Deniz Ticareti Dergisi Temmuz 2012 Sayısı
Transcription
Deniz Ticareti Dergisi Temmuz 2012 Sayısı
DENİZ TİCARETİ Temmuz 2012 | Yıl 21 | Sayı 242 Türkiye Kruvaziyer Platformu Kuruldu Mersin Deniz Turizmi Raporu Dosya: Kabotaj Kabotaja Sabotaj!... MDTO’nın Aylık Yayın Organı Temmuz 2012 | Yıl: 21 | Sayı: 242 MDTD Basın Meslek İlkelerine Uyar. İÇİNDEKİLER 5-6 Türkiye’de Kruvaziyer Turizminin Gelişmesi İçin Güçbirliği 7-8 Mersin’de Denizcilik ve Kabotaj Bayramı Kutlamaları 9-10 MDTO, Kabotaj Bayramı’nı Çocuklarla Kutladı 11 Denizin Çocukları Doyasıya Eğlendi 12-15 Mersin Deniz Turizmi Raporu 17-18 MDTO’dan haberler 20-23 Kısa Kent Haberleri 25-27 Denizcilik Haberleri 28-29 86 yıl sonra… 30-64 Dosya: KABOTAJ 66-70 Mersin’e Gelen Ecnebi Gemiler – 1 Uss Shenandoah 71-73 Balıkçı Gemilerinin Uydu Tabanlı Sistemlerle İzlenmesi 74-75 Hatıra Kent Mersin 77 Deniz Feneri 78-81 MIP’den Haberler 82 İstatistik 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nın, denizciler için ayrı bir önemi vardır.. Aslında yalnız denizciler için dersek yalan olur. Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili 8333 km’lik kıyı şeridine sahip bir ülkedir. Ve de 1926 yılında çıkarılan Kabotaj Yasası ile yıllardır yabancıların egemenliğinde olan kendi denizini özgürce kullanma hakkına kavuşmuştur. Kabotaj; Fransızca' da yakın kıyılarda, özellikle de bir ülkenin kendi limanları arasında yapılan ticari denizcilik anlamını taşımaktadır. Türkiye’de, 20 Nisan 1926 tarihinde kabul edilmiş olan Kabotaj Kanunu, 1 Temmuz 1926’ da yürürlüğe girmiş ve bu Kanun, “Türkiye Limanları ve sahilleri arasında yük ve yolcu taşınması ile kılavuzluk ve römorkaj hizmetleri, Türk Vatandaşları ve Türk Bayrağı taşıyan gemilerce yapılır” hükmünü getirerek daha önceden yabancılara açık olan bu faaliyetleri bundan böyle sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yapabileceğini belirtmiştir. Bu nedenle her yıl 1 Temmuz gününü “Denizcilik ve Kabotaj Bayramı” olarak kutluyoruz.. Pardon, kutluyorduk!.. Mersin Deniz Ticaret Odası olarak, kuruluşumuzdan bu yana 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nı değişik etkinliklerle en iyi şekilde kutladık. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün , “Denizcilik Türk’ün Milli Ülküsü olmalı ve onu en kısa sürede başarmalıyız” deyişinden feyz alarak, üzerimize düşeni yaptık veya yapmaya çalıştık. Bu yıl ise yasalarda yapılan değişiklikler nedeniyle 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nda Atatürk Anıtı’na yalnızca Liman Başkanlığı çelengi sunuldu.. Türkiye’nin tek bölgesel Deniz Ticaret Odası olarak, zaten yıllardır protokol sırasındaki yerimizin ne olduğunu bir türlü öğrenememiştik. Yasada değişiklik yapılınca, bu yıl çelenk bile koyamadık Atatürk Anıtı’na.. Gerçi, Atatürk Anıtı'na çelenk koymak yetmiyor! Önemli olan O’nun fikirlerini yaşatmak değil mi? Yoksa, gerisi boş! Kabotaj Yasası ile amaçlanan Türk denizciliğinin gelişmesidir. Daha önceden kapitülasyonlarla yabancılara verilen haklar böylelikle denizde kendi vatandaşlarımız adına geri alınmaktadır. Ancak, Kabotaj Kanunu ile kazandığımız avantajı, denizcilik sektörümüzün her alanında layıkıyla kullandığımızı söylemek de ne yazık ki mümkün değildir. Ama yine de Türk denizciliği kabotajın kazanımlarından önemli gelişmeler elde etti… Kabotajın nasıl Sabotaja döndüğüne gelince… Kabotajın nimetlerinden yararlanmalarına karşın, zaman zaman “Kabotaj mı, Sabotaj mı” diyen sivri akıllılar çıksa da , 85 yıl bu ülkede Kabotaj Bayramı ismine yakışır şekilde kutlandı.. Ta ki 1 Temmuz 2012’ ye kadar… Bundan sonra ne mi olur? İşte onu kestirmek zor!.. Çünkü, burası Türkiye!.. Rüzgarın yönü her an değişebilir! Ve de toplum olarak, rüzgarın yönüne göre hareket etmeyi iyi beceririz! Saygıyla Ali ADALIOĞLU Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü (MDTO adına): M. Cihat LOKMANOĞLU Genel Koordinatör: Ali ADALIOĞLU Yayın Kurulu: M. Cihat LOKMANOĞLU, Jozef ATAT, A.Kahraman YAVUZ, Mişel ŞAŞATİ, İskender BOTROS, Bedii CANATAN, Özcan BARUT, Korer ÖZBENLİ Yayın Planlama Yönetimi: Tetis Medya Ajansı Basım Yeri: Mattek Matbaacılık - Adakale Sokak no:32/27 Kızılay - ANKARA Basım Tarihi: Temmuz 2012 Yönetim Yeri: Pirireis Mah. İsmet İnönü Bulvarı No: 13 33110 Pk: 45 Mersin/Türkiye Tel: 0324 327 70 00 (pbx) Faks: 0324 329 52 30 E-posta: [email protected] [email protected] www.mdto.org.tr MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 Türkiye'de Kruvaziyer Turizminin Gelişmesi İçin Güçbirliği İzmir Ticaret Odası'nın öncülüğünde Türkiye'nin kruvaziyer turizminin gelişimine öncülük etmek ve kruvaziyer turizmine ilişkin ortak stratejileri belirlemek amacıyla ‘Türkiye Kruvaziyer Platformu’ kuruldu. T ürkiye'nin liman kentlerinden gelen liman başkanları, ticaret ve sanayi odaları, deniz ticaret odaları, acenteler, belediyeler ve valilik temsilcileri Türkiye Kruvaziyer Platformu'nun kuruluşu için İzmir Ticaret Odası'nın ev sahipliğinde İzmir'de buluştu. Görüşmeye MDTO’yu temsilen Genel Sekreter Korer Özbenli katıldı. Platform kuruluş toplantısından önce bir açıklama yapan İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş, 8 ay önce yine kruvaziyer turizmi için toplandıklarını hatırlatarak Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım'ın o toplantıda "Birlik 4 kurun" talimatını verdiğini ancak geç kalındığı için şu anda platform olarak faaliyet yürüttüklerini söyledi. 120 milyar dolarlık pasta Kruvaziyer sektörünün son 60 yılda Avrupa ve ABD'de büyüme gösterdiğini, 2010 yılında 18.8 milyon yolcuya ulaşılarak neredeyse 4 kat artış sağlandığını anlatan Demirtaş, sektörün 2010 yılındaki mali büyüklüğünün ise 120 milyar dolar olduğunu belirtti. Demirtaş, yolcu sayısının 2012'de 20.2 milyona ulaşmasının beklendiğini de dile getirerek "Son yıllarda gelişme göstersek de pastadan ciddi pay alıyoruz di- yemeyiz" yorumunu yaptı. Türkiye'nin 2003 yılında 821 gemi seferi ile 332 bin yolcu ağırladığını, bu rakamın 2011'de bin 633 gemi seferi ile 2.2 milyon yolcuya ulaştığını anlatan Demirtaş, "Demek ki 2011 yılı sonunda 7 yılda 2.5 kat artışımız var. Mali büyüklüğümüz ülke olarak 200-300 milyon dolar. Ülkemiz Avrupa kruvaziyer gelirinin yüzde 1'ini dahi alamıyor" dedi. Akdeniz'in kruvaziyer sektörünün yükselen yıldızı olduğu ve "Yeni Karayipler" olarak adlandırıldığını kaydeden Demirtaş, "Türkiye kruvaziyerde mut- 5 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 lak büyüme için biçilmiş kaftan. Avrupa, Asya ve Afrika arasında önemli bir geçiş noktası. Kıyılarımız adeta bir turizm cenneti. Ülkemizde bir çok kültürün ortak mirası var. En önemlisi gelir ve kültür düzeyi yüksek en az 15 milyon potansiyel müşterimiz var" diye konuştu. Bu özelliklere dikkat çekmek gerektiğinin de altını çizen Demirtaş, kurulan bu platformun sektörün sesi olması gerektiğini söyledi. Daha sonra çeşitli liman kentlerinden gelen 20'ye yakın temsilci platformun gelişmesi için neler yapılabileceği konusunda görüşlerini dile getirdiler. Türkiye Kruvaziyer Platformu’nun (Cruise Turkey) amaçları konuda çalışmalar yapmak, • Türkiye'yi bir kruvaziyer destinasyonu olarak tanıtmak, • Limanlar arasındaki koordinasyonu sağlamak, • Kruvaziyer turizmi faaliyetlerinin etkinleştirilmesi ve geliştirilmesi için araştırmalar yapmak , • Ülkemiz limanlarında bulunan kruvaziyer yolcu trafiğini ve potansiyelini artırmaya yönelik olarak girişimlerde bulunmak, • Devlet kurumları ile işbirliği içinde çalışmak, ülkemiz limanlarının ortak ilgi ve sorunlarına karşı ortak tutum, politika veya planların oluşturulması için karşılıklı bilgi alışverişi yapmak, dünyadaki organizasyonları da ülkemizin katılımını organize ve temsil etmek, • Türk limanlarının kruvaziyer turizmindeki faaliyetlerini etkinleştirmek, destek verilerek geliştirilmesini sağlamak ve bu Türk Kruvaziyer limanlarının tanıtılması ve pazarlaması için ortak bir strateji belirlenmesi ve aksiyon planı oluşturulması, • Kruvaziyer sektörünün sorunlarının çözülmesi, • Ülkemize daha çok kruvaziyer gemisi gelmesi için çalışmalar yapılması, • Platformun limanların, liman kentlerinin ticaret odalarının, acentaların, operatör şirketlerin, cruise lineların, kumanyacıların ve diğer tüm tedarikçileri bünyesine alması, • Dünyadaki kruvaziyer gemilerinin Türkiye'den kumanya alımını arttırmak amacıyla Türkiye'yi iyi, doğru ve ucuz bir tedarikçi olarak kruvaziyer şirketlerine tanıtmak, • Türkiye Kruvaziyer Platformu'nun çalışmalarını yürütebilmesi için ortak bir fon oluşturarak bütün katılımcıların mali katkılarının sağlanması, • Türkiye Kruvaziyer Platformu'nun Yürütme Kurulu ve alt çalışma gruplarının veya komitelerinin oluşturulması. Mersin’de Denizcilik ve Kabotaj Bayramı Kutlamaları 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nın 86. Yıldönümü, Mersin’de çeşitli etkinliklerle kutlandı. 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nın 86. yıldönümü kutlama programı, Mersin Liman Başkanı Hakan Durmaz, Sahil Güvenlik Akdeniz Bölge Komutanı Albay Rahim Çonguroğlu, Mersin Deniz Ticaret Odası (MDTO) Genel Sekreteri Korer Özbenli ve yardımcısı Mesut Öztürk’ün, Mersin Valisi Hasan Basri Güzeloğlu’nu makamında ziyareti ile başladı. Ziyarette konuşan Mersin Liman Başkanı Hakan Durmaz, Denizcilik ve Kabotaj Bayramı kutlamalarına teşvik ve katkılarından dolayı Vali Güzeloğlu'na teşekkür etti. Mersin Valisi Güzeloğlu ise kabotajın ulusal egemenlik açısından önemine değinerek ‘Kabotaj, Türkiye'nin sınırları ve karasularını simgeleyen bir kavramdır’ dedi. Kabotajın, ticari anlamda denizlerin kul- 6 lanılması noktasında da önemli bir kavram olduğunu vurgulayan Güzeloğlu, Mersin’in bu kavramın önemli bir yerinde bulunduğunu belirtti. Mersin’in ulusal ve uluslararası bazda deniz ve deniz ticareti özelliğiyle sadece ülkemiz için değil, dünya çapında da önemini arttıran bir liman ve deniz ticaret kenti konumunda olduğuna işaret eden Vali Güzeloğlu “Mersin’deki liman başkanlığımız ile Türkiye’nin ikinci deniz ticaret odası olarak kurulan MDTO, denizcilik kavramının ilimizdeki sivil ayaklarıdır. Yine ilimizde konuşlu bulunan Sahil Güvenlik Akdeniz Bölge Komutanlığı ile Akdeniz Bölge ve Garnizon Komutanlığı da denizlerimizdeki gelişimi destekleyen bir yapıdadır. Tüm bu yapılarla birlikte, deniz ticaretini lojistik olarak gerçekleştiren ve Türkiye’nin İstanbul’dan sonra en büyük firmalarını bünyesinde barındıran Mersin için denizin ve kabota- jın ne kadar önemli olduğu açık bir şekilde ortaya konmaktadır” şeklinde konuştu. Mersin Limanı’nın dünyanın en büyük ilk 100 limanı arasında yer aldığına dikkat çeken Güzeloğlu, “Geçtiğimiz yıl sonunda 1.4 milyon tonluk konteyner işlem yük hacminin, dökme yüklerle 5 milyon tona yakın bir yoğunluğun gerçekleştiği Mersin Limanı, büyüme hacmi bakımından da dünya büyüme oranının üzerinde bir işlem gerçekleştiriyor” dedi. Türkiye’nin 2023 yılı hedeflerinde, Mersin Limanı’nın dünyanın en büyük ilk 10 konteyner limanı arasında yer almasının ve 15 milyon TEU yüke ulaşmasının planlandığını hatırlatan Vali Hasan Basri Güzeloğlu, bu açıdan Mersin ve Mersinliler için kabotajın çok önemli bir yeri olduğunu söyledi. 7 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 Durmaz: ‘Kente Kruvaziyer Turizmi Getirmek Öncelikli Hedefimiz’ Kutlama programı kapsamında 1 Temmuz Pazar günü Cumhuriyet Alanı’nda bir tören düzenlenerek, Atatürk Anıtı’na çelenk sunuldu. Törene Mersin Liman Başkanı Hakan Durmaz, MDTO temsilcileri ve kent protokolü katıldı. Törende konuşan Liman Başkanı Hakan Durmaz, 19 Nisan 1926 tarihinde TBMM’de kabul edilen yasayla 391 yıl boyunca yabancılara verilen kapitülasyonların ortadan kaldırıldığını hatırlatarak, 1866 yılında Mersin’den Amerika’ya başlatılan pamuk ihracatıyla Mersin’in bir deniz kenti olma özelliğini kazandığını söyledi. “Jeopolitik ve stratejik olarak vazgeçilmez bir noktada olan bölgemiz, gerek uluslararası ticarette gerekse transit deniz taşımacılığında daha faza pay almayı ve otorite olarak söz sahibi olmayı hak etmektedir” ifadelerini kullanan Durmaz, bu amaç doğrultusunda liman kapasitesinin arttırılmasının yanı sıra, kente ve limana kruvaziyer turizmi getirmenin öncelikli hedefleri arasında olduğunu vurguladı. Gazeteci Haldun Okdemir’den Atatürk ve Deniz Fotoğrafları Sergisi Gazeteci Haldun Okdemir, Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nın 86. yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde, Mersin Deniz Müzesi Komutanlığı Sanat Galerisi’nde 30 Haziran Cumartesi günü “Atatürk ve Deniz” konulu siyah-beyaz fotoğraf sergisi açtı. Sergiye kent protokolü ve Mersinli gazeteciler katıldı. MDTO Yönetim Kurulu Başkanı Cihat Lokmanoğlu ve idari yetkililerin de bulunduğu sergide, Okdemir’in uzun yıllar boyunca yurtiçi ve yurt dışından derlediği 60 Atatürk fotoğrafı yer aldı. 30 Haziran-8 Temmuz tarihleri arasında açık olan sergi hakkında bilgi veren Gazeteci Haldun Okdemir, bir önceki sergisini 19 Mayıs’ta Samsun’da açtığını, 20. sergisini Mersin’de açmaktan mutlu olduğunu söyledi. Balıkçı Barınağında Temizlik MDTO, Kabotaj Bayramı’nı Çocuklarla Kutladı Mersin Liman Başkanlığınca organize edilen etkinlik Çamlıbel Balıkçı Barınağı’nda gerçekleştirildi. Deniz kirliliğine dikkat çekmek üzere düzenlenen etkinlikte Çamlıbel Balıkçı Barınağı’nda deniz yüzey temizliği yapıldı. Etkinliğe Büyükşehir Belediyesi Çevre Temizliği Şubesi ekipleri ile öğrenciler ve çocuklar da destek verdi. Yapılan yüzey temizliğinde denizden çıkan şişe, plastik maddeler ve poşetler görenleri şaşırttı. Çıkarılan atıklar poşetlere doldurularak belediye ekiplerine teslim edildi. Minikler Rüzgara Yelken Açtı 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayra-mı’nın 86. yıldönümü etkinlikleri kapsamında Mersin Marina’da yelken yarışları düzenlendi. Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğü koordinatörlüğünde ve MDTO sponsorluğunda düzenlenen yarışlara Mersin Yelken ve Yat İhtisas Kulübü’nün 16 sporcusu katıldı. Optimist, Laser 4.7 ve Radial olmak üzere üç ayrı klasmanda yapılan yarışlar Başhakem Celal İlkul eşliğindeki üç milli hakem tarafından takip edildi. 16 minik sporcunun dereceye girmek için kıyasıya yarıştığı yelken yarışları Mersin sahillerinde renkli görüntüler oluşturdu. Mersin Deniz Ticaret Odası’nın (MDTO) 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nın 86. Yıldönümü kutlamaları kapsamında düzenlediği etkinliklerde çocuklar doyasıya eğlendi. 30 Haziran Cumartesi günü Mersin Büyükşehir Belediyesi Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleştirilen ilk etkinlikte MDTO’nun deniz temalı fotoğraf, kompozisyon ve resim yarışmalarının ödül töreni ve sergi açılışı gerçekleştirildi. Törene Vali Vekili Mehmet Çubuktar, Mersin Vali Yardımcısı Ahmet Hikmet Şahin, MDTO Yönetim Kurulu Başkanı M. Cihat Lokmanoğlu, Mersin Liman Başkanı Hakan Durmaz, MDTO idari yetkilileri, öğrenci velileri ve öğrenciler katıldı. 8 Törenin açış konuşması MDTO Genel Sekreteri Korer Özbenli tarafından yapıldı. “Kabotaj Türk denizciliğinin onurudur, gururudur” diyen Özbenli, Ulu Önder Atatürk’ün engin öngörüsü ile elde edilen kabotaj hakkının, gerek Türk Ulusunun bağımsızlığını temsil etmesi, gerekse Türk denizciliğinin gelişmesi bakımından önemli olduğunu söyledi. “Ülkemizi ve geleceğimizi teslim edeceğimiz çocuklarımıza ve gençlerimize bugünden denizi sevdirmeyi, denizciliği anlatmayı, denizciliğin bir kültür ve yaşam biçimi olduğunu benimsetmeyi görev edindik” ifadelerini kullanan Özbenli, çocuk ve gençler için yapılan etkinliklerin bu amaç doğrultusunda gerçekleştirildiğini söyledi. Yarışmalara katılan tüm çocuklara teşekkür eden Özbenli, ortaya 9 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 koydukları çalışmalardan dolayı kendileriyle gurur duyduğunu belirtti. Daha sonra yarışmalarda başarılı bulunan çalışmaların sahiplerine ödülleri ve katılım belgeleri, Vali Vekili Mehmet Çubuktar, Vali Yardımcısı Ahmet Hikmet Şahin, MDTO Yönetim Kurulu Başkanı Cihat Lokmanoğlu, MDTO idari yöneticileri tarafından verildi. Resim ve kompozisyon yarışmalarında çalışmaları ödüle layık bulunan öğrenciler birer mini bilgisayar ile ödüllendirilirken, fotoğraf yarışmasının 7-11 yaş ve 12-14 yaş kategorilerinde birinci olan öğrenciler birer fotoğraf makinesi sahibi oldu. Deniz temalı yarışmalarda çalışmaları başarı ve sergileme ödülüne değer bulunan öğrencilerin isimleri şöyle: ‘Deniz Ve Yaşam’ Konulu Fotoğraf Yarışması 7-11 Yaş Kategorisi Başarı Ödülü: Ayça Yalçıner, Barbaros İlköğretim Okulu 12-14 yaş kategorisi Başarı Ödülü: Ezgi Tüten, Barbaros İlköğretim Okulu Sergileme Ödülleri Yağız Tokay, Barbaros İlköğretim Okulu Mustafa Uğur Gül, Cumhuriyet İlköğretim Okulu, Furkan Ergin, Yeşilovacık İlköğretim 10 Okulu, İmge Doğan, Barbaros İlköğretim Okulu, Özge Öksüzoğlu, 700. Yıl İlköğretim Okulu, Ezgi Tüten, Barbaros İlköğretim Okulu, Doğuhan Sili, Türk Telekom İlköğretim Okulu, Batuhan Sili, Türk Telekom İlköğretim Okulu, Ayça Yalçıner, Barbaros İlköğretim Okulu. ‘Deniz Kokan Mersin’ Kompozisyon Yarışması Başarı Ödülü: Rüveyde Nur Kayadibi, Mezitli Ahmet Hocaoğlu İlköğretim Okulu ‘Haydi Deniz Anlat’ Resim Yarışması Başarı ödülü: Lorin Yeşilağaç, Aydınlıkevler İlköğretim Okulu Sergileme Ödülü Zeynep Yarkaç, Viranşehir 75. Yıl İlköğretim Okulu, Hüseyin Doğan, Aliye Pozcu İlköğretim Okulu, Hasan Özdemir, Rüştü Kazım Yücelen İlköğretim Okulu, Deniz Sönmez, Necdet Ülger İlköğretim Okulu, Can Varlı, Özel Bahçeşehir İlköğretim Okulu, Büşra Tunç, Mehmet Dağlı İlköğretim Okulu, Sıla Gürbüz, Viranşehir 75. Yıl İlköğretim Okulu, Görkem Rahatol, Salim Güven İlköğretim Okulu, Özge Kılıç, Viranşehir 75. Yıl İlköğretim Okulu, Mustafa Robin Hara, Necdet Ülger İlköğretim Okulu, Nehir Akbulut, Necdet Ülger İlköğretim Okulu, Hevidar Kaplan, Mehmet Dağlı İlköğretim Okulu, Rabia Kılıç, Vali Şenol Engin İlköğretim Okulu, Ceren Ceylan, Necdet Ülger İlköğretim Okulu, Dilara Görmüş, Vali Şenol Engin İlköğretim Okulu, Murat Dağ, Hüseyin Polat Eğitim Uygulama Okulu ve İş Eğitim Merkezi, Şule Sapıtmaz, Pirireis İlköğretim Okulu. Denizin Çocukları Doyasıya Eğlendi MDTO’nun diğer etkinliği yine 30 Haziran Cumartesi günü saat 19.30’da Mersin Forum AVM’de gerçekleştirildi. İlki geçtiğimiz yıl düzenlenen ‘Denizin Çocukları’ adlı etkinlik ‘Bayramımız Kutlu, Çocuklarımız Mutlu Olsun’ sloganı ile kamuoyuna duyuruldu. Kent halkının yoğun ilgi gösterdiği etkinlikte, Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan özel olarak getirilen 53 çocuk da gönüllerince eğlenme fırsatı buldu. MDTO Genel Sekreter Yardımcısı Kpt. Halil Delibaş’ın, Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nın önemine ilişkin bir konuşma yaptığı etkinlikte Mersin Büyükşehir Belediyesi Bandosu’nun mini dinletisi, halk oyunları gösterisi, Hacivat-Karagöz gölge oyunu ve çeşitli yarışmalar yer aldı. Animatörler ve müzik eşliğinde doyasıya eğlenen çocuklara denizciliğe ve Kabotaj Bayramı’na ilişkin kısa bilgi mesajları da verildi. 11 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 Benim Cebelitarık Boğazı’nın adının İspanyolca yazılmasına elbette saygım var ama DARDANELLES Boğazı’nın neresi olduğunu bilmiyorum. Tarih bilgim yetersiz olabilir kimse kusuruma bakmasın çünkü ben tarihçi değilim. Av. Artun ÇAĞLAYAN Deniz Turizmi Birliği Eski Genel Sekreteri Mersin Deniz Turizmi Raporu 7-9 Haziran 2012 tarihlerinde, Mersin Ticaret, Sanayi ve Mersin Deniz Ticaret Odaları işbirliğinde, Mersin’de düzenlenen III. Akdeniz Ticareti ve Liman Kentleri Kongresi’nde gördüklerim, dinlediklerim ve duyduklarımı bu sektörde Deniz Turizmi Birliği kurucu üyesi ve genel sekreteri, sektörün Turizm Bakanlığı sektör temsilciliğini 20 yıl yapmış bir hukukçu olarak; tecrübelerimle birleştirmenin bir görev olduğu inancı ile bu raporu hazırladım… Bu raporumda Akdeniz’e tecrübelerim ve bilgilerim doğrultusunda sadece DENİZ TURİZMİ gözlüğü ile baktım. “Dünya’nın Deniz Yolları Akdeniz’de Kesişiyor.” Evet bu doğru ve hatta medeniyetin doğum yeri Akdeniz. Ama insan olarak, sivil toplum örgütleri olarak, hükümet ve devlet olarak biz denizlerimiz için ne yaptık, ne yapıyoruz ve bu işin neresindeyiz? Amiral Fiorovano’nun söylevinin aksine ARTIK DENİZLERİMİZE SAHİP ÇIKACAK MIYIZ? İşte Barcelona Sözleşmesi ve Akdeniz’in Sınırları… 22.08.2002 tarih ve 24854 Sayılı T.C.Devleti Resmi Gazetesi’nde yayımlanan Milletlerarası Andlaşma 2002/4545: Akdeniz’in Deniz Ortamı ve Kıyı Bölgesinin Korunması Sözleşmesi’ne, Akdeniz’de Gemilerden ve Uçaklardan Boşaltma veya Denizde Yakmadan Kaynaklanan Kirliliğin Önlenmesi ve Ortadan Kaldırılması Protokolü’ne, ‘Akdeniz’in Kara Kökenli Kaynaklardan ve Faaliyetlerden Dolayı Kirlenmeye Karşı Korunma- sı Protokolü’ne ve Akdeniz’de Özel Koruma Alanları ve Biyolojik Çeşitliliğe İlişkin Protokol’e Katılmamız Hakkında Karar. Barcelona Sözleşmesi’nin Resmi Gazetedeki Tercümesi MADDE 1 Coğrafi Kapsam 1) Bu Sözleşme'nin amaçları çerçevesinde, Akdeniz Alanı, körfezler ve denizler dâhil olmak üzere, batıda Cebelitarık Boğazı'nın girişindeki Cape Spartel deniz feneri üzerinden geçen meridyen çizgisi, doğuda Çanakkale Boğazı'nın Mehmetçik ve Kumkale deniz fenerleri arasındaki güney uçları ile sınırlanan Akdeniz denizcilik suları anlamına gelecektir. Barcelona Sözleşmesinin Resmi Gazetedeki Orjinal Metin Straists of Dardanelles adı; Çanakkale’de şehit olmuş dost ve düşmanlarımız ki; onlar da artık bizim evlatlarımız olmuştur, eminim ki kemiklerini sızlatıyordur. Uluslararası sözleşmelerde; Straists of Dardanelles değil; Çanakkale Boğazı yazıldığı gün Türkiye denizlerine sahip olmayı öğrenecek Akdeniz’de bayrak açacaktır. MERSİN, DOĞU AKDENİZ VE DENİZ TURİZMİ: 1) RAKİPLERİMİZ NELER YAPTI? YUNANİSTAN 3 Ekim 2006 tarihinde Yunanistan-Atina Grande Bretegne Hotel’de Yunanistan Turizm Kalkınma Bakanlığı; Yunanistan Seyahat Acenteleri Birliği (Hatta) dokuz Dünya Cruise Şirketleri üst yöneticileri ile önemli bir toplantı yapıldı. Bu toplantının tek amacı vardı: PİRE LİMANI’NIN HOMEPORT İLAN EDİLMESİ… Böylece; Yunanistan, Yunan adalarını da uğrak limanları yapacak ve Doğu Akdeniz rotasında cruise gemilerinin ve deniz seyahatlerinin uluslararası kavşağı ve transfer limanı olacak ve İstanbul bypass edilecekti. Ancak; Yunanistan’ın bu hesabı olmadı… 2) KRUVAZİYER ŞİRKETLERİ NELER YAPTI? Bu şirketlerin; 2007’de 8 adet, 2008’de 9 adet, 2009’da 10 adet, 2010’da 4 adet olmak üzere, yıllar içerisinde planlanmış, sözleşmeleri yapılmış, kızaklara konmuş 31 adet yeni kruvaziyer gemisi ve yatırım tutarı olarak ödenmesi gereken 31milyar doları vardı. Yolcu kapasitelerinin 6.000 yolcuya ulaştığı bu yeni gemiler için yeni rotalara ihtiyaç vardı. Dünyanın en önemli iki yeni rotası tartışma kabul etmez bir biçimde KARADENİZ VE DOĞU AKDENİZ’dir. Bu iki yepyeni ro- 12 tanın kapısı TÜRKİYE VE İSTANBUL’DUR. İstanbul ve St.Petersburg home port ilan edildi. Dünyanın en modern gemilerinden birisi olan AZAMARA QUEST isimli gemi 620 Amerikalı yolcusu ile 15.07.2008 tarihinde Sinop Limanı’na demirledi. Bu Karadeniz turizm tarihinde bir ilkti. 2009 yılında ise bir kruvaziyer şirketi Sinop’u programına almış ve AZAMARA QUEST, BRAEMAR, BLACK WATCH VE ALBATROS adlı gemiler ile 19 tur yapacaktır. Diğer kruvaziyer şirketleri de Karadeniz’i rotalarına aldılar. Program çalışmaları devam ediyor. UKRAYNA VE KEİ Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) Ukrayna’nın talebi üzerine “First International Conference “Black Sea Cruise”” başlıklı 24-25 Eylül 2008 tarihinde bir konferans düzenlediğini Dışişleri Bakanlığımıza duyurmuştur. Ukrayna’da yapılan bu toplantıya yetkili ve üst düzey bir katılım olmamış ve KEİ tarafından önerimiz doğrultusunda alınan kararlar kapsamında ülkelerin çalışmalarını sürdürmeleri kararlaştırılmıştır. 3) BİZ NELER YAPTIK? A) Neler Yapmadık Ki Bu Vatan İçin? “İstanbul’da Galataport homeport olmalıdır” dedik, projeler yaptık, “Kazlıçeşme homeport olmalıdır” dedik projeler planlar yaptık, “Hayır en iyisi Haydarpaşa Limanı’dır” dedik, hiçbir şey yapamadık. İstanbul için en doğru olduğuna inandığım Ataköy Marina’ya ek olarak önerilen homeport projesini ise bürokrasinin sonsuz dosya ve rafları içeresinde saklıyoruz. Neden, Neden?... İzmir Ticaret Odası bir dosya ile Turizm Bakanlığı kapısını çaldı. “İzmir’e homeport yapıyoruz” dediler… Ama hala olmadı. Kruvaziyer limanımız yok. 3621 sayılı kıyı kanununda hemen değişiklik yapılması lazım. Hemen yaptık… 6. maddeye (c) bendini ekledik. “c) (Ek bend: 3/7/2005-5398 S.K./13. mad) Organize turlar ile seyahat eden kişilerin taşındığı yolcu gemilerinin (kruvaziyer gemilerin) bağlandığı, günün teknolojisine uygun yolcu gemisine hizmet vermek amacıyla liman hizmetlerinin (elektrik, jeneratör, su, telefon, internet ve benzeri teknik bağlantı noktaları ve hatlarının) sağlandığı, yolcularla ilgili gümrüklü alan hizmetlerinin görüldüğü, ülke tanıtımı ve imajını üst seviyeye çıkaracak turizm amaçlı (yeme-içme tesisleri, alışveriş merkezleri, haberleşme ve ulaştırmaya yönelik üniteler, danışma, enformasyon ve banka hizmetleri, konaklama üniteleri, ofis binalar) fonksiyonlara sahip olup, kruvaziyer gemilerin yanaşmasına ve yolcuları indirmeye müsait deniz yapıları ve yan tesislerinin yer aldığı kruvaziyer ve yat limanları,” Özel sektör olarak Kazlıçeşme’de 1 milyon metrekare dolgu yaparak, yat ve kruvaziyer liman projesi yaptık. Üstyapı olarak AVM ve çok katlı rezidanslar koyduk. Yatırım için kaynak lazım, rant yaratıp kaynak sağlamaya çalıştık… Olmadı… Yargı olmaz dedi... GERÇEK DURUM: Bugün itibariyle üç tarafı denizle çevrili ülkemizde homeport statüsünde hala bir limanımız yok. İnanıyorum ki biz bu hala bu kavgaları yaparken, Yunanlı dostlarımız bizi şükranla izliyorlardır. B) Mediterranean Cruise And Fery Convention Kruvaziyer turizmdeki gelişmeler ve Deniz Turizmi Birliğimizin talebi üzerine Bakanlığımızca 09-11 Aralık 2008 tarihleri arasında Venedik’te düzenlenecek olan Seatrade Mediterranean Cruise and Fery Convention Fuarı’na Bakanlık ve sektör işbirliğinde katılma kararı alınmış (Yer sıkıntısı nedeniyle) 32 m2 bir stand kiralanmıştır. C) Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) Karadeniz’de kruvaziyer hareketin yavaş yavaş başlaması üzerine, Turizm Bakanlığı Bakan ve Müsteşarlık Makamına gerekli bilgi ve belgeler verilmiş, Bakanlık Dış İlişkiler Daire Başkanlığı ile temasa geçilmiştir. Dış İlişkiler Daire Başkanlığı Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) Genel Sekreterliği ile görüşerek, Karadeniz’de kruvaziyer tu- 13 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 rizmini gündemine almış ve önerdiğimiz; verilen hizmet çeşitleri esas alınarak nasıl bir standart sağlanabilir? niz ülkeleri arasında vize v.s. diğer işlemlerinde nasıl bir standart sağlanabilir? 1) Karadeniz ülkeleri; taşıdıkları bayraklar ile kruvaziyer gemilerine ulusal ve uluslararası düzeyde hangi denizcilik kurallarını uygulayacaklardır? Bu kurallarda bir standart nasıl sağlanabilir? 3) Karadeniz’de kruvaziyer turizm hareketinin gelişmesi için başlangıç yıllarında yakıt ve liman ücretlerinde bir teşvik sistemi kurulabilir mi? 2) Kruvaziyer gemilerine uygulanacak liman hizmetleri ve ücretlerde limanlarda 3) Hemen hemen tüm dünya ülkelerinden gelecek bu gemi yolcularına Karade- 4) Bir ara limanda geminin kalış süresi gündüz yaklaşık 6/10 saattir. Bu sınırlı zaman içerisinde; gerek gemi ve gerekse yolcuların karaya çıkışlarında uygulanacak kural ve işlemler çok çabuk bir biçimde nasıl yapılabilir? 5) Yolcular bu sınırlı zamanda gezilecek görülecek, tarih, kültür ve doğa güzelliklerine nasıl ulaşabilir ve rehberlik hizmetleri ve standardı nasıl sağlanabilir? 6) Ara ikmal merkezleri vs. gibi diğer iş ve işlemler kısa zamanda nasıl düzenlenebilir? başlıklı konularda çalışma başlatılmasına karar vermiştir. D) Cumhurbaşkanlığı Makamı Karadeniz ve Doğu Akdeniz’de kruvaziyer turizmin başlatılması; işin önemi ve ülke ve ülkeler nezdinde yapılması gerekli işler ve alınacak tedbirlerin nitelikleri nedeniyle ülke ve ülkelerin yetkili makam ve birimlerinin toplantılara katılmasını sağlamak amacı ile Sayın Cumhurbaşkanımızın daveti ve başkanlığında bir toplantı yapılmasını ile talep ettik. 4) NELER YAPILMALIDIR? A) Biz Neler Yapmalıyız? Bir benzetme ile, şehrinize gelen kovboya atını bağlayacak bir kazık vermezseniz sizin şehrinize gelmez ve bara girmez. Şehrinizde; gidilecek bir bar da yoksa hiç gelmez. Kruvaziyer gemiler günümüzde, sizin şehrinizde kovboy gözü ile güzel bir bar olduğunu biliyorsa sizin şehrinize gelecektir. Ama liman yok… Kruvaziyer gemi sizin şehrinizde görülecek, gezilecek tarihsel, kültürel, çağdaş alanlar, yerler olduğunu biliyorsa, kendi limanını sırtında taşıyarak şehrinize gelecektir. 1) Ülkemiz Ve Kentlerimiz Bazında Ne Yapmalıyız? Cevap verilmesi zorunlu 1. soru şudur: Kruvaziyer gemi geldi. 2.000 turist indi. Bunlar nereye ve nasıl gidecek? Mersin, Sinop, Trabzon, Antalya, Antakya, İstanbul, Çanakkale, Türkiye sözde değil; gerçekte buna hazır mı?… Cevap verilmesi zorunlu 2. soru şudur: Bu turistler bizim çok beğendiğimiz yörelere mi gidecekler, yoksa onlar kendi inanç, alışkanlıkları ve değerleri doğrultusunda gitmek istedikleri yerlere mi gidecekler? Konferanstan bir örnek vermek istiyorum: Toplantı, organizasyon çok güzeldi. Yönetim ve ekibi gerçekten muhteşemdi. Tarsus 14 Kleopatra kapısı, kilisedeki organizasyon ve koro muhteşemdi. Tesadüfen öğrendiğim bir bedesten, tarihi bir çarşı varmış Tarsus’ta. Konferansa gelenlerin inanıyorum ki hiç biri evine, eşine ve çocuklarına Mersin’den ufak tefek de olsa bir hediye alamadan döndü. Bizi bir yarım saat bile olsa tarihi çarşıya götürmek, çarşıya 3 kuruş da olsa bir katkı sağlardı mutlaka. Fakat katılımcıların bedestene gidecek ne bilgisi ne de zamanı olmadı. Bedesten esnafı 3 kuruşu bizden alamadı. Bu iki soruyu cevaplayabilmek için Türkiye olarak yapmamız gereken öncelikle Karadeniz ve Akdeniz bölgemizde, Kültür ve Turizm Bakanlığı üst düzey katılımı ile yöre Valiliği ve Belediye Başkanlıkları, sivil toplum örgütleri ve kruvaziyer şirketler ile üst düzey yöneticilerin katılımı ile 2-3 gün sürecek bir çalışma toplantısı düzenlenmelidir. Bu toplantıda aranacak temel sorular; kim gelecek, kimler nereye nasıl gidecek?… Bu yerlerde bu kişilerin ihtiyaçları nasıl karşılanacak. Öngörülecek yatırımlar kim tarafından nasıl yapılacak?… Ve Karadeniz ve Doğu Akdeniz Ülkeleri de bu çalışmayı yapmak zorundadır. Kuzey ve Güney Kıbrıs ta dahil. 2) Ülkeler İşbirliği Nasıl Sağlanmalıdır? Kruvaziyer turizm kişilere valizini toplamadan birden fazla ülke görmek olanağı veriyorsa, bu ülkeler arasında da iş birliğini zorunlu kılmaktadır. Karadeniz ve Doğu Akdeniz Kruvaziyer Turizmin Kapısı, homeportu Türkiye’dir. Bu nedenle Karadeniz ve Doğu Akdeniz ülkeleriyle; Türkiye’nin acil daveti ile ayrı ayrı çalışma konferansları düzenlenmelidir. Bu konferanslarda cevapları aranacak sorular önerimiz doğrultusunda Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) tarafından benimsenmiş sorulardır. Elbette bu sorulara gerekli ilaveler yapılacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur: Özel sektörle doğrudan ilişkili bu soru ve sorunlar ancak ülkelerin kamusal ve özel sektör ve kruvaziyer şirket üst düzey ve yetkili temsilcilerinin katılımı ile çözümlenebilir. Bu nedenle bu toplantı davetlerinin ülkemize yaraşır bir biçimde Sayın Cumhurbaşkanımızca yapılması ve Sayın Cumhurbaşkanımızın toplantıya başkanlık yapması kanımca doğru olacaktır inancındayım. Elbette bir toplantıda çözümlenemeyecek sorular ve sorunlar olacaktır. Bu nedenle yetkili çalışma gurupları kurularak birkaç toplantı yapılması gerekli olabilir. BİR ÖNERİ: Öğrendiğime göre Kıbrıs bir denizcilik şurasına hazırlanıyor. Doğu Akdeniz Kruvaziyer toplantısı Kuzey Kıbrıs’ta yapılamaz mı?. Başlangıç için Türkiye, Kuzey Kıbrıs, Lübnan ve Mısır yeterlidir. Suriye, İsrail, Güney Kıbrıs, kapımız açıktır. Biz bu işi becerebilirsek bugün naz edenler yarın bizi de alın diyeceklerdir. 3) Asla Yapılmayacak İşler: Uluslararası turizm planlaması bir yıl önceden yapılır ve satışa sunulur. Kruvaziyer gemi turları bir yıl önceden planlandı, fuarlarda tanıtıldı ve satışa sunuldu. Bugünlerde sizler; tatil ve gezmek için dünyanın en güzel ve dünyanın en acımasız trafik karmaşasına sahip kenti İstanbul’a gider misiniz? Kruvaziyer şirket ve tur operatörü olarak böyle bir şehri bir yıl önceden programınıza alır mısınız?… 4) Doğu Akdeniz Deniz Turizmi Uluslararası Sivil Toplum Örgütü: Sektörel disiplinin sağlanması, yaşanması doğal sorunlara çabuk ulaşma ve çözümler üretilebilmesi, ulusal ve uluslararası rekabetin korunması, haksız rekabetin önlenmesi amaçları ile DOĞU AKDENİZ DENİZ TURİZMİ ULUSLARARASI SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ mutlaka kurulmalıdır. Bu örgütün merkezi Mersin olamaz mı? Mersin’e Uluslararası bir kuruluş merkezi yakışmaz mı? 5) Mersin Deniz Ticaret Odası ve Mersin Ticaret Ve Sanayi Odaları: Kanımca Mersin bu işe sahip çıkmak zorundadır. Bu nedenle bu konferansı düzenleyenler şimdi bir çalışma gurubu oluşturarak bu konferansta alınan kararları ve kabul görürse bu raporumdaki önerileri halk deyişimizle helvayı yapmaya başlamalıdır. 15 MERSİN DENİZ TİCARETİ MDTO’DAN HABERLER HAZİRAN 2012 OECD Heyeti Saha Çalışması İçin Mersin’de OECD’nin (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) dünyanın önemli limanlarını dahil ettiği ‘Küresel Liman Kentleri’ programına Türkiye'den dahil edilen tek liman kenti olan Mersin’de saha çalışması gerçekleştirildi. OECD uzman heyeti Mersin Deniz Ticaret Odası’nı (MDTO) da ziyaret etti. Mersin, OECD Bölgesel Gelişme Komitesi’nin dünya üzerindeki küresel limanları ve bu limanların bulundukları kentle ilişkilerini tüm boyutlarıyla incelemek üzere başlattığı ‘Küresel Liman Kentleri’ programına 2011 yılında dahil edilmişti. Liman Kentleri Programı kapsamında Çukurova Kalkınma Ajansı (ÇKA) tarafından koordine edilen saha çalışmasına İtalya Bari Üniversitesi'nden Prof. Angela Bergantino, OECD temsilcileri Olaf Merk ve Nicolas Winicki katıldı. 16-18 Temmuz tarihleri arasında 16 Mersin’de bir dizi incelemede bulunan OECD uzman heyeti, Mersin Deniz Ticaret Odası’nı da ziyaret etti. Heyete ÇKA ilgilileri de eşlik etti. MDTO Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Mersin Lojistik Platformu Başkanı Jozef Atat’ın yanı sıra idari yetkililerin de bulunduğu görüşmede Genel Sekreter Yardımcısı Halil Delibaş Oda faaliyetleri ve Mersin Limanı başta olmak üzere MDTO’nun yetki ve sorumluluk alanına giren diğer kıyı tesisleri hakkında bilgi verdi. OECD heyetinin sorularını yanıtlayan Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Jozef Atat ise, kentin dış ticaret hacmi, denizyolu taşımacılığının bölge için önemi, Mersin Lojistik Merkezi ve Mersin’in lojistik potansiyeli gibi konularda kapsamlı açıklamalar yaptı. Saha çalışması kapsamında Mersin Limanı, Büyükşehir Belediyesi, Serbest Bölge, Mersin Yatırım Destek Ofisi ve ÇKA’yı da ziyaret eden OECD heyetinin hazırlayacağı nihai değerlendirme raporu, 2013 yılında yayınlanarak uluslararası bir rapor olarak dünya kamuoyuna sunulacak. 17 MERSİN DENİZ TİCARETİ MDTO’DAN HABERLER HAZİRAN 2012 DENİZCİLİK HABERLERİ Toros Üniversitesi İle İşbirliği Protokolü İmzalandı 4 Temmuz günü Mersin Deniz Ticaret Odası ile Toros Üniversitesi arasında işbirliği protokolü imzalandı. Protokolün imza törenine Toros Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Durmuş Tayyar Şen ve Mersin Deniz Ticaret Odası yetkilileri katıldı. Törende konuşan Rektör Şen, yeni kurulan Toros Üniversitesi’ni farklılaştırmak için uğraş verdiklerini belirterek, Mersin’e yeni projeler kazandırmak istediklerini söyledi. Toros Üniversitesi’nin kente yalnız bilimsel değil, ekonomik ve sosyal alanda da katkı koyması gerektiğini vurgulayan Şen, bunun için Mersin dinamikleri ile bir araya geldiklerini ve neler yapılabileceğini araştırdıklarını bildirdi. Toros Üniversitesi olarak ilk adımı lojistik 18 projesinde attıklarını hatırlatan Rektör Şen, Lojistik alanında iki yıllık bir programları olduğunu ancak aynı alanda 4 yıllık bölüm açmak istediklerini kaydetti. ‘’Hepimiz Mersin aşığıyız’ diyen Rektör Şen, MDTO ile ortak projelerde sık sık bir araya geleceğiz şeklinde konuştu. MDTO Yönetim Kurulu Başkanı M. Cihat Lokmanoğlu ise, iki kurum arasındaki işbirliğinden memnun olduklarını ifade ederek, bu işbirliğinin kentin diğer kurumlarına ör- nek teşkil etmesini dilediklerini belirtti . İşbirliği protokolü kapsamında, ulusal ve uluslararası konferans, kongre, seminer ve benzeri etkinlikler için karşılıklı destek, Toros Üniversitesi Uluslararası Ticaret ve Lojistik Bölümü öğrencilerine MDTO bünyesinde staj yapma olanağı, denizcilik alanında yapılacak araştırma, proje, etüd vb. çalışmalara Toros Üniversitesi tarafından akademik destek sağlanması kararları imza altına alındı. 19 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 KISA KENT HABERLERİ ‘SOLİ POMPEİPOLİS’ Restorasyon Çalışmaları Devam Ediyor Roma-Bizans gibi önemli imparatorluklara ev sahipliği yapmış Soli Pompeipolis Antik Kenti’ndeki Sütunlu Cadde ile Soli Höyüğü’ndeki restorasyon ve kazı çalışmaları devam ediyor. konuyu tekrar değerlendireceğiz” diye konuştu. Kazı Başkanı Prof. Dr. Remzi Yağcı ise “14 yıldan bu yana sürdürülen kazılara görev geldiği günden beri büyük katkı koyan ve Soli’yi tekrar güneşle buluşturma adına mücadelemizi görünür kılan Valimize çok teşekkür ederim” dedi. KISA KENT HABERLERİ Turizmde Hedef 2013 Projesi’nin İkinci Bölümü Başladı İş bulmak ve turizm sektöründe çalışmak isteyen Mersinlilerin yoğun ilgisiyle karşılaşan “Turizmde Hedef 2013 Projesi” yeni öğrencilerle devam ediyor. ikinci etap kursları için Kiper, “İkinci dönemde 57 kişiye 180 saat servis elemanlığı ve 236 saat aşçılık dallarında mesleki eğitim verilecek. Derslerde kursiyerler hijyen, kişisel gelişim, mesleki İngilizce, mutfak ve servis uygulamaları gibi eğitimler alacak. Ayrıca çeşitli otel ve restoranlarda 20 gün staj yapma olanağı da bulacaklar” ifadelerini kullandı. Aynalıgöl Turizme Açılıyor Aydıncık’ta bulunan Mersin’in doğal güzelliklerinden olan Aynalıgöl Mağarası bölge turizmine açılıyor. Vali Güzeloğlu, antik kentin yer aldığı Mezitli İlçesi’nde kazı başkanı Prof. Dr. Remzi Yağcı’dan çalışmalarla ilgili bilgi aldı. Soli Antik Kenti’nin M.Ö 700 yılları civarında kurulduğunun bilgisini veren Yağcı, kazı sırasında çıkarılan tek konsol heykelinin kentin batı kısmındaki sütunlardan birinin üst kısmına yerleştirilerek burada sergilendiğini belirtti. M.Ö 525 yılında meydana gelen Erken Bizans Depremi’nin verdiği zararların antik kentin kuzeye bakan bölümünde rahatlıkla görülebildiğini aktaran Yağcı, burada küçük bir kilisenin konuşlandırıldığını aktardı. Prof. Dr. Yağcı, antik kentin doğu kısmında yer alan Soli Höyüğü’ndeki incelemelerde höyüğün güneydoğuya bakan kısmındaki Arkeik Dönem Teras Evleri’nin 4 odasından çıkan eserlerin M.Ö 6’ncı yüzyılı işaret ettiğini, höyüğün güneybatı kısmına bakan ve Soli Antik Kenti ile deniz manzarasını buluşturan anfi tiyatronun, günümüzde 3 oturma sırası ile 3 basamağının görülebildiğini ifade etti. Tiyatronun toprak altında kalan kısmının şu an için kazılamadığı dile getiren Yağcı, projelendirme çalışmalarının tamamlanmasının ardından kazı işlemlerinin başlayabileceğini kaydetti. Yağcı ayrıca höyüğün doğu yamacında yer alan ve M.Ö 15’nci yüzyıl Hitit kazamatlı sur sisteminin önemli bir kısmı olan blokların açığa çıkarıldığını da belirtti. Vali Hasan Basri Güzeloğlu ise, Soli Pompeipolis Antik Kenti’nin ülkemiz ve ilimiz adına önemli bir kültürel varlık olduğunun altını çizdi. Güzeloğlu, “Tarihsel geçmişinde ticaret yapılan bir liman kenti olan Soli, günümüz yaşam ve şehir kimliğinde Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde eşine çok az rastlanır bir antik kent oluşumunu bizlerle buluşturuyor. Soli’nin tekrar gün yüzüne çıkması için Mersin Valiliği olarak eş zamanlı kazı ve restorasyon çalışmaları planlamasının içerisindeyiz. Kazı çalışmalarında geride bırakılan 14 yılda Kültür Bakanlığımızın ödenekleriyle ve yılda 1 ay kadar kısıtlı bir çalışma süresiyle devam eden kazılara bu yıl ilk defa 800 bin TL’yi aşkın ödenek aktardık. Soli’deki çalışmaların sonuçlanması için daha güçlü bir desteğe ihtiyaç var. Bu noktada Kültür ve Turizm Bakanlığımız ile yerel yönetimlerimizle birlikte 20 Mersin Valisi Hasan Basri Güzeloğlu, Mersin’in Aydıncık ilçesi sınırları içerisinde bulunan Aynalıgöl Mağarası’nın bir eşinin Türkiye’nin hiçbir yerinde görülemeyeceğini belirterek, bu doğa harikası mağaranın turizme konu edilmesi gerektiğinin altını çizdi. Güzeloğlu, mağarayı yeryüzü cenneti olarak nitelendirerek, “Burası herkesin gelmesi gereken bir yer. Aynalıgöl’ü tüm dünyaya sunmamız ve yılda en az 100 bin kişiyi burasıyla buluşturmamız lazım” dedi. Projenin ikinci bölümünün başlamasıyla ilgili olarak, Akdeniz Kız Teknik ve Meslek Lisesi’nde bir tören düzenlendi. Törende proje hakkında kısa bir konuşma yapan MTSO EKAV (Eğitim ve Kalkınma Vakfı) Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Kiper, Kalkınma Bakanlığı tarafından SODES kapsamında finanse edilen, Mersin Valiliği Koordinatörlüğünde MTSO EKAV tarafından yürütülen “Turizmde Hedef 2013 Projesi”nin aşçılık ve servis elemanlığı dallarında mesleki eğitimlerin ilk döneminin sona erdiğini söyledi. Mersin Üniversitesi, İl Milli Eğitim Müdürlüğü, merkez Akdeniz Belediyesi ve Toroslar Belediyesi ortaklığında yürütülen “Turizmde Hedef 2013 Projesi”nin Kiper, kurslara mazeretsiz katılmayanların yok sayılacağını, devamsızlığı çok olan kursiyerlerin proje ile ilişkilerinin, ihtara gerek kalmaksızın kesileceğini dile getirdi. Kursiyerlerin eğitimleri ciddiye almasını, ciddiye almaları durumunda bu eğitimlerin kursiyerlere altın meslek, altın bilezik getireceğine vurgu yapan Kiper, sözlerine şöyle devam etti: “İyi bir meslek sahibi olacaksınız. Meslek kariyeri bakımından en önü açık ve yüksek maaşlı mesleklerden birini öğreneceksiniz. Aşçılık mesleğinde, mesleğini benimseyen, kendini geliştiren ve uzmanlaşan aşçılar iş bulmakta zorlanmamakta ve yüksek maaşla çalışmaktadır”. Servis hizmetleri elemanlığı mesleğinin de Mersin’de çok büyük bir iş kaynağı olduğunu belirten Kiper, “Mersin Kazanlı Bölgesi’nin turizm bölgesi ilan edilmesi, yeni turizm tesislerinin açılması ve Mersin’e gelen gemilerde nitelikli servis hizmetleri elemanı eksikliği bulunmaktadır. Bu durum servis hizmetleri elamanlığının önemini ve istihdam edilebilirliğini artırmış bulunmaktadır” şeklinde konuştu. İhracat Rekortmenleri Ödülleri Sahiplerini Buldu 1999 yılında bulunan mağarayla ilgili olarak düşüncelerini dile getiren Güzeloğlu, “Yeryüzünden 50 metre derinlikte bulunan mağaramız, 30 milyon yıllık kalkeloik yapıdan oluşan bir doğa harikasıdır. Milyonlarca yıllık el değmemiş bir yeryüzü cenneti olan Aynalıgöl, dünyanın tüm zenginliklerini taçlandıran bir yapıdadır. 150 metre uzunluğunda ve 30 metre genişliğindeki gölümüz, tabiat harikalarını anlamlandırıyor. Göle Akdeniz’in eşsiz mavisi hissedilerek geliniyor. Mersin Valiliği olarak göl içerisi ve çevresinin turizme konu edilmesi kararlılığını taşıyoruz. Bu önemli zenginliği marka olarak tanıtmak istiyoruz. 2013 Akdeniz Oyunları öncesinde ve oyunlar kapsamında Aynalıgöl başta olmak üzere ilimizin bütün zenginliklerinin tanınmasını amaçlıyoruz” ifadelerini kullandı. AKİB Hizmet Binası Mersin Salonu'nda gerçekleşen törene başta Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan olmak üzere, Mersin Valisi Hasan Basri Güzeloğlu, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi, AKİB Koordinatör Başkanı Adnan Ersoy Ulubaş ile çok sayıda ihracatçı ve işadamı katıldı. Açılış konuşmasını yapan AKİB Koordinatör Başkanı Adnan Ersoy Ulubaş, ihracatçıların son yıllarda Türkiye'nin göstermiş olduğu başarıların baş aktörlerinden oluştuğunu belirterek, “İhracatın artması için savaş, bulaşıcı hastalık demeden çalışan bu ekip ülkemizin başarı hamlesinin mimarlarıdır. İhracatçısından bürokratına azimle çalışan bu ekiple 500 milyar dolar ihracat hedefini yakalamanın yanında daha da yukarı revize edileceğine inanıyorum. Türkiye'de ilk kez resmi devlet politikası olarak tescil edilen 2023 stratejisi yol haritamız oldu. Geçen yıl Avrupa'nın en fazla büyüyen, dünyanın ikinci ekonomisi olarak adını tarihe yazdırdı. Bu başarılar tesadüf değildir” dedi. TİM Başkanı Büyükekşi ise, 2023 hedefleri doğrultusunda Mersin'i Ortadoğu'nun çıkış kapısı olarak gördüklerini ifade ederek, “Mersin lojistik üs olarak konumlanmasında bu liman önemli rol oynayacak. Konteynır limanı hem Mersin'in hem de 21 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 KISA KENT HABERLERİ KISA KENT HABERLERİ Turunçgil Zirvesi Yapıldı Türkiye'nin rekabet gücünü artıracak. Türkiye'nin tarım ve sanayide öncü ihracat sektörleri AKİB bünyesinde temsil ediliyor. AKİB 2011'de 12.6 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirdi, bu yılın ilk yarısında da 6.5 milyar dolarlık başarıya imza attı. Birliklerimiz meclisimize güç veriyor. 2012'de hedef 150 milyar dolar. Dünya ekonomilerini tehdit eden küresel resesyon riskine rağmen hedef büyük. Bu yıl zorlu olsa da büyük düşünmeye devam ediyoruz. Sanayi üretimindeki büyüme de yükseliş eğilimi gösteriyor. Türkiye ekonomisinin yüzde 4'lük büyüme hedefini aşacağını düşünüyoruz. Yabancı yatırımın doğrudan yatırım odağı olacağına inanıyoruz. Yeni teşvik yasasıyla ihracata dönük yatırım yapacak yabancı yatırımın artacağına inanıyoruz. TİM olarak önemli misyonumuz var. 6'nci bölgedeki 15 şehre yeni yatırımlar yapılmasını destekliyoruz” diye konuştu. Vali Güzeloğlu da 2023 hedeflerinin yakalanması için en büyük işin ihracatçılara düştüğünü, kamu kurumu temsilcileri olarak kendilerinin de işadamlarının sıkıntılarını giderebilmek için çaba göstereceklerini vurguladı. İhracatta gelinen noktayı “2002'de hayal bile edemezdim” diye nitelendiren Bakan Çağlayan ise, şunları kaydetti: "Tren artık, bizi buraya kadar getirdi. Ama bundan böyle aynı trenle gidemeyiz. Yüksek katma değerli ürünlere yönelmeliyiz. Artık yabancı yatırımcıya Mevlana gibi 'Ne olursan ol yine de gel' demiyoruz. Artık 'Yüksek katma değeri yaratacaksan gel' diyoruz. Artık hamallık yapmayacağız. Biz ihracat birim fiyatımızı artırmak zorundayız. Bunu nasıl yapacağız, AR-GE, inovasyon ve yenilik sayesinde yapacağız. 500 milyar dolarları da ancak böyle yakalayabileceğiz.” Turunçgil sektörünün, son yıllarda artma eğilimi gösteren sorunlarının, hak ettiği düzeyde ele alınması ve makro çözümler üretmek amacıyla “Turunçgil Zirvesi” düzenlendi. Konuşmaların ardından Bakan Çağlayan ve protokol üyeleri, 2011 yılı ihracat performanslarına göre, AKİB çatısı altında faaliyet gösteren 8 sektörün ilk 5 firmasına plaketlerini verdi. Plaketlerin ardından ihracatımızı geliştirmeye yönelik yapmış oldukları özverili çalışmalar ve dış ticaret camiası adına gerçekleştirdikleri hizmetler anısına, birliğe emekleri geçmiş iki eski yönetim kurulu başkanı Şerafettin Aşut ve Tarık Bozbey'e de teşekkür plaketi verildi. Yazmış oldukları köşe yazıları ile ihracat sektörüne hayat veren yerel basından; Refleks Gazetesi yazarı Mehmet Uluğtürkan, Sabah Gazetesi yazarı Ersin Ramoğlu, ulusal basından; Habertürk Gazetesi yazarı Abdurrahman Yıldırım, Hürriyet Gazetesi yazarı Vahap Munyar ve Dünya Gazetesi yazarı Ali Ekber Yıldırım'ı temsilen Dünya gazetesi muhabiri Derya Eğrican Güleç de Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın elinden plaketlerini aldılar. Sektörün genel bir değerlendirmesini yapan Akdeniz Yaş Meyve Sebze İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı, Ulusal Turunçgil Konseyi ve Narenciye Tanıtım Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kavak, turunçgil üretiminin bölge ekonomisine olan katkısına dikkat çekerek, düzenlenen zirvenin de bu anlamda önemli olduğunu söyledi. Kavak, önceki yıllarda da yapılan bu buluşmalardan önemli sonuçlar elde ettiklerini belirterek, narenciyenin tarım sektöründeki en önemli alt sektörlerden birisi olduğunu, dünyada 124 milyon ton narenciye üretildiğini, bunun 3.5 milyon tonunu Türkiye'nin sağladığını vurguladı. Sektörün en az 1 milyon insana iş ve aş sağladığını da dile getiren Kavak, turunçgil sektörü desteklenirken, bunların unutulmamasını istedi. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, tarımın gelecekte dünyanın en önemli stratejik güçlerinden biri olacağını, büyük petrol, doğalgaz ve yeraltı kaynaklarına sahip olan ülkelerin tarım ve gıda konusunda bazı endişeleri olduğunu belirterek, "Ama ülkemiz tarım, hayvancılık ve gıda konusunda önemli kaynaklara sahip. Burada asıl olan bu gücü en doğru ve iyi şekilde kullanıp yönetmek" dedi. Zirvede tarımın ve narenciyenin önemine de vurgu yapan Bakan Çağlayan, "Ülkemizdeki tarım ihracatı bir önceki yıla göre 5,2'lik büyüme gösterdi. Ülkemiz ekonomisi geçen yıl dünyanın en hızlı büyüyen 2'nci ekonomisi oldu. Bu büyümenin 22 4,5 puanlık katkısı ihracatçılarımız tarafından sağlanırken, tarım sektörünün büyümeye olan katkısı 8,9 olarak ortaya çıktı. 2002 yılında ülkemizin toplam tarım ihracatı sadece 3,8 milyar dolarken, 2011 yılında tarım ihracatımızı 3 kattan fazla arttırarak 14,4 milyar dolara çıkardık. Ülkemizdeki ihracatçı sayımız da büyük artış gösterdi. Tarım sektöründeki toplam ihracatçı sayısı 5 bin 738 oldu. Türkiye, dünyanın 190 ülkesine tarım ürünleri ihracatı yapan ülke haline geldi” dedi. Toplantıda konuşan TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi ise, AKİB'in ihracat açısından önemli olduğunu belirtti. Büyükekşi, özellikle elde edilen ihracat rakamlarında tarım ürünlerinin de yadsınamaz önemine işaret ederek, Türkiye'deki ihracat rakamlarının artırılmasına çok büyük katkı veren Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın Mersin için şans olduğunu belirtti ve zirvenin sektöre hayırlı olmasını diledi. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ferhat Şelli da, turunçgil sektörünün son yıllarda büyük bir başarı hikâyesi yazdığını anlatarak, "Rakamlar, yorumlara gerek duyurmadan fotoğrafı ortaya çıkarıyor. Son 10 yılda 39 milyon tondan 44.5 milyon tona geldi yaş meyve-sebze sektörü. Turunçgilde ise 2.5 milyondan son 10 yılda 3.7 milyona yükselen Türkiye, 10 yıl önce dünyanın 10. ülkesiyken, şimdi 7. sıraya geldi" dedi. Turunçgil zirvesinde Mersin Turunçgil Üreticileri Birliği Başkanı Ahmet Dursen Şahin "Üretim Maliyetlerinin Yüksekliği ve Desteklemeler”, Mersin Ziraat Odası Başkanı Cengiz Gökçel "Türkiye'de ve Mersin'de Turunçgil Sektörü, Sorunları ve Çözüm Önerileri”, Adana Çiftçiler Birliği Başkanı Behçet Homurlu "Üretici ve İhracatçı Münasebetleri” ve Mersin Ziraat Mühendisleri Odası Şube Başkanı Tuğrul Kuzu "Turunçgil Üretim ve Pazarlamasındaki Sorunlar ve Çözüm Önerileri” konusunda konuşma yaptı. Konuşmaların ardından, Akdeniz Yaş Meyve Sebze İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kavak, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ferhat Şelli'ye günün anısına bir hediye takdim etti. 23 MERSİN DENİZ TİCARETİ DENİZCİLİK HABERLERİ HAZİRAN 2012 Denizcilik Camiasının Acı Kaybı Denizcilik camiasının duayeni, Türkiye'nin ilk 'Profesör' unvanlı uzakyol kaptanı Prof.Dr. Necmettin Akten 70 yaşında hayatını kaybetti. Denizcilik sektörüne uzun yıllar büyük emek veren Necmettin Akten, safra kesesi rahatsızlığı nedeniyle Mayıs ayından beri tedavi gördüğü Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 30 Haziran günü yaşamını yitirdi. Akten’in cenazesi 2 Temmuz günü Moda Camii’nden kaldırıldı. Mersin Deniz Ticaret Odası olarak, Prof. Dr. Necmettin Akten’e Allah'tan rahmet, ailesine, yakınlarına ve tüm denizcilik camiamıza başsağlığı diliyoruz. Prof. Dr. Necmettin Akten 1942, İzmit doğumlu olan Necmettin Akten, 1965 yılında Yüksek Denizcilik Okulu Güverte Bölümünü bitirdi. İngiltere’de University of Wales, Institute of Science and Technology’de Ulaştırma Bakanlığı adına navigasyon ihtisası yapan Akten, 1973–74 eğitim öğretim yılında Norveç Hükümeti’nin bursunu kazanarak Det Norske Shipping Academy’de deniz işletmeciliği ihtisası yaptı. 1975 yılında aynı yüksekokulda Ulaştırma-İşletme Bölümü’nü kurarak bölüm başkanlığı görevini yürüten Akten, 1993 yılında İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme İktisadı Enstitüsü’nde Deniz İşletmeciliği ana bilim dalında yüksek lisans eğitimini, 1997 yılında aynı üniversitenin Fen Bilimleri Enstitüsü Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği Anabilim dalında doktora öğrenimini tamamladı. 2006 yılında profesörlüğünü alan Nec- 24 mettin Akten, 3–7. Dönem Beşyıllık Kalkınma Planları’nda Deniz Ulaştırması ve Limanlar alt komisyonlarında üyelik, raportörlük ve komisyon başkan vekillikleri yaptı, 8. Beşyıllık Kalkınma Planı’nda Deniz Ulaştırması Özel İhtisas Komisyonu Başkanlığı görevinde bulundu. 1998 Yılında yapılan 9.Ulaştırma Şurası’nda Deniz Ulaştırması Çalışma Grubu Başkanlığı görevini yürüttü. 9. Beşyıllık Kalkınma Planı çalışmalarında da görev aldı. IMO ve UNCTAD gibi Birleşmiş Milletler örgütlerinde “Multimodal Transport Convention – Çoklu Taşımacılık Sözleşmesi”,”INMARSAT – Denizde Uyduyla Haberleşme Örgütü”, “Maritime Fraud and Piracy – Denizde Sahtecilik ve Haydutluk” konulu diplomatik konferanslarda ve IMO Genel Asamblelerinde Türkiye delegesi ve delegasyon sözcüsü olarak görevlendirildi. Ayrıca, Denizcilik Müsteşarlığı tarafından hazırlanan Gemiadamları Yönetmeliği hazırlama kuruluna başkanlık etti. Dünya Bankası ile yürütülen Türkiye Limanlarının Modernizasyonu projesinde Türkiye eşbaşkanı olarak görev yaptı. Uzakyol Kaptanı yeterliğine de sahip olan Akten, 1992–94 yılları arasında Türk Uzakyol Gemi Kaptanları Derneği’nde başkanlık yaptı. İstanbul Deniz Otobüsleri projesinde de etkin görev aldı. Meslek yaşamı boyunca, İstanbul Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Galatasaray Üniversitesi’nde dersler veren ve yüksek lisans ve doktora tez danışmanlığı yapan Akten, 30 yılı aşkın süredir yargı nezdinde bilirkişilik, ticari ihtilaflarda hakemlik ve dispeçörlük yapıyordu. 2007 yılından itibaren Dünya Gazetesi Perşembe Rotası’nda köşe yazarlığı yapan Prof.Dr. Necmettin Akten, TRT İstanbul Radyosu’nda da denizcilik yayınlarına program danışmanlığı yapmıştı. (Kaynak: Deniz Haber) 25 MERSİN DENİZ TİCARETİ DENİZCİLİK HABERLERİ HAZİRAN 2012 8. WISTA AKDENİZ KONFERANSI LİMASOL’DA YAPILDI Bu yıl Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’’nin (GKRY) Limasol şehrinde denizciliğin uluslararası kadın öncülerini bir araya getiren yıllık WISTA Akdeniz Konferansı’nın sekizincisi düzenlendi. Türkiye’yi temsilen WISTA Türkiye Başkanı ve WISTA Türkiye kurucu üyelerinden Halime Can Yorulmaz, WISTA Türkiye Başkan Yardımcısı ve üyelerinin katılımları ile gerçekleşen konferansta; Hollanda, İtalya, Yunanistan, GKRY ve Fransa temsilcileri ile denizciliğin geleceği hakkında fikir alışverişinde bulunuldu. Düzenlenen konferansta, WISTA GKRY Başkanı Despina Panayiotou’nun dernek kuru- luş aşamalarını da içeren açılış sunumunun ardından WISTA International Başkanı Karin Orsel, WISTA’nın uluslararası platformdaki aktiviteleri ile ilgili güncel bilgileri katılımcılara aktardı. GKRY Denizcilik Sektörü’nün önde gelen çalışanları ile Deniz Ticaret Odası Başkanı’nın konuşmaları ile katkıda bulunduğu konferansta GKRY’nin jeopolitik konumu ve vergi sistemleri hakkında bilgiler verildi. (Vira Haber) “DENİZHABER” TRT TÜRK’TE BAŞLIYOR ‘Deniz Haber’ isimli denizcilik programı, Deniz Haber Ajansı, Vira Haber ve Ayar Prodüksiyon Ortaklığı ile TRT Türk’te yayına hazırlanmaya başladı. Genel Yayın Yönetmenliğini Recep Canpolat'ın yaptığı, Cumhur Ayar'ın görsel yönetmenliğinde hazırlanacak "Deniz Haber" isimli denizcilik programı Türk denizcilik sektöründeki son gelişmeler, dünya denizcilik endüstrisinden haberler, deniz kültürü ve deniz haberciliğini ekrana taşıyacak "Deniz Haber TRT Türk aracılığıyla 4 kıtada 90 ülkeye ulaşacak. 26 "Dünyayı Türkçe İzleyin" sloganı ile 8 Mayıs 2009 tarihinde “Haber-Kültür” kanal kimliği ile yayın hayatına başlayan TRT Türk Kanalı, saat başı haber bültenleri, belgesel ve kültür programları ile dünya televizyonculuk sektöründe haklı bir yer edindi. (Vira Haber) DENİZCİLİK HABERLERİ YUNUS PARKLARI YERİNE GÖZLEM TURLARI Yunus parklarına karşı nisan ayında bir protesto gösterisi düzenleyen Kaş'taki sivil toplum kuruluşları başlattıkları mücadeleyi, haziran başında yunusların ait olduğu doğal yaşamları hakkında verdikleri seminerlerle okullarda sürdürdü. Yunus gözlem turlarına katılan toplam 31 öğrenci Kaş Sualtı Derneği (KASAD) tarafından sağlanan dürbünler ile yunus gözlemledi. Tekne turu öncesi doğada gözlem yapma konusunda WWF Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Kaş-Kekova Deniz Koruma Alanı Proje Sorumlusu ve Deniz Biyoloğu Nilay Akça tarafından bilgilendirilen öğrenciler, origami ile yunus yapmayı ve dürbün kullanmayı öğrendikten sonra yunus gözlemledi ve "doğa günlükleri"ne notlar aldı. Her turda yunusları gören ilk öğrenci Kaş Promarin tarafından hediye edilen, üzerinde Yunuslara Özgürlük Platformu'nun amblemi olan bir t-shirt kazandı. KASAD üyesi öğretmen ve dalgıç Belma Tosun, seminerlerin ve yunus gözlem turlarının çocuklara doğaya farklı bir gözle bakmayı öğrettiklerine inanıyor ve gözlemlerini şöyle özetliyor; "Okullar Kaş merkeze çok yakın olmasına rağmen daha önce tekne ile denize açılmamış çocuklar vardı. Ayrıca yunusların açık denizden başka yerde görülemeyeceğini zannediyorlardı. Kaş limanının önünde dahi görülebildiklerini öğrenince şaşırdılar. Harçlıklarını biriktirip birer dürbün alacaklarını ve limandan gözlem yapacaklarını söylediler. Bundan sonra hiç kimse onlara hayvanların işkence gördüğü yapay gösterileri, sirkleri ve esaret altındaki hayvanların sergilendiği hayvanat bahçelerini kabul ettiremez" dedi. Yunuslara Özgürlük Platformu'nun yaş gruplarına uygun olarak hazırladığı ve Kaş Sualtı Derneği üyelerinden öğretmenlerin sunduğu seminerler üç lise ve iki ilköğretim okulunda gerçekleştirildi. Seminerlerde deniz memelilerinin, özellikle de yunusların doğal yaşamları hakkında bilgi verildi, yunusların doğada ve tutsaklıktaki yaşam koşulları karşılaştırıldı. Seminerlerin sonunda, yunusları yapay şovlarda tanımak yerine doğada izlemenin zevkini aşılamak amacıyla çocuklar ücretsiz 'dürbün ile yunus gözlem turu' için dalış teknelerine davet edildi. (Vira Haber) 27 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 mesi için balık vergisinin kaldırılması ve Karadeniz ve Akdeniz’de yeni limanlar yapılması ile ilgili hususlar, bu kongrede kabul edilen ilkelerin bir kısmıdır. Korer Özbenli MDTO Genel Sekreteri 86 yıl sonra… Bu yıl Türkiye’nin kendi kıyılarında deniz ticareti yapma hakkını elde edişinin 86. yılını kutladık. Ancak bayramın ruhuna yakışır bir kutlama yerine, yeni yönetmelik gereği Atatürk Anıtı’na çelenk sunamadığımız sade bir anma töreni yaşadık. Kabotaj hakkının kazanılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli başarılarından biridir. Bu hakkın elde edilmesine yönelik en ciddi adımlar 1923 yılında İzmir’de ve Lozan’da atılmıştır: İzmir İktisat Kongresi’nde denizciliğin ve ülkenin diğer ekonomik sorunlarının nasıl aşılacağına dair çözüm yolları tartışılırken, Lozan Anlaşması ile genç Türkiye’nin tam bağımsızlığı tüm dünyaya ilan edilmiştir. Ve nihayet 1926 yılında çıkarılan Kabotaj Kanunu ile Türk denizlerindeki yabancı tekeline son verilmiştir. Bizler bu hakkın kazanımını üstün bir başarı olarak nitelesek de; ne yazık ki, toplumumuzun büyük bir kısmının, hatta en okumuş yazmışlarımızın bile anlamını tam olarak kavrayamadığı ve kabotajın büsbütün içinin boşaltıldığı, 1 Temmuz günlerinde denize siyah çelenk bırakıldığı bir dönemden geçiyoruz. Ancak göz ardı edilmemesi gereken nokta şudur: 391 sene boyunca Osmanlı’ya yaşatılan kapitülasyon kıskacını kırmak, yabancı güçlere tanınan ayrıcalıklar nedeniyle üç yanınızı kaplayan denizlerinizde hareket kabiliyetinizin olmadığı bir ortamda; kendi ürününüzü ve kendi insanınızı, kendi geminizle taşıma hakkı elde etmek önemli bir kazanım ve övülmeye değer bir olaydır. Mersin Deniz Ticareti dergimizin bu sayısında ‘Kabotaj’ dosya konusu olarak ele alındı. Kabotajın önemi, o dönemin ve günümüzün koşulları, yasanın uygulanmasında aksayan ve revize edilmesi gereken yönleri tartışıldı. İlginize sunuyoruz... *** Kabotajın temellerinin atıldığı İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar, Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının denizciliğe verdiği önemi gözler önüne serer. Türkiye Cumhuriyeti’nin mimarlarının engin öngörüsü ile oluşturulan ve ‘Ticaret-i Bahriye Meseleleri’ başlığı altında kabul edilen ilkeler bugün bile bizlere yol gösterir niteliktedir: 28 Kabotaj Kanunu’nun kabulünden 86 yıl sonrasına; bugüne baktığımızda bu yasayla elde ettiğimiz avantajı değerlendiremediğimiz, yük ve yolcu taşımacılığında deniz yollarımızı gereği gibi kullanamadığımız çok açık. Yalnızca kabotaj taşımacılığında değil, denizcilik sektörünün tüm kollarını geliştirebilmek için doğru denizcilik politikalarına ihtiyacımız var. Doğu ile Batı arasında önemli bir geçiş noktası oluşturan eşsiz coğrafyamız bizlere sınırsız olanaklar sunarken; gemi sayısı, liman sayısı, mevcut limanların kapasitesi açısından yeterli gelişmeyi gösterememiş durumdayız. O tarihten bugüne kadar denizcilik alanında elbette olumlu gelişmeler kaydedildi; ancak büyük fotoğrafa bakıldığında, deniz ticaret filosunu gençleştirememiş, koster filosunun eriyip gitmesini engelleyememiş, yabancı bayrağa kaçışın önünü kesememiş, gemi inşa sanayinin boğuştuğu sorunları çözememiş ve kıyı talanlarının önüne geçememiş bir Türkiye görüntüsüyle karşı karşıyayız. Denizci gözüyle bölgemizin sorunlarını değerlendirdiğimizde ise şöyle bir tabloyla karşılaşıyoruz: Armatörlere gemi alabilmeleri için faizsiz kredi imkanı sağlanması, bu amaçla deniz ticareti ve yanı sıra sigortacılıkla da ilgilenen bankalar kurulması, hükümete ait arazilerden tersane alanı olmaya müsait yerlerin, bedelsiz olarak bu alanda faaliyet gösteren girişimcilere verilmesi, Denizcilik Bakanlığının kurulması, tersane ve gemi yapım tezgahlarının bakanlıkça denetlenmesi, mevcut gemi yapım tezgahlarının ihtiyaç duyduğu ve yurt dışından getirilen maddelerden vergi alınmaması, gemi yapım tezgahlarının vergiden muaf tutulması, 300 ton üzeri yükleme yapabilecek kapasitede gemi inşa eden girişimcilere hükümetçe ödüller verilmesi, gemi üretiminde kullanılacak kerestenin, gemiyi yapacak olanlara hiçbir engelle karşılaşılmaksızın verilmesi, bu alanda faaliyet gösterecek girişimci, zanaatkar ve işçi yetiştirilmesi, posta seferi yapan gemilerle, yük taşıyan gemilere uygulanan vergilerde eşitlik sağlanması, balıkçılığın desteklen- Bölgemizin taşıdığı lojistik potansiyel nedeniyle, son derece önemli olduğu hemen herkes tarafından dile getirilen Lojistik Merkez projesindeki gecikmeyi anlamakta oldukça zorlanıyoruz. Gereken bütün prosedürler tamamlandığı halde, projenin hangi gerekçeyle hayata geçirilemediği bizler için hala bir muamma! Lojistik Merkez’deki gecikmenin yanı sıra bölgeye yapılacak yatırımların ve mevcut tesislerin kolayca gözden çıkarılabilmesi, bölgemiz açısından belki de en büyük sorunumuz. Taşucu Seka Limanı’nın kapatılarak yat limanına dönüştürülme kararı ve liman geri sahasındaki tersane yatırımının engellenmesi bu konudaki çarpıcı örneklerdir. Kapatılma kararı alınan Taşucu Seka Limanı, her türlü ithalat, ihracat ve transit işlemlerin yapıldığı uluslararası ticari bir limandır. Limanın önemi, Suriye ile yaşa- nan sıkıntıların ardından bir kez daha ortaya çıkmış; Taşucu-Tripoli arasında başlayan ro-ro seferleri ihracatçılarımız için can simidi olmuştur. Limanın KKTC’ye en yakın Türk limanı olması nedeniyle stratejik önemi de bulunmaktadır. Bölgede halihazırda 2 marina mevcutken, diğer bir deyişle, yenisine ihtiyaç yokken, ticari limanın yat limanına dönüştürülme kararı yanlıştır, akıl dışıdır. Ayrıca limandaki mevcut varlıklar ve marina için gerekli ek yatırımların devlete getireceği ek maliyetler de göz önünde bulundurulduğunda uygulamanın kaynak israfına yol açacağı da ortadadır. Sektör ilgililerinin malumu olduğu üzere; liman sahasında yapılacak tersane yatırımı da çeşitli davalara konu olmuş, dava sürecinde bilirkişilerin beton sahaya ‘tarım toprağı’ diyerek hazırladıkları gerçek dışı raporlara itibar edilmiş ve nihayetinde bölgeye büyük katkı sağlayacak milyonlarca dolarlık bir yatırım engellenmişti. Taşucu ve Bergama’nın Ortak Noktası! MDTO olarak dava sürecinde hazırlanan bilirkişi raporlarının yanlı ve bilimsellikten uzak olduğunu, ‘çevreye duyarlılık’ kisvesi altında yerel halkı kışkırtanların başında Alman Vakıfları olduğunu sık sık tekrarladık. 2009 yılının Ocak ayında gazetelerde geniş yer bulan bir haber sözlerimizi doğrular nitelikteydi. Haberlerin özeti şöyleydi(1): ‘Bergama’daki altın madeni davasında bilirkişi olarak atanan Prof.Dr. Sezai Göksu’nun gerçeğe aykırı bilirkişilik' yaptığı iddiasıyla 3 yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı kamu davasına gönderilen raporda, altın madenine karşı dava açanlarla bilirkişilerin yakın dostluğu ortaya konuldu. Dava dosyasına giren yazıda, İçişleri Bakanlığı tarafından çeşitli iddialar üzerine inceleme yapıldığı belirtiliyor. Yazıda "Altın madeninin çıkarılmasını engellemeye yönelik tüm eylemleri Alman Vakfı ve FIAN temsilcisi Birsel Lemke'nin organize ettiği, eylemlere şahısların katılması için her türlü maddi desteği sağladığı, …., Sezai Göksu, …. isimli şahıslar ile irtibat içinde olduğu ve bu şahısların özellikle kamuoyu oluşturmak için Birsel Lemke'ye ait otelde kaldıkları tespit edilmiştir" denildi. Ra- porda Alman Vakfı FIAN'ın temsilcisi olan Lemke’nin Türkiye’deki altın madenleri aleyhine faaliyet içinde olduğu da yer aldI’ Birsel Lemke'nin altın madeni aleyhine açtığı davada bilirkişilik yapan Prof. Dr. Sezai Göksu'nun diğer birçok önemli dosyada da yer alması dikkat çekti. Göksu'nun bilirkişi olarak yer aldığı Kuşadası Limanı, Pamucak imar planı, Taşucu Tersanesi davalarında da yürütme durdurulmuştu.’ Her iki belde de yatırımları engellemek için düzenlenen eylemleri ‘Alman Vakıfları’nın organize etmiş olması ve Alman Vakıfları ile yakın ilişkisi İçişleri Bakanlığı’nın raporu ile belgelenen Sezai Göksu’nun her iki davada da bilirkişi olması ilginçtir. *** 2010 yılı dünya gemi ihracat verilerine göre dünyada en fazla gemi ihracatı yapan ülkeler sıralamasında Almanya 4. sıradadır. Türkiye, Almanya’dan yılda 800 milyon dolarlık altın alıyor. Yalnızca bu iki veri bile, yatırımların engellenmesindeki esas gayenin ‘çevre duyarlılığından’ çok uzak olduğunu düşünmeye yeterlidir. Sonuç En büyük sorunu işsizlik olan Mersin, bölgesinde iş, istihdam ve büyüme bekliyor. Yıllarca yatırım beklemiş kent halkını işsizliğe ve mutsuzluğa mahkum etmeye kimsenin hakkı yoktur. Mersin’e yapılacak her türlü yatırımın yalnızca bölgeye değil, ülke ekonomisine de büyük katkılar sağlayacağı bilinciyle hareket etmenin ve Mersin’in taşıdığı büyük potansiyel nedeniyle Ali-Cengiz oyunlarına kurban edilmeyecek kadar değerli olduğunu anlamanın vakti gelmiştir. (1)http://ekonomi.bugun.com.tr/sozdecevrecilere-yargi-tokadi-84779-haberi.aspx) http://www.stargazete.com/ekonomi/bergamadavasinda-bilirkisi-soku-haber-162053.htm h t t p : / / w w w. z a m a n . c o m . t r / h a b e r. do?haberno=803245 29 DOSYA MERSİN DENİZ TİCARETİ KABOTAJ HAZİRAN 2012 Osman Öndeş Araştırmacı/Yazar Kabotajın önemini anlamak adına Bir devletin kendi limanları arasındaki deniz ticareti konusunda tanıdığı ayrıcalık olan kabotaj hakkından yalnızca yurttaşlarının yararlanması, milli ekonomiye önemli bir katkı sağlayacağından, devletler yabancı bandıralı gemilere kabotaj yasağı koyma yoluna gitmişlerdir. Kanuni Sultan Süleyman’ın Venedik’le başlayarak, Fransa ve diğer devletlere tanıdığı ticaret ve hukuk serbestiyeti, asırlar içinde bırakınız emperyalist devletlerin artan iştihası karşısında Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama ve yok etme çabalarını, kapitülasyonları tam anlamıyla devletin ve milletin başına bir bela haline getirmiştir. Bunun sonucu olarak Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz dönemleri dahil Osmanlı İmparatorluğu bu beladan kurtulamamış, İttihat ve Terakki Hükümeti’nin dahi bu belayı kaldırma çabasına rağmen kapitülasyonlar yüzünden Osmanlı İmparatorluğu zaten, içten ve kendi eliyle yıkılmıştır. Denizcilik ve Kabotaj Bayramı olarak kutladığımız bu bayram, tek başına değil, kapitülasyonlar olarak ele alındığında, bütünüyle doğru şekilde anlaşılabilir. Nitekim kapitülasyonlar yüzünden asırlarca sıfır bile olamamış gemi sahipliği, liman işletmeciliği, vapur donatımı ve gemi simsarlığı, gemi ikmalciliği gibi tüm ticari faaliyetlerin hiçbirisinde Osmanlı yer almamış, Osmanlı armatörlüğü ölmüş, öldürülmüş ve böyle deneyimlere sahip tüccarlar yetişememiş, haliyle kurumsallaşma da olamamıştır. DOSYA 30 KABOTAJ Kapitülasyonlar Lozan Barış Antlaşması’yla 1923 yılında kaldırıldı. Kabotaj Kanunu 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe girdi. Bu yasaya göre; akarsularda, göllerde, Marmara denizi ile boğazlarda, bütün karasularında ve bunlar içinde kalan körfez, liman, koy ve benzeri yerlerde, makine, yelken ve kürekle hareket eden araçları bulundurma; bunlarla mal ve yolcu taşıma hakkı Türk (Bu ifade hatalıdır. Türkiye olması gerekir. Y.N. ) yurttaşlarına verildi. Ayrıca; dalgıçlık, kılavuzluk, kaptanlık, çarkçılık, tayfalık ve benzeri mesleklerin Türk (Türkiye Y.N.) yurttaşlarınca yerine getirilebileceği belirtildi. Yabancı gemilerin yalnız Türkiye limanlarıyla yabancı ülkelerin limanları arasında insan ve yük taşıyabileceği kabul edildi. 1 Temmuz “Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nın özünü teşkil eden Kabotaj Kanunu’nun önemi, resmi kayıtlarda ve eğitim amaçlı kitaplarda şöyle anlatılmakta; “Osmanlı Devleti, kapitülasyonlarla Türk denizlerinde, yük ve yolcu taşıma hakkını Batılı devletlere vermişti. Deniz ulaştırmasının büyük bir bölümü ile önemli limanların (Yanlış bir ifade- Tüm limanların Y.N.) işletilmesi yabancıların elindeydi. Bu nedenle Türkler, kendi denizlerinde ticaret yapamaz durumda idi. Lozan Antlaşması ile Türk denizlerinde gemi işletme hakkı (Kabotaj hakkı) Türkiye’ye bırakıldı. Kabotaj hakkının tam olarak uygulanmaya konulması, 1 Temmuz 1926 tarihinde çıkarılan Kabotaj Kanunu ile gerçekleşti. Bu kanunla Türkiye karasularında yolcu ve yük taşıma hakkı sadece Türk (Türk bayraklı Y.N.) gemilerine verildi. Böylece Türkiye’nin kendi limanları arasında tam bağımsızlığı sağlanmış oldu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, milli ekonomi gereğince yabancıların Osmanlı Döneminde kapitülasyonlardan yararlanarak kurdukları ticaret işletmelerini satın alarak millileştirme (Devletleştirme) girişimlerinde bulunmuştur. (O yıllara göre kaçınılmaz, ama günümüzde tamamıyla tartışmaya açık bir uygulama. Y.N.)” Böyle bir anlatım eksiktir ve içerisinde kusurlu tanımlamalar bulunmaktadır. Yeniden doğru şekilde yorumlanarak yazılmalıdır. Zaten Yasa’nın resmi başlığı “Türkiye Sahillerinde Nakliyatı Bahriye (Kabotaj) Ve Limanlarla Kara Suları Dahilinde İcrayı San’at Ve Ticaret Hakkında Kanun” dur. Kapitülasyonlar kalsın diye bastırıyorlar Kapitülasyonları da irdeleyen “Rodos’un Fethi ve Sonrası” başlıklı bir diğer eserim, kısa bir zamanda Tarihçi Yayınevi tarafından neşredilecek. Bu eserde, Rodos ve Oniki Adayı, Meis’i ve Kıbrıs’ı içine alan Lozan Müzakereleri’nin belgeleri ve BMM Gizli Zabıt Cerideleri’ne ait kayıtlar bulunmakta. Çanakkale Boğazı’nı topla tüfekle geçemeyen işgalci emperyalist devletler olan İngiltere, Fransa, İtalya ve onların eteğine yapışmış Yunanistan’ın, Lozan’da Türk delegelerine, karşılarında mağlup olmuş bir devlet varmış gibi, alabildiğine cüretkâr, şımarık ve acımasız davrandıkları görülür. 21 Şubat 1923 Çarşamba günkü Gizli Celse Zabıtları’nda Lozan Konferansı’ndan avdet etmiş bulunan Hariciye Vekili İsmet Paşa’nın konferansın safahatı ve yarıda kalmasının sebeplerine dair açıklaması yer alır. Bu toplantı hayli çetin konuşmalara tanık olmuştur. Lozan’da cereyan eden görüşmeleri nakleden İsmet Paşa sözlerine şöyle der; “…Arkadaşlar; bizim konferansta sulh çalışmalarımız başlıca üç grup halinde mevzuubahis olmuştur. Siyasi meseleler, toprak meseleleri, hudutlar, sonra Boğazlar. Sonra yine siyasi meseleler arasında azınlıklar. Başlıca bu meseleler ve buna bağlı olarak diğer meseleler. İkinci büyük grup olarak mali ve iktisadi meseleler mevzubahis olmuştur. Üçüncü grup olarak da; Kapitülasyon başlığı altında, belki dahili ve idari, dini denmesi doğru olacak konulardır. Müttefik Devletlerden her birisi hangi çeşit mesele ile daha fazla alâkadar ise, o meselenin idaresini ve neticelendirilmesini tercih ediyordu. Siyasi ve toprak meselesi İngiliz delegesi tarafından, mali ve iktisadi meseleler Fransız delegesi tarafından, Kapitülasyon meselesi İtalyan delegesi tarafından takip olunuyordu. Bu meselelerden Boğazlar sorunu üzerinde çözümü imkânsız gibi çok büyük zorluk vardır. …İngilizler, Yunanlılar, İtalyanlar ve hatta Fransızlar müttefiklerine katılmak zaruretini ileri sürerek birleşik bir cephe halinde Trakya’daki talebimizden vazgeçirmek için ısrar ettiler. Biz görüşlerimizi muhafaza ettik ve mesele halledilmeyerek öylece ortalıkta kalmıştır. Toprak meselesinde bilhassa Doğu hududunda Musul Vilâyeti sorunu vardır. Musul dolaylı olarak veya dolaylı İngiliz işgali altında bulunuyor. En nihayet son ve kesin olarak bütün müttefikler ortak bir cephe olarak 31 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 görüşmeleri kesme tehdidi ile bizi çaresizliğe itelediler.” Rodos ve Oniki Ada Sorunu “Toprak sorunları olarak, İtalyan işgali altında bulunan On iki Ada sorunu vardı ki, konferansta gündeme gelmedi. Böyle düşünülmüştü. Esasen işgalleri altındadır. Kâmilen muahedeye katmak istemişlerdi. Adalar, kendileri için olmuş, bitmiş bir meseledir. Evvelâ, bu sulh muahedesiyle beraber borçlarımızın diğerleri beyninde fiilen ve hakikaten emin olacak bir surette taksim edilmesini teklif ettik. Onlar bize borçlarımızın taksimi hususunda, açıklanmasında ve yapısında ve uygulama safhasında daima bizi tatmin edecek yollardan kaçınıyorlardı. Mâli meselelerden Düyûn-ı Umûmmiye’ye (Genel Borçlar) ait daha birtakım şeyler vardır. Savaş borçları meselesi Büyük Harb esnasında yaptığımız borçlarımızın Suriye ve Irak’a bölünmesini kabul etmediler. Mali nedenlerden ziyade siyasi meseleyi ileri sürüyorlar. “I.Dünya Harbi’nin mağlubu olduğunuz halde, borçlarınızı bize yüklüyorsunuz.” diyorlar. Biz de onlara iddia ediyoruz ki; I. Dünya Harbi’ni yapmış olan Osmanlı İmparatorluğu’nda Suriye ve Irak, imparatorluk topraklarına dahildi. Bu İmparatorluk şimdi artık yıkılmıştır. O halde herkes borcunu alacaktır. Ayrılan memleketlerde; Suriye’de ve Irak’ta, devlete ait özel mülkler ve İmparatorluk devlet mülkü olan pek çok emlak vardır” Bunların Türkiye’ye ait olmadığını iddia ettiler.” Avrupalı tüccarlar yeni devletinizin vatandaşı olsun, onlara haklarını verin ve zararlarını ödeyin.. “Levanten deyimi hemen büyük çoğunluk beyninde tamamıyla yanlış tanımlanmaktadır. Levantenler, Kapitülasyonlar sayesinde Osmanlı İmparatorluğu’na yerleşmiş ve asla Osmanlı vatandaşı olmadan alabildiğine zenginlik edinmiş, Avrupalı tüccarlardır. Yoksa Osmanlı İmparatorluğunu meydana getiren değişik ırk, din ve dilden gelen milletler yelpazesinin bunlarla hiçbir benzetmesi olamaz. Herkes yeni Cumhuriyet’te Anayasal olarak ayni eşit haklara sahip vatandaştırlar.” İsmet Paşa, Lozan müzakelerindeki durumu anlatmaya devam eder; “…Sonra iktisadi meseleler vardır. Bu konularda belli başlı bir iki meseleyi arz etmek isterim. Bizde yabancı şirketler vardır. Eski Osmanlı yasalarına göre kurulmuş şirketler vardır… Bunların birçok zararları olmuştur. Bu zararları, bizim vatandaşlarımızın zararlarını nasıl ödemeyi taahhüd edeceksiniz” diyorlar ve bu şirketlere ait birtakım taleplerde bulunuyorlar. Meselâ, “Burada konu olan sermaye, bizim tebaamızın sermayesidir. Şimdi buradaki zararları 32 vermezseniz, doğrudan doğruya zarar gören biz oluyoruz. Bu tebaanın göreceği zararı nasıl vereceksiniz, bunları da vermeyi kabul edin” diyorlar.” Kapitülasyon sorununda bir madde daha “…Büyük sorunlar grubundan olmak üzere mali ve kapitülasyonlar sorunu vardır. Kapitülasyonlara ait olan mesele esasen adli sistem üzerinde buhranlar vücuda getirdi. Biz başlangıçtan itibaren herhangi iki devlet yek diğerinin vatandaşı için eşitlik esasına dayanarak anlaşma akdediyorsa, sizinle onu akdederiz ve en serbest hükümleri de kabul ederiz. Bundan başka birşey yoktur. Onlar buna karşılık kapitülasyonlar usulünde haksız olduklarını esas itibariyle kabul ediyor. Yine de diyorlar ki; “Ancak geçici bir intikâl süreci lazımdır. Onun içindir ki sizin hükümetinizde birçok sermayeler yerleşmiştir. Bu yabancı sermaye, bu şirketler gelirken mevcut olan kapitülâsyonlar esasına istinat ediyordu. Bu usul üzerine sermaye getiriniz dediniz, biz de sermaye gelirdik. Şimdi bu usulü tümüyle kaldırıyorsunuz. …Onun için dört beş senelik bir müddet kabul ediniz. Bu dört beş sene zarfında kalan bu yabancı şirketler, ya sizin yeni sisteminizi kabul ederler veya etmezler çekilip giderler.” Böyle zahiren inandırıcı ve makul görülecek bir şekilde kapitülasyonları tadil ederek idame edilmesini istiyorlar. …Kendi mahkemeleri vardı; Konsolosların yürüttüğü kendi mahkemelerinden vazgeçtiler. Bunun için de hiç olmazsa muayyen yerlerde adliyeye ecnebi hâkim usulünü meydana koyan bir şey teklif ettiler. Israrla dünyaya karşı propaganda ettikleri şey budur ki; “Biz bunu teklif ediyoruz. Sizin devlet yönetiminizde Türk hâkimi koymak, hukuken adliyelerinizi Avrupalı hakimlere emanet etmek lazımdır dedik, siz kabul etmediniz. Biz, ecnebiler için bir usul teklif etmeye hacet yoktur.” Biz de “Her memlekette ne ise, usul o usuldür ve bizde de aynen geçerli olacaktır” esasını teklif ettik. Kapitülâsyonlar hakkında Amerika, Japonya bile bütün Düvel-i Mü’telife (İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya) ve diğerleri seslerini çıkarmıyorlar.” Bu toplantılarda İtalyanlar işgalleri altındaki Rodos ve 12 Ada’yı ve Meis’i, kendi görüşleri açısından oldu bitti bir durum saydıklarından görüşülmesini bile gerekli görmemekteydiler. İmroz ve Bozcaada dışında İttifak Devletleri tarafından Yunanlılara bırakılan ve Yunanlıların işgali altındaki adaların dahi Lozan müzakerelerinde geri istenmesi mümkün olamamıştır. Çok daha geçerli nedenlerin bulunduğu Rodos ve 12 Ada konusunda bu adalardaki Osmanlı borçları esas alına- rak vazgeçilmiştir. Bu maddeler hakkında 5 Mart (1339) 1923 günü TBMM’de yapılan Gizli Toplantı konuşmaları alabildiğine hararetli, çok ağır eleştiriler içeren tarzda gerçekleşmiştir. Özellikle adaların düşmana bırakılması konusunda ağır bir dille eleştiren yapılmıştır. Mersin Mebusu Sırrı Bey çok ağır ithamda bulunarak özetle şunları söylemiştir; “Şunu söylemek istiyorum ki, temsilci heyetimiz yine Sevr Sözleşmesi’nde dahi bize açıkça iade edilen Meis adasını İtalyanlara açıkça vermiştir. Meis adası Frenklerin (Kaşaroz) dedikleri adadır ki Antalya sahillerine bir ok mesafesinde yakındır.… Diğer adalara gelince; geçen günlerin münakaşası esnasında adaların misakı milliye dahil olmadığını Rauf Beyefendi açıkça ifade buyurmuşlardır. Fakat efendiler Adalar nedir? Adalar Anadolu’nun bir parçasıdır. Bir ülkenin tamamının zikredildiği yerde parçasının zikrine ihtiyaç yoktur. Hiçbir zaman adalar ortada bir tez olarak konulmuş, tetkik edilmiş değildir. Üstünkörü; “Efendiler adaları size verdik” denmiştir ve bu suretle adaları Yunanlılara, İtalyanlara vermek suretiyle Anadolu’nun istikbali açık bir surette tehlikeye düşürülmüştür. Gelecekte katlanılan bu tehlike, acaba bu durumda ne istifade temin ediyor ki, buna biz tahammül edelim? …Sonra On iki adanın İtalyanlara verilmesi garip bir şekilde olmuştur. Efendiler; bilirsiniz ki, Oniki ada daha evvel, Anadolu muharebesini müteakip yine Lozan’da yapılan sözleşme mucibince bize iade olunacaktı. Biz Trablusgarp’ den el çektiğimiz dakikada bu adalar verilen söz uyarınca bize iade olunacaktı ve şimdiye kadar bu sözleşmeyi fesh edecek, değiştirecek bir anlaşmada da yapılmamıştır. Ondan dolayıdır ki İtalya Adaları el’an ilhak etmemiştir. …Mecbur mu bırakıldık, yoksa adalar karşılığında İtalya tarafından bize daha büyük menfaat mi temin edildi?” Kıbrıs Adası’nı bahşiş diye verdiler! “…Şimdi bahşiş olarak verilen memleketlerden birisi de Kıbrıs Adasıdır. (Ha, bravo sesleri) Kıbrıs'ın siyasi önemini benden daha ziyade Adana mebusları, Silifke mebusları takdir ederler. Birbirinin nefesini işitecek kadar yakındır. Yani bu memleketin siyasi önemini tarife lüzum görmüyorum, onları tanık gösteriyorum?” Kabotaj Yasası, kapitülasyonların cenderesinden sıyrılabilen Türkiye’ye böylesine çetin bir ortamda verilmiş hudutsuz önemi olan bir kazanım olmuştur. Bu bayramı “Lâfzıyla ve ruhuyla” anlayabilmek için, aynı zamanda “XVIII. ve XIX. Yüzyıl Osmanlı Deniz Esnafları Tarihi”nin bilinmesine ihtiyaç vardır. Bu görev tüm denizcilik resmi kurumlarının hizmeti olmalıdır derim. Ali Bozoğlu Türkiye Denizcilik İşletmeleri Tarih ve Sanat Merkezi Müdür V. 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı ve Sadullah Güney 1838 yılında imzalanan Balta Limanı Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu’nda iktisadi sömürgeleşme hızla ilerlemiştir. Yabancı sermaye her türlü sanayi alanını adeta işgal etmişti. Bu işgalden denizcilik de nasibini almıştı. Bu eğilim özellikle vapurculukta çok fazlaydı. 20. yüzyılın başlarında deniz ulaşımındaki yabancı vapurların oranı % 90’a ulaşmıştı. Vapurların bandıralarına göre en fazla pay İngiltere’ye aitti. Bunu Avusturya, Yunanistan, İtalya ve Rusya takip ediyordu. Osmanlı İmparatorluğu bu vaziyete karşı fazla seyirci kalmadı. 1839 yılında yabancı vapurların İstanbul Boğazı’nda sefer yapmaya başlamasıyla hemen harekete geçerek Tersane-i Amire vapurları ile yolcu taşımaya başladı. Bu teşkilat, günümüzde adı Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş olan Fevaid-i Osmaniye olarak adlandırıldı. Bu teşkilat, Sultan Ab- dülaziz döneminde İdare-i Aziziye, II Abdülhamit döneminde İdare-i Mahsusa, II Meşrutiyet’ten sonra Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi, Türkiye Seyr-i Sefain İdaresi, Akay, Denizyolları İşletmesi ve Fabrika ve Havuzlar, Devlet Denizyolları, Devlet Deniz ve Limanlar Umum Müdürlüğü, Denizcilik Bankası T.A.O, Türkiye Denizcilik Kurumu ve Türkiye Denizcilik İşletmeleri isimlerini aldı. Bu kuruluşun hizmetleri sadece İstanbul Limanı’na münhasır değildi. Marmara, Ege Akdeniz ve Karadeniz’de belli başlı limanlara posta seferi yapma imtiyazına sahipti ve zamanla Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük vapurculuk teşkilatı olmasına rağmen yabancılarla olan rekabet açısından yetersiz kalmıştı. Bu dönemde özel sektör tarafından işletilen vapurlarda, yabancı vapurlarla olan rekabetten dolayı güçlük çekiyorlardı. Yabancı sermayeye karşılık verebilecek güçlü yerli sermayeye ihtiyaç duyulduğu zaman ciddi bir karışıklığa yol açmıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nda yerli sermaye Türklere ait bir sermaye değildi. Aralarında başta Rum olmak üzere Yahudi ve Ermeni gibi gayr-i Türk Müslim sermayedarın da çok olduğu bir gerçekti. Osmanlı İmparatorluğu’nda faaliyet gösteren yabancılara ait vapurlar, 1897 yılında Osmanlı-Yunan savaşının çıkması ile bandıralarını Romanya’ya geçirdiği, bu gemilerle yük taşıdığı gibi binden fazla Yunanlıyı da Yunanistan’a taşıdığı bilinmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkması ile başlayan Ulusal Kurtuluş savaşından sonra 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan antlaşması ile savaş fiilen sona ermişti. Konferansta yüzyılların sorunlarını çözmek için masaya oturmuşlardı. Lozan'da ele alınan, çetin tartışmalara ve savunulan tezlerin çarpışmalarına neden olan önemli konulardan biri kapitülasyonlardı. Türk heyeti, yabancılara sağlanan ve bütünüyle ülkenin ekonomik özgürlüğünü elinden alan ve onu nefessiz bırakan bu yaptırımların kaldırılmasını istiyorlardı. Başta İngiltere olmak üzere, Batılı ülkeler bu isteklere karşı çıkıyorlar, bu ayrıcalıkları ellerinden kaçırmak istemiyorlardı. Türk Heyeti ise, bunu bir yaşam sorunu gibi görüyorlar ve diretiyorlardı. Bu görüşmelerde kapitülasyonlarla birlikte kabotaja vurgu yapılmaktaydı. Pek gün ışığına çıkmamış gibi görünse de, perde arkasında kabotaj konusunda bir çekişme ve gerilim yaşanıyordu. Akdeniz limanlarında güçlü bir filosu bulunan İtalya, kabotajın kalkması konusuna en çok direnen ülkelerden biriydi. Türkiye kabotajı 33 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 Fotoğrafın çekildiği tarihte İtalyan Lloyd Triestino firması hizmet binası olan bu bina bugünkü Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş Genel Müdürlüğü binasıdır. kaldırmak istediğini açıkça dile getirince derinlerdeki bu çekişme yüzeye çıkmaya başlar. Montagna, İsmet Paşa'yla görüşmelerinden birinde Türkiye'nin kabotajı kaldıracağını anımsattıktan sonra bunu ancak sözleşme koşuluyla kabul edebileceklerini belirtmişti. Lozan Barış Konferansı'na dek Osmanlı hukuku, yabancılara özel haklar veren bir dizi düzenlemeler getirmişti. Osmanlı Devleti'nin İttihat Terakki döneminde, kapitülasyonların kaldırılmasını benimsemeyen yabancılar, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması’nın 28. maddesini onaylayarak, kapitülasyonların kaldırılmasını kabul ettiler. Bu madde, Türkiye’deki kapitülasyonların tamamını kaldırıyor, taraflar bunu kabul ettiklerini ilan ediyorlardı. Bu noktaya gelmek ise kolay olmamıştı. Lozan'daki komite toplantılarında Türk delegeleri, kapitülasyonların 1914 'te kaldırıldığını söyleyerek, ta Birinci Dünya Savaşı'nın başlarında, İttihat ve Terakki'nin kapitülasyonları kaldırma girişimine gönderme yapmışlardı; bu görüş de derhal keskin bir karşı duruşu yanında getirdi. Israrla, kapitülasyonların ancak bir anlaşmayla kalkabileceğini söylüyorlardı. Hatta Amerikalı yetkili, kapitülasyonlarla kazanılan haklarından vazgeçemeyeceklerini bile söylemek gereksinimini duyuyordu. Bu zorluklara karşın, verilen mücadele ile tarihsel sınav vermiş ve başarmışlardır. Kapitülasyonların kaldırılması, kabotaj hakkını alma yönünde adımlar atmak için önemli bir adımdı. Artık, yabancılar, Türkiye'de ekonomik olarak ayrıcalıklı olamayacaklar, Türk yasaları egemenlik hakkını tam olarak kullanabilmek için Türklere irade koyma özgürlüğü getirecekti. Bu sağlandığına göre, artık, kabotaj konusunun gündeme gelmesinde sakınca yoktu. Barış sözleşmesinden ayrı olarak imzalanan sözleşmelerden biri olan 24 Temmuz 1923 34 tarihli Ticaret Sözleşmesi, yerli ve yabancı gemilere eşit durulması kuralını getirdi. Bu kuralı, ilgili sözleşmenin 9. maddesinin I. fıkrası sağlıyordu. Bu bile başlı başına bir başarı sayılabilirdi; çünkü geçmiş dönemlerde kapitülasyonların getirdiği ayrıcalıklar nedeniyle, Türkiye'de gemi işleten resmi ya da özel kurumlar, yabancı gemi işletmeleriyle aynı haklara sahip olamıyorlardı. Yabancıların, özellikle kendi ticari ve adli yasalarına tabi olma özelliği, Osmanlı ülkesini bir sömürge ülkesi görünümüne itiyordu. Örneğin, Türk liman ve gümrüklerinde Türk gemileriyle yabancı gemilerinin ödediği vergiler arasında farklar vardı. Şimdi, bu kuralla birlikte hukuk önünde yerli ve yabancı gemilere eşit işlem yapılmasının yolu açılıyordu. Bu tarihlerde, Türk gemileri ve gemicileri için, kendi yurtlarında yabancı gemilerle ve gemicilerle eşit düzeye gelmek bile bir başarıydı. Yeni Türkiye'yi kuranlar, kendi sularında yabancıların egemen oluşuna tahammül edemiyorlardı. Bunu yaşamsal bir konu olarak görüyor, geçmiş yılların acı deneyimleri gözlerinin önüne geldiğinde, bu konuda kesinlikle Türkiye'nin egemenlik hakkını eline alması gerektiğini düşünüyorlardı. Öyle ki balıkçılık konusunda bile eski ayrıcalıklar nedeniyle pek söz hakkı bulunmuyordu. Bir modern işletme kurulmak istense, verilen bu imtiyazlar nedeniyle sorun yaşanabiliyordu. Hele yabancı gemilerle yaşanan kimi sorunlar nedeniyle Türkiye sularında işlenen suçlar yüzünden, Türk yasalarının geçerli olmaması... Bunun, somut olarak yitirilmesine neden olduğu şeyler yanında, özellikle onur kırıcı oluşu, benimsenecek bir durum değildi. Bu nedenle, bu konuda oldukça kararlı ve ısrarlı bir duruş sergilendi. Sözleşme; balıkçılık, kabotaj ve liman hizmetlerini sürdürme ve gütme hakkını Türkler'e bıraktı. Karşılıklılık ilkesi, uluslararası ilişkiler açısından son derece önemliydi. Türkiye bu temel ilkeye, Lozan görüşmelerinin sürdüğü dönemde büyük bir duyarlılıkla dikkat etti. Kendi kara sularında yabancı gemilere yönelik bir yükümlülük altına girmek durumunda kaldığında, bunun aynısını derhal karşı taraftan da istiyor, eşit iki devlet vurgusunu sık sık dillendirerek; kendisi bir yükümlülük altına girecekse, bunu karşı taraftan da talep ediyordu. Kendi ulusal deniz filosuna tanınmayan bir hakkı, karşı tarafa tanımanın anlamı yoktu. Türkiye'nin deniz kıyıları, oralardaki gemi taşımacılığı, ulaştırması ve deniz ticareti kadar, denizlerin doğal olarak sağladığı zenginliklerle ilgili düzenlemeler de Lozan'da ele alındı. Buna özellikle gerek vardı; çünkü Ulusal zaferi, silahlarıyla elde etmiş Türkiye, kendi kıyılarına hapsolmuş kalırsa, kendi gemilerini kendi liman ve sularında işletemezse, yabancıların yüzyıllardır süregelen ayrıcalıklarına "dur" diyemezse, kendi duruşu ve tavrı sorgulanır dururdu. Bu alanlarda başarısızlık, hem onun sömürge karşıtı duruşunu eleştirel bir noktaya getirir; hem kan ve ölümle elde edilmiş özgüven duygularını yıkar, hem kendi yurdunda tutsaklığı sürer; hem de gerçek bağımsızlığından söz edilemezdi. Misak-ı Milli'de bir arzu ve istenç olarak bu açıkça ortaya konulduğuna göre, Türkiye kendi kendine çelişir ve sorgulanır duruma gelirdi. Türkler, kendi yurtlarında denizlerden kabotajı kullanamamaları ve ayrıcalıklarla kimi haklarını, yabancı gemi işletmelerine terk etmelerinden dolayı cephelerde silahlarıyla kırdıkları tutsaklıklarının, sularında seyrüsefer eden yabancı gemilerle sürmesine izin verirlerdi. Deniz ticaretinde kabotaj hakkını ilk kez 16. yy ortalarında denizci bir ülke olan İngiltere kullanmıştır. Devletler kendi ekonomik durumları ve siyasal amaçlarına göre kabotaj hakkını kullanmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik temellerinin atıldığı 1923 Birinci İzmir İktisat kongresinde köklü bir geleneği ve büyük bir geçmişi olan Türk denizciliği, ekonomideki vazgeçilmez yerini yeniden almış, gücünü yitiren Osmanlı İmparatorluğu’nun kapitülasyonlarla yabancılara terk ettiği deniz varlığına yeniden sahip olmuştur. Osmanlı Devleti zamanında buna dönük bir düzenleme pek yapılmadığı gibi, yabancılara tanınan ayrıcalıklar, Türkleri, denizlerinde balıkçılık yapmaktan bile yoksun bırakmıştı. Lozan'da Türkiye, diğer anlaşma imzalayan devletlerin her birine karşı denizlerindeki balık avcılığı ve deniz kabotajı hakkını Türk bayrağına özgü bir etkinlik olarak kabul ettirmeyi başardı. Deniz kabotajından kasıt ülkenin bir limanından alınan yük (emtia) ve yolcuların aynı ülkenin diğer bir limanına deniz yoluyla taşınmasıydı. Bunun yanı sıra bu kavram; liman hizmetlerini, gemi kurtarma, dalgıçlık, kılavuzluk ve bütün diğer iç ve kıyı hizmetlerini kapsıyor ve bu hizmetleri Türklere özgü bir uğraşı ve etkinlik olarak kabul ediyordu. Bütün bunlara bakıldığında Lozan, kuşkusuz, büyük bir başarıydı. Kendi kıyılarında balık yetiştiriciliğini ve ticaretini bile düzenlemekten uzak bir yapıdan, bu günlere gelmek, kuşkusuz önemli bir kazanımdı. Böylelikle Türkiye, ilk kez Lozan'da Kabotaj için yaptığı bu vurguyla, kendi kıyılarında gerçek anlamda egemenliğin yolunu ve yükümlülüklerini de kabul etmiş oluyordu. Türkiye, zaten olması gereken bu hakkı elde etmek için, Lozan'da kıyasıya bir uğraşının içine girmişti. Kabotajı kullanabilmek, Türklere kendilerini ulusal zaferden sonra ekonomik konularda da ispatlamaları için olanak sunacaktı. Türkiye, kendi kendisiyle bir özgüven yarışına girmiş gibiydi. Önce ulusal savaşımın başarılması kuşkusuz bu konuda bir atılım yapmalarına olanak sağlamıştı; ancak artık ekonomik konularda bunun tamamlanması arzu ediliyordu. Mustafa Kemal Atatürk, askeri ve siyasi zaferlerin, ekonomik zaferlerle taçlandırılmadıkça kalıcı olamayacağını söylüyordu. O halde, ya kabotaj hakkı? Türkiye ile Yunanistan arasında göçmen taşınmasının, Lozan Antlaşması gereğince Türk gemileriyle yapılması karar altına alınmıştı. Lozan Antlaşması'nın ilgili maddesinde şöyle deniliyordu: "Türkiye Devleti, bahri kabotaj, yani toprağının bir limanından alınan emtia ve yolcuları, aynı toprağın bir başka limanına bahren (deniz yoluyla) naklini kendi sancağına hasretmek hakkını muhafaza etmektedir." Ne var ki, filodaki gemiler yetersiz kaldığı için, konferansa katılan devletlerle özel antlaşma yapılarak, kabotaj hakkı, sadece iki yıllığına bazı özel yabancı şirketlere verildi. Bu yabancı vapurculuk kumpanyaları şunlardı: Servizio Maritimi Italiano, Lloyd Triestino, Compagnio Navigazioni Italiano (İtalyan şirketleri), Messagerie Paquet et Fresine (Fransız şirketi), Khidiv Constant Lines, Nelerman Lines (İngiliz şirketi). Gerekirse bu iki yıllık süre daha da uzatılabilecekti. 1 Temmuz 1926 tarihinde kabotaj hakkının tümü Türk Devleti'ne geçti. Ve bu mutlu günün, 1935 yılından itibaren Kabotaj Bayramı olarak kutlanması kabul edildi. 35 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 Atatürk Türkiyesi'nin peş peşe gerçekleştirdiği devrim ve atılımların arasında kabotaj hakkının elde edilmesinin bir başka yeri ve önemi vardır. Bakın, olay 1926 yılının 1 Temmuz tarihli Milliyet gazetesinde nasıl veriliyordu: Sadullah GÜNEY "Milli Sefain'i selamlar, bütün Türk deniz işçilerine muvaffakiyetler te¬menni ederiz. "Ankara, 30 (A.A.) Ticaret Vekili Rahmi Beyefendi Anadolu Ajansı muhabirine beyanat-ı atiyede bulunmuştur: "Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin Lausanne'da kazandığı büyük zaferden biri olarak kabotaj hakkının istirdadı üzerine tanzim edilen Kabotaj Kanunu, 1 Temmuz 1926'dan itibaren mer'iyete başlamıştır. "Bugünden itibaren limanlanınız arasındaki münakalat yalnız Türk vapurlarıyla yapılacak ve şimdiye kadar muvakkaten bu hattan istifade eden ecnebi vapurları bundan sonra Türkiye limanlan arasında yük ve yolcu nakledemeyeceklerdir. Kabotaj hakkının cereyanı münasebetiyle Milli Sefain lazım gelen tertibatı tamamıyla almışlardır. "Bugünden itibaren icrai hükmetmeye başlayan Kabotaj Kanunu münasebetiyle Milli Sefain'i selamlar ve bütün Türk deniz işçilerini tebrik eder ve onlara muvaffakiyetler temenni ederiz." Sadullah Güney, Türk deniz ticaretinin gelişmesinde büyük emekleri olan kişidir. Yetersiz olan filoyu güçlendirmek amacıyla öncelikle eldeki mevcut filoyla Türkiye ve Ortadoğu’da bulunan Alman askerlerinin Almanya’ya götürülmesi ile kuruma iyi bir gelir kazandırmıştır. 1924 yılında kazandırdığı bu gelirler ile ilk olarak işgal yıllarında bir Yunan şirketine ait olup İngiliz bayrağı altında çalışan Antioch ve Antissa isimlerindeki iki gemi satın alınarak S/S Mersin ve S/S Antalya adlarını vermiştir. 1926 yılında İdareye Maliye Bakanlığı’nın kefaleti ile ulusal bankalardan faizle borç alarak, Hollanda’dan S/S Karadeniz, S/S İzmir, S/S Ankara ve S/S Ege; İngiltere’den S/S Anafarta ve S/S Çanakkale, S/S Bandırma(Ülgen), S/S Zonguldak, S/S Sinop S/S Kocaeli, S/S Konya ve S/S İnebolu gemilerini alarak filosunu büyüttü. Yeterli sayıda gemiye sahip olunca Lozan anlaşması ile kabul edilen, ancak gemi yetersizliği nedeniyle iki yıl süre ile ertelenen kabotaj hakkının kullanılmasında çok büyük katkıyı sağlayan kişidir. 36 06 Ocak 1923 tarihinden 01 Temmuz 1933 yılına kadar 10 yıl 5 ay ve 22 gün ile bugüne kadar Türkiye Denizcilik İşletmeleri’nde en uzun süre ile Genel Müdürlük yapan kişidir. 1883 yılında İstanbul’da, Galata’da doğdu. Ailesi aslen Halep'lidir. 13 Mart 1900 yılında Harp Okuluna girmiş 06 Aralık 1902 yılında okul birincisi olarak mezun olmuştur. 07 Aralık 1902 tarihinde o zamanlar İstanbul’da Harbiye semtinde olan Harp Akademisi’ne girmiş, 05 Kasım 1905 tarihinde Kurmay Yüzbaşı olarak mezun olmuştur. Sadullah Güney’in askerliği boyunca bütün görevleri Harbiye Nezareti’nde ve nakliyatla ilgili bölümlerde geçmiştir. Verilen tüm görevleri başarı ile tamamlamıştır. 01 Ekim 1911 tarihinde Trablusgarp’ta başlayan Türk-İtalyan savaşı ve ardından hissedilmekte olan Balkan Savaşı nedeniyle 21 Ocak 1328 (1912) tarihinde Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi Harbiye Nazırlığı’nın emir ve komutasına geçer. Ardından Harbiye Nazırlığı’nın 24 Ocak 1912 tarihli yazısıyla idareyle ilgili; yönetim, denetleme, takip, kontrol ve koordine görevleri için o sırada Harbiye Nazırlığı'nda Seferberlik Dairesi'nde görevli Erkânıharp (Kurmay) Binbaşı Sadullah Bey "Komiser olarak" gönderilir. 17 Ocak 1329 (1913)'te Osmanlı Sey-i Sefain idaresinin (Alman Vatandaşı) Umum Müdürü Karl Leke’nin görevden ayrılması ile Sadullah Bey Umum Müdür Vekilliğine atanır. Harbiye Nazırlığı’nda Levazımatı Umumiye Reisi (Lojistik Başkan) İsmail Hakkı Paşa’nın Ek Görev'le İdareye Umum Müdür olması ile (12 Aralık 1913) ile Mart 1914’te Sadullah Bey tekrar eski görevi olan "Harbiye Nazırlığı Seferberlik Dairesi "'ne döner. Bilindiği gibi 1. Dünya Savaşı sırasında "Seyr-i Sefain İdaresi", "Şirketi Hayriye" ve hatta "Haliç Vapur İdaresi "tamamı ile askeri hizmetlere tahsis olunurlar. Bu nedenle Sevkiyat Müdürlüğünde görevli olan Sadullah Bey'in idare ile olan bağlantısı devam eder. Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) için Osmanlı Hükümeti, tarafından görevlendirilmiş olan Rauf (Orbay)'ın başkanlındaki heyette - Harbiye Nezareti Temsilcisi - Kurmay Yarbay Sadullah Bey bulunmaktadır. A. İzzet Paşa, kabinesinde Harbiye Nazın olan Cevat Paşa Sadullah Bey'i Seyr-i Sefain İdaresi'ne Genel Müdür olarak atar. 27 Aralık 1918 - 13 Şubat 1919 tarihleri arasında yani bir buçuk ay süren bu müddet zarfında daha ziyade Mondros Mütarekesi'nin denizle ilgili olan uygula- malarını takip etmiştir; esasen atamasının sebebi de budur. Bu süre içinde en önemli faaliyet ülkede bulunan Alman ve Avusturya’lıların, Gülcemal, Akdeniz ve Reşit Paşa vapurları ile ülkelerine nakledilmesidir. Sadullah Bey'in Harbiye Nezareti'ne döndüğü ve Sevkiyat, Müdürü olarak görev yaptığı bu süre içinde yaptığı en önemli iş Ulu Önder'i Bandırma Vapuru'na uğurlamasıdır. 16 Mayıs 1919 günü Akaretler’de (Beşiktaş) bulunan annesi ve kız kardeşi ile vedalaşan Mustafa Kemal Paşa buradan Beşiktaş'ta bulunan Asker Yollama Müdürlüğü (Sevkiyat Müdürlüğü)'nün Beşiktaş'taki (şimdiki Deniz Müzesi) binasına gelir. Bu sırada Bandırma Vapuru, Kızkulesi önlerinde kontrollerini tamamlatmış, bu tarihi ve çok kıymetli misafirini almak üzere pek ağır yolla Karadeniz'e doğru ilerlemektedir. Sevkiyat Müdürü Kurmay Albay Sadullah Bey tarafından hazırlanmış olan istimbot Büyük Kurtarıcımızı şimdiki yeni vapur iskelesinden alarak Bandırma'ya ulaştırır. Sadullah Bey bundan sonra Ankara'ya giderek "Kurtuluş Savaşına" katılır. Milli Müdafaa Vekâletinde yine Sevkiyat İşlerinde görevlendirilir. Bilindiği gibi - mütareke gereğince Kurtuluş Savaşı başlangıcında mevcudu yüz bin civarına düşürülen – ordularımız, Büyük Taarruz arifesinde geri hizmetler ile birlikte üç yüz elli bin'i bulmuştur ve bu dört yıllık süre içinde işgal kuvvetleriyle ve özellikle Yunanlıların yanı sıra Ermeni ve Rum Çeteler ile savaşlar devam etmiştir. lelere kadar olan nakliyatı yapmaktadır. İç bölgelere olan taşımaları ise bölgedeki askeri-mülki amirlikler tarafından yerine getirilmektedir. Büyüyen ordularımızın artan lojistik ihtiyaçları yeni birimleri gerektirdi. 10 Ocak 1921 tarihinde yine Milli Müdafaa Vekâletine bağlı Sevkiyat ve Nakliyat Genel Müdür1üğü kuruldu. Bu müdürlüğün en önemli müfettişliklerinden biri olan "Ankara Menzil Bölge Müfettişliği’'nin başına Kurmay Albay Sadullah Bey getirildi. Kurtuluş Savaşı sırasında deniz taşımacılığı genelde İnebolu limanına istinaden yapıldığı ve İnebolu’nun Ankara Menzil Bölge Müfettişliğine bağlı bir Menzil Nokta Kumandanlığı olduğu dikkate alındında, Sadullah Bey'in görevinin boyutları daha kolay anlaşılır. Sakarya Savaşı’ndan (23 Ağustos - 13 Eylül 1921) sonra yani ordularımızın 10 ay sonraki "Büyük Taarruz"'a hazırlandıkları ve lojistik desteğin stratejik bir değer taşıdığı bu dönemde Sadullah Bey "Sevkiyat ve Nakliyat Genel Müdürü" olur. Ve bu görevi savaş sonuna kadar devam eder. 6 Ocak 1923'te Seyri Sefain İdaresi'nin tekrar başına gelir ve bu seferki görevi 1 Temmuz 1933 yılına kadar kesintisiz olarak 10,5 yıl sürdürdüğü genel müdürlük olan Sadullah Güney bugünkü denizciliğin temelini atmıştır. 23 Ocak 1923 yılında Türkiye seyri Sefain İdaresi olarak reorganize edilen İdare Milli Müdafaa Vekâletine bağlanır. Daha sonra Ticaret Vekâletine bağlanan idare için 4 Nisan 1925'te 597 sayılı yasa çıkartılır. Sadullah Bey öncelikle eldeki mevcut gemileri onarmak ve daha sonra eskiyen ve savaş nedeniyle batan gemilerin yerine yeni gemiler edinmek için çalışmalara başlar. Bu işler için idarenin yeterli parası yoktur. Lozan Anlaşmasına bağlı olarak Türkiye ve Yunanistan’da bulunan Türk ve Yunanlıların yurtlarına götürülmesi işi Türk gemileri tarafından yapılacaktı. Bu bağlamda Karadeniz’e iki gemi tahsis edilerek o sıralarda Trabzon ve dolaylarında Yunanistan’a göç etmekte olan Rumların taşınması ile idare büyük kazanç elde etti, bu kazanç sayesinde diğer gemiler onarılarak çalışır duruma sokuldu. İlk olarak işgal yıllarında bir Yunan şirketine ait olup İngiliz bayrağı altında çalışan Antioch ve Antissa isimlerindeki iki gemi satın alınarak Mersin ve Antalya adı ile Mersin hattında çalışmaya başladılar. İstanbul’da Adalar hattında çalıştırılmak üzere Şehir Hatları İşletmesi için yandan çarklı Büyükada vapuru satın alındı. Bu arada hükümet İdareye Maliye Bakanlığı’nın kefaleti ile ulusal bankalar- Dolayısıyla cephedeki ordularımızın lojistik desteği stratejik bir önem taşımış, bunda da başarılı olunmuştur. 10 Temmuz 1920 yılında Marmara ve Karadeniz limanlarına yapılan (sonradan Akdeniz'de Mersin ve Antalya limanlarına da yapılmıştır) deniz nakliyatının organizesi için Milli Müdafaa Vekâletine bağlı olarak Umumu Bahriye Müdürlüğü kurulur. Bu birim sadece iske- 37 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 dan faizle borç alarak gemi almak ve gelirden ödeme yetkisi verdi. Bunun üzerine 1926 yılında Hollanda’dan 4500 tonluk Karadeniz gemisi satın alındı ve Karadeniz Hattında çalışmaya başladı. 1926 yılında İngiltere’den Anafarta ve Bandırma (Ülgen) isimlerini verdiği iki gemi daha aldı. İdare Karadeniz hattında Karadeniz vapurunun ihtiyaca uygun bulunması nedeniyle Hollandalı şirketin elindeki diğer üç gemiyi de alarak İzmir, Ankara ve Ege isimlerini verdi. Daha sonra Marmara vapurunu, İşletmeye kömür taşıyan Kızılırmak gemisine ek olarak 1500 tonluk Zonguldak, 2400 tonluk Sinop şilepleri ile Kocaeli, Konya, İnebolu ve Çanakkale gemilerini alarak filosunu büyüttü. 17 Mayıs 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’yı en son uğurlayan kişi olan Sadullah Bey bu olaydan yaklaşık 8 yıl sonra İstanbul’a dönen Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı 1 Temmuz 1927 tarihinde İstanbul’da ilk karşılayan kişi idi. 1928 yılında filonun büyümesi ile tamir ve bakımının yapılması amacıyla Sadullah Bey’in girişimleri ile Haliç Tersanesi İdareye verildi. 1929 yılında ise Tophane rıhtımında bulunan antrepolar otomobil, kamyon ve uçak motorları yapmak üzere bir anlaşma ile Ford firmasına verildi. İç hatların yanında 1930’da İskenderiye ve Pire hatları açıldı. Sadullah Bey’in en önemli hizmetlerinden birisi de Yalova Kaplıcalarıdır. Bakımsız ve metruk bir halde bulunan Yalova Kaplıcalarını Atatürk’ün talimatı ile onararak hizmete açmıştır. (Bu tesis bugün Türsab tarafından Türk turizminin başlangıcı olarak kabul edilir.) Halkın buraya rahat gidip gelmesini temin için o zamana ka- 38 dar Bursa’nın bir ilçesi olan Yalova’yı İstanbul’a bağlamış İstanbul’dan rahat ulaşımın yapılabilmesi amacıyla vapur seferlerini başlatmıştır. Almanya’da inşa edilen ancak savaş nedeniyle verilmeyen Kınalıada, Pendik ve Maltepe gemilerinin getirilmesini temin etmiştir. Şehit hatları filosunu ilaveten de Heybeliada ve Kalamış gemilerini Marsilya’da inşa ettirmiştir. Bu dönem içerisinde Caddebostan, Suadiye, Burgaz İskeleleri yenilenmiştir. Tophane rıhtımı inşa edilerek buradan gemilerin kalkması sağlanmıştır. Sadullah Bey’in yaptığı en büyük hizmetlerden bir tanesi olan kılavuzculuk ve römorkörcülüğün Türkiye Seyr-i Sefain idaresine verilmesi için yaptığı uğraşı sonuçsuz kalmamış ve 13 Ocak 1924 tarihinde yayınlanan bir ka- nunla bu hakkın kazanılmasını sağlamıştır. Sadullah Bey’in çalışmalarını Atatürk yakından takip etmiştir. Ege Vapuru’nun şeref defterine şunları yazar “930 senesinin nihayetinde ve 931 senesinin bidayetlerinde Marmara ve Ege Denizi ve Ege denizi ve Akdeniz sahilleri tetkit seyahatlerimi “Ege” vapuru ile yaptım vapurun seyrüseferde ve gösterdiği kabiliyetten dolayı Seyrisefain Umum müdürü Sadullah Beyi tebrik ve vapurunun süvarisi, zabitan ve bütün efradını takdir ederim.” Bu belge şu anda Beşiktaş’ta bulunan Deniz Müzesi’nde bulunmaktadır. 1 Temmuz 1933 tarihinde Münakalat (Ulaştırma) Vekâletine Deniz Ticaret Müsteşarı olarak atanan Sadullah Güney bu göreve 1935 yılına kadar devam eder; 1935 yılından vefat ettiği 18 Haziran 1945 tarihine kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Muğla Milletvekili olarak bulunur. Sadullah Bey’in 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde de çok olumlu çalışmaları olmuştur. Özellikle kongrenin tüccar grubu tarafından alınan ve Ticaret-i Bahriye Meselesi olarak 24 maddeyi bulan kararlar bugün de deniz ticaretimizin temel esaslarını oluşturmaktadır. Denizcilikteki bu hizmetinden dolayı da halk arasında “Karada Allah, Denizde Sadullah” diye anılmıştır. 18 Haziran 1945'te vefat etmiştir. Mezarı Ankara Cebeci Asri Mezarlığı'ndadır. Kabotaj hakkının alınmasında başta Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere emeği geçen herkesi rahmet ve minnetle anarken, Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nın tüm denizcilerimize ve halkımıza kutlu olmasını dilerim. 39 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 Doç. Dr. İlhan Ekinci Ordu Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Osmanlı Devleti’nde Marmara’da Kabotaj Tartışmaları On dokuzuncu yüzyılda, Avrupa’nın ekonomik yayılması karsısında Osmanlı deniz ticareti de gelişti. Fakat kapitülasyonlardan faydalanan Avrupa şirketleri Osmanlı sahillerinde yapılan deniz ticaretine gittikçe egemen oldular. Bu egemenlik arttıkça Osmanlı sahillerindeki kabotaj tartışmaları da arttı. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’na imparatorluğun her alanında, her konudaki yoğun tartışmalarla girdi. Marmara Denizi bu kabotaj tartışmalarının odak noktalarından birisi oldu. II. Meşrutiyet döneminin savaşları, ilhakları, boykotları altında gelişen milli ekonomisiyle kabotaj tartışmaları da bir egemenlik mücadelesine döndü. Güvenlik kaygılarının iyice arttığı Dünya Savaşı öncesi, Marmara Denizi, Osmanlı devlet adamları için mutlaka egemen olunması gereken bir deniz haline gelmişti. Kabotaj Kavramı ve Problemin Ortaya Çıkısı Deniz kabotajı, bir ülkenin bir limanından alınan yük ve yolcuların aynı ülkenin diğer bir limanına deniz yoluyla taşınması anlamına gelir. Devletler çok kere ticaret filolarını himaye maksadıyla kabotaj seferlerini kendi bayrağını taşıyan gemilere hasrederek yabancı (bayrak taşıyan) gemileri bundan men etmişlerdir. Kabotaj tekeli uluslararası hukukta bağımsız devletlerin tabii bir hakkı olarak tanınmıştır1. Kabotaj tekeli modern anlamda merkeziyetçi, korumacı milli ekonomik anlayışın o ülke sahillerine yansımış sekliydi. Osmanlı Devleti ekonomik yapısı gereği, 40 artı ürünün ihraç edildiği, ülkede sıkıntısı duyulan malların karşılanmasını hedeflendiği, gümrüklerinden önemli gelirler elde edildiği klasik dönem ekonomik anlayışında, yabancıların deniz faaliyetlerini henüz kavram olarak da gelişmemiş kabotaj tekeli gibi kaygılarla sınırlama eğiliminde olmayacaktır. Deniz ticareti ve hakimiyeti bakımından bir değişimi başlatan Avrupa ülkeleri, zamanla Osmanlı denizlerine, sahillerine daha çok gelmeye başladılar. İmparatorluk yönetimi merkeziyetçi devletler gibi sahillerine karşı tek tip bir tutum içinde değildi. On sekizinci yüzyılın sonlarında ve on dokuzuncu yüzyılın başlarında, yabancıların faaliyetlerinde Karadeniz karsısında ketum, Boğazlar ve Marmara konusunda güvenlik ve endişe kaygılarının ön planda olduğu bir anlayış hakimdi. Uzak sahillere doğru gidildikçe yerel dinamikler önem kazanıyor, merkezi hakimiyet de sembolikleşiyordu. İmparatorluk Anadolu ve Rumeli sahilleri için özellikle İstanbul’a doğru akan iaşe yolları sebebiyle, az-çok ortak politikalar geliştirmişti. Osmanlı klasik dönem sahilleri, çağına, yapısına uygun olarak mutlak bir kurallar bütününü içermeyen, sahillerdeki eski gelenek ve teamülleri dikkate alan bir imparatorluk örgüsüyle yönetiliyordu. Avrupa’da ekonomik gelişmeler, değişen ticaretin hacmi ve biçimi Osmanlı sahillerini hızla dolduran Batı gemileriyle değişen dengeler özellikle on dokuzuncu yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı sahillerindeki bu yapıyı zorlayacaktır. Batı milli ve mer- keziyetçi devletlerle beraber sahillerine her noktadan eşit bir mesafede yaklaşan bir hukuk, ekonomik anlayış ve politikalara yönelmişti. Bunun sahillerindeki görünümü kabotaj tekelini yalnızca kendi tebaasına ve bayrağına tanıyan uygulamalardı. Fransız İhtilali öncesi ve sonrası gelişen Avrupa (uluslararası) hukuku bu uygulamayı güçlendirdi. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında Osmanlı Devleti’nin gündemine giren kabotaj kavramı ve tartışmaları Avrupa’nın ekonomik yayılması ve buharlı gemi teknolojisinin geliştirilmesiyle yakından ilgilidir. Tanzimat hem köklü bir dönüşüm kararının verildiği ve uygulandığı bir dönemdi hem de Batı’nın ulaştırma teknolojisinde bir devrim yarattığı buharlı gemilerin Osmanlıya giriş dönemiydi. Yelkenli dönemi anlaşmalarında kabotaja dair kaygı ve hassasiyetin olmayışı dikkati çeker. Avrupa ekonomisinin yayılması ve Osmanlı pazarının Batı’ya açılmasıyla başlayan surecin araçları olan buharlı gemiler, 1830’lardan itibaren Osmanlı sahillerinde görülmeye başlandı. Merkeziyetçi bir yapı oluşturmak için yola çıkmış Tanzimat’ın yanında geleneksel yönetim anlayışından kaynaklanan yerel teamüllere endeksli bir yönetim anlayışı da reformlar dönemine taşınmıştı. Dolayısıyla kabotaj tartışmaları Tanzimat’ın eski ile yeni arasında gidip gelen tartışma ortamında başlamıştır. Osmanlı yetkilileri, tüm sahilleri konusunda tek bir uygulama örneği, birliği öneren merkeziyetçi reform anlayışıyla eski geleneksel teamül ve yaklaşımlar arasında kalmıştır. İmparatorluk bir taraftan uluslararası hukukun bütün bağımsız devletlerin tabii hakkı olarak tanıdığı kabotaj tekelini oluşturmaya çalışırken, bir taraftan eski geleneklerin getirdiği ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyordu. Klasik dönemden taşıdığı farklı sahillere farklı yaklaşımlarla, Batı’dan aldığı ve aynı zamanda karşılaştığı bütün sahillerdeki egemen hukuku temsil eden kabotaj konusunda ikilemde kalındığı söylenebilir. Şüphesiz bu tereddüdü besleyen başka sebepler de vardı. Örneğin ihtiyaç güdüsü. Avrupa ekonomisinin talebiyle imparatorluğun ticareti hızla artmaya başlamıştı. Her yerden, sahillerine iskelelerine vapur işletilmesi istekleri yağıyordu. Bu talepler karsısında Avrupa’dan alınan vapurlar yetmediği gibi donanma için alınmış vapurlar ticari seferlere yönlendirilmişti. Buna rağmen artan ticaret ve ihtiyacın doğurduğu boşlukla yabancı vapurların Osmanlı sahillerini hızla istilaları ve egemen olmaları engellenemedi. Devlet, kabotaj tartışmaları devam ederken bir taraftan kumpanyaların faaliyetlerini sınırlandırmaya ve kontrol altına almaya çalışırken, diğer taraftan posta çantalarını, askerlerini, erzak ve iaşesini, sıkıştığında göçmenlerini taşımak üzere bu kumpanyalarla anlaşma yoluna gidiyor veya gitmek zorunda kalıyordu. Bunlar bir taraftan merkezileşmeyi desteklerken bir taraftan da limanları Avrupa ekonomisinin bir parçası haline getiriyor yani imparatorluğun ekonomik olarak parçalanmasına yardımcı oluyordu. Avrupa ekonomisinin Osmanlı sahillerindeki ihtiyacı ve faaliyeti de artarak devam etmişti. Bu sebeple Osmanlı sahilleri yabancı devletlerin ekonomik ve siyasi baskılarına gittikçe daha fazla maruz kalmaktaydı. Osmanlı için ise merkeziyetçi arayışlar artıkça kabotaj tekeli ihtiyacı da arttı. İmparatorluğun ömrünün sonlarına doğru milli ekonomi sesleri yükselmeye başladıkça, bu ekonomik anlayışın ürünü ve sonucu olan kabotaj istek ve tartışmalarıyla beraber tepkiler yükselmeye başladı. Bu tartışmalar ilişkilerin kırılacağı I. Dünya Savaşı öncesine kadar geldi, hatta Cumhuriyetin ilk yıllarında kabotaj kanunun çıkarılmasına kadar devam etti. Kabotaj Tartışmalarının Araçları Kabotaj tartışmaları hiç kuskusuz hukuki zeminde yapıldı. Kabotaj tekeli milli ekonomilerin ve gelişen ulaşım teknolojisinin ortaya çıkardığı sorunları halledebilmek için ortaya çıkmış bir kavramdı. Osmanlı Devleti’nin on altıncı yüzyıldan beri imzaladığı anlaşmalarında böyle bir kavrama ait bir madde yoktu. Fakat Osmanlı Devleti on dokuzuncu yüzyılda bu sorunla karsı karsıya kaldığı zaman kabotaj yapma hakları olduğunu iddia eden devletlerin en büyük dayanaklarından birisi on yedinci yüzyıldan beri imzalanmış olan bu antlaşmalardı. Devletlerin kendilerine kabotaj yapma serbestisi tanıdığına dair delil olarak ileri sundukları eski antlaşmalardan bir kısmının seyri sefaine dair bazı hükümleri su şekildeydi. “Gemilerin memalik-i mahrusenin liman ve iskelelerinde emin ve salim gelüb ve yatub ve alışverişin idip akçeleriyle zer ü zahirelerin alub gemisine mani olunmayub rencide ve remide eylemeyeler” (İngiltere 1086). “Gemiler memalik-i mahruseme geldiğinde hıfz ve siyanet olunub emniyet ve salim geri gideler” (Fransa 1153). “ Reaya ve beraya canibinin berren ve bahren bila-mani ticaretleri caiz olub Prusyalıların bayrak ve patentesiyle yürüyen aslı Prusyalı ve memalik-i mahruse iskelelerine ve limanlarına emtia ve eşyalarıyla vürud ve meks ve avdet eylediklerinde rencide olunmayub…” (1175 Ahitnamesi)…2. Bu maddeler, kabotajla ilgili her tartışmada Osmanlı hukukçularının önüne gelmişti. Osmanlı yetkilileri bu maddelerin kaleme alındıkları tarihlerdeki şartlardan doğdukları gerçeğine işaret ederek, yabancı devlet gemilerine verilmiş olan seyri sefer serbestisinin, on dokuzuncu yüzyılda kabotaj olarak adlandırılan sahil ticareti yapma hakkını içine alacak şekilde genişletilerek yorumlanamayacağını belirtilmişlerdi. Babıali’nin bu antlaşmalarda, yalnız mensup olduğu ülke limanlarından çıkıp Osmanlı sahillerine gelip, ticaret yapan ve geri dönen yabancı gemiler için Osmanlı sularında serbestçe dolaşmalarının taahhüt ettiği ifade edilmişti. Dolayısıyla ellerinde ahitnameler bulunan yabancı devletlerin bu maddelere istinaden küçük kabotaj hakkını iddia etmeleri doğru değildi, fakat antlaşmaların genişletilerek yorumlanması bu devletlerin Osmanlı üzerinde elde ettiği ekonomik, siyasi güç ve nüfuzdan kaynaklanıyordu3. Yabancıların kabotaj iddiaları klasik dönem antlaşmalarının üzerinden yapılan itirazlarla kalmıyordu. On dokuzuncu yüzyılda yapılan bir dizi antlaşmaya istinaden de kabotaj iddialarını ileri sürmüşlerdi. Bunlardan birisi Yunan Hükûmetiyle imzalanmış olan Kanlıca Antlaşması’nın onuncu maddesiydi. Bu maddede “…emtianın bir limandan diğerine nakil ve irsal olunmasından ibaret olan ticaret en ziyade mahzar-ı müsaade olan gerek yerli ve gerekse ecnebi sefainin mecbur oldukları vazifeleri icra ve mükellef oldukları rüsumatı ödemek şartıyla serbestçe icrasına…” müsaade edildiği belirtilmişti4. Fakat Osmanlı hukukçuları Kanlıca Antlaşması’nın özel surette Yunan gemilerine bu hakkı veren maddesinin, Yunan hükümeti ile daha sonra imzalanan ticaret anlaşması hükmünce en ziyade mahzar-ı müsaade-i millet muamelesi getirilerek feshedilmiş olduğunu iddia ediyorlardı5. Yabancıların iddialarını dayandırdıkları antlaşmalardan birisi de 1838 Belçika Antlaşması’nın on birinci maddesiydi6. Elbette ki bu maddeleri, bütün devletler açısından tamamlayan ve itirazlarına dayanak noktası oluşturan ifade ise “en ziyade mahzar-ı müsaade” idi. Bütün devletlerin yararlanmasına imkân tanıyan ve kapitülasyon kelimesinin anlamını tamamlayan bu maddelerin geniş yorumlamaya açık olması iddialara maruz kalan Osmanlı devlet adamlarının hareket alanını sınırlandıracaktır. Kabotajla ilgili tartışmalarda tarafların üzerinde anlaşamadığı pek çok konu vardı. Özellikle anlaşmalardaki kelime ve kavramlara tarafların yükledikleri anlamların farklı olması temel tartışma alanından bazılarıydı. Mesela “liman” kelimesi için Fransızca metinde “échelle” kelimesi kullanılmıştı. Osmanlı yetkililerine göre bu kelime dış ticarete açılan liman demekti. Fakat İngilizler için bu kelime sadece liman demek olup başka hiçbir özel mana taşımıyordu7. Keza benzer bir tartışma da nehirlerin (Tuna ve Boyana) serbestiyeti konusunda yaşanmıştı. Osmanlı Devleti’nin Pasarofça Antlaşması ile ilgili olarak, antlaşmada geçen Latince “porto”, tabirinin eğer açıkça, ismen zikredilmişse deniz limanı, zikredilmemişse nehir iskelesi manasına gelmesi gerektiği fikrini de ileri sürmüştü. Ayrıca Avusturya tüccarının kendi gemisiyle değil Osmanlı gemisiyle Karadeniz’e çıktıktan sonra buradan başlayarak gitmek istediği herhangi bir iskele olarak yorumlanması gerektiğini ifade ediyordu8. Bu tartışmaların Osmanlı açısından bir diğer boyutu, karsısında yer alan ülkelerin coğrafi olarak tanımlanmasından kaynaklanıyordu. Osmanlı yetkilileri, ülkeleri “büyük - küçük”, “mücavir-uzak” gibi tanımlayarak iddialarını geçiştirme veya faaliyetlerini sınırlandırmaya çalışacaktır. Bunun bir örneği Karadeniz’in ticarete açılması konusunda Küçük Kaynarca Antlaşması sonrası yaşanan süreçte görülebilir. Osmanlı Devleti boğazlardan 41 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 geçerek Karadeniz’e ulaşma konusunda öncelikle büyük devletlere izin vermek zorunda kalmış, Avrupa’nın diğer küçük devletlerini 1830’a kadar oyalamıştı9. Osmanlı benzer bir ayrımı I. Dünya Savaşı öncesine kadar gittikçe artan faaliyetleri sebebiyle yine Marmara sahilleri için Yunanistan, Romanya gibi (mücavir) ülkeler için yapmaya çalışmıştır. Kabotaj tartışmalarının bir başka boyutu coğrafi kavram ve yerler üzerinden yapılmasıydı. Liman, körfez, koy, nehir ve göl, iç deniz gibi genel kavramlar ve bunların Boğaziçi, Marmara, Akdeniz, Karadeniz, Tuna, Fırat- Dicle, İskorda Gölü, Boyana Nehri, Kesendire ve İzmir Körfezleri gibi coğrafi örnekleri tartışma zemini olmuştu. İmparatorluk kabotaj konusunda tüm sahillerini içeren tek bir politika geliştir[e] memişti. Zaten uluslararası hukuk, Osmanlı gibi merkezden uzaklaştıkça yerel dinamiklere ve güç odaklarına önemli hareket alanı tanıyan imparatorlukları değil, gelişimiyle merkeziyetçi, milli devletlere hitap ediyor ve bu yapıları destekliyordu. Bu sebeple Osmanlı tarafından ileri sürülen fikirler, imparatorluğun diğer sahillerine atfen gösterilen emsallerle karsı iddialara maruz kalıyor ve kabul edilmek istenmiyordu. Genellikle böyle durumlarda hukuk dışında başka argümanlar da özellikle ekonomik ve siyasi nüfuz işin içine dahil oluyor, sonuçta Osmanlı yetkilileri ya geri adım atmak zorunda kalıyorlar ya da problemler halledilemeden sürüp gidiyordu. Tartışmanın bir başka coğrafyası olan göller ve nehirlerde, Tuna gibi uluslararası statüsü ve Fırat ve Dicle gibi ruhsat alınmış yerler hariç, yabancıların girmesine müsaade edilmemişti10. Özellikle Avusturya, Pasarofça Antlaşması’nın tüccarlarına, kara, deniz ve nehirlerde serbest ticaret ve Avusturya gemilerinin Karadeniz’e çıkmamak şartıyla Osmanlı’nın Tuna iskelelerine serbestçe girip çıkmaları konusundaki ikinci ve yedinci maddelerine istinaden nehirde vapur işletme hakkı olduğunu iddia etmişti11. Bu madde eğer serbestlik esas alınarak yorumlanırsa Avusturya, istisnasız Osmanlı Devleti’nin bütün sularında tam bir serbestiye kavuşuyordu. Bu yüzden Osmanlı Devleti, Avusturya’nın bu iddialarını çürütmeye çalışmıştır. Avusturya’nın Osmanlı Devleti ile imzaladığı 24 Şubat 1784 tarihli ticaret senedinin birinci ve altıncı maddelerine göre ileri sürdüğü deliller, Osmanlı tarafından bu hükümlerin yalnızca Tuna’yı ilgilendirdiği seklindeki bir açıklamayla geçiştirilmeye çalışılmıştı. Zistovi Antlaşması’nın üçüncü 42 maddesindeki “nehren” tabirinin bütün nehirleri içermekte olduğu yönündeki iddiaların ise üzerinden hayli zaman geçtiği için hükümsüz kalmış olmaları gerektiği ifade edilecektir12. Nehirler konusunda yaşanan tartışmalardan birisi de Narda Nehri ve kollarıyla ilgili olarak Yunanlılarla yaşanmıştı. Narda Nehri iki kol halinde Osmanlı topraklarından doğmakta daha sonra birleşerek Narda adını almaktaydı. Bu nehrin aşağı kısmı iki devlet arasında sınır teşkil etse de yukarıya doğru yalnız Osmanlı sınırları içerisindeydi. Loros (Arasto, Araktos?) Nehri de Osmanlı topraklarında doğmakta ve Osmanlı topraklarında denize dökülmekteydi. Yunanistan ticaret antlaşmalarını, Avusturya ve Tuna örneğini, Preveze Körfezi’nde seyri sefer serbestisini kanıt göstererek bu nehirlerde kabotaj yapma hakkı olduğunu iddia etmişti. Osmanlı deniz ve nehirlerinde yabancıları kabotaj yapma konusu ile ilgili olarak Şura-yı Devlet Reisi Hasan Fehmi Paşa başkanlığında bir komisyon oluşturulmuş ve durumu tetkik etmişti. Anlaşmalarda tabi oldukları müsaadeler çerçevesinde mavna, salapurya işletmek isteyen yabancıların esnaflık olarak nitelendirilen bu faaliyetlerinde, esnafların tabi olduğu usul ve hukuka tabi olmaları gerektiğini bildirmişti. Buna emsal olarak gösterilmeye çalışılan anlaşmanın Tuna Nehri için yapıldığı ve bu nehirler için emsal teşkil edemeyeceği belirtilmişti. Nehrin küçüklüğü sebebiyle işleyen teknelerin de çok küçük hacimlerde olduğu, Osmanlı ticaretine hizmetleri ve ihtiyacı giderdikleri yönündeki görüşün zayıf olduğu, bu konudaki izin hakkının Osmanlı Hükümeti’ne ait olduğu belirtilmişti13. Kabotaj açısından açık deniz, iç deniz, nehir, göl, körfez gibi coğrafi bölümlemeler için farklı argümanlar geliştirmek gerektiği gibi, ayrıca merkezden uzaklık, meseleyle ilgili muhatap olunan ülkelerin ekonomik ve siyasi güçleri de Osmanlı diplomasisini zorlamıştı. Örneğin Osmanlı yetkilileri, Avusturya’yı emsal gösterip, Boğaziçi ve Tuna Nehri’ni aynı özellikte yerler olarak kabul eden ve Boğaziçi’nde kabotaj hakkı talep eden İngiliz diplomasisinin baskısıyla uğraşmak durumunda kalmıştı14. Bazen Bartın’da olduğu gibi hem deniz hem de nehri içeren kabotaj tartışmaları cereyan etmişti. Oksin (Euxine) adlı İngiliz vapurunun Bartın-İstanbul arasında sefer yapması, Bartın İskelesi’nin denizden içeride olduğu ve nehirlerde seyri seferin Osmanlı tebaasına ait olduğu gerekçesiyle engellenmiş. İngiliz elçiliği ile Osmanlı hariciyesi arasında yıllarca süren davalara yol açmıştı15. Bu mekânlar için çok farklı devletler ve şartlar vardı. Osmanlı yetkilileri Boğazlar, Süveyş, Karadeniz gibi önemli noktalarda bütün devletlerle muhatap olduğu gibi, Trablusgarp ve Adriyatik sahillerinde İtalyanlarla16, Karadeniz’de Ruslarla, Ege’de Yunanlılarla, Doğu Akdeniz’de Fransızlarla, Tuna’da Avusturya’yla, İskodra Gölü ve Boyana Nehri’nde İtalya ve Karadağ’la, Kızıldeniz’de ve Basra körfezinde ağırlıklı olarak İngilizlerle uğraşmak durumunda kalmıştı. Adriyatik’ten, Karadeniz’e, Kuzey Afrika’dan Kızıldeniz ve Basra’ya kadar uzanan geniş sahillere ve yakın-uzak kıyılara sahip Osmanlı Devleti, Batı’nın hücumu karsısında kabotaj hukukunu koruma konusunda yetersiz kalıyordu. En etkin ve yetkin olunabilen (belki de tek) yer Boğaziçi’ydi. Ondan sonra hâkim olunmaya çalışılan alan ise Marmara olacaktır. Özellikle II. Abdülhamid devrinde kabotaj tekelinin sahili olan devletlere aidiyeti konusundaki uluslararası kural ve uygulamalar ön plana çıkarılarak yapılmış itirazlar ise her seferinde yabancı diplomatik engellere takılmıştı. Osmanlı açısından bu dönemin en önemli savunması hukuki olmaktan ziyade coğrafi olarak temellendirilmiş olduğu anlaşılan “göl, nehir ve körfezlerde kabotajın Osmanlı bandırasına ait olduğu” seklindeki görüştür. Bu görüşü savunurken Osmanlı yetkililerini her defasında zor duruma sokan hususlardan birisi deniz ticaretini karşılayacak yeterli ulaşım altyapısının bir türlü oluşturulamaması olmuştur. Bir başka boyutu uluslararası deniz hukukuyla ticaret anlaşmalarının (kapitülasyonların) çakıştıkları noktalar olması ve bu noktalarda hangi hukuk kuralının geçerli olacağının tercihiydi. Büyük ve küçük kabotajın nerede başlayıp nerede bittiğinin sınırları veya Osmanlı’nın son dönemi için ikisini birbirinden ayırmak imkânsız hale gelmişti. Kabotaj konusunda, yerli tebaaya tanınan haklar ile anlaşmalarla göre yabancılara tanınan haklar çakısıyordu17. Devletin uluslararası hukuka göre korumacı davranışlar içerisine girmesi karsısında durum hemen itiraza dökülüyor, elçilikler yoluyla siyasileşiyordu. Tartışılan kavramlardan birisi de “imtiyaz” konusuydu. İmtiyazın başkalarının aynı hatta giremeyeceği bir “tekel” olarak değerlendirilmesini yabancılar kabul etmiyor ve eski antlaşmalara aykırı olduğunu ileri sürüyorlardı. Alman bandırası altında Selanik Limanı’nda römorkör işleten Con Kapel’in engellenmesi üzerine Alman sefareti, anlaşmalara aykırı bu durumu Şirket-i Hamidiye lehine bir tekel oluşturacağını ifade ederek itiraz etmişti. Sefarete, limanlar dahilinde eşya ve insan taşımacılığının ve gemi çekme hakkının uluslararası hukuka göre yerli tebaaya ait olduğu belirtilmişti. Fakat Osmanlı Hükümeti’nin yapmış olduğu anlaşmalar bu kurala aykırı maddeler içerdiği gibi, 1890 tarihli ticaret anlaşmasında, tekele dair hükümlerin hiçbir ecnebinin malik olmadığı bir liman dahilinde uygulanamayacağı belirtilmişti18. Tartışmaların diğer boyutu deniz araçlarının vasıflarıyla ilgiliydi. Vapur, sefine, murakıb-ı kebire ve sagire, istimbot, römorkör, mavna … gibi araçların antlaşmalarda ayrıntılı olarak tanımlanmaması veya konu edilmemesi, bunların yapmış oldukları faaliyetlerin de tanımlanmasını tartışma alanı haline getiriyordu. Keza teknik bir alan da yine antlaşmalarda yolcu ve emtia gibi taşınacak unsurlar arasında bir ayırım yapılmamasıydı19. Kavramlar, ülkeler ve coğrafya zemininde sürdürülen bu tartışmalarda Osmanlı açısından yüzyılın sonlarından itibaren egemenlik, milli ekonomi, deniz ticaretinin mutlaka iyileştirilmesi, yerli-yabancı sermaye, boykot gibi yeni argümanlar katılmaya başladı. 3. Boğaziçi ve Marmara’da İlk Seferler ve Tartışmalar 1837’de Boğaziçi’nde İngiliz ve Rus vapurları görülmeye başlanmıştı. Bunlar başlangıçta gemi çekmek için gelmişlerse de giderek çoğalmışlar, engel olma çabalarına rağmen yolcu taşımaya başlamışlardı20. Marmara hattına tersane vapurları ilk defa 1843 yılında girmişti. Bu zamana kadar Gemlik, İzmit, Bandırma ve Tekirdağ ile İstanbul arasındaki vapur seferleri yabancı şirketler tarafından özellikle bir Rus şirketince yürütülmekteydi. 1843’te tersane vapurlarına yer açabilmek için yabancı vapurların faaliyetlerine sınırlama getirilmeye çalışılmıştı. İstanbul’a gelmiş ve civar iskeleler arasında sefer yapan Amerikan vapurunun izin almadığı gerekçesiyle seferlerine engel olunmak istenmişti. Osmanlı yetkilileri Amerikalıların emsal olarak gösterdikleri, Avusturya kumpanyasının faaliyetlerini, anlaşmalarla yapılmış özel bir alan olarak değerlendirmişlerdi. Amerikan vapuruna ruhsat verilmesi halinde diğerlerine de emsal teşkil edeceği ve sorunun Amerikan vapurunun faaliyetine başlamadan önce izin almaması olduğu belirtilmişti. Vapurun, Osmanlı kanunlarına uygun hareket etme şartıyla seferlerine izin verilmesi için yapılan isteğe Osmanlı yetkilileri, Osmanlı kumpanyasına girmesi karşılığında masrafları kendisine ait olmak üzere (Osmanlı yetkilileri bir vapurun işletme masrafları konusunda bilgileri olmadığı ve kaptanı tarafından kabul edildiği taktirde) kârdan % 10 önermişlerdi21. Kabotaj tartışmalarında Osmanlı yetkililerine bir hareket alanı tanıyabilecek bu teklifin kabul edilmediği anlaşılmaktadır. Vapur sahiplerine bir nevi kiralık olarak yapılan ikili anlaşmalarla kullanmayı amaçlayan süreç bu şekilde işlememiş, zamanla yabancı kumpanyaların yayılması ve kendi bayrakları altında kabotaj yapabilmeleri şeklinde gelişmiştir. Fevaid-i Osmaniye 1849’da Gemlik hattına da vapur işletmeye başladı. Tersane vapurlarının işletilmeye başlanmasından bir müddet sonra İstanbul ile Gelibolu arasında gerek Rumeli ve gerek Anadolu yakasında yabancı vapurların sefer yapmaları yasaklandı. Buna rağmen bazı şirketler seferlerini kesmemekte ısrar ettiler. 1879’da Tekirdağ, Mudanya, İzmit ve Bandırma olmak üzere Marmara’da dört ayrı hatta İdare-i Mahsusa’nın vapurları isliyordu22. Fransız, Rus ve İngiliz vapurlarının Boğaziçi’nde bazı iskelelere yolcu taşımasıyla başlayan tartışmalar 1851’de Şirket-i Hayriye’nin kurulup Haliç ve Boğaziçi’nde işletme tekeli verilmesiyle devam etmiş, çevre iskelelere doğru nüfuzunu genişletme çabaları yabancı ülkelerin itirazlarına sebep olmuştu. Yabancı vapurlar şimdiye kadar pek çok kazaya sebep oldukları halde uluslararası deniz ticaret hukukuna dayanarak yerli kontrol ve denetimden uzak kalmaları ve Osmanlı sahil ticaretine el atmaları yetkilileri rahatsız etmişti. Osmanlı hariciyesi, yabancı gemilerin Boğaziçi’ne işlemeleriyle diğer Osmanlı sahillerine işlemesini ayrı meseleler olarak görmüş ve İstanbul Limanı’na dahil sayılması gereken Boğaziçi’nde yolcu taşımayı antlaşma hükümleriyle hiçbir devlete müsaade edilmeyen kayıkçılık sanatını icra etmek seklinde değerlendirmişti. Osmanlı yetkilileri, sahil deniz ticaretiyle Boğaziçi’nde vapur işletmenin hiçbir ilgisi olmadığını savunmuştur. Bir diğer husus ise Osmanlı Hükümeti’nin İngilizlerin Osmanlı sahillerinde bir iskeleden diğerine kargo taşıma hakkını tanımalarına rağmen yolcu taşıma maddesini reddetmeleriydi23. Vapurlar için kârlı bir alan olan yolcu taşıma isini Osmanlı bandıralı gemilere kazandırma çabası gerçekte “küçük kabotaj” denilen Osmanlı limanları arasındaki seyri seferle- rin Osmanlı bandıralı gemilere ait olması gerektiği seklindeki genel teze zarar veriyordu. Osmanlı yetkilileri yabancıların fiili durumlar üzerindeki kazanımlarından geçici haklar koparmaya çalışmaktaydılar. Osmanlı 1853’te getirdiği sınırlama ile Ayastefanos, Gemlik, Karamürsel, İzmit Körfezi, Adalar, Kadıköy ve Boğaziçi’nin Anadolu ve Rumeli kavaklarına olan sahillerdeki iskelelerini İngilizlere (yabancı gemilere) kapatmak istedi. 1860 yılında Osmanlı Hükümeti İstanbul- Kadıköy arasındaki yabancı bandıralı gemilerin yolcu taşımasını tekrar yasaklamaya çalıştı. Osmanlı yetkilileri İngilizler karsısında Haliç’i “liman” buradaki faaliyetleri de limandaki “esnaflık nevinden kayıkçılık” olarak kabul ettirmişlerdi. Osmanlı siyasileri bu liman kavramını daha sonra Boğaziçi’ne, Kadıköy’e ardından da civar iskelelere ve Marmara’ya doğru genişletmek istediler. Fakat İngilizler daha Kadıköy sınırlarında duruma itiraz ettiler ve direndiler24. 1872’de İdare-i Aziziye’ye fırsat yaratmak isteyen Osmanlı yetkilileri İngiliz vapurlarının İstanbul, Maltepe, Kartal ve Pendik arasında yolcu taşımasını yasaklamıştı. Osmanlı hükümeti yabancı gemilerin iskelelerine uğramasına engel olmak niyetinde olmadığını sadece “küçük kabotaj” yapmasına müsaade edilemeyeceğini öne sürdü. İngiliz yetkilileri, kargo yolcu taşımacılığı ve İstanbul limanının kapsadığı alan konuları merkezli olarak itiraz ettiler. Eski antlaşmaların kendilerine bu hakları tanıdığını iddia ettiler. İngilizlerin, kendi sahil ticaretini Osmanlılar dahil bütün yabancılara açık tuttuklarını dolayısıyla kendilerinin de bu hakka sahip olmaları gerektiği şeklindeki iddiaları dikkat çekiciydi25. 1881 yılında Hariciye Nazırı Asım Paşa, İngiliz Büyükelçisi’ne Osmanlı kara sularında kabotaj tekelini geri alma hakkının Osmanlı Devleti’nin kendi elinde olduğunu, Marmara ve diğer Osmanlı sahillerinde sahil deniz ticareti yapan yabancıların kabotaj hakkının devamı konusunda hiçbir uluslararası kural yoktur görüşünü ileri sürmüştü. Osmanlılar 1882’de gemi çekmek ve sahil deniz ticareti yapmak gibi islerin Osmanlı gemilerine mahsus olduğunu ilan etmişler, ancak uluslararası hukukta sağlanan sahil deniz faaliyetlerinin serbestliğine dokunulmayacağını belirtmişlerdi. 1894 yılında sefirlere dağıtılan takrirle Marmara Denizi’nde yabancı bandıralı gemilerin yolcu ve kargo taşıması bir kez daha yasaklanmaya çalışılmıştı. Marmara sahilindeki küçük iskelelerde ka- 43 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 rakol ve gümrük idaresinin bulunmaması, bu tür gemilerin silah ve mermi kaçakçılığı yapmakta olmaları, uluslararası hukukun iç sularda büyük veya küçük fark etmeden bütün kabotajı o ülkenin tekeline veren kuralı bu yasaklamanın sebepleri olarak gösterilmişti. Kararın arkasında İdare-i Mahsusa’yı korumaya yönelik anlayış yatmaktaydı26. Bu tartışmaların genelde Fevaid-i Osmaniye’den İdare-i Mahsusa’ya uzanan çizgide Osmanlı gemilerinin bu hatlardaki etki ve karlılığını artırmak için atılmış adımlar olduğu anlaşılmaktadır. Her müdahale, kabotaj tartışmalarını yenilemişti. Gerçekte Haliç’in, İstanbul Limanı’nın, Boğaziçi’nin ve Marmara’nın nerede başlayıp nerede bittiğine, hangisinin liman, hangisinin iç deniz olduğuna, yolcu veya yük taşıma yetkisine yalnız antlaşmalar değil, daha çok ekonomik, siyasi ilişkiler ve nüfuzun belirlediği yorumları, karar veriyordu. Dolayısıyla Osmanlı açısından bu aynı zamanda Haliç içinden başlayan Boğazlar, çevre iskeleler, Marmara seklinde genişletilmeye çalışılan bir egemenlik mücadelesiydi. Marmara’da Kabotaj Tartışmalarının Artışı Osmanlı diş ticaretinde 1890 sonrası yeni bir genişleme dönemi yaşanacaktır. Ülke içindeki demiryolları yatırımlarının hızlı artısıyla dikkati çeken bu dönemde Osmanlı ekonomisi toprak ve nüfus kaybına rağmen hızla büyüdü. Osmanlı hammaddelerine olan talep arttı. Deniz ticaretinde ise egemenliğin iyice kaptırıldığı (hissi), kumpanyaların yabancı tabiiyetine kaçtığı, (milli) tepkilerin yükseldiği ve denizcilik konusunda da milli ekonomi, fikir ve arayışlarının geliştiği bir dönem olarak karsımıza çıkar. Bir çok yeni denizcilik Şirketleri kurulmuş olmasına rağmen, Batı ekonomisi ve denizciliği karsısında adeta bir çöküş yaşanmıştı. Çünkü Osmanlı denizcilik sektörünün, bütün şirketleşme çabalarına, boykotlarla destekli milli denizcilik eğilimlerine, Osmanlı Şirketleri ve bandıralı gemilerin artmasına rağmen, dış ticaretteki payı iyice küçülmüştü. Bu şartlar altında Osmanlı yetkilileri için deniz ticareti ve hakimiyeti merkezden çevreye doğru gidecek şekilde hassaslaşmıştı. Marmara denizi iki tarafındaki Boğazlarıyla, çevresinde sıralanmış ve gittikçe artan ticaret hacmine sahip iskeleleriyle bu kapasiteye cevap veremeyen İdare-i Mahsusa’dan kalan boşluğu dolduran ve sayıları gittikçe artan yabancı vapurlar sebebiyle yeni tartışmalara merkez oldu. Marmara, Osmanlı yetkilileri ve aydınları 44 tarafından merkeze yakınlığı, boğazlarla çevrili bir iç deniz olan coğrafi konumu sebebiyle kabotaj meselesinde ilk kurtarılacak (veya kurtarılabilecek) sahiller olarak görülmüştü. Kabotaj meselesi, Meşrutiyet sonrası Trablusgarp ve Balkan savaşlarıyla yaşanan gerginliklerin yükselttiği güvenlik kaygıları ve boykotlarla gelen yeni tartışmalara konu oldu. Aslında kabotaj tartışmalarında Osmanlı yetkilileri uzun zaman hukuki mücadele vermiş, getirmeye çalıştıkları yasaklamalarla vapur idaresine ve Şirketlerine fırsatlar yaratmaya çalışmışlardı. Fakat yabancıların ekonomik ve siyasi nüfuz ve üstünlüğü, çok hızlı artan ticaret, idarelerin kötü̈ yönetimleri… gibi sebepler Osmanlı yetkililerinin rekabet ederek kabotajı fiilen ele geçirme istek ve çalışmalarının başarılı olmasını engellemişti. Osmanlı sularındaki kabotaj meselesi yabancı sefaretler ile eskiden beri anlaşmazlık konusu olmasına ve eski antlaşmalardan kaynaklanan hukuki temellerini dile getirilmesine rağmen tartışmalar hep aynı noktalarda takılmış görünmektedir. Bu sebeple 1890’lardan sonra sık sık, yeni yapılacak ticaret antlaşmalarına atıfta bulunularak kabotaj konusunun Osmanlı lehine açık ve net bir şekilde yer alması gerektiğini vurgulamışlardı. Yabancı baskısı karsısında da en azından Marmara Denizi, İzmir Körfezi ve Boğaziçi gibi kapalı (iç) sularda kabotajın Osmanlı gemilerine bırakılması seklinde bir orta yol ile halledilmesi önerilmişti. Yürürlüğe girmesi beklenen bu antlaşmalarla Kabotaj meselesinin bertaraf edileceği ümit edilmekteydi. Ayrıca küçük kabotajın kazanılmasının, büyük kabotajın gelişmesine de katkıda bulunacağı düşünülüyordu. Fakat Avrupa devletlerinin bir taraftan eski antlaşmaları alabildiğince geniş yorumlamaları ve kabotaj yaparak kazanmış oldukları fiili durumdan vazgeçmek istememeleri sebebiyle görüşmeler bir türlü istenilen sonuca bağlanamıyordu. Osmanlı yetkilileri İngiliz bandıralı küçük vapurların, Arabistan ve Akdeniz iskelelerine uğrayarak devamlı kaçakçılık yaptıklarını belirterek kontrol ve denetim isteklerini dile getirmişlerdi. Fakat İngilizler, “vapurlarının Osmanlı sahilinde seyri sefer yapma yetkilerinin anlaşmalardan kaynaklandığını ve hükümetin isteğine uyulamayabileceği” cevabı ile reddetmişlerdi27. Yeni anlaşma yapılıp yürürlüğe girinceye kadar kabotaj konusundaki anlaşmazlığın bertaraf edilmesi mümkün görünmüyordu. Osmanlı, görüşmeler devam ederken Marmara’da işlemekte olan bazı yabancı devletlerin vapurlarına (İngiliz bandırası taşıyan Helen vapuru gibi) engel olmak istemişti. İngilizler henüz görüşmeleri yapılmakta olan, yürürlüğe girmemiş anlaşmadan dolayı vapurlarının engellenmesine hemen itiraz etmişlerdi. Fiilen yabancıların Marmara Denizi’nde kabotaj yapmaları engellenemiyordu. Bunun üzerine Osmanlı hariciyesi devam etmekte olan görüşmelere zarar vermemesi için yerel idarelerin bu tür hareketlerden kaçınmasını istemişti28. Bütün engelleme çabalarına rağmen yabancı vapur kumpanyaları İstanbul-Marmara Körfezi arasında sefer yapmaya devam ettiler. Bunlar arasında Marmara Kumpanyası ve Rus bandırası taşıyan bir takım vapurlar vardı. Yabancı vapurlar Marmara Denizi’nde izin almadan seferlere başlamakta, bundan sonra da seferlerini iptal ettirmek mümkün olmamaktaydı. 1902 yılında yabancı veya yerli olsun, yalnızca Osmanlı limanları arasında veya Osmanlı ile yabancı limanlar arasında vapur işletmek isteyenlere, en azından gerekli tetkikler yapıldıktan sonra ruhsat verilmesi ve seferlere ondan sonra başlamaları usulü getirilmeye çalışılmıştı29. Uzun yıllardır süren diplomatik tartışmalarla bir yere varamayacaklarını bilen müşavirler bu tartışmaların alınacak fiili tedbirlerle desteklenmesi gerektiğini belirtmişlerdi. Her seferinde mütekabiliyet esasını ileri süren İngiltere ve diğer bazı devletler kabotaj hakkını kendi tebaasına vererek iç denizlerde yabancı gemi seyir ve ticaretini yasaklamıştı. Fakat bunu kanuni hükümlerle değil halk indinde rağbet gören, kaliteli yerli ulaşım Şirketlerinin sağladığı geniş ve yoğun bir trafikle yapmışlar ve yabancı firmaları tamamen saf dışı bırakmışlardı. Dolayısıyla Osmanlı sahillerinde de böyle bir fiili durum oluşturulmaya çalışılması gerekiyordu. Fakat bunun için yabancı gemilerle Osmanlı gemilerinin mükellefiyetlerinin birbirlerine yaklaştırılması gerekmektedir. Çünkü Osmanlı gemileri yabancılardan kat kat fazla vergi vermekteydi. Yaptıkları rekabete ve halkın gösterdiği ilgiye rağmen bu Şirketler gelişememişti. Yerli Şirketleri korumak için iki yol vardı. Birincisi yabancı gemileri Osmanlı gemileri yanına çekmek yani yeni vergiler koymaktı. Fakat defalarca teşebbüse rağmen elçiliklerin müdahaleleri sebebiyle bu mümkün olmamıştı ve olacak gibi de görünmemekteydi. Dolayısıyla Osmanlı gemilerinin ödedikleri vergilerde ciddi indirimlere gidilerek teşvik edilmesi gerekmekteydi. Ayrıca Osmanlı bandırası altındaki şirket ve her çeşit geminin, tekellerden kayıtsız bir şekilde bütün Osmanlı limanlarına ve iskelelerine gidip gelmelerine izin verilmesi de yine alınacak tedbirler arasındaydı. Abdülhamit döneminin hassasiyetlerini taşıyan bu rapora göre yabancı gemilerin, ateşli silahlar patlayıcı maddeler, yasak eşyalarla beraber artan hakimiyetleri ve gittikçe yükselen güvenlik tehditlerinin de önüne geçilebilirdi30. II. Meşrutiyet Sonrası Kabotaj Tartışmaları II. Meşrutiyet dönemi kabotaj tartışmalarına yeni bir hız getirdi. Yabancılar için iddiaları, tezleri ve hareket tarzlarında bir değişme olmamıştı. Fakat Osmanlı açısından İttihat Terakki ile beraber kabotaj tartışmalarında değişik argümanlar kullanılmaya başlanmıştır. Meşrutiyet’tin ilanıyla birlikte halkın da beklentileri artmıştı. Bu beklentiler yabancıların Osmanlı sahillerindeki faaliyetlerini de etkiledi ve kabotaj tartışmalarını artırdı. Muallim Mehmed Aziz Bey’in 1910 yılında yayınladığı “Büyük Bir Derdimiz (Osmanlı Deniz Ticareti)” adlı risalesindeki “Bindiğimiz ecnebi vapurların intizam ve mükemmeliyetini gıpta etmek yahut seyahat esnasında maruz kaldığımız yokluğundan dolayı memleketimizden dışarıya akıp giden paralarımızı acımak hatırımıza gelmiyor. Gemilerimizi Haliç'ten çıkarmak için ecnebi römorkörlerle, odun ve kömürümüzü nakleden kırık dökük yelken gemilerimizi çekmek için limanlarımızda olan Yunan römorkörlerine, bir iskelemizden diğer iskelemize seyahat için Bulgar vapurlarına, İzmit gibi 3-5 saatlik bir limanımıza gitmek için İngiltere'de seyri sefere izin verilmeyen köhne vapurlara ve daha uzak limanlarımıza gitmek içinde yarım asırlık hurda Mesajeri vapurlarına ihtiyaç duyuyoruz. Bunlar içinde de her gün her saat bin müşkülata bin hakarete bin zararlara uğruyoruz. Gerçekte üç beş müteşebbisimizin bir araya gelmesiyle hükümetimizin de cüzi himmetiyle son verilebilecek bu kötü duruma bir son vermek aklımıza gelmiyor”31 sözleri dönemin havasını özetlemektedir. Mehmed Aziz Bey, II. Meşrutiyet devrinin oluşturmaya çalıştığı milli ekonominin orta sınıf müteşebbislerinden birisi olduğu anlaşılmaktadır. Mehmed Aziz Bey, başarısız olan Marmara’da bir vapur kumpanyası işletme teşebbüsünü anlattığı risalesinde, başarısızlığının sebeplerini ve deniz ticareti hakkındaki gözlemlerini bütün vatandaşların ve Osmanlı yetkililerinin dikkatine sunmuştu. Dönemin yükselen siyasi ve ekonomik şartları içerisinde, “Marmara” vapurunu Mudanya hattına işleterek, Marmara Denizi’nde çalıştırma teşebbüslerinin Yunan boykotunun sürdüğü zamanlara denk düşmesi, boykotun yarattığı ticari boşluk ve fırsatlardan yararlanmak üzere harekete geçtiklerini göstermektedir. Risale, denizcilikle ilgili tayfasından kaptanına, sermayedar ve müteşebbisinden mebus ve nazırlara kadar uzanan siyasetçilerden istek ve tavsiyeleri içeren, kamuoyuna da hitap eden, tepkilerin duygusal, vicdani, milli, dini motiflerle dile getirildiği, heyecanlı ifadelerle dolu, adeta II. Meşrutiyet’in boykot bildirileri üslubuyla yazılmıştı. Mehmed Aziz Bey’in bu teşebbüsü, İdare-i Mahsusa vapurlarının yetersizliği karsısında zorunlu olarak Yunan vapurlarına muhtaç olan Bursa ahalisinin, mebusları Tahir Bey’e müracaat ederek Mudanya, Gemlik ve diğer iskelelere Osmanlı vapurlarının işlettirilmesi konusunda dilekte bulunmalarıyla başlamıştı. Bu sözlerden, teşebbüsün dönemin ekonomik havasına uygun bir fırsat olarak algılanarak Yunan boykotunun açtığı ticari boşluktan faydalanmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü, Mehmed Aziz Bey bu dilek üzerine Debre Mebusu Mehmed Fuad Bey’le “Bursa ahalisini Yunan vapurlarından kurtarmak için” derhal bir Osmanlı vapuru kiralamak ve daha sonra bulunduğu takdirde yeni vapurlar satın alarak işletmek üzere teşebbüse giriştiklerini belirtmektedir. Osmanlı tebaası olan Marmaralı Pandeli’nin, Osmanlı sancağını taşıyan Marmara vapurunu32 alelacele kiralanmış ve ileride yeni vapurlar da bulmak ümidiyle “Milli Şirket-i Bahriye-i Osmaniye” adıyla bir şirket kurulmuştu. Marmara vapurunun, Mudanya hattına işlemeğe başlaması üzerine Yunan Vapurları çekilmeğe mecbur kalmıştı. (Bu çekilmenin sırf ticari rekabetle gerçekleştirildiği vurgusu dikkati çekmektedir). 650 ton hacmindeki vapur on üçüncü seferine kadar kira ve diğer masraflarının yarısını bile kazanamamıştı. Daha sonra eşya ve yolcuların artmasıyla kâr elde edilmeye başlanmışsa da bu sefer de İstanbul'da kolera çıkmış ve nakliyat tekrar azalmıştı. Bu ihtiyaç da İdare-i Mahsusa vapurları tarafından karşılanınca, daha büyük zarara uğramamak için başka limanlara (sadece yük taşımak üzere) işletmeğe mecbur kalmışlardı. Bununla beraber Mehmed Aziz Bey, Fuad Bey ile beraber bizzat Avrupa'ya giderek yeni vapurlar satın almak istemişlerdi. Hatta alacakları vapurların kontrolü için Bahriye Nezareti’ne müracaat ederek teknik bilgi ve elaman yardımı istemişlerdi. Neticede II. Meşrutiyet ortamında bir Türk müteşebbisin vapur Şirketi kurma teşebbüsü başarısız olmuştu. Fakat “Bugün küçük kabotajımızda isleyen vapurların belki büyük kısmı yabancıdır. Mudanya, İzmit, Bandırma gibi iskelelerimizde ecnebi vapurlar cayır cayır işliyor bi-hudûd para kazanıyorlar 33 diyerek Marmara merkezli yükselmekte olan kabotaj tartışmalarını haber vermişti. Mehmed Aziz Bey kabotaj konusunda ihtiyaç merkezli yerel kaygı ve dinamiklerle merkezi otoritenin farklı durusunu gösteren bir örnek de vermişti. “…Gariptir ki bir aralık vapursuzluktan sıkışan küçük kabotaj limanlarımızdan birinin belediye reisi bir ecnebi kumpanya ile resmi bir mukavele bile imzaladı. Vapur isticar ve tedarik etmek imkanı var iken buna çare bulamayan resmi bir dairemiz böyle bir mukavele akd etmekle su hakka azim bir darbe indirecektir: Bereket versin Mehmet Fuad Bey gibi erbab-ı hamiyetin himmetiyle bu garip mukavelename hükümsüz kaldı. Bir emsal (Precedent) seklini almazdan bertaraf oldu gitti...”34. Osmanlı sahillerindeki geleneği, yelkenliden buharlıya geçişteki çabaları Yunan denizciliğinin Marmara sahillerinde de hayli yer edinmesine 32 sebep olmuştu. Ege ve Marmara sahillerindeki gayri Müslim tebaa ile olan irtibatı sebebiyle Osmanlı Devleti’nin son yıllarında yaşanan toplumlar arası kırılmadan dolayı denizcilik faaliyetleri de etkilendi. Osmanlı yetkilileri sayıları artan Yunan bandıralı gemileri de kontrol ve denetime tabi tutmak istediler. Fakat gemilerin büyük bir kısmının yabancı bir limandan çıkıp Osmanlı iskeleleri arasında ticaret yaparak gitmeleri ve tekrar yabancı bir limana dönmeleri sebebiyle anlaşmalardan kaynaklanan kabotaj hakkına sahip oldukları itirazlarıyla karsılastılar35. Rum boykotu, Balkan savaşları ile devam eden süreç Yunanistan denizciliğini bir hedef haline getirmişti. Mehmed Aziz Bey’in “…hele Yunan komsumuzun su 10-15 sene zarfında deniz ticaretinde ihraz eylediği harikulade terakkiyatını bütün limanlarımızı, iskelelerimizi istila eden vapurlarımızdan anlıyoruz. Bugün Yunanlılar deniz ticaretinde muntazam posta vapurlarıyla, birkaç yüze baliğ olan kargo botlarıyla Akdeniz’de İngiltere’den sonra ikinci geldiklerini görüyoruz da müteessir olmuyoruz… Hatta bir Yunan vapur kumpanyası bilirim ki Marmara denizinde işlettiği iki küçük vapurun hasılatı ile bugün on sekiz vapur edinmiştir…”36 ifadeleri dikkat çekicidir. 45 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 Osmanlı yetkililerinin yabancı gemilerin kontrol ve denetim konusundaki istekleri güvenlik kaygılarının nispeten yükseldiği savaş ve gerginlik dönemlerinde kabotaj problemleri de artmaktaydı. 1911 yılında, İstanbul’u bir irtibat limanı haline getirip, buradan başlayarak diğer Osmanlı sahillerinde sefer yapan veya yabancı limanlardan gelip Osmanlı sahillerinde kabotaj yaparak devam eden yabancı gemilerin, eskilikleri, yolda kalmaları, kazalara sebep olmaları öne sürülerek güvenlik için denetlenmek istenmişti. Her zamanki gibi bu istek de sefaretlerin notalarına takıldı. Fransa Sefareti’nin verdiği notada, gemilerin kontrol ve denetimleri “tabi bulundukları devletin ilgili kanunlarının, doğru bir şekilde uygulanmasıyla” olabileceğini belirtmişti. Bunun üzerine yetkililer Osmanlı limanlarına isleyen yabancı bandıralı vapurların, sefer yapmaya yeterli olup olmadıklarının, gemiye gidilmeksizin, gözlenerek ve gizli bir şekilde araştırılarak bildirilmesini istemiştir37. İstanbul ile Bandırma arasında, Marmara Denizi’nden çıkmaksızın sefer yapan, “Marmara Ekspresi” adlı Fransız kumpanyası vapurlarının işletilmesinin, bu hakkın Osmanlı bandırası taşıyan gemilere ait olduğu gerekçesiyle engellemesi üzerine Fransız Sefareti’nin tepkisiyle karşılaşılmıştı. Osmanlı yetkileri daha da ileri giderek Marmara’daki sefer yapan diğer yabancı kumpanyaların vapurlarına yolcu ve yük aldırılmaması ve engellenmesi için talimat verdiler38. Devletler hukukuna göre bir devletin karasularında seyri seferler yalnız yerli tebaa ve milli sefaine ait olması gerekirdi. Fakat ortada oluşmuş bir fiili durum vardı ve bu Osmanlı yetkililerini hayli zorluyordu. Eski anlaşmaların kabotajla ilgili maddeleri tartışmaya açıktı. Ancak Osmanlı sahillerinde kabotaj yapan yabancı gemiler bazen azalmış olmakla beraber hiçbir zaman eksik olmamıştı. Örneğin Grek adlı tahlisiye kumpanyası tarafından kiralanarak Gelibolu’ya gönderilen Yunan bandıralı bir römorkörün, izinsiz faaliyet göstermesi, dahası savaş sebebiyle taşıdığı sakıncalardan dolayı Gelibolu iskelesinden uzaklaştırılmıştı. Fakat Grek kumpanyasının Çanakkale ve Gelibolu’da 45-50, Şarköy’de 18, Mürefte’de 15-16 yıldan beri faaliyet gösterdiği ifade edilmişti. Dahası Gelibolu’da eskiden beri İngiliz, Fransız ve Alman kumpanyalarının tahlisiye vapurları vardı. Fransız römorkörleri Çanakkale’de 15 ve Gelibolu’da 10 yıldan beri çalışıyordu. İstanbul ve çevre 46 iskeleler arasında isleyen Yunan bandıralı gemiler “Marmara Ekspresi” gibi Fransız veya diğer bayrak taşıyan vapurlar bulunmaya devam ettikçe, yolcu ve eşya naklinde zorunlu olarak yükleme boşaltma ve kurtarma hizmeti gerektiren yerlerde bu römorkörler de bulunacaktı. Dolayısıyla Osmanlı sahillerinde ecnebi kabotajların kaldırılmasına teşebbüs olunamayacağı, sefaretlere müracaat etmenin beyhude münakaşadan başka bir netice vermeyeceği belirtilmişti. Bu konudaki en yakın örnek de “Marmara Ekspresi” konusundaki Fransa Sefareti ile yapılan görüsmelerdi39. purların yabancı bandırası taşıması, şimdiye kadar oluşmuş fiili durum sebebiyle, Şirkete, vapurları kontrol ve denetimden kurtarmak, liman ve palamar vergisi gibi vergileri ödememek gibi bir hareket alanı tanıyordu. Veya Osmanlı kimliğine yapılan vurgu gibi bazen boykottan kurtarmak gibi çeşitli faydalar sağlamış olmalıydı. Fakat Osmanlı yetkilileri, vapurların hareketlerinden dolayı acentesini mesul tutmak istemiş, Sapin meselesinde olduğu gibi Şirketi mesul tutup, uyarılması, uymadığı takdirde Şirketin feshine kadar gidilebileceği belirtilmişti42. Önüne devamlı kabotajla ilgili problemler gelen Hukuk Müşavirliği İstişare Odası önceki tezlerini tekrarlıyordu. Yalnız belki farklı olarak eski antlaşmaların yorumlanış biçimlerini, çeşitli şartların rol oynadığı güç ilişkilerinin belirlediği ifade edilmişti. Kabotaj konusunda önceki yıllardaki görüşlerinde “eski antlaşmaların yabancılara böyle bir yol açtığını”, “müsamaha gösterilmiş olduğunu” söyleyerek daha hukuki sınırlar içerisinde kalmış görünmektedirler. II. Meşrutiyetle beraber, uluslararası deniz hukukuna daha güçlü atıflar yaparak, Osmanlı deniz ticaretinin geliştirilmesi, yani ticari rekabetle üzüleceğini ifade etmişlerdi. Milli ekonomi fikirlerinin güçlendiği, uluslararası gerilimin gittikçe arttığı, diplomatik fırsat anları olarak görülen savaşa doğru gidildikçe, Osmanlı sahillerinin yabancı vapurların istilasına uğradığı, antlaşmaların yorumlanış biçimlerinin güç ilişkisine dayandığı, dolayısıyla gü.lü olduğu veya kendini gü.lü hissettiği anda kabotaj tekeli kurmanın hükümetin inisiyatifinde olduğu görüşleri seslendirilmeye başlanmıştı40. En azından şimdiye kadar müsaade edilmiş olan yabancı gemiler istisna edilerek bundan sonra bu konudaki ecnebi mutabakatının sağlanması gerekiyordu. Osmanlı arazisi ile çevrili bir iç deniz olan Marmara’da dolayısıyla sahildeki limanlar arasındaki seyri seferin de Osmanlı’ya ait olması gerektiği konusuna gittikçe daha çok vurgu yapılıyordu. Osmanlı idarecileri, elçiliklerin itirazına ve kararların uygulanamamasına karsın tezlerin savunulmasına devam edilmesi gerektiğini belirtmişlerdi. Çünkü “uygun şartlar oluştuğunda” yabancı elçiliklerin seyri sefer konusundaki taleplerini reddetmek mümkün olacaktı. Buna rağmen ticari ihtiyaçları giderecek tedbirler alındıktan sonra yabancı elçiliklere başvurulması daha iyi sonuç verecekti 43 . Marmara’daki kabotaj tartışmalarının I. Dünya Savaşı’na doğru giderken güvenlik kaygılarını ön plana alacak şekilde arttığı görülmektedir. Erdek’e iki buçuk saat mesafede bulunan ve herhangi bir memurun bulunmadığı Herek? adlı yere uğrayarak yolcu alıp çıkaran, Patriyotik kumpanyasının İngiliz bandırası taşıyan Sapin adlı vapuru, ıssız yerlerde yolcu ve yük çıkardığı için seferlerinin engellenmesi istenmişti. Fakat vapurların faaliyetlerini hukuki gerekçelerle yasaklamak bile sorun yaratıyordu41. Patriyotik Şirketi Osmanlı ticaret odasına kayıtlı 20 bin lira sermayeli bir Osmanlı Anonim Şirketi’ydi fakat kendi namına kayıtlı hiçbir vapuru yoktu. işlettiği vapurları kiralamak suretiyle kullanıyordu. Gerçekte yabancı sermayeli bir şirketti. Osmanlı ticaret odasındaki kaydı, bürokratik kolaylık ve daha rahat hareket edebilmek için olduğu anlaşılmaktadır. Va- Marmara’daki kabotaj tartışmalarındaki anlamlı bir örnek de Rus bayrağı taşıyan Huk? adlı vapurun Karamürsel ve İzmit iskelelerine yanaşmasına engel olunması üzerine ortaya çıkan anlaşmazlıktır. Özellikle Yunan boykotu sırasında artan kabotaj problemleri, sorunların karmaşıklığını ortaya koymuştu. Yunanistan Elçiliği, Osmanlı memurları tarafından gösterilen müsamaha sebebiyle durumun gittikçe kötüleştiğini, bazı Osmanlı Vilayetlerinde boykotun mahalli memurlar aracılığı, himayesinde sürdürüldüğünü, Yunan vapurlarının iskelelere yanaştırılmadığını, bunlara binen yolculardan kayıkçıların 20 para yerine beser kuruş aldıklarından yakınmaktaydı. Yunan Elçiliği Huk Vapuru’nun Karamürsel’e yanaşmasının engellenmesi ve münadiler vasıtasıyla Yunan vapurlarına boykot yapılmasının teşvik edilmesinden de şikayet ediyordu. Keza, Despina adlı römorkörün Darıca İskelesi’ne yanaştırılmamasından hem Rus hem de Yunan konsolosluk ve elçilikleri şikayetçi olmuslardı44. İzmit mutasarrıfının ithamlar konusunda verdiği cevapta; Balkan Savaşı’na kadar Yunan bandırası taşıyan, savaş sırasında müşterilerini iğfal için İngiliz bandırasına geçen vapur, harp bittikten sonra halkla alay edercesine tekrar Yunan bayrağı çekmişti. Bundan dolayı halk bu vapura rağbet etmemekteydi. Bunun üzerine boykottan kaçmak için bu sefer de Rus bandırası altına girmişti. Ahali türlü hakaretler üzerine büyüklük, namus ve hız konusunda daha iyi olan diğer gemilere yönelmişti. Hatta yunan sermaye sahiplerine ait olmasına rağmen Osmanlı bayrağı çekmiş olan Kırlangıç Vapuru gördüğü̈ rağbet, namus ve itibarla dikkati çekmişti. Münadilerin boykotu teşvik ettikleri yolundaki haberlerin asılsız olduğu, belediyenin vapurun yanaşmasına engel olmadığı, bunun sebebinin iskelenin çürük olması ve bir vapurun çarparak iyice tehlikeli hale getirmesinden kaynaklandığı belirtilmişti. Bundan dolayı yapılan müdahale yanlış anlaşılmıştı yoksa hiçbir ecnebi gemiye müdahale edilmediği belirtilmişti45. Mutasarrıfın cevabı ne olursa olsun savaşlar, boykot ve yabancı devletlerin nüfuz kazanma istekleri karsısında gösterdikleri kolaylıklar sebebiyle kısa sürede dört defa bandıra değiştiren vapurun, halkın ve Osmanlı yetkililerinin gözündeki “Yunanlılık” kimliğinden kurtulamadığı anlaşılmaktadır. Seferleri engellenmeye kalkılınca ilkönce Yunanistan Elçiliği’nden itiraz gelmişti. Vapur bandıra değiştirince Osmanlı yetkilileri ayrıca Rus Elçiliği’nin itirazlarına maruz kalmıştı. Bunun üzerine gemilerin bandıra değişiklikleri, alınıp satılmaları, eski anlaşmalardan kaynaklanan bazı haklardan faydalanma biçimleri tartışma konusu olmuştu. Osmanlı siyasi makamları bu kadar kolay, hızlı ve çok tabiiyet değişikliği karsısında yarattığı sorunlardan dolayı, bu durumun hukukiliği ve meşruiyeti konusunu müşavirlere sormuşlardı. Osmanlı hukukçuları, vapurların bandıra değişiklikleri ve satışları konusunda hiçbir şey denilemeyeceğini çünkü gemilerin tabiiyet ve alım satım işlemlerinin bütün devletlerin kendi iç hukuklarıyla belirlendiğini ifade etmişlerdi. Ancak alım-satım ve tabiiyet işlemleri bu ülke hukuklarına aykırı yapıldığı takdirde hükümsüz kabul edilebilirdi. Fakat konsolosluklarca yapılan alım-satım ve tabiiyet değiştirme ile ilgili işlemlerden liman dairelerinin resmen haberdar edilmeleri gerekirdi. Ancak bu durumda yani ilgili liman dairelerine belgelerin ibraz edilmemesi durumunda, Osmanlı Devleti’nin de yeni tabiiyet evraklarını tanımak mecburiyetinde olmayacağı belirtilmişti46. I. Dünya Savaşı öncesi Marmara iskelelerine yabancı vapurların yanaştırılmaması için (Harbiye Nezareti’nden bildirilmiş ve Dahiliye Nezareti’nden İstanbul Liman Dairesi aracılığı ile) emir verilmişti. Seyri Sefain İdaresi Heyeti’nin Londra’ya giderek burada düzenli olarak isleyecek yeni vapurlar alma çalışmalarını sürdürdüğü, çalışmaların, bir aya kadar sonuçlanacağı belirtilmişti. Tamamıyla bir iç deniz olan Marmara’da ecnebi vapurlarının seyri seferlerine bir takım kolaylıklar sağlanmaması ve yabancı vapurlara karsı Osmanlı gemilerini mümkün mertebe himaye etmek gerektiği belirtilen emirde, Marmara Denizi’nde yabancı vapurların hükümet ve belediyece yapılmış olan iskelelere rampa suretiyle yanaştırılmamaları istenmişti47. Kabotaj Tartışmalarının Sonu Osmanlı devlet adamları 18. yüzyılın başlarından itibaren kapitülasyonların zararlarını görmüş ve kaldırmaya çalışmışlardı. Fakat Tanzimat’tan beri atılan adımlar Avrupalı politikacılar tarafından oyalanarak, ertelenerek veya mevcut şartlardan istifade edilerek reddedilmişti. Sonuçta İttihat ve Terakki kapitülasyonların anlaşma yoluyla değil ancak bir oldu bittiyle kaldırılabileceği gerçeğinin farkına varmış ve bu amaçla uygun fırsatı aramaya koyulmuştu. 1914’te savaş öncesi oluşan şartlardan istifade ile uzun yıllardır şikayet edilen kapitülasyonların kaldırıldığını ilan etmişti48. Kapitülasyonların denizlerdeki yansıması olan kabotaj uygulamaları da I. Dünya Savaşı öncesi yükselen tepkilerin bir yönünü oluşturuyordu. Kapitülasyonların kaldırıldığının ilanıyla birlikte bunun denizlerdeki kabotaj uygulamasının nasıl olacağını belirten açıklama gelmişti. Kısaca dokuz maddede toplanan bu ilkeler49; 1. Osmanlı karasularıyla, limanlar, Boğazlar, nehirler, göller ve Marmara (özellikle zikredilmesi dikkate değer) dahilinde vapur, römorkör, istimbot, motor bot, mavna, salapurya, sandal, kayık velhasıl makine, yelken, kürekli her türlü büyük ve küçük deniz araçları, duba, şamandıra, sal gibi vasıtalar bulundurmak ve çalıştırmak suretiyle ticaret yapma hakkı doğrudan doğruya Osmanlı tebaasına aittir. 2. Kara suları dahilinde balık avı (balık, sünger, inci sedef ve saire), dalgıçlık ve bu gibi islerle sanat icra etmek ve ticaret yapmak hakkı Osmanlı devleti tebaasına aittir. 3. Başlangıcı ve bitişi sırf Osmanlı limanları olmak üzere kabotaj seferleri yapmak Osmanlı tebaasının hakkıdır. 4. Hareket noktası ecnebi limanlar olan ticaret gemileri yabancı mallarla yüklü olduğu halde yolcu, emtia ve eşyayı Osmanlı limanlarına ihraç edebilir. Ancak Osmanlı limanları arasında yolcu, eşya ve emtia nakliyatı icra edemez. 5. Osmanlı limanlarından birine uğrayacak bütün yabancı ticaret gemileri Osmanlı kanunlarına tabidir. 6. Osmanlı limanlarına gelen ecnebi ticaret gemilerinin liman dairelerinde yapılması gereken bütün resmi muameleleri, bu geminin mutasarrıfları, acentesi veya kaptanı tarafından takip olunacaktır. 7. Tahlisiye idaresi doğrudan doğruya Osmanlı hükümeti tarafından idare olunup, gelirleri liman dairesince toplanıp, maliyeye gönderilecektir. (Tahlisiyenin mevcut birikmiş bütün mal ve nakdi de maliye nezaretine devir olunacaktır.) 8. Osmanlı karasularıyla Boğazlarında kılavuzluk hakkı Osmanlı tebaası olanlara aittir. 9. Karantina idaresi bir Heyet-i Sıhhiye-i Osmaniye tarafından idare edilerek geliri doğrudan doğruya maliye nezaretine verilecektir. (Karantinanın mevcut bütün mal ve nakdi de maliye nezaretine devir olunacaktır.) Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’na imparatorluğun her alanında, her konudaki yoğun tartışmalarla girdi. Denizlerindeki (özellikle Marmara Denizi) kabotaj tartışmaları da bunlardan birisiydi. Bu tartışmaların kırıldığı nokta I. Dünya Savaşı olacaktır. Hemen öncesinde kapitülasyonların kaldırılmasıyla başlayan süre, yeni Türkiye’nin Lozan’la kabotaj tartışmalarına bir son verme isteğiyle devam edecektir. Osmanlı’dan beri süre gelen kabotaj tartışmaları devlet adamları üzerinde öyle kötü bir birikim yapmıştı ki, yeni devletin egemenlik konusundaki hassasiyetleri denizlerini de içine almış ve sahillerindeki deniz ulaşımının yeterli olup olması gibi altyapı eksiklikleri dikkate alınmamıştı. 1914 yılında kabul edilmiş olan yukarıdaki maddeler, 1926 yılında çıkarılacak Kabotaj kanunun “Türkiye sahillerinin bir noktasından diğerine emtia ve yolcu alıp nakletmek yalnız Türk sancağını hâmil sefain ve merakıbe münhasırdır” ve ikinci “Nehirler ve göller ve Marmara havzası ile Boğazlarda bilumum karasuları ile karasularına dahil bulunan körfez, liman, koy ve sairede… seyri sefer ve nakliyat icra etmek suretiyle ticaret hakkı Türkiye tebaasına münhasırdır”50 diye başlayan maddelerinin habercisiydi. ODÜ Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. İlhan Ekinci’nin bu çalışması 2006 yılında Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi’nde yayınlanmıştır. (Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C VIII, S1, Afyonkarahisar 2006, s.99-122. ) 47 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 DİPNOTLAR 1 Çağa, 1973:73 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), HR.HMS._SO, 65/1-2, 03.08.1912. 3 BOA, HR.HMS._SO, 65/1-2, 03.08.1912. 4 BOA, HR.HMS._SO, 65/1-2 5 BOA, HR.HMS._SO, 65/1-5, 17.10.1902. 6 Komatsu, 1999:375 7 Komatsu, 1999:378. 8 BOA, HR.HMS._SO, 1-1, lef 7. 9 Beydilli, 1991: 687 vd. 10 Ekinci, 1998a:67. 11 Ekinci, 1998b:43. 12 BOA, HR.HMS._SO, 1-1, lef 2, 21 Şubat 1890 _stisare Odası mütalaası. 13 BOA, HR.HMS._SO, 65/1-2, 18.05.1907. 14 Komatsu, 1999:373. 15 HR.H. 494/7, 24.06.1889. 16 Örneğin Roma bankasının almış olduğu vapurların Trablusgarp sahilinde Osmanlı posta çantalarını ücretsiz taşımak üzere belirli zamanlarda işletilmesine müsaade isteği üzerine vilayet yetkilileri itiraz etmiş ve seferleri engellemeye çalışmışlardı. Vilayet yetkilileri Roma bankasının küçük kabotaj yapacağını ve bu isteği de emsallerine istinaden istediğini belirtilmişti BOA, HR.HMS._ SO, 65/1-2, 25.08.1908. 17 Komatsu, 1999:377. 18 BOA, HR.HMS._SO, 65/1-2, 25.08.1908; İngilizlerle ilgili olarak ,Komatsu, 1999:378. 19 Komatsu, 1999:378. 2 20 Komatsu, 1999:371. BOA, İrade Hariciye, 913, 14.01.1843 tarihli irade. 22 Kütükoglu, 1995:168. 23 Komatsu, 1999:372-373. 24 Komatsu, 1999:374. 25 Komatsu, 1999:376. 26 Komatsu, 1999:376. 27 BOA, HR.HMS._SO, 65/1-5, 31.05.1899; 03.12.1901. 28 BOA, HR.HMS._SO, 65/1-5, 31.05.1899; 03.12.1901. 29 BOA, HR.HMS._SO, 65/1-5, 17.10.1902. 30 BOA, HR.HMS._SO, 65/1-5, 17.10.1902; BOA, HR.HMS._SO, 65/12, 28.02.1914; 13.07.1914. 31 Aziz, 1328:4. 32 Mehmet Aziz Bey’in, Yunan boykotu olarak başlayıp Rum boykotuna dönüşen milli, dini motiflerle halk indinde meşru bir zemine çekilen harekette; kiraladıkları vapurun Rum sahibinin ve vapurunun tabiiyet ve bandırasına yaptığı vurgu dikkati çekiyor. Aziz, 1328:2-6 33 Aziz, 1328:21. 34 Aziz, 1328:21. 35 BOA, HR.HMS._SO, 65/1-2, 18.04.1908. 36 Aziz, 1328:4,11. 37 BOA, HR.HMS._SO, 65/1-2, 19.08.1911. 38 BOA, HR.HMS._SO, 65/1-2, 15.06.1912 39 BOA, HR.HMS._SO, 65/1-2, 03.08.1912. 40 BOA, HR.HMS._SO, 65/1-2 21 ,03.08.1912. 41 1860 ve1861 tarihli ticaret anlaşmasında yükü Osmanlı Devleti’nde teslim olunacak tüccar gemilerinin kaptanlarına, yükleri karaya çıkaracakları limana geldiklerinde, manifestolarının bir suretini gümrüğe verecekleri şartı getirilmiş olup, gümrük kanunu gereği “herhangi yelken ve vapur gemisinin Osmanlı limanlarından birisine geldiğinde o geminin acentesi veyahut kaptan tarafından birisi, yükünü boşaltmaya başlamadan önce manifestonun aslına uygun olmak üzere iki nüsha olarak kendisi tarafından imzalanarak gümrük idaresine takdim edeceği” belirtilmişti. Dolayısıyla yabancı gemilerin gümrük idaresi bulunmayan yerlere yanaşmaya yetkileri olmadığı, hükümetin gümrük idaresi bulunmayan yerlere yabancı gemilerin yanaşmasını engellemeye hakkı olduğunu belirtilmişti. BOA, HR.HMS._SO, 65/1-2, 28.02.1914; 13.07.1914. 42 BOA, HR.HMS._SO, 65/1-2, 28.02.1914; 13.07.1914. Sosyal Bilimler Dergisi 43 BOA, HR.HMS._SO, 65/1-2, 28.02.1914; 13.07.1914. 44 BOA, HR.H. 697/2, 18.01.1914. 45 BOA, HR.H. 697/2, 13.03.1914. 46 BOA, HR.H. 697/2, 26.05.1914. 47 BOA, HR.H. 697/2, 11.02.1914. 48 Elmacı, 2002:381. 49 Deniz Müzesi Arşivi, Meclis-i Bahriye (MB) Defter No: 676, 13 Eylül 1330, 26.09.1914. KAYNAKÇA Beydilli, Kemal (1991) "Karadeniz'in Kapalılığı Karsısında Avrupa Küçük Devletleri ve Miri Ticaret Teşebbüsü”, Belleten, CLV, Sayı 214, ss. 687-756. Çağa, Tahir (1973) “Türkiye’de Deniz Kabotaj Tekeli”, Lozan’ın 50. Yıl Armağanı, ss. 73-101. Ekinci İlhan (1998a) “Osmanlı Devleti’nde Bazı Nehir ve Göllerde Vapur İşletme Teşebbüsleri”, Arayışlar-İnsan Bilimleri Araştırmaları-,Sayı 2, ss. 67-90. Ekinci, (1998b)İlhan Tuna Komisyonu ve Tuna’da Ticaret (1856-1883), (Basılmamış Doktora Tezi). Elmacı, Mehmet Emin (2002) “I. Dünya Savaşı ve Kapitülasyonların Kaldırılmasının Sonuçları”, Türkler, C.14, ss. 381-382. Komatsu, Kaori (1999) “XIX. Yüzyıl Osmanlı-İngiliz Deniz Ticareti Münasebetlerinde Kabotaj Meselesi”, Osmanlı, C.3, ss.371-379. Kütükoğlu, Mübahat S. (1995) “Osmanlı Buharlı Gemi işletmeleri ve İzmir Körfezi Hamidiye Şirketi”, Çağını Yakalayan Osmanlı, ss. 165-206. Muallim Mehmet Aziz, (1328)Büyük Bir Derdimiz (Osmanlı Deniz Ticareti). 50 Çağa, 1973:86. 48 49 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 Prof. Dr. Necmettin Akten Deniz Kabotajı Önündeki Engel: Kapitülasyonlar 1. Osmanlı'da kapitülasyonların kaldırılması girişimleri Tarih, geçmişte yaşanan olaylardan ders çıkarabilme sanatıdır. Sanattır; çünkü ince elenip sık dokunmadan yaşanmış bir olayın sonuçları ile yetinmek gelecek kuşaklar yanlışa sürükler. Mutlaka farkındasınızdır; tarihimizdeki pek çok olay, Batı kaynaklarına başvurularak derlenmedi mi, toplumumuza öyle mal edilmedi mi? Kaçımız, kapitülasyonları kaldırma uğraşı veren ve bu yolla kabotaj hakkının önünü açmak isteyen sadrazam Ali Paşa’yı biliyor! Hele hele Ali Paşa'nın başına örülen çorapları? Kabotaj hakkı denizciliğimize durduk yerde kazandırılmadı. Çökertilen Osmanlı deniz ticaret filosu yüzünden I. Dünya Savaşı'nda ve İstiklal Savaşımızda yaşanan olumsuzluklar çoğu aramızdan ayrılmış yakın kuşağın hala belleklerinde. Onlar, “denizle nelerin götürüldüğünün” pekala farkındaydılar/farkındalar… Yakın kuşak bu yüzden Cumhuriyetin değerini çok iyi anladı ve onu sahiplendi. Bu kuşağın yaşadıklarının nedeni, niçini toplumumuzun birçok kesitince hala algılanabilmiş değil… Kabotaj, bir ülkenin karasuları esas alınarak 50 oluşturulan bir kayırma tarzıdır. İster gemiye, isterse insana dönük olsun, uyruğa hak tanır. Ülke denizciliğini dış rekabetten korur; hükümran sularda haklı rekabeti sadece iç dinamiklere açık tutar. temeli o denli zayıftır ki bunların devamı için boyuna uğraşmak gerekir. Benim amacım kapitülasyonların yenilenmesi ve pekiştirilmesidir” şeklindeki sözleri, bu hukuki altyapı zayıflığının yanıtıydı. Osmanlı kabotajı istedi; ama gerçekleştiremedi. Gerçekleştirememenin ardında aymazlık mı vardı, bu hakkı kullanmanın faturasını mı göğüsleyemedi, yoksa memnundu da onun için mi gerek görmedi? Bunu henüz bilemiyoruz! Ali Paşa Petervaradin Savaşı’nda öldü. Sonrasında “kapitülasyonları pekiştirme” girişimleri, 1740 yılında Fransa’ya daha geniş imtiyazların verilmesiyle sonuçlandı. 1740 kapitülasyonlarıyla tek taraflı verilen imtiyazlar artık ikili (karşılıklı) ticaret anlaşmalarına dönüştü. Ayrıca Fransızlara tanınan bu ayrıcalıklar daha sonra diğer Avrupa 1 devletlerine de verildi. Şurası kesin ki, kabotaj hakkının oluşturulması ancak önce kapitülasyonların tarihe mal edilmesiyle mümkündü. Öyle de yapıldı. Kabotaj hakkı peşinden geldi… Osmanlı tarihinde kapitülasyonlara karşı ilk ciddi karşı tavır 1713’te sadrazam olan Ali Paşa tarafından alındı. Ali Paşa, kapitüler imtiyazların Osmanlı padişahlarınca tek yanlı verildiğini, bu yüzden de hukuki alt yapısının son derece zayıf olduğunu gördü. Tahta geçen bir padişahın bu imtiyazları vermek istememesi durumunda, Avrupalı devletlerin elinde teamüllerin dışında tutunabilecekleri herhangi bir hukuki dayanak yoktu. Ali Paşa’nın bu konuya dikkat çekmiş olması, Fransız elçisinin uyanmasına neden oldu. Bu elçinin, “Bu adam (Ali Paşa) iki üç yıl daha kalsaydı belki de kapitülasyonları kaybedecektik. Kapitülasyonların hukuksal Sadrazam Ali Paşa, kapitülasyonların zararlarını fark etmişti. Sermaye, bilgi, ticaret yönünden ve yetişmiş eleman bakımından Osmanlı’nın çok güçsüz olduğunu bilmekteydi. Osmanlı'nın bağımsız bir ekonomi politikası oluşturması önünde önemli engel oluşturan kapitülasyonların yeniden düzenlenmesini de bu nedenle istemekteydi. Yeniden düzenleme düşüncesi kuşkusuz, kapitüler hakların daraltılması belki de o dönemde kaldırılması yönündeydi… 19. yüzyılda özellikle Tanzimat döneminde kapitülasyonlardan kurtulma çareleri arandı ve bu konuda ilk girişim 1856 Paris Kongresi’nde yapıldı. Kongreye katılan dev- letler kapitülasyonların kaldırılmasını, içte yapılacak bir dizi iktisadi ve hukuki reform şartına bağladılar. Ayrıca hiçbir reform da onları tatmin etmedi. Kırım savaşından sonra toplanan Paris Kongresi’nde Osmanlı Devleti'ni temsil eden Ali Paşa, “Hem bize reform yapmamız için baskı yapıyorsunuz, hem de kapitülasyonlarla önümüzü kesiyorsunuz” diyerek haklı bir itirazda bulunur. Görüşleri haklı bulunarak konunun Paris Anlaşması’ndan sonra İstanbul’da toplanması kararlaştırılan İstanbul Konferansı’nda ele alınması esası benimsenir. Ne var ki, söz konusu konferans gerçekleştirilemez 2 ve konu bir ilerleme sağlanamadan kalır . Osmanlı İmparatorluğu Rusya ile 1854 yılında yapılan Kırım Savaşı sonrasında denizciliğimizin temel kurumlarını Fransa, İngiltere gibi bu savaşta bize yardım eden devletlerle paylaşmak zorunda kaldı. Ali Paşa, 7 Temmuz 1867’de elçiliklere kapitülasyonlar hakkında bir muhtıra göndererek, kapitülasyon hükümlerini anlaşmalara aykırı yorumladıklarını, kapitülasyonlara dayanmayan imtiyaz iddialarının da reddedileceğini bildirdi. Ayrıca yabancıların bulundukları ülkenin kanunlarına uyma zorunluluğu yönündeki milletlerarası hukuk kuralını da elçilere anımsattı. Bu muhtıranın en temel dayanağı, gerek iktisadi, gerek siyasi anlamda Osmanlı'nın atmış olduğu adımların, kapitülasyonlara aykırı olduğu gerekçesiyle elçilikler tarafından engellenmesiydi. Ali Paşa, söz konusu muhtıra ile bu engelleri aşmaya çalışmış; fakat bu girişimden de bir sonuç alınamamıştır. 7 Aralık 1887’de Sultan II. Abdülhamit’in iradesiyle bir nizamname yayımlandı. Nizamname, yabancı şirketlerin, hükümetin izni olmaksızın Osmanlı ülkesinde şube veya acente açamayacağı, şirketlerin resmi muameleler için Osmanlı ülkesinde bir ikametgâh göstermesi gerektiği, aleyhinde kesinleşmiş bir kararı uygulamaktan kaçınan şirketin kapatılacağı gibi hükümler içeriyordu. Bu nizamname de İstanbul’daki yabancı ülke elçilerinin itirazlarıyla karşılaştı ve kabul edilmedi. Elçiliklerin itiraz nedeni, hükümetten izin alma şartının kapitülasyonlarla temin edilen “serbestî-i ticaret” esası3 na aykırı olduğu savıydı . Kapitülasyonların kaldırılmasına görünüşte razı olan ilk devlet Almanya oldu. Ama 1890’da imzalanan dostluk antlaşması, pek çok imtiyazlar almasının yanında Almanya’yı en korunan ülke durumuna getiriyordu. II. Abdülhamit, 25 Mart 1906 tarihli irade ile ikinci bir nizamname daha yayımladı. Bunu gündeme getiren kurum ise; hakkı yenen ve zarara uğrayan insanların başvurduğu mahkemelerin bağlı olduğu Adliye Nezareti’ydi. Nizamnameye göre, Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren şirketlerin temsilcisi, acentesi veya şubesi oldukları şirketten aldıkları bir vekaletnameyi yetkili mercilere ibraz etmeleri gerekmekteydi. Ayrıca kuruluş; yerini, ismini, uyruğunu, sermaye miktarını ve Osmanlı kanunlarına uyacağını taahhüt eden bir dilekçeyi Ticaret Nezaretine verecekti. Nizamnamenin en önemli maddelerinden birisi hiç şüphesiz ki herhangi bir çekişme durumunda Osmanlı mahkemelerinin yetkili merci olarak kabul edilmesiydi. Fakat hazırlanan bu nizamname de kapitülasyonlara aykırı olduğu gerekçesiyle sefaretler tarafından kabul 4 edilmedi . 1909’da Avusturya-Macaristan’la imzalanan ticaret anlaşmasında, ileride toplanacak uluslararası bir konferansta, Avusturya’nın kapitülasyonların kaldırılmasını teklifini getireceği kabul edildi. 1912’de İtalya’dan da aynı söz alındı. Ama bunlardan da hiçbir sonuç elde edilemedi. 2. Kapitülasyonların tek yanlı kaldırılması I. Dünya Savaşı patlak verince, 26 Ağustos 1914 tarihli, Padişah iradesi ile kapitülasyonlar 18 Eylül 1914 (1330) tarihinden itibaren geçerli olmak üzere kaldırıldı ve bir nota ile yabancı devletlere bildirildi. En başta müttefik Almanya olmak üzere bu imtiyazlardan yararlanan diğer devletlerden Fransa, İngiltere, İtalya ve Rusya, kapitülasyonların böyle tek taraflı olarak kaldırılamayacağı hususunda itirazda bulundu. Kapitülasyonların ikili anlaşmalara dayandığını ve dolayısıyla tek taraflı olarak kaldırılamayacağını belirterek elçilikleri vasıtasıyla bazı tepkiler gösterdiler. Kapitülasyonların kaldırılmasının ardından, Osmanlı kanunlarında eski anlaşmalardan kaynaklanan hükümler de yeniden gözden geçirildi. Çıkarılan bazı geçici kanunlarla kapitülasyonların kaldırılmasının yarattığı yasal boşluğun doldurulması hedeflenmişti. Osmanlı kanun ve nizamlarında eski anlaşmalardan ve kapitülasyonlardan doğan bütün hükümlerin geçersiz olduğu ilan edildi. 2 Teşrinievvel 1330 (1914) tarihli «Kavanîni mevcudede uhûdu atîkaya müstenit ahkâmın lağvı hakkında kanunu muvakkat» (var olan yasalardaki antlaşmalara dayanan hükümlerin kaldırılması hakkında geçici yasa) kabul edilmiş ve bunun birinci maddesi ile de «26 Ağustos 1330 tarihli İradei Seniye ahkâmı mucibince kapitülâsyonların mülga olduğu 18 Eylül 1330 tarihinden itibaren bilumum kavanin ve nizamatı Devleti Aliyede uhûdu atikaya müstenit olarak istisnaen mündemiç bulunan ahkâm mefsuhtur» hükmü konmuştur. Kanunu muvakkat 10 Teşrinisani 1331 ta5 rihli kanunla kesinleşmiştir . Hükümet yabancıların hukuki statüsünü tayin ve tespit ederek, 21 Rebiülahır 1330 (23 Şubat 1915) tarihli «Memaliki Osmaniyede bulunan ecnebilerin hukuk ve vezaîfi hakkında kanunu muvakkat»ı (Osmanlı ülkelerinde bulunan yabancıların hak ve görevleri) ilan etmiştir. 6 Kanunun 1. maddesi aynen şöyledir : «Memaliki Osmaniyede bulunan ecnebiler, Kanunu Esasi ile kavanini sairenin Osmanlılara bahşettiği hukuku siyasiye ve belediyeden istifade edemezlerse de kavanîn ve nizamatı Devleti Aliyye ile tebeai osmaniyeye hasredilmeyen hukuku hususi yeden müstefit olurlar.» Fakat Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıktı. Galip devletler, imzalanan Sevr Anlaşması ile kapitülasyonların, İttihat ve Terakki'nin 18 Eylül 1914 tarihli bildirgesinden önceki konumuna geri dönülmesi ve o ana kadar yararlanamayan bazı devletlerin de bundan yararlanması konusunda İstanbul Hükümetini ikna ettiler. Ancak Ankara Hükümeti bu kararı tanımadı. Mustafa Kemal önderliğinde başlayan ulusal kurtuluş hareketi sırasında kapitülasyonların kesin olarak kaldırılmasına karar verildi. Bu yolda ilk önemli girişim ve destek 16 Mart 1921’de Sovyetler Birliği ile yapılan antlaşmada7 gerçekleşti. Antlaşmanın 7. maddesine; “kapitülasyon usulünün, her ülkenin ulusal gelişmesinin özgürce sürmesi ve egemenlik haklarını bütünüyle kullanılmasıyla bağdaşmadığını kabul ederek, Türkiye’de bu yöntem ile herhangi bir 51 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 biçimde ilişkili her türlü yetkilerin ve hakların kullanılmasını, geçersiz ve kaldırılmış sayar” hükmü eklendi. Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyıl başlarında kendi milli çıkarları için ileriye doğru atmış olduğu her adım İstanbul’daki Avrupalı devlet elçilerinin itirazlarıyla karşılaşmıştır. İtirazların dayanak noktası her zaman kapitülasyonlardı. Bu engel bir türlü aşılamadığı için, ülkede sermaye birikimini sağlamaya yönelik olarak kurulan yeni ticarî ve iktisadî kurumlar bundan büyük zararlar görmüş ve Osmanlı iktisadî modernleşmesi gecikmiştir. Yeni Cumhuriyet ise iktisadî gelişiminin önünde büyük bir engel olarak duran ve iktisadi ve siyasi bağımsızlığına büyük sekte vuran kapitülasyon belasından, Lozan An8 laşması ile kurtuldu. Böylece Milli Mücadelenin parolası olan tam bağımsızlık prensi9 bi, iktisadi bağımsızlık ile perçinlenir . Lozan’daki Türkiye Cumhuriyeti’nin başarısının ne kadar büyük olduğunu, yukarıda anlatılan süreç çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. DİPNOTLAR 1 Fransızlara tanınan bu imtiyazlar daha sonra İngiltere, Hollanda, İspanya, Rusya, Avusturya, İsveç ve Polonya’ya da tanındı. Bu ülkelere 1830 da ABD ve 1834 de Portekiz eklendi. (www.sav.org. tr) 2 Sosyal Araştırmalar Vakfı: (www.sav.org. tr). 3 (www.sav.org. tr) 4 (www.sav.org. tr) 5 Tahir Çağa (1975): Türkiye’de Deniz Kabotajı Tekeli, İHFM, Cilt (XLI), sayı 3-4, İstanbul, 197-223. 6 Tahir Çağa (1975): a.g.m, 197-223. 7 TBMM ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan destek antlaşması. Antlaşmaya göre, Sovyetler Birliği Misak-ı Milli sınırlarını tanıyor ve tarafların birine zorla kabul ettirilecek bir barış anlaşmasını tanımama ilkesi karşılıklı olarak kabul ediliyordu. 8"Bu muahedename, Türk milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr muahe- denamesiyle ikmal edildiği (tamamlandığı) zannedilmiş, büyük bir suikastın (kötü niyetin) inhidamını (çöküşünü) ifade eder bir vesikadır. Osmanlı devrine ait tarihte emsali nâmesbuk (görülmemiş) bir siyasi zafer eseridir." Atatürk : (Ekim 1927). 9 (www.sav. org.tr.) KAYNAKLAR Melih Bikriç2003): Türkiye’de kabotaj tekeli hakkının tesisi ve geleceği, Yüksek Lisans tezi, İÜ Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü, İstanbul. Necmettin Akten (1986): Kabotaj ve Kabotaj Hakkımız, Taşıma Dünyası, Temmuz 1986, 26. Necmettin Akten ve Barbaros Gönençgil (2004): Türk Deniz Kabotajı AB’ne Hazır mı?,Türk Denizcilik Gücü Sempozyumu, Bildiri No.2.5,Tuzla, 2–9. Tahir Çağa (1975): Türkiye’de Deniz Kabotajı Tekeli, İHFM, Cilt (XLI), sayı 3-4, İstanbul, 197-223. Hakan Durmaz Mersin Liman Başkanı Kabotaj Kanunu, Kanunun Kabulü ve Önemi Bir ülkenin kendi karasularında, kendi limanları arasındaki yük ve yolcu taşıma hakkının o ülke vatandaşlarına ait olmasına kabotaj hakkı demekteyiz. Dünyadaki gelişmiş ülkelerin tarihlerine bakıldığında, tarih boyunca ticarette deniz yolunu tercih edip ticaretini bu yolla yapan ülkeler gelişmiş ve zenginleşmişlerdir. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde (Osmanlı devleti döneminde) deniz yolları ve deniz araçları daha çok güvenlik amacıyla kullanılmıştır. Bu nedenle Osmanlı devleti döneminde deniz ulaşımı ve ticareti ülke ekonomisinde önemli bir yer işgal etmemiştir. Daha ziyade denizden gelecek saldırılara karşı kendilerini korumak ve fetihler yapmak için askeri amaca yönelik donanmalar kurulmuştur. Bu nedenle deniz ticareti ve ulaşımı son derece zayıf kalmıştır. 1. Dünya Savaşı’na girmeden önce 110 bin DWT geçmeyen küçük bir deniz filomuz mevcuttu. 1914 – 1918 arasında bu ticaret filomuz iyice küçülerek 30 bin DWT’e gerilemiştir. Kurtuluş savaşı öncesinde Osmanlı devletinin zayıflaması nedeniyle yabancılara verilen kapitülasyonlarla Türk karasularında ve kendi limanları arasında yük ve yolcu taşıma hakkını batılı ülkelere (İngiliz ve Fransız) vermişti. Deniz taşımacılığımızın çok büyük bir bölümü ile önemli limanlarımızın işletmesi yabancıların elindeydi. Bu nedenle vatandaşlarımız kendi denizlerinde ve kendi limanları arasında ticaret yapamaz durumda gelmişlerdir. Lozan antlaşması ile kendi karasularımızda ve limanlarımız arasında gemi işletme 52 hakkı (kabotaj hakkı) ülkemize bırakıldı. Türkiye’de 19 Nisan 1926 tarihinde kabul edilmiş olan Kabotaj kanunu, 1 Temmuz 1926 tarihinde yürürlüğe girmiş ve bu kanun, kendi limanlarımız arasında yük ve yolcu taşıması ile kılavuzluk ve römorkaj hizmetleri Türk vatandaşları ve Türk bayrağı taşıyan gemilerce yapılır, hükmünü getirerek daha önceden yabancılara açık olan bu faaliyetleri bundan böyle sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yapacağını belirtmiştir. 19 Nisan 1926’ da TBMM’ de kabul edilen bu kanunun amacı Türk denizciliğinin gelişmesini sağlamaktır. Daha önceden kapitülasyonlarla yabancılara verilen haklar, bu kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte kendi vatandaşlarımıza geçmiştir. Dolayısıyla kabotaj sadece ticari anlamda değil ülkemizin tam bağımsızlık yolunda geri aldığı, tarihimiz açısından önemli olaylardan biridir. Her ne kadar kabotaj ile birlikte yukarıda bahse konu hakların kendi vatandaşlarımıza geçmesine rağmen ülkemizde deniz yolu taşımacılığında istenen seviyelere ulaşılamamıştır. Bugün dünyada yük taşımacılığının %90‘ından fazlası deniz yolu ile yapılmasına rağmen, ülkemiz bu açıdan çok gerilerdedir. Ülkemiz karasularında kabotaj hakkı büyük ölçüde 1941 yılında kurulan Devlet Deniz Yolları Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir. Bu arada az da olsa özel teşebbüse ait gemiler de taşımacılığa katkıda bulunmuştur. 1952 yılında kurulan Denizcilik Bankası (amacı denizciliğin geliştirilmesi) gerek yük ve yolcu yapımında gerekse taşımacılığın uluslararası sularda geliştirilmesinde Türk denizcilik ekonomisine katkıda bulunmuştur. Uluslararası sularda görev alan bir diğer işletmemiz Deniz Nakliyatı Türk A.Ş’dir. Bu şirket kamu ve özel teşebbüs iştiraki ile kurulmuştur. Planlı döneme geçilmesi ile birlikte ülkemizin hedefleri saptanarak bu hedefler doğrultusunda yapılan çalışmalar sonucunda denizciliğimiz bugünkü seviyeye gelmiştir. Kabotaj hakkı genç Türkiye Cumhuriyeti’nin elde ettiği uluslararası başarıların başında gelir. Bu hak sayesinde milletimiz dünya denizlerine açılma yolunda sağlam bir adım atmıştır. Mersin’de de denizciliğin bugünkü halini almasında ve gelişmesinde kabotaj kanununun çok büyük önemi vardır. Milletimiz denizlerle haşır neşir olmayı, kabotaj hakkı elde ettikten sonra bilinçli bir temele oturtabilmiştir. Kısaca kabotaj hakkı deniz ticaretinin başlangıcıdır denebilir. Kabotaj hakkı sayesinde karasularımız dahilinde balıkçılık, avcılık, kum ve çakıl çıkarma, batık çıkarma, dalgıçlık hizmetleri, arayıcılık, kılavuzluk, deniz balıkçılığı, limancılık, gemilerde gemi adamı olarak görev alınması faaliyetleri yabancılara yasaklanmıştır. Bu hizmetlerin yapılması kabotaj ile birlikte kendi vatandaşlarımıza bırakılmıştır. Bu sayededir ki bütün ülkemizde olduğu gibi Mersin’imizde de Türk insanı denizciliğin hemen her dalında beceri ve tecrübe kazanmıştır. Tüm bu yukarıda özetlenen gelişmeler 19 Nisan1926 tarihinde TBMM’de kabul edilen ve 1 Temmuz 1926 tarihinde yürürlüğe giren kabotaj kanunu sayesinde olmuştur. Bu nedenle her yıl 1 Temmuz’u kabotaj bayramı olarak kutlamaktayız. 53 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 Kpt. Halil Delibaş MDTO Genel Sekreter Yardımcısı Prof. Dr. Hüseyin Özbilgin MEÜ. Denizcilik Meslek Yüksek Okulu Müdürü Bu yıl Kabotaj Kanunu’nun kabul edilişinin 86. yılını kutluyoruz. Yazık ki önderimiz Atatürk’ün “Denizciliği, Türk’ün büyük milli ülküsü olarak benimsemeli ve az zamanda başarmalıyız” sözünü büyük bir ihmalkârlıkla takip ediyor, denizlerimizi yeterince tanımıyor, gereğince ve özenle kullanamıyoruz. Deniziyle tanışık ve barışık bir Türkiye için çalışmayı ilke edinen Mersin Üniversitesi, Denizcilik Meslek Yüksek Okulu personel ve öğrencileri olarak Denizcilik ve Kabotaj Bayramının tüm meslektaşlarımıza kutlu olmasını diliyoruz. Kabotaj ve Ülkemizde Kabotajın Uygulanması Kabotaj Nedir? Turgut Erkeskin UTİKAD Başkanı 26 Nisan 1926 tarihinde kabul edilen Kabotaj Kanunu ile bu tarihe kadar yabancılara serbest olan Türk limanları ve sahilleri arasında yük ve yolcu taşıma ve diğer hizmetleri verme işi “Türkiye Limanları ve sahilleri arasında yük ve yolcu taşınması ile kılavuzluk ve römorkaj hizmetleri, Türk Vatandaşları ve Türk Bayrağı taşıyan gemilerce yapılır” hükmüyle sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına bırakılmıştır. tejik bir öneme sahiptir. Kanunun kabul edilmesiyle daha önceden kapitülasyonlarla yabancılara verilen hakların geri alınması Türk ekonomisi ve Türk denizciliği adına çok önemli bir gelişme olmuştur. Ancak, denizcilik sektörünün en önemli bölümünü oluşturan denizyolu taşımacılığı, Kabotaj Kanunu’da elde edilen avantajlara rağmen denizcilik sektörünün geliştirilmesi noktasında bugün olması gereken yerde değildir. 8333 kilometrelik sahil şeridi ve üç yanı denizlerle çevrili olmasına rağmen Türkiye, gerek yük taşımacılığında gerekse yolcu taşımacılığında denizyollarının gerektiği gibi kullanmamaktadır. Bugün gerek iç ticaret gerekse dış ticaretin gerçekleştirilmesinin ana unsurlarından birinin ulaşım sektörü olduğu tartışmasız bir gerçektir. Özellikle uluslararası ticarette denizyolu ulaşımının en etkin biçimde yürütülmesi ülke ekonomileri açısından stra- 54 Söz konusu olan Karadeniz, Ege ve Akdeniz sularının tam ortasında yer alan Türkiye olunca, konunun önemi bir kez daha artmaktadır. Coğrafi konumu ile sadece bölgesinde değil, dünya ticaretinde önemli bir pozisyona sahip olan Türkiye için denizyolu taşımacılığı ve özellikle de limanlarının çok daha öne çıkması gerekmektedir. Dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 90-95’i denizyolu ile gerçekleştirildiği günümüzde tam bir deniz ülkesi olan Türkiye’de yurtiçi yük taşımacılığında bu oran yüzde 3-4, yolcu taşımacılığında ise yüzde sadece 0.3 civarındadır. Bu açıdan baktığımızda Türk denizciliği ciddi bir büyüme potansiyelini içinde barındırmaktadır. Son yıllarda Türk ekonomisinin yakaladığı büyüme trendi, bölgesinde ve dünya ticaretinde etkin rol almaya yönelik atılımları, ulaştırma altyapısına yapılan yatırımları ve dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olma hedefiyle diğer tüm sektörlerde olduğu gibi taşımacılık sektörünün gelişmesi ve büyümesine pozitif katkılar sağlamaktadır. Sonuç olarak, 2023 yılında 1,2 triyon dolar bir ticaret hacmi hedefi koyan Türkiye’nin ulaştırma altyapısına yapacağı yatırımlarla, denizyolu taşımacılığını, gemi inşa endüstrisini ve limanlarını ivedilikle geliştirmek ve büyütmek zorunluluğu bulunmaktadır. Bilindiği gibi her yıl 1 Temmuzda en azından sahil kentlerimizde Denizcilik ve Kabotaj bayramını kutlarız. Kabotaj nedir neden kutlarız sorusuna başlangıçta yanıt vermek gerekirse ; Ulu önderimiz M. Kemal Atatürk’ün çok önemli inkilaplarından biri olan kabotaj hakkı, kapitülasyonların kaldırılması sonrası denizlerimizdeki bağımsızlığımızın sağlanması (Kabotaj Kanunu) ile mümkün olmuştur. Kelime anlamı ile kabotaj kısaca tekel demektir. Fransızca bir kelime olan kabotaj • Bir ülkenin karasularında kendi limanları arasındaki deniz taşımasını kendi bayrağındaki gemilerin ve kendi tebasının yapmasını, ayrıca • Taşıma yapan gemilere yüklenecek boşaltılacak yüklerle ilgili limanlardaki hizmetlerin de Türk vatandaşlarınca yapılmasını gerektiren bir tekel hakkıdır. Ancak bilindiği gibi globalleşen dünyada günümüzde buna tam anlamıyla uyabilmek pek mümkün görünmemektedir. Yabancı sermayenin ve yatırımcının dört gözle beklenmesi, AB ve benzer diğer oluşumların ayrıcalıklara/tekel haklarına karşı kurallar içermesi zaman içinde kabotaj kavramında değişikliğe neden olmuştur. Kabotaj ile ilgili mevzuatlar 1.815 sayılı Kabotaj Kanunu: 19 Nisan 1926 tarih ve 815 sayılı “Türkiye Sahillerinde Nakliyatı Bahriye (Kabotaj) ve Limanlarla Karasuları Dahilinde İcrayı Sanat ve Ticaret Hakkındaki Kanun” ( 29.04.1926 tarihli RG) ile Türk kıyılarında kabotaj hakkı, Türk Bayrağını taşıyan gemilere ve Türk vatandaşlarına hasredilmiş bulunmaktadır. Lozan Barış Anlaşması, Ticaret Mukavelenamesi, yerli yabancı gemilere eşit davranılması ilkesini getirmekle birlikte kabotaj seferlerini, balıkçılığı ve liman hizmetlerini kendi bayraklarını taşıyan gemilere hasretmek hakkını sözleşen (akid) devletler için saklı tutmuştu. Kabotaj Kanunu, böyle bir hakkın kullanılmasından doğmuştur. Toplam 7 maddeden oluşan bu kanun ile öngörülmüş esaslar şunlardır: A. Gemiler a. Türk Gemileri Türk kıyılarının bir noktasından diğer noktasına yük ve yolcu alıp nakletmek ve kıyılarda, limanlar içinde veya arasında römorkaj ve pilotaj (kılavuzluk) ve hangi nitelikte olursa olsun bütün liman hizmetlerini ifa, yalnız Türk Bayrağını taşıyan gemi ve taşıtlara hasredilmiştir.(m. 1/1). Türk Bayrağı taşıma iznini TTK, 941/2 gereğince geçici olarak (en çok bir yıl için) almış bulunan gemi, sözkonusu izin süresince TTK, 941 gereği Türk Bayrağı taşımak hakkını ve hatta Türk gemisi niteliğini almış bulunduğundan kabotaj seferleri yönünden gerekli birinci koşulun (Türk Bayrağı taşımak koşulunun) bu gemiler için dahi gerçekleştiği sonucu doğar. Karşıt kavram yolu ile de TTK.941/1 de yazılı durumda, yani Türk gemisine geçici olarak yabancı bayrak çekilmiş bulunulması halinde izin süresince geminin kabotaj seferi hakkından yararlanamayacağı hükmüne varmak gerekir. b. Yabancı Gemiler Bu gemiler sadece yabancı memleketten aldıkları yolcu ve hamuleyi Türk limanlarına çıkarabilir ve Türk limanlarından yabancı limanlara gidecek yolcu ve hamuleyi alabilir(m.1/2). B. Kişiler a.Türk Vatandaşları Türkiye’de nehir, göller ve Marmara havzası ile Boğazlar ve bütün karasuları ve karasularına dahil körfez, liman, köy vesairede vapur, romorkör, istimbot, motorbot, mavna, salapurya, sandal, kayık velhasıl makine, yelken ve kürekle hareket eden büyük taşıtlar ve saire ile duran ve yüzen araçlar bulundurmak ve bunlarla seyrüsefer ve nakliyat ameliyesinde bu- 55 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 lunmak suretiyle ticaret hakkı, yalnız Türk tebasına aittir (m. 2) Kabotaj Kanunu’nun 2 inci maddesinde yer alan “Türk Teb’ası” deyimi üzerinde bir açıklama şöyle gereklidir: Seyrüsefer ve nakliyat icra etmek suretiyle ticari faaliyette bulunan gerçek kişi birden fazla ise hepsinin Türk olması şarttır. Bir Türk gemisinin yabancılar tarafından kiralanarak kabotaj seferlerinde kullanılması da yasak kapsamına girer. Burada önemli olan, yükle ilgililere karşı kimin taşıyan olarak gözüktüğü değil, seyrüsefer ve nakliyat icra etmek suretiyle kimin ticaret yapmakta olduğudur. Nitekim Kabotaj Kanunu, 2 de seyrüsefer ve nakliyat icra etmek suretiyle ticaret hakkının yalnız teb’asına özgü bulunduğu açıklanmıştır. Seyrüsefer ve nakliyat icra eden bir tüzel kişi ise bunun bir Türk tüzel kişisi olmasının gerekeceği açıktır. Ancak bu tüzel kişi bir anonim şirketse pay sahipleri ve limited şirket ortakları arasında bir yabancı bulunuyorsa durum nedir? Bu konudaki 25 Şubat 1928 tarihli ve 403 sayılı Tefsir kararı’nda, seyrüsefer ve nakliyat icra etmek suretiyle ticaret hakkının sadece Türk teb’asına hasredildiği hususunda Kabotaj Kanunu’nun 2 inci maddesinde açıklık bulunduğu noktasında hareket edilerek sözkonusu pay sahipleri ve ortakların tümünün Türk olması gerektiği açıklanmıştır(milli gemi siciline kayıtlı gemi). b. Yabancılar Hükümet, geçici olarak ve kendileri için ücret veya iştirak payı söz konusu bulunmamak üzere yabancı kurtarma gemilerinin çalışmalarına ve Türk kurtarma gemilerinde yabancı uzman, kaptan ve tayfa çalıştırılmasına izin verebilir (m. 4). C. Yasaklama ve Cezalar a. Yabancı Gemiler Kabotaj Kanunu hükümlerine aykırı şekilde Türk limanları arasında kabotaj yapan yabancı gemi ve teknelerden bin liradan onbin liraya kadar para cezası tahsil olunur. Ayrıca sözü geçen gemi veya tekne Türkiye limanları için hamule ve yolcu almak ve çıkarmaktan altı aydan bir yıla kadar men olunur. İş bu men keyfiyeti, kanuna aykırı hareket eden şahıs ve şahıslarla ilgili şirkete ait diğer gemileri de kapsar. b. Yabancılar Kabotaj Kanunu’na aykırı olarak Türk vatandaşlarına ait haklardan birini icraya yönelen yabancılar, yüz liradan bin liraya kadar para cezası ve bir aydan üç aya kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar . 56 Denizciliğimizin gelişimi ve özellikle Türk gemiadamlarının yabancı bayraklı gemilerde çalışmalarını temin ve teşvik etmek gerekir iken uygulamaya bir dizi mevzuat engelleri çıkıyor. Özellikle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızca ülkelerle yapılan ikili sosyal güvenlik ve çalışma kurallarına yönelik anlaşmalar sistemin ilk önemli konusu. Benzer şekilde Türk bayraklı gemide özellikle kabotaj hattında(iki Türk limanı arasında) yabancı uyruklu gemiadamlarının çalışma imkanı da var ancak bunda da kısıtlamalar var. Özetle Kabotaj kavramı günümüz ihtiyaçları gereği mecburen 1926 dakikatı şartları taşımıyor. Artık Türk gemilerinde yabancı uyruklular kabotaj hattında çalışabiliyor ve yabancı ülke vatandaşları liman hizmeti veren şirketlere ortak olabiliyor hatta yabancı bayraklı gemiler belli şartlar halinde iki Türk limanı arasında yük taşıyabiliyorlar. Denizcilik Müsteşarlığımız döneminde ikinci sicil dediğimiz “Türk Uluslararası Gemi Sicil Kanunu” ve buna bağlı olarak yayımlanan Yönetmelik ile bu sicile geçen gemilere vergi vb. kolaylıkları ve kabotajda yabancı gemiadamı çalıştırma imkanı sağlanarak denizciliğimiz teşvik edilmeye çalışılmıştır. Kanunun aşağıda bulunan 9uncu maddesi ile yabancı gemiadamı da çalıştırılabilmesine imkan sağlanmıştır. 2.Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu: Kanun No. 4490 Kabul Tarihi: 16.12.1999 Gemi adamlarının uyruğu ve istihdamıMADDE 9. - Bu Kanunun 7 nci maddesinin ikinci fıkrası hükümleri saklı kalmakkaydıyla, Türk Uluslararası Gemi Siciline tescil edilen gemilerde ve yatlarda donatanın yabancı veya Türk olmasına bakılmaksızın kaptanın Türk vatandaşı olması esastır. DonatanınTürk vatandaşı olması halinde ise ayrıca diğer gemi ve yat personel sayısının en az % 51'inin Türk vatandaşı olma şartı aranır. Bu maddeden hareketle kabotajda çalışacak Türk bayraklı gemi eğer sadece milli gemi siciline kayıtlı ise gerek işleten şirket ortaklarının tamamı gerekse gemiadamlarının tamamının Türk olması anlamı çıkmaktadır ki kabotaj kanunu da bu mealdedir. Kabotajın uygulamasındaki diğer bir esnek uygulama ise 07.11.2003 tarih ve 25282 sayılı RG yayımlanan 3-Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliğidir: Madde 46; Bir Türk limanından başka bir Türk limanına transit olunacak eşyayı, yalnız Türk bandıralı gemiler nakledebilir. Hem kabotaj, hem de serbest dolaşı- ma girmemiş eşyayı birlikte taşıyan Türk bandıralı gemilerin sahip, kaptan veya acenteleri, bu iki türlü eşyanın birbirine karışmaması için, gereğine göre, bunları ayrı yer ve bölümlere koymak veya Gümrük İdaresince uygun görülecek tedbirleri almak zorundadır. Bu durumda, serbest dolaşıma girmemiş eşyanın konulduğu bölümler mühür altına alınabileceği gibi gerektiğinde gemilerde, varış limanlarına kadar, ilgili Gümrük Muhafaza İdaresince Gümrük Muhafaza Memuru da refakatle görevlendirilebilir. Türk bandıralı geminin kazan ve makineleri ile teknesinde ortaya çıkan bir arıza sebebiyle yoluna devam edememesi halinde; eşya sahibi, taşıyıcısı veya temsilcisi tarafından ilgili liman başkanlığı ve Gümrük İdaresinden izin alınarak yük, kurtarma amacıyla Gümrük Muhafaza Memurlarının gözetimi altında yabancı bir gemiye aktarılabilir. Yabancı bir limana götürmek üzere Türk limanlarından eşya alan yabancı bayraklı gemilerin kazaya uğraması, makinelerinin bozulması, haciz altına alınması, sefer değiştirmesi için emir alması gibi yoluna devamına engel olan nedenlerden ötürü yükünü bir Türk limanında başka bir gemiye nakletmesine izin verilir. Yabancı bir limana sevk edilmek üzere, bir Türk limanından diğer bir Türk limanında bulunan başka gemilere taşınacak söz konusu eşyanın nakliyatının yabancı bandıralı gemilerle yapılmasına da, nakliyatın deniz üstünde olması şartıyla izin verilir. Ancak bu durumda, Gümrük Muhafaza İdaresi tarafından gerekli tedbirler alınarak söz konusu hususlar bir tutanakla tespit edilir. Bu Yönetmelikte de kabotaja istisnai bir durum söz konusu. Aynı Yönetmelik madde 58 de ise;Yatların Kabotaj İşlemlerine yer verilmiştir. Madde 58 - Türkiye'de kışlayan veya yabancı bir limandan gelerek Türkiye'ye giriş yapan her türlü yabancı bayraklı özel yatların liman içinde veya Türk limanları arasında kullanılmasına yalnızca sahibi içinde olmak şartıyla izin verilebilir. Çok sahipli yabancı bayraklı yatlar ile yabancı kulüp, dernek veya birliklere ait yatlar yılda en fazla 4 sahibi tarafından kullanılabilir. Bu çeşit yatlara yat sahibinin ailesi dışında, karşılığında hiçbir ücret alınmadan yalnızca gezi, spor, eğlence amacıyla Türk veya yabancı misafir alınması mümkündür. Türkiye'ye giriş yapan özel yatların, sahibi veya mürettebatı tarafından kullanılmaları ya da ücretsiz Türk ve yabancı misafir ile mürettebat alınması, yatçıların müret- tebatsız olarak kiraladıkları yatları kullanmaları gemi adamlığı sayılmaz ve yatçılar gemi adamlarının sahip oldukları haklardan yararlanamaz. Türkiye'de kışlayan veya yabancı bir limandan gelen özel yat veya bir yat işletmesine dahil yabancı bayraklı yatlara, yatçılar yatçılık amacıyla bir Türk limanından binebilirler ve yatı diğer bir Türk limanında terk edebilirler. Yat işletmeciliği kapsamında kullanılan Kültür ve Turizm Bakanlığından belgeli yabancı bayraklı ticari yatlar, ücret ve navlun mukabili liman içinde ve Türk limanları arasında yolcu taşımacılığı yapamazlar. Ancak, bu yatların turizm amaçlı faaliyetleri yolcu taşımacılığı sayılmaz. Belgeli olmayan yabancı bayraklı yatların belirli program dahilinde veya programsız olarak ücret karşılığı yatçı veya yolcu alarak Türk limanları arasında gezi tertip etmeleri halinde Türkiye Sahillerinde Nakliyatı Bahriye ve Limanlarla Karasuları Dahilinde İcrayı Sanat ve Ticaret Hakkında Kanun hükümlerine göre işlem yapılır. Türk Ticaret Kanunumuzun beşinci kitabı “Deniz Ticareti” ne ayrılmıştır. Bu bölümde Yeni TTK 940 ve 941’inci maddelerde özellikle kabotajla ilgili düzenlemelere yer verilmiştir.Bu madde metinleri de aşağıda çıkarılmıştır. 4. Yeni Türk Ticaret Kanunu: (Kanun No: 6102, 14 Şubat 2011 tarih ve 27846 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan) B) Geminin bayrağı-I- Türk Bayrağını çekme hakkı ve yükümlülüğü MADDE 940- (1) Her Türk gemisi Türk Bayrağı çeker. (2) Yalnız Türk vatandaşının malik olduğu gemi, Türk gemisidir. (3) Birden fazla kişiye ait olan gemiler; a) Paylı mülkiyet hâlinde, payların çoğunluğunun, b) Elbirliğiyle mülkiyet hâlinde, maliklerinin çoğunluğunun,Türk vatandaşı olması şartıyla Türk gemisi sayılırlar. (4) Türk kanunları uyarınca kurulup da; a) Tüzel kişiliğe sahip olan kuruluş, kurum, dernek ve vakıflara ait olan gemiler, yönetim organını oluşturan kişilerin çoğunluğunun Türk vatandaşı olması, b) Türk ticaret şirketlerine ait olan gemiler, şirketi yönetmeye yetkili olanların çoğunluğunun Türk vatandaşı olmaları ve şirket sözleşmesine göre oy çoğunluğunun Türk ortaklarda bulunması, anonim ve sermaye- si paylara bölünmüş komandit şirketlerde ayrıca payların çoğunluğunun nama yazılı ve bir yabancıya devrinin şirket yönetim kurulunun iznine bağlı bulunması,şartıyla Türk gemisi sayılırlar. (5) Türk ticaret siciline tescil edilen donatma iştiraklerinin mülkiyetindeki gemiler, paylarının yarısından fazlası Türk vatandaşlarına ait ve iştiraki yönetmeye yetkili paydaş donatanların çoğunluğunun Türk vatandaşı olması şartıyla Türk gemisi sayılırlar, denmektedir. Bu metinlerde gerek yönetmelik gerekse 6102 sayılı Kanun lafzı kapalı bir anlam ifade etmekte ve tereddütlere yanlış anlamalara sebep olabilmektedir. II- İstisnaları, MADDE 941- (1) Bir Türk gemisi, kendilerine ait olduğu takdirde Türk Bayrağı çekme hakkını kaybedeceği kişilere, en az bir yıl süreyle kendi adlarına işletilmek üzere bırakılmış olursa, malikin istemi üzerine Denizcilik Müsteşarlığı, bırakma süresince, o ülke kanunları buna imkân sağlıyorsa geminin yabancı bayrak çekmesine izin verebilir. Bu izin sona ermedikçe veya kanuni sebeplerle geri alınmadıkça gemi Türk Bayrağı çekemez. (2) Türk gemisi olmayan bir gemi, ona Türk Bayrağı çekebilecek kişilere en az bir yıl süreyle kendi adlarına işletilmek üzere bırakılmışsa, malikin rızası alınmış olmak, Türk mevzuatının kaptan ve gemi zabitleri hakkındaki hükümlerine uyulmak ve yabancı kanunda da bunu engelleyen bir hüküm bulunmamak şartıyla, Denizcilik Müsteşarlığı geminin Türk Bayrağı çekmesine izin verebilir. Şu kadar ki, izin alan kişi, her iki yılda bir, izin için gerekli şartların varlığını sürdürdüğünü ispatlamakla yükümlüdür. (3) İkinci fıkrada belirtilen gemiler, Denizcilik Müsteşarlığınca tutulacak özel bir sicile kaydolunur. 5. ÖTV İndirilmiş Yakıt Alım Sistemi Tebliğleri: Bilindiği üzere 31.12.2003 tarihli ve 25333 sayılı Resmi Gazete’de (2M) yayımlanan 6 No.lu ÖTV Genel Tebliği ve konu ile ilgili olarak yayımlanan diğer ÖTV tebliğleri ile kabotaj hattında çalışan ticari gemilere ÖTV indirilmiş yakıt kullanma hakkı getirilmiştir. Yurt dışından gelen Türk bayraklı bir gemi transit yakıt kullanmakta ancak aynı gemi yurtdışı seferi devamı sefer süresince iki Türk limanı arasında taşıma yapacaksa transit yakıtı değil, ya vergilendirilmiş milli yakıtı ya da sisteme dahil olmuş ise ÖTV İndirilmiş Yakıt Alım Sistemi gereği temin ettiği ÖTV’siz yakıtı kullanacaktır. Ayırımı kolay gibi görünse de gemicilerin daha iyi anlayacağı üzere kullanılan yakıtı değiştirmekte bir dizi sıkıntı ortaya çıkmakta ve en küçük dikkatsizlikte gemi kaçakçılık suçu ile karşı karşıya kalabilmektedir. Bu nedenle daha kolay ve endişeye yer bırakmayan bir sistem (kabotajda transit vergisiz yakıt kullanabilmenin sağlanması) temini halinde kabotaj taşımacılığımıza çok önemli teşvik olacaktır. Sonuç: Kabotajla ilgili mevzuatlarımızla ilgili önemli birkaçına yer vermeye çalışıldı. Kabotajla ilgili bir dizi daha kanun, yönetmelik, yönerge, tebliğ, özelge vb. mevzuat metni bulmak mümkün. Yukarıda bazı yerlerde “Denizcilik Müsteşarlığı” olarak geçen denizcilik idaremiz malumlarınız olduğu üzere geçtiğimiz yıl “Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı” olarak teşkilatlandırıldı ve uzun yıllar sonra isminde denizcilik olan bir bakanlığımız oldu. Kabotaj taşımacılığında özellikle AB adayı olan ülkemizin bu süreçte kabotaj hakkını kaybetmemesi yönünde planlamalar yapılması ile, halen yabancı ortaklı şirketlerin durumu, gemiadamları sayısı ve milliyetleri gibi bir dizi konuda mevzuatların birbiri ile uyumlu ve anlaşılır olması gerekmektedir. Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği Md.46/IV.de kabotaj istisnası mevcut ancak uygulamada zaman zaman gümrük idareleri arasında farklı değerlendirmeler nedeniyle uygulama birlikteliği sağlanamamaktadır. Özetle konumuz kabotaj olduğuna göre Kabotaj Kanunumuzun başta dili olmak üzere günün şartlarına uydurulması, şirket ve gemiadamları ile ilgili kısıtlamaların tüm mevzuatlarda aynı olacak şekilde ilgili taraflarca eşgüdüm halinde süratle yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Bu kapsamda özellikle ülkemiz ile özellikle karşılıklı gemiadamı ithali ve ihracı kapsamında ikili sosyal güvenlik ve çalışma hayatına yönelik ikili anlaşmalar ile mevcut sorunların çözülmesi ve zabit ve tayfa gemiadamı ihracını sağlamak zorundayız. Ülkemizin en önemli sorunu işsizlik, bazı yeterliklerde ihtiyaç fazlası gemiadamlarımız var. Bu kapsamda; • Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, • Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, • Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, • İçişleri Bakanlığı, • Dışişleri Bakanlığı, • Adalet Bakanlığı gibi ilgili tarafların birlikte bir çalışma yaparak mevzuatları düzenlemeleri ve uluslararası özelliğe sahip denizciliğimizin ihtiyaç duyacağı her kesimce anlaşılabilir açık ve net düzenlemelerin yapılması gerekiyor. 57 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 Yrd. Doç. Dr. Uğur Buğra ÇELEBİ Dr. Bekir ŞENER Kabotaj Hattı ve İç Sularımızdaki Yolcu Ve Araç Taşımacılığı Hazırlanan bu çalışmada ülkemiz içerisindeki yolcu ve araç taşımacılığında denizyolunun payı incelenmiş ve mevcut durum belirtilmiştir. Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olarak büyük oranda bir suyoluna sahip olmasına rağmen bu avantajın etkin olarak kullanılamadığı görülmektedir. Gerek yük gerekse yolcu taşımacılığında karayollarının kullanım oranı oldukça büyüktür. Bu durumun iyileştirilmesi ve ulaşımın deniz yoluna kaydırılması ülke ekonomisi, emniyetli taşıma ve çevre kirliliği açısından acilen ele alınması gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çalışma içerisinde öncelikle kabotaj hakkı ve ülkemiz kabotaj hattı sınırlarında mevcut yolcu ve araç taşımacılığının durumu ele alınmış, sonuç olarak da mevcut durumun iyileştirilmesine yönelik çalışmalar ve öneriler belirtilmiştir. Türkiye, denizle iç içe yaşayan bir ülkedir. Kıyılarımızın uzunluğu Akdeniz’in boyunun 2,5 katı kadardır. İllerimizin yüzde 40’ının denizle kıyısı bulunmaktadır. Deniz ticaretinin başladığı ve bittiği noktalar olan ve deniz hattı ile kara hattının kesişim bölgesinde bulunan limanların ülkenin sosyoekonomik yapısı üzerinde büyük etkisi vardır. Ülkemizin kıyı uzunlukları, Anadolu Kıyısı 6480 km, Trakya Kıyısı 786 ve Adalar Kıyısı 106 km olmak üzere, toplam 8333 km’dir [1]. Dünya yük taşımacılığının %90’ından fazlası denizyolu ile yapılmaktadır. Deniz 58 yolu en ekonomik ve güvenilir taşıma yolu olmasına rağmen yurt içi yük taşımacılığımızın %88’i karayolu, sadece %4’ü denizyolu ile yapılmaktadır [2]. Benzer durum yolcu ve araç taşımacılığı için de geçerlidir. Ülkemiz yolcu ve araç taşımacılığının %95’i karayolu, sadece binde 3’ü denizyolu ile gerçekleşmektedir. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizin yük ve yolcu ve araç taşımacılığında denizyolunun bu kadar az pay alması ekonomik ve sosyal boyutlar bakımından büyük olumsuzluklar doğurmaktadır. Ülkemizin 8333 km’lik sahil şeridi ile sahip olduğu bedava suyoluna karşın demiryolu yapımı kilometre başına yaklaşık 1milyon dolara mal olmakta, 2 milyon dolardan başlayan otoyol inşa maliyetleri ise viyadüklü kesimlerde 12 milyon dolara kadar çıkabilmektedir. Bugüne kadar ülkemizde inşa edilmiş toplam 1600 km otoyoluna 14 milyar dolar (ortalama kilometre maliyeti 8,8 milyon dolar) sarf edilmiştir. Bu hesapla 150 km’lik bir otoyol bedeli bir milyar doları aşmaktadır. Buna karşın şu anda ülkemizde kullanılmakta olan en modern ve en hızlı yolcu-araç feribotunun maliyeti 25–30 milyon dolar civarındadır[3]. Ulaştırmada ülkemiz genelindeki durum İstanbul ilimizde de benzerlik taşımakta, kent içi ulaşımda %90 karayolu, %6 demiryolu ve sadece %4 denizyolu kullanılmaktadır. Şehirlerarası ulaşımda denizyo- lunun oranı daha da alt seviyelerdedir. Bu durumun iyileştirilmesi ve ulaşımın deniz yoluna kaydırılması ülke ekonomisi, emniyetli taşıma ve çevre kirliliği açısından acilen ele alınması gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Denizyolu kullanımının arttırılması için özellikle limanların altyapılarının iyileştirilmesi, karayolu ve demiryolu ile olan bağlantılarının arttırılması gerekmektedir. Aynı zamanda denizyolunun kullanımının artımı ile gerekli olacak gemi sayısının karşılanması gerekmektedir. Bu sayının karşılanmasında gemilerin satın alınması yerine bu gemilerin ülkemizde dizayn edilmesi ve yine ülkemiz tersanelerinde imal edilmesi ülkemiz ekonomisine büyük faydalar sağlayacaktır. Ülkemiz denizyollarının daha etkin kullanılması için kabotaj hattında çalışan teknelerin özelliklerinin incelenmesi ve bunlara alternatif olabilecek gemi formlarının oluşturulması son derece faydalı olacaktır. Mevcut hatlar ve alternatif hatlarda çalışması öngörülen gemi tiplerinin dizayn ve imalat aşamalarının ülkemizde gerçekleştirilmesi ile gerek istihdam oluşumu gerekse ülke dışına ödenen dövizin yurtiçinde kalması sebebiyle ekonomimize büyük yarar sağlanacaktır. 2. Kabotaj Kabotaj, bir ulusun kendi karasuları içinde 59 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 kalan milli deniz çevresini kullanması (ya da kullandırtması) hakkı olarak bilinir. Kabotaj tekeli, 815 sayılı Türkiye Sahillerinde Nakliyatı Bahriye (Kabotaj) ve Limanlarla Karasuları Dahilinde İcrayı Sanat ve Ticaret Hakkında Kanun ile yasallaştırılmıştır. Bu hakkın yasallaşma tarihi ise 19 Nisan 1926’dır. Kabotaj hakkı, Osmanlı devleti zamanında mevcut kapitülasyonların kaldırılması sonucu elde edilmiştir. Kapitülasyonların kaldırılması ise Lozan Barış Anlaşması’nın 28. maddesi ile sağlanmıştır. Kabotaj hakkı, Cumhuriyet Türkiye’sinin elde ettiği uluslararası başarıların başında gelir. Bu hak sayesinde ulusumuz dünya denizlerine açılma yolunda fakat sağlam bir adım atmıştır. Bugünkü deniz ticaret filomuz sermaye varlığını kabotaj hakkını kullanarak yapmıştır. Başka bir deyişle, kabotaj taşımalarının sağlandığı birikimle bugünkü deniz ticaret filomuz oluşturulmuştur. Yine, limanlarımızın gelişmesinde ve özerklik kazanmasında kabotaj hakkının önemli katkıları bulunmaktadır. Türk toplumu denizle haşır neşir olmayı kabotaj hakkını elde ettikten sonra bilinçli bir temele oturtabilmiştir. Özetle Kabotaj hakkı Türk ticaret denizciliğinin başlangıcıdır, denilebilir. Türk deniz ticaret filosu, kabotajın ilk yıllarında iç hatlarda taşımacılık yapmıştır. Filonun taşıma uğraşı başlıca 7 hatta toplanmaktaydı. Bu hatların 3 tanesi posta, 4’ü de yük hattıydı. Posta hatları Karadeniz, Marmara, Ege limanlarıyla Zonguldak-İstanbul ve Zonguldak yabancı limanlar arası şeklindeydi. Günümüzde ise bu görüş çok değişmiştir. Bayrağımız dünyanın hemen her limanında dalgalanır durumdadır. Akdeniz taşımacılık yönünden tekrar bir Türk gölü haline gelmiştir. Kabotaj hakkı kapsamında taşımacılık dışındaki denizcilik faaliyetleri de yer almaktadır. Nitekim Kabotaj Yasası’nın 2. ve 3. Maddelerinde bu faaliyetler sayılmaktadır. Bu maddelere göre, karasularımız dahilinde balıkçılık ve diğer tür avcılık, kum ve çakıl çıkartma, batık çıkartma, dalgıçlık hizmetleri, arayıcılık, kılavuzluk, deniz balıkçılığı, deniz esnaflığı, limancılık ve liman işçiliği, gemilerde gemi adamı olarak görev alınması gibi faaliyetler yabancılara yasaktır. Hizmetlerin yapılması Türk vatandaşlarına bırakılmıştır. Kabotaj hakkıyla yabancılara yasaklanmış olan denizcilik faaliyetlerinin yürütülmesi sayesinde Türk insanı denizciliğin hemen her dalında beceri ve tecrübe kazanmıştır [3]. Ülkemiz kabotaj hattı yolcu ve araç taşımacılığı ağırlıklı olarak Türkiye Denizcilik İşletmeleri’nin (TDİ) yolcu gemisi ve feribotları ile İstanbul Deniz Otobüsleri A.Ş.’nin (İDO) feribot ve deniz otobüsleri ile gerçekleştirilmektedir. TDİ’nin kullandığı gemilerin yaş ortalamaları 20 civarındadır. Şehirlerarası yolcu ve araç taşımacılığı çoğunlukla Marmara Havzası içerisinde; Tekirdağ, Bandırma, Mudanya, ve Avşa, Erdek gibi adalar çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. mektedir. Ancak taşımacılığın en yoğun olduğu İstanbul’da bile yolcu taşımacılığında denizyolunun payı %2,5 gibi çok küçük bir değerdir. Düzenli olarak şehir içi yolcu ve araç taşımacılığı ise İstanbul, İzmir, İzmit Körfezi ve Çanakkale bölgesinde gerçekleştiril- Çizelge 1’de şehirlerarası ve şehir içi yolcu ve araç taşımacılığına ait son iki yılın genel istatistikleri gösterilmektedir. Çizelge 1. Kabotaj hattı yolcu ve araç taşımacılığı yapılan hatlar ve taşınan yolcu ve araç miktarları 3. Kabotaj hattı ve iç sularımızda yolcu ve araç taşımacılığındaki mevcut durum Ülkemiz kabotaj hattı yolcu ve araç taşımacılığını şehirlerarası, kent içi ve iç sular olarak üç bölümde incelemek mümkündür. Genel olarak kabotaj hattında taşınan yolcu ve araç miktarı ve yıllara göre değişim Şekil 1’de toplu olarak gösterilmektedir. Kaynak: www.denizcilik.gov.tr Şekil 1. Kabotaj hattında yıllara göre taşınan yolcu ve araç miktarları 60 Kaynak: www.denizcilik.gov.tr Ülkemiz nehirlerinin akarsu rejimleri deniz ulaşımı için uygun değildir. İç sularımızda GAP bölgesindeki Atatürk, Karakaya ve Keban barajlarındaki birkaç noktada karşılıklı geçiş halinde deniz ulaşımı yapılmaktadır. Bunlara ek olarak Van Gölü’nde de iç su ulaşımı kullanılmaktadır. İç sularımızda bulunan hatlar şunlardır: Atatürk Barajı Kâhta - Menzil Geçişi: bir feribot. Narenciye - Bucak geçişi: bir feribot. Meşeli Köy - Pertek geçişi: bir feribot. Karakaya Barajı – Baskil – Battalgazi geçişi: bir feribot. Keban Barajı – Ağin geçişi: bir feribot. Keban Barajı – Fatmalı – Çemişgezek geçişi: iki feribot. Van Gölü: Bu göl üzerindeki deniz ulaşımı Tatvan-Van-Tatvan arası çalışan 4 adet tren feribotları ile yapılmaktadır. Bu feribotlardan iki tanesi 310 yolcu, diğer ikisi de 170 yolcu kapasitelidir. 61 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 4. Sonuç rın sonucunda İstanbul şehir içi yolcu taşımacılığında kullanılmak üzere çeşitli teknelerin tasarımı ve inşası gerçekleştirilmiştir. Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili olmasına ve büyük oranda suyoluna sahip olmasına rağmen bu avantajını yeterli ölçüde kullanamamaktadır. Bu durumun iyileştirilmesi ve gerek ulaşımın, gerek ise taşımacılığın deniz yoluna kaydırılması ülke ekonomisi, emniyetli taşıma ve çevre kirliliği açısından acilen ele alınması gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlara ek olarak mevcut limanlarımızın ve yeni yapılacak limanların kurvaziyer dahil tüm yolcu taşımacılığında yolcu yükleme ve boşaltma sistemlerinin ve yat limanları ile marinalar dahil tüm terminallerin modernizasyonu ve ileri teknolojilerle donatılması gerekmektedir. Kabotaj hattının efektif bir biçimde kullanılması açısından düşünülmesi gereken ilk konu optimum seyir hatlarının ve bu hatlarda çalışacak en uygun gemi tiplerinin tespiti ve çalıştırılmasıdır. Ayrıca bu hatlarda çalışacak gemilerin tasarım ve imalatının ülkemizde gerçekleştirilmesine yönelik çalışmalar hızlandırılmalıdır. Son yıllarda bu konuda çeşitli girişimler yapılmış ve bunla- Ulaştırma sistemlerinin birbirine karşı üstünlüklerinin birbirlerini tamamlayacak şekilde kullanılması kavramı ile oluşturulan “kombine taşımacılığın” geliştirilmesi önemli ve ortak bir strateji olarak Avrupa’nın gündemindedir. Bu sistemin ülkemiz ulaşımına entegrasyonu ile gerek denizyolu ulaşımı gerekse diğer ulaşım şekilleri birbirlerini tamamlayacaktır. 5. Kaynaklar [1] Şener, B., Çelebi, U.B., Ekinci, S., “Kabotaj Hattı ve İç Sularımızdaki Mevcut Durum ve Gelecek Tasarımları”, İTÜ Gemi Mühendisliği ve Sanayimiz Sempozyumu, 293-299, 24-25 Aralık, 2004, İstanbul. [2] DPT, Dokuzuncu Kalkınma Planı, Denizyolu Ulaşımı Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2006. [3] DPT, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ulaştırma Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2001. Geçmişten Bugüne Mersin’de Kabotaj Bayramı 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe giren Kabotaj Kanunu, ülkemizin tam bağımsızlığı yolunda önemli bir dönüm noktasıydı. O tarihten sonra kutlanan Denizcilik ve Kabotaj Bayramı işte bu nedenle sadece denizlerimizin ve denizciliğimizin önemine vurgu yapması bakımından değil, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığının bir nişanesi olması dolayısıyla da büyük bir önem arz ediyor. Mersin’deyse 1 Tem- Kutlamaların 10. Yılı (Temmuz 1936) muz coşkusu Mersinlilerin katılımıyla geçmişten bugüne farklı etkinliklerle sürüyor. Yeni Mersin Gazetesi’nin eski sayılarından Denizcilik ve Kabotaj Bayramı etkinlik haberlerini sizler için derledik. 1 Temmuz 1942’de Deniz Bayramı gazetenin manşetinde Kabotaj Hakkının 24. Yılı 1937 yılının Bayram Kutlama Programı 1936 Temmuz’undan bir başka haber. Bayramın şenlik havasında kutlandığı anlatılıyor. 62 63 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 1953 Yılında Mersin’deki Kutlama Programı 1954 yılından bir haber 1 Temmuz 1956 Pazar günü Yeni Mersin Gazetesi’nin ilk sayfası 64 Kabotaj Hakkının 40. Yılı 2 Temmuz 1966’da Gazetenin Manşet Haberi Ve 1970’li yıllar… Denizcilik ve Kabotaj Bayramı ile ilgili haberin hemen yanında Mersin nostaljisi yarataca bir başka haber var. 65 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 "Su gibi aziz ol, kızım. Varol. Teşekkür ederim..." dedi... Yukarıdaki satırlar güzel Mersin’li Suna Tanaltay’ın “Güneş tutulması Gibi Bir Şey” adlı öyküsünden (2). 50–60 sene öncesinin Aşağı Gözne’sini bilenler merhum Esat Tevfik’in otel ve gazinosunu, gazinonun alt köşesindeki Debbas çeşmesini hatırlayacaktır. Bu konuda Mersin tarihçisi Şinasi Develi’yi dinleyelim: Nihat Taner Nihat Taner, 1871’de Mersin’e uğrayan USS Shenandoah gemisini, gemiye yüklenen ilginç ve bir o kadar da değerli yükün Tarsus’tan başlayıp New York’ta Metropolitan Sanat Müzesinde noktalanan yolculuğunu ve bu yolculuğun arkasındaki yaşam öykülerini Mersin Deniz Ticareti Dergisi okurları için kaleme aldı. Tarsus’ta ikamet eden zengin bir Rum vardı. Tarsus’ta Sen Paul’un evi olarak bilinen yerde ikamet eden Debbas ismindeki bu kişi bir av nedeni ile Gözne taraflarına gelmiş ve ormanlar içerisinde gördüğü Gözne’yi beğenerek yazın sıcak aylarında burayı yayla olarak benimsemiştir. Debbas’la birlikte diğer bazı gayrimüslimler de Gözne’ye gelmeye başlamışlardır. Aşağı Gözne’de mevcut çeşmenin adı “Debbas’ın Çeşmesi” olduğu gibi, bağlık bir yerin adı da “Debbas’ın Bağı” olarak anılmaktadır (3). Beş gözünden gürül gürül suların aktığı, altındaki yalakta kavun, karpuz ile özellikle hafta sonlarında içki şişelerinin soğumaya yatırıldığı Debbas çeşmesi. Develeri ile geçen Yörüklerin soluklandığı, keklik avından dönen avcıların serinlemek üzere mola verdiği, omzunda silahı ile geçen orman korucusunun atını suladığı Debbas çeşmesi… Çeşmenin karşısındaki set üstünde altı yüksek taş kemerli, iki katlı, görkemli bir ev vardı. Debbasların evi. Ev Debbas ailesinden Yanparlı Hüseyin Efendi’ye geçmiş, ondan da Kadı Tahsin Merzeci satın almıştı. Bahçesinde her çeşit meyve ağacı, çeşmeye bakan köşesinde ulu çınarı, çevresini kucaklayan koca cevizi, çamları, üzüm çardakları ile yeşil bir köşeydi Gözne’de. Eski Debbas çeşmesi bu evin bahçe duvarının dışında, sonraki çeşmenin bir kaç metre yukarısındaydı. Kemerli yapısıyla tipik bir Osmanlı eseriydi. Ancak suyu giderek azalmıştı. Biraz aşağıdaki yeni çeşmeyi otel ve gazinoyu inşa ederken merhum Esat Mersin’e Gelen Ecnebi Gemiler – 1 Uss Shenandoah Shenandoah Kızılderili lisanında “Yıldızların Kızı” demek. Virginia eyaletinin batısında Blue Ridge ve Apalaş dağları arasında Shenandoah dağı, vadisi ve nehri yer alıyor. Doğal güzelliğiyle tanınan yöre 1930’lardan beri milli park olarak kullanılıyor. Adını buradan alan USS Shenandoah, Amerika iç savaşı devam ederken, Philadelphia Bahriye Tersanesinde 8 Aralık 1862’de kızağa kondu ve 20 Haziran 1863’te denize indirildi. Ahşap gövdeli, tek şaftlı, 1,375 ton deplasmanlı, 67 metre uzunluğunda bir şalupaydı. Sonraki 18 ayı doğu kıyılarında Kuzey Atlantik abluka filosunu desteklemek, güneyli gemileri aramak ve onlarla çarpışmakla geçirdi. Aralık ayında Kuzey Carolina eyaletinin Wilmington kentini koruyan Fisher kalesine yönlendirildi. Kalenin üç hafta süren bombardımanında ön plana çıktı. Bombardıman 2. Dünya Savaşından önce gerçekleştirilen en büyük çıkarma operasyonu ile tamamlandı ve kale düştü. İç savaşın ardından (1865–69 yıllarında) Güney Amerika Filosunda ve Asya Filosunda (günümüzdeki 7. Filo) görev yaptı. Ticarete açılan çeşitli Çin ve Japon limanlarında gözlemlerde bulundu. 1870–74 arasında Amerika iyi niyet elçisi olarak Avrupa'nın Akdeniz kıyılarını dolaştı. 1872 yılı Noel’inde Yunanistan kral ve kraliçesini ağırladı. 66 Dönüş yolunda Karayiplere uğradı. 1879–82 arasında Güney Atlantik Filosunda, 1883–1886 arasında Güney Pasifik Filosunda çalıştı. Güney Amerika denizlerindeki varlığı ile ABD vatandaşlarının ve menfaatlerinin korunmasına ve güvenliğine yardımcı oldu. 23 Ekim 1886’da Mare Adasında hizmet dışı bırakıldı ve California’daki bir denizcilik şirketine satıldı (1). Akdeniz’de bulunduğu sırada USS Shenandoah özel bir görevle Mersin’e uğradı. Şimdi bu ilginç olayı izleyelim. *** Suyu getirdiğimde ben de nefes nefeseydim... "Merak ettik seni" dedi, öğretmenim. Okulun çeşmesi şuracıkta. Ayağın mı kaydı? Düştün mü?" Ve elimdeki buz buğulu bardağa uzandı... Şaşkınlıkla: "Kızım bu su gerçekten buz gibi... Nerden buldun ki bu suyu?" "Debbas'ın çeşmesinden kapıp getirdim öğretmenim. Soğuk sulardan doldurdum..." Bir an uzaklara baktı... Derin bir iç çekti. Buz gibi suyu kana kana içti ve: 67 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 Tevfik'in yaptırdığı söylenirdi. Yeni çeşme de Debbas adıyla bilinirdi. bir yükün taşınması için elverişli değildir. Bu nedenle bahar aylarının geçmesi beklenir. Ayrıca Mersin’e bir geminin gönderilmesi için Amerikan Bahriyesinden yardım istenir. O sırada Akdeniz’de bulunan USS Shenandoah gemisinin rotasını Mersin’e çevirmesi ve lahdi teslim alması kararlaştırılır. Olayın detaylarını Debbas’ın mektubundan okuyalım: “Debbas” adı duyulmaz, bilinmez oldu. İşte bu ailenin yaşamından bir kesit ve Tarsus’tan New York’a uzanan bir öykü. *** Tarsus’ta St. Paul Kuyusu’nun 1890’larda çekilen fotoğrafında kuyunun günümüzdeki gibi açıkta olmadığı, bir evin kemerli yapısının altında yer aldığı görülür(4). Bu bina Debbas ailesinin konağıdır. Debbaslar aslen Beyt-ülLahm (Bethlehem) şehrinden köklü bir ailedir. Abdullah (Abdo) Debbas ve kardeşi Halil’in Tarsus’a hangi tarihte geldikleri kesin olarak bilinmiyor. 1850’lerde, Mersin ve Tarsus’un ticari açıdan hareketlendiği bir dönemde geldikleri tahmin ediliyor. İşe ziraat ile başlayan aile bilahare dokumacılık ve dış ticaretle iştigal ediyor. Ailenin reisi Abdo Debbas 1860’lardan 1882’ye kadar A.B.D. konsolos yardımcısı olarak görev yapıyor. O yıllarda Tarsus’a en yakın A.B.D. konsolosluğu Beyrut’tadır.Tarsus’taki konsolosluk bürosu Beyrut’a bağlıdır. Amerikan konsolosu J. Augustus Johnson hatıralarında Abdo Debbas’ın da kendisi gibi antika eser ve eski para merakı olduğunu, bu nedenle sadece görevleri icabı değil, iki dost olarak yakın görüştüklerini yazmaktadır(5). 1863 yılında Tarsus’ta bir bina inşaatı kazısında bir lahit bulunmuş ve Debbas bu lahdi satın almıştır. Debbas, bu lahdi Johnson’a hatıra olarak armağan etmek istediğini 10 Ocak 1870 tarihli mektubunda belirtir. Johnson, prensipleri gereği değerli armağanları kabul etmemektedir. Bunu öğrenen Debbas, Amerika halkına duyduğu dostluğun bir ifadesi olarak bunu bir müze veya kuruma vermek üzere Johnson’dan yardım ister. Bir süre sonra Johnson New York’a gider. 68 Tarsus, 18 Temmuz 1871 Ekselansları J. Aug. Johnson No. 26 Exchange Place, New York "Amerikan Kilise Birliği tarafından Catherine Debbas'tan 1870'te satın alınan Tarsus'un Çıplak mahallesindeki arsa ve evin mülkiyetine ait Osmanlıca kayıt ve Tarsus konsolosluğunun hazırladığı belge." Burada bir müzenin kuruluş çalışmalarına davet edilmiştir. Toplantıyı New Jersey Central Demiryolu şirketinin başkanı John Taylor Johnston yönetmektedir. Toplantıya katılan bazı zengin işadamları kurulması düşünülen müze için yüksek meblağlar bağışlamayı taahhüt ederler. Ortamın uygun olduğunu hisseden Johnson Abdo Debbas’ın arzusunu dile getirir ve lahdin Tarsus’tan Amerika’ya getirilmesi önerisi kabul edilir. *** Toplantıda alınan karar Debbas’a iletilir. Lahdin Tarsus’tan New York’a gönderilmesi pek kolay bir iş değildir. Yağışlı aylarda Tarsus-Mersin arasındaki yollar ağır Efendim, Shenandoah firkateyninin lahdi yüklemek üzere Mersin’e çıkageldiğini size bildirmekle mutluyum. Mahalli idare vezaret müsaadesi olmadan ihracına izin vermediği için İstanbul’a telgraf çektim. Bir haftalık gecikmeden sonra, Tanrıya şükür İstanbul’dan müsaade geldi, 10 Temmuz’da lahit ve kapağı bin bir müşkülat ile gemiye yüklendi. Tüm masraflarını karşıladım ve yüklettim. Tarsus’tan Mersin’e naklinin ne kadar yorucu ve pahalı olduğunu bilemezsiniz. Evvela bir depoya koydum, daha sonra bir mavna ile gönderdim. Kaptanın verme nezaketinde bulunduğu tayfalar ve halatlar olmasaydı, herhalde ihracı mümkün olmayacaktı. Unutmadan belirteyim; lahit ile birlikte küçük bir kutuda lahitten çıkan taşlaşmış kemikleri ve külleri, biri lahdin içinde diğeri yanında bulunmuş olan iki küçük terakota lambayı da gönderdim. Umarım bunca zahmet ve masraftan sonra lahit Amerika’da beğenilir, benim bir armağanım ve hatıram olarak kabul görür. Shenandoah ayın 16’sında Yafa’ya gitmek üzere ayrıldı. Oradan Messina’ya, akabinde 1 Eylül’de Ville Tranche’ye geçecek. Orada lahit Richmond’a aktarılarak yoluna devam edecek ve size gelecek. Shenandoah’ın süvarisinden “St. Paul’ün lahdi ve kalıntılarını almak üzere” geldiklerini duymak son derece eğlendiriciydi. Süvariye St. Paul’ün Roma’da öldüğünü, üzerindeki işlemelere göre bu lahdin Hıristiyanlıktan 200 ila 800 sene öncesine ait olduğunu belirttim. Ailenizin iyi olduğunu ümit ederim. Biz halen yayladayız. Geçen pazartesi kardeşiniz Mr. L. M. Johnson’u görme bahtiyarlığına eriştim. Bir Rus gemisi ile İstanbul’a gidiyordu. Shenandoah’ın güvertesinde beraber kahvaltı yaptık. Anladığım kadarıyla bu seyahatinde Amerika’ya devam edecek. Beni kendisine tavsiye etmenizi ve arada sırada beni kendiniz hakkında bilgilendirmenizi rica ederim. Bilvesile, sadık dostunuz A. Debbas *** Tarsus’tan yola çıkan lahit USS Shenandoah’tan USS Richmond’a aktarıldı. Richmond 24 Ekim’de salimen Philadelphia Limanı’na vardı. Oradan New York’a taşındı ve 5. Caddede 681 numaralı binaya yerleştirildi. Burası sonraki yıllarda dünyanın en ünlü müzelerinden biri olacak olan Metropolitan Sanat Müzesi’ydi (Metropolitan Museum of Art). Tarsus’tan giden lahit müzeye kabul edilen ilk eser olmuştu. 1876’da müze mütevelli heyeti aldığı kararla Abdo Debbas’ı “ebedi dost” olarak kabul etti. Metropolitan daha sonra şimdiki yerine taşındı. Debbas’ın armağanı müzenin “Yunan ve Roma Sanatı” bölümünün gözbebeği olarak sergilenmeye devam ediyor. *** PRENS VE BALERİN Peki Debbas ailesi hakkında başka neler biliyoruz? Köpeğini gezdiren, bahçesinde kitap okuyan, Pete Sampras’ı alkışlayan, sıradan bir kişi görünümündeydi. Hâlbuki Gabriel Debbas bir zamanlar “Beyrut’un prensi” idi, tanınmış bir Macar balerinle evli, güçlü bir Lübnanlı banker. Lübnan borsasının kurucusu, dünyaca ünlü Casino duLiban eğlence merkezinin gelişmesini sağlayan, Suudi Arabistan kraliyet ailesiyle içli dışlı. Ülke başkanları ve başbakanlarla her zaman yakın. 1870’lerin başında Tarsus’a gelen Amerikalı misyonerler küçük bir Protestan Okulu açmayı düşünürler. Tarsus’taki bazı Ermeni Osmanlı vatandaşları ile programı oluştururlar. Okulun kurulacağı arsanın satın alınmasına gelince iş çatallaşır. Yasalara göre yabancılara mülk satışı yasaktır. Bunedenle üzerinde karar kılınan taşınmaz okulda görev yapacak olan Osmanlı tabiiyetindeki 3 Ermeni’ye satılır. Tarsus’un Çıplak mahallesindeki bu arsayı satan kişi Catherine Debbas’tır. Adı geçen okul 1888 yılında St. Paul’sInstitute adını alacak, Cumhuriyet sonrası Tarsus Amerikan Kolejine dönüşecektir. Amerikan kayıtlarında aileden John Debbas’ın A.B.D. konsolosluk memuru (1907–08), konsolos yardımcısı ve vekili olarak (1908–14) tarihlerinde Mersin’de görev yaptığını görmekteyiz. 1909–17 yılları arasında Mersin’deki Amerikan konsolosu Edward I. Nathan’dır (7). 1917’de A.B.D. Birinci Dünya Savaşına girince Mersin’deki konsolosluk kapatılır. O tarihlerden sonra Debbas adı pek duyulmaz olur. *** 2004 yılının 10 Haziran günü, Amerika’nın New Mexico eyaletindeki Albuquerque kentinde yayınlanan The Albuquerque Tribune adlı gazetede Nancy Salem imzalı aşağıdaki haber yer alır: Debbas 31 Aralık 1909’da Mersin’de doğdu. Debbaslar kökleri 8. Yüzyıla dayanan, Ortadoğu’nun önemli bir sülalesiydi. Aile Debbas 10 yaşındayken Beyrut’a taşındı. Babanın vefatı, para işlerinde deneyimi olmayan annesinin ailenin servetini kaybetmesi nedeniyle Gabriel 17 yaşında, Cizvit mektebini bitirip çalışma hayatına atıldı. Sayılarla arası iyi olan Debbas bir bankada iş buldu, bu iş uzun bir kariyerin başlangıcıydı. Önde gelen bir bankacı, ardından banka sahibi oldu. Avrupa ve Ortadoğu’daki müşterilerinin ticari işlemlerini takip ediyordu. 50 yaşındayken Lübnan borsasını kurdu ve 15 sene yönetti. Müstakbel eşini 1938’de Beyrut’ta gösteri yapan bir Macar dans topluluğunda tanıdı. Kuliste genç dansçıyla tanıştı. Görüşmemizde eşi Magda “İlk bakışta aşktı, bir daha dans etmedim” diyordu. Göz alıcı çift kentin dillerinden düşmedi, herkes onlardan “Prens ve Balerin” olarak bahsediyordu. 1939’da evlendiler. Çocukları Gilbert 1940, Simone 1943 ve Richard *** Aslında lahit Debbas’ın mektubunda yazdığı gibi İsa’dan önceye ait değil. Müze kayıtlarında şu bilgi var: III. yüzyıl başlarına tarihlenen lahit, Roma ölü gömme sanatının seçkin örneklerinden birisidir. Lahdin ön yüzü ve yanları meşe yaprağından oluşan girlandlarla (kolyelerle) süslüdür. Girlandlar önde aşk ve seks ile ilişkili kanatlı tanrı ve yarı tanrı olan iki eros tarafından, dört köşede de zafer simgeleri ile desteklenmiştir. Merkezdeki girlandın dışındakilerin üzerinde doldurma motifi olarak koruyucu Medusa başları kullanılmıştır. Merkezdeki girland boş bir yazıt tabletini çevrelemektedir. Lahdin arkasının ve kapağının üstünün işlemesi bitirilmemiştir. Bu da lahdin olasılıkla döneminde satılamayıp elde kaldığını göstermektedir (6). 69 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 1950’de dünyaya geldi. Görkemli evlerinde çocuklarını büyütmekte, ardından günlerce konuşulan davetler vermekteydiler. 1975’te Lübnan’da iç savaşın başlamasından kısa süre sonra borsa çöktü. Debbas işsiz kalmış, tüm mal varlığını kaybetmişti. Çocukları da ülkeyi terk etmişti. Evleri birkaç kez soyuldu. Hatta bir keresinde makineli tüfek namluları üzerilerine çevrilmişken ülkede kalmalarının kendileri için iyi olmayacağı söylendi. Ama onlar direndiler. Yaklaşık 20 yıl süren çekişmelerden yorulmuşlardı. 1990’lı yılların başında Lübnan’dan ayrılmaya karar verdiler. Beyrut’ta ABD elçiliği yoktu. Nijerya’ya gittiler, oğulları Richard’ın yardımıyla Amerikan vizesi aldılar. Beyrut’a bir kez daha dönüp şanslarını denediler. Ne yazık ki açılan ateşten çekinerek, evlerini dahi göremediler. Mahzun, Amerika’ya yollandılar. Siyasi sığınmacı olarak girdikleri Amerika’da, ressam kızları Simone’a yakın olmak için, Albuquerque kentine yerleştiler. Gabriel 85, Magda 80 yaşındaydı. Alışmaları kolay olmadı. İngilizce öğrenmeye çalıştılar. Magda yürüyüş ve yüzme ile Gabriel yazı yazarak oyalandılar. Televizyonda tenis maçlarını izlemek, SandiaCasino’da vakit geçirmek onlar için güzel değişikliklerdi. 2000 yılında ABD vatandaşı oldular. Sonuna kadar birlikteydiler. Ölümünden kısa süre önce Gabriel “Ömrümün son yıllarını memleketim Lübnan’ın dağlarında dinlenerek, aile fertlerimle birlikte geçireceğimi hayal ederdim. Ancak her şeyin değiştiğini, insanın önüne çıkan durum ve şartlara ayak uydurmasının kaçınılmaz olduğunu anladım” diyordu. 4 Haziran 2004’te, Gabriel 95 yaşında Texas’ın Albuquerque kentinde yaşama veda etti. Tam da evliliklerinin 65. yıldönümünde! (Alexander) Debbas ise John ile kardeş çocuğudur. İskender Butros, Sursokların Mersin’deki emlak ve işletmelerinin yöneticisi olarak çalışmaktadır. Hastalığı nedeniyle Beyrut’a götürülen İskender Debbas 1914’te vefat eder. Gabriel Debbas annesi tarafından Butroslarla akrabadır (Gabriel, Edward, Emile ve JulietteButros ile kardeş çocuklarıdır). Gilbert 1960’larda iki kez Mersin’e gelmiş, Butros ailesinin konuğu olmuştur. *** Aradan birkaç yıl daha geçer. Yerel gazeteler Magda (Madeleine) Debbas’ın 14 Aralık 2009’da öldüğünü yazmaktadır. O da sevgili kocası gibi 95 yaşında hayata veda etmiştir. Magda “Gerçek bir aşk hikayesiydi” diyor, gözleri nemli. 2006 yazında Amerika’dayken Albuquerque’de yaşayan Simone Debbas’a telefon ettim. Gözne’deki Debbas konağında çocukluk günlerimi geçirdiğimi duyunca şaşırdı. Ağabeyi Gilbert Beyrut’ta yaşıyordu. Mersin’e dönünce Gilbert ile irtibata geçtim. Kendisinin verdiği bilgilere göre yukarıda bahsi geçen John Debbas, Abdo Debbas’ın oğludur. John konsolosluk görevinin yanı sıra bir Amerikan dergisinin yerel muhabiri olarak çalışmaktadır. 1. Dünya Savaşı yıllarında Amerika için casusluk yaptığı gerekçesiyle hapse atılır. Ailesinin hayli yüksek bir bedel ödemesinin ardından serbest kalır. Yunanistan’ın müsamahakâr tavrı nedeniyle aile Yunan tabiiyetine geçer. Kurtuluş savaşı döneminde ülkeden ayrılırlar. Gilbert’in dedesi (gazete haberindeki Gabriel Debbas’ın babası) İskender Yaşam akıp gidiyor. Simone başarılı bir ressam, Richard iş adamı. İkisi de Albuquerque’de yaşıyor. Simone hiç görmediği, ama mutlaka gelip görmek istediği Tarsus’u bir tablosunda anıyor (Tarsus Madonna’sı). Gilbert Beyrut’ta. Gözne de değişti. Esat Tevfik’in ve daha sonra oğlu Hayri’nin işlettiği otel ve gazino, burada düzenlenen dillere destan oyun partileri, orkestra eşliğindeki danslar, fırıncı Ömer usta, kasap Hacı mazide kaldı. Debbas çeşmesinde başka birilerinin adı var, “… hayratı” diye. Koca konağın yerinde de iki küçük ev bulunuyor. Ahmet Haşim “Bize bir zevk-i tahattur kaldı / Şu sönen, gölgelenen dünyada” demiş. Zevk-i tahattur yani hatırlama zevki, geçmişte kalanlara özlem yaşamın bir parçası. Ne dersiniz New York’taki Roma lahdi memleketini, Tarsus’u özlemiş midir? Son söz: Debbas’ın hediye ettiği lahdi Metropolitan Sanat Müzesi’nde gördüğünü yıllar önce anlatan merhum Fonda Tahinci’yi saygıyla anıyorum. Ne dersiniz, Tarsus’tan Kaynakça 1) http://toughtender.tripod.com/AD26/ad26shenandoahhistory.html 2) http://www.tanaltaylar.com/suna_tanaltay/makaleler/01.htm 3) Dünden Bugüne Mersin, H. Şinasi Develi, 1990 Yorum Basın yayın Ltd. s. 18 4) Fotoğraf AmericanUniversity of Beirut Kütüphanesi, E. W. Blatchford Koleksiyonundadır. http://ddc.aub.edu.lb/projects/ jafet/blatchford/html/128.html 5) The Life of a Citizen at Home and in Foreign Service, J. Augustus Johnson. 1915. Vail-Ballou Pres, New York. 6) www.metmuseum.org/about-the-museum/now-at-the-met/Features/2010/This-Weekend-in-Met-History-November–21 7) http://politicalgraveyard.com/geo/ZZ/TK-consuls.html 70 Öğr. Gör. Dr. İlke KOŞAR Mersin Üniversitesi Denizcilik Meslek Yüksekokulu Balıkçı Gemilerinin Uydu Tabanlı Sistemlerle İzlenmesi Canlı deniz kaynakları ortak bir zenginlik olup, korunması ve yönetimi için özel planlamalar yapılması gerekmektedir. Ancak son yıllarda canlı deniz kaynaklarının korunması ve yönetimi problemlerle doludur. Özellikle balıkçılık kaynaklarına giriş, av filosunun denetlenmesindeki eksiklikler, balıkçılık endüstrisinin değişime kapalı olması, balıkçılıkla ilgili toplulukların karar verme sürecinde işbirliğini sağlayamaması gibi nedenlerle kaynakların tahrip edilmesi sürmektedir. Balıkçılık kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir kullanımını sağlamak için birçok düzenleme ve denetleme aracı kullanılmaktadır. Bu araçlardan biri de, uydu tabanlı gemi izleme (satellite based vessel monitoring systems) sistemleridir. Uydu tabanlı gemi izleme sistemleri balıkçı gemilerinin yasal düzenlemeler ile takibi ile birlikte hızlı bir şekilde kontrol edilmesini sağlamak amacıyla, gemilerin devriye botları ve günümüzde uydularla izleme çalışmaları yapılmaktadır. Gemi izleme sistemleri üç bileşenden oluşmaktadır: • Otomatik konum bildiricisi (Automatic Location Communicator-ALC), • İletim ortamı (Inmarsat veya Argos uydu sistemleri), • Ana istasyon ALC, otomatik olarak ana istasyona, uydu aracılığıyla gemilerin hızı ve konumu ile ilgili bilgileri aktarmaktadır. Ana istasyonda, gemiden gelen bilgilerin, balıkçılık yönetimi düzenlemeleriyle uyumlu olup olmadığı, sistem içinde değerlendirilmektedir. Eğer sistem, bu düzenlemelerin ihlal edildiğini tespit ederse, durumu otomatik olarak rapor etmekte ve ilgili teftiş otoritelerine konuyu yönlendirmektedir. Aşağıdaki şekilde uydudan geminin izlenmesi gösterilmiştir. Gemi izleme sistemleri üç önemli fonksiyona sahiptir. • Balıkçı gemilerinin konumunu otomatik olarak izleme, • Bilginin analizi ve • Bu bilgilerin lisanslamaya sunulması (www.oceanatlas.com/worldfisheries and aquaculture/html/govern/moncontrsurv/vms.htm) Gemilere kurulan ALC, GPS ünitesi içermektedir. Bu sayede geminin pozisyonu, hızı ve yönü doğrudan kullanıcılar tarafından izlenebilmektedir. Gemi izleme sistemleri, gemileri izlemek için iki farklı uydu sistemi kullanmaktadır. Bu sistemler, Inmarsat ve Argos uydu sistemleridir (Australian Fisheries Managemet Authority, 2003). Uydu tabanlı gemi izleme sistemleri, belirli alanlar içinde gemilerin izlenmesini sağlamaktadır. ALC’nin kullanılmasıyla, istenen herhangi bir zamanda geminin konumu kolaylıkla belirlenebilmektedir. Buna ek olarak, yakın gelecekte diğer tüm bilgiler (geminin kimliği, ekipmanları v.s.) sinyaller vasıtasıyla alınabilecektir. Ancak, yasa dışı aktivitelerde kullanılan ekipmanların gemilerde bulunması ile ilgili bilgileri tespit edememektedir. Uydu ile uzaktan algılama (satellite remote sensing) yöntemiyle bunu başarmak mümkün olabilmektedir. Uydu ile uzaktan algılamada, dünyanın yüzeyi, hatta alt tabakalara ilişkin her türlü bilgiyi toplamak amacıyla uydular kullanılmaktadır. Bu iki uydu, gemilerin sadece konumunun değil, geminin balıkçılıkla ilişkili olup olmadığını da araştırabilmektedir. Uydu ile uzaktan algılamaya göre, nispeten daha yüksek maliyetli OHR (Over the Horizon Radar) veya geliştirilmiş radar kapasitesine sahip uçakların kullanımı alternatif sistemler olarak kullanılabilir (Jaap ve Tsanemyi, 1999). Gemi üzerindeki ekipmanlar Küresel Konumlama Sistemi (Global Positioning System-GPS) denilen modern iletişim sistemleri kullanmaktadır. Sistem otomatiktir ve bilgi ve eğitim verilmesini gerektirmez. Gemi izleme sistemleri, balıkçı gemilerinin İzleme (Monitoring), Kontrol (Control) ve Denetleme (Surveillance)’de kullanılan yol- 71 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 • Stokların ve bunların kullanım miktarı, • Balıkçılığın tipi ve büyüklüğü, • Diğer sosyal ve ekonomik durumlar (örneğin insan ve finans kaynakları) • Balıkçılık sektörünün gemi izleme sistemi için desteğinin eksikliği, • Başarılı bir işbirliği için yerelde ve ulusalda mevcut durum, • Seçilen gemi izleme sistemi tipinin optimum kullanımı için politik istek ve fikir birliği. lardan sadece birisidir. Ancak, geminin pozisyonu ve hız kayıtları ile ilgili değerli bilgiler toplaması nedeniyle oldukça kullanışlıdır. Gemi izleme sistemleri sadece balıkçılık lisansı ve ekipmanı olan gemilerde kullanılabilmektedir. Çünkü gemi izleme sistemleri gemilerin balıkçılık lisnsı olup olmadığını ve uygun ekipman kullanıp kullanmadığını tespit edememektedir. İzleme (Monitoring): balıkçılık kaynaklarının ve faaliyetlerinin ölçümü için izleme süreklilik gerektirmektedir. Kontrol (Control): kaynakların kullanılması ile ilgili düzenlemelerin idare edilmesi ve Denetleme (Surveillance): araştırmaların derecesi ve çeşidi, balıkçılık aktivi- 72 telerini düzenleme (www.dpi.qld.gov.au/ fishweb/3061.html) Uydu tabanlı gemi izleme sistemlerinin gemileri izlemesi için ALC’nin gemilere kurulması şarttır. Ancak SRS ve OHR, ALC olmaksızın gemiler hakkında, hız, konum, yönü ile ilgili bilgileri tespit edebilir. Bu gibi sistemler ile gemilerin kimliğine ilişkin bilgiler değerlendirilemez. Bunun için bunlara ek olarak, devriye botları veya hava araçları ile temasa geçmesi gerekmektedir. Uydu Tabanlı Gemi İzleme Sistemleri ve Balıkçılık Yönetimi Sürdürülebilir bir balıkçılık yönetimi için güvenilir bilgilerin toplanması gerekmektedir. Balıkçılık yönetiminin hedef türler üzerinde yoğunlaşması yerine çoklu türler yaklaşımı ile hem hedef türler hem de bağımsız türler dikkate alınmıştır. Son zamanlarda, ekosistem yaklaşımıyla hedef ve bağımsız türlerin yanı sıra, bunlarla ilişkili etmenler (deniz kirliliği gibi) de eklenmiş kapsam genişlemiştir (Jaap ve Tsanemyi, 1999). Uydu tabanlı gemi izleme sistemleri MCS’in (Monitoring, Control Surveillance) gerçekleştirilmesinde önemli bir araçtır. Denetim için aşağıdaki faktörler dikkate alınmalıdır. • Kontrol edilen alanın büyüklüğü, balıkçılık yapılan alan ve kıyı çizgisi topoğrafyası, Gemi izleme sistemi içersinde kullanılan ALC, iki yönlü bir iletişim sağlar. Balıkçılara deniz ve seyir güvenliği, hava tahminleri, pazar kotaları hakkında bilgi verebilir. Bunun dışında SRS geniş bir kullanıma sahiptir. Kaçakçılık, deniz kirliliğinin tespit edilmesi veya alg patlaması, kıyı bölgeleri ve orman yönetimi için iklim ve meteorolojik verileri toplamak amaçlarda kullanılabilir. Uydu Tabanlı Gemi İzleme Sistemlerinin Balıkçılık Yönetimine Entegrasyonu Uydu tabanlı gemi izleme sistemlerini kullanma kararını alırken balıkçılık yöneticileri, sistemin gerekliliğini ve bu sistemi kendi gereksinimlerine göre kullanıp kullanamayacağını hesaba katmalıdır. İlk olarak sistemin kullanım amacının saptanması gerekmektedir. Amaçlardan birincisi veri toplamadır. Bu, balıkçılık yönetiminin çerçevesini oluşturma aşamasında, karar vermek için kullanılan bilgiyi toplanması içindir. Uydu tabanlı gemi izleme sistemlerinin uygulama gereksinimleri belirlenmelidir. Örneğin Argos veya Inmarsat sisteminin seçimi ve ALC, uygulamanın ölçeği (coğrafik ölçek ve izlenen gemilerin tipleri ve toplanacak bilginin çeşitliliği gibi. Bilgi çeşitliliği, geminin kimliği, konumu, sayısı sıralanabilir. İkinci olarak, uydu tabanlı gemi izleme sistemlerinin tamamlanmasından ayrı, balıkçılık yönetiminin ve kontrol bileşenlerinin yasal çerçevesi belirlenmek zorundadır. Bu yasal çerçeve: ği ve doğruluğudur. Bu bilginin güvenliği uydu tabanlı gemi izleme sistemlerinin başarısı için temeli oluşturmaktadır. SONUÇLAR VE TARTIŞMA Teknolojinin gelişmesiyle birlikte konum bilgilerinin yanı sıra çok daha geniş kapsamlı bilgiler (örneğin, avlanma raporları) ve gemilerin balıkçı gemisi olup olmadığı ile ilgili bilgilere otomatik olarak ulaşmak mümkün olacaktır. Gemideki sensörler, hızı ve yönü dışında, motor ve balıkçılık takımlarında kullanılan hidrolik direkler hakkındaki bilgileri vermektedir. Ayrıca bu sensörler balıkçılık yönetimi için çok önemli olan tuzluluk ve sıcaklık gibi bilgilerin toplanmasında kullanılabilir. Tüm bu bilgilerin entegre edilmesiyle, balıkçılık yönetimini daha etkin ve geniş kapsamlı olarak gerçekleştirebilmek için kuvvetli bir araç yaratılmış olacaktır. • Balıkçılığa kapalı alanlar, • Av yasağı olan dönemler, • Yasak avcılıkla mücadele gibi konularda, balıkçılık yönetimi açısından büyük önem taşımaktadır. KAYNAKLAR Molenaar, E., Tsamenyi, M. 1999 Satellite Based Vessel Monitoring Systems (VMSs) for Fisheries Management International Legal Aspects and Developments in State Practice Australian Fishreies Managenent Authority 2003 Principles and Policy Guidelines for the Application of the Vessel Monitoring System in Commonwealth Fisheries www.oceanatlas.com/worldfisheriesandaquaculture/html/govern/moncontrsurv/vms.htm www.dpi.qld.gov.au/fishweb/3061.html • Geminin kimliği ve konumu, hatta balıkçı gemisi olup olmadığına ilişkin bilgiler, • Lisanslama • Gemilerin işaretlenmesi ve tanımlanması • Gemi seyir defterleri veya başka bir yolla avlanma raporlarının tutulması • Limanların belirlenmesi şeklinde olabilir. Şimdiye kadar değinilmeyen ve önemli bir konu da toplanan bilginin güvenilirli- 73 Hrısman ve Mavromati Evlatları 1872 yılında 100.000 Lira işe kurulmuş bir firmadır. Burada bankacılık faaliyeti yapılmaktaydı. Mersin’de bankacılık yapan ilk teşekkül olarak kabulü mümkündür. Baque D’Athenes Merkezi Atina’da olan bu bankanın Mersin Şubesi 1881 yılında faaliyete geçmiştir. Cumhuriyet Öncesi Mersin’de Yerli-Yabancı Bankalar Mersin’de ticari hayat denilebilir ki yerleşimle birlikte başlamış ve süratle gelişmiştir. Bu durumda ekonominin ayrılmazı olan finans kurumlarının da kurulup gelişeceği doğaldır. Bu yazımızda; Mersin’in Cumhuriyet öncesi finans kurumları olan bankalardan bahsedecek ve bazılarının Osmanlıdaki merkezi durumlarını da ayrı bir bölümde belirteceğiz. Ziraat Bankası Bankanın temeli ‘’Menafi Sandıkları’’dır. Mersin Menafi Sandığı’na 1873 tarihli Adana Vilayet Salnamesi’nde rastlıyoruz. Sandık yönetiminde meclis ve reis vardır. Reis Nikola Efendi ve Azalar; Abdurrahman Şaman, Yordan Ağa, Hüseyin Efendilerden oluşmuş. Sandık kâtibi Cebra’dır. 1881’de Reis Muhammet Ef., Azalar Ali Ef., Vasil Ağa, Katip Corci Şaşati Efendilerdir. Ziraat Bankası Mersin Şubesi 1888 yılında kurulmuştur. Banka şubesini Salnamenin 1892 yılındaki kaydında görüyoruz. Şube yönetiminde Reis Abdullah Merzuk, aza olarak İsrail, Ali, Abdülhalik, Dimitraki,Yuvanaki Efendiler vardır. 1916 yılında Ziraat Bankası Kanunu ile Ziraat Bankası, banka statüsüne tabi oldu. Mersin Şubesi, İstanbul Merkezine bağlı iken, 1922 yılında Ankara’ya bağlandı. Şahsi bilgime göre şube kendi binasına geçinceye kadar Mersin Hükümet Konağı’nın alt katında ve Hükümet Caddesi’nde (Uray) bulunan Ramazanoğlu’na ait binada hizmet vermiştir. Banque Français De Syrie Bankanın 1890 yılında Mersin’de faaliyete geçmiş bir şube olup, faaliyeti hakkında fazla bilgi sahibi değiliz. Osmanlı Bankası Mersin Şubesi 1888 yılında faaliyete geçmiştir. 1889’da Adana, bir yıl sonra da Tarsus Şubeleri açılmıştır. Osmanlı Bankası Mersin’de şube açmakla kalmamış, birçok bankanın Mersin’de faaliyete geçmesinde öncülük de etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’ndan özel imtiyazları nedeniyle de faaliyetinde özellikleri bulunuyordu. Şube binası, Mersin’in en gösterişli binalarındandı. Mersin kanalizasyonunu kurmakla görevli Alman Lenz Şirketi tarafından 1919 yılında yapılmıştır. İnşaat da Mavromati’ye ait olup Yanık Mektep olarak anılan ve yanan binanın taşları kullanılmıştır. Osmanlı Bankası Mersin Şubesi, Bankanın Doğuş Grubu’na katıldığı 2001 yılına kadar faaliyetini sürdürmüştür. Selanik Bankası Selanik Bankası Mersin Şubesi, 1889 yılında faaliyete geçmiştir. Şube, Hükümet Caddesi’nde (Uray) Hükümet Konağı’nın yanındaki kendine ait binada hizmet vermişti. Mersin’de iyi iş yapan bankalar arasındaydı. Mersin’de kapanış yıllarına kadar bankanın müdürleri olarak Kosta ve Bekir Balkuv’u tanıyoruz. Mersin Şubesi bankanın Çukurova Grubu’na geçmesini müteakip 1969 yılında kapanmıştır. Banque Français De pays D’Orient Mersin Şubesi 1890 yılında faaliyete geçmiştir. 1933 yılındaki tasfiyesine kadar, şube faaliyetini sürdürmüştür. Fransız kültürüne daha yakın olmaları nedeniyle olmalı, Lübnan asıllı Mersin Tüccarları bu Banque Maromati Et Fils bankaya daha çok ilgi duymuşlardır. Rahmetli dostlarımızdan Meri Budros, banka müdürlerinden birisinin eşi olduğunu söylediği Mm.Fure’nin yakın arkadaşı ve şair olduğundan bana bahsetmişti. Conassez Vous Mersin Şiirinde hatırında kalan bir bölümünü yazmış. Ben de bunu 1987 de yayınlanan ‘’Dünden Bu Güne Mersin ‘’ kitabımda (belki de Mersin de ilk defa) yayınlamıştım... 1899 yılında faaliyete geçmiş bir Mersin bankasıdır. Bilindiği kadarı ile Mersin’de Osmanlı Bankası’ndan sonra en güçlü ve faal bankadır. İsminden de anlaşıldığı üzere, Konstantin Mavromati’nin hayatta iken çocukları ile kurup işlettiği bir finans kuruşludur. Ziraat Bankası Mithat Paşanın, 1863 yılında Pirot Kasabası’nda kurduğu Menafi Sandıkları’nın devamıdır. 1867’de, ‘’Memleket Sandıkları Nizamnamesi ile sandıklar, Osmanlı’nın her yönünde faal hale gelmiştir. 15.8.1888’de Ziraat Bankası halini almış, 1916 yılında Ziraat Bankası Kanunu ile modern finans kurumu haline gelmiştir.1922 yılından itibaren teşkilat İstanbul’dan, Ankara yönetimine geçti. Banka 1924’de bir devlet kurumu durumundan çıkarılarak anonim şirket statüsüne geçmiştir. Selanik Bankası Osmanlı Bankası Osmanlı Mebusundan İtiraf İngiliz sermayesi ve Fransız Rothscild ortaklığı ile Bank-ı Osmani-i Şahane adı ile Merkezi İstanbulda olmak üzere 1.2.1963 günü padişah fermanıyla kurulmuştur. Banka, Osmanlı İmparatorluğu’nun hazinesi görevini üstlenmiştir. Tütün rejisi, Rumeli Demiryolları, Beyrut Liman Şti. Bağdat Demiryolları gibi yatırımlara katıldı. Bank banknot ihracının karşılanmasında yetkiliydi. Banka, 1996 yılında Doğuş Gurubu’na katıldı. 2001 Yılında Garanti Bankası ile birleşti ve varlığı sona erdi Osmanlı Meclisi Mebusanı’nda Serfice Mebusu, Boşo Efendi şöyle demiş: ‘’Osmanlı Bankası’’ ne kadar Osmanlı ise, biz de o kadar Osmanlıyız. 7 Mayıs 1888 tarihinde İstanbul’da kurulmuştur. Kurucuları; Osmanlı Bankası, Avusturya-Macar Bankaları Paris de Kontuar Eskod ve Selanik’ten Alatini kardeşlerdir.1956 yılına kadar bu isimle faaliyetini sürdürmüş, 1969 yılında Çukurova Gurubu’na geçince adı Uluslararası Endüstri ve Ticaret Bankası olmuş, Cavit Çağlar satın almıştır. 7Ocak 1999’da Fon’a devredilmiştir. DENİZ FENERİ Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak! Anayurt Oteli / Yusuf Atılgan Bir aptal mutluluk oyunu, o oyuna kapılabilmek için tüm yanlışları doğru saymak gerek. Sayıklama/ Vüs’at O. Bener az’ olm u t s o in d şen ileri, ü nın D ‘ im kta ola bi ... k r ya uş gi de ki a a San u çokm rey t l Sü a dos m Ce Kelebek misalidir aşk; Anlamayana ömrü günlük, Anlayana bir ömürlük ! Nazım Hikmet Para ve insan arasındaki karşılıklı ilişki şöyledir: İnsan paranın sahtesini yapar, para da insanın. Dürüstlük ucuz insanlardan beklenilmemesi gereken pahalı bir hediyedir. Benjamin Franklin WarrenBuffet Yemek koyulurken, “bu kadar yeter” dedikten sonra mutlaka bir kaşık daha yemek koyan kişiye ‘anne’ denir. Ve o her şeye değerdir. En çok da 3 şey yorar insanı; affetmek, içi yanarken susmak ve olmayacağı bildiği halde hayal kurmak. Oğuz Atay Chuck Palahniuk Eğer bir problem çözülebiliyorsa endişe etmeye gerek yoktur. Eğer çözülemiyorsa, endişe etmenin bir yararı yoktur.. Tolstoy Duvar yapıldıktan duvarcı unutulur. 76 sonra Üstelemek başarının temel unsurudur. Kapıyı yeterince uzun süre ve yüksek sesle çalarsanız, birilerini uyandıracağınızdan emin olabilirsiniz. Çin atasözü Ne olurdu bir sene de insanlık moda olsaydı! Düşmanlarınızı kötülemeyin, onlar sizin eserinizdir. Ece Ayhan Henry WadsworthLongfellow William Hazlitt İlham diye bir kavramın varlığı kesin; önemli olan insanı çalışırken yakalaması. Birçok insan düşündüğünü sanır, aslında yaptıkları sadece önyargılarını yeniden düzenlemektir. Pablo Picasso William James MERSİN DENİZ TİCARETİ MIP’den HABERLER HAZİRAN 2012 MIP VE TİKAV’DAN ORTAK COMMON LANGUAGE DİLİMİZ RENKLER PROJESİ COLORS PROJECT FROM Kurulduğu yıldan itibaren başta istihdam olmak üzere, eğiMIP and TIKAV tim, sağlık, spor, müzik ve denizcilik sektörünün gelişmesi gibi bir çok alanda önemli sosyal sorumluluk projelerine imza atan MIP, TİKAV işbirliğiyle Eylül ayında Kazanlı İlköğretim Okulu’nun tadilatını yapacak. Türkiye İnsan kaynakları Vakfı (TİKAV) ile birlikte iki yıldır “Anneler Okulu Projesi”yle kentteki annelerin sosyal ve kültürel gelişimlerine katkı sağlamaya çalışan MIP, yine TİKAV işbirliğiyle “Ortak Dilimiz Renkler Projesi”ni hayata geçiriyor. “Ortak Dilimiz Renkler Projesi” Bireysel Gelişim Programı Prosedürü ve Uluslararası Gençlik Ödülü Altın Kategori kuralları gereği 2. ve 3.sınıfta okuyan TİKAV bursiyerlerinin ortak yapacakları ‘Toplumsal Uyum Projesi’ kapsamında uygulanacak. MERSİN LİMANI YÜK HAREKETLERİ Temmuz 2012 July 2012 1938 yılında yapılmış olan Kazanlı İlköğretim Okulu’nun 7000m2 genişliğindeki okul bahçesi, iki katlı okul binası (500m2) ve iki katlı okul lojmanı, TİKAV’ın 50 üniversite öğrencisi bursiyeri ile gönüllü MIP çalışanları tarafından onarılacak. Mersin Limanı’nda 2012 yılının Temmuz ayında gerçekleşen konteyner yük hareketi(TEU), 2011 yılının Temmuz ayına oranla %13 oranında artış gösterirken bir önceki aya göre %3 oranında düşüş göstermiştir. At Mersin Port, container cargo volume (TEU) increased by 13% in July 2012, compared to the same month of 2011. In June 2012, throughput decreased by 3% compared to June 2012. 10 gün sürmesi planlanan projeyle bir taraftan küçük öğrencilerin yeni öğretim yılına yeni okullarında başlaması amaçlanırken, diğer taraftan TİKAV öğrencilerinin kişisel gelişimlerine katkı sağlanması hedefleniyor. 2012 yılının Temmuz ayında gerçekleşen dökme sıvı yük hareketinde 2012 yılının Haziran ayına göre %72 düşüş, dökme katı yük hareketinde %5 artış, toplam konvansiyonel kargo yük hareketinde %3 düşüş kaydedilirken, genel kargo yük hareketinde bir önceki aya oranla %21 artış görülmüştür. In July 2012, there is 72% decrease in liquid bulk cargo, 5% increase in dry bulk cargo, and 3% decrease in total conventional cargo, there is 21% increase in general cargo operations, in comparison to June 2012. Proje sonunda bakım ve onarımı tamamlanmış olacak Kazanlı İlköğretim Okulu, düzenlenecek törenle İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne teslim edilecek. 2012 yılının Temmuz ayında gerçekleşen dökme sıvı yük hareketinde 2011 yılının aynı ayına göre %61 düşüş, dökme katı yük hareketinde %14 artış, toplam konvansiyonel kargo yük hareketinde %2 artış kaydedilirken, genel kargo yük hareketinde %24 düşüş gerçekleşmiştir. 78 MERSİN PORT VOLUME In July 2012, there is 61% decrease in liquid bulk cargo, 14% increase in dry bulk cargo, and 2% increase in total conventional cargo, there is 24% decrease in general cargo operations, compared to the same month of 2011. MIP, signing many important social responsiblity projects in the development of education, health, sports, music, and the maritime industry, will make a repairment of Kazanlı Primary School in September in cooperation with TIKAV. MIP, working with Turkey Human Resources Foundation (TİKAV) for two years in “Maternity School Project” for the social and cultural development of the city mothers, is again making cooperation with TİKAV in the “Common Language Colors Project”. “Common Language Colors Project” will be applied in the extent of ‘Social Cohesion Project’ that will be done by the scholars of TİKAV at 2. and 3. grade according to rules of Individual Development Program Procedure and the International Youth Award Gold Category. Kazanlı Primary School was built on 1938. The school’s garden that has a width of 7000 sqm, the building of the school which has two floors (500 sqm) and two floor school housing will be repaired by TİKAV’s 50 scholars, who are at the university, and MIP voluntary employees. The Project is planned to be finished in 10 days. The aim of the Project is to make small school students begin the new academic year at their new schools and to provide TİKAV scholars personal development. At the end of the Project, Kazanlı Primary School will be repaired and maintained, and will be delivered to the Provincial Directorate of National Education with a ceremony. 79 MERSİN DENİZ TİCARETİ MIP’den HABERLER HAZİRAN 2012 MIP DEMİRYOLU TERMİNALİ’NDE GÜNDE 500 KONTEYNERE KADAR HİZMET VERİLİYOR… Sanayi şehirlerine ve uluslararası tren istasyonlarına demiryolu bağlantısı olan MIP, liman sahasında 2 km uzunluğunda 4 hattan oluşan demiryolu terminaline tahsis edilen yeni RTG ile operasyon hızını ve kalitesini arttırdı. 8000 m2 özel alana kurulu ve her bir hattı 450m olan terminalde, uzman personel ve ekipmanlar ile Ankara, Kayseri, Gaziantep, Kahramanmaraş, Irak, İran ve diğer bölgelerin yüklerine, günde 3 vardiya olmak üzere ortalama 500 konteynere kadar hizmet verilebiliyor. Özellikle uzun mesafe karayolu taşımacılığı gerektiren hallerde demir- 80 yolunu tercih eden ihracatçı ve ithalatçı firmalara demiryolu taşımacılığının avantajlarını sunmaya çalışılan MIP Demiryolu Terminali’nde, vagona konteyner yükleme/vagondan konteyner tahliye, vagon iç dolum ve vagondan iç boşaltım hizmetleri, ithalat, ihracat ve transit rejimine tabi tüm yüklere veriliyor. Karayolu’na oranla daha ucuz ve sabit maliyet garantisi olan demiryolu ile liman içerisine kadar gelen yükün, ayrıca karayoluyla bir aktarma ihtiyacı söz konusu olmuyor. Diğer taraftan gemi ile limana gelen yükler, yine liman saha- sında bulunan demiryolu terminalinde vagonlara yüklenebiliyor. Bu da ithalatçı ve ihracatçılara zaman ve maliyet açısından fayda sağlıyor. 10 gün sürmesi planlanan projeyle bir taraftan küçük öğrencilerin yeni öğretim yılına yeni okullarında başlaması amaçlanırken, diğer taraftan TİKAV öğrencilerinin kişisel gelişimlerine katkı sağlanması hedefleniyor. Proje sonunda bakım ve onarımı tamamlanmış olacak Kazanlı İlköğretim Okulu, düzenlenecek törenle İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne teslim edilecek. SERVING UP TO 500 CONTAINERS DAILY IN MIP RAILWAY TERMINAL… MIP, which has railway connections to industry cities and international train stations, has increased its operation speed and quality with the new RTG given to the railway terminal that has 2 km length and 4 lines in the port area. The railway terminal is constructed on a 8,000 sqm spacious area inside the port serving the hinterland including Ankara, Kayseri, Gaziantep, Kahramanmaraş, Iraq and Iran with the local railway networks. Dedica- ted highly skilled personnel provide utmost attention to MIP customers 3 shifts a day, performing up to 500 container movements per day. In the MIP Railway Terminal, where attempting to present the advantages of rail transport to the export and import firms that prefer highway transport in the long distance especially, there are given loading container to the carriage/discharging container from the carriage, carriage loading/ discharging services to the all of the frights that are subjected to the import, export and transit regime. There is no need for the highway transshipment for the freight that is coming inside the port by the railway which is cheaper and has a fixed cost guarantee in contrast to the highway. On the other hand, the freights that are coming to the port by ship can also be loaded to the carriages in the railway terminal inside the port. This also benefits cost and time advantages to the import and export firms. 81 MERSİN DENİZ TİCARETİ HAZİRAN 2012 MERSİN CHAMBER OF SHIPPING PORT OF MONTH OF PORT STATISTICS CARGO MOVEMENT - INWARDS/ OUTWARDS LOADED (IN TONS) COMMODITIES DOMESTIC EXPORT : MERSİN : JUNE-2012 DISCHARGED (IN TONS) TRANSIT TRSHPMNT TOTAL COMMODITIES DOMESTIC IMPORT TRANSIT TRSHPMNT TOTAL CEMENT5.152 99.019 2.729106.901 CEMENT158 514672 CEREALS13.604 3.701 1.528 1.381 20.214 CEREALS98.285575 98.860 CHEMICALS47.909 165 5.265 53.339 CHEMICALS996 197.726 4.070 55 202.846 CITRUS248 14262 CITRUS514 46560 CNTR27.32727.327 CNTR24.15924.159 CONS.MACHINERY 763 763CONS.MACHINERY 12 993512 1.517 COTTON2.268 8873.155 COTTON14.91414.914 FERTILIZERS220 24 26 270 FERTILIZERS11.800 6.524 13018.454 FOOD STUFF 2176.290 3.331 301 79.942 FOOD STUFF 23108.793 2.651 81111.549 FROZEN MEAT7474 FROZEN MEAT1.296 4.8546.151 FRUITS3.097 1433.240 FRUITS11.701 48.90660.607 GENERAL CARGO 160.748 14.4004.298 179.445 GENERAL CARGO 10.746209.700 24.53510.973255.954 GLASS437 9.031 60 37 9.565 GLASS1.06022 1.082 LEGUMES10.872 15911.031 LEGUMES72 27.098 1.38828.558 LIVESTOCK20 20 LIVESTOCK6.9836.983 MACHINERY 3.357142 35 3.534MACHINERY 41 8.917422 75 9.454 MINERALS7.150 230.749 2.304240.202 MINERALS96.146 15996.305 PETR.PRODUCTS 3.100256 26 3.383PETR.PRODUCTS 57.489 277.689 6.933 342.110 RICE3.5993.599 RICE20.196 19020.386 SODIUM CARB.268268 SUGAR522522 SUGAR 182763 945TEXTILE TEXTILE 27.900 79577029.465 TIMBER 20577.928 2.655 2.312 83.100 2054.602 363 5.170 TIMBER194 190384 VEGETABLE OIL82.575 1982.594 VEGETABLE OIL8.853 70 269 9.192 VEHICLES10.838 10.584 92 21.513 VEHICLES2.756 1.029 46 3.831 TOTAL 29.464692.354 56.08612.449790.352 TOTAL 81.5871.264.637 133.611 14.1841.494.019 TOTAL (LOADED & DISCHARGED) = 2.284.371 Tons LOADED DISCHARGED num. D+E+T TRSHPMNT TOTAL PASSENGER SHIP 82 D+I+T num. TRSHPMNT TOTAL G. TOTAL num. 15.608423 173 0 16.0318.805 263 173 7.8850 90.06825.099 7.8858.058 10.132462 6.6470 10.59416.538330 6.6471.9230 16.86827.462 1.9238.570 25.740885 6.8200 26.62525.343593 6.8209.8080 25.93652.561 9.80816.628 35.8721.347 37.21941.881923 13.4670 13.46711.7310 42.80480.023 11.73125.198 32.560885 33.44535.151593 49.3391.347 50.68653.612923 35.74469.189 54.535105.221 13 MERSİN DENİZ TİCARETİ 84 HAZİRAN 2012
Similar documents
Deniz Ticareti Dergisi Nisan 2014 Sayısı
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü (MDTO adına): M. Cihat LOKMANOĞLU Genel Koordinatör: Ali ADALIOĞLU Yayın Kurulu: M. Cihat LOKMANOĞLU, Jozef ATAT, Atahan ÇUKUROVA, Mişel ŞAŞATİ, İskender BOTROS...
More information