ratlarda nonalkolik yağlı karaciğerde rezeksiyon sonrası metforminin
Transcription
ratlarda nonalkolik yağlı karaciğerde rezeksiyon sonrası metforminin
i T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI DR. LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM ve ARAŞTIRMA HASTANESİ 3. GENEL CERRAHİ KLİNİĞİ Klinik Şefi: Doç. Dr. Necmi KURT RATLARDA NONALKOLİK YAĞLI KARACİĞERDE REZEKSİYON SONRASI METFORMİNİN KARACİĞER REJENERASYONUNA ETKİSİ (DENEYSEL ÇALIŞMA) Dr. Oğuzhan Aziz TORLAK UZMANLIK TEZİ İSTANBUL - 2005 ii ÖNSÖZ Genel cerrahi ihtisasım süresince her konuda anlayış ve desteğini esirgemeyen başta 3. Cerrahi Klinik Şefi Sayın Doç.Dr. Nemci KURT olmak üzere, başasistanlarım Doç.Dr. Mustafa ÖNCEL, Op.Dr. Hasan Fehmi KÜÇÜK, Op.Dr. Levent KAPTANOĞLU’na uzmanlarım Op.Dr Hüseyin UZUN, Op.Dr. Mehmet Eser’e, servisimizin tüm asistanlarına, hemşirelerine ve personeline şükran ve teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca tez çalışmamın planlanması ve yürütülmesindeki yardım ve katkılarından dolayı Op. Dr.Hasan Fehmi KÜÇÜK ‘e, Uz. Dr. Mesut ŞEKER’ e, Dr. Medine MURTAZAOĞLU’na teşekkürü bir borç bilirim. Ve sevgi ve özverileriyle bugünlere gelmemi sağlayan, sevgili babama, anneme ve kardeşlerime, sevgi ve hoşgörüsü ile her zaman yanımda eşim Dr. Pınar TORLAK’a teşekkürlerimi sunarım. Dr. OĞUZHAN AZİZ TORLAK İÇİNDEKİLER 1.Giriş......................................................................................................... 1 2.Genel Bilgiler........................................................................................... 3 2.1.EPİDEMİYOLOJİK ÖZELLİKLER……………………... 5 2.1.1.Risk Faktörleri 2.1.2.Prevalans 2.1.3.Histolojik Bulgular 2.2.PATOGENEZ ……………………………………………… 8 2.3.TANI ………………………………………………………... 15 2.3.1.Karaciğer Biyopsisinin Rolü 2.4. Karaciğer ve karaciğer rezeksiyonu …………………….. 16 2.4.1. Karaciğer Rejenerasyonu 2.4.2. Hepatosellüler zedelenmenin değerlendirilmesi 2.5. Metformin …………………………………………………. 22 3.GEREÇ VE YÖNTEM ……………………………………………… 24 3.1.Biyokimyasal inceleme …………………..………………... 26 3.2.İmmünohistokimyasal değerlendirme …………………… 26 3.3.İstatistik …………………………………………………… 27 4.BULGULAR ……………………………………………………….. 28 4.1.AST düzeyleri …………………………………………….. 31 4.2.ALT düzeyleri ……………………………………………. 32 4.3.Kİ-67 değerleri ……………………………………………. 33 5.TARTIŞMA ………………………………………………………… 37 6.SONUÇLAR ………………………………………………………… 40 7.ÖZET ……………………………………………………………….. 41 8.KAYNAKLAR ……………………………………………………… 43 4 1. GİRİŞ VE AMAÇ Karaciğer yağlanması, lipitlerin karaciğer ağırlığının % 5‘den fazlasını oluşturması veya histopatolojik incelemede hepatositlerin % 5‘den daha fazlasında yağ vakuollerinin görülmesi olarak tanımlanır (1). Pratikte karşılaştığımız yağlı karaciğer olguları, nonalkolik yağlı karaciğer (NAYKH) olarak incelediğimiz basit steatoz ve nonalkolik steatohepatit (NASH) olgularıdır (2). Genel popülasyonda yağlı karaciğer sıklığı % 20 , NASH %3’dür (3,4). NSAH ilk defa 1980 yılında Ludwig ve arkadaşları tarafından tanımlanmıştır (5). Hepatosteatoz olgularında karaciğer dokusunda inflamasyon bulunmazken NASH’de inflamasyon bulunmaktadır. NASH’lı hastaların yaklaşık olarak yarısında karaciğer fibrozisi, % 15’inde siroz gelişmekte, % 3 karaciğer yetmezliğine veya karaciğer transplantasyonuna gitmektedir (6). Güncel NASH tedavisinde metformin kullanılmaktadır ve hastalarda karaciğer enzim seviyelerini anlamlı olarak düşürdüğü birçok çalışmada gösterilmiştir (7,8). Karaciğer yağlanması olan ve rezeksiyon gerektiren durumlarda da kullanılabilir. Karaciğerin bir bölümünün çıkarılması karaciğerin selim ve kötü huylu hastalıklarının tedavisinde önemli bir yöntemdir. Karaciğerin parsiyel rezeksiyonu için endikasyonlar arasında primer ve sekonder malign tümörler, benign tümörler, travmatik rüptürler, canlıdan karaciğer nakli, kistler ve abseler vardır (9,10). Majör karaciğer rezeksiyonlarından sonra kalan karaciğer dokusunun fonksiyonel ve rejeneratif kapasitesi ameliyat sonrası mortalite ve morbiditeyi önemli ölçüde etkiler. Günümüzde bilgisayarlı tomografi, anjiografi sintigrafi gibi yöntemlerle yapılan çalışmalarda, karaciğerin rezeksiyon sonrası erişkinlerde 3-6 ayda, çocuklarda 3 aydan daha kısa sürede eski boyutuna ulaştığı gösterilmiştir. Siroz varlığında bu süre 9-15 aya kadar çıkmaktadır (11,12). İnsan karaciğerinin %80-85’e varan rezeksiyonları bile tolere edebildiği ve rejenere olabildiği bildirilmektedir (11). Rezeksiyon %10’dan az olsa bile rejenerasyon olmaktadır (13). Hepatosit hücre bölümlerinden kaynaklanan çeşitli hepatosit büyüme faktörlerin etkilerinin araştırılması ve rejenerasyonun farklı evrelerinde gen ekspresyonunun monitörize edilmesi, karaciğer rejenerasyonunu anlamamızda önemli ilerlemelere sebep olmuştur (13). Parsiyel hepatektomi sonrası geride kalan karaciğer dokusunda rejenerasyonun ilk günden itibaren başladığı ve DNA sentezinin, hepatektomi sonrasında ilk 24-48 saatte maksimale ulaştığı gösterilmiştir (14,15). Normalde, hepatositlerde mitoz çok nadirdir. Fakat parsiyel hepatektomiden sonra 24 saat içinde aktif hücre replikasyonu başlar ve organın ağırlığına erişinceye kadar devam eder. İlk 10 gün içinde önemli ölçüde rejenerasyon oluşur ve bu olay 4-5 haftada tamamlanır. Eksize edilen loblar aynen eski şekillerini almazlar. Rejenerasyon daha çok yeni lobüller oluşması ve rezidüel lobüllerin büyümesi şeklinde olur. Hepatik rejenerasyon için gerekli uyaranlar pankreas, diğer ekstrahepatik organlar ve rejenere olan karaciğerin bizzat kendisinden kaynaklanan humoral faktörlerdir (16,17). Deneysel çalışmalar göstermiştir ki, bu humoral faktörler insülin, glukagon, hipofizer hormonlar ve arginindir (18). Bilinen en önemli rejenerasyon inhibitörü TGF β1’dir. İto hücereleri tarafından hepatektomi sonrası erken dönemde salgılanır. Rejenerasyon devam ettiği sürece α2 makroglobuline bağlı inaktif formundadır. Zamanı geldiğinde aktive olarak rejenerasyonu sonlandırır (13). Bu zamanlamayı etkileyen faktörler bilinmemektedir. Günümüzde karaciğer cerrahisi gerek preoperatif hazırlık gerekse postoperatif bakım ve komplikasyonları nedeniyle ancak büyük merkezlerde yapılabilmektedir. Özellikle karaciğer transplantasyonunda önemli bir etken olan karaciğer yağlanması canlı donörlerin NASH olması allogreftte primer nonfonksiyone risklerini arttırmaktadır. Hastalarda son dönem karaciğer hastalığı ve siroz gelişme ihtimali artmaktadır (19). Biguanid grubu bir oral antidiabetik olan metformin ile yapılan hayvan çalışmalarında metforminin yağlı karaciğer hastalığını düzelttiği, hepatomegali, steatozis ve aminotransferaz anormalliklerini gerilettiği gösterilmiştir (20). Literatürde metforminin karaciğer rejenerasyonu üzerine etkisi konusunda bilgiye rastlamadık. Biz çalışmamızda yağlı karaciğeri olan hastalarda rezeksiyon sonrası metforminin karaciğer rejenerasyonu üzerine olan etkisini incelemeyi amaçladık. 6 2. GENEL BİLGİLER Nonalkolik yağlı karaciğer (NAYKH) hastalığı gittikçe daha iyi tanınan bir durumdur. İncelenen toplum ve çalışmalara dahil edilen hastaların özelliklerine göre değişik serilerde prevalans % 6-40 arasında bildirilmiştir. US yada CT ile yapılan tarama çalışmalarında bu prevalans % 16-23, kaza sonucu ölenlerin postmortem karaciğer biyopsilerinde steatoza rastlama sıklığı %20, NASH sıklığı % 3’tür. Tip 2 diyabet ve obezitesi olup transaminazları yüksek hastalarda prevalans %18-36 olarak bildirilmiştir (21). Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı son dönem karaciğer hastalığına ilerleyebilir. Patolojik görüntü, alkolle indüklenen karaciğer hasarına benzer, fakat aşırı alkol kullanmayanlarda görülür (22,23). Bu hastalığı ifade etmek için çeşitli terimler kullanılmıştır: yağlı karaciğer hepatiti, nonalkolik Laennec hastalığı, diyabet hepatiti, alkol benzeri karaciğer hastalığı, nonalkolik steatohepatit. Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı giderek daha çok tercih edilen isim haline gelmektedir. Bu terim basit steatozdan steatohepatite, ileri fibroza ve siroza kadar geniş bir karaciğer hastalığı spektrumuna karşılık gelmektedir. Steatohepatit (nonalkolik steatohepatit), nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı içinde sadece bir evredir. Nonalkolik karaciğer hastalığının klinik önemi, genel popülasyonda sık görülmesinden ve siroza ve karaciğer yetmezliğine ilerleme ihtimalinden kaynaklanmaktadır. Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı, sekonder sebeplere bağlı steatozdan (hepatitle birlikte veya tek başına) ayırt edilmelidir (Tablo 1), çünkü bu durumların patogenezleri ve prognozları birbirinden oldukça farklıdır (24). Tablo 1: Yağlı Karaciğer Hastalığının Sebepleri Beslenme ile İlişkili İlaçlar Metabolik veya Genetik .Protein-kalori malnütrisyonu* .Glukokortikoidler* .Lipodistrofi* .Açlık* . S entetik östrojenler* . Disbetalipoproteinemi* . Total parenteral beslenme* . Aspirin** . Weber-Christian .Enflamatuar barsak hastalığı* .İncebarsakta diver- . Hızlı kilo kaybı* . Kalsiyum kanal .Gastrointestinal obezite blokerleri .* . Wolman hastalığı*** bakteri üremesi* . Tamoksifen* . Akut yağlı karaciğer . HIV enfeksiyonu* operasyonları * . Tetrasiklin** . Metotreksat* hastalığı*** Diğer veya gebelik** ti küloz ve aşırı . Çevresel hepatotoksinler : . Perheksilin maleat*** Fosfor** . Valproik asit** Zehirli mantarlar* . Kokain** Petrokimya . Amiodaron** Organik çözücüler maddeleri** . Antiviral ajanlar Zidovudin* B acillus cereus toks inleri** Didanozin** Fialuridin** *Bu listede, yağlı karaciğere yol açan ajanların bir kısmı yer almaktadır. Bazı ilaçlar iltahaba da sebep olmaktadır. Yağlı karaciğerin kalsiyum kanal blokörleriyle ve valproik asit ile ilişkisi zayıftır, amiadaron ile ilişkisi ise güçlüdür. İlaçla indüklenen yağlı karaciğer sekel bırakmayabileceği gibi (mesala glukokortikoidlerden kaynaklanan vakalar) sirozla da sonuçlanabilir ( mesala metotreksat ve amiodarondan kaynaklanan vakalar ). **Bu faktör makrovesiküler steatoza yol açmaktadır (özellikle lipitlerin karaciğerde senteziyle karaciğerden dışarı atılması arasındaki dengesizlikten dolayı ). . Bu faktör daha çok mikrovesiküler steatoza yol açmaktadır ( özellikle mitokondri işlevindeki kusurlardan dolayı ). 8 ***Bu faktör hepatik fosfolipidoza yol açmaktadır ( özellikle lizozomlarda fosfolipitlerin birikiminden dolayı ). 2.1.EPİDEMİYOLOJİK ÖZELLİKLER 2.1.1.Risk Faktörleri Obezite, tip 2 (insüline bağımlı olmayan) diyabet ve hiperlipidemi sıklıkla nonalkolik yağlı karaciğer hastalığına eşlik eden durumlardır. Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı olan bazı hasta serilerinde bildirilen obezite prevalansı %30-100 arasında, tip 2 diyabet prevalansı %10-75 arasında, hiperlipidemi prevalansı % 2092 arasında değişmektedir(22,25,26). Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı olan bazı çocuklarda tip 1 diyabet vardır (26,27). Obezite vücut kitle indeksinin ( kilogram cinsinden ağırlığın metre cinsinden boyun karesine bölünmesine ) en az 30 olması olarak tanımlanırsa, obez kişilerde nonalkolik yağlı karaciğer hastalığının prevalansı 4.6 kat artmaktadır (28). Tip 2 diyabetes mellitus varlığı, vücut kitle indeksinden bağımsız olarak, nonalkolik yağlı karaciğer hastalığının riskini ve şiddetini anlamlı derecede yükseltmektedir (29,30). Trunkal obezite, vücut kitle indeksi normal kişilerde bile, nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı için önemli bir risk faktörüdür (31). Bir çalışmada, hiperlipidemili hastaların yaklaşık yarısında ultrason incelemesinde nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı olduğu bulunmuştur (32). Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı riskini hiperkolesterolemiden çok hipertrigliseridemi arttırmaktadır (32). Ailede steatohepatit veya kriptojenik siroz hikayesinin de bu bozuklukta risk faktörü olduğu belirtilmiştir (33). Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı her yaştan kişide görülebilir. Yine çoğu ırk grubunda tanımlanmıştır. Çoğu seride tipik nonalkolik yağlı karaciğer hastası, orta yaşlı kadınlardır (22,34,35). Fakat bazı serilerde nonalkolik yağlı karaciğer hastalığının prevalansı erkeklerde daha yüksek bulunmuştur (36-38). 2.1.2.Prevalans Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı çeşitli ülkelerde genel nüfusun % 10– 24’ünü etkilemektedir. Prevalans % 57.5’e (36), hatta obez kişilerde % 74’e kadar yükselmektedir (28,37). Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı çocukların % 2.6’sında(27) obez çocukların % 22.5(38) ile % 52.8’inde(39) görülmektedir. Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı, kan verenlerde anormal karaciğer enzim sonuçlarını çok sayıda vakada açıklar. Karaciğer hastalığının diğer sebepleri dışlandıktan sonra, aminotransferaz seviyelerinde asemptomatik yükselme vakalarının % 90’ının sebebidir (40). Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı, ABD’deki erişkinlerde anormal karaciğer testi sonuçlarının en sık nedenidir (41). ABD’ de nonalkolik yağlı karaciğer hastalığının prevalansı bilinmemektedir. Ama genel nüfusta tip 2 diyabetes mellitusun ve obezitenin bilinen prevalanslarından hareketle iyi bir tahmin yapılabilir. Obezite 20 yaş ve üzerindeki kişilerin % 22.5’inde görülmektedir (42). Obez nüfusun üçte ikisinde ( diyabetten bağımsız olarak ) (29) morbid obez insanların % 90’ından fazlasında steatoz bulunmaktadır (30). Steatohepatit zayıf (ideal vücut ağırlıklarının % 110’undan daha hafif olanlar) nüfusun %3’ünü, obez nüfusun %19’unu, morbid obezlerin hemen hemen yarısını etkilemektedir (29,30). Dolayısıyla, ABD’ nin 2000 yılı (43) nüfusuna bakarak, bu ülkede tahminen 30.1 milyon obez erişkinde steatoz, yaklaşık 8.6 milyon obez erişkinde de steatohepatit olduğu söylenebilir. Diyabetes mellitus ABD erişkin nüfusunun % 7.8’ini etkilemekte(44), diyabetli hastalarında yaklaşık % 50’sinde ( 7.8 milyon kişi ; % 21 ile % 78 arasında )(45) nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı görülmektedir. Diyabetle obezitenin birlikteliği, ek bir risk daha getirmektedir: Diyabeti olan şiddetli obez hastaların % 100’ünde en azından hafif steatoz, %50’sinde steatohepatit, %19’unda siroz bulunmaktadır (46). ABD’ de nonalkolik yağlı karaciğer hastalığının prevalansı, hepatit C virüsü enfeksiyonunun % 1.8 olan prevalansından çok daha yüksektir (47). Yinede bu rakamlar, nonalkolik yağlı karaciğer hastalığının gerçek prevalansının altında olabilir. Çünkü pekçok hasta ne obezdir ne de diyabetiktir. Ayrıca hastalığın tanısı çocuk ve adolesanlarda gittikçe daha sık konulmaktadır. 2.1.3.Histolojik Bulgular Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı, histolojik olarak, alkol suistimalinden kaynaklanan karaciğer hasarından ayırt edilemez. Karaciğer biyopsisinde gözlenen özellikler; steatoz, karma iltihap hücresi enfiltrasyonu, hepatosit balonlaşması ve nekrozu, glikojen nukleusları, Mallory cisimciği ve fibrozdur (Şekil 1). Bütün bu 10 özelliklerin tek başlarına veya birlikte bulunmaları, nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı spektrumunun neden bu kadar geniş olduğunu da açıklar. Portal kanallar iltihaptan nispeten korunmuştur, ancak nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı olan çocuklarda lobüler enfiltratın tersine portal iltihap baskınlığı görülebilir (48). Mallory cisimciği nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı olan çocuklarda ya hiç yoktur ya da çok seyrektir (26,27). Bazı sirozlu hastalarda steatoz ve nekroenflamatuar aktivite özellikleri artık bulunmayabilir ( 34,49 ). Steatoz, mononükleer veya polimorfonükleer hücre enfiltrasyonu, hepatosit balonlaşması ve yama tarzında nekroz birarada bulunduğunda, bu durum nonalkolik steatohepatit olarak adlandırılır. Bu türde nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı olan hastaların çoğunda bir dereceye kadar fibroz vardır. Mallory cisimciği‘nin de olması şart değildir. Steatozun şiddeti, etkilenen parankimin yaygınlığına bakarak derecelendirilebilir (Tablo 2) ( 50 ). Son zamanlarda steatoz ve nekroenflamasyon lezyonlarını ‘derece’ler, fibroz tiplerini de ‘evreler’ halinde birleştiren bir sistem önerilmiştir ( Tablo 2 ) ( 50 ). Tablo 2: Nonalkolik Yağlı Karaciğer Hastalığında Histolojik Lezyonların Derecelendirilmesi ve Evrelemesi ( 51 ) Steatozun Derecelendirilmesi : Derece 1: Hepatositlerin %33’ünden azı etkilenmiştir Derece 2: Hepatositlerin %33-66’sı etkilenmiştir Derece 3: Hepatositlerin %66’sından fazlası etkilenmiştir Steatohepatitin Derecelendirilmesi : - Derece 1, hafif Steatoz: Daha çok makroveziküler, lobüllerin % 66’ya varabilen bölümünü etkilemiş Balonlaşma: Zon 3 hepatositlerde zaman zaman görülür. Lobüler enflamasyon: Dağınık ve hafif akut enflamasyon ( polimorfonükleer hücreler ) ve kronik enflamasyon ( mononükleer hücreler ) Portal enflamasyon: Yok veya hafiftir. - Derece 2,orta Steatoz: Her şiddette olabilir; genellikle karışık makroveziküler ve mikroveziküler Balonlaşma: Belirgin ve zon 3’te belirgin Lobüler enflamasyon: Balonlaşmış hepatositlerle birlikte polimorfonükleer hücreler görülebilir; periselüler fibroz; hafif kronik enflamasyon görülebilir Portal enflamasyon: Hafif ila orta şekildedir. - Derece 3, şiddetli Steatoz: Tipik olarak lobüllerin %66’sından fazlasını tutar ( panasiner ); yaygın mixt steatoz vardır. Balonlaşma: Baskın olarak zon 3; belirgindir. Lobüler enflamasyon: Dağınık akut ve kronik enflamasyon; polimorfonükleer hücreler, zon 3’te balonlaşma ve fibroz alanlarında yoğunlaşmış olabilir Portal enflamasyon: Hafif ile şiddetlidir. Fibrozun Evrelemesi : Evre 1: Zon 3 perivenüler, perisinüzoidal veya periselüler fibroz; fokal veya yaygın Evre 2: Yukarıdaki gibi, ayrıca fokal veya yaygın periportal fibroz Evre 3: Bridging fibroz, fokal veya yaygın Evre 4 : Siroz 2.2.PATOGENEZ Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığının patogenezi, hastalık ilk tarif edildiğinden bugüne kadar iyi anlaşılabilmiş değildir. Güncel görüşlerin çoğu varsayım düzeyindedir, çünkü hastalığın mekanizması veya mekanizmaları hala araştırma altındadır. Niçin bazı hastalarda basit steatoz bazılarında steatohepatit ve progresif hastalık geliştiği henüz bilinmemektedir. Vücut yağının dağılımındaki veya antioksidan sistemlerdeki farklılıklar, muhtemelen genetik yatkınlık zemininde, açıklamalardan biri olabilir. İnsülin direnci nonalkolik yağlı karaciğer hastalığının gelişiminde en çok dile getirilen faktördür (51). İnsülin direnci, normal konsantrasyondaki insülinin 12 normalden daha az biyolojik yanıt oluşturması durumudur. Başka bir anlatım ile belirli bir konsantrasyondaki insülinin glukoz uptake’ini uyarma etkisinin azalmasıdır. Normalde insülin karaciğerde glukoneogenezi ve glikojenolizi inhibe ederek hepatik glukoz üretimini baskılar. Ayrıca glukozu kas ve yağ dokusu gibi periferik dokulara taşıyarak burada ya glikojen olarak depolanmasını ya da enerji üretmek üzere okside olmasını sağlar. İnsülin direncinde insülinin karaciğer, kas ve yağ dokudaki bu etkilerine karşı direnç oluşarak hepatik glukoz sekresyonu bozulur. Kas ve yağ dokusunda da isülin aracılığı ile olan glukoz uptake azalır. Bu durumda oluşan insülin direncini karşılayacak ve dolayısıyla normal biyolojik yanıtı sağlayacak kadar insülin salgısı artışı ile metabolik durum kompanze edilir. Böylelikle hipergliseminin önlenebilmesi için beta hücreleri sürekli olarak insülin salgısını artırmaya yönelik bir çaba içerisine girer. Sonuçta normoglisemi sağlanırken insülin düzeylerinde de 1.5-2.0 kat yüksek bir seviye oluşur. Şekil 1: Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığının patogenezinde muhtemel mekanizmalar. Şekil 1A: Şekil 1A’da görüldüğü gibi, hepatik yağ asitleri normalde trigliseritlerle esterleşir. Trigliseritlerden bazıları çok düşük dansiteli lipoprotein ( VLDL ) ile hepatositlerin dışına taşınır. Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı olanlarda hepatositler içinde lipit düzeyinin artması (çoğunlukla trigliserit formunda), yağ asitlerinin alımını ve sentezini uyaran enzim sistemleriyle yine yağ asitlerinin oksidasyonunu ve hücre dışına taşınmasını uyaran enzim sistemleri arasındaki dengesizlikten kaynaklanır. İnsülin direncinin moleküler patogenezi, anlaşıldığı kadarıyla, multifaktöryeldir. İnsülin etkisinin inhibisyonunda rol oynayan bazı moleküler hedefler tanımlanmıştır. Bunlar arasında aşağıdakiler sayılabilir: Rad (ras associated with diyabete)(52), temel hücre işlevlerini ( büyüme, farklılaşma, veziküler transport ve sinyal transdüksiyonu ) engeller; PC-1 ( insülin direncinde rolü olan bir membran glikoproteini )(53), insülin tarafından uyarılan trozin kinaz aktivitesini azaltır; leptin,(54) insülin reseptörü substrat-1’in defosforilasyonunu indükler; yağ asitleri(55), insülin tarafından uyarılan periferik glukoz alımını engeller; tümör nekroz faktörü-α(56), insülin reseptörü substrat-1’in insülin tarafından indüklenen fosforilasyonunu azaltır ( down-regulation ) ve insüline bağımlı glukoz transport molekülü Glut4’ün ekspresyonunu düşürür. İnsülin direnci hepatositlerde iki temel mekanizma ile yağ birikimine yol açar: lipoliz ve hiperinsülinemi ( Şekil 1B ). 14 Şekil 1B : Şekil 1B’de, insülin direnci (tümör nekroz faktör-α’nın [ TNF-α], Rad’ın, PC-1’in, leptinin ve yağ asitlerinin inhibisyonuna bağlı) iki temel mekanizma ile hepatositlerde yağ birikimine yol açmaktadır: lipoliz (dolaşımdaki yağ asitlerini arttırır) ve hiperinsülinemi. Hepatositler tarafından yağ asidi alınımının artması, mitokondrial β-oksidasyon yüklenmesine neden olur. Bu da hepatositler içinde yağ asitlerinin birikmesi ile sonuçlanır. Yağ asitleri, mikrozomal lipooksijenazlar olan sitokrom P-450 2E1 ve 4A’nın substratları ve indükleyicileridir ( 57,58 ). Steatohepatitli hastaların karaciğerinde sitokrom P-450 2E1 seviyesi mutlaka artar ve hepatosit membranlarında lipit peroksidasyonunu indükleme yeteneği olan oksijen radikallerinin üretimine yol açar (57). Sitokrom P-450 2E1 geninin baskılandığı transgenik farelerde de yaygın lipit peroksidasyonu görülmektedir (58). Bu durum başlıca rolün sitokrom P-450 4A enzimlerine ait olduğunu düşündürmektedir. İnsülin direncinden kaynaklanan hiperinsülinemi, glikolizi arttırarak hepatositlerde yağ asiti sentezini arttırmakta, karaciğerde apolipoprotein B-100 üretimini azaltarak hepatositler içinde trigliseritlerin birikimini kolaylaştırmaktadır. Mikrozomal ω-oksidasyonla, toksisite potansiyeli bulunan dikarboksilik asitlerin klinik olarak anlamlı miktarları oluşabilir. Yağ asidi metabolizmasının bu yolu, mitokondriyal β-oksidasyonla ve peroksizomal β- oksidasyonla yakından ilişkilidir (Şekil 1C). Peroksizomal β- oksidasyon enzimlerinin eksikliğinin, makrovesiküler steatozun ve steatohepatitin önemli bir sebebi olduğu anlaşılmıştır (59). Açil-koenzim A oksidaz eksikliği çok uzun zincirli yağ asitlerinin ve dikarboksilik asitlerin oksidasyonunu bozarak yaygın mikroveziküler steatoza ve steatohepatite yol açar. Bu enzimin kaybı aynı zamanda, peroksizom-proliferatöraktive reseptör-α’nın ( PPAR-α ) uzun süreli aktivasyonuna sebep olarak PPAR-α ile regüle olan genlerin transkripsiyonal up-regülasyonunu uyarabilir (59). Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı olan hastaların karaciğerlerinde eksprese edilen taşıyıcı protein-2’nin hepatik sentezini uyarmada da PPAR-α’nın rolü olduğu vurgulanmıştır (60) Şekil 1C: 16 Şekil 1C’de mikrozomal ω-oksidasyon, peroksizomal β- oksidasyon ve mitokondriyal β- oksidasyon arasındaki ilişki, ayrıca peroksizom proliferatif-aktive reseptör-α (PPAR- α) ligandın düzenleyici rolü olduğu görülmektedir. Yağ asitlerinin mikrozomal ω -oksidasyonu sonucunda dikarboksilik yağ asitleri oluşur, bunlar da peroksizomal β-oksidasyonyoluyla yıkılır. Peroksizomal β- oksidasyon sonucunda zinciri kısalmış açil-koenzim A ortaya çıkar. Çok uzun zincirli yağ asitleri, açil-koenzim A sentaz etkisiyle, açil-koenzim A’ya dönüştürülür. Açilkoenzim A peroksizomal oksidasyon için substrat olarak işlev görür, fakat metabolize olmadan kalırsa PPAR-α ligandı olarak fonksiyonunu icra eder. PPARα karaciğerde mikrozomal, peroksizomal, mitokondriyal yağ asidi oksidasyonu sistemlerinde rol alan genlerin indüksiyonunu kontrol eder; ayrıca taşıyıcı protein 2’nin hepatik sentezini uyarır (60). Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığının patogenezinde bu proteinin rolü hala net değildir. Hepatosit apoptozunun inhibisyonuna yardımcı olabilir. Ayrıca yağlı hepatositlerin, daha sonra sekonder saldırılara (endotoksin veya TNF-α gibi) maruz kaldıklarında hasarlanmaya yatkınlıkları artabilir (61). Yağ asitlerinin intrahepatik seviyelerinde artış, bir oksidatif stres kaynağı meydana getirir. Bu da büyük ölçüde steatozdan steatohepatite ve siroza ilerlemeden sorumlu olabilir. Mitokondriler, reaktif oksijen türlerinin başlıca hücresel kaynağıdır. Reaktif oksijen türleri üç temel mekanizma ile steatohepatiti ve fibrozu başlatabilir: lipit peroksidasyonu, sitokin indüksiyonu, Fas ligand indüksiyonu (Şekil 1D). Şekil 1D: Şekil 1D’de mitokondrial reaktif oksijen türlerinin, steatozdan steatohepatite ve fibroza ilerlemeyi üç mekanizma ile uyardığı görülmektedir: lipit peroksidasyonu, sitokin indüksiyonu ve Fas ligand indüksiyonu. Reaktif oksijen türleri lipit peroksidasyonunu başlatabilir. Bu da hücre ölümü ve malondialdehit ( MDA ) ile 4- hidroksinonenal( HNE ) salınmasıyla sonuçlanır ( 62 ). MDA ve HNE hücre ölümüne sebep olur, proteinler arasında çarpraz bağlar teşkil ederek Mallory cisimciği oluşumuna yol açar(63) , Stellate hücreleri aktive ederek kollajen sentezini hızlandırır (64). HNE, nötrofillere kemotaktik etkisi olduğundan 18 doku enflamasyonunu uyarır (65). Reaktif oksijen türleri de sitokin oluşumunu (TNF-α, dönüştürücü büyüme faktörü β [ TGF-β ], interlökin-8) indükler. TNF-α ve TGF-β kaspaz aktivasyonuna ve hücre ölümüne sebep olur (66,67). TGF-β stellat hücreler tarafından kollajen sentezini etkinleştirir(68), sitoskletal proteinleri çapraz bağlayan doku transaminazını aktive eder, böylece Mallory cisimciği oluşumunu sağlar. İnterlökin-8, insan nötrofilleri için güçlü bir kemoatraktandır (69). Reaktif oksijen türleriyle indüklenen TNF-α, mitokondrilerde solunum zincirindeki elektronların akımını daha da bozar (70). Mitokondriyal reaktif oksijen türleri hepatik antioksidanları tüketebilir, böylece daha reaktif oksijen türleri birikir (71). Mitokondriyal reaktif oksijen türleri hepatositlerde Fas ligandın ekspresyonuna yol açar (hepatositler normalde membran reseptörü Fas’ı eksprese eder)(72). Sonra da bir hepatosit üzerindeki Fas ligandı, diğer bir hepatosit üzerindeki Fas ligandı ile etkileşerek “fraksiyonal öldürmeye” sebep olabilir. Steatohepatitli hastalarda ultrastrüktürel mitokondriyal lezyonlar bulunabilir (megamitokondrilerdeki çizgisel kristal inklüzyonlar gibi )(73). Basit steatozlu çoğu hastada ve sağlıklı bireylerde bu mitokondri hasarına rastlanmaz (74). Steatohepatitli hastalar, fruktoz (karaciğerde akut ATP azalmasına sebep olur ) verilmesinden sonra, invivo şartlarda ATP’yi yavaş bir biçimde yeniden sentezler (75). Bu bozukluk, steatohepatitli hastalarda bulunan mitokondriyal hasardan kaynaklanabilir (73,74). Demek ki obez, diyabetik veya hiperlipidemisi olan yağlı karaciğerli hastalarda karaciğer hastalığı semptomları nadiren gelişir; ancak steatotik karaciğer yeni saldırılarla karşılaştığında daha fazla hasar görmeye yatkın olabilir. Bu bulgu, şu varsayıma yol açmıştır: Basit steatozdan steatohepatite ve ilerlemiş fibroza progresyon, iki farklı olaydan kaynaklanabilir (76). Birincisi, insülin direnci hepatositlerin içinde yağ birikimine sebep olur; ikincisi, mitokondriyal reaktif oksijen türleri lipit peroksidasyonuna, sitokin indüksiyonuna ve Fas ligand indüksiyonuna sebep olur. 2.3.TANI Aminotransferaz seviyelerinde asemptomatik yükselme, yağlı karaciğere ait radyolojik bulguları ve açıklanamayan inatçı hepatomegalisi olan kişilerde nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı tanısından şüphelenilir. Klınik tanının ve karaciğer testlerinin histolojik tutuluma ilişkin olarak tahmin değerleri zayıftır(77). Görüntüleme çalışmaları karaciğerde yağlı infiltrasyonun varlığını ve miktarını belirlemede yararlıdır, ama karaciğer hasarının şiddetini kesin olarak belirlemede kullanılmaz. Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı ve şiddeti konusunda duyulan klınik şüphe, sadece karaciğer biyopsisi ile doğrulanabilir. Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı tanısı koyabilmek için, karaciğer hastalığının sebebinin alkol suistimali olmadığının ortaya koymak gerekir. Kadınlarda günde 20 g, erkeklerde günde 30 g kadar düşük dozlar alkolle indüklenen karaciğer hastalığı oluşturmak için yeterli olabilir ( şu miktarlardaki içkilerin her biri 10 g alkol içerir: 350 ml [ 12 oz] bira, 120 ml [ 4 oz] şarap, 45 ml [1.5 oz] sert likör )(78). Diğer sebepler de (virüsler, otoimmün cevaplar, metabolik veya kalıtsal faktörler, ilaçlar veya toksinler) dışlanmalıdır. Serolojik testlerin ne dereceye kadar yapılacağına hastaya göre karar verilmelidir. Spesifik laboratuar test sonuçlarıyla birlikte karaciğer biyopsisindeki bazı histolojik bulgular çoğu vakada tanı koydurur. 2.3.1.Karaciğer Biyopsisinin Rolü Karaciğer biyopsisi nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı teşhisini doğrulamada hala en iyi tanı aracıdır. Biyopsi aynı zamanda prognoz hakkında bilgi sağlayan en duyarlı ve en özgül yöntemdir. Üstelik, histolojik hasarla karaciğer testlerinin ve görüntüleme çalışmalarının sonuçları arasındaki korelasyonun zayıf olduğu göz önünde bulundurulduğunda, karaciğer biyopsisi medikal tedavinin etkisinin belirlenmesinde de faydalıdır. Bazı faktörler, karaciğer biyopsisinin en çok prognostik bilgiyi verdiği nonalkolik yağlı karaciğer hastalarını belirlemeye yardımcı olur. Yaşın 45 veya üstünde olması, obezite veya tip 2 diyabet varlığı, aspartat aminotransferazın alanin 20 aminotransferaza oranının en az 1 olması ileri karaciğer hastalığının kayda değer göstergeleridir (79). Vücut kitle endeksi 25’in üstünde olan fazla kilolu hastalardan oluşan alt grupta yaşın ileri olması, yüksek vücut kitle endeksi, yüksek alanin aminotransferaz ve trigliserid değerleri de ileri karaciğer fibrozunun göstergeleri arasındadır (80). Vücut kitle endeksi 35’in üstünde olan şiddetli obez hastalarda insülin direnci endeksinin 5’in üstünde olması, sistemik hipertansiyon ve yüksek alanin aminotransferaz seviyesi steatohepatit varlığıyla güçlü korelasyon gösterir. Hipertansiyon ile alanin aminotransferaz seviyesi steatohepatit varlığı ile korelasyon gösterir. Hipertansiyon ile alanin aminotransferaz ve C-peptit seviyelerinde yükseklik ise ilerlemiş fibrozu düşündürür (78). 2.4. Karaciğer ve karaciğer rezeksiyonu Karaciğer, vücuttaki en büyük bezdir. Ağırlığı 1200-1800 gram kadardır. Yenidoğanlarda vücuda oranla daha büyüktür. Dorsal yüzünde safra kesesi yer alır. Glisson kapsülü adı verilen peritoneal membran karaciğer yüzeyini sarar ve parankim içerisine doğru uzanan, içerisinde kan damarları ve safra duktusları içeren fibröz septalar verir. Karaciğerde sağ, sol, kuadrat ve kaudat loblar olmak üzere 4 lob tanımlanır. Topografik olarak falsiform ligamanın sağ tarafı sağ lob, sol tarafı ise sol lobu oluşturur. Sağ lob daha büyüktür. Kuadrat lob inferior yüzde solda umblikal fissür, sağda safra kesesi yatağı ve arkada portal triadın çevrelediği dikdörtgen bölümdür. Kaudat lob ise solda falsiform ligamanın posterior uzantısı ile inferior vena kava’nın karaciğer üzerindeki impresyonu arasında yer alır (81). Karaciğere gelen kanın %70 kadarı Vena Porta, geri kalan kısmı ise Arteria hepatika tarafından getirilir. Hepatik parankim üç ana hücre grubundan oluşmuştur. Bunlar hepatositler, biliyer epitel hücreleri, kupffer hücreleridir (82). Karaciğerin histolojisinde lobül yapısı görülür. Klasik lobül yapısında ortada bir hepatik ven (santral ven) dalı vardır. Bu hepatik ven dalından perifere doğru ışınsal biçimde sinüzoidler ve parankim hücreleri uzanır. Altıgen şeklindeki klasik lobülün köşelerinde içinde portal ven, hepatik arter ve safra kanalının uç dallarının bulunduğu portal triadlar yerleşmiştir. Portal ven ve hepatik arter kanı sinüzoidlerde karışır. Sinüzoidler terminal hepatik venüllere drene olurlar. Terminal hepatik venüller birleşerek sonunda hepatik venleri oluşturular. Sinüzoidlerin endotel tabakası ile hepatositler arasındaki disse aralığı denilen kısımda karaciğer lenfi oluşur. Endotel tabakası hücreleri arasında aktif fagositoz görevi olan Kuppfer hücreleri bulunur. Karaciğerin temel fonksiyonları; barsaklardan dönen kanın depolanması ve infiltrasyonu (vasküler fonksiyon), vücudun metabolik sisteminin büyük kısmının koordinasyonu ve regülasyonu (metabolik fonksiyon), safranın yapılıp safra kanallarıyla gastrointestinal sisteme ulaştırılması (sekretuvar ve ekskretuvar fonksiyon) olarak özetlenebilir (83). Karaciğer rezeksiyonları anatomik ve non-anatomik olmak üzere ikiye ayrılır (84). Vasküler anatomiyi esas alan rezeksiyon tipleri anatomik rezeksiyon olarak adlandırılır. Bu tip rezeksiyonlarda anatomik sissürlere uyulur, fonksiyonel ve anatomik olarak tanımlanmış karaciğer bölümleri çıkarılır. Anatomik rezeksiyonların amacı fonksiyonel bölünmelere uyarak daha kansız ameliyat yapmak, diğer bölümlerin kanlanmasını bozmamaktadır. Anatomik rezeksiyonlar sağ ve sol hepatektomiler, sektörektomiler, segmentektomiler ve subsegmentektomilerdir (84). Karaciğer rezeksiyon endikasyonları şunlardır; (84) I-Malign tümörler 1- Primer karaciğer tümörleri 2- Metastatik karaciğer tümörleri 3- Hepatobiliyer malignensiler (safra kesesi tm, kolanjio CA vb.) II- benign hastalıklar: 1- alveolar veya hidatik kist 2- adenom 3- hemanjiom 4- abse III- Travma Karaciğerin %50’ si veya daha fazlası çıkarıldığında postoperatif dönemde hastanın yakın takibi gereklidir. Elektif hepatektominin mortalite oranı yaklaşık %5 civarındadır ve bu oran büyük ölçüde postoperatif komplikasyonlara bağlıdır (85). Postoperatif mortalite ve morbidite nedeni olan bu komplikasyonlar arasında 22 karaciğer yetmezliği, biliyer fistül, subfrenik perihepatik abse, pnömoni, plevral effüzyon ve stres ülserleri sayılabilir (85-87). 2.4.1. Karaciğer Rejenerasyonu Yaralanma veya rezeksiyondan sonra karaciğerin kendini rejenere etme kabiliyeti uzun süredir araştırmacıları büyülemektedir. Karaciğerin rejeneratif kapasitesi ile ilgili ilk bilgilere Hesiodos’ un Theogoni’ sinde rastlanmaktadır. Bir Titan olan Prometheus ateşi çalarak insana verdiği ve insanı şımarttığı için Zeus tarafından cezalandırılır. Ceza olarak Kafkas dağlarının en yüksek tepesine zincirlenir. Karaciğerinin bir kısmı her gün bir kartal tarafından yenir ve her gece eski halini alır. Ancak gerçek anlamda karaciğer rejenerasyonu fikrini ilk kez 1833’ te Crueilhier ortaya atmıştır (88). Karaciğer erişkin boyutlara ulaştığında büyümesi durur. Normal bir karaciğerin herhangi bir zamanda yapılan kesitlerde hepatosit popülasyonunun çok seyrek mitoz göstermesi bu durgunluğun bir ifadesidir (89). Bununla beraber karaciğerde doku kaybı ile sonuçlanan yaralanmalar, hastalıklar (viral hepatit, siroz ve toksik olaylar) veya karaciğerin cerrahi olarak bir kısmının çıkartılması gibi olaylardan sonra hızla kompansatuvar bir büyüme görülür ve bu büyüme karaciğer erişkin boyutlarına ulaşınca yine durur. Geniş metabolik yüküne rağmen karaciğer en geniş hücre proliferasyon özelliğine sahip organdır. Hepatositlerin sadece %0.0012-%0.01’ i hayatın herhangi bir döneminde mitoza uğramaktadır (90-92). Sağlıklı karaciğerdeki bu düşük turnover toksik karaciğer hasarı veya cerrahi rezeksiyon durumunda değişmektedir. Karaciğerin 2/3 nin kaybından sonra iki hafta içinde fonksiyonel karaciğer iyileşmesi tamamlanmaktadır. Rejenerasyon cevabı tipik olarak kalan karaciğer dokusunun asiner yapısının proliferasyonuna bağlıdır. Rezeksiyon vakalarında bu sonuç, rezekte lobun restorasyonundan ziyade kalan karaciğer dokusunun hipertrofisine bağlıdır (93). Karaciğer rezeksiyonu veya parsiyel hepatektomi karaciğer kütlesini azaltır fakat az da olsa geride hasarlı hücreler bırakır. 2/3 parsiyel hepatektomi modelinde, sol ve medial loblar ligate edilip eksize edilir. Böylece karaciğerin %65-70’i eksize edilmiş olur (94). Parsiyel hepatektomi sonrası geride kalan hepatik segmentler artan portal kan akımı ve basıncının etkisi altında kalmasına rağmen, parsiyel hepatektominin halen hücresel hasarın eşlik etmediği pür karaciğer rejenerasyonu sağlayan en iyi yaklaşım olduğu in vivo rejeneratif cevap çalışmalarında gösterilmiştir. Parsiyel hepatektomiden sonra 24 saat içinde aktif hücre replikasyonu başlar ve organın ilk ağırlığına erişinceye kadar devam eder. İlk 10 gün içinde önemli ölçüde rejenerasyon oluşur ve bu olay 4-5 haftada tamamlanır. Eksize edilen loblar aynen eski şekillerini almazlar. Rejenerasyon daha çok yeni lobüller oluşması ve artık lobüllerin genişlemesi şeklinde olur. Hepatik rejenerasyon için gerekli uyaranlar pankreas diğer ekstrahepatik organlar ve rejenere olan karaciğerin bizzat kendisinden kaynaklanan humoral faktörlerdir (81). Günümüzde bilgisayarlı tomografi, anjiografi, sintigrafi gibi yöntemlerle yapılan çalışmalarda, karaciğerin rezeksiyon sonrası erişkinlerde 3-6 ayda, çocuklarda 3 aydan daha kısa sürede eski boyutuna ulaştığı gösterilmiştir. Siroz varlığında bu süre 9-15 aya kadar çıkmaktadır (11,12). Karaciğer rejenerasyonunda birçok büyüme faktörü ve sitokinler rol alır. Bu faktörler şunlardır: 1- Hepatosit büyüme faktörü (HGF): En çok karaciğer ito ve kupfer hücrelerinde olmak üzere birçok dokuda ve plazmada bulunan protein yapısında bir büyüme faktörüdür (95,96). Hepatektomiyi takiben 5 dakika içinde ürokinaz aktive olur ve plazminojenin plazmine dönüşümünde rol alır. Plazmin matriks yıkıcı metaloproteinazları uyarır. Matriks yıkımı sonucu HGF salgılanır (95). Ratlarda hepatektomi sonrası bir saat içinde plazma HGF konsantrasyonu 20 katına çıkar (97). İnsanlarda karaciğer rezeksiyonunu takiben 1 ile 3. günler arasında plazma HGF seviyesi maksimuma ulaşır (98). Karbontetraklorür (CCl4) ve D-galaktozamin gibi hepatotoksik maddeler de nonparankimal karaciğer hücrelerinde HGF artışına neden olmaktadır (99). Bir büyüme faktörü olmasına karşın yüksek konsantrasyonlardaki HGF’nin bazı kanser ve sarkom hücre kültürlerinde büyümeyi yavaşlattığı bildirilmektedir (96). 24 2- TNF- α ve IL-6: Anti TNF-α antikoru verilen, TNF- α reseptör eksikliği ve IL-6 gen delesyonu olan koyunlarda karaciğer DNA sentezinin bozulduğu gösterilmiştir (13). 3- Epidermal büyüme faktörü (EGF): Hepatositlerde DNA sentezini uyardığı belirlenen ilk faktördür (99). Hepatosit kültürlerinde mitojen etkisi kanıtlanmıştır (13). Hepatektomi sonrası artan noradrenalin uyarısıyla submandibular bezlerden ve Brunner bezlerinden salınımı artmaktadır (100). 4- Transforme edici büyüme faktörü alfa (TGF- α ): Karaciğer rejenerasyonunun başlangıç safhasından sonra rol oynadığı düşünülmektedir. EGF ile aynı reseptör üzerine etki eder. Hepatosit kültürlerinde DNA sentezini arttırmaktadır (99,101). 5- Norepinefrin: α1-adrenerjik reseptörler yoluyla direkt, EGF’yi arttırarak indirekt yoldan karaciğer rejenerasyonunu arttırır. Sempatik denervasyon ve α1 reseptör blokajı DNA sentezini azaltmaktadır (13). 6- İnsülin: Portosistemik şant sonucu gelişen karaciğer atrofisi insülin verilmesiyle engellenebilmektedir (102). Primer mitojen olmamasına karşın hücre kültürlerinde diğer büyüme faktörlerinin etkisini arttırmaktadır (13). 7- Hepatosit uyarıcı madde(HSS): 53 kilodalton ağırlığında bir proteindir. İnvitro ve invivo olarak hepatotrofik etkisi vardır (103,104). 8- Seks hormonları: Hepatektomi sonrası hepatositlerde östrojen reseptörleri artarken androjen reseptörleri azalmaktadır. Östrojenin hücre kültürlerinde hepatosit bölünmesini arttırıcı etkisi vardır. Antiöstrojen bir ajan olan tamoksifenin invitro ve invivo karaciğer rejenerasyonunu azalttığı gösterilmiştir (99,105). Buna karşın antiandrojenlerin belirgin bir etkisi gösterilememiştir (106). 9- Diğerleri: Fibroblast büyüme faktörü (FGF), vasküler endotel büyüme faktörü (VEGF), triiyodotironin (T3), retinoik asit, bazı ilaçlar (barbütratlar, diazepam, hipolipidemik ajanlar, antiepileptik ajanlar), büyüme hormonu, PGE2, siklosporin, FK506, vazopressin gibi faktörlerin karaciğer rejenerasyonuna olumlu katkıları olduğu bildirilmektedir (13,103,107-109). 10- Bilinen en önemli rejenerasyon inhibitörü TGF-β1’ dir. İto hücreleri tarafından hepatektomi sonrası erken dönemde salgılanır. Rejenerasyon devam ettiği sürece α2 makroglobuline bağlı inaktif formundadır. Zamanı geldiğinde aktive olarak rejenerasyonu sonlandırır (13). Bu zamanlamayı etkileyen faktörler bilinmemektedir. Rejenerasyon hücre düzeyinde başlar. Hücre siklusunun basamakları G0, G1 (gap 1- ara 1), S (sentez), G2 (gap 2- ara 2), M(mitoz) dur. G0 evresi, hücrenin stabil ve DNA/RNA sentezinin olmadığı evredir. DNA sentezi, G1 evresiyle birlikte başlar. Özellikle S evresinde olmak üzere M evresine kadar sürer (110-112). Parsiyel hepatektomi veya diğer karaciğer hasarlarından sonraki erken dönemde, kalan hepatositler hücre siklusunun G0 döneminden çıkarlar ve G1 safhasına girerler. Mitojenik uyarı sonrası rejenerasyon, öncelikle karaciğer lobüllerinin periportal bölgelerindeki hepatositlerde başlar. Sonra sırasıyla safra duktus hücreleri, Kupfer hücreleri, ito hücreleri (vitamin A depolayan, bağ dokusu proteinleri ve büyüme faktörleri sentezleyen karaciğere özgü satellit hücreler) ve sinüzoidal endotel hücrelerinde mitoz görülür. Sonuçta mevcut lobüllerin genişlemesi ve yeni lobüllerin eklenmesiyle karaciğer eski büyüklüğüne ulaşır. Karaciğer rejenerasyonu konusunda yapılan çalışmalar etik nedenlerden dolayı hayvan modelleri üzerinde yapılmıştır. Bunlar içinde en popüler olanı Higgins ve Anderson’ un ratlarda tanımladığı % 70 hepatektomi modelidir (94). Bu modelde hepatektomi sonrası rejenerasyon 10-12 saatte başlamakta 24. saatte maksimuma ulaşmakta ve 5-10 gün içinde tamamlanmaktadır. Yapılan çalışmalarda rejenerasyon kriterlerinin tanımlanması için DNA sentezi ve mitoz sayısı, karaciğer volümü, hücre proliferasyonu ve mitokondrial aktivite gibi birçok marker kullanılmıştır (14,113-115). Ayrıca rejenerasyon kriterlerinin tanımlanması ve tespitinde bazı maddeler kullanılmıştır. Bunlar DNA timidin içeriği, 5-bromo-2’-deoksiüridin, PCNA (Prolifering Cell Nuclear Antigen), plazma fibronectin seviyesi ve stimulator substans gibi maddelerdir (14,113,114,116-119). Bunların dışında ilk kez 1983’de Gerdes ve ark. Tarafından hücre çekirdeğinde bulunan Ki-67 antijen ve buna karşı oluşan monoklonal antikor tariflenmiştir (110). Ki-67 proteini tüm hücre sikluslarında tariflenmiştir (111). 26 Hücre siklusu ilerledikçe antijen içeriği artar. G2-M evresinde maksimal seviyeye erişir. Ki-67 antijenine karşı tanımlanan monoklonal antikor ise hücre siklusunun G0 evresi hariç diğer tüm evrelerinde gösterilmiştir. Bu antikorun prognostik olarak korelasyon gösterdiği durumlar arasında non hodgkin lenfoma, yumuşak doku sarkomları, santral sinir sistemi tümörleri (glioma, oligodendrioglioma, pineoblastoma, primer sinir sistemi lenfoması ve nörofibroma), meme Ca sayılabilir. Ki-67’nin diğer kullanılan yöntem ve maddelerden farkı sadece S evresinden ziyade hücredeki siklusun tüm büyüme evrelerinin sınıflandırılabilmesidir. Bu sınıflandırma, hücresel proliferasyon aktivitesinin bir göstergesi olarak kullanılabilir (117120-122). 2.4.2. Hepatosellüler zedelenmenin değerlendirilmesi Hepatosellüler zedelenmeyle ilişkili testler serum transaminazları veya aminotransferazları olarak adlandırılan, aspartat aminotransferaz (AST, serum glutamik-oksaloasetatik asit transferaz [SGOT]), alanin aminotransferaz (ALT, serum glutamik-piruvik transaminaz [SGPT]) ile laktat dehidrogenaz (LDH) enzimleridir (123). AST karaciğer dışında, iskelet ve kalp kaslarında, böbrekler, beyin, pankreas, akciğerler, lökositler ve eritrositlerde bulunurken ALT esas olarak karaciğerde bulunur. ALT sitozolde, AST ise hem sitozolde hem de mitokondride yer alır. Laktat dehidrogenaz pekçok normal ve malign dokuda bulunan sitoplazmik bir enzimdir. Enzimin beş izoenzimi (LDH 1-5) olup, elektroforetik olarak en yavaş olanı (LDH-5) karaciğerde bulunan izoenzimidir. Transaminazlar normal hücre döngüsünü yansıtacak şekilde dolaşımda az miktarda bulunur, transaminazlardan zengin dokularda zedelenme durumunda serum düzeyleri yükselir. Serum transaminazlarının hepatosit hasarını göstermede duyarlılığı çok yüksektir, etiyolojik faktörden bağımsız olarak karaciğer zedelenmesi sürdüğü tüm durumlarda serum seviyeleri yükselir. Sadece fulminan seyirli hepatitlerde artık nekroze olacak yeterli miktarda hepatosit kalmadığında düzeyleri normal hatta düşük olabilir ki; bu kötü prognoz belirtisidir (123). 2.5.Metformin Biguanid grubu bir oral antidiabetiktir. Hastalarda hiperglisemiyi azaltır, fakat hipoglisemi yapmaz. Etkilerini pankreas dışında yapar, beta hücrelerini etkilemez ve insülin salgısını arttırmaz. Başlıca üç mekanizma üzerinden etki eder: i) Anaerobik glikolizi hızlandırmak suretiyle glukoz kullanımını arttırır. Bunun sonucu laktik asit oluşumunu arttırır. İi) İnce barsaktan glukoz absorbsiyonunu azaltırlar. İii) Glukoneogenezi azaltır (124). Oral yoldan alındıktan sonra emilimi çok iyidir, serum proteinlerine bağlanmaz ve metabolize edilmez. Böbreklerden atılır. Uzun süreli kullanımı B12 vitaminin emilimini bozabilir (124). Çok önemli bir özelliğide hiperlipidemiyi önlemesidir. LDL ve VLDL kolestrol konsantrasyonu düşerken HDL konsantrasyonu yükselir (125). Metformin ile yapılan hayvan çalışmalarında metforminin yağlı karaciğer hastalığını düzelttiği, hepatomegali, steatozis ve aminotransferaz anormalliklerini gerilettiği gösterilmiştir (7,8). Metforminle NASH’li hastalarda yapılmış 2 adet insan çalışması vardır. 20 hastalık çalışmada, 500 mg 31 4 ay boyunca verilen metforminin ortalama transaminaz seviyelerini azalttığı, insülin sensitivitesini önemli derecede düzelttiği ve karaciğer büyüklüğünü %20 azalttığı gösterilmiştir (14). Çalışmada metforminin transaminaz seviyelerini normale döndürdüğü ve histolojide düzelme sağladığı gösterilmiştir. (126,127). 28 3.GEREÇ VE YÖNTEM İstanbul Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsünde yapılan bu çalışmada, ağırlıkları 200-250 gram arasında değişen, standart laboratuvar yemi ile beslenen 48 adet Wistar Albino türü her iki cinsiyette sıçan kullanıldı (tablo). Bunlar 8-10 haftalık her iki cinsiyette olup dörderli kafeslerde oda sıcaklığında tutuldu. Deney hayvanları normal su gibi uygun diet verilerek ve 12 saatlik aydınlık-karanlık siklüsleri oluşturularak yaşamları sağlandı. Denekler her grupta 16 adet sıçan olacak şekilde 3 grup oluşturuldu. Grup 1: Karaciğer yağlanması olan metformin verilen grup Grup 2: Karaciğer yağlanması olan metformin verilmeyen grup Grup 3: SF verilen grup (kontrol grubu) Ratlara non alkolik yağlanma modeli ile 4 hafta % 70 yağlı diyet ile karaciğer yağlanması uygulandı (128). Ratların kuyruklarından alınan kanlarda karaciğer fonksiyon testi olarak transaminazlar (AST ve ALT) bakıldı.Yağlanma patolojik inceleme ilede tespit edilmeye çalışıldı. Günlük değişen rejeneratif cevabın etkisine engel olmak için operasyonlar günün ilk yarısında yapıldı. Steril şartlar sağlanarak 40 mg/kg Ketamin HCl (Ketalar) anestezisi altındaki sıçanların karın traşları yapıldıktan sonra 2,5 cm uzunluğundaki orta hat insizyonu ile laparotomi yapıldı (Şekil 1). Karaciğer sol lateral ve median lobların pedikülleri 4/0 ipek ile bağlanarak Higgins ve Anderson’un tanımladığı şekilde %70 hepatektomi yapıldı (Şekil 2) (94). Tüm sıçanların laparatomi insizyonlar 4/0 ipek kullanılarak iki sıra sürekli dikişlerle kapatıldı. %70 karaciğer rezeksiyonundan hemen sonra başlanarak birinci gruba 40 mg/kg/gün metformin, ikinci ve üçüncü gruba 0.5 cc serum fizyolojik intraperitoneal olarak verildi.. Karaciğer rezeksiyonundan sonra 3. ve 7. günlerde her gruptan sekizer adet denek sakrifiye edildi. Ölümden hemen önce deneklerden biyokimyasal analiz için intra kardiak kan numuneleri alındı. Kan numunelerindeki AST, ALT tayinleri hastanemiz biyokimya laboratuvarlarında yapıldı. Şekil 2. Denek hayvanının karın bölgesinin hazırlanması ve laparatomi uygulanması. 30 Şekil 3. Yağlı ve normal karaciğer. 3.1.Biyokimyasal inceleme Tüm sıçanlardan, kuyruk ve intra kardiak alınan kan örneklerinde ALT ve AST düzeyleri ölçüldü. 3.2.İmmünohistokimyasal değerlendirme İmmünohistokimyasal değerlendirme Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji laboratuvarlarında yapıldı. Alınan doku örnekleri histopatolojik inceleme için %10’luk tamponlanmış formalinde tespit edildi. Çalışmaya alınan olguda Ki-67 ekspresyonunu belirlemek amacı ile parafin bloklardan 5 mikrometre kalınlığında hazırlanan kesitler ‘Poly- L-Lysine’ li lamlara alındı. Ki-67(SP6) (Neomarkers, USA) kullanıma hazır rabbit monoklonal antikoru ile immünohistokimyasal boyama prosedürü uygulandı. Etüvde bütün gece 37 derecede bırakılan kesitler ertesi gün 60 derecede 60 dakika bekletildi. Deparafinizasyon amacıyla üç kez beşer dakika ksilende ve iki kez onar dakika absolü alkolde bekletildi. Rehidratasyon için bir dakika distile suda bekletildi. 1/10 oranında distile su ile sulandırılan antijen retrieval solüsyonu (sitrat buffer) önce mikrodalgada 750 watt da iki dakika , sonra 350 watt da otuz saniye bekletildi. Daha sonra onbeş dakika boyunca beşer saniye aralar ile 160 watt da otuz saniye bekletildi. Mikrodalgadan çıkarılan kesitler oda sıcaklığında yirmi dakika tutulduktan sonra distile su ile yıkandı. Endojen peroksidaz aktivitesini inhibe etmek için %3’lük hidrojen peroksit ile yirmi dakika inkübe edildi. Kesitler distile su ile iki kez birer dakika yıkandı. Ki-67 monoklonal antikoru ile oda sıcaklığında 90 dakika inkübe edildi. PBS (phophate buffer saline ) ile üç kez beşer dakika yıkandıktan sonra HRP AEC yöntemi ile rutin boyama işlemi tamamlandı (122). Ki-67 boyanma paterni değerlendirilirken Wintzer ve yöntemi esas alındı (122). arkadaşlarının Değerlendirmeye alınan lamlar üzerinde 400 büyük büyütme alanında 150 ile 500 hücre sayıldı. Ki-67 nükleer boyanma gösteren hücrelerin sayısının toplam hücre sayısına oranı yüzde olarak hesaplandı. 3.3.İstatistik Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 10.0 programı kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken niceliksel verilerin karşılaştırılmasında gruplar arasındaki farklılığın incelenmesinde Kruskal Wallis testi, farklılığı oluşturan grubun tespitinde Mann Whitney U test kullanıldı. Grup içi karşılaştırmalarda ise Wilcoxon işaret testi kullanıldı. Sonuçlar % 95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirildi. 32 4.BULGULAR Ratlara non alkolik yağlanma modeli ile 4 hafta % 70 yağlı diyet ile karaciğer yağlanması uygulandı (128). Ratların kuyruklarından alınan kanlarda AST ve ALT değerlerinin 8-10 kat yükseldiği ve patolojik incelemelerde parsiyel hepatektomi piyeslerinde mikro ve makro veziküler yağlanmaları olduğu görüldü. Parsiyel hepatektomi sonrası metformin ve serum fizyolojik uygulanan sıçanlardan elde edilen AST, ALT ve Ki-67 değerleri tablolar halinde aşağıda verilmiştir. Tablo 3: Yağlı karaciğerde parsiyel hepatektomi sonrası 3 gün metformin verilen gruptan elde edilen AST, ALT ve Ki-67 değerleri Metforminli 3 gün AST ALT Kİ-67(%) 309 115 13 1 720 249 22 2 521 217 23 3 290 82 14 4 402 321 329 287 5 6 7 8 152 135 75 105 13 14 17 21 Tablo 4: Yağlı karaciğerde parsiyel hepatektomi sonrası 7 gün metformin verilen gruptan elde edilen AST, ALT ve Ki-67 değerleri AS Metforminli 7 gün ALT Kİ-67(%) T 321 85 7 1 212 75 6 2 470 112 7 3 249 92 11 4 609 165 9 5 270 85 5 6 319 139 8 7 260 75 7 8 Tablo 5: Yağlı karaciğerde parsiyel hepatektomi sonrası 7 gün serum fizyolojik verilen gruptan elde edilen AST, ALT ve Ki-67 değerleri Metforminsiz 3 gün AST ALT Kİ-67(%) 1 2 3 4 5 6 7 8 228 775 1106 327 605 410 320 270 72 235 525 227 200 145 78 105 14 13 10 11 10 17 9 11 Tablo 6: Yağlı karaciğerde parsiyel hepatektomi sonrası 7 gün serum fizyolojik verilen gruptan elde edilen AST, ALT ve Ki-67 değerleri Metforminsiz 7 gün AST ALT Kİ-67(%) 34 1 2 3 4 5 6 7 8 358 224 237 737 990 325 402 220 96 77 81 179 121 87 90 70 6 5 8 7 6 4 4 5 Tablo 7: Parsiyel hepatektomi sonrası 3 gün serum fizyolojik verilen gruptan elde edilen AST, ALT ve Ki-67 değerleri Serum fizyolojik 3 gün AST ALT Kİ-67(%) 1 2 3 4 5 6 7 8 271 957 561 310 255 251 245 173 125 142 415 47 84 68 52 45 42 26 23 22 30 29 13 27 Tablo 8: Parsiyel hepatektomi sonrası 7 gün serum fizyolojik verilen gruptan elde edilen AST, ALT ve Ki-67 değerleri Serum fizyolojik 7 gün AST ALT Kİ-67(%) 1 2 3 326 302 383 55 58 135 7 15 17 4 353 248 12 5 6 7 8 277 369 304 476 59 62 63 367 6 6 12 20 4.1.AST düzeyleri 3. gün AST değerlerine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0,05). Anlamlı bir farklılık bulunmamakla birlikte ilaç verilmeyen gruptaki 3. gün AST değerinin, diğer gruplara göre daha yüksek oluşu dikkat çekicidir. 7. gün AST değerlerine göre de gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmazken (p>0,05); ilaç verilmeyen gruptaki 7. gün AST değerinin, diğer gruplara göre daha yüksek oluşu dikkat çekicidir. “İlaç verilmeyen yağlanma” grubunda; 3. gün AST değerine göre 7. gün AST değerinde görülen düşüş istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0,05). “İlaç verilen yağlanma” grubunda; 3. gün AST değerine göre 7. gün AST değerinde görülen düşüş istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0,05). “Kontrol”grubunda; 3. gün AST değerine göre 7. gün AST değerinde görülen düşüş istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0,05). Tablo 9: Grup içi ve gruplar arası AST karşılaştırması İlaç verilen İlaç verilmeyen yağlanma Ort. S.D. yağlanma Ort. S.D. Kontrol Ort. S.D. p 36 3. gün AS T 7. gün Grupiç ip 397,3 7 338,7 5 151,85 134,17 0,189 505,1 2 436,6 2 304,96 279,86 0,728 377,8 7 361,2 5 260,71 56,12 0,178 0,24 7 0,48 2 600 500 400 300 200 100 0 İlaç verilen yağlanma AST İlaç verilmeyen yağlanma 3. gün 7. gün Şekil 4: Gruplara göre 3. ve 7. gün AST değerlerinin dağılım grafiği Kontrol 38 4.2.ALT düzeyleri 3. gün ALT değerlerine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0,05). 7. gün ALT değerlerine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0,05). “İlaç verilmeyen yağlanma” grubunda; 3. gün ALT değerine göre 7. gün ALT değerinde görülen düşüş istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0,05). “İlaç verilen yağlanma” grubunda; 3. gün ALT değerine göre 7. gün ALT değerinde görülen düşüş istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0,05). “Kontrol”grubunda; 3. gün ALT değerine göre 7. gün ALT değerinde küçük bir artış görülmüş ancak görülen bu artış istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05). Tablo 10: Grup içi ve gruplar arası ALT karşılaştırması 3. gün AL T 7. gün Grupiç ip İlaç verilen İlaç verilmeyen yağlanma Ort. S.D. 141,2 62,57 5 103,5 32,85 0 yağlanma Ort. S.D. 198,3 146,81 7 100,1 35,37 2 0,226 0,165 Kontrol Ort. 122,2 5 130,5 0 p S.D. 103,67 116,11 0,773 0,16 6 0,50 5 200 180 160 140 120 100 80 60 40 20 0 İlaç verilen yağlanma İlaç verilmeyen yağlanma ALT 3. gün Kontrol 7. gün Şekil 5: Gruplara göre 3. ve 7. gün ALT değerlerinin dağılım grafiği 4.3.Kİ-67 değerleri 3. gün Kİ-67 değerlerine göre gruplar arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0,01). İlaç verilen grubun Kİ-67 değeri, ilaç verilmeyen grubun Kİ-67 değerinden anlamlı düzeyde yüksekken (p=0,013; p<0,05), kontrol grubunun Kİ-67 değerinden anlamlı düzeyde düşüktür (p=0,015; p<0,05). Kontrol grubunun 3. gün Kİ-67 değeri, ilaç verilmeyen gruba göre istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p=0,002; p<0,01). 7. gün Kİ-67 değerlerine göre gruplar arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bir farklılık bulunmaktadır (p<0,01). Kontrol grubunun 7. gün Kİ67 değeri, ilaç verilen grubun 7. gün Kİ-67 değerinden anlamlı düzeyde yüksekken (p=0,046; p<0,05); ilaç verilmeyen grubun 7. gün Kİ-67 değerinden istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p=0,006; p<0,01). İlaç verilen grup ile ilaç verilmeyen grubun Kİ-67 değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p=0,062; p>0,05). “İlaç verilen yağlanma” grubunda; 3. gün Kİ-67 değerine göre 7. gün Kİ-67 değerinde görülen düşüş istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlıdır (p<0,01). 40 “İlaç verilmeyen yağlanma” grubunda; 3. gün Kİ-67 değerine göre 7. gün Kİ-67 değerinde görülen düşüş istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlıdır (p<0,01). “Kontrol”grubunda; 3. gün Kİ-67 değerine göre 7. gün Kİ-67 değerinde görülen düşüş istatistiksel ileri düzeyde anlamlıdır (p<0,01). Tablo 11: Grup içi ve gruplar arası KI-67 karşılaştırması İlaç verilen yağlanma 3. gün KI67 ** 7. gün Grupiçi p İlaç verilmeyen Kontrol S.D. 4,26 yağlanma Ort. S.D. 11,87 2,64 Ort. 26,50 7,37 1,92 0,001** 5,62 1,41 0,001** 12,12 5,14 0,002** Ort. 17,12 p<0,01 ileri düzeyde anlamlı 30 25 20 15 10 5 0 İlaç verilen yağlanma Kİ-67 İlaç verilmeyen yağlanma 3. gün Kontrol 7. gün Şekil 6: Gruplara göre 3. ve 7. gün Kİ-67 değerlerinin dağılım grafiği S.D. 8,23 p 0,001** 0,008** Şekil 7:Karaciğer yağlanmasını gösteren boyanma Şekil 8: Ki-67 X 400 3 gün sonrası nükleer boyanma 42 Şekil 9:Ki-67 X 100 7 gün sonrası nükleer boyanma 5.TARTIŞMA Karaciğer tüm sistemleri ilgilendiren önemli metabolik fonksiyonları olan bir organdır. Günümüzde karaciğer cerrahisi gerek preoperatif hazırlık gerekse postoperatif bakım ve komplikasyonları nedeniyle ancak büyük merkezlerde yapılabilmektedir. Özellikle karaciğer transplantasyonunda önemli bir etken olan karaciğer yağlanması canlı donörlerin yağlı karaciğer olması allogreftte primer nonfonksiyone risklerini arttırmaktadır. Hastalarda son dönem karaciğer hastalığı ve siroz gelişme ihtimali artmaktadır (19). Karaciğer yağlanması, lipidlerin karaciğer ağırlığının %5den fazlasını oluşturması veya histopatolojik incelemede hepatositlerin %5’den daha fazlasında yağ vakuollerinin görülmesi şeklinde tanımlanır. Genel populasyonda, yaklaşık olarak yağlı karaciğer sıklığı %20, NASH sıklığı %3dür (3,4). Ratlar için çeşitli yağlanma modelleri mevcuttur. Çinlilerin yaptığı zengin yağlı diyet ( 100 mg/kg yağ, 20 mg/kg kolesterol ) verilen yağlanma modelinde 4-8 hafta diyet veriliyor. Ratların karaciğer enzim seviyelerinde artma ve patolojilerinde nonalkolik yağlanma görüldü (129). Lieber ve de Carli’nin modelinde 3 hafta % 70 yağlı diyet verilen ratlarda karaciğer enzimlerinde yükselme ve nonalkolik yağlanma ortaya konuldu (128). Bizim çalışmamızda yüzde 70 yağlı diyet ile yağlanma modeli uyguladık. Çalışmamızda dört haftalık yağlı diyet sonrası ratların kuyruklarından alınan kan örneklerinde ALT, AST değerlerinin yükseldiği ve AST/ALT oranının 1 üstüne çıktığı görüldü. Parsiyel hepatektomi uygulanan piyeslerin patolojik incelenmesinde makroveziküler ve mikroveziküler yağlanma görüldü. Sonuçlar literatürdeki yağlanma modelleri ile uyumludur (128,129). NASH patogenezinde insülin direnci önemli bir yer tuttuğundan metformin ve troglitazon gibi insülin etkisini arttırıcı ilaçlar tedavide denenmiştir. Bunların dışında tedavide kilo verme, diabetin kontrol altına alınması, ekzersiz, lipit düşürücü ajanlar; gemfibrozil, antioksidanlar; betaine, N-acetylcysteine, E vitamini ve ursedeoksikolik asit kullanılmıştır (130). Metformin biguanid grubu bir oral antidiabetiktir. Hastalarda hiperglisemiyi azaltır, fakat hipoglisemi yapmaz. Diğer bir özelliği de hiperlipidemiyi önlemesidir. LDL ve VLDL kolestrol konsantrasyonu düşerken HDL konsantrasyonu yükselir.Metformin ile yapılan hayvan çalışmalarında metforminin yağlı karaciğer hastalığını düzelttiği, hepatomegali, steatozis ve aminotransferaz anormalliklerini gerilettiği gösterilmiştir. (19). Metforminle NASH’li hastalarda yapılmış 2 adet insan çalışması vardır. 20 hastalık çalışmada, 500 mg 31 4 ay boyunca verilen metforminin ortalama transaminaz seviyelerini azalttığı, insülin sensitivitesini önemli derecede düzelttiği ve karaciğer büyüklüğünü %20 azalttığı gösterilmiştir.. (14). Bu çalışmada metforminin transaminaz seviyelerini normale döndürdüğü ve histolojide düzelme sağladığı gösterilmiştir. (126,127). Parsiyel hepatektomi sonrası geride kalan karaciğer dokusunda rejenerasyonun ilk günden itibaren başladığı gösterilmiştir (14,15,87,131,132). Karaciğerin 2/3 nin kaybından sonra iki hafta içinde fonksiyonel karaciğer 44 iyileşmesi tamamlanmaktadır. Parsiyel hepatektomiden sonra 24 saat içinde aktif hücre replikasyonu başlar ve organın ilk ağırlığına erişinceye kadar devam eder. İlk 10 gün içinde önemli ölçüde rejenerasyon oluşur ve bu olay 4-5 haftada tamamlanır. Eksize edilen loblar aynen eski şekillerini almazlar. Rejenerasyon daha çok yeni lobüller oluşması ve artık lobüllerin genişlemesi şeklinde olur(,). Serum transaminazlarının hepatosit hasarını göstermede duyarlılığı çok yüksektir, etiyolojik faktörden bağımsız olarak karaciğer zedelenmesi sürdüğü tüm durumlarda serum seviyeleri yükselir. Karaciğerde hücre yıkımını gösteren en güvenilir parametrelerden birisi ALT düzeyidir (94). Bizim çalışmamızda tüm gruplarda yapılan %70 hepatektomi ALT ve AST düzeylerinin yüksek olmasında etken olmuştur. Bizim çalışmamızda 3. gün AST değerlerinde anlamlı fark bulunmamakla birlikte ilaç verilmeyen grupta AST değerleri diğer gruplara göre yüksektir. Yedinci gün AST değerlerinde anlamlı fark bulunmamakla birlikte ilaç verilmeyen grupta AST değerleri diğer gruplardan daha yüksek olarak bulundu. Çalışmamızın diğer bir parametresi olan ALT’nin ise 3. ve 7. gün değerlerinde istatiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Çalışmamızdaki tüm gruplarda 3. gün AST ve ALT değerleri 7. gün değerlerine göre istatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte düşmüştür. Yapılan çalışmalarda karaciğer rejenerasyon kriterlerinin tanımlanması için DNA sentezi ve mitoz sayısı, karaciğer volümü, hücre proliferasyonu ve mitokondrial aktivite gibi birçok marker kullanılmıştır (14). Gerdes ve ark. tarafından hücre çekirdeğinde bulunan Ki-67 antijen ve buna karşı oluşan monoklonal antikor tariflenmiştir (110). Ki-67 proteini tüm hücre sikluslarında tariflenmiştir (111). Hücre siklusu ilerledikçe antijen içeriği artar. G2-M evresinde maksimal seviyeye erişir. Ki-67 antijenine karşı tanımlanan monoklonal antikor ise hücre siklusunun G0 evresi hariç diğer tüm evrelerinde gösterilmiştir.bizde çalışmamızda rejenerasyon göstergesi olarak Ki-67’yi kullandık. Parsiyel hepatektomi sonrası ilaç verilmeyen grupta Ki-67 aktivitesi en düşüktü. Her üç grubun 3. ve 7. günlerdeki karaciğer rejenerasyonu değerlendirildiğinde gruplardaki karaciğer rejenerasyonunun 7. günde azaldığını saptandı. Bunun nedeni rejenerasyonun 7. güne kadar büyük ölçüde tamamlanmış olması ile açıklanabilir. Kontrol grubunda rejenerasyon en yüksek iken, metformin verilen grubun rejenerasyonu ise verilmeyen gruba göre anlamlı yüksek bulundu (p<0,001) . Bu sonuçlar ışığında yağlı karaciğerde rejenerasyonun azaldığı ve metformin kullanımının rejenerasyonu anlamlı olarak arttırdığı görülmüştür. 6.SONUÇLAR 1. Karaciğer yağlanması rejenerasyonu baskılamaktadır. 2. Metformin yağlı karaciğerde rejenerasyonu arttırmaktadır. 46 7. ÖZET Karaciğer cerrahisinde karaciğerin yağlanması postoperatif dönem için ciddi bir komplikasyondur. Özellikle karaciğer transplantasyonunda önemli bir etken olan karaciğer yağlanması canlı donörlerin NASH olması allogreftte primer nonfonksiyone risklerini arttırmaktadır.Hastalarda son dönem karaciğer hastalığı ve siroz gelişme ihtimali artmaktadır(16) Metformin ile yapılan hayvan çalışmalarında metforminin yağlı karaciğer hastalığını düzelttiği, hepatomegali, steatozis ve aminotransferaz anormalliklerini gerilettiği gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı nonalkolik karaciğer yağlanması sonrası %70 parsiyel hepatektomi uygulanan sıçanlarda metforminin karaciğer rejenerasyonu üzerine etkilerini belirlemektir Bu çalışmada, ağırlıkları 200-250 gram arasında değişen, 8-10 haftalık, standart laboratuvar yemi ile beslenen 48 adet Wistar-Albino türü her iki cinsiyette sıçan kullanıldı. Her grupta 16 adet sıçan olacak şekilde 3 grup oluşturuldu. Grup 1: Karaciğer yağlanması olan metformin verilen grup Grup 2: Karaciğer yağlanması olan metformin verilmeyen grup Grup 3: SF verilen grup (kontrol grubu) Ratlara non alkolik yağlanma modeli ile 4 hafta % 70 yağlı diyet ile karaciğer yağlanması uygulandı (9). Ratların kuyruklarından alınan kanlarda AST ve ALT değerlerinin 8-10 kat yükseldiği ve patolojik incelemelerde mikro ve makro veziküler yağlanmaları olduğu görüldü. Tüm deneklere %70 parsiyel rezeksiyon uygulandı. %70 karaciğer rezeksiyonundan hemen sonra başlanarak birinci gruba 40 mg/kg/gün metformin, ikinci ve üçüncü gruba 0.5 cc serum fizyolojik intraperitoneal olarak verildi.. Karaciğer rezeksiyonundan sonra 3. ve 7. günlerde her gruptan sekizer adet denek sakrifiye edildi. Ölümden hemen önce deneklerden biyokimyasal analiz için Vena kava inferiordan kan numuneleri alındı. Geride kalan karaciğer dokuları rejenerasyonu değerlendirmek için rezeke edildi. Karaciğer rejenerasyonunu değerlendirmek için Ki-67 monoklonal antikoru kullanıldı. Bu çalışmada nonalkolik karaciğer yağlanması sonrası %70 parsiyel hepatektomi yapılan ratlarda rejenerasyonun azaldığı, metforminin yağlanma olan karaciğerlerde rejenerasyonu anlamlı olarak arttırdığı tespit edildi. 48 8. KAYNAKLAR 1. A. Sonsuz, H. S. Uraz. Aktüel Gastroenteroloji ve Hepatoloji 2001 Karaciğer yağlanması ve nonalkolik steatohepatit Syf. 107-119 2. Contos MJ, Sanyal AJ. The clinicopatholojik spectrum and management of NAFLD. Adv Anot. Pathol 2002 Jan;9(1):37 3. Falck-Ytter Y, Younossi ZM, Marchesini G, McCullough AJ. 4. Neuschwander-Tetri BA. Evolving pathophysiologic concepts in nonalcoholic steatohepatitis. Curr Gastroenterol Rep 2002 Feb;4(1):31-6 5. Bruce R.B., Mohammad J.F., Christine G.J. Nonalcoholic steatohepatitis: An Expanded Clinical Entity 6. Marchesini G, Brizi M, Morselli-Labate AM, et al. Association of nonalcoholic fatty liver disease with insulin resistance. Am J Med 1999;107:450-455. 7. Uygun A., Kadayifci A, Isik A.T., Ozgurtas T. et al. Metformin in the treatment of patients with non-alcoholic steatohepatitis.Alimentary pharmacology and therapeutics Posted 03/24/2004 8. Angulo P, Nonalcoholic fatty liver disease. New England J of medicine 2002; 346: 1221-1231 9. Gökçe Ö, Sayek İ. Üst gastrointestinal sistem kanamaları. Temel Cerrahi. s.10591066, 3. Basım, Nobel Tıp Kitabevleri ,İstanbul, 2004. 10. Czaja AJ, Mc Alhany JC, Pruitt BA. Gastric acit secretion and acute disease after burns. Arch Surg 1976; 111:243-245. 11. Nagasue N, Yukaya H, Ogawa Y et al. Human liver regeneration after major hepatic resection. Ann Surg 1987;206:30-9. 12. Wheatley J, Rosenfield NS, Berger L et al. Liver regeneration in children after major hepatectomy for malignancy. J Surg Res 1996;61:183-189. 13. Michalopoulos GK, De Frances MC. Liver regeneration. Science 1997;276:6066. 14. La Brecque DL, Feigenbawn A, Bachur NR. Diurnal rhytm: Effects on hepatic regeneration and hepatic regenerative stimulator substance. Science 1978;199:10821084. 15. Xu HS, Rosenlof LK, Jones RS. Bile secretion and liver regeneration in partially hepatectomized rats. Ann Surg 1993;218(2):176-182. 16. Linder RM, Cady B. Hepatic resection. Surg Clin North Am 1980;60: 349-360. 17. İwatsuki S, Shaw BW Jr, Starzi TE. Experience with 150 liver resections. Ann Surg 1983;197:247-252. 18. Tunçer C, Ünal S. Karaciğerin normal ve patolojik fizyolojisi. Sodeman’s Pathologic Physiology. Türkçe 1.Baskı. 1992:954-91. 19. Burke A, Lucey MR. Non-alcoholic fatty liver disease, non-alcoholic steatohepatitis and orthotopic liver transplantation. Am J Transplant. 2004 May;4(5): 686-93. 20. Hookman P, Barkin JS. Current biochemical studies of nonalcoholic fatty liver disease and nonalcoholic steatohepatitis suggest a new therapeutic approach. Am J Gastroenterol. 2003 Sep;98(9):2093-7. 21. Younossi ZM, Matteoni CA, Gramlich T, et . Patient characteristics cirrhosis and death in nonalcoholic steatohepatitis. Hepatolology 1998;28:303A 50 22. Ludwig J, Viggiano TR, McGill DB, Oh BJ. Nonalcoholic steatohepatitis: Mayo Clinic experiences with a hitherto unnamed disease. Mayo Clin Proc 1980;55:434438. 23. Schaffner F, Thaler H. Nonalcoholic fatty liver disease. Prog Liver Dis 1986;8:283-298. 24. Angulo P, Nonalcoholic fatty liver disease. New England J of medicine 2002;346:1221-1231 25. Adler M, Schaffner F. Fatty liver hepatitis and cirrhosis in obese patients. Am J Med 1979;67:811-816 26. Manton ND, Lipsett J, Moore DJ, Davidson GP, Bourne AJ, Couper RTL. Nonalcoholic steatohepatitis in children and adolescents. Med J Aust 2000;173:476-479 27. Rashid M, Roberts EA. Nonalcoholic steatohepatitis in children. J Pediatr Gastroenterol Nutr 2000;30:48-53. 28. Bellentani S, Saccoccio G, Masutti F, et al. Prevalence of and risk factors for hepatic steatosis in northern Italy. Ann Intern Med 2000;132:112-117. 29. Wanless IR, Lentz JS. Fatty liver hepatitis (steatohepatitis) and obesity: an autopsy study with analysis of risk factors. Hepatology 1990;12:1106-1110. 30. Silverman JF, O'Brien KF, Long S, et al. Liver pathology in morbidly obese patients with and without diyabetes. Am J Gastroenterol 1990;85:1349-1355. 31. Ruderman N, Chisholm D, Pi-Sunyer X, Schneider S. The metabolically obese, normal-weight individual revisited. Diyabetes 1998;47:699-713. 32. Assy N, Kaita K, Mymin D, Levy C, Rosser B, Minuk G. Fatty infiltration of liver in hyperlipidemic patients. Dig Dis Sci 2000;45:1929-1934. 33. Struben VMD, Hespenheide EE, Caldwell SH. Nonalcoholic steatohepatitis and cryptogenic cirrhosis within kindreds. Am J Med 2000;108:9-13. 34. Powell EE, Cooksley WG, Hanson R, Searle J, Halliday JW, Powell LW. The natural history of nonalcoholic steatohepatitis: a follow-up study of forty-two patients for up to 21 years. Hepatology 1990;11:74-80. 35. Pinto HC, Baptista A, Camilo ME, Valente A, Saragoca A, de Moura MC. Nonalcoholic steatohepatitis: clinicopathological comparison with alcoholic hepatitis in ambulatory and hospitalized patients. Dig Dis Sci 1996;41:172-179. 36. Nomura H, Kashiwagi S, Hayashi J, Kajiyama W, Tani S, Goto M. Prevalence of fatty liver in a general population of Okinawa, Japan. Jpn J Med 1988;27:142-149. 37. Luyckx FH, Desaive C, Thiry A, et al. Liver abnormalities in severely obese subjects: effect of drastic weight loss after gastroplasty. Int J Obes Relat Metab Disord 1998;22:222-226. 38. Tominaga K, Kurata JH, Chen YK, et al. Prevalence of fatty liver in Japanese children and relationship to obesity: an epidemiological ultrasonographic survey. Dig Dis Sci 1995;40:2002-2009. 39. Franzese A, Vajro P, Argenziano A, et al. Liver involvement in obese children: ultrasonography and liver enzyme levels at diagnosis and during follow-up in an Italian population. Dig Dis Sci 1997;42:1428-1432. 40. Daniel S, Ben-Menachem T, Vasudevan G, Ma CK, Blumenkehl M. Prospective evaluation of unexplained chronic liver transaminase abnormalities in asymptomatic and symptomatic patients. Am J Gastroenterol 1999;94:3010-3014. 41. Clark JM, Brancati FL, Diehl AME. Nonalcoholic fatty liver disease: the most common cause of abnormal liver enzymes in the U.S. population. Gastroenterology 2001;120:Suppl:A-65. 42. Flegal KM, Carroll MD, Kuczmarski RJ, Johnson CL. Overweight and obesity in the United States: prevalence and trends, 1960-1994. Int J Obes Relat Metab Disord 1998;22:39-47. 43. Profiles of general demographic characteristics: 2000 Census of population and housing. Washington, D.C.: Bureau of the Census, May 2001. 44. Harris MI, Flegal KM, Cowie CC, et al. Prevalence of diyabetes, impaired fasting glucose, and impaired glucose tolerance in U.S. adults: the Third National Health and Nutrition Examination Survey, 1988-1994. Diyabetes Care 1998;21:518-524. 45. Creutzfeldt W, Frerichs H, Sickinger K. Liver diseases and diyabetes mellitus. Prog Liver Dis 1970;3:371-407. 52 46. Silverman JF, Pories WJ, Caro JF. Liver pathology in diyabetes mellitus and morbid obesity: clinical, pathological and biochemical considerations. Pathol Annu 1989;24:275-302. 47. Alter MJ, Kruszon-Moran D, Nainan OV, et al. The prevalence of hepatitis C virus infection in the United States, 1988 through 1994. N Engl J Med 1999;341:556562. 48. Teli MR, James OFW, Burt AD, Bennett MK, Day CP. The natural history of nonalcoholic fatty liver: a follow-up study. Hepatology 1995;22:1714-1719. 49. Bacon BR, Farahvash MJ, Janney CG, Neuschwander-Tetri BA. Nonalcoholic steatohepatitis: an expanded clinical entity. Gastroenterology 1994;107:1103-1109. 50. Brunt EM, Janney CG, Di Bisceglie AM, Neuschwander-Tetri BA, Bacon BR. Nonalcoholic steatohepatitis: a proposal for grading and staging the histological lesions. Am J Gastroenterol 1999;94:2467-2474. 51. Marchesini G, Brizi M, Morselli-Labate AM, et al. Association of nonalcoholic fatty liver disease with insulin resistance. Am J Med 1999;107:450-455. 52. Reynet C, Kahn CR. Rad: a member of the Ras family overexpressed in muscle of type II diyabetic humans. Science 1993;262:1441-1444. 53. Maddux BA, Sbraccia P, Kumakura S, et al. Membrane glycoprotein PC-1 and insulin resistance in non-insulin-dependent diyabetes mellitus. Nature 1995;373:448451. 54. Cohen B, Novick D, Rubinstein M. Modulation of insulin activities by leptin. Science 1996;274:1185-1188. 55. Boden G. Role of fatty acids in the pathogenesis of insulin resistance and NIDDM. Diyabetes 1997;46:3-10. [Erratum, Diyabetes 1997;46:536.] 56. Hotamisligil GS, Peraldi SP, Budavari A, Ellis R, White MF, Spiegelman BM. IRS-1-mediated inhibition of insulin receptor tyrosine kinase activity in TNF-alphaand obesity-induced insulin resistance. Science 1996;271:665-668 57. Weltman MD, Farrell GC, Hall P, Ingelman-Sundberg M, Liddle C. Hepatic cytochrome P450 2E1 is increased in patients with nonalcoholic steatohepatitis. Hepatology 1998;27:128-133. 58. Leclercq IA, Farrell GC, Field J, Bell DR, Gonzalez FJ, Robertson GR. CYP2E1 and CYP4A as microsomal catalysts of lipid peroxides in murine nonalcoholic steatohepatitis. J Clin Invest 2000;105:1067-1075. 59. Fan C-Y, Pan J, Usuda N, Yeldandi AV, Rao MS, Reddy JK. Steatohepatitis, spontaneous peroxisome proliferation and liver tumors in mice lacking peroxisomal fatty acyl-CoA oxidase: implications for peroxisome proliferator-activated receptor alpha natural ligand metabolism. J Biol Chem 1998;273:15639-15645. 60. Chavin KD, Yang SQ, Lin HZ, et al. Obesity induces expression of uncoupling protein-2 in hepatocytes and promotes liver ATP depletion. J Biol Chem 1999;274:5692-5700. 61. Yang SQ, Lin HZ, Lane MD, Clemens M, Diehl AM. Obesity increases sensitivity to endotoxin liver injury: implications for the pathogenesis of steatohepatitis. Proc Natl Acad Sci U S A 1997;94:2557-2562. 62. Esterbauer H, Schaur RJ, Zollner H. Chemistry and biochemistry of 4hydroxynonenal, malonaldehyde and related aldehydes. Free Radic Biol Med 1991;11:81-128. 63. Zatloukal K, Bock G, Rainer I, Denk H, Weber K. High molecular weight components are main constituents of Mallory bodies isolated with fluorescence activated cell sorter. Lab Invest 1991;64:200-206. 64. Leonarduzzi G, Scavazza A, Biasi F, et al. The lipid peroxidation end product 4hydroxy-2,3-nonenal up-regulates transforming growth factor 1 expression in the macrophage lineage: a link between oxidative injury and fibrosclerosis. FASEB J 1997;11:851-857. 54 65. Curzio M, Esterbauer H, Dianzani MU. Chemotactic activity of hydroxyalkenals on rat neutrophils. Int J Tissue React 1985;7:137-142. 66. Higuchi M, Aggarwal BB, Yeh ETH. Activation of CPP32-like protease in tumor necrosis factor-induced apoptosis is dependent on mitochondrial function. J Clin Invest 1997;99:1751-1758. 67. Inayat-Hussain SH, Couet C, Cohen GM, Cain K. Processing/activation of CPP32-like proteases is involved in transforming growth factor apoptosis in rat hepatocytes. Hepatology 1997;25:1516-1526. 1-induced 68. Yoshimura T, Matsushima K, Tanaka S, et al. Purification of a human monocytederived neutrophil chemotactic factor that has peptide sequence similarity to other host defense cytokines. Proc Natl Acad Sci U S A 1987;84:9233-9237. 69. Lancaster JR Jr, Laster SM, Gooding LR. Inhibition of target cell mitochondrial electron transfer by tumor necrosis factor. FEBS Lett 1989;248:169-174. 70. Watson AM, Poloyac SM, Howard G, Blouin RA. Effect of leptin on cytochrome P-450, conjugation, and antioxidant enzymes in the ob/ob mouse. Drug Metab Dispos 1999;27:695-700. 71.Hug H, Strand S, Grambihler A, et al. Reactive oxygen intermediates are involved in the induction of CD95 ligand mRNA expression by cytostatic drugs in hepatoma cells. J Biol Chem 1997;272:28191-28193. 72. Caldwell SH, Swerdlow RH, Khan EM, et al. Mitochondrial abnormalities in non-alcoholic steatohepatitis. J Hepatol 1999;31:430-434. 73. Sanyal AJ, Campbell-Sargent C, Mirshahi F, et al. Nonalcoholic steatohepatitis: association of insulin resistance and mitochondrial abnormalities. Gastroenterology 2001;120:1183-1192. 74. Cortez-Pinto H, Chatham J, Chacko VP, Arnold C, Rashid A, Diehl AM. Alterations in liver ATP homeostasis in human nonalcoholic steatohepatitis: a pilot study. JAMA 1999;282:1659-1664. 75. Day CP, James OFW. Steatohepatitis: a tale of two "hits"? Gastroenterology 1998;114:842-845. 76. Van Ness MM, Diehl AM. Is liver biopsy useful in the evaluation of patients with chronically elevated liver enzymes? Ann Intern Med 1989;111:473-478. 77. Bellentani S, Saccoccio G, Costa G, et al. Drinking habits as cofactors of risk for alcohol induced liver damage. Gut 1997;41:845-850. 78. Dixon JB, Bhathal PS, O'Brien PE. Nonalcoholic fatty liver disease: predictors of nonalcoholic steatohepatitis and liver fibrosis in the severely obese. Gastroenterology 2001;121:91-100. 79. Angulo P, Keach JC, Batts KP, Lindor KD. Independent predictors of liver fibrosis in patients with nonalcoholic steatohepatitis. Hepatology 1999;30:13561362. 80. Ratziu V, Giral P, Charlotte F, et al. Liver fibrosis in overweight patients. Gastroenterology 2000;118:1117-1123. 81. Perek S, Kapan S, Ed:Değerli Ü,Bozfakıoğlu Y. Cerrahi Gastroenteroloji. s.194208. 5. Basım, Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul, 2000. 82. Ratych RE, Smith GW. Anatomy and physiology of the liver. GD Zuidema. (Ed). Shackelford’s Surgery Of The Alimentary Tract. Fourth ed. Philadelphia: Saunders, 1996: Vol.3;357-73 83.Nagasue N, Yukaya H, Ogawa Y et al. Human liver regeneration after major hepatic resection. Ann Surg 1987;206:30-9. 84. Bismuth H, Houssin D, Castaing D. Major and minor segmentectomies reglees in liver surgery. World J Surg 1982;6:10-17 85. Akgül H, Kaya S. Karaciğer. Çağdaş Cerrahi Tanı ve Tedavi. 2. Baskı. Ankara. Türkiye Klinikleri Yayınevi, 1985:533-537. 86. Nuzzo G, Giuliante F, Giovannini I, Tebala GD, Cosmo G. Hepatic resections in normothermic ischemia. Surgery 1996:120(5): 852-858. 56 87. Schaffner F. Structural and functional aspects of regeneration of human liver. Dig Dis Sci 1991;36:1282-6 88. Ethier C, Kestekian R, Christine B, Dube C et all. Vitamin D depletion retardsthe normal regeneration process after partial hepatectomy in the rat. Endocrinology 1990;126: 2947-2959. 89. Starzl TE, Porter KA, Francavilla JA, et al. A hundred years of the hepatotrophic controversy. Ciba Found Symp 1977;111-129. 90. Fausto N, Webber EM. Liver regeneration. In:Arias I, Boyer J, Fausto N, et al. eds. The liver:biology and pathobiology. New York: Raven Pres; 1994:10591084. 91. Diehl AM, Rai R. Review:regulation of liver regeneration by pro-inflammatory cytokines. J Gastroenterol Hepatol 1996;11:466-470. 92. Holt DR, Thiel DV, Edelstein S, Brems JJ. Hepatic resections. Arch Surg 2000;135:1353-1358. 93. Higgins GM, Anderson RM. Experimental pathology of the liver. Restoration oh the liver of the white rat following surgical removal. Arch Pathol 1931;12:186206. 94. Hamanoue M, Kawaida K, Takao S et al. Rapid and marked induction of hepatocyte growth factor during liver regeneration after ischemic or chrush injury. Hepatology 1992; 16:1485-92. 95. Michalopoulos GK, Zarnegar R. Hepatocyte growth factor. Hepatology 1992;15:149-55. 96. Lindroos PM, Zornegor R, Michalopoulos GK. Hepatocyte growth factor (Hepatopoietin A) rapidly increases in plasma before DNA synthesis and liver regeneration stimulated by partial hepatectomy and carbon tetrachloride administation. Hepatology 1991;13:743-50. 97. Nishizaki T, Takenaka K, Yoshizumi T et al. Alteration in levels of human hepatocyte growth factor following hepatectomy. J Am Coll Surg 1995;181:6-10. 98. Kinoshita T, Tashiro K, Nakamura T. Marked increase of HGF mRNA in nonparanchymal liver cells of rats treated with hepatotoxins. Biochem Biophys Res Commun 1989;165:1229-34. 99. Michalopoulos GK. Liver regeneration: molecular mechanism of growth control. FASEB J 1990;4:176-87. 100.Noguchi S, Ohba Y, Oka T. Influence of epidermal growth factor on liver regeneration after partial hepatectomy in mice. J Endocrinol 1991;128:425-31. 101.Hashimoto M, Kothary BC, Raper S. The effects of transforming growth factor alpha and somatostatin on regenerating hepatocytes in the rat. Regulatory peptides 1993;44:49-59. 102.Strazl TE, Porter KA, Kashiwagi N et al. Portal hepatotrophic factors, diabetes mellitus and acute liver atrophy, hypertrophy and regeneration. Surg Gnecol Obstet 1975;141:843-58. 103.Francavilla A, Polimeno L, Barone M et al. Hepatic regeneration and growth factors. J Surg Oncol 1993,13:1-7. 104.LaBrecque DR, Steele G, Fogerty s et al. Purification and physical-chemical characterisation of hepatic stimulator substance. Hepatology 1987;7:100-6. 105.Van Thiel DH, Stauber R, Gavaler JS et al. Hepatic regeneration. Effects of age, sex hormone status, prolactine and cyclosporine. Dig Dis Sci 1991;36:1309-12. 106.Svonos GW, Eagon PK, Elm M et al. Effect of antiandrogen flutamide on measures of hepatic regeneration in rats. Dig Dsi Sci 1989;34:1916-23. 107.Ekberg S, Luther M, Nakamura T et al. Growth hormone promotes early initiation of hepatocyte growth factor gene expression in the liver of hypophysectomised rats after partial hepatectomy. J Endocrinol 1992;135:59-67. 108.Goss JA, Mangino MJ, Callery MP et al. Prostaglandin E2 down regulates kupffer cell production of IL-1 and IL-6 during hepatic regeneration. Am J Physiol 1993;601-8. 109.Tsujii H, Okamoto Y, Kikuchi E et al. Prostaglandin E2 and liver regeneration. Gastroenterology 1993;105:495-9. 110.Gerdes J, Lemke H, Barsch H, Wacker HH, Schwab U, Stein H. Cell cycle analysis of a cell proliferation associated human nuclear antigen defined by the monoclonal antibody Ki-67. J Immunology 1984;133(4): 1710-1715. 111.Gerdes J, Schwab U, Lemke H, Stein H. Production of a Mouse monoclonal antibody reactive with a human antigen associated with cell proliferation. Int J Cancer 1983;31:13-20. 112.Şaylı BS. Medikal Genetik. Sodeman’s Pathologic Physiology. Türkçe 1. Baskı. Türkiye Klinikleri Yayınevi. 1991:73-77. 113.Maruyama H, Harada A, Kurokawa T, Kobayashi H, Nonami T, Nakao A. Duration of liver ischemia and hepatic regeneration after hepatectomy in rats. J Surg Res 1995; 58:290-294. 58 114.Chijiiwa K, Nakano K, Kameoka N, Nagai E, Tanaka M. Proliferating cell nuclear antigen, plasma fibronectin, and liver regeneration rate after seventy percent hepatectomy in normal and cirrhotic rats. Surgery 1994; 116:544-549. 115.Ngala Kenda JF, Hemptinne B, Lambotte L. Role of metabolic overload in the initiation of DNA synthesis following partial hepatectomy in the rat. Eur Surg Res 1984;16:294-299. 116.De Sequra AG, Aguilera MJ, Codesal J, Codoceo R, De-Miguel E. Comparative effects of growth hormone in large and small bowel resection in the rat. J Surg Res 1996;62:5-10. 117.Kamel OW, Franklin WA, Ringus, Meyer JS. Thymidine labeling index and Ki67 growth fraction in lesions of the breast. Am J Pathol 1989;134(1):107-113. 118.Kallioniemi OP, Blanco G, Alavaikko M, Hietanen T, Mattila J. İmproving the prognostic value of DNA flow cytometry in breast cancer by combining DNA index and S-phase fraction. Cancer 1988;62:2183-2190. 119.Chow PKH, Jeyaraj P, Tan SY, Cheong SF, Soo KC. Serial ultrasound-guided percutaneous liver biopsy in a partial hepatectomy porcine model: a new technique in the study liver regeneration. J Surg Res 1997;70:134-137. 120.Hopf NJ, Brem J, Bohl J, Perneczky A. İmage analysis of proliferating cells in tumors of the human nervous system:an immunohistological study with the monoclonal antibody Ki-67. Neurosurgery 1994; 35(5): 917-923. 121.Dalquen P, Baschiera B, Chaffard R, Dieterich H, Feichter GE. MIB-1 (Ki-67) immunostaining cancer cells in cytologic smears. Acta Cytol 1997;41(2):229237. 122.Wintzer HO, Zipfel I, Mönting JS, Hellrich U, Kleist S. Ki-67 immunostaining in human breast tumors and its relationship to prognosis. Cancer 1991;67(2):421428. 123.Batman F, Aydınlı M, Sayek İ. Karaciğer Değerlendirilmesi.Temel Cerrahi. 2004;1295-1301. Fonksiyonlarının 124.Kayaalp SO. Rasyonel Tedavi Yönünden Tıbbi Farmakoloji. 1993;Cilt:3; 24912565 ................................................................................................................. 125.Schneider J. Effects of metformin on dyslipoproteinemia in non-insulindependent diabetes mellitus. Diabete Metab. 1991 May;17(1 Pt 2):185-90. 126. Younossi ZM, Matteoni CA, Gramlich T, et . Patient characteristics cirrhosis and death in nonalcoholic steatohepatitis. Hepatolology 1998;28:303A 127. Manton ND, Lipsett J, Moore DJ, Davidson GP, Bourne AJ, Couper RTL. Nonalcoholic steatohepatitis in children and adolescents. Med J Aust 2000;173:476-479 128. Lieber CS, Leo MA, Mak KM, et al. Model of nonalcoholic steatohepatitis. Am J Clin Nutr 2004;79:502-9. 129. Xu ZJ, Fan JG, Wang GL, Ding XD, Tian LY, Zheng XY. Rat model of nonalcoholic steatohepatitis with fibrosis by a fat-rich diet. Shijie Huaren Xiaohua Zazhi 2002;10(4):392-396 130. van Hoek B. Non-alcoholic fatty liver disease: a brief review. Scand J Gastroenterol Suppl. 2004;(241):56-9. 131. Holness MJ, Schofleld PS, Sudgen MC. Altered interactions between glycogenesis and lipid synthesis after liver resection: spesific effects of liver regeneration coupled with non spesific effects of surgery. Clin Sci 1989:76;317-322. 132. Gaub J, Iversen J. Rat liver regeneration after %90 partial hepatectomy. Hepatology 1984; 4: 902-904.
Similar documents
(Triticum durum Desf.) FARKLI 2 - Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji
gerçekleştirilmiştir. Bu tezde, doku kültürü çalışmalarında yaygın olarak kullanılan sentetik oksinlerden 2,4-D’nin ve günümüzde kullanılmaya başlanılan picloramın kallus gelişimi üzerine olan etki...
More informationRadial ve ulnar sinir yaralanmalarında erken dönem tendon
GİRİŞ Sinir hasarı olan hastalarda çoğunlukla onarım sonrasında statik veya dinamik splint kullanılarak elin sağlam kalan kaslarının belirli bir pozisyonda çalışması sağlanır ve hasara uğrayan sini...
More information