2013] has to be re-evaluated in terms of its
effect on the liveable public spaces in the cities and the examples of public spaces in factory settlements should be followed with regard to
their liveability.
8. BIBLIOGRAPHY
• Akcan, E. , “Çeviride Modern Olan (Şehir ve Konutta Türk Alman İlişkileri)”, Yky, 264, 2009.
• Akcan, E., “Modern Komşuluğun İç İçe Geçmiş Tarihleri”, Varlık Dergisi, 12:21 (2005).
• Aydemir, Ş.S., “İkinci Adam”, Remzi Kitabevi, İstanbul, 438 (1996).
• Cengizkan, A., “Fabrikada Barınmak”, Arkadaş Yayınları, Ankara, 17,78 (2009).
• Görgülü Z., Görgülü T., “Türkiye’de Planlama ve Mimarlık Alanının Son 10 Yılı”, Mimarlık, 352: 22-30 (2010).
• Kalyoncu, H., “Cumhuriyet Kenti Karabük”, Karabük Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul, 45-103 (2007).
• Kaya, S., “İdeoloji, Gündelik Yaşam Pratikleri ve Mekan Etkileşiminde Karabük Demir Çelik Fabrikaları Yerleşiminden Öğrendiklerimiz ”, Master’s Thesis, Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 1-50 (2011).
• Öktem, S., “Türkiye Cumhuriyeti’nde Modernleşme Hareketi: Karabük Demir-Çelik Fabrikaları Yerleşim Örneği”, Master’s Thesis, İstanbul
Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 88-116 (2004).
• Şengül, H., T., Ulus Devletin Topraklaşması ve Kentleşmesi ( 1923-1950)”, “Kentsel Çelişki ve Siyaset: Kapitalist Kentleşme Süreçleri Üzerine
Yazılar”, Demokrasi Kitaplığı, 70-73 (2001).
121
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
•
•
•
•
•
•
•
122
T.C. Kültür Bakanlığı Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Kararı, no:4595, Karabük, 1, 2 (1996).
Uludağ, Z., “Cumhuriyet Döneminde Rekreasyon ve Gençlik Parkı Örneği”, comp: Sey, Y., in 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, Türkiye
Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 65-74 (1998).
Yılmaz, E., Photo Archives: Cevizlidere TOKİ Blokları, Karabük (2007).
Kaya, S., Photo Archives: Yenişehir Mahallesi, Karabük (2011).
Internet: Karabük Governorship, “İlimiz”
http://www.karabuk.gov.tr/haber/ilimiz.asp (2011)
Internet: Karabük Municipality “Projelerimiz”
http://www.karabuk.bel.tr/projelerimiz_goster.asp?id=35 (2011).
Internet: Arkitera “Karabük’te TOKİ Alarmı”
http://www.arkitera.com/h26518-karabukte-toki-alarmi.html (2011).
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
KAMUSAL AÇIK ALAN OLARAK KENT PARKLARI:
KADIKÖY - GÖZTEPE PARKI ÖRNEĞİ
Arş. Gör. Nihan GÜREL
Doğuş Üniversitesi, İstanbul
Doç. Dr. Feride ÖNAL
Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul
GİRİŞ
İletişim, ulaşım ve tüketim biçimindeki radikal değişimler, günümüzde kamusal alanların ve kentin kamusal bir arena olarak kullanımının
da değişime uğramasına neden olmuştur. Kentsel alanlar yollar tarafından dilimlenip, parçalanmış ve parçalar arasındaki ulaşım bir sosyal
deneyim olmaktan çıkmıştır. Kent içinde kamunun erişiminin olduğu alanlar bütünü olan kamusal alan sosyal fonksiyonunu kaybedip,
tamamen ulaşıma ayrılmıştır. Kentleşme ve sanayileşme ile birlikte artan nüfus yoğunluğu, mevcut açık alanların yetersizliği ve özelleştirilmesi
gibi etkiler altında, mekan-zaman kavramının sosyal ve fiziksel sınırları yeniden tanımlanmaya başlamıştır. Kentsel yeşil alanlar; fiziksel
özellikler, barındırdığı işlevler, sembolik ve sosyal anlamları, kentsel boşluk olma özellikleri ile kentler için önemli kamusal açık alanlardır.
Kent dokusunda yapılaşmış alanlar içerisinde kişilerin dinlenmesi, eğlenmesi gibi rekreasyon faaliyetlerini gerçekleştirmesi ve doğaya temas
edebilmeleri amacıyla düzenlenmiş olan ortak kullanım alanlarıdır.
KENTSEL AÇIK ALANLAR : HERKES İÇİN MEKAN – PARKLAR
İnsanın yaşadığı yer, çevresindeki fiziksel ve psikososyal yaşam koşulları insan davranışını belirlemektedir. Toplumsal ve fiziksel çevre, insan
için gerekli uyaranları ve öğrenme olanaklarını sağlarken çevrenin olumsuz koşulları insanın biyolojik yapısında bir yatkınlık olmasa da insan
yapısını ve davranışını olumsuz yönde etkileyebilmektedir (Önal,1997).
Her kamusal alan kamusal kültürü de doğrudan etkilemektedir. Kamusal alanlar, parklar, oyun alanları çevresel sosyal hayatı zenginleştirici
etkiye sahiptir. Parklar, meydanlar ve caddeler, uyumlu ve kapsayıcı kamusal kültürün oluşmasına ve sürdürülmesine yardım eden önemli
sosyal bağlayıcılardır. Bu deneyimler bütüncül olarak toplum hissini arttırmakta ve toplumun ekonomik ve sosyal boyuttaki dayanışmasının
ve hoşgörüsünün kültürel normlarını güçlendirmektedir. Bu bağlamda, kamusal alanlara yönelme hareketi kamu kültürünü güçlendirmede
itici bir kuvvet olabilir (Carr,vd.1992).
Woolley (2003), kullanıcı bakış açısından kentsel açık mekan tipolojisini, domestik, yakın çevre/civar ve kente ait olmak üzere üç kategoride
inceler. Domestik kentsel açık mekanlar fiziksel olarak büyük ölçüde evle ilişkilidir ve çoğunlukla aile, arkadaşlar ve komşularca kullanılır. Yakın
çevre açık mekanlar ise doğrudan evle değil ama yakın çevre ve burada yaşayan toplulukla ilişkilidir. Sosyal olarak, bu mekanlar yalnızca aile,
arkadaşlar ve komşular tarafından değil, ayrıca mekanın çevresinde yaşayan diğerleri tarafından da kullanılacaktır. Kente ait açık mekanlar
ise, kent bağlamında düzenlenmiş fakat sıklıkla evden fiziksel olarak uzak konumlanan, stratejik veya belirli bölgelere konumlanmış yerlerdir.
Bu tür mekanlar daha çok, kişinin kentin farklı bölgelerinden, farklı hayat türlerinden insanlarla karşılaşabileceği sosyal karışım alanlarıdır.
Parklar herkes tarafından ulaşılabilir oldukları için en demokratik kentsel açık mekanlar olarak kabul edilebilirler (Woolley, 2003). Araştırmalar
parkların çağdaş toplum için sosyal açıdan önemli; kentsel çevrede en çok kullanılan ve en iyi bilinen açık mekanlar olduğunu göstermektedir.
London Planning Advisory Committee adına yapılan bir çalışmada parkların rekreasyon, ekolojik, konfor, yapısal, eğitimsel, sosyal ve kültürel
açılardan değerlendirilmesi gerektiği, faydalarının kişisel, sosyal, ekonomik ve çevresel olduğunu belirtilmektedir (Llewelyn-Davies, 1992).
123
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Yoğun kentleşme ve sanayileşme kent yaşamında doğayı daha az ulaşılabilir hale getirirken, kamusal alan olarak parklar, şehrin içinde doğanın
varlığını hissettiren, günlük kargaşadan uzaklaşmayı sağlayan, dinlenme ve spor yapma olanağı sunan alanlardır. Bir şehrin parkları sosyal
iletişim alanlarıdır (Tonnelat, 2010).
Tanımlı kent boşlukları olarak işlev gören, yeşil ve doğa ile etkileşimin yanı sıra kentlinin sosyal iletişim ve kamusal yaşama katılımının
sağlandığı kent parkları da kamusal alanın dönüşümünden etkilenmektedir. Kamusal alan ile kent yaşantısı arasındaki dinamik ve karşılıklı
ilişki değişmekte, kamusal açık mekanlar ve kentsel yeşil alanlarda gerçekleşen etkinlikler kapalı ve özel mekanlara taşınmaktadır.
Francis (2006) parkların kent ve kentsel yaşamdaki yeri ve önemini vurgulamaktadır.
• Parklar topluluk duygusu oluşturmak ve yaşam kalitesini artırmak için en hızlı ve en etkili mekanlardan birisidir.
• Parklar ortak bir çevrede insanların ilişki ve etkileşimini sağlar. Parklar, sakinlerini birbirlerine ve onların çevrelerine bağlayarak yer duygusu
yaratırlar.
• Parklar farklı insanların toplum katılımına pozitif bir kanal açmaktadır (Francis, 2006).
Bütüncül planlama içinde yeşil alanların ve çevre kalitesinin önemi, kentteki yaşam kalitesini arttırmada büyüklük ve konumlanma standartları
kadar önemli bir rol oynamaya başlamıştır. Başarılı olabilmesi için bir master plana gereksinimi olan kent parklarının etkin kullanımı için yedi
ölçüt belirlenmiştir (Harnik, 2006).
• amacın /hedefin açık ifadesi
• devam eden planlama ve kullanıcını katılım süreci
• sisteminin hedeflerine ulaşması için yeterli alan, personel ve donanım
• 4.adil/herkes için erişim
• kullanıcı memnuniyeti
• Suç ve fiziksel tehlikelere karşı güvenlik
• parkların sınırları dışında kente faydaları
Kent parkları; herkese açıktır toplum için demokratik bir forum oluştururlar. Kentsel alanda kaybolan insanları bir araya getirme, toplanma ve
sosyal bağları kurmak işlevlerini yerine getirirler. Bu alanlar bir bölgenin kültürel kimliğini biçimlendirir, bölgede yaşayanlar için yer duygusunu,
aidiyeti güçlendirirler.
Bu tür alanlar, kullanıcının ihtiyaçlarını çok amaçlı karşılamalıdır. Farklı koşullar altında dinlenmenin, aynı zamanda güvenliğin mümkün
olduğu yerler olmalıdır. Aynı zamanda içinde aktif yer alınan faaliyetlerin olduğu yerler olmalıdır. Her defasında keşfetmeye izin veren, sürprizli
yerler olmalıdır. Ayrıca burada toplumun her kesimine istediği şekilde davranmak için erişim olmalıdır (Carr,vd., 1992).
KADIKÖY - GÖZTEPE PARKI
Ülkemizde kentsel mekan organizasyonun kentsel doluluklar üzerine kurulmuş olduğu, kent boşlukları ve açık alanların ihmal edildiği
görülmektedir. Kentleşme ve nüfus artışları ile kent merkezlerinin değer kazanması yapılaşmanın yoğunlaşmasına neden olmuş ve kentsel
açık alanlar yapılaşma durumu ile karşı karşıya kalmışlardır.
Kadıköy; İstanbul İlçeleri arasında Tarihi Yarımada ve Boğazlar dışında kalan bölgeler arasında en tipik, kıyı yerleşim durumuna sahip, Anadolu
yakasında, 531.997 (2011) nüfusu, 25,20 km2 yüzölçümü ile İstanbul’un nüfusunun en yoğun ilçelerinden birisidir. Kadıköy ilçesinin Marmara
denizine kıyısı olan tüm yerleşimler kıyıya paralel üç ana taşıt ulaşım arteriyle bölünmektedir. Kıyıya paralel üç ana ulaşım aksı (Bağdat
Caddesi, Fahrettin Kerim Gökay caddesi ve D-100 karayolu) üzerinde konumlanan yerleşimde son yıllarda yoğun bir yapılaşma izlenmekte,
kamusal boşluklar yüksek yoğunluklu yapılaşmaya açılmaktadır. Kıyıda yer alan dolgu-yeşil alanlar dışında Kadıköy bölgesinde kentsel yeşil
alan ve kent parkı olarak Fenerbahçe Parkı, Özgürlük Parkı ve Göztepe Parkı bulunmaktadır. Yönetmeliğe göre kişi başına düşen yeşil alanın 10
m2 olması gerektiği belirtilmektedir. Bu oran Kadıköy ilçesinde kişi başına 1,30 m2. dir.
İstanbul-Kadıköy ilçesi için önemli bir kentsel yeşil alan olma özelliği gösteren Göztepe Parkı çalışmanın ana materyalini oluşturmaktadır.
124
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Parkın çalışma alanı olarak seçiminde; bir kamusal mekan ve kentsel odak olma özelliği, Kadıköy’de sınırlı sayıda olan kentsel boşluklardan biri
olma özelliği etkili olmuştur. 2012 yılı itibari ile parkta gerekçesi, planlaması ve tasarımı bağlamında kentlinin dahil olamadığı karar süreçleri
ile yeniden düzenleme çalışması başlatılmıştır. Yeniden düzenleme çalışmaları, parkın geçirdiği değişim süreci ve karar süreçleri toplumsal
tepkileri de beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda çalışmada; Göztepe semt parkı kullanım biçimleri, kullanıcı nitelikleri, kullanım sıklığı
parametreleri ekseninde sosyodemografik anket ile değerlendirilecektir.
Şekil 1. Göztepe Parkı Konum
ALAN ARAŞTIRMASI
Alan araştırmasının örneklemi 40 kadın ve 30 erkek olmak üzere toplam 70 kişiden oluşmaktadır. Tesadüfî örnekleme yolu ile seçilen
katılımcılara, araştırmanın amacı doğrultusunda parkın kullanım sıklığı, kullanım biçimleri, kullanım amacı ve memnuniyete yönelik soru
formu uygulanmıştır. Anket hafta içi ve hafta sonu günleri olmak üzere saat 12:00-15:00 saatleri arasında uygulanmıştır.
Katılımcıların %10’luk diliminin 25 yaş ve altı, %39’luk diliminin 55 yaş ve üstü, %51’lik dilimin ise 25-55 yaş arasında olduğu görülmektedir.
%51’lik 25-55 yaş diliminin çoğunluğunun yakın çevrede çalıştığı ve parkı çalışma saatleri dışında kalan sürede dinlenme amaçlı kullandıkları
gözlemlenmiştir. Katılımcıların %52’sinin Göztepe, %19’unun Erenköy, %14’ünün Caddebostan, %15’nin ise Anadolu yakasının farklı
semtlerinde ikamet ettikleri sonucu çıkmıştır. Katılımcıların %57’si lise düzeyinde, %35’i üniversite düzeyinde, %4’ü yüksek lisans düzeyinde,
%4’ü ise ilköğretim düzeyinde eğitim görmüştür.
Katılımcıların %37’si parka geliş amacını yürüyüş-spor, %29’u dinlenme, %18’i yeşil alanla buluşma, %16’sı ise parkı iki aks arası geçiş amacı
için kullandığını belirtmiştir. (Grafik 1.) Parkın kullanım amaçlarından birisi olan “kültürel ve sosyal etkinlikler” katılımcılar tarafından tercih
edilmemiş olup, yapılan görüşmeler doğrultusunda parkın bu yöndeki eksiklikleri katılımcılar tarafından ifade edilmiştir.
125
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Grafik 1. Parka Geliş Amacı
Parkın kullanımın sıklığı ve kullanım sürelerine (Grafik 2.) ilişkin sonuçlar değerlendirildiğinde; park kullanıcılarının %57’lik diliminin haftanın
her günü, %36’lik diliminin haftada 1-2 gün, %7lik dilimin ise 2-3 haftada birkez parkı kullandıkları görülmektedir. Parkta geçirilen süreye
bakıldığında, %43’ü parkta 0-1 saat vakit geçirdiğini, %48’i 1-2 saat vakit geçirdiğini, %9’un ise 2 saatten fazla vakit geçirdiğini belirtmişlerdir.
Grafik 2. Kullanım sıklığı ve parkta geçirilen süre
Katılımcıların %50’lik dilimin parkı hafta içi, %21’lik dilimin parkı haftanın her günü, %29’luk dilimin ise hafta sonları kullandığı görülmektedir.
Parkın günün hangi diliminde kullanıldığına bakıldığında ise, %55’in öğle saatlerinde, %26’nın sabah saatlerinde, %19’un ise öğleden sonra
saatlerinde kullanıldığı görülmektedir. (Grafik 3.)
126
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Grafik 3. Park Kullanım – Haftanın Günleri – Gün Dilimi
Grafik 4. Parka kimle gelirsiniz – Parka ulaşım
127
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Katılımcıların parka %45’inin yalnız, %18’inin arkadaşları, %18’inin ailesi , %14’ünün eş/sevgilisi, %5’inin iş arkadaşları ile geldikleri
belirtilmiştir. Parka ulaşım değerlendirildiğinde %95’lik dilimin yaya olarak, %5’lik dilimin ise toplu taşıma ile ulaştığı görülmektedir. (Grafik
4.) Ulaşım tercihleri incelendiğinde parkın çoğunlukla yakın çevresine hizmet ettiği ve yaya olarak ulaşıldığı görülmektedir.
Grafik 5. Yakın çevrede tercih edilen diğer açık alanlar
Katılımcılar yakın çevrede gitmeyi tercih ettikleri diğer açık alanların olup olmadığı sorusuna ise %53’ü olduğu, %47’si ise olmadığını yanıtını
vermiştir. %53’lük dilim içerisinde ki katılıcımların yakın çevrede gittiği diğer açık alanlar sorulduğunda, %67’si Göztepe Özgürlük Parkı, %25’i
Sahil, %8’i ise Fenerbahçe parkı şeklinde cevaplamışlardır. (Grafik 5.)
Grafik 6. Parkta yapılan yeni düzenleme hakkında görüş
Parkta yapılmakta ve halen devam etmekte olan yeniden düzenleme çalışmaları ile ilgili görüşleri sorulduğunda ise, %70’i olumsuz, %30’u
ise olumlu görüş belirtmiştir. Bu noktada yapılan gözlem ve görüşmelerde katılımcıların yapıan düzenleme çalışmaları ile park alanındaki ağaç
ve yeşil miktarında azalma olduğunu vurgulamışlardır.
128
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Yapılan alan çalışması sonucunda; Göztepe Parkı kullanıcılarının büyük bir bölümünün semt sakinleri olduğu, parkın içinde yer alan spor
sahaları dışında hiçbir etkinlik ve servis içermediği, kullanıcıların büyük bir çoğunluğunun parkı her gün yürüyüş-spor, dinlenme, yeşil alanla
buluşma yeri olarak kullandığı belirlenmiştir.
DEĞERLENDİRME
Son yıllarda ülkemizde paylaşım ve katılımcılıktan uzak yöntemlerle üretilen projelerle, özellikle kent merkezlerinde herkesin erişimine açık
olan kentsel açık alanların hızla yitirildiği gözlemlenmektedir. Kentlerin değişen fiziki çevresi ve azalan kentsel açık alanlar insanların bir araya
gelme, temas etme olanağını azalmakta, toplumsal ilişkiler mesafeli ve kopuk hale gelmektedir. Kentsel açık alanların yaşanabilirliği kullanımı
ile doğrudan ilişkilidir. Bu bağlamda yapılacak düzenlemeler ve tasarım süreci katılımcı bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Kentlinin kullanımerişimine açık olan kentsel parklar ve açık alanlar üzerine üretilen projeler ve yeniden düzenleme çalışmalarının üretim sürecinde de kamuya
açık süreçlerin üretilmesi sürdürülebilir ve sağlıklı bir kentsel yaşantı için önemli ve gereklidir.
KAYNAK:
• Carr, S., Francıs M., Rıvlın L.G, Stone A.M.,1992 Public Space, Cambridge University Press, (343-368)
• Francis,M. 2006. Urban Parks as Community Places.FASLA University of California, Davis Chuncheon G5 Symposium Talk Chuncheon, Korea
• http://lda.ucdavis.edu/people/websites/francis/korea.pdf
• Francis,M.2006.Community Engagement APA American Planning Assocation http://www.planning.org/cityparks/briefingpapers/
• Gehl, J. 1987. The Life between Buildings. New York: Van Nostrand Reinhold.
• Gehl, L. and L. Gemzøe. 2001. New City Spaces. Copenhagen: The Danish Architectural Press
• Harnik,P.2006. The Excellent City Park System, The Trust for Public Land Press, San Francisco
• Önal,F,. 1997.”Yapı Adası İç Boşluklarının Kentsel Mekana Katılımına Yönelik Bir Model Önerisi” Yayınlanmamış Doktora Tezi,YTÜ Fen Bilimleri
• Tonnelat.S.,2010, The Sociology of Urban Spaces, http://www.academia.edu/313641/The_Sociology_of_Urban_Public_Spaces
• Woolley,H. 2003.Urban Open Spaces, Spon Press
129
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
URBAN PARKS AS COMMUNITY OPEN SPACES:
CASE STUDY KADIKÖY-GÖZTEPE PARK
Assoc. Prof. Dr. Nihan GÜREL
Doğuş Üniversitesi, İstanbul
Res. Asst. Feride ÖNAL
Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul
INTRODUCTION
The use of public space and the city as a public arena transformed because of radical changes in communication, transportation and
consumption today. Urban areas shredded by roads and transportation between the parts have ceased to be a social experience. Areas where
public access to public space in the city, where the whole social function lost, totally devoted to transportation social and physical boundaries
of the concept of space-time has to be defined again through Urbanization and industrialization, along with higher population density,
lack of open space and existing under the effects of privatization. Urban green spaces are important public open areas for cities with their
physical properties, inherent functions, symbolic and social meanings. They’re common areas which is regulated to recreational activities as
entertainment, relaxation and contacting with nature that is structured in the urban tissue.
URBAN OPEN SPACES: SPACES FOR ALL - URBAN PARKS
Physical and psychosocial environment and living conditions of people determines human behavior.Although the biological structure of
the human not to have a tendency, negative conditions of the environment adversely affect the behavior of people. (Önal,1997) Adverse
conditions of environmental can adversely affect the biological structure of human beings and human behavior.
Each new public space directly affects the public culture. A community-built garden or playground can greatly enrich the social life of a
neighborhood. Parks and plazas and main streets can be precious social binders which help create and sustain a coherent and inclusive public
culture. These experiences foster a sense of community of the whole and reinforce cultural norms of tolerance across the economic and social
distances of our society. In these ways, the public space movement can be a force in improving our public culture (Carr,vd.1992).
Woolley (2003) identifies three main thypologies of open space from a user’s point of view; domestic, neighbourhood and civic spaces.
Domestic open spaces are directly related with the housing environment. Neighbourhood open spaces are not directly related with the
housing environment including parks, playgrounds, playing fields and sports pitches, school, playgrounds, streets. Civic spaces are spaces
which are open to the entire city and is a place where you can meet people with different lifestyles.
Parks-in theory-though they are accessible to all urban open spaces can be regarded as the most democratic. (Woolley,2003) Researches
are pointing that parks are socially important for contemporary society and probably the most widely used and best-known open spaces for
urban environment. In a study conducted on behalf of the London Planning Advisory Committee, parks should be evaluated on recreation,
ecological, comfort, structural, educational, social and cultural aspects ,and the benefits are personal, social, economical and environmental.
Llewelyn-Davies, in 1992, recommended a new approach to open space planning. Llewelyn-Davies argue that, in addition to recreation, open
space must be evaluated from the ecological, amenity, structural, educational, social and cultural points of view.
Public parks are in high demand in urban environment. They embody the presenceof nature in the city. They offer respite from the daily
agitation. They encourage the practice of sports and recreation Less well known is the fact that parks are places of heavy socialization In
fact, less than aretreat away from the crowds, parks are often places were social contacts are numerous both among regulars and among
131
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
occasional visitors. (Tonnelat, 2010) Urban parks acting as defined urban spaces that interactions with green and nature as well as citizen
participation in social communication and public life, are affected by the transformation of public space. Dynamic relationship between public
space and urban life is changing, the activities that realizes in public open spaces and urban green spaces carried to private spaces.
Mark Francis, emphasizes the importance of parks about cities and urban life.
• Parks are one of the quickest and most effective ways to build a sense of community and improve quality of life.
• Parks provide places for people to connect and interact in a shared environment.
• Parks channel positive community participation by getting diverse people together toward a shared vision. (Francis,2006)
The importance of integrated planning and environmental quality in the green areas in the city, begun to play an important role on improving
the quality of life as size and positioning standards. are seven identified factors, in need of a master plan for the success of the urban parks.
(Harnik, 2006)
The seven factors of excellence are:
• A clear expression of purpose
• An ongoing planning and community involvement process
• Sufficient assets in land, staffing, and equipment to meet the system’s goals
• Equitable access
• User satisfaction
• Safety from crime and physical hazards
• Benefits for the city beyond the boundaries of the parks
Urban parks must be accessible for everyone regardless of physical or financial resources. Open spaces independently from ethnic origin, age,
and gender, is open to everyone, and in this way generates a forum for democratic society. When properly designed they fulfill the function
of bringing together so many people, lost in the urban area, assembly and establish social bonds. These areas formats the cultural identity
of a region and strengten a sense of place for those who live in the region.
Such spaces must accommodate the full range of user needs rather than being single-purpose and simplistic. There must be comfortable
places to sit under various conditions but also more sheltered places where real relaxation is possible. There should be plenty of opportunities
to watch others, but olsa things and activities with which to get actively involved. There should be significant aspects of the places that do
not reveal themselves on first visit, but that allow for discovery over time. There must also be free for all and freedom to act in all the ways
that the larger society allows. (Carr, vd.1992)
KADIKOY – GOZTEPE PARK
Organization of urban space in our country is built on the urban solids thus urban spaces and open areas are neglected. Urbanization and
population growth and appreciation of building construction led to the concentration of the urban centers and urban open spaces were faced
with the threat of construction which are already inadequate.
Kadikoy, in the Anatolian side of Istanbul, with 531.997 (2011) population, with an area of 25.20 square kilometers, is one of Istanbul’s most
populous counties. Parallel to the coast of the Sea of Marmara district of Kadikoy is divided into three main vehicle transport Baghdad Street,
Fahrettin Kerim Gökay street and the D-100 highway) axis. In recent years, a high-density structuring was observed in Kadıkoy. Green areas
in Kadıkoy are the fill-in parts on the shore, Fenerbahçe Park, Goztepe Ozgurluk Park and Goztepe Park. According to the regulation about
green areas, there sholdu be 10 m2 green area per person but in Kadıkoy this ratio is 1.30 m2 of green area per person.
Kadikoy district of Istanbul-Goztepe Park, which is an important urban green space is the main material of this study. Selection of the park as
an area of study is to be an important feature of public space and urban focus that is one of the limited urban spaces in Kadıköy in spite of
enclosing not many functions and still a used urban park. At the end of the year 2012, a new regulation has begun without any documents
and information about planing and design. Regulations that caused the reaction of residents, concernes about destroying a rare green area.
132
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Picture 1. Location of the study area
FIELD STUDY
Way of random sampling was used for the field study including 40 women and 30 men, a total of 70 people. For the purpose of the research
park, frequency of use, purpose of use and satisfaction questionnaire was used. The survey was performed between the hours of 12:00 to
15:00 on weekdays and weekends.
10% of the participants under 25 years of age, 39% are aged 55 years and older, 51% is seen that in the period of 25-55 years. Majority of
51% of the 25-55 age zone outside the hours and hours of work in nearby recreational park was observed to be used. Place of residence, 52%
of Göztepe, Erenköy 19%, 14% Caddebostan, % 15 other districts of the Anatolian side.
57% of participants in high school, college, 35%, 4% graduate, and 4% was educated at primary level. 37% of participants for walkingsports, 29% for recreation, 18% for green area and 16% had used for the purpose of the transition. (Figure 1) One of the objectives of arrival
was cultural and social events, which are not mentioned by the participants. According to the interviews with the participants, lack of social
and cultural activities in the park were expressed by the participants.
Figure 1. Purpose of Use
The frequency of use (Figure 2) results were analyzed, 57% of participants each day of the week, 36% 1-2 days a week, %7 day in 2-3 week.
43% of the participants spent time 0-1 hours in the park, 48% 1-2 hours, 9% spent more than 2 hours.
133
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Figure 2. Frequency of Use
The results of the use of the park; 50% during the week, % 21 every day of the week 29% on weekends. Looking at what period of the day
the park was used, 55% at noon, 26% in the morning, 19% in the afternoon have been used. (Figure 3.)
Figure 3. The use of the Park – The Period of the Day
134
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
45% of the participants is coming to the park alone, 18% with his friends, 18% with family, 14% husband/wife/boyfriend/girlfriend, 5%
with this colleagues.
Figure 4. The Use of Park - Access
Analysis of access routes shows, 95% by foot, 5% by public transport. According to the results, the park mostly served to its surroundings.
Figure 5. Other Preferred Open Spaces
The results of the question if there are other open spaces that they preferred to go; 53% of participants mentioned that there some other
open spaces, 47% of participants mentioned that they don’t preferred to go to other open spaces. In the slice of 53% of these participants;
67% of them preferred to Goztepe Ozgurluk Park, 25% the coast, and 8% of them preferred to go to the Fenerbahçe Park.
135
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Figure 6. Opinion about the New Regulations
Views on the ongoing regulation in the park is taken; 70% negative opinion and 30% state positive opinion. At this point, based on
observations and interviews of the participants indicated a decrease in the amount of green in the park. The result of field work; Goztepe
Park residents that a large part of users use park for purposes such as sports, recreation, green area and as a meeting place.
CONCLUSION
In recent years, our country away from the methods of sharing and participation in the projects produced, especially in urban centers that
are open to the public urban open spaces which expire quickly. Changing the physical environment of cities and declining urban open spaces,
decreasing the opportunity to contact people to come together, social relations are becoming distant and detached. Livability of urban open
space is directly related to the use and design regulations to be made in this context, a participatory approach in the continuation of the
process is required.
KAYNAK:
• Carr, S., Francıs M., Rıvlın L.G, Stone A.M.,1992 Public Space, Cambridge University Press, (343-368)
• Francis,M. 2006. Urban Parks as Community Places.FASLA University of California, Davis Chuncheon G5 Symposium Talk Chuncheon, Korea
• http://lda.ucdavis.edu/people/websites/francis/korea.pdf
• Francis,M.2006.Community Engagement APA American Planning Assocation http://www.planning.org/cityparks/briefingpapers/
• Gehl, J. 1987. The Life between Buildings. New York: Van Nostrand Reinhold.
• Gehl, L. and L. Gemzøe. 2001. New City Spaces. Copenhagen: The Danish Architectural Press
• Harnik,P.2006. The Excellent City Park System, The Trust for Public Land Press, San Francisco
• Önal,F,. 1997.”Yapı Adası İç Boşluklarının Kentsel Mekana Katılımına Yönelik Bir Model Önerisi” Yayınlanmamış Doktora Tezi,YTÜ Fen Bilimleri
• Tonnelat.S.,2010, The Sociology of Urban Spaces, http://www.academia.edu/313641/The_Sociology_of_Urban_Public_Spaces
• Woolley,H. 2003.Urban Open Spaces, Spon Press
136
3. OTURUM / SESSION 3
YAŞANABİLİR KENTLER / EKOLOJİ
LIVEABLE CITIES / ECOLOGY
Derya OKTAY / Oturum Başkanı - Chairperson
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
SÜRDÜRÜLEBİLİR EKOLOJİK YERLEŞMELERE ÖRNEK OLARAK
FREIBURG ŞEHRİ
Arş. Gör. Esmagül YAKUPOĞLU
• İstanbul Teknik Üniversitesi, Çevre Kontrolü ve Yapı Teknolojisi Programı, İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi
• Arş.Gör. Gedik Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Mimarlık Fakültesi
Arş. Gör. Ferhan KORKMAZ HASMADEN
• Gazi Üniversitesi, Mimari Tasarım Programı,Fen Bilimleri Enstitüsü Gazi Üniversitesi
• Arş.Gör. Gedik Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Mimarlık Fakültesi
ÖZET:
Kentsel sürdürülebilirlik insanlığın günümüzde karşı karşıya geldiği en zorlu ve acil çözüm üretilmesi gereken konulardan biridir çünkü kentler,
ekonomik ve sosyal gelişmelerin merkezi ve dünya nüfusunun yarısından fazlasının yaşadığı ve bu yüzden başlıca çevre sorunlarının kaynağını
içeren alanlardır. Sürdürülebilirliğin ekolojik, ekonomik ve sosyal boyutları prensipte eşit derecede önemli olmakla birlikte, kentlerin ekolojik
boyutu en az incelenmektedir.Fakat bu durum son yıllarda hızla değişmeye başlamıştır.Gezegenimiz sürdürülebilirlik yolunda aceleyle yol
alması gerekmektedir çünkü nüfus şehirlerde yoğunlaşmaktadır ve şehirler bu müdaheleyi gerektiren en önemli alanlardır.
Yaygın olarak dünyanın en yaşanabilir olarak kabul edilen kentlerinde dahi kullanılan alan mevcut toprağın üç kat daha fazlası alanı
kapsamaktadır..Hergün şehirde nasıl ulaşımı sağlayacağımız, ne satın alacağımız ve atıkların nasıl üstesinden geleceğimiz gibi kararlar, şu
anda Dünya’nın kaynaklarından payımıza düşenin çok daha fazlasını kullandığımız anlamına gelir.
Sürdürülebilir kentlerin ana hedefi atık, ekonomi, karbon salınımı ve ekosistem vs. konuları üzerine odaklanmak olmalıdır. Bu nedenle, bu
çalışmanın temel amacı; örnek olarak Freiburg şehrini ve onu sürdürülebilir kılan kriterleri göstermektir. Bu şehrin üzerinde durmamızın
nedenleri; uluslararası olarak iyi düzeyde bilinen çevresel yaklaşımı, güneş enerjisinin ve diğer yenilenebilir kaynakların yaygın kullanımı ve
Eko konutları, yayalaştırılmış caddeleri ve toplumsal olarak bilinçli komşuları ile Alman şehri Freiburg’u sürdürülebilirliğin parlayan bir örneği
yapmaktadır.
Anahtar Kelimeler: sürdürülebilirlik, yeşil yehirler ,ekoloji,kentsel sürdürülebilirlik, yaşanabilir-yeşil şehirler.
GİRİŞ:
Neler şehirleri sürdürebilir ve yaşanabilir kılar?
Yarının yaşanabilir şehirleri hem biyolojik hem de sosyal gereksinimlerin karşılanmasını gerektirmektedir.Kentsel tasarımda ,ulaşımda,enerji
ve su kullanımında sürdürülebilir çözümler, doğal kırsal ve kentsel çevre arasında bir denge oluşturmak gibi kriterleri içerir.
Şehirler CO2 emisyonlarının% 75’inden fazlasını üretirler.Aynı zamanda, emisyon azaltımında en büyük potansiyeli barındırlar.Atık yönetim
sistemi ile yerel düzeyde geleceğe yönelik altyapıyla başlayan, toplu taşıma ve arazi kullanım planlanması ile devam eden bir sistem ile
sürdürülebilir ekonomiye ve yaşayanları için doğru ortama sahip bir şehri ortaya çıkarır.
Freiburg yerel yönetimi, özellikle sürdürülebilirlik ilkesine bağlılık göstermektedir. Doğayı koruma, enerji verimliliği, tasarruf ve yenilenebilir
enerji, sürdürülebilir toplu taşıma altyapısı gibi bütünsel bir şehir kalkınma planı görülmektedir.
Freiburg bu alanda bir liderlik rolü üstlenmiştir. Burası dünyaca ekolojik politika ve kentsel gelişim örneği olarak görülmektedir. Özetle; çevre
işletmelerin geleceğe yönelik sektörlerde uzun vadeli ve sürdürülebilir bir büyüme ve istihdam yaratması için “Yeşil Şehir” giderek artan bir
ekonomik boyutu kapsamaktadır.
139
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Bu çalışma Freiburg çevre politikasına kapsamlı bir bakış vermeyi amaçlamaktadır. Aşağıda Freiburg’a dair kentsel gelişim, ulaşım kavramı,
güneş enerjisi ve atık yönetimi gibi konulara yer verilmiştir.
1. KENTSEL GELİŞİM
Günümüzde, çevre koruma ve biyoçeşitlilik entegrasyonu kentsel planlama görevinin bir parçasıdır. Freiburg kenti böyle bir bütünleşmeyi,
kentsel gelişme politikasının merkez parçası haline getirmiştir.
Biyoçeşitlilik
Doğa ve manzaraya her müdahale, kentsel gelişim ihtiyaçları doğrultusunda, başka bir yerde dengelenmelidir. Biyolojik Anahtar Alanları olarak
adlandırılan bu statejide mevcut olan planlama göz önüne alınmıştır. Peyzaj Planı için, bu tür alanlar açıkça belgelenmiş ve uygun faaliyetler
geliştirilmiştir.Yerleşim alanlarının geliştirilmesinde bu anahtar planlara uygun şekilde düzenlemeler ve planlamalar yapılmıştır.
Doğru Havalandırma- Kentsel Yeşil Alanlar
Kent Peyzajı birçok bina ve yalıtılmış yüzeyden etkilenmektedir.Bu tür kentsel alanlar genellikle daha sıcaktır ve hava kalitesi az yoğunlukta
nüfusu içeren bölgelere göre daha kötüdür.
2003’de hazırlanan şehir iklim analizi ile Freiburg’un yerel ikliminin önemli yönleri ve gelecekteki kentsel gelişim üzerindeki etkisi tespit
edilmiştir. Yaz aylarında, gün boyunca hatta haftalarca sıcak, açık ve rüzgarsız dönemlerde kentsel kamusal yeşil alanlar önemli bir rol
oynayabilir, özellikle bu alanlar yönelimi ve boyutları doğru şekilde planlanırsa iklimsel dengede ve hava hareketinin kanallarının oluşmasında
önemli rol oynayabileceği belirlenmiştir.
1.1. Az alan ve daha fazla yaşam kalitesi!
1980 yılından bu yana, Freiburg’un konut gelişiminin yarısından fazlası kullanılmayan, nadas arazisi üzerinde, mevcut binaların veya eski
sanayi alanları ve eski askeri arazileri arasındaki alanlarda yer almıştır. Bu ilke, şehir plancıları tarafından ‘iç gelişme’ olarak adlandırılmıştır.
Iç gelişme potansiyeli 3 kategoride değerlendirilmiştir: kullanılmayan arazi boşlukları, seyrek kullanılan alanlar ve eski tarım alanları. Aynı
zamanda binalar arasındaki her boşluğun doldurulmasının bu gelişim için uygun olmadığını anlaşılarak planlama yapılmıştır. Amaç iyi şekilde
yerleşim ile kentsel değerler ve isteklerin korunarak geliştirilmesidir.
Sokaklar, yerleşim alanları ve sanayi alanları inşaatları yerel ve küresel iklim, su kaynakları ve biyolojik çeşitliliğe etki etmektedir. Peyzajı yok
etmek, rekreasyon kaybı, trafik gürültüsünün artması gibi olumsuz etkilere yol açmaktadır ilkeleri benimsenmiştir.
Uygun Arazi Kullanım Talebinin Belirlenmesi
Arazi Kullanım Planı 2020 sürdürülebilirliği ve Peyzaj Planı 2020 entegrasyonu ile geliştirilmiştir. Buna ek olarak, ve çevresel bir değerlendirme
de içermektedir. Ayrıca bir alan tahsis edilmeden önce, potansiyel alternatif iç-geliştirme alanlarında uygunluğu kontrol edilmektedir.Bu
alanlar en az çevresel etkiye maruz bırakacak şekilde geliştirilmiştir.
1.2. Ses Arazi Kullanım Koşulları ile Çevre Koruma
Çevre politikalarının planlama sürecine ve sözleşmelere entegre olabileceği öngörülmüştür. Bunu, Freiburg şehir konseyi 2009 yılı ortalarında
arazi kullanım ilkeleri hakkında bir dizi karar vermesiyle çevresel özellikleri dikkate alarak önemli bir prensip haline getirmiştir.
2. ULAŞIM
Freiburg’da otomobil trafiğini azaltmak için vatandaşları teşvik eden iyi toplu taşıma ve bisiklet için uygun alanlar ile çevre dostu ulaşım
biçimlerine geçiş amaçlanmıştır.
140
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Resim 1 Freiburg trafik politikasının beş önemli ayağı
Resim 2 Ulaşım araçlarının yıllara göre dağılım grafiği
2.1. Entegre Taşımacılık Tipleri
1973 yılında, şehir içindeki büyük parçalar yaya bölgesi ilan edilmiştir. Aynı zamanda, yeni yaya bölgesine, toplu taşıma araçları ile ulaşım
kolaylıkla sağlanmıştır.
Bütün yollar 30 km /s ile gidilen yollara dönüştürülmüştür. Böylece yayalar ve bisikletliler eskisinden daha önemli ve daha güvendedirler.
Artan güvenlik önlemlerine ek olarak, bu önlemler büyük ölçüde trafik gürültüsü ve ilgili emisyonları azaltmaktadır. Yaya bölgesi ana tren
istasyonuna kadar uzatılacaktır. Böylece Freiburg sakinlerinin yüzde 80’inden fazlası, bir tramvay durağına 500 metreden daha az mesafede
yaşayabileceklerdir. Uyumlu bir “Market Merkezleri” konsepti ile, kentin çeşitli mahallelerinin merkezinde bir çekirdek alan içinde dükkan ve
hizmetler geliştirilmeye çalışılmaktadır.
Bisiklet
Bisikletler aşağıdaki etkileri belirgin bir şekilde azalmaktadır:
- gürültü
- emisyonlar
- trafik tıkanıklığı
- heryerde gördüğümüz araba parklarını
141
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
1970 yılında Freiburg ‘un ilk bisiklet yolu haritası tasarlanmıştır. Tren istasyonuna bağlı bisiklet istasyonuna “Mobil “ adı verilmiştir. Bu şahsi
bir motorlu araç kullanmadan seyahati teşvik, yani ‘Bike & Ride’ fikridir.
Araba ile Şehir
Otopark ücretleri konuma göre derecelendirilmektedir. Böylece, şehir içi park yerleri en pahalı olmaktadır. Bu şekilde, uzun süreli parktan
kaçınılmaktadır. Sadece ziyaretçi parkı mevcuttur.
3. ENERJİ
3.1. 2030’a %40!
Freiburg enerji politikası; enerji tasarrufu, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjiye dayanmaktadır. Freiburg’da 1992 yılını baz alarak
karşılaştırıldığında 2030 yılında CO2 emisyonlarının en az % 40 azaltılması hedeflenmektedir.
Resim 3 Sürdürülebilir enerji temini amaçları
Bu eylem planı altı alanda tasarruf önermektedir; şehir imar planı, belediyeye ait bina ve tesisleri, taşımacılık sektörü, iç belediye organizasyonu,
iletişim ve işbirliği.
3.2. Binalarda Enerji Korunumu
2008 yılı itibariyle 1,21 milyon Euro, 290 binada yalıtımı desteklemek için harcanmıştır.
Binalarda ısıtma enerjisi ihtiyacını ortalama yüzde 38 civarında düşürebilen değerli bir yatırımdır. Isıtma için 2,5 milyon kilovat saat yıllık
tasarruf, yani orta ölçekli bir kojenerasyon tesisinin çıkış değerine karşılık gelmektedir.
3.3. Tüm Çevreyi Yenileme
2007 yılında Batı Weingarten’daki 2026 birim yenilenmiş ve modernize edilmiştir. Bu Freiburg tarihinin en büyük renovasyon projesi olmuştur.
Kısmen yeni bina standartlarına uyarlanmıştır. Iyi yalıtılmış binalarda modern ısıtma sistemleri ile, yaklaşık yarısı kadar enerji harcanmaktadır.
Bu da CO2 emisyonlarında yaklaşık %44 oranında bir azalmayı sağlamıştır.
3.4. Yenilenebilir Enerjinin Yaygınlaştırılması
Güneş Çatıları, Rüzgar, Su ve Gaz
Freiburg’da elektrik kullanımının yüzde dördü kentte üretilen yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanmaktadır. Ayrıca, sağlanan “regiostrom
basic” seçeneği ile, yağ veya kömür santralleri kaynaklı olmayan, birleşik üretim tesisilerinden (doğalgaz, çöp gazı ve odun atıkları beslenen)
%50lik kısmı yenilenebilir enerjiden sağlanır.
142
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Uzun yıllar çatısında yer olmayan bireysel kullanıcıları desteklemek için yerel fotovoltaik kullanım desteklenmiştir. Fotovoltaik sistemler 15
megavatlık bir güç oluşturur ve bu tüm yıl için yaklaşık 5.500 yani iki kişilik evler için yeterli enerjiye denk gelmektedir. Birçok fotovoltaik
sistem okullar, kiliseler, kamu binaları ve hususi konutlara monte edilmiştir.
Şehir merkezini hidrolik santrale akan 7 küçük dere beslemektedir. Biyogaz kullanımı da mevcuttur. Freiburg’un kapalı yüzme havuzları
birleşik üretim tesislerinde 2009 yılından bu yana biyogaz kullanılması planlanmıştır.
Freiburg bölgedeki mevcut beş rüzgar türbini dışında rüzgar enerjisini de değerlendirme aşamasındadır.
Tramvay/eko-elektrik ile seyahat
Elektrik ihtiyacı yıllık yaklaşık 13gigawatttır ve bunun %80 i hidroelektrik santralden ve %20 si rüzgar ve güneş enerjisinden elde edilmektedir.
Bu enerji değişimi sayesinde, sera gazları salınımında yılda yaklaşık 7.000 ton azalma olmuştur. Buna ek olarak özel bir frenleme sistemi ile
tramvaylar elektrik ihtiyacını %20 oranında azaltmaktadır.
3.5. Enerji Etkin Freiburg Şehri için Vaziyet Planı
Enerji verimliliği ve kojenerasyon kavramlarına yönelik, mevcut bölgesel ısıtma ağının genişletilmesi ve optimizasyonu için bir strateji
geliştirilmiştir. Merkezi olmayan kojenerasyon tesisleri için bu planlama aracı ile öncelikli alanlar tespit edilebilmektedir. Böyle kapsamlı bir
yaklaşım sayesinde, yatırımcı ve mal sahiplerine, planlamalarının ilk aşamalarında merkezi olmayan enerji sağlanması olanağı sunulabilir ve
bu teklif ile hem ekonomik hem ekolojik yararlar sağlanması amaçlanmaktadır.
Sanayi, Zanaat ve Ticarette Enerji Verimliliği
Freiburg İklim Koruma Stratejisi için, yüksek enerji tasarrufu potansiyeline sahip, zanaatı ve sanayi sektörü önemli bir alandır.Bu potansiyelden
yararlanmak için,işletmelerin kendi enerji tasarruf potansiyelini tanıması ve kullanmasına yönelik özel bir sektör kavramı geliştirilmiştir.Özel
konulara yönelik sunumlar,iyi örneklere yönelik çalışma turları ve özellikle kavramları sunmak ve bunların uygulanmasını teşvik etmek amacı
ile yerel işletmelerin enerji, çevre ve iklim koruma konuları ile ilgili çeşitli giriş noktaları sunulmaktadır.Uzun vadede ,kendi iklim koruma
hedeflerini kurmak ve birbirlerini desteklemek amacıyla bir ağ oluşturulacaktır.
3.7. Güneş Bölgesi Freiburg
Freiburg’u güneş bölgesi yapan özellikler nelerdir? Basit bir açıklamayla; yıllık 1800 saat güneşlenme süresi, hemen hemen Akdeniz etkisi
ve güneş enerjisi için uygun kullanım olanaklarıyla Almanya’nın güneyindeki en büyük şehirdir. Buna ek olarak ,’Güneş Şehri’ Freiburg, Alman
karakteri taşımayan bu şehir güneş enerjisi araştırmaları ve uygulamaları konusunda yüksek bir yoğunluğa sahiptir.
1994’de inşa edilen ve güneş mimarı Rolf Disch tarafından tasarlanan dünya’nın ilk otonom güneş evinin ismi ‘’Heliotrop‘’dur. Spor klübü
stadyumu çatısına kurulan ilk güneş sistemi bir futbol stadına kurulan ilk güneş sistemidir. Yenilenebilir Enerji Kanununun çok öncesinde
(“Einspeisevergütung des Erneuerbare-Energien-Gesetz- EEG) 2000 yılında, eski belediye enerji sağlayıcı FEW ‘’Solar Penny’’ adında bir güneş
projesini finanse etmiştir.
143
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
3.8. Freiburg’un Tesis Yönetimi
2030’a kadar karbondioksit emisyonunu %40 azaltmak için (Freiburg tersis yönetimi) GMF’nin gelecek hedefleri şunlardır;
• Yenileme veya yeniden inşa etmenin ekonomik fizibilitesini karşılaştırma,
• Yeni evlerin PlusEnergie Evlerine dönüştürülmesinde uygulanabilirliği araştırma,
• Genel yeniden geliştirmeler de Freiburg düşük enerji standardına uygun olma
• Çalışanlar için daha fazla kullanıcı bilgilendirme ve eğitim,
• 2015 yılına kadar 1992 baz alınarak karşılaştırıldığında, GMF bina stoğunun toplam taban alanı ısıtma talebini %50 düşürmek,
• Fotovoltaik donanımların kullanımı için uygun ve yeniden geliştirilen çatı yüzeylerini artırma
• Artan elektrik tüketimini engellemek,
• 2015 yılına kadar, “Yatırımsız Enerji Tasarrufu (Fifty/Fifty Projesi)” na katılan okulların sayısını %75’e yükseltmek.
50/50 –Freiburg’un 10 yıllık başarı öyküsü
Fikrin kendisi basit ama istisnaidir: Fifty/Fifty projesi elektrik ve su tüketimini %50 sini tasarruf etmek için oluşturulan bir mali teşvikler
sistemidir. Bu başarıdaki en büyük pay katılımcıların yüksek motivasyonudur. 1998 yılı Mart ayında Freiburg belediye meclisi ‘Freiburg Teşvik
Sistemi’ni kurarak temelini atmışlardır.
Resim 5 Freiburg okullarında Fifty / Fifty projesi ile yapılan 10 yıllık toplam tasarruf
3.9. Herkes için Enerji Geçişi: Şirket Programı
Örneğin; Badenova Freiburg’da bulunan bölgesel enerji hizmet kuruluşudur. Hisselerinin %33’ü şehre ait olması ile topluma ait bir kuruluştur.
Badenova projeleri ile 400.000 ton yıllık karbondioksit emisyonunu azaltmıştır. Bu sadece bir yıl içinde 148,000 arabanın yaydığı karbondioksit
miktarına eşittir. Şu anda, Badenova biyogaz sanayi üretimi için üç yerde mevcuttur, iki tane daha olması planlanmaktadır.Böylece özel
hanelere bölgesel üretilen, yenilenebilir enerji kaynakları olanağı yaratılmıştır.
4. ATIK YÖNETİMİ
4.1. Freiburg’un Ekolojik Atık Yönetimi
Freiburg’un atık yönetimi kavramı geleceğe yönelik bir strateji “tortudan önce geri dönüştür, geri dönüştürmeden önce engelle” olarak
tanımlanır.
Freiburg Atık Yönetimi ve Arıtma Bakanlığı GmbH (ASF) aktif kamu eğitimi için atık yönetiminin düzenlemeleri, tedbirleri ve yöntemleri
konusunda vatandaşları bilgilendirmeye büyük önem vermektedir.
Geri Dönüşüm
Önlenemez atık ayrılır, bir araya getirilir ve çevre-dostu bir şekilde geri dönüştürülür. Tasnif ve dönüşüm sırasında, atık geri kazanımı giderek
daha önemli hale gelmiştir. Geri dönüşümün şu anda uygulandığı alanlar; organik atıklar, bahçe atıkları, cam, kağıt, ambalaj atıkları, hurda
metal, elektronik hurda, hurda ahşap ve şişe mantarları. Bunların tümü toplanır ve ekonomik döngüye yeniden entegre edilir.
144
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Atık Yakma; Alman yasalarına göre, 2005’ten itibaren atık imha edilmeden önce arıtılmalıdır. Bu belirtilen limitlerin aşılmaması için yapılır
ve egzoz gazı 4 aşamalı arıtma sistemi yoluyla boşaltılmaktadır. Yakma sırasında üretilen bulamaç dolgu macunu olarak kullanılmaktadır.
5.2. Atık: Hammadde
Atık artık ‘imha edilmesi gereken çöp’ olarak değil de daha fazla enerji kaynağı ve ikincil ham madde olarak görülmektedir. Atık giderek
modern biyogaz ve atık yakma tesisleri için enerji kaynağı olmaktadır. Kalıntı atık yakma sırasında üretilen ısı daha fazla elektrik üretmek için
kullanılmaktadır.
Ayrıca organik atık fermentasyonu sırasında üretilen biyogaz, elektrik üretmek için kullanılmaktadır.
6. SONUÇ
Freiburg’daki sürdürülebilir adımlar her yerde mevcut olan bazı gelişmelerden ayırt edilebilir niteliktedir. Freiburg’un sundukları ; güneş enerjisi
sektörü, enerji tedarikçisi Badenova, Regio Elektrik Fonu, güneş enerjisi projeleri (4 yıldızlı Victoria Hotel, ana tren istasyonundaki güneş
kulesi, enerji konseptine sahip diğer hoteller ve restoranlar,)ekolojik tramvay, Güneş Enerjisi Sistemleri Enstitüsü (ISE), okullardaki güneş
enerjisi müfredatları benzersizdir. Burada, sürdürülebilirlik ve canlı bir ekonomi oluşturulmaktadır.
Freiburg’un sürdürülebilirliğe yaklaşımı verimli, yenilikçi, ekonomik açıdan başarılı, ekolojik olarak örnek ve sosyal olarak dengelenmiştir.
Burada, sürdürülebilirlik ve canlı bir ekonomi, gelecekteki canlılık, bilimsel mükemmeliyet, yaşam kalitesi ve olumlu bir tavır tüm noktalarıyla
aynı hedefe yöneliktir. İdeal bir Yeşil Şehir olarak, Freiburg Almanya ve Avrupa için başarılı bir rol modeli haline gelmiştir.
Sürdürülebilir stratejiler kolaydır fakat kaynaklar ve enerji tüketimi üzerinde önemli etkiye sahiptirler. Bu nedenle sürdürülebilirlik, kentin
sürdürülebilir kalkınmasının vazgeçilmez bir bileşeni olmalıdır, kaynakların ve iklimin korunmasına katkıda bulunmalıdır.
KAYNAKLAR
•Environmental Policy in Freiburg , Stadt Freiburg im Breisgau, April 2011, 1st Edition
•Cluster „Green City Freiburg“
•LIVEABLE CITIES THE BENEFITS OF URBAN ENVIRONMENTAL PLANNING, The Cities Alliance, 2007
•The Review of the European Union Sustainable Development Strategy identified key priority areas for action > http://register.consilium.
europa.eu/pdf/en/06/st10/st10117.en06.pdf
•Livable cities in a rapidly urbanizing world-Urban Planning Advisory Team (UPAT) of the International Society of City and Regional Planners
(ISOCARP) For the Philips Center for Health and Well-being Singapore, July 25-31, 2010
145
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
AN EXAMPLE FOR ECOLOGICAL SUSTAINABLE SETTLEMENTS;
FREIBURG CITY
Res. Asst. Esmagül YAKUPOĞLU
• Istanbul Technical University, Environmental Control and Construction Programme, İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi
• Research Asst., Gedik University, Faculty of Fine Arts and Architecture
Res. Asst. Ferhan KORKMAZ HASMADEN
• Gazi University,Architectural Design Programme, Gazi University Institute of Science and Technology Gazi Üniversitesi
• Research Asst., Gedik University, Faculty of Fine Arts and Architecture
ABSTRACT:
Urban sustainability is one of the most pressing and challenging tasks facing humanity today because cities are the primary sources of major
environmental problems, the centers of economic and social developments, and home to more than half of the world population. While the
ecological, economic, and social dimensions of sustainability are equally important in principle, the ecology of cities is arguably least studied.
But this situation has been changing rapidly in recent years. The planet requires that we move with haste towards sustainability and because
of the population concentrated in cities and the opportunities to gain efficiencies, cities are the most important arena for intervention.
While we live in what is widely recognized as the most liveable city in the world, our environmental footprint is currently three times larger
than the earth can sustain.
The decisions we make every day about how we move around the city, what we buy, and how we deal with our waste means that we currently
use far more than our share of the Earth’s resources.
The main goal of the sustainable cities should be focus on waste,economy,carbon ,ecosystems etc.Therefore the main aim of this study is
to show Freiburg city as a sample and what makes it sustainable. Because of the reasons that we focused on that city ; The City of Freiburg
,it is internationally well known for its environmental approach and its extensive use of solar energy and other renewable sources and Eco
housing, car-free streets and socially conscious neighbours have made the German city of Freiburg a shining example of sustainability.
Keywords: (sustainable city,green city ,ecology,urban sustainability,Livable-Green Cities.)
INTRODUCTION:
What makes cities sustainable and liveable ?
The liveable city of tomorrow needs to meet both ecological and social requirements. This includes sustainable solutions in urban design and
transport, energy and water utilisation,creating a balance of natural, rural and urban environment.
Cities produce more than 75% of CO2 emissions. At the same time,they present the greatest potential for emissions reduction. The right,
future-oriented infrastructure at a local level, starting with waste management, through public transport and land use planning, makes
possible a sustainable economy and livelihood for the city’s inhabitants.
Freiburg local authorities see themselves as especially committed to the principle of sustainability.It can be seen and felt in a holistic city
development concept - that deals with nature protectively, is driven by energy efficiency, saving and renewable energy, sustainable public
transport infrastructure.
147
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Freiburg has taken a leadership role in this area. The city is globally seen as an example of ecological politics and urban development.
Lastly,“Green City“ encompasses an ever-increasing economic dimension: environmental businesses create long-term and sustainable
growth and jobs in future-oriented sectors.
This study is aimed at giving a comprehensive overview of the environmental policy in Freiburg. The paper is structured as follows: urban
development, transport concept, solar energy and waste management.
1. URBAN DEVELOPMENT
Nowadays, the integration of the interests of environmental protection and biodiversity are part of the urban planning task. The city of
Freiburg has made such integration a central part of its urban development policy.
Biodiversity
Each intervention in nature and the landscape through urban development needs to be balanced somewhere else. In so-called Biodiversity
Key Areas, the networking of existing will be undertaken. For the Landscape Plan, such areas are clearly documented and suitable activities
developed. Residential area development takes cognisance of Biodiversity Key Areas and the network of living spaces so developed.
Well-Aired - Urban Green Spaces
In urban landscapes, impacted by the many buildings and sealed surfaces. In such urban areas, it is generally warmer and the quality of air
lower than in less densely inhabited regions.
A city climate analysis prepared in 2003 captured important aspects of the local climate in Freiburg and determined the impact on future
urban development. When, in summer, hot, clear and wind-free periods stretching for days or even weeks occur, the urban public green areas
play a significant role, especially when they are correctly dimensioned and oriented - as they represent important areas of climatic balance
and channels of air movement.
1.1. Less Space, More Quality of Life!
More than half of all residential development in Freiburg since 1980 have taken place internally - on unused, fallow land, in areas between
existent buildings, old industrial areas and former military land. This principle is referred to as inner-development by urban planners. The
inner-development potential was evaluated in four categories: unused land, gaps, sparsely used areas, and former agricultural areas. At the
same time, however, the city understands that not every gap between built areas is suitable for further development. Rather, the aim is
development with good judgement; the city of Freiburg is a proponent of urban values and wishes to see them maintained and enhanced.
The construction of streets, residential areas and industrial areas impact local and global climate, water resources and biodiversity. The
cutting up of the landscape and the loss of recreational value as traffic volumes rise represent further negative side effects.
Determining Appropriate Land Use Demand
The inherent sustainability of the Land Use Plan 2020 is further enhanced by the integration of the Landscape Plan 2020. In addition, and
for the first time, an environmental evaluation has also been introduced. Additionally, before an area is allocated, potential alternative innerdevelopment areas are checked for suitability. Finally, those areas with the lowest environmental impact are developed first.
1.2. Environmental Protection through Sound Land Use Policies
Environmental policies can be - and are - integrated into the planning process and into contracts. This was the wish of the Freiburg city
council, who decided on a set of land use principles in middle 2009 that feature environmental concerns as an important principle.
2. TRANSPORT CONCEPT
Good public transport and suitable facilities for bicycles and pedestrians are aimed at motivating its citizens to transition to these
environmentally friendly transport forms and reduce automobile traffic in Freiburg.
148
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Figure 1 The five pillars of Freiburg Traffic Policy
Figure 2 Scatter graph of transpotation means by year.
2.1. Integrated Transport Modes
In 1973, large parts of the inner city were declared a pedestrian zone. At the same time, it was ensured that the new pedestrian zone could
be easily reached with public transport.
All roads were converted to 30 km/h zones. So pedestrians and cyclists are significantly safer than before. In addition to increasing safety,
these measures have also significantly reduced traffic noise and related emissions. The pedestrian zone will be extended to include the main
railway station. Thus more than 80 percent of Freiburg’s inhabitants live less than 500 meters from a tram stop. With a coherent “Markets
and Centres“ concept, the city attempts to develop shops and services in central cores in the various neighbourhoods.
Cycling
Bicycles significantly decreasing
- noise,
- emissions,
- traffic congestion
- cars parked everywhere.
149
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
The first bike path map was created in Freiburg in 1970. “mobile“ is the name of the bicycle station connected to the railway station. It
promotes travel without a personal motor vehicle - especially the idea of “Bike & Ride.
The City by Car
Parking costs are graded based on location. Thus, parking spaces in the inner city are the most expensive. In this way, long-term parking is
avoided and most visitors can find a parking space.
3. ENERGY
3.1. 40% by 2030!
Freiburg energy policy is still based today: energy savings, energy efficiency and renewable energy. Freiburg now aims for at least a 40 percent
reduction of CO2 emissions by 2030, compared to the 1992 base year.
Figure 3 Aims of sustainable energy provision
An action plan outlines proposed city-specific measures, with savings potential in six areas: the city development plan, municipally-owned
buildings and plants, the mobility sector, the internal municipal organisation, as well as through communication and coopera
3.2. Energy Savings in Buildings
By 2008 1,21 million Euro had been spent, supporting improved insulation in 290 buildings. This is a worthwhile investment - on average
38 percent of heating energy needs could be reduced in buildings. This is an annual savings of 2,5 million kilowatt hours for heating – this
corresponds to the output of a medium-sized cogeneration plant!
3.3. Renovating an Entire District
In 2007 some 2026 units in Weingarten-West were renovated and modernised. This was the largest renovation project in Freiburg’s history.
Partially retrofitted to the new building Standard. With modern heating systems in well-insulated buildings, about half the energy is needed,
leading to a CO2 reduction of about 44 percent.
3.4. Expanding Renewable Energy
Solar rooftops, Wind, water and gas
Four percent of electricity use in Freiburg is generated from renewable energy produced in the city. Further, the „regiostrom basic“ option
provided is not sourced from oil or coal power stations, but consists of 50 percent generated from co-generation plans (fuelled by natural
gas, landfill gas and wood waste) and 50 percent renewable energy.
To support private users without their own roof space, the city has since many years made available municipal roof space for photovoltaics.
The photovoltaic systems generate 15 Megawatt – enough energy for about 5,500 two-resident households for the whole year. Many
photovoltaic systems have been installed on schools, churches, public buildings and private homes.
150
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
The small brooks running through the city centre feed seven small hydropower stations. There is also movement in the use of biogas. The
cogeneration plants of Freiburg’s covered swimming pools have been using biogas since 2009. Extending wind energy beyond the existing
five wind turbines in the Freiburg region is under evaluation.
The tram goes green – travelling with eco-electricity
The electricity requirements are about 13 Gigawatt hours per year, of which about 80 percent is covered by hydropower and 20 percent
by wind- and solar energy. Through this energy switch, annually about 7.000 tonnes of greenhouse gases are avoided. In addition to this,
electricity demand of the trams have been reduced by 20 percent, due to a special brake system that recovers energy when braking.
3.5. Master plan for „Energy Efficient City of Freiburg“
On the basis of this registry, a strategy can be developed for the extension and optimisation of the existing district heating network,
addressing energy efficiency and co-generation concepts. With this planning instrument priority areas for decentralised co-generation plants
can be identified. Through such a comprehensive approach, investors and owners can be offered decentralised energy provision concepts at
an early stage of their planning – an offer that provides both economic and ecological benefits.
Energy efficiency in industry, crafts and trade
An important area of action for the Freiburg Climate Protection Strategy is the crafts and industry sector, with its high energy savings
potential. To exploit this potential, a specific sector concept was developed to assist businesses to recognise and use their energy savings
potential. Presentations on specific topics, study tours to good examples, and, in particular, an advice programme, offer local businesses
various entry points relevant to the topics of energy, environment and climate protection, with the aim to present concepts and encourage
their implementation. In the long run a network will be established where businesses can set their own climate protection targets and
support one another in achieving these.
3.7. SolarRegion Freiburg
What makes Freiburg a solar region? It is simple: as the southern-most large city in Germany, with 1.800 hours of sunshine per year, it has
an almost Mediterranean flair and offers optimal framework conditions for using solar energy. In addition to this no German city has such a
high density of research and practical applications of solar energy than is the case in the „Solar-City“ Freiburg.
The world’s first energy autonomous solar home and rotating solar house - called „Heliotrop“, and designed by solar architect Rolf Disch - was
constructed in Freiburg in 1994. The roof of the sport club stadium became home to the first solar system ever installed on a soccer stadium.
Long before the Renewable Energy Law (“Einspeisevergütung des Erneuerbare-Energien-Gesetz - EEG) was adopted in 2000, the former
municipal energy service provider FEW provided a „Solar Penny“ as financial support for solar projects.
151
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
3.8. Freiburg’s Facility Management
To reduce 40 percent of its CO2 emissions by 2030 (Freiburg’s Facility Management) GMF’s future objectives are:
• Compare economic feasibility of renovation or new building.
• Investigate feasibility of converting new buildings into PlusEnergie Houses
• General redevelopments should comply with the Freiburg low energy standard.
• More user information and training for caretakers.
• By 2015, 50% reduction of the total floor area related heating demand of GMF’s building stock compared to the base year 1992
• Advertisement of appropriate and newly redeveloped roof surfaces for the use of photovoltaic plants.
• Prevent rising electricity consumption.
• Until 2015, increase the number of schools involved in the project “Non-Investment Energy Savings“ (Fifty/Fifty project) to 75%
Fifty/Fifty –Freiburg’s Success Story for more than 10 years
The idea itself is simple yet exceptional: The Fifty/Fifty project is a system of financial incentives that enables schools to keep 50% of the
savings from electricity and water consumption achieved through basic and non-investment measures. An important requisite for this
success is therefore a high level of motivation from all participants involved. In March 1998 the municipal council of the city Freiburg laid the
cornerstone by establishing the “Freiburg Incentive System“.
Figure 5 Total savings in 10 years Fifty/Fifty project at Freiburg’s schools
3.9. Energy Transition for All: Utility Company badenova
Badenova is a regional energy service utility located in Freiburg. It is community-owned with 33% of its shares belonging to the city. That
badenova’s projects have reduced annual CO2 emissions by 400,000 tons. This equals the amount of CO2 emitted by 148,000 cars in just
one year. At the present time, badenova has established three locations for the industrial production of biogas, with plans for two more. A
first step has thus been taken to provide regionally produced, renewable energy sources to private households.
4. WASTE MANAGEMENT
4.1. Ecological Waste Management in Freiburg
Freiburg’s waste management concept defines “avoidance before recycling before depositing“ as the future strategy.
Freiburg’s Waste Management and Treatment Department GmbH (ASF) attaches high importance to active public education to inform
citizens about regulations, measures and modalities of waste management.
Increasingly Important: Recycling
Unavoidable waste is therefore separated, gathered and recycled in an eco-friendly manner. During sorting and conversion, waste recycling
has become increasingly important in Freiburg. Recycling presently applies to organic wastes, garden wastes, glass, paper, wrapping wastes,
scrap metal, electronic scrap, scrap wood, and bottle corks, all of which are collected and reintegrated into the economic cycle.
152
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Waste incineration; According to German legislation, as of 2005 waste must first be treated before it is disposed of. To ensure that the
prescribed limits are not exceeded, exhaust gas is discharged through a four-level purification system. The slurry that is produced during
incineration serves as sealant.
5.2. Waste: Raw Material
Waste is no longer perceived as ‘garbage that must be disposed’ but more and more as an energy source and secondary raw material. Waste
increasingly a source of energy for modern incineration and biogas facilities. The heat that is produced during the incineration of residual
waste is further used to generate electricity.
Biogas, which is produced during the fermentation of organic waste, is used to generate electricity.
6. CONCLUSION
Sustainable steps in Freiburg are distinguished some developments that are available everywhere. What Freiburg offers is something unique
such as solar sector, energy provider badenova, Regio Electricity Fund, solar projects (four-star Hotel Victoria, the solar tower at the main
train station, other hotels and restaurants have energy concepts, ecologic tram), Institute for solar Energy Systems (ISE), solar curriculum
in schools.
Freiburg’s approaches to sustainability are efficient, innovative, economically successful, ecologically exemplary and socially balanced. Here,
sustainability and a vibrant economy, groundedness, future viability, scientific excellence, quality of life and a life-affirming attitude all point
towards the same goal. As an ideal Green City, Freiburg has become a successful role model for Germany and Europe.
Sustainable strategies is easy, but have huge importance on resources and energy consumption. Therefore sustainability is an indispensable
component of the city’s sustainable development and contributes to the protection of resources and climate.
REFERENCES
• Environmental Policy in Freiburg , Stadt Freiburg im Breisgau, April 2011, 1st Edition
• Cluster „Green City Freiburg“
• LIVEABLE CITIES THE BENEFITS OF URBAN ENVIRONMENTAL PLANNING, The Cities Alliance, 2007
• The Review of the European Union Sustainable Development Strategy identified key priority areas for action > http://register.consilium.
europa.eu/pdf/en/06/st10/st10117.en06.pdf
• Livable cities in a rapidly urbanizing world-Urban Planning Advisory Team (UPAT) of the International Society of City and Regional Planners
(ISOCARP) For the Philips Center for Health and Well-being Singapore, July 25-31, 2010
153
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
THE IMPORTANCE OF ECOLOGICAL DESIGN FOR LIVABLE CITIES
Doç. Dr. Aysel USLU
Ankara University, Faculty of Agriculture, Department of Landscape Architecture
Nasim SHAKOURI
Ankara University, Faculty of Agriculture, Department of Landscape Architecture
ABSTRACT:
Through the history of human life, the development of technological tools, rapid urbanization, population growth has led to deterioration of
the natural balance. Nowadays, cities are the focal point of growth in developing world. These rapid developments influence the biological
diversity, urban landscape’s natural features and natural identities of cities adversely and caused many environmental problems.
Today, most of the world’s population lives in cities. Therefore, urban ecosystem and all the factors affecting this ecosystem are important for
human life and the nature. For this reason, in recent years many researches have been conducted in order to maintain an ecological balance
and protecting the urban natural landscape as well as improving the quality of life in cities.
The term of Urban “livability” is expressed in most of the literature as economic, social and physical conditions which influence the human
comfort and health. Loss or deterioration of natural landscapes in urban areas has negative impacts on quality of life and livability. One of the
most important factors that determine and affect the livability in cities is the design and planning of the natural spaces that created in urban
area. Results of many researches in urban planning and design highlight that the ecological design and its approaches in urban planning and
design can have a significant role in resolving the environmental issues and improving the living conditions in the cities.
In this paper, the criteria of ecological design considering natural factors have been explained. The approaches of ecological design made
cities more aesthetic and livable habitats have been discussed. Additionally, the relation between ecological design and urban livability is
emphasized. Subsequently, the challenges and opportunities for the creation of more livable cities is determined by reviewing sample project
from all over the world.
In conclusion, ecological design is not a solution just for today’s challenges. Also, it is not luxury to be friendly and to cooperate with nature.
However, it is necessary to have environmental sensitive design to ensure the next generation life quality to be better. Therefore, if the
benefits of integrating ecology with design in the urban area are detected by planners, designers and the governments, ecological design
components will be increasingly reflected in urban development strategies to have sustainable and livable cities.
Keywords: Ecological design, urban and nature, sustainable landscape design, urban biodiversity, livability.
1. Introduction
Urbanization is the phenomena of the current century. Today, urbanized areas cover only approximately 1% to 6% of Earth’s surface, but they
have extraordinarily impacts on the environment. These environmental impacts such as loss and degradation of urban natural area, alteration
of habitats and species composition (McKinney 2002; Alberti et al. 2003), disruption of hydrological processes (Arnold and Gibbons 1996;
Alberti et al. 2003) and modification of energy flow and nutrient cycles (Vitousek et al.1997a, Grimm et al. 2000; Alberti et al. 2003) could
adversely affect urban ecosystems where most of the world population live in.
Nowadays, more than half of the of the world’s population lives in cities which is increasing by time (Tratalos at el., 2007). Research
indicates that by 2030, 1.75 billion new urban residents are expected in urban area (Mcdonal at el., 2008). Therefore, humans are a dominant
component of urban ecosystem and human health and well-being depends on their quality of urban ecosystem. Modern society is increasingly
155
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
aware that humans and culture are components of the natural environment, and that human health is inextricably linked with environmental
condition. Due to the important role of urban environment on the livability of cities, many governments, institutions and organizations
develop methods for improving the urban environment which formulate the good life conditions enabling the human’s satisfaction with
their life. A growing body of evidence strongly identifies the design of living space and associated activity patterns as public-health and cities
livability issue (Jackson 2003). For this reason, over the past decades the concept of ecological design as an effective method for improving
cities livability has gained importance in urban planning and design subject.
Consequently, in this paper, the concept of ecological design and urban livability are defined and the relation between ecological design
and urban livability is emphasized. In addition, the approaches of ecological design made cities more aesthetic and livable habitats have
been discussed and possibilites of ecological design to benefit human condition, which encompasses physical and mental well-being,
environmental quality, and overall quality of life, are explored. In addition, for highlighting the importance of ecological design in promoting
quality of life, some examples are reviewed.
2. The Concept of Ecological Design
Ecological design is not a new idea and has ancient roots that represented in various ways. Historically, different methods of the traditional
building design, the use of local materials in construction and methods of situating and designing the buildings for achieving natural heating
and cooling are some of these examples. In the case of urban planning, the ecological design idea can be explored in the “garden cities” idea
of Ebenezer Howard, which would be designed to include a “decency of surroundings” and “ample space, well-built clean healthy housing,
abundant garden space, [and] preservation of natural landscape” and to be “pollution and litter free” (Letchworth Museum 2003; Yang et.
al 2004). Another important influence was the American architect Frank Lloyd Wright with the idea of “organic architecture”. In fact, McHarg
(1967) has significant role in advocating that ecological systems reflected in natural landscapes should be the basis for decisions on the
means of human appropriation of land for development. He developed the idea of ecological planning that provide space for native species
and their habitats, thereby moving towards an integration of the legitimate needs of humans, other species, and natural ecosystems.
These theories later reflected in environmental design as “ecological design” that involves understanding of the regional context in which
humans live, a recognition of natural limits and capacities, and an ability to build at an appropriate scale (Steiner, 2002; Bingol 2006).
Compared with conventional modes of planning and economic development, the practice of eco-design could potentially yield great social
and environmental benefits. By the beginning of 21st century, eco-design had emerged as an expression of a sustainability world-view which
seeks to integrate human with sustainable use of natural resource.
Ecological design concept is defined by Ryn and Cowan (2007) as “any form of design that minimize environmentally destructive impacts
by integrating itself with living processes”. Today, the term developed a theory of design combining ecology and town planning. Ecological
design is not a style. It is the form of partnership of human with nature offering the critical strategies for conservation, regeneration and
management of natural resources and environment (Ryn & Cowan 2007).
According to Ryn & Cowan (2007), Ecological design is predicated on the coevolution of nature and culture. It is a kind of treaty between
human and other living communities. The rule is that nothing in the design should invade the wider integrities of nature that is neglected in
current urban design.
Eco-design provides a framework for combining traditional aspects on design and management with environmental ones, by incorporating
the consideration of ecological concerns at relevant spatial and temporal scales (Yang et al. 2004). If the principles of eco-design are applied
in urban planning and design, important progress will be made towards ecologically sustainable economic development.
3. The Concept of Livable Cities
Our modern urban enviornment devoid of nature, not only impact our value system of all things natural but our mental and physical health as
well. Genrerlly, urban life with the its artificial environment represent an environment contrary to the human nature (Emür ve Onsekiz 2007).
156
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Today, Livability is a key concept in urban planning and design that needs a long term view. Livability in cities includes different issues such
as accessibility, equity, and participation that give substance to the concepts of livability (Timmer & Seymoar 2005).
Livability refers to an urban system that contributes to the physical and social and mental wellbeing and personal development of all its
inhabitants. It is about delightful and desirable urban spaces that offer and reflect cultural an environmental enrichment.
Timmer & Seymoar (2005) indicate that the livability refers to “an urban system that contributes to the physical, social and mental wellbeing and personal development of all its inhabitants”. According to this definition, they determined the key principle of livability in cities as
equity, dignity, accessibility, conviviality, participation and empowerment. In this research, livability will be defined as ‘quality of life’ that is
experienced by the residents in city.
The concept of ‘quality of life’ is emerged from the idea of providing people better lives by increasing their material and immaterial wealth.
A key point in this theory is that persons get the feeling of “satisfaction with life” in the various domains of life to achieve high quality of
life (Bingol 2006).
Quality of life is defined by Wish (1986; Bingol 2006) “A situation or condition that is perceived by an area’s residents and translated by them
into varying degrees of sense of well-being”.
Environmental quality of life measurement; in relation to the space, quality of life theory found new formulations under the heading of
“environmental quality of life”. This term reflects the fields of design and planning with the objective of efficient planning and design
approved by the satisfaction of the inhabitants (Bingol 2006).
In concept of quality of life the term well-being have significant role. Well-being is a key concept within public health that depends on many
factors such as biological, sociological, economic, environmental, cultural and political conditions (Tzoulas et al. 2007).
4. The Relation Between Ecological Design and Cities Livability
The spatial organization of a city and its infrastructure affect the resources needed to support the city’s human activities and thus the
city’s livability. The quality of life in city that is experience by the citizens ties with the ability of urban residents to access infrastructure
(transportation, communication, water, and sanitation); food; clean air; affordable housing; meaningful employment; and green space and
parks. The term of livability in city is also determined by the access that its residents have to participate in decision-making to meet their
needs (Timmer & Seymoar 2005).
The question is that which place ought to serve a good life. According to the environmental quality of life measurement, the conditions
of the good environment in which people live are the yardstick. For example research of Elgin (1987) represented that a city offers a
better quality of life if it contributes to the “conditions appropriate to a selected population and the subjective attitude toward those
conditions held by persons in that population.” In this case the external conditions and satisfaction with the external conditions determines
the environmental quality of life. Briefly, the reference point for the individual’s quality of life is the environment (physical, social, natural,
economic environment etc.) ( Bingol 2006).
From the ecological point of view, urban ecosystem is the most complex mosaics of multiple land uses and vegetative land cover. Urban
ecosystem has a series of benefits for its residents. Such ‘benefits that people obtain from this ecosystems’ include provisioning services (the
products obtained from ecosystems); regulating services (the benefits obtained from the regulation of ecosystem processes); cultural services
(the nonmaterial benefits people obtain from ecosystems through spiritual enrichment, cognitive development, reflection, recreation, and
aesthetic experiences); and the supporting services (those that are necessary for the production of all other ecosystem services) (MA, 2005).
The loss of such services also leads to loss of ecosystem resilience and options for future generations (Folke et al., 2004; Colding 2007).
Urbanization caused a lot of problems in urban ecosystem that affect the ecosystem services as well as quality of urban life adversely. One
157
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
of the problems resulted by urbanization is increasing distance between people and natural space or green areas (Li et al. 2005).
Modern city environment is unnatural causing many stress reactions. However natural areas allow us to relax and rest. The significant role of
natural environment on able the brain to rest was proved in many researches (Kaplan & Kaplan, 1989; Stigsdotter, 2005).
There are strong public-health arguments for the incorporation of greenery, natural light, and visual and physical access to open and green
space in homes and other buildings. Frederick Law Olmsted observed in the 19th century that experiencing and viewing nature reduces the
stress of daily urban life (Ulrich, 1979; Jackson, 2003). Also, other research proved that urban parks and gardens have restorative effects
on both mental and physical health (Kaplan, 1973; Frumkin, 2001; Hill, 2002; Jackson 2003). E.O. Wilson has used the term “biophilia” to
express the apparently innate human attraction to nature (Frumkin, 2001; Jackson 2003), citing a widely-shared evolutionary explanation
that relates pleasing, park-like settings to prehistoric cues for water and shelter (e.g. Kaplan and Kaplan, 1989; Ulrich, 1983; Jackson 2003).
There are a series of studies exploring the contributions of green spaces and nature on the human health and quality of life. These researches
indicate that green and natural areas in residential area enhance the sense of community for residents, lessen aggression by reducing mental
fatigue, provide relaxation, increase self-reported emotion, recovery from stress, restore attention fatigue ant etc. (Tzoulas et al. 2007).
Kuo et al. (1998) demonstrate that providing green space is a method to increase informal contact enhancing the sense of community for
residents. Another research on low-income residents represented that the presence of trees and grass in otherwise identical public housing
is associated with the formation of strong social ties among neighbors. This study demonstrates that accessible green space is important to
human welfare at the neighborhood scale as well as the individual parcel Jackson 2003).
For configuration the problems related to urban ecosystem and lack of nature and greenery, the need of our urban planning is coherent
philosophy, vision, and practice of design that is grounded in a rich understanding of ecology. As Ryn & Cowan (2007) emphasized, until
our everyday activities preserve ecological integrity by design, their cumulative impact will continue to be destructive. Therefore, Thinking
ecologically about design is a way of strengthening the weave that links nature and culture. Ecological design makes sufficient provision of
quality green space within urban areas as well as improves access to the countryside around towns.
As stated, in concept of urban ecological planning and design for improving quality of life, green areas are significant component of
urban planning. These areas play an important role in human well-being and happiness including human passive and active participation.
Opportunities of recognition and viewing of natural and green sceneries in cities make satisfaction and happiness for inhabitants (Ulrich ve
Addoms, 1981; Özgüner 2004). At the same time, recreation and social activities in natural and green areas inside the cities can improve the
quality of life.
Developing the ecological design and the quality of landscape which is provided through species diversity and un- isolated large green areas
are the determinant factors for heightening the quality of life in cities.
The urban environment is ecologically highly dynamic (Gilbert, 1989; Adams, 1994; Savard et al. 2000) and can provide opportunities for
improving the biodiversity and ensure beneficial insights into the management of biodiversity in other ecosystems.
The diversity of habitats and species in and around urban areas has lots of benefits for human well-being. Also, there is a close relationship
between ecosystem health and ecosystem services. Healthy ecosystems have the capacity to provide a comprehensive range of ecosystem
services (Costanza et al., 1998; Lu and Li, 2003; Tzoulas et al. 2007).
It must be highlighted that, different methods for enhancing Eco-design in urban area is intended to conserve ecological integrity, while
allowing ecosystems to provide sustainable flows of resources and to maintain critical services required by the human economy. There are
a large number of evidence representing that, ecological design can contribute to the wise use of natural resources and the conservation of
natural habitats, while still allowing people to engage in nature and improving the quality of life.
158
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
5. Livable Cities Criteria and The Ecological Design Approaches
H. L. Lennard. (1997) categorized the basic principles for the Livable City as following:
• In the livable city, all can see and hear each other. It is the opposite of the dead city, where people are segregated and isolated. Therefore,
dialogue is important.
• The public realm offers many activities, celebrations, festivals that bring all of its inhabitants together, events that bring opportunities for
its citizens to be together, not in the specialized roles and functions that they usually occupy, but as full human beings.
• A good city is not dominated by fear, not by a conception of fellow human beings as evil and subhuman.
• A good city offers the public realm as a place of social learning and socialization that is indispensable for children and young people. All of
the inhabitants of the community serve as models and teachers.
• Cities must meet many functions – economic, social and cultural. In so doing, however, there has been a trend for the modern city to
over-specialize in one or two functions; other functions are being sacrificed.
• All inhabitants confirm and value each other.
• Aesthetic considerations, beauty, and meaning of the physical environment must have high priority. The physical and social environment
is two aspects of the same reality. Just as it was a mistake to think that city inhabitants can have a good civic and social life in an ugly,
brutal and physically inhospitable city.
• The wisdom and knowledge of all inhabitants are appreciated and used. People are not intimidated by experts, whether architects or
planners, but show a sense of caution and distrust of those who make decisions about their lives(Timmer & Seymoar 2005).
In another research the principle of livable cities listed s fallows:
• Strong regional governance
• Natural capital
• Local energy
• Urban agriculture
• Strategically certain and tactically flexible
• The more urban the more innovation
• Mobility at all scale
• Activity engaged citizens
• Equity and social mix
• Corporate citizenship
Lyle (1999) argues that careful design of human ecosystems recognizes three fundamental concerns: scale (the relative size of the landscape
and its connections with larger and smaller systems), the design process itself, and the underlying order that binds ecosystems together and
makes them work. Also, Yang et al. (2004) emphasized that the principles of ecological design can be applied within a continuum of spatial
scales, ranging from individual homes, to neighborhoods and industrial parks and entire city.
According to Ryn & Cowan (2007) in many ways, the environmental crisis is a design crisis. It is a consequence of how things are made,
buildings are constructed, and landscapes are used. Ecological design is not bound to a particular scale.
The concept of eco-design can be applied to both the improvement of existing urban areas and communities, as well as planning for new
ones. Improvements of existing areas begin with the identification of such environmental problems as inefficiencies of use of materials
and energy (associated, i.e., with excessive transportation distances, or inadequate coordination among businesses in the use and disuse
of resources), environmental pollution, and conflicts with indigenous biodiversity, followed by efforts at mitigation and restoration ecology.
The principles and practice of eco-design are focused on the planning of environmentally friendly architecture, communities and cities. These
principles are categorized by Yang et al. (2004), as following:
• Minimizing the use of energy and materials, i.e., by encouraging the use of renewable sources, by recycling, by decreasing transportation
distances, by encouraging the consumption of locally grown food, and by promoting public transit, bicycles, and walking;
• Providing high levels of ecosystem function, by avoiding the pollution of air, water, and soil and by maintaining carbon storage in
159
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
vegetation;
• Naturalizing urban ecosystems by increasing or maintaining the dominance of native species and their communities. For instance, an
urban forest dominated by native trees can provide environmental services related to cooling, heat retention, pollution mitigation, carbon
storage, and aesthetics, while also providing habitat for many indigenous species.
Generally in the concept of urban design, buildings; the habitat we are most familiar with seemed to be a good place to start this first
generation of ecological design. Buildings are significant component of urban structure. Ecological designs of buildings that allow improving
the quality of the physical environment is important because it emerge the sense of place in persons and increase the sense of confidence
that improve the quality of life (Figure 1).
Figure 1. ( Left) Namba Parks is a shopping complex located in Osaka, Japan. (Right) Khoo Teck Puat Hospital (KTPH), Singapore.
In large scale, there is a particular opportunity to integrate the principles and practices of eco-design into the planning and design process of
an eco-community. Investigating the local ecosystems and native species, allowing ecologically sensitive areas to be identified and conserved
provide for appropriate levels of environmental services while conserving natural areas for indigenous biodiversity, but at the same time
providing people with recreational opportunities and natural aesthetics improving quality of life in cities (Yang et al. 2004).
Urban landscaping can be by utilizing only native plants in horticulture, and by designing to simulate natural communities appropriate to
local conditions. These activities will respect the need for pleasant aesthetics and low-impact recreational use.
Urban green spaces are an important component of the complex urban ecosystem. Parks, forests and farmlands are three main types of
urban green space, which have significant ecological, social and economic functions. Urban landscaping can be by utilizing only native plants
in horticulture, and by designing to simulate natural communities appropriate to local conditions. These activities will respect the need for
pleasant aesthetics and low-impact recreational use.
Including greenery in human settlements is a tradition deeply rooted in antiquity with different expressions. Variations in land use
and development mode have generated green areas with different scales, distribution and composition inside cities. There are many
epidemiological studies indicate the positive relationship between longevity and access to green space (Takano et al., 2002; Tanaka et al.,
1996; Tzoulas et al. 2007), and between green space and self-reported health (de Vries et al., 2003; Tzoulas et al. 2007).
160
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
This analysis shows that notable improvement in ecological value can be achieved by implementing a planning strategy for open space
systems that embraces the concept of ecological networks. (Cook 2002).
Urban green spaces constitute one of the most important elements of urban landscape. They have various benefits to the urban life varying
from ecologic, economic, biological, technical, and structural to social and psychological benefits. Most of the green spaces studies have roots
in the theories of human-nature relationships. Green space has significant ecosystem services, which are defined as “the benefits human
population derives, directly or indirectly, from ecosystem functions” (Costanza et al., 1997; Li et al. 2005). It can sequester carbon dioxide
emissions and produce oxygen (Jo, 2002), purify air and water, regulate micro-climate, reduce noise (Bolund and Hunhammar 1999), protect
soil and water (Pauleit and Duhme, 2000; Jim, 2001), maintain biodiversity (Attwell, 2000), and have recreational, cultural and social values
(Savard et al., 2000; Tarrant and Cordell, 2002). Furthermore, greenspaces such as public parks, natural areas and golf courses can have a
statistically significant effect on the sale price of houses in close proximity to those resources (Bolitzer and Netusil, 2000; Luttik, 2000).
Thus, urban greens space improves the urban environment, contributes to public health and increases the quality of life of urban citizens
(Li et al. 2005).
Because of important role of green area in ecological design of city and contributing quality of life, the ecological principles and requirement
of urban greening can be categorized as follows:
• Structure and function
• Clarity and consistency of green space system
• Functional and ecological diversity
• Biodiversity and Eco services
• Accessibility for public
• Distribution of green space
• Integrating and transformation
• Acceptance and implementation (Li et al. 2005).
It is stated that natural environments must be accessible to all groups in society, even fragile groups such as children and the elderly.
For improving the green area functions effecting quality of life, the green infrastructure is one of the approach of ecological design. This
approach comprises all natural, semi-natural and artificial networks of multifunctional ecological systems within, around and between urban
areas, at all spatial scales. The concept of Green Infrastructure emphasizes the quality as well as quantity of urban green spaces (Turner,
1996; Rudlin and Falk, 1999; Tzoulas et al. 2007) in parallel with their functional role and the importance of interconnections between
habitats. If a Green Infrastructure is proactively planned, developed, and maintained, it can provide opportunities for conserving nature and
improving public health.
Proponents of traditional and neo-traditional urban design advocate high residential densities, mixed land uses, and gridded street patterns
to maximize not only social contact, but also physical exercise and open space improving the quality of life (e.g. Kunstler, 1996; Jackson
2003). Expanding the green infrastructure can target this goal and improve the quality of life.
One of the problems related to rapid urbanization is impervious area inside the city. Roadways and parking lots account for the majority of
impervious area in the landscape. A large body of research documents the adverse effects of impervious surfaces on stream, wetland, and
estuarine ecological condition. According to the objectives of ecological design decreasing these areas by using the pervious surfaces can
solve the environmental problems such as urban heat island that affecting the quality of life adversely.
Today, increasing the environmental awareness in cities design and importance of quality of life emerged the concept of “biophilic city”
(Figure 2). Biophilic cities are rich multisensory environments, where the sounds of nature are as appreciated as much as the visual or ocular
experience.” The term was first used by Erich Fromm later, was further defined in E. O Wilson’s 1984 publication Biophilia and built on by
Stephen Kellert’s The Biophilia Hypothesis (http://landarchs.com/rise-biophilia/).
161
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Figure 2. HDB Carpark Roof Edgefield Plains, Singapore.
Landscape Architects are in a prime position to implement biophilic design in the public realm. Biophilic design, in general consist of three
objective; governance, affinity for nature by the local population & abundance of nature within close proximity of an urban population.
Today, there a lots of example according to the abjectives of ecological design and biophilia in diffrent scale in urban area. Tianjin eco- city in
Singapore in large scale represent the principle of ecological planning and design. Brooklyn Grange Rooftop Garden, Wellington, New Zealand,
Hanging Garden in CBD, Singapore are the examples of ecological design and biophilia in small scale.
It must be noted that Ecological design theme in not consist of design of material and the structure. Planning the urban areas (urban public
parks, campuses, hospitals, etc.) elements of design, maintenance and management issues include ecological concerns. In landscape design,
the concept of multifunctional design, the vegetable materials are used, maintenance issues, the need for irrigation are determinant factors
for ecological landscape design for the purpose of livable and sustainable cities (Figure 3).
Figure 3. (Left) Tianjin Qiaoyuan Park, China. (Right) Shanghai Houtan Park: China
6.Conclusion and Discussion
In last few decades, different programs and projects of urban regeneration and renewal have been designed in Turkey. Constriction of the
buildings and planning the urban area in such way that natural disasters have less impact on these elements is important. However, it must
be noted that these projects must be compatible with ecological design objectives and the quality of urban life principles to have sustainable
cities.
162
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
It is important to plan housing with a combination of urban green spaces. Also, In particular qualities of green areas, the politic of city’s land
use appropriate to the character of the natural landscape, green infrastructure and green space features and functions are significant factors
that must be considered.
We are living today with the consequences of decisions about infrastructure and land use made a hundred years ago. Therefore, it is
important to plan and design our cities towards visions of a livable city for future generations. Ecological design and integrating green and
built infrastructure cannot be possible to be applied in cities planning and design until the governments play a facilitating role in education
and empowering change and innovation among developers/builders and residents. Also, it must be highlighted that participation of urban
residents in shaping their living environment is an important factor in improving the quality of life because it allows taking into account the
resident’s mental and physical need in urban planning and design strategies while enhancing better quality of life in cities.
Finally, ecological design supporting the ideas of the livable city and the ecological city are the main concept in planning and designing the
sustainable city conception, which will give a direction to future urban developments.
REFERENCES
1. Alberti, M., Marzluff, J. M., Shulenberger, E., Bradley, G., Ryan, C., Zumbrunnen, C., 2003. Integrating Humans into Ecology: Opportunities
and Challenges for Studying Urban Ecosystems. BioScience, Vol. 53, No. 12 (Dec., 2003), pp. 1169-1179.
2. Bigio, A. Dahiya, B. 2004. Urban Environment and Infrastructure: Toward Livable Cities. World Bank Publications, 2004 - Business &
Economics - 149 pages.
3. Bingöl, E. 2006. A Quality of life perspective to urban gren spaces of (Ankara), Urban design in city & regional planning, Master Thesis.
Ankara.
4. Cook, E. D. 2002. Landscape structure indices for assessing urban ecological networks. Landscape and Urban Planning 58 (2002)
269–280.
5. Colding, J. 2007. Ecological land-use complementation’ for building resilience in urban ecosystems. Landscape and Urban Planning 81
(2007) 46–55.
6. Emür, S.H, Onsekiz, D. 2007. Kentsel Yaşam Kalitesi Bileşenleri Arasında Açık ve Yeşil Alanların Önemi-Kayseri/Kocasinan İlçesi Park
Alanları Analizi. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı : 22 Yıl : 2007/1 (367-396 s.)
7. Evans, P. B. 2002. Livable Cities? Urban Struggles for Livelihood and Sustainability. University of California Press, 2002 - History
277 pages.
8. Hostetler, M., Allen, W., Meurk, C.2011. Conserving urban biodiversity? Creating green infrastructure is only the first step. Landscape
Urban Plan. (2011), doi:10.1016/j.landurbplan.2011.01.011.
9. Jackson, L. E. 2003. The relationship of urban design to human health and condition. Landscape and Urban Planning 64 (2003) 191–200.
10. Jim, C.Y. 2004. Green-space preservation and allocation for sustainable greening of compact cities. Cities, Vol. 21, No. 4, p. 311–320, 2004.
11. Li, F., Wang, R., Paulussen, J., Liu, X. 2005. Comprehensive concept planning of urban greening based on ecological principles: a case
study in Beijing, China. Landscape and Urban Planning 72 (2005) 325–336.
12. Lyle, J. T. 1999. Design for Human Ecosystems: Landscape, Land Use, & Natural Resources. Washington, DC: Island Press ISBN 1-55963720-X.
13. Mcdonal, R. Kareiv, P. Forman, R.T.T. 2008. The implications of current and future urbanization for global protected areas and biodiversity
conservation, Biological conservation 141.
14. Mcharg, I. L. 1995. Design with Nature. San Val, Incorporated, Feb 6, 1995 - 197 pages.
15. Ryn, S., Cowan, S. 2007. Ecological Design. Island Press, 238 pages. Washington, D.C.
16. Savard, L. Clergeaub, Ph., Mennechez, G., 2000. Biodiversity concepts and urban ecosystems. Landscape and Urban Planning 48 (2000)
131±142.
17. Stigsdotter, U. A. 2005. Landscape Architecture and Health-Evidence-based health-promoting design and planning. Doctoral thesis.
Swedish University of Agricultural Sciences.
163
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
18. Tratalos, J., Fuller, R.A., Warren, Ph. H., Davies R.G., Gaston, K.J. 2007. Urban form, biodiversity potential and ecosystem services.
Landscape and Urban Planning 83 (2007)
19. Todd, J., Erica. Brown, J.G., Wells, E. 2003. Ecological design applied. Ecological Engineering 20 (2003) 421–440.
20. Timmer, V., Seymoar, N. K. 2005. The livable city. Copyrigh; Her Majesty the Queen in Right of Canada-and the International Centre for
Sustainable Cities.
21. Tzoulas, K., Korpela, K., Venn, S., Yli-Pelkonen , V., Ka´zmierczak, A., Niemela , J., James, Ph. 2007. Promoting ecosystem and human
health in urban areas using Green Infrastructure: A literature review. Landscape and Urban Planning 81 (2007) 167–178.
22. Yang, F. S., Freedman, B., Cote, R. 2004. Principles and practice of ecological design. Environ. Rev. Vol. 12, 2004. NRC Canada.
23. Varol, G. 2010. ODTÜ teknokent örneğinde, işparkı kavramı ve kullanıcı beklentileri, Fen Bilimleri Enstitüsü, peyzaj mimarlığı anabilim dalı
basılmamış yüksek lisans tezi, Ankara.
24.http://landarchs.com/rise-biophilia/
164
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
DOĞAL AFETLERİN OLUŞUMUNDA VE EKOLOJİK DENGENİN
BOZULMASINDA YAPILAŞMANIN ROLÜ
Mimar Gizem KUÇAK TOPRAK
Lisans: Karabük Üniversitesi Safranbolu Fethi Toker Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölümü- Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü Bina Bilgisi
Yüksek Lisans Öğrencisi
Y.Mimar Esin BÖLÜKBAŞ DAYI
Lisans: Anadolu Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü- Y.Lisans: Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü Restorasyon
GİRİŞ
İnsanoğlunun evrimi incelendiğinde ilk insanın doğanın bir parçası olduğunu, modern insanın ise kendi yarattığı toplumda bile yabancı
olduğunu tespit edebiliriz. Orhan Hançerlioğlu “Düşünceler Tarihi” adlı kitabında insanın kullanabildiği en önemli organının ve vahşi
hayvanlarla tek mücadele yönteminin beyni ve aklı olduğunu vurgulamıştır. İnsanoğlu vahşi doğadan korunmak için bugün bir soyutlama
sistemi geliştirmiştir. Bu soyutlanma sürecinde ise sadece soyutlanmakla, korunmakla kalmamış aynı zamanda doğayı ve ekolojik sistemi
hızla tahrip etmiştir.
Jared Diamond’ın “Collapse” adlı eserinden uyarlanarak, National Geographic tarafından hazırlanan “ÇÖKÜŞ” belgeselinde, geçmişte Mayalar,
Yucatan, Anasazi, Berekli Hilan, Angkor Wat, Büyük Zimbabwe gibi farklı topraklarda yaşamış olan kültürlerin çökme sebeplerinin temelde
aynı olduğu ve çevresel faktörlere dayandığı açıkça anlaşılmaktadır.
Jared Diamond bu toplumların çöküş sebeplerini araştırırken temel anlamda beş benzer sebebe ulaşmıştır:
1) İnsanların çevrelerine olan etkisi (Kaynak tüketimi, orman tahribatı, yeraltı kaynaklarının tüketilmesi, toprağı erozyona uğratmak,
su kaynaklarının tüketimi vb.)
2)İklim değişikliği (Isınma, soğuma, nemlenme vb.)
3)Komşu toplumlar ile ilişkiler
4)Düşman ülkeler ile ilişkiler
5)Toplumun politik, ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlarını fark edip bu sorunları çözebilme ihtimalinin artması/azalması
Bu sebepler incelendiğinde bir uygarlığın çökme gerekçelerinin %40 lık bölümünü çevresel ve iklimler faktörlerin oluşturduğu görülmektedir
ki bu oldukça yüksek bir oran olarak kabul edilebilir.
Yine Jared Diamond’ın verdiği örneklere bakıldığında, Anasazi toplumunun çöküşüne aşırı nüfus artışı ile birlikte yapılaşmanın ve gösteriş
merakıyla yüksek katlı yapıların hızla artmasının, doğanın tahrip edilmesinin ve su kaynaklarının tükenmesinin sebep olduğu; Mayaların
kayalara kendi tarihlerini yazabilmek amacıyla kayaları kaplarken kullandıkları kireç taşını eritmek için orman kaynaklarını yoğun olarak
kullanarak tüketmeleri nedeniyle bölgedeki ekolojik sistemin çöktüğü ve toplumun çöküşünün hızlandığı anlaşılmaktadır. Benzer şekilde
Romalıların çöküşünde de hızlı kentleşme sonucu doğal hayatın tahrip edilmesinin önemli bir sebep olduğunu görmekteyiz.
Bu veriler üzerinden kendi toplumumuza göz attığımızda çok benzer problemlerle hatta daha ileri boyutları ile karşılaşmaktayız. Toprağı
işlerken kaybedilen her 4 santimin ancak yüzlerce yılda yeniden oluştuğu düşünüldüğünde bizim toplumumuzun kaybettiklerini geri
kazanması çok da kolay olmayacaktır.
165
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Günümüzde en büyük iklimsel problem “Küresel Isınma ve Küresel Isınmanın Etkileri” olarak gözükmektedir. Bildiri kapsamında küresel
ısınma iki farklı boyutuyla ele alınacaktır. İlk olarak küresel ısınmanın sebepleri ve bu sebepler içinde kentleşmenin, yapılaşmanın yeri ve
küresel ısınmanın etkilerinden biri olan doğal afetlerin artması, şeklinin ve şiddetinin değişmesi incelenecektir. İkincil olarak ise yapılaşmanın
doğal afetlerle olan doğrudan / dolaylı ilişkisi incelenecektir ve doğaya saygılı yerleşimlerin oluşturulması ve bu konuda geleneksel mimaride
var olan bilgi ve deneyimlerin çağdaş ihtiyaçlara uyarlanmasının gerekliliği üzerinde durulacaktır.
KÜRESEL ISINMANIN SEBEPLERİ VE KENTLEŞME
İnsanlar tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyindeki sıcaklığın artması küresel ısınma olarak
tanımlanmaktadır. Dünya yüzeyindeki sıcaklığın artışı ile ilgili farklı kaynaklardan farklı bilgilere ulaşılmıştır. Bahsedilen rakamlar 0.45º ile 0.6º
arasında değişmektedir.
National Geograghic tarafından hazırlanan “Six Degrees Could Change The World” adlı belgeselde, küresel ısınmanın durdurulamaması ya da
yavaşlatılamaması durumunda önümüzdeki yüzyılda 1 ila 6 derece arasında bir ısı değişiminin uzak olmadığı belirtilmektedir. 6 derecelik bir
artış ise Amazon Ormanları’nın tamamen kuruması, kutup buzullarının tamamen erimesi için yeterli bir artış olarak görülmektedir.
Küresel ısınmanın birçok nedeni olduğu söylenebilir. Güneşin etkisi, Dünya’nın presizyon hareketi, El Niño Etkisi gibi doğal etkenlerin yanı sıra
fosil yakıtların tüketimi, sera gazlarının oluşumu, kentlerin ısı adası etkisi, Smog Etkisi gibi yapay etkenler de bulunmaktadır1 .
Bu nedenler içinde bildirinin konusu olan, ısı adalarının oluşmasına sebep olan kentleşme, sanayi devrimiyle birlikte hızlı nüfus artışının
bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu süreç içinde hızlı yapılaşma sadece sanayi yapıları üzerinden değil, kentteki nüfusun ihtiyaçlarını
karşılamak amacıyla inşa edilen konut, ofis, eğitim yapıları ve alışveriş mekânları üzerinden de ilerlemiştir. Sonuç olarak yeşil mekânları
bulmakta zorlandığımız beton, çelik yığınları oluşturulmuştur.
KÜRESEL ISINMANIN ZARARLARI VE NEDEN OLDUĞU AFETLER
Doğal Bitki Örtüsüne Zararları: 1960’lardan sonra kükürtdioksitin ve fotokimyasal oksidantların kullanımının artması, hızlı kentleşme, nüfus
artışı gibi nedenler, ağaçların bu hava yoğunluğundan etkilenmesini arttırmıştır. Havada bulunan gaz molekülleri yağışlar ile toprağa ulaşmakta
ve topraktaki diğer moleküller ile etkileşime geçerek asit türevli madde oluşumlarına sebep olmaktadır. Bitkiler tarafından bu maddelerin
emilmesi doğal bitki örtüsünün yıpranmasına sebep olmaktadır. Bu durum ise o bölgedeki ekolojik sistemin değişmesine, canlıların yok
olmasına, toprak erozyonuna ve toprak kaymasına sebep olmaktadır. Doğal bitki örtüsünün zarar görmesinin etkileri tarım bitkilerine yani
bizim gıda sektörümüze de yansımaktadır.
Okyanuslar ve Su Kaynakları: Geçtiğimiz yüzyıl boyunca deniz seviyesinde ortalama olarak 10-25 cm’lik bir yükselişten bahsedilebilir. Yukarıda
bahsedilen belgesellerde de yer aldığı üzere bu artışın devam etmesi ve buzulların erimesinin hızlanması durumunda gelecek yüzyılda bu
artışın 15 ila 95 cm arasında olması öngörülmektedir. Su seviyesindeki artış gelgitlerin ve kuvvetli fırtına sonucu tsunami gibi doğa olaylarının
etkisinin artmasına sebep olacaktır. Okyanuslardaki su seviyesi artarken, yerleşim yerlerindeki havanın ısınmasına ve aşırı tüketime bağlı
olarak kenti besleyen su kaynakları hızla tükenmektedir. Bu da başka bir felakete yol açabilecektir.
Doğal Yaşam: Bitki örtüsündeki, tarım ürünlerindeki ve su seviyesindeki değişim su altı ve kara canlılarının yaşamsal koşullarını da olumsuz
etkileyecektir. WWF’nin “Küresel Isınma ve Farklı Türlerin Azalması” adlı raporunda, Rusya, Kanada ve İskandinavya’daki doğal yaşamın
%70’inin yok olacağı belirtilmiştir.
İklimsel Değişiklik: Küresel ısınmanın bahsedilen bütün zararları aslında iklimin değişmesinden kaynaklanmaktadır. Havanın ısısının artması
özellikle okyanus üzerindeki havanın ısınması sonucu oluşmakta, hava hareketlerinde ciddi değişikler yaşanmaktadır. Günümüzde artan
fırtınaların sebeplerinden birinin küresel ısınma olduğunu Massachusetts Institute of Technology (MIT) Profesörü Kerry Emanuel “tropik
fırtınaların gücündeki artış küresel ısınma ile doğrudan ilişkilidir” diyerek açıklamaktadır.
1
166
http://www.gsl.gsu.edu.tr/gwp/tr/index.html#
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
DOĞAL AFETLERİN OLUŞUMUNDA İNSAN FAKTÖRÜ
Dünya genelinde tüketilen enerjinin % 50’si, suyun % 42’si bina yapımında ve binaların kullanım süreçlerinde harcanmaktadır. Küresel
ısınmaya neden olan sera gazlarının % 50’sinin, içme sularındaki kirlenmenin % 40’ının ve hava kirliliğinin % 24’ünün ise yapılarla ilişkili
faaliyetlerden kaynaklandığı göz önüne alınırsa mimarlığın ve daha geniş anlamıyla yapı üretim sürecinin küresel ısınma ve enerji tüketimine
olan etkisinin büyüklüğü daha net anlaşılmaktadır.
Sanayileşme hareketi kentlere göçü zorunlu kılmış, kalabalıklaşan kentlerde yaşam zorlaşmıştır. Bunun yanı sıra, sağlıksız, fosil enerji
kaynaklarına bağımlı, saldığı CO2 gazı ile çevreyi kirleten tek tip yaşam alanlarının oluşmasına da yol açmıştır. Yapılaşma ve kentleşme
faaliyetleri temel enerji tüketim kaynaklarından biri olarak, başta su olmak üzere doğal kaynaklarımızın hızla tükenmesine yol açmaktadır.
Ayrıca doğal çevreyi tahrip etmekte ve kirletmekte, ekolojik dengeyi bozmakta ve bu yolla sera etkisinin ve küresel ısınmanın artmasına neden
olmaktadır.
Yapılaşma ve kentleşme faaliyetlerinin temelinde ise insan, yaşam biçimi ve tercihleri yer almaktadır. İnsanın çevreye verdiği zararın kendisine
artarak döndüğü ve tüm toplumların bu duruma bir çözüm üretmelerinin zorunlu olduğu da tartışılmaz bir gerçektir.
Çevreye verilen zararın azaltılması ve doğal kaynakların korunması tüketim alışkanlıklarının değişmesine, doğa ile barışık ve ona en az zarar
verecek tasarımların gerçekleştirilmesine, diğer bir deyişle sürdürülebilir ve ekolojik tasarım anlayışının benimsenmesine bağlıdır. Yüksek
enerjili hayatlar (sürekli daha çok üretmek- tüketmek- hızlanmak- büyümek- yok etmek- elde etmek- almak üzerine kurulu hayat sistemleri)
terk edilerek, daha düşük enerji kullanımlı ve doğrudan doğa ile uyumlu bir yaşam tarzı benimsenmelidir2.
Yapılaşmada yer seçim kararlarının uygunsuzluğu, gerekli altyapı ve teknolojinin kullanılmaması, en önemlisi de çevreye duyarlı tasarım
kararlarının verilmemesi risk faktörlerini afete dönüştürmekte kolaylaştırıcı bir rol oynamaktadır.
Doğal çevreye müdahale ederek doğa olaylarına engel olmaya çalışmak ancak afetlerin yol açacağı hasarın büyümesine yol açmaktadır.
Halbuki doğa ile barışık bir şekilde üretilen çözümlerle yıkımlar ve felaketler en aza indirilebilecektir.
DOĞAL AFETLERE YENİK DÜŞMEYEN, EKOLOJİK YAŞAM ÖRNEKLERİ
İnsanın kentleşme ve ekolojik olmayan yapılaşmalar nedeniyle doğal afetlerden gördüğü zararlarda her geçen gün artış olduğu açıkça
gözlemlenmektedir. Doğal afetlerden etkilenmeyen ya da etkilerinin az hissedildiği yaşam alanlarının ise bugünün tabiriyle ekolojik ve/
veya geleneksel yapım yöntemleri ile üretilmiş olması bir tesadüf değildir. Doğal çevre ve yerel iklimsel verilere göre tasarımın gerekliliği
aslında uzun zaman önce anlaşılmış, insanoğlu yüzyıllar boyunca bu anlayışla yapılaşmıştır. Ekolojik mimarlık anlayışı da temelde geleneksel
mimarlığa dayanmaktadır. İklim ve doğa koşullarına uyumlu ve çevreye duyarlı olan geleneksel mimari yapılar, bugün karşılaştığımız çevre
sorunlarına karşı üretilecek çözümlerde önemli ipuçları barındırmaktadır.
Yapılan araştırmalar, yaşanan doğa olaylarının özellikle son yıllarda doğal birer afete dönüştüğünü göstermektedir. Etkilenen bölgeler
incelendiğinde ise yerleşmelerin yerel özelliklere uygun olmadığı, yapı üretiminde afetin etkilerini azaltacak yöntemler yerine daha hızlı yapımı
sağlayan ve daha ekonomik yöntemlerin tercih edildiği gözlemlenmektedir.
Ülkemizde 1999’da Gölcük’te ve 2011’de Van’da yaşanan depremlerde yıkılan ve ölümlere neden olan yapıların çoğunun betonarme olduğu ve
yapım süreçlerinde çevreye duyarlı yaklaşımların bulunmadığı bilinmektedir.
Yakın zamandaki bir diğer örnek ise Samsun’da yönü değiştirilen derenin, taştığında kendi doğal yatağını kullanması, bu nedenle dere
yatağındaki konutların su altında kalmasıdır. Yaşanan sel felaketinde birçok konut su altında kalmış ve yine ölümlere neden olmuştur.
Depreme karşı geliştirdiği yapım teknolojileri ile anılan Japonya’da da 2011 Büyük Doğu Japonya Depremi’nin ardından gerçekleşen büyük bir
2
Künar, A., “Enerji, Entropi, kaos ve Aydınlanma”, Bülten 12- Ekoloji ve Mimarlık, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara, 2003, s.37
167
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
tsunami ve ardından tamamen insan yapımı olan nükleer santralinden sızan radyasyon nedeniyle büyük bir felaket yaşanmıştır. Depreme karşı
günümüz teknolojisi ile alınan önlemler diğer felaketlerde başarılı olamamıştır. Özellikle tsunami sonucu okyanus kenarındaki yerleşimlerin su
altında kalması bu duruma iyi bir örnektir.
Görüldüğü gibi, doğa üzerinde güç kullanan, doğal yaşama yapacağı etkiyi göz ardı ederek her yere yerleşen insan kendi yarattığı doğal
afetlerin ortasında kalmıştır. Oysa ki geleneksel mimari incelendiğinde “insan”ın doğa olaylarını bir parçası olarak kabul ettiğini ve doğa
olaylarının etkisini tanıyarak, öğrenerek ve onlarla birlikte yaşayarak yapılaştığını görebiliriz. Geleneksel yapım sistemi ve malzemesi ile inşa
edilen, değişik iklim bölgelerinin özelliklerine ayak uyduran, topografyaya uygun, su ve yeşili doğru kullanan yapı ve kentlerin afetlere ilişkin
bir dizi önlemi de içerdiği bilinmektedir.
California Üniversitesi’nden Prof. Stephen Tonriner “Ahşap Mimari ve Türkiye’de Depremler” çalışmasında bu konudaki tespitlerini “Depremlerde
Türkiye ahşap evlerini anlatan yazılı belgeler enderdir, ancak bugüne kadar kalan az sayıda belge küçük ipuçları vermektedir. Deprem sonrası
yeniden yapılanma çalışmalarını anlatan iki sayfalık belgede 1766 İstanbul Depremi yayınlanmıştı. Bu depremde Topkapı Sarayı hafif derecede
hasar görmüştü. Bilinmeyen yazar, sultan ve ailesinin güvenliği için Topkapı Sarayı’nın bahçesinde veya belki de Edirne’de ahşap yapılar
inşa edildiğini söylüyor. Ayrıca hükümetin büyük miktarlarda ahşap ve çivi ithal ettiğini yazıyor. Ambraeys ve Finkel tarafından yayınlanan
bir başka belgede Peder Tarillon, 10 Temmuz 1688 İzmir Depremi’nden sonra taş duvar yapımının sadece temel ve duvarların alt kısmında
kullanıldığını belirtiyor. Yapıların üst katları içi tuğla dolgulu ahşap çerçevelerle inşa ediliyordu ki bunun dayanıklı bir teknik olduğu daha
sonraki depremlerde kanıtlandı.” şeklinde açıklamaktadır.
Geleneksel mimarinin önemli örneklerinden olan Safranbolu evlerinde de depremden korunmak için geliştirilen sistemlerle karşılaşılmaktadır.
Prof. Dr. Aysun Özköse Safranbolu üzerine yaptığı araştırmalarda yapıların temellerinin sert ve sağlam zemine ininceye kadar devam etmesinin,
üst yapıda kullanılan ahşap çatkı sisteminin ve çatkı sisteminde kullanılan çivilerin yapıların depreme dayanımını arttırdığı sonucuna varmıştır.
Taş duvarların “balıksırtı” yöntemi ile inşa edilmesinin, depreme karşı, benzer bir etki yarattığı da bilinmektedir3. Taş duvarlar arasında yer alan
ahşap hatıllar, yapı köşelerinde yer alan ve duvarlarda kullanılan dikmeler yapıların yatay kuvvetlere karşı dayanıklı olmasını sağlamaktadır.
Zemin katlarında genellikle sağlam ve sert taş malzemeler kullanılması, üst katların ise ahşap arası hafif dolgu malzemeleri ile örülmesi,
deprem sonrasında oluşabilecek yıkımlarda insanın en az şekilde zarar görmesini sağlamaktadır.
Yapı malzemesi olarak ahşap, kerpiç ve taş kullanımı sadece Safranbolu bölgesinde değil geleneksel yerleşmelerinin çoğunda yaygındır ve
tercih edilen malzeme ve yapım sistemleri sadece depremde değil birçok afette etkili çözümler sunmaktadır. Bu yerleşimlerde yapı ölçeğinin
birkaç aileyi barındıracak şekilde minimumda tutulması sel, deprem, yangın gibi afet durumlarında yapıdan kısa süre içinde ve kolayca
uzaklaşabilmeyi sağlamaktadır. Örneğin, Van Depremi sonrasında geleneksel yapım sistemleri ile inşa edilen birçok yapı ya hiç zarar almamıştır
ya da az hasar gördükleri tespit edilmiştir. Van Kalesi, Van Tekel Binası, Erciş Cumhuriyet İlkokulu gibi yapılar ayakta kalmayı başarırken, benzer
yöntemlerle inşa edildiği halde yıkılan kerpiç yapılardan ise insanların kurtarılması çok hızlı ve kolay olmuştur. Yıkılan yapılarda dikkat çeken
özellik ise geleneksel malzeme kullanımına devam edilmiş olmasına rağmen, geleneksel yapım yöntemlerinin terk edilmiş olmasıdır.
Planlama kararlarında yerleşmelerin sahip olduğu ekolojik değerler, temel kararlar konusunda yol gösterici olmalı iken, ülkemizin birçok
kentinde değerlerin yok edilmesi, yerlerine yeni değerlerin oluşturulmaya çalışılması olumsuz şekilde sonuçlanmaktadır. Bu olaylardan ders
alarak “doğa olayları ile savaş değil doğa ile uyum” ilkesinin benimsenmesi yapılaşmanın temelini oluşturmalıdır 4. Geleneksel mimari verilerden
faydalanmak ve bunları günümüz kullanıcı beklentileriyle çağdaş bir düzeye getirmek doğru bir başlangıç olacaktır. Böylece yerleşimlerde
hem doğal ortamın korunması, hem de kullanarak yaşatma, ekonomik değer oluşturma, yaşam kalitesini yükseltme gibi konularda gelişme
sağlanabilecektir.
Günay, R. “Türk Evi Geleneği ve Safranbolu Evleri”, 1999.
Vatan, Ü., “Doğal Afetlere yatkın Bölgelerde Geleneksel Dokuyu ve Mekanın Ruhunu Korumak”, Mimarlık Dergisi Sayı: 365,
TMMOB Mimarlar Odası, Ankara, 2012
3
4
168
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
SONUÇ
Birçoğumuz güneş ve rüzgar enerjisinin nasıl kullanıldığının, hangi yapı malzemelerinin kanserojen madde içerdiğinin, hangilerinin geri
dönüşümünün mümkün olmadığının ve musluklarımızdan akan sudaki tehlikenin farkındayız. Modernleşme, gelişme, teknoloji ile
ilişkilendirdiğimiz ancak esas olarak dünyamızı kirleten ve tahrip eden uygulamalardan bir an önce vazgeçilmesi gerektiği açıktır. Yapay öğeler
içeren peyzaj düzenlemelerinin, yüksek katlı binaların, bu binaları çevreleyen geniş beton otoparkların, yoğunluğun sebep olduğu trafiğin ve
doğal ortamların yok edilmesiyle açılan yolların çevreye olan etkilerinin ve doğaya olan zararlarının farkına bir an önce varmalı, kalıcı çözümler
için gereken adımları atmalıyız.
Çevre problemlerine ilişkin bulunan geçici çözümler, ileride çözümü olmayacak sorunlara yol açacak ve doğal yaşamın yok olmasına neden
olacaktır. Küresel ısınmanın doğaya, canlılara, insanlara ve yaşam alanlarımıza verdiği zarar, geçmişten gelen örneklerle ve halen yaşamakta
olduğumuz deneyimler ile bu kadar çarpıcıyken, Jared Diamond’ın kastettiği gibi geçmişten ders çıkarmamak, günümüzün gerçek sorunlarını
görmemek sadece çöküşümüze sebep olacaktır.
Bunu en güzel eski bir şiir anlatmaktadır;
“Bir çivi kaybolduğu için bir nal kayboldu,
Bir nal kaybolduğu için bir at kayboldu,
Bir at kaybolduğu için bir atlı kayboldu,
Bir atlı kaybolduğu için bir haber kayboldu,
Bir haber kaybolduğu için bir savaş kaybedildi,
Ve bir savaş kaybedildiği için bir krallık yok oldu.”
KAYNAKÇA
• Aktuna, M., “Geleneksel Mimaride Binaların Sürdürülebilir Tasarım Kriterleri Bağlamında Değerlendirilmesi, Antalya Kaleiçi Evleri Örneği”
Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, 2007.
• Bülten 12 - “Ekoloji ve Mimarlık”, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara, 2003.
• Çepel, N. Prof. Dr., “Doğa, Çevre, Ekoloji Ve İnsanlığın Ekolojik Sorunları”, Altın Kitaplar Basımevi, 1992
• Dosya 05 - “Sürdürülebilirlik: Kent ve Mimarlık”, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara, 2007.
• Dosya 26 - “Afet ve Mimarlık”, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara, 2011.
• Dönertaş, A.S., “Afet Yönetimi Kapsamında Güvenli Yerleşim Yerlerinin Tasarımı İçin Kentsel Tasarım Standartlarının Geliştirilmesi”
Kentsel Tasarım Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, 2006.
• Günay, R. “Türk Evi Geleneği ve Safranbolu Evleri”, 1999.
• Gürel, S., “Geleneksel Konutların Biçimlendirilmesinde İklim Öğesinin Etkinliği: Safranbolu Örneği” Yüksek Lisans Tezi,
Yıldız Teknik Üniversitesi, 2010.
• Keleş R., Hamamcı Can, Çoban A., “Çevre Politikası”, İmge Kitabevi Yayınları, 2012.
• National Geographic “Collapse” Belgeseli, 2012.
• National Geographic “Six Degrees Could Change The World” Belgeseli
• Tuncer, M., “Şehir Merkezleri Planlamasına Ekolojik Yaklaşım”, 2007.
• Vatan, Ü., “Doğal Afetlere yatkın Bölgelerde Geleneksel Dokuyu ve Mekanın Ruhunu Korumak”, Mimarlık Dergisi Sayı: 365,
TMMOB Mimarlar Odası, Ankara, 2012.
• http://www.gsl.gsu.edu.tr/gwp/tr/index.html#
169
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
THE ROLE OF STRUCTURING IN NATURAL DISASTERS AND
DETERIORATING ECOLOGICAL BALANCE
Architect Gizem KUÇAK TOPRAK
Gradute: Karabuk University, Safranbolu Fethi Toker Faculty of Fine Arts and Design, Architecture Department- Master’s Degree Student: Gazi University
Architecture Department- Building Design
Architect Esin BÖLÜKBAŞ DAYI
Graduate: Anadolu University, The Faculty of Engineering and Architecture, Architecture Department – Master’s Degree: Gazi University Architecture
Department- Restoration
INTRODUCTION
When we examine the evolution of the human being, we can identify that the early humans were a part of the nature and the modern
humans are like an alien in your created society. Orhan Hançerlioğlu declared that the humans brain is the most important organ in the
humans evolution and is the method of struggle with the wild animals, in his book Düşünceler Tarihi”. The humans developed a isolated
system for protected wild nature. The process of the isolation, the humans are not only isolated or protected of the nature, at the same time
they destroy the nature and ecological system.
We can understand the reasons for the collapses of the different culteres, lives in different lands, like The Maya civilization, Yucatán, Ancient
Pueble Peoples, Angkor Wat, The Zimbawe, are the same and are based on environmental factors, on the documentary films “Collapse”
prepared by National Geografic and adapted from the Jared Diamond’s book named “Collapse”.
Jared Diamond, reached five similar reason while investigating the causes of the collapse of these societies in the past.
1. The effect of the people on environment (Resource consumption, Forest destruction, Consumption of groundwater resources,
To cause erosion, Consumption of water resources, etc.)
2. Climate change (Warming, Cooling, Humidity, etc.)
3. Relationship with neighboring communities.
4. Relations with the enemy countries.
5. Recognize Society’s political, economic, social and cultural problems and also increase or decrease the possibility of solving these problems.
When you examine the five reasons listed above, you can see that, the reasons for the collapse of a civilization is that, environmental and
climate factors are 40% part of all and that can be considered as a very high rate.
If you analyze the samples of Jared Diamond, some reasons of collapse of Anasazi society are, along with the rapid population growth,
structuring high-rise buildings and the destruction of nature and the depletion of water resources. Some reasons of collapse of Mayans are,
consuming extensively forest resources for melting the limestones to cover rocks in order to write their own history on them. And the collapse
of the ecological system in the region. And similarly some reasons of collapse of Romans are, the destruction of natural habitats as a result
of rapid urbanization.
If we take a look at our own society, we are faced with very similar or advanced problems. When we think about that, every loss of 4 cm. soil
while we processing the land, occuring in a hundred years again, will not be so easy to recover loss for our society.
Today, the biggest climate problem seems that “ Global Warming and Effects of Global Warming “. Global warming will be dealt with in four
different aspects within the scope of this declaration. First, the causes of global warming and the location of urbanization in these reasons,
171
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
will be examined. And second, increasing of natural disasters which one of the effects of global warming and changes about shape and
intensity of natural disasters also. Third, direct / indirect relationship between the natural disasters and structuring will be examined. And
Fourth, Creating urbans in a harmony with nature and necessity of adaptation of the knowledge and experience of the existing traditional
architecture to contempopary needs.
THE CAUSES OF THE GLOBAL WARMING AND URBANIZATION
The increasing of the temperature on the surface of the World as a result of as the greenhouse effect gases emitted into the atmosphere by
humans is defines as global warming. We can find different information in a different sources about the increasing of the temperature on the
surface of the world. But we can say that, the increasing of the temperature is between 0.45 and 0.6 degree average.
In the documentary film “Six Degrees Could Change The World”, prepared by the National Geografic, was indicated that is not far from
exchange of heat between 1 and 6 degrees, in the event of global warming can not be stopped or slow down or slow down in the next century.
The 6 degrees incrasing is enough for the drying of amazon forest completely and dissolve the polar ice completely.
It can be said that the global warming have to many reasons. The natural reasons are the effects of the sun (The Sun’s magnetic field ant the
Sun wind that appears as protons and electrons are creating a shield against the cosmic rays. The strenght of the shield changes depending
ont he different activities of the sub and shield is unable to prevent the cosmic ays. The increase of these cosmic rays direvtly increases the
number of clouds in the sky. It is changing the ratio of radiation created by the sun. The changing ratio is causing the global warming.), Earth’s
Precision Movement Effect (In 1930, a Serbian scientist, Milutin Milankovich, emphasized that; world’s orbit became pressed down every 95
thousand years.) El Nino’s effect ( The movement of El Nino is defined as a “warm event of souht fluctuation” which causes Tropical East
Pacific Oceans’s surface temperatures to raise about 2-5 degrees particularly in 1997-1998. The strongest El Nino in 1998 is the main factor
of the high temperature in that year.), the artifical reasons are, fossil fuels, greenhouse gasses, urban heat island effects, smog effects (The
excessive amount of emission gases dense the air and thicken the gaseous layer because of this the sunrays are absorbed more and it creates
a green house effect. In big cities, gases form the smog.)1
The subject of this declaration is urbanization which is caused by the formation of the urban heat islands, emerges as a result of the
industrial revoluotion and the rapid population growth. In this process rapid construction progressed not only over the industrial building, at
same time progressed over the residancial buildings, Office buildings, educational buildings, shopping buildings which were built in order to
meet al the needs of the population. As a result, we formed concrete and steel stack, in we were having difficulty the green spaces.
THE DAMAGES OF THE GLOBAL WARMING AND CAUSED DISASTERS
Natural Plant Cover: After 1960’s the increase in the usage of sulphure dioxide and photochemical oxydants, rapid urbanization, population
growthcaused the trees to be increasingly affected from this weather density. The gas molecules in the air reach to the soil with rainfall and
interacts with other molecules and causes the formation of the acid-derived substances. These substances are absorbed by the plants causes
deterioration of natural vegetation. This situation causes, changes in the regions ecological system, species extinction and soil erosion.
Ocean and Water Resources: The sea raised about 10-25 cm in the last century. As stated in the documentary mentioned above, in the case
acceleration of the melting of glaciers in the next century will cause increment in sea level is expected to be between 15 to 95 cm. Increment
of water level will cause tides and strong storms will lead to an increase in the impact of natural events such as the tsunami. Increase in the
water level in the oceans leads to the depletion of water sources that feed city and heating air. These effects will cause another disaster.
Effects Of Natural Life: the changes of the vegetation, agricultural products and in water level affects negative the vital conditions of
underwater and land animals life. World Wildlife Fund’s report of “Global Warming and The Reducting of Different Species”. İt is explained
that %70 of natural life in Russia, CAnada and Scandinavia is going to die.
1
172
http://www.gsl.gsu.edu.tr/gwp/tr/index.html#
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
The Climatic Changes: The mentioned damages of global warming emaneted due to climate changes. As discussed in the first chapter, even 1
degree change in temperature leads to various disasters. Increasing the tempature come into being as a result of to warm up the air over the
ocean. At the present days, glabal warming is the one of the reason of the increasing storms. Profesörü Kerry Emanuel from Massachusetts
Institute of Technology (MIT) explain this sitution and said the increased power of tropical storms is directly related with the global warming.
HUMAN FACTOR IN NATURAL DISASTERS
50% of the energy and 42% of the water that are consumed in the world expend in processes of construction or usage of buildings. 50% of
greenhouse gases that cause global warming, 40% of contamination of drinking water and 24% of air pollution are caused from activities in
construction process. By considering all of them, it is understood that architecture and general process of building construction have a major
impact on global warming and energy consumption.
Industrialization brought about migration to cities and lifes in crowded cities became harder. Because of inadequate urban planning and
infrastructure, settlements has occured in agricultural and forested regions, coasts and water basins. Besides, it caused to one type living
areas which are incompatible, unhealthy, dependent on fosil energy sources and pollutes the environment by releasing CO2 gas. Being one
of the main sources of energy consumption, structuring and urbanization cause depletion of natural resources such as water. Additionally,
they destroy and pollute natural environment, disrupt the ecological balance and so cause an increase in the greenhouse effect and global
warming.
It is human, his life style and choices on the basis of structuring and urbanization. And this is a fact that the damages human cause return
himself increasingly and all communities have to solve this problem.
Reduction of the damages that given to environment and conservation of natural resources depend on changes in consumption habits and
eco-friendly design strategies, in other words the adoption of sustainable and ecological design concept. People should give up high- energy
life styles (lifes based on producing more and more rapidly- consuming-speeding up-expanding-eliminating-achieving) and adopt life styles
wih low energy consumption and compatible with nature2.
In the case of sustainable and ecological design, from urban planning to small- scale design such as architectural and interior design, even
building materials impacts on human and environment should be examined.
İncompatible decisions about position in structuring, lack of infrastructure and technology, more importantly, not taking eco-friendly design
decisions play a facilitator role in converting risk factors to disasters.
Trying to prevent natural phenomena by interfering the natural environment only causes the growth of the damage caused by disasters.
However, eco- friendy solutions can minimize destruction and disasters. The settlements, formed according to ecological planning that
includes usage of alternative energy that allows the natural cycle, assessment of waste water, usage of environmentally friendly materials,
renewable landscape design, have less trouble after natural disasters.
To minimize destructions from disasters, settlements should be sustainable. In this context, risk analysis in the settlements and infrastructure
planning according to natural features of the region are important.
THE ECOLOGICAL LIFE EXAMPLES, RESISTANT TO NATURAL DISASTERS
It is observed that the losses of naturel disasters because of non ecological structuring and urbanization, increase everday. It is not
coincidence that the living area, not affected by natural disasters or the effects were felt less, built with ecological methods and/or traditional
construction methods. It was understood that the design principles must be according the natural environment and local climatic datas and
2
Künar, A., “Enerji, Entropi, kaos ve Aydınlanma”, Bülten 12- Ekoloji ve Mimarlık, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara, 2003, s.37
173
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
humans structured with this understanding throughout the centuries. Understanding of ecological architecture is based on the foundation
of traditional architecture. Traditional architectural structure which are comply with the laws of natüre and enviroment and sensitive to the
natüre, contains important clues produced solutions to environmental challenges we face today.
The studies show that the experienced natural events transform to the natural disasters in recent years. Analysis of affected areas it
observed that the settlements are not in accordance with local characteristics and instead of building production methods reduce the impact
of disasters, providing faster production and more economical methods are preferred.
It’s known, the buildings, that destroyed and causing deaths in the earthquakes in 1999 in Gölcük and in 2011 in Van, were reinforced concrete
and there is not the process of making environmentally friendly approaches.
Another example is the stream which its direction changed, when overflood to use their own natural bed, therefore, remains under water
stream bed houses in the recent ages. Many houses submerged under water during the flood, and led to death again.
The Japan, referred to by the developed anti-seismic construction Technologies, experienced great disasters. Before it was a earthquake after
than it was a tsunami and after that the radiation leaked from the nuclear power. The measures taken against earthquakes has not been
succesfull for other disasters. It is a good example, the settlements which is the side of the ocean, remained under the water.
People, using the power on the nature, placed everywhere, ignoring the impact of the natural habitat, was in the middle of natural disasters
of its own making. However, when we examine the traditional architecture, we can see that the people were structered, recognizing the
impact of natural events, learning and living with them. It’s known that the strucrures and the settlements which were built by traditional
construction system and materials,, kept pace with feature in diffrent climate zones, compatible with topography, use of water and gren
correctly.
Prof. Stephen Tonriner in California University said finding in this regard in “Wooden Architecture and Earthquakes in Turkey”: “ Written
documents, describing the wooden houses in earthquakes, are rare. But the surviving documents gives little hints. Two page documents,
describing the work of reconstruction after the earthquake, was published the earthquake, was in İstanbul in 1766. In this earthquake, the
Topkapı Palace was damaged slightly. Additionally, he writes that the government imports large quantities of wood and nails. In another
document which has been published by Ambraeys ve Finkel, Peder Tarillon says that after İzmir Earthquake which occured in 10 July 1688,
stone walls have been only used at bases and bottom parts of walls.Upper floors of structures was building with wooden frames which are
filled with bricks and it is proved with following earthquakes that this technique is resistant.”
We can come across the systems to avoid from earthquake in Safranbolu houses which are important examples for traditional architecture.
Prof. Dr. Aysun Özköse obtained results such as continuity of bases of structures till hard and strong ground, wooden frame structures which
are used in upper structures and nails which are used in frame structures increase earthquake resistance in her studies about Safranbolu. The
stone walls which are built with herringbone method have similar features, too. Wooden beams between stone walls, pillars which are used
in corners and walls provide buildings to resist to horizontal forces. Using hard and strong materials in ground floors and light fillings between
wooden materials in upper floors provide to minimize the damages.
Usage of wood, adobe and stone as building materials is’nt seen only Safranbolu region, they are also common in most of traditional
setlements and materials and construction systems offer effective solutions not only to earthquake but also many other disasters. In these
settlements scale of buildings are minimum to accommodate several family, so in disaster situations they can move away more quickly and
more easily. For instance, after Van Earthquake the buildings that have been constructed with traditional techniques and materials weren’t
damaged or identified as “less damaged”. While, Van Castle, Van Monopolies, Erciş Cumhuriyet Primary School could keep up, rescuing people
from the ruin of buildings which were built using similar techniques was more quickly and more easily. The most significant feature of the
collapsed buildings is although usage of traditional materials continues, traditional construction techniques is left.
174
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
While ecological values of a settlement should be guide for the essential planning decisions, most of the cities in our country, destroying the
values, developing new values instead of them results in failure. Through the course of them, the basis of structuring should be this principle:
“No war against nature, balance with nature” Utilization of traditional architectural datas and modernization them according to user needs
can be right for starting. In this way, development can be achieved about the topics such as conservation of natural environment and also to
keep alive with using it, making economic values up, raising quality of life.
CONCLUSION
Many of us are aware of how solar and wind energy uses, which building materials contains carcinogenic item, which of them can not
be recycled and the danger in the water we use. It is essential that applications which pollute and damage our world should be given up
immediately. The landscape plannings which includes artificial lakes, high buildings which have green areas between the flats, large concrete
car-parks, traffic and the roads which are built by damaging the natural habitats have big impacts on environment and nature. We should
aware of it and find the permanent solutions about it.
Temporary solutions about environmental problems will cause major problems in the future and eliminate the natural habitat. The damages
on nature, lives, humans and habitats that global warming causes are really dramatic with the examples come from the past and experiences
today we live. If we don’t learn from these experiences and don’t consider the real problems as Jared Diamond said, that will cause our
collapse.
It is an old and nice poem tell about this:
“For want of a nail, the shoe was lost.
For want of a shoe, the horse was lost.
For want of a horse, the rider was lost.
For want of a rider, the battle was lost.
For want of a battle, the kingdom was lost.”
REFERENCES
• Aktuna, M., “Geleneksel Mimaride Binaların Sürdürülebilir Tasarım Kriterleri Bağlamında Değerlendirilmesi, Antalya Kaleiçi Evleri Örneği”
Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, 2007.
• Bülten 12 - “Ekoloji ve Mimarlık”, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara, 2003.
• Çepel, N. Prof. Dr., “Doğa, Çevre, Ekoloji Ve İnsanlığın Ekolojik Sorunları”, Altın Kitaplar Basımevi, 1992
• Dosya 05 - “Sürdürülebilirlik: Kent ve Mimarlık”, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara, 2007.
• Dosya 26 - “Afet ve Mimarlık”, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara, 2011.
• Dönertaş, A.S., “Afet Yönetimi Kapsamında Güvenli Yerleşim Yerlerinin Tasarımı İçin Kentsel Tasarım Standartlarının Geliştirilmesi” Kentsel
Tasarım Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, 2006.
• Gürel, S., “Geleneksel Konutların Biçimlendirilmesinde İklim Öğesinin Etkinliği: Safranbolu Örneği” Yüksek Lisans Tezi,
Yıldız Teknik Üniversitesi, 2010.
• Keleş R., Hamamcı Can, Çoban A., “Çevre Politikası”, İmge Kitabevi Yayınları, 2012.
• National Geographic “CollapsE” Belgeseli, 2012.
• National Geographic “Six Degrees Could Change The World” Belgeseli
• Tuncer, M., “Şehir Merkezleri Planlamasına Ekolojik Yaklaşım”, 2007.
• Vatan, Ü., “Doğal Afetlere yatkın Bölgelerde Geleneksel Dokuyu ve Mekanın Ruhunu Korumak”, Mimarlık Dergisi Sayı: 365,
TMMOB Mimarlar Odası, Ankara, 2012.
• http://www.gsl.gsu.edu.tr/gwp/tr/index.html#
175
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
BİYOFİLİK TASARIMIN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ
Araş. Gör. Mimar Elif Belkıs ÖKSÜZ
Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı, İstanbul Teknik Üniversitesi
1.Giriş:
Mimarlıkta ‘sürdürülebilirlik’ çok kapsamlı bir kavramdır. Güncel çalışmalarda bu kavram, genellikle tasarımın sosyal ve fiziksel nitelikleri
üzerinden değerlendirilmektedir. Kullanıcı refahı, enerji etkinliği ve ekolojik etkiler gibi sosyal ve fiziksel tasarım değerleri sürdürülebilir
tasarımın temeli olarak kabul edilmektedir. Bu kapsamda, başarılı ve sürdürülebilir bir tasarım için izlenebilecek önemli stratejilerden biri
de bu değerlere tasarımın temelinde yer vermektir. Tasarımcıların, kullanıcıların sosyal, fiziksel ihtiyaçlarını ve ekolojik değerler ile birlikte
değerlendirmeleri gerekmektedir. Ancak, sürdürülebilirlik çerçevesinde tasarım, yapısal boyutta çeşitli uygulamalarla enerji etkin hale
getirilebilirken, sosyal boyutta çok daha kapsamlı kriterler ile karşı karşıyadır. Tasarımın sosyal değerinin belirlenmesinde kullanıcı refahı,
kullanım konforu, psikolojik sağlık gibi pek çok kriter rol almaktadır. Bu kriterlerin üzerinde en çok etkisi olan faktör ise yaşanan çevrenin
stres düzeyidir. Özellikle kent insanının kaçınılmazı haline gelen stres, insan sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Stres oluşumuna, günlük
yaşam koşulları, insan ilişkileri gibi birçok faktör ile beraber, yapılı çevrenin getirdiği koşullar da sebep olabilmektedir. Kişi sahip olduğu stresi,
bulunduğu yapay çevre sayesinde daha yoğun hissederken, yine tam tersi olarak daha hafif de hissedebilmektedir. Çevrenin insan sağlığı
üzerinde oluşturduğu bu etki göz önüne alındığında, tasarımcıların hem bu sağlığı korumak hem de ekolojik dengeyi bozmamak için görevleri,
şüphesiz geçmişe oranla daha zorlu hale gelmiştir. Özellikle mimarlar, enerji etkin tasarımın yanında, tasarım kullanıcıların fiziksel ve ruhsal
sağlığını korumak ve üreticiliğini arttırmak üzere pek çok tasarım stratejisi benimsemektedir. Bunlardan biri de ‘yenileyici çevresel tasarım’
kavramının bir parçası olan ‘biyofilik tasarım’dır. Bu çalışmanın amacı da, mimarlıkta kullanıcı refahı ve yapısal sürdürülebilirlik çerçevesinde
sunulan biyofilik tasarımın, hedefini mevcut söylemleri üzerinden irdelemek ve bu yaklaşıma dair mevcut örnekler üzerinden, teoriden pratiğe
geçişteki zorluklarına değinmektir.
2. Mimarlıkta Sürdürülebilirlik ve Yenileyici Çevresel Tasarım – YÇT
Güncel uygulamalarda tasarımın sürdürülebilirlik statüsü genellikle tasarımda harcanan her türlü enerji, maliyet ve tasarımın ekolojik yönü
üzerinden, fiziksel boyutlarda değerlendirilmektedir. Ancak bir tasarımın sürdürülebilirliği, yapının çevresiyle ve kullanıcısıyla kurduğu ilişkiye
ya da günlük hayatta yer edinebilmesine de bağlıdır. Başarılı ve sürdürülebilir bir tasarımdan beklenen bir başka nitelik de tasarımın kullanıcı
ve çevre ilişkileri kapsamında yapının sosyal değerinin de dikkate alınmasıdır. Bu çerçevede, kullanıcı ve çevre ilişkilerinin birlikte ele alınmasını
öngören yaklaşımlardan biri de Yale Üniversitesi’nden ekolojik-sosyolojist Dr. Stephen Kellert tarafından geliştirilen ‘yenileyici çevresel tasarım’
ya da orijinal adıyla ‘restorative environmental design (RED)’ kavramıdır. Yenileyici çevresel tasarımın temelinde, doğal çevre ve insan arasında
zengin bir bağ oluşturmak arzusu yer almaktadır. Başarılı ve etkin bir tasarım için, bu yaklaşımın amacı iki kapsamda vurgulanmaktadır. Bunlar
sırasıyla “bina yapımı ve geliştirilmesinin doğal sistemler ve insan sağlığındaki olumsuz etkilerin yok edilmesi ya da en aza indirilmesi” ve
“yapılı çevrede doğa ve insan arasında olumlu etkileşimler sağlamak”tır. [1] İkinci maddenin güncel tasarımlarda yeterince dikkate alınmadığını
belirten Kellert, yenileyici çevresel tasarımı, bu eksikliği kapatmaya yönelik, “doğal çevreye karşı olumsuzluklarda düşük-çevresel-değerler
stratejisini; insan, yapı, peyzaj ve doğa ilişkilerinde avantajlar oluşturmak için ise pozitif çevresel değerleri benimseyen ve hedefleyen bir
yaklaşım” olarak tanımlamaktadır. [2] Bu yaklaşım güncel sürdürülebilir tasarımda kullanıcı etkisini ön plana çıkarmaktadır.
177
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Şekil 1. yenileyici çevresel tasarım kriterlerinin sürdürülebilirlik kapsamında ele aldığı değerler
(Kellert S. 2005, “Biophilic Design” in Buildings for Life, Island Press, pg.176)
Kavramın tasarım sürecine adaptasyonunda ele alınan stratejiler ise sırasıyla ‘düşük-etkili tasarım’, ‘organik tasarım’ ve ‘yerel tasarım’dır. [3]
Ekolojik ve yerel etkenleri kapsayan tasarım teorilerinin yanında, çevre-tasarım ve kullanıcı ilişkisinin doğa ve doğal formlar üzerinden ele
alındığı ‘organik tasarım,’ insan refahı odaklı ‘biyofilya(biophilia)’ teorisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
3. Biyofilya Teorisi ve Biyofilik Tasarım
Biyofilya teorisi insan-çevre ilişkilerinde, doğayı merkez olarak kabul etmektedir. Tarih boyunca doğa ve doğal formların sembolik ya da
fiziksel olarak insan yararına kullanılmasına dair pek çok örnek bulunmasına rağmen, insan ve doğa arasındaki bağların detaylı olarak ele
alınması, psikoanalist Erich Fromm tarafından ilk defa ‘biyofilya’ olarak “The Anatomy of Human Destructiveness (1973)” adlı çalışmada yer
almıştır. Kelime olarak hayat anlamında biyo- ve –fobi’nin zıt anlamı olan –filyo kelimelerinden türetilen bu terimi Fromm, “hayatı ve yaşayan
herşeyi sevme tutkusu” olarak tanımlamıştır. [4] Sonrasında Harvard Üniversitesi’nden biyolojist Dr. Edward O.Wilson, Fromm’un tanımını
geliştirerek, doğa ve insan arasındaki ilişkiyi şu şekilde açıklamaktadır: “insan ve diğer sistemler arasında içgüdüsel bir bağ mevcuttur. Doğayla
iletişim kurmak temel bir ihtiyaçtır: kültürel ya da kişisel bir tecih değil, evrensel temel bir ihtiyaç.” [5]
Literatürde, biyofilik ihtiyaçların insan sağlığı, üreticiliği ya da refahına doğrudan bir katkısı olduğuna dair net bir kanıt olmasa da, yapılan bazı
çalışmalar insan-doğa ilişkisine dikkat çekmektedir. Bu kapsamdaki en yaygın olarak bilinen araştırmalardan biri de Roger S.Ulrich’in doğanın
insan refahı üzerindeki etkisini ölçmek üzere hastalar üzerine yaptığı bir çalışmadır.
Şekil 2-3. Ulrich’in çalışmasında ele kullandığı hasta odalarının planı ve kullanılan ilaçların dozları
(Ulrich, R.S.,1984, View through a Window May Influence Recovery from Surgery)
Ulrich, çalışmasını 1972-1982 arasında Pensilvanya’da, 23 kolesistektomi operasyonu hastası üzerinde, hastaların iyileşmesinde, doğal
unsurların etkisini araştırmak üzere gerçekleştirilmiştir.
178
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Çalışma sonucunda ise ağaç-manzaralı odadaki hastaların şikayetlerinin ve ilaç isteklerinin tuğla duvar-manzaralı odalardaki hastalara
göre daha az olduğu ortaya çıkmıştır. [6] Doğa ve insan sağlığı, psikolojisi üzerine yapılan bu ve benzeri diğer çalışmaları referans gösteren
Kellert, 2003’te biyofilik tasarım kavramını öne sürmektedir. Kellert, biyofilyayı yenileyici çevresel tasarımın bir parçası olan biyofilyayı,
doğayı “insan için fiziksel, maddesel, duygusal, entellektüel, ve moral verici doğaya karşı genetik bir eğilim” olarak tanımlamaktadır. [7]
Doğa ve doğal formların, insanın yapısı itibariyle temel bir ihtiyaç olduğunu savunan bu kavram, zamanla sürdürülebilir mimarlık kapsamında
‘biyofilik mimarlık’ olarak yer almıştır. Biyofilik mimarlık, enerji verimli tasarımın yanında, insan refahı ve verimliliğinin de doğa ve doğal
formlar üzerinden elde etmenin mümkün olduğunu savunmaktadır. Kellert’a göre biyofilik tasarım için iki kriter mevcuttur. Bunlardan ilki
‘organik ya da doğal değer’ olan ‘yapılı çevrede yer alan biçimlerin ve şekillerin direkt, dolaylı ya da sembolik biçimde insanın doğa yakınlığının
yansıtılması;’ diğeri ise ‘kültürü yerel veya coğrafi ekoloji ile bağlayan yapı ve çevreler’i yerin ruhu kapsamında barındıran ‘yer-tabanlı, yerel
değerler’dir. [8]
Şekil 4. Biyofilik tasarım elementleri
(Kellert, S. 2008, “Dimensions Attributes and Elements of Biophilic Design”)
Kellert, Heerwagen ve Hase bu kategorileri çevresel değerler, doğal şekiller, formlar, dokular, süreç, mekan aydınlatması, yerel ilişkiler ve
evrimleşen insan-doğa ilişkileri olarak biyofilik tasarımın elemanları olarak çeşitli başlıklar altında toplasa da, tasarımın bu kapsamda başarılı
olması, maddelerin uygulanmasından ziyade tasarımcının problemi ele alış stratejisiyle ilişkilidir. Kullanıcı odaklı bu kavramın en önemli
özelliği, kullanıcı tatmini ve kullanıcı sağlığını ön planda tutmasıdır. Biyofilik tasarım, güncel sürdürülebilir mimarlık uygulamalarındaki
boşluğu, kullanıcı ve doğa arasında bir bağ oluşturarak doldurmayı amaçlamaktadır.
179
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
4. Biyofilik Tasarımın Sürdürülebilirliği
Prensip olarak kullanıcıların fiziksel ve psikolojik durumlarını çevresel değerler ile birlkte değerlendiren biyofilik uygulamaları, mimaride
kentsel planlamadan iç mekan tasarımına kadar farklı ölçeklerde gözlemlemek mümkündür. Ancak, teorinin pratiğe yansımasında bu
başlıkta değerlendirilen bazı çalışmalar biyofilik tasarımın sürdürülebilir niteliğini çeşitli zorluklarla karşılaştırmaktadır. Dolayısıyla çalışmanın
bu bölümünde, biyofilik tasarımın sürdürülebilir mimarlık kapsamındaki rolü, literatürde bu kapsamda yer alan farklı ölçeklerdeki örnekler
üzerinden değerlendirilecektir.
Sürdürülebilir kent kapsamında doğa ve doğal enerjinin kullanılması ile biyofilik şehirler oluşturulmaktadır. Almusaed, biyofilik şehri “doğa ve
doğal sistemler tarafından temin edilen çevresel ve ekonomik değerlerin yanında, çevrenin insan ile günlük iletişiminde tasarımda, planlamada
ve yönetimde doğayı ön plana koyan şehir” olarak tanımlanmaktadır.” [9] Bu tür şehirlerin tasarımında doğanın, kentteki boşlukları kapatan bir
yama olarak kullanılmasından ziyade, tasarımın plan aşamasında doğanın insan üzerindeki etkilerinin ön plana çıkarılması amaçlanmaktadır.
Şekil 5-6. Biyofilik mimarlıkta kentsel ölçekte doğa-tasarım ilişkilerinin değerlendirilmesi,
(Almusaed, A. 2006, Biophilic architecture t:owards a new potential of healthy architecture, rethinking sustainable construction)
Biyofilik şehir tasarımında net kriterler bulunmasa da bölgenin doğal değerlerinin korunmasının yanında, park gibi kullanıma açık yeşil
alanlarını birer biyofilik tasarım örneği olarak göstermek mümkündür. Ancak kentteki bu nitelikli açık alanlar, kent potansiyeli göz önünde
bulundurularak belirlenmelidir.
Yapısal ölçekteki biyofilik çalışmalarda doğanın malzeme ya da enerji kaynağı olarak kullanılması, şüphesiz ekolojik bir avantaj oluşturmaktadır.
Ancak, bu tür yapıların süreklilik sağlayabilmesi için kullanıcı refahını ve sağlığını da dikkate almak gerekmektedir. Tasarımda organik formların
kullanılması, tasarım stratejisine ve çevresel dokuya göre farklılık göstereceğinden, ortaya çıkacak ürünün maliyeti ve her kullanıcı üzerinde
oluşturduğu etkiler de yine farklı olacaktır. Bu yaklaşımlarda, kullanıcı memnuniyeti, sağlığı ekolojik ve ekonomik unsurların dikkate alınmadığı
ya da yetersiz kaldığı durumlarda biyofilik uygulamaların sürdürülebilirlik kapsamı dışında kalması mümkündür.
180
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Şekil 6. Hadid, Abu Dhabi Performans Sanatları Merkezi tasarımındaki doğal yaklaşımı şu şekilde tanımlamaktadır:...kültürel bölgenin
içindeki yaya yollarının doğrusal kesişiminden çıkan bir heykel formu ardışık dallar ağ filizi oluşturan büyüyen bir organizma...
(Hadid,Z., 2007, a press conference in Abu Dhabi, UAE)
Şekil 7. Botanist Patrick Blanc tarafından geliştirilen Düşey Bahçe kavramı (Yaşayan Duvar)
(Utrecht, C., 2006, Wonderwall, Venhoeven CS, Sportplaza Mercator, Amsterdam)
Doğanın malzeme olarak ve enerji kaynağı olarak kullanılmasına botanist Patrick Blanc tarafından geliştirilen ‘düşey bahçe’ kavramı
örnek gösterilebilir. Düşey bahçeler kent dokusunda yeşilin günlük kullanımda yer edinmesini sağlamaktadır. Organik form açısından
değerlendirilebilecek örneklerden biri de Hadid’in Abu Dhabi Performans Merkezi’dir. Hadid tasarımını “asma meyve strüktürü formunda
ardışık dallar boyunca yayılarak büyüyen bir organizma” olarak tanımlamaktadır. [10]
Mekan organizasyonunda doğa ve doğal unsurlar daha çok kullanıcı refahı kapsamında farklı biçimlerde değerlendirilmektedir. Mekan
tasarımında biyofilik uygulamalara ait örnekleri bir saksı çiçeği, kat bahçesi ya da LED ekranlardaki doğa manzaralarına kadar farklı
uygulamalarla görebilmek mümkündür. Ancak yine bu ölçekte biyofilik tasarımın sürdürülebilir olması için kullanıcı refahının yanında, kullanıcı
sağlığı, enerji verimliliği ve ekonomi gibi faktörler de göz önüne alınmalıdır.
Şekil 8. Doğa manzaralarının kullanılıdığı LED panellerin kullanımına dair çeşitli uygulamalar
(SkyCeilings, SkyFactory, US)
Bu örnek kapsamında RadSciences Group tarafından yapılan bir araştırmaya göre, radyoloji hastalarının kullandıkları cihazların bulunduğu
ortamdaki panellerde yer alan doğa manzaralarının kan basıncını düşürdüğü, stress ya da kaygıyı azalttığı, hassasiyeti azalttığı gibi bilimsel
sonuçlar ortaya çıkmıştır. [11] Ancak bu tür biyofilik uygulamaların kullanıcıya getirdiği yararların yanında zararların da dikkate alınması
gerekmektedir. Bu tasarımların okul, işyeri gibi yerlerde sürekli kullanımında, kullanıcının gereğinden fazla yapay ışık ve ısı enerjisine maruz
kalması, refah düzeyini olumsuz etkileyebilmektedir. Yine doğanın doğrudan kullanımı yerine yapay olarak ve taklit edilerek tasarımda
kullanılması kullanıcı psikolojisi üzerinde farklı tepkilere neden olabilmektedir.
181
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
5.Sonuç:
Yenileyici çevresel tasarımın bir parçası olarak biyofilik tasarım, teorik arkaplanda, kullanıcısıyla tasarım arasında doğa odaklı bir yaklaşım
sunmaktadır. Dolayısıyla, doğa ve doğal unsurları bir araç olarak kullanan ve kullanıcıyı ön plana çıkaran yaklaşım, bu yönüyle sürdürülebilir
mimarlık için önemli bir yere sahiptir. Ancak, biyofilik tasarım ölçeği daraldıkça, sürdürülebilirlik niteliğinde çeşitli zorluklarla karşılaşılmaktadır.
Biyofilik kapsamdaki bazı uygulamaları, örneklerde de görüldüğü gibi sürdürülebilirlik açısından yetersiz görmek mümkündür. Kentsel
sürdürülebilirlik açısından yüksek bir potansiyele sahip olan biyofilik tasarım, kullanıcı ölçeğinde enerji verimliliği ya da kullanıcı refahı açısından
olumsuz yanları barındıran uygulamalarla sürdürülebilirlik kapsamı dışında kalmaktadır. Sonuç olarak, biyofilik tasarımın sürdürlebilirliği için,
tasarım sırasında doğa ya da doğal unsurların ne kadar çok kullanıldığından ziyade, bu unsurların kullanıcı ve yapılı çevre ile ekolojik değerler
çerçevesinde ne nitelikte kullanıldığı ve ne kadar iletişim sağladığı önem taşımaktadır. Çünkü, mimarlıkta başarılı ve sürdürülebilir tasarım
hedeflendiğinde, tasarımda ekolojik parametrelerin yanısıra kullanıcı refahının ve sağlığının da dikkate alınması gerekmektedir.
KAYNAKLAR:
• [1, 2, 3] Kellert S. (2005). “Biophilic Design” in Building for Life: Designing and Understanding the Human-Nature Connection, Island Press,
pg. 123-178
• [4] http://www.britannica.com/EBchecked/topic/1714435/biophilia-hypothesis [12.05.2012’te erişilmiştir.]
• [5] Kellert S. (2005). “Science and Theory of Connecting Human and Natural Systems” in Building for Life: Designing and Understanding
the Human-Nature Connection, Island Press, pg. 9-63
• [6] Ulrich, R.S. (1984). View through a Window May Influence Recovery from Surgery, Science, New Series, Volume 224, Issue 4647
(Apr. 27, 1984), pg. 420-421.
http://links.jstor.org/sici?sici=00368075%2819840427%293%3A224%3A4647%3C420%3AVTAWMI%3E2.0
[12.05.2012’te erişilmiştir.]
• [7] Kellert, S. (2005). “Science and Theory of Connecting Human and Natural Systems” in Building for Life: Designing and Understanding
the Human-Nature Connection, Island Press, pg. 9-63
• [8] Kellert, S., (2008). “Dimensions, Attributes and Elements of Biophilic Design” in Biophilic Design: The Theory, Science, and Practice of
Bringing Buildings to Life, Wiley & Sons Publishing, p.3-27
• [9] Almusaed, A. (2006). Biophilic architecture towards a new potential of healthy architecture, rethinking sustainable construction
• [10] http://www.dezeen.com/2007/02/02/zaha-hadid-in-abu-dhabi-update/ [20.01.2013’te erişilmiştir.]
• [11] http://www.artificialsky.com/uploads/RelaxSurvey0305.pdf [12.05.2012’te erişilmiştir.]
182
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
SUSTAINABILITY OF BIOPHILIC DESIGN
Res. Assist. Arch. Elif Belkıs ÖKSÜZ
Architectural Design Graduate Program, Istanbul Technical University
1.Introduction:
Sustainability is a very comprehensive issue in architecture. In recent studies, sustainability of a design is commonly measured within its
social and physical values in its environment. These values such as user well-being, energy use, and ecological impacts are essentials in
efficient design. Hence, one of the key facts for sustainable and successful design is to think through these social and physical values as the
principles of our design. Social and physical needs of users should be concerned as well as the ecological impacts of design. Nevertheless,
while the physical sustainability of designs can be maintained by several energy efficient applications, the social value of sustainable design
is dealing with more comprehensive criteria. User well-being, comfort, and psychological health criteria play remarkable role on design
efficiency. However, all these criteria are directly related to the stress level of the living environment. Especially as an inevitable fact of
metropolitan life, stress might deliver negative effects on human health. Several factors such as daily living conditions, human relations as
well as artificial or built environment may cause to the formation of stress. A person may feel the stress in higher level due to his/her artificial
environment, or vice versa. Considering this impact of artificial environment on human well-being, the role of designers has become more
challenging than before, in order to create healthy living environment. In particular, architects has been used several methods to protect
the well-being and increase productivity of human mind. One of them is a part of restorative environmental design called ‘biophilic design.’
Therefore, this study aims to examine the major idea of biophilic design discourses within the framework of well-being and sustainability in
architecture and focus on the difficulties in transition of biophilic design from theory to practice.
2. Sustainability in Architecture and Restorative Environmental Design - RED
In contemporary architecture, the efficiency of a design is usually measured within the ecological or physical impacts of a design. However,
design sustainability is related to the ecological impacts as well as the built environment and its daily use. From an entirely efficient
architecture, the interaction of design with its environment and its users is expected. Within this view, one of the approaches for efficient
design through human-design-environment relations is called ‘Restorative Environmental Design (RED)’ and developed by Dr. Stephen
Kellert, an ecological sociologist in Yale University. The basic principle of RED is to create a harmonious relationship between humanity and
the natural environment. According to Kellert, RED emphasizes on complementary goals for a successful and efficient design: ‘Avoiding,
minimizing, and mitigating the adverse effects of building construction and development on natural systems and human health and
promoting positive interactions between people and nature in built environment.‘ [1] Positing that the second objective is mostly neglected
by modern design and development in architecture, Kellert defines RED as “an approach that aims at both a low-environmental-impact
strategy that minimizes and mitigates adverse impact on the natural environment, and a positive environmental impact or biophilic design
approach that fosters beneficial contact between people and nature in modern buildings and landscapes.” [2] The restorative environmental
design approach prioritizes the impacts of user for design efficiency.
183
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
fig.1 the theories of RED concerns for the sustainable design criteria
(Kellert S. 2005, “Biophilic Design” in Buildings for Life, Island Press, pg.176)
The strategies of RED criteria for sustainability are ‘low-impact design’, ‘organic design’ and ‘vernacular design.’ [3] Besides the theories of
energy efficiency and environmental concerns, the theory on user-design and environment relationships with nature ‘organic design,’ is
represented as ‘biophilia’ in Kellert’s study.
3. The Theory of Biophilia and Biophilic Design
The theory of biophilia centers nature in human-environment relationship. Although there are various examples of using nature within
symbolical or physical dimensions for a benefit of human environment throughout the history, the focus of human-nature bounds was
comprehensively considered as ‘biophilia’ by psychoanalyst Erich Fromm in his study “The Anatomy of Human Destructiveness (1973)” for
the first time. The combination of words bio- as life and -philo as antonym of –phobia, biophilia was defined by Fromm as “the passionate
love of life and of all that is alive” in his book. [4] Later, inspired by Fromm´s work, Harvard Biologist Dr. Edward O.Wilson, reconsidered
biophilia and proposed that “there is an instinctive bond between human-beings and other systems: contact with the nature is a basic
human need: not a cultural identity, not an individual preference, but a universal primary need.” [5]
Even though there is no actual evidence that directly shows the biophilic urges are related to human health, productivity and well-being,
some of the findings of several researches are very reasonable mentioning the impacts of nature on human benefits.
fig.2-3 the room plans of patients and the table of doses depending on the room types
(Ulrich, R.S., 1984, View through a Window May Influence Recovery from Surgery)
One of the well-known studies to see the nature’s effects on human well-being is held by Roger S. Ulrich. His study was held between 1972
and 1982 on 23 surgical cholecystectomy patients in Pennsylvania. His research aimed to determine whether assignment to a room with a
nature-view of a natural setting might have restorative influences. The results have showed that the patients with a natural–view recovered
in shorter time, took less painkillers and complaint less than the patients with brick–view window. The nature-view lessened the stress of
patients and distracted their focus on the pains of surgery. Therefore, the nature-view had comparatively therapeutic influences on patients
184
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
comparing to the brick-view patients. [6] Referring to Ulrich’s and other similar studies, Kellert proposes a new approach called ‘biophilic
design.’ He simply defines ‘biophilia’ as “a complex of weak genetic tendencies to value nature that are instrumental in human physical,
material emotional, intellectual and moral well-being.” [7] Proposing that the nature and natural forms are vital for human-beings, biophilic
urges has become one of the sustainable approaches in architecture as biophilic architecture.
Biophilic architecture premises well-being and productivity of a human can be gathered through nature and natural elements. Kellert
mentions there two dimensions for a biophilic design. One of them is called ‘organic or naturalistic dimension;’ and based on “shapes and
forms in the built environment that directly, indirectly or symbolically reflect the inherent human affinity of nature” that can be provided by
direct, indirect or symbolic experiences of nature; and other dimension is ‘place-based of vernacular dimension;’ and, defined as “buildings
and landscapes that connect to the culture and ecology of a locality or geographic are,” considering the logic of the sense or the spirit of
place. [8]
fig.4 elements and attributes of biophilic design
(Kellert, S. 2008, “Dimensions Attributes and Elements of Biophilic Design”)
Though Kellert suggests these dimensions could be subtitled as the design elements of biophilic design in six categories -environmental
features, natural shapes and forms, patterns and process, light space, place-based relationships, and evolved human-nature relationships,
these elements cannot be considered as measurement of design’s success; since, the creativity of an efficient design depends on the
designer’s strategy. The significance of biophilic design comes from the consideration of human well-being and satisfaction at a first place.
185
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
As a part of a RED, biophilic design proposes to fill the sustainability gap of today´s designs intentions by creating the boundary between
nature and design.
4.Sustainability of Biophilic Design
Considering the physical and psychological conditions of human-beings and environment, biophilic urges can be seen in variety of scales in
architecture. Nonetheless, although no matter how comprehensive the biophilic design is held in theoretical background, several difficulties
can be observed in transition of biophilic design from theory to practice. Hence, in this part, the role of biophilic design approach in
sustainability will be examined in several selected examples in different scales.
Though there are no specific criteria of a biophilic city, the application of recreation areas such as parks might provide sustainability as well
as conserving natural values of a place; and, these open areas should be set within the urban potential. Biophilic cities are designed within
the concern of nature and natural energy sources for sustainability.
fig.5-6 the evaluation of nature-design in relations for biophilic architecture in urban scale,
(Almusaed, A. 2006, Biophilic architecture: towards a new potential of healthy architecture, Rethinking sustainable construction)
A biophilic city is defined by Almusaed as “a city that puts nature first in its design, planning and management; it recognizes the essential
need for daily human contact with nature as well as the many environmental and economic values provided by nature and natural systems.”
[9] In the process of planning these cities, nature should be used within its impacts on human and should not be used as a patch for empty
spaces.
In a building scale, several applications of nature can be seen as material or form in design. While using nature as material might support
energy efficiency of a design, using natural forms could have negative impacts on built environment and user well-being. Also, the ways of
using organic forms may change the social and economic impacts of design. Whenever these values were not considered enough, biophilic
approach cannot be marked as sustainable design.
186
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
fig.6 Hadid describes her design as a“… sculptural form that emerges from a linear intersection of pedestrian paths within the cultural
district, gradually developing into a growing organism that sprouts a network of successive branches.”
(Hadid, Z., 2007, a press conference in Abu Dhabi, UAE)
fig.7 example of Patrick Blanc’s Vertical Gardens (Living Wall)
(Utrecht, C., 2006, Wonderwall, Venhoeven CS, Sportplaza Mercator, Amsterdam)
For the efficiency of nature based designs, user health and well-being should be concerned as design principles. One of the examples of using
nature as a material and energy source is the Vertical Garden concept of Patrick Blanc. The vertical gardens puts ‘green’ to reduce the stress of
built environment. Hadid’s Abu Dhabi Performance Arts Center can be exampled for use of organic forms in user satisfaction. Hadid describes
her design as “… a sculptural form that emerges from a linear intersection of pedestrian paths within the cultural district, gradually developing
into a growing organism that sprouts a network of successive branches.” [10]
As a spatial organization, biophilic urges are mostly used for human well-being and user satisfaction. They can be seen in different applications
as a plants, garden floors or even nature-view LED panels. In case of an efficient biophilic design, each element should be considered within
its physical, economical and psychological impacts. According to survey held by RadSciences Group on helping radiology patients relax for
nature-view panels, viewing nature imageries reduces systolic blood pressure and pulse; helps redirect negative thought and decreases
boredom. [11] The use of these LED panels in long-time areas such as classrooms, offices, gives too much light, radiation and heat may have
bad impacts on their users. Also, imitation of nature might have bad impacts on human psychology.
fig.8 different applications of nature-view LED panels (SkyCeilings, SkyFactory, US)
5.Conclusion:
In its theoretical background, biophilic design offers nature based approaches in user-design-environment relationships. Within this view,
using nature and natural elements for efficient, healthy built environment, biophilic architecture has a remarkable position for sustainability
architecture. However, depending on its design scale, challenges can be seen in the transition of theory to practice of biophilic architecture, at
sustainability level. In some cases, biophilic design may withdraw its premises for a sustainable architecture. Despite the fact that biophilic
urges has a remarkable potential in urban scale, they may become inefficient due to well-being, energy efficiency impacts in user-scale.
Consequently, for a sustainable biophilic design, it is not important how much we use nature in design, it is important how well we adapt
and communicate nature in our design for human well-being and ecological values. The point of the energy efficient and healthy design is to
187
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
use nature that interacts with the user. For a successful design, it is crucial to consider user well-being and health as well as ecological and
topological parameters.
References:
• [1, 2, 3] Kellert S. (2005). “Biophilic Design” in Building for Life: Designing and Understanding the Human-Nature Connection, Island Press,
pg. 123-178
• [4] http://www.britannica.com/EBchecked/topic/1714435/biophilia-hypothesis [accessed 12.05.2012]
• [5] Kellert S. (2005). “Science and Theory of Connecting Human and Natural Systems” in Building for Life: Designing and Understanding
the Human-Nature Connection, Island Press, pg. 9-63
• [6] Ulrich, R.S. (1984). View through a Window May Influence Recovery from Surgery, Science, New Series, Volume 224, Issue 4647
(Apr. 27, 1984), pg. 420-421.
http://links.jstor.org/sici?sici=00368075%2819840427%293%3A224%3A4647%3C420%3AVTAWMI%3E2.0 [accessed 12.05.2012]
• [7] Kellert, S. (2005). “Science and Theory of Connecting Human and Natural Systems” in Building for Life: Designing and Understanding
the Human-Nature Connection, Island Press, pg. 9-63
• [8] Kellert, S., (2008). “Dimensions, Attributes and Elements of Biophilic Design” in Biophilic Design: The Theory, Science, and Practice of
Bringing Buildings to Life, Wiley & Sons Publishing, p.3-27
• [9] Almusaed, A. (2006). Biophilic architecture towards a new potential of healthy architecture, rethinking sustainable construction
• [10] http://www.dezeen.com/2007/02/02/zaha-hadid-in-abu-dhabi-update/ [accessed 20.01.2013]
• [11] http://www.artificialsky.com/uploads/RelaxSurvey0305.pdf [accessed 12.05.2012]
188
4. OTURUM / SESSION 4
YAŞANABİLİR KENTLER / KÜLTÜREL MİRAS VE ÇEVRE
LIVEABLE CITIES / CULTURAL HERITAGE AND ECOLOGY
Güzin KONUK / Oturum Başkanı - Chairperson
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
BURSA’DA YOĞUN KENTSEL PROJE ÇALIŞTAYLARI
Prof. Dr. Pierre BOUCHE
Ecole Nationale Superieure d’Architecture de Paris La Vilette
Prof. Dr. Claudio SECCI
Ecole Nationale Superieure d’Architecture de Paris La Vilette
Bu makale, başka şehirlerde projeler hakkında konuşmak için bir fırsat. Şehirler ve projelerin ifadesidir metropolitan olayları ele alan, bazen
de kendi gelişmelerine katlanan. Bu olgular nelerdir? Ne türde bir akademik eğitim kentsel projeyi ele alır? Ne gibi bir çalışma ilgili bölge için
yararlı olabilir?
Bu makale, öğretme deneyimlerini kaynak almasına rağmen pedagoji üzerine değildir. Daha çok mevcut olan bir yaklaşımı amaçlıyor « arazi
gözlemi » nden hareketle, « proje çalıştayları » amaçlanmıştır. Bu girişim geçmiş Bursa, Türkiye deneyimleriyle aydınlatılmıştır.
Uluslararası yoğun kentsel atölye için bir rol:
Üniversitemiz duvarlarının dışına çıkıyor
2011 tarihinden beri, üniversite işbirliğini Uluslararası yoğun kentsel proje atölyesi
biçiminde paylaşmak üzere kuruldu.
Ekonomik ve siyasi durumlar , çok farklı üç ülkedeki mimari eğitim kurumlarını içerir²: Fransa durgunluk döneminde, Yunanistan ciddi bir
küçülme içinde ve Türkiye güçlü büyüme halinde. Bu toplantılarla, kentsel planlamadaki tüm uygulamaları dikkate alarak bu koşullardan
yararlanmayı hedefliyoruz.
Her bir atölyede projelere, klasörlere veya çalışma süreçlerine bina tasarım durumları için takviye olarak özellikle dikkat edilir. Bu atölyeler
projelerin yerel veya uluslararası taşıyıcıları veya potansiyel taşıyıcılar ile bağlantı halindedir. Çalıştaylara katılanlar arasında Bursa, yerel
aktörler (Bursa Büyükşehir Belediyesi ), belediyeler (Osmangazi, Nilüfer) ve Mimarlar Odası ve uluslarası aktör olarak, UNESCO bulunmaktadır.
Bu çalıştaylar üniversiteleri özel bir şekilde profesyonel dünyaya karşı konumlandırıyor. Çünkü Üniversitemiz duvarları, dışına çıktığında, o ya
da bu şekilde, kentsel dönüşümde oyuncu olarak rol alıyor. Eylem bilgisi öğretimi ve yaygınlaştırılması ile sınırlı değilse yalnızca bir alanda mı
yararlı olabilir? Kime yararlı olacaktır? kimin işine yarar? Hangi yardımı gerektirir? Bu sorular süreci onları taşıyacak geçerli eylemler ve aktörler
için özel mekânlar ile ilgili atölye çalışmasını oluşturur.
Daha spesifik olarak, atölyelerin konumlandırılması, çok az ilgi ve yatırım (para, zaman, yardım) alan (ya da hiç almayan), bölgelerdeki aktörler
tarafından neyin dikkate alınmadığının tanımlanmasına dayanır. Bu atölye çalışmaları, kentin hangi bölümlerinin kamu politikaları ve büyük
özel yatırımcılar tarafından desteklenmediğini sorgular.
Bursa’daki deneyim, kentsel durumun değerlendirilmesinde geleceğe ışık tutmaya yardımcı olarak, preoperatif bir değer olarak görünüyor.
Şimdi bu konumlandırmanın 2011 ve 2012 yıllarında düzenlenen atölyelerde nasıl ele alındığına bakalım.
Bursa, bir şehir ve yatırım : büyük hızla İstanbul’a yaklaşan bir kentsel büyüme
Bursa’da bugün etkili olan evrim eğilimleri nelerdir? Günümüz aktörleri hangi süreçlere ve projelere düzenli yatırım yapmaktadır? Yoğun atölye
çalışmaları için neler kullanılıyor?
Türkiye’nin olağanüstü büyümesi göz önüne alındığında (2011 de %8), Bursa’da büyük bir nüfus artışı yaşanıyor. İstanbul, Ankara ve İzmir ile
191
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
birlikte şimdi bir milyon nüfusu aşan en büyük şehirlerinden biri olan Bursa’nın nüfusunda son üç yılda çok hızlı büyüme görüldü: diğerleriyle
birlikte, otomobil endüstrisinin(Renault, Fiat) cazibesine kapılan yaklaşık 3 milyon nüfusa sahip. Bursa büyükşehir Belediyesi ve Mimarlar
Odası, önümüzdeki 10 yıl içinde nüfusun 5 milyona ulaşmasını öngörüyor.
Coğrafi bakış açısıyla, Bursa dağın kuzey yamacında yer almaktadır. « Uludağ » ın eteklerindeki büyük verimli ova Marmara Denizi’ne kadar
uzanır. Her gün onlarca insan bu denizi geçerek, her gün veya her hafta, Bursa İstanbul arasını kat eder.
İki ili, 100 kilometre kuş uçuşu ayırır. Bursa, böylesine çekici bir dünya kenti olan yakın komşusu İstanbul ile nasıl rekabet edebilir?³
Bursa şehir ölçeğinde, imar planlarının büyüme yönü olarak 1958 planında İtalyan şehirci Luigi Piccinato’nun başlattığı Doğu-Batı doğrusallığı
vurgulanmakta. Amaç şehrin kuzeyindeki geniş çayırları korumaktır. Bu reçetelere rağmen, şehir bu noktada büyümekten kendini alamadı,
verimi düşen tarlalar ve şehrin ağırlığıyla yok olan yeraltı suyu bunun acısını en çok çekenler.
Aslında, Ovanın genişlemesi iki hareket ekseninde: Mudanya yoluna doğru (Marmara’yı geçerek İstanbul’a bağlanan liman) ve İstanbul yoluna
doğru denizin doğusunda. Bu uzamaya mali durumu iyi olanların, istihdam ve bazı sembolik binaların yeni semtlere doğru (Nilüfer) göçü eşlik
etti. Daha az şanslı kitle ise mevcut şehirde kalmak zorundaydı.
Önemli tarihi alanlar şehrin oluşumunu belirliyor: bir parça Bizans, bir teras piedmont, sadece etkileyici sokak düzeni ve duvar parçaları
zamana direnmişlerdir. Aşağıda, Bursa Osmanlı başkentiyken, 14.yy dolaylarında, inşa edilmiş 1 düzine « Han » (şehir kervansarayı), bugün
hala metropolitan pratikler oluşturmakta (gezi, alışveriş, gece eğlence, müze ,tiyatro).
Önemli yatırımlar ovada olsa da, yerel otorite ayrıca kurulu şehrin çeşitli faaliyetlerini yürütmekte. Seyahat altyapısına yatırım yapıyorlar.
(metro, « Nostaljik Tramvay »). Aynı zamanda, Bursa kalesinin duvarları ve ilk Osmanlı dönemi anıtları korunmakta ve restore edilmekte.
“Osmanlı” karakterli merkez semt yaşam alanlarının korunması için düzenlemeler oluşturuldu. Bazı binalar ve mahallelerin yerel ve ulusal
politikacıların ile Dünya insanlık mirası olarak (UNESCO) belirlenmesi bu eylemlerin ilk sonuçları.
Bir sorun: « yapılı şehir » Bursa’yı neler bekliyor ?
Bursa Ovasına odaklanmış kentsel gelişim ve yatırım eğilimleri görüyoruz, “eski şehir” veya “tarihi” tercih edenlerin koyduğu adla adı “tarihi
şehir” olarak çalışmaya alındı. Osmanlı tarihinin mirası olağanüstü mimari ve kentsel yapılar ile işaretlenir. Kamu ve özel aktörler tarafından
yürütülen büyük inşaat faaliyetleri nedeniyle antik dokular radikal değişikliklere tabidir. Bu pozisyon iki durum için ayrı bir proje oluşturmak
için açıldı.
Potansiyel çağdaş osmanlı kentleşmesi, « Külliye » örneği
İlk proje tarihi eserlerle oluşturulmuş şehrin kentsel durumuyla ilgileniyor . « Külliye » adı verilen kompleks şehirler, önemli bir Osmanlı
periodu olarak Bursa Osmanlı özelinde alanın organizasyon formunu tek başına temsil ediyor. Külliyeyi temsil eden en önemli binalar ve
program türleri: camii, « Medrese » (kuran okulu), « Imaret » (düşkünler için mutfak), « Türbe » (mezar), le « Hamam » (banyo). Ticari bölge
dışında doğal burun üzerinde yer alan Han. Her Külliye yakınındaki Han ve Hamam ile ilişkilidir, çünkü Külliye ve bunların düzgün işleyişi için
gerekli mali destek buradan gelir.
Zamanla, külliye çok az değişti. Ancak, 1923 yılında Cumhuriyetin kurulmasından sonra, en belirgin değişiklikler, Medresede oldu: binanın
formu değişmeden kaldı. Mahallelerin günlük hayatta yapılandırılması hala sürüyor. Günümüzde, belediyeler, bu külliyelerin koruma ve bakımı
ile ilgilenmekte.
« Külliye » ile on dördüncü yüzyılda bu başlayan kentleşme ilk önemli adım oldu
Her yeni Sultan başarılı şekilde kendi Külliyesini inşa ettirmiştir. Bu sayede, Külliye birliktelikleri « noktalar »şeklinde giderek şehircilik
oluşturmuş, bugün okuyabildiğimiz Bursa üst şehir ve karakteristik peyzajı ortaya çıkmıştır.
Külliye etrafındaki evlerin varlığı bugün bile fazla araştırılmış bir konu değildir: organik plansız, topografyaya bağımlı, eş dost komşuluk
ilişkileriyle oluşturulmuş. Taştan yapılmış olan Külliyenin aksine ahşap evler zamana karşı koyamamıştır: Onların yeniden inşa edilmesine son
192
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
verildi. Bugün, genellikle kötü durumdalar, en günceli, on dokuzuncu yüzyıldan kalma görünüyor.
Her Külliye ve Han, etkileyici sokak düzeni olmadan planlanmadığı görünüyor. Dolambaçlı sokaklar birçok çıkmazlar ile bu dokuyu hak
etmektedir. Bursa ilk Osmanlı dönemi topraklarında bir kentleşme sunuyor.
Mevcut yol ağı büyük ölçüde 1923 sonrasında Avrupa planlamacıları tarafından planlandı: 1924 te Alman Lörcher; 1938 de Fransız Henri Prost;
1958 de İtalyan Luigi Piccinato. Her biri kenti modernize etmek için bir plan üretti. H. Prost düz yollar çizerek ve eski çıkmazlı dokuyu silerek
karayolu ağını dönüştürdü.
Osmanlı 1453 yılında İstanbul’u fethettiğinde, daha önce kullanılan kentleşme biçimleri devam etti. Böylece, 2.Mehmet kentsel şehrin yeniden
inşası için bir model olarak Bursa’nın Külliyesini korudu, bu İstanbul dışı olarak anılacaktı.
Bursa mimari ve kentsel tasarımın ortaya çıkmasında kesinlikle ilk atölye iken, Osmanlı kompleksleri zaten yerel yatırımlara tabi idi. Külliyenin
avantajı, finansal nitelikte değildi. Yaklaşımı, keşfetmek anlamak ve çağdaş kentsel yenileme olan Osmanlı, şehircilikte bu olağanüstü
unsurların rolüne değer vermeye odaklanmıştır. Külliye genellikle çarpıcı değişikliklere tabidir.
Osmanlı damgasını taşıyan ve metropolleşme ve hızlı kentleşme içinde yaşama şansı az olan bu kompleksler nasıl desteklenebilir? Bu soruyu
cevaplamak için, ilk çalıştayda sekiz Osmanlı kompleksi seçildi, bu önemli külliyelerden bazılarıdır: Muradiye, Yıldırim, Yeşil, Çerkirge, Emir
Sultan, Tahtakale, Reyhan ve Maksem.
İlk projenin UNESCO dosyasında operatif değeri
Aktörleri ve süreçleri açısından, ilk çalıştayda ilerlemeyi UNESCO destekliyor. Bu nedenle bu klasördeki bazı adımlara geri dönelim.
2000 yılında , Bursa yönetimi « Bursa ve Cumalıkızık erken Osmanlı kent ve köy yerleşimi » adıyla bir listeden oluşan bir dosya hazırladı.
2011 deki, UNESCO dosyası iki özdeş setten oluşur. Ilk kentsel ticari bölge olan « Hanlar Bölgesi », bir düzine özel yapıdan oluşuyor. İkinci ise
kırsal bir bölge: Kentin birkaç kilometre doğusunda yer alan “Cumalıkızık” adında bir köy.
Bu, Bursa idaresinin Kasım 2011 yılında sundukları dosyadır. Bu, ilk yoğun atölye çalışmasının başlangıç noktasıdır. Buna göre, bu noktada,
çalışılacak olan külliye seçimi UNESCO dosyası raporundadır.
Nisan 2012 de, UNESCO dosyası değişti: dört yeni bölge yapılandırıldı. Hanlar ve Cumalıkızık köyüne dört külliye eklendi:Muradiye, Yıldırım,
Yeşil ve Çerkirge. Bunlar, Osmanlaı tarihindeki önemlerine ve onları yaptıran sultanların ününe göre seçildi .
Bu dört yerin eklenmesi, UNESCO dosyasında iki önemli değişikliğe sebep oldu.
İlk olarak, bu durum, “playoff -mülk” kategorisinde sunuldu. Bunlar aynı coğrafi bölgede yer almaksızın, birbirleriyle bağlantılı olan mülklerdir.
Farklı şehirlerde veya ülkelerde olabilirler. Nitekim, bu bağlantılar konum ile değil, ortak bir tarih (yazar, ağ, hareket) ile ilgilidir. Bursa
durumunda, bu kategoride seçilen mekanlar bir kaç kilometre aralıklı, fakat aynı şehir içinde ve mesafesi 15 km yi aşmayan bir bölgede devam
etmektedir.
Daha sonra, değişiklikler planlamayı da etkiledi. 2012 yılı Nisan ayında, dosya ilk Osmanlı döneminin en önemli kentsel planlaması için
kullanılan altı “nokta” ya taşındı. İki mekandan altı mekana geçiş, bu Osmanlı kentinin tekillik ve teklik « nokta » sının göstergesidir.
Bu dosya için üniversite ne yapabilir? Tarihçiler ve yerel uzmanlar UNESCO dosyası için üniversitenin görüşünü kaydederler (Osmanlıyı temsil
eden sekiz nokta etrafında inşa projesi) bir geliştirici ve geçerli klasör desteklenir.
Değişiklikler, Kasım 2011 yılındaki UNESCO çalıştayından sonraki dosyada görülebilir.
Bilinmelidir ki, Külliyelerin taşıdığı önem uzun zamandır biliniyordu ve bu belediye faaliyetlerinden akademisyenlerin çalışmalarından
anlaşılabilir. Ancak, uluslararası durumda çalıştaylar, gerçekleşmemiş projeleri yerel olarak kristalize ediyor. Ayrıca, UNESCO nun siyasi bir dosya
193
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
olduğu göz önüne alındığında, bir dizi aktör ortaya çıkar. Bursa’da sorumlu bir UNESCO mimarı ile uzun teması olan bir Fransız kurumunun
(ENSA Paris La Villette), varlığı , ve bu çalıştaya katkısı göz ardı edilmemeli.
Bir yıldan diğerine, bir proje durumundan bir başkasına: tereddütler ve yeniden konumlanma
İkinci proje atölye konumundaki tereddütler, bir yıl sonra gelişim aşamasında başlangıçtakilerle aynı değil. Başka bir deyişle, UNESCO
örneğindeki gelişmeleri düşünerek, nasıl konumlandırmalı? Çalıştay iki bölümde izlenebilir.
Ilk olarak, UNESCO nun en az on yılını alan sınıflandırma işlemi ele alınabilir. Bu bağlamda, çalışma sınıflandırılacak mekanlara odaklanabilir
çünkü her biri iki bölgede düzenlenen kurallara tabi olacaktır: merkezi bir sıkı koruma bölgesi ve önerilerle bir periferik bölge, yani “tampon
bölge”. Bu çalışma bu bölgelerin sınırlarını ve kaliteli mimari, kentsel, peyzaj ve sosyal alanlardan hangilerinin korunacağını sorgulamıştır.
Başka bir yol yeni bir UNESCO dosyasındaki ve 15 kilometreye yayılan altı mekanın gelecekteki peyzajını sorgular. Yeni bir kentsel sorun da,
bir yandan bu altı mekanın düzenlenmiş iken, diğer taraftan. Çalışma, “Tarihi Kent Manzaraları” konulu yeni UNESCO Tavsiyesini inceleyebilir.
Bu iki yol izlenmemişse bu kısmen, işin yerel ve ulusal makamlar tarafından başlatılmış olmasındandır. Bu nedenle akademik çalışma bunun
yerine geçti, ve yatırım aktörlerinin daha az önemli olması sağlandı.
Eski ipek üretim mekanları ve bunların çevresinin geleceği
1 yıl sonra, Bursa’nın üst şehir bilgisi bir sorun tespit etti, ancak bu yaygın olarak duyurulmadı. Bu fabrikalar on adet eski ipek üretim
mekanıdır , ve şehir ve dağların arasında, şehrin yüksek sınırında yer alır . Yavaş yavaş, bu fabrikalarda çalışan işçiler orada yaşadığı mahalleleri
oluşturmuştu. Bazı evler bir tür küçük ipek üretim atölyesine dönüştürülmüş.
Bugün, ipek üretimini neredeyse kayboldu emekli imalat işçileri çoğunlukla bu semtte oturuyor. Çocukları diğer mesleklere yöneldiler, kasabayı
terk edip yeni hizmetler ve tesisler sunan yeni Bursa ovasına göç ettiler. (üniversite, iş, eğlence, vs.).
Tespit edilen on mekan arasında, sadece (Muradiye) hasarlı bir binanın bodrum katında yirmi yüksek vasıflı işçi çalıştıran bir fabrika sıyrılmış.
Diğer mekanlar değişimde. Şehrin mimari mirası ile ilgili düzenlemeler nedeniyle, birçok bina yıkılmamış, ve terk edilmiş bile, onları restore
zorunluluğu yok.
Eğer bu binalar yardımsız ayakta kaldıysa, inşa edilmemiş bu mekanlar genellikle konut ihtiyacını karşılamak için bölünmüştür (Maksem,
Ipekçilik). Bir site kendi bütünlüğü içinde muhafaza edildiğinde, yeniden kullanılabilmektedir, örneğin otomobil müzesi (Ipekçilik).
Genel olarak, dönüşüm sürecinde arazi olanakları esas alınmaktadır. Bu bölgedeki fabrikalar, gelir sağlamak amacıyla yeni programlar
oluşturularak (okul, spor alanı, park) veya özel (konut, müze) işletilmektedir.
Üreticileri yaşayan ve son yirmi yılda ard arda kapanan ipek fabrikalarının bulunduğu, yaşlanan eski işçilerin yaşadığı bu mahallelerde çürüme
olgusu üzerinde duran projede ana hatlarıyla şehrin kentsel kesimde kamu yatırımlarının eksikliği öne çıktı.
Geçmişte, ipek üretimi şehirde hem fiziksel hem de sosyal olarak lüks hayatı düzenlerdi. Şehrin bu bölümünün gelecekteki yeniden düzenlenmesi
için izlenecek yollar neler olabilir? Bu ipek fabrikaları, mahalleleri ve insanları, mimari yapılar ve kentsel peyzajı ne rol oynayabilir?
Bu zorlukların karşısında, atölye yüksek bir sokak boyunca bulunan bir düzine eski üretim alanının çevresinde örgütlenmiştir. Bununla birlikte,
sorun programın tamamının nasıl yürütüleceğini görmek değildi, çünkü, devam eden bir eylem. Sorun kümesi yani “üretim bölgeleri”, üretim
siteleri ve doku çevresindeki habitat üzerinde odaklanmıştır.
Böylece 9 semt biraraya geldi, birçok imalatçının bulunduğu semtler şöyle: Muradiye, Demirkapı, Fabrika-i Hümayun, Pınarbaşı, Maksem,
İpekçilik, Molla Arap, Namazgah Deresi, Whole Strip.
194
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
En önemli süreç, Proje durum inşası!
Burada sunulan iki durum projesindeki dayanak aynı yaklaşımla yapılmaktadır: Projelerin ortaya çıkmasını sağlayan bir uygulama olarak saha
gözlemleri.
Arazide iki haftalık yoğun gözlem yapıldı. Bu gözlemler ilk üretim formlarının gözlemleri, bu analiz yöntem aramak değil çünkü « kullanıma
hazır », ama yerinde gözlemlenen durumlar ve sorunlar tamir ile ilgili gözlemler. Arazi çalışması ancak kademeli olarak diğer verilerle - tarihsel,
coğrafi, ekonomik, demografik, vs. tamamlanır.
Türkiye’deki deneyim sayesinde, bazı gözlem değişmezleri doğrulandı.
İlk değişmez « şehircilik kalitesi » dir. Fakat bu genel geçer tanımlı değildir, ait olduğu yerde açıklık kazanır. Söz konusu olan gözlemi
özendirmektir ve yöntemi yaymak değil. Her halükarda, bu kavramı ne olmadığını belirterek tanımlayabiliriz. Saha gözlemi arıza gözlemi
değildir. Çünkü, bir şehrin fikrini oradaki hataların toplamı mı oluşturur? En azından, şehir sağlıklı ise, böyle bir yaklaşım bir onarım projesine
yol açacaktır. Ancak, yabancı bir ülkede çalışırken bu yaklaşım kendi kültürel normlarında aksaklık olarak yer almayan her şeyi dikkate alma
potansiyelini taşır. Bu engeli aşmak için, neyin önemli ve değerli olduğunu önceden tanımlamak gerekir. Bu kaliteli bir yapılı mekanın ne
olduğunu şehir ölçeğinde tespit edilmektir. Tabii ki, nitelikleri henüz proje içinde belirlenmemiştir, ama bir kentsel proje düzenleme yolundaki
dönemeçlerdir. Bu proje, kusurları şehir fikrine odaklanarak düzeltir, hatalara odaklanarak değil.
“Değişimin işaretleri” için ikinci değişmez: Şehir planlanmış veya planlanmamış dönüştürme eylemleri ile doludur. Bu endeksleri belirlemek, bu
alanda kullanılan kentsel üretim süreçlerini belirlemektir. Bu endekslerin bazıları kentte derin bir değişime işaret ederken, bazen de endeksler
gözlenen eylem dışında bir değere sahiptir. Her durumda, yorumlar farklı kaynakların ve bakış açılarının tartışılmasıyla oluşmalıdır... ki bunlar
sakinler ve diğer paydaşlar tarafından doğrudan test edilecektir.
Bu iki değişmez burada ele alınmıştır. Bir taraftan değişimin niteliği ve işaretleri diğer taraftan projenin hedefleri arasında gidip gelen sürekli
gözlemler, bahsedilen ‘proje durumu’ nun oluşmasını sağlar.
Bu bağlamda kentsel bir projenin nasıl konumlanması gerektiği görülecektir: gözlemleneni dondurup korumalı mı (kısıtlama projesi,
engelleme durdurma) ? Gerektiği gibi eşlik mi etmeli (projesi yönetimi ve kontrolü) ? Değiştirip dönüştürmeli mi? Üzülmeli mi (mutasyonları
düşünerek)?
Buradan, olağan kentsel proje araçlar seferber edilebilir: projenin zaman çerçevesi; senaryoları detaylı olarak çalışmak ya da çalışmamak;
gerekli eylemin doğası (operasyon projesi, proje süreci, stratejik plan)vb. Özetle, bu yaklaşımın önemli ana, yani projenin ortaya çıkmasına,
özel bir önem verir.
Kentsel değerlendirmeye katkı olarak kentsel tasarım alan uygulaması
Bursa daki çalışma, bir ülkenin “yükselen” bir kentsel dönüşümüyle yüzleşmektir. Diğer şehirler gibi, yapılan şehir çoğu zaman birbirinden
tamamen ayrı olan gelişmenin iki büyük doktrine konu olur: bir yandan, metropolleşmenin büyük projeler başlatması (altyapı, büyük ekipman,
operasyonlar, toplu konut) ve ikincisi, yetkililerce (yönetmelikler, sıralaması) ve tarihi binalar ve tarihi kent dokusunun korunması savunan
akademisyenler arasında bir dizi patrimonyalizm.
Ne tür uygulamalı kent projelerinde böyle durumlar yer almaktadır? Bursa deneyimi, bunları cevaplamasa da, burada sunulan yaklaşımdan
konuyu açıklığa kavuşturmak için bize ipucu verir.
Birincisi, bu yaklaşım “referans mekan” proje destek alanlarını sorgular. Proje geliştirme alanı nedir? O resmi belgeler, plan, kart veya ekran ve
yeni tablet e-pad mi? Bu oda veya çalıştay, toplantı odasında geliştirilen bir süreç midir?
Burada kullanılan arazi gözlemleri yaşamış ve algılanan, kentsel yerleşik, yani başka bir referans alanından yararlanır. Proje alanı zemindir.
195
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
« kentsel proje durum pratiği» nden bahsedilir, yani proje ortaya çıkmış ve alandan bilgi almıştır. Bursa’da diğerlerinin arasında, planların
hazırlanması ve kentin zamanı uyuşmuyor. Diğer bir deyişle, güncelleştirme planları şehrin büyüme hızını takip edemiyor. Bursa’da çalışma
alanında eşzamanlı kentsel süreçler vardır: planlı şehir ve plansız şehir (ya da kendi ürettiği) sadece bir ofisten takip edilemez.
Yapımda yetkililer ve kent arasındaki tutarsızlıklar varsa, yoğun atölye çalışmaları bu iki realiteyi bir araya getirmeye yardım etmiştir . İşte iki
örnek vardır.
İlk konu UNESCO ile ilgilidir. Proje sahibi Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne 2012 sonunda UNESCO ya gönderilen dosyanın kamusal olup olmadığı
sorulduğunda yanıt olumsuzdu. Bu dosya daha sonra (seçilmiş yetkilileri, teknisyenler, tarihçiler) aydınlanmış ve yardımsever, bilimsel bir
elit tarafından ele alınmıştır, ancak henüz bu konuda paylaşmak, açıklamak ya da iletişim kurmak için bir yol bulunmuş değil . UNESCO nun
kaygısı, ilgili nüfus bu projeye nasıl katkı sağlar? Nasıl bu sorunu uluslararası destekle ve aynı zamanda Bursa’nın popüler kent kültürü ile
güçlendirilebilir?
İkincisi ise, hala işçilerin yoğun bir nüfus oluşturduğu, eski ipek üretim mahallelerinde, sosyal tarihin sahipleri de bu üretime bağlı. Bursa’da
bir ipek fabrikasının asgari operasyonu yetkililere haber verildiği zaman buna inanmıyorlar. İşte tam tersine: popüler kültürü ipek üretimi
olan bölgeler var. Bunun popüler kültürdeki değerini ve potansiyelini tanıtmak nasıl olabilir? Bursa’nın bir uptown şehri için projeler nasıl
başlatılabilir ve yürütülebilir?
Burada, kent kültürü ve proje kültürü arasındaki mevcut kentsel projelerde raporların ve çalışmaların farkına varılmıştır: şimdi, sıfırdan bir
proje durumu oluşturabiliriz.
Kaynakça
• GABRIEL Albert, Turk baskenti, Brousse, “Bursa”, E. de Boccard, Paris, 1958
• VOGT-GÖKNİK U., Osmanlı türkiyesi, Office du livre, 1965
• STİERLİN Henri, Süleyman ve osmanlı mimarisi, Payot, 1985
• GÜRSAKAL Necmi, My beloved city Bursa, Marmara Kitap Merkezi, Istanbul, 2008
• BILSEL Cânâ, PINON Pierre (curators), From the Imperial Capital to the Republican Modern City / Henri Prost’s Planning of Istanbul
(1936-1951), Istanbul Research Institut, April 2010
• BORIE Alain, PINON Pierre, « Osmanlı şehri», in Portrait de ville. Istanbul, IFA, Paris, 2010
• « Istanbul », revue Urbanisme, n° 374, 2010 196
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
197
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
198
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
CONSTRUIRE DES SITUATIONS DE PROJET DE L’UTILITÉ DES
ATELIERS INTENSIFS DE PROJET URBAIN À BURSA EN TURQUIE
Prof. Dr. Pierre BOUCHE
Ecole Nationale Superieure d’Architecture de Paris La Vilette
Prof. Dr. Claudio SECCI
Ecole Nationale Superieure d’Architecture de Paris La Vilette
Cet article est l’occasion de parler de villes d’ailleurs en projets.Des villes dont les projets sont l’expression de phénomènes métropolitainsqu’elles
prennent en compte, parfois subissent, dans leur développement. Quels sont ces phénomènes ? Lesquels retenir dans un travail universitaire
du type d’un enseignement de projet urbain ? Quelle peut être l’utilité pour le territoire concerné par ce travail ? Bien qu’issu d’expériences
d’enseignement, cet article ne porte pas sur de la pédagogie. Il vise plutôt à présenter une démarchequi, partant de « l’observation de terrain
», viseà « construire des situations de projets ». Cette démarche est éclairée par des expériences récentes à Bursa en Turquie1.
Un rôle pour les ateliers intensifs internationaux : lorsque l’université sort de ses murs…
Depuis 2011, une coopération universitaire s’est constituée pour échanger dans une forme singulière :l’atelier intensif international de projet
urbain. Elle implique des institutions de formation à l’architecture2 de trois pays qui sont aujourd’hui dans des conjonctures économiques
et politiques très différentes : une France en période de stagnation, une Grèce en grave récession et une Turquie en forte croissance. Ces
rencontres visent à profiter de ces conjonctures pour s’interroger ensemble sur les pratiques du projet urbain.
Lors de chaque atelier, une attention toute particulière est portée aux projets, aux dossiers ou aux processus en cours, en tant qu’armatures
permettant de construire des situations de projet. Ces atelierssontdonc en relation avec des acteurs locaux ou internationaux, porteurs ou
potentiellement porteurs de projets. Parmi ceux impliqués dans les ateliersdeBursa, on comptedes acteurs locaux comme la Région (Grande
Municipalité Métropolitaine de Bursa), des municipalités (Osmangazi, Nilufer) et la Chambre des Architectes, ainsi qu’un acteur international,
l’UNESCO.
Ces ateliers positionnent de façon particulière l’université face au monde professionnel. Lorsque l’université sort de ses murs, elle acquiert,
d’une manière ou d’une autre, un rôle d’acteur de la transformation urbaine. Si son action ne se limite pas seulement à la pédagogie et à
la diffusion de savoirs, quelle pourrait être son utilitédans un territoire ? A qui serait-elle utile ? À qui son travail pourrait-il profiter ? Qui
nécessiterait d’être aidé ? Ces questions structurent la démarche visant à installer le travail des ateliers face à des espaces précis, à des
actions en cours et aux acteurs qui les portent.
Plus précisément, le positionnement des ateliers se fonde sur l’identification de ce qui n’est pas pris en compte par les acteurs habituels, sur
des territoires qui reçoivent peu (ou pas) d’attentions et d’investissements (argent, temps, assistance). Ces ateliers interrogent les parties de
ville qui sont peu prises en charge par les politiques publiques et les grands investisseurs privés.
L’expérience à Bursa semble prendre une valeur préopératoire dans le sens où elle se pose comme une aide à l’évaluation des situations
urbaines par la préfiguration de futurs possibles. Voici comment ce positionnement s’est construit dans les ateliers tenus en 2011 et en 2012.
Une première action en Turquie a été menée avec l’ENSA de Strasbourg en 2007-2008 impliquant aux côtés de P. Bouché et C. Secci : F. Bour, D. Laroche, F. Nowakowski,
R. Tabouret. Le travail de l’atelier a été exposé sous l’intitulé “Izmir, ville en héritage” au Centre Culturel Français d’Izmir du 17 janvier au 1er février 2008.
2
Institutions et enseignants impliqués : Pour la FRANCE : l’ENSAPLV, École Nationale Supérieure d’Architecture de Paris La Villette, avec P. Bouché, C. Secci, Y. Tsiomis. Pour la
TURQUIE : la METU, Middle East Technical University d’Ankara avec C. Bilsel, H. Zelef, A. Barlas ; la MERSIN UNIVERSITY à Mersin avec C. Bilsel, E. Demir ; la ULUDAĞ
ÜNIVERSITESI à Bursa avec T. Vural. Pour la GRECE : la NATIONAL TECHNICAL UNIVERSITY OF ATHENS avec H. Haniotou.
1
199
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Bursa, une ville et des investissements :
une agglomération en forte croissance qui se rapproche d’Istanbul
Quelles sont les tendances d’évolutions à l’œuvre aujourd’hui à Bursa ? Sur quels processus et projets investissent les acteurs habituels ?
Quels sont ceux retenuspour les ateliers intensifs ?
Eu égard à la croissance exceptionnelle de la Turquie (PIB à environ 8% en 2011), la ville de Bursa connaît une forte croissance démographique.
Avec Istanbul, Ankara et Izmir, Bursa constitue aujourd’hui l’une des plus grandes villes du pays dépassant le million d’habitants. Durant
les trois dernières décennies, l’agglomération de Bursa a vu sa population augmenter de façon rapide : elle compte aujourd’hui environ 3
millions d’habitants, attirés entre autrespar les emplois de l’industrie automobile (Renault, Fiat). Des acteurs en responsabilité à la Grande
Municipalité Métropolitaine de Bursa et à la Chambre des architectes esquissent la perspective des 5 millions d’habitants dans une dizaine
d’années.
Du point de vue géographique, Bursa est implantée sur le versant Nord de la montagne « Uludağ » et regarde une grande plaine fertile qui
s’étend vers la Mer Marmara. Ils sont nombreux à traverser cette mer, quotidiennement ou hebdomadairement, pour aller et venir entreBursa
et Istanbul. Les 100 kilomètres à vol d’oiseau qui séparent ces deux grandes villes créent une proximité qui met Bursaenconstante concurrence
avec Istanbul. Comment Bursa peut-elle s’afficher face à sa proche voisine, Istanbul, cette ville-monde si attractive, culturellement et
économiquement ?3
À l’échelle de la ville de Bursa, les plans d’aménagement urbain privilégient une orientation de croissance Est-Ouest, suivant la linéarité du
piémont, initiée déjà en 1958 parle plan de l’urbaniste italien Luigi Piccinato. L’objectif est de protéger la grande plaine située au Nord de
la ville. Malgré ces prescriptions, la ville n’a cesse de croître sur la plaine,celle-ci devenant de moins en moins fertile vu que l’urbanisation
puiselourdement dans la nappe phréatique.
Dans les faits, l’extension sur la plaine s’effectue le long de deux axes de déplacement : la route vers Mudanya (le port de passagers sur la mer
Marmara permettant de relier Istanbul) et la route vers Istanbul contournant par l’Est cette même mer. Cette extension s’accompagne aussi
d’une migration des populations aisées, de l’emploi et de certains édifices symboliques, vers des nouveaux quartiers(Nilüfer). A contrario, les
populations peu fortunées se voient obligées de rester dans la ville constituée.
Des aires historiques remarquables caractérisent cette ville constituée : une partie byzantine, installée sur une impressionnante terrasse en
situation de piémont, dont seuls ont résisté au temps une partie de la muraille et des fragments du tracé viaire. En contrebas, une dizaine
de « Han » (des caravansérails urbains), construits dès le XIVe siècle lorsque que Bursa était capitale ottomane, sont encore aujourd’hui
structurant de pratiques métropolitaines (promenades, achats, sorties au musée et au théâtre).
Si les investissements importants se font sur la plaine, les autorités publiques mènent aussidiverses actions dans la ville constituée. Elles
investissent dans les infrastructures de déplacements (métro, « Tram Nostalgique »). En même temps, elles entretiennent et restaurent les
murailles de la citadelle et les monuments de la première période ottomane. Elles ont mis en place la réglementation pour la conservation
du caractère « ottoman » des quartiers d’habitat centraux. Ces actions sont les premiers résultats d’une volonté des élus locaux et nationaux
d’inscrire certains édifices et ensembles urbains au Patrimoine Mondial de l’Humanité de l’UNESCO.
Un enjeu : quels devenirs pour la « ville constituée » de Bursa ?
Eu égard aux tendances d’évolutions urbaines et aux investissements focalisés sur le Bursa de la plaine, le parti a été pris de travailler sur la
« ville constituée » - dénomination préférée ici à celles de « ville ancienne » ou de « centre historique ».Quels sont ses devenirspossibles vu
qu’aujourd’hui, elle est habitée par les moins fortunés résidant dans un habitat délabré ?elle est marquée par des structures architecturales
et urbaines remarquables léguées par l’histoire ottomane ?elle estsoumise à des mutations radicales des tissus anciens dues aux grandes
3
200
GÜRSAKAL Necmi, My beloved city Bursa, Marmara Kitap Merkezi, Istanbul, 2008.
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
opérations de construction menées par des acteurs privés etpublics?4 Ce positionnementa mené à construire deux situations de projet
distinctes.
_ Potentiel contemporain de l’urbanisme ottoman, le cas des « Külliye »
La première situation de projet s’est intéressée à des ensembles urbains monumentaux de la ville constituée5. Ce sont des complexes urbains,
nommés « Külliye », représentant une forme d’organisation du territoire singulière de la toute première période ottomane à Bursa.6
Les Külliye se constituent d’édifices de types et de programmes dont les plus importants sont : la Mosquée, la « Medrese » (école coranique),
ledit « Imaret » (cuisine pour les démunis), le « Turbey » (tombeau), le « Hammam » (bain). Implantés sur des promontoires naturels hors
du quartier commercial des Han, chaque Külliye est néanmoins en relation avec un Han et un Hammam, car ces derniers constituent l’apport
financier nécessaire au bon fonctionnement du Külliye.
Au fil du temps, les Külliye se sont peu transformés. Toutefois, suite à la création de la République en 1923, les changements les plus évidents
sont ceux apportés à la Medrese : si l’édifice reste inchangé dans sa forme, il a souvent été réaffecté en dispensaire (médecin de famille).
Parallèlement, une nouvelle école, républicaine et laïque, a pris place dans un édifice moderne en béton situé à proximité, créant par là même
occasion une extension des Külliye,c’est le cas àMuradiye et à Yıldırim. De nos jours, les municipalités entretiennent et restaurent avec soins
ces Külliye, car ceux-ci sont encore structurants dans la vie quotidienne des quartiers.
C’est au XIVème siècle que commence cette urbanisation par « Külliye ». La première étape, essentielle, a été d’urbaniser un territoire endehors de l’enceinte byzantine7. Chaque nouveau Sultan a successivement construit son Külliye. Ainsi, l’ensemble des Külliye ont peu à peu
constitué une urbanisation par « points », toujours lisible aujourd’hui et si caractéristique du paysage de la ville haute de Bursa.
Les maisons se sont implantées autour des Külliye selon des logiques encore peu étudiées : organiques, vraisemblablement non planifiées,
probablement déterminées par la topographie et par des conventions établiesparles relations de voisinage. Contrairement aux Külliye qui
sont en pierre, les maisons de bois n’ont pas résisté au temps : elles n’ont donc cessé d’être reconstruites. Aujourd’hui, seules quelques-unes,
souvent en assez mauvais état, semblent dater tout au plus du XIXe siècle.
Entre chaque Külliye, entre ceux-ci et les Han, l’habitat s’est installé sans que le tracé viaire ne semble avoir été planifiés.Des méandres de
rues avec de nombreuses impasses desservaient ce tissu. La première période ottomane à Bursa propose donc une urbanisation du territoire
à partir de « points » - les Külliye - et non pas à partir de « lignes » - le réseau viaire.
En effet, le réseau viaire actuel a surtoutété planifié par des urbanistes européens après 1923. Ceux-ci se sont succédés à Bursa : en 1924,
l’allemand Lörcher ; en 1938, le français Henri Prost ; l’italien Luigi Piccinato en 1958. Chacun a produit un plan pour moderniser la ville
en posant, entre autres, la question des déplacements. Ainsi, H. Prost transforme le réseau viaire en traçant des voies rectilignes et en
supprimant les impasses du tissu ancien.
Il est à relever que l’importance des külliye dépasse de loin Bursa. Lorsque les ottomans conquirent Constantinople en 1453, ils reprirent des
formes d’urbanisation qu’ils utilisèrent antérieurement. Ainsi, Mehmet II retient les Külliyede Bursa comme modèle urbain pour reconstruire
4
À l’instar du programme mis en place par le gouvernement actuel du nom de « Régénération urbaine » dont profitent les investisseurs privés autant que le principal
opérateur d’État « TOKI ».
5
Voir le travail unique de GABRIEL Albert, Une Capitale turque, Brousse, “Bursa”, E. de Boccard, Paris, 1958.
6
La période-phare de Bursa se situe entre les XIVe et XVIe siècles. Elle prend place avant la période impériale ottomane, c’est-à-dire avant que les Ottomans fassent disparaître
l’Empire Byzantin par la conquête de Constantinople en 1453 et se constituent à leur tour en Empire. L’Empire Ottoman s’étend du XVème siècle jusqu’au début du XXème
siècle.
7
Le modèle de Bursa et son adaptation à Istanbul sont très différents. À Istanbul, c’est dans l’enceinte de la ville que les Külliye étaient planifiés. Puis, le processus est lancé
en une seule fois : Mehmet II offrant à ses généraux et autres grandes familles des terrains pour la reconstruction d’Istanbul.
201
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
la ville,qui s’appellera dès lors Istanbul. L’un desintérêtsmajeurs de Bursase situe certainement dans l’émergence de ce modèle architectural
et urbain8.
Même si le premier atelier est parti des Külliye, l’approche n’a pas été de nature patrimoniale, vu queles complexes ottomans font déjà
l’objet d’investissements locaux. La démarche s’est surtoutattachée à découvrir, à comprendre et à valoriser le rôle possible de ces éléments
remarquables de l’urbanisme ottoman dans le renouvellement urbain contemporain. Elle a considéré les Külliyecomme des structures
urbaines pouvant porter un renouvellement des tissus avoisinants, en désuétudes, en attente, et souvent soumis à des transformations
radicales.
Face à la métropolisation et à une croissance rapide, comment des projets urbains peuvent-ils prendre en charge cette urbanité constituée,
habitée par des populations peu fortunées, et marqué par des complexes ottomans remarquables ? Pour explorer cette question, huit
complexes ottomans ont été retenus lors du premier atelier, dont certains sont d’importants Külliye : Muradiye, Yıldırim, Yeşil, Çerkirge, Emir
Sultan, Tahtakale, Reyhan and Maksem.
_ Valeur opératoire de la première situation de projet face au dossier UNESCO
En termes d’acteurs et de processus, le premier atelier s’est adossé au dossier UNESCO en cours. Il faut donc revenir sur quelques-unes des
étapesde ce dossier.
En 2000, les autorités de Bursa ont déposé un dossier sur la liste indicatif de la Turquie sous l’intitulé « Bursa and Cumalikizik Early Ottoman
urban and rural settlements ». En 2011, le dossier UNESCO est toujours constitué des deux mêmes ensembles. Le premier est urbain, le
quartier commercial des Han (« Hanlar Bölgesi »), composés d’une dizaine d’édifices exceptionnels. Le second est rural : c’estun village du
nom de « Cumalıkızık »situé à quelques kilomètres à l’Est de la ville.
C’est ce dossier que les autorités de Bursa nous ont présenté en novembre 20119. C’est donc ce contenu précis qui a été le point de départ du
premier atelier intensif. En conséquence, à ce moment précis, le choix de travailler sur les Külliye positionnait l’atelier en rapport au dossier
UNESCO, mais sur des biens qui n’y étaient pas mentionnés.
En avril 2012, le dossier UNESCO a évolué : il a intégré quatre nouveaux sites. Au quartier des Han et au village de Cumalıkızık, quatre Külliye
ont été ajoutés, ceux de Muradiye, Yıldırim, Yeşil et de Çerkirge. Ils ont été retenus parmi d’autres pour leur importance dans l’histoire
ottomane,en tenant comptedela célébrité des Sultans qui les ont fait édifier10.
L’ajout de ces quatre sites au dossier UNESCO induit deux modifications importantes.
D’abord, le dossier est dès lors présenté dans la catégorie « des biens en séries ». Cesontdes biens qui ont des liens entre eux sans qu’ils
soient situés dans une même aire géographique. Ils peuvent être dans des villes ou des pays différents. En effet, plus que leur localisation,
ces liens sont relatifs à une histoire commune (auteur, réseau, mouvement). Dans le cas de Bursa, cette catégorie est utilisée de manière
particulière en ce que les sites retenus sont certes distincts, espacés entre eux de quelques kilomètres, mais ils sont néanmoins dans la
même ville et dans un territoire ne dépassant pas 15 kilomètres.
Ensuite, les changements touchent aussi des questions d’urbanisme. En avril 2012, le dossier est passé d’une opposition urbain/rural, à six
« points » retenus pour être les plus remarquables de l’urbanisme de la première période ottomane. Le passage de deux à six sites rend
manifeste la singularité et l’unicité de cet urbanisme ottoman par « point »11.
L’architecture et l’urbanisme « ottomans » sont peu abordés dans les formations à l’architecture en Europe, car pour les XIVe et XVIe siècles, la Renaissance en Europe prend
souvent le dessus…
9
Le 14.11.2011 par Mme A. Nalan FIDAN, urbaniste, directrice du Service des Etudes et Projets à la Grande Municipalité Métropolitaine de Bursa.
10
Explications reçues lors d’un rendez-vous le 11.04.2012 avec Mme A. Nalan FIDAN, urbaniste, directrice du Service des Etudes et Projets, et Mme Birben DURMAÇALIS,
architecte du patrimoine, à la Grande Municipalité Métropolitaine de Bursa.
11 C’est sous cette forme que le dossier a été envoyé à l’UNESCO à Paris pour expertise à la fin 2012.
8
202
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Quel rôle le travail universitaire a-t-il pu jouer dans cette modification de dossier ? Des historiens et experts locaux pour le dossier UNESCO12
ont relevé publiquement13 que le regard universitaire (à travers la situation de projet construite autour de huit points représentant des
complexes ottomans) a été un révélateur et une aide au dossier en cours. Dans les faits, des impacts sont perceptibles dans les modifications
apportées au dossier UNESCO après l’atelier de novembre 2011.
Il faut savoir que l’attention portée aux Külliye était présente depuis longtemps à Bursadans les actionsmunicipaleset dans le travail des
universitaires. Toutefois, la situation internationale créée par les ateliers semble avoirpermis de cristalliser des projets latents localement.
Par ailleurs, vu que le dossier UNESCO estéminemment politique, il induit un jeu d’acteurs. La présence d’une institution française (l’ENSAde
Paris La Villette) qui entretient depuis longtemps un contact privilégié avec un architecte de l’UNESCO en charge du dossier Bursa14, n’est pas
à négliger quand on s’interroge sur l’apport de ces ateliers aux processus en cours.
D’une année à l’autre, d’une situation de projet à une autre : hésitations et repositionnement
Pour énoncer la situation de projet du second atelier, nos hésitations illustrentbien l’attention portée au temps des processus qui après un an
ne sont plus au même stade d’avancement. Autrement dit, vu l’évolution du dossier UNESCO, comment se repositionner ?
L’atelier aurait pu suivre deux pistes.
La première aurait pu concerner la procédure de classement UNESCO qui demande une décennie au minimum.Dans ce cadre, un travail aurait
pu porter sur les sites à classer, car chacun de ceux-ci va être soumis à une réglementationhabituelle organisée en deux zones : une zone
centrale de protection stricte, et une zone périphérique avec des recommandations, dite aussi « buffer zone ». Ce travail aurait questionnéles
limites de ces zones, préciser les qualités à préserver qu’elles soient architecturales, urbaines, paysagères et sociales.
Une autre piste aurait pu interroger le futur paysage urbain induit par le nouveau dossier UNESCOetde ses six sites sur une ligne d’environ
15 kilomètres en situation de piémont. Le nouvel ensemble urbain pose question en ce qu’il se constitue, d’une part, de six sites très
réglementés et, d’autre part, entre ceux-ci, des parties de ville déjà soumises à de fortes mutations. Un travail aurait pu explorer la nouvelle
recommandation de l’UNESCO sur les « Paysages urbains historiques15» et aider à énoncer des préceptespour le cadre stratégiquedu nouveau
Master Plan de Bursa16.
Si ces deux pistes n’ont pas été retenues, c’est parce que ce travail est en partie lancé par les autorités locales et nationales. Le travail
universitaire s’estdonc replacé de sorte à avoir un apport là où les investissements des acteurs habituels sont de moindre importance.
_ Devenirs des anciens sites de production de la soie et de leur quartier
Après un an, la connaissance de la ville haute de Bursa a permis de repérer un enjeu, peu médiatisé mais siévident sur le terrain.Il s’agit d’une
dizaine d’anciens sites de manufactures de la soie17, situées aux franges hautes de la ville constituée, entre ville et montagne, pour profiter de
la présence de l’eau(sources, cours d’eau18). Peu à peu, ces manufacturesont généré des quartiers où vivaient les ouvriers qui y travaillaient.
Parfois, des maisons se sont transformées en petits ateliers de production, devenant des sortes de soieries domestiques.
Aujourd’hui, la production de la soie a pratiquement disparu. Les ouvriers des manufactures, maintenant retraités, habitent souvent encore
le quartier. Leurs enfants se sont orientés vers d’autres métiers et quittentla ville haute pour s’installer dans le nouveau Bursa de la plaine où
12
Mme Dr. Neslihan DOSTOĞLU, Prof. à la Istanbul Kültür Üniversitesi, membre du groupe d’experts pour le dossier UNESCO de Bursa. Lors des ateliers, elle a dispensé des cours
sur l’histoire de l’architecture et de la ville de Bursa.
13 Suite à la présentation du travail de notre atelier au 24ème colloque de la Chambre des Architecte de Bursa (« 24th International Building and Life Congress. Transformation.
Its effects on life and space » du 5 au 7 avril 2012).
14
M. Junaid SOROSH-WALI, architecte, UNESCO World Heritage Centre, Paris.
15
UNESCO, « Propositions concernant l’opportunité d’un instrument normatif sur les paysages urbains historiques », 24.10. 2011.
16
L’UNESCO exige un « plan de gestion » (management plan) pour montrer comment une ville s’organise pour préserver ses biens classés dans une longue durée.
17
Repérage en 2011 par Julia Tournon et Rebecca Paulin qui ont fait leur diplôme sur une manufacture de Muradiye.
18
Une présence de l’eau se lit dans la toponymie : “Maksem”, signifie “le partage des eaux” ; “Pinarbaşı”, l’origine de la source.
203
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
se localisent les nouveaux services et équipements (université, emplois, divertissement, etc.).
Parmi la dizaine de sites repérés, seule une manufacture vivote en employant une vingtaine d’ouvrières très qualifiées, travaillant dans
le sous-sol d’un édifice dégradé (Muradiye19). Les autres sites sont en mutation. En raison d’une réglementation sur le patrimoine plus
soucieuse de l’architecture que de l’urbain, de nombreux édifices ne sont pas démolis, et même s’ils sont abandonnés, il n’y a pas d’obligation
de les restaurer.
Si les édifices restent péniblement deboutsans entretien, l’espace non-bâti de ces sites manufacturiers est souvent subdivisé pour accueillir
des immeubles de logements (Maksem, Ipekçilik). Lorsqu’un site est conservé dans son intégrité, il est réaffecté, par exemple, en musée de
l’automobile (Ipekçilik).
De manière générale, le processus de transformation engagé se fonde sur l’opportunité foncière. Le terrain des manufactures est exploité
pour rentabiliser le foncier en installant de nouveaux programmes publics (école, aire sportive, parking) ou privés (logement, musée).
Partant de là, la seconde situation de projet énoncéea porté sur un phénomène de décroissance20 de ces quartiers marqué par la fermeture
successive des manufactures de la soie au cours des deux dernières décennies, par une population vieillissante d’anciens ouvriers habitant
toujours les quartiersmanufacturiers, par le peu d’investissements publics sur l’urbain dans cette partie de la ville.
Dans le passé, la production de la soie organisait l’ensemble de la vie dans la ville haute, aussi bien physiquement que socialement. Quelles
pourraient être les orientations possibles pour préparer une future réorganisation de cette ville haute ? Quels rôles pourraient y jouer ces
manufactures de production de la soie, leurs quartiers et leurs populations, les structures architecturales, urbaines et paysagères ?
Face à ces enjeux, l’atelier a été organisé autour d’une dizaine d’anciens sites de productions de la soie situés le long d’une rue haute.
Néanmoins, il n’a pas été question de voir comment aménager, remplir de programmes, ces sites vu que cette forme d’actionsest en cours. La
problématique énoncée a porté sur les « quartiers manufacturiers », c’est-à-dire les sites manufacturiers et le tissu d’habitat qui les entoure.
Ainsi, neuf quartiers ont été retenus, reconnaissables par leur toponymie, dans lesquels une ou plusieurs manufactures étaient installées :
Muradiye, Demirkape, Fabrika-I Hümayun, Pinarbaşı, Maksem, Ipekçilik, Molla Arap, Namazgah Deresi, Whole Strip.
Construire une situation de projet, avant tout une démarche !
Les deux situations de projets présentées ici sont portées par une même démarche fondée sur un pari : l’observation de terrain comme
pratique menant à l’émergence de projets.
L’observation se construit lors d’une immersion de deux semaines sur le terrain. C’est le moment de la fabrication de formes d’observations
originales,car il ne s’agit pas de solliciter des modes d’analyse « prêt-à-utiliser », mais de les choisir et de les bricoler eu égard aux situations
observées et aux enjeux de projet repérés in situ. C’est seulement au fur et à mesure quele travail de terrain se complète par d’autres données
- historique, géographique, économique, démographique, etc.
Au fil des expériences en Turquie, quelques invariants de l’observation se sont confirmés.
Le premier invariant porte sur les « qualités urbaines ». Il estvolontairement peu défini à priori, car il est à préciser in situ. Il s’agitde favoriser
l’observation et non pas la méthode à déployer. Toutefois, cette notion peut se qualifier par ce qu’elle n’est pas. Le travail de terrain n’est
pas l’observation des disfonctionnements. Car, quelle idée de ville serait induitepar une somme de disfonctionnements ? À minima, une
Or, sa production s’inscrit dans un processus global : les cocons viennent du Brésil ; la filature est faite à Bursa ; les fils affinés partent pour la Chine en vue de… (Discussions
avec le patron de la manufacture).
20
Ce terme est-il approprié pour parler de situations urbaines dans un pays à croissance rapide ? Si l’on quitte la vision quantitative nationale (PIB) pour regarder le terrain, des
phénomènes semblent bien signaler une décroissance de certains territoires.
19
204
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
telle approche mèneraità un projet de réparation21 qui s’avère pertinent si la ville est bien portante. Or, en travaillant sur des territoires peu
familiers, à l’étranger, cette approche comporte le risque de mener à considérer tout ce qui n’est pas dans ses normes culturelles comme
du disfonctionnement. Pour dépasser cet obstacle, le repérage de ce qui semble avoir de l’intérêt et de la valeur est préféré. Il s’agit de
s’interroger sur ce qui fait la qualité d’un espace construit, vécu, perçu ; d’identifier ce qui fait repère et ce qui est structurant dans le temps
long et à l’échelle de la ville. Certes, les qualités repérées ne font pas encore projet, mais elles constituent des accroches pour structurer un
projet urbain. Ce projet corrigera les disfonctionnements en fonction d’une idée de ville, et non pas selon les disfonctionnement eux-mêmes.
Le second invariant concerne les « indices de changements ». La ville grouille d’actions qui la transforment, que celles-ci soient planifiées
ou non. Le repérage de ces indices vise à identifierles processus de production urbain à l’œuvre sur le terrain. Parfois, ces indices n’ont de
valeurs que celle de l’action observée, alors que d’autres signalent une mutation profonde de la ville. Dans tous les cas, leurs interprétations
nécessitent discussions, croisements de sources, points de vue contradictoires… qui sont à mettre directementà l’épreuve des habitants et
autres acteurs sur le terrain.
Ces deux invariants sont considérés ici potentiellement supports et moteurs de projets possibles. Des va-et-vient constants entre
l’observation des qualités et des indices de changement, d’une part, et les intentions de projet urbain, d’autre part, visent à permettre de
construire ladite « situation de projet ».
Reste à savoir comment positionner un projet urbain dans ce cadre : faut-il geler et conserver ce qui est observé (projet de restriction,
empêcher ou arrêter) ? faut-il l’accompagner de manière précise (projet de gestion et de régulation) ?faut-il le changer et le transformer
(retenir ce qui fait structure dans le déjà-là comme support du pas encore là) ?faut-il le bouleverser (envisager des mutations) ?
À partir de là, les outils habituels du projet urbain peuvent être mobilisés : les temporalités du projet ; les acteurs qui pourraient porter
un projet ; la nécessité ou non de travailler par scénarii ; la nature de l’action nécessaire (projet opérationnel, projet processus, projet
stratégique); etc.En résumé, cette démarche porte une attention toute particulière à un moment-clé, celui de l’émergence des projets.
Pratique située du projet urbain comme aide à l’évaluation urbaine
Travailler à Bursa, c’est se confronter auxmutations urbainesd’un pays « émergeant ». Comme d’autres villes, la ville constituée est soumise
à deux doctrines majeures de l’aménagement,souvent vues comme antinomiques : d’une part, une métropolisation induisant d’importants
projets (infrastructures, grands équipements, opérations massives de logements) et, d’autre part, une patrimonialisation portée par les
autorités (réglementations, classements) et par des universitaires qui prônent la sauvegarde des édifices et du tissu urbain historique.
Quelle pratique du type projet urbain avoir dans de telles situations ? L’expérience deBursa permet, non pas d’y répondre, mais de préciser
cette questionà partir de la démarche de terrain présentée ici.
En premier lieu, cette démarcheinterroge « l’espace de référence » support du projet urbain.Quel est l’espace d’élaboration du projet ?Estce celui des documents officiels, celui du plan, de la carte, voire de l’écran et de la récente tablette e-pad ? Est-ce un processus élaboré en
chambre, en salle de réunion ou en atelier de travail ?
L’observation de terrain retenue ici prend le parti d’un autre espace de référence, à savoirl’espace urbain construit, vécu, perçu.L’espace
du projet est donc celui du terrain.Il est question d’une « pratique située du projet urbain », c’est-à-dire le projet qui émerge et qui est
informépar leterrain.
La pertinence de cette démarche,faceà une ville soumiseà des mutations urbaines rapides,réside dans le fait que l’observation permet de
reconnaître desprocessus peu visibles, voire totalement absents des plans d’aménagements et autres documents officiels. Entre autres à
Bursa, le temps de l’élaboration des plans et celui de la villene correspondent pas.Dit autrement, la mise à jour des plans n’arrive pas à suivre
Voir TSIOMIS Yannis, “Projet urbain et banlieues. Notions, discours, démarches”, Les Cahiers de la recherche architecturale - Concevoir, n°38/39, Parenthèses, Marseille, 1996,
pp. 165-174.
21
205
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
la vitesse de la croissance de la ville. La ville planifiée et la ville sans planification (ou autoproduite) constituent deux processus urbains à
l’œuvre simultanément à Bursa, qui ne peuvent pas être suivis uniquement à partir d’un bureau.
S’il y a des décalages entre l’officiel et la ville en train de se faire, le travail des ateliers intensifs a permis de se mettre à la rencontre de ces
deux réalités . En voici deux illustrations.
La première est en rapport au dossier UNESCO. Lorsque l’on demande aux porteurs du projet de la Grande Municipalité Métropolitaine
Municipalité de Bursa si le dossier envoyé fin 2012 à l’UNESCO est public, la réponse est négative. Ce dossier estdonc surtout porté par une
élite savante, certes éclairée et bienveillante (d’élus, de techniciens, d’historiens), mais qui n’a pas encore trouver le moyen de partager,
d’expliquer ou de communiquer sur ce dossier. Comment faire que la population concernée par les dossiers UNESCO portent aussi ce projet?
Comment ce dossier international peut s’appuyer et en même temps renforcer une culture urbaine populaire de la ville haute de Bursa ?
La seconde s’est manifestée dans les quartiers des anciennes manufactures de la soie, toujours habités par une population d’ouvriers,
porteurs d’un savoir-faire et d’une histoire sociale rattachée à cette production. Lorsque l’on informe les autorités de Bursa du fonctionnement
a minima d’une manufacture de soie, ils n’y croient pas vraiment. Ici, c’est l’inverse : il existe une culture populaire de la soiedans les quartiers
manufacturiers.Comment faire reconnaître la valeur et le potentiel de cette culture populaire ? Comment celle-ci pourrait initier ou porter des
projets pour un devenirde la ville haute de Bursa ?
Construire une situation de projet à partir du terrain a permis ici de prendre conscience des rapports, existants ou à travailler dans des projets
urbains, entre une culture urbaine et une culture de projet.
BIBLIOGRAPHIE
- GABRIEL Albert, Une Capitale turque, Brousse, “Bursa”, E. de Boccard, Paris, 1958
- VOGT-GÖKNIK U., Turquie Ottomane, Office du livre, 1965
- STIERLIN Henri, Soliman et l’architecture ottomane, Payot, 1985
- GÜRSAKAL Necmi, My beloved city Bursa, Marmara Kitap Merkezi, Istanbul, 2008
- BILSEL Cânâ, PINON Pierre (curators), From the Imperial Capital to the Republican Modern City / Henri Prost’s Planning of Istanbul (19361951), Istanbul Research Institut, April 2010
- BORIE Alain, PINON Pierre, « La ville ottomane », in Portrait de ville. Istanbul, IFA, Paris, 2010
- « Istanbul », revue Urbanisme, n° 374, 2010
Légendes des illustrations :
Deux schémas nécessaires au propos
Ill. 1 workshop 2011-2012 : « Ottoman urban complexes (“Külliyes”) in the contemporary renewal of the historical centre of Bursa »
Ill. 2
workshop 2012-13 : « Bursa, possibles futurs for the upper strip and the silk industry heritage”.
Trois dessins souhaités
Ill. 3
Carte régionale de Bursa (dessin Rebecca Paulin)
Ill. 4
Axonométrie du paysage de la ville haute de Bursa : Muradiye (dessin Rebecca Paulin)
Ill. 5
Axonométrie du Külliye de Muradiye (dessin Rebecca Paulin)
Croquis utiles (à vous de voir si possibles)
Ill. Croquis à choix sur des ambiances urbaines relatives à des lieux mentionnés dans l’article (pb & cs)
206
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
207
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
208
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
BURSA’DA YOĞUN KENTSEL PROJE ÇALIŞTAYLARI:
HIZLI KENTSEL BÜYÜME KARŞISINDA TARİHİ MERKEZİN
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİNE YÖNELİK PROJELER TANIMLAMAK
Doç. Dr. Adnan BARLAS
ODTÜ, Ankara
Dr. Haluk ZELEF
ODTÜ, Ankara
“Metropoliten Bağlamda Kentsel Projeler” teması altında yüksek lisans düzeyinde yürütülen Arch 505 İleri Mimari Tasarım Stüdyosu’nda,
kentte toplumsal ve mekânsal dönüşüm süreçlerini yakından gözlemleyerek sorun tanımlama, yere ve duruma özel tasarım çerçeveleri
ve stratejileri oluşturmaya yönelik, kentin gündelik yaşam örüntüsüne, yaşayanların istek ve sorunlarına ve çevre değerlerine duyarlı
tasarım yaklaşımlarının geliştirilmesi hedeflenmektedir.
École Nationale Supérieure d’Architecture de Paris-La Villette (ENSAPLV) ve ODTÜ Mimarlık Bölümü’nün işbirliği ile başlatılan ve Uludağ
Üniversitesi Mimarlık Bölümü, Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Mimarlar Odası Bursa Şubesi’nin destekleriyle Bursa’da yürütülen yoğun
proje çalıştaylarının amacı, hızlı kentsel büyüme karşısında tarihi merkezin sürdürülebilirliğine yönelik projeler tanımlamaktır. 31
Ekim- 11 Kasım 2012 tarihleri arasında ikincisi gerçekleştirilen çalıştaya Mersin Üniversitesi ve Atina Ulusal Teknik Üniversitesi (NTUA)
Mimarlık Fakülteleri de katılmıştır.
Bursa kenti üzerine iki yıldır geliştirmekte olduğumuz uluslararası öğrenci çalıştaylarının ikincisi kentin ipekçilik geçmişi üzerine odaklanmıştır.
Bu uluslararası çalıştayın ardından çalışma sürdürülmüş ve Bursa’daki İpekçilik Mirası, Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTU) yüksek lisans
programında Arch 505 “İleri Mimari Tasarım Stüdyosu” dersinin konusunu oluşturmuştur.
İpek üretimi ve ticareti geçmişte kentin kimliğini oluşturan önemli bir öğedir. Yüksek lisans stüdyosunu alan farklı ülkeler ve mimari
birikimlerden gelen öğrencilerin ipek endüstrisinin dün ve bugünkü yerini anlamaları ve geleceği üzerine senaryolar geliştirmeleri beklenmiştir.
Ancak geleceğe yönelik bu senaryoları geliştirmeden önce kentin geçmişini ve sürekliliği olan bir sektörü tanımaları için bu konudaki akademik
çalışmalar incelenmiş, okumalar yapılmıştır. Bu alanda özellikle Leyla Erder, Rana Aslanoğlu, Sevilay Kaygalak ve Özlem Oral’ın çalışmaları
yardımcı olmuştur. Yerel yönetimler ve özellikle de Bursa Büyükşehir Belediyesi yayınları da araştırmalarımıza kaynak oluşturmuştur.,
KENTİN İPEKÇİLİK TARİHİ:
Bursa eskiden beri önemli bir ipekçilik merkezidir. 16.yüzyılda kentin nüfusu 55.000 iken bu nüfusun yaklaşık 1/10’u ipekçilik sektöründe
çalışmaktadır.1 Avrupa’da gerçekleşen Sanayi Devrimi’nin etkisiyle Bursa’daki ipekçilik 19. yüzyılda endüstrileşme sürecine girmiş; yüzyılın
ortalarına doğru kentin fiziksel gelişiminde önemli rol oynayan ipek filatür fabrikaları inşa edilmeye başlanmıştır. Bunların bir kısmı Avrupalı,
önemli bir kısmı da yerli girişimciler tarafından gerçekleştirilmiştir.
1860’larda Bursa genelinde 90 civarında filatür fabrikası bulunuyordu (Erder). Bunların 43 tanesi kent içindeydi. (Kaygalak) Birinci Dünya
Savaşı Osmanlı sanayi kuruluşlarının çoğunun kapanmasına neden olmuşsa da, Cumhuriyet döneminde yapılan iktisadi atılımlar sonucu 1934
yılında Bursa’da 25 ipek filatür, 54 ipekli dokuma fabrikası faaliyet gösteriyordu (Bursa Yıllığı, 1934).
1
1830’larda da nüfus 60.000 iken ipekçilik sektöründe çalışan kişi sayısı 70-100.000 kişi aralığındadır (Kaygalak s.150)
209
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Erken Cumhuriyet dönemindeki iktisadi atılımlarla, kentteki ipek fabrikalarının sayısı artmışsa da, 1980 sonrasında Uzakdoğu’dan ucuz
ipek ithal edilmesi ipek sanayinin sonunu getirmiştir. 1980’lerin başında üretim yapan 9 işletme vardı. Ancak 90’ların başından itibaren
Bursa’da artık ipek kozası üretilmemektedir. Günümüzde yurtdışından getirilen ipek elyafını işleyen tek bir tesis kalmıştır. İşlenen iplik ipek
halı dokumasında kullanılmaktadır.
İPEK FABRİKALARININ MEKÂNSAL ÖZELLİKLERİ:
Bursa’da 19. yüzyılın ortalarına doğru yaygınlaşan istimhane, kozaklık ve mancınıkhane gibi özel ipek iplik üretim mekânlarının biçimlenişinde,
Fransa’nın ham ipek üretim merkezi Cévennes bölgesinde 1820 - 1830 yılları arasında inşa edilen ipek filatür atölyelerinin mimarisinin etkisi
görülmekteyse de Bursa’daki ipek üretim mekânlarında kullanılan malzeme ve yapım teknikleri yöresel özellikler taşımaktadır. (Aydın)
Ahunbay ve Oral’ın işaret ettiği gibi Fransa’da ipek üretimi geliştikçe, ihtiyacı karşılayamaz duruma gelen tek katlı atölyelere ikinci bir kat
eklenerek, atölyelerin zemin katı kozaklık ve depo gibi işlevlere ayrılmış, ipek iplik çekimi birinci kata çıkarılmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısında
Fransa’da tüm ipekli üretim mekânları tek bir fabrika yapısı içinde toplanırken, Bursa’daki ipek fabrikaları bağımsız pavyonlardan oluşan
yaygın yerleşimler şeklinde gelişmiştir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarından sonra dokuma sektörünün yeniden canlanmasıyla Bursa’daki 19. yüzyıl ipek filatür tesislerine büküm ve
çözgühane, dokuma ünitesi ve boyahane gibi özel üretim mekanları eklenmiştir. Kagir veya betonarme sistemde inşa edilen bu yeni üniteler
de tek bir kütle içinde toplanmamış, farklı pavyonlar şeklinde tasarlanmıştır. (Ahunbay, Oral)
İPEKÇİLİK VE KENTSEL YERLEŞİM:
19. yüzyıl fotoğraflarında görüldüğü gibi bugün de, kentin Uludağ yamaçlarındaki ipekçilik endüstrisi kendini özellikle bacalarıyla ifade ederler.
Yaptığımız kent turlarında öğrenciler de bunu gözlemlemişlerdir. Öğrencilerin gözlemlediği ve literatürde okudukları bir başka konu da batıdaki
fabrika yapılarının gelişiminden farklı olarak Bursa’daki İpek fabrikalarının çevresinde fabrikanın işçiler için yaptırdığı lojman veya işçilerin kendi
oluşturdukları konut stokundan bahsedilemeyeceğidir.
Bursa’nın 19. yüzyıl kent dokusu içindeki Muradiye, Demirkapı, Mecnundede, Umurbey ve Karaağaç mahallelerinde onbir ipek fabrikası
bulunmaktadır. 2003 yılında bu fabrikalardan yedisinin kullanılmadığı, diğerlerinin ise özgün işlevlerinin değiştirildiği gözlenmiştir. Türkiye’nin
teknoloji tarihinde önemli bir yere sahip olan Bursa ipek fabrikaları bakımsızlık, ihmal, bilinçsiz onarım ve yenileme gibi yıpratıcı, yok edici
etkenlerle karşı karşıyadır.
Bursa’da 1960’lardan bu yana yaşanan hızlı nüfus artışıyla tarihi kent dokusunun büyük bölümü ticaret ve yoğun konut bölgelerine
dönüşmüştür. Bu durum kentteki tarihsel ve kültürel değerlerin tahrip edilmesine neden olmaktadır. Buna bağlı olarak geniş alanlara kurulan
tarihi ipek fabrikalarının arazi değerleri yükselmekte ve bu arazilerin yeni yapılanmaya açılması yönündeki talepler artmaktadır.
Kentteki tarihi ipek fabrikalarının tümüyle yok olmalarını önlemek için öncelikle yasal koruma altına alınmaları gerekmektedir. Halen geçerli
olan koruma yasasına göre 19. yüzyıla ait üniteler koruma kapsamına alınabilmekte, 20. yüzyılda tamamlanan tesisler ise, süre açısından
kapsam dışı kalmaktadır. Bu durum fabrika alanlarının yeni yapılaşmaya açılmalarını kolaylaştırmaktadır. (Ahunbay, Oral, 2005)
SU VE İPEKÇİLİK:
Buhar enerjisi yerine ipek ipliğinin sarılması işleminde kullanılan aletlerde (mancınık dolapları) su enerjisi kullanılmaktadır. Bursa’nın batı
yönünde, Cilimboz deresi kıyısında ipek ipliği çekim fabrikaları (filatür) kurulması enerji kaynağına yakınlık açısından çok önemlidir. Nitekim
saraya ait Fabrika-ı Humayûn yapısının burada kurulmasının bir sebebi de budur. ( Aslanoğlu).
Uludağ eteklerindeki ipekçilik fabrikalarının aynı zamanda yer altı suları olup, bu su kozaların işlenmesi sürecindeki buhar ve suyu temin eder.
Günümüzde dere yataklarında su miktarı çok düşüktür. Devlet Su İşleri (DSİ)’nin çalışmalarıyla su yer altına kanallara alınmaya çalışılmaktadır.
KENT ULAŞIMI VE İPEKÇİLİK:
Bursa ile Mudanya arasında 1892 yılında demiryolu döşenmiştir ve Bursa’dan doğrudan doğruya Marsilya’ya gemiler aracılığıyla ipek ihracatı
yapılmaktadır. Kent içinde de Mudanya demiryoluna bağlantıyı sağlayan kuzey güney aksında iki yol açılmıştır. Bu yolların açılması ipek
210
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
ipliğinin fabrikalardan istasyon binalarına kolay ulaşılmasına yöneliktir. (Aslanoğlu) Günümüzde demiryolu kullanılmamaktadır, hatlar
1953’de sökülmüştür. Bazı istasyonlar korunmuş ve son yıllarda yeniden işlevlendirilmiştir.
ENDÜSTRİ MİRASI TARTIŞMALARI:
Öğrencilerin Bursa özelinde endüstri mirası üzerine yaptıkları çalışmalar sırasında, endüstri mirasının günümüzdeki koruma disiplinleri
açısından yeri konusunda da okumalar yapılmıştır. Bu okumalarda genellikle endüstri devrimi ve ardından inşa edilen ve kentlerdeki
modernizasyon süreçlerinin tanığı olan yapılar ön plana çıkmaktadır. Bu yapıların özellikle batı dünyasında ağırlıkla sanat ve kültür işlevli
olarak kullanılması üzerine giderek büyüyen bir yazın vardır. Ancak Bursa’daki endüstri mirası sadece 19. yüzyılda ve erken 20. yüzyılda inşa
edilen yapıları değil, daha da gerilere ulaşan bir süreklilik içinde algılandığında daha anlamlıdır. Bu konu, yani nelerin ve hangi dönemden kalan
eserlerin endüstri mirası ve endüstriyel arkeoloji sayılabileceği konusu tartışmalar yaratır. Bu alanda önemli bir belge “Endüstriyel Mirasın
Korunması için Uluslararası Komite” (TICCIH) tarafından yayınlanan “Nizhny Tagil Sözleşmesi” tanımı şöyle koyar:
Sanayi dönemine ve üretim kültürüne ait kalıntılar, ait oldukları dönemin bilimsel, teknolojik, mimari, estetik, sosyal ve kültürel özelliklerini
yansıtmalarından dolayı endüstri/sanayi mirası kapsamındadırlar. Bu kalıtlar üretim, arıtma, depolama, ulaşım ve kamusal hizmetlere
(elektrik üretimi, altyapı, vb.) ait mimari yapı ve makineler ile buralarda çalışan insanlar için planlanmış toplu konut, eğitim ve dini yapıları gibi
sosyal, kültürel mimari çevrelerden oluşmaktadır.
Sözleşme, Endüstri mirasının ekonomik, sosyal ve kültürel değerini, insanların yaşamlarının bir parçası olarak onların kimliğinin oluşmasını
sağladığını ifade eder. Yapıların ve içinde yer alan üretim süreçlerindeki makinaların teknolojik, bilimsel, mühendislik, estetik değerleri
yanında, “intangible” (elle tutulamayan) değerlerinin altını çizer. İnsanları hafızalarında ve geleneklerindeki yerinin önemini vurgular. 2011
yılında imzalanan ve “Dublin prensipleri” olarak da bilinen ICOMOS-TICCIH koruma prensipleri ortak metninde sürdürülebilirlik kavramı da
ön plandadır: “halen faaliyet gösteren endüstriyel yapılar veya alanlarda, süregiden işlev ve kullanım, miras değerinin parçasıdır ve fiziki
ve ekonomik sürdürülebilirliğin yeterli şartlarını sağlar” denmektedir. Bir başka deyişle yapıları yaşayan şekilde gelecek nesillere aktarmak,
müzeleştirme anlayışından daha sürdürülebilir bulunmaktadır.
Özetle,tanıklık ettiği döneme ait üretim teknik ve süreçlerinin bilimsel, teknolojik, mimari ve estetik özelliklerini sunan, döneminin fiziksel,
sosyal, kültürel ve ekonomik yapısını yansıtan, sosyal yaşama konu olmuş, bilimsel ve kültürel açıdan özgün değer taşıyan alanlar ve yapılar
korunması gerekli kültür mirasıdır.
Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu da, teknik, endüstriyel ve bayındırlık alanlarındaki mirası Avrupa’nın tarihsel mirasının ayrılmaz bir parçası
olarak görür. Bu mirasın korunması için şu tavsiyelerde bulunur.
• Teknik, endüstriyel ve bayındırlık alanlarındaki mirasın belirlenmesi, incelenmesi ve bilimsel bakımdan çözümlenmesine yönelik önlemler
alınmalı ve bu önlemlerin uygulanması izlenmelidir;
• Bu mirasın kendine özgü özelliklerine uygun olarak, korunmasına ve muhafazasına ilişkin yasal önlemler alınmalıdır;
• Teknik ve endüstriyel alanlardaki miras konusunda halk daha fazla bilgilendirilmeli; bu bilginin güçlendirilmesi; turizmin geliştirilmesine
özel önem verilmelidir.
ÖĞRENCİ ÇALIŞMALARINDAN ÖRNEKLER:
Öğrencilerimiz endüstri mirası hakkındaki okumalarla geliştirdikleri birikimleri ve kentte yaptıkları gözlemlerle farklı noktalardaki ipekçilik
üretim birimlerine odaklanmışlardır. Sadece yapıların fiziki özelliklerinin estetik, teknolojik ve bağlamsal niteliklerine değil sosyal etkilerine
ve yaşam pratiklerine de etkilerini incelemeye çalışmışlardır. Bu incelemeler hangi değerlerin ne derece sürdürülebilir olduğu konusunda
öğrencilere de ışık tutmuştur.
GRUP 1 - Kent planlama öğrencilerinin bulunduğu bu grup “yukarı bant” olarak nitelenen ve eski ipek fabrikalarını bağlayan Uludağ yamacındaki hattın
bütününde çalışmıştır. Bu alanın Muradiye bölgesinden Mollaarap mahallesine kadar farklı yapılaşma örüntülerini (pattern) saptamış. Bu bölgelerin
birbirleriyle ilişkileri ve yamaçların alt kısmındaki ticari bölge ile bağlantılarının nasıl geliştirileceğini araştırmıştır. Gökdere ile bu bantın kesiştiği yerde de
önerilerini daha detaylı şekilde geliştirmiş, yapı ölçeğinde ve dış alan peyzaj düzenlemelerinde öneriler sunmuştur. (Burak Başçı)
211
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
GRUP 2 - Muradiye bölgesinde şu anda da az da olsa üretim yapan bir ipek fabrikasına odaklanılmıştır. Çalışan işçilerin tamamının kadınlardan
oluşması ipekçilik sektörünün 19. yüzyıldaki gelişiminde kadınların ekonomik ve sosyal hayata katılımı konusundaki tartışmaları hatırlatmıştır.
Önemli bir “Soyut Miras /Intangible heritage” öğesi olarak görülebilecek bu konu dışında bu fabrika “Somut Miras / tangible heritage” öğeleri
açısından da önemlidir. Doğan Yılmazipek fabrikası sınırları içinde, nüfus mübadelesi ardından depo olarak kullanılan Demirkapı kilisesi de
bulunmaktadır.
Geliştirilen projede araştırma ve sergilemeye yönelik bir ipek enstitüsü yanında ipek üretimi de önerilmiştir. Eski kilise sinema ve konferans
salonu olarak düşünülmüştür. Fabrika alanı Uludağ ile kentin alt kısımları arasında hava akımının sağlanacağı yeşil bir rekreasyon koridoru
olarak da görev yapacaktır. (Görkem Demirok – Deniz Mutlu)
GRUP 3 - Duruder İpek fabrikasına odaklanılmıştır. Fabrika şu anda özel mülkiyette, duvarlar tarafından çevrelenen geniş bir bahçe içindedir.
Fabrika sahibinin konutunda yaşam sürmekte olsa da üretim yoktur. Çevredeki konut sahipleriyle görüşmeler yapılmış pek çoğunun geçmişte
bu fabrikada çalışmış olduğu gözlemlenmiştir. Fabrikanın hafızalardaki yeri hala canlıdır. Alanın bir kısmının kamuya açılıp eğitsel faaliyetler
için kullanılacağı, yakın çevredeki diğer dış mekanlarla bağlantılarının kurulacağı düşünülmüştür. (Momoko Iwasaki – Emrah Yergin)
GRUP 4 – Kayabaşı mevkiindeki, Faruk Saraç Tasarım Meslek Yüksekokulu olarak kullanılan Fabrika-i Humayun ve hemen yanındaki boş
durumdaki Romangalle (Turgut Yılmazipek) ipek fabrikası alanını çalışmıştır. İki yapının birlikte bir yüksek eğitim kurumu olarak işlevlendirilmesi
öngörülmüştür. Bu planlamada alandan geçen Cilimboz deresinin de ipek üretimi yapılan yıllarda olduğu gibi ön plana çıkması istenmektedir.
Yapılar arasındaki dış mekanlar kentliler tarafından da kullanılabilecektir. (Yasemin Hürol ve Gökçe Önal)
GRUP 5- Umurbey mahallesindeki, Ete Mensucat Boyahanesi gibi ipek endüstrisi kalıntılarının, Balaban kalesi duvarları, Çobanbey türbesi,
Mollaarap camii gibi diğer tarihsel öğelerle nasıl bütünleştirilebileceği konusunu çalışmıştır. Bu yapıların genel bir yeşil alan kurgusu içinde iç
ve dış mekânların bir arada rekreasyon, sosyal ve kültürel amaçlarla birlikte çalışması öngörülmüştür. Yine bu alanda bulunan ve Tofaş Araba
Müzesi olarak değerlendirilen fabrikanın da bu alana entegre edilmesi önemli bir hedeftir. (Burcu Köken ve Umut Baykan)
SONUÇ:
Bursa tarihi kent merkezindeki yapılar, son yıllarda yerel yönetimlerin de konuya olan ilgilerinin sonucu olarak sürekli onarımlar görmekte,
bazen yeniden inşa edilmekte ve sosyal ve kültürel hayata kazandırılmaya çalışılmaktadır. Bu sene sürdürdüğümüz bu çalışmada, kentin
metropolleşme sürecinde giderek tarihi merkezden uzaklaşarak büyüyen, endüstriyel bölgeleri de içeren yeni yerleşimleri değil kent içinde
kalan, ancak pek çok kişinin “tarihi” olarak da nitelendirilmeyeceği alanlar çalışılmıştır. Osmanlı’nın ilk zamanları ve altın çağlar olarak
nitelendirilebilen ve çoğu zaman nostaljik olarak değerlendirilebilecek kısımlar değil, geri planda kalan, fakat aynı ölçüde kentin kimliğine
katkıda bulunmuş bir ekonomik faaliyet ve bunun etkileri incelenmiştir. Bu sayede Bursa’da “ipek”, sadece Koza han isminde ve oradaki, bir
kısmı da yurt dışında üretilen ipek ürünlerin ticaretinde kalmayacaktır. İpekçiliğin, kozadan son ürüne bütün üretim sürecinin yaşanabileceği
veya gözlemlenebileceği bir ortam yaratılması konusunda uluslar arası bir duyarlılık geliştirilmiştir. Bu çalışmanın, yerel yöneticilerin de
dikkatini konuya çekmesini, UNESCO Dünya Miras Listesi’ne tarihi Hanlar Bölgesi ile girmeyi hedefleyen Bursa’nın tarihi kimliğinde çok önemli
bir yer tutan ipek endüstrisi mirasının korunması ve içinde konumlandıkları mahallelerin sosyal ve kültürel odakları olarak değerlendirilerek
geleceğe taşınmalarını diliyoruz.
KISA KAYNAKÇA:
• Ahunbay, Z. ve Oral E.Ö. (2005) “Bursa’nın İpekçilikle Endüstri Mirasının Korunması”, İTÜ Dergisi, cilt:4, sayı:2, s.37-46.
• Aydın, E.Ö., (2007) Bursa’daki İpek Fabrikaları ve İpekçilikle İlgili Endüstri Mirasının Korunması, TMMOB Mimarlar Odası Bursa Şubesi Yayını,
“ISBN 978-9944-89-362-6”, Bursa.
• Aslanoğlu, R. (2000) Kent, Kimlik, Küreselleşme Ezgi Kitabevi, Bursa.
• Erder, L. T.(1976) The Making of Industrial Bursa: Econmic Activity and Population in a Turkish City 1835–1975, (Basılmamış Doktora Tezi).
• Kaygalak S. (2008) Kapitalizmin Taşrası İletişim yayınları, İstanbul.
212
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
INTENSIVE URBAN PROJECT WORKSHOPS IN BURSA: THE
IDENTIFICATION OF PROJECTS THAT FUNCTION TO SUSTAIN THE
HISTORICAL CENTER IN THE FACE OF RAPID URBAN GROWTH
Assoc. Prof. Dr. Adnan BARLAS
Middle East Technical University, Ankara
Dr. Haluk ZELEF
Middle East Technical University, Ankara
“Urban Projects in the Context of Metropolitan Development” is the main theme of the Advanced Architectural Studio (Arch 505) of the graduate
program in Middle East Technical University, Faculty of Architecture. The objectives of the course is to develop special frameworks of design
and strategies where problem definition as regards social and spatial transformations are considered. Development of design approaches
with an awareness to the sensibilities of the inhabitants of the city are likewise targeted. The study is initiated by École Nationale Supérieure
d’Architecture de Paris-La Villette (ENSAPLV), Department of Architecture of Middle East Technical University. The other parties that are involved
in this endeavor are Department of Architecture of Uludağ University, Municipality of Bursa Greater City, and the Bursa Branch of Chamber of
Architects. The objective of the workshops are to identify projects that function to sustain the historical center in the face of rapid urban growth.
Mersin University and Technical University of Athens (NTUA) have also participated in the second of these workshops which was held between
31st October- 11th November 2012.
The second of the international student workshops that we have been developing during the past two years about Bursa focuses on its sericulture
history. This study about the sericulture heritage in Bursa is a continuation of that workshop and became a subject to the Advance Architectural Design
Studio (Arch 505) at the Middle East Technical University.
Silk production and its trade are important factors that influence the identity of Bursa. Students of different countries and with different architectural
backgrounds were expected to understand the past and present of silk industry and to develop scenarios for its future. Yet, before proceeding with
these scenarios the students have gone through a phase of database development via extensive readings as regards the history of the city as well
as its silk industry. In this sense, works of scholars such as Leyla Erder, Rana Aslanoğlu, Sevilay Kaygalak and Özlem Oral were of utmost help. Local
administrations, particularly the Municipality of the Greater City of Bursa also publish works about the city and contribute to the development of the
city’s bibliography.
The Sericulture History of the City
Bursa has been a center of sericulture for a long time. In the sixteenth century the population of the city was 55000 one tenths of which worked in the
sericulture sector.1 After the industrial revolution in Europe, sericulture in Bursa also started to be industrialized; and by the mid nineteenth century
the construction of filature factories began. While some of these factories were of European origin a significant number were realized by domestic
entrepreneurs. In 1860s there were around 90 filature factories in Bursa and its close vicinities (Erder, 1976). 43 of them were in the city (Kaygalak,
2008). Though the First World War caused the closure of many of the Ottoman industrial establishments, the Republican period witnessed an increase
in the economical initiatives. By 1934 there were 25 silk filature factories and 54 silk weaving factories in Bursa (Bursa Yıllığı, 1934).
Although the early Republican initiatives in the economy have resulted in the increase in the number of silk factories in Bursa, the sericulture industry
1
During the 1830s the population of the city was around 60000 and the number of people employed in the sericulture sector was between 7000-10000 (Kaygalak).
213
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
has come to an end after 1980 when the import of inexpensive silk from the Far East was allowed. There were only 9 establishments that continued
with production in the early 1980s, but silk cocoons are no more produced since the beginnings of the 1990s. There is only one facility that processes
the silk fiber that is being imported from abroad now. The silk thread that is produced is used in the manufacturing of silk carpentry.
Spatial Attributes of Silk Factories
Special silk thread production spaces such as istimhane (steam house), kozaklık (cocoon house) and mancınıkhane (thread weaving house) spread in
Bursa by the mid nineteenth century. The spatial formation of these facilities followed the architecture of the filature ateliers of the Cevennes region in
France that were built between 1820-1830 at the first glance but the material used and the construction techniques carry local characteristics (Aydın)
Ahunbay and Oral point to the addition of a second floor to the single storey ateliers in France when demand for silk and its production increased. Then
the ground floors were allocated for storage or kozaklık, whereas thread production was carried to the first floor. In the second half of the nineteenth
century, in France, all related spaces of silk production were gathered under the single roof of a factory but the Anatolian counterpart in Bursa showed
a dispersed layout of pavilions.
After the revitalization of the silk industry in the early republican period, facilities such as çözgühane, bükümhane, weaving unit and dye house
were added to the filature facilities of the nineteenth century. These new facilities which were made of either brick or concrete were also designed in
pavilions and not in a single building mass (Oral and Ahunbay).
Sericulture – Urban Settlement
Today, the silk industry in Bursa is visually manifested by its chimneys that are visible in the skirts of Uludağ, just like the way it was recorded in the
nineteenth century photographs. The students also observed this during the city tours that we have made. Another issue that is worth mentioning
and that is also observed by the students is the lack of workers’ lodgings that were built by the factory owners for their employees or any housing
stock built by the workers themselves which is a common component in the western counterparts.
There are eleven silk factories within the nineteenth century fabric of the city established in the Muradiye, Demirkapı, Mecnundede, Umurbey and
Karaağaç neighborhoods. It is known that seven of these were defunct and the original functions of the rest were changed by 2003. Bursa’s silk
factories which have an important place in the history of the country’s technological development are facing destruction because of neglect, undue
repairs and rehabilitation.
Since 1960s, Bursa have gone through rapid urbanization and its historical center is subjected to a transformation into commercial or dense residential
quarters, resulting in the atrophy of and destruction of historical and cultural assets. Parallel to this the land values of the once silk producing facilities
that are spread into large parcels also increase, giving rise to a demand of their renewal.
To prevent the total annihilation of Bursa’s silk factories, first they should be legally considered as assets of conservation. The current legal framework
of conservation allows for the preservation of the facilities which belong to the nineteenth century. Unfortunately those that were built during the
twentieth century are left out and these facilities become prone to renewal the most (Oral and Ahunbay).
Water and Sericulture
In Bursa, in the process of silk thread weaving, tools called mancınık dolapları (onager boxes) were used and these functioned with water power
instead of steam. This why filature facilities were constructed along the banks of the Cilimboz Creek that lies to the west of the city the most famous
of which is the Fabrika-ı Humayun that belonged to the Ottoman royalty (Aslanoğlu ).
The facilities that were at the skirts of Uludağ had their own underground water sources which supplied the water and thus the steam needed to
process silk cocoons. Today the water table is very low and Stae Water Works is even working towards constructing underground canals that will make
the use of water impossible for such a purpose.
Urban Transportation Network and Sericulture
In 1892 a railway was constructed between Mudanya (Bursa’s harbor) and the city proper. The silk was exported directly from Bursa (via Mudanya) to
214
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Marseilles. In accord with this two roads were opened within the north-south direction within the city to maintain a connection with the railroad to
ease the transportation of silk thread to the train station (Aslanoğlu). The railroad is defunct today and the rails are dismantled. Some of the stations
are conserved and are assigned new functions.
Industrial Heritage Debates
The students have also made some readings as regards industrial heritage within the framework of conservation disciplines. In these readings buildings
that have witnessed the rise of industrialization and process of modernization come to the fore. In the western literature there is an increasing
emphasis on the reuse of these buildings with new functions pertaining to art and culture. Yet, industrial heritage in Bursa should be perceived not
only under the context of industrialization but should be considered as an amalgam of developments dating further back. What to include under the
umbrella of industrial heritage or industrial archaeology certainly raises issues of debate. An important document in this sense is the Nizhny Tagil
Charter published by TICCHH (International Committee for the Conservation of Industrial Heritage) which defines industrial heritage as follows:
“Industrial heritage consists of the remains of industrial culture which are of historical, technological, social, architectural or scientific value. These
remains consist of buildings and machinery, workshops, mills and factories, mines and sites for processing and refining/, warehouses and stores,/
places where energy is generated, transmitted and used/, transport and all its infrastructure, as well as places used for social activities related to
industry such as housing, religious worship or education”
The Charter identifies the economical, social and cultural assets of industrial heritage as components which help develop the identity of people. It not
only emphasizes the technological, engineering, scientific and aesthetical values of the buildings and their machines but also the intangible assets
that are involved in such facilities and equipment. ICOMOS-TICCIH conservation principles which are also known as Dublin Principles also take the
concept of sustainability into consideration: “In the case of active industrial structures or sites of heritage significance, it must be recognized that
their continued use and function might carry some of their heritage significance and provide adequate conditions for their physical and economic
sustainability as a living production or extraction facilities.” In other words, the continuation of buildings with their functions (original or current) is
more sustainable than to turn them into museums.
Briefly, the spaces and buildings which have witnessed a series of cultural, social and economical events of their times; which present the scientific,
technological, architectural and aesthetical values of production techniques and processes and which are subjects of social life should be deemed as
industrial heritage that is worth of conservation.
The Board of Ministers of the European Council also sees the heritage of technology, industry and urban development as indispensible parts of
Europe’s historical heritage and advices the following for their conservation:
• Measures should be taken and their implementations should be followed to determine, investigate and scientifically analyze the heritage as
regards technology, industry and urban development
• Legal precautions should be taken to conserve this heritage within its own rights
• People should be informed more about the technological and industrial heritage and this information should be well developed
• Special emphasis should be given to tourism.
Examples from Student Works
Our students have focused on various silk production units that were spread into different locations in Bursa after they have gone through a series of
readings and accumulated a database. They studied not only the buildings per se but also their effects on the social environment and life practices.
These studies shed light to the degree of sustainability of varying assets as regards these facilities.
Group 1 - Students of city planning background formed this group who worked on the so called area of Upper Band that merge the silk production
facilities that are found in the skirts Uludağ along a spine. They determined different patterns of development in area extending from Muradiye district
to Mollarap neighborhood and investigated the availabilities concerning their interrelationships and the connection of the spine with commercial
district at the down skirts of the mountain. Their proposals focus on the location where Gökdere Creek intersects the spine and includes the design for
outdoor landscape components as well as new buildings. (Burak Başçı)
215
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Group 2 - This group took a facility in the Muradiye district as their subject of study. The facility is currently involved in silk production though in small
amounts. The entire labor force of the facility are women and this reminded the debates about the women’s involvement in the social and economic
life during the nineteenth century. This issue which can be seen as an important intangible heritage is coupled with other tangible assets such as the
Demirkapı Church which is now used as a storage facility for the Turgut-Doğan Yılmazipek factory.
The project proposes a research institute for research and exhibition as well as the continuation of silk production. The old church is thought to be
turned into a movie theater and conference hall. The factory area will be functioning as a recreation corridor that will also maintain air circulation
between Uludağ and its down skirts (Görkem Demirok-Deniz Mutlu).
Group 3 - The group has worked upon the idea that takes the remnants of silk industry at the Umurbey neighborhood as an integral part of the walls of
Balaban Fortification, Çobanbey Tomb and Mollaarap Mosque. The proposal includes a structure that enhances the use of interior and exterior spaces
within the framework of recreational, social and cultural objectives. Another important topic is the integration of the factory which is currently used as
Tofaş Car Museum into the project (Burcu Köken, Umut Baykan).
Group 4 - The group has worked on the area that contained the Fabrika-ı Humayun (now functioning as Faruk Saraç Vocational Highschool for Design)
and the vacant Romagalle silk factory within the Kayabaşı location. Both structures are proposed as parts of a higher educational facility. Special
emphasis is given to the Cilimboz Creek which once had a significant place during the years of silk production. In between spaces of the structures can
be used by the inhabitants of the city (Yasemin Hürol and Gökçe Önal).
Group 5 - Duruer Silk Factory which is currently a private property and which is enclosed with walls and is located in a large yard is the project area.
There is no production but the house that belongs to the owner is occupied. Interviews with those who live by have revealed that most of them
have worked in this factory in the past and the memory of the factory is still vivid. The project proposes the public use of some of the property for
educational purposes while integration with the neighboring spaces is also considered (Momoko Iwasaki – Emrah Yergin).
Conclusion
Structures that are found in the historical center of Bursa are going through renovation and rehabilitation as well as renewal during the recent years,
thanks also to the interest of local administration. This is resulting in their reintegration into the social and cultural life of the city. The study that
we have undertaken this year took into consideration the structures and areas that most would not see as historical heritage and which are located
away from the center. These structures and areas may not be considered as assets manifesting the Golden Age of the Ottoman period or may not be
seen as nostalgic values and instead may be regarded as values that remained in the background. Yet, they were equally influential on the social and
economical life of the city contributing to its identity. The study focused on this reality and investigated the economical functions and their effects on
the city. In this sense, the study is expected to contribute to the vivify the understanding of sericulture so that its memory does not solely remain in
the name of Koza Han (Cocoon Inn) and the trade of silk that is still finding its place there. The objective was therefore the design of an atmosphere
where one can follow all phases of silk production from cocoon to the end product and the students have developed and insight towards this end.
Bursa is hoping to enter the UNESCO World Heritage List with its Hanlar District. We on the other hand are hoping to attract the attention of the
Chamber of Architects and the local authorities to the issue of conservation of industrial heritage silk production which has a significant place in the
development and history of Bursa via this study.
REFERENCES:
• Ahunbay, Z. ve Oral E.Ö. (2005) “Bursa’nın İpekçilikle Endüstri Mirasının Korunması”, İTÜ Dergisi, cilt:4, sayı:2, s.37-46.
• Aydın, E.Ö., (2007) Bursa’daki İpek Fabrikaları ve İpekçilikle İlgili Endüstri Mirasının Korunması, TMMOB Mimarlar Odası Bursa Şubesi Yayını,
“ISBN 978-9944-89-362-6”, Bursa.
• Aslanoğlu, R. (2000) Kent, Kimlik, Küreselleşme Ezgi Kitabevi, Bursa.
• Erder, L. T.(1976) The Making of Industrial Bursa: Econmic Activity and Population in a Turkish City 1835–1975, (Basılmamış Doktora Tezi).
• Kaygalak S. (2008) Kapitalizmin Taşrası İletişim yayınları, İstanbul.
216
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
ÖZEL ÇEVRE KORUMA ALANINDA YEREL HALKIN FARKINDALIĞI:
ÇANAKKALE SAROZ KÖRFEZİ ÖRNEĞİ
Doç. Dr. Tülay CENGİZ
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Mimarlık ve Tasarım Fakültesi, Peyzaj Mimarlığı Bölümü
Peyzaj Mimarı Kerem Yıldız
Sakarya Hendek Belediyesi, Fen İşleri Müdürlüğü
Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇKB) doğal ve kültürel değerler açısından bütünlük gösteren ve gerek ülke, gerekse dünya ölçeğinde ekolojik
önemi olan koruma alanlarıdır. Gelecek kuşaklara bozulmamış, zengin biyolojik miras ve yaşanabilir, sağlıklı temiz bir çevre bırakmak,
sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak, dünya turizminden yeteri kadar pay alabilmek için, bu kapsamda değerli olan ve özel koruma gerektiren
alanlar ÖÇKB olarak kabul edilmektedir.
Çanakkale ilinde bulunan Saros Körfezi, 2010 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile ÖÇKB olarak ilan edilmiştir. Körfez bünyesinde barındırdığı
deniz canlıları açısından eşsiz bir değere sahiptir. Özellikle kendi kendini temizleyebilme özelliği nedeniyle dünyadaki sayılı denizlerden biri
olarak kabul edilmektedir. Bilindiği gibi ülkemizde birçok alanlar değişik statülerde korunan alan olarak kabul edilmektedir. Ancak alınan
bu kararlarda yerel halk bu kavramların dışında tutulmaktadır. Koruma kavramı konusunda bilinçlendirilmeyen yerel halk çeşitli problemler
yaşamaktadır.
Bu sorunları yaşayan yerlerden biri olarak ÖÇKB olan Saros körfezi araştırmaya konu olmuştur. Araştırmada yerel halka ÖÇKB ile ilgili bilgi
verilmesi ve konu hakkında farkındalığın oluşturulması amaçlanmıştır. Bu nedenle öncelikli olarak yerel halka yaşadıkları alanın neden koruma
bölgesi olduğu ve önemine yönelik sorular sorulmuştur. Daha sonra koruma kavramı ve önemi ile ilgili seminer verilmiştir. Seminer sonrasında
katılımcılara aynı sorular tekrar sorularak farkındalık düzeyinin değişip değişmediği ölçülmüştür.
Araştırma sonucunda Saros körfezi ÖÇKB’nde yerel halkın koruma konusundaki farkındalığının kısmen oluştuğu ve bilinç düzeyinin nispeten
arttığı tespit edilmiştir. Bilgilendirme öncesi katılımcıların %64’ü Saros Körfezinin ÖÇKB seçildiğini bilmekte iken, bilgilendirme sonrası bu
oran % 92’ye ulaşmıştır. Katılımcıların yalnızca %12’si Saros Körfezinin ÖÇKB seçilme nedenini bilirken, bilgilendirme sonrası bu oran % 52’ye
ulaşmıştır. Katılımcıların yaşadıkları alanın ÖÇKB seçilmesi ile ilgili memnuniyeti %28 iken, bu oran bilgilendirme sonrası %44’e yükselmiştir.
Alanın ÖÇKB ilan edilmesinden sonra uzun bir süre geçmesine rağmen yerel halka koruma kavramıyla ilgili herhangi bir bilgilendirme
yapılmamış olması halkın koruma kavramını özümsememesine neden olmuştur. Araştırma sonucunda ulaşılan istatistikler göstermiştir
ki, verilen bilgilendirme toplantılarının yerel kamu-kuruluş ve bilim adamları ile birlikte belirli periyotlarda sürekli olarak gerçekleştirilmesi
farkındalığın tam anlamıyla oluşturulmasını sağlayacaktır.
Anahtar kelimeler: ÖÇKB, Saros Körfezi, yerel halk farkındalığı, doğa koruma
GİRİŞ
Globalleşen dünyada 20. yüzyılın sonlarına doğru çevre sorunları, insanlığı tehdit edecek boyuta ulaşmış, sorunlara çözüm arayışları dünya
gündeminin en üst sıralarında yer almıştır. Bu bakış açısı ile uluslararası alanda gerçekleştirilen hemen hemen her çevre koruma çalışmasında,
çözüm için “Sürdürülebilir Gelişme” ve “Katılım” ilkeleri iki temel kavram olarak ele alınmaktadır. Çevre koruma politikaları bu iki kavramı
içine alan yönetim anlayışına dayandırılmıştır. Hedeflenen yeni model; çevre yönetimine halkın katılmasını amaçlayan, sürdürülebilir çevre
yönetimi şeklinde belirlenmiştir. Türkiye’de ekonomik büyüme ve dünyaya açılma gibi süreçler yaşanırken, ülkenin doğal ve tarihi değerlerinin
gün geçtikçe daha da fazla zarar görmesi, ‘’koruma’’ kavramının önemine dikkat çekmektedir. Zarar gören, hatta yok olan doğal ve tarihi
değerlerin sürdürülebilirliği için koruma bir gereklilik; koruma amaçlı müdahaleler ise birer toplumsal sorumluluk haline gelmiştir.
217
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Korunan alanlardan biri olan Özel Çevre Koruma Bölgeleri (ÖÇKB) doğal ve kültürel değerler açısından bütünlük gösteren ve gerek ülke, gerekse
dünya ölçeğinde ekolojik öneme sahip olan alanlardır. Gelecek kuşaklara bozulmamış, zengin biyolojik miras ve yaşanılabilir, sağlıklı temiz
bir çevre bırakmak, sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak, dünya turizminden yeteri kadar pay alabilmek için, bu kapsamda değerli olan ve
özel koruma gerektiren alanlar ÖÇKB olarak seçilmiştir (Anonim, 1990; ÖÇKKB, 1993). Türkiye’de ÖÇKB’nin iki temel boyutu vardır. Birincisi;
uluslararası sözleşmelerden doğan taahhütler, ikincisi ise ülkenin kendi milli mevzuatından doğan sorumluluklardır (Keten, 1995). Akdeniz’in
Kirlenmesine Karşı Korunması Sözleşmesi ve Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Doğal Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi, Türkiye ÖÇKB’nin
oluşmasına etkili olmuş önde gelen sözleşmelerdir.
Ancak alınan koruma kararlarında yerel halk bu kavramların dışında tutulmaktadır. Koruma kavramı konusunda bilinçlendirilmeyen yerel halk
çeşitli problemler yaşamaktadır. Bu sorunları yaşayan yerlerden biri olarak, ÖÇKB statüsünde olan Saros körfezi araştırmaya konu olmuştur.
Araştırmada yerel halka ÖÇKB ile ilgili bilgi verilmesi ve konu hakkında farkındalığın oluşturulması amaçlanmıştır.
Materyal ve Yöntem
Araştırmaya konu olan Saros Körfezi ana materyal olarak kullanılmıştır. Saros Körfezi, 22.12.2010 tarih ve 27793 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı
ile ÖÇKB olarak tespit ve ilan edilmiştir. Saros Körfezi ve kıyıları jeomorfolojik, peyzaj, ekolojik, floristik, biyogenetik ve turistik özelliklerinin
bozulmadan korunması amacıyla ÖÇKB olarak ilan edilmiştir (Şekil 1).
Şekil 1. Saros Körfezi ÖÇKB sınırları ve yerleşim yerleri (Google Earth, 2011)
Saros Körfezi, 144 çeşit balık, 78 tür deniz bitkisi ve 34 tür süngere ev sahipliği yapan, su altı zenginlikleri ile dolu ve sualtı etkinlikleri ile
ilgilenenler için oldukça önemli bir bölgedir. Körfez içinde barındırdığı zengin balık çeşitleri nedeniyle deniz biyologları ve dalış meraklıları
arasında büyük ve doğal bir akvaryum olarak nitelendirilmektedir. Körfez bölgesinde Akdeniz tipi iklim hakimdir. Havzada en yüksek nokta
Körfezin kuzey–kuzey doğu uç kısmında yer alan Koru Dağıdır (385 m). Havzayı besleyen tek akarsu Kavak Deresidir. Ege Denizi’nin en tuzlu
kesimlerinden birini oluşturan Saros Körfezi’nde karmaşık girdaplar çizen akıntılar görülür. Bu akıntılar nedeniyle de kendi kendini temizleyen
bir körfez konumundadır. Dünya’da kendi kendini temizleyerek temiz kalan beş körfezden biri olduğu ileri sürülmektedir. Suların yüksek
oksijen içeriği ve körfeze dökülen akarsuların getirdiği bol besin tuzları nedeniyle tür bakımından zengindir (TVKGM, 2011).
218
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Yöntem
Araştırmada yerel halka ÖÇKB ile ilgili bilgi verilmesi ve konu hakkında farkındalığın oluşturulması amaçlanmıştır. Bu nedenle öncelikli olarak
toplantı düzenlenmiştir (Şekil 2 ve Şekil 3). Toplantıya Saros Körfezi ÖÇKB sınırları içerisinde yer alan 4 köy, 2 belde halkı ve bu yerleşimlerdeki
muhtar ve azaları olmak üzere 60 kişi katılmıştır. Toplantıda yerel halka anket yapılarak, yaşadıkları alanın neden koruma bölgesi olduğu ve
önemine yönelik sorular sorulmuştur. Daha sonra koruma kavramı ve önemi ile ilgili seminer verilmiştir. Seminer sonrasında katılımcılara aynı
sorular tekrar sorularak farkındalık düzeyinin değişip değişmediği ölçülmüştür. Ankette kapalı uçlu sorular ve yarı standart (yoruma açık)
sorular olmak üzere iki farklı soru tipi kullanılmış ve 16 soru sorulmuştur. Ayrıca seminer sonunda mülakat şeklinde karşılıklı bilgi alışverişinde
bulunulmuştur. Anket soruları, öznel (kişisel) sorular ve Saros Körfezi ÖÇKB hakkında bilgi edinilmesi amacıyla sorulan sorular olmak üzere
iki farklı kısımdan oluşmuştur.
Şekil 2. Güneyli köyünde yapılan toplantıdan bir görüntü (Orijinal 2011)
Şekil 3. Koruköy köyünde yapılan toplantıdan bir görüntü (Orijinal 2011)
219
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Bulgular ve Tartışma
Yerel halkla birlikte yapılan toplantı sonucunda anket analizleri değerlendirilerek aşağıdaki verilere ulaşılmıştır. Kişisel bilgiler değerlendirildiğinde
seminere gelen katılımcıların %80’ini erkek, %20’sini kadın oluşturmaktadır (Şekil 4). Erkekler daha çok katılım göstermişlerdir. Araştırmada
erkek ve kadın katılımcıların arasındaki bu fark kırsalda kadına verilen önemin artırılması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Şekil 4. Cinsiyet dağılımı
Katılımcıların %40’ının emekli grubunda olduğu görülmektedir. Çiftçi %20, esnaf %16 ve memur %12 oranındadır. ÖÇKB içerisindeki yerleşim
bölgelerinin kırsal özellikte olması nedeniyle, çiftçi ve emekli grubu çoğunluktadır (Şekil 5). Meslek profili yerel halkın eğitim çalışmalarına
katılımı destekleyebileceğini göstermektedir.
Şekil 5. Meslek dağılımı
Katılımcıların %36 oranında çoğunluğu 61 ve üzeri yaş grubundadır. 31-40 yaş grubunun oranı %12, 41-50 yaş grubu %24, 51-60 yaş aralığının
ise %28’dir. Katılımcıların yaş ortalamasının orta yaş ve üzeri olduğunu söylemek (Şekil 6). Araştırmaya katılan katılımcıların yaş grubunun
yüksek olması verilen seminer sonuçlarını etkilemiştir. Yaş ile birlikte algılamanın azalması anket sonuçlarına yansımıştır. Daha sonraki eğitim
seminerlerinde bu özellik dikkate alınarak seminerde kullanılan terminolojinin daha kolay olması sağlanabilir.
220
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Şekil 6. Yaş dağılımı
Katılımcıların büyük çoğunluğu (Şekil 7) Güneyli köyü (%36) ve Koruköy (%24) yerleşimlerinden gelmiştir. Katılımcıların %8’i Bolayır
beldesinde, %12’si Kavakköy beldesinde, %12’si Ocaklı köyünde, %4’ü Yeniköy’de ve %4’ü diğer yerleşimlerde oturmaktadır. Diğer grubu,
çevre yerleşimlerden bölgeye gelenleri ifade etmektedir. Bu katılım oranları yerleşimlerin çevre korumaya olan duyarlılığını göstermektedir.
Daha sonra yapılacak eğitim çalışmalarının daha az duyarlı köylerde yapılması fayda sağlayabilir.
Şekil 7. Yerleşimlere göre dağılım
İlköğretim mezunlarının oranı %60, lise mezunlarının %24 ve üniversite mezunlarının oranı %16’dır. Anket sonuçlarından, katılımcıların
eğitim durumunun ilköğretim seviyesinde yoğunlaştığı anlaşılmaktadır (Şekil 8). Eğitim ve farkındalık paralel olgulardır. Araştırma alanında
eğitimin düşük olması nedeniyle yerel halkın daha fazla bilgilendirilmesi gerekebilir.
221
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Şekil 8. Eğitim durumu
Katılımcıların çoğu, 851-1500 TL (%40) ve 0-850 TL (%36) gelir grubundadır. Anket sonuçlarından, katılımcıların gelir durumunun asgari
maaş ve hemen üzerinde yoğunlaştığı anlaşılmaktadır (Şekil 9). Ekonomi ve koruma kavramı bazen çelişebilen kavramlar olabilmektedir. Bu
anlamda korumanın uzun vadede ekonomik katkısının olabileceği yerel halka öncelikli olarak aktarılmalıdır.
Şekil 9. Gelir dağılımı
Katılımcıların tümü şu anki yerleşimlerinde 10 yıl sürenin üzerinde yaşamlarına devam etmektedir (Şekil 10). Araştırma alanında alana aidiyet
kavramının oluşmasında yeterli sürecin geçtiği görülmektedir. Koruma kavramının sürdürülebilirliğinde alanı sahiplenmek önemli bir unsurdur.
222
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Şekil 10. Yerleşim süreci
Saros Körfezi’nde Farkındalığın ölçülmesi
Bu bölümdeki soruların, katılımcılar tarafından hem seminer öncesinde hem de sonrasında cevaplandırılması istenmiş, böylece verilen bilgiler
sonrasında farkındalığın oluşup oluşmadığı değerlendirilmiştir.
Katılımcılara ÖÇKB kavramının ne anlama geldiği sorulmuştur. Sunum öncesi, ÖÇKB anlamını bilen katılımcıların oranı %24 iken, sunum
sonrası bu oranın %52’ye yükseldiği saptanmıştır. Kavram hakkında bilgisi olmayanların oranında da yarı yarıya bir azalma gözlenmektedir
(Şekil 11).
Şekil 11. ÖÇKB’nin anlamı ile ilgili dağılım
Sunum öncesi, katılımcıların %64’ü Saros Körfezi’nin ÖÇKB seçildiğini bilirken, sunum sonrasında yaşadığı alanın ÖÇKB olarak seçildiğinin
farkına varanların oranı %92’ye ulaşmıştır (Şekil 12).
223
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Şekil 12. Saros Körfezi’nin ÖÇKB seçildiğini bilmekle ilgili dağılım
Sunum öncesi, katılımcıların yalnız %12’si Saros Körfezi’nin ÖÇKB seçilme nedenini bilmiştir. Sunum sonrasında bu oran %52’ye, kısmen
bilenlerle ise %84’e ulaşmıştır (Şekil 13). Katılımcıların büyük bir kısmı yerleşim yerlerinin ÖÇKB seçilme nedenini, yapılan sunum öncesinde,
çarpık yapılaşma olarak görmüştür. Aynı zamanda Saros Körfezi’nde bulunan adalara zaman zaman Türk Deniz Kuvvetleri tarafından yapılan
deneme atışlarının da koruma bölgesi olarak seçilmesinde etkili olduğunu düşünmektedir. Politik açıdan, bunun kendilerine bir ceza olarak
verildiğini düşünenler bile bulunmaktadır.
Şekil 13. Saros Körfezi’nin ÖÇKB seçilme nedeni ile ilgili dağılım
Sunum öncesi, ÖÇKB olmasından dolayı memnun olanların oranı %28 iken, sunum sonrasında bu oran %44’e yükselmiştir (Şekil 14). ÖÇKB
olunmasıyla birlikte başlayan planlama çalışmalarının getirdiği yeni yapı izni yasağı bu oranın düşük olmasında oldukça etkili olmuştur.
224
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Şekil 14. Saros Körfezi’nin ÖÇKB seçilmesi ile ilgili memnuniyet
Sunum öncesi, katılımcıların %16’sı yerleşim yerlerinin ÖÇKB seçilmesinin kendilerine kolaylık getirdiğini düşünürken, sunum sonrası bu oran
kısmen katılanlarla %56’ya yükselmiştir (Şekil 15). Sunum öncesi yarar olarak, çevrenin güzelleşeceği ve temiz olacağı görüşü hâkimdir. Aynı
zamanda düzenli yapılaşmayı da beraberinde getireceği düşünülmektedir.
Şekil 15. ÖÇKB seçilmenin getirdiği kolaylıklar
Sunum öncesi, katılımcıların %48’i yerleşim yerlerinin ÖÇKB seçilmesinin kendilerine zorluk getirdiğini düşünürken, sunum sonrası bu oran
%68’e, kısmen katılanlarla ise %80’e yükselmiştir (Şekil 16). Belirtilen sebeplerden en çok yeni inşaat izni verilmemesi, çalışmaların uzun süre
durması ve turizme olumsuz katkı yapması zorluk olarak nitelendirilmiştir.
225
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Şekil 16. ÖÇKB bölgesi seçilmenin getirdiği zorluklar
Sunum öncesi, katılımcıların %36’sı ÖÇKB seçilen bir yerin ne tür hizmetler aldığını bilmektedir. Sunum sonrasında bu oran %56’ya, kısmen
bilenlerle ise %92’ye ulaşmıştır (Şekil 17).
Şekil 17. ÖÇKB seçilen yerlerin ne tür hizmetler aldığıyla ilgili dağılımı
SONUÇ VE ÖNERİLER
Günümüzde doğa koruma alanları ve özellikle ÖÇKB’lerinde devlet ve sivil toplum kuruluşları tarafından yapılan veya başlatılan çalışmalar kağıt
üzerinde hem niteliksel hem de niceliksel açıdan daha kapsamlı gözükse de, doğal çevreye bakıldığında aynı olumlu değişim görülememektedir.
Yazıcı (2007)’ya göre bu durumun en önemli nedenlerinden biri etkili korumanın sürekliliğini sağlayacak yönetim planlamasının eksikliğidir.
Söz konusu araştırmaya da konu olduğu gibi korunan alan yönetim planında, yerel halkın bilgilendirilmesi ve katılımı gözardı edilmektedir.
Günümüzde korunan alanlarda odak noktası olan yerel halkın, yönetim planlarında sürece dahil edilememesi uygulamada birçok problem
oluşturmaktadır. Bu nedenle koruma çalışmaları eksik kalabilmektedir. Yaşanan bu sıkıntıların asıl nedeni planlama çalışmalarının çok yavaş
ilerlemesi ve kurumun son zamanda yeniden yapılanmaya gitmesinden kaynaklanan gecikmelerdir. Her ÖÇKB için yerel teşkilatlanmaya
gidilmesi, çalışma hızı ve düzeni açısından bölgelere olumlu katkı sağlayabilecektir.
Ayrıca Saros Körfezinde araştırma yapılırken çeşitli sıkıntılar oluşmuştur. Konu hakkında yerel halkın bilgisinin minimum düzeyde olması
özellikle seminer öncesi yapılan anket sürecinde zorluklarla karşılaşılmasına neden olmuştur. Araştırma alanında daha önce farklı konular
hakkında incelemelerin yapılarak yerel halka konu hakkında bilgi verilmemiştir. Bu nedenle yerel halk bu türlü araştırmaların yararsız olduğunu
226
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
düşünerek, bu araştırmaya da ilgi göstermemiştir. Alanının kırsal özellikte olması nedeniyle katılımcıların çoğunluğunun erkek olması ayrıca
seminere katılım sayısının gerekenden az olması araştırmayı olumsuz yönde etkilemiştir.
Sonuç olarak; Saros Körfezinin ÖÇKB ilan edilmesinden sonra uzun bir süre geçmesine rağmen yerel halka koruma kavramıyla ilgili herhangi bir
bilgilendirme yapılmamış olması halkın koruma kavramını özümsememesine neden olmuştur. Araştırma sonucunda Saros Körfezi ÖÇKB’deki
yerel halkın bilinç düzeyinin yapılan bilgilendirme sonrasında arttığı tespit edilmiştir. Ancak elde edilen istatistikler yerel halk üzerinde istenilen
boyutta farkındalığa ulaşılamadığını göstermiştir. Verilen bilgilendirme toplantılarının yerel kamu-kuruluş ve bilim adamları ile birlikte belirli
periyotlarda ve daha fazla katılımcı sayısı ile gerçekleştirilmesi farkındalığın tam anlamıyla oluşturulmasını sağlayacaktır.
KAYNAKLAR
• Anonim, 1990. Bazı Alanların Özel Çevre Koruma Bölgesi Olarak Tespit ve İlanı ile Bu alanlarda Uygulanacak Esaslara İlişkin Karar.
Resmi Gazete No: 20702.
• Google Earth, 2011. Web site: http://maps.google.com/.
• Keten M., 1995. Çevre Üzerine Radyo Konuşmaları. ÖÇKKB Yayını, Ankara.
• ÖÇKKB, 1993. Özel Çevre Koruma Bölgeleri, Ankara.
• TVKGM, 2011. Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı. Web site: http://www.csb.gov.tr/gm/tabiat/.
• Yazıcı E., 2007. Özel Çevre Koruma Bölgelerinde Turizm Baskısı ve Datça- Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgesi için Turizm Yönetim Önerisi,
İstanbul.
227
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
LOCAL PUBLIC AWARENESS IN THE AREA OF SPECIAL
ENVIRONMENTAL PROTECTION:
ÇANAKKALE EXAMPLE OF THE GULF OF SAROS
Assoc. Prof. Dr. Tülay CENGİZ
Çanakkale Onsekiz Mart University, Faculty of Architecture and Design, Department of Landscape Architecture
Landscape Architecture Kerem YILDIZ
Sakarya Hendek Municipality, Science Affairs Directorate
Special Environmental Protection Areas (SEPA) are protection areas which have ecological importance world-wide and show unity in terms of
natural and cultural values. For to leave intact, healty, clean environment to future generations, for to ensure sustainable development and
get a share enough in the world tourism, which is valuable in this context and is considered to be SEPA areas that require special protection.
Saros Bay in the province of Çanakkale in 2010 by the decision of the Council of Ministers has been declared as SEPA. Gulf, in terms of marine
life embodies a unique value. Especially due to the self-cleaning feature is considered to be one of the few seas in the world. As is known,
many areas in our country, are considered as protected areas established for different purposes. However, the local community has been
excluded of these concepts in decisions received. Local people which haven’t been informed about protection concept are having variety of
problems.
This is one of the places experiencing problems, the Gulf of Saros has been the subject of this study as a SEPA. To inform the local population
and to create awareness about SEPA are the aims of this study. For this reason, as a priority, the local community were asked questions
about where they live and the importance of the area for the protection of why. Then, a seminar was given on the importance of the concept
of protection. After the seminar the participants were measured variation in the level of awareness by asking the same questions again.
As a result of research, in the Saros SEPA, it has been identified that the awareness of the local population and the level of consciousness
about the subject of protection is relatively increased. Before the information, while the 64% of respondents knows the Gulf of Saros
as SEPA, this proportion increased to 92% after the information has reached. Only 12% of participants were aware of the reason for the
selection of the Gulf of Saros as SEPA, after the information reached it became 52%. Participants’ satisfaction about the election of SEPA
area was 28%, this rate increased to 44% after information.
Although it has been a long time after the declaration of the field as SEPA, the local people hasn’t been informed about the concept of
protection. This has caused of the public not to assimilate the concept of protection. As a result, statistics have shown that the information
provided in conjunction with meetings of the local public institutions and scientists continuously carried out in certain periods, will enable
the creation of full awareness.
Keywords: SEPA, Gulf of Saros, awareness of the local population, nature conservation
Introduction
In a globalizing world, environmental problems at the end of the 20th century, has reached threatening dimensions for the humankind,
the search for solutions to the problems has been at the top rank of the world agenda. With this perspective, almost every environmental
protection work carried out in the international arena, “Sustainable Development” and “Participation” principles are discussed in two basic
concepts for the solution. Environmental protection policies are based on management approach that encompasses these two concepts.
Target new model, is defined as sustainable environmental management which aimed the public to participate in. In Turkey, While living the
processes of economic growth and openness to the world , the country’s natural and historical values more and more has been damaged
229
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
by the day. This has been drawn attention to the importance of the concept of ‘’protection’’. Protection has become requirement for the
sustainability of the natural and historical values that damaged or extinct while the intervene in order to protect has become a social
responsibility.
Special Environmental Protection Areas (SEPA) are protection areas which have ecological importance world-wide and show unity in terms of
natural and cultural values. For to leave intact, healty, clean environment to future generations, for to ensure sustainable development and
get a share enough in the world tourism, which is valuable in this context and is considered to be SEPA areas that require special protection.
(Anonymous, 2013; ÖÇKKB, 1993). There are two basic format of SEPA’s in Turkey. First, the commitments arising from international
agreements, the latter is responsibilities that arising from the country’s own national legislation (Keten, 1995). Convention on the Protection
of the Mediterranean Sea against Pollution and the Convention on the Conservation of European Wildlife and Natural Habitats, were effective
in the creation of SEPA in Turkey.
However, the local community has been excluded of these concepts in decisions received. Local people which haven’t been informed about
protection concept are having variety of problems. This is one of the places experiencing problems, the Gulf of Saros has been the subject of
this study as a SEPA. To inform the local population and to create awareness about SEPA are the aims of this study.
Materials and Methods
The Gulf of Saros which is the study subject was used as the main material. Gulf of Saros, in 12.22.2010, has been determined and declared as
SEPA by the Council of Ministers. Of the Gulf of Saros and its coasts, geomorphological, landscape, ecological, floristic, biogenetic and tourist
properties have been declared as SEPA in order to protect intact (Figure 1).
Figure 1. Boundaries and settlements of the Gulf of Saros SEPA (Google Earth, 2011)
Gulf of Saros hosts, 144 species of fish, 78 species of marine plants and 34 species of sponges. The zone has full of underwater flora and
is an important area for those interested in underwater activities. Due to containing rich varieties of fish, in marine biologists and among
diving enthusiasts, gulf is classified as a natural aquarium. In the Gulf region, the Mediterranean-type climate prevails. The highest point in
the basin is Koru Mountain which is located at the end point on north-northeast of the gulf (385 m). The only river that feeds the basin is
Kavak creek. The Gulf of Saros is one of the most salty sections of the Aegean Sea which shows complex eddies. This is due to streams, is a
self-cleaning bay. It’s suggested that the gulf is one of the five self-cleaning bays. Because of nutrient salt brought by the rivers and waters
with high oxygen content, the gulf is rich for sea species. (TVKGM, 2011).
230
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Method
To inform the local population and to create awareness about SEPA are the aims of this study. For this reason, the meeting was held as
a priority (Figure 2 and Figure 3). 60 people (with their village headmen) living in four village and two town within the boundaries of the
Gulf of Saros SEPA participated in the meeting. During the meeting, the local community were asked about why their living area was under
protection and what was its importance. Then, a seminar was given on the importance of the concept of protection. After the seminar the
participants were measured variation in the level of awareness by asking the same questions again. Two different types of questions which
were closed-ended and semi-standard (open-ended) asked in the survey. The total number of questions is 16. In addition, mutual exchange
of information in the form of an interview were made at the end of the seminar. The survey questions were composed of two different parts
as subjective (personal) questions and asked questions in order to gain knowledge about the Gulf of Saros SEPA.
Figure 2. An image from the meeting in the Güneyli village (Orijinal 2011)
Figure 3. An image from the meeting in the Koruköy village (Orijinal 2011)
231
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Findings and Discussion
As a result of the meeting with the local population, evaluating the survey analysis, the following data has been reached. When the personal
information evaluated, 80% of participants are men and 20% of participants are female in the seminar (Figure 4). Men showed more
participation in the seminar. The difference between the number of male and female participants in this study, suggest that the importance
given to women in rural areas should be increased reveals.
Figure 4. Gender distribution
40% of the participants, are retired group. Farmer’s 20%, trades 16% and 12% of civil servants participated. Due to being rural properties of
residential areas in the SEPA, the majority of the group were the retired and farmers (Figure 5). Job profile shows that the local community
can support the participation of educational activities.
Figure 5. Occupation distribution
The majority of 36% of the respondents are in the age group 61 and over. 31-40, 41-50 and 51-60 age groups ratio are respectively 12%, 24%
and 28%. Possible to say that the average age of participants are middle-aged and older (Figure 6). Being of participants’ age group high,
was effected on the results of the seminar. With age, decreased perception is reflected in the survey results. In the next training seminars,
taking into account this feature, the terminology used in the seminar can be easier.
232
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Figure 6. Age distribution
The majority of participants have come from (Figure 7) Güneyli (36%) and Koruköy (24%) settlements. Other participants are from Bolayir
(8%) town, Kavakköy (12%) village, Ocaklı (12%) village, Yeniköy (4%) village, and 4% of participants are from other placements. The other
group (4%), refers to participants from the region surrounding settlements. This participation rate shows the sensitivity of settlements to
protect the environment. Training activities to be performed later in less sensitive villages, may be beneficial.
Figure 7. Distribution by location
60% primary school graduates, 16% high school graduates and 24% college graduates were participated. From the survey results,
it is understood that the participants concentrated level of education at primary level (Figure 8). Education and awareness are parallel
phenomena. In the field of research, due to the low degree of education, local people may need to be informed much more.
233
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Figure 8. Educational status
Most of the participants are in 851-1500 TL (40%) and 0-850 TL (36%) income group. The survey results show that the income status of the
participants focused on the minimum wage and over (Figure 9). The concept of the economy and protection can be sometimes contradictive.
In this sense, the economic contribution of protection in the long-term should be transferred to the local community as a priority.
Figure 9. Income distribution
All of the participants continue living in the their current settlements since 10 years (Figure 10). Sufficient time on the formation of the
concept of belonging is seen in the area of research has passed. Adopting the field, for the sustainability of the concept of conservation is
an important element.
234
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Figure 10. Living time on placement
Measuring Awareness in the Gulf of Saros
In this section, the questions were answered by the participants both before and after the seminar, so that after information has given the
awareness could be evaluated.
The participants were asked what it means to the concept of SEPA. Before the presentation, while the share of respondents who know
the meaning of SEPA was of 24%, after the presentation, this ratio was increased to 52%. On those who are not knowledgeable about the
concept, it has been observed a reduction by half (Figure 11).
Figure 11. Distribution about the meaning of SEPA
Before the presentation, 64% of respondents were aware of the Gulf of Saros has been selected as SEPA, after the presentation this ratio
has reached to 92% (Figure 12).
235
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Figure 12. Distiribution on knowing the Gulf of Saros as SEPA
Before the presentation, only the 12% of participants have known the reason for the selection of Gulf of Saros as SEPA. After the presentation,
the ratio was 52% and the total has reached the 84% with those who know partially (Figure 13). Prior to the presentation, the reason for the
selection of settlements as SEPA, is seen as unplanned construction by a large part of participants. At the same time, in the islands of the
Gulf of Saros from time to time of shot attempts made by the Turkish Navy, is considered as a reason for selection of the protection zone by
participants. Politically, there are even those who think that they are given as a punishment.
Figure 13. Distribution of the reason for choosing the Gulf of Saros as SEPA
Before the presentation, while 28% of participants were satisfied from SEPA, after the presentation, this rate increased to 44% (Figure 14).
With being SEPA, a new building permit ban brought by the beginning of planning work, it has been very effective on this low rate.
236
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Figure 14. Satisfaction with the election of the Gulf of Saros as SEPA
Before the presentation, 16% of respondents think the SEPA brings the convenience of their own settlements, after the presentation with
participants who shares the same thought partially, this rate increased to 56% (Figure 15). Before the presentation, as a benefit, the
environment will be clean and beautiful opinion is dominant. It is also thought to bring the construction in regularly.
Figure 15. The benefits of being chosen as SEPA
Before the presentation, 48% of respondents thought that the selection of their settlements as SEPA brought difficulty, after the
presentation, this ratio increased to 68% and to 80% with partially attendees (Figure 16). The most mentioned reasons, new construction
ban, interruption of works for a long time and to make a negative contribution to tourism, have been described as the difficulty.
237
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Figure 16. The challenges of being chosen as SEPA
Before the presentation, 36% of respondents know what kind of services have been given to a place selected SEPA. After the presentation,
this ratio reached 56%, and to 92% with partially attendees (Figure 17).
Figure 17. The distribution of what kind of services given to selected places of SEPA
Conclusion And Recommendations
Today, in nature conservation areas and SEPA, initiated studies conducted by government and non-governmental organizations in both
qualitative and quantitative point of view on paper seems more comprehensive. When comes to the natural environment, the same positive
change couldnt be seem. Printer (2007), according to one of the most important causes of this situation is the lack of effective management
planning to ensure continuity of protection. In protected area management plan, information and participation of the local people have been
ignored. Today, in management plans, as the primary focus, local people in protected areas, can not be involved in the process and that
makes many problems in practice. Therefore, conservation efforts may remain incomplete. The main reason of these problems are, very slow
progress in the planning process and delays caused by the departure of the institution recently restructured. For each SEPA to organize in the
local attendance will be able to provide a positive contribution to the regions in terms of operating speed and layout.
In addition, while the research was being done in the Gulf of Saros, various problems have happened. To be the minimum level of knowledge
on the subject of local people, especially during the pre-seminar survey conducted, led to difficulties encountered. In Research field, there
have been surveys made before, but the local people haven’t been informed about the topic. For this reason, the local population, considering
this kind of research is useless, haven’t also showed interest to this study. Due to the area being rural characteristics, the majority of
participants were male. Participation to seminars to be less than the number of necessary, has adversely affected the research.
238
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
As a result, Although it has been a long time after the declaration of the Gulf of Saros as SEPA, the lack of information about any concept of
protection of the local population, has led not to adopt the concept of protection by public. As a result of research, the level of awareness
of local population in the Gulf of Saros SEPA after information given were increased. However, statistics have shown that the desired size of
awareness on the local community couldn’t been reached. To perform information meetings with local government agencies and scientists
in certain periods with more participants, will enable the creation of full awareness.
RESOURCES
• Anonim, 1990. Bazı Alanların Özel Çevre Koruma Bölgesi Olarak Tespit ve İlanı ile Bu alanlarda Uygulanacak Esaslara İlişkin Karar. Resmi
Gazete No: 20702.
• Google Earth, 2011. Web site: http://maps.google.com/
• Keten M., 1995. Çevre Üzerine Radyo Konuşmaları. ÖÇKKB Yayını, Ankara.
• ÖÇKKB, 1993. Özel Çevre Koruma Bölgeleri, Ankara.
• TVKGM, 2011. Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı. Web site: http://www.csb.gov.tr/gm/tabiat/.
• Yazıcı E., 2007. Özel Çevre Koruma Bölgelerinde Turizm Baskısı ve Datça- Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgesi için Turizm Yönetim Önerisi,
İstanbul.
239
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
KONYA KENTİNİN KENTSEL YAYILMA SÜRECİ ÜZERİNE
BİR İNCELEME*
Arş. Gör. Hale AKSEKİ
Selçuk Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Konya
Yrd. Doç. Dr. M. Çağlar MEŞHUR
Selçuk Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Konya.
*Bu çalışma, birinci yazar tarafından ikinci yazarın danışmanlığında üretilen ‘Kentsel Yayılmanın Tarım Arazileri Üzerindeki Etkisi: Konya Kenti
Örneği’ (Selçuk Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Şehir ve Bölge Planlama Anabilim Dalı- Yök tez no: 390763) isimli yüksek lisans tezinin saha
araştırmalarına dayanmaktadır.
ÖZET:
Dünyada, son yıllarda kentleri ve kentleşmeyi etkileyen önemli değişimler yaşanmıştır. Bunlardan ilki hızlı nüfus artışı ve üretim biçimindeki
değişimlerle birlikte kentleşme hızının artmasıdır. Bu durum kentlerde nüfus yığılmasını beraberinde getirmektedir. Kentleşmeyi etkileyen ikinci
değişim, teknolojik ilerlemelerle beraber ulaşım ve inşaat sektörlerindeki gelişmelerdir. Bu gelişmeler kentlerin daha fazla alana yayılmasına
yol açmış ve hemen hemen tüm dünyadaki kentler, çevrelerine doğru genişleme eğilimi göstermiştir. Kentsel yayılma/saçaklanma olarak
adlandırılan bu durum pek çok ekonomik, ekolojik ve sosyal sonuçlar doğurmaktadır. Kentler hava, su ve toprak kirliliğine sebep olmakla
birlikte yarattıkları ısı, enerji, atıklar ve geçirimsiz yüzeyler sebebiyle ekosistemin şartlarını ve doğal döngüleri değiştirmektedir. Ayrıca kentler,
büyük miktarda alan, hammadde ve enerji ihtiyacı ile dünyanın kaynaklarına baskı oluşturmaktadır. Diğer yandan kentsel yayılma sonucu
çevrelerindeki orman alanları, su kaynakları, doğal peyzajlar ve tarım alanlarının da yapılaşmasıyla, tekrar yerine konulamaz bu değerler
yitirilmektedir.
Bu çalışmada, Konya kentinde yaşanan kentsel yayılma sürecine ilişkin bir inceleme yapılmıştır. Dünyadaki gelişmelere koşut olarak Konya
kentinde de, özellikle 1950’li yıllardan sonra hızlı bir kentsel büyüme yaşanmıştır. Ayrıca kentin çevresinde belirgin bir doğal eşik bulunmaması
nedeniyle kent çevresine doğru bir yayılma göstermiştir. Kentin geçmiş yıllara ait hava ve uydu fotoğraflarıyla da bu yayılma gözlenebilmektedir.
Kent, son 50 yılda, nüfus olarak büyük bir artış yaşarken, alan olarak çok daha büyük miktarda büyüme eğilimi göstermiştir. Bu süreçte, hem
otomobil bağımlı bir yerleşme modeli ortaya çıkmış hem de kentin batısındaki ünlü Meram bağları ve yeşil alanlar zamanla yapılaşmış ve büyük
kısmı konut alanına dönüşmüştür. Ayrıca gelecekte, kentin çevresindeki su kaynakları ve baraj gölleri de kentsel yayılmadan etkilenebilecektir.
Diğer yandan kent, verimli tarım arazileri üzerinde kurulmuş ve bu süreçte büyük miktarda tarım toprağı kentleşme nedeniyle yapılaşmıştır.
Dolayısıyla Konya kentinde kentsel yayılma sonucu büyük miktarda doğal kaynak tahrip olmuştur ve olmaktadır. Ekolojik olarak sürdürülebilir
bir yerleşme için kentsel yayılmayı önleyecek, kentleşmeyi doğal kaynaklardan uzak tutacak, daha kompakt bir yerleşme modeliyle birlikte
kayıpları önleyecek politika ve uygulamaların hayata geçirilmesi zorunluluk haline gelmiştir.
Anahtar Kelimeler: Kentsel yayılma; doğal kaynaklar; kentsel yayılmayı önleyici politikalar; Konya.
Kentsel Yayılma/Saçaklanma
Kentleşme tarihinin başlangıcından beri, yayılma kentlerin temel özelliklerinden biri olarak kabul edilmektedir. Tarih boyunca, ekonomik açıdan gelişme
gösteren ve refaha ulaşan kentler, çevrelerine doğru genişleme eğilimi göstermiştir. 20.yy’a gelindiğinde ise kentsel yayılma önemli bir olgu haline
gelmiştir ve yoğunluğu azalarak yayılan kentler, kentsel gelişme açısından önemli bir konuyu oluşturmaktadır (Bruegmann, 2005).
Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren kentler genişlemekte ve metropoliten kentler çevresindeki yerleşmelere doğru yayılmaya devam
etmektedir. Bazı kentsel fonksiyonlar metropoliten kentin sınırının dışında yer seçmeye başlamış, böylece sürekli olmayan, arada boş,
241
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
kullanılmayan alanların bulunduğu, kopuk kopuk bir yerleşim örüntüsü oluşmaya başlamıştır. Kentlerin bu yeni büyüme biçimi ‘kentsel
yayılma(saçaklanma)’ olarak adlandırılmaktadır (Karataş, 2007). Kentsel yayılma, genellikle düşük yoğunluğun hakim olduğu, otomobil
bağımlı ve kentin sınırlarından itibaren çevreye doğru büyüyen bir kentsel gelişme davranışı olarak tanımlanmaktadır (Squires, 2002).
Bu kentsel gelişme içerisinde farklı kentsel kullanımlar (konutlar, ticarethaneler, ofisler, rekreasyon alanları, vb.) birbirlerinden uzakta
konumlanmakta ve büyük alanlar işgal etmektedir (Frumkin ve ark., 2004).
Kentsel yayılmanın bazı temel özellikleri bulunmaktadır. Genel olarak, dağınık biçimde bir gelişmeyle birlikte, ana yollar boyunca ticaret
koridorları oluşmaktadır. Ulaşılabilirliğin zayıfladığı ve arazi kullanımının sıçramalı (kopuk kopuk) bir yerleşme deseni ortaya çıkardığı
görülmektedir. Dolayısıyla zayıf bir toplu ulaşım ve otomobil bağımlı bir yerleşme düzeni oluşmaktadır. Yerleşme yoğunluğunun azalması
ise nüfus artış hızının gerektirdiği alandan daha fazla alan tüketilmesine sebep olmaktadır. Artık kent içerisinde fonksiyonel açık alanlar
bulunmadığı gibi, doğal çevrelerin ve arazi kullanımının parçalandığı, daha fazla enerji tüketildiği ve servisler için maliyet artışlarının yaşandığı
görülmektedir (Barnes ve ark., 2001).
Kentsel yayılma genel olarak iki nedene dayanmaktadır. Bunlar teknolojik gelişmeler (özellikle otomobilin kent yaşamına girmesi) ve
planlama sürecinde kentsel fonksiyonlar için bölgeleme yapılmasıdır (Bruegmann, 2005). Kentsel yayılma olgusu özellikle büyük kentlerin
hızlı gelişimi sonucu ortaya çıkmakla birlikte buna neden olan çeşitli etmenler bulunmaktadır. Bu etmenler kısaca; kent merkezinde yer alan
konutların merkez fonksiyonlarına dönüşmesiyle birlikte üst gelir grubunun konut alanlarını çeperlere taşıması, merkezdeki hava kirliliği, suç
oranı, gürültü oranındaki artış ve açık alan yetersizliği, kent merkezinde arsa arzının sınırlı ve fiyatının çok yüksek olmasıdır. Diğer yandan
konut teknolojisi ve toplu konut sektöründeki gelişmeler, nüfus artışı ve daha büyük konuta olan talepte artış, talebin desentralizasyonu
ile birlikte ticari aktivitelerin desentralizasyonu, tarımsal gelirin, toprağın kentsel kullanıma dönüşümü sonucunda elde edilecek gelire karşı
düşük olması, arsa spekülasyonu, sınırlandırıcı ve etkin, planlama-bölgeleme ve vergilendirme politikalarının oluşturulamaması yayılmayı
oluşturan sebepler arasında sayılmaktadır (Karataş, 2007).
Diğer yandan, kentsel yayılma yüksek standartta bir yaşam biçimi sunmasının yanında bazı olumsuz sonuçlar da getirmektedir. Kentsel
yayılmaya yapılan eleştiriler, açık alanları yok ettiği, doğal peyzaja zarar verdiği, tarım alanlarını tükettiği, maliyetleri yükselttiği, sosyal hayatı
zayıflattığı, toplumsal ayrışmaya sebep olduğu, eşitsizliği arttırdığı, doğal kaynakları tükettiği, kirlilik yarattığı, daha fazla enerji tükettiği ve
çevreye zarar verdiği yönünde birleşmektedir (Bruegmann, 2005 ve Karataş, 2007).
Kentsel yayılmanın ekolojik etkileri
Son yıllarda dünyanın pek çok kentinde görülen kentsel yayılmanın çevresel zararları öne çıkan tartışma konularından biridir. Kentsel
yayılmanın çevresel etkilerini enerji, alan, iklim ve hava, su ve biyolojik çeşitlilik başlıkları altında değerlendirmek mümkündür.
- Enerji: Öncelikle düşük yoğunluklu kentsel yayılma enerji tüketimini arttırmaktadır ve bu durum daha fazla ulaşım ağına gereksinim
duyulmasına neden olmaktadır (Gardner, 2006). Kentsel yayılma sonucu artan otomobil kullanımının enerji tüketimini arttırmasına bağlı
olarak hava kalitesi de değişmektedir. Yayılmanın en çok görüldüğü ülke olan ABD’nin dünya nüfusunun % 5’ini dahi barındırmamasına karşın
dünyanın ulaşım için ürettiği enerjinin üçte birini tüketmesi ifade edilen sorunun somut bir göstergesidir (Cieslewics, 2002).
- Alan: 1960’lardan sonra, kentsel yerleşmeler için, önceki dönemlere göre çok daha fazla alan tüketilmeye başlanmıştır. Kentsel yayılmanın
en önemli etkilerinden birisi çevresindeki orman alanları, doğal peyzajlar, su kaynakları ve tarım alanlarının yapılaşarak üretkenliklerini
yitirmesiyle sonuçlanmaktadır (Gardner, 2006). Dünyada kentsel yayılma sonucu yapılaşmaya açılan alanlar, öncelikle kentlerin çevresindeki
tarım alanlarıdır. Gıda üretiminin devamını sağlayan, kentin kendi kendini besleme kapasitesini yükselten dolayısıyla kentlerin ekolojik ayak
izini düşüren tarım alanları, kentlerin çevresinde açık alan oluşturarak ve alt gelir grubuna iş imkanı sağlayarak ekonomik açıdan da önemli
katkılar sağlamaktadır. Yapılaşmaya açılan tarım toprakları tekrar yerine konulamaz kaynakların başında gelmektedir. Diğer yandan kentlerin
çevresindeki orman alanları da su döngüsünün devamını sağlayarak, iklim dengesini koruyarak ve kentlerin ortaya çıkardığı karbondioksiti
emerek ve yerine oksijen üreterek yaşamın devamı için önemli görevler üstlenmektedir. Benzer biçimde su kaynakları da insanların temel
ihtiyacı olan suyun teminini sağlamakla birlikte havadaki nem oranını dengelemektedir. Ancak tüm bu kaynaklar hızlı kentleşme sonucu ya
yok olmakta ya da kentsel faaliyetler sonucu kirlenmektedir.
242
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
- İklim ve Hava: Kentsel yayılma otomobil kullanımını arttırdığı için sera gazı salınımının ve fosil yakıt tüketiminin yükselmesine neden
olmaktadır. Buna bağlı olarak hava kalitesi bozulmakta ve iklim değişime uğramaktadır. (Cieslewics, 2002 ve Gardner, 2006).
- Su: Kentsel yayılma suyun teminini farklı yönlerden etkilemektedir. Öncelikle düşük yoğunluklu yerleşmelerde bahçe sulama için gereken
su, su tüketimini ciddi biçimde arttırmaktadır. Ayrıca, temiz suyun kaynağı olan orman alanlarının yayılma sonucu yerleşim alanına
dönüşmesi sonucu su kalitesi bozulmaktadır (Gardner, 2006). Diğer yandan, otomobil kullanımının artmasına bağlı olarak daha fazla yüzeyin
asfaltlanması, su döngüsü için gerekli geçirimli yüzeylerin azalmasına neden olmaktadır (Cieslewics, 2002).
- Biyolojik çeşitlilik: İnsan yaşamının devam edebilmesi için ormanlar, nehirler, sulak alanlar gibi doğal sistemlerin varlığı gereklidir. Ancak,
kentsel yayılma, kirlilik yaratma ve biyolojik çeşitliliği tehdit etmenin yanında doğal alanların bütünlüğünü bozmakta, suyun ve havanın
filtreleme özelliğini ve karbondioksiti emme kapasitesini düşürmektedir (Gardner, 2006). Burada ortaya çıkan temel sorun, yapılı çevrenin
doğal çevrelere yayılması sonucu doğal bitki örtüsü ve hayvanların yaşam alanının kentsel alana dönüşmesidir (Cieslewics, 2002).
Kentsel yayılmayı önlemeye yönelik politikalar
Kentsel yayılmanın kontrol edilebilmesi için, merkezi ve yerel yönetimler yeni politikalar üretmektedir. Bunun için büyüme kontrol politikaları,
sıklıkla arazi kullanımını düzenleyici araçlar kullanmaktadır.
1.Greenbelt (Yeşil kuşak) uygulaması
Kentleşmenin kontrol edilebilmesi için kullanılan araçlardan biri olan yeşil kuşak uygulamasının tarihi çok eski dönemlere uzanmaktadır
(Bruton ve Nicholson, 1990). Kentsel yayılmayı önlemenin araçlarından biri olan yeşil kuşak uygulaması, kentlerin veya metropoliten alanların
çevresindeki tarım alanları, ormanları ve yeşil alanları içine alan ve kenti sınırlayan bir bölge oluşturmaktadır. Genellikle kalıcı bir bariyer
oluşturmakta ve yapılaşmaya izin vermemekle birlikte bu alanlarda sadece bitki, ağaç ve sebze yetiştirmek, hayvan otlatmak gibi faaliyetlere
izin verilmektedir. Yeşil kuşak uygulamasının görüldüğü ilk kent 1930’larda Londra’dır. Sonraki yıllarda Kanada’da Ottowa, Ontario, Asya’da
Tokyo, Seul ve Bankong ayrıca Berlin, Viyana, Barselona ve Budapeşte gibi pek çok Avrupa kentinde uygulanmıştır (Bengson ve Youn, 2006).
Resim 1: Toronto’da yeşil kuşak alanı
Kaynak:(http://voiceofniagara.files.wordpress.com/2010/03/greenbelt_map-best1.jpg
(Yeşil alanlar, yeşil kuşakları göstermektedir) erişim 10.10.2010
2. Kentsel büyüme sınırı -Urban growth boundary
Kentsel büyüme sınırı, bir bölge oluşturmaktan çok kentsel alanla kırsal alanı ayıran bir sınır çizmektedir. Sınırın dışındaki alanlar kırsal
kullanım, içindeki alanlar ise kentsel faaliyetler için kullanılmaktadır. Kentsel büyüme sınırı uygulaması yeşil kuşaktan farklı olarak, sınırın
243
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
zaman içinde ortaya çıkacak alan ihtiyacına göre esnetilebilmesini sağlamaktadır (Bengson ve Youn,2006).
1973 yılında ABD’de Portland bölgesindeki tüm yerleşmeler için kentsel büyüme sınırlaması zorunluluğu getirilmiştir. Sınır, 20 yıl içinde
kentleşme için gerekli alan hesaplanarak oluşturulmuştur. Bu süreçte, yerel yönetimlerin sınırlarını 5 senelik sürelerle yenilemeleri ve eğer
gerekirse sınırı genişletmeleri gerekmektedir (Pendall vd., 2002). 1979’da belirlenen bu sınırlar, aradan geçen zamana karşın neredeyse hiç
değişikliğe uğramamıştır. Sınır 1.3 milyon insanın yaşadığı 24 kenti kapsamakta ve sınır dışındaki alanda kentsel gelişmeye izin verilmemektedir
(Song,2002).
Harita 1: Portland metropoliten alan, kentsel büyüme sınırı
Kaynak: www.esri.com/news/arcnews, erişim 20.10.2010.
3. Kentsel hizmet sınırı-Urban service areas
Kentsel hizmet sınırlaması, su ve kanalizasyon gibi kentsel servislerin sağlanmayacağı alanın belirlenmesi anlayışına dayanmaktadır. Belirlenen
alana minimum düzeyde kamu hizmetleri götürülerek alanın gelişmesi engellenmektedir. Kentsel hizmet sınırlaması, diğer uygulamalara
kıyasla, genellikle kentsel yayılmanın kontrolünde sınırlı başarı sağlamakta, çünkü politik baskılar zaman zaman sınırın değişmesine sebep
olmaktadır (Bengson ve Youn,2006).
4.İmar hakları transferi
İmar haklarının transferinde metot, bir alandaki gelişme haklarının bir başka alana transfer edilerek ilk alanın korunmasını amaçlamaktadır.
Bu metot sadece tarım arazileri için değil, açık alanların, doğal kaynakların ve tarihsel-kültürel değeri ve potansiyeli yüksek olan alanların
korunması için de kullanılmaktadır (Ayten, 2003).
İmar hakları transferinin amacı, dönüşümü ve korunması gerekli alanlarda, varolan imar hakkı veya imar baskısı altında oluşabilecek
potansiyel imar haklarının, bir başka projeye transferini veya bu hakkın menkul kıymet hakkına dönüşümünü sağlamaktır. Bu yöntem, arsa
sahibinin kendi isteği ile mülkiyet üzerinde var olması gereken, imar hakkını kullanmayıp, bu hakkı, yerel yönetim işbirliği ile serbest piyasa
koşullarında, bir başka projede kullanılmak üzere likite çevirmesi üzerine kurgulanmıştır. Modelde, arsanın yerine, imar haklarının alım ve
satımı söz konusudur. Dünyada kullanılan birinci yöntem, arsasını korumak isteyen arsa sahibinin, başka bir proje kapsamında, imar hakkını
piyasa koşullarında yatırımcıya satmasıdır. İkincisi ise, yerel yönetimlerin imar hakları transferi bankası aracılığıyla bir havuz oluşturulmasıdır.
Yatırımcı, arsa sahipleri ile anlaşarak talebini karşılamak yerine, yerel yönetimlerin oluşturduğu banka aracılığı ile havuzdan taleplerini
karşılamaktadır (Göksu, 2003).
Ancak, kimi zaman, imar planlarında öngörülen teknik ve sosyal altyapı alanlarının kurgusunu bozucu müdahalelerin/değişikliklerin imar hakkı
transferi şeklinde tanımlanmasının tamamen yanlış olduğunu, başka bir ifade ile imar hakkı transferinin, belirli bir bölgede kısıtlanan imar
haklarının, planlarda yeşil alan ya da diğer kamusal hizmetler için ayrılmış alanların, konut veya ticaret işlevine dönüştürülerek karşılanması
olmadığını; yöntemin temelde kısıtlanan imar haklarının yapılaşmaya açılan sahalardan karşılanarak imar planlarından elde edilen kazançlar
arasında bir denge/adalet sağlama süreci olduğunu vurgulamakta yarar vardır.
244
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Konya kentinde kentsel yayılmanın çevresel sonuçları
Anadolu’nun en eski yerleşmelerinden biri olan Konya kenti, Türkiye’nin hızlı büyüyen yerleşmelerinden biridir. Kentte özellikle 1950’lerden
sonra hızlı bir nüfus artışı yaşanmıştır ve halen yaşanmaktadır. Bu süreçte, çevresinde belirgin bir doğal eşik bulunmaması nedeniyle, kent
çevresine doğru geniş bir yayılma göstermiştir. 1950 yılında 64.434 olan kent nüfusu 1970’de 200.760 ve 1990’da 513.346’ya ulaşmıştır (Aru,
1998). Kent merkezi nüfusu 2010 yılı verilerine göre 1.003.373’dür.
Konya kenti verimli tarım toprakları üzerinde, ünlü Meram bağlarının ve kentin su ihtiyacını karşılayan iki baraj gölünün doğusunda
konumlanmaktadır. Ancak kentsel yayılma sonucu büyük miktarda tarım toprağı yapılaşmış ve Meram bağlarının neredeyse tamamı kent
içerisinde kalarak konut alanına dönüşmüştür. Büyük kısmı ağaçlık alan olan ve 1970’lerde parsellenmiş tarım alanlarından oluşan bu
alan, günümüzde konut alanı olarak kullanılmaktadır. Diğer yandan kentsel alan, batıdaki baraj göllerine de yaklaşmaktadır. Konya kentsel
alanındaki bu büyüme, kentsel yayılmanın tipik özelliklerini yansıtmaktadır. 1970’lerden sonra kent kuzeye doğru sıçramalı bir gelişme
göstermiştir. Kuzeyde üniversite, terminal, sanayi alanı gibi kentsel fonksiyonlar yer almaktadır. Zamanla aradaki boş alanlar yapılaşmış
ayrıca kent bütününde yapı yoğunluğu azalmıştır. Dolayısıyla kent artık daha düşük yoğunlukta olmak üzere daha büyük alan kaplamaktadır.
Harita 2: 1950, Konya Kentsel Yayılma Alanı
Harita 3: 1973, Konya, Kentsel Yayılma alanı
Harita 4: 2003, Konya, Kentsel Yayılma Alanı Harita 5: 2013, Konya, Kentsel Yayılma alanı
Verimli tarım toprakları (1,2,3 ve 4. sınıf)
Kentsel alan
Kaynak: Akseki, 2011 (Büyükşehir Belediyesi Arşivi, 1973 yılı hava fotoğrafı, 2003 yılı uydu fotoğrafı, Anonim 1992 ve 2013 Google
uydu görüntüsünden faydalanılmıştır.)
245
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Konya kentinde 1966 yılından itibaren üretilen planlarla kentin güneyindeki verimli tarım topraklarını koruma adına kentin gelişimi kuzeye
yönlendirilmiştir. Ancak tarım topraklarının kentsel baskıya direnebilmesine yönelik ekonomik politikaların ve araçların yeterli düzeyde
üretilememesi nedeniyle büyük miktarda tarım toprağı yapılaşmıştır.
Arazi kullanım Biçimi
1946 planı
1966 planı
1983 planı 1999 planı
Yerleşme Büyüklüğü (ha)
816
2.378
12.850
29.052
Plan Öneri Konut Alanları (ha) 534
1.867
8.506
16.610
Plan Projeksiyon nüfusu
75.000
350.000
1.300.000 1.800.000
Gerçekleşen nüfus
150.000
550.000
700.000
-
Yoğunluk (kişi/ha)
140
190
153
105
Kaynak: Yenice, 2005
Tablo incelendiğinde 1966 planıyla ortaya çıkan kentsel alanın 1983 yılına kadar %191 oranında arttığı, kentsel nüfusun ise %266 oranında
arttığı görülmektedir. 1983 planıyla başlayan ve 1999 kadar olan dönemde kentsel alan %440 artış gösterirken, kentsel nüfus artışı %27
oranında kalmıştır. Dolayısıyla, kentin planlar aracılığıyla nüfus artışının çok üzerinde yayılma göstermesi, kentsel yoğunlukları azaltmış ve
kent otomobil bağımlılığı hale gelmiştir.
Bulgular
Ekolojik olarak sürdürülebilir bir yerleşme için kentsel yayılmayı önleyecek, kentleşmeyi doğal kaynaklardan uzak tutacak, daha kompakt bir
yerleşme modeliyle birlikte kayıpları önleyecek politika ve uygulamaların hayata geçirilmesi zorunluluk haline gelmiştir. Kentlerin çevresindeki
doğal kaynakların ekonomik değeri kentsel gelişmeyle rekabet edemeyecek durumda olduğundan, bu alanlar için oluşabilecek imar haklarının
başka kanallardan telafi edilme olanaklarının araştırılması gerekmektedir. Ne var ki, yukarıda bahsedilen kentsel yayılmayı önleyici uygulama
ve politikaların henüz ülkemizde uygulandığını söylemek güçtür. Konya kentinin yaşadığı gelişme sürecinde tecrübe edildiği gibi, kentin
çevresindeki doğal kaynakların korunabilmesi için sadece fiziksel sınırların belirlenmesi ya da bu alanların planlarda korunacak bölgeler olarak
gösterilmesi yeterli olmamaktadır. Bu kaynakların sürdürülebilir bir biçimde kullanılması ve varlığını sürdürebilmesi için çok yönlü politikaların
geliştirilmesi gerekmektedir.
Ayrıca, 20 Kasım 2012 tarihinde yasalaşan (Kanun no:6360) ve (Konya kenti de dâhil olmak üzere) büyükşehir belediyesi statüsüne sahip
bazı kentlerin mücavir alanlarının, il mülki sınırı ile çakıştırılmasını öngören düzenleme de bu tartışma açısından önemlidir. Kırsal nitelikli
birçok yerleşme ile birlikte tarımsal faaliyetlerin sürdürüldüğü sahaların belediye mücavir alanı kapsamına alınmasının, Türkiye’nin özellikle
son çeyrek yüzyılda yaşadığı süreç dikkate alındığında, bu alanlar üzerinde ciddi bir yapılaşma baskısı ortaya çıkacağı, bu anlamda, verimli
tarım topraklarının korunması adına çalışma kapsamında değinilen politikalara her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulacağı gözden uzak
tutulmamalıdır.
Kaynaklar
• Akseki, H., 2011, Kentsel Yayılmanın Tarım Arazileri Üzerindeki Etkisi: Konya Kenti Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi,
Fen Bilimleri Enstitüsü.
• Anonim, 1992, Konya İli Arazi Varlığı, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ankara.
Aru, K.A., 1998, Türk kenti, Yem Yayınları, İstanbul.
• Ayten, A. M.,2003, İmar (Gelişme) hakkı transferi kavramı ve bu kavramın uygulanmasına dair örnekler, 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 27.
Kolokyumu, Şehircilikte Reform, TMMOB Şehir Plancıları Odası, Ankara, s: 211-226.
• Barnes, K.B., Morgan, J.M., Roberge, M.C., Lowe, S., Sprawl development, ıts patterns, consequences and measurement, Center for
246
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
geographic ınformation sciences, Towson university.
Bengson, D.N., Youn, Y. C., 2006, Urban containment policies and the protection of natural areas: The case of Seoul’s greenbelt. Ecology
and society, 11(1): 3. http://www.ecologyandsociety.org/vol11/ıss1/art3/ [Ziyaret Tarihi: 20.10.2010]
Bruegmann, R., 2005, Sprawl: a compact history. The university of Chicago Press, Chicago.
Bruton, M, Nicholson, D., 1990, Local planning in practice, Routledge press, New York.
Cieslewicz, D.J., 2002, The environmental impacts of sprawl, Urban sprawl: Causes, consequences& policy responses, The urban institute
press, Washington.
Frumkin, H., Frank, L., Jackson, R., 2004, Urban sprawl and public health, Island press, Washington.
Gardner, S., 2006, The impact of sprawl on the environment and human health, Urban sprawl a comprehensive reference guide, Greenwood
press, USA.
Göksu, A.F., 2003, Kent planlamada yenilikçi uygulama araçları, 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 27. Kolokyumu, Şehircilikte Reform, TMMOB
Şehir Plancıları Odası, Ankara, s:199-209.
Karataş, N, 2007, İzmir’deki şehirsel saçaklanma eğilimlerinin Torbalı-Ayrancılar’da arazi sahipliliği el değişim süreçlerine etkileri, TMMOB
Şehir Plancıları Odası Planlama Dergisi, 2007-2, Ankara, s:3-10.
Pendall, R., Martin, J., Fulton, W. 2002. Holding the line: Urban containment in the United States, The Brooking Institution Center on Urban
Metropolitan Policy, http://www.brookings.edu/reports/2002/08metropolitanpolicy_pendall.aspx.[Ziyaret Tarihi: 25.10.2010]
Song, Y.2002. Impacts of Urban Growth Management on Urban Form: A Comparative Study of Portland, Oregon, Orange County, Florida
and Montgomery County, Maryland. http://www.smartgrowth.umd.edu/events/pdf/Song_Paper2.pdf.[Ziyaret Tarihi: 30.10.2010]
Squires, G. D., 2002, Urban sprawl and uneven development of metropolitan America, Urban sprawl: Causes, consequences& policy
responses, The Urban İnstitute Press, Washington.
Yenice, S., 2005, Kentsel Planlama Sürecinde Konya Kent Formunun Gelişimi Üzerine bir Araştırma, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
Selçuk Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü
247
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
A STUDY ON THE URBAN SPRAWL PROCESS IN THE CITY OF
KONYA*
Research. Assist. Hale AKSEKİ
Selçuk University, City and Country Planning Department, Konya
Assist. Prof.M. Çağlar MEŞHUR
Selçuk Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Konya
*This study is based on the case study cited in the master thesis entitled “The Effects of Urban Sprawl on Agricultural Lands: The Example of the City of
Konya” (Selçuk University, Institute of Science, Department of Urban and Regional Planning- YÖK Thesis Number: 390763) written by the first author
in supervision of the second.
Urban Sprawl
From the beginnings of urban history, sprawl has been a persistent feature in cities. Throughout the history, the cities growing economically
have tended to spread outward. By the 20th century, however, urban sprawl has become an important phenomenon and cities expanding
with decreasing density are an important issue in regard to urban development (Bruegmann, 2005).
Starting from the second half of the twentieth century, cities have been expanding and continuing to sprawl toward settlements surrounding
the metropolitans. Some urban functions started to choose areas outside the metropolitan border causing a disconnected and detached form
of settlement with inconsistent, idle and unusued areas to emerge. This new form urban growth is named “urban sprawl” (Karataş, 2007). In
general, urban sprawl is a pattern of urban and metropolitan growth that reflects low-density, automobile-dependent and new development
on the fringe of settled areas (Squires, 2002). In this urban development, different urban utilities (housings, businesses, offices, recreation
areas, etc.) are located away from one another and occupy large areas (Frumkin et al., 2004).
Urban spraw has some basic characteristics. Broadly, commercial corridors are formed along the main roads in consequence of disorganized
development. It is seen that accessibility is weakened and the land use creates a leapfrog (scattered) settlement pattern. Consequently,
there emerges a weakened mass transportation and automobile-dependent settlement layout. Additionally, the decrease in the settlement
density causes the occupation of larger areas than is required by the population growth rate. Not only are there no functional open areas
within the city anymore, but natural environments are also exposed to the pressure of development, more energy is consumed and the costs
for the services increase (Barnes et al., 2001).
Urban sprawl has two major causes. These are technological developments (especially the introduction of automobiles to urban life) and
the implementation of zoning for urban functions in the planning process (Bruegmann, 2005). Urban sprawl is especially due to the rapid
development of major cities which also have certain factors causing it. These factors can be summarized as; transformation of the housings
in the city center into commercial functions causing the high-income group to transfer the housing areas to the peripheral zones; the increase
in the air pollution, crime rates and noise levels and the inadequacy of open spaces; limited land supply and high prices in the city center. On
the other hand, the developments in the housing technology and mass housing industry, population growth and the increase in demand of
larger housing, decentralization of urban functions, agricultural income being less than the income to be gained as a result of the conversion
of agricultural land to urban use, land speculation, the lack of restrictive and efficient planning-zoning and taxation policies are among the
causes of sprawl (Karataş, 2007).
249
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
From a different viewpoint, urban sprawl produces certain adverse results besides providing a higher standard of living. The basic motives
underlying the criticism directed at urban sprawl are that it destroys the open spaces and natural landscapes. By increasing population,
sprawl uses up all natural resources and agricultural lands. Also it increases infrastructure costs for settlement. In addition to these, sprawl
weakens social life, causes social segregation and promotes inequality. And ecologically it causes pollution, consumes more energy and gives
harm to the environment (Bruegmann, 2005 and Karataş, 2007).
The ecological effects of urban sprawl
Environmental effects of urban sprawl is an important issue discussed in the world. It is possible to classify the environmental effects of
urban sprawl under such headings as energy, space, climate and air, water and biodiversity.
-Energy: Low-density urban sprawl increases energy consumption causing a need for a larger transportation network (Gardner, 2006).
Air quality also changes depending on the increase in the energy consumption caused by increased automobile use due to urban sprawl.
Although the USA, where urban sprawl is observed on the highest level, with not quite 5 percent of the world’s population, consumes onethird of its transport energy (Cieslewics, 2002).
-Land : From the 1960s on, more space has been used for urban settlements than was used earlier. One of the most significant effects of urban
sprawl is that it damages the surrounding forest areas, natural landscape, water resources and agricultural areas (Gardner, 2006). Urbanized
areas as a result of urban sprawl are primarily the agricultural areas surrounding the cities. Agricultural areas ensuring the continuity of food
production, increasing the self-sufficiency of the city and therefore reducing the ecological footprint of the city. They have also a significant
economic function. Agricultural lands are among the major irrreplaceable resources. On the other hand, the forest land surrounding the cities
are significant in that they ensure the continuity of the water cycle, protect the climactic balance and absorb the carbondioxide generated by
the cities. Similarly, water resources balances the humidity in the air providing the required amount of water for people. However, all of these
resources either disappear due to rapid urbanization or become polluted due to urban activities.
-Climate and Air: As urban sprawl increases automobile use, it causes greenhouse gas emission and fossil fuel consumption to increase. The
air quality is reduced and the climactic conditions change accordingly (Cieslewics, 2002 and Gardner, 2006).
-Water: Urban sprawl affects the provision of water in different aspects. Firstly, water required for garden irrigation in low-density settlements
increases water consumption substantially. In addition, the water quality is impaired due to the transformation of forest areas with fresh
water to settlement areas as a result of urban sprawl (Gardner, 2006). On the other hand, the asphalting of larger surfaces due to the
increase in automobile use causes the impermeable surfaces required for the water cycle to decrease (Cieslewics, 2002).
-Biodiversity: The presence of natural systems such as forests, rivers and wetland areas is essential for the continuation of human life.
However, in addition to causing pollution and threatening biodiversity, urban sprawl also disrupts the integrity of natural areas and reduces
the capacity of water and air to filter and absorb carbondioxide (Gardner, 2006). The main issue here is the transformation of natural flora
and habitats to urban areas due to the sprawl of built environment into natural environment (Cieslewics, 2002).
Policies for prevention of urban sprawl
Central and local governments introduce new policies to regulate urban sprawl Therefore, growth control policies often use tools for regulating
the land use.
1. Implementation of Green Belt
The Green Belt practice which is one of the tools used for controlling urbanization goes back to very old times (Bruton and Nicholson, 1990).
The Green Belt practice is the formation of a zone covering the agricultural areas, forests and green zones surrounding the cities and limiting
the city. In these areas where no built environment is present, only the raising of plants, trees and vegetables and feeding of animals is
allowed. The first city to have put the Green Belt into practice was London in 1930s. In later years, the practice was adopted in Ottowa and
Ontario in Canada, in Tokyo, Seoul and Bangkok in Asia and in Berlin, Vienna, Barcelona and Budapest in Europe (Bengson and Youn, 2006).
250
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Picture 1: Green Belt in Toronto
Source:(http://voiceofniagara.files.wordpress.com/2010/03/greenbelt_map-best1.jpg, 10.10.2010
2. Urban growth boundary
The urban growth boundary is intended for determining a boundary separating the urban area from the rural area. The areas outside the
boundary are used for rural purposes while the areas inside are used for urban activities. Unlike Green Belt, the practice of urban growth
boundary allows flexibity for bending the rules depending on the needs to emerge in the future (Bengson and Youn, 2006).
In 1973, it was made compulsory to limit urban growth for all settlements in Portland. The boundary was based on the calculations made for
the amount of area required for urbanization for the next 20 years. In this process, local governments are required to renew their boundaries
for a period of 5 years and, if necessary, expand their boundaries (Pendall et al., 2002). These boundaries laid out in 1979 have undergone
almost no change during that long period of time. The boundary covers 24 cities inhabited by 1.3 million people and no urban development
is allowed outside the boundary (Song, 2002).
Map 1: Portland metropolitan land, urban growth boundary
Source: www.esri.com/news/arcnews, 20.10.2010.
251
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
3. Urban service areas
Urban service limitation is based on determining the areas where urban services such as water and sewerage will not be provided. The
specified area is provided with a minimum level of utilities to prevent the area from developing. In general, the urban service boundary
provides limited success in controlling urban sprawl compared to other practices, because political pressure from time to time forces the
boundary to change (Bengson and Youn, 2006).
4. Transfer of development rights
The objective of the transfer of development rights is to transfer the development rights in a certain area to another one, thus protecting
the first area. This method can not only be used for agricultural land, but also to protect the open spaces, natural resources and historicallyculturally valuable areas (Ayten, 2003).
This method is designed in a manner that the land owner chooses not to use the development rights on the property which is supposed
to be his/her and liquidates it to be used in another project in free market in cooperation with the local government. In this model, the
development rights are bought and sold instead of the land itself. The first method to have ever been used in the world is the landowner
wishing to protect his or her land selling his or her development rights to the investor within the scope of another project under market
conditions. The second one is the formation of a pool by the local governments through a bank of development rights transfers. The investor
satisfies its demands from the pool through the bank formed by the local governments instead of signing contracts with the landowners
themselves (Göksu, 2003).
The process of urban sprawl in the city of Konya
One of the earliest settlements in Anatolia, the city of Konya is currently one of the most rapidly developing settlements in Turkey. There
has been a rapid population growth in the city especially after the 1950s and still continues. In this process, as there is no specific natural
threshold, the city has tended to spread outwardly. The population of the city rose from 64.434 in 1950 to 200.760 in 1970 and reached
513.416 in 1990 (Aru, 1998). The population in the city center is 1.003.373 based on 2010 data.
The city of Konya is situated on fertile agricultural land, in the east of the renowned Meram vineyards and the two dam lakes supplying water
to the city. However, a large amount of agricultural land has been urbanized and almost the entirety of Meram vineyards has turned into a
housing area remaining within the city. This area, the greatest part of which consists of trees and agricultural areas divided up into plots in
the 1970s is currently used as a housing area. On the other hand, the urban area is getting closer to the dam lakes on the west. This growth
in the urban area of Konya reflect the typical characteristics of urban sprawl. After the 1970s, the city made a leapfrog development toward
the north. Urban functions such as universities, bus terminal, industrial areas are situated in the north. In time, idle spaces in between have
become built areas and the building density throughout the city has decreased. Consequently, the city covers a wider area with lower density.
252
Map 2: 1950, Konya, Urban Sprawl
Map 3: 1973, Konya, Urban Sprawl
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Map 4: 2003, Konya, Urban Sprawl
Map 5: 2013, Konya, Urban Sprawl
Fertile agricultural lands
Urban land
Source: Akseki, 2011 (Metropolitan Municipality Archives, air photograph taken in 1973, satellite image taken in 2003, anonymous
photograph taken in 1992 and Google satellite image from 2003 were used.)
The plans having been laid out since 1966 in the city of Konya have been aimed at an urban development toward the north in order to
preserve the fertile agricultural lands in the south. However, a large amount of agricultural land has been built on because of the fact that
economic policies and tools to help the agricultural land to resist urban pressure haven’t been produced sufficiently.
Mode of use of the land
1946 plan
1966 plan
1983 plan
1999 plan
Size of Settlement (ha)
816
2.378
12.850
29.052
Proposed Housing Areas For the Plan (ha) 534
1.867
8.506
16.610
Projected Plan Population
75.000
350.000
1.300.000 1.800.000
Realized population
150.000
550.000
700.000
-
Density (person/ha)
140
190
153
105
Source: Yenice,2005
Upon examination of the table, it is clearly seen that the urban area which emerged under 1966 plan increased by 191% by 1983, and the
urban population has increased by 266%. In the years 1983-1999, the urban area shows an increase of 440%, and the urban population
growth remained at 27%. Consequently, urban density has decreased and the city has become automobile-dependent as there has been a
urban sprawl above the population growth projected in the plans.
Findings
There is a need for policies and practices which will prevent urban sprawl and keep urbanization away from natural resources in order
to create sustainable settlements. As this economic value of natural resources surrounding the city is in no position to compete with
urban development, the possible solutions to compensate the development rights with other tools must be investigated. However, it is
not possible to say that the above policies and practices for prevention of urban sprawl are being implemented in Turkey. As experienced in
the development process of the city of Konya, it is not enough merely to determine the physical boundaries or to specify these areas to be
preserved in the plans for the protection of the natural resources surrounding the city. Multi-dimensional policies must be developed in order
to utilize these resources in a sustainable way and to preserve them.
253
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
References
• Akseki, H., 2011, Kentsel Yayılmanın Tarım Arazileri Üzerindeki Etkisi: Konya Kenti Örneği, (The Effects of Urban Sprawl on Agricultural
Lands: The Example of the City of Konya), Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, (Master Thesis, Selçuk University,
Institute of Science), Konya (in Turkish).
• Anonymous, 1992, Konya İli Arazi Varlığı, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ankara.
• Aru, K.A., 1998, Türk kenti,(Turkish City) Yem Yayınları,(Yem Press) İstanbul.
• Ayten, A. M.,2003, İmar (Gelişme) hakkı transferi kavramı ve bu kavramın uygulanmasına dair örnekler, 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 27.
Kolokyumu, Şehircilikte Reform, TMMOB Şehir Plancıları Odası, (The Chamber of City Planners), Ankara, s: 211-226(in Turkish).
• Barnes, K.B., Morgan, J.M., Roberge, M.C., Lowe, S., Sprawl development, ıts patterns, consequences and measurement, Center for
geographic ınformation sciences, Towson university.
• Bengson, D.N., Youn, Y. C., 2006, Urban containment policies and the protection of natural areas: The case of Seoul’s greenbelt. Ecology
and society, 11(1): 3. http://www.ecologyandsociety.org/vol11/ıss1/art3/ [Ziyaret Tarihi: 20.10.2010]
• Bruegmann, R., 2005, Sprawl: a compact history. The university of Chicago Press, Chicago.
• Bruton, M, Nicholson, D., 1990, Local planning in practice, Routledge press, New York.
• Cieslewicz, D.J., 2002, The environmental impacts of sprawl, Urban sprawl: Causes, consequences& policy responses, The urban institute
press, Washington.
• Frumkin, H., Frank, L., Jackson, R., 2004, Urban sprawl and public health, Island press, Washington.
• Gardner, S., 2006, The impact of sprawl on the environment and human health, Urban sprawl a comprehensive reference guide,
Greenwood press, USA.
• Göksu, A.F., 2003, Kent planlamada yenilikçi uygulama araçları, 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 27. Kolokyumu, Şehircilikte Reform,
TMMOB Şehir Plancıları Odası (The Chamber of City Planners),Planlama (Plannnig), Ankara, s:199-209(in Turkish).
• Karataş, N, 2007, İzmir’deki şehirsel saçaklanma eğilimlerinin Torbalı-Ayrancılar’da arazi sahipliliği el değişim süreçlerine etkileri,
TMMOB Şehir Plancıları Odası (The Chamber of City Planners),Planlama (Plannnig), 2007-2, Ankara, s:3-10 (in Turkish).
• Pendall, R., Martin, J., Fulton, W. 2002. Holding the line: Urban containment in the United States, The Brooking Institution Center on Urban
Metropolitan Policy, http://www.brookings.edu/reports/2002/08metropolitanpolicy_pendall.aspx.[Ziyaret Tarihi: 25.10.2010]
• Song, Y.2002. Impacts of Urban Growth Management on Urban Form: A Comparative Study of Portland, Oregon, Orange County, Florida
and Montgomery County, Maryland. http://www.smartgrowth.umd.edu/events/pdf/Song_Paper2.pdf.[Ziyaret Tarihi: 30.10.2010]
• Squires, G. D., 2002, Urban sprawl and uneven development of metropolitan America, Urban sprawl: Causes, consequences& policy
responses, The Urban İnstitute Press, Washington.
• Yenice, S., 2005, Kentsel Planlama Sürecinde Konya Kent Formunun Gelişimi Üzerine bir Araştırma, (A study on the development of urban
form in planning process; The case of Konya) Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, (Master Thesis,
Selçuk University, Institute of Science), Konya (in Turkish).
254
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
EKOLOJİK BİR ÇÖZÜM OLARAK TARIMSAL ATIKLARIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Yrd. Doç. Dr. Çiğdem TEKİN
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
Öğr. Gör. C. Zeynep OĞUZ
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
ÖZET:
Kent havasını etkileyen sebeplerden biri yapı malzemesi üretim sürecidir. Malzemelerin üretimi sırasında harcanan enerji ve etrafa salınan
CO2 miktarı önemli ölçüde çevre koşullarını etkilemektedir. Bu nedenle üretimde kaynak kullanımını ve çevreye salınan zararlı gaz miktarını
azaltabilmek için, farklı kaynakların bulunması gerekmektedir. Bu amaçla, Türkiye’de yıllık olarak yüksek oranda elde edilen tarımsal atıklar
kullanılabilir.
Türkiye’de tarla bitkileri üretimi sonucunda büyük bir miktarda tarımsal atık ortaya çıkmaktadır. Her yıl 38 milyon 220 bin ton miktarında
organik atık oluşmasına rağmen, bu atıklar herhangi bir şekilde değerlendirilmeyip ya anız olarak yakılarak ya da çöp alanlarına atılarak
yok edilmektedir. Her iki durumda da atıkların yok edilme şekilleri ekolojiyi büyük ölçüde etkilemektedir. Tarımsal atıkların yapı malzemesi
üretiminde kaynak olarak kullanımı ile iki yönlü iyileşme sağlanabilecektir. Malzeme üretiminde kaynak korunumu ve çevre kirliliğin azalması,
tarımsal atıkların kullanımı ile üreticiye ekonomik olarak iyileşme ve çevre kirliliğinin azaltılması sağlanmış olacaktır. Böylece azalan tarımsal
faaliyetlerin yeniden canlanması ve sürdürülebilirliği, kent havasının temizlenmesi, kaynakların korunması ve ekosistemin sürdürülebilirliği
mümkün olabilecektir. Günümüzde tarım sektörünün önemi azalmasına rağmen, tarımsal üretim faaliyetlerinin sürdürülebilirliğinin
sağlanması, iklimi, toprak verimliliğini üreticiyi ve bağlı bulunduğu yerin havasını olumlu olarak etkileyecektir.
Bu çalışmada, Türkiye’de kaynak korunumu ve çevre sağlığı açısından etkili olan tarımsal faaliyetler sonucunda oluşan atıkların türleri, yapı
malzemesi üretiminde hangi amaçlarla kullanılabileceği belirlenmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Ekoloji, tarımsal atık, geri dönüşüm, malzeme üretimi, çevre kirliliği.
1.GİRİŞ
İnşaat sanayi, enerji hususlarının insani çekişmelerin ve küresel politik/ekonomik istikrarın ön planında yer aldığı dünyada başlıca enerji
tüketicisi olmaya ve çevreyi kirletmeye devam etmektedir [1]. Örneğin, küresel çimento üretimi, atmosferdeki toplam CO2’nin %3.4’ünü
oluşturmaktadır [2]. Bu durum ve yapı malzemesi üretimleri düşünüldüğünde, CO2 ve çevreye yayılan diğer toksik gaz miktarlarını azaltmak
amacıyla, alternatif kaynakların geliştirilmesi yönünde araştırmaları teşvik etmektedir. Ayrıca, petrol kaynaklarının hızla tükenmekte oluşu ve
sentetik ürün eldesine yönelik endüstriyel etkinliklerin yarattığı çevresel sorunların küresel boyutlara ulaşması biyoürün (biyobazlı malzeme/
ürün) çalışmalarının önemini arttırmıştır [3].
Yapılarda dayanıklılık ve diğer performansları gözönüne alarak düşük enerjili ve çevre dostu malzemelerin tercih edilmesi ekolojik bir
yaklaşımdır. Yapı malzemesinin enerji etkin olabilmesi için kendi yaşam döngüsünü oluşturan her aşamada, enerjiyi az ve verimli kullanması
gerekmektedir. Hammaddesinin doğadan elde edilişinden başlayıp, üretilmesi, taşınması, kullanılması ve yok edildikleri aşamaya kadar geçen
süreçte, enerjiyi etkin kullanan yapı malzemelerinin seçilmesi, yapılarda enerji verimliliğini arttırmaktadır [4]. Ayrıca, enerjinin ekonomik
kullanılması gereken günümüzde, malzeme üretimde kaynak ve enerjiyi verimli kullanabilmek, çevreye temiz atık verebilmek, en önemlisi
kaynak olarak yenilenebilir kaynakları kullanmak önemlidir.
255
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Çeşitli yeşil bina değerlendirme sistemlerinde de bir yapının yeşil bina olarak tanımlanabilmesi için göz önüne alınan kriterler içinde malzeme
kullanımı ortak konulardan biridir. Ancak, yapının kriterlere uygunluğu konusunda yapılan değerlendirmelerde, malzeme kullanımı çoğu zaman
ikincil bir öneme sahiptir. Buna rağmen malzeme için belirlenen ilkeler önemli bir içeriğe sahiptir: hepsinde ortak amaç kullanılan malzeme
miktarını azaltmaktır. Çünkü, malzemelerin üretilmesinin, taşınmasının ve depolanmasının bir maliyeti ve çevreye olumsuz etkileri vardır. Bu
amaçla; geri dönüşebilir, tekrar kullanılabilir, yenilenebilir kaynak kullanımı ve yerel malzeme olması bir yapının üretiminde malzeme seçimi
ve kullanımı açısından dikkat edilen konulardır [5-6]. Yeşil bina sertifika sistemlerinde yapılarda malzeme kullanımının değerlendirilmesinde;
enerji etkin malzeme seçilmesi, inşaat atıklarının kullanılması, yerel malzeme kullanılması, geleneksel malzeme kullanılması, hızla yenilenebilir
kaynaklardan elde edilen malzemelerin kullanılması, geri kazanılabilir malzemelerin kullanılması gibi ortak başlıklar yer almaktadır.
Ekolojik, yeşil ya da sürdürülebilir mimarlık gibi yaklaşımlar; kaynakların azalması ve çevre kirliliği gibi ortak problemlerin çözümü için
düşünülen ve uygulanan sistemlerdir. Ve bu problemlerin oluşumunda, “Malzeme” önemli bir paya sahiptir. Çünkü, malzemelerin üretim
aşamasındaki enerji kullanımı dışında, yapı yaşam döngüsünün yapı malzemesiyle ilgili diğer aşamalarında çok miktarda enerji tüketilmektedir
(embodied energy). Örnek bir binada yürütülen bir çalışmada yapının yaşam döngüsü boyunca enerji harcamasının yaklaşık % 20’sinin yapı
malzemelerinden kaynaklandığı belirtilmiştir [7].
Kaynak kullanımı, çevre kirliliğinin azaltılması ve yapı biyolojisi açısından tarımsal atıklar önemli hammaddedir. Yenilenebilirlik, biyoparçalanabilirlik ve çevre dostu olma gibi özelliklerinden dolayı tarımsal atıkların yapı malzemesi üretiminde değerlendirilmesi ile, üretim
maliyetleri açısından da ekonomik ve sürdürülebilir önemli bir kaynak elde edilmiş olacaktır.
Türkiye’deki tarım sektörünün temelini oluşturan tarla bitkilerinden (buğday, arpa, tütün pamuk, pirinç vb) çok fazla miktarda tarımsal atık
oluşmaktadır. Ülkemiz ekonomisinde çok büyük payı olan tarım sektöründe, ürünün hasadından sonra, atık malzemelerin bir kısmı hayvan
yemi olarak kullanılmakta, kalanı tarlalarda yakılmaktadır. Yakma sırasında bazı canlıların yok olması nedeniyle ekolojik denge bozulmakta,
yapay gübre ve tarım ilacı kullanımı artmaktadır. Bu da ek masraf ve çevre kirlenmesine neden olmaktadır.
Tüm bu olumsuzlukların çözümü için, tarımsal atıkların yapı malzemesi üretiminde kullanılması ile,
• Atıkların çevre üzerindeki olumsuz etkileri azaltılacaktır,
• Yıllık olarak yenilenebilir kaynak kullanımı ile tükenebilir kaynak kullanımı azaltılmış olacaktır,
• Atıkların kaynak olarak kullanımı ile tarımsal faaliyet gösteren üreticiye ek bir gelir sağlanabilecektir,
• Tarımsal faaliyet kazancının arttırılması, bu faaliyetin özendirilmesi ile bu sektörün sürdürülebilirliği sağlanabilecektir,
• Yakma işlemi toprağın verimsizliğine sebep olduğu için, bu azaltılacak ve her yıl ürün yetiştirilebilecektir,
• Malzeme üretimi sırasındaki olumsuz çevresel etkiler azaltılabilecektir,
• Sonlu kaynak kullanımının azaltılması için alternatif bir çözüm geliştirilmiş olacaktır.
Türkiye’de, biyoürünlere girdi olabilecek yüksek miktarda tarımsal atık potansiyeli bulunmaktadır. Ancak, atıkların toplanması ve taşınmasında
karşılaşılan organizasyonel ve finansal zorluklar, atık değerlendirilmesi konusunda toplum bilincinin zayıf olması, bu konuda belirlenmiş
ve uygulanmaya konmuş devlet politikalarının ve düzenlemelerin olmaması nedeniyle, yapılmış olan çok sayıda çalışma sadece akademik
düzeyde kalmıştır [3].
2. Tarımsal atıkların yapı malzemesi üretiminde kullanılması
Türkiye tarla bitkileri açısından oldukça zengin bir ülkedir. Sayısal olarak kesin rakam bilinmese de her yıl yaklaşık 38 milyon 220 bin ton
tarımsal atık ortaya çıkmaktadır [8]. Bu atıklar:
• Yıllık ürün atıkları: Ürünlerin hasatından sonra tarlada kalan kalıntılardır. Türkiye’de temel yıllık ürünler; tahıllar, mısır, pamuk, pirinç, tütün,
ayçiçeği, yer fıstığı ve soyadır. Bunun dışında fındık, muz, antepfıstığı sayılabilir.
• Tarıma dayalı endüstri atıkları: fındık, antepfıstığı, yerfıstığı, pamuk, çırçır atığı, tohum yağı endüstrileri, zeytinyağı endüstrileri, pirinç
endüstrileri, mısır endüstrileri, şarap ve çekirdek fabrikaları olarak sınıflandırılabilir.
Tarımsal atıkların malzeme üretiminde kullanımı kerpiç, toprak harç, çatı örtüsü şeklinde, aslında çok eski tarihlere dayanmaktadır. Bugün
256
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
atıkların kullanımı ile malzeme üretimlerinde bu çeşitliliği arttırabilme adına özellikle üniversitelerde birçok araştırma yapılmaktadır. Ancak,
atıklar türlerine göre, farklı fiziksel, kimyasal özelliklere sahip olacağından bunların kompozit malzeme üretiminde kullanım şekilleri ve
amaçları da farklı olacaktır. Bu araştırmalarda bu atıkların öncelikle teknik özellikleri belirlenip hangi bağlayıcı ile ne şekilde (lif, toz vs)
kullanılacağına karar verilmektedir. Buna göre atıklar kompozit malzemenin;
• Süneklik ve çekme dayanımlarını arttırmak,
• Takviye,
• Hafiflik,
• Yüksek dayanıklılık,
• İyi ısı ve ses yalıtımı,
• Düşük sürtünme,
• İnsan sağlığına uygunluk,
• Biyo-parçalanabilirlik,
özelliklerinin bir ya da birkaçını geliştirmek amaçlı olarak kullanılmaktadır.
Tarımsal atıklar ile üretilen kompozit malzemeler genellikle üç şekilde görülmektedir:
• Tanelerle donatılı; bir matris içinde milimetre ve üzerindeki boyutlarda tanelerin yer aldığı bir türdür. Burada atıklar toz halinde öğütülüp
kullanılmaktadır. Bağlayıcı olarak organik ya da inorganik her iki türde kullanılmaktadır.
• Liflerle donatılı; genellikle yeterli basınç dayanımına oranla çekme, eğilme, çarpma dayanımları çok düşük düzeyde kalan ya da zayıf yapılı,
kırılgan malzemenin zayıf olan yönlerinin iyileştirilmesi, kırılganlığın giderilmesi malzemenin sünekleştirilmesi gibi amaçlarla bu özellikleri
iyileştirmek amacı ile üretilen malzemelerdir. En iyi örneği kerpiç olarak verilebilir.
• Tabakalı kompozit malzeme; en az iki adet olan farklı fazlar tabakalar şeklinde kompozitin içinde yer almaktadır. Atıklar ile yapılan
çalışmalarda genellikle inorganik bağlayıcıların kullanıldığı görülmektedir [9].
Farklı kompozit malzeme üretimlerinde kullanılabilecek, Türkiye’de yıllık olarak elde edilen başlıca tarımsal atıklar ve yapı malzemesi
üretiminde kullanım şekilleri aşağıdaki Tablo 1’de belirlenmeye çalışılmıştır.
257
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Tablo 1. Türkiye’de tarımsal atıkların malzeme üretimde kullanımı
Ürünler
Atıklar
Değerlendirme
Yapı malzemesi üretiminde kullanım şekli
Buğday
Saman
Toz, kül, saman
Puzolan, agrega, dolgu, izolasyon levhası
Arpa
Saman
Toz, saman
Dolgu, kompozit malzeme, izolasyon levhası
Çavdar
Saman
Toz, saman
Dolgu, kompozit malzeme, izolasyon levhası
Yulaf
Saman
Toz, saman
Dolgu, kompozit malzeme, izolasyon levhası
Mısır
Sap, koçan
Toz, lif
İzolosyon malzemesi, agrega, dolgu, kompozit malzeme
Çeltik
Saman, kabuk
Lif, kül, toz
Puzolan, lif, yonga levha
Tütün
Sap
Lif, toz
Yonga levha
Pamuk
Sap, çırçır atığı
Lif, toz
Yonga levha
Ayçiçeği
Sap
Lif
İzolasyon malzemesi, dolgu, agrega, kompozit malzeme
Yerfıstığı
Saman, kabuk
Lif, agrega, toz
Yonga levha, agrega, mdf, kompozit malzeme
Soya Fasulyesi
Saman
Lif, toz
Muz
Sap, yaprak
Lif, ince tabaka
Çay
Kuru çay üretim atıkları Lif
Yonga levha
Yonga levha,kompozit malzeme, izolasyon malzemesi,
dolgu, mobilya, duvar kaplama
Yonga levha
Fındık
Kabuk
Lif, agrega, toz
Yonga levha, mdf
Antep Fıstığı
Kabuk
Agrega, toz
Yonga levha, mdf
Sap
Yonga levha
Patlıcan, Biber, Domates gibi Sap
kuru bitkisel sera atığı
Atıkların yapı malzemesi bileşenlerinde geleneksel malzemeler yerine hammadde olarak kullanımı maliyet açısından alternatif ya da
tamamlayıcı kaynakların inşaat endüstrisine kazandırılması açısından önemlidir. Ancak, atıkların miktarları ve türlerine ilişkin doğru bilgiler
ülkemizde çok fazla değildir. Bu nedenle tarla bitkilerinin üretildikleri bölgeye göre tür ve miktarlarının belirlenmesi ve yeni üretim tesislerinin
bu alanlara yakın ya da nakliye sıkıntısı yaşanmadan, kolay ulaşılabilir mesafede olması sağlanmalıdır.
2.1. Atıkların donatı olarak kullanımı
Bitkisel atıkların donatı olarak kullanımı yeni bir uygulama değildir. Saman bin yıllardır yapıda çeşitli şekillerde kullanılan bir atıktır. Saman,
güçlü yapısal bir eleman olarak kabul edilen basit bir selüloz tüpü gibi çalışmaktadır. Bu tüp ilk olarak çamuru çatlamaya karşı dayanıklı kılmak
için kullanılmıştır. Çapraz kafes örgülü saman, çamurun yıllarca çatlaksız olarak kalmasını sağlayabilmiştir [10].
Antropologlar samanın yapı malzemesi olarak yaklaşık 40.000 yıldan bu yana kullanıldığına inanmaktadırlar [11]. Eriha şehrinde bulunan ve
M.Ö. 8300’e tarihlenen kerpiç tuğlalarının içinde ve antik Mısır türbelerinde pek çok saman örneklerine rastlanmıştır. “Mısır koçanı” olarak
adlandırılan toprak ve saman karışımı, İngiltere’de yüzyıllarca kullanılmıştır. Almanya’da yapı ustalarının buldukları ve ‘leichtlehm’ olarak
adlandırdıkları kile yatırılmış, sonrada ahşap kalıplarda şekillendirilmiş saman karışımı bugün halen köylerde kullanılmaktadır [12].
258
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Şekil 1. Kerpicin farklı kültürlerde uygulama şekilleri (URL 1)
Bitkisel atıklar kullanılarak üretilen “kerpiç”, lif donatılı kompozit malzeme üretimi için verilebilecek en eski uygulama örneklerinden biridir.
Özellikle az gelişmiş ülkelerde olmak üzere dünya nüfusunun yaklaşık %40’ı bugün hala yapılarında bu malzemeyi kullanmaktadır. Bugün
yüksek binalar için bu malzemenin kullanımı uygun olmayabilir, ancak kırsal alanlarda mimari kimliğin bozulmaması için malzeme kullanımının
sürdürülebilirliği sağlanabilir. Bu malzemenin kullanımı özellikle kırsal alanda değişkenlik göstermektedir. Seri üretimden ziyade insanlar kendi
yapılarını ellerindeki malzemeler ile inşa etmeye başladıklarında uygulama kişilerin kültür ve geleneklerine olduğu gibi, bölgenin iklimine göre
de çeşitlilik göstermektedir (Şekil 1).
Anadolu’da yapılan arkeolojik çalışmalardan, “balçık”ın önemli bir yapı malzemesi olduğu anlaşılmaktadır. Balçık, saman ve ot ile karıştırılarak
el büyüklüğünde parçalar yapılmış ve üretilen bu malzeme üst üste yerleştirilerek bir duvar örgüsü oluşturulmuştur. Örneğin, Çatalhöyük ve
Hacılar’daki Neolitik Çağdan kalan evlerin, Canhasan ve Alişar’daki Kalkolitik Çağdan kalan duvarların inşasında hiç taş kullanılmamış olduğu,
bu yapıların doğrudan balçıkla ve balçık karışımlarıyla yapıldıkları belgelerden anlaşılmaktadır [9]. Bugün hala kırsal alanlarda bu uygulamanın
varlığından söz etmek mümkündür.
2.2. Lif ve yonga levha üretiminde kullanımı
Bitkisel esaslı lignoselülozik malzemenin ağaç malzemeye alternatif olarak kullanılması üzerine yapılan bilimsel araştırmaların tarihi yaklaşık
olarak yüz yıl önceye dayanmaktadır. 1913’te Bond köprü yapı için bambunun kullanımına ilişkin bazı deneyler yapmıştır. 1929’da Emley ve
1930’da Arnold tarafından mısır saplarından izolasyon levhası üretimi üzerine çalışmalar yapılmıştır [13].
1940 sonrasında kompozit malzemeler, polipropilen, reyon, naylon, polyester, kevlar ve karbon lifleri gibi sentetik polimerlerle
güçlendirilebilmektedir. Ancak, bu tür lifler genellikle gelişmekte olan ülkelerde mevcut değildir. Ayrıca, mevcut olduğu durumlarda ise orta
sınıf yapılarında, inşaat malzemesi olarak kullanımları oldukça pahalı olmaktadır. Bu nedenle, doğal lif takviyeli kompozitler, gelişmekte olan
ülkeler için enerji ve ekonomi açısından fayda sağlayan bitkisel atıkların, bir tür geri dönüşümünü ifade etmektedir. Bu husus, bambu, sisal,
hindistan cevizi kabuğu, şeker kamışı, muz ve odun lifleri gibi doğal liflerle güçlendirilmiş kompozitlerin üretimine ilişkin kapsamlı araştırma
yapılmasına sebep olmuştur [14-16] (Şekil 2).
Şekil 2. Lif ve yonga levha üretiminde tarımsal atıkların kullanımı (URL 1-2)
259
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Son yıllarda Kuzey Amerika’da saman esaslı yüksek yoğunluklu yonga levha üretimine başlanmıştır. Orta doğuda ise ticari olarak pirinç
kabuğundan orta ve yüksek yoğunluklu yonga levha üretimi yapılmaya başlanmıştır. Günümüz orman ürünleri sanayinde odun, sanayi atıkları
ve bitkisel esaslı lignoselülozik materyallerden yıllık milyonlarca ton kompozit malzeme üretilmektedir [17-18].
Lignoselülozik kompozit malzeme üretimindeki en önemli hammadde kaynağı ağaçlardır. Ağaçlar dünyadaki lif kaynaklarının %68,5’ni
oluşturmaktadır. Geri kalan %31,5’luk kısmı tarımsal esaslı lifler teşkil etmektedir ve bu oran azımsanmayacak niteliktedir [19].
Tarımsal esaslı lifler, lif levha üretiminde teknolojik olarak odun lifleri kadar uygun değildir. Bu nedenle tarımsal lif esaslı levhaların performans
özellikleri odun lifi esaslı levhalar kadar iyi olmamaktadır. Fakat tarımsal esaslı lifler ile odun esaslı lifler belirli oranlarda karıştırılarak, lif levha
üretiminde geleneksel yapıştırıcı olarak kullanılan üre formaldehit tutkalının oranı arttırılarak yada üre formaldehitten daha dirençli tutkallar
kullanılarak tarımsal esaslı lif levhaların performans özellikleri daha da geliştirilebilir [20-22].
Son yıllarda betonun sünekliğini artırmak için kullanılan bitkisel liflerin hammaddesi de selülozdur. Selüloz zincirleri mikrolifler biçimindedir.
Bu lifler çeşitli dizilerde birleşip fiberin yapısını oluşturur. Lifler ya da hücreler, çimentonun bileşimdeki alkaline karşı yapılarının bozulmaması
için bitkideki lignin tarafından birleştirilmektedir [23].
Ülkemizde bugüne kadar genellikle üniversitelerde yapılan araştırmalarda lif olarak muz lifinin inorganik ve organik bağlayıcılar ile kullanımı
ve çay, ayçiçeği, yerfıstığı, fındık, antep fıstığı, pamuk, göl kamışı, keten, kenevir gibi ürünlerin lif olarak ya da yonga levha üretiminde
kullanılabilirliği üzerine çalışmalar yapılmıştır. Bu bilinen atıklar dışında ilginç bir çalışmada sera atıkları üzerinde denenmiştir.
Dünya literatüründe sera atıklarından lif ya da yonga levha üretiminde kullanılmasının üzerinde herhangi bir araştırma mevcut değildir.
Kumluca Ticaret Odasının verilerine göre sadece Kumluca ilçesinde yılda 300 bin ton yaş, yaklaşık olarak da 100 bin ton kuru bitkisel sera atığı
oluşmakta ve bu atıklar genellikle yakılarak yok edilmektedir [24]. Yapılan araştırmaya göre domates, biber, patlıcan gibi sera atıklarının da
yonga levha üretiminde kullanılabilirliği belirlenmiştir.
2.3. Yalıtım malzemesi olarak kullanımı
Bitkisel atıkların yalıtım malzemesi olarak kullanımı da çok eski tarihlere dayanmaktadır. Bugün ekolojik yapı üretiminde yalıtım malzemesi
olarak genellikle saz kamışı ve samanın kullanıldığı görülmektedir (Şekil 3).
Avrupa’da ve Amerika’da 18.yy’dan beri kullanılmakta olan saman balyası doğal, sağlıklı ve ısıl performansı da mükemmel özellikte bir
malzemedir. Bugün A.B.D.’de tüm konfor koşullarını sağlayan 100.000’den fazla, saman balyası konut bulunmaktadır. Her yıl hasat sonrası
tarlada kalarak yakmak ve CO2 gazı ile havayı kirletmek yerine, samanı yapı malzemesi olarak kullanmak ülke ekonomisine büyük katkı
sağlamaktadır [25].
Şekil 3. Saman balyası ve saz kamışının yalıtım ve konstrüksiyon amaçlı kullanımı (URL 4-5)
Arizona Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada, buğday ve pirinç balyalarının kullanıldığı yapıların R-Değerinin klasik sistemle inşa edilmiş
yapılardan 2-3 kat daha iyi olduğu ispat edilmiştir [26]. Lawrence Berkeley Laboratuarı’nda Navajo bölgesi için yapılan analizler, saman
260
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
balya yapım teknolojisinin, değerlendirilen diğer teknolojiler arasında ısıtmada en iyi enerji performansını sağladığını göstermiştir. Laboratuar
bulguları saman balya tekniğinin, ısı tasarrufu önlemleri ve edilgen güneş tasarımları ile birlikte kullanıldığında; alışılagelmiş kullanıma kıyasla
%60’ın üstünde bir tasarruf sağlayabileceğini ortaya koymuştur [10].
Ülkemizde saman ve saz kamışının yalıtım malzemesi olarak kullanımı ile ilgili yapılan çalışmalar deneysel araştırma düzeyindedir. Endüstriyel
üretim söz konusu değildir. Ancak, yıllık olarak elde edilen yüksek atık miktarı, malzemelerin iyi derecede ısıl özellikleri, insan sağlığına
uygunluğu düşünüldüğünde, bu malzemelerin yapı sektörüne kazandırılması yönünde çalışmaların hız kazanması gerekmektedir.
2.4. Puzolan olarak kullanımı
Bitkiler büyürken bünyelerine kökleri ile topraktan çeşitli mineraller ve silikatlar alırlar. Anorganik maddelerin, özellikle silikatların yıllık
bitkilerde ağaç türlerindekinden daha yüksek oranda bulunduğu bilinmektedir. Yıllık bitkilerden pirinç, buğday, ayçiçeği, tütün ve benzeri tarım
ürünlerinin sap ve yaprakların özellikle kütikula tabakası nedeniyle silis ve silikat yönünden zengindir. Anorganik bileşenler bitki bünyesinde
serbest tuz ya da partiküller halinde ya da kısmen liflerde anyonik gruplara bağlı katyonlar halinde bulunmaktadır [27].
Tarımsal atıklardaki organik maddelerin yanması, yeni kristal fazların oluşumu ya da amorf maddelerin kristallenmesi olayları egzotermik
reaksiyonlardır. Bu reaksiyon sonunda ağırlıkta azalma olmakta ve kül oluşmaktadır [28].
Tarlalarda yakılarak kullanılmadan bırakılan külün (Şekil 4) içinde önemli oranda aktif silika bulunduğu bazı deneysel çalışmalarla belirlenmiştir.
Kül içindeki aktif silikanın puzolan özelliği vardır, serbest kireci tespit ederek silikat oluşturmakta ve kirecin su içinde erimesini önlemektedir.
Kül çok ince öğütülüp normal portland çimentosuna katıldığında, hamur fazındaki ince boşlukları doldurarak geçirimsizlik sağlamakta, harç ya
da betonun fiziksel özelliklerini ve dolayısıyla mekanik özelliklerini iyileştirmektedir.
Pirinç kabuğu külünde, %80-90 oranında silis bulunmaktadır. Külün en önemli özelliği, amorf silisten ileri gelen puzolanik yapısıdır. Pirinç
kabuğu külünün gözenekliliği, özgül yüzeyinin büyüklüğü ve amorf silise sahip olması, külün puzolanik özelliğe sahip olduğunu kanıtlamaktadır.
Pirinç kabuğu külünün puzolanik özelliğinden faydalanarak, çimento ya da kireç içerisine katılarak harç üretmek mümkündür. Ayrıca çimentoya
katılarak puzolan gibi de kullanılabilmektedir [29]. Ancak pirinç kabuğu külünün çimentoya katılmadan önce, uygun bir biçimde öğütülmesi
gerekmektedir [30]. Pirinç kabuğu külü çimentoya öğütülmüş olarak katıldığı gibi, klinker ve alçı taşı ile birlikte de öğütülebilir. Çimentoyla
birlikte öğütüldüğünde, mekanik özellikler daha iyi olmaktadır [29-31].
Şekil 4. Tarımsal atık külleri (URL 6)
Yüksek silis oranına sahip olan bu atıkların cam malzeme üretiminde kullanılabilirliği üzerine de çalışmalar yapılmış ve olumlu sonuçlar elde
edilmiştir [32].
2.5. Atıkların dekoratif amaçlı kullanımı
Tarımsal atıklar mobilya, duvar kağıdı, aydınlatma elemanı, kilim gibi çeşitli amaçlar için de kullanılmaktadır. İnsan sağlığına uygun, psikolojik
olarak sıcak, ekolojik olan bu atıklar mekan tasarımında estetik olarak zengin çözümler sunabilmektedir (Şekil 5).
261
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Şekil 5. Duvar kağıdı ve mobilya üretimde atıkların kullanımı (URL 7-11)
Atıkların ekolojik özellikleri kullanım alanlarını gün geçtikçe arttırmaktadır. Atıklardan bambu lifinin ile tekstil endüstrisinde yaygın olarak
kullanıldığı bilinmektedir. Muz lifinden üretilen tekstil ürünlerinin sayısı da artmaya başlamıştır (Şekil 5).
3. Sonuçlar
Tarımsal atıklar yenilenebilir kaynak olarak, ekolojik malzemelerin üretimine olanak sağlamaktadır. Türkiye’de de kaynak olarak kullanılabilecek
çeşitlilikte ve miktarda atık bulunmaktadır.
Yapılan deneysel araştırmalarda atıkların malzeme üretiminde kullanılabilirliği de belirlenmiştir. Dolayısıyla tarlalarda düzensiz ve kontrolsüz
şekilde bırakılan, yakılarak çevresel sorunlara yol açan tarımsal atıkların değerlendirilip katma değerli ürünlere dönüştürülebilmesi için gerekli
adımların, yasal düzenlemelerin ve standartların oluşturulması gerekmektedir. Bu amaçla, atıkların öncelikle tür ve miktarlarının belirlenmesi,
sonrasında toplanma, depolanma ve nakliye sorunlarının çözülmesi gerekmektedir.
Kaynaklar
• [1] Plesis, C. D., 2001. Doing More, Better, with Less–a Developing Country Perspective on Sustainability Through Performance. In Duncan,
• J., editor. Proceedings of the CIB World Building Congress: Performance in Product and Practice, Wellington, 2-6 April. Branz, Wellington,
New Zealand.
• [2] Carbon Dioxide Information Analysis Center, 2003. Trends on Line – a Compendium of Data on Global Change. http://cdiac.esd.ornl.gov
• [3] Sektörel İnceleme Çalışmaları-1, 2011. İleri Teknoloji Projeleri (İTEP) Destek Programı, Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı, Ankara.
• [4] Esin, T., 2006. Sürdürülebilir Yapılaşma İçin Uygun Malzeme Seçimi, Yapı Dergisi, Sayı: 291, Sayfa: 83–86, İstanbul.
• [5] www.usgbc.org (Son erişim tarihi: Ekim 2012)
• [6] www.bream.org (Son erişim tarihi: Ekim 2012)
• [7] Yalçınkaya, A., 1995. Yapı Malzemesi ve Çevre Etkileşimi, İTÜ, FBE, YL Tezi, İstanbul.
• [8] Boztepe, E., Karaca, A., 2009. Yenilenebilir Enerji Kaynağı Olarak Tarımsal Atıklar, 11. Enerji Kongresi.
• [9] Ersoy, H.Y., 2001. Kompozit Malzeme. Literatür Yayıncılık, İstanbul.
• [10] U.S. Department of Energy, Energy Efficiency and Renewable Energy, April, House of Straw-Straw Bale Construction Comes of Age,
DOE/G010094-01, 1995.
• [11] Bryce, R., 1994. Casting a Straw Vote: The First Straw, The Austin Chronicle, Green Building Guide.
262
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
• [12] Grandsaert, M.F., 1999. A Compression Test of Plastered Straw-Bale Walls, Test Raporu Haziran.
• [13] Youngquist, J.A., English, B.E., Scharmer, R.C., Chow, P. and Shook, S.R. 1994. Literature Review on Use of Nonwood Plant Fibers for
Building Materials and Panels, United States Department of Agriculture Forest service Forest Products Laboratory General Technical Report
FPL-GTR-80.
• [14] Ghavami, K., 1984. Proceedings of the International Conference on Development of Low-Cost and Energy Saving Construction
Materials and Applications, Rio de Janeiro, 9-12 July, Envo, Rio de Janeiro, 2 vol.
• [15] Sobral, H.S., 1990. Proceedings of the 2nd International Symposium on Vegetable Plants and their Fibres as Building Materials,
Salvador, Brazil. Chapman and Hall, London, (RILEM Proceedings, 7).
• [16] Barbosa, N.P., Swamy, R.N., Lynsdale, C., 2000. Proceedings of the International Conference on Sustainable Construction Into the
Next Millennium: Environmentally Friendly and Innovative Cement Based Materials, Joao Pessoa, Brazil, 2-5 November. Federal University
of Sheffield, Joao Pessoa, Brazil.
• [17] Maloney, T.M., 1996. The Family of Wood Composite Materials, Forest Prod. J. 46:19-26.
• [18] Youngquist, J.A. 1999. Wood-based Composites and Panel Products, In: Wood Handbook, Wood as an Engineering Material, FPL-GTR
113, Madison WI.
• [19] Arslan, M.A., Karakuş, B., Güntekin E., 2007. Tarımsal Atıklardan Lif ve Yonga Levha Üretimi. ZKÜ Bartın Orman Fakültesi Dergisi, Cilt:9,
Sayı:12, 55-62.
• [20] Lee, S., Shupe, T. F. and Hse, C. Y. 2006. Mechanical and Physical Properties of Agro-Based Fiberboard. Holz als Roh- und Werkstoff.
64:74-79.
• [21] Halvarsson, S., Norgren, M. and Edlund, H. 2005. Processing of Wheat Straw Materials for Production Medium Density Fiberboard
(MDF), Appita 623-629.
• [22] Ye, X.P., Julson, J., Kuo, M., Womac, A. and Myers, D. 2007. Properties of Medium Density Fiberboards Made From Renewable Biomass,
Bioresource Technology 98:1077–1084.
• [23] Coutts, R.S., Ridikas, V., 1982. Refined Wood Fibre-Cement Products, Appita, 395-400.
• [24] Gültekin, H., A., 2004. Kumluca Ticaret Odası yayınlanmamış rapor. Bu kaynağın kullanıldığı tez; Karakuş, B., 2007. Çeşitli Bitkisel Sera
Atıklarının Yonga Levha Üretiminde Değerlendirilmesi. Süleyman Demirel Üni.,Yüksek Lisans Tezi, Isparta.
• [25] Eryıldız, D.I., Başkaya, A., 2000. Saman Balyası ile Yapılanma: Kırıkkale-Hasandede’de Bir Prototipin Yapımı. Gazi Üni. Müh. Mim. Fak.
Dergisi. Cilt 15, No 2, 87-104.
• [26] Stitt, Fred A., 1999. Ecological Design Handbook: Sustainable Strategies for Architecture, Interior design, and planning, McGraw-Hill
New York.
• [27] Rydholm, S.A., 1965. Pulping Processen. Intersciense Publishers, 1269 pp., New York.
• [28] Biricik, H., Berktay, İ., Aköz, F., Tulgar, A. N., 1996. Buğday Sapı Külünün Puzolanik
Özelliklerinin Araştırılması. 4. Ulusal Beton Kongresi, 369-380.
• [29] Malzum, F., 1989. Pirinç Kabuğu Külünün Puzolanik Özellikleri ve Külün Çimento Harcının Dayanıklılığına Etkisi. Doktora Tezi, İstanbul
Teknik Üniversitesi.
• [30] Çavuşoğlu, C., 1988. Puzolanların Klinker ve Alçı Taşı ile Birlikte Öğütülmesinin ve Öğütülmüş Halde Çimentoya Katılmasının Çimento
Özelliklerine Etkisi. Bitirme Ödevi, İTÜ İnşaat Fakültesi.
• [31] Ölmez, H., 1988. Endüstriyel Tarımsal Atıkların Çimento Üretiminde Değerlendirilmesi. On Dokuz Mayıs Üniversitesi Yayınları Fen
Edebiyat Fakültesi, Samsun.
• [32] Berkin, G., 2006. Sürdürülebilir Mimari için Pirinç Çeltiği Kabuk Külünden Üretilen Isı Korunumlu Cam Yapı Malzemesi. Doktora Tezi,
MSGSÜ, İstanbul.
Metinde kullanılan görseller için yararlanılan kaynaklar:
• URL 1. http://www.flickr.com/photos/mytripsmypics/4324147417/ (Son erişim: Aralık 2012)
• URL 2. http://www.alibaba.com/showroom/banana-fiber.html (Son erişim: Aralık 2012)
• URL 3. http://www.salteksnonwovens.com.tr/hindistan-cevizi.html (Son erişim: Aralık 2012)
• URL 4. http://www.solarhaven.org/NewStrawbale.htm (Son erişim: Aralık 2012)
• URL 5. http://proxied.changemakers.net/journal/300606/displayhousing1.cfm-ID=74
263
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
•
•
•
•
•
•
264
(Son erişim: Aralık 2012)
URL 6. http://www.nepco.cc/images/mulch_RiceHullsCmpst.jpg (Son erişim: Aralık 2012)
URL 7. http://www.11seconds.com/2009/04/banana-fiber-paper-lamps.html
(Son erişim: Kasım 2012)
URL 8. http://www.woodwallpapers.com/2011/11/15/banana-fiber-wallpaper/
(Son erişim: Kasım 2012)
URL 9. http://thetitbits.blogspot.com/2012/03/banana-fibre-shirts-anyone.html
(Son erişim: Kasım 2012)
URL 10. http://www.hayatinitasarla.com/design/hindistan-cevizinden-koltuk-1212.htm
(Son erişim: Kasım 2012)
URL 11. http://www.domotex.in/natural-fibre-rugs.html (Son erişim: Kasım 2012)
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
EVALUATION OF AGRICULTURAL WASTES AS AN ECOLOGICAL
SOLUTION
Assist. Prof. Dr. Çiğdem TEKİN
Mimar Sinan Fine Arts University Faculty of Architecture
Inst. Dr. C. Zeynep OĞUZ
Mimar Sinan Fine Arts University Faculty of Architecture
ABSTRACT:
One of the reasons having impact on city air is the manufacturing phase of construction materials. Energy consumed during production
of materials and CO2 amount released to the environment have great impact on environmental conditions. Therefore, different resources
should be found to decrease resource utilization during production and amount of hazardous gases released to the environment. For this
purpose, agricultural wastes obtained in high amounts annually may be used in Turkey.
High amount of agricultural wastes emerges as a result of production of field crops in Turkey. Although 38 million 220 thousand tons of
organic waste is obtained every year, these wastes are not evaluated efficiently, which are burnt as stalk or disposed within waste areas.
In both cases, disposal method of wastes affects ecology significantly. Bilateral improvement can be achieved by utilization of agricultural
wastes as a resource in production of construction materials. Economic improvement in terms of producers and decrease in environmental
pollution shall be achieved by protection of resources in material production and usage of agricultural wastes. As a result, decreasing
agricultural activities shall be revitalized and its sustainability shall be achieved, urban air shall be cleaned, resources shall be protected
and sustainability of ecosystem shall be provided. Today, importance of agriculture sector is decreasing, but provision of sustainability of
agricultural production activities shall create positive impacts on climate, soil efficiency, producers and air of the related location.
In the scope of this study, types of wastes obtained as a result of agricultural activities having impact on protection of resources and
environmental health in Turkey, as well as their purpose of utilization during production of construction materials shall be identified.
Key words: Ecology, agricultural waste, recycle, material production, environmental pollution.
1.INTRODUCTION
Construction industry continues to pollute the environment and to be the premier energy consumer in the world, where the energy issues
are the main topic of the humanely conflicts and global political/economical stability [1]. For instance global cement production composes
3.4% of the total CO2 in the atmosphere [2]. As this situation and building material production are regarded, the researches to develop
alternative resources are provoked to reduce the amount of CO2 and other toxic gases released to environment. Also, the rapid exhaustion of
oil resources and the global scale of the environmental problems caused by industrial activities to produce synthetic products increased the
importance of bio-product (bio based material/product) studies.
Preference of low-energy and environmental-friendly materials regarding building strength and other performances, is an ecological approach.
Energy-efficiency of a building material is related to low and efficient energy use throughout all stages in its life cycle. Choosing the energyefficient building materials starting from the extraction of raw materials from nature including production, transportation, use and disposal
stages, increases energy-efficiency of the buildings [4]. Besides, today when it is important to use energy economically, it is important to use
energy and resources efficiently during material production, to produce cleaner waste and especially to use renewable sources as resources.
Also, in several green building assessment systems, “material use” is one of the common titles regarding definition of a structure as
265
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
green building. However, during assessments about the conformation of the building to the criteria, material use mostly has a secondary
importance. Even so, the principles set for material use have an important content: all of them aim to reduce the amount of the material
used. Because the production, transportation and storage of all these materials have cost and negative effects on the environment. With this
aim, recyclable, reusable, renewable resource use and local materials are notable subjects in construction and use of a building [5-6]. In the
green building certification systems the assessment of material use in buildings have common titles as: energy-efficient material selection,
use of construction wastes, local material use, traditional material use, use of materials from rapidly renewable resources, recyclable material
use.
Approaches like ecological, green or sustainable architecture are systems thought and applied for the solutions of common problems like
decrease in resources and environmental pollution. And “material” plays an important role in the formation of these problems. Because other
than the energy use during the production of materials, a big amount of energy is consumed during other phases of the buildings life cycle
related to building materials (embodied energy). In a study carried on an example building, it is emphasized that the 20 % of the energy use
of the building during its whole life cycle is due to building materials [7].
In aspects of resource use, decreasing environmental pollution and for building biology, agricultural wastes are important raw materials. Due
to properties like renewability, bio-degradability and environmental-friendliness an economic and sustainable resource for manufacturing
costs will be obtained by using agricultural wastes in building material production.
There is a huge amount of agricultural waste as a result of main field crops in Turkey, e.g. wheat, barley, tobacco, cotton, rice. In agricultural
sector, which has an important share in Turkish economy, after the harvesting, some of the waste material is used as animal food and the
remaining part is burnt in fields. While the burning process, the ecological balance is disturbed as some organisms are destroyed, artificial
fertilizer and pesticide uses are increased. This causes extra costing and environmental pollution.
For a solution of all these disadvantages, as agricultural waste is used in building material production:
• The negative effects of the wastes on the environment will be reduced,
• Non-renewable resource use will be lessened by using annually renewable resources,
• An additional income will be created for the producer of the agricultural activity by the use of the wastes as a resource,
• As the income from agricultural production will increase, the activity will be supported and the sustainability of the sector will be provided,
• As the burning process results in infertility of the land, this will be reduced and products will be grown every year,
• The negative environmental effects during the material production will be decreased,
• An alternative solution will be developed to decrease the use of finite resources.
In Turkey, there is a big amount of agricultural waste potential which may be used as an input for the bio-products. However, as there are
organizational and financial difficulties in collecting and transporting the wastes, as the social consciousness being weak about the use of
the wastes and as there is no defined and applied government policies numerous number of researches made remain only as academic
studies [3].
2. The use of agricultural wastes in production of building materials
Turkey is a rich country from field crops perspective. As a definite quantitative amount is not known, the annual amount of agricultural waste
is about 38 million 220 thousand tons [8]. These wastes are:
• Sessional product wastes: are the remains on the field after harvesting. The basic sessional products in Turkey are; grains, maize, cotton,
rice, tobacco, sun-flower, peanut and soya bean. Apart from these nuts, bananas and pistachios can be listed.
• Industrial wastes related to agriculture can be classified as: nuts, peanuts, pistachios, cotton, cotton gin waste, seed oil industries,
olive oil industries, rice industries, maize industries, wine and seed factories.
The history of agricultural wastes used in production of materials, like adobe brick, mud mortars, roof covering, goes back to old ages. Today
on behalf of increasing the number of material production using the waste material, there are many researches conducted at the universities.
266
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
However, depending on the types of the wastes the physical and chemical properties of the waste material will be different, and this
differentiation will change the purpose and the way they will be used in composite material production. These researches should first define
the technical properties of the wastes and decide with which binder and in which form (fibre, powder, etc.) they should be used. According to
this the wastes can be used to develop either one or more properties of the composite material. These properties can be:
• To increase the ductility and tensile strengths,
• Reinforcement,
• Lightness,
• High strength,
• Better heat and sound isolations,
• Low friction,
• Compatibility with human health,
• Bio-degradability
Composite materials produced with agricultural wastes are usually seen as three types:
• Particle-reinforced; is the type where particles, that are of dimension at millimetre or more, are inside a matrix material. Here the wastes
are grinded into dust particles and used. The binder can be organic or inorganic materials.
• Fibre-reinforced; is the type usually used to improve the weak properties of materials which has sufficient compression strength but
relatively less tensile, bending, impact strengths causing the material to have a weak and fragile characteristic. These materials can be
strengthened by removing their fragility and adding ductility. The best example is adobe brick.
• Laminated composite material; is the type where two or more different phases take part in the structure of the composite as layers. In the
studies about wastes, it is seen that usually inorganic binders are used [9].
The primary agricultural wastes, which can be used in the production of different composite materials for Turkey and their use in the
production of building materials are tried to be specified in Table 1 below.
267
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Table 1. The use of agricultural wastes in material production in Turkey
Products
Wastes
Treatment
The way used in building material production
Wheat
Straw
Powder, ash, straw
Pozzolan, aggregate, filling, isolation board
Barley
Straw
Powder, straw
Filling, composite material, isolation board
Rye
Straw
Powder, straw
Filling, composite material, isolation board
Oats
Straw
Powder, straw
Filling, composite material, isolation board
Maize
Stem, cob
Powder, fibre
Isolation material, aggregate, filling, composite material
Rice
Straw, shell
Fibre, ash, powder
Pozzolan, fibre, flake board
Tobacco
Stem
Fibre, powder
Flake board
Cotton
Stem, cotton gin waste
Fibre, powder
Flake board
Sun-flower
Stem
Fibre
Isolation material, filling, aggregate, composite material
Peanut
Straw, shell
Fibre, aggregate, powder
Flake board, aggregate, MDF, composite material
Soya Bean
Straw
Fibre, powder
Banana
Stem, leaves
Fibre, thin layer
Tea
Dry tea production wastes Fibre
Flake board
Flake board, composite material, isolation material, filling,
furniture, wall coating
Flake board
Nut
Shell
Fibre, aggregate, powder
Flake board, MDF
Pistachio
Shell
Aggregate, powder
Flake board, MDF
Stem
Flake board
Dry vegetable greenhouse Stem
waste like aubergine,
pepper, tomatoes
The use of wastes as raw materials, in building material components, replacing traditional materials, is either an alternative in terms of cost
or important for gaining the supplementary resources in the construction industry. However correct data about the amounts and types of the
wastes is not very much in our country. Therefore, the types and amounts of the field crops according to the region they are produced must
be specified and the new manufacturing facilities must be placed near or at an easily accessible distance without transportation problems.
2.1. Use of the wastes as reinforcement
The use of vegetable wastes as reinforcement is not a new application. Straw is a type of waste, used in buildings in various ways since
thousands of years. Straw behaves like a basic cellulose tube functioning like a strong structural component. At first, this tube is used to give
resistance to mud against cracking. Diagonal grid meshed straw was able to make mud stay crackless for years [10].
Anthropologists believe that straw is used as a building material since 40.000 years approximately [11]. Plenty of straw examples are seen in
the adobe bricks, dating B.C. 8300, found in the city of Jericho and also in the ancient Egyptian tombs. A mixture of earth and straw named
as “maize cob” was used in England for centuries. The straw mix laid in clay and shapened in wooden moulds, called “leictlehm” was found
by German builders and is still used in villages at the present time [12].
268
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Figure 1. The application of adobe brick in different cultures (URL 1)
“Adobe bricks” is one of the oldest applications of fibre-reinforced composites, produced by using the vegetable wastes. 40% of the world’s
population still uses this material in their buildings especially in under-developed countries. Today this material may be inappropriate for
high-rise buildings, but may be used and the sustainability of the material use can be provided to keep the architectural identity on going.
The use of the material shows differentiation especially in rural areas. Despite the mass production when people start to construct the
buildings with present materials, the application shows diverseness according to the culture and traditions of the people as well as the
climate of the region (Figure 1).
From the archaeological studies carried out in Anatolia, it is understood that clay-muds are important building materials. Clay mud is mixed
with straw and grass, shapened into pieces as big as a hand, put one over the other and thus a wall pattern is formed. For example it is
understood from the documents that no stone is used in the construction of houses remaining in Çatalhöyük and Hacılar from Neolithic
period and in walls remaining in Canhasan and Alişar from Chalcolithic period, these structures being directly constructed with clay-muds and
clay-mud mixtures [9]. It is still possible to mention the existence of this application in rural areas for today.
2.2. The use in fibreboard and chipboard
The history of the scientific researches about the use of vegetable-based lignocellulosic materials as an alternative to wood materials goes
back to a time like a hundred years ago. At 1913, Bond carried out some experiments on the use of bamboo in bridge construction. There are
studies by Emley at 1929 and Arnold at 1930 about producing isolation boards of maize stems [13].
After 1940, composite materials can be reinforced with synthetic polymers like polypropylene, rayon, nylon, polyester, kevlar and carbon
fibres. However, these types of fibres are not usually available in developing countries. Also, in cases that they are available, their use as a
building material in middle class buildings is rather expensive. Therefore, natural fibre-reinforced composites mean a type of recycling of
vegetable wastes which are useful in terms of energy and economy. This reason caused detailed studies being done about production of
composites reinforced with natural fibres like bamboo, sisal, coconut shell, sugar cane, banana and wood [14-16] (Figure 2).
Figure 2. The use of agricultural wastes in the production of fibre and chipboard (URL 2-3)
269
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
In the last years straw based high density chipboard production has started in North America. Also in Middle East production of middle or high
density chip boards of rice shells had started commercially. In contemporary forest products industry millions of tons of composite materials
are produced from wood, industrial wastes and vegetable-based lignocellulosic materials [17-18].
Wood is the most important raw material resource in lignocellulosic composite material production. Wood supplies compose 68.5% of the
world’s fibre resources. The remaining 31.5% part is constituted of agriculture-based fibres and this percentage is a quantity that cannot be
underestimated [19].
Agriculture-based fibres are not as appropriate as wood fibres in fibre board manufacture in terms of technology. Consequently the
performance characteristics of agricultural fibre-based boards are not as good as wood fibre-based boards. However the performance
characteristics of agriculture-based fibre boards can be developed by mixing agriculture-based fibres and wood-based fibres at specific
ratios, increasing the ratio of the urea formaldehyde which is used as a traditional adhesive or using more resistant adhesives than urea
formaldehyde [20-22].
In the last years, the raw material of vegetable fibres, used to increase the ductility of concrete, is cellulose. Cellulose chains are in forms of
microfibers. These fibres are arranged in different sequences forming the structure of the fibre. The fibres or the cells are combined by the
lignin in the plant, thus their structure is not destroyed by the alkaline in the cement [23].
In our country, mostly the studies conducted at the universities focus on the use of banana fibre used with organic and inorganic binders and
the possibility of making fibres or producing chip boards of tea, sun-flower, peanut, nut, pistachio, cotton, lake straw, flax, cannabis. Besides
these common wastes, an interesting study on greenhouse waste is tried.
There is no study in the world literature about the use of greenhouse wastes in the production of fibres or chipboards. Depending on the data
of Kumluca Chamber of Commerce, annually approximately 300.000 tons of wet and 100.000 tons of dry vegetable greenhouse waste is
obtained only in Kumluca and these wastes are usually disposed by burning [24]. The usability of greenhouse wastes like tomatoes, pepper
and aubergine in chipboard manufacture is defined in the study.
2.3. Use as an isolation material
The use of vegetable wastes as isolation materials goes far back to centuries ago also. These days, mostly reeds and straws are used as
isolation materials in ecologic building construction (Figure 3).
The straw bale, used in Europe and America since 18th century, is neutral, healthy material with a perfect thermal performance. Today there
are more than 100,000 straw bale houses which satisfy all comfort conditions. Instead of being left in the field after harvesting every year,
burnt and polluting the air with CO2 gas, usage of the straw as a building material gives benefit to the national economy [25].
Figure 3. Use of straw bale and reeds for isolation and construction (URL 4-5)
270
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
It is proven at a study in Arizona University that the R-value of buildings built with wheat and rice bales are 2-3 times more than buildings
constructed by classical systems [26]. The analysis done for Navajo region in Lawrence Berkeley Laboratories states that the construction
technology of straw bale has the best energy performance in heating when compared to the other technologies evaluated. The laboratory
data has shown that straw bale technique, when used together with heat saving precautions and passive solar designs, can save more than
60% compared to conventional use [10].
In our country, studies on the use of straw and reeds as isolation materials are at an experimental research level. There is no industrial
production. However when the high amount of annual wastes obtained, the good thermal properties of the materials, the compatibility with
human health are regarded, the studies for using the materials in the construction industry must be accelerated.
2.4. Use as pozzolan
While plants grow, they take various minerals and silicates into their structures by their roots. Inorganic materials, especially silicates are
known to be at higher ratios in sessional plants than wood types. The stem and especially due to the cuticula layer the leaves of rice, wheat,
sun-flower, tobacco and similar agricultural products are rich in silica and silicates. Inorganic compounds are found in the structure of the
plant as free-salt or as particles or partially as cations linked to anionic groups in fibres [27].
The burning process of organic materials in agricultural wastes, the formation of new crystalline phases or the crystallisations of amorphous
materials are exothermic reactions. After this reaction there is a decrease in the weight and ash is formed [28].
It is shown in some experimental studies that there is an important amount of active silica in the ash burned and left unused in the fields
(Figure 4). The active silica in the ash has a pozzolanic property and by finding the free-lime it forms a silicate and prevents lime melting in
water. When the ash is grounded to very fine particles and added to normal portland cement it provides impermeability by filling the micro
gaps in the paste phase, thus resulting in improvement of the physical and so the mechanical properties of the mortar or the concrete.
There is 80-90% of silica in the ash of rice shell. The most important property of the ash is its pozzolanic structure caused by the amorphous
silica. Porosity of the rice shell, its specific surface size and possession of amorphous silica prove that the ash has pozzolanic property. Using
the pozzolanic property of the rice shell, it is possible to add it into cement or lime for producing mortar. Also it can be mixed with cement
and used as pozzolan [29]. However, rice shell should be properly grinded before adding its ash into the cement [30]. As the rice shell ash
can be included into cement grinded, it can also be grinded with clinker and gypsum. When grinded with cement, the mechanical properties
become better [29-31].
Figure 4. Ashes of agricultural wastes (URL 6)
There are studies done on the usability of these wastes, having high silica ratio, in the production of glass materials and positive results are
obtained [32].
271
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
2.5. The use of wastes for decorative purposes
The agricultural wastes are also used for various purposes as furniture, wall paper and rugs. These wastes, which are compatible with human
health, psychologically warm and ecologic, can present aesthetically rich solutions in interior design (Figure 5).
Figure 5. The use of wastes in wall paper and furniture production (URL 7-11)
The ecologic properties of the wastes widen their areas of use day by day. From these wastes the bamboo fibre is widely used in the textile
industry. Also the number of textile products made from the banana fibre has started to increase (Figure 5).
3. Conclusions
The agricultural wastes give an opportunity of producing ecological materials as a renewable resource. There are sufficient types and amounts
of wastes that can be used as resource in Turkey.
In the experimental studies done, the use of wastes in the material production is also specified. Therefore the required steps, legal
arrangements and standards should be done to provide the valuation of agricultural wastes, which are left disordered and uncontrolled on
the fields, and these wastes should be turned into added valued products. For this purpose, first the types and amounts of the wastes must
be defined and then the problems of collection, storage and transportation must be solved.
References
• [1] Plesis, C. D., 2001. Doing More, Better, with Less–a Developing Country Perspective on Sustainability Through Performance. In Duncan,
J., editor. Proceedings of the CIB World Building Congress: Performance in Product and Practice, Wellington, 2-6 April. Branz, Wellington,
New Zealand.
• [2] Carbon Dioxide Information Analysis Center, 2003. Trends on Line – a Compendium of Data on Global Change. http://cdiac.esd.ornl.gov
• [3] Sektörel İnceleme Çalışmaları-1, 2011. İleri Teknoloji Projeleri (İTEP) Destek Programı, Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı, Ankara.
• [4] Esin, T., 2006. Sürdürülebilir Yapılaşma İçin Uygun Malzeme Seçimi, Yapı Dergisi, Sayı: 291, Sayfa: 83–86, İstanbul.
• [5] www.usgbc.org (Son erişim tarihi: Ekim 2012)
• [6] www.bream.org (Son erişim tarihi: Ekim 2012)
• [7] Yalçınkaya, A., 1995. Yapı Malzemesi ve Çevre Etkileşimi, İTÜ, FBE, YL Tezi, İstanbul.
• [8] Boztepe, E., Karaca, A., 2009. Yenilenebilir Enerji Kaynağı Olarak Tarımsal Atıklar, 11. Enerji Kongresi.
• [9] Ersoy, H.Y., 2001. Kompozit Malzeme. Literatür Yayıncılık, İstanbul.
272
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
[•10] U.S. Department of Energy, Energy Efficiency and Renewable Energy, April, House of Straw-Straw Bale Construction Comes of Age,
DOE/G010094-01, 1995.
• [11] Bryce, R., 1994. Casting a Straw Vote: The First Straw, The Austin Chronicle, Green Building Guide.
• [12] Grandsaert, M.F., 1999. A Compression Test of Plastered Straw-Bale Walls, Test Raporu Haziran.
• [13] Youngquist, J.A., English, B.E., Scharmer, R.C., Chow, P. and Shook, S.R. 1994. Literature Review on Use of Nonwood Plant Fibers for
Building Materials and Panels, United States Department of Agriculture Forest service Forest Products Laboratory General Technical Report
FPL-GTR-80.
• [14] Ghavami, K., 1984. Proceedings of the International Conference on Development of Low-Cost and Energy Saving Construction
Materials and Applications, Rio de Janeiro, 9-12 July, Envo, Rio de Janeiro, 2 vol.
• [15] Sobral, H.S., 1990. Proceedings of the 2nd International Symposium on Vegetable Plants and their Fibres as Building Materials,
Salvador, Brazil. Chapman and Hall, London, (RILEM Proceedings, 7).
• [16] Barbosa, N.P., Swamy, R.N., Lynsdale, C., 2000. Proceedings of the International Conference on Sustainable Construction Into the
Next Millennium: Environmentally Friendly and Innovative Cement Based Materials, Joao Pessoa, Brazil, 2-5 November. Federal University
of Sheffield, Joao Pessoa, Brazil.
• [17] Maloney, T.M., 1996. The Family of Wood Composite Materials, Forest Prod. J. 46:19-26.
• [18] Youngquist, J.A. 1999. Wood-based Composites and Panel Products, In: Wood Handbook, Wood as an Engineering Material, FPL-GTR
113, Madison WI.
• [19] Arslan, M.A., Karakuş, B., Güntekin E., 2007. Tarımsal Atıklardan Lif ve Yonga Levha Üretimi. ZKÜ Bartın Orman Fakültesi Dergisi, Cilt:9,
Sayı:12, 55-62.
• [20] Lee, S., Shupe, T. F. and Hse, C. Y. 2006. Mechanical and Physical Properties of Agro-Based Fiberboard. Holz als Roh- und Werkstoff.
64:74-79.
• [21] Halvarsson, S., Norgren, M. and Edlund, H. 2005. Processing of Wheat Straw Materials for Production Medium Density Fiberboard
(MDF), Appita 623-629.
• [22] Ye, X.P., Julson, J., Kuo, M., Womac, A. and Myers, D. 2007. Properties of Medium Density Fiberboards Made From Renewable Biomass,
Bioresource Technology 98:1077–1084.
• [23] Coutts, R.S., Ridikas, V., 1982. Refined Wood Fibre-Cement Products, Appita, 395-400.
• [24] Gültekin, H., A., 2004. Kumluca Ticaret Odası yayınlanmamış rapor. Bu kaynağın kullanıldığı tez; Karakuş, B., 2007. Çeşitli Bitkisel Sera
Atıklarının Yonga Levha Üretiminde Değerlendirilmesi. Süleyman Demirel Üni.,Yüksek Lisans Tezi, Isparta.
• [25] Eryıldız, D.I., Başkaya, A., 2000. Saman Balyası ile Yapılanma: Kırıkkale-Hasandede’de Bir Prototipin Yapımı. Gazi Üni. Müh. Mim. Fak.
Dergisi. Cilt 15, No 2, 87-104.
• [26] Stitt, Fred A., 1999. Ecological Design Handbook: Sustainable Strategies for Architecture, Interior design, and planning, McGraw-Hill
New York.
• [27] Rydholm, S.A., 1965. Pulping Processen. Intersciense Publishers, 1269 pp., New York.
• [28] Biricik, H., Berktay, İ., Aköz, F., Tulgar, A. N., 1996. Buğday Sapı Külünün Puzolanik
Özelliklerinin Araştırılması. 4. Ulusal Beton Kongresi, 369-380.
• [29] Malzum, F., 1989. Pirinç Kabuğu Külünün Puzolanik Özellikleri ve Külün Çimento Harcının Dayanıklılığına Etkisi. Doktora Tezi,
İstanbul Teknik Üniversitesi.
• [30] Çavuşoğlu, C., 1988. Puzolanların Klinker ve Alçı Taşı ile Birlikte Öğütülmesinin ve Öğütülmüş Halde Çimentoya Katılmasının Çimento
Özelliklerine Etkisi. Bitirme Ödevi, İTÜ İnşaat Fakültesi.
• [31] Ölmez, H., 1988. Endüstriyel Tarımsal Atıkların Çimento Üretiminde Değerlendirilmesi. On Dokuz Mayıs Üniversitesi Yayınları Fen
Edebiyat Fakültesi, Samsun.
• [32] Berkin, G., 2006. Sürdürülebilir Mimari için Pirinç Çeltiği Kabuk Külünden Üretilen Isı Korunumlu Cam Yapı Malzemesi. Doktora Tezi,
MSGSÜ, İstanbul.
273
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Reference for visual materials
• URL 1. http://www.flickr.com/photos/mytripsmypics/4324147417/
(Last access: December 2012)
• URL 2. http://www.alibaba.com/showroom/banana-fiber.html (Last access: December 2012)
• URL 3. http://www.salteksnonwovens.com.tr/hindistan-cevizi.html
(Last access: December 2012)
• URL 4. http://www.solarhaven.org/NewStrawbale.htm (Last access: December 2012)
• URL 5. http://proxied.changemakers.net/journal/300606/displayhousing1.cfm-ID=74
• (Last access: December 2012)
• URL 6. http://www.nepco.cc/images/mulch_RiceHullsCmpst.jpg
• (Last access: December 2012)
• URL 7. http://www.11seconds.com/2009/04/banana-fiber-paper-lamps.html
• (Last access: November 2012)
• URL 8. http://www.woodwallpapers.com/2011/11/15/banana-fiber-wallpaper/
• (Last access: November 2012)
• URL 9. http://thetitbits.blogspot.com/2012/03/banana-fibre-shirts-anyone.html
• (Last access: November 2012)
• URL 10. http://www.hayatinitasarla.com/design/hindistan-cevizinden-koltuk-1212.htm
• (Last access: November 2012)
• URL 11. http://www.domotex.in/natural-fibre-rugs.html (Last access: November 2012)
274
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
5. OTURUM / SESSION 5
YAŞANABİLİR KENTLER / ENGELSİZ ULAŞIM
LIVEABLE CITIES / TRANSPORTATION WITHOUT BARRIERS
Bülend TUNA / Oturum Başkanı - Chairperson
275
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
KENT MEYDANLARINDA YAYA KULLANIMININ ANALİZİ:
BEYAZIT MEYDANI ÖRNEĞİ
Öğr. Gör. Dr. H. Serdar KAYA
İstanbul Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü, İTÜ Mimarlık Fakültesi
Özet
Kentsel mekanda yaya kullanımını destekleyen kamusal açık alanlar kentsel yaşamın en önemli bileşenlerinden biridir ve kamusal aktivitelerin
artırılmasında önemli bir rol üstlenmektedir. Kamusal açık alanlar içinde de kent meydanları kentsel aktivitelerin en yoğun olarak yaşandığı
alanlar olarak öne çıkmaktadır. Bu nedenle meydanların yaya hareketini destekleyecek şekilde tasarlanması birçok araştırmaya konu
olmaktadır. Birçok çalışmada meydanların boyutları, meydanı çevreleyen yapıların fiziksel özellikleri, meydanlarda kullanılan kent mobilyaları,
meydan ve yakın çevresinde arazi kullanım gibi birçok faktör ile meydanın kullanımı ve mekan algısı arasındaki ilişki ve meydan tasarımının
başarısının değerlendirildiği görülmektedir. Kent meydanlarında yayaların davranışları, meydanın tasarımı ile yakından ilişkili olmakla birlikte
fiziksel tasarım dışında meydanı çevreleyen yapıların fonksiyonları, meydan içerisindeki sabit veya hareketli öğelerden de etkilenmektedir.
Bu çerçevede, yapılan çalışmada genel olarak tercih edilen meydanın fiziksel özelliklerini analiz etme veya kullanıcılarla anket yapma
yöntemleri yerine daha farklı bir yaklaşım denenmektedir. Tercih edilen yöntem öncelikle kullanıcıların meydandaki hareketlerinin bilgisayar
ortamına aktarılması ve en çok kullanılan alanların diğer bölgelerden hangi özellikler açısından farklı olduğunun belirlenmesi şeklindedir. Bu
kapsamda İstanbul ili içerisinde yer alan Beyazıt Meydanı örneklem alanı olarak seçilmiş ve bu meydanda mekan kullanımı incelenmiştir.
Yapılan çalışma kent meydanlarının kullanımında çevredeki binalar, kent mobilyaları, kot farkları gibi etmenlerin yanı sıra kentsel yaşama
katkıda bulunan diğer detayların da son derece önemli olabildiğini göstermektedir. Bu tür detayların kamusal açık alanların tasarımına dahil
edilmesi kentsel yaşamın zenginleştirilmesi için son derece önemli bir unsur olarak değerlendirilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Yaya hareketleri; Beyazıt meydanı, CBS, Meydanlar, Kentsel Tasarım
Giriş
Kamusal açık alanlar her zaman kentsel tasarım ve kentle ilgili araştırmalar için önemli bir konu olmuştur. Yapılan çalışmalarda kentsel mekan,
binalar ile yollar, meydanlar ve yeşil alanlar gibi açık alanlardan oluşan bir sistem olrak ele alınmaktadır. Kütle ve açık alanlar sisteminden
oluşan fiziksel çevre içerisinde açık alanlardaki kamusal aktiviteler büyük ölçüde yaya hareketleriyle ilişkilidir ve kent meydanları da üzerinde
en çok kentsel aktivitenin gerçekleştiği alanlardan biri olarak ön plana çıkmaktadır.
Binalar ve diğer açık alanlarla ilgili birçok çalışma olmakla birlikte bu çalışmalarda da kentsel açık alan sisteminin önemli bir bileşeni olarak
meydanlar bu araştırmalar içerisine dâhil edilmektedir (Çelik, Favro, & Ingersoll, 1994; Marshall, 2005a, 2005b). Kentlerde meydanların olup
olmayışı, boyutları, meydanları çevreleyen binaların özellikleri ve meydanların kent içerisindeki dağılımı gibi birçok özellik kültür ve yaşam
biçimi ile yakından ilişkilidir. Kültür ve dolayısıyla yaşantı biçimi değiştikçe meydanlar da zamanla farklılaşmaktadır. Genellikle meydanların
kullanımı ve fiziksel çevresi, meydanların temel biçimsel özellikleri ve bunların kullanıcı algısı üzerindeki etkileri kapsamında incelenmektedir.
Meydanları incelerken kullanılan birçok kavram bulunmaktadır: oran, düzen, bütünlük, ölçek, uyum, simetri, denge, ritim ve zıtlık bunlardan
bazılarıdır (Giritlioğlu, 1991; Moughtin, 2003).
Diğer yandan hem en belirgin kentsel açık alan olarak hem de sembolik anlam taşıyan ve sosyal yapı ile yakından ilişkili olan meydanlar aynı
zamanda politik yapıyı da yansıtmaktadır (Ashihara, 1983; Bacon, 1975; Zucker, 1966). Bacon meydanlardaki değişimi incelerken mekanla
277
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
ilgili olarak mekânsal farkındalık, form ve mekan, mekanın ifadesi, mekan-zaman-hareket kavramları önermekte ve bilinen bazı meydanlar
üzerinde bu kavramları kullanarak değerlendirme yapmaktadır (Bacon, 1975).
Çağdaş araştırmalarla, geleneksel yöntemler geliştirilmiş ve yeni kavram ve yöntemler kullanılmaya başlanmıştır. Yaya hareketinin incelenmesi
ve simülasyonuna yönelik olarak dünyaca yaygın olarak kullanılan yöntemlerden biri Mekansal dizim (space syntax) yöntemidir. Teori, temel
bazı yaya davranışı prensipleri üzerine geliştirilmiştir: Doğal hareket olarak tanımlanan ve sadece mekanın morfolojik yapısının şekillendirdiği
hareket bunlardan biridir. En az gayret prensibi (Zipf, 1972) ile de ilişkili olan, yayanın olası en kısa yolu tercih edeceği de mekânsal dizim
yönteminde kullanılan ikinci prensiptir (Hillier & Hanson, 1984). Bu yöntem kullanılarak Londra Trafalgar Meydanı örneğinde olduğu gibi kent
içerisindeki yaya güzergâhları kentsel tasarımlarla yönlendirilmektedir (Hillier, Stonor, Major, & Spende, 1998).
Yaya hareketlerinin belirli koşullar veya belirli mekanlarla sınırlandırılarak incelenmesi de farklı bir araştırma alanını oluşturmaktadır.
Meydanlarda kalabalık grupların hareketi veya tahliye durumunda yaya davranışı gibi özel koşullar altında yaya hareketlerinin anlaşılması ve
tahmin edilmesi çalışmaları ve bu kapsamda geliştirilen modeller de önemli bir yere sahiptir (Helbing, 1998a, 1998b; Helbing, Farkas, Molnar,
& Vicsek, 2002; Helbing & Molnar, 1998; Jiang, 1999; Kilambi, Ribnick, Joshi, Masoud, & Papanikolopoulos, 2008; Schelorn, OSullivan, Haklay,
& Thurstain-Goodwin, 1999; Seyfried, Steffen, & Lippert, 2006).
Yaya hareketinin modellenmesinde öncelikle yaya davranışının izlenmesi ve kaydedilmesi çok hassas ve önemli bir konudur. İmaj analiz
araçları, Coğrafi konumlama sistemleri, Coğrafi bilgi sistemi teknolojileri yaya hareketinin izlenmesine yardımcı olan önemli araçlardır (Ali
& Dagless, 1990; Aycard et al., 2006; Davies, Yin, & Velastin, 1995; Heikkila & SilvEn, 2004; Kitai, 1996; Koshak, 2005; Seitner & Lovell,
2005; Shoval, 2008; Teknomo, 2002). Bu teknolojiler yaya hareketinin analizi süresince önemli katkılarda bulunmaktadırlar. Bununla birlikte
teknolojinin yaya hareketlerine dolaylı olarak önemli bir etkisi ise kentsel yaşam ve özellikle kamusal aktivitelere olan etkisidir. Özellikle
çağdaş şehirlerde internetin alternatif bir kamusal alan olarak ön plana çıktığı ve yaşamın bireyselleşmeye başladığı görülmektedir (Wiley,
2008). Bir diğer konu da meydanlardaki dev dijital ekranlar, elektronik tabelalar, meydanları çevreleyen yapı cephelerinin dijital ekranlar haline
dönüşmesi de meydanların karakterini değiştirmektedir.
Bu bağlamda, meydanların yaya hareketine olan etkileri sadece boyutları veya çevreleyen yapıların kullanımları ile sınırlı olmayıp detay
ölçekteki tasarımın da oldukça önemli olduğu söylenebilir. Yüksek kalitedeki fiziksel çevre yaya kullanımını daha fazla destekleyerek tüm
kentsel aktiviteleri artıracaktır. Gehl, kentsel aktiviteleri zorunlu, isteğe bağlı ve sosyal aktiviteler olarak ifade edilen sonuç aktiviteler olmak
üzere üç gruba ayırmaktadır (Gehl, 2001).
Bu bağlamda, yapılan araştırma Beyazıt Meydanı’nda yaya davranış örüntüsünü incelemeyi amaçlamaktadır. Beyazıt Meydanı İstanbul’un
tarihi çekirdeklerinden biri olan Tarihi Yarımada içerisinde bulunmaktadır. Araştırmalar göstermektedir ki, 1900’lerin başından günümüze kadar
meydan çeşitli değişimler yaşamıştır (Kaya, 2010). Yirminci yüzyıl başlarında meydanın bir kavşak şeklinde düzenlenmiş olduğu görülmektedir.
Tasarım yaya dostu mekan oluşturmaktan çok taşıt hareketini organize etmeye yöneliktir. 1950’lerden sonra alan kısmen yayalaştırılmıştır.
Bu dönemde meydanın içerisinde sadece kuzeyde İstanbul üniversitesi kampüsünün hemen önünden geçen Darülfünun Caddesi, meydanın
güneyinde ise Ordu caddesi bulunmaktadır. !960’larda ise Meydanın kuzey doğusundaki Fuatpaşa Caddesi’ni Kuzeybatıda Veznecilere
bağlayan Darülfünun Caddesinin meydan içerisinde kalan kısmı yeraltına alınarak meydan tamamen yayalaştırılmış, meydanın karakteri
belirgin bir şekilde değişmiştir Meydanın yayalaştırılması yaya hareketini desteklemekte, Sahaflar, İstanbul Üniversitesi kampüsü, Beyazıt
kütüphanesi Beyazıt Camii gibi yakındaki fonksiyonlarla da daha canlı hale gelmiştir. Eminönü ve Taksim Meydanları ile karşılaştırıldığında
Beyazıt Meydanı’nın yayalar için daha cazip bir meydan olduğu söylenebilir (Kaya, 2010). Bununla birlikte kot farkları ve merdivenler ile
meydanın parçalanmış olması kullanıcı davranış örüntüsünü etkilemektedir.
Yöntem ve örneklem çalışması
Bu çalışmada bir kentsel meydan örnekleminde yaya hareketlerini yönlendiren faktörler incelenmektedir. Bu amaçla yapılan çalışmada yaya
hareketlerinin yüksek bir noktadan çekilen fotoğraflarla kaydedilerek vektörel hale getirilmesi şeklinde farklı bir yöntem kullanılarak yaya
hareketlerinin incelemesi yapılmıştır. Bu çerçevede Beyazıt meydanı örneklem alanı olarak seçilmiş, fotoğraflar ve CBS araçları yardımı ile
yaya hareket örüntüleri incelenmiştir. İlk olarak Beyazıt Camii minaresinden 15 dakika boyunca 5 saniye ara ile fotoğraflar çekilmiştir. Bunu
278
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
ardından çekilen fotoğraflar üst üste gelecek şekilde çakıştırılmıştır. Fotograf makinesi ile Cami minaresinden çekim yapıldığı için fotoğraflarda
belirgin bir perspektif bulunmaktadır (Şekil 1). Bu nedenle ikinci aşamada belirli koordinat noktaları kullanılarak fotoğraflar perspektiften
arındırılıp CBS ortamında gerçek koordinatlarına getirilmiştir. Yeni koordinatları ile fotoğraflardaki yayalar her fotoğraftaki her bir yaya birer
nokta olacak şekilde sayısallaştırılmıştır.
Şekil 1. Beyazıt Meydanında çekilen fotoğrafların orijinal hali
Tüm fotoğraflar çakıştırılarak gerekli dönüşüm yapılıp yayalar CBS ortamında vektörel hale getirildiğinde (Şekil 2) alanın tamamının yayalar
tarafından homojen olarak kullanılmadığı, aksine belirli doğrultular ve alt bölgelerin daha yoğun olarak kullanıldığı görülmüştür (Şekil 3).
Meydan içerisindeki baskın yaya hareketi kabaca üçgen şeklinde meydanı sınırlamaktadır. Ardından mekansal özellikler daha detaylı olarak
incelenerek en çok ve en az kullanılan bölgelerdeki farklılıklar araştırılmıştır.
Şekil 2. Fotografların CBS programında koordinatlandırılması
Beyazıt Meydanı’nı sınırlayan anıtsal binalar yaya hareketini kısıtlayan temel nedenlerden birini oluşturmaktadır. Bu yapılarla sınırlı
meydana altı ana noktadan girilmektedir (Şekil 2): Bunlardan iki tanesi (1 ve 2) Ordu caddesi yönündedir, bir tanesi (3) meydanı Vezneciler’e
bağlamaktadır. Dördüncü giriş (4) ise İstanbul üniversitesinin batısında bulunmaktadır. Diğer bir giriş de (5) çadırcılar caddesi ve kapalı çarşıya
279
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
açılmaktadır. Sonuncu giriş ise (6) Sahaflar çarşısına bağlanmaktadır. Meydanı kentin farklı bölgelerine bağlayan bu noktalara ek olarak
Üniversite ve Cami gibi önemli kullanımların girişlerinin meydana açılması da yaya kullanımını teşvik etmektedir.
Meydandaki kullanıcı davranışını etkileyen bir diğer faktör de topografyadır. Meydandaki kot farkları, yüksek eğime sahip yeşil alanlar ve
merdivenlerle ayrılmış tasarım yaya hareketini yönlendirmekte ve kısıtlamaktadır. Yayaların daha çok düz olan alanı kullandığı görülmektedir.
Şekil 3. CBS ortamında yaya hareketleri örüntüsü
Yapılan analizde yoğun olarak kullanıldığı görülen aksların çevredeki binaların girişleri ile ilişkili olduğu görülmekle birlikte meydanın merkezine
yakın bir bölgede de belirgin bir yoğunlaşma dikkat çekmektedir. Harita incelendiğinde ana yaya hareketini şekillendiren üçgene ek olarak
dördüncü bir nokta olarak belirginleşen başka bir çekim etkisinin de varlığı dikkat çekmiştir. Fotoğraflar üzerinde yapılan kontrol sonucunda
bu yoğunlaşmanın nedeninin alanda güvercin yemi satılan bir nokta olmasından kaynaklandığı belirlenmiştir.
Bu incelemeler sonucunda da kentsel açık alan kullanımının fiziksel çevre, bina kullanımları, yakın çevre ile bağlantılar gibi faktörlere ek olarak
daha esnek ve geçici aktivitelerden de etkilenebildiğini söylemek mümkündür.
Sonuç
Bu araştırmada yapılan analiz sonuçları, sokak sanatları, kuşyemi satıcıları gibi geçici ve hareketli kentsel aktivitelerin de meydanları
çevreleyen yapılar, arazi kullanım, topoğrafik düzenlemeler, kent mobilyaları ve peyzaj elemanları gibi diğer parametreler kadar önemli
olduğunu göstermektedir.
Araştırmada kullanılan yöntem yaya hareketlerinin fotoğraf analiz teknikleri ile incelenmesine dayandığından fotoğraf makinesi özellikleri
gibi parametreler kısıtlayıcı olmaktadır. Bu nedenle inceleme meydan içerisindeki yaya hareketine odaklanmıştır. Yüksek çözünürlüğe sahip
eşit zaman aralıklarında çekilmiş hava fotoğrafları olması durumunda yaya hareketlerini ve mekânsal özellikleri daha geniş bir alanda ve daha
detaylı olarak inceleme olanağı olacaktır.
.
Bu çalışmada kullanılan veriler çok kısıtlı olsa da elde edilen sonuçlar etkileyicidir: Analizler küçük ölçekteki aktivitelerin kent meydanlarında
yaya kullanımını önemli ölçüde yönlendirebileceğini göstermektedir. Bir kuşyemi satıcısı dahi önemli ölçüde bir çekim etkisi yaratarak yaya
hareketinde belirgin bir etki yapabiliyorsa fiziksel özellikler dışında kentsel tasarımı etkilediği halde ihmal edilen birçok detayın olabileceği
düşünülebilir. Bu nedenle benzer detayların kentsel tasarım yapılırken dikkate alınması daha canlı kentsel açık alanlar oluşturulması için son
derece önemlidir.
280
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Teşekkür
Bu çalışmada kullanılan fotoğrafların sayısallaştırılması sürecindeki önemli katkılarından dolayı Sayın Tomasz Gutowski’ye teşekkürlerimi
sunarım.
Kaynakça
• Ali, A. T., & Dagless, E. L. (1990). Vehicle and pedestrian detection and tracking. Paper presented at the Image Analysis for Transport
Applications, IEE Colloquium.
• Ashihara, Y. (1983). The Aesthetic Townscape. Cambridge, MA: MIT Press.
• Aycard, O., Spalanzani, A., Burlet, J., Fulgenzi, C., Vu, T. D., Raulo, D., . . . Gravir-Imag, S. I. (2006). Pedestrians Tracking Using
Offboard Cameras.
• Bacon, E. N. (1975). Design of cities: Thames and Hudson London.
• Çelik, Z., Favro, D. G., & Ingersoll, R. (1994). Streets: Critical Perspectives on Public Space: University of California Press.
• Davies, A. C., Yin, J. H., & Velastin, S. A. (1995). Crowd monitoring using image processing. Electronics & Communication Engineering Journal,
7(1), 34-47.
• Gehl, J. (2001). Life Between Buildings: Using Public Space: The Danish Architectural Press.
• Giritlioğlu, C. (1991). Şehirsel Mekan Öğeleri ve Tasarımı. Istanbul, Turkey: İ. T. Ü Mimarlık Fakültesi Yayınları.
• Heikkila, J., & SilvEn, O. (2004). A real-time system for monitoring of cyclists and pedestrians. Image and Vision Computing, 22(7),
563-570.
• Helbing, D. (1998a). A Mathematical Model for the Behavior of Pedestrians. Arxiv preprint cond-mat/9805202.
• Helbing, D. (1998b). Models for Pedestrian Behavior. Arxiv preprint cond-mat/9805089.
• Helbing, D., Farkas, I. J., Molnar, P., & Vicsek, T. (2002). Simulation of pedestrian crowds in normal and evacuation situations.
Pedestrian and Evacuation Dynamics, 21–58.
• Helbing, D., & Molnar, P. (1998). Self-Organization Phenomena in Pedestrian Crowds. Arxiv preprint cond-mat/9806152.
• Hillier, B., & Hanson, J. (1984). The social logic of space: Cambridge University Press, Cambridge, UK.
• Hillier, B., Stonor, T., Major, M. D., & Spende, N. (1998). From research to design: re-engineering the space of Trafalgar Square. Urban Design
Quarterly, 68(10), 35-37.
• Jiang, B. (1999). SimPed: Simulating Pedestrian Flows in a Virtual Urban Environment. Journal of Geographic Information and Decision
Analysis, 3(1), 21-29.
• Kaya, H. S. (2010). Kentsel dokunun dinamik yapısının analizine yönelik sayısal yöntem önerisi. Doktora Tezi Doktora Tezi, İstanbul.
(İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü)
• Kilambi, P., Ribnick, E., Joshi, A. J., Masoud, O., & Papanikolopoulos, N. (2008). Estimating pedestrian counts in groups. Computer Vision
and Image Understanding, 110(1), 43-59.
• Kitai, K. (1996). A Study of Automatically Tracking Pedestrian Flow. Paper presented at the IAPR Workshop on Machine vision Applications,
Keio University, Tokyo, Japan.
• Koshak, N. (2005, June 29 - July 1, 2005). A GIS-Based spatial-tempoeal visualization of pedestrian groups movement to and from jamart
area. Paper presented at the Proceedings of Computers in Urban Planning and Urban Management (CUPUM ’05), London, UK.
• Marshall, S. (2005a). Streets and Patterns: The Structure of Urban Geometry. London and New York: Spon Press.
• Marshall, S. (2005b). Urban Pattern Specification.
• Moughtin, C. (2003). Urban Design: Street and Square: Architectural Press.
• Schelorn, T., OSullivan, D., Haklay, M., & Thurstain-Goodwin, M. (1999). STREETS: an agent-based pedestrian model. Casa Working Paper
Series, No. 9. Centre for Advanced Planning Analysis, University College London. London. Retrieved from http://www.casa.ucl.ac.uk/
working_papers/paper9.pdf
• Seitner, F. H., & Lovell, B. C. (2005, 6-8 December). Pedestrian Tracking Based on Colour and Spatial Information. Paper presented at the
Digital Imaging Computer: Techniques and Applications (DICTA 2005), Cairns, Australia.
• Seyfried, A., Steffen, B., & Lippert, T. (2006). Basics of modelling the pedestrian flow. Physica A: Statistical Mechanics and its Applications,
368(1), 232-238.
281
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
•
•
•
•
•
282
Shoval, N. (2008). Tracking technologies and urban analysis. Cities, 25(1), 21-28.
Teknomo, K. (2002). Microscopic Pedestrian Flow Characteristics: Development of an Image Processing Data Collection and Simulation
Model. Diss. Tohoku Univ.
Wiley, D. (2008). The Urban Square: Remediating Public Space. Stream: Culture/Politics/Technology, 1(1), 72.
Zipf, G. K. (1972). Human Behavior and the Principle of Least Effort. New York: Hafner Publishing Company.
Zucker, P. (1966). Town and square. NY.: Columbia unv. press.
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
ANALYZING PEDESTRIAN USE IN URBAN SQUARES:
BEYAZIT SQUARE CASE
Inst. Dr. H. Serdar KAYA
Istanbul Technical University, Department of Urban and Regional Planning, ITU Faculty of Architecture
Abstract
Public open spaces that support pedestrian use is one of the most important component of urban life, and plays a key role in increasing
public activities. Urban squares stand out as the most intensively used places by pedestrians for urban activities. Thus, the design of squares
to facilitate pedestrian movement has been studied in several researches. Those studies mostly concentrated on the physical qualities of
urban space such as dimensions, feature of surrounding buildings, urban furniture, landscape components and land use of surrounding
environment as well as reciprocal relations between those physical qualities and usage, perception of the space and the success of the
design.
With this respect, this research investigates the usage potential of the square by applying a different approach rather than using the
generally accepted methodology based on analysing morphological features of squares or surveying with users. In the research, as an initial
step pedestrian movements transferred to the digital format via GIS tools and some software to define the most frequently used spaces.
Then, it is analysed to understand what characteristics/qualities make the differences between the most and the least frequently used
spaces. In this context, Beyazıt Square in Istanbul has been selected as a study area and the usage of square have been observed.
Analyses in this research indicate that details in urban squares can be as important as the other physical parameters such as dimensions of
squares. This analysis shows that the facilities and activities contribute considerably to the usage of the space by pedestrians. Therefore it is
very crucial to add similar details to the design of open spaces that helps to create vivid urban environment.
Keywords: Pedestrian movement; Beyazıt Square; GIS; Squares; Urban Design
Introduction
The public open space has always been a great debate in the researches of urban design and urban related disciplines. Urban space consists
of buildings and open spaces such as roads, squares, green areas. Within the city urban life is strongly related with the pedestrian activities.
Urban squares stand out as a place that most urban activities experienced on those open areas.
Although there are several studies on built space or other types of open spaces, as an important part of the urban open system, squares also
find a role in these researches (Çelik, Favro, & Ingersoll, 1994; Marshall, 2005a, 2005b). The existence, dimensions, features of surrounding
buildings and the distribution of squares changes according to the culture and lifestyle. As the cultures and lifestyles change, this process
affects the morphology of urban squares. The relationship between usage and physical environment of the squares generally limited with the
basic geometrical features of squares and their effects on human perception. Some basic concepts used to analyse squares are proportion,
order, unity, scale, harmony, symmetry, balance, rhythm, contrast (Giritlioğlu, 1991; Moughtin, 2003). On the other hand, as one of the
most important public open space which is strongly correlated with the social structure and having the symbolic meaning, the physical
characteristics, squares also reflects the political structure (Ashihara, 1983; Bacon, 1975; Zucker, 1966). Bacon investigated the physical
change with the terms of awareness of space, form and space, articulating space, space-time-movement and analysed those concepts in
detail for the some well-known urban squares (Bacon, 1975).
Contemporary researches enhance the traditional approaches via new concepts and methodologies. One of new methodologies widely used
283
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
in the world to analyse and simulate pedestrian movement is space-syntax. The theory found based on very basic principles of pedestrian
behaviour: “Natural movement” which means that the movement produced by only the morphology of the physical environment rather than
the functions and other attractors. User preference of the shortest path possible related with the principle of the least effort (Zipf, 1972) is
another principle used in the space syntax method (Hillier & Hanson, 1984). By using this method, pedestrian routes within the cities and
squares redesigned in several cities such as Trafalgar Square in London (Hillier, Stonor, Major, & Spende, 1998).
The modelling of pedestrian behaviour in the specific conditions or specific spaces is another interest of area and several models have been
developed to understand and predict pedestrian movement in these situations such as crowd behaviour in squares, pedestrian behaviour
in evacuation situation (Helbing, 1998a, 1998b; Helbing, Farkas, Molnar, & Vicsek, 2002; Helbing & Molnar, 1998; Jiang, 1999; Kilambi,
Ribnick, Joshi, Masoud, & Papanikolopoulos, 2008; Schelorn, OSullivan, Haklay, & Thurstain-Goodwin, 1999; Seyfried, Steffen, & Lippert,
2006). The success of pedestrian modelling strictly depends on the detecting and tracking pedestrian movement. Image processors, GPS
tracking, GIS technologies are important tools for pedestrian tracking (Ali & Dagless, 1990; Aycard et al., 2006; Davies, Yin, & Velastin, 1995;
Heikkila & SilvEn, 2004; Kitai, 1996; Koshak, 2005; Seitner & Lovell, 2005; Shoval, 2008; Teknomo, 2002). These technologies have great
contribution to the analysing process of pedestrian movement. On the other hand, technology has another effect over urban lifestyle and
social relationship. Especially, in contemporary cities life becomes individualized confronting internet as an alternative public domain and
other digital technologies creating new networks between individuals (Wiley, 2008). On the other hand, new technologies such as massive
digital screens in the squares or on the surrounding buildings also change the face and physical quality of urban squares.
With this respect, it can be said that, not only the dimensions but also the design of squares becomes more important to facilitate pedestrian
movement. High quality physical environment brings together the increase all activities. Gehl classified activities into three groups, as
necessary activities, optional activities and resultant activities which means social activities (Gehl, 2001). With this respect, this research
aims to analyse pedestrian behaviour pattern within the Beyazıt square in Istanbul. Beyazıt square is located in the Historical Peninsula
which is the one of the historical cores of the city. The researches indicates that in the evolution process since the beginning of the 1900’s
physical characteristics have been changed several times (Kaya, 2010). In the first decade of the 20th Century, square was designed as a road
junction. And design was mainly focused on vehicle movement instead of creating the pedestrian friendly environment. After 1950’s there are
two main road restricting the square: Ordu Street on the south and Darülfünun Street on the north in front of the Istanbul University campus.
After 1960’s the with the new tunnel design for Darülfünun Street connecting the Fuat Paşa Street to the Vezneciler, changed the character
of the square. Pedestrianization of the area facilitates to the activities in the square and some second hand booksellers, University campus,
Beyazıt Library and Mosque makes the environment attractive for pedestrians. Comparing the Eminönü and Taksim Squares, Beyazıt Square
is more pedestrian-friendly square than the other two (Kaya, 2010). On the other hand, the different levels and stairs in the design divides
the square area. The fragmented design of square also effects the movement pattern of users.
Methodology and case study
In this research, pedestrian behaviour in the square analysed with a different methodology based on capturing and digitizing pedestrian
movement via images taken from the top view. In this context, Beyazıt Square in Istanbul has been selected as a study area and the usage
of square have been observed.
In Beyazıt, photographs and GIS tools are used to analyse behaviour pattern of users in the square. As an initial step, photographs taken
in 5-second time interval for 15 minutes from the minaret of Beyazıt Mosque. Afterwards, those photographs were aligned. Because of the
images taken by photography technique, each image has perspective (Figure 1). In the second step the perspectives removed and all images
transferred to the GIS format by using the real coordinates of the urban square. Then pedestrians in the coordinated photographs converted
to vector data. In this dataset, each pedestrian in each photograph represented as one point data.
284
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Figure 1. Original image taken from Beyazıt mosque
When the all photographs were overlapped and transferred from raster to vector format (Figure 2), it has been seen that there is not
homogeneous usage over all area; conversely, some directions and sub areas are more densely used than the other areas (Figure 3). The
dominant movement pattern follows over a triangular area in the square. Then, it is analysed to understand what characteristics/qualities
make the differences between the most and the least frequently used spaces.
Figure 2. Rectifying process of photographs into the GIS
The historical buildings that surrounding the Beyazıt Square are one factor that restricts and leads to the pedestrian movement. There are
six main entrances to the square (Figure 1): Two of them (1 and 2) from the Ordu street, one connects with the Vezneciler area (3), The fourth
entrance is near the Istanbul University campus (4), one from Çadırcılar street and Grand bazaar (5), and one to the bouquiniste bazaar (6).
Added to these entrance points connecting the square to the city, the entrances of the Istanbul University campus and Beyazıt Mosque also
attracts pedestrians.
Another factor affecting the movement pattern is the topography as a separator in third dimension. Stairs and highly sloped green areas
shapes the walkable pedestrian zones.
285
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Figure 3. The pedestrian movement pattern in GIS
On the other hand the map shows that another attractor have affect as a fourth corner outside the main triangular area. Although there
is a correlation between entrances of the buildings and the pedestrian movement, the increasing movement can also be seen close to the
central area of the square. It is found that the reason of this concentration is the location of birdseed seller within the square effecting the
movement of pedestrians. From this result, it can be said that the activities of urban open spaces also affected by temporary functions and
attracting activities and in the design process these factors should be taken into consideration to create more attractive public open spaces.
Conclusion
Analyses in this research indicates that temporary and mobile activities such as street art, birdfeed selling, and details in urban squares can
be as important as the other parameters such as surrounding buildings, land use, landscape grading and urban furniture, landscape elements.
The methodology used in this case study is based on the pedestrian tracking by using the image analysing techniques and the features of
the camera limits the area captured. Thus, the analysis has been conducted mainly within the square area. Alternatively, if an opportunity
to have high-resolution time-lapse images as an aerial photo, the research can be include larger area and more detailed physical elements.
Although the data in this research is very limited, the results gathered from this analysis are surprising: The analysis shows that facilities
and small-scaled activities contribute considerably to the usage of the space by pedestrians. Whether the one bird-feed seller has noticeable
effect on the pedestrian behaviour in the square, there might be several details neglected while analysing urban open space. Therefore it is
very crucial to take into consideration to similar details to the design of open spaces that helps to create vivid urban environments.
Acknowledgement
The aouthor would like to thank Mr. Tomasz Gutowski for great contribution during the process of digitizing raster images.
References
• Ali, A. T., & Dagless, E. L. (1990). Vehicle and pedestrian detection and tracking. Paper presented at the Image Analysis for Transport
Applications, IEE Colloquium.
• Ashihara, Y. (1983). The Aesthetic Townscape. Cambridge, MA: MIT Press.
• Aycard, O., Spalanzani, A., Burlet, J., Fulgenzi, C., Vu, T. D., Raulo, D., . . . Gravir-Imag, S. I. (2006). Pedestrians Tracking Using
Offboard Cameras.
286
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
• Bacon, E. N. (1975). Design of cities: Thames and Hudson London.
• Çelik, Z., Favro, D. G., & Ingersoll, R. (1994). Streets: Critical Perspectives on Public Space: University of California Press.
• Davies, A. C., Yin, J. H., & Velastin, S. A. (1995). Crowd monitoring using image processing. Electronics & Communication Engineering Journal,
7(1), 34-47.
• Gehl, J. (2001). Life Between Buildings: Using Public Space: The Danish Architectural Press.
• Giritlioğlu, C. (1991). Şehirsel Mekan Öğeleri ve Tasarımı. Istanbul, Turkey: İ. T. Ü Mimarlık Fakültesi Yayınları.
• Heikkila, J., & SilvEn, O. (2004). A real-time system for monitoring of cyclists and pedestrians. Image and Vision Computing, 22(7),
563-570.
• Helbing, D. (1998a). A Mathematical Model for the Behavior of Pedestrians. Arxiv preprint cond-mat/9805202.
• Helbing, D. (1998b). Models for Pedestrian Behavior. Arxiv preprint cond-mat/9805089.
• Helbing, D., Farkas, I. J., Molnar, P., & Vicsek, T. (2002). Simulation of pedestrian crowds in normal and evacuation situations.
Pedestrian and Evacuation Dynamics, 21–58.
• Helbing, D., & Molnar, P. (1998). Self-Organization Phenomena in Pedestrian Crowds. Arxiv preprint cond-mat/9806152.
• Hillier, B., & Hanson, J. (1984). The social logic of space: Cambridge University Press, Cambridge, UK.
• Hillier, B., Stonor, T., Major, M. D., & Spende, N. (1998). From research to design: re-engineering the space of Trafalgar Square. Urban Design
Quarterly, 68(10), 35-37.
• Jiang, B. (1999). SimPed: Simulating Pedestrian Flows in a Virtual Urban Environment. Journal of Geographic Information and Decision
Analysis, 3(1), 21-29.
• Kaya, H. S. (2010). Kentsel dokunun dinamik yapısının analizine yönelik sayısal yöntem önerisi. Doktora Tezi Doktora Tezi, İstanbul.
(İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü)
• Kilambi, P., Ribnick, E., Joshi, A. J., Masoud, O., & Papanikolopoulos, N. (2008). Estimating pedestrian counts in groups. Computer Vision
and Image Understanding, 110(1), 43-59.
• Kitai, K. (1996). A Study of Automatically Tracking Pedestrian Flow. Paper presented at the IAPR Workshop on Machine vision Applications,
Keio University, Tokyo, Japan.
• Koshak, N. (2005, June 29 - July 1, 2005). A GIS-Based spatial-tempoeal visualization of pedestrian groups movement to and from jamart
area. Paper presented at the Proceedings of Computers in Urban Planning and Urban Management (CUPUM ’05), London, UK.
• Marshall, S. (2005a). Streets and Patterns: The Structure of Urban Geometry. London and New York: Spon Press.
• Marshall, S. (2005b). Urban Pattern Specification.
• Moughtin, C. (2003). Urban Design: Street and Square: Architectural Press.
• Schelorn, T., OSullivan, D., Haklay, M., & Thurstain-Goodwin, M. (1999). STREETS: an agent-based pedestrian model. Casa Working Paper
Series, No. 9. Centre for Advanced Planning Analysis, University College London. London. Retrieved from http://www.casa.ucl.ac.uk/
working_papers/paper9.pdf
• Seitner, F. H., & Lovell, B. C. (2005, 6-8 December). Pedestrian Tracking Based on Colour and Spatial Information. Paper presented at the
Digital Imaging Computer: Techniques and Applications (DICTA 2005), Cairns, Australia.
• Seyfried, A., Steffen, B., & Lippert, T. (2006). Basics of modelling the pedestrian flow. Physica A: Statistical Mechanics and its Applications,
368(1), 232-238.
• Shoval, N. (2008). Tracking technologies and urban analysis. Cities, 25(1), 21-28.
• Teknomo, K. (2002). Microscopic Pedestrian Flow Characteristics: Development of an Image Processing Data Collection and Simulation
Model. Diss. Tohoku Univ.
• Wiley, D. (2008). The Urban Square: Remediating Public Space. Stream: Culture/Politics/Technology, 1(1), 72.
• Zipf, G. K. (1972). Human Behavior and the Principle of Least Effort. New York: Hafner Publishing Company.
• Zucker, P. (1966). Town and square. NY.: Columbia unv. press.
287
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
YAŞANABİLİR TARİHİ KENT MERKEZLERİ İÇİN
YÜRÜNEBİLİRLİĞİN ARTTIRILMASI: MERSİN ÖRNEĞİ
Uzman Züleyha Sara BELGE
Mersin Üniversitesi, Akdeniz Kent Araştırmaları Merkezi
Doç. Dr. Müge AKKAR ERCAN
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
ÖZET
İnsan hakları bağlamında yaşanabilirlik ve yaşam kalitesi kavramları, kent planlama ve kentsel tasarım yazınında derinlemesine tartışılan
kavramlar haline gelmiştir. Bunun temel nedeni, bu kavramların insan haklarının temelini oluşturmalarıdır. İnsan hakları kapsamında
değerlendirilen kentli hakları ise, kentin kamusal mekânları ile doğrudan ilişkilidir. Bir kentin kamusal alanlarının zenginliği ve paylaşımı
o kenti yaşanabilir kılar. Kamusal alanların önemli bir parçası olan sokaklar, iletişimin, etkileşimin ve buluşmanın yani sosyalleşmenin
sağlandığı mekânlardır. Sosyalleşme ise, sokağı kullanabilme imkânları ve dereceleri ile ölçülebilir. Bu doğrultuda, yaşanabilirliğin bir
bileşeni olan yürünebilirlik kavramı, kamusal mekânı kullanabilme imkânlarının ölçülmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu çalışmanın
amacı, yaşanabilirlik yazınının önemli bir parçası olarak yürünebilirlik kavramını incelemektir. Bu bildiri, öncelikle, yaşanabilirlik ve yaşam
kalitesi kavramlarını irdeleyerek yaşanabilirlik kavramının bileşenlerini ortaya koymaktadır. Daha sonra, yaşanabilirliğin bir bileşeni olarak,
yürünebilirliğin ölçütlerini tanımlamaktadır. Bu ölçütler belirlenirken, özellikle kentsel mekânın tasarım kalitesine doğrudan etki eden
yürünebilirlik ölçütlerine öncelik verilmiştir. Bu araştırma, kentteki son dönem politika ve stratejileri sonucu bir süredir çöküntüleşme sürecine
giren Mersin’in tarihi kent merkezine odaklanmaktadır. Görgül araştırma alanı olarak seçilen Uray ve Atatürk Caddeleri, geçmişten bugüne
Mersin’in tarihi kent merkezinin ana ticaret omurgasını oluşturmaktadır. Ancak, Mersin, sahil boyunca geliştirilen dolgu ve büyük açık
alanlarından dolayı, Akdeniz Liman Şehri olma özelliğini zamanla yitirmektedir. Aynı zamanda, artan nüfus ve kentleşme hızına planlama
çalışmaları ile çözüm bulunamaması ve değişen ticaret alışkanlıkları ile alışveriş merkezlerinin tercih edilmesi, Mersin tarihi kent merkezinin
karakterini ve canlılığını yitirmesine neden olmuştur. Bu nedenle, Mersin’in tarihi kent merkezinin canlılığını yeniden kazandırılarak yaşanabilir
bir çevre haline gelebilmesi için yürünebilirlik kapasitesinin arttırılması gerekmektedir. Bu hipoteze dayanarak, bu araştırma, Atatürk ve
Uray Caddeleri’nin yürünebilirlik kapasitelerini, problem ve potansiyellerini incelemekte, kentlerin yaşanabilirlik ve yaşam kalitelerine büyük
katkılarda bulunabilecek kentsel tasarım stratejilerinin öneminin altını çizmektedir.
Anahtar Kelimeler: Yaşanabilirlik, yürünebilirlik ölçütleri, kamusal mekân, tarihi kent merkezi, Uray Caddesi, Atatürk Caddesi, Mersin
1.Giriş
Yürünebilirlik yalnızca Türkiye’deki önemli bir sorun değil, aynı zamanda Türk kentlerinde ve kent merkezlerinde kentsel tasarım kalitesini
artırmak için kritik konulardan biridir. Aynı zamanda, yürünebilirliğin arttırılması günlük kullanıcılar, turistler, ziyaretçiler ve yatırımcılara
yönelik kentsel çevreleri yeniden canlandırmak ve çekiciliğini arttırmak için önemli bir stratejidir. Bu bildiri, kentsel tasarım kalitesinin kamusal
mekânın yürünebilirlik kapasitesini doğrudan etkilediğini ve geliştirdiğini göstermeyi amaçlamaktadır.
Yürünebilirlik, mekânsal yaşam kalitesinin fiziksel bir değişkeni olarak kabul edilmektedir. Oxford Advanced Learner Sözlüğü (1995), yayayı
“bir taşıtla yolculuk etmek yerine yürüyen kişi” olarak tanımlamaktadır. Bu nedenle, yürüme eylemi yalnızca bir ulaşım türü (modu) değil,
aynı zamanda, yaya olanakları, sokak dokusu, kaldırım, yol durumu, yapılı çevre ve özellikle kentsel tasarım karakterinin kalitesiyle ilgilidir.
Kentsel mekânda araç-yaya kullanım dengesi yürünebilir çevre geliştirebilmek için çok önemlidir. Daha da önemlisi, yürünebilir mekânlar
herkes için eşitlikçi ortamlar oluşturur. Bu durum, engelliler, yaşlılar, küçük çocuklu ebeveynler gibi savunmasız ya da dezavantajlı (vulnerable,
disadvantaged) gruplar söz konusu olduğunda özellikle önemlidir. Bu nedenle, yürünebilir mekânlar, altyapı (kaldırımlar, yaya geçitleri, ayrılmış
yollar, sokak mobilyaları ve ağaçlar gibi) açısından yayalar için tam donanımlı olmalıdır. Bunların sağlandığı yürünebilir çevreler insanları
güvende hissettirir. Yürünebilir çevreler, kafeler, dükkânlar, farklı konut tipleri, açık alanlar, sokak mobilyaları ve sokak dokusuyla, her çeşit
insana hitap edebilmektedir (Hancock vd., 1999, Massam, 2002, Southworth, 2005, Krambeck ve Shah, 2006, Forsty ve Southworth, 2008).
289
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Yürünebilirlik ölçülebilir bir kavramdır. Kamusal alanların yürünebilirlik kapasitesini değerlendirmek için birtakım niceliksel ve niteliksel ölçütler
olabilir. ‘Yaşanabilirlik’ (livability) yazınında ve söyleminde karşımıza çıkan ‘yürünebilirlik’ temelde iki farklı anlamda kullanılır. Yürünebilirliğin
bir anlamı “yaşam kalitesi”ni, diğer anlamı ise “yaşam kalitesinin bir bileşeni”ni ifade eder. Bu araştırma, yaşanabilirliği yaşam kalitesinin
bir bileşeni ve yürünebilirliği de yaşanabilirliğin bir bileşeni olarak ele almaktadır (Şekil-1). Yürünebilirlik sekiz kentsel tasarım ölçütüyle
tanımlanabilir. Bunlar: çekicilik, açık alan bağlantısı, güvenlik, sokak dokusu, yol kalitesi, ulaşım türleri/araçları arasındaki ilişki, yol ağı
bağlantısı ve erişilebilirliktir (Şekil-1).
Şekil-1: Yaşanabilirlik ve yaşam kalitesi bağlamında yürünebilirlik ölçütleri (Hancock, T., vd., 1999, Hutabarat L.R., 2009, Lambert K,
2005 ve Southworth, M., 2005’den Z.S. Belge tarafından yeniden yorumlandı, Belge, 2012, 16)
Yaşanabilir bir çevre için en önemli göstergelerden biri olan çekicilik ve rahatlık, yaya yollarının bakım ve temizliği, engelli insanlar için
düzenlemelerin varlığı ve kalitesi, yaya olanaklarının varlığı, anayollar boyunca yaya geçitlerinin varlığı, ilgi çekici kentsel manzara, çeşitli
ve farklı arazi kullanım faaliyetlerinin varlığı ile ölçülebilir/değerlendirilebilir (Appleyard, 1981, Jacobs, 1995, Moughtin vd., 1999, Krambeck
ve Shah, 2006, Duany vd., 2010). Diğer bir yaşanabilirlik göstergesi olan açık alanlar arasındaki bağlantının sağlanması ise, doğal
çevre, buluşma ve toplanma mekânları ile kendine özgü özellikleri ve görsel çekiciliği ile sokak ağı arasındaki ilişkinin varlığıyla ölçülebilir
(Montgomery, 1998, Southworth, 2005, Akkar, 2007). Tüm bu değişkenler sosyalleşmeyi teşvik ederek yaşanabilir bir çevrenin yaratılmasında
önemli katkılarda bulunur. Yürünebilir bir çevrede yayaların güvenliği, “algılanan” ve “gerçek” olarak incelenebilir. Güvenli sokaklar yayaları
yürümeye teşvik eder ve canlılığı artırır (Appleyard, 1981, Jacobs, 1995, Kolody, 2002, Southworth, 2005, Evans, 2005). Kent kimliğine
katkısı olan sokak dokusunun karakteri yürünebilirlik kapasitesini, dolayısıyla yaşanabilirliği doğrudan etkiler. Sokak dokusu, özellikleri ile
sokakların çekiciliğinde, çevre içinde hareket kolaylığında ve çevre güvenliğinde önemli bir rol oynar (Jacobs, 1995, Southworth, 2005). Başka
bir yürünebilirlik göstergesi olan yol kalitesi, sokakların fiziksel tasarım kalitesi ile doğrudan ilişkilidir. Yol kalitesi, yaya alanlarının konforunu
artırmada esastır. Daha açık bir ifadeyle kaldırım genişliği, yol döşeme kalitesi, sokak mobilyası, tabelalar, sokak aydınlatması ve ağaçlar yol
kalitesinin göstergeleridir (Appleyard, 1981, Moughtin vd., 1999, Southworth, 2005, Duany vd., 2010) Yürünebilir ortamlar oluşturmak için
erişimin iyileştirilmesinde motorsuz ulaşım aracı, toplu taşıma veya özel araç gibi farklı ulaşım araçları arasındaki ilişkinin varlığı, diğer bir
önemli etkendir. Buna ek olarak, değişikliğe uğramış ızgara sokak dokusu hareket kolaylığı açısından tüm ulaşım türlerinin bağlantısı için
fırsatlar sunmaktadır (Southworth, 2005, Duany vd., 2010). Yol ağı bağlantısı, öncelikle sokak dokusuyla, sonra da kaldırımda belirgin bir
290
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
yürüyüş alanı ile ilişkilidir. Alternatif güzergâhların, sokak ağının kısa bağlantılarının ve önemli engeller olmadan kaldırımların sürekliliğinin
olması yürüme kolaylığı ve konforu sağlamak için gereklidir (Burden, 2000, Kolody, 2002, Southworth, 2005, The VTPI, 2011). Son olarak,
hizmetlere, kamusal olanaklara, faaliyetlere ve toplanma mekânlarına erişim yaşanabilir ve yürünebilir çevre için önemli bir kriterdir. Toplu
taşıma olanaklarına erişim, yönlendirme, otoparkın varlığı ve engelsiz hareketin varlığı erişilebilirliğin ölçütleridir (Jacobs, 1995, Banerjee ve
Southworth, 1995, Jacobs, 1995, Kolody, 2002, Pedestrian & Streetscape Guide, 2003, Southworth, 2005, Crankshaw, 2009).
Bu çalışmada, Mersin Tarihi Kent Merkezinde Uray ve Atatürk Caddeleri özelinde yukarıda tanımlanan sekiz bileşene dayanarak yürünebilirlik
kalitesi incelenmektedir. Uray ve Atatürk Caddeleri, kent merkezlerinde yürünebilirliğin önemini gösterebilmek ve yukarıda belirlenen
yürünebilirlik ölçütlerinin performanslarını (başarılarını) değerlendirmede kullanılabilecek uygun örnekler olarak seçilmiştir. Aşağıdaki
bölümde, bu caddelerin yürünebilirlik analizi bulguları yer almaktadır.
2. Mersin de Atatürk ve Uray Caddeleri
Atatürk ve Uray Caddeleri Mersin tarihi kent merkezinin tarihi ana omurgasını oluşturmaktadır. Mersin, bir liman kenti olarak, her zaman
kozmopolit bir şehir olmuştur. Ancak, sahil boyunca yapılan dolgu alanları ve buradaki geniş rekreasyon alanları Mersin’in Akdeniz Liman
Kenti özelliğini kaybetmesine neden olmuştur. Uluslararası liman gelişimi ve ilgili ulaşım altyapısı şehrin nüfusunda ve kentleşmesinde hızlı
bir artışa neden olmuştur. Ancak, planlamayla ilgili yetkili kurumlar, tarihi kent merkezini etkin bir şekilde denetleyememiş, sürece yeterli
düzeyde öncü rol oynayamamıştır (Ünlü, 2007, Belge, 2012). Günümüzde, yüksek yoğunluklu gelişmeler, yükselen arazi değerleri ve araç
trafiğinin artması, yaya hareketini engellemekte ve yaşam kalitesini, dolayısıyla, yaşanabilir mekânların kalitesini azaltmaktadır. Doğal olarak,
Mersinliler, daha yaşanabilir ve konforlu alanlar seçme ve kullanma eğilimindedir. Kentlilerin mekan kullanımı doğrultusundaki bu eğilim, ticari
faaliyetlerin tarihi kent merkezinden alışveriş merkezlerine taşınması sürecini başlatmıştır. Bütün bunlarla birlikte, Mersin tarihi kent merkezi,
Akdeniz Liman Kenti olarak kimliğini koruyamamış; liman kenti özelliklerini, rollerini, dinamiklerini ve kimliğini kaybetmeye başlamıştır (Ünlü,
2008). Bu saptamalar, Mersin’de üst ölçekli planlama ilkelerine dayalı, Mersin tarihi kent merkezindeki kamusal alanların kalitesini artırmak
ve kentin özgün özelliklerini sürdürmek için kentsel tasarım stratejilerinin geliştirilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır.
Şekil 2: Uray ve Atatürk Caddeleri’ndeki kent simgeleri ve toplanma alanları (Belge, 2012, 95) Araştırma Yöntemi
291
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Araştırma Yöntemi
Bu araştırmada tek bir örneğe bağlı alan araştırması (single-case study) yöntemi kullanılmaktadır. Uray Caddesi ve Atatürk Caddesi’nin
mevcut arazi kullanımı, kat sayısı, sokak döşemesi ve trafik yönetimi gibi genel özelliklerine dayanarak, çalışma alanı dört ‘özgün bölge’
olarak, B1, B2, B3 ve B4 kodlarıyla tanımlanmıştır (Şekil-3). Her bölge, yürünebilirlik kapasitesini etkileyen araç ve yaya trafiği düzenlemeleri
açısından farklı mekânsal özelliklere sahiptir. Uray ve Atatürk Caddeleri, birbirlerine meydanlar ve parklar ile doğrusal bir şekilde bağlıdır. Bu
caddeler, bazı açıklık ve kapalılıklar ile farklı mekânsal olanaklar sunmaktadır.
Şekil-3: Uray ve Atatürk Caddeleri Özgün Bölgeleri (Belge, 2012, 113).
AdliyeLatin Katolik Kilisesi
Valilik Binası
Eski Valilik Binası
Şekil 4: 1.Bölge fotoğrafları (Z.S.Belge kişisel arşiv)
292
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Sursok Han
Eski Cami
Şekil 5: 2.Bölge fotoğrafları (Z.S.Belge kişisel arşiv)
Ulu Cami
Ulu Çarşı (Eski Gümrük Meydanı)
Şekil 6: 3.Bölge fotoğrafları (Z.S.Belge kişisel arşiv)
293
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Mersin Büyükşehir Belediyesi
Balık Pazarı Cumhuriyet Meydanı
Atatürk Evi
Şekil 7: 4.Bölge fotoğrafları (Z.S.Belge kişisel arşiv).
Bu araştırmada, Uray ve Atatürk Caddeleri’nin yürünebilirlik kapasitesinin incelenebilmesi için, yazın taraması sonucu yürünebilirlik birleşenleri
belirlenmiş; görgül araştırma alanı ve çevresinin tarihi gelişimi, güncel halihazır haritaların değerlendirilmesi ve ‘ön gözlem’ sonuçlarını içeren
masa başı değerlendirmeler kullanılmıştır. Uray ve Atatürk Caddeleri’nin, Mersin Tarihi Kent Merkezi’nin içindeki yerini belirlemek için, tarihi
merkezin içindeki farklılaşan parçaları, ana simgeleri, düğümleri, sınırları ve mekânsal ilişkileri tanımlanmıştır. Yürünebilirlik kalitesini azaltan
ya da katkı sağlayan olumlu ve olumsuz etkenleri bulmak ve özgün bölgelerindeki benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koymak için, doğrudan
gözlemler yapılmış; alan yürünebilirlik ölçütleri doğrultusundaki saptamalara dayalı olarak fotoğraflanmıştır. Ayrıca, morfolojik analizler,
görsel haritalar aracılığıyla yapılmıştır. Son aşama olarak, kullanıcıların algısını ortaya koymak için anket çalışması yapılmıştır. Bu çalışmada
yer alan sorulara ek olarak, kullanıcıların örnek alanla ilgili algılarını ölçmek için zihin haritaları çizdirilmiştir.
3. Araştırma Sonucu
Ulu Çarşı ile başlayan ve Cumhuriyet Meydanı ile son bulan B4, tarihi özellikleri, meydanları ve yayalaştırılmış alan olmasıyla yayalar için çekici
ve uygun bir alandır. Ayrıca, B4 özgün özellikleri ve görsel çekiciliği olan mekânlarla yaya yolu ağı bağlantısı açısından daha yürünebilir bir
bölgedir. Sokak genişliği ve kapalılık açısından, B3’ün B1 ve B2’den daha güvenli olduğu tespit edilmiştir. Buna rağmen, B4, yayalar için, diğer
bölgelerden çok daha güvenli bir ortam sağlamaktadır (hem gerçek hem de algısal güvenlikle ilişkili). Sokak dokusu analizlerine göre, Mersin
Tarihi Kent Merkezi’nin sokak dokusu, ‘değişmiş ızgara’ (modified grid) dokusudur. Bu doku biçimi, kullanıcıya daha fazla güzergâh seçenekleri
ve kolay algılanabilir ve okunaklı (legible) bir sokak ağı sunmaktadır. Bütün bölgedeki ‘ızgara’ sokak dokusu özelliği yürünebilir ve yaşanabilir
bir çevre sağlamaktadır. Rahat ve kolay yaya hareketi, araç trafiği ve cadde üzerinde park eden arabaların varlığıyla engellenmektedir, Yeterli
kaldırım genişliği, sokak mobilyası, sokak mobilyasının doğru yer seçimi, yeterli sayıda sokak lambası ve sokak ağaçlarının varlığı gibi ‘yol
kalitesi’ni belirleyen ölçütler açısından incelendiğinde, B3, B1 ve B2’ye göre nispeten daha iyi durumdadır. B4 ise, döşeme kalitesi, sokak
tabelaları ve sokak lambaları ile, çalışma alanının en yürünebilir ve yaşanabilir parçasıdır. Çalışma alanında, farklı ulaşım türleri arasındaki
bütünleşme belirli bir düzeyde sağlanmıştır. Ancak, Uray ve Atatürk Caddeleri’ndeki toplu taşım olanakları yeterli değildir. Bu açıdan, Mersin
Tarihi Kent Merkezi ve çevresi ile olan ilişkinin güçlendirilmesi için hafif raylı sistem (tramvay gibi) gereklidir. Yol ağı bağlantısına gelince, sokak
dokusunun ‘değişmiş ızgara’ olması yayalar için alternatif yol seçenekleri ile doğrudan ve kısa güzergâhlar sağlamaktadır. Kaldırımlar ayrıntılı
olarak ele alındığında, B1, B2 ve B3 de yaya ağının devamlılığını sağlayacak bir yürüme bölgesinin olmadığı görülmektedir. Ancak, çalışma
alanında sürekliliği olan ve bakımlı kaldırımları ile B4 en yürünebilir bölgedir. Bunlara ek olarak, B4 de, ağaçların, sokak lambalarının, posta
kutularının, çöp kutularının ve diğer kalıcı engellerin yer aldığı ‘donanım bölgesi’ (furnishing zone) ve yaya akışını sağlayan ‘yürüme bölgesi’
göreceli olarak diğer bölgelerden daha tanımlı ve belirgindir. Son olarak, erişilebilirlik açısından, B2’de bulunan dükkân önü ya da sokak üstü
araba parkı nedeniyle, yayalar B1’de B2’ye kıyasla daha rahat yürüyebilmektedir.
Buna rağmen, otoparklar açısından B3 göreceli olarak B1, B2 ve B4’den daha yürünebilir bir bölgedir. Kısaca, B4 toplu taşım erişimi,
yönlendirme ve engelsiz yaya hareketi açısından daha yürünebilir bir bölgedir. Ancak, Uray ve Atatürk Caddeleri’nde engelli insanlar için
herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle, çalışma alanı engelsiz hareket açısından tamamen yürünebilir bir alan değildir. Diğer
taraftan, zihinsel haritalar sokak ağının okunabilirliğinin oldukça güçlü olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca, Atatürk ve Uray Caddeleri’ndeki
görsel olarak çekici simgeler yayalar için, caddelerin algılanması için bilindik ve akılda kalıcı ortamlar yaratmaktadır.
294
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Bu araştırma bulgularına dayanarak, Şekil-8 potansiyellerin ve problemlerin yanı sıra, temel farklılıkları ve benzerlikleri göstermek için, her
bir yürünebilirlik göstergesi yönünden çalışma alanının dört karakter bölgesinin karşılaştırmalı bir değerlendirmesini ortaya koymaktadır.
Şekil-8’deki üç kademeli değerlendirme, karakter bölgelerinin karşılaştırılması için kullanılmıştır. Elde edilen sonuçlara göre, Z4, Atatürk ve
Uray Caddeleri’nin en yürünebilir ve yaşanabilir parçasıdır. Yaya alanları, ilgi çekici kentsel görünümler, tarihi değerler, yaya imkânlarının ve
olanaklarının varlığı sonuçların değerlendirilmesinde belirleyici olmuştur.
B1
B2
B3
B4
Çekicilik ve Rahatlık
-
-
+
*
Açık alanlar ile ilişki
+
-
+
*
Güvenlik
-
-
+
*
Sokak Dokusu
+
+
+
*
Yol kalitesi
-
-
+
*
Diğer ulaşım türleri ile bağlantı
+
+
+
+
Yol ağı bağlantısı
+
+
+
*
Erişilebilirlik
-
-
+
*
Belirgin bir şekilde
diğer bölgelerden
daha iyi
Diğer
bölgelerden
daha iyi
Yetersiz
yürünülebilirlik
Şekil-8: Yürünülebilirlik göstergelerine göre karakter bölgelerinin karşılaştırmalı değerlendirmesi (Belge, 2012, 206)
Bu tür tarihi yerlerin sürdürülebilir bir şekilde yenileme için gerekli olan kapsamlı ve bütünleşik bir yaklaşımdır. Tarihi kent merkezinin
canlandırılması için gerekli stratejiler fiziksel, sosyal, ekonomik ve çevresel faktörler gibi bir takım öğeler içerirler. Bu fiziksel stratejilerden
biri de yürünebilirliktir. Örneğin, kapsamlı kentsel ulaşım stratejileri olmadan, tüm tarihi kent merkezi ile kent bütünü arasındaki ilişkinin
kurulması yürünebilirlik kapasitesinin artırılması ile mümkün değildir. Benzer şekilde, koruma, ekonomik, sosyal ve ekolojik yönleriyle kentsel
yenileme, bu karmaşık yapbozu tamamlamak için büyük önem taşımaktadır. Başka bir deyişle, alan bazlı politikaların yanında, yenilenen
tarihi yerler için bütünleşik sektörel tabanlı stratejilere ihtiyaç vardır.
Sonuç olarak, ön planlama çalışması olan bu araştırma da, kamusal bir alan olarak Uray ve Atatürk Caddelerinin yürünebilirliği örnek çalışma
alanının karakteristik özelliklerine uygun kentsel tasarım stratejileri ve önerileri geliştirmek için detaylı bir şekilde incelenmiştir.
KAYNAKÇA
• Akkar Ercan, M. (2007) Public Spaces of Post-Industrial Cities and Their Changing Roles, METU Journal of Faculty of Architecture,
24/1:115-137
• Appleyard, D. (1981) Livable Streets, Univ. of California Press.
• Banerjee, T. ve Southworth, M. (Eds.). (1995) City sense and city design-Writings and projects of Kevin Lynch. Cambridge, MA:
The MIT Press
• Belge, Z.S (2012), Increasing Walkability Capacity of Historic City Centers: The Case of Mersin, yayınlanmamış yüksek lisans tezi,
Tez Yöneticisi: Doç. Dr. Müge Akkar Ercan, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
• Burden, D. (2000), Street Design Guidelines for Healthy Neighborhoods, Transportation Research Board
• Duany, A., Speck, J., and Lydon , M. (2010) The Smart Growth Manual. United States of America: McGraw-Hill.
• Evans, G. (2005) Measure for Measure: Evaluating the Evidence of Culture’s Contribution to Regeneration in, SAGE Urban studies, vol.42
No. 5/6, 959 – 983,
295
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
296
Forsyth, A., Southworth, M., (2008) Guest Editorial: Cities Afoot—Pedestrians, Walkability and Urban Design Journal of Urban Design, Vol.
13, No. 1, 1-3
Gehl, J. (1987) Life Between Buildings: Using Public Space, Van Nostrand Reinhold, NewYork.
Gehl, J. (2010) Cities for People, Island Press, Washington.
Hancock, T., Labonte, R., ve Edwards, R. (1999), Indicators That Count! Measuring Population Health at the Community Level. Canadian
Journal of Public Health20, 22-26
Hutabarat Lo, R.,(2009) Walkability: What is it? Journal of Urbanism, Vol. 2, No. 2, July, 145-166
Jacobs, A. B. (1995), Great Streets. Cambridge, Massachusetts: MIT Press
Kolody, A.D., (2002), Planning for Physical Activity, The Need for Comfortable and Convenient Pedestrian Movement in the Urban Form,
yayınlanmamış yüksek lisans tezi, The University of Calgary, Calgary.
Krambeck, H., Shah J., (2006) The Global Walkability Index: Talk the Walk and Walk the Talk http://cleanairinitiative.org/portal/system/
files/60499_paper.pdf (erişim tarihi 20.08.2011)
Lambert K., (2005), A Critical Evaluation of Livability in Garrison Woods, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Faculty of Environmental
Design, University of Calgary
Lynch, K. (1960) The Image of the City, The MIT Press, Cambridge, Massachusetts
Massam, B.H., (2002) Quality of Life: Public Planning and Private Living Progress in Planning 58 141 – 227
Moughtin C., Oc T. and Tiesdell S. (1999) Urban Design: Ornament and Decoration (2nd ed.). London: Architectural Press
Montgomery, J.,(1998) Making a City: Urbanity, Vitality and Urban Design, Journal of Urban Design, 3: 1, 93-116
http://oxforddictionaries.com/definition/pedestrian (erişim tarihi 15.06.2011)
Parfect, M. ve Power, G. (1997), Planning for Urban Quality, Urban Design in Towns and Cities, Routledge
Pedestrian & Streetscape Guide (2003), Georgia State Department of Transportation.
Southworth, M.,(2005) Designing the Walkable City, Journal of Urban Planning and Development, 131:4, December, 246-257.
Tekeli İ, (….), Livability, İstanbul Dergisi, http://www.belleklerdekiistanbul.org/files/file/livability.pdf (erişim tarihi 15.06.2011)
The Victoria Transport Policy Institute, http://www.vtpi.org/ (erişim tarihi 30.11.2011)
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
INCREASING WALKABILITY CAPACITY FOR LIVABLE HISTORIC
CITY CENTERS: THE CASE OF MERSİN
Researcher Züleyha Sara BELGE
Mersin University, the Center for Mediterranean Urban Studies, Mersin
Assoc. Prof. Dr. Müge AKKAR ERCAN
Middle East Technical University, Faculty of Architecture, Department of City and Regional Planning, Ankara
ABSTRACT
Livability and quality of life have been discussed in depth as the bases of human rights in the literature of urban planning and design. Urban
rights or ‘rights to the city’, which are seen within the context of human rights are directly related to public spaces of city. The vitality of public
places of a city makes it a livable city. Streets providing communication, interaction and socialization act as the important parts of public
spaces. On the other hand, socialization can be measured by opportunities and degrees of street uses. As such, the concept of walkability
as a component of livability plays an essential role on measuring the opportunities of street use. This paper aims to examine the concept of
walkability as an essential part of the discourse of livability. First, the components of livability are revealed to examine the concept of quality
of life. Then, the paper concentrates on the indicators of walkability which can directly impact on the design quality of urban space. The paper
focuses on the historic city center of Mersin which has been in the process of deterioration for a while due to various current urban policies
and strategies. Uray and Atatürk Streets that constitute the high streets of the city since the past are selected as the case study areas.
Several reasons, such as the infill developments and the development of huge recreational areas along the seaside, the rapid increase in
urban population and changing consumption habits which make shopping malls much more popular for the inhabitants, have led to lose not
only the identity, characteristics and vitality of the historic city center of Mersin, but also the characteristics of this city as a Mediterranean
port city. Improving the walkability capacity of Uray and Atatürk Streets plays a crucial role in impeding the deterioration process of the
historic city center of Mersin. This research, based on this argument, defines the walkability measures for public spaces and investigates the
walkability capacities, problems and potentials of Atatürk and Uray Streets and seeks to draw the importance of urban design strategies
which can make great contributions to the quality of life and livability of cities.
Keywords: Livability, walkability measures/indicators, public space, historic city center, Uray Street, Atatürk Street, Mersin
1.Introduction
Walkability is not only a prominent problem in Turkey, but also one of the crucial issues to improve the urban design quality of Turkish cities
and their city centers. Likewise, increasing walkability is one of the major strategies to revitalize urban environments and to increase the
attractiveness of the places for daily users, tourists, visitors and investors. This paper aims to show that some urban design qualities directly
impact on and improve the walkability capacity of a public space.
Walkability is recognized as a physical aspect of the spatial quality of life. The Oxford Advanced Learner’s Dictionary (1995) defines pedestrian
as “a person walking, rather than travelling in a vehicle”. Therefore, walking activity is not only regarded as a mode of transport, but also
the quality of pedestrian facilities, street patterns, sidewalks, roadway condition, built environment and especially urban design characters.
A walkable environment is crucial where vehicles cannot enter. More importantly, walkable spaces provide equitable environments for all.
This is especially essential when the accessibility of vulnerable groups (such as people with disabilities, elderly people, parents with young
children, etc.) is taken into consideration. For this reason, walkable places should be well-equipped for pedestrians in terms of infrastructure,
such as sidewalks, pedestrian crossings, separated trails, street furniture and street trees. As such, walkable environments make people feel
safe. Walkable environments with cafés, shops, a mix of housing types, open spaces, street furniture, and street pattern can appeal to all kind
of people (Hancock et al, 1999, Massam, 2002, Southworth, 2005, Krambeck and Shah, 2006, Forsty and Southworth, 2008).
297
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Walkability can be measurable. There might be a number of qualitative and quantitative measures to assess walkability capacity of public
spaces. Walkability is an essential notion used in the discourse of livability. Livability is used two distinctive meanings. One refers to the
‘quality of life’ and the other means a ‘component’ of the quality of life. This research has opted to use the latter meaning of livability and
considers walkability as a component of livability (Figure-1). Walkability can be defined through eight urban design measures: attractiveness,
open space connection, safety, street patterns, quality of path, linkage with other modes, connectivity of path network and accessibility
(Figure-1).
Figure-1: Walkability measures in the context of livability and the quality of life (Adapted from, Hancock, T., et.al. 1999, Hutabarat
L.R., 2009, Lambert K, 2005 and Southworth, M., 2005 by Z.S. Belge, Belge, 2012, 16)
Attractiveness and convenience, one of the most important indicators to enable walkable environment, can be assessed by: maintenance and
cleanliness of walking paths, existence and quality of facilities for disabled people, existence of pedestrian amenities, availability of crossings
along major roads, the existence of interesting urban scene and a variety and diversity of land-use activities (Appleyard, 1981, Jacobs, 1995,
Moughtin et al, 1999, Krambeck and Shah, 2006, Duany et al, 2010). Providing connection to open spaces is another walkability indicator
that can be measured in terms of existing connection of street network to natural elements, to meeting and gathering places and to unique
features and visual interest (Montgomery, 1998, Southworth, 2005, Akkar, 2007). All these variables have a significant role in creating
livable environment by encouraging sociability. Safety of pedestrians in a walkable environment is regarded as ‘perceived’ and ‘actual’. Safe
streets encourage pedestrians to walk, and increase their vitality (Appleyard, 1981, Jacobs, 1995, Kolody, 2002, Southworth, 2005, Evans,
2005). The characteristics of street pattern contribute to the identity of a community, directly affect the capacity of walkability, therefore,
livability. Street pattern, with its features, plays a crucial role in the attractiveness of streets, the ease of movement within the environment
and the environmental safety (Jacobs, 1995, Southworth, 2005). The path quality, another walkability indicator, is directly related to physical
design quality of streets. It is essential to enhance comfortable pedestrian environment. More specifically, sidewalk width, paving quality,
street furniture, street signs, street lightning and street trees are the components of quality of path (Appleyard, 1981, Moughtin et al, 1999,
Southworth, 2005, Duany et al, 2010). The availability of the linkage to transportation modes, such as non-motorized transport, public
transport or private car, is another essential factor in improving access to destinations to create walkable environments. Additionally, the
feature of street pattern -modified grid- provides opportunities on connectivity of all modes of transportation in terms of ease of movement
298
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
(Southworth, 2005, Duany et al, 2010). Connectivity of path network is related to primarily the type of street pattern, and secondly, the
clear walking zones on sidewalks. Existing alternative routes, short links of street network and continuity of sidewalks without significant
barriers are all essential to provide comfortable and ease of walking (Burden, 2000, Kolody, 2002, Southworth, 2005, The VTPI, 2011). Finally,
access to goods, public amenities, activities and gathering places is a key criterion for livable and walkable environment. Access to public
transportation facilities, orientation, car-parking availabilities and unimpeded movement are the measures of accessibility (Jacobs, 1995,
Banerjee and Southworth, 1995, Jacobs, 1995, Kolody, 2002, Pedestrian & Streetscape Guide, 2003, Southworth, 2005, Crankshaw, 2009).
Focusing on Uray Street and Atatürk Streets in the historic city center of Mersin, this paper investigates the quality of walkability of these
streets, based on the eight measures described above. Uray and Atatürk Streets present illustrative examples in terms of showing the
significance of the walkability in the city centers, and evaluating the performance of the set-measures of walkability above. The following
section presents the findings of the walkability analysis of these streets.
2. Atatürk and Uray Streets in Mersin
Atatürk and Uray Streets have historically constituted the major spine of the historic city center of Mersin. Mersin, as a port city, has been
always a cosmopolite city. However, infill developments and huge recreational areas on filling areas along the seaside have caused to lose
the characteristics of this Mediterranean port city. The development of the international port and related transportation infrastructure has
caused a rapid increase in the city population and urbanization. Yet, planning authorities could not efficiently control or guide that process
and led to the deterioration in the historic city center (Ünlü, 2007, Belge, 2012). Nowadays, high-density developments, increasing land
values and rising dominance of vehicular traffic in the historic city center deter pedestrian movement and impoverish the quality of life
and livable spaces. Naturally, citizens tend to choose more livable and comfortable areas. Thus, there has been commercial dynamics and
potential move from the historic city center to shopping malls. As such, Mersin historic city center cannot sustain or enhance its identity as a
Mediterranean port city and has lost its characteristics, roles, vital dynamics and its identity (Ünlü, 2008). Therefore, based on the strategies
in the wider context of the city, it is crucial to take immediate actions to improve the quality of public spaces in the city center of Mersin in
order to sustain its significant character and authenticity by urban design strategies.
Figure 2: Landmarks and meeting places around Uray and Atatürk Streets (Belge, 2012, 95)
299
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
3. Research methodology
This research employs a single case study method. Based on the general features of Uray Street and Atatürk Street (such as, current land-use,
number of floors, street pavements and traffic management), it is possible to distinguish four character zones (Z1, Z2, Z3 and Z4) in Uray
Street and Atatürk Street (Figure-3). Each zone has different spatial characteristics in terms of vehicular and pedestrian traffic regulations
which affect the walkability capacity. Uray Street and Atatürk Street are interconnected streets. They connect each other as a linear form
along which squares and parks are integrated and create some opportunities of openness and enclosures.
Figure-3: Character zones in Uray Street and Atatürk Street (Belge, 2012, 113).
Court HouseThe Latin Catholic Church
300
The Governorship
The Old House of Governor
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Figure 4: Photographs related with urban scenes in Zone 1(Personal archive of Z.S.Belge).
Sursok Khan
Eski Cami
Figure 5: Photographs related with urban scenes in Zone 2 (Personal archive of Z.S.Belge).
Ulu Cami Ulu Bazaar (Old Square of Gümrük (Custom)
Figure 6: Photographs related with urban scenes in Zone 3 (Personal archive of Z.S.Belge).
301
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
The Metropolitan Municipality of Mersin
The Fish Bazaar Cumhuriyet Square
Atatürk House
Figure 7: Photographs related with urban scenes in Zone 4 (Personal archive of Z.S.Belge).
Following the identification of walkability measures based on a literature review, the research has used desk based assessment, including the
investigation of the historical development of the case study area and its environs, the evaluation of current base maps and a preliminary
observation to analyze the walkability capacity of Uray Street and Atatürk Street. Then, extensive survey was carried out to examine the case
study area with its environs in a wider context of historic city center in order to define ‘character zones’ of Mersin Historic City Center by an
overall analysis and to reveal the main landmarks, nodes, boundaries and spatial relations. Another stage is direct observation to find out
the positive and negative factors which contribute to, or reduce the walkability quality, and to reveal the similarities and differences between
character zones. The last stage is the conduct of questionnaires that were used to reveal the perception of the streets’ users. In addition to
questions, respondents are also invited to draw a cognitive map to measure their perception on the case study area.
4.Research findings
Z4 which begins with Ulu Bazaar and ends with Cumhuriyet Square, is attractive and convenient for pedestrians by accommodating historic
features, squares, and by being already pedestrianized. Also, Z4 is more walkable than other parts in terms of the connection of pedestrian
path network with the places accommodating unique features and visual interest. Furthermore, although Z3 is safer than Z1 and Z2 in
terms of appropriate street width and enclosure, Z4 provides a much safer environment (regarding both actual and perceptive safety) for
pedestrians than other zones. The analysis on the street network has revealed that the pattern of historic city center of Mersin is modified
grid which offers more route choices and legible network. Although the vehicular traffic and on-street car-parking availabilities hinder the
comfortable and easy pedestrian movements, the characteristic of street pattern of the whole case study area provides walkable and livable
environment for pedestrians.Z3 has relatively better than Z1 and Z2 in terms of the quality of path (i.e., whether there exist sufficient
sidewalk width and street furniture, right placement of furniture, sufficient number and style of street lightning and street trees). On the
other hand, Z4 is the most walkable and livable part of the case study area with its paving quality, street signs and street lightning. In the case
study area, connections between different transportation modes are relatively available; however, the opportunities of public transportation
in Atatürk and Uray Streets are not sufficient. In this sense, a light rail system is essential to strengthen the connectivity between the historic
city center of Mersin and its environs. As for the connectivity of path network, the street pattern of the case study area is modified grid which
302
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
provides alternative path choices and direct and shortened travels for pedestrians. When the sidewalks are considered in detail, there is no
walking zone to provide continuity of pedestrian network in Z1, Z2 and Z3. However, Z4 is the most walkable street part in the case study
area in terms of continuous and well maintained sidewalks. In Z4, furnishing zone (the part which constitutes trees, streetlights, mailboxes,
dustbins, and other permanent obstructions) and walking zone (which provides pedestrian flow) are relatively defined. Last, in terms of
accessibility, pedestrians walk much more comfortably in Z1 than in Z2 due to undisturbed street car parking. However, Z3 is relatively more
walkable than Z1, Z2 and Z4 in terms of car parks. In brief, Z4 creates a more walkable environment than other zones in terms of access to
public transport, orientation, and unimpeded movement.
However, there are not any arrangements for disabled people in Uray Street and Atatürk Street. Therefore, the case study area is not totally
walkable in terms of unimpeded movement. On the other hand, the cognitive maps reveal that the legibility of street network is rather
strong. Additionally, visually appealing landmarks on Atatürk and Uray Streets create familiar and memorable environments for pedestrians
to perceive the streets.
Based on these research findings, Figure-8 provides a comparative evaluation of the four character zones of Uray Street and Atatürk
Street in terms of each walkability indicator to show essential differences and similarities, as well as potentials and problems. In Figure-8,
three leveled scale is used to compare character zones. The results show that, Z4 is the most walkable and livable part of the case study
area. Pedestrianareas, existing interesting scene and streetscape, historic entities, existing facilities and amenities are of great factors on
comparison to determine aforementioned results.
Figure-8: Comparative evaluation of character zones according to walkability indicators (Belge, 2012, 206)
A comprehensive and integrated approach is necessary for a sustainable regeneration of such historic sites. Revitalization strategies of a
historic city centre include various components, such as physical, social, economic, and environmental components. Walkability is one of
these components which is regarded within the physical aspects of revitalization strategies. For example, without comprehensive urban
transportation strategies regarding the whole historic city centre that will connect it to the rest of the city, it is not possible to revitalize
it solely by improving its walkability capacity. Likewise, conservation, economic, social and ecological aspects of regeneration are of great
importance for completing this complex jigsaw puzzle. In other words, beside area-based policies, there need also integrated sectoral-based
strategies for regenerating historic sites.
Consequently, as a preliminary planning analysis, this paper has examined in-depth the walkability aspects of Uray and Atatürk Streets as
public spaces to base urban design strategies and recommendations specific to the case study area.
303
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
REFERENCES
• Akkar Ercan, M. (2007) Public Spaces of Post-Industrial Cities and Their Changing Roles, METU Journal of Faculty of Architecture,
24/1:115-137
• Appleyard, D. (1981) Livable Streets, Univ. of California Press.
• Banerjee, T. and Southworth, M. (Eds.). (1995) City sense and city design-Writings and projects of Kevin Lynch. Cambridge, MA:
The MIT Press
• Belge, Z.S (2012), Increasing Walkability Capacity of Historic City Centers: The Case of Mersin, unpublished Master Thesis, Supervisor:
Assoc. Prof. Dr. Müge Akkar Ercan, Middle East Technical University, The Graduate School of Natural and Applied Sciences, Ankara.
• Burden, D. (2000), Street Design Guidelines for Healthy Neighborhoods, Transportation Research Board
• Duany, A., Speck, J., and Lydon , M. (2010) The Smart Growth Manual. United States of America: McGraw-Hill.
• Evans, G. (2005) Measure for Measure: Evaluating the Evidence of Culture’s Contribution to Regeneration in, SAGE Urban studies, vol.42
No. 5/6, 959 – 983.
• Forsyth, A., Southworth, M., (2008) Guest Editorial: Cities Afoot—Pedestrians, Walkability and Urban Design Journal of Urban Design, Vol.
13, No. 1, 1-3
• Gehl, J. (1987) Life Between Buildings: Using Public Space, Van Nostrand Reinhold, NewYork.
• Gehl, J. (2010) Cities for People, Island Press, Washington.
• Hancock, T., Labonte, R., and Edwards, R. (1999), Indicators That Count! Measuring Population Health at the Community Level. Canadian
Journal of Public Health20, 22-26
• Hutabarat Lo, R.,(2009) Walkability: What is it? Journal of Urbanism, Vol. 2, No. 2, July, 145-166
• Jacobs, A. B. (1995), Great Streets. Cambridge, Massachusetts: MIT Press
• Kolody, A.D., (2002), Planning for Physical Activity, The Need for Comfortable and Convenient Pedestrian Movement in the Urban Form,
unpublished MS thesis, The University of Calgary, Calgary.
• Krambeck, H., Shah J., (2006) The Global Walkability Index: Talk the Walk and Walk the Talk http://cleanairinitiative.org/portal/system/
files/60499_paper.pdf (accessed in 20.08.2011)
• Lambert K., (2005), A Critical Evaluation of Livability in Garrison Woods, unpublished master thesis, Faculty of Environmental Design,
University of Calgary
• Lynch, K. (1960) The Image of the City, The MIT Press, Cambridge, Massachusetts
• Massam, B.H., (2002) Quality of Life: Public Planning and Private Living Progress in Planning 58 141 – 227
• Moughtin C., Oc T. and Tiesdell S. (1999) Urban Design: Ornament and Decoration (2nd ed.). London: Architectural Press
• Montgomery, J.,(1998) Making a City: Urbanity, Vitality and Urban Design, Journal of Urban Design, 3: 1, 93-116
• http://oxforddictionaries.com/definition/pedestrian (accessed in 15.06.2011)
• Parfect, M. and Power, G. (1997), Planning for Urban Quality, Urban Design in Towns and Cities, Routledge
• Pedestrian & Streetscape Guide (2003), Georgia State Department of Transportation.
• Southworth, M.,(2005) Designing the Walkable City, Journal of Urban Planning and Development, 131:4, December, 246-257.
• Tekeli İ, (….), Livability, İstanbul Dergisi, http://www.belleklerdekiistanbul.org/files/file/livability.pdf (accessed in 15.06.2011)
• The Victoria Transport Policy Institute, http://www.vtpi.org/ (accessed in 30.11.2011)
304
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
DAHA YAŞANABİLİR KENTLERE DOĞRU: KENTSEL AÇIK
MEKANLARDA ‘ÖTEKİ’ İÇİN TASARIM
Öğr. Gör. Elvan Elif ÖZDEMİR
Bozok Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü
ÖZET:
Kentler, sadece mekansal dokudan oluşmuş bir yapıya sahip değildir. Kenti kent yapan onu somutlaştıran içinde yaşayan bireylerdir. İnsanların
üzerinde yaşamlarını sürdürdükleri ve her türlü ihtiyaçlarını fiziksel, sosyal, kültürel, mekansal, ekonomik v.s. açıdan karşılayabildikleri
alanlardan oluşan kentler, tüm bireyler için vardır. Değişen yaşam koşulları bireyleri, bireylerin yaşamları da kentleri etkilemektedir. Bu
geridöngüsel sistem, geleneksel kent modelindeki mekansal yapının, tüm bireylerin ihtiyaçlarını karşılayamamasına dolayısıyla yer/mekan
kalitesindeki niteliğin düşmesine ve kentin bireye sunduğu hizmetlerin aksamasına neden olmaktadır.
Feodal yerleşme düzeninden modern yerleşme düzenine geçiş halinde olan kentlerimiz modernizimle birlikte egemen söylemin öngördüğü
biçimde kendinden olmayanı dışlamakta ve toplumda temsil edilmeyen ve ‘öteki’ olarak adlandırılan grupların ortaya çıkmasına neden
olmaktadır. Bu bağlamda, toplumda ‘öteki’ olarak ifade edilen grup, kentte üretime aktif olarak katılmayan dolayısıyla söz sahibi olamayan,
ihtiyaç ve istekleri göz ardı edilen, dışlanan bireylerin oluşturduğu topluluklardır. Toplumsal yapıda bu grubu yoksullar, çocuklar, kadınlar, yaşlılar
ve engelliler oluşturmaktadır. Toplumsallaşma süreci ile bireylerin içinde yaşadıkları toplumun üyeliğini kazanması amaçlanır. Toplumsal ve
mekansal açıdan sağlıklı bir kentleşme modeli ise bu sürece katkı sağlar.
Toplumsal yaşamda yapılanan bu ayrışma kamusal yaşamı da etkilemekte kentsel mekanda sosyal sınıfların ayrışmasına yol açabilmektedir.
Kent planlamasında düşünülmeyen bu durum, günümüz kentleri için alınan geçici çözümlerle önlenmeye çalışılmaktadır. ‘Çocuk Dostu Kent’,
‘Yaşlı Dostu Kent’ kavramları ile ifade edilmek istenen durum, bunlardan sadece ikisidir. Bu amaçla mekansal açıdan kent olmaya hazır
olmayan ama egemen söylemin etkisiyle kent olmuş bir Orta Anadolu şehrinde (Yozgat), toplumun ‘öteki’ olarak adlandırdığı çocuk ve
yaşlılar ile kentin kimliğini oluşturan kent merkezini (kent meydanı ve çevresini), fiziksel ve mekansal açıdan değerlendirmeye yönelik anket
çalışması yapılmıştır. Anket çalışması için seçilen bu mekan özellikle mesai saatleri içerisinde toplumda ‘öteki’ olarak adlandırdığımız çocuk ve
yaşlıların en çok kullandığı kamusal alandır. Farklı zaman aralıklarında toplam 200 çocuk ve 200 adet 65 yaş ve üstü bireylerle birebir görüşme
ile anket çalışması yapılmıştır. Bu araştırma, ‘çocuk’ ve ‘yaşlılar’ açısından kentsel açık mekan tasarımına veri oluşturmak amaçlanmıştır.
Gelecek çalışmalar için bu tür araştırmaların toplumda öteki olarak adlandırdığımız yoksullar, kadınlar ve engelliler içinde yapılması, kentsel
açık mekanların tasarımına veri oluşturacak ve böylece geçici önlemlerle bireyleri kentlerin yaşamlarına adapte etmek yerine kentler bireylerin
yaşamlarına adapte olacaklardır. Sonuç olarak bu çalışma ‘yaşanabilme’ olgusunu sosyo-kültürel bir yaklaşımla bir kentin ötekilerinden olan
yaşlıların ve çocukların bakış açısıyla fiziksel açıdan incelemektedir. Kentlerin merkezindeki bireyin fiziksel çevresi ile mekansal açıdan sağlıklı
ve dengeli bir ilişki kurabilmesi için bireylerin kamusal mekan tasarımına aktif olarak katılımının sağlanması gerekmektedir. Öteki olarak
adlandırdığımız bireylerle yapılmış bu çalışma, erişebilir, kapsayıcı ve duyarlı yerleşmelerin tasarımı için bir veri oluşturmayı amaçlamaktadır.
İşte o zaman kentleri ‘Çocuk Dostu Kentler’ ve ‘Yaşlı Dostu Kentler’ olarak ayırmaya gerek kalmayacak ve tüm kentler yaşanabilir olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Kentsel Açık Mekan; öteki, yaşanabilir kentler.
1.GİRİŞ
‘Dünyadaki en mükemmel yeri hayal edebilir, yaratabilir, tasarlayabilir ve inşa edebilirsiniz…
…ama bu hayali gerçekleştirebilmek için, içinde insanlarında olması gerekir’’
Walt Disney (Aktaran, Tibbalds, 1992)
305
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Kent ile insan arasındaki ilişki ‘hayat’ın kendisidir. İnsanın yarattığı çevre onu etkiler ve tekrar biçimlendirir. Bu ilişki sistemi bir geridöngüdür.
Kent ‘insanı merkez alan’, tüm özne gruplarının ve yaş kümelerinin arz ve taleplerini karşılayan toplumsallaşma sürecine katkıda bulunur.
İnsanın kendine kurguladığı yaşam alanı kenti etkiler. Bu etkileşim, insan yaşamı ve kent ile ilişkili bir etkinliktir. Bu etkinlikte kenti Alexander
(1977), şöyle tanımlar; ‘Kent, ancak büyük yoğunlukla insanlar, çalışma ve çeşitli yaşam yolları arasında etkileşim olduğu zaman iyi bir
yaşamdır.’ Bu noktada bir kentin yaşanabilir olması, her şeyden önce insanı merkez alan bir anlayışa sahip olması ve her yaş kümesindeki
bireye iyi bir yaşam sunmasının ardında yatan çeşitliliktir denebilir. İnsanın yaşam döngüsünün her kesitinde ihtiyaç duyulan, algılanan kentin
bireye sunduğu alanlar düşünülürken bir taraftan da yaşamın bütünlüğü içerisinde bu alanların tüm bireylere sunduğu olanaklar göz önünde
bulundurulmalıdır.
Kent insanı zaten doğal çevreden koparmıştır. Dolayısıyla insan bu noktada kente kendini adapte etmeye çalışır. Alexander, ‘A Pattern
Language’ adlı kitabında bunu şöyle açıklar;
‘Düşündüğümüz gibi ‘tek’ olabiliriz, ancak biz de diğer memeliler gibi genetik olarak, temiz hava ve çeşitli yeşil çevrelere uygun olarak
programlanmışız. Rahat ve sağlıklı hissetmek için genellikle yüz milyon yıllık bir evrimin bizi donattığı biçimde vücutlarımızın davranmasına
izin veririz. Fiziksel ve genetik olarak, tropik bir ortama en iyi şekilde adapte olurmuşuz gibi gözükse de, kültürel bir hayvan olarak, kentlere
ve kasabalara karşı öğrenilmiş adaptasyonlarımızı kullanırız’ (Alexander, 1977).
Her ne kadar Alexander’ın belirttiği gibi öğrenilmiş adaptasyonlarımızı kullanmak kentte yaşayabilme problemine çözüm üretmiş gibi gözükse
de bu günümüz kentlerinde, geçici bir çözüm olarak kalmaktadır. Günümüzde yaşam koşulları, teknolojinin hayatımıza girmesiyle hızla
gelişmekte ve bu da bir taraftan toplumun en küçük bileşeni olan bireyleri hızla etkilemektedir. Diğer bir deyişle, değişen yaşam koşulları
bireyleri, bireylerin yaşamları da kentleri etkilemektedir. Bu da kente adapte olmaya çalışan bireyler açısından bir çok sorunu beraberinde
getirmektedir. Dolayısıyla bu sorunlar, kentleri, yaşanabilirlik veya yaşam kalitesi açısından sorgulamamıza neden olmaktadır. Yaşanabilirlik
kavramı, bir tür internet ansiklopedisi olan wikipedia’da yaşam kalitesi ile birlikte anılmakta; ‘Yapılı çevreye ve kentlere atıfla kullanılan ve
anlamı, yaşayanlarının yaşam kalitesine toplamda yaptığı katkı olan soyut bir tanım’ olarak nitelendirilmektedir (http://en.wikipedia.org/
wiki/Liveability). Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansında ise (Habitat II, 1996), yaşanabilirlik kavramı, şöyle ifade edilmektedir;
‘Yaşam kalitesi, kentlilerin, temel ihtiyaçlarını karşılamanın ötesinde, onların farklılık gösteren ve büyüyen beklentilerini karşılayan nitelikleri
ifade eder. Yaşanabilirlik, insanın bireysel ve kollektif refahına ve o yerleşimin sakini olmaktan dolayı duyacağı tatmin duygusuna katkıda
bulunacak mekansal, sosyal ve çevresel karakteristiklere ve kaliteye işaret eder”.
Yukarıdaki yaşanabilirlik kavramlarının tanımından hareketle, yaşanabilir kentlerin, sadece bireylerin gereksinimlerini karşılamanın ötesinde
toplumun her bir bireyine yönelik onun gelişen ve büyüyen farklı yaşam kalitesi beklentilerinin bir bütünü olduğu söylenebilir.
Kentler, yaşayan canlı varlıklardır. Bir çok sosyolog, plancı ve mimar gibi uzmanlar, çalışmalarında özellikle kentlerin yaşayan mekanlar olması
gerektiğini belirtmiş ve yaşanabilirlik kavramına değinmişlerdir (Jacobs, 1992; Appleyard, 1981; Lennard, 1995& 1997).
İnsan yerleşimlerinin yaşanabilir mekanlar olabileceği üzerine bir çok çalışma yapılmıştır (Jacobs, 1992; Appleyard, 1981; Lennard, 1995;
Hahlweg, 1997; Lennard, 1997; Salzano, 1997; Vuchic, 1999; Evans, 2002). Bu araştırmacılardan Lennard (1995), yaşanabilir kent kavramını 9
maddede tanımlamıştır. Ona göre yaşanabilir kent;
1. toplumsal birliktelik ve iletişim için kamusal yaşama yardım eden mekanlara sahip,
2. kentin ve bölgenin tarihine uygun mimarisi olan,
3. günlük yaşamı zenginleştiren geleneklerini, pazarlarını ve sivil halk festivallerini sürdüren,
4. çocukları kentsel planlamaya ve toplumsal etkinliklere katan gelenekleri olan,
5. gelir düzeyi tarafından ayrım yapılmayan ve konutları, dükkanları ve servisleri birbirine bağlayan
6. konut politikaları benimseyen,
7. yürüyüşle erişme ve yürüyüşe dayalı arazi kullanım politikaları öngören,
8.toplu taşımanın yaygın ve otomobilin kısmi kullanımını destekleyen ulaşım politikaları olan,
9. mimari ve kentsel tasarım için ekolojik temellere sahip, kentliler için anlamlı olan şiirsel anıt yapı, küçük ölçekli, etkileşimli ve nitelikli halk
sanatına yatırım yapan” yerleşimlerdir.
306
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Lennard ve diğ. (1995), çalışmasında her kenti yaşanabilir ve farklı kılan ve onun kimliğini yansıtan bir ‘DNA’sının olduğunu ileri sürmektedir;
Gerçekten estetik ve yaşanabilir olan her kent, mimarisiyle, sokaklarının düzenlenmesiyle ve açık alanlarıyla vurgulanan, kendine has
karakteristiğe sahiptir. Bu nedenle, her yaşanabilir kentin, her canlı gibi, genetik bir koda ya da DNA yapısına sahip olduğu şeklindeki bir
metaforu önermek uygunsuz olmaz”.
Kentin genetik kodlarından biri olan kamusal alanların önemi sadece onun kimliğini yansıtmada değil, bireyi toplumsallaşma sürecinin
içerisine almakta da büyük önem taşımaktadır. Toplumsal yaşamın gerekliliklerini yerine getirmekle yükümlü olan kent, tüm yaş kümelerinden
ve özne gruplarından bireyleri içine almalıdır. Kent içinde barındırdığı tüm bu çeşitlilik ile herkes için yaşanabilir kılınmalıdır.
Bu amaçla bu çalışma kentin yaşanabilirliğine bir damla koymak için toplumun bir parçası olan ama çoğu zaman unutulan ÖTEKİ’lerden
sadece yaşlı ve çocuk bireylerle yapılan bir araştırmadır. Mekânsal açıdan kent olmaya hazır olmayan ama egemen söylemin etkisiyle kent
olmuş bir Orta Anadolu şehrinin kent merkezinde toplumun ‘öteki’ olarak adlandırdığı çocuk ve yaşlılar ile kentin yaşanabilirliği hakkında
fiziksel ve mekânsal açıdan değerlendirmeye yönelik bir çalışmadır.
2.ÖTEKİ KAVRAMI VE KENTTE ÖTEKİLER
Öteki, ucu açık, duruşa, bakışa göre değişen bir kavram olmaktan çok sözlükteki anlamına paralel olarak ‘daha az önemli olan, değersiz olan,
kendi kendine yetmeyen, tüm olumsuzlamalarla ifadelendirilen ‘öteki’, bir tahakküm, güç ilişkisinin ifadesidir’ (Kaynak: www.istanbul.edu.tr)
Modern kültür ile birlikte ortaya çıkan ‘öteki’ kavramını tanımlayabilmek için bu kültürdeki bireylerin toplumsal rollerini incelemek gereklidir.
Bu noktada bireyler, toplumda kendileri gibi değil, kendilerine biçilen toplumsal rolleri yerine getirmektedirler. Böylece yeni olana uyum
mücadelesi içine giren bireyler bir başkalaşma ve yabancılaşma ile karşı karşıyadır. Burada amaç, homojen bir toplum oluşturmaktır.
Dolayısıyla egemen kimlik, kendisi gibi olmayanı dışlamakta ve diğerlerini baskı altında tutmaktadır. Kısaca öteki kavramı, toplumdaki
egemen grubun varlığını sürdürmesi için farklılıklara izin vermeyerek (kendini aynen tekrar ederek) her alanda kendinin temsil edilmesi
üzerinden diğerlerini tanımlamasıdır. Bu anlamda egemen grup olarak tanımlananlar toplumda üretimi elinde bulunduran, aktif olarak çalışan
zengin sağlıklı genellikle erkeklerdir. Bu grup dışında kalanlar ise yoksullar, engelliler, çocuklar, yaşlılar, kadınlar ve göçmenler ise öteki olarak
adlandırılmaktadırlar.
Öteki kavramı, mekanla ilişki kurduğunda ise kamusal yaşam ön plana çıkmaktadır. Kamusal yaşamın etkinlik alanı da kamusal alanlardır. Bu
çalışma daha çok öteki’nin kente mekânsal anlamda yansımalarını içermektedir. 2.1. Çocuk Dostu Kent Kavramı
Bu kavram öncelikle 1996 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansında (HABITAT II) alınan ve şehirleri herkes için yaşanabilir
kılmayı hedefleyen bir yaklaşımın uzantısıdır. Özellikle UNICEF’in terminolojisi ile ‘önce çocuklar’ ilkesiyle, çocukların ihtiyaçlarının,
önceliklerinin ve haklarının kamu politika ve uygulamalarının ayrılmaz bir parçası haline geldiği şehirlere Çocuk Dostu Şehirler denmektedir.
(Kaynak: www.unicef.org/turkey/pdf) Türkiye’de ise bu modelin oluşturulması için seçilen iller, Antalya, Bursa, Erzincan, Gaziantep, Karaman,
Kayseri, Kırşehir, Konya, Sivas, Tekirdağ, Trabzon ve Uşak’ı içeren 12 ilden oluşmaktadır.
2.2. Yaşlı Dostu Kent Kavramı
Dünyada hızla artan yaşlı nüfusunun ihtiyaçlarını ve taleplerini karşılamada gerek iç gerekse dış mekanlarda yetersiz kalan bir çok şehri
yaşlının gereksinimlerine göre tekrar yapılandırmayı amaçlayan Yaşlı Dostu Şehirler toplumda yalnızlıkları ile başbaşa bırakılmış yaşlıları,
topluma kazandırmayı, hayata aktif olarak katılmalarını amaçlamaktadır. Yaşlı Dostu Şehir planlamaları Türkiye’de bazı yerel yönetimlerin
gündemine girmiştir.
3.YÖNTEM
3.1. Araştırmanın Modeli:
Bu araştırma, iki farklı yaş kümesine ait toplumda ‘öteki’ olarak temsil edilen grupların kullandıkları kamusal açık alanının (kent meydanı ve
çevresinin) değerlendirme kriterlerini belirlemek için tarama modelinde yapılmış betimsel bir çalışmadır. Tarama modeli; geçmişte ya da halen
var olan bir durumu var olduğu şekli ile betimlemeyi amaçlayan araştırma yaklaşımlarıdır (Karasar, 1998).
307
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
3.2. Örneklem:
Bu çalışmada, toplumsallaşma sürecinin çocukluk ve yaşlılık dönemi temel alınmakta (iki farklı yaş kümesi), çocukluk ve yaşlılık döneminin
gereksinimleri dikkate alınarak, çocuğun ve yaşlının mekânsal algısı ve sistem içindeki çocuğun ve yaşlının temsilinin araştırılması
amaçlanmıştır. Birinci grupta toplam 200 adet 9-12 yaş arası çocuk seçkisiz olarak örnekleme alınmıştır. İkinci grupta ise yine toplam 200
adet 65 yaş ve üstü yaşlı seçkisiz olarak örnekleme alınmıştır.
3.3. Araştırma Alanı:
Yozgat, doğudan Sivas; güneyden Kayseri, Nevşehir, Kırşehir; batıdan Kırıkkale; kuzeyden ise Amasya, Çorum ve Tokat illeri ile çevrili olan bir
Orta Anadolu şehridir. Alan bakımından Türkiye’nin 15. İli olan Yozgat, TÜİK(2011) verilerine göre toplam 465.696 nüfusa sahiptir.
Kent, üniversitenin kurulmasıyla merkezden kent çeperine doğru kaymaktadır. Kent merkezi, saat kulesi ve bu kulenin önündeki kent meydanı
ile sınırlandırılmıştır.
Resim 1. Alan Çalışması Hava Fotoğrafı
(Kaynak: Google earth) Resim 2. Çalışmanın Yapıldığı Kent Meydanı
Kaynak: http://www.yozgatspor.org.tr/resimgaleri.asp
3.4. Verilerin Toplanması ve Analizi
Araştırma, ‘öteki’ olarak tanımlanan gruplardan iki farklı yaş kümesine mensup bireylerle iki farklı anket çalışması yapılmıştır. İki farklı yaş
kümesinden, en genci olan çocuklarla (9-12 yaş grubu) özellikle okul saatleri dışında ve hafta sonları birebir görüşme yoluyla bir anket
yapılmıştır. Çalışmada veri toplanan diğer yaş kümesi ise 65 yaş ve üstünü oluşturan yaşlılardır. Yaşlı bireyler ile de ayrı bir anket çalışması
yapılmıştır. İki farklı yaş kümesine uygulanan anketler çocuklar için ayrı, yaşlılar için ise ayrı hazırlanmıştır. Ancak her iki anket de de kent içinde
kullandıkları kamusal alanı (kent meydanı ve çevresini) değerlendirmeleri istenmiştir.
Yapılan bu araştırma, birinci gruptaki bireylere yöneltilen sorular, seçilen araştırma alanında, ağırlıklı olarak zaman geçirdikleri oyun parkına
yönelik sorulardan oluşmaktadır. Ayrıca bu bireylere anketin sonunda kullandıkları bu alanı kendi isteklerine göre çizmeleri istenmiştir. İkinci
gruptaki bireylere yöneltilen anket soruları ise seçilen alandaki park alanının yanı sıra yaya yolları ve kaldırımlar gibi yaşlıların kent içindeki
fiziksel aktivitelerini güçleştiren veya kolaylaştıran bileşenleri de içermektedir.
Araştırmanın amacı doğrultusunda toplanan veriler SPSS 15.0 paket programı kullanarak analiz edilmiştir. Verilerin analizinde yaşlıların ve
çocukların yaş değişkenine göre çok yoğun olarak kullandıkları kamusal alanı değerlendirmeleri ve tercihlerinin yanı sıra katılımcı demografik
yapısına ilişkin frekans ve % istatistikleri sunulmuştur. Çocukların ve yaşlıların değerlendirmeleri arasında bir ilişki olup olmadığı parametrik
olmayan ki-kare bağımsızlık testi ile test edilmiştir. Ki-kare bağımsızlık testi, iki kategorik değişkenin, birbirine bağımlı olup olmadığını test
etmek için sıkça kullanılan bir testtir (Baykul, 1999). Anlamlılık düzeyi olarak 0.05 esas alınmıştır.
308
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
4.BULGULAR
Araştırmaya katılan bireylerden birinci grubu oluşturan 9-12 yaş arası çocukların % 33,1’i Bayan ve % 66,9’u ise erkektir. İkinci grubu oluşturan
65 yaş ve üstü bireylerin ise %58,3’ü bayan ve %41,7’si ise erkektir.
Çocukların büyük çoğunluğu seçilen araştırma alanını haftada bir mutlaka kullanırken yaşlılar ise bu alanı her gün kullanmaktadır. (Çizelge 1.)
Yaşlıların, çocuklardan daha fazla alanı kullanma sıklığı, bu araştırmanın yapıldığı dönemin çoğunlukla kış aylarına dolayısıyla okul zamanına
denk gelmesi olabilir. Ancak diğer bir taraftan bu değişken göz önüne alınarak bu araştırma çocuklarla özellikle hafta sonları ve okul dışı
saatlerde yapılmıştır.
Çizelge 1. Birinci grup ve İkinci grup bireylerin araştırma alanı kullanım sıklığı
Haftada bir
Haftada birden fazla
Her gün
Ayda bir kez
Cevap Yok
Çocuklar
F%
11646,2
9638,2
31 12,4
1 0,4
52
Yaşlılar
F%
41 19,4
4621,8
11253,1
52,4
62,8
Birinci gruptaki bireylere seçilen alandaki oyun parkında olmasını istedikleri oyun aletleri, bu aletlerin sayısı, yeterliliği ve mevcut alanının
olumlu ve olumsuz yanları gibi bir çok soru yöneltilmiştir. Çocukların oyun parkında en çok istedikleri elemanlardan biri su öğesi ve yeşil
alanlardır. Çocukların %79,1’i oyun parkında su öğesinin mutlaka olması gerektiğini belirtirken, yeşil alanların mutlaka olması gerektiğini
belirtenler ise %98,2’dir. Ayrıca çocuklar, oyun parkında klasik tahteravalli ve salıncak gibi oyuncaklar değil, tırmanma kuleleri, boyama
duvarı, kum havuzu, macera oyun bahçesi, top havuzu ve oyun evi gibi oyuncakların da bulunması gerektiğini belirtmişlerdir. Anket sonunda
yapılan resimlerde kullanılan daha çok hayvanlar, yeşil ve su öğesi gibi doğaya ait olan elemanlar olması dikkat çekicidir. (Resim 3.)
Resim 3. Birinci grup katılımcıların yaptıkları resimlerden örnekler
309
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
İkinci gruptaki bireylere birinci gruptaki bireylerden farklı olarak yöneltilen kentin yaya yollarını ve kaldırımlarını değerlendirmeleri istendiğinde
%15,2’si kaldırımların çok yüksek olduğunu, %10’u rampaların yetersiz olduğunu, %26,1’i ise kaldırımların malzemesinin bozuk olduğunu
ve kendi hareket kabiliyetlerini engellediğini belirtmişlerdir. Bu gruptaki bireylerin büyük çoğunluğu mevcut yaya ile alt ve üst geçitlerinde
yürüyen merdiven, yürüyen rampa ve asansör gibi araçların bulunması gerektiğini belirtmişlerdir.
Geniş kapsamlı bir çalışma olduğundan araştırma sonuçlarının sadece bir kısmı kullanılmıştır.
5.SONUÇ
Modern kültür, kendi benzerini üretmekte ve kendinden olmayanı ise dışlamaktadır. Dolayısıyla egemen söylem tarafından kurgulanmış
yaşam alanları oluşturulmuştur. Bu yaşam alanlarında, erk tarafından dışlanan gruplar oluşmakta ve bunlarda ‘öteki’ olarak adlandırılmaktadır.
Modernite söylemine paralel olarak oluşturulan fiziksel, sosyal ve mekânsal alanlar, bireye yaşama biçimi olarak dayatılmaktadır. Toplum içinde
‘öteki’ olarak adlandırılan yani erk tarafından dışlanan bu gruplar, yoksullar, kadınlar, çocuklar ve yaşlılardır. Bu çalışma ise toplumun ‘öteki’
olarak temsil edilen gruplarından, zaman kısıtlaması sebebiyle sadece çocuklar ve yaşlılar ile sınırlı tutulmuştur. Kentin, çocuklar ile yaşlılar
tarafından özellikle çalışma saatlerinde yoğun olarak kullanılan kent meydanı ve çevresinde birebir görüşme yoluyla anket uygulanmıştır.
Uygulanan anket sonucuna göre, egemen söylemin etkisiyle kent olmuş bir Orta Anadolu şehrinin henüz kent olmaya yetkin olmadığı
görülmüştür. Yapılan bu araştırma bu kentin ne Çocuk Dostu ne de Yaşlı Dostu bir kent olduğunu göstermiştir. Toplumun ötekilerinden biri
olan çocuk ve yaşlılar için yaşanabilir bir kent değildir.
Gelecek çalışmalar için bu tür araştırmaların toplumda öteki olarak adlandırdığımız yoksullar, kadınlar ve engelliler içinde yapılması, kentsel
açık mekanların tasarımına veri oluşturacak ve böylece geçici önlemlerle bireyleri kentlerin yaşamlarına adapte etmek yerine kentler bireylerin
yaşamlarına adapte olacaklardır. Sonuç olarak bu çalışma ‘yaşanabilme’ olgusunu sosyo-kültürel bir yaklaşımla bir kentin ötekilerinden olan
yaşlıların ve çocukların bakış açısıyla fiziksel açıdan incelemektedir. Kentlerin merkezindeki bireyin fiziksel çevresi ile mekansal açıdan sağlıklı
ve dengeli bir ilişki kurabilmesi için bireylerin kamusal mekan tasarımına aktif olarak katılımının sağlanması gerekmektedir. Öteki olarak
adlandırdığımız bireylerle yapılmış bu çalışma, erişebilir, kapsayıcı ve duyarlı yerleşmelerin tasarımı için bir veri oluşturmayı amaçlamaktadır.
İşte o zaman kentleri ‘Çocuk Dostu Kentler’ ve ‘Yaşlı Dostu Kentler’ olarak ayırmaya gerek kalmayacak ve tüm kentler yaşanabilir olacaktır.
6.KAYNAKLAR
• Alexander ve diğ., (1977), ‘ A Pattern Language’, Oxford University Press, New York.
• Appleyard, D., Gerson, M. S. ve Lintell, M., (1981), ‘Liveable Streets’, University of California Press, Berkely.
• Baykul , Y., (1999), ‘İstatistik ‘Metodlar ve Uygulamalar’, Ankara: Anı Yayıncılık.
• Jacobs, J., (1992), ‘The Death and Life of Great American Cities’, Vintage Books, New York.
• Karasar, N., (1998), ‘Bilimsel Araştırma Yöntemi’, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.
• Lennard, S.H.C. ve Lennard, H.L., (1995), ‘Liveable Cities Observed: A Source Book of Ideas and Images’, Gondolier Press, California.
• Lennard, S.H.C., Ungern-Sternberg, S., Lennard, H.L., der., (1997), ‘Making Cities Liveable = Wege zur Menschlichen Stadt’, International
Making Cities Liveable Conferences, California.
• Tibbalds, F., (1992), ‘Making people-friendly towns: Improving The Public Environment In Towns and Environment’, Longman, London.
• TÜİK (2011), www.yozgat.gov.tr
310
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
THROUGH MORE LIVEABLE CITIES: DESIGN FOR ‘THE OTHERS’
IN OPEN URBAN SPACES
Inst. Elvan Elif ÖZDEMİR
Bozok University, Faculty of Architecture and Engineering, Department of Architecture
ABSTRACT:
Cities are not structured just by spatial pattern. Person who lives in it, makes the ‘city’ as the city. The city is exist for all kinds of people
when it gives possibility to them for achieving their every kind of requirements which was physical, social, cultural, spatial, economic etc.
Changes in life conditions affects people lives and also people’s lives affect the cities. This feedback system, in the traditional model of the
city can’t meet the requirements of the people. Due to this, the quality of place/space characteristics decrease and the services of the city
is interrupted.
With the transition of our cities from Feudal settlement arrangement to the modern, the one that is not belong to it is called as ‘excluded’
and also these excluded people is not represented in the society. So they are labeled as ‘ the others’. In this context, the group which is called
as the others in the society, are not participate the production actively in the city. Because of this, their requirements and needs are not
taking care by the local authorities of the city. In the social structure, this group is formed by destitutes, children, women, elderly and disabled
people. With the process of socialization aiming these groups integrate to the society. Add to this, the model of city which was healthy in a
social and spatial view makes this process more easier.
This differentiation structured in the social life affects the public life, too. And this also, makes the reason of differentiation of social classes
in urban spaces. This situation which is not thinking in urban planning is wanted to prevent the problem by the local authorities with the
temporary solutions for contemporary cities. One of the solution of this problem is ‘ Child friendly cities’ and the other one is ‘ Elderly friendly
cities’. For this reason this study is aiming to examine these situations at the Middle Anatolian city (Yozgat) in the point of elderly and
children view. In this research, the city is evaluated according to its physical and spatial aspects with the survey. In different time periods
the survey is applied to 200 children and 200 elderly which was 65 and over years old. With this research, the aim is to achieve data for the
design of urban spaces. For the future studies, this kind of researches can be done for the destitutes, women and disabled people and this
makes the city being adopted to the person not to adopt the person to the city. In conclusion, this research, examine the ‘liveability’ of the
city in terms of physical and spatial aspects with the point of elderly and children view. The person should participate the design of public
space actively for the healthy and the balanced relationship with his/her physical environment in terms of spatial point of view. This research
which was done with the two of ‘the others’ , achieve data for the design of accessible, inclusive and responsive settlements. Thus, there will
be no need to differentiate the cities as ‘Children friendly city’ and ‘ Elderly friendly city’. All the cities will be liveable for everyone.
Keywords: Urban open space, The others, liveable cities.
1.INTRODUCTION
You can imagine, create, design and built the best place in the World easily….
…but to realize this imagination there should be people in it.
Walt Disney.
311
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
The relation between the city and the human being is the ‘life’. The environment which was created by the people affects him/her and
formalized him/her again. This is a relationship of feedback system. The city is affect the process of socialization with the supply and demand
of all the age groups and subject clusters which makes the human being at the center.
The assembly of the human being’s life affects his life area. This interaction is the activity of human being’s life and the city. In this activity
Alexander (1977), describes the city as; The city is the good life if there will be the interaction of the human being, working and kinds of life’s
in the city’ In this point of view the city will be liveable if it designed with the concept of making human being at the center of life and also
it presents this heterogenous comprehension to the all people with different ages. On the other hand considering the section of life cycle of
human being also the city presents them all possibilities of life.
The city also break off the human being from the nature. Due to this the human being should adopt himself/herself to the city. Alexander
makes this explanation in his book ‘A Pattern of Language’; We can be ‘alone’ as if we consider, but like other mammiferous animals we are
programmed to the clean air and green environments. For feeling comfortable and healthy, we let our bodies to behave like the form of our
genetic codes. We seem adopted to the tropical environment as genetic and physically, we use our learned adaptations against the cities and
villages as an cultural animals.’(Alexander,1977).
However as Alexander expressed that the using of learned adaptations seems to solve our liveability problems of the city, nowadays this
solution is temporary. Nowadays our life conditions changes according to the technology and this alteration affects the individuals. In other
words the alteration of life conditions affects individuals and individuals affects the cities. All these things brings kinds of problems to the
individuals which should adapt themselves to the city life. These problems makes us to examine the city according to its liveability conditions
and quality of life. The word of ‘liveability’ explained in the internet encyclopedia (Wikipedia) as; ‘Using to refer to the built environment
and the city and the has the abstract definition of individuals quality of life that affects them’ In the human being settlement conference of
United Nations (HABITAT II), the term of liveability explained as;
The life quality expressed beyond to meet the city members’ needs, it also satisfy the individuals changing and developing needs. Liveability
makes the individuals life more comfortable and feel them more satisfy for living in that settlement. This satisfaction also includes all spatial,
physical, social and environmental characteristics.’
Above all the expression of the word ‘liveability’ we can say that the liveable cities are the cities not only satisfy the individuals requirements
also it is the satisfaction of all the individuals’ changing and developing requirements in the society.
Cities are the liveable entity. Lots of specialists like socialists, architects and the planners makes researches and expressed that every city
should consist of living spaces in it. (Jacobs, 1992; Appleyard, 1981; Lennard, 1995; Hahlweg, 1997; Lennard, 1997; Salzano, 1997; Vuchic, 1999;
Evans, 2002). One of these researchers named as Lennard (1995), defined the liveable city in nine points. According to him the liveable city;
1. should have social association and communication to make the public life easily for the individuals.
2. should have appropriate architecture according to the city and the religion
3. should have sustain the civil society festivals and the traditions of daily life.
4. should have traditions which add the children to the social activities and urban planning.
5. Not to distinguish the individuals according to their economical levels and should have connect the stores, houses and services to each other.
6. To embrace housing policy
7. To embrace policy of walking accessibility and site using policy according to walkability.
8.Having transportation policy of public transportation and to decrease the usage of automobiles.
9.To have ecological basis for the architecture and urban planning and to obtain monument, interactive builds that have the meanings for
the member of city.
In the research of Lennard (1995), expressed that every city should have DNA that makes it liveable and have different identity. ’In the real
the aesthetic and liveable city has a special characteristics with its architecture, the arrangement of the streets and open urban spaces. For
this reason we can suggest that every liveable city has its own DNA.’
312
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
The importance of one of the genetic codes of the city is the public spaces, comes not only from the reflection of the city identity. It has a
importance for to consist of individual to the socialization. The city should meet the requirements of social life. In this social life every age
groups in the society can benefit from this. The city should consist of this diversity.
For this reason this research is done with the others of the city. For the limits of the study consist of only 9-12 aged children and the older
people which was aged 65 and over. In other words the study is aiming to examine these situations mentioned above at the Middle
Anatolian city (Yozgat) in the point of elderly and children view. In this research, the city is evaluated according to its physical and spatial
aspects with the survey.
2. THE CONCEPT OF ‘THE OTHERS’ AND THE OTHERS IN THE CITY
The word of ‘the others’ is more than the open-ended and changing from the point of view. At the vocabulary it is defined as; less impotant,
unvaluable, not self-sufficient, expressed by all the negative expressions; ‘the other’ is defined as the releationship of power’. (Source: www.
istanbul.edu.tr)
‘The others’ exist with the modern culture. To understand the word we should examine the social roles of individuals in the modern culture.
In this point of view the individuals, acts in the society not as themselves, they play the social roles which was formalized to them by the
modern culture. So that they start to fight with the new one and they are against the alteration and the alienation. Here, the aim is to obtain
the homogeneous society. Due to this the hegemonic identity excluded the others which is not resemble to him/her and also put pressure
on them. In shortly word ‘the others’ means to sustain the existence of hegemonic identity with not letting the different ones. In this sense
the definition of hegemonic identity is the ones that has activity of production, rich, healthy and usually men in the society. The ones which
excluded from this group is always poor people, disabled people, children, elderly, women and migrants.
When the others has relationship with the space, the public life will occur. The activity area of public life is the public space. This study is
consist of the others reflect to the city as in spatial meaning.
2.1. Child-Friendly Cities
This concept is firstly used ın the human being settlement conference of United Nations (HABITAT II). In the conference the aim is to make
the cities liveable for everyone. Especially in UNICEF terminology, the principle of ‘firstly children’ is very important and means that children
requirements, priorities and rights are will be the part of the local authorities policy. This kind of cities are called Child-Friendly City. (Source:
www.unicef.org/turkey/pdf) In Turkey there are 12 city which will apply this model; Antalya, Bursa, Erzincan, Gaziantep, Karaman, Kayseri,
Kırşehir, Konya, Sivas, Tekirdağ, Trabzon and Uşak.
2.2. Age-Friendly Cities
In Turkey some local authorities makes policy for the elderly to integrate them in to society. Nowadays, the increasing population of elderly,
makes them alone in the city. Because nowhere in the city neither interior spaces nor urban public spaces are designed according their
requirements. So that some local authorities in Turkey makes the city adapt to the life of elderly.
3. METADOLOGY
3.1. The Model of the Research
This is a hatching research to understand the others’ (only children and elderly) requirements of the usage and evaluation criteria’s of their
urban open spaces. This descriptive research is limited with the city center of urban open space. The hatching model is the research approach
which is aiming to describe the existing situation now and the past (Karasar, 1998).
3.2. Sample
In this study, we take the period of children and elderly in the socialization process. It is aiming to research with taking care the requirements
of children and elderly, and their spatial perceptions and the representation of them in the society. The research is consist of two groups. In
first group, there is 200 individual which was 9-12 aged selected randomly. In the second group, there is 200 individual which was 65 aged
and over selected randomly.
313
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
3.3.Research Area
Yozgat is an Middle- Anatolian city, surrounded with Sivas from the east, Kayseri, Nevşehir, Kırşehir from the south, Kırıkkale from the west
and Amasya, Çorum and Tokat from the north. Its surface area is 15th in Turkey. According the foundation of Turkey Statistics data (2011), it
has 465.696 populatıon. The city is grow through the city fence because of the university. The city center is limited with the clock tower and
city square in front of it.
Picture 1. Air Photography of Case Study (Source: Google earth) Picture 2. City Square
(Kaynak: http://www.yozgatspor.org.tr/resimgaleri.asp
3.4. Data Collection and Analyzing
In this study, two different survey was applied for two different groups. One of the groups which applied to the 9-12 aged children, the survey
was done especially out of school time and weekends at the research area. The other age group is 65 aged and over. The surveys which was
applied to the two different groups are prepared differently. But all the surveys aim is to gain data about the urban open space of the city
center.
The questions of the first survey is consist of playground in the research area. And also in this survey children was questioned to draw picture
about what they wants. At the second groups the questions, are about the playground in the research area. Beside this they are asked to
evaluate about the pedestrian ways and pavements which makes easy or obstruct of their life.
The collecting data is analyzed with using the package program of SPSS 15.0. The evaluation of two groups urban open space’s % and
frequency statistics. Beside this the demographic structure of the participants are represented. The relationship of the evaluation of the two
groups are researched with using Ki-square independence test. The Ki-square independence test is used frequently when to test the two
categoric parameter to understand the relationship between them (Baykul, 1999). The meaning level is 0.05.
4. FINDINGS
The first group of the individuals which is 9-12 aged group was %33,1 female and %66,9 male. And the second group is consist of %58,3
female and %41,7 male.
The amount of children use the research space, at least once a week. But on the other hand the second group use the research space every
day. This maybe the reason of the time of the research. Because the survey which applied to the children was at weekends and out of school
time. But the second group survey was done every day.
314
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Table 1. The frequency of Usage of the research area.
Once a week
More than once a week
Every day
Once a month
No answer
Children
F%
11646,2
9638,2
31 12,4
1 0,4
52
Elderly
F%
41 19,4
4621,8
11253,1
52,4
62,8
In the first group, we asked the toys that they wants ın the playground. And the answers are all about the toys that is not classical. And the
interesting thing is they love nature very much. Because the most of the children wants water and green areas in the playground. And they
also draw it in their picture.(Picture 3.) Children of % 79,1 wants water in the playground. Beside this % 98,2 of the children wants green
area in the playground.
Picture 3. The Examples of drawing pictures of the first group.
In the second group, we were asked to evaluate the pavements and pedestrian ways; %15,2 of the participants found the pavements
high, %10 are found ramps inadequate, %26,1 are found the material of pavements damaged. In this group of individuals want to moving
staircases and escalators at the urban open spaces to make their life more easily. Because of the research is more wide we use just small
part of the analyze.
5.CONCLUSION
Modern culture produce its similar and exclude the others. Due to this the scenario of hegemonic discourse obtain its own life areas. In this
life areas, the excluded groups are called ‘the others’. Paralel to the modern discourse, there occur physical, social and spatial areas. And
these areas are formalized the individuals. These groups called ‘the others’ are poor people, disabled people, elderly, children women and
the migrants of the society. In this research is limited only two groups; children and elderly. According to the conclusion of the research we
can say that this Middle-Anatolian city is not sufficient to be a liveable city. Like this city and most of the city in the Turkey, are not liveable
315
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
for the others.
For the future studies, this kind of researches can be done for the destitutes, women and disabled people and this makes the city being
adopted to the person not to adopt the person to the city. In conclusion, this research, examine the ‘liveability’ of the city in terms of
physical and spatial aspects with the point of elderly and children view. The person should participate the design of public space actively for
the healthy and the balanced relationship with his/her physical environment in terms of spatial point of view. This research which was done
with the two of ‘the others’ , achieve data for the design of accessible, inclusive and responsive settlements. Thus, there will be no need to
differentiate the cities as ‘Children friendly city’ and ‘ Elderly friendly city’. All the cities will be liveable for everyone.
6.BIBLIOGRAPHY
• Alexander ve diğ., (1977), ‘ A Pattern Language’, Oxford University Press, New York.
• Appleyard, D., Gerson, M. S. ve Lintell, M., (1981), ‘Liveable Streets’, University of California Press, Berkely.
• Baykul , Y., (1999), ‘İstatistik ‘Metodlar ve Uygulamalar’, Ankara: Anı Yayıncılık.
• Jacobs, J., (1992), ‘The Death and Life of Great American Cities’, Vintage Books, New York.
• Karasar, N., (1998), ‘Bilimsel Araştırma Yöntemi’, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.
• Lennard, S.H.C. ve Lennard, H.L., (1995), ‘Liveable Cities Observed: A Source Book of Ideas and Images’, Gondolier Press, California.
• Lennard, S.H.C., Ungern-Sternberg, S., Lennard, H.L., der., (1997), ‘Making Cities Liveable = Wege zur Menschlichen Stadt’, International
Making Cities Liveable Conferences, California.
• Tibbalds, F., (1992), ‘Making people-friendly towns: Improving The Public Environment In Towns and Environment’, Longman, London.
• TÜİK (2011), www.yozgat.gov.tr
316
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
6. OTURUM / SESSION 6
YAŞANABİLİR KENTLER / UYGULAMALAR
LIVEABLE CITIES / PRACTICES
Bülend TUNA / Oturum Başkanı - Chairperson
317
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
KENTLERİN SÜRDÜRÜLEBİLİR ULAŞIM PLANLARI İÇİNDE
BİSİKLET KULLANIMI VE BİSİKLET İÇİN YENİ MİMARİ PROGRAM
ÖNERİLERİ: ESKİŞEHİR ÖRNEĞİ
Yrd. Doç. Dr. Ayşen ÇELEN ÖZTÜRK
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Terane M. BURNAK
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
ÖZET:
Son yıllarda Yaşanabilir Sağlıklı Kent kavramları ve Sürdürülebilir Ulaşım Planı tartışmaları içerisinde bisiklet kullanımı; enerji verimliliği ve
çevre dostu olması gibi özellikleri nedeniyle, önemli bir ulaşım türü olarak kabul edilmektedir. Bu çalışma; Eskişehir kentinde tarihsel süreçte
var olan yoğun bisiklet kullanımına rağmen, bugün gittikçe azalan “bisiklet kullanımının yeniden canlandırılması” için yapılan çalışmaları
içermektedir. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi; yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri ve üniversitelerin iş birlikteliğinde üç aşamalı bir Bisiklet
Çalıştayı gerçekleştirmiştir. Çalıştay programı kapsamında kent içinde çekim ve üretim merkezlerine göre en uygun bisiklet güzergahı, pilot
uygulama olarak belirlenmiş, bisiklet yolu için uygulama altyapıları ve detay çözümleri geliştirilmiştir. Bu çalışmalara paralel olarak, Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi Mimarlık bölümü “Habitat proje atölyesinde”, “bisiklet kullanımına dikkat çekici yeni mimari
programlar ve strüktürler önerilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Sürdürülebilir Ulaşım Planı, Sağlıklı Kentler, Bisiklet Dostu Kentler, Eskişehir.
GİRİŞ:
Kentleşme sürecinde yerel yönetimler, kentlerde ulaşım sisteminin en önemli parçası olan yaya ve bisiklet kullanımının arttırılmasının, yaşam
kalitesinin gelişmesine yol açacağı inancıyla sürdürülebilir ulaşım ve erişilebilir kent stratejileri oluşturmaktadır. Bugün gelişmiş ülkelerin
genel politikası, küresel iklim değişikliği endişesi dikkate alınarak oluşturulan, kentlerde bireysel otomobil kullanımının azaltılmasına yönelik
politikalar ve uygulamalardır.
Eskişehir kentinde, geçmişten gelen bir bisiklet kullanım alışkanlığına rağmen 1980 sonrası oluşan siyasi politikalar doğrultusunda, özel araç
kullanımı ve toplu taşımanın yaygınlaşması ile trafiğin yoğunlaşması, bisiklet kullanımının güvenliğini azaltmış ve bisiklet unutulan bir ulaşım
aracı olmuştur. Bugün gelinen durumu ortaya koyan 2002 yılında yapılan Ulaştırma Ana Planı Anket verileri; nüfusun % 50’sinin ulaşım
için motorlu araç kullanırken %48,2 ‘sinin yaya, %1,8’inin de bisiklet kullandığını göstermektedir(Ertan Ş., 2011). Son dönem Büyükşehir
Belediyesi Ulaşım Stratejileri arasına, bisiklet kullanımının tekrar yaygınlaştırılması önemli bir hedef olarak girmiştir.
Bu amaçla Eskişehir Büyükşehir Belediyesinin 2011 yılında gerçekleştirdiği Bisiklet Çalıştay’ın da; Eskişehir kentinin geleceğini biçimlendirecek
olan gelişme ve ulaştırma planlarının bir bütünlük içerisinde ele alındığı, bu bakışla hazırlanan “Sürdürülebilir Kent Içi Ulaştirma Ana Planının”
2003 yılında Mecliste onaylanarak yürürlüğe girdiği vurgulanmıştır. Bu kapsamda gerçekleştirilen çalışmalar doğrultusunda Eskişehir; Avrupa
Yerel Taşımacılık Bilgi Servisi ELTIS (European Local Transport Information Service) tarafından yaya dostu şehir olarak gösterilmiştir.
Bisiklet Çalıştayı kapsamında, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi öğrencileri, bisiklet dostu kentleri ve ortamlarını araştırmış, kentte bisikleti
yaygın hale getirebilmek ve özendirebilmek için yeni bisiklet programlarını içeren mega strüktürler tasarlamışlardır.
1. ESOGU, Mimarlık Bölümü Öğrencileri Bisiklet Programatikleri ve Strüktür Önerileri
Eskişehir Büyükşehir Belediyesinin (EBB) “Kentlerdeki Sürdürülebilir Ulaşım Önerileri ve Problem Çözümleri, Bisiklet Önerisi” kapsamında
319
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
düzenlenen 2011 yılı çalıştayları doğrultusunda, ESOGU Mimarlık Bölümü, Habitat proje atölyesinde, “Eskişehir Kent Analizleri ile Yeni Bisiklet
Programatikleri” tartışmıştır.
Atölye süreçlerinde öncelikle “Bisiklet Dostu Kentlerin” kentsel gelişimleri ve yapılan düzenlemeleri incelenmiş, bisiklet kullanımının
arttırılmasının kentlerin gelişiminde avantaj ve dezavantajları tartışılmıştır. Daha sonra kent merkezinde yapılması planlanan “I.Etap Bisiklet
Güzergahının” belirlenmesi için Resim 1’de görülen kentteki iletim-çekim merkezleri saptanmıştır. Bu iletim çekim merkezlerine göre de öneri
bisiklet güzergahları belirlenmiş, öneri güzergah üzerinde; yol kesitleri, trafik yoğunluğu, parklanmalar gibi statik ve dinamik durum analizleri
yapılmıştır. Bir sonraki süreçte de önerilen güzergahlar üzerinde bisikletle ulaşılabilen yeni programatik öneriler geliştirilmiştir.
Resim 1. Atölye süreçlerinde yapılan kentsel analizler.
Eskişehir Büyükşehir Belediyesinin 1.ve 2. Çalıştay sonucunda belirlediği öneri bisiklet güzergahı incelenmiş, Resim 2’deki gibi kavşak
yoğunluğu ve yol kesitleri analiz edilmiştir.
Resim 2. EBB öneri bisiklet yol güzergahı (Çalıştay sonucu Mart 2011)
320
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
1.1.Fatma Koçar (Haziran 2011); “Bisiklet Vadisi Tasarımı” :
Çalışanlar Caddesinin Tülomsaş Kavşağına doğru oluşturulan Porsuk kıyısında konumlanan bu bisiklet rekreasyon alanı tasarımı, kentte
bisikletin farkındalığını arttırmak ve bisiklet kullanımını teşvik etmek amacıyla heykelimsi bir mimari çözümlemeyle, bulvarın iki yakasını bir
köprü yapı olarak bağlamakta, masif bir kütleyle başlayan yapı Porsuk kıyısına doğru çözünmektedir.
Resim 3. Çalışanlar Bulvarı trafik yolu üzerinde, Porsuk kıyısına paralel konumlanan bisiklet program önerisi.
Resim 4-5. Yol üzerine tasarlanan bisiklet programatiğinin modeli.
Resim 4 ve 5’de görülen bürüt beton yüzeyler ve çelik konstrüksiyon olarak karma bir sistemle tasarlanan yapı, renkli çelik kolonlar tarafından
taşınan eğimli rampalardan oluşmaktadır. Yoğun ve geniş bir trafik yolu üzerinde konumlanan yapı, iki yakayı birleştiren bir köprü niteliğinde
tasarlanmıştır.
Yaya geçişinin olduğu zemin kat, kent zemini olarak rekreatif bir boşluk yaratma çabasındadır. Resim 5-6 ‘daki kesitlerde görüldüğü gibi, üst
katlarda bisiklet müze ve sergisi, bisiklet satış üniteleri, cafe-restoran ve macera tutkunları için tasarlanmış farklı kotlarda bisiklet rampaları
yer almaktadır. Zorluk derecesine göre farklı eğimlerde tasarlanan rampalar, bisiklet sporunu bir eğlenceye dönüştürme amacındadır. Gerekli
güvenlik tedbirleri alınarak her yaş grubunun kullanabileceği bir bisiklet macera sporu kompleksi tasarlanmıştır. Tasarım, gündelik hayatın
321
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
merkezinde gerek dikkat çekici strüktürü, gerekse kentsel aktivite önerileriyle bisikleti farklı bir açılımla kente ve kentliye sunmaktadır.
Resim 6-7. Kentsel bisiklet platosu kesitleri.
Kentte planlanan bisiklet güzergahı üzerinde, 3-4 km boyunca devam eden orta refuj alanında, bisiklete ait bir dil yaratmak amacıyla, bisiklet
yolu konstrüksiyonu tasarlanmıştır.
Resim 8-9. Bisiklet yolunu tanımlayan konstruksiyon.
1.2. Seda Özçetin (Haziran 2011) “Köprübaşı Bisiklet Köşesi” :
Bu çalışmada yapılan analizler sonucu, EBB’den bağımsız olarak farklı bir bisiklet güzergahı belirlenmiş, bisiklet kent merkezinin en yoğun
olduğu bölgeye sokularak Porsuk kıyısıyla buluşturulmuştur. Hasan Polatkan Bulvarından okullar bölgesine geçen ve oradan da yaya bölgesi
olarak kullanılan İki Eylül Caddesi güzergahı ile Köprübaşı’na bağlanan bisiklet yolu ve bu yolun Porsukla sonlandığı köşe parseli boşaltılıp,
bisiklet programı önerisi ile yeniden tanımlanmıştır. Bisiklet kullanımını teşvik etmek için “her köşede bisiklet” sloganıyla tasarıma başlanmıştır.
322
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Resim 10. Kent merkezinden geçen öneri bisiklet güzergahı.
Resim:11-12. Köprübaşı Cad. tramvay-porsuk nehri ve yaya aksının kesiştiği köşe tasarımı.
Seda Özçetin projesinde bisiklet güzergahını, kentin en işlek ticaret yolu üzerine tasarlamıştır. Son dönem yapılan düzenlemelerle araç
yoluna kapatılan alan, sadece tramvay yolu ve yaya yolu olarak kullanılırken bir de bisiklet yolu eklenmiştir. Tasarımda yayanın olduğu her
yerde bisikletinde olması gerektiği düşüncesinden yola çıkılmıştır. Yoğun bir yaya akışının olduğu ticaret yolunun Porsuk Nehrine açılan köşe
parselinde, bisiklet kullanıcılarına, bisikletlerinden inmeden rampalarla üst kotlardaki, bisiklet teras kafe, bisiklet satış, sergi ve bisiklet
söyleşilerinin gerçekleştirileceği mekanlar sunulmuştur.
323
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Resim 13: Bisiklet köşesi kat planları.
SONUÇ:
Günümüz kentlerinde, uygulanmakta olan sürdürülebilir ulaşım politikaları çerçevesinde, önceliğin enerji kaynaklarının etkin kullanımı ve çevre
kirliliğinin önlenmesi olması nedeniyle, ulaşım planlarında; yaya, bisiklet ve toplu taşıma ön plana çıkmaktadır. Bu nedenle kent merkezlerinde
özel taşıt sayılarının azaltılmaya çalışılması, merkezdeki hareketliliğin düzenlenmesi için, toplu taşıma araçlarının geliştirilmesi, özellikle
yeni tramvay güzergahlarının yapılması ve geçmişten gelen yoğun bisiklet kullanımının yeniden canlandırılması gerekmektedir. Bu amaçla
kentlerdeki tüm yerel yönetimlere, üniversitelere, sivil toplum örgütlerine ve kentli bireylere büyük sorumluluklar düşmektedir.
KAYNAKLAR:
1 Ertan S.; Bicycle Workshop Presentations, EBB, Eskisehir Metropolitan Municipality, Ocak 2011.
2. G.Ertin, “The Evolution of Habitation in Eskişehir”, Anadolu University, p:23, Eskisehir 1994 .
3. Öztürk Çelen A., “Bicycle-Friendly City In The Past And The Future In Turkey :
Eskisehir”, World Applied Sciences Journal, (WASJ) 19(11), 1568-1574, ISSN: 1818-4952,
IDOSI Publications,2012.
324
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
THE USE OF BICYCLE IN THE SUSTAINABLE TRANSPORT PLANS
OF CITIES AND THE SUGGESTIONS FOR A NEW ARCHITECTURAL
PROGRAM FOR BICYCLE USE: THE CASE OF ESKISEHIR
Assist. Prof. Dr. Ayşen ÇELEN ÖZTÜRK
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Assist. Prof. Dr. Terane M. BURNAK
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
ABSTRACT:
During the recent years, in the scope of the concept Liveable Healthy City and the discussions on Sustainable Transport Plans, the use of
bicycle has been accepted as an important means of transport due to its features such as energy efficiency and being environment friendly.
The present study includes the works done in Eskisehir to “revitalize the use of bicycle” as a result of the decreasing use of bicycle in our day
despite its intensive use in history. With the collaboration of the Eskisehir Metropolitan Municipality, local governments, non-governmental
organizations and universities a three-step Bicycle Workshop has been organized in Eskisehir. In the frame of the workshop program the
most appropriate bicycle route in terms of the attraction and production centers of the city has been determined and the detail solutions
has been developed. Parallel to these works, in the “Habitat Project Workshop” organized by the Department of Architecture of Eskisehir
Osmangazi University, new architectural programs and structures have been proposed to draw attention to the use of bicycle.
Key Words: Sustainable Transport Plan, Healthy Cities, Bicycle Friendly Cities, Bicycle Workshop, Eskisehir.
INTRODUCTION:
Local governments in the process of urbanization develop sustainable transport and accessible city strategies basing on the belief that the
increase in the pedestrian ways as the most important part of urban transport system and bicycle use would lead a development in the life
quality. The general policies and practices of developed countries in our day, taking the global climate change concerns into consideration are
directed to decrease the number of individual use of automobiles.
Despite there is the habit of driving bicycle in Eskisehir inherited from the past, following the policies developed after 1980, the spread of
private car owning and mass transportation decreased the security of bicycle use and bicycle became a forgotten means of transport. The
data from the Public Survey for the Master Plan of Transport in 2002, which presents the state of affairs, displays that while the 50 % of
the population uses motor vehicles for transport, the 48% is composed of pedestrians and the 1.8 % of the population drives bicycle[1]. The
extensification of the use of bicycle again was included to the recent Metropolitan Municipality Transport Strategies.
As a result of this aim, in the Bicycle Workshop organized by Eskisehir Metropolitan Municipality in 2011, it was emphasized that the plans of
development and transport that would form the future of the province of Eskisehir were taken under consideration entirely and the ‘Master
Plan of Sustainable Intracity Transport’ has come into effect after being approved from the Assembly in 2003. In the direction of the works
done in this frame, Eskisehir, was selected as a pedestrian friendly city by the European Local Transport Information Service.
Within the Bicycle Workshop, the students from the Eskisehir Osmangazi University made a research on the bicycle friendly cities and
environments and to spread and encourage the use of bicycle they designed mega structures including the new bicycle programs.
1. Bicycle Programmatics and Structure Proposals by the Students of the Department of Architecture, ESOGU
In the direction of the 2011 workshops organized in the scope of “The Sustainable Transport Proposals for Cities and Solution for Problems,
325
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
The Suggestion of Bicycle” of Eskisehir Metropolitan Municipality (EMM), in the Habitat Project Workshop of the Department of Architecture
of ESOGU, “Urban analysis for Eskisehir and the New Bicycle Programmatics” have been discussed.
During the process of the workshop, initially the development of “Bicycle Friendly Cities” and the regulations developed on the issue have
been taken under scrutiny and the advantages and disadvantages of the increase in the use of bicycle in terms of the development of cities
have been discussed. As a second step, in order to determine the “1.
Stage Bicycle Route”, the urban conduction-attraction centers were determined as seen in the Figure 1. According to these conductionattraction centers, bicycle routes have been assigned and the static and dynamic situation analyses have been done on the proposed route
such as road sections, the density of traffic and parkings. During the following process new programmatic proposals related with the bicycle
transportation on the proposed routes have been developed.
Figure 1: The Urban Analyses realized during the workshop.
The bicycle route determined as a result of the 1. and 2. Workshop by the Eskisehir Metropolitan Municipality has been examined and as seen
in the Figure 2, the density in the junctions and road sectioned have been analyzed.
Figure 2: EMM proposed bicycle route (Outcome of the Workshop, March 2011)
326
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
1.1 Fatma Koçar (June 2011); “The Bicycle Valley Design”
The present bicycle recreation area design located in the riverside of Porsuk towards the TULOMSAS junction of the Çalışanlar Avenue, unites
the two sides of the boulevard as a bridge structure and the structure starting as a massive block, gets decomposed towards the riverside by
using a sculpturesque architectural analysis to raise the awareness on bicycle in the city and to encourage the bicycle use.
Figure 3: A Bicycle Program Proposal on the road of Çalışanlar Boulevard located parallel
to the Porsuk riverside.
Figure 4-5: The Model of the Bicycle Programmatic Designed for the Road
The structure seen in the Figures and 5 designed in a mixed system composed of gross concrete surfaces and steel construction, includes
prone ramps supported by colored steel columns. The structure located in a wide and dense road was designed as a partake of a bridge
that unites the two sides.
The ground floor where the pedestrian access provided has the aim of creating a recreational emptiness. As seen in the sequences in the
Figures 6 and 7, the bicycle museum and exhibition, bicycle sales units, cafe-restaurant and bike ramps designed in different grades for
adventure lovers take place in the upper floors. The ramps designed in different grades according to their level of difficulty aim to turn the
cycling sport to an amusement. By taking the required safety measures, a bicycle adventure sport complex has been designed which can
be used by every age group. The design by both its attractive structure and both the proposals it contains for the urban activities in the center
of daily life, presents the bicycle to the urban dwellers and to the city with a different standpoint.
327
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Figure 6-7: The sequences from Urban bicycle platform.
On the bicycle route planned for the city, in the central refuge area that continues for 3-4 kilometers, with the aim of creating a language for
the bicycle, a bicycle rode.
Figure 8-9: The construction determining the bicycle route.
1.2. Seda Özçetin (June 2011) “The Bicycle Corner in Koprubası”:
In the present work, as a result of the analyses done on the subject, a different bicycle route is determined independent from EMM and the
bicycle by being inserted to the area where the urban central life is the most intense and became convened in the riverside of Porsuk. On
the route that passes from the Hasan Polatkan Boulevard to the area of schools and then by connecting to the Koprubası following the Iki
Eylül Avenue, ending in the Porsuk River; the corner parcel in the riverside has been emptied and defined again with the proposal of bicycle
program. The design commenced with the slogan “bicycle in every corner” to encourage the use of bicycle.
328
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Figure 10: The proposed bicycle route that passes from the city center.
Figure 11-12: The design for the corner where Koprubası Avenue, tramline-Porsuk River and
pedestrian flow intersects.
Seda Özçetin designs the bicycle route in her project on the busiest trade route in the city. A bicycle route is added to the area which is by
the recent regulations closed to the traffic except tramline and pedestrian way. The design created by the belief that in any route where
pedestrians can walk there can be a place for the bicycle as well. In the corner parcel of the trade route which is opening to the Porsuk riverside
where the pedestrian traffic is intense, areas for the bikers were presented where they can access by the ramps to the places in the upper
grades such as bicycle terrace café, bicycle sales, exhibition, bicycle interviews without dismounting from their bicycles.
329
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Figure 13: The floor plans of the bicycle corner.
CONCLUSION:
In the frame of the sustainable transport policies applied in the cities of our times, due to the priority given to the effective use of energy
sources and the prevention of pollution, pedestrian ways, bicycle use and public transport comes into prominence. That is why, for the city
centers, the decrease in the number of private vehicles, the development of public transport in order to regulate the mobility in the center, in
this respect especially the construction of tramlines and the high use of bicycle use which is inherited from the past become a necessity. For
that purpose, each local government, university, non-governmental organization and urban dweller is considered responsible for supporting
this issue
REFENCES:
1 Ertan S.; Bicycle Workshop Presentations, EBB, Eskisehir Metropolitan Municipality, Ocak 2011.
2. G.Ertin, “The Evolution of Habitation in Eskişehir”, Anadolu University, p:23, Eskisehir 1994 .
3. Öztürk Çelen A., “Bicycle-Friendly City In The Past And The Future In Turkey :
Eskisehir”, World Applied Sciences Journal, (WASJ) 19(11), 1568-1574, ISSN: 1818-4952,
IDOSI Publications,2012.
330
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
KENTSEL GÜVENLİK VE EMNİYET
Yrd. Doç. Dr. Seda KUNDAK
İstanbul Teknik Üniversitesi
ÖZET
Kentlerin afetlere karşı dayanıklılığının artırılması ve kentsel suçların mekansal düzenlemelerle azaltılması konuları yaşanabilir kentler
bağlamında önemli bir parametre olarak öne çıkmaktadır. Bu çalışmada, Istanbul’da yaşayanların çevresel ve kentsel risk algıları irdelenmektedir.
2006 ve 2008 yıllarında İstanbul’da yüzyüze görüşmelerle geliştirilmiş olan algı araştırmaları, bu çalışmada bir arada değerlendirilmiştir.
İstanbul’da çevresel ve kentsel risk algısını farklılaştıran etkenler, risk algısı ve mekan ilişkisi, risk azaltma çerçevesinde alınan önlemler ve
yüzyüze görüşme yapılan kişilerin konuyla ilgili genel tutumlarının incelendiği bu çalışmada, yaşanabilir kentlerin geliştirilmesinde kentsel
güvenliğin önemi tartışılmaktadır
GİRİŞ
Yaşanabilir kentlerin değerlendirilmesinde bir çok değişken dikkate alınmaktadır: yapılaşmış çevre ve altyapı kalitesi; doğal çevrenin kullanımı
ve kalitesi; iş çeşitliliği; kentsel donatıların dengesi; kent içi hareketlilik ve erişim; ve güvenlik ve emniyet bu konuların temel alanlarını
oluşturmaktadır. Bu değişkenlerin ağırlıkları uzmanların görüşleri ve bakış açılarına göre değişiklik gösterebilmektedir. Yine de, ilk insan
yerleşmelerinin meydana geliş felsefesindeki, bir arada yaşayıp, dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı birlikte mücadele etme gerekçesi
düşünüldüğünde, kentsel yaşanabilirlik çerçevesinde güvenlik ve emniyetin önemi ortaya çıkmaktadır. Bugün bile, bireylerin konut seçimleri
arasında, yakın çevrenin güvenliği temel kriterler arasında yer almaktadır. En azından, bireyler yeni bir yere taşındıklarında, yine güvenlikleri
için kilitleri değiştirmektedir. Sonuç olarak, yaşanan çevredeki bütün çekici unsurların yanında, güvenlik ve emniyet parametrelerinin önemli
bir yere sahip olduğu görülmektedir.
Son dönemlerde yaşanmış afetlere bakıldığında, önceki afetlere göre daha karmaşık ve daha yıkıcı oldukları, kısaca daha “yaratıcı ve yenilikçi”
afetlerle karşı karşıya kaldığımız aşikardır. Afetlerin bu şekilde değişim göstermesinin temel nedenleri; (1) doğal tehditlere maruz alanlardaki
hızlı nüfus artışı; (2) planlama sorunları; (3)kentsel alan kullanımlarındaki uyumsuzluklar şeklinde belirtilebilir. Öte yandan afetlerin, tek bir
depremin, selin ya da fırtınanın meydana gelmesiyle oluşmadığı bilinmektedir. Afetlerde, farklı tehlike kaynaklarının birbirlerini tetiklemesi
söz konusudur. Bu bağlamda, bütünleşik tehlikelere karşı kentsel sistemlerin kurgulanması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, son 20-30
yıllık süre içerisinde, uluslar arası literatürde “na-tech” olarak isimlendirilen, doğal tehlikelerin tetiklediği teknolojik afetlerin sayısında da artış
gözlenmektedir. Özetle, herhangi bir doğal tehdidin afete dönüşmesinde, etkilenen bölgenin ya da kentin mekansal özelliklerinin en önemli
değişken olarak öne çıktığı görülmektedir.
Kentlerin mekansal özelliklerinin, doğal tehditler karşısında kentlerin dayanımını ya da direncini etkilemekle kalmadığı, kentsel suçların
mekansal dağılımları ile güçlü bir ilişki içinde olduğu son 20 yıllık dönemde bir çok araştırmanın sonucunda ortaya konulmuş durumdadır.
Çoklu kullanımların, insan hareketliliğinin ve sahiplenmenin az olduğu mekanlarda suç oranlarının arttığı bilinmektedir. Ayrıca yine bu tür
alanlarda mekansal düzenleme yerine önlem olarak takip sistemlerin kurulmasının caydırıcı bir etkisinin olmadığı da görülmüştür. Bu tür
sistemlerin doğru bir mekan kurgusuyla amacına ulaşabildiği vurgusu bir çok bilimsel araştırmada dile getirilmektedir.
Kentlerin afetlere karşı dayanıklılığının artırılması ve kentsel suçların mekansal düzenlemelerle azaltılması konuları yaşanabilir kentler
bağlamında önemli bir parametre olarak öne çıkmaktadır. Birbirinden farklı alanlar olarak görünse de, özellikle afet sonrasında bu iki konu
331
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
alanı sinerjistik risk oluşturmaktadır. Bir başka deyişle, afet sonucunda meydana gelebilecek sistemsel aksaklıklar, kent genelindeki suç
oranının katlanarak artmasına neden olabilmektedir.
Bu çalışmada, Istanbul’da yaşayanların çevresel ve kentsel risk algıları irdelenmektedir. 2006 ve 2008 yıllarında İstanbul’da yüzyüze
görüşmelerle geliştirilmiş olan algı araştırmaları, bu çalışmada bir arada değerlendirilmiştir. İstanbul’da çevresel ve kentsel risk algısını
farklılaştıran etkenler, risk algısı ve mekan ilişkisi, risk azaltma çerçevesinde alınan önlemler ve yüzyüze görüşme yapılan kişilerin konuyla ilgili
genel tutumlarının incelendiği bu çalışmada, yaşanabilir kentlerin geliştirilmesinde kentsel güvenliğin önemi tartışılmaktadır.
ISTANBUL’DA GÜVENLİK VE SUÇ ALGISI
Türkoğlu ve diğerleri 2006 yılında İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından yapılan İstanbul Stratejik Planı çerçevesinde, “Yaşam Kalitesi
Çalışması”nı yürütmüşlerdir. Bu çalışmanın amacı, çevresel, ekonomik, sosyal, fiziksel ve sağlık konularının İstanbul halkının yaşam kalitesini
ve memnuniyetini ölçmek ve değerlendirmek olarak belirlenmiştir. İstanbul genelinde 1635 yüzyüze anket çalışması yapılmış ve kentsel
yaşam farklı boyutlarıyla irdelenmiştir. Türkoğlu ve diğerleri tarafından 2008 yılında yayınlanan bir bildiride, çevre sorunlarının ve risklerin
algı üzerindeki etkileri tartışılmıştır. Sonuçlar, güvenlik ve potansiyel güvenlik problemlerinin bireylerin algısı üzerinde önemli bir role sahip
olduğunu göstermiştir.
Bu çalışmada ise, kentsel güvenlik/emniyet konusu çevresel değişkenler, suç düzeyi ve bireylerin güvenlik algısı üzerinden risk algılarını
ölçülmektedir. Katılımcıların verdikleri cevaplar, arazi değerleri ve nüfus yoğunluğuna göre oluşturulmuş 9 alt grupta değerlendirilmiştir. Tüm
sorular, 5’li Likert ölçeğine göre düzenlenmiştir. Bu uygulamada 1 en kötü, 5 en iyi durumu ifade etmektedir. Tablo 1’de her sorunun farklı
mekansal bölgelerde ulaştıkları değerler gösterilmektedir.
Değerlere genel olarak bakıldığında, yakın çevrede başıboş gençlerin varlığı, tinerciler ve ara hırsızlığının en büyük sorun olduğu görülmektedir.
Her ne kadar farklı mekansal gruplarda farklı sıralarda yer almış olsalar da, kent genelinde tüm farklı kentsel dokular benzer problemlerle
yüzyüze kalmaktadır. Boş ve tanımsız yeşil alanlar / açık alanlar düşük yoğunluk / düşük arazi değeri ve orta yoğunluk / orta-yüksek arazi
değeri gruplarında sorun olarak görülmektedir. Mikro ölçekteki güvensizlik hissi özellikle yüksek yoğunluk / orta arazi değerlerinin olduğu
alanlarda daha yüksektir. Kadınlar için, gece saatlerinde sokaklardaki güvenlik değişkenine bakıldığında: orta yoğunluk / orta arazi değeri;
Yüksek yoğunluk / orta arazi değeri; ve yüksek yoğunluk / yüksek arazi değerinin olduğu alanların problemli olduğu ifade edilmiştir.
9 farklı mekansal grupta değerlendirilen cevaplara bakıldığında, nüfus yoğunluğundaki artışın, bireylerin kendilerini güvende hissetme
yönündeki algılarıyla ters yönde değiştiği görülmektedir. Öte yandan arazi değerlerinin daha yüksek olduğu bölgelerde bireyler kendilerini
daha güvende hissetmektedir.
332
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Tablo 1 - İstanbul’da güvenlik algısının değerlendirmesi
GÜVENLİK ALGISI
SUÇ
ÇEVRESEL BİLEŞENLER
Y1- Y1- Y1-Y2- Y2- Y2-Y3- Y3-Y3AD1 AD2 AD3AD1 AD2 AD3AD1 AD2 AD3
Yol aydınlatması
3,03,43,33,23,33,43,43,43,4
Yıkık ve boş binalar
2,53,03,02,72,5 2,82,72,82,8
Bakımsız bahçeler / boş alanlar
2,2 2,3 2,72,2 2,0 2,52,3 2,3 2,5
Tamamlanmayan inşaatlar
2,52,73,02,72,5 2,72,72,82,8
Başıboş gençler
2,02,0 2,31,5 1,5 2,01,2 1,2 1,5
Tinerciler
2,2 2,2 2,51,8 1,5 2,01,5 1,3 1,7
Evsizler
2,82,8 2,82,82,5 2,72,5 2,72,7
Araba hırsızlığı / zarar verme
1,7 2,01,81,3 1,0 1,31,3 1,2 1,5
Vandalizm
3,3 3,4 3,82,9 3,0 3,42,5 2,6 3,1
Suç düzeyi
3,33,8 3,43,03,0 3,32,8 2,83,1
Suç düzeyinde son iki yıldaki değişim
3,03,2 2,82,8 2,8 2,82,8 2,8 3,0
Mikro ölçekte güvenlik
2,93,1 3,32,4 2,6 3,22,2 2,02,7
Makro ölçekte güvenlik
2,93,3 3,32,82,7 3,42,6 2,53,0
Gündüz güvenlik düzeyi
3,94,34,33,93,6 4,03,63,64,0
Gece güvenlik düzeyi
2,93,1 3,42,82,8 3,32,6 2,53,0
Kadınlar için gece saatlerinde güvenlik
2,3 2,5 2,82,1 2,0 2,82,0 2,02,3
Bileşenlerin en kötü değeri aldıkları gruplar
Gruplarda ilk sırayı alan problem alanı
Gruplarda ikinci sırayı alan problem alanı
Gruplarda üçüncü sırayı alan problem alanı
Y1 Düşük nüfus yoğunluğu
AD1 Düşük arazi değeri
Y2 Orta nüfus yoğunluğu
AD2 Orta arazi değeri
Y3 Yüksek nüfus yoğunluğu
AD3 Yüksek arazi değeri
İSTANBUL’DA DOĞAL VE İNSAN KAYNAKLI AFET ALGISI
Kundak ve diğerleri, 2008 yılında İstanbul’da kentsel risk algısını ölçmek üzere bir araştırma yapmıştır. Bu kapsamda, İstanbul’da 33
farklı mahallede toplam 496 yüzyüze görüşme yapılmıştır. Anket çalışmasının uygulanacağı bölgeler, iki farklı mekansal değişken (arazi
değeri ve yoğunluk) ve deprem tehlikesini ifade eden değişken (JICA ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2002 yılında ürettikleri deprem
senaryolarından, 7,7 büyüklüğündeki senaryo depremine karşılık gelen zemin ivme değerleri) kullanılarak gruplandırılmıştır. Toplamda 27 farklı
grubun oluşturulduğu bu çalışmada, bazı gruplarda örnek mahalle yer almaması ya da çok az sayıda mahalle bulunması nedeniyle, her grupta
temsil sağlanamamıştır. Çalışmanın ikinci aşamasında, örnek mahallelerde bu anket çalışması uygulanmıştır.
333
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Her ne kadar araştırmadaki anket soruları deprem odaklı olsa da, deprem riskinin diğer tehditlerle karşılaştırılması amacıyla, katılımcılara farklı
risklere ilişkin değerlendirmeleri de sorulmuştur. Tablo 2’de farklı tehlike türlerinin katılımcılar tarafından ne ölçüde risk taşıdıkları bölgelere
göre ortalama değerler düzeyinde verilmiştir. Bu çalışmada da 7’li Likert ölçeği 1 en risksizi 7 ise en riskliyi ifade edecek şekilde kullanılmıştır.
Doğal tehditler, terör ve savaş, tüm mekansal gruplarda en riskli unsurlar olarak ifade edilmiştir. Emniyet ile ilgili sorunlar düşük yoğunluk ve
düşük arazi değerinin olduğu alanlarda en yüksek değere ulaşmaktadır. Öte yandan, doğal tehditlere bağlı riskler ise yüksek yoğunluk / düşük
arazi değerin olduğu bölgelerde önem kazanmaktadır. Orta yoğunluklu ve yüksek arazi değerine sahip yerleşmelerde ise en büyük risk büyük
ölçekli insan kaynaklı tehditleri işaret etmektedir.
AFETLERLE BAŞA ÇIKMAK: MÜCADELE ETMEK YA DA TESLİM OLMAK
Risk algılamayı, içsel (yaş, eğitim, cinsiyet vb.) (Slovic vd., 1982; Barnett ve Breakwell, 2001), dışsal (bilgilenme, güven vd.) (Liu vd., 1998;
Slovic, 1993; Sjöberg, 2001)ve kültürel (sosyal yapı, inançlar, alışkanlıklar) (Bontempo vd., 1997) faktörler etkilemektedir. Günümüzde
ulaştığımız bu noktada, her ne kadar bilimsel gelişmeler yapısal ve kentsel ölçekteki direnci artırmaya yönelik bir yol haritası sunsa da, bu
yerleşmelerin son kullanıcısı olarak ifade edebileceğimiz halkın davranış biçimi “dirençli toplum” seviyesine ulaşmada önemli bir belirleyici
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda bireylerin risk algılama düzeyi önem kazanmaktadır. Çok büyük korku ya da vurdumduymazlık ile
beslenmemiş bir algı düzeyi, bireylerin farkındalığının artmasına ve bunun sonucunda da tavır değişikliği ile önlem almaya yönlendirmektedir.
2008 yılında Kundak ve diğerleri tarafından yürütülmüş olan risk algılama çalışmasında, anket katılımcılarına afete ilişkin deneyimleri, risk
azaltmaya yönelik aldıkları önlemler, hazırlık konularında sosyal çevreleri ile kurdukları bağlar ve yetkililere duydukları güven üzerine sorular
yöneltilmiştir.
Risk algılama ilişkin kaynaklarda, bireylerin geçmişte yaşadıkları afetlerin risk algıları üzerinde önemli etkileri olduğu ifade edilmektedir (bkz.
Siergrist ve Gutscher, 2006). Çalışma kapsamında, katılımcıların geçmiş afet deneyimleri de değerlendirilmiştir ve deprem afeti yaşamış
olanların oranının %90 seviyesinde olduğu görülmüştür. Öte yandan, katılımcıların %6’sı hayatları boyunca hiçbir afet yaşamadıklarını
belirtmiştir. Katılımcıların %66’sı hayatlarını en çok etkileyebilecek afetin deprem olduğu ifade ederken, %33’ü kuraklığın son derece önemli
bir afet olmasına vurgu yapmıştır.
Bireylerin afetlere karşı aldığı önlemler sorulduğunda, %31’si zorunlu deprem sigortası yaptırdığını, %17’si hane içi acil durum planı yaptıklarını,
%14’ü depreme karşı dayanıklı bir ev aldığını/kiraladığını ve %12’si ise yapısal olmayan riskleri azaltmak için eşyalarını sabitlediklerini
belirtmiştir. Katılımcıların %50’si depreme karşı hiçbir önlem almadıklarını ifade etmiştir.
334
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Tablo 2 – Tehlikelerin katılımcılar tarafından derecelendirilmesi
EMNİYET
BÜYÜK ÖLÇEKLİ
İNSAN KAYNAKLI
DOĞAL
Y1-AD1 Y1-AD2 Y2-AD1 Y2-AD2 Y2-AD3 Y3-AD1 Y3-AD2
Doğal Tehditler
6,36,35,96,36,4 6,65,7
Salgın
5,75,65,65,55,4 6,05,4
Kuraklık
6,05,2 5,46,05,2 6,25,5
CO2 salınımı
4,3 4,4 3,84,84,6 4,63,9
Terörizm
6,36,0 5,75,86,3 6,35,7
Kimyasallar
4,74,5 3,95,2 4,4 4,73,7
Nükleer enerji
5,0 5,0 4,55,5 5,7 4,84,9
Savaş
6,2 6,5 5,56,66,7 6,45,9
Taciz
4,63,7 3,74,42,8 4,24,3
Tinerciler
4,7 3,7 3,94,4 3,0 4,64,3
Evsizler
3,2 2,1 3,33,62,5 3,93,4
Kap-kaç
4.73,9 3,64,03,2 4,54,0
Bileşenlerin en kötü değeri aldıkları gruplar
Gruplarda ilk sırayı alan problem alanı
Gruplarda ikinci sırayı alan problem alanı
Gruplarda üçüncü sırayı alan problem alanı
Y1 Düşük nüfus yoğunluğu
AD1 Düşük arazi değeri
Y2 Orta nüfus yoğunluğu
AD2 Orta arazi değeri
Y3 Yüksek nüfus yoğunluğu
AD3 Yüksek arazi değeri
Katılımcıların sosyal çevrelerine ilişkin farkındalık düzeyini ölçmeye yönelik kurgulanmış sorulara verilen cevaplar incelendiğinde, toplumsal
bağlarda kopukluklar olduğu görülmüştür. Örneğin, katılımcılara yaşadıkları bölgedeki belediye başkanı ve muhtarın adı sorulduğunda,
%68’i belediye başkanlarının %56’sı ise mahalle muhtarlarının adını doğru bildiği görülmektedir. Katılımcıların %1’i yaşadıkları bölgedeki
komşularıyla afet zararlarını azaltma ve acil durum eğitimleri aldıklarını belirtmişlerdir. Yine katılımcılara, yetkililere duydukları güven düzeyi
sorulduğunda, bölgelerinde imara yönelik faaliyet yapmakla yükümlü olan belediyelere olan güvenin %20 düzeylerinde kaldığı tespit
edilmiştir (Kundak vd. 2012)
Bireylerin risk algılama düzeyleri hanelerinde risk azaltma için ayırabilecekleri bütçeyi etkilemektedir. Çalışmanın sonuçları, anket yapılan
kişilerin geçmiş deneyimleri ve risk azaltılması için ayırmayı düşündükleri bütçe arasında kuvvetli bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.
Düşük ve uzun vadeli kredi sağlandığı takdirde, bireyler, evlerinin depreme dayanıklı olduğunu düşünseler de düşünmeseler de risklerin
azaltılması için bütçe ayırabileceklerini belirtmişlerdir. Ayrıca, yine araştırma sonuçlarına göre deprem riskini azaltılması için hane gelirinden
ayrılabilecek payın evin piyasa değeriyle doğru orantılı olduğu görülmektedir (Kundak vd., 2010).
335
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Bireylerin afete karşı önlem alma ve zarar azaltma faaliyetlerini gerçekleştirme durumuna bakıldığında, bazı kritik noktalar öne çıkmaktadır.
Öncelikle, güven eksikliği ve bilgi kirliliği, evlerinde dahi, bireylerin önlem alma durumunu olumsuz olarak etkilemektedir. İkinci olarak, hane
halkı gelir düzeyi hanedeki risklerin azaltılmasında önemli bir engel oluşturmaktadır. Üçüncü olarak, gündemdeki dönüşüm projelerinin gerek
yönetsel gerekse tasarım anlamında iyi örnekler oluşturamaması bireylerin aklında “bu projeler kentsel rant için mi yoksa kentsel direncin
artırılması için mi?” sorunun belirmesine neden olmaktadır. Bu üç problem bölgesi gerek karar vericilerin gerekse toplumların kentsel dirence
ulaşmasında aşılması gereken engelleri tanımlamaktadır.
SONUÇ
Bu bildiride, İstanbul’daki güvenlik ve emniyet düzeyleri, bireylerin risk algılamalarıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Sonuçlar, mekan ve risk algısı
arasında bir ilişki olduğunun göstermektedir. Özellikle, yüksek yoğunluklu bölgelerde doğru tasarım ve etkin yönetişimle çözülmesi gereken
sayısız sorun bulunmaktadır. Ayrıca, düşük arazi değerine sahip bölgelerde yaşayan bireylerin donatılar, çevre kalitesi ve güvenlik ile ilgili
problemleri olduğu görülmektedir.
Son yıllarda, Çevresel Tasarım ile Suçların Önlenmesi üzerine geliştirilen parametreler dikkat çekmektedir. Öte yandan, kentsel direnç kavramı
bütün kentsel sistemleri kapsayıcı bir kavramsal bütünlük sunmaktadır. Bu noktada, kentsel güvenlik ve emniyet bağlamında, esas vurgunun
yapıldığı noktalar tek yapı ölçeği değil, kentin tamamıdır. Bir başka değişle, karmaşık sistemlerin bileşimi olan şehirler, yaşayanlarına güvenli
ve emniyetli ortamlar sağlamak durumundadır. Sağlam yapıların yanında, doğru tasarlanmış açık alanlar, doğru tanımlanmış faaliyet alanlar ve
yüksek erişilebilirlik düzeyi, bir yandan kentlerdeki yaşam kalitesini artırmaya yardımcı olurken, öte yandan da kent bütününde acil durumlara
özel alternatiflerin oluşturulmasında da yardımcı olmaktadır.
KAYNAKÇA
• Barnett, J., Breakwell, G.M. (2001). Risk Perception and Experience: Hazard Personality Profiles and Individual Differences. Risk Analysis
21:1, 171-177.
• Bontempo, R.N., Bottom, W.P., Weber, E.U. (1997). Cross-Cultural Differences in Risk Perception: A Model-Based Approach. Risk Analysis
17:4, 479-488.
• Istanbul Greater Municipality and Japan International Cooperation Agency (2002). A Disaster Prevention/Mitigation Basic Plan for Istanbul.
• Kundak, S., Türkoğlu, H., İlki, A., (2010) “Willingness To Pay For Disaster Mitigation: The Case Of Istanbul”, 14th European Conference On
Earthquake Engineering, 30 August – 3 September 2010 Ohrid Macedonia
• Kundak, S., Türkoğlu, H., İlki, A., (2012), “Social Capital in Risk Perception”, 21st SRA-Europe Meeting, 18-20 June 2012, Zurich, Switzerland.
• Liu, S., Huang, J., Brown, G.L. (1998). Information and Risk Perception: A Dynamic Adjustment Process. Risk Analysis 18:6, 689-699.
• Siegrist, Michael; Gutscher, Heinz (2006). Flooding Risks: A Comparison of Lay People’s Perceptions and Expert’s Assessment in
Switzerland. Risk Analysis 26:4, 971-979.
• Sjoberg, L. (2001). Limits of Knowledge and the Limited Importance of Trust. Risk Analysis 21:1, 189-198.
• Slovic, P. (1993). Perceived Risk, Trust, and Democracy. Risk Analysis 13:6, 675-682.
• Slovic, P., Fischhoff, B., Lichtenstein, S. (1982). Why Study Risk Perception?. Risk Analysis 2:3, 83-93.
• Turkoglu, H. D., Bölen F., Baran K. P, and Marans, R.W., (2006), İstanbul’da Konut Alanlarında Yaşam Kalitesinin Ölçülmesi, IMP Konut
ve Yaşam kalitesi Grubu Raporu, Istanbul
336
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
URBAN SAFETY AND SECURITY
Assist. Prof. Dr. Seda KUNDAK
İstanbul Technical University
ABSTRACT
In the frame of liveable cities, urban safety and security reveal as key parameters. In this paper, environmental and urban risk perception of
Istanbul’s inhabitants has been investigated. The research projects on perception which had been conducted in 2006 and 2008 have been
evaluated accordingly. The factors affecting environmental and urban risk perception, the relationship between risk perception and space;
mitigation activities and general approach of Istanbul’s inhabitants have been discussed according to the importance of urban safety and
security in the development of liveable cities.
INTRODUCTION
Liveable cities are considered within numerous indicators representing quality of built-up environment and infrastructure; quality and usage
of natural environment; job diversity; accurate level of urban facilities (education, health, etc); mobility and accessibility; and safety and
security. The weight of these components may vary according to experts and different perspectives. Nevertheless, it is worthy to note that
the very first settlements had been built by the will of people who came together to form a community in order to protect themselves against
to threats of the ancient world. Even today, according to household budget, people are looking to live in a place where they would feel safe
themselves within their family. At least, they provide new locks once they move to a new place. Consequently, beside all attractiveness of the
living environment, the importance of safety and security arises.
Referring to the latest disasters, it is obvious that they are getting more complex and destructive than they had been in the past, so that
we are facing to “creative and innovative” disasters. The main reasons of the increase destructions by disasters might be given as: (1) the
rapid increase in population at hazard prone areas; (2) planning problems; (3) incompatibility among land uses. On the other hand, it is
well-known that disaster is a result of non-single event but the combination of all triggered hazards. Therefore, there is a need to design
urban areas according to multi-hazards analysis. Furthermore, in the last decades, there has been an increase in na-tech events (natural
disasters triggering technological accidents). To sum of then, spatial features of urban pattern enable to either increase or decrease impacts
of natural hazards.
Latest researches in the last 20 years have shown that urban spatial features have impacts not only on disaster resilience but also on urban
crime pattern. Lack of multifunctional land uses, vitality of streets and public areas and user’s identification of the urban land may cause
hot spots regarding to security. Moreover, surveillance systems, solely, are not enough to prevent crime rates. These systems should be
integrated or be a part of a well-designed spaces.
In the frame of liveable cities, urban safety and security reveal as key parameters. Even these two fields have unique features, especially
aftermath of disasters; the synergistic risks by their combination may arise in the affected region. In other words, the systemic losses due to
a disaster are able to trigger crime in entire city.
In this paper, environmental and urban risk perception of Istanbul’s inhabitants has been investigated. The research projects on perception
which had been conducted in 2006 and 2008 have been evaluated accordingly. The factors affecting environmental and urban risk perception,
337
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
the relationship between risk perception and space; mitigation activities and general approach of Istanbul’s inhabitants have been discussed
according to the importance of urban safety and security in the development of liveable cities.
PERCEPTION OF SECURITY AND CRIME IN ISTANBUL
In 2006, Turkoglu and her colleagues conducted “The Quality of Urban Life Study” which was undertaken as part of the Istanbul Strategic Plan
prepared by the Greater Istanbul Municipality. The purpose was to explore the impact of environmental, economic, social, physical and health
related indicators on quality of life satisfaction among Istanbul residents. 1,635 face-to-face household interviews, the interviewers tapped
residents’ assessments of various dimensions of urban life. In a previous paper by Turkoglu and her colleagues in 2008, they evaluated
subjective assessment of respondents on environmental problems and risks. The results showed that security and potential security
problems have considerable impacts on individual’s perception.
In this study, urban security perception of respondents is evaluated according to three sub-groups: features related with their living
environment; occurrence of crime; individual’s perception of security in their living environments. The assessment of the responses is
accomplished according to the two spatial components representing the density and the land value. In all questions, Likert scale is deployed
from 1 to 5 indicating the worst through the best respectively. The average rate of each question is given in the Table 1.
In an overall evaluation, loose youths, thinner addicts and car theft/damaging are seen major problems related with the security. Even
the rank of the item differs according to spatial clusters (according to density and land value), it is worthy to emphasize that these are
common problems mentioned in the entire city. Abandoned gardens and open spaces reveal as third rank security issues at low density
and low-medium land values areas as well as medium density and medium-high land values areas. Security at micro scale, neighborhood,
is an important challenge at high density – medium land value areas. Once looking at the level of safety of streets for women during the
night, respondents living at medium density/medium land value, high density/medium land value and high density/high land value areas,
indicated this entry as a problem.
The comparison of security issues among the nine spatial clusters, defined according to population density and land value, show that raise
in population density decreases the perception of being safe and, on the other hand, in the areas with high land values, people’s concern on
security is slightly lower than the other areas.
PERCEPTION OF NATURAL / HUMAN MADE DISASTERS IN ISTANBUL
In 2008, Kundak and her colleagues conducted a research project to evaluate risk perception of Istanbul residents. In the 33 neighborhoods
of Istanbul, 496 face-to-face household interviews were accomplished. In this case study, smallest administrative units of Istanbul
(neighborhoods) were grouped according to population density, land value and average of the acceleration response spectrum for an
earthquake with the magnitude of 7.7 (one of the earthquake scenarios developed by the Japan International Cooperation Agency and the
Istanbul Metropolitan Municipality in 2002). Therefore 27 different neighborhood categories were formed with a scale of low, medium and
high. In the second step of the study, representative neighborhoods were selected to apply risk perception questionnaire.
338
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Table 1 – Security assessment in Istanbul
PERCEPTION OF SECURITY
CRIME
LIVING ENVIRONMENT
Y1- Y1- Y1-Y2- Y2- Y2-Y3- Y3-Y3AD1 AD2 AD3AD1 AD2 AD3AD1 AD2 AD3
Street lightning
3,03,43,33,23,33,43,43,43,4
Abandoned buildings
2,53,03,02,72,5 2,82,72,82,8
Abandoned gardens / open areas
2,2 2,3 2,72,2 2,0 2,52,3 2,3 2,5
Un-finished constructions
2,52,73,02,72,5 2,72,72,82,8
Loose youths
2,0 2,0 2,31,5 1,5 2,01,2 1,2 1,5
Thinner addicts
2,2 2,2 2,51,8 1,5 2,01,5 1,3 1,7
Homeless people
2,82,8 2,82,82,5 2,72,5 2,72,7
Car theft / damaging
1,7 2,01,81,3 1,0 1,31,3 1,2 1,5
Vandalism
3,3 3,4 3,82,9 3,0 3,42,5 2,6 3,1
Rate of Crime
3,33,8 3,43,03,0 3,32,8 2,83,1
Changes in rate of crime for the
last two years
3,03,2 2,82,8 2,8 2,82,8 2,8 3,0
Security at micro scale
2,93,1 3,32,4 2,6 3,22,2 2,02,7
Security at macro scale
2,93,3 3,32,82,7 3,42,6 2,53,0
Security during day
3,94,34,33,93,6 4,03,63,64,0
Security during night
2,93,1 3,42,82,8 3,32,6 2,53,0
Security for women during the night
2,3 2,5 2,82,1 2,0 2,82,0 2,02,3
The worst rates that entries have
The problem at the first rank in the clusters
The problem at the second rank in the clusters
The problem at the third rank in the clusters
D1 Low population density LV1 Low land value
D2 Medium population density LV2 Medium land value
D3 High population density
LV3 High land value
The research questions were mostly focused on earthquake risk perception of the respondents; nevertheless, to define the perception level
of earthquake risk, other threats were mentioned in the questionnaires. Table 2 indicates the relative comparison among different types
of threats according to the different spatial clusters. In all questions, Likert scale is deployed from 1 to 7 indicating the best through the
worst respectively. The average rate of each question is given in the Table 2. Natural hazards, terrorism and war are common threats that
respondents emphasized as the first three major problems against their safety and security. In the cluster of low density / low land value,
problems related with the security reach to the highest values among the other clusters. On the other hand, in the cluster of high density
339
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
/ low land value, natural phenomena have highest scores. Respondents living at the clusters of medium density / high land value gave the
highest scores to large scale human made hazards/disasters among the other clusters.
Table 2 – Evaluation of threats by respondents
SECURITY
LARGE SCALE
HUMAN-MADE
NATURAL
D1-LV1D1-LV2D2-LV1D2-LV2D2-LV3D3-LV1D3-LV2
Natural Hazards
6,36,35,96,36,4 6,65,7
Epidemics
5,75,65,65,55,4 6,05,4
Drought
6,05,2 5,46,05,2 6,25,5
CO2 Emissions
4,3 4,4 3,84,84,6 4,63,9
Terrorism
6,36,0 5,75,86,3 6,35,7
Chemicals
4,74,5 3,95,2 4,4 4,73,7
Nuclear Energy
5,0 5,0 4,55,5 5,7 4,84,9
War
6,2 6,5 5,56,66,7 6,45,9
Harassment
4,63,7 3,74,42,8 4,24,3
Thinner addicts
4,7 3,7 3,94,4 3,0 4,64,3
Homeless people
3,2 2,1 3,33,62,5 3,93,4
Mugging
4.73,9 3,64,03,2 4,54,0
The worst rates that entries have
The problem at the first rank in the clusters
The problem at the second rank in the clusters
The problem at the third rank in the clusters
D1 Low population density LV1 Low land value
D2 Medium population density LV2 Medium land value
D3 High population density
LV3 High land value
DEALING WITH DISASTERS: STRUGGLE OR SURRENDER
There are several factors which may affect individual subjective assessment such as inherent factors (age, education, gender etc.) (Slovic et
al., 1982, Barnett and Breakwell, 2001), external factors (information, trust etc) (Liu et al., 1998; Slovic, 1993; Sjöberg, 2001) and cultural
factors (societal structure, believes, habits etc.) (Bontempo et al, 1997). Even though scientific improvements show the path to reach
safer settlements, the behavior of “end users” reveals as a key indicator in achieving disaster resilient communities. At this stage, the risk
perception of individuals gains a great importance. Because accurate perception level of risk (not too scared nor too ignored) may lead people
to increase awareness, change behavior and take precautions.
In the research conducted in 2008 by Kundak and her colleagues, respondents were asked about their past experience on disasters, mitigation
measures that they had taken, social linkages for preparedness and trust level to authorities.
340
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
In the literature, it is underlined that past experiences (see Siegrist and Gutscher, 2006) on natural disasters are crucial for people to perceive
risks and threats in a more accurate way. To better understand the profile of respondents, their past experiences on natural and technological
hazards were asked. 90% declared that they had experienced an earthquake, while 6% had no experience on any kind of disasters in their
life time. 66% of the respondents believe that earthquakes would have big impacts on their life. Surprisingly, 33% see drought as a second
biggest threat which would affect themselves.
Regarding to mitigation measures that respondents were asked either reduce their risks or not, 31% noted that they had bought compulsory
earthquake insurance. 17% had established emergency plan in their household. 14% bought/constructed/rent an earthquake resilient
house. 12% stabilized furniture to reduce non-structural damages. About half of the respondents declared they had done nothing to reduce
earthquake risk in their house.
The social environmental awareness of the respondents underlines the lack of linkages among the society. For instance, 68% of the
respondents gave correct answer when they were asked the name of their mayor, whereas, the rate for their head of neighborhood remained
at 56%. 1% of the respondents attended to a meeting or seminar on disaster mitigation and had emergency plans with their neighbors.
When respondents were asked about their trust level to authorities who are in charge with their settlements, their positive answers were
remained around 20% (Kundak et al, 2012).
Risk perception level of people affects their willingness to pay for reducing risks in their households. The results show that risk perception of
respondents is strongly related with their past experiences. Either respondents believe or not that their residence is safe against earthquakes,
they are willing to pay for seismic retrofitting if financial supports and long-term low-interest credits are provided. Furthermore, the ratio of
willingness to pay for seismic retrofitting in household budget increases according to the market value of residences (Kundak et al, 2010).
As an overall evaluation on the preparedness and mitigation activities of respondents, some crucial points arise. Firstly, the lack of trust and
overloaded information flow lead people to be passive in mitigation activities even in their households. Secondly, constraints in their budget
are the major obstacles in reducing risks. Thirdly, lack of best practices in urban regeneration projects, by the means of both management
and design, arise a crucial question in their mind: “Is this for profit or resilient city?”. The combination of these three problem areas seems as
barriers that both decision makers and communities should eliminate to achieve safer cities.
CONCLUSION
In this paper, safety and security problems of Istanbul have been discussed by the means of individual perception of the residents. The results
show that there is a relation with risk perception and spatial clusters. Especially, high density areas consist of several challenges to be solved
by urban design and governance. Furthermore, low land value areas are suffering by the lack of services, environmental quality and security.
In the recent years, Crime Prevention through Environmental Design parameters gained great importance. Moreover, the term of “urban
resilience against disasters” is linked with all urban systems. Hereby, in both of safety and security, the main emphasize is not the single
building structure, but the entire city. In other words, cities as complex systems should provide safety and security measures for inhabitants
to increase the liveability. Beside resistant structures, well-designed open spaces, well-identified functional areas and high accessibility, in
one hand, increase the quality of life and on the other hand provide alternatives in emergency times.
REFERENCES
• Barnett, J., Breakwell, G.M. (2001). Risk Perception and Experience: Hazard Personality Profiles and Individual Differences. Risk Analysis
21:1, 171-177.
• Bontempo, R.N., Bottom, W.P., Weber, E.U. (1997). Cross-Cultural Differences in Risk Perception: A Model-Based Approach. Risk Analysis
17:4, 479-488.
• Istanbul Greater Municipality and Japan International Cooperation Agency (2002). A Disaster Prevention/Mitigation Basic Plan for Istanbul.
• Kundak, S., Türkoğlu, H., İlki, A., (2010) “Willingness To Pay For Disaster Mitigation: The Case Of Istanbul”, 14th European Conference On
Earthquake Engineering, 30 August – 3 September 2010 Ohrid Macedonia
341
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
•
•
•
•
•
•
•
342
Kundak, S., Türkoğlu, H., İlki, A., (2012), “Social Capital in Risk Perception”, 21st SRA-Europe Meeting, 18-20 June 2012, Zurich, Switzerland.
Liu, S., Huang, J., Brown, G.L. (1998). Information and Risk Perception: A Dynamic Adjustment Process. Risk Analysis 18:6, 689-699.
Siegrist, Michael; Gutscher, Heinz (2006). Flooding Risks: A Comparison of Lay People’s Perceptions and Expert’s Assessment in
Switzerland. Risk Analysis 26:4, 971-979.
Sjoberg, L. (2001). Limits of Knowledge and the Limited Importance of Trust. Risk Analysis 21:1, 189-198.
Slovic, P. (1993). Perceived Risk, Trust, and Democracy. Risk Analysis 13:6, 675-682.
Slovic, P., Fischhoff, B., Lichtenstein, S. (1982). Why Study Risk Perception?. Risk Analysis 2:3, 83-93.
Turkoglu, H. D., Bölen F., Baran K. P, and Marans, R.W., (2006), İstanbul’da Konut Alanlarında Yaşam Kalitesinin Ölçülmesi, I
MP Konut ve Yaşam kalitesi Grubu Raporu, Istanbul
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
QUEER TEHRAN: HEGEMONY AND SOCIAL SUSTAINABILITY
Zohreh SOLTANI
Department of Architecture, Middle East Technical University, Ankara
Urban space, as the frame of communication between social agencies, is within itself a multiplicity and coexistence of various layers; therefore
to talk about a ‘liveable’ city, is to talk about an environmentally, socially, economically, and culturally sustainable and liveable spatial entity.
In this respect this paper focuses on city of Tehran, that is facing many environmental problems, to assess the state of social sustainability of
this city, and discuss whether this giant metropolis is moving toward social sustainability or away from it. Such an understanding is required
to be able to confront the problem and define the potential impacts of instruments of social hegemony. The role of urban design, even if not
as the only mediator of social inequalities, but at the basic form, as the container of distances and segregations, is of central significance.
Socially unsustainable cities, will turn into deteriorating urban settlements; thus this article takes an analytical approach on the indicators
of social sustainability in the city of Tehran, seeking to trace the way spatial complexities and social sustainability, reflect upon each other.
Keywords: Social Sustainability, Distance, Segregation, Hegemony, Justice, Tehran
“Social needs have an anthropological foundation. Opposed and complimentary, they include the need for security and opening, the need
for certainty and adventure, that of organization of work and of play, the need for the predictable and the unpredictable, of similarity and
difference, of isolation and encounter, exchange and investments, of independence (even solitude) and communication, of immediate and
long-term prospects.”1
Lefebvre describes the ‘right to the city’, as a cry and a demand, which can only be formulated as a transformed and renewed right to urban
life. 2 Considering the social needs defined by Lefebvre, the ‘liveability’ of a city, appears to be an unquestionable social right of citizens that
covers the needs for security, opening, isolation, encounter, similarity, and difference. Space, as a social product, is, in a point of view, the
result of a process of a social construction. The subjects of this construction, which are the social agencies, not only include many institutions,
but also, every individual citizen. The faith of urban Space, not as a fixed container of social behaviours, but as the forming mould, as well as
the outcome of social processes, is deeply tied with that of society. Thorugh such a perspective, social liveability of a city can be evaluated
by assessing the stage of its social sustainability. Therefore to interrogate the position of a city in terms of liveability, one should analyze the
indicators of social sustainability of the context, and observe the way society demands its collective right to the city.
Tehran, as a complex and naturally contradictory urban settlement, provides a unique experience in analyzing sustainability through the lens
of social process in urban space. Tehran remains to be a mysterious city in the eyes of the west; while, although its position in the regioin has
always been determining in the balance of power, it is still hidden from the outside world. Nevertheless, in contrast to western imaginary, it
is not a city full of minarets and calls of prayer, and nor it is a city made of mud brick, with narrow, dusty streets, and women covered in full
body length chadurs.3 Indeed it is not possible to draw a single image of this huge metropolis, while it not only holds great diversities and
contrasts together, but it is also in constant transition. The stories over the issue of sustainability in Tehran, are usually concerned with its
environmental aspects. The reason is the fact that this metropolis of some 12 million poeple, with four million vehicles in the streets and air
pollution that kills 3,600 inhabitants per month, is facing serious environmental problems; factors contributing to a ‘liveability’ ranking that
places it among the ten worst cities in the world, between Dakar and Karachi.4
1
2
3
4
Lefebvre, Henri. Writings on Cities. Blackwell Publishers, Cambridge, 1996, p.147.
Ibid, p.158.
Chadur is a full body length fabric, which is open at the front, and is worn by Iranian women in public.
Bayat, Asef. “Tehran: Paradox City”. New Left Review, 66, Nov. – Dec. 2010, pp.99-122, p.99.
343
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Fig. 01: The evolution of built up areas in Tehran from 1880’s till 1990’s.
Source: Habibi, Mohsen & Bernard Hourcade. Atlas of Tehran Metropolis: Land & People. Publishers: Urban Planning & Processing Company, Tehran
GIS Centre, Tehran Municipality, Tehran, 2005, p.60.
As one of the largest cities in the world, Tehran suffers from several environmental and social problems. Due to the rise of population in
the aftermath of 1979 Revolution, Tehran’s urban land expanded in an uncontrolled rate. The rise of population and housing demand was
a consequence of some post-revolutionary and post-war phenomena; firstly after the Shah’s fall, migrant groups rushed to Tehran and
camped in Tehran’s main squares to receive their share of free homes and jobs, and secondly, there was an influx of 2.5 million Iran-Iraq
war refugees, and 2 million Afghans, which led to a 72 percent rise in population, between 1976 and 19865. In fact an important dimension
in understanding Tehran’s socio-environmental problems is the size of the city, which has been a cause and an effect in the rise of its
population, and thus rise of its various social pattern and conflicts. The urban fabric of this 600 km2 city have been the direct outcome of the
process of political centralization and economic transformations (Fig.01). 6
5
6
344
Ibid, p.106.
Madanipour, Ali. Tehran; The making of a metropolis. John Willey and Sons Ltd. West Sussex, 1998, pp.109-111.
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Social Difference & Social Distance
To comprehend the way urban communities in modern cities function, and how the fragmented structure of cities may host or resist the
desired social life, perhaps an analysis of Tehran and questioning its social liveability, will create a multi-dimensional instance. Tehran is
an outstanding case for understanding the way social process and spatial form incorporate, and how social differences and divisions are
reinforced by the spatial organization of the city, resulting in the reproduction of division; in a city that represents relgious/secular, modern/
traditional, poor/rich divides, and distances. As Bayat describes Tehran, as the city of extraordinary politics, rooted in a distinctive tension
between what looks like a deep-seated ‘tradition’ and a wild modernity, this city has always been a contentious and troubling capital. 7
In the constant process of growth and industrialization of Tehran, from 1930’s onward the new network of urban road system facilitated the
movement in the city, while space became fragmented and commodified. 8 The city expanded along a north-south axis and this axis led to
a segregation of poor and rich in the city, which exists till present time. The northern part of the city, which is closer to Alborz mountains,
and have a better climate is occupied by high-rise, modern buildings, better facilities, and thus quite high prices of land; while the southern
part of the city, with more environmental pollution, is occupied by smaller buildings, with lower quality and higher density, and thus it is
accommodated by lower classes of the society. The axial form of the city, causing the division of poor and rich, derived from the historical
segregation of the ruler and ruled, is a clear consequence of the power structure on the urban form of the city. 9
The question over the way diversities in the cities should be dealt with, in order to avoid divisions, that will leave undesirable traces on the
liveability of the city, remains to be an intricate problem. Tehran is a case which represents how social differences are interpreted in social
distances. The urban form has contributed to the physical distance between social classes within the city. Tehran’s traditional urban fabric,
which was based on Mahalleh (quarter) system, organized urban spaces accroding to ethno-religious divisions, with poor and rich of the
same ethnicity or religious group living in the same area, but with modernization attempts and the replacement of street patterns with a
grid system, there started a physical distance according to economic conditions of the citizens.
In Iran, like transition to globalization in other Middle Eastern towns, the uneven nature of capitalist development not only manifested itself
in spatial disparities among cities, but it was also visible within industrialized urban areas.10 As city turns into a metropolis, its population
increases, and what it brings up is alienation, in many forms; in it and through it segregation of any kind, by class, neighborhood, profession,
age, ethnicity, and sex, becomes commonplace. 11 While in the great urban stages of Tehran “modernity” was being celebrated by the upper
class of society, on the southern parts one could observe slum dwellers. The urban fabric of city was opened to support the new economic
system, and in doing so it led to a deep spatial divide, that was enhanced in time. Indeed one could observe an exile in city; while the rich
was in gated communities in north, the poor was in exile in slums of south, marginalized from urban life.
The growth of population in Tehran was not proportional to housing opportunities, and “demand for housing always exceeded supply, and
a surplus of labor and capital was always available; hence the flourishing construction industry and the rising prices of land and property in
Tehran.” 12 The high prices of property in northern parts of city in comparison to south legitimized and institutionalized the division between
the two poles. When the rise in prices is juxtaposed with the emerging poor class of the society, the outcome is un-planned settlements in
suburban areas, that were expanding the city in different directions. The social distance, that was growing and widening the gap between
poor and rich, destroyed suburban gardens and green spaces, to provide housing for the poor. Therefore it can be derived that social and
environemtal problems fed eachother and led to a serious deterioration in the quality of life.
Bayat, Asef. “Tehran: Paradox City”. New Left Review, 66, Nov. – Dec. 2010, pp.99-122, p.99.
Madanipour, Ali. “City Profile: Tehran.” Cities. Vol. 16, No. 1, pp.57-65, 1999, p.60.
9
Madanipour, Ali. Tehran; The making of a metropolis. John Willey and Sons Ltd. West Sussex, 1998, p.234.
10
A. Chaichian, Mohammad. Town and Country in the Middle East; Iran and Egypt in the Transition to Globalization; 1800-1970. Lexington Books, Lanham, 2009, p.104.
11
Lefebvre, Henri. The Urban Revolution. Trans. By: Robert Bononno. Foreword by: Neil Smith. University of Minnesota Press, London, 2003, p.92.
12
Madanipour, Ali. “Urban Planning and Development in Tehran.” Cities. Vol. 23, No. 6, pp.433-438, 2006, p.435.
7
8
345
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Segregation & Exclusion
As Mike Davis states about modern city and democratic spaces, “the universal consequence of the crusade to secure the city is the
destruction of any truly democratic urban space.” 13 While security is one of the social rights of citizens, to secure the city might have various
consequences in observing different societies. Nevertheless, while even social distance can be regarded as a sort of defense, various types
of control for different purposes, under the umbrella of security, results in destruction of democratic spaces and even in some cases, to
creation of autocratic spaces. In the case of Tehran, the constant control of public spaces, by moral police forms a very clear example in which
control for ‘moral security’ of society, have turned public spaces to autocratic spaces. Furthermore limitations, set for public appearance, from
dressing codes, to behaviors, have led to a rupture in the social life of the city.
As Habermas mentions about the vitality of “visibility” as the real purpose of public appearance,14 then the limitations put upon public
appearance by principles of Islamic regime, would definitely affect the concept of visibility of citizens in the context of post-revolutionary
Iranian society. It has been observed that for a while the city was turned inward, and public appearance became a torturous act in everyday
lives of the citizens. The interventions and limitations regarding the public appearance and public activities, which turned streets into cultural
war zoness, have led in some cases to a total elimination of those activities, and in some cases they have been appropriated by citizens to
carve alternative spaces for the activities within the controled spaces. As one of the primary rights of citizens, public visibility seems to be
one of the central elements of a socially sustainable and liveable city.
In addition to control and constant surveillance of citizens, which leads to destruction of democratic public spaces, the strict gender
segregation that is imposed upon public spaces, such as swimming pools, beaches, schools, and the watch of moral police in all the other
spaces such as streets, and shopping malls, has transformed some public spaces of the city, into andaruni (traditional Persian private
home space).15 The segregation of sexes in some public spaces of the city and managing the streets and malls to watch the “moralities” of
the citizens, has not only led to an identity duality between the life in private and the life in public, but has also created an interplay and
sometimes disposition of public and private activities into each others spatial realms. Segregation of sexes result in the exclusion of women
from public spaces, which means the exclusion of half of the citizens and social agencies of construction of space and society.
Alternative Hegemony & Liveable City
“‘Hegemony’ will allude to an absent totality, and to the diverse attempts at recomposition and rearticulation which, in overcoming this
original absence, made it possible for struggles to be given a meaning and for historical forces to be endowed with full positivity.” 16
Amid the creeping of the segregations imposed upon spatial entities in public spaces of Tehran, and with the deepening of dualities and
divisions in social arenas, it seems that the dominant theme, which can be attributed to all these problems is the lack of social justice.
The concept of social justice, not being an all-inclusive one, is a particular application of just principles to conflicts, which arise out of
social cooperation, in seeking individual advancement. 17 The struggles over gaining social justice are made through searches for alternative
hegemonies. Apart from the fact that hegemony is mainly linked to economical power, in the case of Tehran, the hegemonic religious
order cannot be neglected. The struggles between different social, economical, and political groups aim to challenge the existing order.
Furthermore the attempts to create alternative hegemonies revitalize the social life of the city, while aiming to liberate the social life and
bring an alternative order. In the case of Tehran, the spatial alienation, caused by different forms of spatial injustice, such as bipolarization,
segregation, and exclusion, have led to creation of queer public spaces, which are sites of war for alternative hegemony.
With the lack of integrated plans for urban development of Tehran, since the modernization attempts, resulting in an uncontrolled and
expansive development, not just environmental problems have been increased in a rapid way, but also social deterioration is observable.
Davis, Mike. Fortress Los Angeles: The Militarization of Urban Space. Ed By: Michael Sorkin. Variations on a Theme Park: The New American City and the End of Public Space.
Hill and Wang Press, New York, 1992, pp.154-180, p.155.
14
Habermas, Jurgen. “Public space and political public sphere – the biographical roots of two motifs in my thought”. Commemorative Lecture, Kyoto, Nov.11 2004.
15
Khosravi, Shahram. Young and Defiant in Tehran. University of Pennsylvania Press, Philadelphia, 2008, pp.46-47.
16
Laclau, Ernesto & Chantal Mouffe. Hegemony and Socialist Strategy: Towards a Radical Democratic Politics. Verso, New York, 1985, p.07.
17
Harvey, David. Social Justice and the City. Blackwell Publishers, Oxford, 1988, p.97.
13
346
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
It is clear that, the notion of social sustainability, have been left in ambiguity, while not its indicators, and nor its elements of effect, have
been determined in detail. In terms of liveability of the city, the researches over sustainability of Tehran, not surprisingly, indicate that the
northern parts of the city are socially sustainable, and the southern parts are the most unsustainable parts.18 In an overall assessment of
Tehran’s state of social sustainability, it seems that a deep gap between the levels of indicators of liveability of two poles of the city, is an
indicator of its social unsustainability.
An observation of Tehran in terms of social liveability reveals the way social injustice addresses social unsustainability in the city, alongside
spatial implementations. Departing from the way social processes and spatial forms come together and reshape each other, an overall glance
at Tehran illustrates a social unbalance in the city, as a result of social differences and distances, while an observation in a smaller scale,
focusing on public spaces of the city, clarifies the way segregation and exclusion problematize public participation in the city. Despite some
efforts for improving the sustainability of this metropolis, it can be observed that the social aspect of this problem is the most challenging
part; while to reach a socially liveable Tehran, is to search for an alternative hegemony, and that is in contrast with the interests of the system
which is guiding the researches and projects made for this goal. An alternative hegemony does not point at the elimination of diversities,
but it is foreseen to create a socially sustainable city; not a partial social sustainability, but a total one. Until the social agencies, as the
constructors and subjects of society and city, have not gained the control for resistive, and yet positive action in reshaping the socio-spatial
order, they will gradually turn into objects, and loose their subjective power.
References
• A. Chaichian, Mohammad. Town and Country in the Middle East; Iran and Egypt in the Transition to Globalization; 1800-1970. Lexington
Books, Lanham, 2009, p.104.
• Bayat, Asef. “Tehran: Paradox City”. New Left Review, 66, Nov. – Dec. 2010, pp.99-122.
• Davis, Mike. Fortress Los Angeles: The Militarization of Urban Space. Ed By: Michael Sorkin. Variations on a Theme Park: The New American
• City and the End of Public Space. Hill and Wang Press, New York, 1992, pp.154-180.
• Habermas, Jurgen. “Public space and political public sphere – the biographical roots of two motifs in my thought”. Commemorative
Lecture, Kyoto, Nov.11 2004.
• Habibi, Mohsen & Bernard Hourcade. Atlas of Tehran Metropolis: Land & People. Publishers: Urban Planning & Processing Company, Tehran
• GIS Centre, Tehran Municipality, Tehran, 2005.
• Harvey, David. Social Justice and the City. Blackwell Publishers, Oxford, 1988.
• Khosravi, Shahram. Young and Defiant in Tehran. University of Pennsylvania Press, Philadelphia, 2008.
• Laclau, Ernesto & Chantal Mouffe. Hegemony and Socialist Strategy: Towards a Radical Democratic Politics. Verso, New York, 1985.
• Lefebvre, Henri. The Urban Revolution. Trans. By: Robert Bononno. Foreword by: Neil Smith. University of Minnesota Press, London, 2003.
• Lefebvre, Henri. Writings on Cities. Blackwell Publishers, Cambridge, 1996.
• Madanipour, Ali. “City Profile: Tehran.” Cities. Vol. 16, No. 1, pp.57-65, 1999.
• Madanipour, Ali. Tehran; The making of a metropolis. John Willey and Sons Ltd. West Sussex, 1998.
• Madanipour, Ali. “Urban Planning and Development in Tehran.” Cities. Vol. 23, No. 6, pp.433-438, 2006.
• Tayefi Nasrabadi, Abbasali, Abolfazl Shamsai & Atefeh Dehghan. “The Stability Levels in the Neighborhoods of Tehran”. Advances in
Environmental Biology, 6(8), 2012, pp.2460-2465, p.2460.
Tayefi Nasrabadi, Abbasali, Abolfazl Shamsai & Atefeh Dehghan. “The Stability Levels in the Neighborhoods of Tehran”. Advances in Environmental Biology, 6(8), 2012,
pp.2460-2465, p.2460.
18
347
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
“YAŞANABİLİRKENTLER”İN İNŞAASINA YENİ BİR HARÇ:
”KENT HAKKI”
Yrd. Doç. Dr. Pınar KAYA ÖZÇELİK
Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü
1.Giriş
Kapitalizm tarih sahnesine çıktığı ilk günden bu yana, kendi suretinde ve kendi ihtiyaçları doğrultusunda mekânlar yaratmıştır. Kapitalizm
tarihsel süreç içerisinde farklı zamanlarda ve farklı biçimler altında birçok kriz sürecinden geçmiştir. Zira kapitalizmin içsel çelişkilerinden
kaynaklı bu kriz eğilimi aynı zamanda kapitalizmin en dinamik yönünü oluşturur ve geçirdiği bütün krizlere rağmen hala küresel ölçekte ayakta
kalmasının da gizil gücüdür: dinamik bir sistem olarak kapitalizmin krizleri onun “yaratıcı yıkım” gücünü harekete geçirir ve her bir yapısal
krize eşlik eden sistemin yeniden yapılanma süreciyle çoğu zaman sermayeye yeniden üretimi için yepyeni fırsatlar sunar. Bu bağlamda da
mekânsal düzenlemeler ve mekânsal yeniden yapılanmalar, kapitalist sistem içinde sermaye birikimin hem öznesi hem nesnesi olmaktadır.
Dolayısıyla kentler, kapitalist sistem içerisinde sermaye birikiminin farklı evreleri ve bu evrelerin gereklilikleri doğrultusunda biçimlenmiş,
yeniden yapılandırılmış ve her bir farklı evrenin sermaye bileşiminin çehresini kentler kendi siluetlerinde yansıtmıştır. Kapitalist sistem
içerisinde kentlerin değişim mekânı olarak değerlendirilmesi ve sürekli değişim ve dönüşüm baskısı altında olması, büyük ölçüde kapitalizmle
arasındaki organik ilişkiden kaynaklı olarak ele alınabilir. Kentlerin kaderi ile kapitalizmin seyri büyük ölçüde birbiriyle ilintilidir. Harvey (2012),
kapitalizmin temel siyasetinin, artı sermaye üretimi ve emilimi için kârlı yerler bulmaya duyulan sürekli gereksinim olduğunu, kentleşmenin
de işte bu artı ürünün harekete geçirilmesinde önemli işlevler üstlendiğini vurgulamaktadır. Harvey, kapitalizmle kentleşme arasındaki yakın
ilişkiden hareketle, kentleşmenin artı sermayenin emiliminde gitgide büyüyen coğrafi ölçeklerde ama kitleleri kente dair her türlü haktan
yoksun bırakan yaratıcı yıkım süreçlerini filizlendirme pahasına can alıcı bir rol oynadığını belirtmektedir. Kapitalizme içkin olduğu varsayılan
bu yaratıcı yıkım süreçlerinin son bir uğrağını 1980’li yıllardaki küreselleşme sürecinin oluşturduğu söylenebilir.
Bu çerçevede bu çalışmada kent mekânlarının kapitalizmin hem çelişkilerini hem de dinamizmini yansıttığı kabulünden hareketle, günümüzde
yaygın olarak kullanılan ‘Kent Hakkı’ kavramının ve bu kavram ekseninde bir araya gelen çeşitli kentsel protesto hareketlerinin, 21 yüzyılın
neoliberal küresel kentlerinde gözlemlenen mekânsal dışlama/ayrışma pratikleri, kentsel şiddet, kent yoksulluğu, sosyal dışlanma, kamusal
alanın aşınması…vb gibi çeşitli olgulara; dolayısıyla kapitalizmin 1980’li yıllardaki yeniden yapılanma sürecinde izlenilen temel politikalar ve
bu politikaların yıkıcı sonuçlarına bir tepki olduğu kabul edilmektedir. Kentli hakları kavramı akademik tartışmalardan sivil toplum projelerine,
insan hakları sözleşmelerinden anayasalara kadar, liberallerden anarşistlere geniş bir yelpazede kullanılmakta, dolayısıyla kavramın tanım
ve içeriğinde bir uzlaşma görülmemektedir(Harvey, 2012:3). Bu bağlamda Kent hakkı kavramı, bu çalışmada çeşitli uluslararası kurum ve
kuruluşlarca kabul edildiği şekline göndermede bulunan, kurumsallaşan kent hakkı ve bunun tam karşısında yer alan ve Lefebvre’nin kavramı
kullanımına göndermede bulunarak, devrimci özüne atıfla tanımlanan radikal yaklaşımlarda kent hakkı olmak üzere başlıca iki yaklaşım
ekseninde ele alınacaktır.
2. Küreselleşme Sürecinde Temel Değişim ve Dönüşümler
Özellikle 1980’ler sonrası dönem, küreselleşmenin ve neoliberal ekonomi politikaları uygulamalarının tüm boyutlarıyla dünyadaki üretim ve
emek örgütlenmelerine ve düzenleme mekanizmalarına damgasını vurduğu bir dönemdir. Dünyada yeni işbölümü ve ölçekler çerçevesinde
yeni hiyerarşik yapılanmaların ortaya çıktığı bu dönemde kentlerde de daha önce görülmemiş bir takım olgularla, sorunlarla karşılaşılmaktadır.
Kapitalizmin 1970’li yıllarda yaşadığı yapısal krize bir yanıt niteliği taşıyan bu yeniden yapılanma süreci, kentsel mekânda da önemli değişim
ve dönüşümlere neden olmuştur. Sermayenin hızla ulusal sınırlarından sıyrılıp küreselleştiği bu dönemde, kullanım değerinden ziyade değişim
değerinin ön plana çıkartıldığı kentler de, hızla piyasa kurallarına entegre edilerek küresel ölçekte yeniden tanımlanmakta ve yeni işlevler
349
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
üstlenmektedir. Kentler artık hem küreselleşme sürecinde ‘aşındığı’ iddia edilen ulus devletlerin, hem ön plana çıktığı ileri sürülen yerel
güçlerin, hem de uluslar arası sermayenin çoğu zaman işbirliği içerisinde ‘rant’ yaratmalarının mekanları haline gelmiştir. Küresel ölçekte
birçok kent çoğu zaman kendi ulusal devletlerinin ve yerel örgütlenmelerinin de desteğini alarak, bu misyona sahip olabilmek için şevkle
birbirleriyle keskin bir rekabet içerisine girmişlerdir. ‘Küresel Kent’ kavramsallaştırmasında karşılığını bulan bu süreç, neoliberal küreselleşme
sürecinin kalkınma politikalarının, bu küresel kentler merkezli ve onlar aracılığıyla başarılabileceği yeni bir eğilime sahiptir. Yeni düzenin bir
özelliği, sermayeye gerekli hizmetleri veren şehirlerin öne çıkmasıdır. Neoliberal küreselleşme sürecinin küresel kentler aracılığıyla vaat ettiği
ve çoğunluğu esir alan zenginleşme rüyası, günümüzde artık hızını oldukça kesmiş görünmektedir. Küresel kentlerin salt zenginliğin değil,
aynı zamanda yoksulluğun da yeniden üretildiği, sosyo-kültürel, siyasal, ekonomik ve mekânsal ayrışmaların da keskin biçimde ortaya çıkıp,
derinleştiği mekanlar olduğu küresel ölçekte görülmeye başlamıştır. Üstelik giderek bu ayrışmalara/dışlanmalara meydan okuyan ve özellikle
merkez ülkelerde örgütlü bir kentsel muhalefet de yine bu küresel kentlerin bağrından hızla yükselmektedir (İçli; Özçelik, 2012).
“Şehirler giderek yüksek duvarlarla çevrili yerleşim yerleri ve özelleştirilen kamusal alanlarla, görünmez duvarlarla da olsa zengin ve fakir
mahallelerin birbirinden ayrıldığı, kentin bir zamanlar herkese açık olan konfor ve güzelliklerine yoksulların giderek daha zor erişebildiği bir
yere dönüşmektedir. Bu da sayısız mülksüzleştirme ve yoksunlaştırma biçimine karşı geniş bir direniş koalisyonunu tetiklemektedir”(Mayer,
2012:70).
Mulgan’ın da (1995:204), ifade ettiği gibi kentlerdeki ayaklanmalar patlama noktasına gelip, ulaşım sistemleri çökerken neoliberalizmin
kusurlarının da en belirgin haliyle yine bu kentlerde ortaya çıkması rastlantı değildir. Zira neoliberalizmin en büyük tahribatını kentlerde
yaptığı ya da en dolaysız ve en çıplak sonuçlarının kentlerde özellikle ‘küresel kentlerde’ görüldüğü söylenebilir. Neoliberal küreselleşme
sürecinde kentlerin rant arayışı ve spekülatif kazanım alanına dönüşmesiyle birlikte, çeşitli ölçeklerdeki girişimciler (inşaat ve emlak sektörü,
spekülatörler vb) ve yeni orta sınıf sürecin merkezi olmuş, kentin diğer kesimleri ise tamamen dışlanmıştır (Şengül, 2009:143-144). Bu
sürecin temel stratejik aracı ise kentsel dönüştürme uygulamaları olmaktadır. Bu bağlamda kentsel dönüşüm sürecinin üst gelir grubunun
beklentileri doğrultusunda şekillendiği ve kentsel dönüşümün orta ve üst gelir grubuna yönelik konut alanları üretmek üzere ortaya
çıktığı söylenebilir (Güzey, 2009:186-187).Neoliberal küreselleşme sürecinin temel karakteristiklerinden biri de bu eksende şekillenmekte,
keskinleşen sınıfsal farklılaşma mekânsal alana da sirayet etmekte, mekânsal ayrışma/dışlanma sürecine yol açmaktadır. Harvey (2002:169170), mekânsal farklılaşmanın en azından kaba hatlarıyla kapitalist üretim sürecinden doğan güçlerce üretildiğini ve insanların özerk ve
kendiliğinden yeğlemelerinin bir ürünü olarak yorumlanmaması gerektiğini belirtmektedir. Mekânsal farklılaşma, ileri aşamasında bireylerin
uyum sağlamaktan başka seçeneğe sahip olmadıkları ve insanlar arası toplumsal ilişkilerin şeyler/nesneler arası pazar ilişkileriyle yer
değiştirdiği bir durumu ifade etmektedir. Mekânsal dışlanma, birlikte ve organik ilişki içerisinde bulunduğu diğer dışlanma biçimleri (ekonomik
sosyo-kültürel, siyasal dışlanma) ile birlikte sadece merkez ülkelerde değil giderek küreselleşmenin tam da ruhuna uygun şekilde, bir ağ gibi
çevre ülkelerini de kaplamaktadır. Söz konusu ayrışma/dışlanma biçimleri, kendisiyle organik ilişki içerisinde tanımlanan ve sayıları giderek
artan yeni bir yoksulluk biçimi olan, ‘kent yoksulluğu’na karşılık gelmektedir. Bu dışlanma süreci artan yoksullukla birlikte kapitalist sistemin
yeniden üretimine yönelik ciddi bir tehdit potansiyeli taşıdığı ölçüde, uluslar arası kurum ve kuruluşların da dikkatini çekmiştir Bu ayrışma
süreci bir dışlanma sürecini de beraberinde getirmekte özellikle kapalı yerleşimler bu sürecin stratejik bir aracı olmaktadır (İçli;Özçelik, 2012).
3. Yükselen Kentsel Muhalefet Hareketleri
Kent Hakkı literatürü, ‘neoliberal kentleşmeye’ bir cevap olarak yükselen kentsel hareketlerin, daha iyi ve daha adil bir yaşam için başlatılan
bir mücadele olduğunu ileri sürmektedir. Kent hakkı literatürü aktivistlerin şikâyetlerinin kentlerde yattığını, onların taleplerinin ve politik
amaçlarının kentsel olduğunu ve onları harekete geçirici söylemlerinin kentsel kavramlar ve semboller ile çerçevelendiğini ileri sürmektedir.
Böylelikle, yapısal, kurumsal ve kültürel öğeler, kent merkezli belirli bir konu ve coğrafi mekâna direnişçileri kanalize etmek için birbiriyle
etkileşim içinde bulunmaktadır. Kent hakkı hareketleri Güney Afrika, Brezilya ve Hindistan gibi ülkelerde katılımcı demokrasiyi geliştirmek
ve konut hakkı için projeler oluşturma girişimlerinden ilham almakta ve bunları dile getirmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki farklı
kentlerdeki Kent Hakkı İttifakı içerdiği konut, göç çevre ve çalışma mevzularıyla ilgilenen aktivistleri ve sosyal adalet için mücadele eden çok
farklı grupları bir araya getirmiştir. Birleşik devletlerde radikal emek örgütleri kent hakkı ittifakının merkezini oluştururken, Batı Avrupa’da Kent
Hakkı kavramı konut ve kent mekânı etrafında bir mücadele ekseninde mobilize edilmiştir (Uitermark, 2012, 2548).
Günümüzde giderek artan bir ivme ile çeşitli kentsel gruplar, neoliberal küreselleşme sürecinde sahip olduğu çeşitli haklarının aşındığını
350
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
görmesiyle kent hakkı talebi, önemli meseleleri birleştiren ve yoğunlaştıran bir talebe dönüşmüştür. Bu bağlamda Kent hakkı ekseninde
yürütülen çeşitli kentsel muhalefet hareketleri neoliberal küreselleşme sürecinin yol açtığı derin sosyo-kültürel, siyasi ve iktisadi dönüşümlere
ve tahribatlara karşı bir araya gelmektedirler. Örneğin Mülksüzleşme yoluyla birikim, bugüne dek görülmemiş boyutlara ulaşmış; bu durum
da siyasi, iktisadi ve sosyal haklar bakımından muazzam kayıpları beraberinde getirmiştir. Varsıl ve yoksul mahallelerin sanki görünmez
bariyerlerle giderek birbirinden ayrıştığı kentler, kapalı güvenlikli sitelere ve kamusal alanın tahribatıyla, özelleştirilmiş kamusal alanlara
dönüşmüş, kentin eskiden herkese açık olan hizmetleri ile tesislerden faydalanma yoksullar için gitgide kısıtlanmıştır (Mayer, 2011:7). Davis’in
(2010) ‘kentsel alanın askerileşmesi’ kavramsallaştırmasında somutlaşan bu olgular, bir yandan yoksul ve dışlanmış farklı grupları, bir yandan
da anti-neoliberal ve küresel adalet gruplarını bir araya getiren çeşitli muhalif kentsel hareketlerin doğmasını tetiklemiştir. Söz konusu
bu hareketler özelleştirme, kentsel dönüşümün önemli bir stratejik aracı olarak soylulaştırmaya ve bunun neticesinde ortaya çıkan arsa
spekülasyonu, tahliyeler ve yerinden etmeye karşı etkin bir mücadele yürütmektedirler. Dünya çapında merkezi kentlerde yeni soylulaştırma
yapılarının inşası, yarışan kentsel ekonomiler için sorgulanamaz bir sermaye birikim stratejisi haline gelmiştir. Dolayısıyla, soylulaştırma
dünyanın her yerindeki kentlerdeki özel sermaye ile uyumlu kent yönetimleri için önemli bir kentsel strateji haline gelmiştir. Bu bağlamda
küresel bir strateji olarak soylulaştırma neoliberal şehirciliğin eksiksiz bir ifadesidir. Soylulaştırma, devlet desteğiyle akışkanlaştırılmış bir
piyasa aracılığıyla bireysel mülk taleplerini harekete geçirmektedir. 1990’lara gelindiğinde rekabetin coğrafi ekseni küresel ekonomi içinde
kentleri birbirine karşı kışkırtmıştır. Bu rekabet sadece endüstriyel üretimi çekmek ve tutmak bakımından değil; kentlerin ikamet ve turizm
güzergâhları olarak pazarlanması ile de gerçekleşir. (Smith, 2005:93, 99,100). Bu küresel ölçekteki keskin rekabet sonucu sermaye birikiminin
aracı olarak, soylulaştırma yoluyla, kentsel gayrimenkul piyasalarının harekete geçirilmesi kentsel büyüme için bir itici güç, kentsel ekonomiler
için önemli bir sektör haline gelmiştir.
Bu bağlamda 2000’li yılların kentsel toplumsal hareketlerini söz konusu bu neoliberal şehircilik karşıtı hareketler olarak nitelendirilebilir.
Mayer’e göre (2012:68-69) söz konusu bu toplumsal hareketler üzerinde seferber oldukları iki fay hattını beraberinde getiren, “neoliberal
şehir’le mücadele etmektedirler. İlk fay hattı, neoliberal şehrin büyüme politikası addettiği aşırı özelleştirmeyle oluşmuştur. Fiyakalı şehir
merkezine yapılan yatırımlar, spor ve eğlenceye yönelik mega projeler, kamusal mekanın ticarileşmesi ve bunların bir gereği olarak artan güvenlik
tedbirleri ve polisleşme hepsi de ticari kentsel gelişimin baskın ve ayrılmaz parçalarıdır. Tüm bunlar, böyle bir gelişme biçimine, bunun hedef
ve etkilerine, şehirlerin küresel rekabet içinde kendilerini pazarladıkları girişimcilik furyasının ve tabii bunun doğal bir sonucu olarak böylesi
büyüme hamlelerinde yol kenarına atılan mahallelerin görmezden gelinmesine karşı koyan protesto hareketlerini tetiklemiştir. Toplumsal
politikalarla emek pazarı politikalarının neoliberalizasyonunun yarattığı ikinci fay hattı, refah devletinin tasfiyesine karşı çıkıp, toplumsal ve
çevresel adalet talep eden, giderek artan bir biçimde mahalle/emek koalisyonlarında güvencesiz çalıştırılanlarla, göçmen işçilerin hakları için
bir araya gelen bir seferberliği ateşlemiştir. Söz konusu bu iki fay hattı etrafındaki hareketler, uluslararası küreselleşme karşıtı hareketlerin
küreselleşmenin somutlaştığı ve küresel meselelerin yerelleştiği mekânlar olarak kendi şehirlerinde yereli keşfettiklerinde yoğunlaşıp küresel
bir boyut kazanmışlardır. Bu bağlamda denilebilir ki, birçok farklı hareket ve talepler kent hakkı sloganı altında toplanmaktadır.
4. “Kent Hakkı”nın Kavramsallaştırılmasında Farklı Yaklaşımlar
4.1.Kurumsallaşan “Kent Hakkı”
Neoliberal küreselleşmenin neticesinde hızla artan ve keskinleşen yoksulluk ve bu yoksulluğun mekânsal dışlanma sürecine konu olması,
üstelik bu dışlanan mekanların da çeşitli suç odakları olarak belirmeye başlaması dikkatlerin bu olguya çevrilmesine neden olmuştur.
Kapitalizmin bağrında, büyük metropollerinde, küresel kentlerinde yükselen çeşitli toplumsal hareketler sermaye çevrelerinin de dikkatini
çekmiştir. Artan yoksulluk ve artık sadece azgelişmiş ülkelerin değil gelişmiş ülkelerin de sorunu olan ve göz ardı edilemeyecek seviyeye ulaşmış
olan işsizlik olgusu, ve bunların birer sonuçları olarak mekânsal ayrışma ve sosyal kutuplaşma olguları kapitalist sistemin “yönetebileceği”
boyutları çoktan aştığının da sinyallerini vermeye başlamıştır. Bu bağlamda 1996 tarihli Avrupa Kentsel Şartı önemli bir nirengi noktasıdır.
Avrupa Kentsel Şart’ında, kent politikalarının temel unsuru olarak ayrımcılık karşıtlığı belirlenmekte, yerel yönetimlerce göçmenlerin, yerel
politik yaşama etkin katılımının sağlanması, kentlerde uygulanan kültür ve eğitim programlarının ayrımcı olmaması, yerel yönetimlerin,
iş olanaklarından eşit faydalanmayı sağlaması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Ayrıca, sosyal ve ekonomik olanakları kısıtlı olan kişi ve
ailelerin haklarının yalnızca pazar mekanizması koşullarına terk edilmemesi; eskimiş konut dokusunun yenilenmesinin bedelinin burada
oturan, sosyo-ekonomik seviyesi düşük gruplara yüklenilmemesi, her insan ve ailenin güvenli, sağlam bir konut edinme hakkının olması
gerektiği vurgulanmaktadır. 2008 yılında gerçekleştirilen ikinci şart da derinleşen sorunlara ilginin muhafaza edildiğinin bir göstergesidir.
Örneğin “Yeni Kentlilik İçin Manifesto” başlığıyla hazırlanan ikinci şartın girişinde “çok farklı kuruluşlardan çıkan ve faklı tarzlarda yazılmış
351
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
olsalar da bu belgeler ‘Kent Hakkı’kavramını bir kez daha kabul etmekte ve kentteki vatandaşların merkezinde yer alan vazgeçilmez rolünü
vurgulamaktadır” ifadesine yer vermektedir (2008:3,9). Şartta, ayrıca artan yoksulluğun giderek rahatsız edici bir eğilim olduğu, ciddi sosyal
ve mekânsal farklılıkların nüfusların büyük kısmını etkilemeye devam ettiği söylenmekte, farklı kent mahalleleri arasındaki derin sosyal
uçurumlara ek olarak, ortada çevresel farklılaşmaların da olduğu, bunun da en kırılgan kesimlerin çevrenin en çok bozulduğu alanlarda
yoğunlaşmasının dramatik bir eşitsizlikler bütünleşmesi anlamına geldiğini kaydedilmektedir. Belirli mekânların soylulaştırılmasına yol açan
mekânsal eşitsizlik süreçlerinden, kent merkezlerindeki arazi fiyatlarının denetlenemez bir şekilde yükselmesinden, bunlara koşut giden kent
çeperindeki gettolaşmadan ve bazı yerlerde ortaya çıkan ve kentleri ve kasabaları parçalayan bir mekânsal ayrımcılığı teşvik eden duvarlarla
çevrili “ kapalı yerleşimlerden” duyulan kaygı da ayrıca şartta vurgulanmaktadır. Bu bağlamda kentsel politikanın temel amacının sosyal ve
mekânsal uyum olduğunu belirtilmiştir. Fakat söz konusu şartta bir yandan da Avrupa’nın kentleri ve kasabalarının, günümüzde refahın öncü
güçleri ve küreselleşme sürecinin önemli oyuncuları olduğunun da altını çizilmektedir. Avrupa Kentli Hakları Bildirgesinde (1996) kabul edilen
haklar şunlardır:
1.Güvenlik: Mümkün olduğunca suç, şiddet ve yasa dışı olaylardan arındırılmış emin ve güvenli bir kent;
2. Kirletilmemiş , sağlıklı bir çevre: Hava, gürültü, su ve toprak kirliliği olmayan, doğası ve doğal kaynakları korunan bir çevre;
3.İstihdam: Yeterli istihdam olanaklarının yaratılarak, ekonomik kalkınmadan pay alabilme şansının ve kişisel ekonomik özgürlüklerin
sağlanması;
4.Konut: Mahremiyet ve dokunulmazlığının garanti edildiği, sağlıklı, satın alınabilir, yeterli konut stokunun sağlanması;
5.Dolaşım: Toplu taşım, özel arabalar, yayalar ve bisikletliler gibi tüm yol kullanıcıları arasında, birbirinin hareket kabiliyetini ve dolaşım
özgürlüğünü kısıtlamayan uyumlu bir düzenin sağlanması;
6.Sağlık: Beden ve ruh sağlığının korunmasına yardımcı çevrenin ve koşulların sağlanması;
7. Spor ve dinlence: Yaş, yetenek ve gelir durumu ne olursa olsun, her birey için, spor ve boş vakitlerini değerlendirebileceği olanakların
sağlanması;
8. Kültürler arası kaynaşma: Geçmişten günümüze, farklı kültürel ve etnik yapıları barındıran toplulukların barış içinde yaşamalarının
sağlanması;
10.Kaliteli bir mimari ve fiziksel çevre: Tarihi yapı mirasının duyarlı bir biçimde restorasyonu ve nitelikli çağdaş mimarinin uygulanmasıyla,
uyumlu ve güzel fiziksel mekânların yaratılması;
11. İşlevlerin uyumu: Yaşama, çalışma, seyahat işlevleri ve sosyal aktivitelerin olabildiğince birbiriyle ilintili olmasının sağlanması;
12.Katılım: Çoğulcu demokrasilerde; kurum ve kuruluşlar arasındaki dayanışmanın esas olduğu kent yönetimlerinde; gereksiz bürokrasiden
arındırma, yardımlaşma ve bilgilendirme ilkelerinin sağlanması;
13. Ekonomik Kalkınma: kararlı ve aydın yapıdaki tüm yerel yönetimlerin, doğrudan veya dolaylı olarak ekonomik kalkınmaya katkı
konusunda sorumluluk sahibi olması;
14.Sürdürülebilir Kalkınma: Yerel yönetimlerce ekonomik kalkınma ile çevrenin korunması ilkeleri arasında uzlaşmanın sağlanması;
15. Mal ve Hizmetler: Erişilebilir, kapsamlı, kaliteli mal ve hizmet sunumunun yerel yönetimi, özel sektör ya da her ikisinin ortaklığıyla
sağlanması;
16.Doğal Zenginlikler ve Kaynaklar: Yerel doğal kaynak ve değerlerin; yerel yönetimlerce, akılcı, dikkatli, verimli ve adil bir biçimde, beldede
yaşayanların yararı gözetilerek, korunması ve idaresi;
17. Kişisel Bütünlük: Bireyin sosyal, kültürel, ahlaki ve ruhsal gelişimine, kişisel refahına yönelik kentsel koşulların oluşturulması;
18.Belediyeler arası İşbirliği : Kişilerin yaşadıkları beldenin, beldeler arası ya da uluslararası ilişlerine doğrudan katılma konusunda özgür
olmaları ve özendirilmeleri;
19.Finansal Yapı ve Mekanizmalar: Bu deklarasyonda tanımlanan hakların sağlanması için, gerekli mali kaynakları bulma konusunda yerel
yönetimlerin yetkili kılınması;
20.Eşitlik: Yerel yönetimlerin; tüm bu hakları bütün bireylere cinsiyet, yaş, köken, inanç, sosyal, ekonomik ve politik ayrım gözetmeden,
fiziksel veya zihinsel özürlerine bakılmadan; eşit olarak sunulmasını sağlamakta yükümlü olması.
4.2. Radikal Kuramcıların Yaklaşımlarnda Kent Hakkı
Kent hakkı kavramı Fransız Maksist kuramcı Henri Lefebvre tarafından1967 yılında yayınlanan “Kent Hakkı” makalesinde o yıllarda
gözlemlenen çeşitli toplumsal hareketlerin verdiği hak mücadelesinden beslenerek geliştirilmiştir (Harvey, 2012:3). Radikal kuramcıların
352
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
sahip çıktığı Kent Hakkı kavramı büyük ölçüde Lefebvre’nin Kent hakkı kavramsallaştırmasına dayanmaktadır. ‘Kent Hakkı’, bir çığlık ve bir
taleptir. Basit bir ziyaret hakkı ya da geleneksel kentte dönüş olarak düşünülemez. Kent hakkı, sadece dönüştürülmüş ve yenilenmiş bir
kentsel yaşam hakkı olarak formüle edilebilir. Lefebvre bu kentsel yaşamın, karşılaşma alanı ve kullanım değerinin öncelikli olduğu, kendi
morfolojik temelini bulduğu ve kendi pratiklerin maddileştiği bir mekân olduğunu iddia etmektedir (Lefebvre, 2000:158-159). Bu bağlamda,
Lefebvre’nin kullanımında kent hakkı bir çığlık, bir talep ve bir iddiadır. Bu bağlamda da Kent Hakkı bir vizyonu, farklı bir toplumu kapsayan
toplumsal değişme talebinin kapsamını genişletmeyi amaçlayan politik bir slogandı. Kent hakkı, bir toplum içerisinde yaşayan tün insanların
kendi arzularını gerçekleştirmek için benzer şekilde özgür oldukları ve bu yönde desteklendikleri bir toplumda yaşama hakkıdır. David Harvey’in
uyarladığı anlamıyla ‘kalbin arzuladığı kent’le benzer tınılara sahiptir (Marcuse, 2010:93).
Lefebvre, kent hakkının, bir bireyin ya da grubun kentte var olan kaynaklara erişim hakkından çok daha fazlası olduğunu vurgulamakta,
kenti arzuladığımız şekilde değiştirme ve yeniden yaratma hakkı olduğunu belirtmektedir. Dahası, kenti yeniden yaratmak kaçınılmaz olarak
kentleşme süreçleri üzerinde kolektif güç uygulamayı gerektirdiğinden, kent hakkı da bireysel bir haktan çok kolektif bir haktır”(Lefevre, 1967;
aktaran Harvey, 2012:3). Bu bağlamda Harvey, kent hakkının kendimizi, kentimizi, içinde yaşadığımız çevreyi değiştirme ve dönüştürme
yönünde devrimci taleplerin bir ifadesi olması gerektiğini vurgulamaktadır: “Kent hakkını talep etmek, kentleşme süreçleri ve kentlerimizin
yaratılma ve yeniden yaratılma biçimleri üzerinde bir tür şekillendirici güç sahibi olmayı radikal bir şekilde talep etmektir” (Harvey, 2012:3).
Harvey, ayrıca kent hakkı bağlamında bir araya gelen kentsel muhalefet hareketlerinin, artık üretimi ve kullanımı üzerinde daha büyük bir
demokratik denetimi talep etmeleri gerektiğini belirtmektedir. Kentsel süreç artık kullanımının önemli bir yolu olduğundan, onun kentsel
yayılması üzerinde demokratik yönetim kurmak kent hakkını oluşturmaktadır (Harvey,2012:4-5).Mayer’e göre ise (2012.71), Kent Hakkı, yasal
bir hak olmaktan ziyade, zenginlerin ve iktidar sahiplerinin isteklerine karşı çıkan muhalif bir taleptir. Yeniden bölüşüm hakkıdır, tüm insanlığı
kapsayacak biçimde değil, ama ondan mahrum olan ve ona ihtiyacı olanlar için
Şüphesiz kent hakkını bu yönlü bir kavrayış, kapitalist üretim sistemi içerisinde köklü yapısal değişim ve dönüşlere tekabül etmekte, özellikle
çelişkilerin en çok yoğunlaştığı ve keskinleşip derinleştiği kapitalist merkez ülkelerde giderek ivme kazanan çeşitli toplumsal hareketlerden
ilham alarak, bu toplumsal hareketlerin sosyalist bir topluma geçişin potansiyelini de taşıdığına yönelik bir beklentiyi de içinde taşımaktadır.
Bu nedenle diğer bir çok çeşitli hak türlerini bünyesinde barındıran kentli haklarına dayalı bir toplumsal hareket, bu bakış açısından, eşitsizliğin
ve sömürünün gerçekleştiği, taşıyıcılığını üstlendiği ve yeniden üretildiği kentsel mekanlar temelinde ve kentsel toplumsal hareketlerden
alınan feyzle sosyalist bir harekete ve talebe dönüşme imkanını da içinde taşımaktadır.
Kent hakkını Lefebvre’ye referansla çeşitli şekillerde tanımladıktan sonra Kent Hakkını tanıyan çeşitli sözleşmelerin ve kent hakkı etrafında
örgütlenen çeşitli toplumsal hareketlerin de bir eleştirisi de yapılmaktadır. Örneğin Mayer’e göre (2012:74-75), devlet ve BM kurumları
aracılığıyla kamu nezdinde tanınırlık kuşkusuz bu hakların geçerliliğini ve etkisini güçlendirmeye yardımcı olurken, bir yandan bu sözleşmeler
ve tabii onları hazırlayıp destekleyen koalisyonlar bu süreç sırasında tartışmalı bir kavram olan Kent Hakkı’nın politik içeriğini ve anlamını
da şekillendirmektedir. Neticede bu belgelerde ele alınan şey ‘belirli’ bir ‘kent hakkı’ değildir. Aksine bu belgeler bir dizi hakkı listeleyip ‘iyi
Kentsel Yönetişim’ le ilgilenen belediyelere ve Sivil Toplum Kuruluşları’na bunların korunmasını tavsiye ederler. Lefebvreci bir Kent Hakkı’nın
aksine, burada dile getirilen talepler neticede mevcut haliyle şehre dahil olma anlamına geleceklerdir. Bu talepler mevcut şehri ve böylece
bizi dönüştürmeyi hedeflememektedir. Burada listelenen hak talepleri sadece neoliberal politikaların belli başlı vehçelerine eğilmektedir,
örneğin yoksullukla mücadele gibi. Ancak bunların altında yatan ve yoksulluğu, dışlamayı üreten ekonomi politikalarını es geçmektedir. Bu
sözleşmeler belediyelere faydalı yol haritası sunsalar da, aynı zamanda şehrin kökten demokratikleşmesinin daima bir iktidar mücadelesi
üzerinde yürüdüğü gerçeğini sistematik olarak maskelemektedir. Böylelikle, Lefebvre’nin kavramının içi boşaltılmakta ve yozlaştırılmaktadır.
Souza da (2010:316), çoğu durumda Kent Hakkı kavramının sadece kapitalist kent bağlamında ve (‘iyileştirilmiş’) temsili ‘demokrasi’
temelinde daha ‘insani’ bir yaşam hakkını ifade ettiğini ileri sürmektedir. Ona göre, bu bağlamda kullanılan Kent Hakkından şunlar anlaşılıyor:
“1) Neoliberalizm kesinlikle reddedilir, ama olduğu haliyle kapitalizm değil (yani burada, yapılabilecek en iyi şeyin neoliberalizmi, yeri
geldiğinde alternatif, ‘dayanışma’ temelli ekonomik mikro-kümelenmelerce desteklenecek bir çeşit ‘sol-keynesçilikle’ değiştirmek olduğuna
yönelik örtük bir önerme bulunuyor) 2) ‘küresel Güney’in ‘fakir ülkelerine’ büyük fenalıklar eden korumacılık kesinlikle mücadele edilmesi ve
altedilmesi gereken bir şeydir; ancak küresel kapitalist pazar çeşitli araçlarla ‘ehlileştirilebilir’ dolayısıyla bizzat kapitalizmi ortadan kaldırmaya
gerek yoktur; 3) kentlerden başlayarak tüm dünyada çevrenin çok daha etkili bir biçimde korunması gerekir, ancak bu kapitalist pazarı ‘ekolojik
hedeflerle’ ‘bir araya getirmeyi’ ve ‘birleştirmeyi’ ‘ciddi biçimde’ deneyen bir ekonomi politikası çerçevesinde yapılmalıdır.(Bu da nihayetinde,
353
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
bir üretim modeli olarak kapitalizmin doğası gereği ve özellikle anti-ekolojik olduğunu savunan görmezden geliyor); 4) ‘katılımcı demokrasi’ye
erişmek gerekiyor ki bu genellikle şu anlam geliyor: temsili demokrasi ‘katılım’ ile desteklenmeli ve ‘düzeltilmelidir’
Bu bağlamda Souza (2010:317-318), “mıntıka siyasetine” indirgenmiş bir “kent hakkı” stratejik bir ufuktan yoksun olduğu gibi düşünce ve
eylem için genel bir çerçeve sunmak bakımından da ziyadesiyle yetersiz olduğunu söylemektedir. Bir başka deyişle mikro düzeydeki talep
ve isteklerin daha geniş bir bağlama oturtulması gerekmektedir. Örneğin sadece ve evvela bir ‘siyasi irade’ (eksikliği) meselesi olarak değil,
mevcut kapitalizmin “mantıksal” bir sonucu olan soylulaştırma ve konut sorunu. Lefebvre için “Kent Hakkı” kapitalist kent sınırları içinde daha
iyi konut, düşük kira gibi haklara indirgenemezdi. Aksine bu hak farklı, adil bir toplum bağlamında çok başka bir yaşamla ilgiliydi.
5. Sonuç
Bu yaklaşımlar ışığında denilebilir ki, Avrupa Kentsel şartında ayrıntılandırılan, merkezine kentli haklarını ve bireyi aldığı iddia edilen
“yaşanabilir” kentlerin, kentlere biçilen misyonun devamı halinde nasıl yaratılacağı ve bu sorunların nasıl bertaraf edileceği bir muamma
olarak karşımızda durmaktadır. Üstelik devletin sosyal yükümlülüklerinin ve piyasaya müdahalesinin, bölüşüm ilişkilerinin dolayısıyla geliri
yeniden düzenleyici yetkilerinin böylesine daraltıldığı bir uluslararsı konjonktürde, kentlerin sosyal sorunlarının piyasa mantığı içerisinde nasıl
çözüleceği birer soru işareti olarak karşımızda durmaktadır. Üstelik neoliberal devlet, açık ideolojik, siyasi ve iktisadi tercihlerini baştan ortaya
koymuş, üstelik kendisi de bizatihi çeşitli kurumsal yapıları ve düzenekleriyle söz konusu soylulaştırma sürecinin aktörlerinden biri haline
gelmiştir. Bir yandan vatandaşların dönüştürme süreçlerine etkin katılımı vurgulanmakta, diğer yandan bu katılımı olanaklı kılacak çeşitli sivil
toplum kuruluşları farklı yollarla sürecin dışına itilmektedir. Bu doğrultu da şunu sormak anlamlı hale geliyor: şartın kabul ettiğini söylediği
kentli hakları kimin hakkı? Bu soruya neoliberalizm içinden verilebilecek en makul yanıt herhalde bu bağlamda sermayenin kenti dilediğince
kullanma hakkı olduğudur. Ama yarattığı derin eşitsizliğin, sefaletin ve kutuplaşmanın potansiyel bir başkaldırısını dikkate alarak, kapitalizmin
işleyişini ve sermaye birikiminin uzun erimli çıkarlarını tehlikeye atmadan!Söz konusu bu çalışmada, Türkiye’nin de içinden geçtiği kentsel
dönüştürme sürecinin gebe olduğu ve yavaş yavaş ortaya çıkmaya da başlayan çeşitli sorunlarının, aslında doğrudan neoliberal küreselleşme
sürecinin sermaye birikim mantığı tarafından koşullandırıldığı ve izlenen iktisadi ve siyasi politikalar da söz konusu sorunları çözmekten
çok giderek derinleştirmektadir. Bu bağlamda giderek yoğunlaşacak tarza kentlerin sefaletin, şiddetin ve suçun mekânları olmaya doğru
evrileceğini de beklemek yanıltıcı olmayacaktır. Bu nedenlerle kent mekânlarında görülen bir çok sorunun çözümü, sadece belirli hakların kağıt
üzerinde tanınmasını değil, aynı zamanda bu hakların “etkin” biçiminde kullanılabilmesinin koşullarının da hazırlanmasını gerektirmektedir.
Bu noktada devletin giderek azalan değil, aksine giderek artan yetki ve sorumluluklarına ihtiyaç vardır. Devlet, özellikle gelirin bölüşümünü
adaletli biçimde düzenleyecek, emeği enformel sektörün sömürüsünden ve kayıtdışılıktan kurtaracak, en başta insan haysiyet ve onuruna
yakışır bir yaşamın sürdürüleceği bir gelir düzeyinin teminat altına alınmasını sağlayacak, büyümeden bütün sosyal sınıfların eşit ve adaletli
biçimde pay alabileceği, tüm vatandaşların hiçbir fark gözetilmeden adaletli biçimde sosyal hizmetlere ulaşmasını temin edecek, tüm sınıfsal
kesimlerin yine onurlu bir yaşam sürdürebileceği, sağlıklı konutlara ulaşabilmesini olanaklı kılacak, kamusal mekanları genişleterek, tüm
toplumsal kesimler için ulaşılabilir hale getirilecek, alınan kararlara hiçbir fark gözetilmeden hangi düşüncede olursa olsun tüm vatandaşların
demokratik kanallar aracılığıyla “etkin” katılımını düzenleyecek, sadece yaşadıkları yöreyi değil, tüm ülkeyi ilgilendiren kararların alınmasında
vatandaşların söz sahibi olmalarını ve vatandaşlık esasında herkesin eşit hak ve yükümlülüklere sahip olduğunun nesnel temellerinin
sağlanmasında devletin düzenleyici yetkilerin artırılması ama söz konusu bu yetkilerin şeffaflık ilkesi temelinde demokratik denetime açık
olarak da kullanılmasının yasal kayıt altına alınmasıyla daha adil ve yaşanabilir kentlerin inşasına yönelik mütevazi birer adım atılmış olabilir.
Ama en temelde, neoliberalizmin insanlığın tüm kazanımlarına ve insan onuruna karşı yürütmüş olduğu tahribatının durdurulması için daha
köklü yapısal ideolojik, hukuksal, iktisadi, siyasal ve sosyo-kültürel düzenlemelere ihtiyaç vardır. Kentli Hakları da ancak bu bağlamda gerçek
bir anlam ve değer kazanabilir.
KAYNAKÇA
• Avrupa Kentsel Şartı, (1996 ), Çev. Zerrin Yener ve Kumru Arapkirlioğlu Ankara:İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü Yayını.
• Avrupa Kentsel Şartı, (2008), Çev. Aydan Erim, Mimarlar Odası.
• Davis, M., (1992), “Fortress Los Angeles: The Militarisation of Urban Space”, (Edt) M. Sorkin, Variation On A Theme Park: The New Amerikan
City And The Of Public Space, Hill& Wang, 155-180.
• Güzey, Ö., (2009), “Küresel Rekabette bir Araç Olarak Kentsel Dönüşüm Uygulamaları:Ankara Örneği”, Gecekondu, Dönüşüm, Kent içinde,
Ankara:ODTÜ Mimarlık Fakültesi, 177-197.
354
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
• Harvey, D., (2002), “Toplumsal Adalet, Postmodernizm ve Kent”, 20. Yüzyıl Kenti , Bülent Duru; Ayten Alkan(Edt), Ankara:İmge Yayınevi,
147-172
• İçli, Gönül; Özçelik Kaya, Pınar(2012), “urban Renewal Project As An Urban Hegemony Project”, International Journal Of Social Sciences
And Humanity Studies, Vol 4, No 1.
• Lefebvre, H., (2000), “Right To The City”, Writings On Cities, (Edt;Trans.)Eleonore Kofman; Elizabeth Lebas, Blackwell, 147-159.
• Marcuse, P., (2010), “ Rights İn Cities and The Right To The City?”, City For All, (Edt)Ana, Surganyes; Charlotte, Mathivet, Habitat
İnternational Coalition, 89-99.
• Mayer, M., (2012), “ The Right To The City İn Urban Social Movements”, Cities for People , Not For Profit, (Edt) Neil. Brenner; At All, ,
Routledge, 63-86.
• Mulgan, G., (1995), “Kentin Değişen Yüzü”, Yeni Zamanlar, (Der) Stuart Hall; Martin Jacques, İstanbul:Ayrıntı Yayınları, 204-2019.
• Smith, N., (2005), “ New Globalism, New Urbanism:Gentrification as Global Urban Strategy” Spaces Of Neoliberalism, (edt)Neil Brenner;
Nık Thedore, Blackwell, 80-104.
• Souza, M.L., (2010), “Which Right to Which City”, Journal For And About Social Movements, 2(1), 315-333.
• Şengül, T., (2009), Kentsel Çelişki ve Siyaset, Ankara:İmge Yayınevi.
• Uitermark, J; Nichools, W.,(2012), “Cities And Social Movements:Theorizing Beyond The Right To The City”, Environment And Planning, 44,
2546-2554.
• Harvey, David, (2008), Kent Hakkı, (Çev. Meriç Kırmızı), http.//www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=22579.
355
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
NEW MORTAR FOR THE CONSTRUCTION OF “LIVABLE” CITIES:
“THE RIGHTS OF THE CITY ”
Assist. Prof. Dr. Pınar KAYA ÖZÇELİK
Pamukkale University, the Faculty of Science and Literature, the Department of Sociology
1. Introduction
Since its beginning in the history, capitalism has created places similar to itself according to its own needs. Throughout history, capitalism
has undergone several crisis processes under different conditions. This tendency to crises which result from the intrinsic dilemmas of
capitalism constitutes the most dynamic aspect of capitalism and this is also the secret power of capitalism enabling it to survive despite
various crises. In other words, the crises of capitalism as a dynamic system stimulates its power of “creative destruction” and with the
reconstruction process of the system which goes along with every structural crisis, it offers many new opportunities for bigger capital as
well as reproduction. Therefore, spatial reorganization and spatial reconstruction becomes both the subject and the object of the capital
accumulation in the capitalist system. As a result of this, cities have been shaped and reconstructed according to the needs of different
stages of capital accumulation in the capitalist system, and cities also reflect the components of the capital accumulation with their image.
The fact that cities are considered as a place of change and are under a constant pressure of change and transformation can be discussed as
resulting largely from its organic relation to capitalism. Fate of cities and the course of capitalism are to a great extent interrelated. Harvey
(2008) emphasizes that the main policy of capitalism is the constant requirement to find places profitable for production and absorption of
excess capital and that urbanization plays a fundamental role in the stimulation of this excess product. Harvey (2008) states with reference
to the close relation between capitalism and urbanization that urbanization has played a crucial role in the absorption of capital surpluses,
at ever increasing geographical scales, but at the price of burgeoning processes of creative destruction that have dispossessed the masses of
any right to the city whatsoever. Assumed to be immanent in capitalism, one last stop of these creative destruction processes can be said to
be formed by the globalization process in 1980s.
Within this frame, setting out with the idea that city spaces reflect both the dynamism and paradoxes of capitalism, this study accepts
that the widely used concept of “The right to the City” and certain protest movements gathered around the concept are reactions against
various phenomena like erosion of public space, social exclusion, urban poverty, urban violence, spatial exclusion/separation which are
observed in neoliberal global cities of the 21th century and, therefore, against the basic policies pursued in the reconstruction of capitalism in
1980s and destructive outcomes of these policies.There is not a certain consensus in the definition of this term because it is used in a wide
variety of areas ranging from academic discussions, projects of non-govermental organizations and human rights contracts to constitutions
by different groups from the liberal to anarchists. In this context, the concept of Right to the City will be analysed on two main points by
referring to the institutionalized city right which is related to the form that is acknowledged by various international agencies and institutions
and, with reference to Lefebvre’s use of the concept, city right in radical approaches which stands in opposition to the institutionalized
concept and which addresses to the revolutionary core of it.
2. Post-1980 Basic Alteration and Transformations
Especially the period following 1980s is a period of globalization and practices of neoliberal economic policies that left its mark thoroughly
on the organizations of production and labour and control mechanisms in the world. In this period just as new hierarchic structures come
up pursuant to new division of labour and scales in the world, some unprecedented phenomena and problems are confronted in the cities.
As a response to the structural crisis that globalization faced during the 1970s, the restructuring process led to significant changes and
transformations in the urban area. In this period when the capital got through its national borders rapidly and globalized; exchange value
357
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
rather than use value of cities was given prominence and cities, having been rapidly integrated in the market rules, were redefined and
took on new functions in the global scale. Cities now became the places where nation states that were claimed to have “worn away” in
the globalization process, local powers that were claimed to be at the forefront and the international capital all sought rant, usually in
cooperation. Aspiring to this mission, many cities eagerly went into severe competition with each other in the global scale, mostly getting the
support of their own national states and local organizations. This process that found itself in the conceptualization of “Global City” has got
a new tendency with which development policies of neoliberal globalization process could be achieved based on and via these global cities.
One characteristic of the new order is that the cities giving the necessary service to the capital come into prominence. Enrichment dream that
neoliberal globalization promises via global cities and that takes hold of the majority seems Enrichment dream that neoliberal globalization
promises via global cities and that takes hold of the majority seems to have considerably slowed down recently.It is seen in the global scale
that global cities are places where not only wealth but also poverty is reproduced, socio-cultural, political, economic and spatial dissolutions
come up sharply and deepen. In addition, an urban opposition (group) challenging these dissolutions/exclusions and especially organized in
center countries is rising rapidly again from the heart of these global cities (İçli; Özçelik, 2012).
“As cities are increasingly experienced in transforming into gated communities and privatized public spaces where wealthy and poor districts
are becoming separated if by invisible barriers, and access of the poor to urban amenities and infrastructures that once were accessible to all,
have become more and more restricted, they now provoke the resistance of broad coalition contesting these various forms of dispossession
and exclusion” (Mayer, 2012:70).
Just as Mulgan (1995:204) stated, it is not a coincidence that the defects of neoliberalism also emerged in these cities with their most
apparent forms while the rebellions in the cities reached the boiling point and transportation systems collapsed. Likewise, it can be said
that neoliberalism caused its biggest destruction in cities or its most direct and bare results are seen in the “global cities”. In conjunction
with the transformation of cities into areas of rent seeking and speculative gains in the neoliberal globalization process, entrepreneurs in
various scales (construction and real estate sectors, speculators, etc.) and the new middle class became the center of the process and the
rest of the city was completely left out (Şengül, 2009:143-144). It can be concluded in this context that the urban transformation process
is shaped in parallel with the expectations of the high income group and urban transformation itself emerged in order to produce housing
areas for the middle and high income groups (Güzey, 2009:186-187). One of the basic characteristics of neoliberal globalization process
shapes on this axis, sharpening class differentiation spreads to the spatial area leading to spatial differentiation/exclusion process. Harvey
states that spatial differentiation is roughly generated by powers emerging from the capitalist production process and it shouldn’t be
interpreted as a product of people’s autonomous and spontaneous preferences (Harvey, 2002b:169-170). Spatial differentiation describes a
condition, in advanced level of which individuals have no other choice than adaptation and interpersonal social relations are replaced with
interthings/objects market relations. Spatial exclusion, with other forms of exclusion it is together and in organic relation with (economic,
socio-cultural, political exclusion), gradually reticulates not only center countries but also nearby countries, in exact accordance with the spirit
of globalization. Differentiation/exclusion forms in question correspond to “urban poverty”, a new type of poverty that is defined in organic
relation to them and gradually increasing. The exclusion process in question, together with the increasing poverty, also drew the attention
of international institutions and organizations, to the extent that it has a potential of serious threat against the reproduction of capitalist
system (İçli; Özçelik, 2012).
3. Rising Urban Dissident Movements
The right to the city literature maintains that mobilization within cities arise in response to ‘neoliberal urbanization’ to launch struggles
for better and more just city. The right to the city literature asserts that the grievances of activists are rooted in the urban, their claims
and political targets are urban, and their mobilizing discourses are framed through urban concepts and symbols. In This way, structural,
institutional, and cultural elements interact with one another to channel insurgents into a particular issue and geographical space centered
on the city. Within various cities in the United States, the Right to the City Alliance united a great diversity of groups struggling for social
justice, including activists concern with housing, immigration, the environment and jobs. While in the United States radical labor organizers
have been at organizational core of the right to the city alliance, in Western Europe the concept of the right to the city has been mobilized in
struggles around housing and urban space (Uitermark, 2012:2-3).
358
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Today, as various urban groups have witnessed the erosion of their certain rights with increasing speed in the process of neoliberal
globalization, Right to the City has turned into a demand which intensifies and unifies important issues. In this context, diverse urban protest
movements carried out on the axis of Right to the City unite against deep socio-cultural, politic and economic transformations caused by
the process of neoliberal globalization. For instance, accumulation by depossession has reached to unprecedented levels; this situation,
then, brings about enormous losses in terms of politic, economic and social rights. Cities, where rich and poor quarters have gradually
been separated from each other with invisible barriers, have transformed into privatized public spheres with gated communities and the
destruction of public sphere; and public services and facilities of cities which are open to poor have gradually been restricted (Mayer, 2011:7).
These phenomena, concretized in Davis’ (2010) conceptualization of “militarization of urban space”, triggered the birth of various dissident
urban movements which bring together on one hand anti-neoliberal and global justice groups, on the other different poor and excluded
groups. These movements effectively campaign against privatization, gentrification as a strategic tool for urban transformation and land
speculation, evictions and displacement caused by gentrification. And yet gentrification had evolved by the a crucial urban strategy for city
governments in consort with private capital in cities around the world. In context, Gentrification as global urban strategy is a consummate
expression of neoliberal urbanism. It mobilizes individual property claims via a market lubricated by state donations. The new geographical
axis of competition was pitting cities against cities in the global economy. This competition takes place not simply in terms of attracting
and keeping industrial production but also in the marketing cities as residential and tourist destinations. Urban real-estate development by
gentrification writ large, has now become a central motive force of urban economic expansion, a pivotal sector in the new urban economies
(Smith, 2005:93, 99-100).
In this context, urban social movements of 2000s can be defined as movements “confronting the ‘neoliberal. Mayer’e gore (2012:68-69),
They are confronting the ‘neoliberal city’ which offers primarily two fault lines along which movements have been mobilizing. The firs line
is created by strong prioritization that the neoliberal city ascribes to growth politics-investments in glitzy new city centers, megaprojects
for sports and entertainment, the commercialization of public space, and the concomitant intensification of surveillance and policing are
all integral parts of the dominant pattern of corporate urban development. This in turn triggers protests by movements that challenge the
forms, goals, and effects of this type of development, the entrepreneurial ways in which cities market themselves in the goal competition,
as well as the concomitant neglect of neighborhoods falling by the wayside of these forms of growth politics. A second fault line, created by
the neoliberalization of social and labor market policies, sparks mobilizations against the dismantling of the welfare state and for social and
environmental justice, which increasingly come together in community/labor coalitions that fight for the rights of precarious and immigrant
workers. The mobilization around both of these fault lines have become intensified and taken on a global dimension when transnational
anti-globalization movements discovered ‘the local’ their city, as the place where globalization ‘touches down’ and materializes, where global
issues become localized. It can be affirmed in this context that diverse movements and demands unite under the motto of “Right to the City”.
4. The Right to the City in Different Approaches
4.1. The Institutionalized “Right to the City’
The reasons for this case to draw attention are rapidly increasing and sharpening poverty as a result of neoliberal globalization and its
becoming subject to the spatial exclusion process, in addition, these excluded spaces starting to appear as various crime centers. Several
social movements within the heart of capitalism, huge metropolitan cities have caught the attention of the capital circles. Increasing
poverty and unemployment which is now not only the underdeveloped countries’ problem but also developed ones’, now at a nonignorable
point, and also concluding spatial disintegration and social polarization phenomenon have started to signal that the capitalist system
has exceeded well beyond the line it can “manage”.. The exclusion process in question, together with the increasing poverty, also drew the
attention of international institutions and organizations, to the extent that it has a potential of serious threat against the reproduction of
capitalist system. European Urban Charter, adopted in 1992, can also be considered in this context. It is also emphasized that individuals
and families with limited social and economic opportunities should not be abandoned to the market mechanism conditions only, the cost
of the renovation of old house patterns should not be burdened on groups living here with low socio-economic levels, and every individual
and family should have the right to a safe, strong house. In the second European Urban Charter adopted in 2008, after European villages and
towns were recorded as the leading powers of current wealth and important actors of the globalization process, the existence of an annoying
tendency towards increasing poverty was accepted. Within this context, The European Urban Charter is a triangulation point. Second charter
in 2008 is an indication of the interest in the deepening problems. For example the introduction of the second charter titled “The Manifesto
359
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
for a new urbanity” includes this statement: “even though these documents have created by different institutions and in written in different
styles, they recognizes “City Right” concept again and stresses their indispensable role within the center of citizens in cities” ( 2008:3,9).
The charter mentions that increasing poverty is an increasingly worrying tendency, and serious social and spatial differences are affecting
the large population of the world population. It is also maintained that as an addition to the deepest social drifts, spatial differences
are also present and the accumulation of the most susceptible groups around the environmenrally spoiled areas means the juncture of
dramatic inequalities. The concerns about spatial inequality processes which leads to the gentrification of certain places, parallel to that
ghettoization of the city peripherals and wall surrounded “enclaves” which shows up in some areas and promotes a spatial discrimination
are also emphasized. It is stated in this context that the main aim of urban policy is social and spatial adaptation. Urban rights accepted in
The European Declaration of Urban Rights are these:
1.Security: to a secure and safe town, free, as far as possible, from crime, delinquency and aggression;
2 An Unpolluted and Healthy Environment: to an environment free from air, noise, water and ground pollution and protective of nature
and natural resources;
3.Employment: to adequate employment possibilities; to a share in economic development and the achievement thereby of personal
financial autonomy;
4.Housing: to an adequate supply and choice of affordable, salubrious housing, guaranteeing privacy and tranquillity;
5.Mobility: to unhampered mobility and freedom to travel; to a harmonious balance between all street users - public transport, the private
car, the pedestrian and cyclists;
6.Health: to an environment and a range of facilities conducive to physical and psychological health;
7. Sport and Leisure: to access for all persons, irrespective of age, ability or income, to a wide range of sport and leisure facilities;
8.Culture: to access to and participation in a wide range of cultural and creative activities and pursuits;
9. Multicultural Integration: here communities of different cultural ethnic and religious backgrounds co-exist peaceably;
10.Good Quality Architecture and Physical Surroundings: to an agreeable, stimulating physical form achieved through contemporary
architecture of high quality and retention and sensitive restoration of the historic built heritage;
11. Harmonisation of Functions: where living, working, travelling and the pursuit of social activities are as closely interrelated as possible;
12.Participation: in pluralistic democratic structures and in urban management characterised by co-operation between all the various
partners, the principle of subsidiarity,information and freedom from over-regulation;
13. Economic Development: where the local authority, in a determined and enlightened manner, assumes responsibility for creating, directly
or indirectly, economic growth;
14.Sustained Development: where local authorities attempt to achieve reconciliation of economic development and environmental
protection;
15. Services and Goods: to a wide range of accessible services and goods, of adequate quality, provided by the local authority, the private
sector or by partnerships between both;
16.Natural Wealth and Resources: to the management and husbanding of local resources and assets by a local authority in a rational,
careful, efficient and equitable mannerfor the benefit of all citizens;
17. Personal Fulfilment: to urban conditions conducive to the achievement of personal well-being and individual social, cultural, moral and
spiritual development;
18.Inter-Municipal Collaboration: in which citizens are free and encouraged to participate directly in the international relations of their
community;
19.Financial Mechanisms and Structures: enabling local authorities to find the financial resources necessary for the exercise of the rights
as defined in this Declaration;
20.Equality: where local authorities ensure that the above rights apply to all citizens, irrespective of sex, age, origin, belief, social, economic
or political position, physical or psychological handicap.
4.2 ‘The Right to the City’ in Radical Theoreticians’ Approaches
The term of city right was developed by French Marxist theoretician Henri Lefebvre I an article called ‘the rights to the city’ on the topic of
the struggle to gain rights of various social movements (Harvey, 2012:3). ‘The Right to the City’ adopted by radical theoreticians is mostly
based on Lefebvre’s conceptualization of ‘‘The Right to the City’. The right to the city is a cry and a demand. It can not be conceived of as a
360
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
simple visiting right or as a return to traditional cities. It can only be formulated as a transformed and renewed right to urban life. Lefebvre
maintain that this urban life as the urban place includes place of encounter and priority of use value, finds its morphological base and its
practico-material realization (Lefebvre, 2000:158-159).In context, In Lefebvre’s usage, the right to city is a cry, a demand, a claim. It was a
political slogan, in tended to broaden the scope of demands for social change to encompass a vision a different society. The right to the city,
the right to live in a society in which all persons are similarly free to fulfill their own desires and in which all are supported in doing so. David
Harvey’s adopted phares “ the city of the heart’s desire” has a similar sense (Marcuse, 2010:93).
Lefebvre emphasizes that urban right is more than the rights of a group or individual to access the resources in the city, but it is the right
to change and create the city as we like it. In addition, since reconstructing a city inevitably requires using a collective force on urbanization
processes, the rights to the city is collective right rather than an individual right (Lefevre, 1967; cited by Harvey, 2012:3). Harvey, emphasizes
that urban right should be an expression of revolutionary demands to change and transform ourselves, our city and the environment in
which we live by saying that: “Demanding the rights to the city is demanding to have an important power on urbanization process as well as
creation and reconstruction of the cities” (Harvey, 2012:3). Harvey also states that urban opposition movements which came closer in terms
of urban right should demand bigger democratic supervision over production and use. Since urbanization process is now an important way
of using it, setting a democratic government on its urban spread makes up the rights to the city ( Harvey,2008:4-5). According to Mayer
(2012:71), ‘right to the city’ is less a juridical right, but rather than an oppositional demand, which challenges the claims of the rich and
powerful. It is a right to distribution, not for all humans, but for those deprived of it and in need of it.
Undoubtedly this way of understanding correcponds to the rooted structural change and turns within the capitalist mode of production
carries the expectation that these social movements have the potential of the transition to a socialist society, especially inspired by various
social movements in the capitalist central countries where contradictions are intensified and sharpened. For that reason, a social movement
based on city rights which includes many other right types, within this scope, carries the possibility of transforming itself to a socialist
movement and demand based on urban sites where inequality and exploitation occurs, is housed and reproduced with the lessons learned
from the social movements.
Various social movements organized around the Right to the City and certain agreements which acknowledge the Right to the City after
describing it in different forms with reference to Lefebvre are also criticized. For example according to Mayer (2012:73-75), the public
recognition through governmental and UN institutions obviously helps to enhance the relevance and influence of these demands, these
chareters as wellas the coalitions devising and promoting them, in process modify the political content and meaning of the contested ‘right
to the city. For what is at stake in these documents is not ‘the’ right to the city; instead, they list a series of specific rights, the protection
of which they recommend to the municipalities and NGOs that are interested in ‘good urban governance’. But unlike the Lefebvrian notion
of the right to the city, the claims formulated here boil down to claims for inclusion in the current city as it exists. They do not aim at
transforming the existing city and in that process ourselves. The demands for rights as enumerated merely target particular aspects of
neoliberal policy, for instance, in combating poverty, but not the underlying economic policies, which systematically produce poverty and
exclusion. In practice, these charters are to serve as blueprints for municipalities. But while these may, in some cases, offer helpful guidance,
they systematically mask that a fundamental democratization of the city is always mediated by a struggle over power, which cannot be
left to (local) governments, not even social-democratic ones. İt can be asserted that the result of this is undermining of Lefebvre’s concept.
Similarly Souza assert that (2010:316-317), in many cases concept of ‘right to the city’, seems to mean the following: The right to a better,
more ‘human’ life in context of the capitalist city, the capitalist society and on the basis of a ‘reformed’ and ‘improved’ representative
“democracy”. According to him, use of right to the city in context has concretely, this means that: 1) neoliberalism obviously is refused, but
not Capitalism as such (i.e. there is a certain implicit presupposition that neoliberalism should, in the best of all cases, be replaced by a sort
of “left- Keynesianism”, which could in turn be supplemented by alternative, “solidarity”-oriented economic [micro]circuits); 2) protectionism
(which intensely damages the so-called “poor countries” of the so-called “global South”) must obviously be challenged and overcome, but
the global capitalist market could be “tamed” by means of a different vehicle and not necessarily eradicated and replaced in the course of an
eradication of capitalism itself; 3) a much more efficient environmental protection in the cities and worldwide must be achieved, but this in
the framework of an economic policy which “seriously” tries to “bring together” and “combine” the capitalist market with “ecological goals”
(and this means capitalism as a mode of production is intrinsically and essentially anti-ecological , is either ignored or regarded as wrong
361
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
and alarmist); 4) a “participative democracy” must be achieved, and this usually means the following: representative democracy must be
supplemented and “ corrected ” by “participation”.
In this context Souza (2010:317-318) say that, the reduction of the “right to the city” to a “politics of turf” is clearly insufficient as a horizon
for strategic goals and a general framework for thinking and action. In other words, (micro)level demands and claims must be put into a
broader context. For instance, gentrification and the “housing question” as “logical” results of contemporary capitalism, and not simply or
above all as a matter of lack of “political will”.‘ The right to the city’ for Lefebvre was not reducible to right to better housing, lower rents etc.
But the right to a very different life in the context of a very different, just society
5. Conclusion
In the light of these approaches , ‘livable cities’ which have been detailed in the condition and on the center of which is claimed to be urban
rights and individual, and how to solve the problems if the mission for cities continue are still very unclear. In addition, it is also another
question to be answered how to solve the social problems of the cities in the rationale of market in such an international conjecture where
the authorities to regulate income are so limited because of the social responsibilities of the state, the interference of the market and division
relations. Furthermore, neo-liberal state has already stated its clear ideological, political and economic preferences and has actually itself
been one of the actors of mobilization process via its various organizational structure and regulations. On one hand, effective participation
of citizens in the transformation process has been emphasized on the other hand; various non-governmental organizations which will
provide this participation have been excluded from the process in different ways. Thus, it is reasonable to ask this question: whose rights are
those city rights which are claimed to be accepted by conditions? The most logical answer for this question in terms of neo-liberalism is that
capital has the right to use the city as it likes. However, it should do it by taking the potential rebellion of the deep inequality, poverty and
polarization which it created, and without endangering the operation of capitalism and long term interests of capital accumulation.
Urban transformation process in globalization in which Turkey has been undergoing is about to happen, and its possible problems which
have started to appear are actually conditioned by the capital accumulation rationale of neo-liberal globalization process, also the economic
and political policies followed have made problems deeper rather than solving them. In this context, it will not be misleading to expect the
cities to be the places of poverty, violence and crime. Because of these reasons, the solution of many urban problems requires not only
the definition of certain rights on paper, but also the conditions regarding how to use these rights ‘efficiently’. Thus, government needs
increasing authority and responsibilities than ever instead of fewer ones. State will regulate fair distribution of income, will save labor from
the exploitation of informal and unrecorded sector, will ensure the a satisfactory income level to lead a life according to the dignity and honor
of human beings, will ensure all citizens from all classes not only to get their equal and just share from development access social services
in a fair way without any unjust treatment, will enable people from all classes to access healthy houses where they can lead a honorable life,
will make public areas accessible to all classes in the society by enlarging such areas, and will ensure the effective participation of all citizens
with any political idea to the decisions through democratic ways without paying attention to difference. Increasing regulatory authorities
of the state Ensuring objective bases on the idea that the citizens should have a say in the decisions not only regarding their regions but
also regarding the whole country, and everybody has equal rights and freedom in terms of citizenship, but recording the democratic use of
these authorities legally on the basis of transparency can be regarded as modest steps taken to create more fair and livable cities. More
importantly, more fundamental structural ideological, legal, economic, political and socio-cultural regulations are needed in order to stop the
damage implemented by neo-liberalism against all acquisitions and honour of human beings. City rights can only gain a real meaning and
value in this context.
BIBLIOGRAPHY
• Avrupa Kentsel Şartı, (1996 ), Çev. Zerrin Yener ve Kumru Arapkirlioğlu Ankara:İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü Yayını.
• Avrupa Kentsel Şartı, (2008), Çev. Aydan Erim, Mimarlar Odası.
• Davis, M., (1992), “Fortress Los Angeles: The Militarisation of Urban Space”, (Edt) M. Sorkin, Variation On A Theme Park: The New Amerikan
City And The Of Public Space, Hill& Wang, 155-180.
• Güzey, Ö., (2009), “Küresel Rekabette bir Araç Olarak Kentsel Dönüşüm Uygulamaları:Ankara Örneği”, Gecekondu, Dönüşüm, Kent içinde,
Ankara:ODTÜ Mimarlık Fakültesi, 177-197.
362
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
• Harvey, D., (2002), “Toplumsal Adalet, Postmodernizm ve Kent”, 20. Yüzyıl Kenti , Bülent Duru; Ayten Alkan(Edt), Ankara:İmge Yayınevi,
147-172
• İçli, Gönül; Özçelik Kaya, Pınar(2012), “urban Renewal Project As An Urban Hegemony Project”, International Journal Of Social Sciences
And Humanity Studies, Vol 4, No 1.
• Lefebvre, H., (2000), “Right To The City”, Writings On Cities, (Edt;Trans.)Eleonore Kofman; Elizabeth Lebas, Blackwell, 147-159.
• Marcuse, P., (2010), “ Rights İn Cities and The Right To The City?”, City For All, (Edt)Ana, Surganyes; Charlotte, Mathivet, Habitat
İnternational Coalition, 89-99.
• Mayer, M., (2012), “ The Right To The City İn Urban Social Movements”, Cities for People , Not For Profit, (Edt) Neil. Brenner; At All, ,
Routledge, 63-86.
• Mulgan, G., (1995), “Kentin Değişen Yüzü”, Yeni Zamanlar, (Der) Stuart Hall; Martin Jacques, İstanbul:Ayrıntı Yayınları, 204-2019.
• Smith, N., (2005), “ New Globalism, New Urbanism:Gentrification as Global Urban Strategy” Spaces Of Neoliberalism, (edt)Neil Brenner;
Nık Thedore, Blackwell, 80-104.
• Souza, M.L., (2010), “Which Right to Which City”, Journal For And About Social Movements, 2(1), 315-333.
• Şengül, T., (2009), Kentsel Çelişki ve Siyaset, Ankara:İmge Yayınevi.
• Uitermark, J; Nichools, W.,(2012), “Cities And Social Movements:Theorizing Beyond The Right To The City”, Environment And Planning, 44,
2546-2554.
• Harvey, David, (2008), Kent Hakkı, (Çev. Meriç Kırmızı), http.//www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=22579.
363
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
7. OTURUM / SESSION 7
YAŞANABİLİR KENTLER / UYGULAMALAR
LIVEABLE CITIES / PRACTICES
Cana BİLSEL / Oturum Başkanı - Chairperson
365
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
YEŞİL EV’DEN YEŞİL KENT’E
Prof. Dr. Mimar, Kent Plancısı Sümer GÜREL
Değerli Meslektaşlarım, Sevgili Öğrenciler
Mimarlar Odası Bursa Şubesi’nin 27-31 Mart 2013 tarihleri arasında düzenlediği YAŞANABİLİR KENTLER konulu “ Uluslar arası Yapı ve Yaşam
Fuarı Kongresi” broşürü elime geçtiğinde gerçekten heyecanlandım.
Zira son yıllarda-demek yaşamımın da bu son çeyreğinde- beni derinden etkileyen gözlemlerimle örtüşen bir endişeyi, bir kaygıyı adeta dile
getiriyordu. İnsanımızın, giderek artan bir hızla TOPRAK’tan, yani TABİATANA’nın koynundan ayrılıp süper teknoljik gelişmelerin kucağına
düşmesi beni ciddi olarak bu olguya eğilmeye zorluyordu. İşte bu endişeli düşünce seyahati son durak olarak “ n’olacak bu gidişin sonu,
ben SOKAK ÇOCUĞU kuşağıyım, evlatlarımız apartman ve asfalt kuşağını oluşturdu ve şimdi torun kuşağı olacak gençler internet-tweeterfacebook kuşağının temsilcileri durumundalar” gözlemine getirdi beni.
Birşeyler yapmalıydım; en çarpıcı uyarı yada ileti ne olabilirdi, ne olmalıydı?
Sorunun yanıtı garip bir çağrışım sonucu 15 yıl kadar önce yine bir Bursa ziyaretindeki bir anıma yöneltti beni; İzmir’den bir meslektaş ve
eşi, ben ve eşim Bursa’da (yine böylesi bir akademik vesile ile MSÜ’yü temsilen katıldığımız bir toplantı için gelmiştim) tepelere tırmanıp o
güzelim YEŞİL BURSA’yı seyretmek istedik.
Fakat heyhat! 1958 baharında İTÜ Mimarlık Fakültesinde henüz yeni bir asistan olarak hocamız rahmetli Necibe ÇAKIROĞLU başkanlığında,
bir grup öğrenci ile “tetkik gezisi” için geldiğimizde hayranlıkla gözlediğim o eşsiz bucaksız YEŞİL BURSA ovası adeta grileşmişti. Tepeden
anayolun iki yanında birisi FİAT, diğeri RENAULT olmak üzere iki devasa fabrikayı görünce o güzelim ovanın niçin ve nasıl grileştiğini gördük.
Burada önemli bir uyarıda bulunmak isterim. Bazı teknolojik gelişmeleri küçümseyecek yada lanetleyecek kadar bağnaz değilim. Beni tanıyanlar
buna tanıktır. Ancak İNSAN olarak tüm yaklaşımlar bugün vardığımız noktada (özellikle teknoloji koşutunda gelişen son model savaş araç
ve gereçleri düşünüldüğünde) TEKNOLOJİ’nin insanlığa sunduğu yararlar ile zararlar arasındaki karşılaştırmada nerede bulunduğumuza ilişkin
kaygıları dile getirip bizleri uyaran dürüst bilim insanları var. İşte tüm bu kaygılı gözlem ve endişeler beni bu konuda “ne tür bir düşünselmesleki katkıda bulunabilirim?” sorusuna yöneltti. Ve birkaç aylık spekülatif düşünsel gezinti sonucu BEN BOSTAN ÇOCUĞUYUM ana
başlıklı ve alt başlığı da YEŞİL EV’DEN YEŞİL KENT’E bir sunuş hazırladım. İlk sunumumu MSGSÜ, ŞBPB’nün yıllardır sürdürdüğü “Çarşamba
Seminerleri” kapsamında 7 Aralık 2012’de öğrenci ve meslektaşlara yönelik olarak gerçekleştirdim. O sunuştaki öğrenci ve genç meslektaşların
yüreklendirici tepkileri, beni konuyu bu yıl burada sizlere de sunmaya yöneltti. Özellikle genç dostum, meslektaşım Bursa Mimarlar Odası
Başkanı Evren BÖKE kendisine gönderdiğim basılı broşürü alıp beni arayıp “Hocam o gönderdiğiniz proje kitapçığında 3-4 sayfalık açıklama var
ama, yine siz bize kentlerimizin bugünkü yaşanamaz duruma nasıl ve niçin geldikleri konusundaki görüşlerinizi de aktarır mısınız?” deyince
bu kısa konuşmayı yapmak benim için görev oldu. Asal derdimiz kendimizi TEKNOLOJİ’nin sunduğu (ve başlangıçta konfor ve günlük yaşamda
kolaylık gibi gözüken) otomobil, giderek de bilgisayar temelli internet, tweeter, facebook vb. bizleri örümcek ağına düşmüş minik sinekler
gibi sarıverdi. İşte kıyamet de orada koptu. Çünkü konunun uzmanları bu tür cihazların günlük 50 dakika (hadi bilemediniz 1 saat) sınırında
kullanılmamaları durumunda, öncelikle gözlerde, giderek beyinde-kuşkusuz uzun erimde- ciddi sağlık sorunları yarattığını söylüyorlar. Genç
dostlarıma bu mevzuyu tüm sevecenliğimle aktarmayı görev bilmekteyim. Rahmetli hocam Prof. Mukbil GÖKDOĞAN 1951-1952 ders yılı
(1.sınıfta idik) açılış konuşmasında “gençler Mimarlık’la ilgili kitap ve dergiler ilaçlar gibidir, reçetesiz kullanılırsa, zehirleyebilir” diye uyarmıştı.
O zarif uyarının düz/yalın anlamı “proje hazırlarken, tasarım yaparken dergi ve kitaplardan sakın ola ki aşırma’ya kalkışmayın!” idi kuşkusuz.
367
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Bu etik ağırlıklı uyarı benim kuşağım için ciddi ve geçerli bir ilke olmuştur. Bugün geldiğimiz duruma bakıyorum da rahmetli hocamın
kemiklerinin sızladığını duyumsar gibi oluyorum.
Aman gençler kendinizi bu TOWER ve CITY hastalıklarına karşı iyi kollayın, öylesine sardı ki İstanbul semalarını, ben evden çıkmaya korkar
oldum. Zira o kuleler üzerine yıkılacak yada “ Aqua City”nin o çok şık türkuaz renkli gölet ve su oyunları içinde boğuluverecekmişim gibi
geliyor. İşte bu kaygılar beni “TOPRAK’tan kopan insanlarımızın ayağına toprağı, yani TABİAT ANA’mızı nasıl getirsek de, kaçınılmaz biçimde
onunla haşır- neşir olsalar” sorusuna çözüm/yanıt aramaya götürdü.
Böylece karşınıza bu sorunun yanıtlarından birisi olabilecek alçakgönüllü bir FİKİR PROJESİ ile çıkmaya karar verdim. Takdiri siz genç
meslektaşlarıma bırakıyorum.
Şimdi söz konusu FİKİR PROJESİ’nin kısa açıklamasını doğrudan o broşürden yapacağım izninizle.
BEN BOSTAN ÇOCUĞUYUM
Benim Kuşağım, demek yaşları şu anda 80’e dayanmış kişiler kendi çocuklarımızdan söz ederken onların Asfalt çocukları olduklarından dem
vururduk. Yani bizler o günlerde (1940’ların) Fatih semtinde kendi sokaklarımızda henüz inşa edilmemiş, mevcut apartmanların arasında
kalmış boş arsalarda top oynardık, çelik çomak oynardık, çember ve topaç çevirirdik vs.. vs.. Kısacası özel ‘’çocuk oyun alanları’’na gereksinim
yoktu. Dahası mahallemizin deli Cemile/ya da yılanlı Cemile diye bilinen ilginç bir maskotu vardı ki oldukça büyük bir boş arsanın bir köşesinde
‘’teneke ev’’ diye betimleyebileceğim bir barakada yaşam savaşı veriyordu. Onun arsası; hayli büyük ve başta futbol olmak üzere, her türlü
oyuna uygun bir alandı. Ama asıl anlatmak istediğim bu değil tabi ki!...
Fatih makro coğrafya ölçeğinde bakıldığında bugünki Belediye Sarayı’ndan başlayan ve ta Edirnekapı Surları’na dek uzanan bir tür alçak dağ
sırtları gibi idi. Başka bir anlatımla kent ölçeğinde Kuzey-Güney aksında bir büyük kesit alırsak (Karadeniz kıyısından Marmara Denizi’ne
doğru), görece olarak yaklaşık orta bölgede çukur ya da yayvan bir vadi görünümündeki topografik bir yapı çıkar karşımıza.
İşte o yayvan vadimsi büyük BOSTAN alanı (1940’ların) biz çocuklar için eğlenceli, heyecanlı, pek de meşru sayılamayacak marifetler
sergilediğimiz bir mekan idi. Özetle önceleri benden 7 yaş büyük (rahmetli) ağabeyim ve arkadaşları ta Fatih’teki evimizden yaya olarak
Yenikapı sahillerine yüzmek için giderlerken (2-3 kişiydiler) beni sahilde elbiselerine bekçilik yapmak üzere götürürlerdi. Doğal olarak bana
yüzmek yasak idi; ama onlar en az 1-2 saat yüzdükten sonra kıyıya çıkar (pek kum yoktu), çakıl taşları üzerinde hem ısınır hem de kurulanırlardı.
Benim başıma da (güneş geçmesin diye) gazeteden kocaman bir şapka yaparlardı. Ben mi ne yapardım o 1-2 saat içinde? O güneş altında
okuyamayacağıma göre (ki alfabeyi de yeni sökmüştüm) kıyıda kös kös oturup beklerdim. Tam esaret yani!...
İşte Fatih’teki evden Yenikapı’ya, o sahillere giderken kenarlarından geçtiğimiz (tozlu topraklı yollarda) bahçe ve bostanlardaki erik ağaçlarından
ki bahçe duvarından dışarıya sarkarak, mevsiminde iyice irileşmiş, yemyeşil ‘’kütür kütür’’ ve ekşi eriklerden avuç dolusu aşırıp yol boyunca
yerdik. Bahçe ya da bostan sahipleri kazara görürlerse, biraz şamata edip bize bağırıp çağırırlardı ama sopa ya da taş atarak kovalandığımızı
anımsamıyorum. Meyve ağaçları, eriğin yanısıra çağla bademi, elma ve şeftali de bulunuyordu o bahçelerde- bol ve bencileyin kırk yılda
bir geçerken bir avuç erik aşıran haşarı çocuklar da az olduğundan- bahçe sahipleri aldırış etmiyordu. Bu maceraların en keyiflisi Langa
Bostanları’ndan geçerken mevsimin ilk hıyarlarını doğrudan ve beleşten tatmak oluyordu. düşünün Bostan kenarından yola taşmış kocaman
bir hıyar ne kadar çekici bir manzaraydı. Eh biz de dayanamayıp ‘’müminin malı mümine sevaptır’’ diyerek adam başı birer langa hıyarı koparıp,
yolda rastladığımız ilk çeşmede (o semtlerde bolca sokak çeşmesi bulunurdu) yıkayarak yemeye başlardık. Tüm bunları ne için anlattım?
368
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Çocukluğum her ne kadar oldukça kentsel (asfalt değil ama arnavut kaldırımı denilen taşlarla kaplı) sokaklarda geçtiyse de zaman zaman
doğa ile bu tür buluşmalarımız gerçekleşiyordu. Yani TABİAT ANA’mızı yakından tanımak şansımız vardı. Kaldı ki rahmetli babam hayvan sever
bir kişi olduğundan evde kediler ve bodrumda (her kiracı için ayrılmış özel mekan olarak) kömürlük/odunluk olarak kullanılan yerde köpek de
besliyorduk; hem de beyaz bir Rus köpeğiydi, adı da BOCU!
Benim kuş sevgimi bilen pederim bir gün (evdeki kedileri hesaba katarak) arka balkona oldukça yüksek bir yere- kedilerden korkarak!- portakal
sandıklarını duvara iri çivilerle çakıp tutturarak bana güvercin kafesleri yapmıştı. Onun özel olarak satın alıp getirdiği 2 adet güvercin dışında
zaman zaman sokak güvercinleri de gelip bizim arka balkonu mesken tutmuştu. Hatta zamanla yumurtlayıp yavru da yapmışlardı.
Babamın Nevşehir gibi Anadolu’nun göbeğindeki bir kentte doğup büyümesinin bu doğal yaşama yatkınlığındaki rolünün büyük olduğunu
düşünüyorum.
Toprak ile ilişkim küçük yaşlarda –ilkokul çağında- birkaç yılda bir, okul tatilinde Manisa’nın dağ köylerinden birinde (Alibey Köyü) zeytinlikleri
olan amcama annem ile gidip 4-5 hafta misafir kaldığımız dönemlerde daha yakın olmuştu. Ama yine de ben ve mahalle arkadaşlarım (asfalt
değilse bile) APARTMAN çocuklarıydık.
Hasan Halife Mahallesi Fatih’te kentsoylu ailelerin oturduğu bir mahalleydi. Örneğin karşı komşumuz (Cansever Apartmanı sahibi Fazlı
Cansever’in oğlu) Edip Cansever ağabeyimin arkadaşları arasındaydı. Ancak ağabeyimin (kendisi gibi okul konusunda pek başarılı olmayan)
2-3 arkadaşı gibi top veya çelik çomak vb. oyunlara pek katılmazdı.
Bir diğer ünlü komşumuz (5-6 yıl yan yana evlerde yaşadığımız) bestekar Yesari Asım Arsoy idi. Ayrıca aynı sokakta ünlü ressam Sami Yetik,
sonradan ülke çapında tanınan felsefeci Yılmaz Öner (biz Yılmaz Abi derdik) ve bir süre aynı apartmanda komşuluk ettiğimiz giderek milli
takımda da oynayan Fenerbahçenin ünlü basketbolcusu Altan (soyadı Dinçer olabilir) gibi ülke çapında tanınmış kişiler de bulunuyordu.
Kısacası o zaman da Fatih Semti konservatif (tutucu demeye dilim varmıyor doğurusu) ailelerin oturduğu oturaklı, derli toplu, sosyal kalitesi
hayli yüksek bir semt idi. Ramazan Gökalp Arkın, Yavrutürk dergisi sahibi Rakım Çalapala (hanımı bizim okulda, yani Fatih 13. İlkokul’da
öğretmen idi), Halit Kıvanç ve sonradan ünlenen karikatürist Nihat Bali (Hürriyet gazetesinde vali Fahrettin Kerim Gökay ile dalga geçen bir
minik vali dizisi karikatürleri dizerdi.) semt taşlarımızdı.
Anlatmayı sürdürürsem toprağa dönemeyiz.
TOPRAK ile doğrudan uğraşmak çok sonra 1970’lerde (1972-75 arası) Danimarka’nın Aarhus kentinde yaşadığımız küçük evin bahçesinde
olmuştu. Yaklaşık 200- 250 m2 lik bahçenin çimlerini biçmekle başlayan, ağaç budama, sulama vb. uğraşlarla 3 yıllık bir deneyimim oldu.
NİÇİN TOPRAK?
TOPRAK Tabiat Ana’nın asal varlığı ve malzemesidir. Yani Tabiat Ana’yı tanımak toprak ile başlıyor. Sonra onun bağrından fışkıran pek çok
mucize ile ya gözleyerek ya da bizzat uğraş edinerek karşılaşıyorsunuz.
İşte şimdi birazcık felsefe yapmanın yeri geldi. TABİAT ANA’nın mucizeleri mi?
Bir minicik TOHUM ya koskocaman bir ağaç ya kavun, karpuz, üzüm, patlıcan, domates vb. olup çıkıyor karşımıza ya da pek çok çiçek veren
bitkilere dönüşüyor. Bu mucize değil de nedir? Dahası var. Ben (20 yıl kadar oluyor) HongKong’u ziyaret ettiğim sırada Çinli bir rehber hanım
ile mesleki gözlemlerde bulunmak üzere dolaşırken 8-10m yükseklikte bir duvardan genişçe bir derz içinden –yani taş dizilerinin arasındançıkıp büyümüş yaklaşık 15-20cm çaplı gövdesi olan bir ağaç gördüm: Mucize!
Buradan şöyle bir düşünsel çıkarım (dilerseniz sentez diyelim) yapabilir miyiz?
369
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Madem ki TABİAT ANA’MIZ bu denli mucizeler yaratıyor ve sayıları neredeyse sonsuz (hayvanlar alemi ve bitkiler alemi, Frenkçe deyişle FAUNA
VE FLORA’da şöyle bir gezinti yapsak mı? ) o halde TANRI kavramı ve olgusunu anlamanın bir yolu da TABİAT’ı ince eleyip sık dokuyarak
tanımak olabilir mi? Ben bu temel soruyu çok genç yaşta (16-17 yaşlarında) sorup hayli bocaladığımı ama zaman içinde psikoloji, sosyoloji ve
özellikle felsefe ile uğraşmamda önemli bir rol de oynadığını anımsıyorum.
YEŞİL EV’DEN YEŞİL KENT’E
Çok şükür asıl konumuza geldik.
TOPRAK, giderek TABİAT ANA ile uğraşmak mimar kökenli kent plancısı olarak bana ne kazandırdı?
Yanıt çok uzun olabilir o nedenle ben son aylarda geliştirdiğim bir FİKİR PROJESİNİ görseller yardımı ile açıklayarak sunmaya çalışacağım.
Yeşil ile temas (yani DOĞA ile iç içe yaşamak) günümüzde özellikle İstanbul gibi bir megalopoliste pek çoğumuz için bir hayal, bir rüya olarak
kalmaya mahkumdur. Yani bahçeli ev yaşantısı İstanbullu kenttaşlar için olanaksızdır. Kimi genç mimarlar gökdelen konutlarda (piyasadaki
sunumda REZİDANS olarak nitelenen bu korkunç yapılarda) düşey sarmaşıklı, şeffaf, gökdelen boyunca yükselen bitkisel kule öneriyorlar.
Kısacası bu rezidansta yaşayanlar örneğin 32. katta pencereden bakınca o kocaman cam fanus içinde sarmaşık benzeri yeşil örtülerle
karşılaşıyorlar. Bu bence naif bir nostaljidir. Yani çocuksu bir kandırmacadır. Kuşkusuz daha kötü - hatta komik- örnekler de var böylesi modern
yaşam mekanlarına ilişkin projelerde. Örneğin size minik bir VENEDİK yaşam çevresi satmaya çalışıyorlar tv reklamları ile. Bunları yaşam
felsefesi geliştirememiş yeni zengin (nouveau richa) toplum kesimlerine pazarlıyorlar. Ama beni bu YEŞİL EV ( ya da eko-konut) çabasına iten
temel neden TOKİ konutları rezaletidir.
Yetkili makamların pek de meşru olmadığını medyadan öğrendiğimiz arsaları yakınlarına peşkeş çekmeleriyle oluşan TOKİ BETON ORMANLARI
İstanbul’un silüetini –giderek de altyapısını- berbat etmektedir.
EKO KONUT özünde (villa tipi konut üst gelir grubu için bile ekonomik zorluklar içerdiğine göre) yeşil ile yaşama yani BAHÇE kavramını
günümüzün balkon anlayışına karşı geliştirip her apartman katı için hemen hemen apartmanın yüz ölçümü (yaklaşık %70-80’i ) kadar alanı
kat bahçesi olarak kullanıma sunmaktır.
Fikir Projesi düzeyinde bu anlayışta 2 ayrı apartman önerisi geliştirmeye çalıştık. Bunları anlayıp takdir edecek bir yatırımcı bulursak bu fikir
projelerini kendisine her an hediye olarak sunmaya hazırız.
EKO-KONUT PROJELERİ
Doğa’ya duyarlı düşünce ve eylemler giderek artmaktadır. Bu edimlerin olumlu ve çok önemli oldukları tüm aydınların ortak görüşüdür.
Ülkemizde TEMA vakfı ile Greenpeace üyeleri bu bağlamda övünç kaynağıdır. Tarımsal edimlerden mimarlığa dek yayılan geniş mesleki
yelpazede kimi olumlu atılımları gözlemlemekteyiz. Kendi alanımız olduğundan biz salt mimarlık alanında neler olup bittiğine elimiz
elverdiğince (özellikle yerel mimarlık dergilerinden) izlemeye ve yeni şeyler öğrenmeye çalışıyoruz.
Konut alanında son on yıla damgasını vuran TOKİ gökdelenleri üzücü ve ürkütücü bir çoğalma sergilemektedir. Bu konuda RANT, kavram ve
olgusunun başat olduğu yadsınamaz; kentsel arsalar dönüşüm adı altında para makinesine taş çıkartacak düzeyde metalaşmaktadır. Kuşkusuz
kamu yararı bir düşünce olmaktan çok parasal getiri ağırlıklı bir zihniyetin ürünüdür. İstanbul özelinde –geleceğe yönelik bir değerlendirme
yaparsak- tam anlamı ile bir facia oluşmaktadır. Yeditepe’nin güzelim sırtları taşıyamayacakları ağırlıkta ve çirkinlik abideleri olarak fışkıran
beton ormanları ile donatılmaktadır. Kimi iyi niyetli genç meslektaşlarımız bu kulelere (onlar TOWER sözcüğünü yeğliyorlar!) düşeyde binaya
yapışık şeffaf bir mekan tasarlayarak yeşil özlemini bu sarmaşık misali bitki örtüleri ile karşılamak gibi çabalar göstermektedirler. ‘’Hiç yoktan
iyidir’’ diyerek teselli olmak yerine ‘’acaba başka ne tür çözümler üretilebilir?’’ sorusu kafamıza takılınca aylar boyu bu soru üzerinde düşündük.
Batıda İngilizlerin 18-19. YY’lardan başlayarak (Endüstri Devrimi ile birlikte) geliştirdikleri *Allotment Gardens denilen fabrika işçilerinin
* Endüstri Devrimi sonrası fabrika işçilerinin (fabrikanın çok yakınındaki konutlarda dumandan etkilenen) sağlıklarını bir nebze düzeltmek amacı ile patronların sundukları,
şehir dışındaki yeşil alanlarda, küçük barakalarda basit bahçelere verilen isimdir.
370
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
haftasonlarını aileleri ile geçirecekleri basit baraka-kulübe görünüşlü, çok mütevazi ölçülerde (150-200 m2) bahçesi olan çözümleri geldi
aklımıza. Sayın Murat Karayalçın Ankara Belediye Başkanlığı döneminde aynı konuda ‘’Hobbi Bahçeleri’’ adı altında bir atılımda bulunmuştu.
Ankara’ya gidip, yerinde görme şansımız olmadığı için –gazete haberlerinden izlemekle yetindim- sonuç olarak nasıl geliştiğini bilemiyoruz.
İşte tüm bu anı ve düşüncelerle boğuşurken (TOKİ konutlarının da ruhsal ve mesleki rahatsızlığı arttıkça) biz nasıl katkıda bulunabiliriz?
Sorusu gündeme geldi. Ekteki çizimlerde –grafik anlatımda- açıkça görüleceği üzere doğayı/yeşili günlük yaşamın doğal bir parçası durumuna
getiren iki farklı plan çözümü ortaya çıktı.
1. PROJE’de her katta tek dairesi olan, çok katlı ama şehir silüetinde ‘’beton ormanları’’na eklenmeyen, tam tersine uzaktan da adeta ‘’asma
bahçeleri’’ görünümü içeren bir blok mimari oluşturulmaya çalışıldı. Ayrıntılı incelemede apartman planının (ki bu 120 ile 150 m2 arasında
değişen boyutlarda olabilir) yaklaşık %70’ine tekabül eden (ve bir alt katın tavanını/çatısını oluşturan) bir bahçe ortaya çıkmaktadır. Bu, artık
sıradan bir ‘’kapalı teras’’ değil, ailenin bahçe gereksinimini her anlamda –dinlenme, çiçek ya da domates, maydanoz, salatalık vb. sebzeleri
yetiştirmeye yönelik –karşılayan bir yeşil alandır. Buna EKO-KONUT 1 adını verdik.
2. PROJE’de dört büyük kare plandan oluşan bir çatı görünümü ilk bakışta tasarımın başat özelliğidir. Açılımında ise zemin katta küçük bir
kare plan (15x15m) ile başlayan ve her katta 1,5m. lik konsol çıkmalarla 4. katta (21x21m)lik bir alana ulaşan büyüklükte apartmanlardan
oluşmaktadır. Ayrıntılı plan çözümlerinde zeminden üst katlara çıkıldıkça kullanıcı taleplerine uygun biçimde kat başına 2, 3 veya 4 dairelik
çözümler üretilebilecektir. Halen düşünce aşamasında (fikir projesi) olan bu projenin en başat (Ekolojik) özellikleri planda gözüken 4 büyük
(her biri yaklaşık 400 m2) karenin tamamen GÜNEŞ PANELLERİ ile kaplanmış olmasının yanısıra zeminde her blok için –kendi çatı alanı
büyüklüğünde- bir bahçe/bostan bulunuşudur. Böylece kullanıcıları istemleri doğrultusunda dinlenme amaçlı olabileceği gibi 400m2’lik bir
yeşil alanın sebze bahçesi /bostan olarak da kullanımı mümkündür.
PROJE 2’nin bir diğer özelliği de ‘’ters piramit’’ formun apartman katlarında sağladığı ilginç ve yararlı cephe çözümleridir. Şekillerde görüleceği
üzere apartman cepheleri dikey olmadığından ev sahipleri oturdukları pencere kenarlarından (cephenin verev eğimi nedeni ile) doğrudan
aşağıdaki yeşillikleri seyretmek gibi görsel bir keyifleri olacaktır. Projenin dış alan kullanımı –özellikle merkezi kare- zeminde tüm 4 blok
sakinlerini biraraya getirecek bir çay bahçesi /pergole / veranda vs. havasında oluşudur.
371
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
372
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
373
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
374
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
375
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
FROM THE GREEN HOME TO THE GREEN CITY
Prof. Dr., Urban Planner Sümer GÜREL
My Fellow Colleagues,
Dear Students,
I was truly excited to receive the brochure for ‘International Building & Life Congress’ themed LIVABLE CITIES held by Chamber of Architects
Bursa Section on 27-31 March 2013.
This is because it, as it were, reflected a concern, a worry that overlaps the observations that have influenced me deeply in recent years, that
is the last quarter of my life. People drawing away from the SOIL, or MOTHER NATURE, and embracing technological developments compelled
me to give serious thought to this matter. This contemplations have finally brought about the observation that ‘I belong to a generation that
lived in the STREETS, our children made up the generation that lead their life in apartment blocks and on motorways, and now, the young,
the new generation, are representatives of Internet-Tweeter-Facebook generation.’
I had to do something. What would be the most striking warning or message? What did it have to be?
Seeking for an answer, I was reminded of a recollection from a visit to Bursa some 15 years ago: A colleague of mine, from İzmir, his wife, me
and my wife (I had come to Bursa, for academic purposes, to attend a meeting on behalf of Mimar Sinan University) wanted to climb up the
hills and enjoy the view of beautiful GREEN BURSA.
But alas! The vast plain of GREEN BURSA, that I once observed with great admiration in the spring of 1958 when, as a newly assistant at
Istanbul Technical University, I came here with a group of students and our professor Ms. Necibe Çakıroğlu on an ‘observation visit’, had
become almost grey. Upon seeing the two enormous factories, FIAT and RENAULT, on either sides of the main road from above, we realized
how and why that beautiful plain had become grey.
Here is a point that I am not bigoted as to overestimate or curse certain technological developments. Those who know me in person will
confirm this. However, there are honest scientists who voice the concerns and warn us on where we stand between the benefits and damages
that technology brings us (especially considering the latest warfare equipment that develops in parallel with technology). All these fearful
observations and concerns have led me to the question ‘What sort of intellectual-professional contribution can I make?’After a few months
of speculative contemplations, I prepared a presentation with the title I AM A CHILD OF TRUCK GARDEN’ and the subtitle ‘FROM THE GREEN
HOME TO THE GREEN CITY’. I first presented it to students and colleagues as part of ‘Wednesday Seminars’, which has been held by Mimar
Sinan Fine Arts University, Department of City and Regional planning for years, on 7th December 2012. The encouraging responses from the
students and young colleagues made me decide to do the same presentation for you here this year. Especially when my young fellow and
colleague Ms Evren Böke, President of Chamber of Architects Bursa Section, called me, upon receiving the brochure I had sent to her, and
asked me to share my opinion on how and why our cities have ended up being unliveable, I took it as a duty to make this speech. The main
problem is that the products of TECHNOLOGY (which at first offered comfort and convenience in daily life) such as automobiles, computers,
Internet, Tweeter, Facebook and the like have surrounded us like small flies on a spiders web. And this was the worst as experts say if devices
like these are used for more than half an hour (or an hour at the most), they certainly pose serious health problems from bad eyesight
to brain diseases, in the long term. I take it as my duty to emphasize this to my young fellows. Our late professor, Prof. Mukbil Gökdoğan
warned us in my first year at college, in his opening speech of 1951-1952 Academic Year saying ‘Books and periodicals on architecture are
like medicines, and if overused, they can poison you’. The denotation of this warning was undoubtedly ‘do not attempt to plagiarize when
preparing your projects and designing’. This warning of ethics has always been a serious valid principle for my generation. When looking at
377
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
the situation today, I guess my professor would be sorry to see it.
The young should fight your corner against the passion of TOWER and CITY. They have spread İstanbul skyline to such an extent that I have
become afraid to go out for I feel as if those towers were going to crash in on me or I was going to be drowned in the very chic turquoise
ponds of ‘Aqua City’. These were the concerns that led me to seek a solution/response to the question ‘How can we bring SOIL, or MOTHER
NATURE, to our people who have become separated from soil so they will inevitably mingle with it?’
As a result, I decided to come up with a modest IDEA PROJECT that can be one of the answers to this question.
Now I would like to explain this IDEA PROJECT directly by means of the mentioned brochure.
People of my generation, those who are nearly 80 now, used to refer to our own children as Motorway Kids. We, on the other hand, used to
play ball and tipcat, and roll hoops and so on in the vacant lands among the apartment buildings. In short, there was no need for ‘special kids
zone’. Furthermore, there was this lady called Mad Cemile, also the mascot of the neighbourhood, who struggled to survive in a shed that I
can depict as a ‘tin house’ at the back of a large piece of land. That piece of land was very large and thus convenient for any king of games,
especially football. But that is sure not my point!...
Looking at it on a macro geographical scale, Fatih used to be like a range of low ridges from today’s Town Hall to as far as Edirnekapı City
Walls. In other words, when a large section of North-South axis is taken in the urban scale (from the Black Sea coast towards the Marmara
Sea), we see a topographic structure in the form of a hollow or breit valley to the middle of the area.
That breit valley-like large BOSTAN area (of the 1940s) used to be a space where we, as kids, could play our entertaining and exciting games.
My brother, who was 7 years older than me, and his friends used to take me with them when they went to Yenikapı coast for a swim so that
I would keep an eye on thir clothes while they were swimming. Naturally, I was not allowed to swim, but they used to swim for at least 1-2
hours and then come ashore to warm and dry themselves on the pebbles (there was not much sand). They would make a hat for me out of
a newspaper so I would not get sunstroke. So what would I do while they were swimming? As I was not able to read in the hot sun, I would
just sit and wait for them doing nothing. Such a captivity!...
On the way from home in Fatih to the beach in Yenikapı, we would mooch handfuls of ripe, very green fresh sour greengages hanging from the
trees in the gardens and truck farms on the sides of the roads that we passed through. If the owners saw us, they would shout at us a little bit
but I do not recall being chased once. As the fruit trees were abundant and kids like us were very rare, they did not pay much attention. The
most joyous of these adventures was to taste the very first cucumbers of the season for free while passing by the Langa Bostanları. Imagine
how attractive a sight was a fully grown cucumber sloping over to the side of the road. So we would just pick one cucumber each and wash
them at the first water fountain and eat them. So why did I tell you all about this?
Although I spent my childhood in an urban area, we used to encounter nature from time to time on such occasions. That is, we had the
opportunity to get to know the MOTHER NATURE closely. Moreover, as my dad was an animal lover, we used to keep cats and a dog as pets
(the dog was a white borzoi named BOCU!).
My father, who knew I loved birds, made cages for pigeons high on the wall of the balcony. Apart from the two pigeons he bought, other
pigeons used to come for food. They even laid eggs there.
I think my father coming from an Anatolian city, Nevşehir, contributed a great deal to his tendency for natural life.
My relation with soil was closer in the times when we visited my uncle in his home in a village in the mountains in Manisa and stay there for
4-5 weeks now and then when I was at primary school. Still, my friends in our neighbourhood and me were kids of APARTMENTS.
Hasan Halife quarter in Fatih was a place where bourgeois families lived. For instance, our next door neighbour, Edip Cansever (The son of
Fazlı Cansever, the owner of the Cansever building) was a friend of my brother’s. He would not, however, join them very often when my
brother played games with his friends (who were not good at school like my brother).
378
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
Another famous neighbour was composer Yesari Asım Arsoy (lived next door for 5-6 years). Other well-known people in our street were the
famous painter Sami Yetik, philosopher Yılmaz Öner, and the famous basketball player of fenerbahçe and the national team, Altan Dinçer.
In short, Fatih quarter was a place where conservative families lived, and which was a decent neighbourhood. Ramazan Gökalp Arkın, Rakım
Çalapala, the owner of Yavrutürk magazine (his wife was a teacher at the school where I studied), Halit Kıvanç, and caricaturist Nihat Bali used
to be among the residents of our neighbourhood.
I will end the list here so we can get back to soil.
Working closer with the soil was possible much later in 1970’s (between 1972-1975) in the garden of the small house where we lived in
Aarhus, Denmark. I had three years of experience starting with moving the lawn in the 200-250 m² garden, and then going on to prune trees
and irrigation, etc.
WHY SOIL?
SOIL is the basic asset and material of Mother Nature. That means to get to know Mother Nature starts with getting to know the soil. Later
you encounter its many miracles by means of observing or working on it.
Now is the time for a bit of philosophy. The miracles of MOTHER NATURE?
A minute seed turns into a huge tree or melon, watermelon, grapes, aubergine, tomato, etc., or a flowering plant. If not a miracle, how what
would you call it? And that is not all. On a visit in HonkKong (about 20 years ago), while I was doing occupational observations with a Chinese
guide, I saw a tree with a 15-20 cm diameter, grown out of a wall pointing of a 8-10 meters tall wall, that is from among the layers of stone:
Miracle!
Can we make a speculative inference (or let us call it synthesis if you like) out of it?
Seeing that our MOTHER NATURE creates such miracles which are almost countless (shall we take a tour of FAUNA AND FLORA?), can
getting to know the NATURE closely be a way to understand the concept and phenomenon of GOD? I remember asking this question getting
confused at a very young age (at the age of 16-17), but it also playing a big role on my interest in psychology, sociology, and especially
philosophy in time.
FROM THE GREEN HOME TO THE GREEN CITY
We are finally on the point.
What did dealing with SOIL, and gradually with MOTHER NATURE earn me as an urban planner who is also an architect?
The answer could be quite long, so I will just try to present the IDEA PROJECT, which I recently developed, with visual aids.
Contact with the green (that is to live nested in the NATURE) is,today, bound to remain only a dream for most of us who live in a megalopolis
like İstanbul. In other words, a life in a house with a garden is out of the question for those living in İstanbul. Some young architects offer
vertical hedera, transparent plantal towers rising up along the skyscraper in skyscraper housings (the awful buildings called REZİDANS for
marketing). In short, people living in this residence, for example when looking down from 32nd floor see vine-like green covers in that huge
glass bell. To me it is a naive nostalgia. That is, it is a childish trickery. Without a doubt,
There are much worse – or even ridiculous – samples in projects for such modern biotopes. For instance, they try to sell you a small VENICE
living environment through advertisements. They aim at selling these to nouveau richa who have not developed a life philosophy. However,
the main reason that made me strive for GREEN HOMES is the scandal of TOKİ housings.
TOKI CONCRETE FORESTS, which were formed as a result of authorities making a present of lands to their relatives illegally as stated by
media, are spoiling the skyline – and gradually the substructure – of İstanbul.
379
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
GREEN HOMES essentially develops living with the green, that is the concept of GARDEN, against balconies (as villas are expensive even
for the high income group), and makes it possible to use an area of almost the size of each flat (nearly 70-80 %) to be used as gardens on
each floor.
On the level of Idea Project, we tried to develop two apartment proposals. If there comes up any investors who will appreciate these projects,
we are prepared to offer it as a present.
Nature conscious ideas and actions are increasing. It is a consensus of all highbrowed that these acts are favourable and significant. We are
proud of the members of TEMA (The Turkish Foundation for Combating Erosion Reforestation and the Protection of Natural Habitats) and
Greenpeace in Turkey. We can observe some favourable progress ranging from agricultural activities to architecture. We are trying to follow
the progress and get new knowledge (especially from architecture periodicals) merely in the field of architecture, as it is our own field.
TOKİ skyscrapers, which marked the last ten years in housing, are increasing in number, which is both alarming and upsetting. It is undeniable
that the notion of INCOME is principal on this matter. Urban lands are commoditized under the name of urban renewal. Doubtlessly, PUBLIC
welfare is more a product of a mentality only focused on money income. In Istanbul what is growing is a disaster to come. The hillsides
of Yeditepe are being adorned (!) with forests of concrete, which are too heavy a burden for Yeditepe and are extremely ugly. Some wellintentioned young colleagues are designing a vertical transparent space conjoint to the building in an attempt to compensate for the longing
for the green by means of these vine-like vegetation cover. Instead of consoling ourselves by saying ‘better than nothing’, we asked to
ourselves the question ‘What other solutions can be found?’, and contemplated for months. Then we thought of the Allotment Gardens of
the British, which first appeared as of 17th- 18th centuries (with the Industrial Revolution) and developed afterwards. Originally, they were
simple, sheds/huts with small (150-200 m²) gardens, built for factory workers and their families to spend their weekends in. During his
service as mayor of Ankara, Murat Karayalçın made an attempt on the same solution, named as ‘Hobby Gardens’. As we did not have the
opportunity to go and observe how it progressed, so we could just follow the process through newspaper, in the end we do not know how
it developed.
While struggling with all these recollections and ideas (accompanied by the ever increasing inner and professional disturbance by TOKİ
housings), the question ‘How can ve contribute?’ became a current issue. The outcome was two different plan solutions that make the
nature/green a component of daily life as can be seen in the enclosed drawings – in plotting.
Project 1 tries to create block architecture with one flat on each floor. They are multi-storey, yet do not add to ‘the forests of concrete’ in
the skyline, on the contrary have a sight of ‘hanging gardens’ from distance. The apartment plan (a size of 120-150 m²) has a garden that
corresponds to nearly 70 % of the plan (and forms the ceiling/roof of the floor below). This not an ordinary ‘indoor terrace’ , but rather a
green area that can meet the family’s need for a garden in every sense – relaxation, growing flowers or vegetables such as tomatoes, parsley,
cucumbers, etc. We call this GREEN HOME -1.
Project 2 has a roof that is made up of four large square plans as the dominant feature of the design prima facie. As for the expansion,
there is a small square plan (of 15x15 m) on the ground floor, and with 1.5 m consoles on each floor, the area of the flats reaches 21x21 m
on the 4th floor. In layout plans solutions, 2, 3, or 4 flat solutions can be produced depending on the user demands. The most dominant
(ecological) features of this project, which is yet an idea project, are that the four large squares (400 m² each) seen in the plan are totally
covered by SOLAR PANELS and that there is a garden/truck garden on the ground for each block which is the same size as its own roof space.
Thus, depending on the user demands, it can be used for relaxation or it is also possible to use this 400 m² area as a vegetable garden/
truck garden.
Another feature of Project 2 is the unusual and useful frontal solutions that are offered by the inverse pyramid form. As seen in the figures,
since the apartment fronts are not vertical, the owners will be able to see the greenery below directly from their windows (because of the
oblique slope of the front). As for the use of outdoor space, it is in the form of a tea garden/arbour/patio on the ground where the residents
of the four blocks can get together.
380
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
381
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
382
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
383
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
384
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
YAŞANABİLİR KENTLER İÇİN AŞAĞIDAN YUKARI PLANLAMA
ARACI OLARAK YEŞİL ALTYAPI MODELİ: KİLYOS HAVZASI ÖRNEĞİ
Araş. Gör., Dr. Öğr. Veli İLKE
İstanbul Üniversitesi, Orman Fakültesi, Peyzaj Mimarlığı Bölümü
Doç. Dr. E. Figen İlke
Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Peyzaj Mimarlığı Bölümü
YL. Öğr. Hakan TOPATAN
İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi, Orman Mühendisliği Bölümü
ÖZET
Günümüzün hızla gelişen kentleri, kentsel hidrolojik süreçlerle ilgili artan sorunlarla karşı karşıyadırlar. Bu sorunların üstesinden gelebilmek için,
kent planlama aktörleri suya duyarlı planlama ve kentsel tasarıma yönelik uyum sağlayabilir bütünleşik süreçleri benimsemek durumundadır.
Bu süreçler doğrusal olmayan dinamik özelliklere ve geri beslenme döngülerine sahip kendinden organizasyonlu sistemlerin bileşenleridir.
Sistemin davranışları, her bir sistem bileşeninin etkileşimlerine tepki olarak oluşan “beliren” (emergent) özellikler tarafından yönetilir. Bu
nedenle, sistemin sahip olduğu beliren karmaşık süreçlerle başa çıkmak üzere, aşağıdan yukarı planlama anlayışıyla tasarım optimizasyon
modelleri kullanarak Yeşil Altyapı ve Düşük Etkili Gelişim yaklaşımları Peyzaj Şehirciliği bakış açısıyla bütünleştirilmelidir.
Yeşil Altyapı, Benedict ve McMohan (2006) tarafından, temiz hava ve suyun sürdürülebilirliğini sağlayan, insan ve yaban hayatı için geniş bir
dizi fayda sağlayan, ekosistem değer ve işlevlerini koruyan, bağlantılı doğal ve açık alanlar ağı olarak tanımlanmıştır. İster çevre dostu olarak
tasarlanmış mühendislik yapıları (Benedict and McMohan, 2006), ister doğallaştırılmış akarsu koridorları olsun, ortak olarak atıfta bulunulan
bu tanımlama, çok sayıda işlev ve hizmet sağlayan ağ sisteminde bir altyapı fikrine vurgu yapar (Novotny, 2010). Yeşil Altyapı yaklaşımı
kentsel peyzaj planlamada gündemde iken, Düşük Etkili Gelişim kentsel yağmursuyu yönetiminde sıklıkla başvurulan bir yaklaşımdır. Düşük
Etkili Gelişim yağmursuyu yönetiminde yağmursuyunun zemine süzülmesini kolaylaştırmaya ve kaynağa yakın su arıtımına yönelik küçük
merkezi olmayan kentsel su yönetimine vurgu yapar (Matlock and Morgan, 2011). Bu nedenle, Düşük Etkili Gelişim yaklaşımı kentsel Yeşil
Altyapı ağı için çerçeve oluştururken, Yeşil Altyapı ağı kent planlama ve tasarımı için çerçeve oluşturmaktadır. Her iki yaklaşım da karmaşıklık
teorisini temel alan aşağıdan yukarı süreçlere vurgu yapar. Planlama ve tasarımda aşağıdan yukarı süreçleri temel alan ve kentlere bir süreç
modeli olarak bakmayı öneren peyzaj şehirciliği, kentsel su yönetiminde merkezi olmayan bu yaklaşımları kucaklamaktadır.
Bu çalışmada, İstanbul’un Kuzeybatısında yer alan Kilyos Havzası’nda aşağıdan yukarı süreçlere dayalı Yeşil Altyapı modeli araştırılmıştır.
Bu yarı-kentleşmiş havzada hidrolojik simülasyon modelleri elde etmeye yönelik ArcGIS (version 10.1) ortamında; sayısal yükseklik, arazi
kullanımı, toprak, hidrojeoloji ve altyapı verileri kullanılmıştır. İlk olarak, yağmursuyu infiltrasyon tahmini için, Green ve Ampt yöntemi
yağmursuyunun akış modellenmesinde kullanılmıştır. İkinci olarak, süreç tabanlı hidro-ekolojik optimizasyon modelleri üretmeye yönelik
melez etmen tabanlı model elde etmek amacıyla ArcGIS yazılımıyla eş zamanlı biçimde çalışan Repast Agent Analyst yazılımı kullanılmıştır.
Çalışma bulgu ve sonuçları, ekolojik performansa dayalı geleceğin kent planlama ve tasarımına ışık tutacaktır.
Anahtar Kelimeler: Yeşil Altyapı, Etmen Tabanlı Modelleme
1. Giriş
Kentlerin en üretken bileşenleri olan altyapılar, kentsel peyzaj süreçlerinin yönetilmesini ve düzenlenmesini sağlar. Bu nedenle “kentsel altyapı
kalitesi kentsel ortam kalitesiyle doğrudan ilgilidir” (Yuan and Ru, 2011). Peyzaj Şehirciliği bakış açısıyla, su temini, atık su, yağmursuyu,
ulaşım ve diğer kentsel altyapılar büyük ölçüde Peyzaj Altyapısı”nın konularıdır. “Altyapı olarak peyzaj” (Belanger, 2009) ve “altyapısal
385
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
şehircilik” (Gray, 2006; Allen, 1999) kavramları altyapı, kent ve peyzaj arasındaki ilişkiyi değiştirerek, melez disiplinler arası bir alan olarak
kentsel altyapının yeni bir sentezini oluşturur. Peyzaj Altyapısı peyzajda insan ve doğa arasındaki ilişkiyi kolaylaştıran ekolojik ağ oluşturarak
kentteki “akışları ve peyzajların bütünleşmesini” (Nijhuis et al., 2012) kolaylaştıracak sayısız olanaklar sunar.
Bu bildiride, “doğal ekosistemi koruyan, temiz hava ve suyun sürdürülebilirliğini ve işlevini sağlayan, insan ve yaban hayatına geniş bir
dizi faydalar sağlayan” (Benedict and McMohan, 2006) bir ekolojik ağ sistemi olarak, Yeşil Altyapı yaklaşımı Peyzaj Altyapısı kapsamında
değerlendirilmiştir. Örneğin; suyun arıtılması, depolanması ve iyileştirilmesi çoğunlukla mühendislik çözümleriyle suyun kontrolünü sağlayan
yapay sistemler gerektirir. Yapay biçimlerine karşın, bu mühendislik yapıları çevresel koşulların olumsuz etkisini azaltma, kentsel ortamı
birbirine bağlama gibi güçlü olanaklar sunan işlevsel peyzaj öğeleridir.
Peyzaj Şehirciliği bakış açısıyla, Yeşil Altyapı yaklaşımı aşağıdan-yukarı bir olgudur. Bu nedenle yaklaşım, aşağıdan-yukarı planlama araçlarını
kullanarak diğer aşağıdan-yukarı yaklaşımlarla bütünleştirilmelidir. Bu yaklaşımlardan biri yağmursuyu yönetiminde “yağış kaynağına
yakın müdahale etmek ve yağışın zemine süzülmesini kolaylaştırmaya yönelik küçük ve merkezi olmayan yönetim uygulamalarının
kullanımını vurgulayan” (Matlock and Morgan, 2011) Düşük, Etkili Gelişim yaklaşımıdır. Düşük Etkili Gelişim ve Yeşil Altyapı planlamasının
bütünleştirilmesinde başlıca konu, değişik iyi yönetim uygulamaları için Yeşil Altyapı ağı üzerinde en uygun alanların seçimine yönelik
aşağıdan-yukarı süreçlerin düzenlenmesidir. Bu amaçla geliştirilen yöntem başka hiçbir optimizasyon tekniği ve karar destek modellerinin
erişemeyeceği kadar, karar destek modeli olarak açıklayıcı bir Yeşil Altyapı optimizasyon tekniği sunar.
2. Kavramsal Çerçeve
2.1. Yeşil Altyapı
Benedict and McMohan (2006)’ya göre; Yeşil Altyapı yaklaşımı, açık alan göbek ve bağlantı sisteminin oluşturulmasını sağlayacak bir konsept
olarak ve farklı ilgi alanlarını bir araya getirecek mekanizma sağlayan bir süreç olarak iki fayda sağlar. “Doğal ekosistem değerlerinin geliştirilip
sürdürülmesini ve insanlara bütünleşik sosyal, ekonomik, estetik faydalar sağlayan birbirine bağlı bir açık alan ağı” (Nijhuis et al., 2012) ve
sosyo-ekolojik süreçleri yöneten bir mekanizma oluşturmak için, “Yeşil Altyapı planlama, kentsel planlama ve tasarımın ilk aşaması olmalıdır”
(Chang et al., 2011). Bu planlama adımı, kentsel peyzaja kentlerin doğrusal olmayan öz-düzenleyici dinamiklerini tetikleyici “sosyo-ekolojik
dayanıklılık” (Schaffer and Swilling, 2012) kazandırır.
Bu bağlamda, konu ile ilgili araştırmalar, sosyo-ekolojik süreçleri yönetmek üzere bu birbirine bağlı ağ sisteminin nasıl planlanacağı ve yönetileceği
sorusu üzerine odaklanmaktadır. Schaffer ve Swilling (2012) Johennesburg’da “kentsel ortamda insan ve doğa arasındaki esnekliği arttırmak
için hangi tür ekolojik ve teknolojik altyapı ve planlamaya ihtiyaç olduğu” sorgulayarak kentsel Yeşil Altyapının kompozisyonu ve dağılımına
odaklanmış ve bir takım nicel ve nitel değerlendirme teknikleri kullanarak ekosistem hizmeti olarak kentsel altyapıyı değerlendirmişlerdir.
Yeşil Altyapının kompozisyonuna odaklanan bir diğer araştırmada, Chang et al., (2011) Çin Shenzhen Longang Bölgesinde sürdürülebilir
arazi kullanımına rehber olmak üzere leke, koridor, matris modeli ile CBS tabanlı ekolojik bağlantılılık değerlendirmesini bütünleştirmiştir.
Soille ve Vogt (2009) Birleşik Devletler bütününde “çekirdek, adacık, köprü, düğüm, dal, kenar ve delinme”lerden oluşan Yeşil Altyapı
değişimi ve kompozisyonun haritalanmasına yönelik “morfolojik mekânsal desen analizi” sunmaktadır. Bu araştırmalar Yeşil Altyapının genel
kompozisyonuna odaklanırken, diğer yandan, bazı araştırmalar çoğunlukla uyum sağlayabilir ve bütünleşik su yönetimi ile ilgili Yeşil Altyapı
tasarımı uygulaması ve dönüşümüne yönelik çalışmalara odaklanmışlardır. Graaf ve Brugge, (2010) Rotterdam Kenti için kentsel yenileme
programlarıyla bağlantılı bir biçimde “yeraltı suyunu, yüzey suyunu, ulaşım ve arıtma suyunu, atık su ve yağmursuyunu içeren bütün kentsel
su döngüsünü kapsayan” bütünleşik su yönetimi üzerine dönüştürücü bir bakış açısı önermiştir. Newell et al. (2013) Birleşik Devletler’de yedi
kentte alle yeşillendirme programlarını analiz ederek kentsel yağmursuyu yönetmini, kolaylaştıran, ısı adası etkisini azaltan, yaban hayatı
genişlemesini kolaylaştıran yeşil alleler önermektedir.
2.2. Düşük Etkili Gelişim
Kentsel su yönetimi üzerine geleneksel yaklaşımlar “büyük ölçekli, merkezi ve mekanik sistemler olarak karakterize edilirken” (Farrelly and
Brown, 2011), “uyum sağlayabilir ve bütünleşik su yönetimi” üzerine yeni yaklaşımlar, öz-düzenleyici geri beslenme döngüleriyle ekosistem
karmaşıklığını anlamaya yönelik kavramları benimsemektedir (Morgan, 2011; Wostl et al., 2008). Düşük Etkili Gelişim kentsel su yönetiminde
ekosistem korumayı istenen gelişmeyle uzlaştırmaya yönelik yeni bir paradigmanın bir parçasıdır (Matlock and Morgan, 2011). Paradigma,
386
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
“gelişme öncesi hidrolojik durumun sürdürülmesi ve alana yönelik ekolojik ayak izinin çevresel etkisinin azaltılması” (Brown et al., 2010)
ile “kentsel havzalarda su depolanması taşınması işlevleri merkezi olmayan yöntemlerin kullanılmasını” (Spatari et al., 2011) amaçlar. Bu
amaçlara ulaşmak için, paradigma kentsel yağmursuyu toplama, taşıma ve arıtmaya yönelik en iyi yönetim uygulamalarını kullanır. Bu
paradigmayı destekler biçimde Uluslar arası Su Birliği’nin (IWA) yağmursuyu altyapısının geleceği için, merkezi olmayan atık su arıtma, yeraltı
sistemlerinden çok, kaynak olarak kullanılabilir çoğunlukla yüzey sistemlerinden oluşan yerelleşmiş kentsel drenaj ağlarını çözüm önerisi
olarak sunmaktadır (Novotny et al., 2010).
Bu konu ile ilgili araştırmalar “çevresel zararların azaltılması, yeniden kullanım olanaklarının arttırılması ve maliyet verimliliği” (Wang et al.,
2006) sağlayan merkezi olmayan su yönetimine yönelik optimizasyon teknikleri ve karar verme süreçlerine odaklanmaktadır. A.B.D. Çevre
Koruma Ajansı (EPA) tarafından geliştirilen SUSTAIN yazılımı ArcGIS (versiyon 9.3) yazılımı ile bütünleşik bir şekilde karar destek yöntemi
olarak evrimsel optimizasyon tekniklerini kullanan en iyi tasarım optimizasyon araçlarından biridir. Lee et al., (2012), çoklu en iyi yönetim
uygulamalarının depolama ve infiltrasyon işlevlerinin maliyet tahmini ve verimlilik değerlendirilmesinde yazılımın nasıl kullanılacağını
sunmaktadır. Kentsel yağmursuyu simülasyonu için diğer bir etkili araç Green ve Ampt yöntemini kullanan SWMM yazılımıdır.
2.3. Aşağıdan - Yukarı Planlama
Çağdaş bilimlerin tamamına tesir eden Karmaşıklık Bilimi, Peyzaj Altyapısı, Yeşil Altyapı kavramlarını kucaklar ve onları güçlendirecek aşağıdanyukarı araçlar sağlar. Son yirmi yıl boyunca aşağıdan-yukarı yaklaşımlar ve araçlar şehir planlama, peyzaj ekolojisi ve mimarlık disiplinleri için
temel araştırma konusu olmuştur. “Belirme” (Johnson, 2002; Holland, 1998) kavramı temelinde, Etmen Tabanlı Modelleme ve Hücresel ÖzDevinim (Wolfram, 2002) gibi Aşağıdan-Yukarı modelleme araçları, kentsel peyzaj gibi “karmaşık uyum sağlayabilir peyzajlar”ın (Ryan et al,
2007) anlaşılması ve planlanmasında en etkili modelleme araçları olarak önem kazanmaktadır. Karmaşıklık Bilimi, şehircilik ve peyzaj ekolojisi
kesimine dair akademik araştırmalar (Haase et al., 2012; Chen, 2012; Tiana et al., 2011; Crooks, 2010; Wainwright and Millington, 2010;
Baynes, 2009; Fontaine et al., 2009; Batty, 2008; Xie et al., 2007; Brown et al., 2004) incelendiğinde, Etmen Tabanlı Modelleme çoğunlukla
karar destek aracı olarak kentsel peyzajların beliren süreçlerinin simülasyonunda kullanılmaktadır.
Belirme olgusu, doğrusal olmayan öz-düzenleyici geri beslenme döngülerine sahip karmaşık uyum sağlayabilir peyzajların en temel
özelliğidir. Kavram, bir sistemin genel davranış ve desenlerinin basit kurallar ile sistem öğelerinin yerel etkileşimlerinden kaynaklanması
anlamına gelmektedir. Bu özellik doğrusal olmayan sistemleri doğrusal sistemlerden ayıran belirgin karakteristiktir. Doğrusal olmayan özdüzenleyici karmaşık bir olgu olarak kentlerin doğasında olan temelini oluşturan özelliklerin açığa çıkarmak için daha çok aşağıdan-yukarı
planlama aracı geliştirmeye gereksinim vardır. Belki de, aşağıdan-yukarı bir biçimde anlaşılması ve planlaması gereken kentsel peyzajların en
karmaşık bileşenleri, Yeşil Altyapı ve hidrolojik süreçleri olarak değerlendirilebilir. Bu nedenle, çalışmada Düşük Etkili Gelişim en iyi yönetim
uygulamalarını kullanarak kentsel hidrolojik süreçleri anlama ve geleceğin Yeşil Altyapı tasarımı için karar vermeye yönelik bir Etmen Tabanlı
Yöntem önerilmiştir.
3. Melez Etmen Tabanlı Yeşil Altyapı Optimizasyon Yöntemi
Aşağıdan-yukarı kent planlamayı Yeşil Altyapı ve Düşük Etkili Gelişim yaklaşımlarıyla bütünleştirmek için başlıca çalışma konusu, Etmen
Tabanlı Modelleme ve hidrojik simülasyon araçlarını CBS ortamında bir araya getiren melez modeller geliştirmektir. Bu bildiri Yeşil Altyapı
optimizasyon aracı olarak CBS tabanlı melez Etmen Tabanlı Modelleme yöntemini sunmaktadır. Yöntem birbiriyle etkileşimli bir biçimde
çalışabilen farklı yazılım ve araçlar kullanan dört aşamadan oluşur (bkz. Şekil 1). İlk aşamada, ileri hidrolojik akış modeli girdi olmak üzere
ArcGIS Spatial Analyst hidroloji araçları kullanılarak temel hidrolojik analizler elde edilir. İkinci olarak, Green ve Ampt yöntemine dayalı birikmeli
süzülme tabanlı yağmursuyu akış modeli ArcGIS ArcHydro araçları kullanılarak üretilir. Üçüncü aşamada, yöntemin en önemli parçası olarak,
etmenlerin tipi, davranışı ve ortamı, model amacı tipi, süresi ve doğrulama teknikleri belirlenir (bkz. Şekil 2). Son olarak, üçüncü aşamada
belirlenen etmen parametreleri Repast Agent Analyst (Johnston, 2013) kurulur ve melez Etmen Tabanlı Model ArcGIS (versiyon10.1) ile eş
zamanlı olarak çalıştırılır.
387
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Şekil 1. Melez etmen tabanlı yeşil altyapı optimizasyon yöntemi (SYM* Sayısal Yükseklik Modeli, TAK* Toprak Arazi Kullanımı, YSAM*
Yağmursuyu Akış Modeli, İYU* İyi Yönetim Uygulamaları)
Şekil 2. Yöntemin üçüncü aşaması (YSAM* Yağmur Suyu Akış Modeli, İYU* İyi Yönetim Uygulamaları)
388
25 th INTERNATIONAL BUILDING & LIFE CONGRESS / 28 - 30 MARCH 2013
4. Örnek Çalışma
Kentleşme baskısı altında olan Kilyos havzası Kuzeybatı İstanbul’da yer almaktadır (bkz. Şekil 3). Yeşil Altyapı hidrolojik performansının
gelecekteki olası etkilerinin önceden görülmesine yönelik geliştirilen yöntemin uygulanması amacıyla, hızla kentleşen havza örnek çalışma
alanı olarak seçilmiştir. Bu yarı-kentleşmiş havzada, hidrolojik simülasyon modeli elde etmeye yönelik (bkz. Şekil 4) ArcGIS ortamında
sayısal yükseklik modeli, toprak ve arazi kullanımı verileri kullanılmıştır. Sonra, melez Etmen Tabanlı Modelleme yöntemi imar planı alan
kullanımı verisi üzerinden modellenmiştir. Böylece mevcut imar planının hidrolojik süreçler açısından gelecekteki olası etkileri önceden tahmin
edilmektedir.
Şekil 3. Çalışma alanı; Kilyos havzası
389
25. ULUSLARARASI YAPI VE YAŞAM KONGRESİ / 28 - 30 MART 2013
Şekil 4. Kilyos havzası alan kullanım durumu ve hidrolojik simülasyon modeli
5. Sonuç ve gelecek çalışmalar
Çalışma bulgu ve sonuçları hidro-ekolojik performansa dayalı geleceğin kent planlama ve tasarımına ışık tutmaktadır. Melez Etmen Tabanlı
Model sayesinde, Yeşil Altyapı yaklaşımı kendini Peyzaj Altyapısı bakış açısına taşıyacak etkili bir aşağıdan-yukarı araca sahip olmuştur.
Böylece, çalışma Kilyos havzası örneğinde beliren ve öz-düzenleyici süreçleri anlaşılır kılarak mevcut kent planlarının gelecekteki olumsuz
etkilerinin giderilmesi, sosyo-ekolojik süreçleriyle yaşanabilir, geri beslenme döngüleriyle dirençli, suya duyarlı bir kentsel ortam için ipuçları
vermekted

Similar documents

tuz gölü özel çevre koruma bölgesi yönetim planı

tuz gölü özel çevre koruma bölgesi yönetim planı Önemli Bitki Alanı, Önemli Doğa Alanı, Önemli Kuş Alanı statüsüne sahip Tuz Gölü ve çevresine yönelik gerçekleştirilen Yönetim Planı çalışmaları, Tuz Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi’nin kaynaklarını...

More information