151 - Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Transcription
151 - Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Ege Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Patoloji Birimi VİRAL ENFEKSİYONLAR BİTİRME TEZİ Stj. Hekim Gülden DÖNMEZ ŞİMŞEK Danışman: Prof.Dr. Taha ÜNAL Dişhekimliği Kütüphanesi Bornova. İzmir 2007 İÇİNDEKİLER 1. GİRİŞ __________________________________________________________________ 2 2. İNFEKSİYÖZ AJANLARIN HASTALIK OLUŞTURMASI ____________________ 3 2.1. Virüslere Bağlı Zedelenmenin Mekanizmaları ___________________________________ 3 3. SOLUNUM SİSTEMİNİ ETKİLEYEN VİRÜSLER ___________________________ 5 3.1. Orthomyxovirüsler__________________________________________________________ 5 3.2. Paramyxovirüsler ___________________________________________________________ 7 3.2.1. Parainfluenza virüsleri ____________________________________________________________ 7 3.2.2. RSV __________________________________________________________________________ 8 3.3. Coronavirüsler _____________________________________________________________ 9 4. VİRÜSLER VE GASTROINTESTINAL TRAKE _____________________________ 9 4.1. Enterovirüs Enfeksiyonları ___________________________________________________ 9 4.1.1. Coxsackievirüsler ______________________________________________________________ 10 4.1.2. Echovirüsler ___________________________________________________________________ 10 4.1.3. Poliovirüsler __________________________________________________________________ 11 5. AKUT GASTROENTERITIS’E NEDEN OLAN VİRÜSLER __________________ 12 6. ÇOCUKLUK DÖNEMİ ATEŞLERİ _______________________________________ 13 6.1. Kızamık ve kabakulak virüsleri ______________________________________________ 13 6.1.1. Kızamık ______________________________________________________________________ 6.1.2. Kabakulak ____________________________________________________________________ 6.1.3. Kızamıkçık ___________________________________________________________________ 6.1.4. Parvovirüs B19 ________________________________________________________________ 13 14 14 16 7. VİRAL HEPATITIS _____________________________________________________ 16 7.1. Hepatitis A virüsü (HA V) ___________________________________________________ 7.2. Hepatitis B virüsü (HBV) ___________________________________________________ 7.3. Hepatitis D virüs (delta ajan, HDV) ___________________________________________ 7.4. Hepatitis C virüs (HCV) ____________________________________________________ 7.5. Hepatitis E virüs (HEV) ____________________________________________________ 7.6. Diğer hepatit virüsleri ______________________________________________________ 18 18 20 20 21 21 8. HERPESVİRÜS ENFEKSİYONLARI ______________________________________ 21 8.1. HSV enfeksiyonları ________________________________________________________ 21 8.1.1. HSV Primer enfeksiyonlar________________________________________________________ 21 8.1.2. Yinelenen HSV enfeksiyonları ____________________________________________________ 22 8.2. VZV enfeksiyonu __________________________________________________________ 22 8.3. CMV enfeksiyonları ________________________________________________________ 23 8.4. HHV-6 enfeksiyonu ________________________________________________________ 24 9. RETROVİRÜSLER _____________________________________________________ 26 9.1. HIV enfeksiyonu___________________________________________________________ 26 9.1.1. Immunopatoloji ve patojenler _____________________________________________________ 9.1.2. Epidemiyoloji _________________________________________________________________ 9.1.3. Tanı _________________________________________________________________________ 9.1.4. Tedavi _______________________________________________________________________ 28 30 30 31 10. REFERANSLAR _______________________________________________________ 34 1 1. GİRİŞ Düzelmiş yaşam şartları, yaygın aşılama ve etkili antibiyotiklerin mevcudiyetine rağmen infeksiyöz hastalıkları, Amerika Birleşik Devletlerin'de kronik hastalıkla kötlüleşen, immünosupressif ilaçlarla tedavi edilen veya etkili antiviral tedavinin olmadığı edinsel immun yetmezlik sendromundan (AIDS) ızdırap çeken kişilerde can almaya devam etmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde, sağlıklı olmayan yaşam şartları ve malnütrisyon, her yıl 10 milyondan daha fazla kişiyi öldüren infeksiyöz hastalıkların yaygınlaşmasına ağırlaşmasına yardım etmektedir. Ölümlerin çoğu, virus ve bakterilerin neden olduğu solunum ve gastrointestinal sistem enfeksiyonu geçiren çocuklarda olur. İlave olarak Asya ve Afrikada ölümlerin artışı insan immun yetmezlik virüsü (HIV) ile enfekte olan ve biraz daha pahalı antiviral ilaçları almaya gücü yetmeyen erişkinler arasındadır. Virüsler; Hayvan virüsleri kendi üremeleri için vücudun metabolik makinasına bağımlı olan zorunlu hücre içi etkenlerdir.Virüsler içerdikleri DNA veya RNA nükleik asid tipine ve kendilerini çevreleyen kapsid veya protein örtünün şekline göre sınıflandırılır. Viral patojenler tüm insan enfeksiyonlarının büyük bir kısmından sorumludur, çoğu akut rahatsızlığa (örn. nezle ve grip salgınları) neden olur. Diğer virüsler vücuttan atılmaz ve yıllarca kalıp çoğalmalarını sürdürürler (örn. hepatit B virüslü kronik infeksiyon) veya daha sonra reaktif olma potansiyelinde latent noninfeksiyöz formda yaşamaya devam ederler. Örneğin, su çiçeğinin etkeni olan herpes zoster virüsü, arka kök ganglionlarında latent formda bulunur ve periyodik bir şekilde aktive olarak zona adı verilen ağrılı bir deri hastalığını oluşturur. Farklı virüs türleri aynı paıolojik görünümlerı oluşturabileceği gibi (örn, Üst solunum yolları infeksiyonları), tek bir virus (örn. sitomegalovirus [CMV] vücudun yaş ve direncine bağlı olarak farklı klinik tablolar da oluşturabilir. Virüsler yalnızca 20-300 nm büyüklükte olduklarından, bir virus en iyi elektron mikroskobu ile görülür. Kapsid proteinlerinin icosahedron veya helix yapısında olmasına göre, elips veya silindir şeklinde görülebilirler. Bazı viral partiküller virusların infekte ettiği hücreler içerisinde birikirler ve karakteristik inklüzyon cisimciklerini oluştururlar. Bunlar ışık mikroskobu ile incelemede tanısal değer taşır. Örneğin. CMV ile enfekte hücreler genişlemiş olup geniş eozinofilik nükleer inklüzyon ile daha ufak bazofilik stoplazmik inklüzyonlar gösterir; herpes virüsları, berrak bir halo ile çevrili büyük bir nükleer inklüzyon oluşturur; çiçek ve kuduz virüsleri karakteristik stoplazmik inklüzyonlar oluştururlar. Viral inklüzyonların saptanması sıklıkla zordur (örn. HBV) ve çoğu virüs inklüzyon oluşturmaz. 2 2. İNFEKSİYÖZ AJANLARIN HASTALIK OLUŞTURMASI İnfeksiyöz ajanların konak bariyerini yıkış tarzını gözden geçirerek nasıl hücreyi zedelediğini ve dokuda nasıl hasar yaptığını inceleyebiliriz. Bununla ilgili 3 genel mekanizma vardır. 1. İnfeksiyöz ajanlar konak hücresine temas ederek veya girerek doğrudan hücrenin ölümüne neden olur. 2. Patojenler uzak mesafeden hücreyi öldüren ekzotoksin veya endotoksin salabilirler: salınan enzimler doku komponentlerini parçalar veya kan damarlarına zarar vererek iskemik nekroza yol açar. 3. Patojenler genellikle immun mekanizmalarla doku zedelenmesine yol açan konak hücre yanıtlarına neden olurlar. 2.1. Virüslere Bağlı Zedelenmenin Mekanizmaları Virüs konak hücresine girerek orada replike olur ve hücreye zarar verir. Onlar özel konak proteinlerine (reseptör) bağlanan spesifik yüzey viral proteinlere (Ligands) sahiptir ve bunların çoğunun görevleri bilinmektedir. Örneğin HIV T hücre aktivasyonu ile ilgili CD4 ve chemokine reseptörlerine bağlanır. Epstein Barr virüsü makrofajlardaki kompleman reseptör CD21'e bağlanır. rinovirüsler ise mukozal hücrelerdeki hücrelerarası adezyon molekülü 1 (ICAM-I)’e bağlanır. X ışını kristallografisi çalışmaları birçok virüs için konak hücre reseptörünün özel bölümüne bağlanacak olan viral bağlanma proteininin spesifik kısmını tanımlar. Bazı virüslerin viral tropizme veya diğerleri değil de spesifik hücreleri infekte etmeye eğilimlerinin nedeni, konak hücrede virüslerin bağlanacağı proteinlerinin bulunup bulunmamasıdır. Örneğin influenza virüsleri virüs yüzeyindeki hemaglutinine yapışma ve onu aktive etmek için gerekli bir proteazı açığa çıkaran solunum yolu epitel hücrelerinde çoğalır. Viral tropizmin ikinci önemli nedeni ise virüslerin bazı hücreler içinde replike olabilme, bazı hücrelerde olamama kabiliyetleridir.Örneğin, lökoensefalopatiye neden olan LC papovavirüs infeksiyonu yalnızca merkez sinir sistemindeki oligodendroglial hücrelere münhasır kalır. Çünkü, LC virüsünün viral genelerdeki promoter ve enhancer DNA dizileri yalnızca glial hücrelerde aktif, nöronlar ve endotelyal hücrelerde aktif değildir. Yapışmadan sonra, virünun tümü veya genomu ile esansiyel polimerazları içeren bir kısmı hücre sitoplazmasına girer: (1) Virüsün tümünün plasma membranından translokasyonu, (2) viral zarfın hücre membranına füzyonu veya (3) reseptör aracılığıyla endositozis ve endomozal membranlarla füzyon. Hücre içinde virüs kılıfını atar, genomunu yapısal komponentlerinden ayrılır ve enfektivitesini kaybeder. Virüsler daha sonra her virüs ailesi için 3 farklılaşan enzimleri kullanarak replike olurlar. Örneğin, negatif sense RNA virüslerden pozitif-sense m-RNA yapmak için RNA polimeraz kullanılır. Halbuki Retrovirüsler ise RNA formlarından DNA yapmak için reverse transkriptazı kulanırlar. Bu virüs spesifik enzimler ilaçların viral replikasyonu inhibe etmek için kullanılabildiği yerleri temin ederler. Güney Afrikada bulunan HIV'in alt grubu bilhassa virülandır. Çünkü, onun transkripsiyonu belirgin bir şekilde tümör nekroz faktör (TNF) gibi inflamatuar sitokinler tarafından arttırılır. Aynı anda diğer mikroplar tarafından enfeksiyon oluşur. Virüsler viral sentez için bazı dokularda bulunan fakat her dokuda bulunmayan konak enzimlerini de kullanırlar. Yeni üretilmiş viral genomlar ve kapsid proteinleri nükleus veya sitoplazmadaki yavru viryonlarda toplanırlar ya doğrudan salınırlar (enkapsüle olmayan virüsler) veya plazma membranı boyunca tomurcuklanırlar (enkapsüle virüsler). Virüsler konak hücrelerini öldürür ve çeşitli yollarla doku zedelenmesine yol açar. 1- Virüsler konak hücrelerinin DNA, RNA veya protein sentezini inhibe edebilirler. örneğin, poliovirüs konak hücre m-RNA 'larının translasyonu için esansiyel bir protein olan "cap-binding protein"i inaktive eder, fakat poliovirüs mRNA larının translasyonunu etkilemez. 2- Viral proteinler konak hücre plazma membranına girer ve onun bütünlüğünde doğrudan zedelenme yapar veya hücre füzyonunu kolaylaştırır (HIV, kızamık, herpesvirüs). 3- Virüsler etkili bir şekilde replike olur ve konak hücreyi eritir. Örneğin, respiratuar epitel hücreleri fazla miktarda rhinovirüs veya influenza virüsü. karaciğer hücreleri sarı humma virüsü. nüronlar poliovirüs ve kuduz virüsünün çoğalmaları ile öldürülürler. 4- Konak hücrelerinin yüzeyindeki viral proteinler, immun sistem tarafından tanınabilir ve konak lenfositleri virüs tarafmdan enfekte edilmiş hücrelere saldırırlar. Örneğin. HBV enfeksiyonunda görülen akut karaciğer yetersizliği. sitotoksik T lenfositler üzerindeki Fas ligandlar tarafından arttırılabilir. Fas ligandlar hepatositlerin yüzeyindeki Fas reseptörlere bağlanır ve hedef hücrelerdeki apoptozise (programlı hücre ölümü)neden olur. Yeni doğanlarda alt solunum yolu enfeksiyonlarının önemli nedeni olan Respiratuvar sinsisyal virüs TH2-tip helper T hücrelerinden interlökin 4 (lL-4) ve (lL-5) sitokinlerinin açığa çıkmasına neden olurlar.Bunlar sırasıyla hırıltılı solunum ve astmaya yol açan mast hücresi ve eozinofil aktivasyonuna neden olurlar. 5- Virüsler konak anıimikrobiyal savunma sistemi ile iigili hücrelere zarar vererek sekonder enfeksiyonlara yol açabilirler. örneğin solunum epitelindeki viral hasar. pnömokoklar veya Haemofilus organizmaları tarafından pnömoni oluşturulmasına zemin 4 hazırlar. Halbuki HIV ise. CD4+ helper lenfositleri azaltarak birçok oportunistik infeksiyon için kapı açar. 6- Virüslerin tek bir hücre tipini öldürmeleri, bu hücrelere bağlı diğer hücrelere de zarar verebilir. Poliovirüslerin motor nöronları zedelemesiyle oluşan denervasyon. distal çizgili kas hücrelerinde atrofiye ve bazen ölüme neden olur 7- Yavaş virüs enfeksionları (örn. Kızamık virüsünün neden olduğu subakut sklerozan palensefalit) uzun bir latent periottan sonra şiddetli prograsif bir hastalıkla sonuçlanır. Hücre ölümüne yol açan bütün bu potansiel mekanizmalara ilave olarak virüsler (örn. EBV, HPV, HBV ve human Tcell linpotropik virüs 1 [HTLV-1]) kanser oluşumu ile sonuçlanan hücre proliferasyonu ve transformasyonuna neden olabilirler. 3. SOLUNUM SİSTEMİNİ ETKİLEYEN VİRÜSLER Çoğu solunum yolu ajanları akut üst solunum yolu enfeksiyonları üretirken bazıları da zatürre, pnemonitis ve bronjit hastalıklarına neden olurlar. Solunum yolu virüsleri rhinovirüs, grip virüsleri, parainfluenza virüsleri, RSV, adenovirüsler, coronavirüsler, coxsackievirüsler ve achovirüsler’i içerir. Bunlara ek olarak, herpes simplex virüsleri (HSV), varicella-zoster virüsü (VZV) ve cytomegalovirüs (CMV) solunum yolu hastalıklarına neden olabilirler. 3.1. Orthomyxovirüsler Influenza virüsleri embriyonik tavuk yumurtaların amniyotik ve allantoik boşluklarına yada kültür doku hücrelerine yerleşirler. Kırmızı kan hücreleri üzerindeki reseptörlere bağlanan HA (haemaglutinin) bu virüslerin birçok canlının kırmızı kan hücrelerini agglutinate etmesine yol açar. Bu hemaglutinasyon virüslerin belli başlı antiseralar tarafından dizginlenebilir. Hemaglutinasyon tutulması (inhibasyonu) (HI) aynı zamanda HI antikor testinin temellerini oluşturur. Enfekte kültür doku hücrelerinde influenza virüsünün tespit edilmesinde “Haemadsorption” kullanılır ve bazı canlıların kırmızı kan hücrelerinin kültürlere eklenmesiyle görülebilir. Klinik enfeksiyon denemelerinde 24-48 saatlik bir kuluçka döneminin ardından, ani beklenmedik yüksek ateşi takip eden akut üst solunum sistemi belirtileri ile ortaya çıkar. 5 Sistemik belirtiler myalgia, başağrısı ve yorgunluk şeklindedir. Trake ve bronşal epitelyumun “necrosis”i meydana gelir. Nekroskopide trake mukozasının derin kırmızı tıkanık görünümünü açıklayan ağır akut ateş, enfekte bireyleri ikincil bakteriyel zatürreye çevirebilir. Influenza, bölünmüş genom yapısının avantajıyla tekrar türeyebilir. Epidemik veya pandomik zincirlerin gelişimindeki teori şudur ki; ortamda yeter miktarda hayvan influenza virüsü varsa hayvan influenza zinciri ile insanlarda etkili influenzaların yeniden kombinasyonu mümkün olur. Bu durum antijenik yerdeğişim ile sonuçlanır. Oluşabilecek antijenik değişimler iki türlüdür: 1. HA ve/veya NA genindeki mutasyon yeni bir alt tür ile sonuçlanabilir. 2. İçinde birtakım aminoasit parçacıklarının veya noktasal mutasyonların birikebildiği antijenik yığınlar ve daha az sıklıkta oluşabilen doğrudan virüs değişimleri ile ortaya çıkar. Virüsün 1933’teki izolasyonundan bu yana aşağıdaki pandemik’ler meydana gelmiştir. (H Haemaglutinin, N Neuraminidase) HSWN1 (1918 – 1919, İspanya influenzası) H0N1 (1933 – 1946) H1N1 (1947 – 1956) H2N2 (1957 – 1967, Asya influenzası) H3N2 (1968, Hong Kong influenzası) İlk üç virüsün H1 alt türüne bağlı olduğu düşünülmüş ve tekrar sınıflandırılmıştır. 1918–1919 yıllarında görülen İspanyol gribi, yaklaşık 20 milyon insanın ölümüne yol açan salgındır. Influenza virusleri Orthomyxoviridae ailesinden, 80–120 nm çapında pleomorfik yapı gösteren, negatif polariteli, tek zincirli RNA virüsleridir. Genetik madde segmentli yapı gösterir. Influenza A ve B sekiz, influenza C yedi segmentlidir. Sekiz segment 10 viral protein kodlamaktadır. Üç büyük RNA segmenti PB1, PB2 ve PA ile ifade edilen polimeraz proteinleri RNA’nın replikasyonu ve transkripsiyonundan sorumludur. Bu proteinler 700’den fazla aminoasit içeren büyük proteinlerdir. Diğer segmentlerden biri nükleoprotein (NP) 6 diğerleri hemaglutinin (HA) ve nöraminidaz (NA) glikoproteinlerini kodlamaktadır. HA ve NA virus zarfında yer alan peplomerlerdir. Geçmişteki enfeksiyonlardan ötürü antikoru olan ve dolayısıyla benzer yapıdaki virüse karşı bağışıklığı olan bireylerde oluşan anamnestic cevabın varlığını açıklamak için “orjinal antijenik günah” terimi kullanılır. Birey, antijenik dönüşüm ile enfekte olan virüslere karşı hala duyarlı ve hassastır. Influenza A ciddi vakalara ve hatta ölümlere sebep olurken, Influenza B yaygın değildir ve daha az salgınlara yol açar. Ancak influenza B ölümlerinin arttığına dair kayıtlar da mevcuttur. Influenza C düşük seviyeli patojenik potansiyeldedir. Viral antijenin tespit edilmesiyle teşhis süratle konabilir. Nasopharyngeal numunedeki viral antijenlerin immunofluorescence kullanarak, seroloji veya doku kültürü ile viral izolasyon yöntemi ile teşhis sağlanmış olur. Yüksek enfeksiyon riski altında olanlara yıllık immunasyon önerilir. Kronik solunum yolu problemleri olan yaşlı hastalarda kardiovasküler ve metabolik hastalıklarda ve inaktif edilmiş subunit veya split virüs aşılarında yıllık immunasyon %70 oranında etki sağlar. Ayrıca prophylactics olarak kullanılan veya influenza A enfeksiyonlarının tedavisinde kullanılan amantadine ve rimantadine gibi antiviral ajanlar da vardır. 3.2. Paramyxovirüsler Bu virüsler kuşlar ve memelilerde akciğer hastalıkları ile ilişkilendirilen antijenik heterojen virüslerdir. Ancak mumps virüsü farklı özellikleri bakımından başka bir bölümde incelenecektir. Enfeksiyonun en önemli bölgesi üst solunum yolu trakelerinin epitel dokusu olmakla birlikte, enfeksiyon yalnız bu bölge ile sınırlı değildir. Pataloji net değildir ve doğrudan hücresel kökenli veya immunopatalojik mekanizmalara bağlı olabilir. Paramyxoviridae’nin başlıca solunum yolu patojenleri parainfluenza virüsleri ve RSV’dir. 3.2.1. Parainfluenza virüsleri Dört tür parainfluenza virüsü vardır. 3 tip virüs üst ve alt solunum yolu trake enfeksiyonlarıyla ilişkilendirilir. Bunlardan tip 1 ve 2 çocuklarda sık görülen krup hastalığı ile ilişkilidirler. Tip 4 virüs ise zayıf bir patojendir. 7 Viral çoğalma hava yollarındaki epitel yüzeylerde endikedir. Hücresel yıkıma, iltihaplanma ve yangıya yol açmaktadır. Hücresel yıkıma ve enflamasyona yolaçan viral replikasyon (tekrar) solunum yollarının epitel yüzeyleri ile sınırlıdır. Solunum yolları sekresyonlarındaki enfekte hücrelerin erken teşhis immunoflorans kullanarak yapılabilir. Doku kültüründeki viral izolasyon, cytopathic etki incelenerek ve kırmızı kan hücreleri ile haemadsorption yapılarak gösterilmiştir. 3.2.2. RSV Bu virüs, hayatın ilk aylarında ortaya çıkan akut bronşiyolite neden olan en yaygın virüs türüdür. Şiddetli solum problemlerine yol açan üst solunum yolu enfeksiyonları; at sağrısı (krup), bronşiyolit, pnömonit ve pnömoni (zatürre) RSV’nin etkili olduğu kış aylarında, küçük çocuklarda görülebilir. Bu hastalıklara hayat boyu bağışıklık olmadığından, tekrar etme riski vardır ve yetişkinlerde bu durum hafif soğuk algınlığı olarak ortaya çıkar ama yaşlılarda sert alt solunum yolu hastalıkları gelişebilir. Laboratuar tanısı, immunofloransı nasopharyngeal üzerine aspire uygulanması ile, viral antijenin hızlı bir biçimde ortaya çıkarılması ile gerçekleşir. Syncytial formasyon içeren kendine özgü cytopathic etkisi, RSV’nin uygun doku kültürü içinde izole edilmesiyle gözlenebilir ancak bu işlem 2 ile 4 gün arasında bir zaman gerektirir. Şiddetli RSV enfeksiyonlu hastaların tedavisinde, arterial oksijenasyonun takibi çok önemlidir. Bazıları ventilasyon gerektirebilir. Bir nukleosit analog olan ribavirin sprey, Amerikan Akademi of Pediatri’nin önerileri doğrultusunda klinik tedavide kullanılabilir. Adenovirüsler 80 nm çapında, çift sarmal DNA virüsleridir. Bu virüsler çekirdek içlerine giren gövdeler üretir ve üst solunum yolu mukozasını, konjonktiva ve gastrointestinal trakeyi enfekte eder. İnsanlarda etkili 47 varyantının yanısıra, hayvanlarda etkili birçok adonvirüs şekli vardır. Solunum sistemi ilişkileri genel olarak şunları içermektedir: 1. Akut solunum sistemi hastalığına yolaçan salgın enfeksiyon. Genellikle askere yeni alınmış insanlarda, kamp şartlarından ötürü ortaya çıkmakta ve ağır zatürreye dönüşebilmektedir. Hastada pharyngoconjunctival ateş de çıkar. Çoğunlukla bunlara adenovirüs 3, 4, 7, 14 ve 21 tipleri neden olur. 2. Belli bir yere özgü adenoviral enfeksiyonlar toplumda küçük bir oran oluşturmaktadır. Bunlar da farenjit ve akut follicular conjunctivitis ile sonuçlanan hastalıklardır. Tip 1, 2, 3, 5, 6 ve 7 hastalıkların başlıca nedeni olarak belirtilebilir. 4 yaş altı çocuklarda solunum yolu enfeksiyonların %5 ‘i bu virüslerin etkisi ile ortaya çıkar. 8 3. Salgın keratoconjunctivitis adenovirüs tip 8, 19 ve 37 ile ortaya çıkar ve “tersane göz” olarak bilinir. Tersane ve metal işçileri oküler (gözle ilgili) yaralara çok maruz kalır ve yaralar bir süre sonra enfekte olur. Ayrıca, hastalık taşıyan araç ve gereçler enfeksiyonu yayabilirler. Bu enfeksiyonlara ilave olarak, adenovirüsler aşağıda listelen hastalıklara da yol açmaktadır: 4. Akut haemormagic sistit adenovirüs tip 2 ile ilişkili, 5. Akut gastroenteritis ile bağlantılı olarak, özellikle adenovirüs tip 40 ve 41 mesenteric adenitis ve intussusception’da etkendir. Tanı, dışkı örneklerinin elektron mikroskop ile incelenmesiyle yapılır. 3.3. Coronavirüsler Bu virüsler orta boyutlu 80-100 nm çapında, pleomorphic, tek-sarmal RNA virüs grubudur. Hafif dereceli üst solunum yolu enfeksiyonlarına ve gastroenteritis hastalarına bulaşır. Rhinovirüsler Picomaviridae virüs grubunun üyeleridir ve soğuk algınlığına yol açan en önemli virüs grubudur. Küçük, tek-sarmal RNA virüsleridir. 100’ün üzerinde serotipi mevcut olduğundan, virüse karşı aşı geliştirmek güç olmaktadır. Genellikle burun ve geniz mukozası ortamında çoğalır. Laboratuar ortamında doku kültürü içinde çoğalabilmesi için 33°C nin altında bir sıcaklık oluşturulmalıdır. 4. VİRÜSLER VE GASTROINTESTINAL TRAKE Bu bölümde anlatılan virüs replikasyonlarının normal yeri gastrointestinal bölge olmasına rağmen, bu virüsler sinir sistemi ve solunum yolları gibi diğer sistemlerde de hastalıklara yol açan virüslerdir. Picomaviridae boylarından ve nükleik asit yapılarından ötürü bu adı almışlardır. Bu virüsler küçük, 27 nm çapında, icosahedral simetrili tek-sarmal RNA virüsleridir. Dört alt tipi mevcuttur: enterovirüses, rhinovirüses, cardiovirüses ve aphthovirüses. İnsanlarda, enterovirüses ve rhinovirüses çok daha önemli iken, cardiovirüsler ve aphthovirüsler diğer canlılara enfekte olurlar. 4.1. Enterovirüs Enfeksiyonları Enterovirüs insanlarda çeşitli enfeksiyonlara yol açar. Bu hastalıklar çoğunlukla nörolojik sistemler ile ilişkili olup poliovirüsler, coxsackievirüsler, echovirüsleri içermektedir. 9 4.1.1. Coxsackievirüsler Bu virüsler ilk olarak 1948’de New York Coxsackie kasabasında ortaya çıkmıştır. Bazıları doku kültüründe çoğalabilmekte ve emziren farelerde patojeniktir. Ürettikleri lezyonlara göre 2 farklı grupa ayrılabilirler. Grup A ve Grup B. Grup A (24 tip) flaccid paralysis ve ateşli myositis e yol açarken, Grup B (6 tip) yağ dokularına ve sinir sistemine atak yaparak focal myositis ve spastic paralysis’e yol açar. Coxsackie A virüsleri aşağıdaki hastalıklara neden olabilirler: 1. Herpangina - ateşli cocuk hastalığı; ağız ve fauces sığ yerleşim alanlarıdır. 2. Üst solunum yolu soğuk algınlığı hastalıkları – Bunlara coxsackievirüs A2I yol açar. 3. El-ayak-ve-ağız hastalığı - coxsackievirüs A 16 and emerovirüs 7 virüslerinin neden oluğu hastalıktır. Bu hastalık genellikle ateş olmayan çocuklarda görülür. Ağız içi özellikle dilde veziküler ülserler oluşur. Çoğunlukla avuçiçi ve tabandaki Veziküler eksantem ile birlikte. İyileşme 1-2 hafta içinde olur. Coxsackie B virüslerinin neden olduğu bazı hastalıklar: 1. Salgın myalgia/pleurodynia/Bomholm hastalığı, Ateşi diyaframa etkisinden ötürü, göğüs ve karın ağrısı ile karakterize olan hastalık ilk olarak aynı isimli Danimarka adasında tanımlanmıştır. 2. NeonataI myocarditis ve pericarditis, anne tarafından bulaşan ölümcül ve ağır bir hastalık. Yetişkinlerde akut pericarditis oluşabilir. 3. Aseptic meningitis ve ağır negrotik encephalitis (az rastlanır). Mascular, maculopapular, vesicular and rubelliform exanthemas coxsackie A veya B virüsü enfeksiyonlarıyla ortaya çıkabilirler. Bunların yanında, akut hemorojik conjunctivitis (AHC) coxsackie A24 ve emerovirüs 70 ile meydana gelir. 24-48 saat gibi kısa bir kuluçka dönemi ile ve 1-2 haftalık iyileşme süresi ile karakterizedir. Nadiren, nörolojik komplikasyonlar palatal ve Bell's inmeler ve bir radikulomyelitis’u içerir. Birçok Afrika ve Asya ülkesinde salgınlar oldu ve dünya genelinde ortaya çıkan vakalar yayınlandı. 4.1.2. Echovirüsler Echovirüs’ün (emeric, cytopathogenic, human orphan) en az 34 tipi bilinmektedir. Çoğunlukla dışkı içinde bulunan bu virüsler, hastalıkların araştırılması sırasında tespit edildiklerinden echo virüsler diye anılmaktadırlar. Aşağıdaki hastalıklar ile bağlantıldırlar: 1. Aseptik meninjit 2. Salgın febrile hastalığı genellikle 10 yayılmış maculopapular rash ve bazen de meningoencephalitis ile ilişkilendirilir. Echovirüs tip 9, 16, ve 18 bu bağlamda rapor edilmiştir. 3. Akut üst solunum yolu hastalıkları 4. Diyare(ishal) echovirüs 11, 14, 18 ve 19 tiplerine bağlanmıştır. 4.1.3. Poliovirüsler Bu virüsler 3 ayrı tipten oluşurlar. Tip 1, yüksek çocuk felci salgını olan ülkelerde yaygındır. Bunu tip 2 ve ardından tip 3 takip etmektedir. Virüs hijyenin olmadığı, virüs ihtiva eden dışkıya temas etmiş çevresel materyallerden bulaşır. Virüs ilk olarak yutakta bademcilere ve lenf noktalarına yerleşir. Virüs daha sonra ana kan dolaşımına karışarak yüksek ateşi takiben dalak ve böbrek gibi organlara yayılır. Bu genellikle 7 ile 30 gün süren kuluçka döneminin bittiğini işaret eder. Sonunda virüs merkezi sinir sistemine ulaşır. Sinir yıkımı olursa bu durum kalıcı felç ile sonuçlanır. Virüs doğrudan bağırsak ve farinks’in periferal sinir uçlarına doğru da yayılabilir. Bu durumda virüs tonsillektomi'yi gerektiren hastalıklara yol açar. Dört klinik bulgular şöyle sıralanabilir: 1. %90-95 oranında gizli enfeksiyon 2. Grip benzeri belirtiler ile ortaya çıkan hastalık (%4-8) 3. %1-2 oranında paralitik olmayan çocuk felci, menenjit (kısa sürede iyileşme görülen vakalar) 4. %0.1-2 oranında çocuk felci Genellikle virüsün dışkıda görülmesi semptomlarından birkaç gün önce olur ve paralitik semptomların ilk 2 haftası boyunca dışkıda bulunabilir. 6 hafta sonunda hastaların yaklaşık %25’inin hala virüsü dışkılarında tespit etmek mümkündür ancak 12 hafta sonunda dışkıda bulunabilmesi tamamen ortadan kalkar. Semptom başlıcından hemen önce veya sonra, virüs boğazdan izole edilebilir. Ancak ilginç olan, çoğunlukla virüs cerebrospinal sıvıdan izole edilemez. Kuluçka periyodu aşağıdaki sebeplerden ötürü kısaltılmış ve sinir sistemine geçişi artmıştır: hamilelik, ağır ve yorucu işler yaparak, operatif işlemler ve aktif immunasyon. Nadiren, hastalık OPV bağışıklığını takip etmiştir. ve Dünya Sağlık Örgütü, hastalığa karşı bağışıklığı olan çocuklarda hastalığın 1 milyonda 0.5-3.4 oranında olabileceğini tahmin etmektedir. Patojeni bilinmemektedir. Zayıflatılmış yaccine virüsü özellikle tip 3 ile ilgili olarak, moleküler biyolojik teknikler kullanılarak incelenmiştir. Aşılardan çıkarılan virüslerin incelenmesi gösterdi ki; zayıflatılmış virüs mutasyonları virüs türleri arasındaki tekrar kombinasyonlar ile önceki 11 ölümcül ve tehlikeli formlarına dönüşebilmektedirler. Bu virüsler tip 2 virüsün engellemesinden ötürü intestinal mukoza hücrelerine enfekte olmayabilirler. Viral engelleme, enterovirüs veya adenovirüsün ortamdaki varlığından da olabilir. Bu engelleme etkilerinin değişik dozlarda trivalent aşı verilerek önüne geçilmiştir. İlk etkili yaccine, poliovirüslerin maymun böbrek hücrelerinde yetiştirilmesi ve sonra formalin ile inactive edilmesiyle, Salk tarafından düzenlenmiştir. Hazırlık aşamasında, 3 intramuskolar enjeksiyon verilerek yapılmıştır. Sabin zayıflatılmış, doğal hastalığı simüle eden yaccine’i üretti. Dünya genelinde, çocuk felci vakaları aşı öncesi günlere kıyasla oldukça azalmıştır ve nörolojik hastalıkların kalıcı felçliğe neden olması da büyük ölçüde azalmıştır. OPV inaktif edilmiş preparattan daha fazla verilmektedir ve daha uzun süren bağışıklık sağlamaktadır. Ancak OPV tonsillektomiden önce verilmemelidir. Inaktif edilmiş aşıların dezavantajları, immunogenicity'deki çeşitlilik, tanıtım ihtiyacı ve görece maliyetidir. Dünya Sağlık Örgütü bağışıklık kazanma programı çocuk felcini 2000 yılında tamamen ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. 5. AKUT GASTROENTERITIS’E NEDEN OLAN VİRÜSLER Üzerinde bulundukları gıdaların tüketilmesi sonucu vücuda girerek hastalıklara neden olan virüslerden bazıları; Hepatit A virüsü (HAV), Norwalk ve Norwalk bezleri virüsleri, poliovirüsler, echovirüsler, astrovirüsler, calicivirüsler, enterik adenovirüsler, parvovirüsler ve rotavirüslerdir. Enterik virüsler intestinal sistemde çoğalabilmekte ve dışkı ile kontamine olmuş gıdaların tüketilmesi sonucu vücuda girerek hastalığa neden olabilmektedir. Gıda kaynaklı akut viral gastroenteritis belirtileri hepatit A ile benzer olup ayrıca baş ağrısı ve nezle benzeri belirtiler de gösterebilmektedir. Hastalık belirtileri gıda tüketildikten 20 50 saat sonra ortaya çıkmakta ve 1 - 8 gün sonra sona ermektedir. Gastroneteritise neden olan virüs gruplarından birisi rotavirüslerdir. Rotavirüsler, adlarını elektron mikrsokobundaki yuvarlak görünümlerinden almışlardır. Rotavirüs enfeksiyonu 4-5 yaştaki çocuklarda akut başlangıçlı ishalin en sık görülen etkenlerindendir. Başlıca belirtileri genellikle 48 saatten az süren kuluçka dönemini izleyen ateş, kusma ile başlar. Sık, sulu, özellikle çok kötü kokulu kansız ishal belirtilere eklenir. İshal 5-7 gün sürebilir. Özellikle süt çocuklarında kusma, ishalin neden olduğu dehidratasyon gelişebilir. Bağışıklık sistemi yetersiz olan hastalarda hastalık daha uzun ve ağır seyir gösterir. 12 Rotavirüsler ishalin ortaya çıkmasından önceki günlerde de dışkıda bol miktarda bulunur. Bulaşma; dışkı ile kontamine (bulaşık) su ve gıdalarla olur. Özellikle kreş, bakımevleri ve çocuk hastanelerinde salgınlar görülebilir. Solunum aracılığı ile bulaşma da bildirilmiştir. Aile içi yayılım sıktır. Gastroenteritis'e yol açan diğer virüsler astrovirüsler, adenovirüsler, calicivirüsler, coronavirüsler ve küçük yuvarlak (SRV) ve küçük yuvarlak yapılı (SRSV) virüslerdir. Astrovirüsler ve calicivirüsler genetik materyal olarak tek-sarmal RNA içerirken, enterik adenovirüsler çift sarmal DNA içermektedirler ve partiküler büyüklükleri sırasıyla 28-30 nm, 30-38 nm, ve 70-90 nm'dir. Çok sık rastlanmamakla birlikte echovirüs 4, poliovirüsler ve coxsackievirüsler de gıdalarla bulaşan viral hastalık sebepleri arasında gösterilmektedir. Zor olan şey, hastalık ile olan bağlantıyı ispat etmektir. Çünkü bu virüslerin birçoğu asemptomatik kişilerde de görülebilmektedir. 6. ÇOCUKLUK DÖNEMİ ATEŞLERİ Çocuklarda ateşli vakalara yol açan virüsler kızamık, kabakulak, kızamıkçık, parvovirüs B19, varicella ve human herpesvirüs 6 (HHV-6)’dir. 6.1. Kızamık ve kabakulak virüsleri Paramyxoviridae ailesinden zarflı, tek sarmal bir RNA virüsleridir. 6.1.1. Kızamık Bu hastalığın 14 günlük kuluçka dönemi vardır. Bu dönemde virüs lokal lenf noktalarında çoğalır ve sonra solunum sistemine yerleşir. Klinik tablosu tipik olan vakalarda, özellikle Koplik lekesi varsa, tanı kliniktir ve laboratuvar testlerine gerek yoktur. Şüpheli vakalarda serolojik tanı, immün floresan ile dokuda kızamık virüsü antijenlerinin gösterilmesi veya virüsun hücre kültürlerinde üretilmesi gerekebilir. Serolojik olarak IgG antikorlarının enfeksiyon sırasında ve konvalesan dönemde bakılıp, antikor titresinin negatifken pozitif olduğu veya en az 4 kat arttığı veya IgM antikorlarının pozitif bulunması esas alınır. Patolojik olarak lenfoid dokularda retiküloendotelial tipte multinukleer dev hücreler (WarthinFinkeldey hücreleri), deri ve respiratuvar mukozada epitelial sinsitial dev hücreler ve silialı respiratuvar epitelde hasar gorulebilir. Komplikasyonları ise şunları içermektedir: Kızamık sonrası otitis media (%7-9), pnömoni (%1-6), postenfeksiyöz ensefalit (1/1000-1/2000), ve ölüm (1/10000) görülebilir. Komplikasyonlar döküntüden sonra ateşin uzun süre devam ettiği vakalarda daha sıktır. Çocuklarda ölümlerin % 60’ından sorumlu olan pnömoni daha sıktır; ensefalit ise 13 erişkinlerde daha sık görülür. Vitamin A eksikliği olanlarda kızamığa bağlı komplikasyonlar daha sıktır. Ayrıca kızamık vitamin A düzeyini daha da düşürerek, A vitamini eksikliği olan vakalarda körlüğe neden olabilir. Hastalığın trombositopeni, larenjit, hepatit, apandisit, perikardit, miyokardit, glomerulonefrit, Stevens Johnson sendromu gibi komplikasyonları da vardır. Kızamığın tüberkülozu aktive etmesi veya ağırlaştırdığına dair kesin bir bilgi yoktur. Kızamık gelişmekte olan ülkelerde %10’lara varan mortalite hızları ile görülebilir. Sekonder bakteriyel enfeksiyonlar ve virüsun yaptığı mukozal enflamasyona bağlı ishal bu ülkelerde kızamığa bağlı sık ölüm nedenlerindendir. Kızamık sonrası stafilokokkal enfeksiyonlar da sık görülür. Kızamığın diğer bir önemli komplikasyonu olan subakut sklerozan panensefalit (SSPE) nadir bir dejeneratif beyin hastalığıdır. Kızamıktan ortalama 7 yıl sonra, yine ortalama 9 yaşlarında ve erkeklerde daha sık görülür. Hamilelik sırasında enfeksiyon düşüklere ve prematüreliğe neden olabilir. İmmün yetmezliği olan kişilerde enfeksiyon uzun sürer, şiddetlidir ve ölümle sonuçlanabilir. Özellikle ağır olan komplikasyonlar akut progresif ensefalit (inklüzyon cisim ensefaliti) ve dev hücreli pnömonidir (Hecht pnömonisi). Kızamık 2-5 yılda bir artışlar gösteren, tüm dünyada yaygın ve aşılanmamış toplumlarda tüm topluma yayılabilecek kadar bulaşıcı bir hastalıktır. Primer olarak insandan insana büyük damlacıklarla, yakın temasla bulaşır, ancak aerosolize damlacıklarla hava yolu ile de bulaşabilir. 6.1.2. Kabakulak Bu hastalığın 21 günlük kuluçka dönemi vardır. Kuluçka döneminde önce lokal lenf noktalarında çoğalır sonra virüs tükrük bezlerine, yumurtalıklara, pankreas ve merkezi sinir sistemine doğru ilerler. Klinik olarak, belirtiler hafif ateş, baş ağrısı, iştahsızlık, halsizlik olarak görülebilir. Bir-iki gün içerisinde parotis bezi lojuna uyan bölgede şişlik, ağrı, hassasiyet ortaya çıkar. En sık görülen komplikasyonları menenjit, epididimo-orşit, pankreatit ve ovarittir. Yetişkinler hastalığı daha ağır geçirmeye yatkındır. Akut enfeksiyon teşhisi antikorun serolojik olarak S antijene (viral zarf)’a tespit edilmesi ile yapılır. Antikorun V antijene tespiti önceden geçirilmiş enfeksiyona işaret eder. 6.1.3. Kızamıkçık Alman kızamığı olarak da bilinen Kızamıkçık, Togaviridae grubu virüslerindendir ama nonarthropo-borne, zarflı, tek-sarmal RNA virüsüdür. Çocuklarda hafif düzeyde enfeksiyona neden olur ancak hamileliğin ilk dönemlerinde anneden bulaşırsa, konjenital anomalilere yol 14 açar. Bu durum kısaca Konjenital Rubella Sendromu (Doğumsal Kızamıkçık Hastalığı, DKH) olarak adlandırılmaktadır. Kuluçka dönemi 13-20 gündür. Orta şiddette ateş, boyun ağrısı ve 1-5 gün sonra döküntü meydana gelir. Hastalık genellikle halsizlik, hafif ateş ve aynı gün kızamığa benzeyen bir döküntü ile başlamaktadır. Döküntüler yüzden bacaklara doğru iner, belirtilerden önce veya sonra ortaya çıkabilir. Nadiren ensefalit(beyin iltihabı ) ve artrit (eklem iltihabı ) olabilir. Özellikle gebeliğin ilk 10 haftası içinde laboratuar bulgularıyla kanıtlanmış kızamıkçık hastalığı geçiren bir annenin bebeğinin hastalığı alma olasılığı neredeyse %100’dür. Çocuktaki hastalığın yaptığı hasar virüsun alınma zamanıyla doğrudan ilişkilidir. Eğer gebe ilk 3 ayda virüsu alırsa bebekte DKH veya ölüm olma olasılığı %80-90 iken, 4.ayda bu risk %11-24, 5.ayda %6’ya düşmekte ve 5.aydan sonra bebekte önemli bir sakatlık veya hastalık beklenmemektedir. Eğer anne son adetinden 12 gün sonra döküntü olursa çocuğa bulaşma olmayabilir. Ama döküntü annenin son adetinden 12-14. günler arasında olursa bu oran % 31, hastalık annenin son adetinden 3- 6 hafta sonra ortaya çıkarsa % 100’ dür. DKH olan bebeklerde başlıca belirti ve bulgular aşağıda sıralanmıştır: Göz: Katarakt,mikroftalmi(küçük göz),glokom(göz tansiyonu), retina iltihabı Kalp: Patent duktus arteriosus(akciğer atardamarı ve aort arasındaki kanalın doğumdan sonra kapanmaması), pulmunor arter stenozu(akciğer atardamarında darlık), atrial septal defekt(kalp kulakçıkları arasında delik), ventriküler septal defekt (kalp karıncıkları arasında delik),myocarditis(kalp kası iltihabı) Nörolojik:Sağırlık, mikrosefali(küçük kafalılık), zeka geriliği Diğer: Gelişme geriliği, hepatosplenomegali (karaciğeer dalak büyümesi), trombositopeni (pıhtılaşma hücrelerinde azalma) Doğumsal Kızamıkçık Hastalığı (DKH)’ndaki önemli azalma prepubertal çocukların bağışıklığı yöntemlerindeki gelişmelerden sonra olmuştur. Gebelik döneminde kadının rutin olarak antikor düzeyinin ölçümü, şüpheli durumlarda ilk dönemde önlemlerin alınarak ciddi hasarlara yol açması engellenmektedir. Gebeliğin ilk 6 ayı içinde kızamıkçık düşünülen kadınlarda çeşitli yöntemlerle antikor aranmalı ve 3 hafta sonra da testler tekrarlanmalıdır. Antikor var, fakat miktarı artmıyorsa gebelik devam ettirilebilir.Erken dönemde antikor olmasa bile3 hafta sonra gelişir ve artarsa gebelik sonlandırılmalıdır. Kızamık-kızamıkçıkkabakulak aşısı (MMR) üç virüsün de zayıflatılmış türlerini içerir ve DKH oluşumunu büyük ölçüde azaltmaktadır. 15 6.1.4. Parvovirüs B19 Parvoviridae familyasından bir virüstür ve tek-sarmal DNA virüsüdür. Sık görülen çocukluk dönemi enfeksiyonudur. Virüsün bulaşmasından hastalığın ortaya çıkmasına kadar geçen süre 1-2 haftadır. Belirtileri orta şiddette ateş, yanakların kızarması, şerit şeklindeki kaşıntılı kızarıklıklar ve muhtemel öksürük, boğaz ağrısı veya burunda akıntıdır. Parvovirüs B19 kılıfsız bir virüs olduğundan solvent-detejanla yapılan inaktivasyon (etkisizleştirme) yöntemlerine dayanıklıdır. Bu nedenle öldürülmesi için kan mutlaka kuru ısı uygulanması yapılmalıdır. Parvovirüs B19 ile temas sağlıklı kişilerde %30-35 oranında tespit edilirken hemofili hastalarında bu oran %75-85 oranlarına çıkmaktadır. Parvovirüs B19 enfeksiyonu genellikle çok hafif geçerken, nadiren geçici kemik iliği yetersizliği veya kronik anemiye sebep olabilir. Ayrıca Parvovirüs B19 karaciğer iltihaplanmasına da yol açabilir. Parvovirüs B19 özellikle doğuştan kansızlık yapan hastalıklarda (hemoglobinopatiler), hamile annelerin çocuklarında ve bağışıklık Parvovirüs sistemi B19'un bozulmuş henüz kişilerde herhangi bir ciddi tedavisi tehlike veya oluşturmaktadır. aşısı yoktur. Yeni tanı konulan hemofili hastalarında Anti Parvovirüs B19 IgG testi yapılarak daha önce bu virüs'ü alıp almadıkları tespit edilmelidir. Parvovirüs B 19 ayrıca, geçici aplastik krizler, hidrops fetalis, artropati, çeşitli vaskülitik sendromlar, eritema multiforme ve eritema nodozum gibi tablolarla da karşımıza çıkabilmektedir. Bu sendrom, el ve ayaklarda hızlı ilerleyen, ağrılı ve kaşıntılı, simetrik şişlik ve eritem ile ortaya çıkar. Dudaklara yaygın eritem ve ödem, ağız mukozasında vezikül ve ülserasyonlar, peteşiler de görülebilir. Tanı Parvovirüs B 19 IgM pozitifliği ile yapılabilir. 7. VİRAL HEPATITIS Viral hepatitis’in alfabetic türleri zaman içinde artmıştır ve şimdi hepatitis A, B, C, D (delta), E, F ve G türlerini içerir. Bunların yanında hepatitis’in diğer viral nedenleri Epstein-Barr virüs (EBV), CMV, HSV ve sarılık virüsüdür. Karaciğer hastalıklarının bu organı morfolojik olarak nasıl etkilediğinin anlaşılması için, mikroanatomik yapının anımsanması gerekir. Hepatik asinüs modeli; kanın arteriyel ve portal venöz damarlar ile karaciğer parankimine ulaşıp, kordonlar biçiminde dizilen hepatositlerce işlendikten sonra (v. hepatica'nın başlangıcı olarak düşünülebilecek) terminal hepatik venüllere (lobüler modele göre vena centralis olarak adlandırılırlar) dökülmesi temel alınarak oluşturulmuştur. Bu model, hepatositleri, bol oksijenli kandan yararlanma derecelerine göre 16 üç alanda gruplar: En iyi kanlanan periportal kısım "alan 1", en az kanlanan perivenüler kısım "alan 3" olarak adlandırılır. İskemik olaylardan en çok 3 üncü alandaki hepatositlerin etkilenmeleri bu modelle kolayca açıklanabilmektedir. Safra akımı, kabaca, kan akımının tersi yolu izleyerek (alan 3'den alan 1'e doğru) karaciğer parankimini portal alanlardan terk eder. Karaciğer parankimi belli işlevleri üstlenmiş kesin sınırlarla ayrılan bölümler içermez; her hepatosit karaciğere ait her işlevi yerine getirebilir. Ancak; alan 1'deki hepatositler daha çok glukoneogenesis, yağ asidi oksidasyonu, amino asit parçalanması, kolesterol üretimi ve safra asidi sekresyonu ile ilgili görevler üstlenirken; alan 3'teki hepatositler glikoliz, lipogenesis, detoksifikasyon gibi işlevlere ağırlık verir. Karaciğerdeki hücrelerin %65'ini, karaciğer hacminin %80'ini hepatositler oluşturur. Parankimde, hepatositlerin dışında Kupffer hücreleri (sinusoidal makrofajlar) ve perisinusoidal yıldızsı hücreler (Ito hücreleri) bulunur. Karaciğer; büyük damarlarının ve ana safra dallanma biçimine göre segmentlere ayrılır. Bunlar hemen yalnızca cerrahi açıdan önemlidir. Hepatit, kelime anlamının akla getirdiğinden daha sınırlı biçimde kullanılan bir terimdir. Özellikle vurgulanmadıkça, bu terim karaciğerin bakteriyel ve paraziter enfeksiyonları dışındaki lezyonları düşündürür. Bu lezyonlar diffüzdür, virüslere, toksik etkenlere, metabolik zedelenmeye veya genetik nedenlere bağlı olabilirler. Etyolojik olarak sınıflanabilseler bile, değişik etkenlerle oluşan hepatitlerin morfolojileri birbirine çok benzer. Bu nedenle, yalnızca morfolojik verilere dayanılarak hiçbir hepatitin kesin etyolojik tanısı konulamaz. Başka bir deyişle, ışık mikroskobu altında izlenen bir "hepatit" görünümünden yukarıdaki etkenlerden herhangi biri sorumlu olabilir. Bu yüzden, karaciğer biyopsilerini değerlendiren patologların hasta ile ilgili bütün klinik ve laboratuar verilerini değerlendirebilmesi gereklidir. Kliniklerde "hepatit" sözcüğü tek başına kullanıldığında çoğu kez hepatotropizm gösteren virüslerle oluşmuş bir "viral hepatit" kastedilmektedir. Öte yandan, enfeksiyon ajanlarının kana karıştığı hemen tüm koşullarda, karaciğerde de hepatit bulguları oluşabilir. Bunlar arasında bakteri enfeksiyonları olabildiği gibi, Ebstein-Barr virüsü, rubella, adenovirüs ve sitomegalovirüs enfeksiyonları da sayılabilir. Yine de "viral hepatit" terimi tek başına kullanıldığında, hepatotrop virüslerle oluşan enfeksiyonlar akla gelmelidir. Hücre yıkımı (Şekil 1 deki gibi) hücresel şişkinlik formunu alabilir. 17 Şekil 1: Hücresel şişkinlik 7.1. Hepatitis A virüsü (HA V) Zarfsız, tek-sarmal RNA virüsüdür. Kuluçka periyodu 4 haftadır. HA V sarılık başlangıcından yaklaşık 2 hafta önce dışkı ile vücuttan çıkar. Sarılığın ortaya çıktığı sırada antibody oluşur. Virüs yayılımı dışkı yoluyla, genellikle su ve yiyecekler ile, özellikle kanalizasyonlardaki virüsleri üzerinde taşıyan kabuklular aracılığıyla, gerçekleşir. Tüm dünyada etkili olan virüs, çoğunlukla çocuklarda ve gençlerde etkili olur. Asemptomatik enfeksiyonlar yüksek orandadır ama akut HA V enfeksiyonu yüksek ateş, anorexia, mide bulantısı ve kusma ile, vücudun sağ üst bölümünde ağrı ve sarılık ile belirebilir. Tanı serolojik olarak, HA V IgM tespiti ile yapılır. Virüs primat hücre dizelerinde zorlukla çoğaltılabilir ve zayıflatılmış aşı üretiminde kullanılır. Hepatit B ‘ye göre çok hafif bir enfeksiyondur. Ancak enfeksiyon bazen ateşli hepatit hasara yol açabilir. Profilaksi immunoglobulin kullanarak yapılabilir ama aktif immunasyon son zamanlarda lisanslanan inactive HA V aşısı formunda bulunabilmektedir. 7.2. Hepatitis B virüsü (HBV) HBV, DNA virüsü olan tek hepatit virüsüdür, zarflı ve çift sarmaldır. Kuluçka periyodu 6 hafta ile 6 ay arasında değişmektedir. HBV kan yoluyla, kan ürünleri, damariçi zararlı ilaç kullanımı ve iğne paylaşımıyla, cinsel ilişki, dikey transformasyon, dövme, piercing ve akapunktur ile bulaşır. Virüs birçok vücut sıvısı içinde bulunabilir. HBV virüsü küresel 42 nm çapında ve kendilerine bağlı DNA polimerazları vardır. Virüsün yüzey protein toplamları plazma içinde de görülebilir ve bunlar 22nm, boru şeklinde ve küresel yapılardır. (Şekil 2) 18 Şekil 2: Hepatitis B virüs. Hepatit-B pozitifserumun negatif-işaretli preparatı. Üç tip parçacık görülmektedir: küresel parçacıklar (20 nm çapında); uzamış, boru şeklinde, (230nm uzunluğunda) parçacıklar; ve 42 nm çapında çift kabuklu Dane partikülleri. (x 90 000) Şekil 3: Danimarka ana antijen. Danimarka partiküllerin konsantre örneği deterjan (polisorbat 80) ile işlenerek dış çevredeki tabakanın bozulması ve iç taraftakilerin serbest kalması sağlanmıştır. Danimarka partikülleri 27 nm çapındadır. Hepatit B yüzey antijeni (HBsAg) 1965 yılında bulunmuş ve Avusturalyalı aborjinlerde bulunduğundan, Avusturalya antijeni olarak adlandırılmıştır. Hepatit B esas antijen (HBcAg) Danimarka partikülünün iç kısmındaki yoğun bölümüdür. (Şekil 3) HBsAg dört alttipe ayrılabilir. Bunlar adw, adr, ayw ve ayr yararlı HBV enfeksiyon işaretçileridir. Örneğin adw kuzey Avrupa’da, Amerika, ve Avusturalya’da yaygındır. Virüs varyantları hepatit B aşısı olanlarda görülmektedir. Böylece, bu varyantlar yüzey antijenine (anti-HBs) karşı olan antikor oluşumunda görüldü. Akut enfeksiyondan sonra, sarılık öncesi ve karaciğer enzimlerinin artmasından önce, HBsAg ortaya çıkan ilk göstergedir. Viral DNA polimeraz ve HBV DNA daha sonra HBEAg ile ortaya çıkarlar. Anti-HbcIgM, akut enfeksiyon belirtisidir ve bu noktada görülür. Ayrıca anti-HBc IgC varlığı önceden enfeksiyon geçirildiğinin göstergesidir. HBEAg'nin temizlenmesiyle ve nekahet döneminde anti-HB’lerin görünmesiyle birlikte anti-HBE’de tespit edilerek iyileşmenin olduğu anlaşılır. HBsAg taşıyıcıları hala HBEAg statülerini 19 kaybetmediklerinden yüksek oranda bulaşıcıdırlar. Anti-HBE-pozitif olan taşıyıcılar düşük oranda bulaşıcı olarak sayılırlar. Klinik olarak, HBV enfeksiyonun olağanüstü yanı HAV virüsüne göre çok daha sinsi oluşudur. Yüksek ateş, kırıklık, artralgia, artrit, poliartrit nodosa ile karakterizedir. Bir akut HBV enfeksiyonu tamamen giderilebilir veya HBSAg taşıyıcı statüsü ile sonuçlanabilir. Taşıyıcılık HBsAg'nin dolaşımda 6 aydan fazla kalması ile tanımlanır. Erkeklerde daha sık görülür ve genellikle çocukluk dönemi enfeksiyonlarını takip eder. Ayrıca immun sistem defektleri olan bireylerde görülür. Taşıyıcı sayısı dünyada 300 milyon olarak tahmin edilmektedir. Sonuçta, enfeksiyon CPH veya CAH'ya neden olabilir. CAH siroz ve HCC ile sonuçlanır. HCC çoğunlukla Afrika ve Asya’da sık rastlanır. Viral DNA'nın taşıyıcı hücre içine entegre olduğu görülmüştür. HBV-ile ilgili HCC hepatit B'ye karşı bağışıklık kampanyaları ile önlenebilecek ilk tümördür. Rekombinant DNA teknolojisinin gelişiyle birlikte, HBsAg bakteri ve maya hücrelerinden alındı. Hem plazmadan sağlanan hem de genetik olarak üretilen aşılar etkilidir ama popülasyonun yaklaşık %5’i aşıya yanıt vermemektedir. 7.3. Hepatitis D virüs (delta ajan, HDV) Zarflı, dairesel, tek-sarmal RNA virüsüdür. Zararlıdır ve çoğalabilmek için HBV replikasyonu gereksinimi vardır. Dış tabakası HBsAg olan bir protein kılıfı ile çevrili delta antijeni içermektedir. Özellikle İtalya, Orta Doğu, Afrikanon bazı bölümleri ve Güney Amerika ‘da görülmektedir ve hem akut hem de kronik hepatit ile ilişkilidir. HBsAg taşıyıcılarındaki süperenfeksiyon hepatit vakalarına yol açmaktadır. 7.4. Hepatitis C virüs (HCV) Zarflı, dairesel, tek-sarmal RNA virüsüdür. Flaviviridae familyasındaki 3 jeneradan birisi olarak sınıflandırılmıştır. HCV NANBH (non-A non-B hepatitis) olarak bilinen hepatit türüne yol açar. Rekombinant DNA teknolojisi virüs-spesifik proteinin enfekte şempanzenin kanından alınmasını sağladı. Bu yöntem HCV’nin keşfedilmesi, sıralandırmasını ve viral olarak kodlanan proteinlere antikor bulabilmek için serolojik testlerin geliştirilmesini sağladı. Ayrıca viral RNA tespiti için polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) kullanımını sağlamıştır. HBV virüsü gibi, HCV’nin kan ve kan ürünleri kullanımı, uyuşturucu kullanımı ve cinsel ilişki başlıca bulaşma yollarıdır. Dikey bulaşma rapor edilmiştir. Vakaların büyük bir oranı 20 ara sıra meydana gelen enfeksiyon sonucudur. Ancak bunların nasıl bulaştığı bilinmemektedir. Hastalık spektrumu hem akut hem de kronik HCV enfeksiyonu, hepatocellular carcinoma, kronik otoimmün hepatit, birincil siroz ve karışık cryoglobulinaemia’dır. Akut ve kronik HCV enfeksiyonlarının interferon ve antiviral ilaçlar ile tedavisinin yapıldığı raporlar da vardır. 7.5. Hepatitis E virüs (HEV) Zarfsız tek-sarmal RNA virüsüdür. HCV NANBH (non-A non-B hepatitis) olarak bilinen hepatit türüne yol açar. İçme suyundan bulaşır. Hindistan ve Güneydoğu Asya'da genellikle genç ve orta yaş yetişkinlerde görülmektedir. Eğer hamile kadınlar enfekte olursa, ölüm oranı yüksektir. (%20-39) 7.6. Diğer hepatit virüsleri Hepatit F, NANBNCH oluşumuna yol açtığı tahmin edilmektedir. Hepatit G, yeni bulunmuş (laboratuarda yeni tespit edilmiş) bir viral hepatit virüs türüdür. Özellikle uyuşturucu kullananlar, diyaliz hastaları ve hemofili hastalığı olan kişilerde normal popülasyona göre pozitiflik oranı yüksektir. Kronik hepatite yol açıp açmadığı konusunda çalışmalar devam etmektedir. 8. HERPESVİRÜS ENFEKSİYONLARI Herpesviridae familyası insanlarda etkili 7 tip herpesvirüs. Bunlar herpes simplex virüs tipleri 1 ve 2 (HSV-1, HSV-2), varicella-zoster virüsü (VZV), cytomegalovirüsü (CMV), EpsteinBarr virüsü (EBV), ve son zamanlarda tanımlanmış insan herpes virüsleri 6 ve 7 (HHV-6, HHV-7)’dir. Bu virüsler orta-boylu, zarflı, çift-sarmal DNA virüsleridir. 8.1. HSV enfeksiyonları HSV-1 ve HSV-2 virüslerini içeren bu grupta HSV-1 daha yaygındır. HSV-1 yüz çevresinde lezyonlar oluştururken, HSV-2 genital bölgeyi etkiler. Hastalık primer enfeksiyon olarak ortaya çıkar ve bunu tekrarlayan lezyonlar takip edebilir. 8.1.1. HSV Primer enfeksiyonlar Çoğunlukla asemptomatik enfeksiyonlardır ama klinik olarak hastaların %10’unda akut gingivostomi, keratokonjanktivis, ağrılı cilt enfeksiyonları ve genital herpes olarak kendini gösterir. Sonuncusu, cinsel yolla bulaşan virüslerden biridir ve çoğunlukla HSV-2 etkendir fakat vakaların %20-30’u da HSV-1 kökenlidir. 21 Şiddetli ama nadiren oluşan herpetik form enfeksiyonu viseral HSV ve başağrısı, ateş ve kafa karışıklığı ile ortaya çıkan akut nekrotik ensefalitis (HSE) ‘yi içerir. Büyük nöral nekrosiz ve karakteristik EEG oluşur. Antiviral asiklovir ölüm oranını %70 ten %20’ye düşürmektedir. 8.1.2. Yinelenen HSV enfeksiyonları Primer enfeksiyonları takiben, bazı hastalar yinelenen lezyonlar geliştirebilirler. Sıkça rastlanan enfeksiyon dudak ve çevresinde oluşan uçuk vakalarıdır. Dudağın mukus membranı primer enfeksiyonlardan sonra nadiren re-enfekte olurlar. Gebeliğin ilk dönemlerindeki aktif primer veya yinelenen HSV genital enfeksiyonu, öldürücü niteliği olan yayılımcı neonatal herpes simplexe dönüşebilir. Genital herpes yaygın bir enfeksiyon iken neonatal HSV’nin nadiren görülmesi ilginçtir. Tedavisi birkaç antiviral ilaçla mümkündür. HSV-enfekteli hücrelerde etkili toksik olmayan nükleosid analog asiklovir en sık kullanılanlardan birisidir. 8.2. VZV enfeksiyonu Varicella(suçiçeği) ve zoster(zona), aynı virüs tarafından oluşan farklı iki klinik vakalardır. Suçiçeği primer enfeksiyondur, zona ise re-aktivasyon sonucu oluşur. Suçiçeği yaygın, hafif seyirli bir hastalıktır ve farklı yaşlarda hastalarda oluşur. Encephalomyelitis enfeksiyonu sonrası, kana sıçraması ile zatürre ve konjintal varicella sendromunu suçiçeğinin nadiren oluşan komplikasyonlarıdır. Gebeliğin ilk 5 ayında suçiçeği geçiren annenin yeni doğmuş bebeği aşağıdaki konjenital enfeksiyon belirtilerini gösterir: deri oluşum bozuklukları, alt-üst ekstremitelerde hipoplaziler, muskuler atropi, kortikal ve cerebral atropi, mikrosefali, psikomotor retardasyon, katarakt Hamileliğin son döneminde oluşan suçiçeği, perinatal ve neonatal suçiçeğine yol açabilir. Hastalığın bebekteki prognozu antikorun plasentayı geçip geçmemesine göre değişim gösterir. Buna bağlı olarak, gebelikteki varicella, özellikle anne sigara kullanıyor ise, çok ağır bir formda çocuğa yansır. 22 Varicella enfeksiyonu sonrası, virüs sinir sisteminin duyu ganglionunda latent kalır ve şartlar uygun olunca re-aktive olur. Dorsal kök ganglialarında özellikle spinal, trigeminal, facial sinirlerde, lezyonlar üretir. Spinal kord boyunca enfeksiyon dermis ve üst katmanlarındaki deride yayılım gösterir. Nadir komplikasyonu encephalitis’tir. Özellikle immünsupresive hastalarda T hücre fonksiyonu baskılanmış ise virüsün cildin farklı bölgelerine yayılması görülebilir. Klasik enfeksiyonlar/re-aktivasyonlar gözü etkileyen herpes zoster ophthalmicus (HZO), ve dışkulak yolu, timpan membranı etkileyerek oluşan Ramsay-Hunt sendromunu içerir. Varicella ve zoster lezyonlarından üreyen virüs materyalleri HEL doku kültür hücrelerinde eşlenik ktopatik etkiler üretir. Elektron mikroskobu ile VZV, HSV’den ayırt edilememesine rağmen, kültür hücresindeki büyüme oranlarında farklılıklar vardır. VZV 10-14 gün içinde, HSV ise 2-4 günde çoğalır. Lezyon histolojisi benzerdir. 8.3. CMV enfeksiyonları CMV hastalığı üç formda oluşur: 1. Konjenital enfeksiyon, 2. Imminsupresif hastalarda fırsatçı patojenler, 3. Mononukleosis-benzeri bulaşıcı sendrom Çoğu enfeksiyonlar asemptomatik ve çocukluk dönemi hastalıklarıdır. Adolesans’ın %40’ı seropozitiftir. Gebeliğin herhangi bir döneminde bulaşan virüs ölümcül zarar oluşturabilir. Konjenital enfeksiyonun iki önemli özelliği sağırlık ve mental retardasyondur. Birçok çocuk hastada normal gelişir ama sonra zeka geriliği derecesine ulaşır. Bazı çocuklar ise “cytomegalic inclusion disease” olarak bilinen ağır enfeksiyon geçirebilirler. Bu vakalar yeni doğmuşta genellikle ölümcüldür. Sarılık, hepatosiplenomegali, trombositopeni, hemolitik anemi ve mikrosefali hastalığın mevcut özellikleridir. Bazen, büyük çocuklarda ve yetişkinlerde negatif Paul-Bunnell/monospot testi ile birlikte mononukleosis-benzeri bulaşıcı sendromu görülebilir. Lenfositozis, ateş ve hepatit karakteristiktir ve atipikal lenfositoz lenfadenomati veya faranjitten bağımsız olarak görülebilir. Toxoplazmozis differansiyel tanının parçasıdır. Immunsupresif hastalarda hızla yayılan enfeksiyonlar geliştirebilir. Immunsupresif hastalar virolojik testlerle izlenirken, virüs immunoflorans teknikleriyle tespit edilebilir. Yüksek oranda immunsupresif kemik iliği nakil alıcısı hastalar kolaylıkla CMV’ye karşı etkilenebilirler. Dolayısıyla, tüm nakil dokuları ve kan ürünleri CMV kontrolünden 23 geçmelidir. Bu hastalar, immun sistemle ilintili olarak düşünülen, CMV pnemonitis geliştirebilirler. Renal ve kalp nakil hastaları da CMV pnemonitis ve bazen de retinitis geliştirebilirler. Fakat retinitis daha çok AIDS hastalarında gözlenmiştir. Tanı, HEL hücrelerinde viral izolasyon ile yapılır ancak 2 – 3 hafta sürebilmektedir. Hızlı viral tanı teknikleri, özellikle immunofloresent DEAFF (detection of early antigenic fluorescent foci) testi laboratuarların kandaki, idrardaki, boğazdaki CMV varlığını 24 saat içinde tespit etmesini sağlamıştır. Antiviral terapinin bulunmasıyla birlikte bu yöntem kritik önem kazanmıştır. 8.4. HHV-6 enfeksiyonu HHV-6 Herpesviridae tipinin üyelerindendir. Erken yaşlarda beliren yumuşak başlı bir asemptomik enfeksiyondur. HHV-6 1986 yılında AIDS ve lenfoproliferatif hastalığı olan bir hastanın kanından izole edilmiştir. Beta herpesvirüs altailesine aittir ve CMV ile oldukça fazla genotipik ve fenotipik özellikleri paylaşır. HHV-6 insanları enfekte eden diğer herpes virüslara yapısal olarak benzemektedir. Virüsun 162 kapsomerlik kılıflı, ikozahedral bir nükleokapsidi vardır ve çift sarmallı bir DNA genomu içerir. HHV-6'nın A ve B olmak üzere iki tipi vardır. Enfeksiyonun akut döneminde virüsların replikasyonu CD4+ T lenfositlerinde olmakla birlikte, CD4 molekülünü reseptör olarak kullanmazlar. HHV-6'nın replikasyonu, virüsün konak hücresine girişiyle, olasılıkla reseptöre bağlı endositoz yoluyla başlamakta ve sitopatik etki göstermektedir. Diğer herpesvirüslarda olduğu gibi HHV-6 da enfekte ettiği hücrelerde önce bir primer enfeksiyon yapmakta, daha sonra latent duruma geçmektedir. Monosit ve makrofajlarda ve muhtemelen tükürük bezlerinde latent olarak kalmaktadır. Latent virüs böbreklerde ve bronşiyal salgı bezlerinde de saptanmıştır. Kişiden kişiye horizontal bulaş en muhtemel geçiş yoludur. Oral sekresyonların enfeksiyon kaynağı olduğu düşünülmektedir, çünkü virüs sağlıklı insanların önemli bir kısmının tükürüğünde saptanmıştır. Ayrıca virüs exanthem subitum’lu çocukların tükürük ve dışkısında, nadir olarak da idrarında bulunmuştur. HHV-6 ve HHV-7 hamile kadınların uterus serviksinde de saptanmıştır ve perinatal bulaş açısından önemli olabileceği düşünülmektedir. Vertikal geçiş serolojik olarak gösterilmekle birlikte, konjenital enfeksiyon sendromu tanımlanmamıştır. Anne sütü önemli bir enfeksiyon kaynağı gibi görünmemektedir. Primer HHV-6 enfeksiyonu genellikle 2 yaşın altında olmaktadır ve 1 yaşındaki çocukların %76-92'si seropozitif olarak bulunmuştur. Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya'da genel nüfusta seropozitiflik %72-95 olarak saptanmıştır. 24 Etiyolojisinde rol oynadığı gösterilen veya serolojik ve/veya PCR ile birlikteliği gösterilen klinik tabloları aşağıdaki gibi sınıflamak mümkündür. 1. Roseola infantum(Exanthem subitum) Yamanishi ve arkadaşları 1988 yılında exanthem subitum'lu 4 çocuğun lenfositlerinden HHV-6'yı izole etmişler ve aynı anda HHV-6'ya karşı serokonversiyonu göstermişlerdir. Exanthem subitum kendi kendini sınırlayan , benign bir hastalık tablosu yapar. Çocuklarda birincil HHV-6 enfeksiyonları çoğunlukla klasik exanthem subitum belirtileri olmaksızın ortaya çıkar ve küçük çocuklardaki ateşli hastalığın önemli bir bölümünden sorumludurlar. Ayrıca HHV-6’nın ensefalit, hepatosplenomegali nedeni olduğu da gösterilmiştir. Tekrarlayan febril konvülsiyonlarda BOS’ta persiste ettiği ve Guillian-Barre, Multipl Skleroz ve Parkinson Hastalığı gibi nörolojik hastalıklarda serolojik birliktelik gösterilmiş olmakla birlikte, etken-hastalık ilişkisi gösterilememiştir ve aydınlatılmayı beklemektedir. 2. İmmün yetmezliği olmayan erişkindeki enfeksiyonları İmmun yetmezliği olmayan erişkinlerde enfeksiyoz mononükleoz benzeri hastalık, hepatit, kronik yorgunluk sendromu, kronik kemik iliği supresyonu, hemofagositik sendrom ve pnömoniye neden olduğu raporlanmıştır. 3. İmmün yetmezliği olan erişkindeki enfeksiyonları Kemik iliği transplant hastalarında HHV-6 varlığı ile pnömoni ve GVHD birlikteliği, HHV-6 reaktivasyonu ile birlikte GVHD hastalığını taklit eden deri döküntüleri , ciddi kemik iliği baskılanması, ateş, hepatit ve nörolojik bozukluklar bildirilmiştir. Renal transplant hastalarında da CMV ile birlikte HHV-6 reaktivasyonu gösterilmiştir. 4. Neoplaziler Bazı çalışmalarda tümör biyopsi örneklerinde ya da çeşitli maligniteler bulunan dokularda HHV-6 DNA'sı saptanmıştır. Bunlar arasında Hogdkin hastalığı, Hogdkin dışı hastalık ve bazı lösemiler sayılabilir. Bu hastalıkların gelişiminde HHV-6'nın etiyolojik rolünü kesin olarak gösteren bir çalışma henüz yoktur. 5. Hipersensitivite Reaksiyonları Fenobarbital, allopurinol ve sulfasalazin gibi ilaçlara karşı gelişen hipersensitivite sendromları ile birlikte HHV-6 reaktivasyonu saptanmıştır. Hipersensitivite sendromu olmadan, bu ilaçlara karşı gelişen benign ilaç reaksiyonlarında ise HHV-6 reaktivasyonu saptanmaması olaya farklı bir boyut getirmektedir. Viral exanthem, GVHD ve kemik iliği transplantasyonu sonrası gelişen exanthem klinik ve histolojik olarak farklılık göstermemektedir. Yapılan incelemelerde keratinositler hedef, CD8+ T lenfositleri ise efektör 25 hücreler olarak görünmektedirler. Kemik iliği transplantasyonu öncesinde deri bulguları olmayan hastaların derisinde HHV-6 DNA'sının saptanması keratinositler ve derideki diğer hücrelerin HHV-6'nın latent olarak kaldığı hücreler olup olmadığı sorusunu da birlikte getirmektedir. HHV-6’nın, CXCR4 reseptörlerinin hücre yüzeyinde ifade edilmesini azalttığı gösterilmiş, bir başka çalışmada ise dokularda HHV-6 varlığı ile HIV viral yükü arasında pozitif bir ilişki olduğu saptanmıştır. Tanıda virüsun izolasyonu, indirekt immünofloresans(İFA), ELİSA ve nötralizasyon gibi serolojik yöntemler ve PCR kullanılabilir. HHV-7 ile çapraz reaksiyon olabilir. HHV-6'nın antiviral ajanlara duyarlılığı CMV gibidir. Gansiklovir ve foscarnet etkili, asiklovir ise etkisizdir. Fujita ve ark. akut lenfoblastik lösemili bir olguda HHV-6'nın neden olduğu tekrarlayan exanthem ataklarında gansiklovirin etkili olduğu bildirmişlerdir . Sonuç olarak HHV-6’nın çocuklardaki birincil enfeksiyonu hariç, tüm diğer hastalıklardaki etiyolojik rolü ispatlanmayı beklemektedir. Toplumda çok yaygın olması, latensi göstermesi , diğer herpesvirüslar gibi çeşitli durumlarda reaktive olabilmesi ve herpesvirüslar arasındaki olası çapraz reaksiyonlar nedeniyle buna gerek vardır. 9. RETROVİRÜSLER Genel olarak retrovirüslerde kalıtsal materiyal olarak iki molekül halinde RNA bulunur. Yaklaşık 10 kadar gen içerir.Karakteristik özelliklerinden bir tanesi reverse transkriptaz denilen bir enzime sahip olmasıdır. Normalde polimeraz enzimleri (DNA polimeraz I, taq polimeraz ...) DNA’yı kalıp olarak kullanıp RNA sentezlerken, reverse transkriptaz enzimi bunların tersine RNA’yı kalıp olarak kullanıp cDNA sentezlerler. Burada sentez edilen DNA kopyalanan RNA’ya komplementer olduğu için cDNA olarak adlandırılmaktadır. Retrovirüsler konakçıya girdiklerinde RNA’sını reverse transkriptaz ile cDNA’ya çevirdikten sonra bu cDNA’yı çift sarmallı hale getirip ancak bu şekilde konakçı DNA’sına entegre olabilir. 9.1. HIV enfeksiyonu HIV virüsü retrovirüsler ailesine mensuptur. Retrovirüslerde diğer virüsler gibi sıkıca paketlenmiş bir genetik yapıya ve protein kılıfına sahiptir. Retrovirüsler kendilerini eşlemek, yani viral RNA larından yeni bir DNA oluşturmak için "reverse transcriptase" adı verilen bir enzimi kullanırlar.Yeni oluşturulan DNA virüsün etkilemek istediği hücrenin DNA sıyla birleşir.Virüsün oluşturduğu DNA ile birleşen hücre DNA'sı provirüs olarak adlandırılır. 26 Yukarıdaki şekilde hücre RNA'sının (RU5-U3R) konak hücreyle (LTR) birleşerek provirüsü (U3RU5LTR) oluşturması gösterilmektedir. Provirüs hücrenin genetik yapısının tamamını kendi kendini sürekli yenilemek için kullanır. HIV virüsünün ilk hedefi “Yardımcı T-lenfosit - CD4 (+) hücreleri“ (AKYUVAR) adı verilen beyaz kan hücreleridir. Normal sağlıklı bir kişide 500-950 adet / mikrolitre CD4 hücresi vardır. HIV virüsü vücuda herhangi bir şekilde bulaştıktan sonra, eğer hemen aktifleşirse, akyuvar hücrelerine saldırır ve hücrenin içine girer. Hücrenin içine girmesiyle birlikte akyuvar hücresinin genetik maddesini kullanarak kendini eşlemeye ve çoğalmaya başlar.Yeni virüs partikülleri kendilerini kan akıntısına bırakarak enfekte edecek yeni akyuvar hücreleri aramaya başlarlar. Bir akyuvar hücresinin içinde HIV bulunması bu hücrenin görevini kısmen yada tamamen yapamaması anlamına gelmektedir. Hücrelerin sayısı 200/mikrolitre’nin altına düştüğünde artık bağışıklık sistemi yeteri kadar çalışamaz.Akyuvar sayısının azalması vücut bağışıklık sisteminin normal zamanda kolayca başedebileceği enfeksiyonlarla artık başedemeyecek duruma gelmesi demektir. Bu fırsatçı enfeksiyonlarla ilgili komplikasyonlar kişinin ölümüne neden olabilmektedir. Beyaz kan hücrelerinin diğer bir çeşidi olan makrofajlar da AIDS virüsü tarafından enfekte edilebilir. Makrofaj hücreleri kan dolaşım sisteminin dışında kalan bölgelerde mevcut olan organizmalarla savaşırlar. Makrofaj hücreleri beyine dahi taşınabilirler. HIV virüsü makrofaj hücrelerini kullanarak beyine girdiğinde glial hücrelerine saldırır.Bu hücreler sinir sistemi için yapısal destek ve izolasyon sağlayan hücrelerdir. Eğer virüs bu hücrelerin büyük bir kısmını yok ederse, kişinin akıl ve düşünme fonksiyonları tekrar onarılamayacak bir hal alır. HIV’e bağlı iki hastalık Kaposis Sarcoma ve Pneumocystic Carinii Pneumonia'dir. Kaposis Sarcoma kan hücresi kanseri olarak bilinir. Kan kanseri hastalarının derilerinde portakal rengi bölgeler oluşmaya başlar. Bu bölgelerin vücut içinde olması ve dışarıdan görünmemeside 27 olasılıklar dahilindedir. Zamanla oluşan bölgelerin sayısında ve büyüklüğünde iki kat artma görülür. Hastalık zaman geçtikçe vücudun her tarafını sarar. Pneumocystic Carinii Pneumonia AIDS hastalarında en çok görülen fırsatçı enfeksiyondur. Hastalığa protozoan adı verilen tek hücreli mikroskopik bir canlı organizma neden olur. PCP hastalarında hastalığın ortaya çıkmasıyla beraber şiddetli yorgunluk, kilo kaybı, ateş, kuru öksürük ve nefes almakta güçlük görülmeye başlar. Hastalığın şiddetli olması nedeniyle hastanın mutlaka bir hastanede kontrol altına alınması gerekir. PCP de diğer AIDS ilgili hastalıklar gibi tedavi edilebilir fakat bağışıklık sistemi ve ilgili problemlerin yok edilmesi mümkün olmamaktadır. Yapılan araştırmalar AIDS'in ortaya çıkma süresinin ortalama 7 ila 8 yıl olduğunu söylemektedir. HIV virüsü HIV virüsü HIV virüsü HIV virüsü İlk defa 1981 yılında homoseksüel erkeklerde Kaposis Sarcoma ve Pneumocystic Carinii Pneumonia gibi hastalıkların sık görülmesi sonucu dikkat çekmiş ve 1983 yılında semptomatik bir hastadan HIV izole edilmiştir. 1985 yılında tanı amacıyla kullanılan serolojik testler klinik kullanıma girmiştir. Ülkemizde ilk AIDS tanısı 1985 yılında koyulmuştur. Hastalığın adı, İngilizce isminin baş harfleri alınarak oluşturulan AIDS ( Acquired Immun Deficiency Sendrome = Kazanılmış İmmün Yetmezlik Sendromu ) bugün için tedavisi bulunamamış, ölümcül bir hastalıktır. 9.1.1. Immunopatoloji ve patojenler Dünyadaki AIDS olgularının %70'i Amerika Birleşik Devletleri'ndedir ve bu ülkedeki olguların %71'ini homoseksüel veya biseksüel erkekler teşkil etmektedir. İkinci sırada intravenöz ilaç kullanma bağımlılığı olanlar gelmektedir (%18). Virüs sağlam deri ve mukozalardan geçemez. AIDS'lı hastaların bütün vücut sıvı ve salgılarında virüs bulunmaktadır. Virüsle enfekte olan şahısların ancak bir kısmında AIDS ortaya çıkmaktadır. Ayrıca organizmaya girebilecek olan antijenlere karşı antikor yapımında yetersizlik olur. Bu nedenlerledir ki AIDS'lı hastalarda, her türlü canlı etkenler kolaylıkla yaygın enfeksiyonlar oluşturmaktadır. 28 HIV başlıca üç yolla bulaşabilir: Kan ve kan ürünleri yoluyla, Cinsel ilişki yoluyla, Perinatal ( anneden bebeğine) Kan ve Kan Ürünleri İle Bulaşma HIV ile enfekte kan ve kan ürünlerinin kişiye verilmesi, HIV ile infekte enjektörlerin kullanılması, kesici ve delici aletler, cerrahi aletler, diş hekimliği aletleri, dövme aletleri, akapunktur aletleri, berber ve kuaförlerin kullandığı aletler ile virüs bulaşabilir. Ayrıca HIV pozitif bir hastanın doku ve organları nakil edildiğinde hastalık bulaşır. HIV’in bulaşmasındaki önemli bir faktör virüs yüküdür. Kan transfüzyonunda çok miktarda virüs verileceğinde kişinin enfekte olma şansızlığı %95’tir. Kan ve kan ürünleriyle bulaşma dünyadaki tüm olguların % 3-5’ini oluşturur. Cinsel İlişki Yoluyla Bulaşma HIV taşıyıcısı veya AIDS hastası erkeğin sperminde ve kadın genital salgılarında bol miktarda HIV bulunur. Homoseksüel veya heteroseksüel ilişkide bulaşma olabilir. Vaginal, anal, oral tüm cinsel ilişki sırasında vagina, penis veya ağızdaki zedelenmiş dokudan ve çatlaklardan HIV bulaşabilir. Dünyada %70-80 ile en fazla bulaşma, bu grupta görülmektedir. Her türlü cinsel ilişkide kondom (prezervatif) kullanmak cinsel yolla bulaşı engellemede en önemli yoldur. Kondomlar bir kez kullanılmalı ve kullanımdan sonra sağlam olduğundan emin olunmalıdır. Cinsel eş sayısı artıkça HIV bulaşma olasılığının da o kadar artacağı akıldan çıkarılmamalıdır. Perinatal (Anneden Bebeğine) Yoluyla Geçiş HIV / AIDS anneden bebeğine gebelik, doğum ve emzirme sırasında bulaştırabilir. Dünyadaki HIV ile infekte kadınların 1/3 ‘nün çocukların bu yolla infekte olduğu ve tüm HIV enfeksiyonlarındaki bulaşın %5-10’u bu yolla olmaktadır. 29 Kesin tedavisi bulunmamış ve ölümcül bir hastalık olan AIDS’e karşı insanlığın tek şansı yukarıda sayılan yollar dışında HIV’in bulaşmamasıdır. HIV solunum, sindirim veya gündelik ilişkiler ile bulaşmaz. Ayrıca sivrisinek, böcek sokması, yeme-içme eşyalarının ortak kullanılması, telefon, ortak kullanılmış giyisiler ile bulaştığına dair bir kanıt bulunmamaktadır. 9.1.2. Epidemiyoloji Dünyanın her yerinde HIV taşıyıcılarının sayısı artış göstermektedir. İki yıl öncesine göre kıyaslandığında, özellikle Dğu - Orta Asya’da ve Doğu Avrupa’daki artışlar dikkat çekmektedir. Doğu Asya’daki HIV taşıyıcılarının sayısı 2002 – 2004 yılları arasında %50 artmıştır. Bu artışta genişleyen HIV epidemisine Çin’in katkısının büyük olduğu görülmektedir. Doğu Avrupa ve Orta Asya’da ise %40’lik bir artış olduğu görülmüştür. Bu artışın sebebi ise Ukrayna’daki epideminin yeniden ortaya çıkması ve Rusya’daki HIV taşıyıcılarının artışıdır. Aşağıdaki tablo Aralık 2004 tarihi itibariyle HIV taşıyıcısı veya enfekte kişi sayısını göstermektedir. 9.1.3. Tanı HIV /AIDS tanısı kan tetkikleri ile mümkündür. Virüs vücuda girdikten sekiz hafta sonra HIV’e karşı antikor gelişmektedir. Bu antikorların varlığını değişik testlerle gösterebiliriz. Günümüzde en sık kullanılan ve en güvenilir yöntem ELİSA’dır. ELİSA ile HIV antikorları gösterildikten sonra mutlaka Western-Blot adı verilen bir yöntem ile doğrulamak gereklidir. Doğrulama testi de pozitif olan hastalar HIV ile enfekte olmuştur denebilir. Doğrulama testi olmadan HIV “pozitif” tanısı koyulamaz. Virüsün vücuda girmesinden sekiz hafta sonra antikor gelişimi başlar, bu dönemde antikor oluşmadığı için HIV tanısı koymak mümkün değildir. Ancak tanı koyulamayan bu dönemdede kişi bulaştırıcıdır. 30 Hastalık Kontrol Merkezi’nin Amerika’daki çalışmaları sonucunda hastalık bulguları dört başlık içinde incelenmektedir. Grup I (AKUT HIV ENFEKSİYONU) : HIV ile enfekte olan kişilerde 4-5 hafta sonra virüs çoğalmaya başlar. 4 hafta ile 6 ay içinde özgül antikorlar üretilir. Bunun sonucu olarak hafif ateş, titreme, kas ağrıları, eklem ağrıları, lenfadenopati, nadiren ensefalite neden olur. Grup II. ( BELİRTİSİZ ENFEKSİYON ) : Hiç bir hastalık belirtisi ve bulgusu yoktur. Bu tablo yıllarca devam edebilir. Grup III. ( SÜREKLİ-GENEL LENFADENOPATİ ) : Başka bulgu ve belirti yoktur. Grup IV.( AIDS ) : Çok geniş bir klinik tablo içinde incelenir. Kilo kaybı, kronik ishaller, ateş, genel düşkünlük, yorgunluk, sinir sistemi bulguları, unutkanlık, anlama ve öğrenme becerilerinin azalması, depresyon, bacaklarda şiddetli ağrı, fırsatçı mantar ve parazit enfeksiyonları, fırsatçı tümörler (Kaposi sarkomu, lenfomalar) ortaya çıkar. 9.1.4. Tedavi HIV/AIDS'de henüz tam kür elde edilebilecek tedavinin olmayışı ve aşı çalışmalarının da devam ediyor olması nedeni ile hastalığın yayılmasının kontrolünün zor olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca yaşam kalitesini artırıp, yaşam süresini uzatan tedavilerin ve fırsatçı enfeksiyonların önlenmesi ve tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkilerinin fazla olması, kullanım güçlükleri ve yüksek maliyetli olması erken dönemde HIV/AIDS'e özel bir önemin verilmesini ve hastalıkla ilgili eğitimlerin, bilgilendirmelerin hızla yapılmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Korunma, virüsün cinsel yolla, kan yolu ile ve anneden bebeğe geçişi önleme esasına dayanmaktadır. Cinsel yolla bulaşa karşı korunma: HIV/AIDS'in cinsel yolla bulaşını engellemeye yönelik önlemler aslında cinsel yolla bulaşan diğer enfeksiyonlara karşı korunmada da etkili olan yöntemlerdir. HIV/AIDS'e karşı korunmada önerilen lateks kondomlar aynı zamanda frengi, bel soğukluğu, genital siğil, hepatit B gibi hastalıklardan da korunmayı sağlamaktadır. Araştırmalar göstermektedir ki cinsel yolla bulaşan diğer enfeksiyonların önleminin alınması HIV/AIDS'den korunma yönünden de önem teşkil etmektedir. Kan ve kan ürünleri ile bulaşa karşı korunma: 1985 yılında antikor testlerinin bulunması 31 ile kan ve kan ürünleri hastaya verilmeden önce HIV yönünden taranmaya başlamıştır. Bu bir yasal zorunluluk olup, 1987 yılından beri de ülkemizde kan ve kan ürünleri HIV yönünden test edilmektedir. Damar içi madde kullanımı alışkanlığının önlenmesi, tedavi edilmesi, ortak enjektör kullanımı risklerinin anlatılması bu grup hastalarda HIV bulaş riskini azaltmaktadır. Anneden bebeğe geçiş için korunma: Anneden bebeğe geçişte önemli olan HIV prevalansı yüksek olan bölgelerde doğurganlık yaşındaki ve HIV enfeksiyon riski belirlenmiş olan kadınlara tüm bulaş yollarını öğretebilmektir. Eğer kadın HIV pozitif ise doğum kontrol yöntemleri öğretilmeye çalışılmaktadır. Buna rağmen gebe kalan HIV pozitif kadınlara erken dönemde kürtaj yapılması pek çok ülke tarafından kabul edilmektedir. Eğer anne adayı bebeği doğurmakta ısrarlı ise gebeliğin belli ayında anneye, doğumdan sonra da bebeğe tedavi başlanmakta ve hasta yakın takibe alınmaktadır. Anne sütü ile virüsün geçişi gösterildiğinden annenin bebeği emzirmemesi önerilmektedir. Sağlık personelinin korunması: Sağlık personeli hastanın hikayesi ve fizik muayene ile enfekte hastaları ayırt etme şansına sahip olamadıklarından tüm hastaların kan ve diğer vücut sıvılarını potansiyel enfekte kabul ederek standart önlemlere uyarak çalışmalıdırlar. Hastalara uygulanan tüm girişimsel işlemler sırasında eldiven mutlaka kullanılmalı, işlem bittikten sonra eldiven değiştirilmeli ve eldivenler çıkartıldıktan sonra eller hemen sabun ve su ile yıkanmalıdır. Eğer eller veya diğer cilt yüzeyleri hastanın kanı ya da diğer vücut sıvıları ile kontamine olursa derhal su ve sabunla yıkanmalıdır. İğne batmasını engellemek için iğneler kullanıldıktan sonra plastik kılıfları tekrar takılmamalı, iğneler enjektörden çıkartılmamalı, eğilip bükülmemelidir. Yapılan bir işlem sırasında kan veya diğer vücut sıvılarının sıçrama olasılığı söz konusu ise ağız, burun ve gözleri korumak amacı ile maske ve gözlük takılmalı, diğer vücut yüzeylerine bulaşı önlemek için koruyucu önlük giyilmelidir. 32 Yıllar 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 Toplam Vaka 1 2 7 9 11 14 17 28 29 34 34 37 38 29 28 46 40 48 52 47 37 588 HIV (+) Toplam 1 2 3 5 27 34 26 35 20 31 19 33 21 38 36 64 45 74 52 86 57 91 82 119 105 143 80 109 91 119 112 158 144 184 142 190 145 197 163 210 295 332 1666 2254 Tablo 2: Türkiye'de HIV/AIDS vakalarının yıllara göre dağılımı (Aralık 2005, T.C. Sağlık Bakanlığı) Bulaş yolu Homo/biseksüel cinsel temas Damariçi madde bağımlıları Homo/biseksüel cinsel temas + damariçi madde bağımlıları Hemofili hastalığı Transfüzyon yapılanları Heteroseksüel cinsel temas İnfekte anneden bebeğe Nozokomial bulaşma Bilinmeyenler Toplam Erkek 182 105 5 Kadın 0 9 0 10 25 661 21 8 530 1547 0 16 519 20 2 141 707 Toplam Yüzde(%) 182 8,07% 114 5,06% 5 0,22% 10 41 1180 41 10 671 2254 0,44% 1,82% 52,35% 1,82% 0,44% 29,77% 100% Tablo 3: Bulaş yollarına ve cinsiyete göre HIV/AIDS vakalarının dağılımı (Aralık 2005, T.C. Sağlık Bakanlığı 33 10. REFERANSLAR 1. Kumar V, Cotran RS and Robbins SL: Basic Pathology 7ed W.B Saunders Comp. Philadelphia 2003; 309 – 317 2. Walter JB and Talbot IC: Walter and Israel General Pathology – 7ed Churchill – Living stone, New York, Edinburg, London 1996, 385 – 405 3. http://www.mikrobiyoloji.org (Akut gastroenteritis) 4. http://genbilim.com (influenza virüsleri) 5. http://www.bioclub.hacettepe.edu.tr/haber/virus.html (Retrovirüsler) 6. http://www.gata.edu.tr/ (HHV-6 virüsü) 7. http://bornova.ege.edu.tr/~eunal/etki.html (HIV virüsü) 8. http://www.gata.edu.tr/dahilibilimler/infeksiyon/guncel/Aids.htm (HIV virüsü) 9. http://www.hatam.hacettepe.edu.tr/epidemiyoloji.shtml (HIV virüsü) 34 HIV/AIDS EPİDEMİYOLOJİSİ VE KORUNMA Dr. Aygen Tümer Hacettepe Üniversitesi AIDS Tedavi ve Araştırma Merkezi (HATAM) İlk defa 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde bir grup homoseksüel erkekte ve Haiti'den gelen göçmenlerde ender rastlanan Pnömocystitis carinii jiroveci pnömonisi (PCP) ve Kaposi sarkomu (KS) vakalarının tespit edilmesi ile AIDS hastalığı tanımlanmıştır. Bu infeksiyonlar tedaviye iyi cevap vermemekte ve hastalık ölümle sonuçlanmaktaydı. Araştırmacılar bu hastalığın daha önce literatürde rastlanmayan yeni bir hastalık olduğu konusunda birleşerek bu yeni hastalığa "AIDS" (Acquired Immune Deficiency Syndrome, Akkiz İmmün Yetmezlik Sendromu) adını vermişlerdir. 1983 yılında AIDS'e neden olan virüs HIV (Human Immunodeficiency Virus, İnsan İmmün Yetmezlik Virüsü) izole edilmiş olup, bu virüs vücudun savunma gücünü zayıflatmakta, yıkmakta ve normal koşullarda tedavi edilebilen hastalıklar, savunma gücü yetersiz kaldığından tedavi edilememektedir. Hastalığın tanımlandığı ilk yıllarda HIV infekte vakalar az sayıda olması ve homoseksüel erkek grubunda görülmesi nedeni ile fazla ilgi çekmemişti. Ne zamanki biseksüel erkekler aracılığı ile kadınlara ve infekte hamile kadınlardan da bebeklere geçmesi ile vakaların giderek artmaya başlaması ile tüm dünyanın odak noktası haline gelmiştir. Bunu dikkate alan tıp dünyası, gönüllü kuruluşlar ve kişiler öneminin anlatılabilmesi, toplumun bilgilendirilmesi ve korunma yollarının öğretilmesi için faaliyetler düzenlemeye başlamışlar ve 1 Aralık gününü de "Dünya AIDS Günü" olarak ilan etmişlerdir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) her yıl 1 Aralık için bir slogan belirlemekte ve tüm ülkeler bu çerçevede toplumu bilgilendirmeye yönelik faaliyetler yapmaktadırlar. DÜNYADA HIV/AIDS Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Aralık 2005 verilerine göre dünyada ortalama 40.3 (36.7 - 45.3) milyon HIV infekte kişi yaşamakta olup, epideminin başından beri 30.9 milyon kişi hayatını bu hastalık nedeni ile kaybetmiştir. 2005 yılı içinde 5 milyon yeni vaka bildirilmiş olup, bu sayılara günde 14 000, dakikada 10 yeni vaka ilave olmaktadır. Tüm HIV infekte vakaların %95'inden fazlası gelişmekte olan ülkelerde, %89'u da Sahra-altı Afrika, Güney ve Güney-doğu Asya'da görülmektedir. Günümüzde HIV/AIDS hastalığı Sahra-altı Afrika'da birinci, dünyada ise 4. ölüm nedeni olarak bildirilmektdir. SSCB'nin parçalanması ile meydana gelen değişimlerle Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya'da HIV infeksiyonunun süratle yayıldığı görülmektedir. Dünya nüfusunun 1/5'inin yaşadığı Çin'de, özellikle damar içi uyuşturucu madde kullananlar arasında HIV pozitiflik oranının kısa sürede yükselerek %70'lere ulaştığı saptanmıştır. HIV/AIDS hastalığı, tanımlandığı 1980'li yılların başlarında "korunmasız yapılan homoseksüel cinsel temas ile bulaşmaktadır" diye bilinirken, 1990'lı yıllarından beri en sık korunmasız yapılan heteroseksüel cinsel temas ile, ikinci sıklıkta damar içi madde kullananların ortak paylaştığı enjektör ile, üçüncü sıklıkta ise korunmasız yapılan homoseksüel cinsel temasla bulaşmaktadır. Eğer korunma ve tedavi gibi konularda gerekli adımlar atılmaz ise, 2005 yılı sonunda 40.3 milyon olan hasta sayısının 2010 yılında 110 milyona çıkacağı, HIV/AIDS hastalığından ölenlerin sayısının ise 2020 yılına kadar hastalığın en yaygın olduğu 45 ülkede 68 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. İlk vakaların görüldüğü Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde 1994 yılından beri her yıl tanı konan yeni vaka sayıları bir önceki yıldan fazla değil iken, Hindistan, Afrika gibi ekonomik seviyeleri düşük ülkelerde vaka sayıları katlanarak artmaktadır. Bu farklılığın esas nedeninin eğitimden kaynaklandığı düşünülmektedir, çünkü gelişmiş ülkeler etkin eğitim programları ile hastalığı ve korunma yollarını halkına öğretebilmeyi başarmış gözükmektedir. Eğitimde bir diğer önemli faktörde mali güçtür. Gelişmekte olan ülkeler kısıtlı bütçeleri ile giderek artan sayıdaki hastalarını tedavi için gerekli masrafı yapmakta zorlanırken, beraberinde eğitim programlarını yürütememektedirler. Bazı Asya ülkelerinin hükümetleri eğitime finansal kaynaklar ayırmışlar ve özellikle Malezya ve Tayland'da geniş kapsamlı HIV eğitim kampanyaları düzenlenmiştir. Şu ana kadar elde edilen ilk sonuçlara göre HIV/AIDS bu iki ülkede Filipinler ve Endonezya kadar hızlı yayılmamaktadır, ancak hastalığın pencere dönemi ve kişilerin davranış değişikliklerinin değerlendirilmesi net olarak yapılamadığından kesin sonuç elde edilememektedir. HIV/AIDS'İN BULAŞ YOLLARI: Cinsel yolla bulaş: HIV infeksiyonunun en önemli bulaş yolu cinsel temasdır. Korunmasız yapılan her türlü cinsel temasla (vajinal, oral, anal) bulaşabilmektedir. Bu tür bulaşa bağışık kimse yoktur. Ancak kan, kadın ve erkeğin cinsel salgıları ile temasa neden olabilecek her türlü cinsel aktivitede bulaş riski bulunmaktadır. Bulaş için HIV pozitif kişi ile yapılan tek bir cinsel temas bile yeterlidir, cinsel temas sayısı arttıkça bulaş olasılığı artmaktadır. Yapılan araştırmalar, yaptıkları doku hasarı nedeniyle cinsel yolla bulaşan diğer infeksiyonların varlığının HIV infeksiyonunun bir kişiden diğerine geçişini 2-9 kez artırdığını göstermektedir. Cinsel yolla bulaşan diğer infeksiyonların çoğu zaman doğru ve erken tedavi edilebildiği Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkelerindeki HIV infeksiyonu görülme sıklığı Afrika ülkeleri ile kıyaslandığında bu ilişki daha net olarak görülebilmektedir. Gelişmiş ülkelerde yeterli tanı ve tedavi olanaklarının cinsel yolla bulaşan diğer infeksiyonlar lehine kullanılması ile hem bu hastalıkların yayılması kontrol edilebilmekte, hem de HIV infeksiyonunun geçişi azaltılmaktadır. Hastalığın tanımlandığı 1980'li yılların başlarında en sık rastlanan bulaş yolunun korunmasız yapılan homoseksüel cinsel temas olduğu bildirilirken, bugün HIV'ın %60-65 oranında korunmasız yapılan heteroseksüel cinsel temas ile bulaştığı bilinmektedir. Kan ve kan ürünleri ile bulaş: Kanda virüsün yoğun miktarda bulunması nedeni ile, virüsü taşıyan kişilerden alınmış kan ve kan ürünleri ile hastalık bulaşabilmektedir. 1985 yılında HIV'a karşı yapılan antikor testlerinin bulunması ile dünyanın her yerinde kan ve kan ürünlerinin hastaya verilmeden önce HIV yönünden test edilmesi zorunlu bir hale getirilmiştir. Ülkemizde 1987 yılından beri tüm kan ve kan ürünlerine antikor testi yapıldıktan sonra hastaya verilmektedir. Bu nedenle 1987 yılından beri kan ve kan ürünleri ile olan bulaş azalmıştır. Ancak hastalığın 10–12 hafta süren pencere döneminin olması ve acil durumlarda test yapılmadan kan ve kan ürünlerinin kullanılabilmesi azda olsa (% 0.03) bu yolla geçiş olabileceğini göstermektedir. Anneden bebeğe bulaş: HIV gebelik süresince, doğum sırasında ve emzirme ile bebeğe geçebilmektedir. Bu olasılık % 20-30'dur. Ancak HIV pozitif anne gebeliği süresince antiretroviral ilaçlardan tek ilaçla tedavi alırsa bu oran %8-11, ikili kombine tedavi alırsa %2-6, üçlü kombine tedavi alırsa %1-2'lere kadar düşürülebilmektedir. HIV infekte gebenin doğumu 38. haftada sezaryen ile yapılmalıdır. Bebeğin doğumdan sonra belli süre tedavi alması, hekim kontrolü altında olması gerekmektedir. Emzirme ile HIV bebeğe bulaşabileceğinden, anne bebeğini emzirmemelidir. HIV birçok vücut sıvısında bulunmasına rağmen sadece kan, kadın ve erkeğin cinsel salgıları ile bulaşabilmektedir. Dokunmak, el sıkışmak, sarılmak, aynı yerde oturmak, aynı saunayı, havuzu, banyoyu, tuvaleti paylaşmak, aynı tabağı, bardağı, çatalı, kaşığı kullanmak, aynı giysileri giymek, telefon kulaklığı, gözyaşı, ter, tükürük, sivrisinek, böcek, arı sokması ile HIV bulaşmamaktadır. TÜRKİYE'DE HIV/AIDS Tüm dünyada HIV/AIDS vakalarının hızla arttığı gözlenirken Türkiye'nin bu salgının dışında kalması beklenmemektedir. Ülkemizde ilk defa 1985 yılında bir HIV pozitif hasta ve bir AIDS basamağına ulaşmış hasta bildirilmiş, daha sonra her yıl HIV/AIDS vakalarının sayılarında giderek artma gözlenmiştir. Ülkemizde Aralık 2005 T.C. Sağlık Bakanlığı verilerine göre 2254 HIV/AIDS vakası vardır. Bunların 588'i AIDS basamağına ulaşmış, 1666 kişi ise HIV infektedir. Ancak özellikle cinsel yolla bulaşan infeksiyonlar konusunda kişilerin sağlık kurumlarına yeterli başvurularının olmamaları, kayıt sistemlerinin yeterli çalışmaması, bu sayının gerçekleri yansıtmadığını düşündürmektedir. Türkiye'de HIV/AIDS vakalarının yıllara göre dağılımı (Aralık 2005, T.C. Sağlık Bakanlığı) Yıllar Vaka HIV (+) Toplam 1985 1 1986 2 3 5 1987 7 27 34 1988 9 26 35 1989 11 20 31 1990 14 19 33 1991 17 21 38 1992 28 36 64 1993 29 45 74 1994 34 52 86 1995 34 57 91 1 2 1996 37 82 119 1997 38 105 143 1998 29 80 109 1999 28 91 119 2000 46 112 158 2001 40 144 184 2002 48 142 190 2003 52 145 197 2004 47 163 210 2005 37 295 332 Toplam 588 1666 2254 Türkiye'de en sık 20-49 yaş arası HIV/AIDS vakalarına rastlanmaktadır ve cinsiyete göre dağılımına bakıldığında %68.6 erkek, %31.4 kadın olduğu gözlenmektedir. Türkiye'deki bulaş yollarına göre HIV/AIDS vakaları incelendiğinde; %52.4 heteroseksüel cinsel temas, %8.1 homoseksüel cinsel temas, %5.1 damar içi madde bağımlıları, %1.9 transfüzyon alanlar, %1.8 anneden bebeğe geçiş, % 0.4 hemofili hastaları ve %29.8 ise bilinmeyenlerden oluştuğu görülmektedir. %29.8 gibi büyük bir oran eksik bildirimi göstermektedir ki bu da epideminin boyutunu öğrenmedeki güçlüğü gözler önüne sermektedir. Bulaş yollarına ve cinsiyete göre HIV/AIDS vakalarının dağılımı (Aralık 2005, T.C. Sağlık Bakanlığı) Bulaş yolu Erkek Kadın Toplam Homo/biseksüel cinsel temas 182 0 182 Damariçi madde bağımlıları 105 9 114 Homo/biseksüel cinsel temas+ damariçi madde bağımlıları 5 0 5 Hemofili hastalığı 10 0 10 Transfüzyon yapılanları 25 16 41 Heteroseksüel cinsel temas 661 519 1180 İnfekte anneden bebeğe 21 20 41 Nozokomial bulaşma 8 2 10 Bilinmeyenler 530 141 671 Toplam 1547 707 2254 Günümüzde uygulanan tedavi, erken başlandığı zaman daha etkili olmakta ancak ekonomik olarak büyük yük getirmektedir. Hastaların tedavi giderleri Sağlık Kurulu raporu ile belgelenmesi halinde, 657 sayılı yasaya bağlı memurların, SSK kapsamındaki işçilerin, yeşil kart sahiplerinin ve Bağ-Kur'luların karşılanmakta ise de, bu tip tedavi olanağı olmayan hastalar tedaviden yararlanamamaktadır. Özel sigorta şirketleri ise ödeme yapmamaktadır. Türkiye'de kısıtlı sayıdaki olgunun tedavisi konusunda yaşananlar, gelecek için alınacak önlemlere ışık tutmalıdır. KORUNMA HIV/AIDS'de henüz tam kür elde edilebilecek tedavinin olmayışı ve aşı çalışmalarının da devam ediyor olması nedeni ile hastalığın yayılmasının kontrolünün zor olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca yaşam kalitesini artırıp, yaşam süresini uzatan tedavilerin ve fırsatçı infeksiyonların önlenmesi ve tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkilerinin fazla olması, kullanım güçlükleri ve yüksek maliyetli olması erken dönemde HIV/AIDS'e özel bir önemin verilmesini ve hastalıkla ilgili eğitimlerin, bilgilendirmelerin hızla yapılmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Korunma, virüsün cinsel yolla, kan yolu ile ve anneden bebeğe geçişi önleme esasına dayanmaktadır. Cinsel yolla bulaşa karşı korunma: En sık bulaş cinsel temasla olduğu için bu yolla korunma büyük önem taşımaktadır. Cinsel aktiviteden tamamen kaçınarak veya partnerine sadık kalıp, tek eşli yaşayarak kesin olarak HIV infeksiyonunun bulaşı önlenebilmektedir. Cinsel temas sırasında prezervatif (kondom, kılıf, kaput) kullanılmasının koruyuculuğu, kondomun lateks olması, doğru ve devamlı kullanılması, yırtık veya delik olmaması kaydıyla ispatlanmıştır. Kadınlar için özel olarak hazırlanmış kondomlar da doğru ve devamlı kullanımda etkili olmaktadırlar. HIV/AIDS'in cinsel yolla bulaşını engellemeye yönelik önlemler aslında cinsel yolla bulaşan diğer infeksiyonlara karşı korunmada da etkili olan yöntemlerdir. HIV/AIDS'e karşı korunmada önerilen lateks kondomlar aynı zamanda frengi, bel soğukluğu, genital siğil, hepatit B gibi hastalıklardan da korunmayı sağlamaktadır. Araştırmalar göstermektedir ki cinsel yolla bulaşan diğer infeksiyonların önleminin alınması HIV/AIDS'den korunma yönünden de önem teşkil etmektedir. Kan ve kan ürünleri ile bulaşa karşı korunma: 1985 yılında antikor testlerinin bulunması ile kan ve kan ürünleri hastaya verilmeden önce HIV yönünden taranmaya başlamıştır. Bu bir yasal zorunluluk olup, 1987 yılından beri de ülkemizde kan ve kan ürünleri HIV yönünden test edilmektedir. Damar içi madde kullanımı alışkanlığının önlenmesi, tedavi edilmesi, ortak enjektör kullanımı risklerinin anlatılması bu grup hastalarda HIV bulaş riskini azaltmaktadır. Bazı Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri'nde devlet tarafından temiz enjektör dağıtım programları uygulanmakta ve önemli ölçüde başarı sağlandığı bildirilmektedir. Gelişmiş ülkelerde enjektör paylaşımının azaldığı, steril iğne alınışında ve iğne temizleme işlemlerinde artma gözlendiği saptanmaktadır. Anneden bebeğe geçiş için korunma: Anneden bebeğe geçişte önemli olan HIV prevalansı yüksek olan bölgelerde doğurganlık yaşındaki ve HIV infeksiyon riski belirlenmiş olan kadınlara tüm bulaş yollarını öğretebilmektir. Eğer kadın HIV pozitif ise doğum kontrol yöntemleri öğretilmeye çalışılmaktadır. Buna rağmen gebe kalan HIV pozitif kadınlara erken dönemde kürtaj yapılması pek çok ülke tarafından kabul edilmektedir. Eğer anne adayı bebeği doğurmakta ısrarlı ise gebeliğin belli ayında anneye, doğumdan sonra da bebeğe tedavi başlanmakta ve hasta yakın takibe alınmaktadır. Anne sütü ile virüsün geçişi gösterildiğinden annenin bebeği emzirmemesi önerilmektedir. Sağlık personelinin korunması: Sağlık personeli hastanın hikayesi ve fizik muayene ile infekte hastaları ayırt etme şansına sahip olamadıklarından tüm hastaların kan ve diğer vücut sıvılarını potansiyel infekte kabul ederek standart önlemlere uyarak çalışmalıdırlar. Hastalara uygulanan tüm girişimsel işlemler sırasında eldiven mutlaka kullanılmalı, işlem bittikten sonra eldiven değiştirilmeli ve eldivenler çıkartıldıktan sonra eller hemen sabun ve su ile yıkanmalıdır. Eğer eller veya diğer cilt yüzeyleri hastanın kanı ya da diğer vücut sıvıları ile kontamine olursa derhal su ve sabunla yıkanmalıdır. İğne batmasını engellemek için iğneler kullanıldıktan sonra plastik kılıfları tekrar takılmamalı, iğneler enjektörden çıkartılmamalı, eğilip bükülmemelidir. Yapılan bir işlem sırasında kan veya diğer vücut sıvılarının sıçrama olasılığı söz konusu ise ağız, burun ve gözleri korumak amacı ile maske ve gözlük takılmalı, diğer vücut yüzeylerine bulaşı önlemek için koruyucu önlük giyilmelidir. Ülkemizde henüz sayıları binlerle ifade edilen HIV/AIDS vakaları için, hasta sayıları milyonları bulan ülkelerden örnek alarak korunmayı öğrenmek, öğretmek ve davranış değişikliğinde bulunulmasını sağlamak hepimizin görevi olmalıdır. En önemlisi de HIV infekte kişileri toplumdan dışlamadan hep beraber elele vererek yaşamalıyız ki, bu hastalığa karşı mücadele edebilelim. Hacettepe Üniversitesi Lacivert Tasarım Grubu Biyolojik Savaş | Ana Sayfa AIDS (Kazanılmış İmmün Yetmezlik Sendromu) İlk defa 1981 yılında homoseksüel erkeklerde Pneumocystis carinii ve Kaposi sarkomu gibi hastalıkların sık görülmesi sonucu dikkat çekmiş ve 1983 yılında semptomatik bir hastadan HIV izole edilmiştir. 1985 yılında tanı amacıyla kullanılan serolojik testler klinik kullanıma girmiştir. 1980’li yıllarda özellikle sadece homoseksüel erkeklerde görülen AIDS hızla yayılmış ve sadece bu grupla kısıtlı kalmayıp kadın, erkek, çocuk, ırk, dil, din ayırmaksızın herkesi etkiler hale gelmiştir. Dünya Sağlık Örgütü 2000 yılında 100.000.000 HIV (+) kişi olacağını, bunların 40.000.000’nunun AIDS basamağına ulaşmış olacakları tahmin edilmektedir. Ülkemizde ilk AIDS tanısı 1985 yılında koyulmuştur. Bilim dünyası tüm imkanlarını seferber etmiş bu umarsız hastalığı çare aranmaktadır. Tıp dünyası dışında, sosyologlardan politikacılara kadar konu ile pek çok kişi ilgilenmekte ve çare aranmaktadır. Bugüne kadar yapılan tüm bilimsel çalışmaların sonucu olarak etkili bir aşı bulunamaması ve tedavi imkanlarının kısıtlı olması AIDS’e karşı duyulan korkuyu dahada arttırmaktadır. Etkin bir tedavi ve aşı geliştirilinceye kadar, bu hastalıkla en etkin yöntemin toplumun aydınlatılması ve bilinçlendirilmesi yani EĞİTİM olduğunu düşünüyorum. Eğitim faliyetleri sırasında hastalığın bulaşma yolları ve bunlara karşı uygulanması gereken kurallar başta risk grupları olmak üzere herkese ayrıntılı olarak öğretilmelidir. Dünyada eğitim ve kontrol programları için harcanan 1.5-2 milyar dolardır. HIV (Human Immunodeficiency Virus) olarak adlandırılan virus, insanda bağışıklık sistemini bozarak dirençli olan vücudun bir çok infeksiyona ve kansere karşı koruma sağlayamaması ve ortalama 12 yıl içinde bu hastalıklardan birisinin ortaya çıkmasıyla ölümle sonuçlanan bir hastalıktır. Hastalığın adı, İngilizce isminin baş harfleri alınarak oluşturulan AIDS ( Acquired Immun Deficiency Sendrome = Kazanılmış İmmün Yetmezlik Sendromu )bugün için tedavisi bulunamamış, ölümcül, ülkemizdede önemli bir sağlık sorunu olmaya aday bir hastalıktır. AIDS NEDİR? HIV’in hedef olarak zarar verdiği sistem “Bağışıklık Sistemidir” Bağışıklık sisteminde sistemi düzenleyen, bağışıklığı sağlayan hücreler arasında koordinasyonu sağlayan bir anlamda orkestra şefi diyebileceğimiz “Yardımcı T-lenfositler - CD4 (+) hücreleri “ zarar görür. Normal sağlıklı bir kişide 500-950 adet / mikrolitre CD4 hücresi vardır. HIV ile infekte olduktan sonra, virus bu hücreleri yavaş yavaş öldürerek sayılarının azalmasına neden olur. Hücrelerin sayısı 200/mikrolitre’nin altına düştüğünde artık bağışıklık sistemi yeteri kadar çalışamaz. Organizma normalde çok zor yakalandığı fırsatçı infeksiyonlara ; tüberküloz, mantar ve paraziter infeksiyonlara, Kaposi sarkomu gibi yaygın tümörlere yakalanırlar. AIDS NEDEN ÖNEMLİDİR? Hıv infeksiyonunun dört önemli özelliği vardır. 1. Hastalık genellikle bulaştırılmaktadır. sağlıklı taşıyıcılar tarafından 2. HIV infeksiyonunda klinik bulguların ortaya çıkması 10 yıl veya daha uzun sürebilir. 3. HIV ile infekte olan kişilerde sonunda hastalık gelişmektedir. 4. AIDS gelişen hastaların hepsi sonunda hastalıktan ölmektedir. BULAŞMA YOLLARI NELERDİR? HIV’in bulaşma yolları 3 ana başlık altında toplanabilir. Bunlar, 1. Kan ve kan ürünleri 2. Cinsel ilişki yoluyla 3. Perinatal ( anneden bebeğine)’dir. KAN VE KAN ÜRÜNLERİYLE BULAŞMA HIV ile infekte kan ve kan ürünlerinin kişiye verilmesi, HIV ile infekte enjektörlerin kullanılması, kesici ve delici aletler, cerrahi aletler, diş hekimliği aletleri, dövme aletleri, akapunktur aletleri, berber ve kuaförlerin kullandığı aletler ile virus bulaşabilir. Ayrıca HIV pozitif bir hastanın doku ve organları nakil edildiğinde hastalık bulaşır. HIV’in bulaşmasındaki önemli bir faktör virus yüküdür. Kan transfüzyonunda çok miktarda virus verileceğinde kişinin infekte olma şansızlığı %95’tir. Kan ve kan ürünleriyle bulaş dünyadaki tüm olguların % 3-5’ini oluşturur. Damar yoluyla uyuşturucu ilaç kullanımında bulaştırıcılık ve olgu sayısı oldukça yüksektir. CİNSEL İLİŞKİ YOLUYLA BULAŞ HIV taşıyıcısı veya AIDS hastası erkeğin sperminde ve kadın genital salgılarında bol miktarda HIV bulunur. Homoseksüel veya heteroseksüel ilişkide bulaşma olabilir. Vaginal, anal, oral tüm cinsel ilişki sırasında vagina, penis veya ağızdaki zedelenmiş dokudan ve çatlaklardan HIV bulaşabilir. Dünyada %70-80 ile en fazla bulaş, bu grupta görülmektedir. Cinsel ilişki sırasında risk faktörleri bir başka zührevi hastalığın varlığı, partnerin yaşı, cinsel ilişkinin şekli, infekte partnerin hastalığının evresi ile artıp azalabilir. Cinsel ilişki sırasında kadın erkeğe göre 2 kat fazla risk altındadır. Çünkü vagen nedeniyle erkeğe göre 2 kat daha fazla bulaş yüzeyine sahiptirler. Ayrıca spermde virus yoğunluğu, kadındaki vaginal sıvılardaki virus yoğunluğundan fazladır. Heteroseksüel veya homoseksüel ilişkide anal temas bulaşma riskini arttırır. Kadınların menstürasyon dönemlerinde bulaştırıcılık artmaktadır. Genç kızlar ve 45 yaşın üstü kadınlar HIV bulaşması açısından daha hassastırlar. Her türlü cinsel ilişkide kondom (prezervatif) kullanmak cinsel yolla bulaşı engellemede en önemli yoldur. Kondomlar bir kez kullanılmalı ve kullanımdan sonra sağlam olduğundan emin olunmalıdır. Cinsel eş sayısı artıkça HIV bulaşma olasılığının da o kadar artacağı akıldan çıkarılmamalıdır. PERİNATAL (ANNEDEN BEBEĞİNE) YOLLA GEÇİŞ Hıv / AIDS anneden bebeğine gebelik, doğum ve emzirme sırasında bulaştırabilir. Dünyadaki HIV ile infekte kadınların 1/3 ‘nün çocukların bu yolla infekte olduğu ve tüm HIV infeksiyonlarındaki bulaşın %5-10’u bu yolla olmaktadır. HANGİ YOLLARLA BULAŞMAZ? Kesin tedavisi bulunmamış ve ölümcül bir hastalık olan AIDS’e karşı insanlığın tek şansı yukarıda sayılan yollar dışında Hıv’in bulaşmamasıdır. HIV solunum, sindirim veya gündelik ilişkiler ile bulaşmaz. Ayrıca sivrisinek, böcek sokması, yeme-içme eşyalarının ortak kullanılması, telefon, ortak kullanılmış giyisiler ile bulaştığına dair bir kanıt bulunmamaktadır. HIV TANISI NASIL KOYULUR? HIV /AIDS tanısı kan tetkikleri ile mümkündür. Virus vücuda girdikten sekiz hafta sonra HIV’e karşı antikor gelişmektedir. Bu antikorların varlığını değişik testlerle gösterebiliriz. Günümüzde en sık kullanılan ve en güvenilir yöntem ELİSA’dır. ELİSA ile HIV antikorları gösterildikten sonra mutlaka Western-Blot adı verilen bir yöntem ile doğrulamak gereklidir. Doğrulama testi de pozitif olan hastalar HIV ile infekte olmuştur diyoruz. Doğrulama testi olmadan HIV “pozitif” tanısı koyulamaz. Virusun vücuda girmesinden sekiz hafta sonra antikor geliştiğini söylemiştik, bu dönemde antikor oluşmadığı için HIV tanısı koymak mümkün değildir. Ancak tanı koyulamayan bu dönemdede kişi bulaştırıcıdır. KLİNİK BULGULAR NELERDİR? Hastalık Kontrol Merkezi’nin Amerika’daki çalışmaları sonucunda hastalık bulguları dört başlık içinde incelenmektedir. Grup I (AKUT HIV İNFEKSİYONU) : HIV ile infekte olan kişilerde 45 hafta sonra virus çoğalmaya başlar. 4 hafta ile 6 ay içinde özgül antikorlar üretilir. Bunun sonucu olarak hafif ateş, titreme, kas ağrıları, eklem ağrıları, lenfadenopati, nadiren ensefalite neden olur. Grup II. ( BELİRTİSİZ İNFEKSİYON ) : Hiç bir hastalık belirtisi ve bulgusu yoktur. Bu tablo yıllarca devam edebilir. Grup III. ( SÜREKLİ-GENEL LENFADENOPATİ ) : Başka bulgu ve belirti yoktur. Grup IV.( AIDS ) : Çok geniş bir klinik tablo içinde incelenir. Kilo kaybı, kronik ishaller, ateş, genel düşkünlük, yorgunluk, sinir sistemi bulguları, unutkanlık, anlama ve öğrenme becerilerinin azalması, depresyon, bacaklarda şiddetli ağrı, fırsatçı mantar ve parazit infeksiyonları, fırsatçı tümörler (Kaposi sarkomu, lenfomalar) ortaya çıkar. ÜLKEMİZDE SON DURUM Sağlık Bakanlığının verilerine göre 30.Eylül.1998 tarihi itibarıyla 550’si HIV pozitif taşıyıcı, 279 AIDS olgusu olmak üzere toplam 829 kişiye tanı koyulmuştur. Ülkemizdeki olguların %45’I heteroseksüel ilişki sırasında, %10 intravenöz ilaç kullanımı, %9 homoseksüel ilişki ile, bulaştığı saptanmıştır. Biyolojik Savaş Geri | Ana Sayfa The page cannot be found The page you are looking for might have been removed, had its name changed, or is temporarily unavailable. Please try the following: If you typed the page address in the Address bar, make sure that it is spelled correctly. Open the home page, and then look for links to the information you want. Click the Back button to try another link. HTTP 404 - File not found Internet Information Services Technical Information (for support personnel) More information: Microsoft Support HAYATINIZLA RUS RULETİ OYNAMAYIN VE KORUNUN! Yabancı AIDS Merkezleri STOP AIDS STOP AIDS | Diğer AIDS Siteleri | Evde Yapabileceğiniz Testler | Haberleşme STOP AIDS STOP AIDS STOP AIDS HIV Vücudu Nasıl Etkiler? AIDS'e neden olan virüs ilk defa 1983 yılında Dr.Luc Montagnier tarafından kaydedilmiş daha sonra Paris Pasteur Enstitüsündeki bilim adamları tarafından izlenmeye devam edilmiştir.Enstitü araştırmacıları virüse Lymphadenopathy-AssociatedVirüs (LAV) adını vermişlerdir.Çünkü bilim adamları virüse bir hastanın lenf düğümlerinde rastlamışlardı. Bu araştırmalarla aynı zamanlarda, başka bir yerde Dr.Robert Gallo ve meslekdaşları Ulusal Kanser Enstitüsü'nde yaptıkları araştırmalarda AIDS virüsünün izine rastladılar.Dr.Gallo ve meslekdaşları virüse Human T-Cell Lymphotropic Virüs III (HTLV-III) adını verdiler.Gallo ve personeli yeni tanımladıkları bu virüse benzeyen diğer virüsleride ayırarak ayrılan virüsler HTLV-I ve HTLV-II isimlerini verdiler.Yeni tanımlanan bu virüsün etiketlenmesinden sonra Uluslararası Virüs Sınıflandırma Komitesi (International Commite on The Taxonomy of Viruses) virüsün adını Human Immuno Deficiency Virüs HIV olarak belirledi. Halen tıbbi topluluklar virüsün tanımlanmasında bu ismi kullanmaktadır. HIV diğer virüslerden çok farklıdır.HIV virüsü retrovirüsler olarak bilinen özel bir aileye mensuptur. Retrovirüslerde diğer virüsler gibi sıkıca paketlenmiş bir genetik yapıya ve protein kılıfına sahiptir. Retrovirüsler genetik bilgilerini Deoxiribonukleikasit DNA yerine Ribunükleikasit RNA larında saklarlar. Retrovirüsler kendilerini eşlemek, yani viral RNA larından yeni bir DNA oluşturmak için "reverse transcriptase" adı verilen bir enzimi kullanırlar.Yani oluşturulan DNA virüsün etkilemek istediği hücrenin DNA sıyla birleşir.Virüsün oluşturduğu DNA ile birleşen hücre DNA'sı provirüs olarak adlandırılır. Yukarıdaki şekilde hücre RNA'sının (RU5-U3R) konak hücreyle (LTR) birleşerek provirüsü (U3RU5LTR) oluşturması gösterilmektedir.Provirüs hücrenin genetik yapısının tamamını kendi kendini sürekli yenilemek için kullanır.Bu durumda retrovirüsler diğer virüslerde olduğu gibi yeni virüsler oluşturabilmek için gerekli mekanizmayı bulaştıkları hücreden temin ederler. HIV virüsünün ilk hedefi T-4 yardımcı hücresi (AKYUVAR) adı verilen beyaz kan hücreleridir.Akyuvarların görevi bağışıklık sistemini yöneterek istenmeyen organizmalara karşı vücudu korumaktır.HIV virüsü vücuda herhangi bir şerkilde bulaştıktan sonra, eğer hemen aktifleşirse, akyuvar hücrelerine saldırır ve hücrenin içine girer.Hücrenin içine girmesiyle birlikte akyuvar hücresinin genetik maddesini kullanarak kendini eşlemeye ve çoğalmaya başlar.Yeni virüs partikülleri kendilerini kan akıntısına bırakarak enfekte edecek yeni akyuvar hücreleri aramaya başlarlar.Bir akyuvar hücresinin içinde HIV bulunması bu hücrenin görevini kısmen yada tamamen yapamaması anlamına gelmektedir.Akyuvar sayısının azalması vücut bağışıklık sisteminin normal zamanda kolayca başedebileceği enfeksiyonlarla artık başedemeyecek duruma gelmesi demektir.Bu fırsatçı enfeksiyonlarla ilgili komplikasyonlar kişinin ölümüne neden olabilmektedir.Aşağıdaki şekilde HTLV-III Human T-Cell Lymphopatic Virüsünün şematik yapısı görülmektedir. Beyaz kan hücrelerinin diğer bir çeşidi olan makrofajlarda AIDS virüsü tarafından enfekte edilebilir.Makrofaj hücreleri kan dolaşım sisteminin dışında kalan bölgelerde mevcut olan organizmalarla savaşırlar.Makrofaj hücreleri beyine dahi taşınabilirler.HIV virüsü makrofaj hücrelerini kullanarak beyine girdiğinde glial hücrelerine saldırır.Bu hücreler sinir sistemi için yapısal destek ve izolasyon sağlayan hücrelerdir.Eğer virüs bu hücrelerin büyük bir kısmını yok ederse, kişinin akıl ve düşünme fonksiyonları tekrar onarılamıyacak bir hal alır. HIV virüsü hakkında açıklamalar kişiden kişiye farklılık göstermektedir.Çünkü enfeksiyonların sınırı insanların yakalandığı mantarsal, bakteriyel ve viral hastalıklarla birlikte çok geniştir.Fakat çok sık duyduğumuz iki hastalık Kaposis Sarcoma ve Pneumocystic Carinii Pneumonia'dir. Kaposis Sarcoma kan hücresi kanseri olarak bilinir.Kan kanseri hastalarının derilerinde portakal rengi bölgeler oluşmaya başlar.Bu bölgelerin vücut içinde olması ve dışarıdan görünmemeside olasılıklar dahilindedir.Zamanla oluşan bölgelerin sayısında ve büyüklüğünde iki kat artma görülür.Hastalık zaman geçtikçe vücudun her tarafını sarar. Pneumocystic Carinii Pneumonia AIDS hastalarında en çok görülen fırsatçı enfeksiyondur.Hastalığa protozoan adı verilen tek hücreli mikroskopik bir canlı organizma neden olur.PCP hastalrında hastalığın ortaya çıkmasıyla beraber şiddetli yorgunluk, kilo kaybı, ateş, kuru öksürük ve nefes almakta güçlük görülmeye başlar.Hastalığın şiddetli olması nedeniyle hastanın mutlaka bir hastanede kontrol altına alınması gerekir.PCP'de diğer AIDS ilgili hastalıklar gibi tedavi edilebilir; fakat bağışıklık sistemi ve ilgili problemlerin yok edilmesi mümkün olmamaktadır. AIDS hastaları, şakınlık, hafıza kaybı, denge kaybı, kekeleme, felç gibi problemeler oluşturabilen bazı enfeksiyonlardan kolayca etkilenebilirler.Bu problemler beyinin direk olarak HIV virüsü ile etkilenmesinden yada texaplasmosis (cryptoccoccal meningitis) adı verilen bir hastalıktan kaynaklanmaktadır.Görülen diğer hastalıkların HIV enfeksiyonu taşımayan kişilerde görülmesi çok nadirdir. AIDS tedavisinin bulunma süresi araştırmalar devam ettikçe değişmektedir.Bu arada araştırmacılar virüs ve hastalık hakkında daha fazla tecrübe edinmektedirler.Yapılan araştırmalar AIDS'in ortaya çıkma süresinin ortalama 7 ila 8 yıl olduğunu söylemektedir.Bazı vakalarda bu süreden daha sonra AIDS hastalığının görünmeye başladığı doğrulanmıştır.Halen kayıtlarda 10 yıl önce AIDS virüsü ile enfekte olmuş ve daha hiçbir AIDS belirtisi göstermemiş hastalar mevcuttur. [Ana Menü][AIDS Nedir][AIDS Vücudu Nasıl Etkiler][Hastalık Belirtileri][Önlemler] [Güvenli Sex][AIDS ve Uyuşturucular] Erdem ÜNAL,2000 Hiçbir Hakkı Saklı Değildir. Viral infeetions of hunıans M. Zuckerman This ehapter focuses on human viral infections and links the virus es together with the diseases that theyeause und er system headings where possible. Many virus es infect one site but cause disease at one or more different ~,'sites, and therefore theyare not all amenable to this approach. ':ı', 'VIRVSES AFFECTING THE RESPIRATORY TRACT Many of the respiratory agents produee acute infections öf the upper respiratory tract but some also cause pneurnonia, pneumonitis and bronchiolitis. The respiratory virus es include rhinoviruses, influenza viruses, parainfluenza vinıses, respiratory syncytial virus (RSV), adenoviruses, coronaviruses, coxsackieviruses and echoviruses. In addition, mcasles, herpes simplex viruses (HSVs), varicella-zoster virus (VZV) and cytomegalovirus (CMV) may cause respiratory disease in the immunocompromised. Orthomyxoviruses The influenza viruses are classified into three groups, namely influenza A, B and C. Theyare pleomorphic enveloped RNA viruses (Fig. 23.1) and are composed of single-stranded, segmented genomes. The three types are distinct in their internal antigens, in particular the nucleoprotein and matrix protein components. In addition, only the influenza A virus can be further subtyped on the basis of the antigenic properties of the two surface glycoproteins, the haemagglutinin (HA) and neuraminidase (NA). The influenza viruses can be isolated classically in the amniotic and allantoic cavities of embryonated hens' ~ggs ur ın tissue eulture cells. The HA attaching to receptors on red blood cells results in the ability of these viruses to agglutinate red blood cells of many species. This haemagglutination can be inhibited by specific antisera leading to typing of the viruses. Haemagglutination inhibitian (HI) is alsa the basis of the HI antibody test. Haemadsorption Fig.23.1 An orthomyxovirus. An electron micrograph of influenza Al2, England 4272, which is demonstrated by negative staining. The irregular shape of the virus is dearly seen, and the well-marked covering membrane from which numerous prickles project is also observable. These projections are called peplomeres; they contain haemagglutinin, and it is to them that red cells become adherent. The R."I'A within the virion is not apparent in this photograph. (x 120000.) (Photograph by courtesy of Micheline Fauvel, Department of ,'v1edical ı\1icrobiology, Faculry of Medicine, Universiry of Toronto.) is use d to detect the presence of influenza virus in infected tissue culture eells, and can be seen when red blood cells of eertain species are added to the cultures. The clinical course of infeetion, after an ineubation period of 24-48 hours, includes an abrupt onset of high fever followed 386 GEl-:ERAL PATHOLOGY CHAPTER 23 bv acute upper respiratory tract symptoms. The systemic s;'mptoms consist of myalgia, headache and tiredness. N ecrosis of tracheal and bronchial epithelium occurs, and the severe acute inflammatory response, accounting for the deep-red congested appearance of the tracheal mucosa at necropsy, can predispose infected individuals to secondary bacterial pneumonias. By virtue of its segmented genome, influenza is able to reas~ort, and one theory for the arnval of new epidemic or pan demi c strains is that, as there is a considerable animal reservoir of influenza, it is possible that a recombination between an animal influenza strain and one that infects humans could occur, resulting in antigenic shift. The twO types of antigenic change that can occur are: (1) antigenic shift whereby a mutation in either the HA and/or the NA gene results in a new subtype; and (2) antigenic drift in which a series of single amino acid substitUtions or point mutations may accumulate, and the virus changes le ss markedly. Since the isolation of the virus in 1933, the foBowing pandemies have occurred (the cH' refers to the haemagglutinin and the 'N' refers to the neuraminidase): HswNı (1918-1919, Spanish influenza) HoN1 (1933-1946) H1N1 (1947-1956) HzN2 (1957-1967, Asian influenza) H3N2 (1968, Hong Kong influenza). In fact, it is thought that the first three viruses were all Hı subtypes, and have been reclassified. 'Original antigenic sin' is the term used to describe the presence of an anamnestic response in an individual who has antibodies due to a past infection and is therefore immune to asimilar strain that has drifted antigenicaBy, but still susceptible to one that has undergone an antigenic shift. Influenza A causes considerable morbidity and mortality whereas influenza B is endemic and causes more circumscribed outbreaks, but there have been a few repons of increased influenza B morbidity. Influenza C is associated with low pathogenic potential. Diagnosis can be made rapidly by detecting viral antigen in nasopharyngeal specimens using immunofluorescence, by viral isolation in tissue cultUre or by serology. Annual immunisation is recommended for those most at risk of infection, i.e. the elderly and those individuals with chronic respiratory, cardiovascular and metabolic disease, and the inactivated subunit or split virus vaccines have a 70% efficacy. In addition, there are antiviral agents, amantadine and rimantadine, that can be used as prophylactics or to treat influenza A infections. Paramyxoviruses These are antigenically heterogeneous \'iruses (Fig. 23.2) Fig.23.2 A.paramyxovirus. The covering membrane of the paramyxovirus has b~~n ruptured; its RNA comem has be~n released. The long thread of nuclear protein is surrounded by the capsomeres arranged in a helical fashion. (x 78 000.) (Photograph by courtesy of Micheline Fauvel, Department of Medical Microbiology, Faculty of Medicine, University of Toromo.) (From Walter J B 1992 An introduction to the principles of disease. W B Saunders, Philadelphia.) associated predominantly with respiratory disease in birds and mammals, except for the mumps virus, which will be discussed in another section. The primary focus of infection is the epithelial lining of the upper respiratory tract, but it is not confined to this area. The pathology is not specific and may be due to direct celllysis or immunopathological mechanisms. The main respiratory pathogens of the Paramyxoviridae are the parainfluenza viruses and RSV. Paraiızjlueızza viı'Uses There are four parainfluenza virus rypes, of which rypes 1-3 are associated with respiratory tract infections that range from affecting the upper tract to a spectrum of mild to severe lower tract disease. In particular, types 1 and 2 are classicaBy associated with croup in children and type 4 is of low pathogenicity. ......................................................................................................................................................................................................... . .. ' ...:"' ..... ,.,.~~~'.'..n ~ ,"""""- ......................................... '.. .~ ,... ' ,~, ..' ," .. " ,. CHAPTER 23 387 \'IRAL IXFECTIO~S OF HC.\1AXS Viral replication is confined to the epithelial surfaces of the airways, leading to cellular destruction and inflammation. Rapid diagnosis may be made using immunofluorescence to detect infected cells from respiratory secretions. Viral isolation in tissue culture is demonstrated by examining for cytopathic effect and by haemadsorption with red blood cells. RSV This virus is the most common cause of acute bronchiolitis in the first months of life. Upper respiratory tract infections, croup, bronchiolitis, pneumonitis and pneumonia leading to severe respiratory distress may be seen in infants during the annual winter RSV season. Reinfection is the rule as there is no life-Iong immunity, and when this occurs in adults the re su lt is usually a mil d cold, but the elderly can develop severe lower tract disease. Laboratory diagnosis involves the direct and rapid demonstration of viral antigen by immunofluorescence. performed on nasopharyngeal aspirates. The distinctive cytopathic effect involving syncytial formation can be observed on isolating RSV in the appropriate tissue culture, but this may take from 2 to LA days. Monitoring arterial oxygenation is critical in the care of patients with severe RSV infections, some of whom may require ventilation. Aerosolised ribavirin, a nucleoside analogue, may be used in this clinical sening following the recommendations of the American Academy of Pediatricians. Adenoviruses These are 80 nm diameter, double-stranded DNA viruses (Fig. 23.3) which produce intranuclear inclusion bodies and infect the mucosa of the upper respiratory tract, the conjunctiva and the gastrointestinal tract. There are 47 human serotypes and a variety of animal adenoviruses. The main respiratory associations include: 1. Epidemic infection producing acure respiratory disease which is commonly seen in the new young recruits in military camps who may develop a severe pneumonia. Pharyngoconjunctival fever also occurs, and the two are often caused by adenovirus types 3, 4, 7, 14 and 21. 2. Endemic adenoviral infection constitutes a smail proportion of respiratory tract disease in the community, and results in a pharyngitis and acute follicular conjunctivitis due to adenovirus types 1, 2, 3, 5, 6 and 7. They cause 5% of acute respiratory infections in children under 4 years old. 3. Epidemic keratoconjunctivitis is caused by adenovirus types 8, 19 and 37, and is known as 'shipyard eye,' as shipyard and metal workers suffered ocular injuries by pieces of metal abrading their comeas, which as a result .:~ -. --Fig. 23.3 An adenaYirus. This virus, which is demonstrated by negative staining, has the typical icosahedral form and no outer enveJope. (x 167 760.) (PhotOgraph by counesy of Micheline Fauvel, Depanmem of Medical Microbiology, Faculty of Medicine, University of Tarama.) (From Walter J B 1992 An introduction to the principles of disease. W B Saunders, Philadelphia.) became infected. In addition, contaminated ophthalmic instruments can spread infection. In addition to these infections adenoviruses have been incriminated in: 4. Acute haemorrhagic cystitis associated with adeno virus type ll. 5. Association with acute gastroenteritis, in particular the fastidious enteric adenovirus types 40 and 41, and they have also been implicated in mesenteric adenitis and intussusception. Diagnosis is made by electron microscopy performed on faecal samples, by the characteristic cytopathic effect of rounding up in selected tissue culture cells and subsequent typing by neutralisation or by serolog)'. Coronaviruses These are a group of medium-sized 80-100 nm diameter, pleomorphic, single-stranded RNA ,.iruses with an envelope that has peplomeres, or club-like projections, which form a cro",n-like fringe. They cause mil d upper respiratory tract infections and have be en implicated in a proportion of cases of gastroenteritis. ,~.;>"..:~-;r~;Sl.' 388 GENERAL PATHOLOGY CHAPTER 23 Rhinoviruses These are members of the Picomaviridae, and are smail, single-stranded RNA viruses which are the major cause of the common cold. There are over 100 serotypes, which is the reason for the difficulty in deveIoping a vaccine. Their normal habitat is the nasal mucosa, and in the laboratory they reguire the lower than normally used temperatUre of 33°C for growth in tissue culture. VIRUSES AND THE GASTROINTESTINAL TRACT Although the normal site of replication of the viruses discussed in this section is the gastrointestinal tract they cause disease at other sites, in particular the nervous system and respiratory tract. The Picomaviridae are so named because of their size and nucIeic acid comem. Theyare small, 27 nm diameter, single-stranded RNA viruses with icosahedral symmetry. The four genera are the enteroviruses, the rhinoviruses, the cardioviruses and aphthoviruses. In human disease the first two genera are of most importance while the cardioviruses and aphthoviruses, together with many emeroviruses and some rhinoviruses, infect other species. Enterovirus infections exanthem mostly on the palms and soles. Recovery Occurs in 1-2 weeks. Coxsackie B viruses are the cause of the following: 1. Epidemic myaIgia/pleurodynia/Bomholm disease, described in the Danish island of the same name, which is characterised by fever, chest and abdominal pain dUt to diaphragmatic involvemem. 2. NeonataI myocarditis and pericarditis, a severe or fatal condition which is matemally transmitted. In adults acute pericarditis may occur. 3. Aseptic meningitis and severe necrotising encephalitis (a rare evem). Mascular, maculopapular, vesicular and rubelliform exanthemas may be seen in infections with both coxsackie A and B viruses. In addition, acute haemorrhagic conjunctivitis (AHC) is caused by coxsackievirus A24 and emerovirus 70. This is characterised by a short incubation period of 24-48 hours, and recovery takes 1-2 weeks. Rare neurological complications incIude palatal and Bell's paIsies and a radiculomyelitis. Bpidemics have occurred in-many African and Asian countries, and outbreaks have been reported worldwide. Echoviruses In humans the emeroviruses cause a variety of infections, are particularly associated with neurological involvemem, and incIude the polioviruses, coxsackieviruses and echoviruses. There are at least 34 types of echoviruses (emeric, cytopathogenic, human orphan) which are commonly excreted in faeces, and they were originally named because they were viruses in search of a disease. They have since been associated with: Coxsackieviruse s 1. Aseptic meningitis. 2. Epidemic febrile disease often associated with a diffuse maculopapular rash and sometimes with meningoencephalitis. Echovirus types 9, 16 and 18 have been incriminated. 3. Acute upper respiratory tract disease. 4. Diarrhoea has been associated with echovirus types ll, 14, 18 and 19, but these may be shed passively during an infection. These viruses were first isola te d in the town of Coxsackie in New York state in 1948. Some may be grown in tissue culture, and all are pathogenic to suckIing mice. They can be separated imo two groups according to the lesions they produce. These are group A (24 types), which produ ce a fulminating myositis and flaccid paralysis, and group B (six types), which attack the brown fatty tissue, the nervous system and cause a focal myositis and spastic paralysis. Coxsackie A viruses cause the following diseases: I. Herpangina - a febrile disease of childhood in which the mouth and fauces are the seat of shallow, greyish ukers. 2. Upper respiratory cold-like disease - caused by coxsackievirus A2I. 3. Hand-foot-and-mouth disease - caused by coxsackievirus A 16 and emerovirus 7 ı. This disease is usually seen in afebrile children, who develup vesicIes and ulcers in the from of the mouth, especially the tongue, with a vesicular Polioviruses These viruses comprise three types, of which type 1 is the most common in those countries where polio is highly endemic, followed by types 2 and, the least common, type 3. Transmission occurs where hygiene is poor by ingesting of material that has been contaminated by viruscontaining faeces. The virus proliferates first in the tonsils and cervical lymph nodes in the pharynx and then the Peyer's patches of the smail imestine. it can then emer the general circulation by the Iymphatics, causing a fever, and then CHAPTER 23 389 i multiplies in extaneural sites such as the spleen and kidn.eys. This marks the end of the incubation period, which usually lasts for 7 ro 30 days. it finally setdes in the cemral nervous system via its viraemic phase and localises in the anterior hom cells and their medullary counterparts, resulting in permanent paralysis if the neurons are destroyed. The virus may sp re ad directly up the peripheral nerve endings of the bowel and pharynx, and this may account for the bulbar rype of disease that sometimes follows ronsillectomy. The four clinical responses are: 1. Inapparem infection in 90-95%. 2. Minor illness in 4-8%, who have symptoms of a flu-like illness and recover in a few days. 3. Non-paralytic poliomyelitis in 1-2% with a prodrome and illness akin ro aseptic meningitis usually with a rapid total recovery. 4. Paralytic polio in 0.1-2%. Faecal excretion of virus usually precedes the on set of symproms by a few days and is presem during the first 2 weeks of paralytic symptoms. After 6 weeks, approximately 25% of patiems still excrete the virus, but most excretion has sropped by 12 weeks. The virus can be isolated from the throat just before and after symptom onset. Oddly, it cannot usually be isolated from the cerebrospinal fluid. The incubation period is shortened and nervous system involvemem increased by the following factors: pregnancy, strenuous exercise, operative procedures and active immunisation. On rare occasions the disease follows immunisation with the Sabin oral polio yaccine (OPV), and the World Health Organization (WHO) estimated incidence of 0.5-3.4 per million susceptible children immunised. The pathogenesis is unknown, but it has been suggested that the focus of inflammation acts as a nidus for proliferation of the virus during the viraemia which then travels up the lo cal nerve to the spinal cord. Reversion ro virulence by the liye attenuated yaccine virus has been investigated using molecular biological techniques, especially with regard to the type 3 strain. The results of stUdying viruses excreted by vaccinees revealed that the attenuation mutations were abi e to revert to the virulem form and, during the course of excretion, changes occurred in the amigenic sites and also by recombination evems between virus strains. The viruses might not infect the imestinal mucosal cells due ro type 2 virus imerfering with the emry of the others. Viral interference can also occur due to the presence of enteroviruses or adenoviruses. These interfering effects are obviated by giying several doses of trivalem yaccine. The first effective yaccine was devised by Salk by growing polioviruses in monkey kidney cells and then inactivating with formalin. The preparation was given VIRAL Il'FECTIONS OF HC.\1A.."-'S as three intramuscular injections. Sabin then produced the live attenuated yaccine, which dosely simulated the nanİral disease, as immunity depended on secretOl'y Igl\ produced by the intestinal mucosa as well as IgG. The incidence of poho worldwide is much less now than in prevaccine days, and those individuals developing neurological disease are mu ch less likely ro become paralysed. The OPV is more widely gi"en than the inactivated preparation and results in a more long-lasting immunity, but it should not be given before a ronsillectomy or to immunocompromised individuals. The inactivated yaccine is safe ro be administered to immunosuppressed individuals bm the disadvamages are the variabiliry in immunogeniciry, need for boosters and relative cost. The current WHO immunisarion programme is aimed at the eradication of polio by the year 2000. VIRUSES CAUSING ACUTE GASTROENTERITIS Rotaviruses, so named after the wheel-like appearance seen by electron microscopy which is due to the viral capsid being double shelled (Fig. 23.4), are associated Fig. 23.4 A rotavirus. The circular outline of tl1e outer shell of mc capsid suggesrs mc appcarance of a wheel. (x 136 300.) (Photograph by courtes\' of .'vlicheline Fauvel, Department of .'viedical ,\1.icrobiolog\". Faculry of Medicine. lJni\'crsiry of Toronto.) (From Walter J B 19Q2 An introduction to the principles of disease. \X' B Saunders, Philadelphia.) 390 GE>:ERAL PATHOLOGY CHAPTER 23 with acute infantile gastroenteritis. Rotaviral infection is the most common viral cause of diarrhoea. The site of infection is the small bowel, and the infected columnar epithelial cells at the tips of the ,-illi are destroyed and slough off. The loss of absorptive area of the mucosa and reduction in digestive enzymes results in temporary malabsorption, which leads to diarrhoea. The infection is self-limiting, as the bases of the crypts are undamaged and regenerate. Laboratory diagnosis identifies the presence of the virus by electron microscopy and by agglutination of antibody-coated latex particles. The other virus that is firmly incriminated as a cause of acute gastroenteritis is the Norwalk agem, which is a single-stranded RNA virus that originally caused an outbreak in a primary school in Norwalk, Ohio. It affected both the children and the staff, ",ith a secondary attack rate of 38%. Vomiting is the predominant feature, and due to its seasonaliry it is referred to as winter vomiting disease. Other viruses associated with gastroenteritis include the astroviruses, adenoviruses, caliciviruses, coronaviruses and the small ro und (SRV) and small round structured (SRSV) viruses. The difficulry is tO prove association with illness, since many of these viruses have been seen in asymptomatic individuals. CHILDHOOD FEVERS Viruses causing childhood fevers include ıneasles, ınuınps, n/bella, parvovinıs B19, vaı'icella and humaıı herpesvinıs 6 (HHV-6). Measles and mumps viruses These are members of the family Paramyxoviridae, and are enveloped, single-stranded RNA viruses which are transmined by inhalation of infectious respiratory secretions. Measle s This disease has an incubation period of 14 days, during which time the virus replicates in the local Iymph nodes and, after the primary viraemia, it reaches the reticuloendothelial system and respiratory tract. Giant cells can be fo und containing inclusion bodies, known as WarthinFinkeldy cells in the Iymphoid tissue, trachea and bronchial epithelium. A secondary viraemia results in viral dissemination to the skin and viscera, and is characterised, histopathologically, by Iymphoid hyperplasia and a mononuclcar cell infiltrate in the affected organs. The prodromal period is characterised by catarrhal inflammation of mucous surfaces followed by fever together with the pathognomonic ",'hite Koplik's SpOts on the buccal mucosa. These are thought to be due to immune complex formation. Finally, the centrifugal maculopapular rash appears. Respiratory complications include the rare, but often fatal, giant cell pneuİnonitis, which is due to viral im'asion of the lung parenchyma in immunocompromised patients. Giant cells are found in the lung interstitium. Neurological complications include: the rapidly fatal subacute measles encephalitis seen in immunosuppressed patiems presenting with focal fits and myoclonus; acute measles postinfectious encephalitis, which can occur during the course of measles infection and has a 15% mortaliry rate; and subacute sclerosing panencephalitis (SSPE). This is arare, fatal, progressive degenerative disease which has an incidence of i in 1 000 000 infections and occurs approximately 6-8 years after a primary measles infection in children and young adults. The features include deterioration in intellect and personality, motor dysfunction and myoclonus, and the diagnosis is made by a characteristic EEG pattem together with high measles antibody titres in the serum and cerebrospinal fluid. Neuropathological examination of the brain reveals that the white and grey matter are both affected and feature perivascular cuffing, Iymphocyric infiltration together with the presence of Cowdry intranuclear inclusion bodies, which are '-paramyxovirus nucleocapsids, in neurons and astrocytes. SSPE is thought to be due to a defect in viral replication which prevents maturation, resulting in slow cell to cell spread. Mumps This disease has an incubation period of 21 days, during which time multiplication in the lo cal Iymph nodes leads to a primary viraemia and the virus spreads to the salivary glands, testes, ovaries, pancreas and central nervous system. A secondary viraemia increases its abiliry to disseminate further. Clinically, it presents with fever and parotitis, and complications include aseptic meningitis in 10% of infection s, meningoencephalitis, an association with deafness, orchitis, pancreatitis, oophoritis and thyroiditis. Adults tend to have a more severe illness. Acute infection may be delineated serologically by detecting antibody to the S antigen (viral nucleoprotein) whereas antibody to the V antigen (viral envelope) indicates past infection as this anti-V is a durable response compared to the anti-S response, which falls over time. Rubella Rubella is also known as German measles, and the causative virus is a member of the Togaviridae but is a non-arthropod-bome, enveloped, single-stranded RNA virus. it causes a comparatively mild infection in children bm can result in severe congenital abnormalities if contracted by a non-imm un e woman in early pregnancy. The in cu bati on period is 13-20 days, after which there is a fever and macular rash, pharyngitis, and cervical ii CHAPTER 23 HUM..'I...~S 39 ı lymphadenopathy, and a large proportion of individuals affected posıpuberty suffer' an arthralgia. Maternal rubella in the first trimester can result in fetal loss and major malformations in ı 0-54% of cases, especially if infection is acquired in the first 8 weeks, organogenesis being complete by ı 2 weeks. The classical clinical features of congenital rubella are cataracts, nerve deafness and cardiac abnormalities, in particular ventricular septal defects, patent ductus arteriosus, Fallot's tetralogy and pulmonary artery stenosis. Congenital rubella syndrome (CRS) comprises the se features together with hepatosplenomegaly, thrombocytopenia, microcephaly, jaundice, anaemia, low birth weight, mental retardation, long bone metaphyseal lesions, and meningoencephalitis. Reinfections have been reported but have not been found to cause fetal damage unless theyare associated with viraemia, those infected being therefore symptomatic, and the se cases are extremely rare. A great reduction in CRS has followed the introduction of immunisation of prepubertal children, the routine antibody screening of women booking into antenatal clinics followed by immunising those susceptible immediately posınatally. Diagnosis of material rubella infection involves careful history taking, especially with regard to the date of contact and type of exposure of a pregnant woman to rubella. If rubella-specific antibodies are present at the time of contact, then infection of the fetus is unlikely. If antibodies are not present then women should be followed up for 1 month after the last date of contact to make sure that they have not seroconverted. Diagnosis is made by demonstrating a rubella-specific IgM response and a rise in antibody titre s, and if arecent infection is inferred in the first trimester, then termination of the pregnancy should be discussed. Combined mumps, measles and rubella vaccine (MMR) contains liye attenuated strains of all three viruses and has resulted in a dramatic fall in the incidence of CRS in the USA, and is now use d in the UK. VIRAL IKFECTIONS OF eryıhroid precursors are infected in the bone marrow so erythropoiesis is reduced with devastating consequences. 2. Infection during pregnancy is associated with fetal loss and hydrops fetalis. Diagnosis can be made by serology, demonstrating parvovirus-specific IgM, or by dot-blot hybridisation, looking for parvovirus Bı 9 DNA, which is especially useful in immunocompromised patients. VIRAL HEPA TITIS The alphabeticallitany of viral hepatitis has increased over the years, and now includes hepatitis A, B, C, D (delta), E, F and G. In addition, the other viral causes of hepatitis include Epstein-Barr virus (EBV), CMV, HSV and yellaw fever virus. Histopathology. Viral hepatitis is characterised by a lymphocytic and monocytic parenchymal infiltration which is most marked in zone 3 (perivenular) together with hepatocellular damage. Cell damage (Fig. 23.5) may take the form of cellular swelling, reflecting intracellular oedema, or indivıdual cell death (apoptosis) in which necrotic hepatocyıes appear as eosiniphilic round globules (Councilman bodies). Cell death is typically focal ('spotty'), and the dead remnants are phagocytosed by Kupffer cells. The increased activity of these cells is reflected in an increased number of PAS-D-positive granules within their cytoplasm. In addition, cell injury leads to cholestasis, which may be intracellular or intracanalicular. There is usually Parvovirus B19 This is a member of the Parvoviridae familyand is a single-stranded DNA virus which is transmitted by inhalation of droplets. lt is a common childhood infection and causes erythema infectiosum ('slapped cheek' or fifth's disease, as it was originally referred to as the fifth fever of childhood) in which there is marked erythema of the cheeks followed by a maculopapular rash. It is part of the differential diagnosis of a childhood 'rubelliform' rash, the other diagnoses being rubella and the enteroviruses. Adults, especially women, may develop a symmetrical arthropathy which is self-limiting. Complications include the following: ı. Aplastic crises in patients with chronic haemolyıic anaemias, i.e. sickle cell disease and thalassaemia, as the Fig. 23.5 Histologieal appearanee of the liver biopsy from a young woman with aeure viral heparitis, showing swelling of many of the hepatoeytes and seattered eosinophilie shrunken eeııs (eosinophil bodies) undergoing neerosis (arrowed). The inflammatory reaetion in the parenehyma takes the form of smaıı eoııeetions ofI)mphoeytes marking foci of 'spony neerosis' and a more substaneial ehronie inflammatory eell infiltrare in the porta! traet (on the left), whieh is the roUte of Iymphatie drainage. (From Walter J B 1992 An ineroduerion to the principles of disease. W B Saunders, Philadelphia.) .. t" , 392 GENERAL PATHOLOGY CHAPTER 23 a chronic inflammatory infiltrate within the portal tract, and some bile duct damage. The pattem of damage ranges from the 'above changes being mild or sufficiently severe to affect the whole of zone 3, thus producing a bridging of necrotic cells bet\veen a terminal hepatic venule and a portal tract. This may precede cirrhosis and may cause portal systemic venouS shunting. Occasionally necrosis may be panacinar, but this is usually only seen in patients with fulminant disease. Periportal necrosis, often with a striking perivenular cholestasis, is commonly seen in hepatitis Avirus inf ections followed by resolution. Hepatitis B virus infection is typified by sequelae such as chronic persistent hepatitis (CPH), chronic active hepatitis (CAH), cirrhosis or hepatocellular carcinoma (HCC). In addition, HCV infection is characterised by lymphoid follides and bile duct damage within the portal tracts together with fatty parenchymal change. Hepatitis A virus (HA V) This is an unenveloped, single-stranded RNA virus that is soon to move to its own genus from being dassified in the Picomaviridae as enterovirus 72. The incubation period is 4 weeks. HA V is excreted in the faeces for about 2 weeks before the onset of jaundice, during which time the individual is infectious. Antibody appears at the time jaundice occurs. Transmission is by the orofaecal route, i.e. by contaminated food and water, especially shellfish contaminated by sewage, the virus being concentrated by the filter feeders. it is worldwide in distribution, and its main incidence is in children and young adults. There is a high proportion of asymptomatic infections, but acute HA V infection may present with a non-specific prodrome induding fever, anorexia, nausea and vomiting, right upper quadrant pain and jaundice, which is then followed by an improvement in symptoms. Diagnosis is made serologically by detecting HA V IgM. The virus can now be grown with difficulty in primate cell lines and may be used to produce a live attenuated vaccine. it is in general a more mild infection than hepatitis B, and there is no carrier state, but infection can occasionally lead to fulminant hepatic failure. Prophylaxis is afforded by using human normal immunoglobulin, but active immunisation is nowavailable in the form of a recently licensed inactivated HA V vaccine. Hepatitis B virus (HBV) This is the only hepatitis virus that is a DNA virus, and it is enveloped and double-stranded. The incubation period is 6 weeks to 6 months, and HBV can be transmitted Fig. 23.6 Hepatitis B virus. This is a negative-stained preparation of hepatitis-B positive serum. Three types of partides can be seen: spherical partides 20 nm in diameter; elongated, rubular filaments up to 230 nm in length; and Dane partides, 42 nın in diameter, and having a double shelL. (x 90 000.) (Photograph by courtesy of Micheline Fauvel, Department of Medical Microbiology, Faculty of Medicine, University of Toronto.) parenterally by blood and blood products, intravenous drug abuse and needle sharing, sexual intercourse, vertical transmission, tattaoing, ear piercing and acupuncture. The virus has been found in a variety of body fluids. Virions of HBV are roughly spherical, 42 nm in diameter (Dane partides) and have DNA polymerase associated with them. Aggregates of virus surface proteins may also be seen in plasma, and these are 22 nm tubular and spherical structures (Fig. 23.6). Hepatitis B surface antigen (HBsAg) was discovered in 1965 and called Australia antigen, as it was originally found in an Australian aborigine. Hepatitis B core antigen (HBcAg) is the inn er core of the Dane partide (Fig. 23.7), with HBEAg also constituting part of the core. HBsAg can be divided into four subtypes, namely adw, adr, ayw and ayr, which are useful epidemiological markers of HBV infection, e.g. the adw subtype predominates in northem Europe, America and Australia. Virus variants have been described in individuals who had been successfully vaccinated against hepatitis B. Thus, these variants were found in the presence of antibody to the surface antigen (anti-HBs) and are there- i . '-." '. >; . ., '~:., ..-;~~tf'~,,'~~-:.-ı.."--":~"i~: .............. ~.;., ------ rv.",~;'~~~_~~' ,~~:.. ','............. \"~..~.~.. ,::",-;' ,,-. - .-~:~." . -!' '. -'--;'_ ~r "-",<C' . -'j- '.' ...~., ' . \''' -', ;. ':" ,,' " '-;'y - ..~-~_,..,.., ,JJ' : "'r'-" ," =;"'~;?~":, r. , ....................... ,:-~,~.~-""......... 'v"~~.,_ ! .- ,, . ,'. . . . _ ...: "~..' - :.:- . .' _ . .' ", . '. , "~"'. :' i;_ '.;:' CHAPTER 23 Fig. 23.7 Dane core antigen. A concentrated sample of Dane partides was treated with a detergent (polysorbate 80) in order to disrupt the outer coat and to release the internal component. This Dane core measures 27 nm in diameter. The suspension of partides was incubated with the serum of a patİent who had recovered from an anack of virus II hepatitis. An antİeore antibody eauses the core partides to adlıere to eaeh other, and to form immune eomplexes. This method (immune electron microscopy) can be used to deteet antİHBcAg. (x 119700.) (From Fauvel M, Babiuk L, SheaffET, Spence L 1975 Canadian Journal of Microbiology 21: 905.) fore termed 'escape mutants'. These variant strains have usually been identified in individuals of Mediterranean origin. After acute infection, HBsAg is the first marker to appear before the rise in liver enzymes and the presence of jaundice. The viral DNA polymerase and HBV DNA then appear together with HBEAg. Anti-HBc IgM appears, and is indicative of acute infection, and the presence of anti-HBc IgG is then a lifelong marker of past infection. Recovery is marked by the clearance of HBEAg and the presence of anti-HBE together with the appearance of anti-HBs later in convalescence. HBsAg carriers who retain the ir HBEAg status are highly infectious, the presence of HEEAg correlating with continued viral replication. Those carriers who are anti-HBE-positive are deemed to be of low infectivity. Clinically, the prodrome of HBV infection ıs more insidious than that of HA V. It is characterised by fever VIRAL ll-.TFECTIONS OF HUMA.ı-:S 393 and malaise, and additions to this clinical picture may include arthralgia, arthritis, polyarteritis nodosa and glomerulonephritis, which are probably related to immune complex deposition. An acute HBV infection may be cleared completely or it may result in an HBsAg carrier state. This is defined as the persistence of HBsAg in the circulation for more than 6 months. It is seen more frequently in males, and is more likely to follow infection acquired in childhood and also in those individuals with immunodeficiency states, and occurs in 5-10% of infected adults. The reservoir of carriers is estimated to number 300 million worldwide. Finally, infection may result in CPH or CAH, the latter leading to cirrhosis and HCC. HCC is more common found in Africa and Asia. Viral DNA has been found to be integrated into the DNA of the host cells, and HBV-related HCC is the first tumour that could be prevented by hepatitis B immunisation campaigns. Prevention of hepatitis B includes the use of passiye hepatitis B immunoglobulin as well as hepatitis B vaccine. The first vaccine developed was unique as HBV has never been grown in ti~ue culture. The vaccine "Was derived from the plasma of infected asymptomatic HBsAg carriers, and underwent multistep inactivation and purification procedures. With the advent of recombinant DNA technology, HBsAg was expressed in bacterial and yeast cells. Both the plasma-derived and genetically engineered vaccines are effective, but ab out 5% of the population are nonresponders. Indications for immunisation include all health care personnel in frequent contact with blood or needles and those caring for individuals in residential institutions where HBV is endemic. Included in the recommendations are patients in these institutions, patients on dialysis, contacts of patients with HBV infection, infants bom to HBsAg carrier mothers (irrespective of HBEAg!Ab status), intravenous drug users and individuals who frequently change their sexual partners. The use of interferons and İmmune modulators are showing promise in the treatment of chronic hepatitis infections, although there seems to be either a loss of effect on stopping treatment or even a rebound effect. Hepatitis D virus (delta agent, HDV) This is an enveloped, circular, single-stranded RNA virus which is a defective, transmissible virus requiring HBV replication in ord er to replicate itself. lt comprises delta antigen encircled by an outer protein co at of HBsAg. lt has a worldwide distribution especially in ltaly, the Middle East, parts of Africa, and South America, and is associated with both acUte and chronic hepatitis. Superinfection in HBsAg carriers leads to further episodes of hepatitis. ..... . M . 394 GENERAL PATHOLOGY CHAPTER 23 " " Hepatitis C virus (HCV) This is an enveloped, single-stranded RNA virus, and has recently been dassified as one of the three genera in the family Flaviviridae. HCV is one of the causes ofwhat is referred to as non-A non-B hepatitis (NANBH), transmitted principally by the parenteral route. The development of recombinant DNA technology resulted in a virus-specific protein being engineere.d from infected chimpanzee blood. This led to the discovery, doning and sequencing of HCV and the development of serological tests in order to detect antibodies to virally encoded proteins, as well as the use of the polymerase chain reaction (PCR) to detect viral RNA. As with HBV, it is associated with the use of blood and blood products (approximately 0.5% prevalence in DK blood donors), and intravenous drug use, and there are conflicting reports as to sexual transmission being a significant route of spread. Vertical transmission has been reported. A large proportion of cases seem to be the result of sporadic infection, and it is not known how the se are transmitted. The disease spectrum indudes both acute and chronic HCV infection, and there is a possible association with hepatocellular carcinoma, chronİc autoimmune hepatitis, primary biliary cirrhosis and mixed cryoglobulinaemia. There have aıready been reports of treatment of acute and chronic HCV infections with interferon and also with the antiviral drug ribavirin. viruses, namely herpes simplex virus types 1 aııd 2 (HSV -1, HSV-2), varicella-zosıer virus (VZV), cyıomegalovirus (CMV), Epstein-Barr virus (EBV), and the recently described human herpes viruses 6 and 7 (HHV -6, HHV -7). These are medium-sized, enveloped, double-stranded DNA viruses (Fig. 23.8) and are able to lie latent in the host after a primary infection. Theyare all ubiquitous, and a high seroprevalence is seen in individuals from an earlyage. When isolated in tissue culture they produce large acidophilic intranudear indusion bodies and give rise to characteristic cytopathic effects, i.e. HSV and VZV result in ballooning degeneration and vacuolation of cells whereas CMV causes multinudeated giant cytomegalic forms. HSV infections There are two serotypes, of which HSV -1 is the more common. HSV -1 tends to produce orofacial and cutaneous lesions while HSV-2 affects mainly the genital region, ? .1 Hepatitis E virus (HEV) This is an unenveloped, single-stranded RNA virus, and it causes enterically transmitted NANBH which occurs in epidemic and sporadic forms. It is mostly associated with contaminated drinking water, and epidemics have occurred in India and South-East Asia affecting mainly young and middle-aged adults. In particular, there is a high mortality rate (20-39%) if pregnant women are infected. This is another example of molecular doning of an unknown viral genome after aspirating bile from the gall bladders of cynomolgus macaques which were acutely infected with material taken from one of. the affected cases. Serological assays are under development. j Other hepatitis viruses Hepatilis F has been predicted as being implicated in causing parenterally transmitted NANBNCH, and hepatilis G was a term coined after the description of aviral partide associated with syncytial giant cell hepatitis which may be paramyxovirus related. HERPESVIRUS INFECTIONS The family Herpesviridae consists of seven human herpes Fig. 23.8 Herpes simplex virus. The envelope, whieh is dearly delineated, is derived from the modified nudear membran e of an infeeted eel!. The hollow capsomeres of the virion are dearly visible. (x 139800.) (Photograph by courtesy of Micheline Fauvet, Departmem of Microbiology, Faculry of Medicine, Universiry of Toromo.) (From Walter J B 1992 An introduction to the principles of disease. \X' B Saunders, PhiladeJphia.) -,~~'~~':~~-;f:~"'f~]~ '.-""~fr-:ı"-'h~,:;~~;:' ........................ ",.,;~ "'''!''":' ""';;.~n~ ,~~"", ;' '~~::"i .~~"~ f'~" '-'~""~~-""'-'--T'~7-'>f-~' >'or- ... CHAPTER 23 although the tWo site s are not mutUally exclusive. The disease occurs as a primary infection, and may be followed by re current lesions due to reactivation of latent virus. Primary infecıions Primary infections are usually asymptomatic but may be clinically apparent in about 10% of individuals as acute gingivostomatitis, keratoconjunctivitis, painful herpetic whitlows, which are infections of the skin due to trauma! inoculation after contact with virus in saliva and respiratory secretions (an occupational hazard in dentists and in intensive care unit settings) and genital herpes. The latter is one of the common sexually transmitted infections, and is most often due to HSV-2, but in 20-30% of cases it may be caused by HSV -1. Widespread skin lesions may be seen in patients with atopic dermatitis, and this is called eczema herpeticum and is one variety of Kaposi's varicelliform eruption (the other type being due to vaccinia). Severe but rare forms of herpetic infection include generalised visceral HSV and also acute necrotising encephalitis (HSE), in which patients may present with confusion, headache and fever. Extensive neuronal necrosis occurs, with a predilection for the temporal lobes, and there is a characteristic EEG recording. The use of the antiviral drug acyclovir has resulted in a drop in the mortality rate from 70 to 20%, and treatment is often started on clinical suspicion, as the only way of making a definitive diagnosis is by the invasive method of brain biopsy. There have been recent reports using the PCR technology to diagnose HSE by amplifying HSV DNA in cerebrospinal fluid specimens. The PCR results compared favourably with retrospective brain biopsy results, the latter being the 'gold standard'. RecuTTent HSV infecıions Following the primary infection some individuals develop re current lesions, often in the same anatomical area, the virus having travelled via the neurons to the ganglia, where it remains in a latent state. The most common manifestation is recurrent cold sores on the lips or adjacent skin of the face, and, in comparison with the primary infection, the mucous membrane of the mouth is rarely affected. Any part of the skin can be involved, and the recurrence of vesicular lesions at one site should suggest HSV. Attacks can be precipitated by a number of events, i.e. a cold, exposure to sunlight, stress and menstruation. Involvement of the conjunctiva and comea is potentially serious, as keratitis may lead to dendritic uleeration and loss of sight. Uveitis has also been described. Active primary or re current HSV genital İnfection near term in pregnancy can result in disseminated neonatal herpes simplex, which may be fataL. it is interesting that genital herpes is a common infection but neonatal HSV i VIRAL INFECTIONS OF HUMANS 395 is rare. Management of active matemal genital infection in pregnancy may involve delivery by caesarian section. Treatment is possible with a number of antiviral drugs, the most widely used is the non-toxic nucleoside analogue acyclovir, which is a prodrug targeted specifically to HSVinfected host cells. It is phosphorylated by the virally encoded thymidine kinase enzyme and then acts on HSV replication by inhibiting the DNA polymerase and results in chain termination. It may be use d both as treatment or prophylaxis in HSV infections. In higher doses it is active against VZV. HSV infection is often a clinical diagnosis, but vesicle fluid or specimens from the affected site can be examined by electron microscopy to detect herpesvirus particles. Direct demonstration of virus can also be made by immunofluorescence, which can distinguish betWeen the different herpesviruses. Viral isolation is performed using human embryo lung (HEL) tissue cultUre cells, and the monolayers are examine d for cytopathic effect. Serology is useful for diagnosing primary infections, but becomes difficult to interpret when analys!~g sera collected from immunosuppressed patients. VZV infection Varicella and zoster are separate clinical conditions caused by the same virus. Chickenpox (varicella) is the primary infection, and shingles (zoster) is due to viral reactivation. Chickenpox is a common, mil d, febrile illness \\;th a vesicular rash which occurs with crops of lesions of djfferent ages occurring in successive waves. The ra"e complications include postinfectious encephalomyelitis, fulminating haemorrhagic varicella, pneumonia and, very rarely, congenital varicella syndrome. An İnfant bom to a mother who developed chickenpox in the first 5 months of pregnancy may have the follo\Ving characteristic markers of congenital infection, namely areas of skin loss/scarring, hypoplasia of the limbs, muscular atrophy, cortical and cerebellar atrophy, microcephaJy, psychomotor retardation, choroidoretinitis and cataracts. Transmission Iate in pregnancy may lead to perinatal! neonatal varicella, and the severity of the disease is dependent on whether the infant's disease is modified by the presence of matemally derived antibody which has crossed the placenta. This antibody will be present if the mother developed chickenpox more than 5 days before delivery. Accordingly, varicella in pregnancy can be a severe matemal disease, and pneumonitis may develop, especially if the mother smokes. After chickenpox infection, the virus lies latent in the sensory ganglia of the nervous system, and may subsequently be reactivated by some intercurrent episode. it produces lesions specifically in the dorsal root ganglia of the spinal, trigeminal or facia! nerves, and from there 396 GENERAL PATHOLOGY CHAPTER 23 infection spreads down the neurons to the skin of the dermatome and also sometimes upwards to the dorsal columns of the spinal cord. Occasionally, infection may spread to the amerior hom cells and produce permanem paralysis. A rare complication is encephalitis. Dissemination of the virus to other parts of the skin may occur, and this can be widespread in immunocompromised patients, especialIy ifT celI function is depressed. Visceral involvement can be fataL. Classical infections/reactivations include herpes zoster ophthalmicus (HZO), which can affect the eye (ophthalmic branch of the trigeminal nerve) , and Ramsay-Hunt syndrome, in which vesicles are seen on the extemal auditory meatus and rympanic membrane and there is a concurrent facial nerve palsy. Postherpetic neuralgia may complicate shingles and can be excruciatingly painful, sometimes requiring surgery to section the nerve involved. In addition, zoster may give rise to varicella in those susceptible individuals. Virus material derived from the vesicle fluid of varicella and zoster lesions produce identical cytopathic effects in HEL tissue culture cells. Although VZV cannot be distinguished from HSV by electron microscopy, there is a difference in growth rates in tissue culture as VZV can take ı 0- ı 4 days to grow whereas HSV causes a rapid cytopathic effect within 2-4 days. The histology of the lesions is similar, the vesicles are intraepidermal and are formed as a res1,1lt of acantholysis. Intranuclear inclusion bodies are present and the formation of multinucleated giant epithelial cells is characteristic. CMV infections CMV disease can occur as: ı. A congenital infection 2. An opportunistic pathogen in immunosuppressed patients 3. An infectious mononucleosis-like syndrome. Most infections are asymptomatic and are acquired during childhood, 40% of adolescents being seropositive. Fetal damage can occur if the disease is acquired in any part of pregnancy, and may be due to a primary infection or reactivation. The two predominant features of congenital infection are deafness and mental retardation. Most children develop normally, but later on have a degree of auditory and mental dysfunction. Some children develop the severe generalised infection known as cytomegaHc inclusion disease, and this may be a fulminating lethal infection in the newbom. Presenting features incIude jaundice, hepatosplenomegaly, thrombocytopenia, haemolytic anaemia and microcephaly. At necropsy, the parenchymatous cells of many organs including the salivary glands, pancreas, liver, kidneys, bronchial epithelium are distended by large intranuclear 'owl's eye' inclusjon bodies. .. Older children and adults usually have subclinical infections, bm a few develop an infectious mononucleosis-likc illness with a negative Paul-BunnelI/monospot test. LVrnphocytosis, fever and hepatitis are characteristic, "and atypical lymphocytes may be seen withom lymphadcno_ pathy or pharyngitis. Toxoplasmosis is part of the diffcrential diagnosis. Immunosuppressed patients may develop disseminated infections with the viraemia being detected by immunofluorescence techniques when the patiems are under virological surveillance. Highly immunosuppressed bone marrow transplanı recipients may be susceptible to CMV, and all transplanı and blood products should be CMV matched. These patients may develop CMV pneumonitis, the pathogenesis of which is thought to be immune mediated. Renal and he art transplant recipients may develop CMV pneumonitis and occasionally a retinitis, but the latter is more commonly reported in AIDS patiems. Diagnosis is made.by viral isolation in HEL eelIs, but may take from 2 to 3 weeks to appear and so the use of rapid viral diagnostic techniques, in particular the immunofluorescent DEAFF (detection of early antigenic fluorescent fo ci) test, has enabled laboratories to report the presence of CMV in blood, urine and throat swabs/ bronchoscopy samples within 24 hours of receiving the specımen. This is critical with the advent of antiviral therapy for CMV disease using ganciclovir, another nucleoside analogue, and phosphonoformate (Foscamet), both of which are DNA polymerase inhibitors and are toxic drugs which are myelosuppressive and nephrotoxic, respectively. EBV infection This is another widespread herpesvirus infection which is mostly subclinical and is acquired in childhood. EBV causes infectious mononuc1eosis (glandular fever) which clinically presents with a fever, generalised Iymphadenopathy, sore throat, lethargy and anorexia. Palatal petechiae may be seen, and splenomegaly may occur in addition to abnormal liver function tests, hepatomegaly and jaundice. The diagnosis is made on finding atypical Iymphocytes and a Iymphocytosis together with a positive Paul-BunnelI or monospot test. In addition, EBV-specific IgM antibody to the viral capsid antigen can be detected by immunofluorescence or by enzyme-linked immunosorbem assays (ELISAs). EBV remains in a latent form as integrated viral DNA in lymphocytes, and can transform celIs in vitro. it is associated with Burkitt's lymphoma and nasopharyngeal 1 ~'~~ ,,/,' ";.",, ""''.1 "''', ",' '" ","'" " ""';;!"~~"":;;Y""'''~'"P",,- "~;,," ',' c"""",' ",'''H, '''1.''''''1,''' '-. "",. ,.,".,' 'H"~:'L' "'''''''"' Yf, :;if "ı'~- ..r. .. CHAPTER 23 397 carcinoma. EBV can cause a severe lymphoproliferative disease in immunosuppressed individuals which may be fatal and also causes Purtillo's syndrome in immunodeficient patients with X-linked Iymphoproliferative syndrome who deve10p fatal infectious mononuc1eosis with malignant lymphoma. HHV -6 infection HHV-6, the newest member of the Herpesviridae, is another ubiquitous virus acquired in early life as a mil d asymptomatic infection. lt was first described in 1986, and by 1988 it was linked to the childhood infection roseola infantum (exanthema subitum) in which children deve10p a high fever which subsides and is followed by a rose-pink macular rash. Work is currently being performed investigating a possible relationship between HHV6 and the pathogenesis of Iymphoproliferative disorders. RETROVIRUSES The Retroviridae can be divided imo endogenous and exogenous retroviruses - the former being normal con VIR'\L IKFECTI01'S OF HUMA1'S stituents of cells. The exogenous group comprises three subfamilies. These are the Oncovirinae, so named because of their oncogenic potential, which are made up of human T cell Iymphotropic viruses (HTLV-I, HTLV-II), the Lentivirinae, made up of human immunodeficiency viruses (HIV-I, HIV-2), and the Spumavirinae, which are fo amy viruses of no known pathogenic potemial as yet. The members of the Retroviridae all have asimilar morphology (Fig.23.9), being enveloped RNA viruses, 80-100 nm in diameter, which replicate in a unique manner. The viral genome comains two identical RNA strands, and the reverse transcriptase enzyme is bound to these components. This critical enzyme is characteristic of this group of viruses, as reverse transcription of the viral RNA template allows the formation of a complementary DNA strand. The double-stranded DNA copy of the viral RNA genome can be imegrated imo the ho st cell genome, and is known as proviral DNA. The three main genes code for the envelope gIycoprotein (env), the core proteins (gag) and the reverse transcriptase (poı), and are flanked by long terminal repeats CL TR) arrange.d as L TR-gag-pol-env-L TR. The envelope glycoprotein comprises the two c1eavage 'products, gp41 Fig.23.9 AIı HIV-infected cell culture double stained with uranyl acetate and lead cirrate. Mature \'irions can be seen containing barshaped internal components. (x 109000,) (Micrograph courtesy ofD. Robertson, The Institute ofCancer Research.) .;. .. "~'. ,... .:... '';-' .:........ ~~ ;" ,; "'.,::-~ 398 GENERAL PATHOLOGY CHAPTER 23 (transmembrane glycoprotein), which is involved in fusion of the viral envelope and host cell membran e, and gp 120, which attaches the virus to the target cel!. The Oncovirinae have a similar gene arrangement to the Lentivirinae but also contain an extra region of the genome between the env and the 3' L TR which codes for at least tWo control proteins, the tax and rex genes. To date there are four human retroviruses of clinical significance, namely HIV-l and -2 and HTLV-ı and -2. HTLV-l may cause adult T cell leukaemia/lymphoma (ATLL) or tropical spastic paraparesis (TSP), which is also called HTLV-associated myelopathy (HAM). HTLV-2 do es not yet have a disease association, but there are reports of neurological disease being attributed to HTLV-2 infection in intravenous drug users. HIV infection infection, group 2 is asymptomatic infection, group 3 is PGL, and group 4 is divided into' the five subclasses A to E (although a new CDC classification will be published soon) : . Group 4A is constitmional disease with fever and diarrhoea of more than 1 month's duration and a weight loss of over 10%. · Group 4B comprises neurological disease which includes dementia, myelopathy and neuropathy. . Group 4C comprises: - cı: secondary opportunistic infection diagnostic of AIDS. - C2: other specific secondary infections - oral hairy leucoplakia, herpes zoster, salmonella bacteraemia, nocardiosis, tuberculosis and oral candida. · Group 4D comprises secondary tumours indicatiye of a defect in cellular immunity associated with HIV infection - Kaposi's sarcoma, non-Hodgkin's lymphoma, and primary intracerebral lymphoma. . Group 4E: other HIV-related disease. The first indications of the impending HIV problem occurred in 1981, when the Centers for Disease Control (CDC) in Atlanta, USA, noted an increase in the demand Individuals with AIDS are considered tü have CDC for pentamidine to tre at a rare opportunistic pulmonary group 4. infection, Pneumocystis carinii pneumonia (PCP), toFeatures of paediatric AIDS include hypergamma gether with increased reports of Kaposi's sarcoma, both of globulinaemia, bacterial sepsis, lymphoid interstitial which were observed among homosexual men. The term pneumonia, bone marrow failure and central nervous 'acquired immune deficiency syndrome' (AIDS) was system disease. coined when a loss of CD4 bearing T helper lymphocytes Opportunistic infections which are common in AIDS was associated with a loss of immune responsiveness. A virus include: was isolated from a patient with persistent lymphadenopathy in 1984 and named LAV/HTLV-3, now referred to as HIV-I. Following this, HIV-2 was identified in 1986 in patients 1. Fungal infections: Crypıococcus, Pneumocystis with AIDS in West Mrica, but now there are reports of its carinii, spread tü Europe and Asia, presumably as a result of Candida. migration from tourism to West Mrica. 2. Protüzoal and parasitic infections: Toxoplasma, The spectrum of HIV infection up to the end-stage Cryptosporidium, Strongyloides. disease AIDS ranges from the asymptomatic HIV sero3. Bacterial infections: Mycobacterium tuberculosis, positive state tü persistent generalised lymphadenopathy Mycobacterium avium-inıracellulare and other atypical (PGL) , followed by the AIDS-related complex (ARC) mycobacteria. and then AIDS. PGL is lymphadenopathy in tWo or more 4. Viral infections: CMV (especially retinitis), HSV, JC non-contiguous extrainguinal sites persisting for at least 3 virus (progressive leucoencephalopathy, PML). months in the absence of any other cause. ARC is defined as weight loss, fever, diarrhoea, night sweats, fatigue and Immunopathology and malaise. Transmission of the virus is by sexual intercourse, papathogenesis renterally by blood and blood products, intravenous drug use or by vertical transmission from mother to infant. Early in the disease the germinal centres of the lymph The incubation period is 3-6 weeks, and the seronodes expand and unfold, leading to disorganisation of the conversion illness may resemble a mononucleosis-like lymph node architecture. p24 antigen-antibody immune illness comprising a widespread erythematous ra sh, arcomplexes may be found in the follicles. CD8 Ts (T thralgia, malaise and lymphadenopathy with a peripheral suppressor) cells invade the follicles and accumulate, and blood lymphocytosis. An HIV meningoencephalopathy is finally a fall in CD4 Th (T helper) cell numbers occurs, and less common but well described. the architecture of the lymph node breaks down. In the After seroconversion the disease has been classified by central nervous system, infection occurs earlyon, possibly the CDC int o fo ur stages, CDC group 1 being the acute due to the passage of infected macrophages into the immunologically priviledged site of the brain. The white matter is predominantly affected, and cortical atrophy may be seen. Reactive astrocytosis, perivascular cuffing with demyelinated vacuolated fo ci which become more scattered as disease worsens occurs. J , '3 ı ", q,,,,, ~:., ';;'.'C,' .."~' ",;- "..:C" ""'.:,' "',-'+",l-.,.,-.,- """"'"~',_:~"""" ,..j _, _~'.'. :..: '5-!. r ''' CHAPTER 23 VIRAL INFECTIONS OF HUMANS Epidemiolog y The prevalence of HIV infection is difficult to assess as it is subject to change. Around the world, estimates are based on the CDC criteria for AIDS, which und erestimate the level of infection and does not account for those individuals who are HIV antibody positive and asymptomatic. In addition, in some areas of the world HIV-1 and HIV-2 antibody assays may not be available. HIV started to spread widely in the Iate 1970s, with the first cases detected amongst homosexual men and intravenous drug users. More recently, heterosexual spread and transmission by blood products have made up a sm all proportion of cases in Europe, Australasia and North America. Routine screening of blood products for HIV antibody is now in place in these countries. However, heterosexual and vertical transmission makes up a much larger proportion of infected individuals in Africa, and in some cities more than 20% of adults are infected. Origins There are a number of hypotheses as to how HIV-1 and HIV-2 arose, and these incIude both viruses arising from an archetypal retrovirus infecting the common ancestor of New World primates. The integrated virus may have been maintained in different areas of the world in a state of low pathogenicity and then became widespread in humans as a result of changes in sexual and social habits together with the increased ability to travel. The actual disease pathogenesis is a highly contentious issue, with arguments ranging from HIV not actually causing AIDS, to cofactor theories, to it being due to an autoimmune (graft versus ho st) reaction with the gp 1 20 envelope protein acting as a viral superantigen. Diagnosi s 399 use. Other antivirals are now in cIinical trials, incIuding ddI and ddC, and may be used in combination with AZT in order to reduce toxicity. HTL V infections HTLV-J is endemic is south-west ]apan, the Caribbean, Central and South America and in West Africa, and has been reported in India. it was the first retroviral infection to be shown to result in a human neoplasm. Clinical features incIude an aggressive T cell leukaemia/lymphoma with lymphadenopathy, hepatosplenomegaly, skin infiltrates and hypercalcaemia. and the prognosis is poor. Altematively, it may cause TSPIHAM, which is a chronic neurological disease characterised by progressive spastic paralysis. Fewer than 5% of infected individuals develop clinical symptoms, and transmission occurs parenterally by blood and blood products, sexual intercourse, intravenous drug use and by breast feeding. HTLV-2 sh ares most properties with HTLV-1, and, although it was originally isola te d from a patient with hairy cell leuKı1emia, it do es not seem to ,be aetiologically involved. POXVIRUS INFECTIONS The poxviruses are the largest of all viruses; theyare brick shaped with capsids of complex symmetry (Fig.23.10) and are composed of double-stranded DNA. They produce vesicular skin lesions, and the infected cells contain large intracytoplasmic incIusion bodies. These lesions are found in many mammalian species and in a wide variet, of birds, e.g. cowpox, myxomatosis, mousepox, fowlpox and orf. Smallpox (variola) was at one period endemic in all populations with a mortality of up to 30%, but after a massiye programme of vaccination in developing countries the WHO declared the smallpox virus to be eradicated worldwide in 1980. The last recorded case was in Somalia in October 1977. Molluscum contagiosum is caused by an uncIassified poxvirus, and is a benign skin condition with small, fırın, umbilicated papules on exposed epithelial surfaces and on genital areas. As with all the poxviruses, it is spread by cIose contact. Orf, a contagious pustular derınatitis in sheep and goats, can be transmitted by cIose contact usually to the hands of farın workers and is referred to in Figure 23.12 on page 401. The diagnosis is usually made serologically by testing for antibody to the HIV envelope region us ing a panoply of tests involving recombinant proteins and peptides. p24 antigen and reverse transcriptase assays are available, and the use of the PCR technology, searching for proviral DNA and viral RNA, is aresearch tool which is of use early in infection before antibody development and especially in the diagnosis of paediatric HIV infection in the first 6-12 months, when passiye matemal antibody may stilI be presenr. Sma1lpox Treatmen t There are tWo cIosely related viruses that cause smallpox, the cIassical variola major virus, and variola minor that causes alastrim, a mu ch milder disease. Azidothymidine (AZT) is a nucIeoside analogue that inhibits the reverse transcriptase enzyme, terıninates chain elongation and prolongs patient survival. Myelotoxicity has been reduced after decreasing the dose since its initial 400 GEl'ERAL PATHOLOGY CHAPTER 23 . t-:'~' ~~. Fig.23.10 Apoxvirus partide. This is vaccinia virus from a case of eczema vaccinamm. Note the complex symmetry of the capsid. Variola virus has asimilar appearance. (Negatively stained with phosphomngstate, x 400 000.) (PhotOgraph by coUrtesy of Dr T. H. Flewett.) Smallpox was transmitted by the inhalation of infected partides from the patiem directly or from fomites indirectly. Infection occurred via the upper respiratory tract, and after a 12 day incubation period the virus spread to the viscera, especially the lungs, and then the prodromal fever pre-empted the cemrifugal appearance of the skin lesions. The eradieation of smallpox was possible for the following reasons: there was no anİmal reservoir, it had a long incubation period and the patiem was infectious only after that period, it was of low transmissibility and there was onlyone serotype. In addition, there was no carrier state, durable immunity occurred after infection, and an effective yaccine was available. The first effective yaccine was introduced in 1796 by Edward Jenner, who discovered that material from cowpox could produce asimilar lesi on in humans with subsequem protection against smallpox. In the following 150 years, vaccinia, an avirulent poxvirus of uncenain origin, was used as the smallpox yaccine virus. Now recombinam vaccinia virus is used as a carrier of genomie material from other viruses. This is done by insening pieces of DNA imo pans of the vaccinia genome which are not required for replication to proceed. PAPOVAVIRUS INFECTIONS The Papovavirus family consists of the papillomavirus genus and the polyomaviruses, namely JC virus, BK virus and SV40. Human papillomavirus (HPV) comains double-stranded DNA, and material extracted from wany lesions has led to the demonstration of virus by electron microscopy and the idemification of 56 serot)'pes using DNA homology techniques, but they have not been cultured in vitro. Wans are benign tumours of the skin with virusinduced proliferation of keratinised and non-keratinised squamous epithelium. Lesions appear on both skin and mucous membranes and occur most commonly on the hands and fe et, als o infecting the genitalia, anus, larynx and oropharynx HPV type 1 and 4 are associated with deep plantar wans, HPV type 2 with common wans, and HPV types 6, II and 16 with condylomata acuminata (genital wans). The clinical spectrUm inc1udes condylomata acuminata and epidennodysplasia verrucifonnis, the latter being a rare autosomal recessive disease which leads to the developmem of multiple wans with malignam potential. Squamous cell careinomas _ı:pay develop in these waI1s and are associate d with HPV types 5 and 8. There is also an occupational association in slaughtennen, with HPV type 7 being found in butchers' wans. Finally, in highly immunosuppressed individuals, e.g. renal transplam recipiems, wans of HPV types 5 and 8 are common. Transmission occurs by contact, inc1uding intimate comact. The possible relationship to the development of malignam disease, particularly carcinoma of the cervix and vulva, has been reponed. There is an association between HPV types 16 and 18 with invasive ccrvieal eaneer, with premalignam cervical intraepithelial neoplastic lesions comaining HPV types 6, 11 and, sometimes, 16. There are many members of the genus polyoma, but only two, JC and BK viruses, infect humans. Theyare both opponunistic pathogens. However, also of importance is one of the monkey polyomaviruses, SV40, which is a eommon contaminant of monkey kidney tissue culture cells used to manufacture early batches of poliomyelitis yaccine. SV40 is oncogenic (Fig. 23.11) and produces a typical vacuolation of cells, and this feature resulted in its original name of vacuolating agent. This, incorporated with the names of the other related viruses makes up the name PA PO VA as follows: papilloma, polyoma and vacuolating agem. JC and BK vİruses are common infections of ehildhood, and over 80-90%' of adults are seropositive. Theyare both opponunistic pathogens in immunocompromised individuals, and JC virus causes PML in immuno compromised individuals, and is reponed in 4% of AIDS cases. PML is thougbt to be due to reactivation of latent JC virus in the brain, and results in dememia, dysphasia, incoordination and hemiparesis, and in rapid death. f ,i . "i :;:: ~:~~,t'~~~_'>::" , '~" , ~" ';' . ,:' ''ı,,:~;' ;, .' ..l' ;ı:~j;~~'~~'''~'< ":'~~;:." ",,'''c '., <, ""~~r?~,:-'~"'0;: " ,. CHAPTER 23 VIRAL I~FECTIONS OF HUM.'\NS 401 The oligodendrocytes are primarily affected and have swollen nuclei and imranuclear inclusions. Demyelinating foci in the cerebral hemispheres and cerebellum are characteristic, and the diagnosis is made clinically in conjunction with magnetic resonance imaging and brain biopsy. if the latter is performed, the virus can be idemified by electron microscopy. LC virus is one of the viruses that ca use neurological disease, the others being the emeroviruses (especially polioviruses), HTLV-1, HIV, the arboviruses, rabies, HSV, VZV, CMV, measles, mumps, rubella. Finally, BK virus has been isolated from the urinary tract of immunodeficient patiems and viruria has been observed in pregnancy. VIRAL ZOONOSES CAUSING ENCEPHALITIDES, HAEMORRHAGIC FEVERS AND OTHER INFECTIONS Fig.23.11 A papovavirus (SV 40). This organism was found as a contaminant in a culture of African Green Monkeys kidney cells. (x 136000.) (Photograph by courtesy of Micheline Fauvel, Departmem of Medical Microbiology, Faculty of Medicine, University of Toromo.) (From Walter J B 1992 An introduction to the principles of disease. wl B Saunders, Philadelphia.) Animal han dı ers working on farms, in zoos and in laboratories are most at risk from infections such as the poxviruses, n~!TIely cowpox and orf (Fig. 23.12), which produce characteristic lesions on the skin; Newcastle disease of fowls, a paramyxovirus infection, which produces severe conjunctivitis in birdkeepers and laboratory workers; simian herpes B virus, which produces a fatal encephalitis in animal house keepers bitten by monkeys; lymphocytic choriomeningitis virus (LCM), which is an arenavirus endemic in mi ce that causes a lymphocytic meningitis on inhaling their secretions; arthropod-borne Fig. 23.12 Orf. This wany lesion developed on the hypothenar eminence of the right hand of a shepherd, aged 25 years, at the site of a scar resulting from a cut sustained while paring sheep's hooves 5 weeks previously. The following day a similar lesion appeared on the inner aspect of the same forearın. The nodules bled easily but were painless and showed no induration or regional lymphadenitis. Since there was no evidence of regression in 3 weeks, the lesions were excised, and rapid healing resulted. (I 13.2, reproduced by permission of the Presidem and Council of the Royal College of Surgeons of England. Th~ photograph was presemed by Dr T. V. Coop~r, who also provided the specimen.) .c-,-:..."':(m'1.F'''-{S-'1!''i" 402 GENERAL PATHOLOGY CHAPTER 23 viral disease, non-arthropod-bome viral haemorrhagic fevers, and rabies. Rabies Rabies is a member of the Rhabdoviridae, and is an enveloped, large, bullet-shaped, single-stranded RNA virus. it is transmined by the bite of an infected animal which is most likdy to be a domestic dog or cat, although wolves, jackals, badgers, oppossums and vampire bats may be responsible. Foxes and skunks are the main wildlife reservoirs in North America. The virus multiplies locally in the wound and then travels up the neurons to reach the brain and spinal cord. The incubation period varies depending on the severity and location of the bite. it can be as short as a week if the face is badly binen, or prolonged into many months if the bite is on the foot. Clinically, the initial symptom is paraesthesia, and the two forms of rabies that occur are 'furious rabies', which is due to increased sensitivity of the afferent nervous system, or the more rare 'dumb rabies', which is the paralytic form with ascending paralysis. The virus spreads from the brain along the neurons to the secretory glands and the comea and can be diagnosed by direct demonstration of the virus, using EM or immunofluorescence, in hair bearing skin, comeal impression smears or brain tissue. In addition, Negri bodies, which are intracytoplasmic incIusions (Fig. 23.13), are present in the neurons of Ammon's hom of the hippocampus and are stained with Seller' s stain. After being bitten by a potentially rabid animal, the wound should be cIeaned and debrided, and hyperimmunc ,. . .' , .j /.. . ...~"...',. ..,., k. ~ C"'t..,~, q~~:: ,~\ ~:ı; . ...e<w ~. . ~.., ." .c:.... '~'.J ...'~ı .. ~"Ji' . ..ıı ..;. .-: " Fig.23.13 Rabies. Negri bodies are eosinophilic bodies seen in the cytoplasm of neurons (arrows). Theyare diagnosric of rabies infecrion. (From Walter J B (ed) 1989 Pathology of human disease. Lea and Febiger, Philadelphia.) human antirabies immunoglobulin should be infiltrated into the area around the bite in divided doses, as weıı as being given intramuscularly. Active immunisation must then be started using the human diploid cell vaccine (HDCV), which is inactivated virus prepared in diploid human embryo lung cells. Six doses are given over 90 days, and it is both safe and effective. The less costly Semple vaccine containing inactivated virus prepared from infected brain tissue of animals is stilI used in some developing countries This has been associated with neuroparalytic accidents, and is not as effective as a tissue culture-derived vaccine. Immunisation with HDCV is offered to those to whom it is an occupational risk; e.g. vets, animal han dı ers and those individuals working with the virus in laboratories. Immunisation of dogs, cats and canle has been performed in endemic areas using inactivated virus vaccines, and trials of li ve attenuated virus in bait have been used to try to stop the spread of rabies in wild animals. Arthropod-bome viral infections and nonarthropod-bome viral haemorrhagic fevers The diseases that these viruses cause mostly have a tropical and subtropical distribution and generally present as fevers, encephalitis or haemorrhagic fevers, the latter sometimes in conjunction with renal involvement. The arthropod-bome arboviruses are a disparate group of mostly unrelated RNA viruses, and are transmitted by the bite of a mosquito, tick or sandfly vectoro They comprise the Togaviridae, Flaviviridae and Bunyaviridae families, which are all single-stranded RNA viruses, and the Reoviridae family, the members of which are double-stranded DNA viruses. The Togaviridae are made up of the alphavirus and rubivirus genera, and the alphaviruses comprise 25 members, which incIude chikungunya, o'nyong-nyong and Ross River virus. The sole member of the other rubivirus genus is the non-arthropod-bome rubella virus, which has been discussed with the childhood fevers. The Flaviviridae comprise 60 members, and cause yellow fever, dengue and a variety of encephalitides which incIude St Louis, Japanese B and Murray Vaııey encephalitis. The Bunyaviridae are made up of 150 members, have segmenred genomes and are divided into the foııowing genera: nairovirus, phlebovirus, uukuvirus and the nonarthropod-bome hantavirus. They cause Mediterranean sandfly fever, oropouche, Rift Valley fever and CongoCrimean haemorrhagic fever. The Reoviridae contain the orbivirus genus, and this virus is responsible for Colorado tick fever. Chikwıgımya means 'that which breaks up', because the features of the infection incIude an intense arthralgia and myalgia. Conjunctival injection and haemorrhagic CHAPTER 23 VIRAL I~FECTIO:-;S OF HC.\L-\1'iS 403 manifestations have been reported. it occurs in East Africa and South-East Asia, and is mosquito-bome. O'nyong-nyong, which means 'joint breaker,' occurs in smail outbreaks in East Africa, and presents as sud denonset myalgia, arthralgia, orbital pain and rash, but fever is not necessarily the rule. Ross River virus is an other mosquita-bome infection that causes epidemic polyarthritis and a maculopapular rash, and is seen in East Australia and the South Pacific. Sandfly fever is a phlebovirus that causes a self-limiting illness and is transmitted by Phlebotomus papatasi. Presentation is with a sudden fever, severe frontal he ada che and myalgia, conjunctival injection and flushing, and occurs in the Mediterranean and Middle East. , . , i .' .. '\i '. ' L : f , Viral encephalitides transmitted by insects Arthropod-bome viral encephalitis varies in severity and has a wide geographical distribution including North and South America (East and West equine encephalitis), the Middle East (West Nile encephalitis) and the Far East Gapanese B encephalitis), eastem Europe (tick-bome encephalitis), Australia (Murray Valley encephalitis) and in the DK (louping ill). The clinical spectrum ranges from asymptomatic infection ta fulminant encephalitis and death. Presenting features include high fever, headache, gastrointestinal symptoms, stiff back, neck and legs, confusion, delirium, fits, tremor, paralysis and coma. Japanese B encephalitis GBE) is seen in South-east Asia in particular and India, and the vector is the culicine mosquito Prevention is afforded by the inactivated IBE vaccine, which is effective, but there have been recent reports of side-effects. Murray Valley encephalitis is closely related to ]BE and St Louis encephalitis, and the culicine mosquito is again the vector, but this virus is found only in Australia and New Guinea. Tick-borne encephalitis (TBE) is seen in west and east Europe and the Confederation of Independent States, and it is debatable whether the viruses causing TBE are minor antigenic variants of one virus or whether they should all be group ed as separate viruses. Theyare flaviviruses that are tick-bome or milk-bome (as virus is sh ed in the mil k of viraemic cattle, and prevenrion is by control of the tick vectar, pasteurisation of milk and use of the inactivated vaccine, which is protective. West Nile fever and East and West equine encephalitis are caused by alphaviruses that are propagated in nature via cycles between the mosquito vector and horses, birds and rodents. Surveillance by monitoring the disease in animals has resul te d in interventional vectar control, so pre-empting human infecrion. Loııpiııg ill seen in the DK is a tick-bome infection in sheep and occasionally in humans. The viral differenrial diagnosis of these encephalirides includes mumps, herpes simplex, echoviruses, coxsackieviruses, polioviruses, rabies, LCM, influenza, adenoviruses, Colorado tick fever and the viral haemorrhagic fevers. Viral haemorrhagic fevers The viral haemorrhagic fevers are most commonly seen in semitropical and tropical countries, and may be subclinical, but severe generalised disease with high fever, headache, limb pain, nausea and vomiting, arthritis and rash with haemorrhage and proteinuria may occur. The viral haemorrhagic fevers infecring humans are listed in Table 23.1. Arthropod-bome viral haernorrhagic fevers. Yellow fever is transmitted by mosquitoes and is endemic in West Africa and Central and South America. Subclinical infections are common in the indigenous popularion. However, some individuals develop disease after the virus has travelled ta the regionallymph nodes and is then disseminated by the viraemia to localise in lymph nodes, spleen, liver, heart and kidneys. There are tWo major forms, namely the urban form, where humans are the reservoir and the mosquito is the vector, and the 'sylvan' or jungle disease, where tree-dwelling monkeys are the reservoir and the vector is the forest mosquita. Clinical features include abrupt onset fever, rigors and headache, then myalgia, nausea and vomiting. Those with a moderate infection improve whereas others have a remission followed by a fever and relative bradycardia (Faget's sign) with jaundice and haemorrhagic disease with or without shock. The typical histopathologicallesion is midzonal hepatic necrosis. Shrunken necrotic cells with hyaline, eosinophilic cytoplasm and pyknotic nuclei are seen amid the debris, these being known as Councilman bodies, and Table 23.1 Viral haemorrhagie fevers Virus Infeenon Arthropod-bome Flaviviridae Mosquito-bome: Yellow fever Dengue Tick bome: Kyasanur forest disease Omsk haemorrhagie fever Bunyaviridae Phlebovirus genus Nairovirus genus Rift Valley fever Crimean-Congo haemorrhagie fever ~on-arthropod-bome Bunyaviridae Hamavirus genus Haemorrhagie fever renal syndrome Marburg Filoviridae disease Ebola disease Lassa fever Arenaviridae Argennne and Bolivian haemorrhagie fever ... " :;:-... ...... . 404 GENERAL PATHOLOGY CHAPTER 23 theyare an example of apoptosis. Severe renal damage and a haemorrhagic tendency are also characteristic. Prevention involves vector control and immunisation with the live attenuated 17-D yellow fever vaccine. This results in good immunity of long duration, and booster doses are recommended every 10 years. Deılgue is a disease seen in the Caribbean, Pacific islands, South America, Asia and Africa. The virus consists of four subtypes, 1-4, which are transmitted by the Aedes aegypıi mosquito. Clinical presentation varies depending on the age and sex of the individual and whether it is a primary infection or reinfection. Features include a sudden onset of high fever, which is usually continuous but sometimes biphasic, in conjunction with the onset of the rash, myalgia, arthralgia, headache, lymphadenopathy and severe pain. The rash is maculopapular, or it may develop a petechial or purpuric component with the onset of dengue haemorrhagic fever or shock syndrome. This severe manifestation of the infection is seen in young children who have had a prior attack with a different subtype. it is thought to be immunopathological and due to an excess of non-neutralising antibody forming immune complexes which then activate the complement cascade, leading to haemorrhagic shock. Rift VaZZey Fever is epizootic in sheep and cattle in central and southem Africa, Egypt and the Sudan. Transmission is by a mosquito vector, and direct contact by aerosol during necropsy or slaughter of infected animals. Clinical features include abrupt-onset fever, nausea and vomiting, he ada che and haemorrhagic manifestations. Crimean-Congo haemorrhagic fever is transmitted by ticks among wild and domestic animals and birds in south Russia, Bulgaria, Central and South Africa, the Middle East and Pakistan, and may spread from person to person by contact with infected blood. It has a high mortality rate with sudden-onset fever, myalgia, gastrointestinal symptoms and hyperaemia, after which there may be a brief remission followed by the haemorrhagic stage. Non-arthropod-bome viral haernorrhagic fevers. Hanıaviruses cause fever with haemorrhagic and renal disease referred to as haemorrhagic fever with renal syndrome (HFRS). The haemorrhagic fever component can be relatively mild in individuals infected with one of the four serotypes, the Puumala virus, and this is referred to as nephropathica epidemica and occurs in Scandinavia, Europe and the Balkans. The natural hosts of the hantaviruses, of which the prototype member is hantaan, are various species of mouse. Man is infected probably by İnhalation of particles of excreta containing virus. The only known members of the Filoviridae are Marburg and Ebola viruses, which are highly infectious and cause high mortality. They have similar clinical syndromes with sudden-onset fever, rigors, headache, myalgia, arthralgia and gastrointestinal symptoms, including abdominal pain and diarrhoea. In addition, jaundice pharyngeal and conjunctival injection with oropharyngeaı lesions and an erythematous maculopapular centripetal rash in half the cases are sometimes seen. Haemorrhagic and neurological signs are indicative of a poor prognosis. Marburg virus was first seen in 1967, when an Outbreak occurred simultaneously in Marburg, Frankfurt and Belgrade after laboratory workers had handled tissues from African green monkeys which had recently been imported in one shipment from Uganda. Subsequently, the disease has been seen in travellers in central Africa. The virus can be transmitted to close contacts; sexual partners and health care workers have been recorded as secondary cases. The two strains ofEbola virus, named Sudan and Zaire, were first reported in 1977 after outbreaks of severe and often fatal viral haemorrhagic fever. Although no virus has been isolated from any monkey, the association with monkey tissue, and that monkeys have antibody to the se viruses, suggests that theyare the reservoir of infection. The arenaviruses are divided into the Old World (lymphocytic choriomeningitis virus and lassa fever) and the New World (JuninlArgentine and Machupo/Bolivian haemorrhagic fever) viruses. Theyare all transmitted by İnhalation and ingestion of contaminated material from rodents that sh ed viruses in their oropharyngeal secretions, urine and faeces. Lassa fever can also be contracted by close case contact. Lymphocyıic chon'omeningiıis virus causes a chronic but usually inapparent infection in mice. Transmission to humans is probably by the inhalation of infected excreta. Human infection results in a spectrUm of illness from asymptomatic to aseptic meningitis and meningoencephalitis. Lassa fever virus is endemic in West Africa in the Masıomys naıalensis rat population. Patients may present with the insidious onset of fever, malaise, myalgia, gastrointestinal symptoms, pharyngitis, oropharyngeal ulceration, cervical lymphadenopathy and conjunctival and subconjunctival haemorrhages. In general, the mortality is high and poor prognostic signs include the development of fits, coma and bleeding tendencies. Junin and Machupo viruses are severe disease s which are seen in Argentina and Bolivia, respectively, and present with haemorrhagic, renal, cardiovascular and neurological symptoms. Diagnosis is made by reference laboratories with ca tegory 4 facilities for handling these viruses. Serological methods as well as viral isolation in cell culture or inocu lation of suckling mi ce may be used. Management of patients includes supportive care in special isolation and containment facilities and specific therapy with ribavirin. The potential use of immune plasma is being investigated. Rodent control and hygiene are important preventatiye measures. J CHAPTER 23 405 \';r,' ',6W INFEcnONS' A1"'lD PRION DISEASEl,2 ~:.," matter of comemion as to what constitutes 'slow ~~ions', and it is thought that two differem infectious ',tS are involved, namely prions and viruses. Although cı diseases have similarities to viral infections, the 'are separated on the basis of structural, biological and ~etic studies. the slow virus diseases of humans include subacute ,. Je-rosing panencephalitis, progressive multifocal leuco "çphalopathy, and progressive rubeıla panencephalitis, t ıj)ose of animals include visna of sheep and distemper a,;gs. Recrudescence of an acme viral infection is now ,it1ised as occurring in other diseases. In the posı-po/io dmme symproms occur many years af ter recovery from "priginal acute attack of paralytic poliomyelitis. ,,~ıt, ,ıs-. çharacterised by muscular pain and fasciculation, 1'~scular weakness particularly of respiratory and bulbar '!jc:1es, and sleep apnoea. The pathogenesis is not ~p.&rsrood. Virus cannot be identified in the CSF but in VIRAL I:-;FECTIO:-;S OF HC.\L-'u"S some cases there are specific IgM amibodies suggesting a recrudescence of the original infection.3 Prioıı dis.:ases of humans include kuru, CreutzfeldtJakob disease (CJD) and Gerstmann-Straussler-Scheinker (GSS) syndrome, whereas those of animals include scrapie, transmissible mink encephalopathy and bovine spongiform encephalopathy. The transmissible neurodegenerative diseases such as GJD, scrapie and GSS occur as sporadic disease, a slow infection or a familial disorder. The prion protein referred to as PrP was fo und to be encoded by a cellular gene and was discovered after attempts were made ro purify the scrapie agem. it is extremely resistam to inactivation and has be en implicated as the main componem of the infectious agent of scrapie, CJD and GSS. The area of intense discussion focuses on the fact that PrP is thought to be an infectious protein which may be converted from a benign cellular isoform into an abnormal isoform which results in ne urodegenerative disease. REFERENCE S ':;Kekts.ırN, Knipe D M (ed s) i 990 Field's virology, 2nd edn. Raven ~'-1'f.:s:;>N"t~\\. Yark n"i~'hcR (ed) 1991 Textbook of human virology, 2nd edn. Mosby Year 11' ~cik". Chicago ~~~d<erM T, Collier L H (eds) 1990 Topley and Wilson's principles of ~t"m-actcriology, virology and immuniıy, 8th edn. Edward Amold, Sc,vcnoaks !l.Jj.'k~rman A J, Banaıvala J E, Pattison J R (eds) 1994 Principles and ""',\"'praetice of clinical virology. Wiley, New York o'j' ~. , I. Hughes J T 1993 Prion diseases. British Medical Journal 306: 288 2. Prusincr S, Collinge J, Powell J, Anderston B (eds) 1992 Prion disease s of humans and animals. Horwood, Chichester 3. Sharief M K, Hemges R, Ciardi M 199 I Imrathecal immune response in patienıs with the post-polio syndrome. New England Journal of Medicine 325: 749 "-..,;;0.: ot. H ak an K ar s S ev şl be ca n
Similar documents
What Is A Virus? Prospective Biology Teachers` Cognitive Structure
saldıran bir şey olduğu, zarara uğramış hücrelere saldırma eğiliminde oldukları, birkaç antikorla hücrelere saldırdıkları şeklinde oldukça fazla alternatif kavramlar belirlemişlerdir. Romine vd. (2...
More information