KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI Yrd.Doç.Dr. Mustafa Tarakçı ÖZET Kıbrıs

Transcription

KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI Yrd.Doç.Dr. Mustafa Tarakçı ÖZET Kıbrıs
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI
Yrd.Doç.Dr. Mustafa Tarakçı
ÖZET
Kıbrıs adası 1571 yılında Osmanlı hâkimiyetine geçmiştir. 1878 yılına kadar 361 yıl Osmanlı
idaresi altında yönetilen Kıbrıs, bu tarihten itibaren geçici olarak İngiltere’nin idaresine
verilmiştir. İngiltere 1960 yılına kadar Kıbrıs’ta hâkimiyetini sürdürmüştür. 1960 yılında,
Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın garantörlüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu
Cumhuriyet uzun ömürlü ve kalıcı olmamış, 1967 yılında geçici Türk yönetimi kurulmuştur.
Rumların Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama girişimleri aralıksız devam etmiş, Rum
soykırımlarından Türk soydaşlarımızı kurtarma girişimleri 1963 ve 1967 yıllarında neticesiz
kalmıştır. 20 Temmuz 1974’te icra edilen Barış Harekâtı, 1959 yılında imzalanan ittifak ve
garanti anlaşmalarının vermiş olduğu yetkiye dayanılarak yapılmıştır. Birinci Harekât 5 gün
sürmüş, Türk Kuvvetleri Lefkoşa-Girne bölgesine hâkim olmuşlardır, İkinci Harekât doğubatı istikametinde adanın kuzeyine genişleme imkânı bahşetmiş, nihayet Türk kuvvetleri
Lefke-Lefkoşa-Magosa hattına hâkim olmuşlardır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin
ateşkes çağrısına uyulmuş; bu suretle Rumlar Lefkoşa’nın kendilerine ait ¾’lük büyük
kısmını elde bulundurma imkânına sahip olmuşlardır.
Kıbrıs Barış Harekâtı; iki tümen, iki hava indirme tugayı, bir amfibi alayının katılımı ile
gerçekleştirilmiş ve Hava Kuvvetleri ile de desteklenmiş müşterek bir harekâttır. Planlanması
ve ircası en zor askeri harekâtlardan biridir. Türk Kuvvetleri bu harekâtta 27 subay, 48
astsubay, 1 deniz sivil işçi ve 422 erbaş ve er olmak üzere toplam 498 kişi şehit vermiştir.
Ancak, atalarına yaraşır askeri başarıyı tarihe kaydetmişlerdir.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
KISALTMALAR
GİRİŞ
BİRİNCİ BÖLÜM
KIBRIS’IN TARİHİ GELİŞİMİ, TÜRK VE İNGİLİZLERİN EGEMEN OLDUĞU
DÖNEMLER, KIBRIS CUMHURİYETİ DENEYİMİ VE BARIŞ HAREKÂTI ÖNCESİ
GELİŞMELER
A.
KIBRIS ADASININ COĞRAFİ KONUMU
B.
OSMANLI FETHİ ÖNCESİ KIBRIS
C.
KIBRIS ADASININ FETHİ
D.
OSMANLI İDARESİNDE KIBRIS’TAKİ DURUM
E.
KIBRIS’IN İNGİLTERE’YE KİRALANMASI
F.
İNGİLİZLERİN İDARESİNDE 1950’Lİ YILLARA KADAR KIBRIS
1.
İNGİLTERE YÖNETİMİNİN KIBRIS’TAKİ İLK YILLARI
2.
İNGİLTERE’NİN KIBRIS’A YERLEŞMESİNDEN SONRA LOZAN BARIŞ
ANLAŞMASINA KADAR KIBRIS İLE İLGİLİ SİYASAL GELİŞMELER
G.
1950-1960 YILLARI ARASINDA KIBRIS KONUSUNDAKİ GELİŞMELER
1.
TÜRKİYE’NİN KIBRIS POLİTİKASI
2.
SELF-DETERMİNASYON
3.
EOKA’NIN KURULUŞU VE TEDHİŞ HAREKETLERİ
H.
KIBRIS CUMHURİYETİ
1.
ZÜRİH-LONDRA
ANLAŞMALARI
VE
KIBRIS
CUMHURİYETİNİN
DOĞUŞU
I.
1962-1964 DÖNEMİ SİYASAL OLAYLARI VE KIBRIS CUMHURİYETİNİN
ÇÖKÜŞÜ
J.
AKRİTAS TÜRKLERİ İMHA PLANI VE 1963 YILI KANLI NOELİ
K.
KIBRIS
SORUNUNUN
BİRLEŞMİŞ
MİLLETLER
GÜVENLİK
KONSEYİ’NDE GÖRÜŞÜLMESİ VE KARAR SONRASI GELİŞMELER
1.
B.M. GÜVENLİK KONSEYİ’NİN 4 MART 1964 TARİHLİ KARARI
2.
KONSEY’İN 4 MART 1964 TARİHLİ KARARINDAN SONRA KIBRIS’TAKİ
GELİŞMELER VE OLAYLAR
3.
TÜRKİYE HÜKÜMETİNİN MÜDAHALE KARARI, “JOHNSON MEKTUBU”
VE TOPLUMLARARASI GÖRÜŞMELER
L.
ERENKÖY SAVAŞI
M.
1967-1974 ARASI GELİŞMELER
1.
GENEL
2.
MAKARİOS’A KARŞI YÜRÜTÜLEN İKTİDAR MÜCADELESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI
A.
KIBRIS ADASININ JEOPOLİTİK ÖNEMİ
1.
GENEL
2.
KIBRIS’IN TÜRKİYE İÇİN JEOSTRATEJİK ÖNEMİ
3.
KIBRIS’IN YUNANİSTAN İÇİN JEOSTRATEJİK ÖNEMİ
4.
KIBRIS’IN BATI İÇİN JEOSTRATEJİK ÖNEMİ
5.
SONUÇ
B.
YUNANİSTAN’IN KIBRIS POLİTİKASI
C.
15 TEMMUZ DARBESİNİ MÜTEAKİP TÜRKİYE’DEKİ GELİŞMELER
D.
TÜRKİYE’NİN
KARARLILIĞI
VE
A.B.D.’NİN
MÜDAHALEYİ
ENGELLEME ÇABALARI
E.
KIBRIS’A ÇIKARMA YAPILMADAN ÖNCE YAPILAN HAZIRLIKLAR
1.
BİRLİKLERCE YAPILAN HAZIRLIKLAR
2.
HAREKÂTIN GENEL PLANI
F.
BARIŞ HAREKÂTININ BAŞLAMASI VE BAŞLICA MUHAREBELER
1.
HAREKÂTIN İLK GÜNÜ VUKU BULAN SİYASİ GELİŞMELER
2.
20 TEMMUZ 1974 KIYIBAŞI HAREKÂTI
3.
20 TEMMUZ 1974 KOMANDO BİRLİKLERİNİN HAREKÂTI
4.
RUMLARIN TANKLARLA KARŞI TAARRUZU
5.
BARIŞ HAREKÂTININ İKİNCİ GÜNÜ GELİŞMELERİ
6.
KOCATEPE MUHRİBİNİN BATIŞI
7.
BARIŞ HAREKÂTI’NIN ÜÇÜNCÜ GÜNÜ GELİŞMELERİ
8.
DARBOĞAZ’A TAARRUZ
9.
LEFKOŞA HAVAALANI BOMBALANIYOR (22 TEMMUZ 1974)
10.
TÜRK-İNGİLİZ SAVAŞINA KILPAYI
G.
ATEŞKES KARARI ALINIYOR
1.
22 TEMMUZ 1974 GÜNÜ ANKARA’DA YAŞANAN ÖNEMLİ SİYASİ
GELİŞMELER
2.
22 TEMMUZ 1974 GÜNÜ KIBRIS’TA GELİŞEN OLAYLAR
3.
YUNANİSTAN VE KIBRIS RUM KESİMİNDEKİ ÖNEMLİ GELİŞMELER
4.
DENKTAŞ-KLERİDES GÖRÜŞMESİ
H.
CENEVRE GÖRÜŞMELERİ
1.
BİRİNCİ CENEVRE GÖRÜŞMELERİ
2.
İKİNCİ CENEVRE GÖRÜŞMELERİ
3.
ARA ÇÖZÜM ÖNERİSİ
I.
İKİNCİ BARIŞ HAREKÂTI
1.
“ATİLLA” HATTI YA DA ÜÇ GÜN SAVAŞI
a.
14 AĞUSTOS 1974 GÜNÜ ASKERİ VE SİYASİ GELİŞMELERİ
b.
15 AĞUSTOS 1974 GÜNÜ ASKERİ VE SİYASİ GELİŞMELERİ
c.
16 AĞUSTOS 1974 GÜNÜ ASKERİ VE SİYASİ GELİŞMELERİ
d.
17 AĞUSTOS 1974 GÜNÜ ASKERİ VE SİYASİ GELİŞMELERİ
J.
KATLİAMLAR
1.
ATLILAR (ALOA) KATLİAMI
2.
MURATAĞA VE SANDALLAR KATLİAMI
3.
TAŞKENT (DOHNİ) KATLİAMLARI
4.
ALAMİNYO KATLİAMI
SONUÇ
BİBLİYOGRAFYA (KAYNAKÇA)
EKLER
A.
T.C. DIŞİŞLERİ BAKANI FERİDUN CEMAL ERKİN’İN 26 AĞUSTOS 1963
GÜNÜ CUMHURİYET SENATOSU’NDA YAPTIĞI KONUŞMA
B.
RAUF DENKTAŞ’IN 4 MART 1964’TE B.M. GÜVENLİK KONSEYİ’NDE
YAPTIĞI TARİHİ KONUŞMA
C.
JOHNSON’UN MEKTUBUNUN TAM METNİ
D.
TÜRK BARIŞ HAREKÂTINA KATILAN TÜRK GENERALLERİ
E.
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI ŞEHİTLERİ
F.
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINA HAVAN TAKIM KOMUTANI OLARAK
KATILAN PİYADE TEĞMEN MEHMET TIBIKOĞLU’NUN ANILARI
G.
KAYSERİ
HAVA
İNDİRME
TUGAYI’NIN
HAREKÂTI’NDAKİ BELLİ BAŞLI FAALİYETLERİ
KIBRIS
BARIŞ
1.
HAVA İNDİRME TUGAYININ KURULUŞU
2.
TUGAYIN
HÂLİHAZIR
KURULUŞLARI
İLE
İFA
EDEBİLECEĞİ
GÖREVLER
3.
TUGAYIN HAREKÂTA KATILAN BİRLİKLERİ
4.
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTININ İLK GÜNÜNDE TUGAYIN KONUMU
5.
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINDA İKİNCİ GÜN (21 TEMMUZ 1974)
6.
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINDA ÜÇÜNCÜ GÜN (22 TEMMUZ 1974)
7.
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINDA DÖRDÜNCÜ GÜN (23 TEMMUZ 1974)
8.
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINDA BEŞİNCİ GÜN (24 TEMMUZ 1974)
9.
BEŞİNCİ GÜNÜN SONUNDA DURUM
H.
AMFİBİ ALAY KOMUTANI ALBAY NEŞET İKİZ’İN AMFİBİ ALAYININ
ÇIKARMA HAREKÂTI KONUSUNDA ANLATTIKLARI
I.
ÖNSÖZ
Tarih, tarihçinin kaleminden süzülüp bize ulaşan bilgidir. Tarihçinin anlatısı, yazısı olmaksızın
yapılmış olan tarihin kuşaklar boyu aktarımından söz edilemez. Anlatısız, yazılımsız tarih,
tarihin karanlıklarına gömülmeye mahkûmdur. Ulu Önderimiz Atatürk’ün söylediği gibi, bir
milletin tarih yapması yetmez. Aynı zamanda yapılan tarihi yazması da lazımdır. Eğer böyle
yapılmazsa kendi yaptığımız tarihi, başkalarının kaleminden öğrenmek zorunda kalırız.
Böylece de yazan yapana ne kadar sadık kalmış ise, o kadar öğrenebiliriz.
Türk ulusu insanlık tarihi içerisinde önemli tarihsel olayları gerçekleştirmiş bir ulustur. Çağ
açıp, çağ kapatan bir ulustur. Buna karşın kendi yaptığı tarihini, yeterince yazamamış, bu
konuda başkalarının yazdıklarına daha fazla ihtiyaç duyar olmuştur. Bu düşüncelerle 1963
yılından bu yana ülkemiz için önemli problem kaynağı olan Kıbrıs meselesini, çözüm için icra
edilen Kıbrıs Barış Harekâtı’nı incelemeye çalıştım.
Amacım, Kıbrıs ve Kıbrıs Barış Harekâtı hakkında bugüne kadar yazılmış bütün yerli ve
yabancı eserleri, dergileri, Kıbrıs Barış Harekâtı anısına yayınlanan gazete haberlerini tetkik
ederek harekâtı zorunlu kılan nedenleri, harekâtın nasıl icra edildiğini,Türk Ordusunun bu
mücadelede göstermiş olduğu yararlılıkları ortaya koyarak; savaş psikolojisinin yarattığı
olumsuzlukların neler olabileceğini, bir muharebede alınması gereken ilave tedbirlerin neler
olduğunu ortaya çıkararak, gerek asker gerek sivil yetkililere ışık tutmaktır.
Harekâtı bütün yönleriyle açıklığa kavuşturmak isterdim. Çok gizli gizlilik derecesinden
dolayı bütün belge ve bilgilere ulaşamadım. Bu nedenle verilmiş orijinal emirleri, yapılmış
harekât planlarını, günlük personel, lojistik, harekât raporlarını orjinalinden tetkik etme
imkânım olmadı.
Ancak, tatminkar bilgi ve belgelere ulaşabildim.Bu konuda yayınlanmış eserlerin hemen
tamamını tetkik etmeye ilave olarak, harekâtta önemli bir yeri olan Kayseri Hava İndirme
Tugayı’nın faaliyetlerini ayrıntılarla ortaya koyan bilgilere ulaştım. Harekâta bizzat
katılanlarla sohbet ettim, onların anılarına yer verdim. Bu suretle Kıbrıs Barış Harekâtı’nı
daha derli toplu ve ayrıntılı olarak sunma hedefine kısmen de olsa ulaştım.
İlgilileri bilgilendirmede katkım olacaksa, ne mutlu bana.
Saygılarımla.
Yrd. Doç.Dr. Mustafa TARAKÇI
KISALTMALAR
A.g.b.
: Adı Geçen Belge
A.g.e.
: Adı Geçen Eser
A.g.y.
: Adı Geçen Yer
Alb.
: Albay
A.T.
: Avrupa Topluluğu
Atğm.
: Asteğmen
B.M.
: Birleşmiş Milletler
Bnb.
: Binbaşı
B.R.T.
: Bayrak Radyo Televizyonu
C.
: Cilt
C.H.P.
: Cumhuriyet Halk Partisi
C.Y.T.A.
: Kıbrıs Telekomünikasyon Merkezi
D.P.
: Demokrat Parti
E.M.A.K.
: Ethniko Metapon Apeleftherotikon Kiprion (Kıbrıs Milli Kurtuluş Cephesi)
E.O.K.A.
: Ethniki Organosi Kiprion Agoniston (Kıbrıs Savaşçıları Milli Örgütü)
O.P.E.K.
: Kıbrıs Rumlarını Koruma Teşkilatı
P.E.O.N.
: Pankipriaki Ethniki Organosi Neoleas (Birleşik Kıbrıs Milli Teşkilatı)
R.M.M.O.
: Rum Milli Muhafız Ordusu
s.
: Sayfa Numarası
Kd. Ütğm.
: Kıdemli Üsteğmen
M.Ö.
: Milattan Önce
M.S.
: Milattan Sonra
S.A.S.
: Sualtı Savunma
S.A.T.
: Sualtı Taarruz
Sbfd
: Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi
T.M.T.
: Türk Mukavemet Teşkilatı
T.y.
: Tarih yok
UNFICYP
: Birleşmiş Milletler Barış Gücü
Ütğm.
: Üsteğmen
Yb.
: Yarbay
Y.y.
: Yer yok
Yzb.
: Yüzbaşı
GİRİŞ
Kıbrıs adasının hâkimiyeti, 1571 yılında II. Selim zamanında bir ay boyunca süren
mücadeleden sonra Venedikli korsanlardan Osmanlı İmparatorluğu’na geçmiş ve aralıksız
1878 yılına kadar 361 yıl devam etmiştir. Bu süre zarfında, Osmanlı’nın kendisine bağlı her
tebaasının dinine kültürüne saygı çerçevesinde, Ada’da mevcut Rum ve Türk toplumu barış
içinde bir arada yaşaya gelmiştir.
Uzakdoğu’daki sömürgelerine giden yolu kontrol altında tutmak isteyen İngiltere,
Osmanlı Devleti’nin Rusya karşısında güç durumlara düşmesini fırsat bilip onu destekleme
vaadi karşılığı olarak, Kıbrıs’ın yönetimini, 1878 yılında yapılan sözleşme ve ek protokollerle
üzerine almıştır. Tehdit bertaraf olmasına rağmen, İngiltere, Osmanlı Devleti’nin zayıf
düşmesinden istifade ederek Kıbrıs’ı boşaltmamış ve nihayet 1. Dünya Harbi’nde Osmanlı
Devleti’nin yenik düşmesi karşısında Kıbrıs’ı ilhak ettiğini açıklamıştır. Kıbrıs, 1914-1960
yılları arasında İngiltere hâkimiyeti altında kalmıştır. Her iki toplumun giderek şiddetlenen
baskısı sonucu İngiltere, 1960 yılında Kıbrıs’ta bağımsız bir cumhuriyetin kurulmasına razı
olmuştur. Zürih ve Londra’da yapılan Garanti ve İttifak anlaşmaları ile 15 Ağustos 1960’da
fiilen kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü, bir başka devlete
iltihak edememe garantisini her üç devlet Türkiye, İngiltere, Yunanistan taahhüt etmişlerdir.
Ancak, beklenen barış ortamı sağlanamamış, hakların eşitliğine dayanan iki toplumlu
Cumhuriyeti, Rum idaresi içine sindirememiştir. Makarios, 22 Aralık 1963’te Garanti
anlaşmasını iptal ettiklerini ilan etmiştir. Özellikle 1963 yılı aralık ayı ağırlıklı olmak üzere
1963’ten 1974 yılına kadar Kıbrıs’ta 100’den fazla Türk köyü yakılmış; 27.000 Türk göç
etmek, evlerini terk etmek mecburiyetinde bırakılmış, yüzlerce Türk öldürülmüş, binlercesi
yaralanmıştır. Yaşlı, genç, çocuk demeden yüzlerce masum Türk insanı katledilmiştir. Gelişen
bu durum karşısında Türkiye 13 Şubat 1964’te Güvenlik Konseyi’ne başvurur. BM, Ada’ya
Barış Gücü göndermeyi kararlaştırır.
21 Aralık 1963’te başlayan Rum saldırılarının BM Barış Gücü’nün varlığına rağmen
durmaması üzerine, Kıbrıs’a ilk olarak 7 Haziran 1964 günü müdahale kararı alınır. Ancak, bu
müdahaleden iki gün önce, ABD Başkanı Johnson’un meşhur mektubu gelir. Bu mektupta
Johnson, ABD menşeli silahların Kıbrıs’a yapılacak müdahalede kullanılamayacağını,
Kıbrıs’a yapılacak müdahalenin Yunanistan’ın yanı sıra gerekirse kendileri tarafından da
önlenebileceğini ima eder. Bunun üzerine Türk hükümeti geri adım atmak mecburiyetinde
kalmıştır. Kıbrıs meselesinin çözümü için 1965 yılı mayıs ayından itibaren Türkiye ile
Yunanistan arasında başlayan ikili görüşmeler, 15 Kasım 1967’de Rumların Boğaziçi ve
Geçitkale köylerine saldırmalarına kadar devam etmiştir. Grivas liderliğindeki bu Rum-Yunan
saldırısı
sonucu
28
soydaşımız
hayatını
kaybetmiştir.
Türkiye,
saldırının
derhal
durdurulmasını, işgal edilen köylerin derhal boşaltılmasını istemiştir.
Öte yandan, TBMM’nce 17 Kasım 1967’de gerekirse Yunanistan ile savaşa gidileceği
kararı alınmıştır. ABD yine devreye girerek, müdahaleyi önlemek ister. NATO’yu devreye
sokar. Türkiye müdahaleden vazgeçerek bazı isteklerini kabul ettirir. Türklerin yoğunluklu
olarak bulundukları bölgelerde “Geçici Türk Yönetimi” kurulur. Sayıları 20 bini bulan Yunan
askerlerinin bir bölümü adayı terk eder. Rum-Yunan kuşatma ve barikatları kaldırılır. 1967
yılında Türkiye’nin baskısı sonucu adayı terk eden Yunan EOKA Tedhiş örgütü Başkanı
Grivas, 1971 Ekiminde tekrar adaya döner. Amaç, Enosis’i (Kıbrıs’ın Yunanistan’a İltihakı)
gerçekleştirmektir. Ancak, Makarios buna karşıdır. O, Kıbrıs Rumlarının seçimle başa
geçirdikleri bir cumhurbaşkanıdır. Enosis sonrası Yunanistan’daki bir valisi durumuna düşmek
istememektedir. Bunun üzerine Yunan yönetimi, Makarios’un öldürülmesi pahasına da olsa
bir darbe yapılmasını ve Yunanistan yanlısı bir idarenin iş başına getirilmesini kararlaştırır. 15
Temmuz 1974 sabahı RMMO (Rum Milli Muhafız Ordusu)’na ait üç tank başkanlık sarayına
saldırır, kritik yerler işgal edilir, darbe başarıya ulaşır. Ancak, Makarios Ada’dan kaçmaya
muvaffak olmuştur.
Gelişen bu durum karşısında Türk lideri Rauf Denktaş Türkiye’nin bir oldubittiye
müdahale etmesini talep eder. Türkiye uluslar arası anlaşmaların kendisine verdiği hakka
dayanarak, 20 Temmuz 1974 tarihinde Kara, Deniz ve Hava kuvvetleriyle Kıbrıs’a müşterek
bir harekât başlatır. 5 gün süren muharebelerin sonucunda birliklerimiz tabanı Girne kıyısı,
tepesi Girne olan bir üçgen içinde sıkışır. Yapılan Cenevre görüşmeleri sonuçsuz kalınca
ikinci bir harekât başlatılır. 14 Ağustos 1974 sabahı başlatılan bu harekâtla birliklerimiz,
üçgenin sınırladığı alanın dışına çıkarak, Kıbrıs’ın kuzey kesiminde, her iki istikamette
bulundukları sahayı genişletmeye başlarlar. Ulaşılması planlanan son hedefler doğuda
Magosa, batıda Lefke’dir. Üç gün süren ve üçüncü günün sonunda ateşkes kararıyla
durdurulan birliklerimiz Magosa-Lefkoşa-Lefke hattına ulaşmışlardır.
Günümüze kadar Kıbrıs ve Kıbrıs Barış Harekâtı ile ilgili birçok eser yayınlanmıştır.
Özellikle Dr. Vehbi Zeki Sertel ve H. Fikret Alasya’nın eserleri Kıbrıs’ın tarihine ışık tutacak
niteliktedir. Kök Yayınları Araştırma serisinde yayınlanan Rüstem Haliloğlu’nun “Atina ile
Lefkoşa Arasındaki Savaşın İçyüzü” adlı derlemesi ile K.K.T.C. Üniversitesi ile Van Yüzüncü
Yıl Üniversitesi’nin 1991 yılında ortaklaşa düzenlediği Kıbrıs Sempozyumu’nda sunulan
bildiriler, Barış Harekâtı öncesi Kıbrıs’ın tarihine önemli ölçüde ışık tutacak niteliktedir.
Ayrıca Prof.Dr. Abdülhalik Çay’ın Kanlı Noel-1963 adlı eseri ile Kıbrıslı gazeteci yazarlardan
Sabahattin İsmail ve Sabahattin Egeli’nin Kıbrıs konusundaki eserleri kayda değer
niteliktedir.
Bu çalışmamda, Kıbrıs’ın tarihsel gelişimine genel olarak göz atmayı müteakip,
özellikle Birinci ve İkinci Kıbrıs Barış Harekâtı’nın icrasını gün ışığına çıkarmaya gayret
ettim. Harekâtın askeri gelişmelerini kronolojik sıra ile anlatırken bu esnada oluşan siyasi
olayları da yerinde tespit etmeye özen gösterdim. Bu konuda harekâta katılan birliklerin
arşivleri, gazete kupürleri, harekâta bizzat iştirak etmiş komutanların anıları, başvuru
kaynaklarımın esasını oluşturdu.
Kıbrıs Barış Harekâtı kaçınılmaz bir harekâttır. Bu harekât yalnızca Türkiye’nin milli
menfaatleri, stratejik avantajları için değil, kendisinden yıllardır kurtarıcı olarak yardım
bekleyen soydaşları için bir el uzatma, Türkiye’nin kendine olan özgüveninin kazanılması ya
da kanıtlanmasına en güzel örnek olarak da tanımlanabilir.
BİRİNCİ BÖLÜM
KIBRIS’IN TARİHİ GELİŞİMİ, TÜRK VE İNGİLİZLERİN EGEMEN OLDUĞU
DÖNEMLER, KIBRIS CUMHURİYETİ DENEYİMİ VE BARIŞ HAREKÂTI ÖNCESİ
GELİŞMELER
A.
KIBRIS ADASININ COĞRAFİ KONUMU
Doğu Akdeniz’de 34o33’ – 35o4’ kuzey paralelleri ile 32o17’ – 34o35’ doğu
meridyenleri arasında yer alan Kıbrıs, Sicilya (25.710 km2), Sardunya (24.090 km2)
adalarından sonra Akdeniz’in üçüncü büyük adasıdır. Ada’nın yüzölçümü 9.251 km2’dir.
Kıbrıs adası, toprak yapısı, iklimi, bitki örtüsü ve hayvan türleri bakımından tamamen
Anadolu’nun bir parçasıdır. Coğrafyacılar, yapı ve yeryüzü şekilleri itibarı ile Kıbrıs’ı
Anadolu’nun güneyini oluşturan Toroslar içinde mütalaa etmektedirler. Ada tektonik ve
jeolojik bakımlardan Anadolu’dan deniz transgresyonu ile ayrılmış olup, Antakya
bölgesindeki yeryüzü şekilleri Kıbrıs’ta aynı özelliklerle devam etmektedir. Diğer yandan
Kıbrıs Adası, 100-200 m. kadar derinlikte bir denizaltı platformu ile Anadolu’ya bağlıdır.
Hâlbuki Ada’nın batı ve güney kıyıları, kıyıdan itibaren 2000 metreye ulaşan denizaltı
çukurları ile çevrilidir.
Kıbrıs Adası’nın yeryüzü şekilleri incelendiğinde Anadolu’daki Toroslar’da olduğu
gibi üçüncü zaman genç kıvrımlarına ait olduğu görülür. Bundan daha önemlisi dördüncü
zaman başlarında Ada, İskenderun Körfezi yönünde Toros sistemi ile bağlantılı idi.1
B.
OSMANLI FETHİ ÖNCESİ KIBRIS
Akdeniz’in doğusunda yer alan Kıbrıs’ın tarih boyunca tarihi ve siyasi önemi devam
etmiştir. Anadolu, Suriye, Mısır ve Doğu Akdeniz ticaret yolları yer alan ada önemini tarih
boyunca korumuştur. Bu özelliği dolayısı ile Kıbrıs tarihi, Ege, Mezopotamya, Suriye,
Anadolu ve Mısır tarihleri ile iç içedir.
Bilinen Kıbrıs tarihini kronolojik sıra ile incelediğimizde M.Ö. 4000 yıllarından
itibaren Ada’da insan unsuruna rastlandığını görüyoruz. Ancak Kıbrıs’ın otokton halkının
nereden ve nasıl geldiği hakkında hiçbir bilgi yoktur. Medeniyetin ilk safhası kabul edilen
1
Cevat R. Gürsoy, “Kıbrıs’ın Coğrafi Durumu”, Kıbrıs ve Türkler, Ankara, 1964, s. 7.
bakır işleme tekniği Anadolu tarzındadır. M.Ö. 3000 yıllarında görülen bakır dönemi, 2000’li
yıllarda yerini tunç dönemine bırakır. Aynı yıllarda (M.Ö. 2000) Girit medeniyeti (Minos) ile
Aka medeniyeti (Miken) Kıbrıs’ta yerleşmeye başlamıştı.2 Ada daha sonra sırası ile Mısır
(M.Ö. 1000-1450 arası), yarım asır kadar Hitit (M.Ö. 1000-709) egemenliğine girmiştir.
M.Ö. 1200 yıllarında başlayan Dor istilası Yunanistan’dan Adalar Denizi, Anadolu ve
Doğu Akdeniz yönüne birtakım göçlerin olmasına sebep oldu. Bu göçler sonunda daha önce
Ada’ya yerleşmiş olan Fenikeliler ile birlikte Yunanistan’dan gelen kolonizatörler birbirleri ile
Yunanistan’la herhangi bir ilişkisi olmayan siteler kurdular. Bu siteler dokuz krallık meydana
getirdi. Ancak, bu krallıklar Fenike egemenliği altında idiler.3
M.Ö. 709 yılından itibaren M.Ö. 612 yılına kadar Kıbrıs Asur egemenliğinde kaldı.
M.Ö. 569 yılında ise Mısırlılar adaya hâkim olmuşlardır. Adada M.Ö. 525 yılında kurulan
Pers hâkimiyetine ise, M.Ö. 323 yılında Büyük İskender son vermiştir. Kıbrıs, M.Ö. 56
yılında Roma İmparatorluğu’na bağlandı. Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasıyla birlikte
de Ada’da Bizans hâkimiyeti başlamış oldu.
Bizans dönemi Kıbrıs’ta önemli değişikliklerin olduğu bir dönemdir. Hristiyanlığın
doğuşu sırasında, Kıbrıs Adası bu yeni dini kabul etmiş; Katolik-Ortodoks mücadelesi
Ada’nın Türkler tarafından fethine kadar devam etmiştir. Bizans döneminin diğer önemli bir
sonucu Yunanlıkla bir ilgisi olmayan Kıbrıs Hristiyan halkının, Rumcanın Bizans’ın resmi dili
olmasından sonra bu yeni dili benimseyerek Rumlaşmış olmalarıdır. 649 yılında Muaviye
tarafından Rodos’la birlikte fethedilen Kıbrıs, İslam devletine vergi vermeye başlamıştı. Bu
tarihten sonra Kıbrıs, 964 yılına kadar önce Emeviler, daha sonra Abbasiler olmak üzere bir
İslam eyaleti olarak kalmıştır. M.S. 964 yılında Bizans imparatoru Nikephoros Phokas
Kıbrıs’ta Bizans egemenliğini tekrar kurdu. Ada 12. yüzyıla kadar el değiştirmeden Bizans
egemenliğinde kaldı.
11. yüzyılın başlarında Anadolu’ya yurt tutmak için gelen Oğuz-Türkmen grupları
karşısında Bizans, din kavgasını bir kenara bırakarak Avrupa’nın Hristiyan devletlerini “Haçlı
Seferleri”ne çağırdı. Bizans’ın Türk tehlikesini ortadan kaldırmak için istediği Haçlı yardımı,
başta Bizans olmak üzere Ortadoğu’nun Müslüman ve Hristiyan toplulukları için tam bir
düşman saldırısı halinde gerçekleşti.4
I. Haçlı Seferleri (1096-1097, 1101) ve II. Haçlı Seferi (1147) sırasında Kıbrıs’ın
statüsü değişmedi. Ancak 1187 Hıttin zaferini kazanan Eyyubi Türk hanedanı sultanı
2
Halil Fikret Alasya, Tarihte Kıbrıs, Ankara, 1988, s. 1.
A.g.e., s. 1.
4
Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, C. 3, 3. Kısım Eki, Kıbrıs Seferi (1570-1571), Ankara, 1971, s. 32.
3
Selahaddin, Kudüs’ü de ele geçirmiş, böylece Ortadoğu’da aktif bir rol oynamaya başlamıştı.
Bu olayın sebep olduğu III. Haçlı Seferi (1189) Kıbrıs’ın tarihinde yeni bir dönemin de
başlamasına sebep oldu. Sefer dolayısı ile Rodos önlerine gelen İngiltere Kralı Richard’ın
komutasındaki donanma fırtınaya tutularak dağılmıştı. Richard’ın nişanlısı ve kız kardeşinin
de bulunduğu bazı İngiliz gemilerinin o sıralarda kendisini Kıbrıs İmparatoru ilan etmiş olan
Isaac Komnenos tarafından ele geçirilmesi ve mürettabına karşı gösterilen saygısızlık İngiliz
kralını öncelikle Kıbrıs üzerine sefer yapmaya mecbur bırakmıştı. Richard 1191 yılında
Kıbrıs’ı ele geçirerek Bizans yönetimine son verdi ve Kıbrıs Krallığı’na Guy de Lusignan’ı
getirdi.
1372 yılında Kıbrıs Kralı Pierre II’nin taç giyme töreninde çıkan anlaşmazlık
sonucunda birkaç Cenevizli öldürüldü. Cenevizliler bu fırsattan faydalanarak Kıbrıs’a bir
donanma göndererek Lefkoşa ve Magosa’yı zaptetti. Daha sonra Magosa bir Ceneviz
sömürgesi haline geldi. Kıbrıs Kralı Janus Magosa’yı Cenevizlilerin elinden kurtarmak için
bir donanma ve ordu hazırladı (1402). Cenevizliler de Magosa’yı savunmak için bir donanma
gönderdi. Fakat çarpışma Hospitalier Şövalyesinin arabuluculuğu sayesinde son buldu. Barış
anlaşmasından sonra iki kuvvet de İslam devletinin üzerine gönderildi. Cenevizliler Suriye
kıyılarını, Kral Janus da Mısır kıyılarını yağma etti. Bu olayların sonucunda Memlük sultanı
Larnaka ve Limasol’u aldı ve daha sonra Lefkoşa’ya yürüdü. Kıbrıs ordusu bozguna uğratıldı.
1474 senesinde Jacques III’ün ölümünden sonra Venedikliler, Kıbrıs’taki kaleleri işgal ettiler
ve kendilerine aleyhtar olanları Ada’dan sürdüler. Bu durum, Osmanlılarca takip edilen
Akdeniz politikasının gerçekleşmesine uygun bir ortam hazırladı.5
C.
KIBRIS ADASININ FETHİ
XVI. yüzyılın ikinci yarısında ve özellikle Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden
sonra Kıbrıs ve Girit Adası’nın Venediklilerin elinde bulunması Osmanlıların Akdeniz’deki
egemenliğini her zaman için tehdit eden bir durum meydana getiriyordu. Öyle ki Osmanlı
ticaret gemileri, İmparatorluk karasularında tam bir güvenle dolaşmaktan mahrumdu. Bu ise
ekonomik çıkarları zora sokmaktaydı. Osmanlı Türk hâkimiyetinin, Anadolu-Suriye ve
Mısır’ın bulunduğu Doğu Akdeniz’de tam olarak teessüsü Kıbrıs’a kesin ve son darbeyi
vurmakla mümkündü.
5
Halil Fikret Alasya, a.g.e., s. 20.
Genellikle Anadolu, Suriye, Lübnan, Ürdün, Arabistan Yarımadası, Irak ve Mısır’ı
ihtiva eden Ortadoğu, dünyanın en kritik jeopolitik bölgelerinden birisidir. Ada’nın fethi Türk
imparatorluğu için adeta bir zaruret halini almıştı. Çünkü Ada’nın fethiyle ancak Akdeniz’in
doğusundaki Osmanlı egemenliğinin tamamlanması ve bütünleşmesi mümkün olabilecekti.6
Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı zapt etmesi (1517), Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs’la
doğrudan münasebete girmesine sebep oldu. Başlıca gelirini korsanlıktan sağlayan Kıbrıs’taki
Venedik yönetimi Türk müdahalesini adeta zaruri kılmaktaydı. 1569 yılında Mısır
Defterdarı’nın bulunduğu geminin yağmalanması, beklenen Türk müdahalesinin sebebini
teşkil etti. Genellikle Türk Ordusu’nun karaya ayak basış tarihi 2 Temmuz 1570 olarak
gösterilmektedir. Bölge ise Limasol idi. Türk donanması buradan hareketle 3 Temmuz’da da
Tuzla’yı ele geçirdi. 27 Temmuz’da başlayan Lefkoşa kuşatması bir ay kadar sürdü. Serdar-ı
Ekrem Lala Mustafa Paşa’nın 8 Eylül günü Lefkoşa önlerine gelmesinden bir gün sonra
başlayan nihai Türk taarruzu sonunda Lefkoşa düştü (9 Eylül 1570).
Lefkoşa’nın fethinden sonra Lala Mustafa Paşa komutasındaki Türk Ordusu Magosa
Üzerine yürüdü. Venedikliler bir yandan Papalık ile temas kurarak Hristiyan devletlerin
katılacağı bir haçlı seferi planlarken bir yandan da Osmanlı Devleti’ne barış için müracaat
etmişti. Sokollu Mehmet Paşa, Venediklilerin müracaatının “Magosa’nın fethinden sonra”
görüşmek üzere reddetti. 20 Temmuz 1570 tarihinde ise Venedik-Papalık ve İspanya üçlü bir
ittifak kurmayı başarmışlardı. Ancak Lefkoşa’nın Türkler tarafından fethi bu ittifakın bir
müddet daha harekete geçmesini engellemiştir.7
Türk Ordusu 17 Nisan 1571 tarihinde harekete geçti. Üç aylık bir kuşatma sonucunda
1 Ağustos 1571 tarihinde Magosa kalesi de alınarak Kıbrıs’ın fethi tamamlandı. Magosa
taarruzunun başladığı sırada Papalık, İspanya ve Venedik nihayet anlaşmışlar ve Türkler’e
karşı harekete geçmişlerdi. Müttefik donanma tecrübesiz Kaptan-ı Derya Müezzinzade Ali
Paşa komutasındaki Türk donanmasını İnebahtı önlerinde yenilgiye uğrattı. Ancak Uluç Ali
Reis kurtarabildiği gemilerle İstanbul’a döndü.
İnebahtı yenilgisi Avrupa’da büyük akisler yapmış, Hristiyan dünyası İstanbul için bile
ümitlenmeye başlamıştı. Veziriazam Sokollu Mehmet Paşa ilk iş olarak kaptan-ı deryalığa
gerçek bir Türk denizcisi olan Uluç Ali Reis’i getirmiş ve bir yıllık faaliyet sonucunda 245
parçalık bir donanmayı denize indirmişti. Mucizevi denilebilecek bu başarı başta Venedik
6
Abdulhaluk Çay, “Kanlı Noel”, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan: 93, Seri 1, S.A 13, Ankara,
1989, 5.9.
7
Halil Fikret Alasya, Kıbrıs’ta Türk İdaresi Altındaki Nüfus, Ankara, 1964, s. 28-29.
olmak üzere diğer Avrupa devletlerini tekrar sindirmişti. Nihayet Venedikliler 7 Mart 1573
tarihinde İstanbul antlaşmasına imza koyarak sulh yapmak zorunda kaldılar.
D.
OSMANLI İDARESİNDE KIBRIS’TAKİ DURUM
Kıbrıs Adası 1 Temmuz 1570 - I Ağustos 1571 tarihleri arasında yapılan savaşlar
sonucunda Türk hâkimiyetine girmişti. Fetihten sonra Lefkoşa merkez olmak üzere Kıbrıs
idari yönden bir “Beylerbeylik” haline getirildi. Doğrudan merkeze bağlanan Kıbrıs
Beylerbeyliği’ne Muzaffer Paşa tayin olmuştu. Kıbrıs Beylerbeyliği Doğu Akdeniz’e
tamamen hâkim bir mevkide bulunmakta idi. Bu öneminden dolayı Ada’nın askeri bakımdan
kuvvetlendirilmesi yanında nüfus olarak da Türk iskânına ihtiyaç duyuluyordu. Bunu
sağlamak için Karaman, Darende, Niğde, Kayseri, İçel, Rozok, Alaiye, Manavgat, Zülkadriye
ve Teke bölgelerinden çeşitli Türkmen toplulukları zorunlu iskâna tabi tutularak Kıbrıs’a
yerleştirildiler.8 Kıbrıs Beylerbeyliği iki sancak beyliği ihtiva ettiği halde statüsünü 1571’den
1640 tarihine kadar bu haliyle devam ettirdi.
Girit Savaşı yıllarında (1645-1669) Ada’da sosyal ve ekonomik güçlükler nedeni ile
nüfusun gittikçe azaldığı görülmektedir. Nüfusun azalması, ticari hayatın bozulması Kıbrıs
Beylerbeyliği gelirlerinde düşüşe neden oldu. Bu sebeple 1670 tarihinden itibaren Kıbrıs
Beylerbeyliği kaldırılarak Ada, Kaptan Paşalığa bağlandı. 1687’de Kıbrıs, Kaptan Paşalık’tan
alınarak Veziri Azam’a “has” olarak verildi. Bu yeni idari yapı 1785 tarihine kadar devam
edecektir. 1785 yılında Kıbrıs Vezir-i Azam hassı olmaktan çıkarılarak “Divan-ı Hümayun’a
bağlı bir mulhasıllık” haline getirildi. Kıbrıs’ın Divan-ı Hümayun mulhasıllı olması durumu
Tanzimat’ın ilanına kadar devam edecektir (3 Kasım 1839).
Tanzimat sonrasında yapılan idari değişiklikler Kıbrıs’ta da görülmeye başlandı. Kıbrıs
Cezaeyir-i Bahr-i Sefid’e bağlı bir sancak haline getirilerek idaresine de “kaymakam” unvanı
ile bir mutasarrıf tayin olundu. Tanzimat Fermanı’nın gayrimüslimlere sağladığı yeni haklar
sonucu olarak Kıbrıs’ta da Divan’da gayrimüslim temsilciler yer almaya başladı. Tanzimatın
ilk yıllarında 8 kişi olan Divan üyelerinin 4’ü Türk, diğer 4’ü ise gayrimüslimler idi.
Gayrimüslimleri ise Başpiskopos, Ortodoks başpapazı ile Maronit ve Ermenilerden birer üye
temsil etmekteydi. Daha sonra Divan’ın üye sayısı 13’e kadar çıkacaktır. 1861 tarihinde
Cezayir-i Bahr-i Sefid eyaletinden ayrılan Kıbrıs, İstanbul’a bağlı müstakil bir mutasarrıflık
8
Abdulhaluk Çay, a.g.e., s. 7.
haline getirildi. Bu idari yapı 1878 tarihine kadar devam eden Osmanlı Devleti’nin yaptığı son
idari değişiklik oldu.
E.
KIBRIS’IN İNGİLTERE’YE KİRALANMASI
XIX. yüzyılın sonlarında dönemin iki sömürge imparatorluğu olan İngiltere ve Çarlık
Rusyası, Ortadoğu’daki menfaatleri bakımından birbirleri ile büyük çatışma içine girmişlerdi.
Çarlık Rusya’sı nihai hedefi olan İstanbul’a girmek ve Boğazları kontrolü altına almak gibi
belli bir stratejisinin yanında Kafkasya üzerinden İskenderun ve Basra Körfezi’ne inmeyi de
hesap etmekte idi. Çarlık Rusya’sının bu politikası, Osmanlı İmparatorluğu’nun güney
topraklarını hayati bölge olarak değerlendiren İngiltere’nin menfaatine uygun düşmemekte
idi. Rusya’nın güneye sarkması İngiltere’nin başta Hindistan olmak üzere Asya’daki
sömürgelerindeki İngiliz varlığını tehlikeye atacaktı.9
İngiltere bu politika doğrultusunda 1875 tarihinde başlayan Hersek İsyanının bir an
önce sonuçlandırılması için çaba sarf etti. Ancak olay süratle büyüdü ve Çarlık Rusya’sı 24
Nisan 1877 tarihinde Osmanlı devletine savaş ilan etti. 3 Mart 1878 tarihinde Osmanlı
devletinin büyük toprak kaybı ile sonuçlanan Ayastefanos Anlaşması imzalandı. Bunun
üzerine İngiltere kendi çıkarlarını korumak için harekete geçti.
İngiliz Hükümeti Rusya’nın bu atağı karşısında daha önceden planlanan iki
senaryodan birini uygulamaya koymak zorunda kaldı. Bunlardan ilki Çanakkale’nin işgali,
diğeri ise Kıbrıs’ın işgali idi. İngilizler ikincisini tercih ettiler. İngilizler tarafından Rusya’ya
verilen nota ile (3 Mayıs 1878) Ayastefanos Antlaşmasının şartlarına itiraz edilmekte,
Bulgaristan Prensliği’nin küçültülmesi, Rusya’nın Doğu Anadolu’dan çekilmesi talep
edilmekteydi. 22 Mayıs 1878 tarihinde Rusya İngiliz notasına cevap verdi. Rusya, Doğu
Anadolu dışında İngiltere’nin tekliflerini kabul etmekte idi. İngiltere bunun üzerine harekete
geçti.
4 Haziran 1878 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu ve İngiltere iki maddelik Niyet
Antlaşmasını imzaladılar. Antlaşma ile Kıbrıs’ın idaresi İngiltere’ye bırakılmakla beraber
Osmanlı Devleti’nin Ada üzerindeki mülkiyet hakkı ortadan kalkmıyordu.10 Ayrıca bu hakkı
kuvvetlendirmek üzere 1 Temmuz 1878 tarihinde yapılan önceki anılaşmaya ek bir antlaşma
9
Şükrü S. Gürel, Kıbrıs Tarihi (1878-1960), C. 1, Ankara, 1984, s. 20.
Enver Ziya Karai, Osmanlı Tarihi, C. 7, Ankara 1983, s. 73; Stanford Shaw-Ezel Kural Shaw, Osmanlı
İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C. II, İstanbul, 1983, s. 238.
10
daha yapıldı. Ek antlaşmanın altıncı maddesinde Rusya’nın Kars ve Doğu Anadolu’yu terk
etmesi halinde İngiltere’nin de Kıbrıs’ın tahliye edeceği hususu yer almakta idi. Sultan II.
Abdülhamid bu maddeyi yeterli görmeyerek antlaşmayı “hukuk-ı şahaneme asla halel
gelmemek şartıyla” tasdik ettiği yazılı olarak belirtmişti. Ayrıca İngiliz Elçisi Layard’dan aynı
anlamda yazılı bir belge talep etmiş ve elçi tarafından istediği belge kendisine takdim
edilmişti (15 Temmuz 1878). 12 Temmuz günü Kıbrıs’ın idaresinin İngiltere’ye bırakıldığını
bildiren ferman İngiliz amiralinin huzurunda okundu. Böylece 308 yıllık Osmanlı idaresi
fiilen sona ermiş oldu.
12 Temmuz 1878 tarihinde Türk bayrağı indirilerek yerine İngiliz Bayrağı çekildi ve
Ada’nın idaresi Lord John Hay’e devredildi.11 Kıbrıs’ta Türklerin 308 senelik idaresi sırasında
Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakına aralıksız çalışan kilise, Sir Gamet Wolseley’in Larnaka’ya
ayak bastığı gün başpiskopos Sofronios tarafından verilen nutukta “Biz adanın idaresinin
değişmesini kabul ediyoruz. Çünkü İyon-Yunan Adalarının olduğu gibi, Kıbrıs’ın milli
bakımdan bağlı bulunduğu Yunanistan’a ilhakına İngiliz Hükümetinin yardım edeceğine
inanıyoruz.” demekle gayesini belirtti.
F.
İNGİLİZLERİN İDARESİNDE 1950’Lİ YILLARA KADAR KIBRIS
1.
İNGİLTERE YÖNETİMİNİN KIBRIS’TAKİ İLK YILLARI
Osmanlı İmparatorluğu’nun Kıbrıs’ı İngiltere’ye kiralamasından sonra Kıbrıs Türk ve
Rum halklarının ilişkilerini belirleyen en önemli etken Kıbrıs Rumlarının Enosis mücadelesi
olmuştur. Adanın İngilizlere kiralanmasının, Enosis yolunda önemli bir aşama olduğunu
düşünen Rumlar, Yunanistan’ın da yoğun tahrikleri ile ilhak faaliyetlerini tırmandırmaya
başlamışlardı. Bu çerçevede Türk halkına yönelik yoğun tahriklerde bulunmakta, saldırılar
düzenlemekte ve onur kırıcı tavırlar sergilemekteydiler.
Türk halkı 26 Mart 1882’de Sömürgeler Bakanı Kimberley’e gönderdiği muhtırada
“Enosis’e karşı bir güvence olarak, Danışma Meclisinde Eşit Temsiliyet” talep etmekte ve
müftü Esseyid Ahmet Asım başkanlığındaki bir Türk heyeti, eşitsiz bir meclise
katılmayacaklarını açıklamaktaydı.
11
Halil Fikret Alasya, “İngilizler İdaresinde Kıbrıs’ta Tatbik Edilen Politika”, Kıbrıs ve Türkler, Ankara, 1964,
s. 68.
Yunanistan ise aynı tutuma devam ediyordu. Örneğin Yunan Konsolosu Filemon 1895
yılında yapılan Başpiskoposluk seçimlerinde azılı Enosisçilerin seçilmesi için yoğun faaliyete
girerken, Enosis’i destekleyen konuşmalar yapıyor, 1897 Türk-Yunan Savaşı’nda Türklere
karşı savaşmak üzere Rumlar arasında gönüllüler topluyordu.
Halk arasında Enosis yüzünden başlayan ilk gerginlik 1894 yılında Baf’ta meydana
gelen büyük kavga ile yeni bir boyuta ulaşmıştı. Kıbrıs gazetesinin konu ile ilgili haberine
göre 400-500 civarındaki Rum’un Baf Camii önünde yaptıkları tahrikler sonucu başlayan
kavga, polisin müdahalesi sonucunda güçlükle önlenmişti.
Rumların süren Enosis girişimleri karşısında Kavanin Meclisi üyesi ve Vatan gazetesi
sahibi Bodamyalızade Mehmet Şevket Bey öncülüğünde 3 büyük miting yapıldı. 21 Eylül
1911’de Lefkoşa’da, 24 Eylül’de Peristereno’da ve 25 Eylül de Lefke’de binlerce Türk’ün
katıldığı mitinglerde Enosis tahrikleri protesto edilerek, halkın oylarıyla, ilhak girişimlerine
karşı çıkan 3 karar alındı. Bu kararlarda ayrıca “adanın statüsünün değiştirilmesi halinde asıl
sahibi olan Osmanlı Devleti’ne geri verilmesi” isteniyordu. Bu mitingler Kıbrıs Türklerinin
Enosis’e karşı yaptıkları ilk yaygın kitle eylemleriydi.
2.
İNGİLTERE’NİN KIBRIS’A YERLEŞMESİNDEN SONRA LOZAN BARIŞ
ANLAŞMASI’NA KADAR KIBRIS İLE İLGİLİ SİYASAL GELİŞMELER
Karlofça Anlaşması’ndan (1699) sonra sürekli olarak toprak kaybeden Osmanlı
İmparatorluğu, devamlı olarak gelişen ve büyüyen Rusya ve çoğu Avrupa devletleri
karşısında, kendi gücü ile kendi sınırlarını koruyamaz duruma düşmüştür. Başta Rusya olmak
üzere çeşitli tehlikeler karşısında Osmanlı İmparatorluğu kaybettiği toprakları geri almak ve
sınırlarını korumak için büyük bir devlete dayanmak zorunda kalmıştır.
“İngiltere’ye dayanma esasına bağlı bir denge politikası olarak belirtebileceğimiz bu
politika, Osmanlı İmparatorluğu’na çok pahalıya mal olacak ve dayanışma içerisine girdiği
İngiltere tarafından 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra terk edilecekti.”12 Nitekim bu
savaştan sonra İngiltere, güçsüz bir Osmanlı İmparatorluğu’nu korumak yerine Osmanlı
toprakları üzerinde, kendine bağlı devletler kurdurmak ve stratejik yerlerde doğrudan
egemenlik kurmak gibi yayılmacı ve emperyalist bir politika izlemeye başlamıştır.
12
Güner Aktuğ, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Hazırlayan Siyasal Nedenler, Kıbrıs, 1990, s. 21.
4 Haziran 1878’de, Osmanlı İmparatorluğu’nun, İngiltere’nin hazırlayıp sunduğu
Savunma Paktı’nı imzalayarak Kıbrıs adasının yönetimini İngiltere’ye devretmesi ile İngiltere
amacına ulaştı. Yapılan anlaşmada “Büyük Britanya Birleşik Krallığı ve İrlanda Majeste
Kraliçesi ve Hindistan İmparatoriçesi ile Şahane Majeste Sultan, karşılıklı olarak, iki
imparatorluk arasındaki mevcut dostluk münasebetlerini geliştirmek ve genişletmek samimi
arzusuyla ve Majeste Sultan’ın Asya’daki topraklarının geleceğini emniyet altına almak amacı
ile bir savunma anlaşması imzalamaya karar verdiler.”13 denilmekte ve bu anlaşmada;
1- Rusya devleti Batum, Ardahan, Kars ve zikredilen yerlerden birini elinde tutup da
ileride her ne vakit olursa olsun kati bir sulh muahedesi ile tayin olunan Asya memalik-i
şahanesinden bir kısmını daha zapt ve istilaya girişecek olursa, o halde İngiltere devleti
zikredilen memleketleri silah ile muhafaza ve müdafaa etmek üzere, Yüce Saltanat ile
birleşmeyi taahhüt eder. Ve buna mukabil Zat-i Padişahı dahi Anadolu kıtasında bulunan
Hrıstiyan ve sair tebaanın iyi idare ve korunmaları hakkında ileride devletler arasında
sonradan kararlaştırılacak olan lüzumlu ıslahatı yapacağını İngiltere devletine vadeder ve adı
geçen devleti (İngiltere’yi) kendi taahhütlerini yerine getirebilmesinde lüzumlu vasıtaları
temin edebilecek bir hale koymak için Kıbrıs adasını tahsis ve asker ikamesiyle idare
etmesine muvafakat eyler.
2- İşbu mukavelename tasdik olunacak ve tasdiknameleri dahi bir ay zarfında,
mümkün olduğu takdirde daha önce teati edilecektir. Tasdikanlil makal taraflar işbu
mukaveleyi imza ve temhir etmişlerdir.”14 kurallarına yer veriliyordu.
Bu anlaşmaya ve daha sonra (1 Temmuz 1878’de) imzalanan “Ek protokol”e göre;
yukarıdaki amaçların gerçekleşmesini sağlamak için, Kıbrıs Adası’nın sadece yönetimi ve
yukarıdaki amaçlar doğrultusunda İngiltere’ye vekâleten ve geçici olarak devredilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu hükümranlık hakkından vazgeçmemiş, konu anlaşma ile Kıbrıs
adasının İngilizler tarafından yönetiminin devamı şu şarta bağlanmıştır:
“Eğer, Rusya Kars ve son muharebede Ermenistan’da zaptetmiş olduğu sair yerleri
Osmanlı devletine iade edecek olursa Kıbrıs adası İngiltere tarafından boşaltılacak ve 1878
senesi Haziran ayının dördü tarihli muahedenin dahi hükmü olmayacaktır”.15 Fakat daha
sonraları şartta konu yerler Osmanlı İmparatorluğu’na geri verilmesine karşın, İngiltere
Kıbrıs’ın yönetiminden vazgeçmemiş, yönetimini Osmanlı İmparatorluğu’na devretmemiştir.
13
Ahmet C. Gazioğlu, İngiliz İdaresinde Kıbrıs, 1960, s. 13.
Ahmet C. Gazioğlu, a.g.e, s. 13-14.
15
Şükrü Torun, Kıbrıs’ın Politik Durumu, s. 30.
14
1914 yılında, bir tarafta sömürgeciliğin öteden beri çatışan liderleri durumunda olan
İngiltere, Fransa ve Rusya, öte yandan ise Dünya’nın yeniden paylaşılmasını ve emperyalist
devletler arasında yeniden bölüşülmesini savunan Almanya-Avusturya-Macaristan karşılıklı
iki savaş bloğu oluşturmuş bulunuyordu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun bu savaş bloklarından birine taraf olma tavrını etkileyen
önceki olaylar zinciri önemlidir. İngiltere 1878’den sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkma
politikasını benimsemiş ve uygulamış, Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki bölgesel isyanları
kışkırtıcı bir hal almıştır. ‘İtalya’nın Trablusgarp’a saldırması, Avusturya’nın Balkan politikası
ve Bosna-Hersek’i topraklarına katmış olması, Osmanlı İmparatorluğu’nda Üçlü bağlaşmaya
karşı bir antipati yaratmıştır.16
1890 yılından sonra Almanya’nın yaptığı ekonomik yardımlar, Almanya’nın
1914’lerde Avrupa’nın askeri açıdan en güçlü bir ülkesi oluşu, muhtemel bir dünya
savaşından Almanya’nın galip çıkacağı varsayımları ve kaybedilen toprakları geri alma
umutları, Osmanlı İmparatorluğu’nu, I. Dünya Savaşında Almanya’nın oluşturduğu ve
liderliğini yaptığı savaş bloğunda yer almaya sürükledi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 29 Ekim 1914’te, İtilaf devletlerinin yanında savaşa
katılması İngiltere için stratejik bir konuma sahip Kıbrıs’ı ilhak için emperyalist niyetlerini
kamuflede önemli bir fırsat yarattı. İngiltere 5 Kasım 1914 yılında, 1878 anlaşmasını ve diğer
ilgili anlaşmaları feshettiğini ve Kıbrıs’ın İngiliz İmparatorluğu’na katıldığını ilan etti.
İmparatorluk, İngiltere ile de savaş içindeydi ve birçok cephede ölüm-kalım savaşı
veriliyordu.
Lozan Barış Konferansı’nda İngiltere’nin bu tek yanlı kararını Türkiye’nin tanımasına
kadar İngilizler fiili işgali sürdürmüş oldular. Dünya’nın sayılı güçlü devletlerine karşı
kurtuluş savaşı veren ve başarıya ulaşan Türkiye, kazanılan zaferin uluslararası alanda da
tescili ve “Misak-ı Milli”ye bağlı olarak, Türkiye Devleti’nin tam bağımsızlığının kabul
ettirilmesi için büyük uğraş vermek zorunda kalmıştır.
Lozan Barış Konferansı’nda Türkiye, Kıbrıs’ın İngiltere tarafından ilhak kararını
neden tanımıştır? Bu soruya gerçekçi bir cevap vermek için, Lozan Barış masasında
Türkiye’nin Lozan’dan ne beklediğini, içinde bulunduğu ekonomik koşulları ve evirilmekte
olan savaşımın ana hatlarını bilmek gereklidir. Lozan Barış Konferansı’nda uluslararası
alanda, ulusal kimliğini, bağımsızlığını tescil ettirme ve dünya uluslarına kabul ettirme
savaşımı veren Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu gibi kendisine anlaşmaya veya gerçek
16
Murat Sarıca, Siyasal Tarih, 1983, s. 244.
anlamda ceza bildirilmeye mahkûm edilmiş bir enkazın hesaplarını tartışmak hatta vermek
zorunda kalmıştı.
Lozan barış görüşmeleri ile ilgili olarak “Müzakereler hararetli, münakaşalı cereyan
ediyordu. Türk hukukunu tasdik eder müspet bir netayiş görülmüyordu. Ben, bunu pek tabii
buluyordum. Çünkü Lozan sulh masasında mevzubahis edilen mesail üç dört senelik yeni bir
devreye ait ve münhasır kalmıyordu. Asırlık hesaplar niyet olunuyordu. Bu kadar eski, bu
kadar karışık, bu kadar mülevves (pis, iğrenç) hesapların içinden çıkmak, elbette o kadar basit
ve kolay olmayacaktı.”17 diyen Atatürk Lozan’da batının, anlaşmaları dikte etmeye çalıştığı
bir Osmanlının hesaplarının da Türkiye Devletine ödetilmek istendiğine işaret etmektedir.
Türkiye’yi işgal ve paylaşım planlarının yapıldığı 21 Haziran 1920 günü İngiltere
Başbakanı B. Lloyd George Fransa, İtalya, Belçika ve Japonya temsilcilerinin katıldığı
toplantıda, “Türkler yakında kendilerine verilecek barış koşullarını konuşmak üzere Paris’e
geleceklerdir. Mustafa Kemal başarıya ulaşır da, Çanakkale Boğazı’nı kapatacak olursa,
Müttefiklerin bu koşulları görüşmesinin bir anlamı kalmayacaktır. Buna karşılık, Mustafa’ya,
kendisi ve milliyetçi kuvvetleri ile başa çıkacak güçte olduğumuzu gösterecek olursak, barış
koşullarının görüşülmesi için bir neden kalmaz.”18 hesabını yapıyordu. Lloyd George barış
masasında Türklere savunma hakkını bile tanımak istemiyor; “Toplantıya çağrılacak Türk
delegelerine, derhal yanıtlarını vermeleri gerektiği ve konunun açık seçik ortada olduğu
söylenmelidir. Bu konuda hiçbir uzmana danışmaya gerek yoktur. Türk delegeleri her ne ileri
süreceklerse sürsünler istedikleri, savlarını savunmak için önceden uydurmuş olacakları
açıktır.” peşin hükmü ile hareket ediyordu. İngiltere Başbakanı’nın Sevres Barış
Anlaşması’nın müttefiklerce hazırlandığı günlerde söylediği bu sözler, Lozan’a yansıyan ve
barış adı altında Türk Ulusu’nu köleleştirmek isteyen müttefiklerin eylem ve davranış ağını
oluşturacaktı.
Atatürk “Kudret ve kabiliyetten yoksun olanlara iltifat olunmaz. İnsanlık, adalet,
mürvet icabatını, bütün bu evsafı haiz olduğunu gösterenler talep edebilir.” diyerek başlattığı
kurtuluş ve bağımsızlık savaşı ile Lozan’da Türk Ulusu’nun gerçek temsilcilerini taraf olarak
kabul ettirmiştir. Ulusun gerçek temsilcileri Lozan’da, Türkiye’nin, egemen ve bağımsız bir
devlet olarak kabul edilmesi, eşit hak ve yetkilere sahip olması gerekliği görüşleri ile
görüşmelere başlamış; Misak-ı Milli hedeflerine ulaşılmaya çalışılmıştır.
İngiliz Baş Delegesi Lord Curzon, “Lozan Barış Anlaşması 1920 Ağustos’undaki
Sevres Anlaşmasına benzemez. Harb-i Umumi’den sonraki anlaşmaların hepsi böyle
17
18
Kemal Atatürk, Nutuk, C. 11, s. 701.
Güner Aktuğ, a.g.e, s. 28.
yapılmıştır. Muzaffer devletler, kararlarını kendi aralarında mağlubun gıyabında vermişler ve
mağlubu sadece cezanın bildirilmesi için davet etmişlerdir. Sevres anlaşması böyle
yapılmıştır, hâlbuki Lozan görüşmelerinde bu usulden çok uzaklaşıldı. Türkler masa başına
öteki devletlerle eşit koşullarda oturdular. Muahedenin her maddesi birer birer münakaşa
edildi.” demektedir; ama her nedense konferans boyunca Türkiye konferansa katılan diğer
devletlerin her söylediğine evet diyecek bir ülke olarak görülmek isteniyordu. Aynı Lord
Curzon, sınırlar sorunu görüşülürken batının emperyalist tavrını, “Tarihte belki ilk defa bu
kadar karışık bir mesele üzerinde büyük devletlerin ve Balkan devletlerinin fikirlerinde birlik
görülmektedir. Bir şey daha var. Bu birliğin kıymet ve ehemmiyetini anlamayanların hali
yaman olacaktır. Bu birliği hor görenlerin, buna karşı koyanların asla muvaffakiyet ihtimali
yoktur.”19 tehdidinde bulunarak açıklıyordu.
Atatürk, bağımsız ve egemen olma savaşımını “Varisi olduğumuz Osmanlı Devleti’nin
Dünya nazarında hiçbir kıymeti kalmamıştı, hukuku beynelmilelden hariç tanınmış, adeta
sahabet ve vesayet altına alınmış bir mahiyette farz olunuyordu. Maziye ait müsamahaların,
hataların faili biz olmadığımız halde, esasen asırların müterakim hesabat-ı bizden sorulmamak
lazım gelirken bu hususta da dünya ile karşı karşıya gelmek bize teveccüh etmişti. Millet ve
memleketi hakiki istiklal ve hâkimiyetine sahip kılmak için bu müşkülat ve fedakârlığı da
iktiham etmek bizim üzerimize tahmil olunmuştur.”20 sözleriyle açıklıyordu.
İsmet İnönü de Türkiye’nin Lozan’da vermek zorunda olduğu bu sınavı TBMM’deki
konuşmasında şöyle anlatır. “Arkadaşlar! Lozan Konferansı milletimizin Avrupa ortasında
davet olunduğu büyük bir imtihandır. Acaba gördüğümüz manzara Anadolu dağlarında şu
veya bu tesadüfün münhasımlar tarafından irtikâp olunan şu veya bu hatanın tesadüfi neticesi
midir? Yoksa müsbet ve muayyen bir hedefe doğru bir milletin bütün kuvvet ve manabii ile
vakfı nefis ederek, behemehâl istihsali gaye için giriştiği bir mücadele midir? Bunun imtihanı
idi”. Türkiye kendisini bir türlü egemen ve bağımsız olarak kabullenemeyen konferans
devletlerine karşı bu sınavı başarı ile yürütmüştür. Barışın sağlanması için fedakarlık
yapmıştır; ama fedakarlık isteklerinin egemenliğe tecavüze yönelmesine razı olmamıştır.
Lozan Türkiye’nin dünya yaşamına yeniden katılan bağımsız bir devlet olarak,
onaylanmasının uluslararası belgesidir. Bu uluslararası belge ile “Mütecanis, yeknesak bir
vatan, bunun dâhilinde harice karşı, gayrı tabii kuyuttan ve hükümet içinde hükümet ifade
eden dâhili imtiyazdan müberra bir vaziyet ve gayrı tabii mükellefiyeti maliyeden azade bir
19
20
a.g.e, s. 28.
Kemal Atatürk, Nutuk, C 11, s. 702-703.
hal, hakkı müdafaatı mutlak, menbaii mebzul ve serbest bir vatan. Bu vatanın adı
Türkiye’dir.” diyen İsmet İnönü’nün ifade ettiği gibi Türkiye Cumhuriyeti uluslararası
ilişkilerde tanınmış egemen ve bağımsız bir ülke oluyordu.
Lozan’da kendini Misak-ı Milli doğrultusunda kabul ettirme, geçmişin tek yanlı
sömürü ilişkilerinden arındırmaya çalışan Türkiye, barış görüşmelerine İngiltere baş
delegesinin tahrik dolu söz ve girişimlerine karşın, Kıbrıs konusunda İngiltere’yi karşısına
almak istememiştir. Türkiye, Adalar konusunda daha çok Ege ve Akdeniz kıyılarına çok yakın
tartışılabilir bölgeler üzerinde ısrarla durmuş, mücadele etmiştir.
İsmet Paşa, İngiliz Baş delegesi Lord Curzon ile Kıbrıs konusunda uzun bir tartışma
neden
yapmadığı
şeklindeki bir
soruya, “Asıl
önemli
olan ekonomik
ve adli
kapitülasyonlardan kurtulmak ve diğer hayati konuları kazanmak için İngiltere ile öteki
müttefiklerden ayrı ve önceden özel olarak anlaşmak istedik, zaten 1878’de Kıbrıs
İngiltere’ye verilmiş, 1914’te İngiltere burayı ilhak etmiştir. Kıbrıs’ı gidip İngiltere’den geri
almamız o tarihte söz konusu olamazdı.”21 demiştir.
Türkiye
yukarıdaki
açıklanan
görüşe
rağmen
barış
görüşmelerinde Adalar
konusundaki kesin tavrını ve tezini şu iki temele dayamıştır:
1. Küçük ve yakın adalarla, İmroz, Bozcaada ve Semendirek Türkiye’ye verilmeli.
2. Diğer adalar askerlerden arındırılmalı, tarafsız ya da bağımsız hale konulmalı.22
Türkiye Barış Konferansı’nda da İngiltere ile Kıbrıs konusunda fazla uğraşmak
istememiş, onunla önceden istişare ederek diğer konularda Türkiye’ye karşı sert ve kesin tavır
almasını önlemeyi amaçlamıştır. Türkiye, İngiltere’nin Kıbrıs’ı ilhak kararını Lozan Barış
Anlaşması’nın 20. maddesi ile tanımıştır. 20. madde şöyledir: “Türkiye, İngiltere hükümetince
5 Kasım 1914 tarihinde ilan edilen Kıbrıs’ın (İngiltere’ye) katılışını tanıdığını bildirir.”
İlhakın tanınması ile Türkiye, Kıbrıs üzerindeki tüm egemenlik haklarından
vazgeçiyor, Kıbrıs’ın bir İngiliz ülkesi olduğunu (1914’ten itibaren) kabul ediyordu. Kıbrıs’ta
yaşayan Türklerin uyrukluğu sorunu Lozan’da gündeme gelmiş ve sorun Lozan Barış
Anlaşması’nın 21. maddesinde çözümlenmiştir. Maddeye göre; “5 Kasım 1914’te Kıbrıs’ta
yerleşmiş bulunan Türk uyrukları yerel yasanın saptadığı şartlara tabi olarak İngiliz
uyrukluğunu edinecekler, ancak, Türk uyrukluğunu yitirmiş olacaklardır.
Anlaşmanın yürürlüğe girmesinden başlayarak iki yıl içerisinde bu kişiler arzu
ederlerse, seçme hakkını (option) kullanarak, Türk uyrukluğunu seçebilecekler; ancak bu
21
22
Nihat Erim, Bildiğim Gördüğüm Ölçüler İçinde Kıbrıs, s. 2.
Güner Aktuğ, a.g.e, s. 31.
hakkın kullanılış tarihinden başlayarak bir yıl içinde Kıbrıs’ı terk etmek zorunda
kalacaklardır.”23
Bu anlaşmadan kısa bir süre sonra İngiliz vatandaşlığını kabul etmeyen sekiz bin
civarında Türk adayı terk ederek Türkiye’ye göç etmiştir. 27/28 Nisan 1931 gecesi Kıbrıs’ta
yapılan altıncı nüfus sayımının sonuçları belli olmuştur. Toplam nüfusun 374 bin 959 olduğu
saptanmıştır. Son 10 yılda 37 bin 244 kişilik artış olmuştur.
Kıbrıs’ın İngiltere’ye katılışını 20. madde ile tanımış olan Türkiye, kabul edilen 16.
madde kuralları ile Kıbrıs’ın geleceği yeniden söz konusu olması halinde ilgili taraf olma
hakkını saklı tutmuştur.
Anlaşmanın 16. maddesi, 20. madde ile birlikte dikkate alınarak sağlıklı bir
değerlendirmeye varılabilir. 16. maddenin anlaşma belgesinde son şeklini alıncaya kadar
konunun görüşüldüğü komisyona sunulan öneriler ve bunlara karşı sunulan Türk değişiklik
önerisi 16. maddenin 20. madde ile ilişkili olduğunu gösterir ve birlikte değerlendirilmeye
tabi tutulmasını gerektirir.
16. madde tasarıda ilk şekli ile şöyle idi: “Türkiye işbu anlaşmada açıkça belirtilen
sınırlar dışında bulunan ve işbu anlaşma ile üzerinde egemenliği tanınmış adalardan başka
bütün öteki adalar üzerinde veyahut her ne şekilde olursa olsun bunlarla ilgili bütün hukuk ve
iddialardan vazgeçtiğini (feragat ettiğini) beyan eder. Bu arazi ve adalar üzerinde ilhak,
istiklal veya herhangi bir diğer idare şekli hakkında ittihaz edilen ve edilecek olan bütün
kararları kabul ve tasdik eder.”
8 Mart 1923 tarihinde 16. madde ile ilgili olarak Türkiye Dış İşleri Bakanı ve Türkiye
temsilcisi İsmet İnönü Çağıran Devletler Dışişleri bakanlarına gönderdiği mektupta madde ile
ilgili Türk karşı önerisini sunmuştur. Türkiye karşı önerisi ile maddenin son cümlesinin
çıkarılmasını istiyordu. Karşı öneride maddenin ikinci paragrafının neden çıkarıldığını soran
Sir Horace Rumbold’a İnönü “İkinci paragrafın Türkiye’yi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan
ayrılmış olup da Türkiye’yi ilgilendirmeyen topraklara ilişkin olan ve Türkiye’nin bilmediği
hükümleri onaylama ve kabul etme zorunda bıraktığını, Türkiye’den, ileride kararlaştırılacak
hükümleri de kabul etmesinin istendiğini, Türkiye’nin niteliğini ve kapsamını bilmediği
hükümleri kabul etmeyi yüklenemeyeceğini”24 söyledi.
İsmet Paşa’nın bu sözlerine karşı ilk tepki gösteren Yunan temsilcisi M. Caclamonos
oldu. Yunan temsilcisi “Müttefik Devletlerin bu toprakların ve adaların kaderine ilişkin olarak
23
24
Güner Aktuğ, a.g.e, s. 33.
a.g.e, s. 34.
ileride konulabilecek olan hükümlere Türkiye’nin açık ve kesin bir yüküm kabul etmesini
istediklerini”25 söyledi.
Uzun tartışmalardan sonra 16. madde “Türkiye, işbu anlaşmada belirtilen sınırlar
dışında bulunan topraklar üzerindeki ya da topraklarla ilişkin olarak, her türlü haklarıyla
sıfatlarından ve egemenliği işbu anlaşmada tanınmış adalardan başka bütün, öteki adalar
üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vazgeçmiş olduğunu bildirir. Bu toprakların
ve adaların geleceği (kaderi) ilgililerce düzenlenmiştir ya da düzenlenecektir.” şeklinde kabul
olundu.
Maddenin Türkiye’nin isteğine uygun olarak bu şekliyle kabulü, Kıbrıs’ın
Yunanistan’a ilhak girişimlerinin başlaması ile birlikte, Türkiye’nin Kıbrıs sorununda ilgili
taraf olma hakkının hukuki kaynağını da oluşturmuştur.
Kıbrıs 10 Mart 1925 tarihinde bir Crown Colony olarak ilan edildi ve Kıbrıs’ın başına
Vali getirildi. Bundan sonra Teşrii Meclisin üye sayısında değişiklik yapıldı. Meclis’in üye
sayısı 18’den 24’e yükseltildi. Fakat bundan sadece Rumlar ve İngilizler faydalandılar.
Meclisteki Rum üye sayısı 9’dan 12’ye ve hükümet tarafından tayin edilen üyelerin sayısı
6’dan 9’a çıkarıldı. Türklerin Meclisteki üye adedinde ise hiçbir değişiklik olmamış ve eskisi
gibi 3 kişi olarak bırakılmıştır. Fakat Rumlar bununla da kalmıyorlardı. Onlar, Türklerin
nüfusça azınlıkta olduklarını ileri sürerek, Mecliste Türk üyelerin sayısının azaltılmasını, bu
yapılmadığı takdirde Rum üyelerin sayısının çoğaltılmasını teklif ediyorlardı.26
İngiliz Sömürge idaresi devrinde Kıbrıs Türklerinin ilk önemli siyasi faaliyeti 1 Mayıs
1931’de Kıbrıs Türk Milli Kongresi’nin toplanmasıdır. Bu Kongre’de Kıbrıs Türklerinin karşı
karşıya bulunduğu sorunlar müzakere edilmiş ve şu kararlar alınmıştı:
a. Kıbrıs Türk Cemaati, eğitim konusunda diğer cemaatlerin haiz bulundukları hukuk
ve imtiyazlara aynen mazhar olmak hususundaki haklarını tamamen müdrik olarak bunu
hararetle talep eder. Bu hususta mevcut nizam ve mevzuata uygun olarak Hükümet nezdinde
gerekli teşebbüsler yapılacaktır.
b. Ada Türkleri, Müftülüğün lüzumuna olan derin inancını ifade etmekte ve 1928
yılında halkın arzusu hilafına lağvedilen bir makamın yeniden ihdası ile Müftülüğe her türlü
nüfuzdan uzak olarak ve seçimle işbaşına gelecek ehil bir kimsenin getirilmesini zaruri telakki
etmektedir.
25
26
A.g.e, s. 34.
Vehbi Zeki Serter, Kıbrıs Türk Mücadele Tarihi, s. 47.
c. Aile hukukunun korunması bakımından devrin icaplarına asla uymayan şer’i
hukukun değiştirilmesi ile buna ait davaların Türk Mahkemelerine devir ve Türk hâkimler
tarafından görülmesi gerektiği konusunda ısrar ederler.
d. Kongre, Cemaat malı olan Evkafın tamamen Türk Cemaati tarafından idare edilmesi
gerektiği hususunda ittifak halindedir. Evkaf, dini görevlerden ayrılarak, dini görevlerin
Müftüye devrinden sonra bir banka haline getirilerek Milli Kongre’nin seçeceği 6 aza ile
yürürlükteki kanunlara uygun olarak, Hükümetçe tayin edilecek bir İngiliz azadan kurulu bir
Konsey tarafından idare edilmelidir.
e. Kongre, bu yönden Hükümet nezdinde gerekli teşebbüsleri yapmak üzere aşağıda
isimleri yazılı zevatı tam yetkili murahhas aza tayin etmiştir.
f. Kongre, Kıbrıs Türk Cemaatinin Ruhani Reisi olmak üzere Baf Kasabasından
Ahmet Sait Efendi’yi Müftü intihap ve ilan ile Hükümetin bu intihabı resmen tanımasını
temenni eyler.”27
Fakat bütün bu teşebbüsler İngiliz idareciler tarafından dikkate alınmamış ve böylece
netice vermemiştir. Rumlar bir vergi meselesini bahane ederek, emellerini gerçekleştirmek
amacı ile 1931’de isyan ettiler. İsyan hareketi, 21 Ekim 1931 akşamı, Lefkoşa’da patlak verdi.
İsyan gittikçe büyüyerek Ada’nın her tarafına yayıldı. Lefkoşa’da Vali Konağına hücum eden
Rumlar, konağı yaktılar. İngilizler, isyan karşısında kayıtsız kalmadılar, süratle harekete
geçerek isyanı bastırdılar.
İngilizler bundan sonra Ada’da sert tedbirler aldılar. Bu arada Kıbrıs Valisi Sir R.
Storss’a 12 Kasım 1931’de olağanüstü yetkiler verildi, Kıbrıs’ta bundan sonra bir terör devri
başladı.
İsyan, Enosis amacı ile ve Rumlar tarafından çıkarılmıştı. Bu isyanda Türklerin hiçbir
rolü olmamış ve isyan hareketine katılmamışlardı. Durum böyle iken yukarıda saydığımız
tedbirler, haksız bir kararla Rumlarla birlikte Türklere de uygulandı. Hükümete itaat eden ve
hiçbir işte zorluk çıkarmayan Türk Cemaati, bu tedbirlerden maddi ve manevi çok büyük
kayıplara uğradı.
Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı için Yunanistan Kıbrıs Rumları kışkırtmaya devam etti.
1945 yılında İngiltere’yi ziyaret eden Yunan Kralı Naibi Damaskinos gazetecilere verdiği
demeçte, 12 Ada ile birlikte Kıbrıs’ın da Yunanistan’a verilmesi hususundaki iddiası
Yunanistan’ın Kıbrıs üzerindeki düşüncelerini açıkça ortaya koymakta idi.
27
Vehbi Zeki Serter, a.g.e, s. 48.
1947 Nisan ayında İngiltere, Kıbrıs’a muhtariyet verilmesini temin edecek olan bir
anayasa hazırlamak maksadı ile Rum ve Türklerin çeşitli meslek kuruluşlarından gelecek olan
temsilcilerinden oluşacak bir danışma meclisi kurmak istedi28 ise de Rumların valinin
yetkilerini azaltmak için yaptıkları itirazlar sonucu bir netice alınamadı.
Rumların bütün olumsuz tavırlarına rağmen İngiltere 1948 yılı Mayıs ayında Kıbrıs’a
verilecek olan Muhtariyet’in anayasasını ilan etti. Bu Anayasa’ya göre 22 kişilik yasama
meclisinde, üyelerin 4’ü Türk olacaktı. Dört kişiden oluşacak yürütme kurulunda da bir Türk
üye bulunacaktı. Ancak kilise ve Akel’in yönlendirdiği Rumlar bu teklifi reddettiler. Daha
sonra Kıbrıs Rum Kilisesi meseleyi daha da karıştıracak bir davranış içine girdi. 15 Ocak
1950 tarihinde kilisenin kontrolünde, Rumlar “Yunanistan’la birleşmeyi talep ederim.”,
“Yunanistan’la birleşmeye karşıyım.” şeklinde oylamayı ihtiva eden bir plebisit yapmaya
kalktılar.29 Kilisenin yapmaya kalktığı plebisit Komünist Akel Partisi tarafından da
desteklenmekteydi. Çünkü onlar için önemli olan Ada’dan güçlü bir idarenin kalkması idi.
Ancak İngiliz hükümetinin tepkisi üzerine geri adım atmak zorunda kalmışlardır.
1951 yılına kadar Yunanistan Kıbrıs meselesini resmen benimsemiş olmakla birlikte,
fiilen hiçbir teşebbüste bulunmamıştır. Ancak 1951 yılında Birleşmiş Milletlerin Paris’te
yapılan toplantısında Loizos, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını isteyecektir. Daha sonra Sofokles
Venizelos 1 Şubat 1951 tarihinde verdiği demeçte, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak edilmesi
gerektiğini resmen ileri sürmüştü. Böylece bu tarihten itibaren Yunanistan, Kıbrıs meselesini
devlet politikası haline getirmiştir.
Genellikle sanılır ki, Türkler 1571’de Kıbrıs’ı fethetmekle, onu Yunanlılardan
çalmışlardır... Bazen de, Kıbrıs Türklerinin, sonradan geldikleri için ada ile bağlantılarının
kısa süreli olması sebebiyle, adayı bir vatan saymak için geçerli iddiaya sahip olmadıkları ileri
sürülür. Keza, bugünkü Kıbrıs Türklerinin ataları, ilk İngiliz göçmenlerinin Kuzey
Amerika’ya gelmelerinden çok önce, 1570’lerde yeni vatanlarına gelmişler ve dört yüzyıldan
fazla bir süre adada yaşamışlardır.
Kıbrıs, 1571’den, İngiltere’nin I. Dünya Savaşı başında, 1914’te, adayı resmen ilhak
etmesine kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olarak kalmıştır. İlk Kıbrıs Türkleri,
nüfusu az olan adayı refaha kavuşturmak için, Osmanlı Devleti’nin gönderdiği çiftçiler ve
zanaatkarlardır.30
28
Fahir H. Armaoğlu, Kıbrıs Meselesi, Ankara, 1963, s. 7.
Halil Fikret Alasya, Kıbrıs Tarihi, s. 117-119.
30
Pierre Oberling, Kıbrıs Faciası, Çev. Fahir Armaoğlu, T.T.K. Yay. XXV. Dizi, S: 10, Ankara, 1990, s. 3.
29
Başpiskopos Makarios (1913-1977) 15.1.1952’de plebisitin II. yıldönümünü, mahalli
hükümetin toplantı yasağına rağmen, Paneromeni Kilisesi’nde törenle kutladı ve Rum
gençliğini harekete geçmeye davet etti. Bunu müteakip Ada’nın çeşitli ilçelerinde cimnastik
öğrencileri ilhak lehinde gösteriler tertiplediler ve polislerle yapılan çatışmalarda yaralananlar
bile oldu. Kıbrıs’ta bu olaylar cereyan ederken, Yunan Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri
Bakanı Sofokles Venizelos, Ankara’da bulunuyordu. (29 Ocak-4 Şubat 1952). Ankara’daki bu
Yunanlı yetkili Yunanistan’da son günlerde yapılan mitingin İngiltere aleyhine olduğunu,
Türkiye’ye yönelik olmadığını söyleyebilecek kadar pişkinlik gösterebiliyordu. Daha sonra
aynı Yunanlı devlet adamı Sofokles Venizelos NATO Devletlerinin Lizbon’da yaptığı
toplantıda, 22 Şubat 1952’de, Kıbrıs meselesinin yalnız Yunanistan ile İngiltere’yi alakadar
ettiğini söyleyecektir. 1952’de AKEL Partisi’nin Moskova’nın emri ile “Kıbrıs’ın silahtan
tecrit edilmesini” talep etmesi gösterdi ki Kıbrıs meselesi, Sofokles Venizelos’un zannettiği
gibi ne sadece Kıbrıs ile İngiltere’yi ne de Yunanistan’ı ilgilendiren bir mesele olmayıp
Türkiye’yi hatta dünya sulhu ve güvenliğini yakından ilgilendirmektedir.
8-16 Haziran 1952 tarihinde Türkiye’ye yaptığı ziyaretten sonra Atina’ya dönen Yunan
Kralı Paul merkezi Kıbrıs’ta bulunan “Kıbrıs’ı Yunanistan’a İlhak Cemiyeti”nin şeref
başkanlığını kabulden çekinmemiş ve Atina’da bulunan şubenin başkanlığına da Atina
Başpiskoposu geçmiştir.31
Daha sonra Birleşmiş Milletler’in 24 Kasım 1952 tarihinde yaptığı oturumda Yunan
delegesi Dimitrios Lambros “Halkların kendi mukadderatlarını kendilerinin tayini (yani selfdeterminasyon) hakkının, Kıbrıs’a da tatbik edilmesini” ileri sürdü. Buna derhal karşılık veren
Türk delegesi Adil Derinsu, Kıbrıs’ın yalnız Rumlarla meskûn bulunmadığı, yüzyıllardan beri
Türklerle de meskûn bulunduğunu ve aynı hakkın Türkler’e de verilmesini istedi. Yunanistan
Birleşmiş Milletler’in 21 Eylül 1953 tarihindeki oturumunda, başdelegesi Alexis Kyrou
vasıtasıyla aynı iddialarını tekrarladı ise de gene bir sonuç alamadı.
1953 yılında Türkiye Milli Talebe Federasyonu 21 Nisan gününü Kıbrıs günü ilan
etmiş ve 1954 yılı 21 Nisan’da İstanbul ve Ankara’da büyük mitingler yapılmıştı. 1954
yılında İngilizler’in Süveyş’ten çekilerek Kıbrıs’a yerleşmeleri Enosis taraftarı Rumları telaşa
düşürdü. Ancak Yunan Hükümeti gerek Kıbrıslı Rumlar gerekse de Kıbrıs’ın Yunanistan’a
ilhakı konusunda geri adım atmadılar.
31
Abdulhaluk Çay, a.g.e., s. 37.
16 Ağustos 1954’te Yunan Hükümeti’nin Başbakan Papagos’un imzası ile Birleşmiş
Milletler Genel Sekreterliği’ne yaptığı müracaatta Kıbrıs halkına self-determinasyon hakkı
verilmesi teklifinin gündeme alınmasını talep etmekte idi.
Yunanistan-Rum ikilisinin self-determinasyon talebine İngiltere karşı çıkmış ve
Yunanistan-Rum ikilisinin maksadının self-determinasyon yoluyla, Ada’nın Yunanistan’a
ilhakının gerçekleştirilmek istendiğini açıklamıştır.
İngiltere Ada’daki Türk nüfusunu da ileri sürerek Türkiye’nin de Kıbrıs meselesi ile
ilgili taraf olduğunu vurgulamayı da politikası bakımından geciktirmedi. Ayrıca Türk
toplumunun Enosis’e kesinlikle karşı olduğunu belirten İngiltere, Ada’da self-determinasyon
uygulaması kabul edilecek olursa, Türk toplumunun da kendi geleceğini tayin etmek hakkının
tanınması gerekeceğini kabul ve ilan etti.32
Olayların bu şekilde gelişmesi üzerine 20 ve 21 Ağustos’ta Yunanistan’ın her tarafında
mitingler yapıldı ve 20 Ağustos 1954 günü Atina radyosu her iki dakikada bir “Kıbrıs
mücadelesi başladı, kurtuluş saati yaklaşıyor” diye anons yaptı. 24 Eylül 1954’te yapılan uzun
tartışmalardan sonra konunun ele alınmasına karar verildi. Ancak komisyonda yapılan uzun
tartışmalar sonunda 17 Aralık 1954’te Kıbrıs meselesinin “şimdilik” Birleşmiş Milletler Genel
Kurulu’nda görüşülmesi uygun görüldü.
Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar meseleyi bir taraftan Birleşmiş Milletler’e götürürken
diğer taraftan da Kıbrıs’ta tedhiş eylemlerini başlatmak sureti ile meseleyi Enosis emelleri
doğrultusunda sonuçlandırmaya karar vermişlerdi. 1951 yılı içinde Albay Grivas Kıbrıs’a
gönderilmiş ve kendisinden Rum Gençlik Teşkilatı PEON ve OXEN’i organize etmesi
istenmişti. Ancak 1953 senesinde İngiliz idaresi bu cemiyetlerin faaliyetine son verdi. Bu
teşkilatlar daha sonra EOKA (Ethniki Organisos Kyprakion Agoniston) adı altında
Makarios’un emrinde gizli bir tedhiş teşkilatına dönüşecektir.
Yunan Hükümetinin her türlü maddi ve manevi desteğiyle ve Grivas’ın komutasında
çalışan EOKA Kıbrıs’ın her tarafında geniş ölçüde teşkilatlandı. Nihayet 1 Nisan 1955’te
Lefkoşa’da genel valilik, Müsteşarlık dairesi ve Ortadoğu İngiliz Kara Kuvvetleri genel
karargâhında bombalar patladı, radyoevi yıkıldı. EOKA İngilizlere karşı tedhiş harekâtına
giriştiği gün yayınladığı beyannamede: “Karşımızda iki düşman vardır. Birincisi İngilizler,
ikincisi Türkler’dir. Evvela, İngilizler ile mücadele edeceğiz ve onları Ada’dan çıkaracağız.
32
Abdulhaluk Çay, a.g.e., s. 38.
Bundan sonra Türkler’i imha edeceğiz. Hedefimiz ilhaktır. Her ne pahasına olursa olsun, bu
gayeye ulaşmak vazifemizdir” demekte idi.33
İngilizlere karşı mücadelede başarı kazanan EOKA, Türkler’e karşı harekâta girişmek
için bahane aramaya başlamış ve Türk polislerinin İngilizler’e yardım etmemelerini yani
normal emniyet görevlerini yapmamalarını talep etmişti. EOKA Temmuz 1957 tarihinde
Türklere karşı harekete geçti. Türk polislerini arkadan vurmak suretiyle öldürmeye ve
sonradan da Türk halkına tecavüzlerde bulunmaya başladılar.
Türkler Rumların bu saldırıları üzerine Volkan adıyla 1956 yılı başlarında ilk direniş
örgütünü kurdular. Bu teşkilat daha sonra TMT adı ile Türk Mukavemet Teşkilatı’na
dönüşecektir (1 Ağustos 1958). Kıbrıs tarihinde bundan böyle yeni bir mücadele dönemi
başlamış ve Kıbrıs Türkleri birçok eksikliklere rağmen canını, malını, ırzını ve her şeyden
önce vatanını korumaya başlamıştır.
G.
1950-1960 YILLARI ARASINDA KIBRIS KONUSUNDAKİ GELİŞMELER
1.
TÜRKİYE’NİN KIBRIS POLİTİKASI
Türkiye’nin Kıbrıs’a yönelik statükocu politikasını Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü
Şubat-Nisan 1951’de şöyle açıklamıştır:
“… Ülkemize nisbetle coğrafi ehemmiyeti, oradaki soydaşlarımızın mühim bir kitle
teşkil eylemesi ve tarihi bağlarımız dolayısı ile Kıbrıs’ın durumunun bizi çok yakından
alakadar etmesi gayet tabiidir. Adanın bugünkü vaziyetinin değişmesi için bir sebep
görmemekteyiz.”
Türkiye’nin bu pasif tavrı, Yunanistan’ın daha şiddetli bir ilhak politikası savunmasına
adeta yardımcı olmuştur. Kıbrıs sorununun uluslararası bir sorun olarak Birleşmiş Milletler
gündemine Yunanistan tarafından getirildiği 1954 yılında da Türkiye, aynı “statükocu”
politikayı savunmaya devam etmiştir. Türkiye 1954’te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda
görüşülen Kıbrıs sorununa taraf olmaktan bile çekinmiş, sadece İngiltere’nin tezlerine
katılmıştır. Buna karşın Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler nezdindeki delegesi Palamas
vasıtası ile “Halkların eşit hakları ve self-determinasyon” prensibinin Birleşmiş Milletler
himayesi altında Kıbrıs halkına uygulanması doğrultusunda bir taleple ilk kez Birleşmiş
Milletler’e başvurmuş, Kıbrıs’ta çoğunluğun Rum nüfustan oluştuğunu, Kıbrıs’ın geleceği
doğrultusundaki kararı Rumların vermesi gerektiğini ileri sürmüştür. Yunanistan Kıbrıs’ta
33
Halil Fikret Alasya, “Yunanistan ve Kıbrıs Meselesi”, Kıbrıs ve Türkler, s. 111-112.
yaşayan Türklere ancak azınlık hakları verilebileceğini ve tanınacak azınlık hakları ile ilgili
kendisinin her türlü garantiyi verebileceğini de belirtmiştir.34
Denilebilir ki 1955 yılına kadar Kıbrıs Rumları ve Yunanistan’ın “Kıbrıs’ın
Yunanistan’a ilhak” girişimlerine karşı ulusal tavrın şekillenmesinde ve uyanışta Türk
basınının, derneklerin ve Kıbrıs Türkünün kararlı tavrı büyük etken olmuştur. Türkiye’nin
1955 yılından sonra Kıbrıs ile daha duyarlı ilgilenmeye başladığı ulusal çizgileri ile
belirlenmiş bir politika saptadığı görülür.35
1 Nisan 1955 yılında EOKA yeraltı tedhiş örgütünün eyleme geçmesinden üç ay sonra,
İngiltere Hükümeti’nin Kıbrıs sorunu dâhil Doğu Akdeniz Bölgesi ile ilgili siyasal ve askeri
sorunları görüşmek üzere Türk ve Yunan Hükümet temsilcilerini Londra’da yapılacak
konferansa davet etmesi ile Kıbrıs sorunu üçlü bir konferansta ilk defa görüşülmeye
başlanmıştır. Ancak Yunanistan’ın 23 Temmuz 1955 yılında Kıbrıs sorununu Birleşmiş
Milletler’e götürmesi ve bir baskı aracı olarak Kıbrıs’taki EOKA’nın terör eylemlerini
Türklere karşı da yöneltmesi konferansın başarısız kalması neticesini yaratmıştır. Kıbrıs
sorunu ile yakından ilgilenmeye, bu konuda ulusal tavrını ortaya koymaya başlar.
Londra Konferansı’nda Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu Türk tezini “... Bu
adanın mukadderatı ancak Türkiye ile İngiltere arasında tayin edilebilir... Çünkü biri bu ada
üzerinde hâkimiyet hakkını terk eden devlettir, diğeri ise adayı kendi ülkesine ilhak etmiş olan
devlettir... Kıbrıs’ın Türkiye için ehemmiyeti yalnız bu çeşit bir sebebe istinad eden bir vakıf
değildir. Tarihin, coğrafyanın, ekonominin, askeri stratejinin icaplarına ve her devletin en
mukaddes hakkı olan beka ve emniyetini vikaye etmek hakkına hülasa tabiatı eşyaya
uygunluktan doğan bir zarurettir.” diyerek açıklamıştır.
Türkiye bu görüşlerle, Lozan’da Kıbrıs’ın ilhakının tanınması dâhil, Akdeniz’de ulusal
güvenlik açısından bir denge kurulduğunu, self-determinasyon taleplerine evet denilirse
adanın Yunanistan’a ilhakı ile bu dengenin bozulacağını ve soruna doğrudan taraf olduğunu
ve olacağını açıklamıştır.
Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, 25 Şubat 1956 tarihinde Dışişleri bütçe tartışmaları
esnasındaki konuşmasında da, yukarıdaki Türk tezini ve Türkiye’nin kararlılığını “Kıbrıs
meselesi oradaki ekalliyet meselesi değildir. Kıbrıs meselesi Türkiye’nin meselesidir. Bizim
için hayati ehemmiyeti olan milli bir davadır. Yunanistan mütecavizdir. Yunanistan’la
yüzbeyüz konuşmak istedik. Ona sen bu adadan vazgeç, bu dostluk ile kabili bir teklif değildir
demek en salim yoldur. Bu, İngiltere adadan çıkacaksa ben orayı alacağım, eğer sen adayı
34
35
Güner Aktuğ, a.g.e, s. 52.
A.g.e, s. 53.
istemeye devam ettiğin takdirde önünde beni bulacaksın demektir. İşte siyasetimiz budur.”
sözleri ile ifade etmiştir.36
“İngiltere’nin tek taraflı ilhak kararını tanıyan, egemenlik hakkımızdan vazgeçen biz,
egemenliği kabul olunan İngiltere’dir. İngiltere Kıbrıs’taki egemenlik hakkından vazgeçerse
ada eski sahibi olan bize verilmelidir.” olarak özetlenebilen bir teze dayanan Kıbrıs politikası
uzun süreli savunulmamış; kısa bir süre sonra terk edilerek “taksim” tezi ulusal bir tez olarak
savunulur olmuştur.
Tezi bu şekli ile savunan zamanın DP hükümetine göre “taksim” Kıbrıs sorununun
çözümü için Türkiye’nin yaptığı azami bir fedakârlıktır. Başbakan Menderes 3.5.1957
tarihinde Bursa gezisi esnasında yaptığı konuşmasında “Kıbrıs politikasında taksim tezini
kabul
etmekle
hükümetimiz
azami
fedakârlığı
yapmıştır...
Kıbrıs
Türklerinin
mukadderatlarının tayin hakkının ellerinden alınmasına asla ve kati razı olmayız.” sözleri ile
self-determinasyon hakkının Kıbrıs Türklerine de tanınması gerektiğini belirtmiştir. Rum ve
Yunanlılar, sadece Kıbrıs Rumlarına self-determinasyon hakkı tanınmasının İngiltere ve
Türkiye tarafından reddedilmesi üzerine Yunanistan, sorunu tekrar Birleşmiş Milletler’e
götürmüştür. Türkiye, bu toplantılarda da sadece Kıbrıs Rumlarına tanınacak bir selfdeterminasyon hakkının, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını kabul etmek anlamında olacağını, bu
hak Rumlara tanınacaksa, Türklere de tanınması gerektiği üzerinde durmuş ve Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu’nun ‘sorunun taraflar arasında müzakere yolu ile halledilmesi’ kararını
desteklediğini açıklamıştır. İngiltere’nin ‘adadaki iki topluluk ile Rum ve Türk hükümetlerinin
kabul edeceği daimi bir anlaşma temin etmek’ çerçevesinde hazırladığı Mac Millan Planı’nı
Kıbrıs Rum ve Yunan hükümet liderleri self-determinasyon tezlerine aykırı olduğu gerekçesi
ile reddettiler ve “Görüşme yapılacaksa Britanya Hükümeti ile Kıbrıslılar arasında
yapılmalıdır” diye karşı öneride bulundular.37
Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler’den beklediği neticeyi elde edememesi, Türkiye’nin
sorunu barışçı yollardan halletme girişimlerinden kaçınmaması tarafları Zürih Konferansı’na
ve Kıbrıs’a bağımsızlık tanınmasını öngören kararların alındığı Londra Konferansı’na
götürmüştür. Türkiye Kıbrıs Türk halkının bir azınlık değil, kurulacak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
eşit bir kurucu ortağı ve bu haklarının garanti edileceği bir siyasal düzeni savunmuş ve bunda
başarılı olmuştur.
36
37
A.g.e, s. 55.
A.g.e, s. 56.
2. SELF-DETERMİNASYON
22 Temmuz 1952 tarihinde Atina’da yapılan Enosis mitingine, devlet memurlarının da
katılmasını sağlamak için Yunanistan hükümeti resmi daireleri tatil etmişti. Artık Kıbrıs
meselesi, Yunanistan tarafından resmen ele alınmış bir konu oldu.
1954 yılı Martından itibaren Yunanistan, Kıbrıs meselesinin müzakere edilmesi için
İngiltere üzerinde gayrı resmi baskı yapmaya başladı. Fakat İngiltere bunu reddetti. Bunun
üzerine Başbakan Papagos 23 Mart 1954’te Atina’da yayınladığı bir demeçte, Yunan
hükümetinin Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı meselesini Birleşmiş Milletler’in Eylül 1954’te
yapacağı toplantıya götüreceğini ilan etti.
Üçlü Balkan ittifakının imzalanmasından bir hafta sonra 10 Ağustos 1954’te Yunan
hükümeti Kıbrıs meselesini resmen Birleşmiş Milletler’e götürmüştür. Yunan Başbakanı
Mareşal Papagos’un imzası ile Genel Sekreterliğe verilen yazıda Kıbrıs halkına selfdeterminasyon hakkının verilmesi teklifinin gündeme alınması talep edildi.38
Yunanistan-Rum ikilisi self-determinasyon ilkesinin uygulanması ile Enosis’e ulaşmak
istiyordu. Hâlbuki Kıbrıs’ta, bir Kıbrıs milleti bulunmamakta ve mevcut halk tamamen ayrı
iki etnik gruptan, yani Rum ve Türk’ten oluşmakta idi. Bu sebeple Kıbrıs halkına bir bütün
olarak self-determinasyon ilkesi tatbik edilemezdi. Bunun uygulanması Ada’nın Yunanistan’a
ilhakı demekti ki, Yunan-Rum ikilisinin isteği de buydu.
Yunanistan-Rum ikilisi ise, Kıbrıs’ta self-determinasyon prensibinin, Kıbrıs halkı bir
bütün olarak ele alınmak sureti ile uygulanabileceğini ileri sürmüş ve Ada’daki Türk
toplumunun ayrı bir halk değil, bir azınlık olduğunu iddia etmiştir.39
24 Eylül 1954’te yapılan uzun tartışmalardan sonra meselenin gündeme alınmasına
karar verildi. Komisyonda yapılan uzun tartışmalar sonucunda 17 Aralık 1954’te Kıbrıs
meselesinin ‘şimdilik’ Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda görüşülmemesine karar verildi.
3.
EOKA’NIN KURULUŞU VE TEDHİŞ HAREKETLERİ
Yunan hükümeti ve Kıbrıs Ortodoks Kilisesi Birleşmiş Milletler’de Enosis’e gidecek
yolu açacak bir karar alamayınca bir taraftan Birleşmiş Milletler yoluyla işi takip etmeye,
diğer taraftan da Kıbrıs’ta tedhiş yaptırmak suretiyle, Birleşmiş Milletler’i baskı altında
38
39
Halil Fikret Alasya, Kıbrıs ve Türkler, s. 103-104.
Fahir H. Armaoğlu, Kıbrıs Meselesi, s. 73-75.
tutmaya karar verdiler. Başpiskopos Makarios III’ün Atina’ya yaptığı sık ziyaretlerle bu yolu
Yunan hükümetine benimsetmesi sonucunda 1951 yılında Yunan ordusunda albay rütbesinde
bulunan Grivas’ı Kıbrıs’a davet ederek kendisine ilk defa Rum Gençlik Teşkilatı PEON’u
organize etmek görevi verdi. Bu teşkilat, Makarios’un direktifine göre çalıştı. Ancak 1953
senesinde muzır ve tahrik edici hareket ettiklerinden dolayı, hükümet tarafından kapatıldı.
PEON teşkilatı bundan sonra EOKA adı altında gizli tedhiş teşkilatı şeklinde çalışmaya
başladı.
EOKA ilk önce Kıbrıs’ta kendi prensiplerini kabul etmeyen Kıbrıslı Rumları ortadan
kaldırmaya ve bu suretle Rum halkı üzerinde baskı yolu ile hâkimiyet kurmaya ve para
toplamaya çalıştı.
1 Nisan 1955’te Lefkoşa’da umumi valilik, müsteşarlık dairesi ve Ortadoğu İngiliz
Kara Kuvvetleri genel karargâhında bombalar patladı, radyoevi yakıldı. Mağusa, Larnaka ve
Limasol’da da buna benzer tedhiş hareketleri yapıldı. Sokaklarda ihtilal beyannameleri
dağıtıldı. Bu beyannamelerde EOKA, yani Kıbrıs Milli Mücadele cephesi yazılıydı;
İngilizlere karşı kurtuluş savaşının başladığı bildirilmekteydi ve “İngilizlere karşı kurtuluş
savaşımız Tanrı’nın yardımı ve bütün Yunan dünyasının sarsılmaz imanı ile bugünden itibaren
başlamıştır. Atalarımızın dediği gibi kalkanımızı geri getiremezsek üzerinde can vereceğiz.
Yunanlılar nerede olursanız olunuz, Kıbrıs’ın kurtuluşu için elele marş ileri!” denilmekteydi.
Yunan radyosu tedhiş harekâtının başlamasını müteakip EOKA’cıları milli kahraman
olarak bütün dünyaya ilan etti. EOKA İngilizlere karşı tedhiş harekâtına giriştiği gün
yayınladığı beyannamede, “Karşımızda iki düşman vardır. Birincisi İngilizler, ikincisi
Türklerdir. İlk evvela, İngilizler ile mücadele edeceğiz ve onları Ada’dan çıkaracağız. Bundan
sonra Türkleri imha edeceğiz. Hedefimiz ilhaktır. Her ne pahasına olursa olsun, bu gayeye
ulaşmak vazifemizdir.” demekteydi.40
EOKA önce İngilizlere karşı başladığı tedhiş harekâtını Türklere de uygulamak
suretiyle ilhaka ulaşmayı planlıyordu. İngilizlere karşı mücadelede başarı kazanan EOKA,
Türklere karşı harekâta girişmekte ve bahane bulmakta gecikmedi. Türk polislerinin
İngilizlere yardım etmemelerini yani normal görevlerini yapmamalarını talep etti, aksi
takdirde öldürüleceklerini bildirdi. EOKA yayınladığı beyannamede “Enosis’e mani olan
herkes öldürülecektir” diye ilan etti. Bu gelişmeler karşısında İngiltere 1960 yılında Ada’dan
ayrılacağını ifade ediyordu.
40
Halil Fikret Alasya, a.g.e, s. 111-112.
İngiltere 1955 yılında Muhafazar Parti’nin iktidara gelmesinden sonra ‘Doğu Akdeniz
Savunması ve Kıbrıs Meselesi’ni görüşmek maksadı ile 30 Haziran 1955’te Türk ve Yunan
hükümetlerini
Londra’da
toplantıya
çağırdı.
Makarios
bu
toplantıda
Kıbrıslıların
bulunmamasını tenkit etti. Yunan hükümeti, Makarios ile Atina’da görüşmeler yaptı ve selfdeterminasyona gitmeyen bir hal şeklini kabul etmeyeceklerine dair Makarios’a teminat verdi.
Londra Konferansı 29 Ağustos 1955’te toplanacaktı. Rumlar konferanstan olumlu sonuç
almak için, 28 Ağustos 1955 günü Ada’daki Türkleri katliama tabi tutacaklarını ilan
ediyorlardı. 24 Ağustos 1955’te Türkiye Başbakanı İngiltere’nin vazifesini yapacağından Türk
Hükümeti’nin emin olduğunu bir nota ile İngiliz hükümetine bildirdi ve basına açıkladı.
Londra Konferansı 29 Ağustos 1955’te açıldı. Delegasyonlar görüşlerini belirtti.
Yunanistan Enosis, Türkiye statükonun devamını aksi takdirde Kıbrıs’ın Türkiye’ye ilhak
edilmesini, İngiltere ise self-government sistemini teklif etti. Görüşler bağdaşamayacak
mahiyette olduğundan, 7 Eylül 1955’te konferans başarı elde edemeden dağıldı. Bu
konferansın tek olumlu sonucu Türkiye’nin Kıbrıs konusunda söz sahibi ve kuvvetli bir tezi
olan bir memleket olarak dünyaca anlaşılmış olmasıdır.
Yunanistan Ada’nın hukuk yollarından ilhak edilemeyeceğini anlamış olması
neticesinde, Kıbrıs’ta yeraltı teşkilatı kurmuş ve bu teşkilata gizlice silah ve cephane şevkine
başlamıştı. 1955 yılı Ocak ayının son günlerinde Kıbrıs’ta içi silah dolu 100 tonluk bir
motorun (Ayios Yorgios) yakalanması ve bu motorun bir Yunan limanından yüklendiğinin
tespit edilmesi, Türkiye’de yeni bir tepki doğurmuştur. Çete savaşları ile meseleyi halletmenin
Yunanistan’ın aleyhine olacağı belirtildi. Fakat Başbakan Papagos’un teşvik ettiği ve
desteklediği bu tedhiş teşkilatı, Kıbrıs’ı da Girit durumuna çevirmek yoluna müteveccih bir
hareketti.
Rumların 28 Ağustos’ta Kıbrıs’taki Türkleri katliama tabi tutacakları yolunda haberler,
durumu daha da kötüleştirmiştir. Çünkü Türk hükümeti de Yunanistan’a karşı olan davranışını
sertleştirmiştir. Fakat 6/7 Eylül olaylarının meydana getirmiş olduğu hava, Türk hükümetinin
Yunanistan’a karşı olan davranışında ani bir değişikliğe sebep olmuştur. Ancak Yunanistan’ın
durumu istismar ederek şantaja kalkışması, Türk hükümetinin de tutumu sertleştirmesine
sebep olmuştur.41
H. KIBRIS CUMHURİYETİ
41
Fahir Armaoğlu, a.g.e, s. 186-187.
1.
ZÜRİH-LONDRA
ANLAŞMALARI
VE
KIBRIS
CUMHURİYETİ’NİN
DOĞUŞU
1958 Aralık ayı ortalarında Paris’te yapılan NATO toplantılarına katılan Türk, Yunan
ve İngiliz dışişleri bakanları Kıbrıs konusunda görüşmeler yaptılar. Bu görüşmelerde,
üzerinde en fazla durulan konu, bağımsız bir Kıbrıs Devleti’nin kurulması oldu.
Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Paris’ten Ankara’ya dönerken İngiltere’ye
uğradı. Orada Birleşmiş Milletler toplantılarını izledikten sonra İngiltere’ye gitmiş bulunan
Türk cemaati liderlerinden Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş ile görüştü.42
Zorlu liderlere bağımsız bir Kıbrıs Devleti’nin kurulacağını bildirdi. Küçük ve
Denktaş, dışişleri bakanına, ancak Türkiye’nin garantisi altında bulunması ve Ada’da Türk
cemaatinin varlığı ve güvenliğini korumak üzere bir miktar Türk askerinin bulunması halinde
devletin kurulmasına razı olabileceklerini söylediler.
Şubat ayı başlarında, Türk ve Yunan dışişleri bakanları birkaç defa daha bir araya
gelerek görüşmeler yaptılar. Daha sonra, görüşmeler başbakanlar seviyesine çıkarıldı. Türkiye
Başbakanı Adnan Menderes, 5 Şubat sabahı, Yunan başbakanı Konstantin Karamanlis ile
görüşmek üzere Zürih’e hareket etti.
Aynı gün Zürih’te başlayan görüşmeler, 11 Şubat akşamı tam bir mutabakatla sona
erdi. İki Başbakan bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına, konu ile ilgili
anlaşmanın ise İngiltere ve Kıbrıs’taki iki cemaatin temsilcilerinin de katkılarıyla Londra’da
imzalanmasına karar verildi.
Kıbrıs’ta Türkiye, İngiltere ve Yunanistan tarafından garanti edilecek bağımsız bir
devletin kurulması esasına dayanan anlaşmalar, 19 Şubat 1959’da Londra’da imzalandı.
Londra’da anlaşmaların imzalanmasından sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasasını
hazırlamak üzere karma bir komite kuruldu. Bu komite, Türk ve Yunan hükümetleri ile Kıbrıs
Türk ve Rum cemaatlerini temsil eden delegasyonlarla, İsviçreli tarafsız bir gözlemci
tarafından kuruldu. Anayasa Komitesi de bir yıllık bir çalışma sonucunda Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin Anayasasını tamamladı. 199 maddeden oluşan Anayasa, 6 Nisan 1960’da
imzalandı.
İngiliz Parlamentosu, 21 Temmuz 1960’da, Kıbrıs’ın bağımsız bir cumhuriyet olması
konusunda hazırlanan bir yasa tasarısını kabul etti. 15-16 Ağustos gecesi, Kıbrıs
42
Sabahattin İsmail, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Doğuşu-Çöküşü ve Unutulan Yıllar, K.K.T.C. Milli Eğitim ve
Kültür Bakanlığı, 1964-1974, s. 16.
Cumhuriyeti’nin resmi kuruluş törenleri yapıldı. 21 pare top atıldı ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
kuruluşu ile ilgili evrak, İngiltere, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Türk ve Rum Cemaati
temsilcileri tarafından imzalandı. Böylece Kıbrıs Türk halkının yeni bağımsız devletin eşit
haklara sahip kurucu ortağı olduğu tescil edildi.
16 Ağustos sabahı, Kıbrıs’ın son İngiliz valisi Sir Hugh Foot Ada’dan ayrıldı. Biraz
sonra da, anlaşmalar gereğince Kıbrıs’a gönderilen 950 Yunan ve 650 Türk askeri Magusa
limanında karaya çıktılar. Kıbrıs Türkleri, Türk askerlerini büyük törenlerle ve sevgi
gösterileri ile karşılayıp kurbanlar kestiler. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasasının temel yapısı
İttifak ve Garanti Anlaşması’ndan meydana gelmektedir.
Cumhuriyetin cumhurbaşkanı Rum, muavini de Türk olacaktı. Bakanlar Kurulu yedi
Rum, üç Türk’ten, Meclis ise 35 Rum ve 15 Türk’ten oluşacaktı, cumhurbaşkanı ile
yardımcısının Bakanlar Kurulu kararı ile Meclis’ten geçen yasaları veto etme yetkileri vardı.
Her toplumun ayrı bir Cemaat Meclisi olacaktı. Bu meclisin kendi ihtiyaçlarını karşılamak
için vergi koyma yetkileri olacaktı. Ayrıca bu meclisler bütün dini, eğitim, kültürel ve öğretim
işlerinden de sorumlu olacaktı. İdare yüzde otuz Türk ve yüzde yetmiş Rum’un katılımı ile
oluşacaktı. Jandarma ve polis komutanlarından biri Türk olacaktı. Kıbrıs’ın yüzde altmışı
Rum ve yüzde kırkı Türk’ten oluşacak bir ordusu bulunacaktı. Emniyet kuvvetleri de yüzde
yetmiş Rum, yüzde otuz Türk’ten meydana gelecekti. Ceza davalarında mahkeme, suçlunun
toplumuna mensup hâkimlerden oluşacaktı.
Kıbrıs Cumhuriyeti ile İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında imzalanan Garanti
Anlaşması’nın 1. maddesine göre “Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devlet ile tamamen veya
kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder.” deniliyordu.
İkinci maddede ise “Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
bu anlaşmanın birinci maddesinde gösterilen yükümlülükleri göz önüne alarak, Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini ve aynı zamanda
Anayasa’nın temel maddeleriyle kurulan düzeni tanırlar ve garanti ederler.” deniyordu.
Dört maddelik anlaşmanın üçüncü maddesinde ise şöyle denmektedir:
“Bu anlaşmanın maddelerine uyulmaması halinde Yunanistan, Türkiye ve Birleşik
Krallık bu hükümlere uyulmasını sağlamak için gereken girişimler ve tedbirler hakkında
birbirleri ile dayanışma taahhüt ederler. Ortak veya anlaşarak hareket olası olmadığı takdirde
garanti veren üç devletten her biri bu anlaşma ile kurulan düzeni tekrar kurmak amacı ile
harekete geçmek hakkını saklı tutarlar.”
İttifak anlaşmasında ise şu hususlar yer alıyordu:
Madde 1: Taraflar ortak savunmaları için işbirliği yapacaklar. Savunma dolayısıyla
ortaya çıkan sorunlarda birbirleri ile danışacaklar.
Madde 2: Taraflar Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına veya toprak bütünlüğüne
karşı doğrudan veya dolaylı yöneltilen herhangi bir hücum ve saldırganlığa ortak karşı
koyacaklar.
Madde 3: Bu ittifakın amaçları bakımından ve yukarıda gösterilen amaca erişmek için
Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarında bir “Üçlü Karargâh” kurulur.
Üçlü karargâha katılacak olan Yunan ve Türk birlikleri sırayla 950 Yunan subay,
astsubay ve erden ve 650 Türk subay, astsubay ve erden kurulacaktı.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Türklerin kurucu ortaklık haklarını, eşitliğini, cumhuriyetin
iki toplumlu karakterini ve Kıbrıs Anayasası’nda Türklere tanınan hakları içeren Anayasa
maddeleri şöyle özetlenebilir:
Madde 1: Kıbrıs Devleti, bu anayasa gereğince, cumhurbaşkanı Kıbrıs Elen cemaati
tarafından seçilen bir Elen ve cumhurbaşkanı muavini Kıbrıs Türk Cemaati tarafından seçilen
bir Türk olan, başkanlık rejimine sahip bağımsız ve egemen bir cumhuriyettir.
Madde 2: Bu anayasa maksatları bakımından
1- Elen Cemaati, Elen aslından ve ana dili Elence olan veya Yunan kültür ananelerini
paylaşan veya Elen-Ortodoks Kilisesi’ne mensup bulunan bütün cumhuriyet vatandaşlarını
içine alır.
2- Türk Cemaati, Türk aslından ve ana dili Türkçe olan veya Türk Kültür ananelerini
paylaşan veya Müslüman olan bütün cumhuriyet vatandaşlarını içine alır.
Madde 3: Cumhuriyetin resmi dilleri Elence ve Türkçedir. Teşrii, icrai ve idari
muamele ve vesikalar her iki resmi dilde yazılır ve Anayasa’nın açıkça gerekli kıldığı hallerde
Cumhuriyet Resmi Gazetesi’nde her iki resmi dilde yayınlanmak sureti ile ilan edilir. Bir
Elen’e veya bir Türk’e hitap eden idari veya diğer resmi vesikalar muhatabına göre Elence
veya Türkçe yazılır. Cumhuriyet Resmi Gazetesi’nde, her metin her iki resmi dilde ve aynı
sayıda yayınlanır.
Madde 62: Temsilcilerin sayısı ellidir.
Bu sayı, Temsilciler Meclisi’nin, Elen Cemaati’nin seçtiği temsilcilerin üçte ikisini ve
Türk Cemaati’nin seçtiği temsilcilerin üçte ikisini ihtiva eden bir ekseriyetle alacağı bir karar
ile değiştirilebilir.
Bu maddenin l’nci fıkrasında gösterilen temsilci sayısının yüzde yetmişi Elen Cemaati
ve yüzde otuzu Türk cemaati tarafından kendi üyeleri arasından ve temsilcilik sayısından
fazla aday olduğu takdirde, aynı günde genel, tek dereceli ve gizli olarak ayrı ayrı yapılacak
seçimle seçilir.
Bu fıkrada konulan temsilciler nisbeti herhangi bir istatistik sayısına tabi değildir.
Madde 123: Amme hizmeti, yüzde yetmiş Elenlerden ve yüzde otuzu Türklerden
oluşmaktadır.
Madde 129: Cumhuriyetin yüzde altmışı Elen, yüzde kırkı Türk olan ikibin kişilik bir
ordusu olur.
Madde 130: Cumhuriyetin emniyet kuvvetleri polis ve jandarmadan oluşmaktadır ve
cumhurbaşkanının ve cumhurbaşkanı muavininin müşterek mutabakatı ile azaltılıp
çoğaltılabilecek olan ikibin kişilik bir kadrosu olacaktır.
Cumhuriyetin emniyet kuvvetleri yüzde yetmiş Elenlerden ve yüzde otuz Türklerden
teşekkül eder.
Madde 133: Bir Elen hâkim, bir Türk hâkim ve bir tarafsız hâkimden oluşan bir
Cumhuriyet Yüksek Anayasa mahkemesi kurulmuştur. Tarafsız hâkim mahkemenin reisidir.43
Madde 171: Ses ve rüyet yayınlarında Elen ve Türk Cemaatlerinin her ikisi için
programlar yer alır.
Ses yayınlarında Türk cemaati için olan programlara ayrılan zaman, yedi günlük bir
haftada yetmiş beş saatten az olmaz ve normal yayın devreleri halinde böyle bir haftanın
bütün günlerine tevzi edilir.
Madde 173: Cumhuriyetin beş büyük şehrinde, yani Lefkoşa, Leymosun, Mağusa,
Larnaka ve Baf’ta Türk halkı tarafından ayrı belediyeler kurulur.
Yukarıdaki şehirlerde, Elen belediye meclisleri şehrin Elen seçmenleri tarafından ve
Türk belediye meclisleri Türk seçmenleri tarafından seçilirler.
Madde 182: Bu Anayasa’nın, 11 Şubat 1959 tarihli Zürih Anlaşması’nda ithal edilmiş
bulunan ve Ek 111’inde gösterilen maddeleri veya maddelerin kısımları, bu Anayasa’nın
temel maddeleri olup hiçbir suretle gerek değiştirme, gerek ilave veya gerekse kaldırma sureti
ile tadil edilemezler.
İ. 1962-1964 DÖNEMİ SİYASAL OLAYLARI VE KIBRIS CUMHURİYETİ’NİN
ÇÖKÜŞÜ
43
Sabahattin İsmail, a.g.e, s. 32.
Cumhuriyetin 1960 Ağustosunda ilan edilmesinden sonra ilk bir yıllık dönem, her iki
toplumun da birbirlerini sınama, samimiyetini ölçme ve devlet organlarının oluşturulması
dönemi idi. Ancak yine de Lefkoşe’deki başkanlık sarayında Yunan bayrağı dalgalanıyordu ve
Makarios’un makam arabası da Yunan bayrağı taşımaktaydı. Bütün resmi törenlerde Yunan
milli marşı çalınıyordu.44
Ne var ki, bu kısa dönem içinde bile Rum liderliğinin açıklamaları ile Rum basını ve
örgütlerinin sorumsuz tavırları Rum halkının cumhuriyete alışamadığının, Enosis’ten
vazgeçemediğinin ve Türklere karşı davranışlarında samimi olmadıklarının kanıtıydı.
Makarios doğduğu köy olan Panayia’da 4 Eylül 1962’de yaptığı daha tehditkâr konuşmasında
ise, “Elenizmin korkunç bir düşmanı olan Türk ırkının bir parçasını teşkil eden küçük Türk
toplumu kovulmadıkça, EOKA kahramanlarının görevi hiçbir zaman bitmiş olmayacaktır.”
demekten geri kalmamıştır. Kendi hükümetinin üyeleri de aynı şekilde konuşmalar
yapmışlardır. İçişleri Bakanı Polykarpos Yorgadjis, 1962’de “Rum olmayana, Rum gibi
düşünmeyene ve kendisini devamlı bir Rum gibi hissetmeyene Kıbrıs’ta yer yoktur.”
demiştir.45
1962 yılına gelindiğinde her iki toplum arasındaki ilişkilerin giderek bozulduğunu
görmekteyiz. Her geçen gün Rumlar arasında bir cinayet işlenmekte, Türklere saldırılmakta,
Türk satıcılar Rum bölgelerinden kovulmaktadır. Rum liderleri ise her gün Enosis’i hedef
gösteren mesajlar yayınlamaktadırlar.46
Örneğin, 10 Şubat 1962 tarihinde Limasol’da eski EOKA’cılar cemiyeti lokalinde
açılış töreninde konuşan Cumhuriyetin İçişleri Bakanı Yorgacis, “Türkler, en kötü bir şekilde
katliama sebep olan işgal kuvvetlerinin torunları, milli vatandaşlık unvanından mahrum
edilmesi gereken muhacirlerin varisleri ve Rumların zararına olarak kendilerine verilen
hakları kötüye kullanan kimselerdir.” diyordu.
Huzuru ve güveni sağlamaktan sorumlu olan İçişleri Bakanının bu konuşması üzerine
ortak bir toplantı yapan Türk bakanlar, Temsilciler Meclisi üyeleri ve Türk Cemaat Meclisi
İcra Heyeti Başkan ve üyeleri Yorgacis’e “Yalnız Elen Cemaatinin değil, Türk Cemaatinin de
güvenliğini sağlamakla mükellef olduğunu” hatırlatıyordu.47
25 Mart 1962’de Bayraktar Camii bombalanarak tahrip ediliyordu. EOKA’nın kuruluş
günü olan 1 Nisanda da Enosis lehine taşkınlıklar yapılırken, Cumhuriyetin Cumhurbaşkanı
44
Pierre Oberling, Kıbrıs Faciası, Çev. Fahir Armaoğlu, T.T.K. Yay. XXV. Dizi, S. 10, Ankara, 1990, s. 5.
Pierre Oberling, a.g.e, s. 5.
46
Sabahattin İsmail, a.g.e, s. 86.
47
A.g.e, s. 88.
45
Makarios EOKA Müzesi’ni açıyor ve şöyle diyordu: “Mücadelenin EOKA kampanyasının
ihtişamı Kıbrıs Rumluğu’nun milli yolunu aydınlatacaktır. Geleceğe mücahitlerimizin gözü
ile bakalım.”
Faneromeni Kilisesi’nde yapılan törende ise yapılan konuşmalarda mücadelenin
bitmediğinden söz edilerek şöyle deniyordu: “Tarihin akışı durdurulamaz. Esaretten hürriyete
giden yol çok çetindir. Fakat yine onu aştık. Hürriyetten Enosis’e giden yol ise çok kolaydır.”
deniyordu.
Çalışma bakanı EOKA’cı Tasas Papodoppulos da Lefkoşa EOKA’cılar Lokali’nin
açılış konuşmasında “Yabancı siyasi menfaatler tarafından dikte edilen ve Zürih’te yazılan bu
anlaşmalar bir durak teşkil edebilir. Fakat ne tarihi, ne mantıki ne de fiili bakımlardan bütün
Elen dünyasının malı olan Kıbrıs için bir ölçü olamazlar. Eğer müsait şartlar meydana gelir ve
vatan yine bizi mücadeleye çağırırsa aynı pazular yeni bir mücadeleyi desteklemek için hazır
bulunacak ve Makarios’un şerefli cübbesi yeni hamlelerin sancağı olacaktır. Halen kırmış
olduğumuz zincirleri alıp yeni silahlar yapacak ve bu silahlarla Kıbrıs’ı Yunanistan’dan ayıran
uçurumun üstüne bir köprü kuracağız.”
19 Temmuz 1967 tarihli Akın Gazetesi’nde yer alan bir başka haber de Rumların
cumhuriyet dönemindeki zihniyetlerini göstermesi açısından önemlidir.
Kıbrıs’ta bir teknik üniversite kurulması konusunun gündeme gelmesi ve Türklerle
Türkiye’nin bunu desteklediklerini açıklaması üzerine Sinağermos Gazetesi’ne bir demeç
veren Rum Maarif Müdürü Kleantis Georgiades, “Biz o kanaatteyiz ki Kıbrıs Rumları
Yunanistan üniversitelerine gitmekten vazgeçtikleri takdirde, Yunanistan’la olan bağlarımız
zayıflayacaktır. Hâlbuki biz bu bağları bir an bile zayıflatmayı düşünmemeliyiz.” diyor ve
üniversite kurulmasına karşı çıkıyordu.
Bu arada Amme Hizmeti Komisyonu’nun Rum başkan ve üyelerinin haksız bazı
atamalarının iptali için Dr. Küçük, Fazıl Plümer, Kamu Hizmeti Komisyonu Türk üyeleri ve
20 Türk tarafından Anayasa Mahkemesi’ne dava açılıyordu. Davada Türk üyelerin gıyabında
alınan ve 70/30 oranını bozacak olan kararların iptali isteniyordu.48
Makarios’un Kıbrıs Cumhuriyeti’ne hiçbir zaman inanmadığı Cumhuriyetin 2.
Kuruluş yıldönümünün arifesinde 15 Ağustos 1962 tarihinde Trodos’taki Cikko Manastırı’nda
Meryem Ana Yortusu nedeni ile yaptığı konuşmada bir kez daha açığa çıkmıştır.
“Mücadelemiz henüz bitmedi, mücadelenin sadece bir safhası tamamlanmış olup,
mücadele yeni bir şekilde devam etmektedir ve Kıbrıs’ın geleceğine inananlar tarafından
48
Sabahattin İsmail, a.g.e, s. 90.
devam ettirilecektir. Birinci safhada varılan neticenin nihai hedef olmadığına, fakat bir durak
ve yeni zaferler için bir başlangıç noktası teşkil ettiğine inananlar tarafından mücadele
devam ettirilecektir.”
Başpiskopos olduğu zaman ise şöyle demişti: “Kutsal yemini eder ve derim ki, milli
özgürlüğümüzün doğuşuna dek çalışacağım ve Kıbrıs’ı anamız Yunanistan’a bağlamak olan
siyasetimizden asla vazgeçmeyeceğim.”49
Hâlbuki Kıbrıs liderleri Başpiskopos Makarios ve Georges Grivas (Kıbrıs doğumlu
olup Yunan ordusunda subaydı) Kıbrıs milliyetçileri olmayıp Yunan milliyetçileri idiler ve
amaçları da, iki toplumlu bağımsız bir devlet kurmak değil, Kıbrıs Türklerine hiç yer
vermeyen Enosis (veya Yunanistan ile birleşme) ve adanın Elenleştirilmesi idi.50
Diğer yandan iki EOKA’cının ölüm yıldönümü nedeni ile bir bildiri yayınlayan ölmüş
EOKA’cıların babaları, Enosis için mücadele verilmesini isterken EOKA’cılar Cemiyeti Genel
Sekreteri de bir açıklama yaparak, “Zürih bağlarını koparmak için bir Milli Kurtuluş
Cephesi’nin kurulmasını ve Kıbrıs gemisinin Enosis limanına ulaştırılmasını” istiyordu.
Bu kışkırtıcı açıklamalar ve yoğun Enosis propagandaları sürerken 17 Eylül 1962
gecesi Türk Cemaat Meclisi Başkanı Denktaş’ın Avukat Yazıhanesi bombalanıyor ve Türk
Cemaat Meclisi üyesi Mehmetali Tremeşeli Eğlence Köyü’nde Rum polisler tarafından
yoldan çevrilerek dövülüyordu.
Cumhurbaşkanı Dr. Küçük ise her şeye rağmen cumhuriyetin yaşaması için iyi niyetini
koruyarak, Çınarlı Köyü’nde yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “Esasen kalkınmak için Türk
ve Rum köylülerinin işbirliği şarttır.”51
Ne ki Rumlar bu iyi niyete hep şiddetle yanıt veriyorlardı. Nitekim 9 Ekim tarihinde
Kıbrıs Ordusu Eğitim Merkezi’nde Rum asker ve subaylarının tahriki üzerine büyük bir kavga
çıkıyordu.
Enosis tahrikleri, 10 Ekim 1962 tarihinde Ada’ya gelen Yunan Prensesi İrini’nin gelişi
vesile edilerek büyük boyutlara ulaştırılıyordu. Rum liderliği, Prenses İrini için her yandan
düzenlediği Enosis’li karşılama törenleri ile kalmıyordu. Rum Cemaat Meclisi Başkanı Dr.
Spirdakis, beraberinde Meclis Asbaşkanı Zinon Pleridis olduğu halde İrini’ye yaptığı ziyarette
“Kıbrıs’ı nazarlarını daima Anavatan’a çeviren bir Yunan Adası” olarak vasıflandırıyor ve
şöyle diyordu:
49
Cemal Özkan, Güncel Konular, Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1986, s. 81.
Pierre Oberling, a.g.e, s. 4.
51
Pierre Oberling, a.g.e, s. 92.
50
“Kıbrıs, büyük Yunan vatanının milli ve manevi bir parçası olmaktan gurur
duymaktadır ve onun öz kızı olarak nazarlarını daima ona çevirmekten asla vazgeçmeyecektir.
Kıbrıs, yıllar süren mücadeleleri ve bilhassa son dört yıllık kahraman mücadelesi sayesinde
yabancı boyunduruğundan kurtulmuşsa da hala milli gayesinin tahakkukuna intizar
etmektedir.”52
Kıbrıs’ta 1962 yılı içinde siyasi durum böylesine karışıkken 23 Kasım 1962’de
Türkiye’yi resmen ziyaret eden Başpiskopos Makarios anlaşmaların değiştirilmesi için zemin
yoklayarak Türkiye’yi Anayasa değişikliği için iknaya çalışıyordu.
Ne var ki Türkiye tavrını açık ve net bir şekilde ortaya koyarak anlaşmaların harfiyen
tatbikinden yana olduğunu vurguluyordu.
Köy gezilerini sürdüren Dr. Fazıl Küçük, Türkiye ile aynı doğrultuda “Anayasa’nın
tatbik edilmesinin zorunlu olduğunu” söylüyordu.53 Bu gelişmeler karşısında Kıbrıs
Cumhuriyeti Anayasası’nın yürürlükte olduğundan söz etmek biraz iyimserlik olacaktı.
J. AKRİTAS - TÜRKLERİ İMHA PLANI VE 1963 YILI KANLI NOELİ
Kıbrıs Rumları, “Kıbrıs Anayasası’nı tadil” için yaptıkları müracaatın Türkiye
tarafından reddi üzerine ‘meseleyi silahla halletmek’ ve ‘Ada’daki Türk meselesini bitirmek’
için harekete geçtiler.
Muazzam çapta gizli bir operasyon başlatıldı. Geceleri silahlar ve askeri birlikler
Kıbrıs’a sevk edilirken, ‘gönüllüler’ adı altında sivil elbise giymiş askerler Kıbrıs’a gelip,
tayin edildikleri Kıbrıs Birliklerine katıldılar. Tam teçhizatlı, en az 20 bin subay ve asker
Kıbrıs’a gönderilmiştir.54
Çok önceden hazırlanmış Rum imha planı da Rum liderlerin elinde olup, onların emri
ile tatbikat mevkiine konulacaktı. Kıbrıs Türklerini imha için hazırlanan plan adını IX.
yy’larda geçen bir Bizans destanından almıştı: Akritas. Planın tatbikata konulmasında ise
EOKA liderlerinden Polikarpos Yorgacis en büyük rolü oynamıştır. Akritas adını kullanan P.
Yorgacis 1963 katliamlarının en büyük sorumlusudur.
52
a.g.e, s. 94.
a.g.e, s. 95.
54
a.g.e, s. 8-9.
53
Başpiskopos Makarios’un verdiği son demeçler Milli davanın yakın bir gelecekte
alacağı yönü gösterdi:
“Geçmişte de belirttiğimiz gibi Milli davalar bir günde halledilemez. Milli davaların
çeşitli gelişim merhalelerinin tamamlanması için belli bir zaman tahditleri koymak da
mümkün değildir. Davamız şimdiye kadar yer almış olan gelişmelerin, bu süre içinde belirmiş
şartların ve alınmış tedbirlerin ışığında, bu tedbirlerin ayarlanması ve tatbiki de göz önüne
alınarak incelenmeli ve alınacak tedbirler iç ve dıştaki politik duruma uygun olmalıdır. Bütün
bu işlem gerçekten güçtür ve birçok safhada geçilmesi şarttır; çünkü sonucu etkileyecek olan
çok ve çeşitli sebepler vardır. Herkesin, alınan tedbirlerin esaslı bir inceleme sonucu alındığını
ve gelecekte alınacak tedbirlerin temelini teşkil ettiğini bilmesi kâfidir. Ayrıca, şimdi
düşünülen bu tedbirlerin ve hakkımızın kayıtsız şartsız ve tam olarak tatbiki olan değişmez
gayemizin teşkil ettiğini de bilmek kifayet eder.
Esas gaye değişmeyip aynı kaldığına göre, incelenmesi gereken husus bu gayenin
gerçekleştirilmesi için izlenecek yol ve usuldür. Bunlar da zaruri olarak, iç ve dış taktikler
diye ikiye ayrılmalıdır, çünkü davamızın içte ve dıştaki takdimi ve yönetilmesi ayrıdır.”
Kanlı Noel olarak adlandırılan olaylar 20/21 Aralık 1963 gecesi Lefkoşa’da Kıbrıslı
Rum Polislerin içinde Türklerin bulunduğu bir otomobildeki yolcuları haksız ve sebepsiz yere
aramaya tabi tutması ve Türklerin buna rıza göstermemesi üzerine çıkan çatışmada Rum
Polislerin ateş açması üzerine biri kadın iki Türk’ün ölmesi ve dört Türk’ün yaralanmasıyla
başlamıştır.
Ertesi gün bir evvelki gecenin olaylarını protesto etmek için mektepleri önünde
toplanan Lefkoşa Türk Erkek Lisesi öğrencileri üzerine Rum Polisleri bir kez daha ateş açmış
ve iki Türk öğrencinin yaralanmalarına sebep olmuşlardır. Bu suretle Lefkoşa ve civar
köylerde meydana gelen bu ve benzer çatışmalarda 24 Aralık 1963 gününe kadar toplam 24
Kıbrıslı Türk hayatını kaybetmiş, 15’i ağır 55 kişi yaralanmıştır. Müteakip iki aylık süre
içerisinde sekiz yüzden fazla ölü ve yaralı verilmiştir. Yüz üç köy yakılıp yıkılmış yirmi bin
kişinin evi kullanılmaz duruma sokulmuştur. Bu durum 4 Mart 1964 günü Kıbrısla ilgili B.M.
Güvenlik Konseyi’nin yaptığı toplantıya ve adaya Barış Gücü askerlerinin katılışına kadar
devam etmiştir.
20 Aralık gecesi Lefkoşe’nin Tahtakale semtinde evlerine gitmekte olan bir grup
Türk’ün otomobillerine açılan ateş sonucunda Zeki Halil ve Cemaliye Emirali adlı iki Türk
şehit düştü, bir grup Türk de açılan ateş sonucunda yaralandı. 21 Aralık günü bu saldırıyı
kınamak için Lefkoşe Türk Lisesi bahçesinde toplanan Türk öğrenciler EOKA çetesi
mensupları tarafından kurşunlandı. Aynı gün Lefkoşa’daki Atatürk büstüne de saldırıldı.55 Bir
gün sonra Türkiye Büyükelçilik binası ile Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın
ikametgâhına ateş açıldı. Akritas planı artık fiilen tatbikata konulmuştu.
1963 yılı Kanlı Noel saldırılarının hedefi Lefkoşa idi. Rumlar, merkeze hâkim olmakla
bütün Kıbrıs’a hâkim olacaklarını sanıyorlardı. Bunun için de kendilerine en büyük engel
Lefkoşa’ya bağlı Küçükkaymaklı kasabası idi. 1960 nüfus sayımına göre kasabada 5.126
Türk, 1.133 Rum yaşamakta idi. Kasaba önemli bir Türk yerleşme merkezi durumundaydı.
Kasaba çevresinde 19 Aralık’tan itibaren Rum faaliyetleri gözleniyordu. Rum saldırısından
şüphelenen Türk Mücahit Teşkilatı’na mensup gençler halkı genç-ihtiyar bir saldırıya karşı
hazırlamaya çalıştılar. Rum saldırısı 22 Aralık günü başladı. Küçükkaymaklı’nın dış dünya ile
irtibatı tamamen kesilmişti.
23 Aralık’tan itibaren yeni takviye kuvvetleri alan Rum saldırganların başına EOKA’cı
katil Nikos Sampson geçmişti. Diğer yandan Ada’daki Yunan alayı da saldırganlarla birleşmiş
ve Rumlar bütün güçlerini bölgeye teksif etmişlerdi.
22 Aralık günü Makarios, Garanti anlaşmalarını tanımadığını ilan etmiş, bu Rum
saldırganlara daha da cesaret vermişti. Türk mücahitleri, 5.000 Türk’ün sorumluluğunu
üzerlerine almaları hasebiyle bölgeyi terke karar verdiler ve bunu 24 Aralık gününden itibaren
uygulamaya başladılar. 3.000 Türk Hamitköy’e gönderilirken 2.000 civarında Türk de
Lefkoşa’nın emin bölgelerine sevk edildiler.
Bu arada Rum çeteciler kadın-erkek, genç-ihtiyar demeden Türklere karşı en vahşice
saldırıyı yaparken, Türkler, Küçükkaymaklı’da bulunan Rum aileleri de kendi korumaları
altında Büyükkaymaklı’ya göndermişlerdi. Geride kalan 550 kadar yaşlı, kadın ve çocuk Türk
topluluğu Rum çetecilerce tutsak muamelesine tabi tutuldular. Bu arada seksenlik imam
Hüseyin iğneci ve yatalak 18 yaşındaki oğlu Rumlar tarafından vahşice şehit edildiler.
Bu gelişmeler üzerine Türkiye 23 Aralık 1963’te İngiltere ve Yunanistan hükümetleri
nezrinde harekete geçti. Rum saldırılarının önlenmesi için birlikte harekete geçilmesini istedi.
Türkiye’nin bu teşebbüsü üzerine, 24 Aralık 1963’te Lefkoşa’da Türkiye, Yunanistan ve
İngiltere adına bir ortak bildiri yayınlandı.
“Türkiye, İngiltere ve Yunanistan hükümetleri Garanti anlaşmasını imza eden devletler
sıfatı ile Kıbrıs hükümeti ile Türk ve Rum cemaatlerini hâlihazır karışıklıklara son vermeye
müştereken çağırırlar. Üç hükümet, bu gece ateş kesilmesi için uygun bir saatin tespitine ve
55
Aydın Olgun, Kıbrıs’ın Anatomisi, Dört Devir, Dört Lider, Ankara, 1975, s. 23; Halil Fikret Alasya, Tarihte
Kıbrıs, s. 221.
her iki cemaatten buna riayetini istemeye Kıbrıs hükümetini davet ederler. Üç hükümet ayrıca
hukuk nizamının korunması lüzumunu göz önünde tutarak bugünkü durumu doğuran
güçlüklerin halline yardım maksadıyla müştereken tavassutta bulunmayı teklif ederler.”56
Bu çağrıya rağmen çatışmalar durmadı. Rum çeteleri 24 Aralık günü Lefkoşa ve diğer
Türk bölgelerine saldırıya devam ettiler. 24 Aralık günü Kumsal bölgesine saldıran Rumlar,
Kıbrıs’taki Türk Alayı’nda doktor olarak görev yapmakta olan Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi ile
üç çocuğunu vahşice katlettiler.
Makarios’un görüşmelere yanaşmaması ve saldırıların devam etmesi üzerine Türkiye,
garantörlük hakkını tek başına kullanmaya karar verdi. 25 Aralık 1963 tarihinde Türk Alayı,
garnizonundan ayrılarak gerekli mevzilere yerleşti. Bu sırada Türk Hava Kuvvetleri’ne bağlı
savaş uçakları da Lefkoşa üzerinde ihtar uçuşlarına başladılar.
Diğer yandan, Türk toplumuna karşı acımasız bir şekilde saldırıya geçen Rum
Radyosuna cevap vermek ve Türk toplumunun moralini yükseltmek gayesi ile “Bayrak
Radyosu” faaliyete geçti.
Türkiye’nin garantörlük hakkını kullanarak tek başına harekete geçmesi üzerine
Makarios, Cumhurbaşkanı muavini Dr. Küçük ile Rauf Denktaş’ı telefonla arayarak İngiliz
Yüksek Komiserliği’nde bir toplantı yapılmasını talep etti. Bu toplantıda “Yeşil Hat”
anlaşması imzalanarak, Kıbrıs’ın taksimi fiilen gerçekleşme yoluna girmiştir. Türkiye’nin tek
başına müdahale etme kararı karşısında görüşme masasına oturan Rumlar diğer taraftan
savunmasız
Ayvasıl
Türklerini
topluca
katlederek
çukurlara
doldurmaktan
geri
durmamışlardır.57
Türkiye’nin Kıbrıs’taki duruma tek başına müdahale etmesi üzerine, 26 Aralık 1963
gecesi Lefkoşa’da İngiliz Yüksek Komiseri, Türkiye ve Yunanistan Büyükelçileri Kıbrıs
hükümetine, 26 Aralık 1963 gece yarısı, Ada’da asayişi temin için müdahaleye hazır
olduklarını açıkladılar. Ertesi gün, İngiliz General Peter Young komutasında oluşturulan üçlü
kuvvet devriye görevine fiilen başladı.
K. KIBRIS
SORUNUNUN
BİRLEŞMİŞ
MİLLETLER
GÜVENLİK
KONSEYİ’NDE GÖRÜŞÜLMESİ VE KARAR SONRASI GELİŞMELER
1.
56
57
B.M. GÜVENLİK KONSEYİ’NİN 4 MART 1964 TARİHLİ KARARI
Abdulhaluk Çay, a.g.e., s. 74-75.
Halil Fikret Alasya, “Kıbrıs’ta Kayıplar Meselesi”, Türk Kültürü, s. 309.
Akritas imha planının fiilen uygulamaya konulması ve olaylar karşısında Türkiye’nin
garantör devlet sıfatı ile müdahale haklarını kullanabileceğini ve böyle bir halde Türkiye ve
Yunanistan arasında başlayabilecek bir savaşın NATO’yu sarsacağı, ABD’nin en büyük
endişesi olmuştur.
NATO, ittifakın iki üyesi Türkiye ve Yunanistan’ın savaşmaları halinde böyle bir
karar neticesi ittifakın alabileceği yaraları, Sovyetlerin Akdeniz’de askersel veya siyasal
statüsünün güçlenebileceğini düşünmüştür. NATO bu düşünce ile sorunun kendi ölçülerince
çözümüne doğrudan yönelmek istemiştir. Bu amaçla Avrupa, NATO Müttefik Kuvvetler
Başkomutanı General Lyman L. Lemintzer, Ankara ve Atina’da temaslara girişmiştir.
“General Lemnitzer’in bu görevi mevki icabı değil, başkan Johnson’un özel temsilcisi
olarak yapmıştır, özel görevin de amacı Türk ve Yunan hükümetlerinin Kıbrıs yüzünden iyice
düşünmeden tamiri imkânsız bir çıkışta bulunmamalarını ihtar etmekti. Washington’daki kanı,
Atlantik Paktı’nın Kıbrıs meselesi nedeniyle oldukça güç durumda olduğu yolundadır...”
NATO planına göre, Amerika Kıbrıs’a 10.000 kişilik bir NATO ordusu, bunun 1.200
kişilik taburunu hemen gönderecek, ayrıca ihtiyaç halinde takviye yapabilecek, ilgili taraflar
bu kuvvetin Kıbrıs’ta üç ay kalmasını ve siyasi bir çözüm için tarafsız bir arabulucunun
seçilmesini kabul etmişlerdir.
Makarios ABD’nin bu planını derhal ve incelemeden reddetmiştir. “Cumhurbaşkanı
Makarios adaya gönderilecek herhangi bir uluslararası kuvvetin B.M. himayesi altında
olmasında her zaman direnmiştir. Makarios Birleşmiş Milletler’in varlığı sayesinde Kıbrıslı
Rumların Afrika-Asya ve Komünist blok desteğini sağlayacakları inancında idi.”58
Makarios 27.10.1964’te Yunan Savunma Bakanı şerefine verilen öğle yemeğinde şöyle
demiştir:
“Yunanistan Kıbrıs, Kıbrıs da Yunanistan olmuştur. Kıbrıs’ın baba toprakları
Yunanistan’a ilhakı için verilen Pan Helenik mücadele ve onun başarısı Yunan ihtişamı ve
zaferleri için yeni bir çağın başlangıcı olacağına inanıyoruz.”
19.08.1970 tarihinde Atina gazeteleri Elefteros Kosmos ve Simerini’ye verdiği
demeçte ise “Ben asla yeminimi bozmayacağım ve hiçbir zaman hedefimden şaşmayacağım.”
demiştir.59
58
Güner Aktuğ, a.g.e, s. 87.
Salahi Kamadan Sonyel, Türk Yunan Anlaşmazlığı, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yayınları, Ankara, 1985, s.
50-51.
59
Soruna taraf olan Türkiye ve Yunanistan’ın NATO üyesi olmalarına karşın Kıbrıs’ın
B.M üyesi olarak NATO’ya üye olmayışı Üçüncü Dünya ve diğer Varşova Paktı
ülkelerinden Kıbrıs Rumlarına koruyucu bir destek aranabilirdi. Özellikle Sovyetlerden
sağlanabilecek bir destek, Türkiye’nin lehine olabilecek bir çözüm veya statükoyu koruyucu
NATO’nun empoze edebileceği uyuşmacı girişimlere karşı bir set oluşturabilirdi.
Makarios bu düşüncelerle daha 27 Ocak 1964’te yaptığı bir radyo konuşmasında
“Tehdit ve şantajlara asla boyun eğmeyiz, biliyoruz ki yalnız değiliz. Mücadelemize diğer
kuvvetler sempati duymaktadır.” demekte ve bütün devletlerden yardım kabul edeceğini
açıklıyordu. 30 Ocak 1964 tarihinde ise Sovyet resmi haber ajansı Tass, Kıbrıs’ın ciddi bir
saldırı karşısında bulunduğunun Kıbrıs hükümetince Sovyet hükümetine bildirildiği ve
Sovyetlerin, Kıbrıslıları Kıbrıslılardan korumak bahanesiyle Kıbrıs’a sokulacak uluslararası
kuvvetlerin
sömürgeci
NATO’ya
hizmet edeceğini,
Batılıların Kıbrıs’ın
içişlerine
karışmamalarının ihtar edildiği duyuruluyordu.
Diğer taraftan Türkiye, Adada Türklere karşı yöneltilen soykırımın devam ettiğini,
Anayasal düzenin Rumların silahlı saldırısı ile Rumlar lehine değiştirildiğini ve bu durumda
müdahale hakkını kullanacağını açıklıyordu. Yunanistan ise bir Türk müdahalesi halinde buna
karşı çıkacağını belirtmekteydi.
Sorunun barışçı yollarla çözümünü sağlamak için, İngiltere ABD ile istişareden sonra
Güvenlik Konseyi’ni toplantıya çağırmıştır. Türkiye bu çağrıyı olumlu karşıladığını
açıklamıştır.
Konsey toplantılarında Rumlar Türkiye’nin müdahale hakkı olmadığını ve ZürichLondra anlaşmalarının geçerliliğini yitirdiğini iddia etmişlerdir. Türkiye ve İngiltere ise
garanti anlaşması, Zürich ve Londra anlaşmalarının geçerli anlaşmalar olduğu hususunda
ısrarlı olmuşlardır. Toplantı, konseyin almış olduğu 04 Mart 1964 tarihli kararı ile sona
ermiştir. Buna göre:
1. Bütün üye ülkelere, Birleşmiş Milletler Anlaşması gereği olan mükellefiyetleri
uyarınca hükümran Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki durumu kötüleştirecek veya uluslararası barışı
tehdit edecek, herhangi bir hareket veya tehditten kaçınmaları hususunda çağrıda bulunur.
2. Kıbrıs’ta kanun ve düzeni sağlamaktan sorumlu olan Kıbrıs hükümetine, tedhiş ve
kan dökülmesini önlemesi için gereken ek önlemleri alması için çağrıda bulunur.
3. Kıbrıs’taki toplum liderlerinden hareketlerine itidal çağrısında bulunur.
4. Kıbrıs’ta Kıbrıs hükümetinin kabulü ile bir Birleşmiş Milletler Barış Gücü
oluşturulmasını tavsiye eder. Kuvvetin kuruluşu, büyüklüğü Genel Sekreterin Kıbrıs,
Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık Hükümetleri ile yapacağı danışmalardan sonra tespit
edilecek.
Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu bu karar daha sonra alınacak bütün kararların atıf
yapıldığı bir karar olacaktır. Güvenlik
Konseyi’nin
bu
toplantısında
Rumlar,
Kıbrıs
Anlaşmalarının Birleşmiş Milletler Anlaşmalarına aykırı düştüğünü de iddia etmişlerdir.
Ancak bu iddiayı sadece Rusya ve Çekoslavakya destekledi.
Kararın 3. paragrafında Türk müdahalesini engellemek isteyen bir amaç yatar. Kararın
2. maddesi ile Güvenlik Konseyi, Kıbrıs hükümetine kanun ve düzeni sağlamak, tedhiş ve kan
dökülmesini önlemek için ek tedbir alması çağrısında bulunması bugün dahi ısrarla
sürdürülen, gerçekleri görmek istemeyen, haklı ve haksızın çıkar uğruna bir tutulduğu, hatta
haklının haksız ilan edildiği ibret verici bir yaklaşımın örneğidir.60 Kıbrıs hükümeti bir
ortaklık hükümeti idi ve bu ortaklık devletini ‘sadece Enosis söz konusu olduğu takdirde
ortadan kaldırılması’ gerektiğini söyleyen ve bunun için eyleme geçen Makarios’u ‘tedhiş ve
kan dökülmesinin önlenmesi için ek tedbir almaya’ davet etmekle, tedhiş ve kan dökenin
Rumlar olduğunu Konsey ne yazık ki görmezlikten gelmiştir. Konsey bu kararı ile Rum
tedhişçiliğini teşvik etmiştir.
Makarios’u, Kıbrıs hükümetinin meşru ve tek temsilcisi olarak kabul eden bu anlayış,
maalesef 25 yıl geçmesine rağmen değişmemiştir, kısa zamanda değişeceği de
beklenmemelidir.
2.
KONSEY’İN 4 MART 1964 TARİHLİ KARARINDAN SONRA KIBRIS’TAKİ
GELİŞMELER VE OLAYLAR
Güvenlik Konseyi’nin 4 Mart 1964 tarihli kararının alındığı Konsey toplantısı,
İngiltere’nin talebi ve ABD Başkanı ile istişare ile gerçekleşmiştir. İngiltere’nin toplantıyı
davet gerekçesi “Kıbrıs’ta güvenliğin bozulmasından ötürü ortaya çıkan acil durumu
görüşmek, çözüm getirici tedbirleri almak...” olmuştur.
Oysa Konsey güvenliği bozan ve barışı tehlikeye sokan her türlü kanunsuzluğu yapan
taraf olan kurulmuş siyasal düzeni Enosise ulaşmak için yıkan ve fiilen Rumların kontrolüne
giren bir Kıbrıs hükümetine “kanun ve düzeni sağlama, tedhiş ve kan dökülmesini önleme”
60
Güner Aktuğ, a.g.e, s. 88.
çağrısında bulunmuştur. Tedhiş ve zorbalıkla Rumların denetiminde olan bir hükümet
kendisinin bozduğu düzeni nasıl sağlayacaktı?
Güvenlik Konseyi’nin bu kararı denilebilir ki Kıbrıs’ta bütün siyasal düzenin tamamen
yıkılmasında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ayakta kalabilen temellerinin de Enosis adına tahribinde
Rumlara ileri adım atmalarında temel bir dayanak oldu.61
Konsey kararı, Kıbrıs’ta yaşanan gerçeklerle bağdaşmadığı için korunması arzulanan
barış daha da bozuldu.
Karardan üç gün önce Yunanistan Başkanı Yorgo Papandreu’ya gönderdiği 1 Mart
1964 tarihli mektup, Makarios’un “... Sizin gibi ben de Yunan ulusunun bir bütün olduğuna,
Kıbrıs’ın bu bütünün bir parçasını oluşturduğuna ve Atina’ya bir bütün olarak Helenizmin
merkezi olarak baktığına inanıyorum...”62 olarak belirttiği düşüncesi Kıbrıs’ta iki ulusal halkın
ortaklığına ve siyasal eşitliğine dayanan Cumhuriyetten Türklerin niçin dışlandığının ve
Türklere yönelen soykırım hareketinin nedenlerini ve hedefini gösteriyordu.
4 Mart 1964 tarihli B.M. Güvenlik Konseyi kararına rağmen Ada’daki durumun daha
da kötüleşmesi, Rumların tüm Kıbrıs üzerinde saldırılara devam etmesi nedeni ile Türkiye
hükümeti, Makarios’a verdiği 13 Mart 1964 tarihli bir nota ile Türklere yönelen saldırılar
durdurulmadığı takdirde müdahale hakkını kullanacağını bildirir.
Kıbrıs’taki olaylar durmuyor, Türk bölgelerine saldırılar çoğalıyordu. Makarios
İnönü’ye gönderdiği 29 Mart 1964 tarihli mektupla Türk Alayının kampına dönmesini
istiyordu. 4 Nisan 1964’te Erenköy’e ilk Rum hücumu başlatıldı, Makarios General Grivas’ın
Ada’ya getirilmesi için girişimlere devam kararı aldığını açıkladı. Öte yandan Türkiye, Cento
ve NATO nezdindeki girişimleri ile olayların durdurulmasına çalışmış, bu saldırıların
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının ihlali olduğunu, Makarios’un İttifak
Anlaşması’nın feshini tanımadığını bildirerek bu fesh kararının Kıbrıs’taki durumu daha da
kötüleştireceğini anlatmak istemiştir.
Makarios İttifak Anlaşmasını feshetmekle de yetinmedi ve bir Rum ordusu
kurulduğunu açıkladı. Rumların, Yunan subaylarının komutasında bir Rum ordusu kurmaları
ve bunu Milli Muhafız Ordusu yasası ile de yasallaştırmaları, Anayasa’nın yeni bir ihlali
anlamındaydı.
61
62
A.g.e, s. 93.
Güner Aktuğ, a.g.e, s. 94.
3.
TÜRKİYE HÜKÜMETİNİN MÜDAHALE KARARI, “JOHNSON MEKTUBU”
VE TOPLUMLARARASI GÖRÜŞMELER
21 Aralık 1963 Rum saldırıları ile başlayan olaylar, Türkiye’deki iktidar ve muhalefet
partileri tarafından yakından izlendi ve derhal gerekli cevabın verilmesi gerektiği üzerinde
hemfikir olundu. Türk hükümetleri daha saldırıların ilk günlerinden itibaren “Kıbrıs davası
millet için her evi, her insanı her gün meşgul eden, acı olduğu kadar aziz bir davadır.
Haklıyız, bu davayı haklı bir neticeye vardırmak için, kararlıyız, bu uzun sürecektir, milletten
çok fedakârlık isteyecektir, milletimiz bu fedakârlığı yapmak için kararlıdır.”63 görüşlerine
sımsıkı sarılarak mukavemet ve mücadeledeki kararlılığını göstermiştir.
Rum saldırılarının Ada’nın her tarafına yayılması nedeniyle ilk müdahale 25 Aralık
1963 günü Kıbrıs’ta görevli Türk alayının garnizonundan çıkıp Türk mahallelerini savunmak
için mevzilere girmesi ile başladı. Aynı gün beş Türk jeti Lefkoşa üzerinde ihtar uçuşu yaptı,
ihtar uçuşu Rumlar arasında korku ve büyük panik yarattı. Makarios, İnönü’ye gönderdiği 29
Mart 1964 tarihli mektubunda Türk alayının kampına dönmesini istedi.
1964 Ağustos ayında beşbin kişilik Yunan ve Kıbrıs Rum kuvveti Erenköy’e saldırıp
2.000 kadın ve çocukla yaşlı insanları yok etme planını “Küçük Asya’nın intikamı alınacak”
diyerek başlattı. Bu kahpece saldırıyı B.M. Genel Sekreteri de durduramayınca, Türk uçakları
ihtar uçuşları yapmış ve yöreyi bombalayarak saldırganları durdurmuştur.
Öte yandan Makarios, dünyaya seslenmiş ve “Türkiye Kıbrıs’taki Türkleri kurtarmak
için Ada’ya çıkacak olursa veya bu bombardımanı durduramazsa Ada’da kurtarabileceği tek
Türk bulamayacaktır.”64 demiştir.
Makarios’un, ısrarla yürüttüğü soykırım hareketi Yunanistan’da tam bir destek
görmüştür. Yunanistan bu yolda verdiği destekle kalmamış, Ada’ya bir Türk müdahalesi
halinde böyle bir çıkarmayı önlemeye yönelik savunma tedbirlerini de üstlenmiştir.
“1964 Nisanında Kıbrıs’a giderek sahillerin ve limanların zırhlı araç taşıyan gemilerin
yaklaşması ve boşaltılması için uygun olup olmadığını ve muhtemel bir düşman çıkarması
durumunda düşmanın kullanabileceği yerleri tespit etmek için emir aldım. Tespit edilmiştir ki
düşmanın Ada’ya karşı girişebileceği bir çıkarma teşebbüsü, doğacak acil ihtiyaçları
karşılamak amacıyla Yunanistan’dan Ada’ya asker ve malzeme taşıma fikrinden, mesafenin
uzak olması nedeniyle vazgeçilmelidir. Tek çözüm yolu, muhtemel bir düşman çıkarmasını
karşılamaya
63
64
yetecek
kadar
bir
kuvvetin
daha
önceden
Ada’ya
Nihat Erim, Bildiğim Gördüğüm Ölçüler İçinde Kıbrıs, s. 282.
Rauf R. Denktaş, “Küçük Asya Felaketi ve Kıbrıs”, Yeni Kıbrıs Dergisi, Ocak 1986, s. 4.
getirilip
oraya
yerleşmesidir...”65 diye başlayan Petros Arabakis bu raporunda Kıbrıs’a iki devriye botu, uzun
menzilli toplar, Erlikon ve piyade silahları, dört radar ve büyük miktarda cephane
gönderildiğini, gönderilen harp malzemelerinin çoğunun Rusya’dan satın alındığını
belirtmiştir.
“Türkiye Kıbrıs Anlaşmalarının kendisine tanıdığı haklardan ve bu anlaşmaları tatbik
edeceğinden bahsettiği vakit Yunanistan Türkiye’yi mütearruz addedeceğini söylemektedir.
Tatbikat saati geldiğinde, bunun bizim için umursanacak değeri yoktur. Ama NATO vecibeleri
ile birbirimizin yanında omuz omuza müşterek bir davayı savunmak imkânı nasıl kalacaktır?
NATO’nun bunu mütalaa etmesi lazımdır. Kıbrıs meselesi NATO’yu ilgilendirmez sözü,
bugün manasız kalmıştır. NATO taahhütlerine ve hükümlerine göre, iki müttefikin,
münasebetleri işlemez bir hale getirecek tehlikeleri NATO tetkik ve müzakere etmeye
mecburdur.”66 sözleri ile İnönü, NATO’nun Yunanistan’ın Kıbrıs’ta anlaşmaları ihlal eden
saldırgan girişimlerini önlemesinin NATO’nun taahhütlerinin ve hükümlerinin gereği
olduğunu açıklamış, NATO’yu göreve çağırmıştır.
Türkiye’nin bütün iyi niyetli girişim ve beklentilerine rağmen Kıbrıs’taki Rum
saldırılarının Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün varlığına rağmen durdurulmaması,
Makarios’un İttifak Anlaşmasını feshettiğini açıklaması üzerine Türkiye Kıbrıs’a asker
çıkarmak için Haziran 1964 tarihinde ilk ciddi girişimde bulunur, 7 Haziran 1964 tarihi
çıkarma tarihi olarak kararlaştırılır.67 Ancak 5 Haziran 1964 tarihli A.B.D. Başkanı
Johnson’nun onur kırıcı mektubu ile çıkarma kararı ertelenir. Mektup gerek yazılış tarzı
gerekse içeriği itibarıyla hayal kırıcı olduğu kadar, onur kırıcı da olmuştur.
Johnson sadece Türkiye’ye müdahale hakkı tanıyan Garanti Anlaşması’nı yorumlayış
şekli ile değil, asıl önemli olan Türk-Amerikan ve Türk-NATO ilişkilerini ortaya koyan
“Türkiye’nin girişeceği bir hareket neticesinde, ortaya çıkacak bir Sovyet müdahalesine karşı
NATO ülkelerinin Türkiye’yi savunmak mükellefiyetlerinin olup olmadığını müzakere etmek
fırsatı bulmamış oldukları...”, “askeri yardımın veriliş amaçlarından gayri gayelerle
kullanılması için A.B.D.’nin onayı gerektiği...”68 doğrultusundaki ifadeleri ile hayal kırıklığı
yaratmıştır. Truman Doktrini’nin açmış olduğu sağlam dönemi tersine çeviren bir dönüm
noktası69 olduğu kadar, Türkiye’nin artık uyanması gerektiğinin de işareti olmuştur.
65
Kemal Aşık, Rum Gizli Belgeleri, Lefkoşa, 1983, T.A.K. Yayınları I, s. 53.
Nihat Erim, a.g.e, s. 278.
67
A.g.e, s. 302.
68
Nihat Erim, a.g.e, s. 306.
69
Fahir H. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 789.
66
Batının önderi durumunda olan ve bu niteliğini kendi çıkarları gerektirince daha küçük
müttefiklerinin kulağını çekerek hatırlatan Birleşik Amerika’nın, Kıbrıs konusundaki bu
tutumu verdiği sonuçlar bakımından, kendinin ileri sürdüğü gibi tarafsızlık ya da karışmamak
değil, haksızın haklı karşısında desteklenmesi olmuştur. Bir başka deyişle Birleşik Amerika,
Kıbrıs anlaşmazlığında kendisine daha az bağımlı ve haksız olan müttefiki Yunanistan’ı,
kendisine daha sadık ve haklı olan müttefiki Türkiye’ye tercih etmiştir.70
İşin bir diğer ilginç yanı, NATO’nun geleceği açısından muhtemel bir Sovyet saldırısı
endişesini taşıyan A.B.D., Yunanistan’a benzer yükümlülüklerini hatırlatmaması, uluslararası
kuralların ve anlaşmaların Yunanistan tarafından çiğnenmesine seyirci kalmasıdır.
Dean Rusk 4 Haziran akşamı bu mektubun müsveddesini, Ankara’ya hareket etmekte
olan Dışişleri Bakan Yardımcısı George Ball’a gösterdiğinde, Türk dostu Ball, “Hayatımda
gördüğüm en kaba diplomatik notadır” demiştir.
L.
ERENKÖY SAVAŞI
3 Temmuz 1964’te Atina’ya giden Grivas Atina’daki temaslarını tamamladıktan sonra
6 Ağustos 1964 akşamı Lefkoşa’ya dönmüş ve Erenköy Savaşı başlatılmıştır. Bu saldırı
sırasında Erenköy bölgesinde bulunan bir avuç mücahit çok zor durumdaydılar. Mücahitler
arasında, saldırıdan kısa bir süre önce Ada’ya gizlice çıkan Türk Cemaat Meclis Başkanı
Denktaş da bulunmaktaydı. Mücahitlerin durumu telsizle Ankara’ya bildirilerek yardım
istendi. Bir süre sonra Türk savaş uçakları bölge üzerinde ihtar uçuşlarına başladılar. İhtar
uçuşlarına rağmen Rum saldırılarının devam etmesi üzerine Türk uçakları, Rum askeri
birliklerine karşı harekâtı başlatmış ve saldırgan Rum kuvvetleri bozguna uğratılmışlardır.
Makarios alelacele Bakanlar Kurulu’nu toplayarak yenilginin sorumlusunun Grivas
olduğunu ileri sürmüş ve Sovyetler Birliği’nden yardım istenmesini talep etmiştir.
Makarios’un yardım çağrısından sonra Sovyet Başbakanı Kruşçev, Başbakan İsmet İnönü’ye
bir mesaj göndererek, Türkiye’nin “Kıbrıs’a saldırıda bulunarak üzerine sorumluluk aldığını”
öne sürmüştür. 9 Ağustos tarihinde İnönü’ye gelen mesaj 13 Ağustos’ta cevaplandırılmış ve
cevabı mesajda, Kıbrıs Rum tarafının gayri insani ve gayri ahlaki davranışlarına dikkat
çekilerek, Sovyetler Birliği’nin bu tür hareketlerin durdurulmasına yardımcı olması
istenmiştir.”71
70
71
Mehmet Gönlübol, Olaylarla Türk Dış Politikası, s. 357.
Nihat Erim, a.g.e, s. 253.
9 Ağustos günü çarpışmaların tekrar başlaması üzerine Türk uçakları Rum
kuvvetlerine karşı tekrar saldırıya geçtiler. Türk jetlerinin müdahalesi sonucu Rumlar saldırıyı
durdurmak zorunda kaldılar.
Harekâtın tamamlanmasından sonra Erenköy sahillerine yanaşan bir Türk gemisi,
bölgedeki yaralılar ile birlikte, 1 Ağustos 1964’te, Erenköy’e gizlice çıkan Denktaş’ı
Türkiye’ye getirmiştir. Harekât sırasında uçağı düşen pilot Yüzbaşı Cengiz Topel de şehit
olmuştur.
Erenköy Savaşı’nın başlarında, “Türkiye müdahale ederse kurtaracak Türk
bulamayacaktır” diyen Makarios, Türk savaş uçaklarının iki günlük harekâtından sonra
ateşkese razı olmuştur. Erenköy Savaşı sırasında Rumlar 53 ölü, 125 yaralı verirken, Türklerin
kaybı 12 şehit, 4 kayıp ve 32 yaralı idi.
Bütün dünyaca “Kanlı Noel” diye bilinen 21 Aralık 1963 olaylarının başlaması ile
birlikte Kıbrıs Türkleri 103 köyü terk etmek zorunda kalmışlardı. Bu Türkler’in sayısı
18.667’dir. Birleşmiş Milletler aracılığı ile köylerini terk etmek zorunda kalan Türklerle ilgili
araştırmaların sonuçlarına göre, 1964 yılında Lefkoşa kazasında 39, Girne kazasında 7, Baf
kazasında 49, Larnaka kazasında 21 ve Magosa kazasında 21 köy olmak üzere 124 köy zarar
görmüş, yüzlerce Türk ölmüş, binlercesi yaralanmış veya köylerini terk etmek zorunda
kalmışlardı. 1963 yılında başlayıp 1964’te devam eden olaylarda 364 Türk şehit olmuştur.72
Erenköy çarpışmalarından sonra Kıbrıs Türklerine tam bir ekonomik abluka uygulayan
Makarios, stratejik madde olduğunu ileri sürerek çimento, demir, çivi, kereste, benzin gibi
maddelerin Türk bölgesine girişini yasaklamış, bununla da yetinmeyerek, Kıbrıs Türk
Kuvvetleri Alayı’nın değiştirilmesine engel olacağını da iddia etmişti. Ancak Türkiye’nin
Eylül ayında kuvvet kullanarak Kıbrıs Türklerinin ihtiyaç duyduğu maddeleri Ada’ya sevk
edeceğini açıklamasından sonra Makarios Türk yardım malzemesinin Türk bölgesine
ulaşmasına göz yummak zorunda kalacaktır.
1964 sonuna gelindiğinde, Makarios sadece ilk amacı gerçekleştirmiş bulunuyordu:
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yıkılması. Fakat bu da çok pahalıya mal olmuş bir zaferdi. Çünkü
Enosis’e yaklaşabilmiş değildi. Resmi kayıtlara göre, 1963-1964 katliamında 364 Kıbrıs
Türkü öldürülmüştü. Lakin ondan çok daha fazlası kayıptı ve bu kayıplardan o zamandan
sonra bir daha hiç haber alınamadı. Bunun dışında 103 köydeki 25.000 kadar Kıbrıs Türkü,
sırtlarında bir tek elbiseleri ile evlerinden kovulmuş ve Kıbrıs Türklerinin birbiri üstüne
yığılmış bulunduğu mahallelere iltica etmek zorunda kalmışlardır. Eğer Makarios, kendisinin
72
Abdulhaluk Çay, a.g.e., s. 81-82.
savunmaya yemin ettiği kanunlara göre yargılanmış olsaydı, insanları kitleler halinde
öldürmekten asılması gerekirdi.73
M.
1967-1974 ARASI GELİŞMELER
1.
GENEL
Erenköy savaşlarından sonra Yunanistan, Kıbrıs’a fiilen asker göndermeye başladı.
Öncü olarak gönderilen 5 bin kişilik Yunan kuvvetinin sayısı daha sonra yapılan takviyelerle
12 bine çıkarılacaktır.74
Diğer taraftan Kıbrıs Rum lideri Makarios da silahlanma çalışmalarını sürdürdü.
Erenköy çarpışmalarında Yunanistan’ın yeterli destek vermediğinden şikâyet eden Makarios,
Sovyetler Birliği’nden silah alınmasına ilişkin bir anlaşma imzaladı. Eylül ayının son haftası
içinde yapılan bu anlaşma ile Sovyet silahları Mısır üzerinden Kıbrıs’a getirilecektir.75
Kıbrıs meselesinin çözümü için 1965 yılı Mayıs ayında Türkiye ile Yunanistan
arasında başlayan görüşmeler, Kıbrıs’taki Rum-Yunan kuvvetlerinin 15 Kasım 1967’de
Boğaziçi ve Geçitkale köylerine saldırmasına kadar aralıklarla devam etti. Ancak Yunanistan,
Kıbrıs meselesinin Türkiye ile Yunanistan arasında yapılacak müzakerelerle değil, Birleşmiş
Milletler kanalıyla çözümlenebileceğine inanıyordu. Yunanistan, bu görüşmelerin devamını
da, yalnızca Birleşmiş Milletler arabulucusu istediği için kabul eder görünüyordu.
Diğer yandan Yunan Başbakanı Yorgo Papandreu’nun Yunanistan’daki komünistlerle
işbirliği yapması ve Yunan ordusunda geniş çaplı bir tasfiyeye girişmesi iktidarın
düşünmesine sebep oldu. 1965 Temmuzunda Papandreu, kral tarafından başbakanlıktan
azledildi. Ancak Papandreu’nun çeşitli tertipler içine girmesi Yunan ordusunun Albay
Papadopulos liderliğinde bir hükümet darbesi yapmasına sebep oldu (21 Nisan 1967). Yeni
Yunan yönetimi, yani “Albaylar Cuntası” Kıbrıs meselesini Türkiye ile Yunanistan arasında
mevcut olan diğer anlaşmazlıklarla birlikte mütalaa etmeye başladı.
Yunanistan’daki yeni idare ile ihtilaflı olan Makarios 26 Haziran 1967 günü Rum
Temsilciler Meclisi’ni toplayarak “Enosis” kararını almaya kalkışmıştı. Bununla da
yetinmeyen Kıbrıs Rum yönetimi Kıbrıs’ta görev yapmakta olan onbin civarındaki Yunan
askerinin, Rum Milli Muhafız Ordusu’na katılmasına ilişkin başka bir karar daha aldı. Rum
73
Pierre Oberling, a.g.e, s. 9.
Abdulhaluk Çay, a.g.e., s. 83.
75
Salahi Ramadan Sonyel, a.g.e, s. 50-51.
74
yönetiminin bu kararları Dr. Fazıl Küçük tarafından B.M. Genel Sekreteri U’thant nezdinde
protesto edildi.
1967 Temmuzunda Kıbrıs’ta “bir Enosis darbesi” yapılacağı söylentisi çıkması
üzerine, Türkiye sert bir biçimde Yunanistan’ı uyarmış ve Yunanistan’ın ister istemez Türkiye
ile tekrar görüşmeleri başlatmasına sebep olmuştu. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı
Süleyman Demirel ile Yunanistan Başbakanı Kollias arasında yapılan 9 Eylül Keşan ve 10
Eylül Dedeağaç görüşmeleri herhangi bir sonuç alınamadan sona ermiştir.
Diğer taraftan Ankara’da bulunan Rauf Denktaş, Ekim ayının son haftasında, Nejat
Konuk ve Erol İbrahim ile birlikte bir balıkçı gemisi ile Türkiye’den ayrılmış, Kıbrıs
karasularına girdikten sonra balıkçı gemisinin yedeğindeki sürat motoruna geçerek 30 Ekim
günü Karpas bölgesinde karaya çıkmışlardı. Ancak Rauf Denktaş ve arkadaşları karaya
çıktıktan bir müddet sonra Karpas Çayırova’da yakalanacaklardı. Rauf Denktaş’ın
yakalanmasından sonra Türkiye’nin yoğun baskısı üzerine Birleşmiş Milletler devreye girerek
“Türkiye’ye geri dönmesi” şartıyla, Denktaş’ın serbest bırakılması sağlandı. Türkiye, Rauf
Denktaş’ın iadesi için temaslarını sürdürürken Kıbrıs’taki silahlanma hazırlıklarını
tamamlayan Rum-Yunan kuvvetleri yeni bir saldırı hazırlığında idiler.
21 Aralık 1963 saldırılarından sonra varılan anlaşmaya göre, Rum askeri birliklerinin
Türklere ait bölgelerden geçmesi yasaklanmıştı. Rumlar 13-14 Kasım günleri Geçitkale ile
Boğaziçi arasındaki yoldan geçmek istediler. Türklerin bu teklifi kabul etmemesi üzerine
Rumlar 15 Kasım günü saldırıya geçtiler. Ağır silahların desteklediği rum saldırıları kısa
sürede gelişti ve Geçitkale ve Boğaziçi işgal edildi ve bu olaylar sırasında 27 Türk öldürüldü.
Geçitkale ve Boğaziçi’nin Rum-Yunan birliklerince işgal edilmesi üzerine, 15 Kasım
1967 akşamı Türkiye’de hükümet seviyesinde bir durum değerlendirmesi yapıldı. 16 Kasım
akşamı da Türkiye Büyük Millet Meclisi toplandı. Toplantıda, Anayasa’nın savaş ilanına ve
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesine ilişkin 66. maddesine dayanarak
Kıbrıs’a müdahaleyi öngören karar, meclisteki 435 üyenin 432’sinin oyu ile kabul edildi.76
TBMM’de alınan kararın akabinde İskenderun’da Türk donanması çıkarma
hazırlıklarına başladı. Diplomatik temaslarını da sürdüren Türk hükümeti, 17 Kasım günü
Yunan hükümeti ile “dost ve müttefik” hükümetlere Türkiye’nin çıkarma kararını bildirdi,
Türkiye, çıkarmanın durdurulması için “20 bin Yunan askerinin Ada’yı terk etmesi, Grivas’ın
76
Fahir H. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 799.
Kıbrıs’tan çıkarılması, can ve mal kaybı için tazminat verilmesi ve Türk bölgelerinin ihlal
edilmemesi”ni istedi.77
Ertesi günü Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri’nin alarm durumuna geçirilmesinden
sonra Türk jetleri Kıbrıs üzerinde uçmaya başladı. Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale kararının
kesinlik kazanması üzerine A.B.D. Başkanı Johnson, özel temsilcisi Cyrus Vance’i bölgeye
gönderdi. Bu arada Birleşmiş Milletler de gerginliği önlemek amacıyla harekete geçmişti.
Cyrus Vance’nin Ankara, Atina ve Lefkoşa’daki temasları sırasında Türkiye 13 maddelik
ikinci bir muhtıra verdi. Cyrus Vance aracılığı ile Yunanistan’a verilen notaya uyulmadığı
takdirde, Türkiye müdahalede bulunacaktı. Nota’da şu hükümler yer alıyordu:
1- Türkiye ve Yunanistan 16 Ağustos 1960 Lefkoşa Anlaşması gereğince, Kıbrıs’ın
muhtariyet, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığını kabul edecektir.
2- Ada’daki iki cemaatle birlikte, Türkiye ve Yunanistan’ın rızası olmadan Ada’nın
statüsünde ve 1960 Lefkoşa Anlaşması’nda hiçbir değişiklik yapılmayacaktır.
3- Taraflar, anlaşmalar dışı Kıbrıslı olmayan askeri kuvvetlerinin Kıbrıs’tan
çekilmesini kabul ederler. Çekilme azami iki ay içinde tamamlanmış olacaktır.
4- Tarafların bu hususlara uydukları, evvela Yunanistan, bilahare Türkiye tarafından
ilan olunacaktır.
5- Kıbrıslı olmayan Yunan kuvvetlerinin tahliyesine başlanması üzerine Türkiye,
buhranın giderilmesi için askerini hudutlardan çekerek, tahkimat yapmaktan imtina edecek ve
Kıbrıs’taki mücahitlerini çekmeye başlayacaktır.
6- Grivas bir daha Ada’ya dönmemek şartı ile geri çekilmiş olacaktır.
7- EOKA teşkilatı tamamen dağılacak, soydaşlarımıza karşı herhangi bir sabotaj,
yıpratma ve sindirme hareketlerinde bulunmayacaktır.
8- Anlaşmalar dışı olarak Ada’ya sokulmuş bulunan bütün silah cephane ve mühimmat
çekilecektir. Rum Milli Muhafız Teşkilatı lağvedilecektir.
9- Türkiye ve Yunanistan, Ada’da tam manasıyla pasif bir faaliyette bulunacaktır.
10- Kıbrıs’taki B.M. Barış Gücü birliklerinin sayısı arttırılacak ve Türkiye ile
Yunanistan arasındaki anlaşmaların takipçisi Birleşmiş Milletler olacaktır.
11- Boğaziçi ve Geçitkale köylerinde yapılan saldırılarda işlenen cinayetlerin hesabı
sorulacak, ölenlerin yakınlarına tazminat verilecek, hasarlar tamir olunacaktır.
77
F. Kürşat - M. H. Altan - S. Ergeli, Kıbrıs’ta Yunan Emperyalizmi, İstanbul, 1978, s. 236.
12- Kıbrıslı Türklerin Ada içinde ve Ada dışında seyahat serbestliği olacak, ticaret
serbestliği tanınacak, işleyecekleri suçlardan sadece Türk cemaatine karşı sorumlu
bulunacaklardır.
13- Mevcut buhranın giderilmesi için Yunanistan bugün kabul ettiği şartları yerine
getirmez ve zaman zaman Ada’daki Makarios idaresi Türklere yeni birtakım baskılarda
bulunursa, Türk hükümeti hiç kimseyi haberdar etmeden Kıbrıs’a fiili müdahalede bulunacak
ve istediği şartlar tahakkuk edinceye kadar, Ada’yı askeri yönden kontrol altında
bulunduracaktır.”
Türkiye’nin ileri sürdüğü bu şartları Yunanistan kabul etmek zorunda kaldı. Yunan
Dışişleri Bakanı Pipinellis 2 Aralık’ta yaptığı açıklamada, Yunanistan’ın anlaşmaların dışında
Kıbrıs’a gönderdiği bütün kuvvetleri geri çekeceğini, buna karşılık Türkiye’nin de savaş
hazırlıklarını durduracağını bildirdi. Daha sonra Kıbrıs’taki Yunan askerlerinin geri
çekilmesine başlanıldı. Yunan kuvvetlerinin geri çekilmesi 16 Ocak 1968’de tamamlanacaktır.
Aralık ayı boyunca sürdürülen çalışmalar sonunda, 29 Aralık 1967’de Geçici Türk
Yönetimi’nin kurulması kararlaştırıldı. Türkiye Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Zeki
Kuneralp ve Baş Hukuk Danışmanı Suat Bilge ile Kıbrıs Türk Toplumu’nun önde gelen
üyelerinin katıldığı toplantıda, Geçici Türk Yönetimi’nin, 1960 Anayasası’nın öngördüğü
düzen yerine gelinceye kadar görevde kalması kararlaştırıldı.
Geçici Türk Yönetimi’nin çalışma esaslarını ortaya koyan temel 19 maddenin en
önemlileri şunlardır:
Madde 1- Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 16 Ağustos 1960 Anayasası hükümleri tatbik
edilinceye kadar, Türk kesiminde yaşayan bütün Türkler Geçici Türk Yönetimi’ne
bağlanacaklardır.
Madde 2- Türk bölgelerinin yönetimi için gerekli kanunlar Temsilciler Meclisi Türk
üyeleri ve Cemaat Meclisi üyelerinden kurulu Geçici Türk Yönetimi Meclisi tarafından
yapılır. Temsilciler Meclisi Başkan vekili bu meclisin başkanıdır.
Madde 5- 16 Ağustos 1960 Anayasası’na göre vaaz edilen bütün kanunlar geçerli ve
yürürlükte sayılırlar.
Madde 7- Türk bölgelerinde yürütme görevi, Geçici Türk Yönetimi Yürütme Kurulu
tarafından ifa edilir. Bahse konu yürütme kurulu, Cumhuriyet devrinin üç bakanına (savunma,
iç ve dış münasebetler üyeliği, tarım ve tabii kaynaklar üyeliği, sağlık işleri üyeliği) ek olarak
altı yeni üyeden, 1) Eğitim-Kültür ve öğretim işleri üyesi, 2) Sosyal Yardım-Belediye-Vakıf ve
Kooperatifler üyesi, 3) Adalet İşleri üyesi, 4) Maliye ve Bütçe işleri üyesi, 5) Çalışma ve
Komünikasyon işleri üyesi, 6) İktisadi İşler üyesi teşekkül eder. Cumhurbaşkanı yardımcısı bu
kurulun başkanı, Türk Cemaat Meclisi’nin Başkanı ise bu kurulun astbaşkanıdır.
Madde 16- Geçici Türk Yönetimi’nde yargı görevi, bağımsız Türk mahkemeleri
tarafından yürütülür.
Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi, kendi emeğimiz, alın terimiz, mücadele ve direnme
fedakârlığımızın eseridir. Normal bir devleti teşkil eden yasama, yürütme ve yargı organları,
polis ve mücahit ordusu ile yönetimimiz tam yetkili bir otorite haline gelmiştir.”78
Geçici Türk Yönetimi’nin ilanı Kıbrıs Rumları tarafından büyük bir tepki ile
karşılandı. Rauf Denktaş’ın 13 Nisan 1968’de Kıbrıs’a dönmesinden sonra toplumlar
arasındaki ikili görüşmelerin tekrar başladığı görülür. Denktaş ile Klerides Beyrut’ta
görüşmeleri yeniden başlattılar. Daha sonra da 12-13 Mart’ta Türk-Yunan görüşmelerine
Atina’da devam edilmiştir. Atina görüşmelerinden sonra Ankara’da bir görüşme yapılmış, iki
taraf teknisyenlerinin 20 Mayıs’ta Viyana’da bir araya gelerek anlaşmaya varılan noktalar
hususunda rapor hazırlamalarına karar vermişlerdir.
Bu rapor Türk ve Yunan Dışişleri Bakanlarının 26 Haziran’da Londra’da yaptıkları
görüşmelerde müzakere edilerek kabul olunacak, Beyrut’ta başlayan ve üç gün süren
Denktaş-Klerides görüşmelerine de 24 Haziran’dan itibaren Birleşmiş Milletler gözetimindeki
Ledra Palas Oteli’nde devam edilecektir.
Bölgesel Otonomi esaslarına dayalı görüşmeler hiçbir sonuç alınamadan 15 Temmuz
1974 Nikos Sampson darbesine kadar devam etti. Kıbrıs’taki Makarios yönetimi ile arası
açılan Yunan Cunta idaresi, Makarios’u devirmek için hazırlıklarda bulunuyordu. Bu iş için
1972 yılında gizlice Kıbrıs’a gönderilen Grivas, Rum Milli Muhafız Ordusu ile Kıbrıs’taki
diğer silahlı grupları Makarios’a karşı organize etmeye başlattı.
1964’ten sonra Türk bölgelerine uygulanan kuşatma, Kıbrıs Türklerini kendi içine
kapanık, geceleri ve gündüzleri mevzilerde geçen, üretim yapmayan ve Türkiye’den gelen
yardımlarla geçinen bir toplum durumuna düşürmüştü.
İçte yönetimi tümü ile ele alıp yeniden organize eden Türk Mukavemet Teşkilatı,
“Genel Komite” adlı bir yürütme organı oluşturdu. Eski Bakanlar Kurulu üyelerinden oluşan
bu komite günlük zorunlu işleri yerine getiriyordu. Cemaat Meclisi ve Temsilciler Meclisi
üyeleri ise yasama işlerini yürütüyordu. Böylece Kıbrıs Türkleri kendi bağımsız devletlerine
giden yolda ilk adımı atmış oluyorlardı.
78
F. Kürşat - M. H. Altan - S. Ergeli, a.g.e, s. 240.
Türklerin toplandığı bölgelerde yavaş yavaş ayrı bir devlet örgütlenmesine gidilirken,
mahkemeler çalışıyor, binlerce göçmene barınacak konut, yiyecek, içecek, giyecek sağlanıyor,
polis ve eğitim örgütü Türk yönetimine bağlı olarak çalışmaya başlıyordu. Kısacası Türkler,
daha merkezi yönetimden dışlanır dışlanmaz kendi kendilerini yönetebilecek yetenek,
örgütlenme düzeyi, bilinç ve kapasitesinde olduklarını kanıtlamışlardır. Eğer bağımsız devlet
o günlerde dışlanmanın hemen ardından gerçekleştirilen bir olgu olsaydı, daha doğrusu oluşan
bağımsız yönetim adı konularak dünyaya o günün koşullarında ilan edilseydi, Kıbrıs
sorununun aldığı şekil çoktan değişecek ve belki de bugün tek yasal yönetim olarak Rum
yönetimini tanımayacaktı.
O günlerde Ada’ya gelen yüzlerce gazeteci ve yazarın Rumların yaptıkları saldırıları
ve katliamları anlatan objektif haber ve gözlemleri bu doğrultuda çok olumlu bir kamuoyu
yaratmıştı.
Ne var ki bu yapılamadığı gibi 4 Mart 1964 tarihinde B.M.’de alınan karara Kıbrıs
Türk liderinin tüm uyarılarına karşın Türkiye’nin de olumlu oy vermesi bugüne kadar gelen
en büyük bir haksızlığın ve yanılgının doğmasına neden olmuştur. Bu karara göre ortaklık
cumhuriyetini yıkan ve ortağını silah zoru ile yönetimden dışlayan Rum liderliği yasal Kıbrıs
hükümeti olarak tanınmış, Türkler de yasal hükümete karşı ayrılıkçı bir tavırla isyan eden
asiler durumuna düşürülmüştür.
Bugün dahi bunun cezasını çekiyoruz. 1964’ten sonra toplam 103 Türk köyü terk
edilmiş, 30.000 kişi işsiz kalmış, 150 yerleşim merkezindeki 100.000 Türk, Kızılay’ın
yiyecek yardımları ile yaşamak zorunda kalmıştı. Türkler kendi bölgelerinde egemendi ama
işgal edilen verimli arazilerini Rumlar çalıştırıyordu. Kuşatma altındaki bölgelere “stratejik
maddedir” gerekçesi ile çimento, kum, çakıl, çivi, yedek parça, radyo, telefon, kamyon,
traktör, deri, ayakkabı, kışlık ceket, eldiven, çorap, pardüse, yünlü giyecek, çanta, termos
şişeleri vb. eşyaların girmesi yasaktı.
Açıktı ki Rum yönetiminin niyeti direnişçileri kışın soğuğuna karşı dayanıksız
bırakmak, morallerini bozmak ve savunmayı çökertmekti. Bunun yanında Türklerin
kuşatıldıkları bölgelerin girişlerine konan utanç barikatları da köylerden şehirdeki hastanelere,
okullara ve yakınlarını ziyarete gelen köylüler de saatlerce ve bir işkenceye dönen insanlık
dışı yoklamalara ve hakarete maruz kalıyorlardı.
Bu yoklamalarda dövmeler, anadan doğma soymalar, barikatlardan alıp götürmeler,
yiyeceklerin dökülüp saçılması hiç eksik olmuyordu. Açlık ve yoksulluktan ve Türk bölgesine
girmesi yasaklanan ilaçların eksikliğinden dolayı göçmen kamplarında, göçmenlerin topluca
yerleştirildikleri okul ve sinemalarda salgın hastalıklar vardı. Türkiye’den gönderilen
yiyeceklerin gemilerden boşaltılması için engellemeler yapılıyor, gümrük isteniyordu.
Türkiye’nin gönderdiği 13 milyon dolar ve B.M. Göçmen fonundan alınan 2 milyon
dolar ile maaşlar ödeniyordu. Bu dönemde herkes yöneticiler dâhil olmak üzere eşit bir
şekilde 30 Kıbrıs Lirası almaktaydı. Bu dönemde Rum yönetimi Türkiye’den gelen paraların
ve uluslararası yardımların da kendilerine akması sonucu Rum yerleşim yerlerine büyük
yatırımlar yaptı. Oteller, yollar, binalar, barajlar yapıldı. Her Rum köyüne elektrik ve su
götürüldü.
Oysa aynı dönemde yüzden fazla Türk köyü ve 30 binden fazla köylü elektriksiz ve
susuzdu. Bütün bu olumsuz koşullara karşın tüm Türk kantonlarında göçmenler için kamplar
inşa edildi. Türk göçmenler 1974 Türk müdahalesine kadar bu kamplarda kaldı. Bu süre
içinde göçü teşvik eden ve göç edeceklere her türlü kolaylığı gösteren Rum liderliği
10.000’den fazla Türk’ün Avustralya, İngiltere ve Kanada’ya göçüne neden oldu.
Bu durum Birleşmiş Milletler raporlarına şöyle yansıyordu:
“Durum, Kıbrıs hükümetinin askeri bir çözüm yerine ekonomik baskılarla bir çözüm
aradığına işaret etmektedir.” (S/5950 189 nolu B.M. belgesi)79
Rum yönetiminin bu tutumu sadece Türkleri ekonomik açıdan çökertmeyi ve teslim
olmayı sağlamalarını değil, aynı zamanda iki halk arasındaki ilişkileri ve güveni kökünden
dinamitlemeyi da amaçlamaktaydı. Bu süre içinde 1965 yılında Rumlar, B.M.’nin gözü
önünde Erenköy, Lefke, Mağosa bölgeleri ile daha birçok yerde saldırılarını sürdürdü. Kutsal
yerlerden Hala Sultan Tekkesi işgal edildi ve Türklerin ziyaretine kapatıldı.
1966’da da saldırılar sürdü. Mora, Meluşa, Arçoz ve daha birçok köye saldırıldı. Bu
arada ovadaki Türk çobanlara, tarlalarındaki köylülere, evinin bahçesindeki sivil insanlara
açılan ateşlerle 10’dan fazla Türk öldürüldü veya yaralandı. Tedhiş B.M. gözetiminde
eksilmeden sürdürüldü. 1967’de daha geniş saldırılara girişen Rumlar bir yıl içinde toplam
600 olaya sebebiyet verdiler.
Bu arada 1964’ten beri Rum liderliği tarafından yurda girişi yasaklanan ve Türkiye’de
sürgünde yaşamak zorunda kalan Türk Cemaat Meclis Başkanı Rauf Denktaş, 31 Ekim
1967’de Necat Konuk ve Erol İbrahim ile birlikte kiraladıkları bir sandalla, gizlice Ada’ya
çıkmaya çalışırken, Yunan askerleri tarafından tutuklandılar. 12 gün tutuklu kaldıktan sonra
Türkiye’nin baskısı ile serbest bırakıldılar ve geri Türkiye’ye döndüler. (12 Kasım 1967)
79
Sabahattin İsmail, a.g.e, s. 352.
1967 ilkbaharı başlarında Grivas, izole halde bulunan Türk köylerine karşı saldırılara
başladı. Bu saldırılar, 14 ve 15 Kasım’da Larnaka bölgesindeki Ayios Theodoros (Boğaziçi)
ve Kophinou (Geçitkale) köylerine yapılan saldırılar ile tırmanma noktasına ulaştı. Bu iki
köyde 30’dan fazla Kıbrıs Türkü öldürüldü. Bunlar arasında yaşlı bir karı kocanın üç oğlu ile
gazyağına batırılmış bir battaniyeye sarılmış 80 yaşındaki bir ihtiyarın canlı olarak yakılması
da vardı.80
15 Kasım günü Grivas liderliğinde Rum ve Yunan birlikleri Geçitkale ve Boğaziçi
köylerine karşı saldırıya geçti. Böylece yeni bir kriz dönemine girildi. 15 Kasım günü
Geçitkale ve Boğaziçi köylerine saldıran Grivas liderliğindeki Rum ve Yunan birlikleri top ve
havan ateşi ile saatlerce köyün az sayıdaki mücahitleri ve sivil insanlar üzerine mermi
yağdırmaya başlamışlardı, iki saat süren ve zırhlı araçlarla desteklenen saldırı sırasında
çoğunluğu sivil olmak üzere 28 kişi katledildi. Yaşlı insanlar bombalarla parçalandıktan sonra
üzerlerine benzin dökülerek yakıldılar. Bu arada olaya sadece seyirci kalan ve bir kez daha
Türklerin güvenliğini sağlayamayacağı açığa çıkan B.M. Barış Gücü, Rumların engellemeleri
üzerine yaralıları bile hastanelere götüremedi. Birleşmiş Milletler askerlerinin silahları alındı
ve telefonları kesildi.
Geçitkale ve Boğaziçi köylerinin işgali sivil insanların katledilmesi, tüm köy
nüfusunun esir alınarak köyden uzaklaştırılması bir anda tüm Ada’da gerginliği arttıran bir
etken oldu. Türkiye saldırıya çok sert tepki gösterdi.
Türkiye saldırının derhal son bulmasını, işgal edilen köylerin boşaltılmasını,
köylülerin tekrar evlerine geri dönmesini istedi. Bu arada 17 Kasım’da toplanan T.B.M.M.
gerekirse Yunanistan’la savaşa dahi girilebileceği şeklinde bir karar aldı.
Hemen ardından Yunan sınırı ile İskenderun Mersin bölgelerine asker kaydırmaları
başladı. Büyük şehirlerde karartma uygulaması başladı.
A.B.D. ise geçmişte olduğu gibi yine devreye girerek müdahaleyi önlemeye çalıştı.
A.B.D., İngiltere ve Kanada ortak hareket ederek ve Kanada Dışişleri Bakanı Pearsen şifahi
önerilerde bulunur. Bu arada A.B.D. Dışişleri Bakanı Cyrus Vance ile NATO Genel Sekreteri
Manlio Brosio da arabuluculuk amacı ile mekik diplomasisine başlarlar. 24 Kasım’da
toplanan NATO Bakanlar Kurulu konuyu görüşür. Sonuçta ise Türkiye’nin müdahaleden
vazgeçmek için ileri sürdüğü koşullar kabul edilir.81
80
81
Pierre Oberling, a.g.e, s. 12.
Sabahattin İsmail, a.g.e, s. 353-354.
2.
MAKARİOS’A KARŞI YÜRÜTÜLEN İKTİDAR MÜCADELESİ
Grivas’ın artık hedefi O’na göre Enosis’e en büyük engel teşkil eden Makarios’tu.
Gerçekten de Makarios, politikasında çok büyük değişiklikler yapmıştı. Enosis’in tek başına
Rumlar veya Yunanlılar marifetiyle gerçekleşemeyeceğini Türkiye’nin bu konuda en büyük
engeli oluşturduğunu görmüştü. O’na göre mesele beynelmilel platformda destek sağlamakla
halledilebilirdi.
Diğer
yandan
Kıbrıs
Rumların
seçimle
işbaşına
getirdikleri
bir
Cumhurbaşkanı idi. Enosis’te Yunanistan’ın Kıbrıs’ta bir valisi durumuna düşmek
istemiyordu.82
Grivas EOKA tedhiş örgütünü yeni baştan organize etmeye çalıştı, böylece yeni
teşkilat EOKA-B adıyla sahneye çıkmıştı. O zamanlara kadar Makarios yanlısı bir tutum takip
eden ve hatta Aspida yeraltı teşkilatını açıklayan Nikos Sampson, Grivas’ın bu son
teşkilatlanma teşebbüsüne destek olmaya başladı.
Yunan cuntasınca desteklenen Grivasçı grup, kendi yönlerinden durumun müsait
olduğu gerekçesi ve bir oldu-bitti ile Enosis’in hemen gerçekleştirilmesini savunuyordu.
Bunun karşısında olan Makariosçular ise Enosis’in zaman aşımı içinde gerçekleştirilmesi
düşüncesindeydiler. Buna göre Enosisin bir oldu-bitti ile hemen ilan edilmesi bir Türk
müdahalesine neden olabilirdi. Bu nedenle, Türkiye’yi harekete geçirmeden zaman aşımı
içinde bu iş pekâlâ gerçekleştirilebilirdi.
Burada şuna işaret etmek istiyorum. Her iki cephenin de amacı Enosis idi.
Anlaşamadıkları tek nokta, işin zamanlaması açısından iki grup arasındaki anlaşmazlık
giderek büyümüş ve bir silahlı çatışmaya dönüşmüştür.83
Ancak mücadelenin oldukça hızlandığı bir sırada, 27 Ocak 1974 günü Grivas
Limasol’da saklı bulunduğu kuyumcu Makarios Hristodulis’in evinde öldü.84 28 Ocak’ta aynı
evin bahçesine gömüldükten sonra 1 Şubat 1974’te Grivas’in ölümü açıklandı. Grivas’ın
ölümünden sonra, EOKA-B’nin liderliğini, Grivas’ın yardımcısı Georgios Karusos üstlendi.
Grivas’la birlikte Erenköy çarpışmalarına katılan Karusos, 1971 yılında Grivas’la birlikte
gizlice Ada’ya çıkmıştı. Tedhiş hareketleri ile Enosis mücadelesinin başarıya ulaşamayacağı
düşüncesinden hareketle, ‘mücadelenin siyasi alana kaydırılması’nı savunan Karusos’a büyük
bir tepki gösteren bir grup EOKA’cı karşı harekete geçtiler. Bunun üzerine Karusos, 16 Şubat
82
Süleyman Oğuz, Kıbrıs-Ekonomik ve Sosyal Yönleriyle, 1975, İstanbul, s. 45-47.
Vehbi Zeki Serter, “Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974’te Düzenlenen Rum-Yunan Askeri Darbesi ve Mutlu Türk
Barış Harekatı’nın Başlaması (20 Temmuz 1974)”, Türk-Yunan İlişkileri Bildirileri, Üçüncü Askeri Tarih
Semineri, Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1986, s. 347.
84
F. Kürşat - M. H. Altan - S. Ergeli, Kıbrıs’ta Yunan Emperyalizmi, İstanbul, 1978, s. 247.
83
1974’te Yunanistan’a kaçmak zorunda kaldı. EOKA-B içindeki iç mücadele Makarios’a
istediği fırsatı vermişti. Makarios 25 Nisan 1974’te yayınladığı bir bildiri ile EOKA-B’yi
kanun dışı bir teşkilat olarak ilan etti.85
26 Haziran 1974’te yapılan bir açıklamada EOKA-B’nin Yunanistan’dan verilen
emirlerle yönetildiği ve Yunan milli istihbaratı ile münasebetinin bulunduğu, bundan böyle
Rum Milli Muhafız Ordusu’nun Kıbrıs Rum Yönetimi’ne bağlanacağı ilan edildi. 4 Temmuz
1974 günü Rum Temsilciler Meclisi birleşiminde konuşan Nikos Sampson, Rum Milli
Muhafız Ordusu’ndan 5 bin askerin terhis edilmesini şiddetle protesto etti.
Başpiskopos Makarios’un bu tutumu karşısında Atina için yapılacak başka bir şey
kalmamıştı. Makarios hakkındaki kararın verilmesi üzerine, Kıbrıs’taki Yunan Kara
Kuvvetleri Komutanı Yarbay Konstantinos Kobokis Atina’ya çağrıldı. Daha sonra
Yunanistan’a çağrılan Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) Komutanı General Georgis
Denissis ile RMMO Genelkurmayı’nda görevli Mihalis Georgitsis’e de, Konstantinos
Koboksi’ye emredildiği gibi “Makarios’un öldürülmesi pahasına mutlaka darbe yapılması”
emri verildi. Ayrıca darbenin 15 Temmuz sabahı yapılması da planlanmıştı.
Bu sırada Makarios, Trodos dağındaki yazlık evinde hafta tatilini geçiriyordu. Maglis
adlı bir Rum işadamı Makarios’a darbeyi haber verdi ise de Makarios hiç bir tedbire lüzum
görmemişti.
Planlandığı üzere 15 Temmuz sabahı RMMO’na ait üç tank başkanlık sarayına
saldırdı. Ancak Makarios, saraydan gizlice çıkarak Baf’a kaçtı. Bu arada Rum Milli Muhafız
Ordusu’na bağlı birlikler de Strovolo’daki Cikko Manastırı’na bağlı Medohiyon ile
Makarios’un Girne’deki yazlık sarayı Bel la Pais’e baskın yapmışlardı. Ancak Makarios
bulunamadı.
Saat 9.00’da Rum Radyosu, Lefkoşa Havaalanı ve Telekomünikasyon Merkezi’nin
işgali tamamlanmış, Rum Radyosu’ndan Yunan Milli Marşı çalınmasına başlanmış ve saat
09.10’dan itibaren de radyodan darbecilerin açıklamaları okunmaya başlanmıştı. Ancak,
darbeciler Makarios yanlısı polislerin mukavemete başlaması üzerine saat 10.00’da radyodan
“Makarios’un öldüğü, mukavemete teşebbüs edenlerin derhal öldürüleceği”ni ilan etmek
zorunda kalacaklardı.
Darbenin yapılması ve arkasından Rumlar arasında çatışmaların başlaması Kıbrıs Türk
kesiminde büyük bir telaş yaratmıştı. Türk lideri Rauf Denktaş, Bayrak Radyosu’ndan bir
85
F. Kürşat - M. H. Altan - S. Ergeli, a.g.e, s. 270.
mesaj
yayınlayarak
“darbenin
Rumlar
arasında
bir
iç
mesele
olduğu, Türkleri
ilgilendirmediği”ni vurguladı. Ayrıca Türkiye’nin müdahalesini de talep etti.86
86
Abdulhaluk Çay, a.g.e, s. 96.
İKİNCİ BÖLÜM
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI
A.
KIBRIS ADASI’NIN JEOPOLİTİK ÖNEMİ
1.
GENEL
Tarih boyunca çevre ülkelerin ve süpergüçlerin Kıbrıs ile yakından ilgilenmelerinin
başlıca nedeni Ada’nın jeostratejik önemi nedeniyle Asya, Afrika, Akdeniz ve Hint
Okyanusu’na hâkim olmak bakımından arz ettiği durumdan kaynaklanmaktadır. Nitekim
1571’de kendi topraklarının güvenliği bakımından Kıbrıs’ı fetheden Osmanlı Devleti’nin bu
toprağına daha sonraları o devirde dünyanın en büyük emperyalist gücü olan İngiltere göz
dikmiş ve Ada’yı ele geçirmek için Osmanlı Devleti’nin düştüğü güç durumdan
yararlanmasını bilmiştir.
Asya, Afrika ve Avrupa kıtaları arasında adeta bir eklem durumunda olan Akdeniz’in
doğusunda bulunan bu küçük Ada üzerinde tarih boyunca çeşitli istilaların, mücadelelerin
devam etmesinin en önde gelen nedeni, adanın jeopolitik ve jeostratejik değerinin öneminden
kaynaklanmaktadır. Kıbrıs Adası coğrafi konumu itibari ile Doğu Akdeniz’in takriben ortasına
yakın bir yerde bulunmakta ve bu konumu ile bu bölgenin kontrol altında tutulmasında etkili
olmaktadır.
Türkiye’nin güney sahilleri ve limanları, keza Suriye, İsrail, Süveyş Kanalı ve Mısır’a
uzanan bölgedeki deniz yolları, tamamıyla Ada’nın etki ve kontrol alanı içinde bulunmaktadır.
Ada Akdeniz’den gelen bütün istikametlere Ortadoğu’yu kapatmakta ve/veya açmaktadır.
Ortadoğu devletlerinin deniz yolu ile Akdeniz’den yapacakları bütün ticari faaliyetler Ada’nın
etkisi altındadır. Ortadoğu’nun zengin petrol ürünü potansiyeli göz önüne alındığında Ada’nın
önemi biraz daha artmaktadır. Bu öneme paralel olarak Süveyş Kanalı ile bağlanan dünya
deniz ticaret yolunun da Ada’nın etkisi ve kontrolünde olduğu düşünüldüğünde Kıbrıs’ın
jeostratejik önemi bir bakışta tamamıyla ortaya çıkmaktadır.
Kıbrıs’ın Süveyş Kanalı açıldıktan sonra önemi daha da artmıştır. Kıbrıs Adası
Asya’nın anahtarı durumundadır.87 Ada, Akdeniz’de işgal ettiği bu önemli yer dolayısıyla
eline geçiren devletlere pek çok avantajlar sağladığından tarih boyunca, jeostratejik
kıymetiyle doğru orantılı olarak değerlendirilmiş ve devletlerin elde etmek ve elde tutmak
87
Cemal Özkan, Güncel Konular, Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1986, s. 73.
gayretlerinin Ada üzerinde birleşmesine neden olmuş, bu böylece doğu ile batı politikalarının
zaman zaman müdahalelerine neden teşkil etmiştir.
Kıbrıs Adası dünyanın en zengin petrol rezervlerine sahip olan Ortadoğu üzerinde
kontrol kurmaya ve bu bölgeye el atmaya imkân veren Doğu Akdeniz’deki konumu ile
jeostratejik önemini devam ettirmektedir. Kıbrıs, uygun deniz ve hava üssü karakteri ile Doğu
Akdeniz’de deniz ve hava üstünlüğü kurmak isteyen güçler için bulunmaz bir uçak gemisi
özelliğine sahiptir.
Makedonyalı Büyük İskender bu konuda şunları söylemiştir: “Kıbrıs elimizde
bulunduğu takdirde denizde mutlak hâkim biz olacağız ve Mısır üzerine kolay iniş yapmak
için yol açılmış olacaktır.” Adada deniz ve hava üslerine sahip olan güçler Ortadoğu’da ortaya
çıkabilecek durumlara süratle müdahale etme imkânına sahip olurlar. Bu nedenle 1960’ta
Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına rağmen İngilizler Ada’dan tamamen
çekilmemiş, Ağrotur ve Dîkelya’yı egemen İngiliz usûlleri bölgesi olarak muhafaza
etmişlerdir.
Ada’nın konumu aynı zamanda Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’e yönelik etkin bir
elektronik istihbarat ve elektronik harp merkezi olmaya imkân vermektedir. İngiltere’nin
Ada’da kontrolünde bulundurduğu Dikelya ve Ağrotur üsleri bölgesindeki elektronik
tesisleriyle bütün Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’i kontrol ettiği de bilinen bir gerçektir.
2.
KIBRIS’IN TÜRKİYE İÇİN JEOSTRATEJİK ÖNEMİ
Kıbrıs Adası Türk milli güvenliğini sağlama bakımından çok büyük değer ve önem
taşımaktadır. Kıbrıs Adası Türkiye’nin güney limanlarına hâkim bir konumdadır. Ada’nın
düşman elinde bulunup bulunmaması Anadolu için bir ölüm kalım sorunudur. Kıbrıs’ın
Türklerin her zaman denetiminde olması ve Ada’daki askeri durumun bir dost devletin
egemenliği altında olması şarttır.88
Türkiye’nin Akdeniz’e açılan bütün kapılarını kapamaktadır. İskenderun Körfezi ile
Mersin Limanı’nın emniyeti Kıbrıs Adası ile sağlanır veya tehdit edilir. Kıbrıs Adası’nın
yabancı bir devletin elinde bulunması, güneyden Anadolu’nun emniyetini tehlikeye sokar.
Özellikle Yunan kuşatma çemberinin tamamlanmasına neden olur. O kadar ki, Batı
Anadolu’ya bir çıkarma halinde Kıbrıs’tan İskenderun ve Mersin bölgelerine yapılacak bir
88
Camp, Bell Mc. Kinnom; Turkey and Greece, 1968, s.I 17.
Yunan hareketi, Türk ordusunun gerisine çeşitli yönlerden etkili olur. Bu nedenle Türkiye’yi
güney bölgelerinde büyük birlikler bulundurmak zorunda bırakır.
Yunanistan bilhassa son yıllarda kendisi için tehlikenin kuzeyden değil Türkiye’den
geldiğini ileri sürerek “Yeni Savunma Stratejisini uygulamaya koymuş ve savunma sistemini
buna göre değiştirme gayreti içine girmiştir... Bundan ötürü eski NATO Genel Sekreteri
Joseph Luns’un da dediği gibi “Yunanistan bu kompleksinden kurtulamadığı sürece,
tehlikenin doğudan geldiğini söylemeye devam edecektir.”89
Kıbrıs adasının Türkiye’nin elinde veya kontrolünde bulunması Doğu Akdeniz ve
hatta dolaylı olarak tüm Akdeniz denizyollarının kontrolünde Türkiye’yi söz sahibi yapar.
Ortadoğu’ya yapılacak müdahalelerde Kıbrıs bir üs olarak kullanılabilir. Kıbrıs’ın
Yunanistan’ın eline ve/veya kontrolüne geçmesi halinde Ege Adaları ile birlikte Akdeniz’de
Türkiye’yi tecrit eden halka tamamlanmış olur.
Kıbrıs adasının Türkiye’nin elinde ve/veya kontrolünde olması halinde Türkiye’nin
Ortadoğu ve Afrika ile olan deniz ticaret yolları emniyet altında bulundurulur ve bölgede
nüfusumuzun devamı sağlanmış olur. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu Kıbrıs’ı elinde
bulundurduğu müddetçe bu hususu sağlamış; ancak 1878’de Ada’yı İngiltere’ye devrettikten
sonra Doğu Akdeniz’deki üstünlüğünü yitirmiştir.
Kıbrıs’ın düşman bir devlet elinde bulunması Türkiye’nin derinliklerine tesir
edebilecek hava ve deniz üssü olarak kullanılmasına imkân verir. Türkiye’nin
Doğu
Akdeniz’de etkinliğinin ve egemenliğinin devamı ancak Kıbrıs adasının elde ve / veya kontrol
altında bulundurulması ile sağlanabilir. Genel bir harp vukuunda, müttefik yardımlarının
denizden emniyetle Türkiye limanlarına gelmesi Kıbrıs’ın elimizde ve/veya kontrolümüzde
bulunması ile sağlanabilir.
Kıbrıs’ın Türkiye için jeostratejik önemini Atatürk şöyle vurgulamıştır: Güneyde
askeri bir tatbikatı izleyen Atatürk etrafında bulunan subaylara “Türkiye’nin yeniden işgal
edildiğini ve Türk kuvvetlerinin sadece bu bölgede mukavemet ettiğini farz edelim. İkmal
yollarımız ve imkânlarımız nerededir?” sorusunu sorar. Subaylar birçok görüş ve düşünceleri
ileri sürerler. Atatürk hepsini sabırla dinler. Sonra elini haritaya uzatır ve Kıbrıs’ı işaret ederek
“Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır.
Kıbrıs’a dikkat ediniz; bu ada bizim için çok önemlidir.” der.
89
Cemal Özkan, Güncel Konular, Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1986, s. 52.
Kıbrıs’ın jeostratejik önemi çok iyi bilinmektedir ki adada 1955’lerden beri devam
eden bugünkü sorun Kıbrıs’taki bir avuç Türk’ün sorunu olmaktan çıkmış ve 60 milyonluk
Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli sorunlarından biri haline gelmiştir.
3.
KIBRIS’IN YUNANİSTAN İÇİN JEOSTRATEJİK ÖNEMİ
Kıbrıs Adası, coğrafi konum itibarıyla Yunanistan için kendi ülkesinin güvenliği
açısından öneme haiz değildir. Yunanistan’a saldırmak isteyecek bir devletin Kıbrıs’a sahip
olması ve Kıbrıs’ı harekât üssü olarak kullanmasının Ada’nın uzaklığından dolayı hiçbir
yararı yoktur.90 Yunanistan’ın Kıbrıs’la olan ilgisi kendi güvenliğini sağlamaktan ziyade
Ada’daki Rumlarla milli değerler bakımından bağlantısı ve adanın “Megali Idea” ülküsü
çerçevesinde yayılmacılık emellerinin hedeflerinden birisi olması dolayısıyladır.
Yunanistan’ın Ege’de olsun, Kıbrıs’ta olsun veya uluslararası girişimlerde olsun,
büyük ölçüde tek taraflı emrivakiler ve ‘de facto’ durumlar yaratarak bugüne kadar “Megali
Idea” politikasını bilinçli ve başarılı olarak uygulama imkânı bulduğu tarihsel bir gerçektir.91
Kıbrıs’ın M.Ö. 337-107 yılları arasında Makedonya istilası hariç tarihin hiçbir devrinde
Yunanlıların olmadığı, tarihi bir gerçektir. Bu gerçeği 1907 yılında Winston Churchill,
“Adanın Yunanistan ile tarihi ve coğrafi münasebetleri olduğu iddiası, hayal mahsulüdür.”
demek suretiyle açıkça ifade etmiştir. 1878 yılında Osmanlı Devleti tarafından adanın geçici
olarak egemenliği Osmanlı Devleti’nde saklı kalmak koşulu ile İngilizlere verilmesinden
sonra, Türklerin birçoğunun Anadolu’ya göç etmesi sonucu Türk çoğunluğu azalarak yerini
Rumlara terk etmiştir. İngilizlerin Adaya gelmesinden itibaren Rumlar Yunanistan’ın desteği
ile “Megali Idea” hedeflerinden birisi olan Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı (Enosis) yönünde
çalışmışlardır. 1964 yılında o dönemin Yunanistan başbakanı Papandreu Selanik
Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada “Kıbrıs doğuya doğru Büyük İskender’in yolunu
takip edecek ve Helenizm’in doğu istikametindeki merkezi olacak” demek suretiyle RumYunan ikilisinin emellerini açıkça ortaya koymuştur.
Adanın Yunanistan’ın eline geçmesi halinde Yunanistan’a sağlayacağı faydaları şöyle
özetleyebiliriz:
(a) Yunanistan’ın Megola-idea’sının gerçekleşmesi için önemli bir adım atılmış olur.
(b) Yunanistan bu suretle ebedi düşman olarak belirlediği Türkiye’yi batı ve güneyden
kuşatma imkânı elde eder ve Türkiye’yi tehdit altında bulundurur.
90
91
Camp, Bell Mc. Kinnom; a.g.e, s.I 19.
Cemal Özkan, a.g.e, s. 53.
(c) Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki üstünlüğünü ve kontrolünü ortadan kaldırır ve
müttefik yardımlarını sekteye uğratır.
(d) Yunanistan’ın Anadolu’nun güney sahillerine yöneltebileceği taarruzi bir harekât
için yığınak bölgesi veya üs teşkil eder.
(e) Yunanistan, adada üslendirebileceği uçak ve füzelerle Anadolu’nun özellikle
Mersin Limanı ve İskenderun Körfezini etki altına almış olur.
(f) Yunanistan, Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki deniz ve hava yollarını kontrol altında
bulundurmasından istifade ederek Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da her bakımdan söz sahibi bir
ülke haline gelir.
(g) Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı gelecekte çıkması muhtemel bir Türk-Yunan harbinde
Yunanistan’a çok büyük askeri ve ekonomik avantajlar sağlar. Megali Idea doğrultusunda Batı
Anadolu’ya yapılabilecek bir Yunan çıkarması halinde, Kıbrıs Yunanistan’ın elinde bulunduğu
takdirde buradan İskenderun ve Mersin bölgelerine yapılacak bir çıkarma harekâtı ile Yunan
orduları batı cephesindeki Türk ordularının gerisine müessir olur.
(h) Ege Adaları’nın Akdeniz’i ve Karadeniz’i bir diğerine karşı kapatmasıyla elde
ettiği politik üstünlük, Kıbrıs elinde olduğu takdirde daha da artacaktır. Bu durum
Yunanistan’ı Akdeniz, Ortadoğu ve Süveyş’i kontrol eden stratejik noktalara sahip bir ülke
haline getirecektir.
4.
KIBRIS’IN BATI İÇİN JEOSTRATEJİK ÖNEMİ
XX. yüzyılın sonlarına doğru yaklaşırken tüm dünyada köklü değişiklikler meydana
gelmektedir. Sosyalist blokta meydana gelen önceden tahmin edilmesi güç olan bu değişmeler
sonucu tüm Doğu Avrupa ülkelerinde komünist rejimler yıkılmış, demokrasi yolunda
gelişmeler başlamış, Varşova Paktı dağılmış, Akka imzalanmış, Avrupa ve Asya’da birçok
bağımsız devlet kurulmuştur. Böylece, Avrupa’nın bölünmüşlüğü sona ermiş, Doğu-Batı
ilişkilerinde yüzyılımızın en iyi durumuna gelinmiş ve Soğuk Savaş’ın ve nükleer dehşet
dengesinin yerine belirsizlik ve istikrarsızlıklar ortamı içerisinde sürdürülen demokratikleşme,
insan hakları, işbirliği ve diyalog faaliyetleri artmıştır. Soğuk Savaş koşullarının kaybolması
ve A.B.D. ile eski Sovyetler Birliği arasındaki rekabet ve çatışma ortamının bu şekilde son
bulması ile birlikte batı ülkelerinde yeni değerlendirmeler yapılmaya başlanmıştır. Bunlara
göre Türkiye’ye batı stratejisi çerçevesinde ağırlık kazandıran temel unsur A.B.D.’nin
Sovyetler Birliği’ni “Çevreleme” stratejisi içindeki önemli yeri idi. Eski Sovyetler Birliği’nin
ideolojik tehdidi tamamen, askeri tehdit ise kısmen son bulduğuna göre Türkiye’nin
jeostratejik değerinde ciddi bir azalmanın olduğu düşünülüyordu. Körfez Savaşı bunun böyle
olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Türkiye’nin coğrafyası Batı için öneminin hiçbir zaman
azalmamasını dikte ettirmektedir.
Sovyet İmparatorluğu’nun ortadan kalkmasıyla dünya dengeleri değişmiş, süper güç
olarak A.B.D. tek başına kalmıştır. Değişen dünya dengeleri içerisinde konum ve jeostratejik
önemi itibarıyla Türkiye bazı iddiaların aksine hem NATO hem de dünya siyaseti içerisindeki
önemini yitirmemiş, tam aksine bu değişimler Türkiye’yi Ortadoğu, Balkanlar ve Orta Asya
ekseninde kilit ülke durumuna getirmiştir.
Rus Ordusu, halen A.B.D.’den sonra dünyanın en güçlü ordusu olma sıfatını muhafaza
etmektedir. Bu ordu Rusya federasyonunun kontrolünde büyük konvansiyonel ve nükleer
güçlerden müteşekkil bir tehdit olarak ortada durmaktadır. Her ne kadar Varşova Paktı’nın
dağılmış olması merkezi Avrupa’ya olan tehdidi büyük ölçüde azaltmışsa da diğer bölgeler
için aynı şeyi kesin olarak söylemek mümkün görünmemektedir.
Rusya federasyonunun yanı sıra Kafkasya bölgesinde ABD ve NATO’nun önemli
gayret ve faaliyetleri bulunmaktadır. ABD’nin Kafkaslar’da Rusya Federasyonunun önünü
tıkama çabaları bir gerçektir.
B.D.T.’de halen büyük bir belirsizlik ve istikrarsızlık hüküm sürmektedir.
Belirsizliklerin ne zaman, nerede, hangi şartlar altında ve hangi sonuçlarla ortaya çıkacağı
tahmin edilememektedir. Bu dev gücün büyük bir ölçüde belirsizlik ve istikrarsızlık içinde
olması, bunların yaratacağı sonuçların dev gibi olacağı düşünülmekte ve tedbirli olmak
zorunluluğunu yaratmaktadır.
Eski Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’daki temel ulusal çıkarının, gerek petrol
zenginliği, gerekse stratejik konumu dolayısıyla önem kazanan Ortadoğu’da mümkün olduğu
kadar geniş bir nüfuz sağlamak, en azından A.B.D.’nin kendisini çevreleme politikasına karşı,
bu çemberi kıracak bazı halkaları kontrolünde bulundurmak ve bu suretle bir yandan kendi
güvenliğini güneyden kontrol altına alırken, diğer yandan da tarihi emeli olan “Sıcak
Denizlere İnme”yi dolaylı yollardan gerçekleştirmek şeklinde özetlenebilir. B.D.T.’nin de
aynı temel ulusal çıkarı devam ettirmeye çalışacağı değerlendirilmelidir.
Batının özellikle A.B.D.’nin Akdeniz’de ve Ortadoğu’daki nüfuz üstünlüğünü
B.D.T.’ye
kaptırmamak
için
politikalar
üreteceği
ve
faaliyetlerini
yönlendireceği
beklenmektedir.
Kıbrıs’ın batı blokunun kontrolünde olması batıya aşağıdaki avantajları sağlar:
(a) Bölgeler arası yapılacak stratejik madde ikmalini deniz ve kara yolu ile
kolaylaştırır ve emniyete alır.
(b) Mütecavize en yakın mesafeden mukabil darbenin vurulmasında deniz, hava ve
füze üssü olabilir.
(c) İskenderun-Erzurum-Tiflis istikametinde veya Süveyş’e Suriye, Lübnan üzerinden
girişilebilecek bir harekâtta bir yığınak bölgesi olabilir.
(d) Doğu Akdeniz’deki tarafsız ülkeler üzerinde kuvvet gösterisi ve baskı yapma
imkânları bahşeder.
(e) İcabında Anadolu’dan yapılacak tahliyeyi kolaylaştırır.
(f) Doğu Akdeniz’de deniz ve hava üstünlüğünün kazanılmasını kolaylaştırır.
(g) Elektronik dinleme, yönetme ve haberleşme yönünden önemli bir üs teşkil eder.
(h) B.D.T.’nin Süveyş Kanalı istikametinde denizlerden ve Basra Körfezi
istikametinde karadan ve havadan yapacağı harekâtın, denizden ve havadan alınacak karşı
tedbirlerle yanına tesir eder ve onu tedbir almaya zorlar.
(i) Doğu Akdeniz’de de etkili bir denizaltı harekâtına imkân sağlar.
(j) Türkiye’yi güneyden tehdit eder, tecrit eder veya destekler.
(k) Ortadoğu ülkeleri üzerinde, kontrol kurmayı ve petrol bölgelerine el atmayı
kolaylaştırır.
(l) Tarafları kuvvet ayırmaya zorlar.
Yukarıda sıralanan hususlar nedeni ile batı ve özellikle A.B.D.’nin gayesi, Kıbrıs
Adası’nın güvenilir müttefik ülke veya ülkelerin kontrolünde bulunması, herhangi bir şekilde
adayı doğunun nüfuzu altına sokabilecek gelişmelere müsaade edilmemesidir. A.B.D. çeşitli
verilerle zaman zaman Ortadoğu’ya yönelik olarak icra ettiği deniz ve hava harekâtında
rahatlıkla kullanabildiği İngiliz üslerini adada herhangi bir tehdide maruz kalmadan aynen
muhafazası A.B.D. için Kıbrıs’taki vazgeçilmez asgari şarttır.
Batının ihtiyaç duyduğu petrolün bir kısmı Ortadoğu’dan İskenderun Körfezi’ne boru
hatları ile akıtılmaktaydı. Dünyadaki son gelişmelerden sonra bağımsızlıklarını yeni ilan eden
Azerbaycan ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin sahip olduğu petrolün de boru hatları ile
Akdeniz’e akıtılması önem kazanmıştır. Bu yönden Türkiye ile Azerbaycan arasında Mart
1993’te ilk anlaşmalar yapılmış, Bakü- Ceyhan petrol boru hattı tesis edilmiş bu da Kıbrıs
adasının Türkiye için önemini daha da artırmıştır.
Kıbrıs üzerinde Türk-Yunan çatışmaları, bu iki devletin batıdaki dost ve
müttefiklerinin güdeceği politikaları güçlendirmektedir. Batının ada üzerindeki jeopolitik ve
stratejik avantajları, adanın Türkiye veya Yunanistan kontrolünde bulunmasından bugün için
zarar görmez. Batının menfaatleri, adanın iki müttefikinden birinin elinde bulunması ile de
olumsuz etkilenmez. Ancak, Ada’nın Türkiye’ye rağmen her yönüyle daha zayıf olan
Yunanistan’ın elinde veya güdümünde bulunması, Batı’nın daha çok işine gelir.
5.
SONUÇ
Kıbrıs adası coğrafi mevkii olarak Doğu Akdeniz’in merkezi bir yerinde bulunmakta
ve bu konumu ile bölgeyi kontrol altında tutmakta etkili olmaktadır. Bütün hâkimiyet
teorilerinin içinde yer alan jeopolitik değerler noktası olarak ortaya çıkan Kıbrıs’ın ihtiva
ettiği stratejik bir hedef yoktur. Ada bütünüyle stratejik bir hedeftir. Jeostratejik önemi kontrol
ettiği stratejik hedeflerden ileri gelmektedir.
Kıbrıs Adasının jeopolitik ve jeostratejik değeri, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’in kontrol
edilmesinde oynadığı rolden ileri gelmektedir. Adanın stratejik değeri özellikle deniz ticaret
yolları ile başlıca hava yollarından biri üzerinde bulunması ile artmakta ve doğu ile batı arası
menfaat çatışmalarına sahne olmaktadır. Ada, bütün Ortadoğu ülkelerini kontrol eden
“Batmayan bir uçak gemisi” durumundadır.
Kıbrıs, jeostratejik bakımdan Doğu Akdeniz’de eski çağlardan beri büyük önem
taşımıştır. Doğu’ya ilerlemek isteyen Batı, adayı sürekli bir “Atlama Taşı” gibi kullanmış,
Batıya yönelen Doğu ise gerisinde bir çıbanbaşı bırakmak istemiştir.
Ortadoğu zengin petrol kaynakları ile dünyanın en hassas politik bölgelerinden birini
teşkil etmektedir. Bu bölgenin kalbi İskenderun-Basra-Süveyş üçgenidir. Kıbrıs coğrafi mevki
itibarıyla bu üçgenin iki köşesi olan İskenderun ve Süveyş’i kontrol altında bulundurmaktadır.
Ortadoğu hâkimiyetini kurmak iddiasında olan devletler için Kıbrıs, Ortadoğu’nun anahtarıdır
denebilir.
Kıbrıs Adası Doğu Akdeniz’in kontrolünde önemli bir yer tutmaktadır. Akdeniz’de
üstünlük kuran güçler Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri üzerinde de nüfuz sahibi
olmuşlardır. Osmanlı Devleti Kıbrıs’ı kaybettikten sonra Doğu Akdeniz’den silinmiş ve Doğu
Akdeniz ülkeleri üzerinde denge sağlayan nüfuzunu kaybetmiştir. İngiltere ise Doğu
Akdeniz’deki üstünlüğünü ancak Kıbrıs’ı ele geçirmekle kabul ettirmiş, Süveyş ve Ortadoğu
politik gelişmelerini kendi çıkarları istikametinde yöneltme imkânı bulmuştur.
II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Akdeniz’in kontrolünü elinde bulunduran
İngiltere ve NATO İttifakı çerçevesinde bu rolü tedricen A.B.D.’ye bırakmıştır. NATO
stratejisi açısından da Sovyet yayılmasının önlenmesi için Ortadoğu ve Akdeniz’in
savunulması önem kazanmıştır.
Türkiye için Kıbrıs’ın jeostratejik önemi her şeyden önce Türkiye’nin güneyinin
güvenliği ile ilgilidir. Türkiye’nin güneyden coğrafi güvenliği adanın düşman bir devletin
eline geçmesi halinde tehlikeye düşer. Yunanistan eline geçmesi halinde Ege adaları ile
birlikte Türkiye’yi Akdeniz’de tecrit eden halka tamamlanmış olur.
Atatürk, güneydeki bir tatbikat sırasında “Efendiler Kıbrıs düşman elinde bulunduğu
sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz bu ada bizim için çok
önemlidir.” diyerek adanın Türkiye için önemini ifade etmiştir. Hiç şüphesiz Kıbrıs’ın Türkiye
için diğer bir önemi de adada yaşayan Türk halkının güvenliğinin sağlamasıdır. Bu
sorumluluk 1960 Garanti Anlaşması’nın Türkiye’ye yüklediği ahdi bir yükümlülük olup bu
yükümlülüğü yerine getirmek Türkiye’nin bölgede ve dünyada itibarı ile de ilgilidir.
Türkiye Azerbaycan ile yaptığı anlaşma ile Azerbaycan petrollerinin İskenderun
Körfezi’ne boru hatları ile akıtılmasını başlatılmıştır. Bu boru hattı ile Orta Asya Türk
Cumhuriyetleri petrollerinin de dünyaya açılmasında Türkiye’nin Akdeniz limanlarının
kullanılması mümkün olabilecektir. Bu durumda Türkiye’ nin Akdeniz limanlarının
emniyetini sağlayan Kıbrıs’ın önemi çok daha fazla artmış olacaktır. Adanın düşman bir
devlet eline geçmemesi ve tamamının Türk kontrolünde bulunması hayati önem arz
etmektedir.
Kıbrıs Adası’nın coğrafi konum itibarı ile Yunanistan için kendi ülkesinin güvenliği
bakımından da hiçbir önemi yoktur. Yunanistan’ın Kıbrıs’la olan ilgisi kendi güvenliğini
sağlamaktan ziyade adada kendi ırkından saydığı Rumlarla birleşmek ve adayı Enosis yoluyla
kendi anavatanına katmak istemesindendir. Enosis, Yunanistan’ın Megalo İdea olarak
isimlendirilen ve kurulmasından beri Türkiye aleyhine yürüttüğü yayılmacılık politikasının bir
parçasını oluşturmaktadır. Megalo İdea doğrultusunda Türkiye’nin zayıf düşürülerek bu
hülyanın parça parça gerçekleştirilmesi önem kazanmaktadır. Kıbrıs’ın Yunanistan’ın eline
geçmesi ile Türkiye kuşatılır ve stratejik üstünlük sağlanır. Adanın Yunanistan’ın eline
geçmesi halinde Ege’den sonra Akdeniz’de de avantajlı duruma gelecek olan Yunanistan
bütün Ege ve Akdeniz kıyılarımızı gözetleme, deniz ulaştırmasına daha yakından müessir
olabilme ve adada kuracağı hava üstünlüğü ile şimdiye kadar ulaşamadığı bölgelerimize
havadan taarruz etmek imkân ve kabiliyetine kavuşmuş olur.
Sonuç olarak;
Değişen dünya dengeleri içinde Türkiye’nin jeostratejik önemi artmaktadır ve bu
önem içerisinde Türkiye’nin Akdeniz limanları da değer kazanmaktadır. Türkiye’nin
güneyden emniyetini sağlayan Kıbrıs’ın jeostratejik önemi artmıştır ve artmaya devam
etmektedir. Hem Türkiye’nin güney emniyetinin sağlanması, hem de Kıbrıs’ta yaşayan Türk
toplumunun güvenliğinin sağlanabilmesi için Kıbrıs’ın düşman bir devlet eline geçmesi
mutlaka önlenmelidir. Bu bakımdan Kıbrıs sorununun çözülmesi yönünde yapılan baskılara
her ne pahasına olursa olsun göğüs gerilmelidir. Bulunabilecek bir çözüm şeklinde sadece
Kuzey Kıbrıs’ın yarı bağımsız veye tam bağımsız olması yeterli görülmemelidir. Türkiye’nin
menfaatleri Kıbrıs’ın tamamının güvenlik
altında bulundurulmasını gerektirmektedir.,
Kıbrıs’ın tamamının statüsünde söz sahibi olunarak, Kıbrıs’ın güneyinin düşmanca emeller
için kullanılmasına mutlaka engel olunmalıdır.Türkiye’nin garantörlük hakkından ve Kıbrıs’ta
olumsuz yöndeki gelişmeleri önleyecek ve/veya caydıracak silahlı güç bulundurmaktan asla
vazgeçilmemelidir.
B.
YUNANİSTAN’IN KIBRIS POLİTİKASI
Barış harekâtına değin geçen süreçte Rumların silahlanması, Türkleri öldürmelerinin
gerçek nedenlerini görmek için Yunanistan’ın Kıbrıs politikasına ana hatları ile de olsa
bakmak gerekmektedir. Çünkü 20 Temmuz 1974 harekâtını hazırlayan olayların yaratıcısı ve
tasarlayıcısı Yunanistan’daki Cunta olmuştur. Kıbrıs’ta yaptırılan darbenin amacı hem
ülkedeki iç yönetimsel başarısızlığı örtmek hem de Etniki Eterya’nın tarihsel amacını bir an
önce gerçekleştirmektir.
Yunanistan’ın Kıbrıs konusundaki politikası Etniki Eterya kapsamındadır. Daha önce
belirttiğimiz gibi Enosis aslında büyük ilke olan “Megali ldea”nın bir parçasıdır. Megali İdea;
yalnızca bağımsız bir Yunan devletinin kurulması değil, antik Yunanistan’ı ve Bizans’ı
diriltmek hevesi ile Osmanlı topraklarında yayılmacı bir görüşün savunucusu olmuştur.
Kıbrıs’ın karşımıza çözülmez bir sorun olarak çıkışının önemli bir etkeni olan
Yunanistan’ın yayılmacılık isteklerinin ne denli yersiz, anlamsız ve haksız92 olduğunu görmek
için Türk Kurtuluş Savaşı’na bakmak gerekiyor. Bilindiği gibi, ilk Anti-Emperyalist savaşı
veren Türkiye sınırlarını Edirne ve Kars’ta tutmuştur. Türk Ordusu o günün koşullarında
Makedonya’ya da gidebilirdi ama gitmedi. Çünkü kendi topraklarını yabancı egemenliğinden
kurtarmak için savaşmakla; yayılmacılık amacıyla savaşmak arasında uzlaşmaz çelişki vardır.
Yunanistan’ın Kıbrıs politikası bu uzlaşmaz çelişkinin göz ardı edilmesiyle biçimlenmiştir.
Geleneksel dış politikaları Etniki Eterya programında belirlenmiştir ve bu programda da
Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılması belirlenen ilkeler arasındadır.
92
Yunanistan’ın Kıbrıs politikası, Yunan Pan Helenizminin bir parçası ve uzantısıdır.
Zaman zaman, Yunanistan’ın Kıbrıs politikası Kıbrıs-Rum yönetiminin politikası ile çatışsa
da, amaç her ikisi içinde Enosis ve Enosise varmak için Kıbrıs’ı tam bağımsız devlet
durumuna getirmektir.93
Kıbrıs bağımsız “yapay bir devlet” olarak yaratıldıktan sonra üçlü garanti altına
alınarak gerektiğinde yasal bir müdahalenin yolu açılmıştır. Yunanistan hep bu müdahale
hakkının kaldırılması için savaşım verdi ve Kıbrıs’ın bağımsız devlet olduğunu öne sürdü.
Halbuki tarihsel gelişim sürecine baktığımızda Türkiye’nin bu yasal hakkı olmasaydı,
Yunanistan’ın anında Kıbrıs’ı alacağını görüyoruz.
Daha önceki tarihlere gitmeden Yunan politikacılarının ve devlet yöneticilerinin bazı
demeçlerine göz atmak, Yunan politikasını belirtmek için yeterli olacaktır.
Kıbrıs konusunda Yunan politikasının da çizdiği zikzakları belirtmek bakımından
Yunan Dışişleri Bakanı Palamas’ın 23 Ocak 1964’te Cumhuriyet’e verdiği demece kısaca
değinmekte yarar var. Palamas’a göre: “Yunanistan için Enosis söz konusu değildir. Kıbrıs
problemi Kıbrıslılarındır. Bırakalım onlar aralarında çözüm bulsun, haklı ve haksız yanları
tartışılsın. Biz Türk-Yunan ilişkilerine bakalım, halkları fazla tahrik etmek müessif olaylara
yol açar. Kıbrıs probleminin Birleşmiş Milletler’e götürülmesinde Yunanistan ve Kıbrıs’ın
yararı yoktur. Bu iş Birleşmiş Milletler’e gitmeden hallolunacaktır.”94
Palamas’ın bu demecinden iki gün sonra 25 Ocak 1964’te EOKA, Türkleri öldürmek
amacıyla eyleme geçiyordu. Daha önce anlatılan soykırım olaylarının yoğun yaşandığı 1964
yılının ortalarında Yunan Başbakanı G. Papandreu seçim konuşmalarında Makarios’un Kıbrıs
tezinin savunuculuğunu yapmıştır. Üstelik bu dönem Türk-Yunan dostluğu adına parlak
söylevlerin yapıldığı dönemdir.
Nisan 1964 ortalarında, Papandreu’nun Kıbrıs konusunda Yunan politikasını açıklayan
on maddelik bildirisi Türk-Yunan dostluğunun bunalıma girdiğini gösteren en açık bir kanıttır.
Bildiriye göre:95
1. Yunan hükümeti, Helenizmin Kıbrıs’taki halk mücadelesini kayıtsız olarak
destekler.
2. Yunan Hükümetinin politikası şudur: Barış fakat taarruz halinde savunma.
93
94
95
3. Zürih ve Londra Anlaşmalarının tatbik edilmediği ortaya çıkmıştır. Bu anlaşmalar,
durumu bir çıkmaza sürüklemiştir. Milletlerarası askeri kuvvetlerin ve yeni bir siyasi çözüm
aramakla görevli arabulucunun Kıbrıs’ta bulunmasının sebebi budur.
4. Makarios’un ittifak anlaşmasını feshetmesi, gerçek durumu doğrulayan bir olaydır.
5. Milletlerarası askeri kuvvete itimadımız tamdır ve Ada’daki Yunan Birliğini,
milletlerarası kuvvet komutanının emrine vermeyi gönül rızasıyla kabul etmiş bulunuyoruz.
6. Kıbrıs’taki arabulucunun görevi, Kıbrıs Devleti için yeni bir siyasi çözüm yolu
aramaktır. Arabulucunun görevini başarıya ulaştırması için kendisine iyi niyetle yardıma
hazırız.
7. Kanımıza göre, Kıbrıs meselesi için uygulanması mümkün bir tek çözüm şekli
vardır: Milletlerarası adalet ve gerçek demokrasi ilkelerinin Kıbrıs’ta uygulanması. Yüzde
yirmi oranında küçük bir azınlığın, yüzde seksen oranındaki büyük çoğunluğa iradesini kabul
ettirmesi, çağımızın anlayışına aykırı düşmektedir. Bu demokrasi değil, fetihtir ve bir başka
çağa aittir. Papandreu’ya göre, gerçek bir demokrasi için tek çözüm yolu, çoğunluğun yönetim
haklarının tam anlamıyla korunması ve azınlığı denetleme haklarının teminat altına
alınmasıyla mümkündür. Papandreu, bugünkü durumda Türk azınlık haklarının Birleşmiş
Milletler aracılığı ile garanti altına alınmasının mümkün olduğu görüşündedir.
8. Tek çözüm yolu, Kıbrıs halkına egemenlik haklarını tam manası ile kullanarak
geleceği hakkında karar verme imkânı sağlayacak tam ve kayıtsız bağımsızlıktır.
9. Arabulucunun Birleşmiş Milletler Anayasası ilkelerine uygun bir çözüm bulma
çabaları sonuç vermezse, mesele Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na getirilecektir.
10. En büyük arzumuz, komşumuz Türkiye ile mükemmel münasebetlerin idamesini
sağlamaktır, iki büyük lider Venizelos ve Atatürk tarafından kurulan dostluğun dayanağı
karşılıklı yüksek menfaatler olmuştur. Bu yüksek menfaatler halen mevcuttur.
Papandreu’ya bu bildirinin yayınlanması ile ilgili olarak, tam bağımsızlık deyiminin
kendi kaderini bizzat tayin hakkını kapsayıp kapsamadığı sorulmuş, Papandreu verdiği
cevapta, “Evet kendi kaderini kendi tayin siyasi bir sistem değil, bağımsız bir devlete ait olan
bir haktır.” demiştir.
1964 yılının Mayıs ayında, Alman Spiegel Dergisi’ne verdiği bir demeçte “Bağımsız
bir devlet olarak Kıbrıs’ın bir gün Akdeniz’in Küba’sı, yani komünistler için sıçrama tahtası
olabileceği korkusuna Enosis son verecektir.” demiştir. Enosis sonunda Kıbrıs’ın
otomatikman NATO üyesi olacağını da belirterek Kıbrıs’ın İsviçre’deki kantonal sistem gibi
taksim fikrini reddetmiş, bunun bir iç savaşa yol açacağını iddia etmiştir.96
Görüldüğü gibi Yunanistan Enosis’i bağımsızlığa giden yol olarak benimsetmek
istemektedir.
Halbuki Enosis, Etniki Eterya programına göre, Kıbrıs’ın Yunanistan’a
katılması anlamındadır.
Kıbrıs’taki
Türklerin
öldürülmelerinin
doruğa
tırmandırıldığı
1967
yılında,
Yunanistan’da 21 Nisan 1967’de Faşist Cunta ihtilal yaparak yönetime gelmişti. Acaba bu
dönemde Yunanistan’ın Kıbrıs’a bakışı değişti mi? Mayıs sonlarında, Lefkoşa’da yayınlanan
Patris Gazetesi, Atina muhabirine atfen verdiği bir haberde, Yunan askeri hükümetinin Kıbrıs
konusunda görüşünü şöyle özetledi:
1. Yunan hükümeti çözüm yolu olarak sadece Enosis’i görmektedir.
2. Enosis barışçı yollarla aranacaktır. Kraliyet Konseyinin kararına göre ikili
görüşmelere devam edilecektir.
3. Türkiye’ye ne Kıbrıs’ta ne de Yunanistan’da toprak tavizi verilmeyecektir.
Federasyon veya taksimi öngörecek direkt veya endirekt bir idare şekli kabul edilmeyecektir.
4. Kıbrıs Türkleri’nin azınlık hakları garanti altına alınacaktır.
5. İngiltere ve A.B.D. gibi ülkelere herhangi bir üs verilmesi düşünülmemektedir.
6. Herhangi bir çözümün Yunanistan tarafından kabul edilmesi Kıbrıslı Rumlarca
onaylanması gerekmektedir.
C.
15 TEMMUZ DARBESİNİ MÜTEAKİP TÜRKİYE’DEKİ GELİŞMELER
15 Temmuz 1974 sabahı dünya ajansları önemli bir haber geçmiştir. Uzun süredir
beklenen olay gerçekleşmiş; Makarios Yunan Cuntasının Kıbrıs’taki subayları tarafından
devrilmişti. Bu haber Ankara’da hiç de sürprizle karşılanmadı. Çünkü uzun süredir gelişmeler
yakından izleniyordu. Eski bir EOKA’cı olan Nikos Sampson’un başkanlığında 15 Temmuz
1974 Pazartesi sabahı Kıbrıs’ta “Elen Cumhuriyeti” ilan edilmiştir. Başbakan Ecevit, o sabah
Afyon’a, Nihat Erim hükümetinin, Amerika baskısı ile kabul ettiği afyon ekimi yasağını
kaldırdığını müjdelemeye gidiyordu.Ama Ecevit’in asıl vermek istediği mesaj dünya
kamuoyuna yönelikti. Türkiye’de artık her şeyden önce, ittifaklardan da önce milli çıkarlarını
96
düşünen bir hükümet iş başındaydı. Bu sırada, Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs Yunan Dairesi
Başkanı Ecmel Barutçu, Başbakana Kıbrıs’taki darbeyi havaalanında iletti.
Ecevit Afyon’da bu münasebetle (Kıbrıs’taki 15 Temmuz darbesi) bir demeç vermiştir:
“Şu anda, Afyon’un şu meydanından ve Atatürk’ün anısı olan şu doğal anıtın eşiğinde
(Ecevit’in arkasında Yunanlıların yenilgisini gösteren kocaman bir tunç anıt yükselmekte idi)
bütün dünyaya, yakın uzak komşularımıza şunu söylüyorum:
Kimse Kıbrıs’taki kargaşalığı fırsat bilerek, Türklerin haklarına dokunmaya
kalkışmasın.
Hiçbir oldu-bittiyi
kabul etmeyiz. Türklerin haklarına el
sürmeyiz,
97
sürdürmeyiz.”
Ecevit, Başbakan yardımcısı Erbakan’a bakanları toplayıp durumu izlemelerini,
kendisinin erken döneceğini söyledi ve altı saat sonra da Ecevit Ankara’ya döndü.98
Darbeciler Makarios’u ellerinden kaçırdıktan sonra hemen yeni bir Cumhurbaşkanı
aramaya başladılar. İlk önce Yüksek Mahkeme Başkanı Triandafülidi’yi Cumhurbaşkanlığına
getirmek istediler. Fakat o ada dışında olduğu için iş adamı Zino Severi’yi önerdiler. Ancak o
da bu öneriyi kabul etmedi. Bunun üzerine tedhişçi Nikos Sampson’da karar kılındı.99
Bu arada Kıbrıs’ta Rauf Denktaş bir taraftan Ankara’ya müdahalenin artık mutlaka
yapılması lazım geldiğini, Ada’daki yeni durumun kökleşmesinin Türkiye ve Kıbrıs
Türklüğünün aleyhine olacağı mesajını verirken, bir taraftan da Kıbrıs Türkünü gereksizce
telaşlandırmamak ve Rumları yanıltmak için Bayrak Radyosundan darbenin Rumların bir iç
işi olduğunu ve Türkleri ilgilendirmediğini söylüyordu.
Ankara’da son haberler değerlendirildi. Milli Güvenlik Kurulu toplandı. Ecevit, parti
liderlerini toplayarak durumu açıkladı. Liderler toplandıktan sonra, Bakanlar Kurulu yeniden
toplandı ve Başbakan dünya kamuoyuna Türkiye’nin görüşünü açıkladı: “Bu bir Yunan
müdahalesidir. Ada’daki anayasal düzen yıkılmış, gayrimeşru bir askeri yönetim kurulmuştur.
Türkiye bunu anlaşmaların ve garantilerin ihlali saymaktadır.” Öte yandan Genelkurmay
Başkanı Orgeneral Sancar, sakin bir tavırla, “Ada’da böyle bir olayı bekliyorduk” diyordu.
Atina susuyor, buna karşılık İngiltere ve A.B.D.’nin büyükelçileri derhal Türkiye’ye
hareket ediyorlardı. Hükümet nasıl davranacağının işaretini vermişti. Silahlı Kuvvetler alarma
geçiriliyor, Kıbrıs’taki Türk Alayı da teyakkuz haline getiriliyordu. Hükümetin görüşü daha o
gün İngiltere ve A.B.D.’nin Ankara Maslahatgüzarlarına Dışişleri yetkilileri tarafından
97
98
99
bildirilmiş, bunun Ada’da fiili bir Yunan müdahalesinden başka bir şey olmadığını,
Türkiye’nin bunu kabul etmeyeceğini kesinlikle açıklamıştı.
Bakanlar Kurulunun üçüncü toplantısı sabaha kadar sürdü. Tüm kamuoyu ve basın
kararı
bekliyordu.
Darbe
haberi
alındığında
bunun
ne
anlama
geldiğini
doğru
değerlendirmekte zaman yitirilmedi, güçlük çekilmedi.100 Başbakan aynı gün, Milli Güvenlik
Kurulu toplantısında yaptığı konuşmada “Sampson Darbesinin Türkiye’nin güvenliği
yönünden önemi üzerinde durdu. Ege’deki durum ortadaydı. Birkaç yıl sonra, hatta resmi
seçim ile Kıbrıs’ta Enosis’in ilanı son derece basit bir olaydı. Böylece, Akdeniz’de
Türkiye’nin sıcak karnında bir Yunan adası ve bir Yunan üssü doğacaktı. Orta ve Güneydoğu
Anadolu Yunan uçaklarının menziline girecekti. Şimdi tepki gösterilmediği takdirde Kıbrıs
ileride Türkiye için büyük bir tehlike olabilecekti.”101 Bir başka temel kaygı konusu da Türk
toplumuna karşı cankırıma girişilmesiydi. Sampson belki hemen yapmayacak, bir süre
bekleyecektir; ancak biz bu durumu önlemezsek, birkaç gün sonra her şey yatışınca sözle bu
saldırıları durduramayacak, geç kalmış olacaktık.102
Kıbrıs’a müdahale o gece kararlaştırıldı. Daha önceden hazırlanmış olan planlar
yeniden gözden geçirildi. 1967’den sonra değişen ve gelişen duruma göre yeni plan
hazırlandı. Ancak, harekât için gerekli olan hazırlanma süresine değin, gerekli siyasi
gelişmelerle zaman kazanılmasına çalışılacaktı. O gece çıkarmanın 20 Temmuz 1974 sabahı
yapılmasına karar verilmişti.
Garantör devlet olması nedeni ile İngiltere ile görüşme isteğinde bulunuldu ve salıyı
çarşambaya bağlayan gece Türk Başbakanı Londra’ya gitme hazırlığına girişti. 17 Temmuz’da
Londra’ya gidildi. Yapılan görüşmelerde olumlu sonuç alınamadı. Başbakan Ecevit müdahale
konusunda kararlı olduğumuzu kesin dille açıkladı. İngilizler Makarios’un yeniden Ada’ya
dönerek yönetimin başına geçmesini istiyorlardı. NATO çevreleri de aynı görüşü
paylaşıyorlardı.
D.
TÜRKİYE’NİN
KARARLILIĞI
VE
A.B.D.’NİN
MÜDAHALEYİ
ENGELLEME ÇABALARI
Toplanan Milli Güvenlik Kurulunda, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Başbakan
Bülent Ecevit, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar, Bakanlar ve Kuvvet
100
101
102
Komutanları bulunuyordu. Son gelişmeler ışığında bir durum değerlendirilmesi yapıldı.
Türkiye’nin müdahale hakkı doğmuştu ve bu hak kullanılacaktı.
Geçmişte çıkarma girişimlerimizin sonuçlarını, daha doğrusu denizden geriye
dönüşleri yapmış olan Komutanlar “Yine aynı olaylar mı olacak?” diye soruyorlardı.
Başbakan kendilerine güvence verdi ve hazırlıklara başlandı. Milli Güvenlik Kurulu toplantısı
gece yarısı sona eriyordu. Genelkurmay Başkanı Sancar kararlılığımızı vurguluyordu:
“Türkiye bütün kuruluşlarıyla herhangi bir (emrivakii) oldubittiyi önlemeye hazırdır.
Biz silahlı kuvvetler olarak hazırız. Ne emredilirse onu yapacağız.”
Soykırımla karşı karşıya bulunan Kıbrıs Türkü için geriye sayım başlamıştı...
Askeri darbelerin ardından gelişmeler çok dikkatli izlenemez; çünkü olaylar çok ani
olarak ortaya çıkar ve gelişir. Buna karşılık politik gelişmeler daha önceden izlenmeye
başlanır; çeşitli olasılıklar düşünülerek varsayımlar yürütülür. Ancak gerekli ve sağlıklı
kararlar zamanında verilirse başarı kazanılır. Tüm bunlara karşın, 15 Temmuz darbesinin
ardından, Türkiye gelişmeleri olabildiğince dikkatle izlemeye başlamıştı. Son derece kaygı
verici boyutlara ulaşan öldürme olayları karşısında askeri harekâta karar verildi.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 20 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs Adasına karşı giriştiği,
Garanti Anlaşması’ndan kaynaklanan yasal hakkını kullandığı Barış Harekâtının nedeni,
Yunanistan’ın Megali İdea olarak adlandırdığı Büyük Yunanistan ülküsünü gerçekleştirmek
ereğiyle Kıbrıs Adasının Yunanistan’a bağlamasını, diğer bir ifadeyle Enosis girişimlerini
önlemektir.
Yunanistan bu amaç doğrultusunda Kıbrıs’a gizlice asker yığması, Kıbrıs Milli
Muhafız Ordusu arasında EOKA-B örgütü ile terör eylemine girişmesi, Türk toplumunu
eritme politikası ve sonunda 15 Temmuz darbesiyle Kıbrıs’ı Yunanistan’ın Askeri Cunta
yönetimine bağlama girişimi, Türkiye’yi garantör devletlerden birisi olarak tek başına adaya
askeri müdahale yapmaya zorunlu bırakmıştır. Türkiye çeşitli diplomatik girişimlerde
bulunmuş, ancak olumlu ve müdahaleyi engellemesini gerektirecek karşılık görememiştir.
Fakat bu sefer, İngiltere Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Sir Alec Douglas-Home’ın
söylediği gibi; “Tahrikler tahammül sınırını aşmıştı.” Aynı duygular 1988 Nisanında, Yunan
Denizişleri Bakanı Evangelos Laonnopoulos tarafından da ifade edilmiştir.
Atina’da günlük olarak yayınlanan Eleftherotipia gazetesinde Iaonnopoulos şu soruyu
sordu: “Makarios’u devirdikten, Kıbrıs Rumlarını ve Kıbrıs Türklerini katliama başladıktan
ve Sampson diye bir meczubu Kıbrıs hükümetinin başına getirdikten sonra, Türkiye’den
hiçbir tepki beklememek nasıl mümkün olabilirdi?”103
A.B.D. Kıbrıs’taki darbenin ardından olası bir Türk müdahalesini önlemek için yoğun
çaba harcadı. Amerika Dışişleri Bakanlığı “Türkiye’nin Kıbrıs’ı istila yönünde bir girişime
karşı uyarıldığını” söylemiştir.
Dışişleri sözcüsü Anderson “Biz, nereden gelirse gelsin, bir askeri müdahaleye
karşıyız. Çabalarımızı bir diplomatik çözüm üzerinde yoğunlaştırıyoruz. Ve bu yol henüz
tükenmiş değildir... Amacımız Türkiye ile Yunanistan arasında bir savaşı önlemektir. Joseph
Sisco’nun görevi, taraflar arasında herkesçe kabul edilecek bir çözüm yolu bulunmasını teşvik
etmektir ve ılımlı davranış göstermeleri için herkese çağrıda bulunuyoruz.”104
Örneğin hemen hemen aynı tarihlerde Washington’a çağırılan George Papandreu’ya
ABD Başkanı Johnson; iki müttefikin çatışması ile karşı karşıya kaldıklarını ve bu konuda
taraf tutamayacaklarını belirterek, Türkiye’yi bir kere daha silaha başvurmaktan
alıkoyamayacaklarını ve bunu birçok defalar yaptıklarını belirtmiştir.105
Dışişleri Bakan Yardımcısı Dr. Joseph Sisco’yu Ankara ve Atina’ya gönderdi. Sisco
devreye girişini ve A.B.D. müdahale girişimlerini şöyle anlatıyor:
“Kıbrıs krizi, Yunanistan’daki Albaylar Cuntasının Lefkoşa’da bir darbe yaparak
demokratik hükümeti devirmesiyle başladı. Makarios Ada’dan kaçmıştı. Ada’nın yürürlükteki
statüsündeki tek taraftı bir değişiklik ise garantör devletlere gerektiğinde askeri müdahale
olanağı tanıyordu. Yunan Cuntasının Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği darbe ise adanın yürürlükteki
statüsünde tek yanlı bir tasarruf olarak değerlendirilebilecek nitelikteydi. Buraya kadar olan
endişe vericiydi, ama bizi asıl endişelendiren Türkiye’nin bu hareket karşısında
yapabileceklerinin
boyutuydu.
Kıbrıs’taki
darbenin
daha
ilk
saatlerinde
Dışişleri
Bakanlığı’ndaki ve Pentagon’daki toplantılarımızda başlıca gündem maddesi darbenin
yapılmış olması değil, Türkiye’nin müdahalesinin nasıl önlenebileceğiydi.
Daha önceki müdahalede Johnson Mektubunun bir zamanlar sonuç almış olduğunu
tabii ki unutamazdık... Türkiye’ye 20 Temmuz sabahı geldiğimde Nixon’dan Korutürk’e (Fahri
Korutürk dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı) bir mektup getirmiştim. Hatırladığım kadarıyla
Nixon mektupta Türkiye’nin askeri müdahalede bulunmamasını istiyordu. Aksi takdirde
A.B.D.’nin Türkiye’ye yardımı keseceğini belirtiyordu. Mektubun üslubu ciddi, açık ve
direktti. Ama tehditkar değildi.”
103
104
105
Sisco, hem Kıbrıs’a Türk müdahalesini hem de olası bir Türk-Yunan savaşını
önlemeye çalıştı. Ancak Yunan Cuntası Ecevit’in önerilerini kabul etmeyince Kıbrıs’a
müdahale kaçınılmaz oldu.
Sisco 15 Temmuz darbesini ve müteakip gelişmeleri şöyle değerlendiriyordu:
“Biz bir savaşı durdurmaya çalışıyorduk, onlar fiili durumdan olabildiğince
yararlanmaya, gündelik kazançlar peşinde koşmaya bakıyorlardı. Nitekim sonuç olarak
Kıbrıs’ın yarısını kaybettiler.”106
Gerçekte Kıbrıs Barış Harekâtının müsebbibi Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimidir.
Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974 Darbesi olmasaydı Barış Harekâtından bahsetmek mümkün
olmayacaktı.
Harekâtın ilk günü A.B.D. Dışişleri Bakanı Kissinger Türk Başbakanı Bülent Ecevit’i
16 kez telefonla arayarak gelişmeleri yakinen takip etmiştir. A.B.D. Dışişleri Bakan
Yardımcısı Sisco Atina’yı ziyaret etmeye müteakip 19 Temmuz 1974 günü Ankara’ya
gelmiştir. Türk Başbakan ve diğer önde gelen yetkililerle yapılan temas bir sonuç vermemiş,
harekâtın engellenmesi mümkün olmamıştır.
E.
KIBRIS’A ÇIKARMA YAPILMADAN ÖNCE YAPILAN HAZIRLIKLAR
1.
BİRLİKLERCE YAPILAN HAZIRLIKLAR
17 Temmuz 1974 günü yapılan MGK toplantısında harekâtın yapılacağı gün
kesinleşmişti. Bu toplantıda Başbakan Bülent Ecevit her üç kuvvet komutanına da “Ayın
20sine hazır mısınız?” diye sordu. Hava K.K. ve Deniz K.K. hazır olduklarını Kara K.K. ise
20 gün zamana ihtiyaçları olduğunu söyledi. Başbakan bu zamanı veremeyeceklerini, acele
etmeleri gerektiğini söyledi. Yapılan tartışmalar sonucu harekât günü olarak 20 Temmuz 1974
tarihi belirlendi.
II. Taktik Hava Kuvvet Komutanı Tümgeneral Hulusi Kaymaklı tatili yarıda kesilerek
Ankara’ya getirildi; durum anlatıldı. MGK toplantısında, havacıların 18 Temmuz 1974 günü
Adana’da Müşterek Harekât Merkezinde olmaları kararlaştırıldı. Tümgeneral Kaymaklı ve
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Eşref Akıncı bir C-47 nakliye uçağı ile 18 Temmuz
1974 tarihinde Adana’ya (İncirlik) indiler. İntikal edecek birlik komutanları da İncirlik’e
çağrıldı.
106
Kıbrıs’ta bulunan piyade alayında temmuz ayı içerisinde haftada bir gün (perşembe)
istihbarat toplantısı yapılmaktaydı. Bu toplantılarda son gelişen siyasi olaylar ve artan
gerginlik hakkında bilgi verilirdi. Bu toplantıların sonunda yapılan değerlendirmelerde bir
savaşın olmasının uzak bir ihtimal olduğu kanısına varılırdı. Genel kanı, savaşı gerektirecek
bir olay olsa bile Türk ve Yunan hükümetleri arasında notalar gidip gelir ve bir savaşın
çıkmasına izin verilmez doğrultusundaydı.
Kıbrıs Rum bölgesinde darbe olduğu öğrenilince Türk alayında gerginlik arttı,
tedirginlik başladı. Haberin alınmasıyla birlikte hemen mevziler işgal edildi.
Bekleme dönemi başladı. Bölük komutanları, Türk Barış Kuvvetlerinin bir harekât
yapacağını 19 Temmuz 1974 günü akşamı saat 21.30 sularında, takım komutanları da 24.00
sularında öğrendiler. Takım komutanları 19 Temmuz’la 20 Temmuz arasında boş durmamış,
Barış Gücünden gizleyerek, çevreden buldukları malzemelerle mevzileri sağlamlaştırdılar. 20
Temmuz 1974 sabahı üçlü (deniz-hava-kara işbirliği) bir harekâtın başlayacağı ve radyoların
açık bırakılması emredildi. Görev ve sorumlulukları ne olursa olsun özellikle hava indirme
sahası savunulacaktı.
1974 yılında 2. Ordu Komutanı olan Orgeneral Suat Aktulga’nın emrinde bulunan
birlikler şunlardı: Kıbrıs Barış Kuvvetleri, Komando Tugayı, Paraşüt Tugayı ve savaş
durumunda 28. Tümen de emrine girecekti. Orgeneral Aktulga harekât emrini aldıktan sonra,
yapılan hazırlıkları şöyle anlatıyor:107
“Muhabere Alayı Konya’daydı, oradan Adana’ya 48 saatte gelebilecek ve gerekli
şebekeyi kurarak deniz-hava ve Kıbrıs’la irtibat sağlayacaktı.
Hemen hazırlıklara giriştik. Kara Kuvvetleri Komutanlığı emrindeki 72 helikopter 2.
Ordu Komutanı emrinde Ovacık’ta konuşlandırıldı. 19 Temmuz sabahına kadar helikopter
Alayının tüm personeli Ovacık’ta toplanmıştı. Diyarbakır’daki Kolordu da iki günde
Adana’ya geldi. Hava 2. Taktik Komutanı Tümgeneral Hulusi Kaymaklı da orada konuşlandı.
19 Temmuz 1974 sabahı bütün birlikler bindirilmiş olarak harekâta hazır durumdaydı.”
16 Temmuz sabahı 39. Tümen harekete geçti. İlk olarak SO. Piyade Alay Muharebe
Grubu Kıbrıs’a çıkacaktı. 15-19 Temmuz günleri Mersin, Adana, İskenderun, Osmaniye ve
Maraş yolları birlikler tarafından doldurulmuştu. Birlikler gece ve gündüz, uyku uyumadan
yürüyüş ve yükleme yapıyorlardı. 16 Temmuz öğleden sonra Adana Kolordu Karargâhının
Komutan odasında bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya başkanlık eden K.K.K. Orgeneral Eşref
Akıncı,
107
çıkarma
gününün
20
Temmuz
olduğunu
açıkladı.
Kuvvet
Komutanının
konuşmasından kesinlikle çıkarmanın yapılacağı anlaşılmakla birlikte yine 1964 ve 1967’deki
gibi geri dönüş yapılacağı gibi düşüncelerde dolaşıyordu belleklerde...
O
tarihlerde
de
gerekli
olduğu
halde
yapılamayan
çıkarmalar
şimdi
gerçekleştirilecekti. Ama yine de 39. Tümen’in Kıbrıs’a çıkarma yapacağına kesin gözle
bakılmıyordu. Bu hazırlıkların da daha öncekiler gibi bir (özellikle de A.B.D. tarafından)
caydırma olabileceği düşünülüyordu. 16 Temmuz akşamından itibaren 39. Tümen birlikleri
Mersin askeri rıhtımında ve Alata kumsallarında grup grup toplanmaya başlamışlardı.
Yürüyüşler kural olarak geceleri yapılıyordu. Ancak, gemilere bindirme gündüz de
sürdürülüyordu. Gemilere yükleme, pek çok zorluklara karşın 19 Temmuz sabahına değin
sürdü. Bu sabah Mersin ve Alata’da yükleme tamamlanmıştı.
Genelkurmay’da da çok yoğun gidiş gelişler ve hazırlıklar yapılıyordu. Her şey
tamamlanmış olmasına karşın yine de şansa bırakılmaması için ne gerekirse yapılıyordu.
Gerçi olanaklar 1964 ve 1967’den çok farklıydı; siyasiler bu kez çok kararlıydı.
Bütün savaşlar çok zordur, fakat amfibi harekât (Denizaşırı) tüm uzmanlara göre
“zor”un ötesinde olanaksız gibi bir şeydir. Çünkü amfibi harekâtı havadan indirmeyle
denizden çıkarmanın birleşmek zorunda olduğu bir üçlü harekâttır. Yani deniz-hava-kara
kuvvetlerinin çok iyi bir biçimde işbirliği yapması gerekmektedir.
15 Temmuz 1974 günü saat 13.30’da “Kıbrıs Barış Harekâtı”na karar verildiği
kendisine bildirildiğinde Tuğgeneral Sabri Demirbağ da bu “harekâtın” çok zor olacağını
fakat olanaksız olmadığını düşündü. 16 Temmuz saat 12.00’da Komando Tugayı 280 araçla
Bolu’dan yola çıktı. 1100 kilometrelik yol boyunca tek bir kazaya yol açmadan 3,5 gün sonra
Ovacık’a vardılar. Bu 1100 kilometrelik yol boyunca böylesine büyük bir askeri konvoyun hiç
kaza yapmadan gelmiş olması olağanüstü bir başarıydı. Yıllardır Kıbrıs’a asker göndermenin
özlemini çekmiş olan Türk halkı Bolu’dan Ovacık’a kadar yalnız geceleri yol alan bu
konvoya elinden geldiğince katkıda bulunuyordu... Bazıları askeri araçlara üzüm dolu küfeler,
sandıklarla domatesler getiriyor; kimisi de ayranını, sütünü paylaşıyordu. Halkın göz yaşartıcı
ilgisi ve desteğiyle büyük güç kazanan “Komando Tugayı”, Ovacık’ta konakladı. 19 Temmuz
akşamı “aş kazanı” kaynayan tek birlikti. Komando Tugayı askerleri, kuru fasulye, pilav ve
halkın armağan ettiği meyvelerden oluşan akşam yemeklerini Ordu komutanı ile birlikte
yiyorlardı.
Kıbrıs’ta yapılan darbenin hemen ardından Türk Kuvvetlerinin adaya çıkmasına karar
verildikten sonra, Genelkurmay Başkanlığı “Çakmak Amfibi Özel Görev Kuvvet”
komutanlığını kurdu ve bu tugayın başına getirilecek komutanın seçimini Kara Kuvvetleri
Komutanına bıraktı. K.K.K. Orgeneral Eşref Akıncı da 4. Kolordu Komutanı olduğu dönemde
yakından tanıdığı, Kırıkkale’de 61. Alay Komutanlığı yapmış olan Tuğgeneral Süleyman
Tuncer’i bu yeni kurulan özel tugayın başına komutan olarak atadı. İstanbul’daki 1. Ordu
Komutanlığı Harekât Yarbaşkanı Tuğgeneral Tuncer, 17 Temmuz 1974 günü İstanbul’dan
hareket etti, Ankara’ya uğradı ve oradan da 18 Temmuz 1974 günü saat 06.00’da Adana’ya
geldi.
Yeni kurulan özel tugayın karargâhı şu personelden kurulmuştu: Komutan Tuğgeneral
Süleyman Tuncer, Kurmay Başkanı Personel Şube Müdürü Kurmay Yarbay Erol Okşak,
Harekât Eğitim Şube Müdürü Kurmay Binbaşı Timuçin Koçyiğit, Balıkesir’den Ordonat
Binbaşı Ayhan Kanık, Piyade Yarbay Ali Yünel, 2 tane de astsubay. Karargâh mevcudu
bunlardı. Muhabere birliği ve emniyet birliği yoktu.108
50. Piyade Alayı muharebe grubu (3 piyade taburlu 50. piyade alayı, 10,5’luk 12 toplu
bir obüs taburu, 15 tanklık bir tank bölüğü, muhabere, ordonat, sıhhiye müfrezeleri) ile iki
taburlu Deniz Amfibi Alayından oluşan Çakmak Tugay Komutanlığı yola çıkıyordu. Bu iki
alay, Çakmak görev kuvveti adı altında çıkarmadan iki gün önce bir komutaya bağlanmış ve
Tuğgeneral Süleyman Tuncer’in emrine verilmiştir. Bu tugayın görevi kıyıya çıkmak, kıyı
başını emniyete almak, havadan inen ve atılan birliklerle birleşmekti.
Birinci konvoy 21 parça tekne ile denize açılmaya hazırdı. Çakmak Tugay Görev
Kuvveti Komutanı TCG Ertuğrul gemisine, 50. Piyade Alay Komutanı ve bazı karargâh
unsurları Köyceğiz gemisine binmişlerdi. Bu iki geminin hızı, öteki çıkarma gemilerinin
hızına uymadığından, bu gemiler o zaman daha uzun bir rotayı izlemek zorundaydılar. Bu
gemilerin hareket saati ayrı olarak saptanmıştı. 21 parça çıkarma aracına dağılmış olan
Çakmak Tugay Komutanının birlikleri ile yeterli bir irtibat ve muhabere yapması da
güçleşmişti.
Savaş gemilerinin saat 06.00’da ileri harekâta geçmesi kararlaştırılmıştı. Ama saatler
geçiyor, harekât emri gelmiyordu. Daha önce de denizden dönüşleri yaşayan Tümamiral Nejat
Tümer ve Tuğamiral Emin Göksan kuşku içindeydiler. Tüm olasılıklar düşünüldü, İleride bize
zaman kazandırması için, gemilerin liman dışına çıkarılma faaliyetleri başlatıldı. Gemilerin
çıkışının gecikmesi tamamen Hükümetin, A.B.D.’nin gönderdiği arabulucunun (J. Sisco) süre
isteklerine evet denilmesinden kaynaklanıyordu... Her şeye karşın, ne olursa olsun bu çıkarma
yapılacaktı. Bundan en küçük bir kuşku duyulmuyordu. Çünkü her şey ciddiyetle
yürütülüyordu, ayrıca,barış zamanında yapılan tatbikat ve hazırlıklar da mükemmeldi.
108
19 Temmuz sabahı Çıkartma Birlikleri tamamen binmiş olarak beklerken, Birlik
Komutanı Tuğamiral Emin Göksan’ın karargâhında hareket emri beklendi. Bu emir saat
11.00’de geldi. 36 parça armada Mersin limanını terk etmeye hazırlandı. Bu sırada 2. Ordu
Komutanı Orgeneral Suat Aktulga da bu karargâhta bulunuyordu. Cumhuriyet tarihimizde ilk
kez savaşa giden donanmamıza ait savaş gemilerimiz verilen emirle ileri harekâta geçti. Ama
kısa bir süre sonra, telsiz ile “Limandan çıkmayınız... Geri dönüyoruz” emri verildi.109 Bu
emir yalnızca muhriplere verildi, çünkü öteki gemiler limandan henüz ayrılmamışlardı. Gerçi
yükleme de zamanında yapılmamış, gecikmişti. Çıkartma gemileri yeniden limana bağlandı.
Birliklerin beklemesi devam etti. Bu bekleyiş personelin sinirlerini iyice gerginleştirdi. Daha
önceki çıkarma girişimlerimizde, yoldan geri çevriliş anında intihara kalkışan subayları
anımsayanlar bir anda ürperdiler. Bu kez personeldeki çöküşün önü alınamazdı. Bu bekleyiş
saat 11.15’e kadar devam etti, nihayet harekâtın başlaması için Çıkartma Birlik Komutanı
emir verdi.
Sancak gemisi TCG Ertuğrul, halatları fora etmişken Vali ve Diyanet İşleri Bakanı
gemiye geldi. Çıkartma Birlikleri Komutanı Amiral Emin Göksan’dan izin alıp çıktılar.
Personele içten, son derece etkili bir konuşma yaparak, gemiden ayrıldılar.
11.30’dan itibaren ileri harekât başladı. TCG Ertuğrul, muhrip, avcıbot ve çıkarma
gemileri dalgakırandan çıktılar. Kıyıya toplanmış mahşeri kalabalık, Donanma ve
Birliklerimizi büyük bir coşkuyla uğurluyorlardı. TCG Ertuğrul, marşlarla inliyordu. Asker
sanki savaşa gitmiyor da eğlenceye gidiyor gibiydi. 12.00’da Truva gemisiyle birlikte hareket
eden boş altı ticaret gemimiz de aldatma seyrine başladı. Bu ticaret gemilerinden oluşturulan
konvoyun rotası Magosa idi. 14.30’da muhriplerimiz de ileri harekâta geçtiler.
Komutanların kafalarında birçok sorular ve sorunlar bulunmakla birlikte son başarının
bizim olacağını biliyor ve inançlarını hiç yitirmiyorlardı. 50. Piyade Alay Muharebe Grubuna
çok güveniyorlardı. Bu Alay, herhangi bir savaşa girmemiş olmakla birlikte iyi eğitilmiş,
disiplinli bir birlikti. Alay Komutanı Albay İbrahim Karaoğlanoğlu her zaman, Çıkartma
Birlikleri Komutanı Amiral Göksan’a; “Komutanım, biz bir kere Kıbrıs kıyılarına ayak
basmayalım... Düşman dağılır kaçar” diyordu.
Bütün komutanlar böyle umuyordu. Düşmanı hazırlıksız yakalıyorduk. Taktik alanda
bir baskın yapılacağı belliydi. Özellikle Girne bölgesi bizim için elverişli koşullar ve
olanaklar sunuyordu. Bir kez Girne boğazı “Dar Boğaz” düşürülünce, çıkarma ve indirme
birliklerimizin birleşmesi kolaylaşacaktı.
109
18.00’da gemilerde savaş yerlerine geçildi. Herkes çok sakindi. Sinir bozucu, kırıcı,
dökücü hiçbir olay olmadı. Kıbrıs ile Anadolu arasında S.S.C.B. istihbarat gemisi harekâtı
başından sonuna kadar izledi. O kadar ki, bizim gemiler, S.S.C.B. gemisine kılavuzumuz
demeye başladılar.
Daha önce iki kez yüklenmiş gemilerin boşaltıldığını çok iyi bilen Tuğamiral Emin
Göksan yine aynı kuşkuyu taşıyordu ve Tuğgeneral Süleyman Tuncer’e, “Eğer yine geri
dönün derlerse, burada (Mersin) indirme yapmayalım... Gidelim bir plajda tatbikat yapalım.”
diyordu.
TCG Ertuğrul Akdeniz’in lacivert sularını yara yara giderken, gemi ve filo personeli,
amfibi alay personeli, gerçek bir savaş öncesi hazırlıkları içerisindeydi. Hiç kimse ölümü
düşünmüyordu...
2.
HAREKÂTIN GENEL PLANI
Girne batısından uygun görülecek plaja (Çıkartma Birlikleri Komutanlığınca)
denizden çıkılacak; Komando Tugayı ve Paraşüt Tugayının atlama eğitimi görmemiş taburları
helikopterlerle 20 Temmuz 1974 sabahı saat 07.00’den itibaren üç sorti halinde havadan
indirilecekti. İndirme bölgesi Kırnı çevresiydi.
Paraşüt Tugayı da havadan Gönyeli bölgesine atılacak, Köprübaşı ve Havabaşı
sağlandıktan sonra çıkarma birliklerinin arkasından çıkarılacak 39. Tümen’in kalanıyla erken
birleşmeye gidilecekti.
F.
BARIŞ HAREKÂTININ BAŞLAMASI VE BAŞLICA MUHAREBELER
1.
HAREKÂTIN İLK GÜNÜ VUKU BULAN SİYASİ GELİŞMELER
19 Temmuz’u 20 Temmuz’a bağlayan gece Ankara’da hareketli müzakerelere sahne
oldu. A.B.D. Ankara Büyükelçisi Macomber ve Joseph Sisco kah yumuşayarak kah
sertleşerek Ecevit’i harekâttan vazgeçirmeye çalışıyorlardı.
Fakat Ecevit’in kararı kesindi. Türkiye 10 yıl önce böyle bir harekâttan yine Amerikan
baskısı ile vazgeçmiş ve bu Kıbrıs Türk’ü için bir felaket olmuştu. Türkiye ne olursa olsun bu
sefer aynı yanlışlığa düşmeyecekti. Türkiye savaş istemiyordu fakat Kıbrıs’a müdahale etti
diye Yunanistan bir çılgınlığa girişirse elbette ki karşılık vermek zorunda kalacaktı. Sisco
sonunda boş yere uğraştığını anladı ve uçakla Türkiye’den ayrıldı. Harekât başlarken
Ankara’da bulunmak istemiyordu. Türk havaalanları Sisco’nun ayrılışından hemen sonra
trafiğe kapandı.
Cumhurbaşkanı Muavini ve KTY Yürütme Kurulu Başkanı Rauf Raif Denktaş, Bayrak
Radyosu’nda yaptığı konuşmada; 1960 anlaşmalarına dayanarak, Kıbrıs’ın bağımsızlığını,
bütünlüğünü korumak için, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Adanın her tarafında denizden ve
havadan çıkarma yaptığını, bunun bir “Polis Harekâtı” olduğunu açıklıyordu. Denktaş,
mücahitlere; Rumlara hiçbir şekilde ateş açmamalarını, halka da evlerinden çıkmamalarını ve
çocuklarını zemin ve bodrumlarda emniyete almalarını öğütlüyordu. Denktaş’ın konuşması,
Bayrak Radyosu’nun Rumca yayınlarında da belirli aralıklarla verilmekteydi. Bir ara saat
05.50’de Lefkoşa’da kısa aralıklarla duyulan silah seslerinden sonra şehirde yine sükûnet
başlamıştı. Türk Silahlı Kuvvetlerinin harekâtının başlamasından bir saat kadar sonra, saat
06.00’da Rum Radyosu “Kilise İlahisi” ile yayına başladı. Ayinden hemen sonra Rum
Radyosu “Genel Seferberlik” ilan edildiğini bildirerek, eli silah tutan tüm Rumları silah altına
çağırıyordu. Radyo ayrıca Rumlara ait araç ve hayvanların RMMO’na teslim edilmesini
bildirmişti. Rum hapishanelerindeki tutuklu ve mahkûmlar serbest bırakılmışlardı. Rum
radyosu onların da savaşa katılacaklarını duyuruyordu. Saat 06.00 sıralarında Bayrak
Radyosu, Başbakan Bülent Ecevit’in çıkarma ile ilgili ilk konuşmasını yayınlamaya
başlamıştı. Ecevit, “diplomatik kanallardan, bütün barış yollarını denedikten sonra,
çıkarmanın yapıldığını” söylüyordu. Başbakan kan dökülmemesi için Rumların Türk Silahlı
Kuvvetlerine karşı durmamalarını tavsiye ediyordu.
06.50’de Limasol’dan telefonla alınan haberlere göre, Limasol’da Rumlar, Kıbrıs ve
Yunan Bayraklarını indirmişlerdi. Birçok Rum evlerine Türk Bayrağı asılmakta olduğu
bildiriliyordu. Saat 07.20’de Kırnı’daki Rum birlikleri, karargâh damlarına ve Karargâh
gönderine “Beyaz Bayrak” çekmişti, Girne Bölgesindeki bazı RMMO birlikleri de teslim
olmak için müracaat ediyorlardı.
Saat 09.00 sıralarında, RMMO Komutanı (Tuğgeneral Mihail Georgitis) radyoda
açıklanan demecinde, “Türk mücahitler ateş keserlerse kendilerinin de keseceklerini, aksi
takdirde, Türk kesimlerine saldırıya geçeceklerini” sert bir dille ihtar ediyor, tehditler
savuruyordu.
Wolseley Barnadas’da bulunan Barış Gücüne bağlı Mayfield kuvvetleri, Türk
mücahitlerinin destekleme atışı altında Lefkoşa Türk bölgesine sığınmışlardı. Bu durum da
göstermekte idi ki, Barış Gücü, Rum askerlerinin amansız davranışları sonucunda kaçacak yer
aramaktaydı.
Sabahın ilk saatlerinde, Lefkoşa Türk hastanesine bir havan mermisi düşmüş fakat
insanca zayiat olmamıştı. Rumlar, devamlı meskûn bölgelere ateş ediyorlardı. Bu arada,
Lefkoşa’nın merkezindeki Türkiye Kızılay Demeği ilk yardım hastanesi ile Kızılay Kan
Merkezinin bazı bölümleri ateş altında kalmış, ancak insanca zayiat olmamıştı. Saat 09.55’te,
Kıbrıs Rum Dışişleri Bakanı, B.M. Güvenlik Konseyi’nin olağanüstü toplanmasını istemişti.
Saat 10.10’da, Rum yedek polis kuvvetleri, Radyo ile göreve çağrılmıştı. Bu arada, yedek
polis komutanı Pandelakis Pandeziz’in 366. piyade taburu komutanlığına getirildiğini Rum
radyosu açıkladı. Türk hava indirmesi ile deniz çıkartması karşısında paniğe kapılan Rum
subay ve askerlerinin morallerini yükseltmek için, radyo yalan ve anlamsız yayınlar yapmaya
başlamıştı.
20 Temmuz günü Ankara sakindi. Hiç kimse Türk silahlı kuvvetlerinin gücünden
endişe etmiyordu. Hükümetin tek endişesi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin vakitsiz
bir ateşkes kararı almasıydı. Türk halkı harekâtı Başbakan Bülent Ecevit’in demeçlerinden
öğrenmişti.
TRT’nin yayınladığı bir demecinde Ecevit şöyle diyordu:
“Bu harekât milletimize, bütün Kıbrıslılara ve insanlığa hayırlı olsun. Umarım ki,
kuvvetlerimize ateş edilmez ve kanlı bir çatışmaya yol açılmaz. Biz aslında savaş için değil,
Türklere de Rumlara da barış getirmek için adaya gidiyoruz. Bu karara, ancak bütün
diplomatik, politik yolları denedikten sonra mecbur kalarak vardık. Bütün memleketlere, bu
arada son zamanlarda yakın istişarelerde bulunduğumuz dost ve müttefiklerimiz Birleşik
Amerika’ya ve İngiltere’ye, meselenin müdahalesiz halledilebilmesi, diplomatik yollardan
halledilebilmesi yönünde gösterdikleri iyi niyetli çabalar için şükranlarımı belirtmeyi borç
bilirim. Eğer bu çabalar sonuç vermediyse, sorumlusu bu iyi niyetli gayretleri gösteren
devletler değildir.
Tekrar bu harekâtın insanlığa, milletime ve bütün Kıbrıslılara hayırlı olmasını dilerim.
Allah’ın milletimizi ve bütün insanlığı felaketlerden korumasını dilerim.”
Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ise şöyle diyordu:
“Mukavemet görmez isek, herhangi bir kan dökülmesi olmayacaktır. Kıbrıs’ta, Dünya
sulhunun teminine yardımcı bir hareket olacaktır. Cenab’ı Hak, bu hareketten dolayı,
milletimize ve bütün insanlığa hayırlı neticeler versin. Tarihi görevimizi ifa etmenin
bahtiyarlığı içerisindeyiz.”
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar da mesajında şöyle diyordu:
“Şanlı Türk Silahlı Kuvvetleri ve Ulusu
Mesajımın yayınlandığı şu anda, kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri, milletinin emrinde
ve O’nun yüce varlığından aldığı güçle, devletlerarası andlaşmaların kendisine tanıdığı
haklara dayanarak, Kıbrıs’ta ve bölgede barışı sağlamak, yavru vatanda yaşayan
ırkdaşlarımızın güvenliğini sağlamak maksadıyla birleşik bir harekâtta bulunmaktadır.
Türk’ün kahramanlığını ve barışseverliğini bir kere daha cihana ispat eden Silahlı
Kuvvetlerimiz, bu hareketimizde, şanlı tarihimize ve insanlığa unutulmayacak bir sayfa
açmaktadır.
Kahraman Türk milletinin yıllarca bu barışı gerçekleştirmek yönünden gösterdiği
metanet de ayrı bir övgüdür.
Yüce Türk ulusu zafer haberlerinizi beklemektedir. Tarihimiz ve ulu atamıza layık
olacağınıza inancım sonsuzdur.”110
2.
20 TEMMUZ 1974 KIYIBAŞI HAREKÂTI
Deniz komandolarını Kıbrıs’a taşıyacak Jandarma botları (J-Botlar) Mersin’de
bekletiliyordu. Adana’ya gelen deniz komandoları bekletilmeden Mersin limanına
nakledilmişlerdi. Burada, kendilerine, harp filosu ve çıkarma birliklerinden alınan emirler
okunarak anlatıldı, görev taksimi yapıldı. Bu görevler, harekâtın başarıya ulaşması için çok
önemliydi. Görev dört ana bölümden oluşuyor ve hiçbirinin aksatılmaması gerekiyordu. Aksi
halde, çıkarma harekâtı felaketle sonuçlanabilirdi.
Bu dört görev şöyle belirlenmekteydi:
1. Deniz komando timleri 5 kulaç (tahminen 7,5 metre kadar) derinlikten sahile kadar
su altı keşfi yapacak, mayın ve mânia bulunduğu takdirde imha edecekti.
Eğer, su altı mâniaların imha edilmesi, timlerin kapasitesini aşıyorsa, planlarda gerekli
değişiklik yapılacak, çıkarma plajları yedek bölgelere kaydırılacak, Kıbrıs’a ilk adımı atacak
deniz piyadelerinin en az kayıpla sahile ayak basması sağlanacaktı.
2. Su altı mânialarının yok edilmesinden sonra, deniz komando timleri çıkarma
gemilerine rehberlik edecek, bundan sonra da komando timleri tarafından temizlenmiş,
maniaları kaldırılmış plajlara Çıkarma Gemileri güvenlik içinde kapaklarını atacaktı.
3. Deniz piyadelerinin Kıyıbaşı tutması sırasında (SAT) Su Altı Taarruz ve (SAS) Su
Altı Savunma timlerinden oluşan gruplar daha önceden temizlenmiş geçiş kanallarını bu defa
110
daha da genişleterek çıkarma gemilerinin hasar görmelerini önleyecek, hasar görenlerin de
kurtarılmasını sağlayacaklardı.
4. Bu arada, komutalarına verilen Jandarma Botları (J-Botları) ile personeli arama ve
kurtarma harekâtı yapacaklardı.
Çıkartma yapılacağı Temmuz gecesi hava ılık, deniz son derece sakindi. Tüm personel,
saat 03.00’da harekâtın başlama kodunun telsizden verilmesini büyük bir sabırsızlıkla ve
heyecan içerisinde bekliyorlardı. O anda, diğer birlikler de harekâta hazır beklemekteydi.
Komutan, tam 05.22’de harekâtın başladığını bildirdi. Çıkartma timleri bu mutlu anı
büyük bir heyecan içerisinde beklemişlerdi, iki saat yıllar kadar uzun gelmişti onlara... Zaten
bu saatte, günün ilk ışıkları etrafı aydınlatmaya başlamıştı.
Mersin ve Taşucu bölgesi ile diğer bölgelerden irili ufaklı yüzlerce savaş gemisi,
rıhtımlara bağlı palamarlarını çözerek “Vira Bismillah” sözleri arasında demir alıp Kıbrıs’a
doğru yöneldiler. Rota belliydi. Kıbrıs’a gidiliyordu. Ama öncelikle bir aldatmaca yapılarak,
gemilerin rotası Karpuz Burnu’na çevrildi. Çıkartmanın Magosa’ya yapılacağı intibakı
uyandırılmaya çalışıldı.
Gün doğmaya başlarken Adana’dan havalanan F5 ve F100’ler Kıbrıs’a doğru uçmaya
başladılar. Onların ardından UHİ ve C60’lara doldurulmuş paraşütçüler geliyordu. F100 ve
F5’lerin hedefi çıkarma ve indirme bölgeleri civarındaki Rum mevzii ve yığınaklarıydı. Bu
hedefler tahrip edildikten sonra gemiler sahile kapak atacak, nakliye uçakları ve
helikopterlerle taşınan askerler Kıbrıs’a ayak basacaktı.
Saat 06.00 sularında Lefkoşa üzerinde Türk jetleri görülüyordu. Lapta ve Karava
Köyleri arasındaki Pladini Plajına ilk çıkarma saat 06.00 sularında oldu. İlk çıkarmayı Deniz
Komando Timlerinin hemen ardından İstihkâm Timleri yaptı. Müteakiben hücum botlarla
kıyıya yanaşan Amfibi Alay Birlikleri ileri harekâta başladılar. Amfibi Alay Kıyıbaşı’nı
tutmakla görevlendirilmişti.
3.
20 TEMMUZ 1974 KOMANDO BİRLİKLERİNİN HAREKÂTI
Helikopterler geçerken Rumların ateşi başladı. Saat 07.30... Önce Hava İndirme
Tugayının iki taburu indi. İki üç dakika sonra da Komando Tugayının bir taburu indi. İlk
tabur, helikopterleri 2,5 dakikada boşalttı. Bu da çok yüksek disiplini gösteriyordu. Komando
Tugayının birinci kademesi olarak 1nci Komando taburu ve Kolordu ve Tugay karargâhı saat
08.35’te indi.
Hava İndirme Tugayının diğer 2 paraşüt taburu ise saat 11.15-11.30 arasında paraşütle
indirildikten sonra hemen planlandığı şekilde muharebeye giderek ilk günün sonunda; 1nci
Paraşüt Taburu, Türk Mukavemet Teşkilatının Boğaz Sancağı Zafer Taburu’nun, DoğruyolKaratepe arasındaki kesimini teslim alarak savunma durumuna geçti.
2nci Paraşüt Taburu, saat 18.00’de Gönyeli bölgesine geldiğinde, Kırnı bölgesine
yapılan Rum Kuvvetlerinin taarruzunu karşılamak üzere Kırnı bölgesine alınarak buraya
düşmanın girmesini durdurdu. 3ncü Paraşüt Taburu, Boğaz-Deliktepe istikametinde taarruza
geçti ve Albayrak Tepe’yi ele geçirdi. 4ncü Paraşüt Taburu ise, Hamit Mandırası bölgesinde
231 Rakımlı Tepe’nin güneyinde toplanarak, saat 23.00’ten itibaren Kıbrıs Türk Kuvvetleri
Alay Komutanlığı’nın emrine girdi.
Obüs Bataryası, ilk geceyi Boğaz-Lefkoşa Asfaltının 500 m. batısında geçirmek
zorunda kaldı. Serbest Paraşüt Müfrezesi, Tugay Karargâhı’nın emniyetini sağlamak için
Karargâhın 200 m. kadar doğusunda bulunan tepede mevziye girerek emniyeti sağladı.
Çeşitli kaynaklardan verilen haberlere göre, sabahın erken saatlerinde Lefkoşe’nin
Türk kesimine bir helikopter inmiş ve bunun ardından, Türk Hava Kuvvetlerine bağlı nakliye
uçakları, Türk paraşütçülerini indirmeye başlamışlardır. Aynı saatlerde, Kıbrıs’ın kuzeyinde
bulunan Girne sahillerine, Türk Deniz Kuvvetlerine bağlı savaş gemilerinin ve savaş jetlerinin
koruduğu çıkarma botları, deniz piyadelerimizi çıkarmışlardır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin
harekâtı başarılı olmuş, Birliklerimize ateş açılması üzerine karşı koymak durumuna gelen
kuvvetlerimizin açtığı ateş sonunda iki Yunan hücumbotu batmış; biri de yaralanmıştır.111
Atlama ve inme birlikleri Beşparmak dağları üzerinden geçerken Rumların yoğun ateşi
ile karşılaşıldı. Daha önceden planlanan inme bölgesine ateş altında gelinirken yalnız bir
helikopter deposundan isabet aldı, o da deponun yapılmış olduğu maddenin niteliği gereği
hemen onarıldığından bir kayıp olmadı. Bir asker paraşütünün açılmaması nedeniyle; üç asker
de düşman ateşi sonucu kurşunla ölmüştür. Komando Tugayında ise bir erin yaralanması
dışında başka bir olay olmamıştır. Böylesine zor bir harekât için dört şehit hiç de önemli bir
sayı değildir, indirme harekâtının dünyanın takdirini kazanmasının en önemli nedeni kayıp
oranının çok az olmasıdır.
Öncü birliklerin önceden saptanan bölgelerde mevzilenmesinden hemen sonra,
havadan indirme, ikinci, üçüncü ve dördüncü dalgalar halinde devam etmiştir. Girne
sahillerinde gerçekleştirilen denizden çıkarma hareketini yenileri izlemiş, bu arada Limasol’a
111
da çıkarma yapılmıştır. Denizden yapılan çıkarma ile direnen Rum kuvvetlerinin kıskaç içine
alınmasının gerçekleştirildiği bildirilmektedir.112
Daha önce Ovacık’ta yapılan plan değişikliğine göre Komando Tugayının 1nci taburu
Kırnı’da St. Hilaryon’a doğru çıkmaya başladı. 2nci taburun da Kırnı’ya öğleden sonra
inmesinin ardından, tabura yön veren General Demirbağ, Boğaz üssünden sağlanan bir Türk
mücahidin kullandığı özel otomobil ile birliklerin tertiplenmesini görmeye çıktı; taburun
tertiplenmesini denetledi ve yeniden Kırnı’ya döndü. 2nci tabur da çıktıktan sonra aynı
otomobille yukarı çıkıp son emirleri verdiği anda 1nci taburun bölgesinden havan ateşleri,
geri tepmesiz top atışları ve makinalı ateşleri başladı. Tabur bölgesinde orman yangını
başlamıştı. Bu yangınla harekâtın gizliliği ortadan kalkacak kuşkusu taşınıyordu. Bundan
sonra geriye dönen General, Jandarma taburunu plan gereğince Lefkoşa-Girne yolundaki
Dikomo (Dikmen) köyü istikametinde yerleştirdi. Gönyeli bölgesine inen 3ncü taburunu (1nci
bölüğü hariç) Kırnı havaalanının çevresine tertipledi.
Jandarma taburu, Kolordu Komutanından emir almadığı sürece kullanılmayacağı
emrini aldı. Komando tugayının 2nci taburu ile beraber Kolordu Komutanı Korgeneral
Nurettin Ersin de Kırnı havaalanına indi ve saat 10.30’da Boğaz bölgesindeki Kolordu
komuta yerine gitti.
Bot komutanları, haritalar üzerinde son çalışmalarını yapıyor, koskocaman Kıbrıs sahil
şeridinin küçük bir plajına yollayacakları bir avuç kahramanı, görev yapacakları bölgeye
kadar yaklaşarak bırakmak ve zayiat vermelerini önlemek üzere pür dikkat kesiliyorlardı.
Deniz komandoları, kendilerini sahile kadar yaklaştıracak lastik botlarının bütün hazırlıklarını
tamamlamış denize bırakmışlardı. Tahrip kalıpları, su sızdırmaz torbalara doldurularak hemen
kullanılabilecek biçimde yerleştirilmişti. Dalış teçhizatları son bir defa daha iyice ve büyük
bir titizlikle gözden geçirilmişti.
Bugüne kadar dünyada yapılan çıkarma harekâtlarında, sahile yaklaşan savaş gemileri
mutlaka her şeyden önce kıyıyı bombalar, çıkarma yapılması düşünülen bölgenin
“yumuşatılmasını” sağlar. Ancak ondan sonradır ki, çıkarmayı yapacak birlikler sahile
yaklaşırlar. Barış Harekâtında ateş edilmedikçe ateş etmeme emri üzerine, bu savaş gereği
yerine getirilmedi. Sahile ateş açılmadı.
Böylesine, temkinli anlar yaşanarak kıyıya yaklaşırken, kıyıda mevzilendirilen Rum
bataryalarından atılan mermiler botlarımızın birkaç yerde sağına soluna düşmeye başlamıştı.
Atılan mermiler sancakta, iskelede, havaya büyük su sütunları kaldırıyor, botlarda da delikler
112
açmaya başlıyordu. Bu sırada J-Botunun küçük bofors topu, Rum sahil bataryalarını bir an
önce susturmak amacıyla ateşe başladı. Ancak, bu topun ateşi karşı tarafta beklenen tesiri icra
etmediğinden Mareşal Fevzi Çakmak muhribinden ateş desteği istenmesi kararlaştırıldı.
Sonradan, Kocatepe ile birlikte yara alan bu, o günlerin deniz kuvvetlerinin en genç
muhribinin son derece usta topçuları, ilk atışlarını yapmaya başladılar.
Atışlar sırasında Sivil Hedefler ve sivil binaların hasar görmemesine dikkat edilmesi
şartı belirtilmişti. İlk atışlar sonuç vermiş, sahile yerleştirilen Rum topçuları susturulmuştu.
Önceden belirlenen çıkış noktasına gelindiği sırada, deniz komando timleri, başlarındaki grup
komutanlarının emriyle lastik çıkarma botlarına atlamaya başladılar. Birinci bottaki ikinci
timin atlayışı sırasında açılan 40 mm.’lik top atışı, birden gövdeyi delik deşik etmiş,
içindekiler sulara gömülmüşlerdi. Hemen, yapılan inceleme sonucunda, ölen ve yaralananın
olmadığı tespit edilmişti.
Bu sırada, sahile doğru yüzmeye başlayan SAT Timlerine doğru iki Rum
hücumbotunun süratle yaklaşmak üzere Girne limanından harekete geçtiği gözlendi. Bu
durum timleri çok yakından izleyen Yakın Destek Muhriplerine ulaştırıldı. Kısa bir süre
içerisinde duruma hâkim olan muhriplerin baş ve kıç taraflarındaki toplilaların ateşe
başlaması ile öndeki Rum hücumbotu isabet aldı. Bu bot parçalanarak havaya uçtuktan sonra
arkasındaki birinci hücumbotu da yara alıp parçalandı. Onların arkasında bir üçüncü Rum
hücumbotu geri dönüp kaçmaya yeltenerek sahile dümen kırdı. Hem atışlardan kurtulmak,
hem de baştankara ederek batmamaya çalışıyordu. Sonunda bu bot da isabet alarak batırıldı.
Artık denizin dibi, çıkarma yapılacak sahile kadar taranmış, çıkışı engelleyecek
mânialar ortadan kaldırılarak geri dönme hazırlıkları başlatılmıştı. Bu sırada, J-Botları, bu
toplama hareketi sırasında 17 mil sürat yapıyorlardı.
Tabii, Rumlar da boş durmuyor, savaş gemilerine ateş ediyorlardı. Bu sırada bir
düşman mermisi bir jandarma botunun içindeki lastik botun 3. bölmesinde patladı. Botta
bulunan astsubaya hiçbir şey olmamıştı. Ancak denizden yapılan toplama sırasında iki
denizcinin bota alınması son derece güç olmuştu.
Bütün timlerin denizden toplanmasından sonra yapılan sayım raporlarında bir
astsubayın kayıp olduğu görüldü. Kısa bir süre sonra bu astsubayın şehit olmadığı, ilk dalgada
karaya çıkan deniz piyadelerine katılarak görevini sürdürdüğü, daha sonra birliğine sağ salim
döndüğü tespit edilince sevinildi. Çıkartma bölgesinin temiz, çıkarma yapmaya hazır olduğu,
SAT birliğinde ölen ya da yaralanan olmadığı, çıkarma birliklerine rehberlik etmeye hazır
olunduğu
bildirildiği
zaman
saatler
06.40’ı
gösteriyordu.
Görevimizi
başarıyla
sonuçlandırmıştık. Bundan sonra, görevi artık çıkarma birlikleri komutanlığı yürütecekti.
Bu sırada ise saatler 08.00’i gösteriyordu. İlk çıkarma birlikleri “Kıyıbaşı” tutmakla
görevli idiler. İki saat sonra, Amiral gemisinin harekât odasında, Amfibi alay komutanının
sesi, telsiz hopörlerinden yankılanıyordu:
“Kıyıbaşı tutulmuş, emniyete alınmıştır. Kara birliklerimize devredilmeye hazırdır.”
Kıbrıs’a ilk çıkarmayı yapan birlik, “Amfibi Alay” Kore hariç, cumhuriyet tarihinin
savaşan ilk birliği olacaktı. Askerler iyi yetiştirilmişti. Fizik kondisyonları yerindeydi.
Moralleri çok yüksekti.113
İlk dalga çıkarma gemilerimiz, askerlerimizi boşaltmış, ikinci kademe de çıkacak
asker ve yüklerini almak üzere Mersin’e dönüyorlardı. Bütün kademeler (dalgalar) kıyıya
çıkışlarını tamamlamışlardı. Harekâta katılan tüm çıkarma gemi araç ve personeli, ada
Türklerinin yıllardır çektiği acıların sona ereceğinin mutluluğu içinde geri dönüyordu.
Yeniden verilecek taşıma görevleri için Mersin’e yönelirken, iki çıkarma aracı yük ve
personeli kıyıya çıkmış olmalarına rağmen kıyıdan kendilerini kurtaramamışlar ve kumsala
saplanıp kalmışlardı. Kendilerine yardım için eldeki tüm olanaklar kullanıldıysa da kıyıdan
kopmaları sağlanamadı.
İkisi dışında son LCT ve LCU’lar kıyıdan ayrılırken son derece yoğun havan atışı
yapılıyordu. Art arda düşen havan mermileri su kümelerini göklere yükseltiyorlardı. Bu yoğun
atıştan hiç kimse yara almadı. Düşmanın havan ateşi zaman zaman şiddetini arttırmaktaydı.
Kıyıda hareketsiz ve havan mermilerine karşı umarsız kalan çıkarma araçları büyük bir
tehlikeyle burun buruna bulunmaktaydılar.
Yoğun havan ateşinin sürdüğü bu anda LCT-113 komutanı gönderdiği mesajda,
“Gösterilen gayretlere rağmen, gemiyi kurtarmak mümkün olmadı. Yoğun ateş altında
personeli de kaybetmek durumu ile karşı karşıya bulunmaktayım.” diyordu. Buna karşılık,
TCG Ertuğrul’da bulunan Tuğamiral Emin Göksan derhal emrini verdi: “Bu durumda
personelinle birlikte Deniz Piyade Alayına katılarak göreve devam edeceksiniz. Şartlar
müsaade eder etmez tekrar gemiye dönerek kurtarma ameliyesine devam edilecektir.” İçinde
yaşanılan koşullarda en uygun kararı veren komutanın, Amfibi Deniz Piyade Alayına
personeli ile birlikte katılarak görevine devam etmesi, görevin denizde ve karada, her zaman
her yerde yapılmaya hazır bulunduğu ve bu konuda yapılan yemine bağlılığın en güzel örneği
ateş altında veriliyordu. Aradan 15 ya da 20 dakika geçmişti ki ikinci bir mesaj geldi, bu kez
mesajı gemi baş çarkçısı (Astsb. Kd. Bçvş. Tahsin Önaz) gönderiyordu. Mesajda: “Ben LCT113 başçarkçısı Astsb. Kd. Bçvş. Tahsin Önaz. Yanımda kalan bir elektrikçi ve bir er ile
113
gemiyi kurtarmaya çalışıyoruz” diyordu. Her ne kadar kendisine gemiyi terk etmesi ve birliğe
katılması birkaç kez söylendiyse de bir yanıt alınamadı. Gemi başçarkçısının gönderdiği bu
mesaj TCG Ertuğrul’un haber uyarı devrelerinden bütün gemilere yayınlanıyordu. Mesaj
bittiğinde muhabere üssünde bulunan bütün personelin tüyleri diken diken olmuş ve gözleri
dolmuştu.
18.00... Bu saate kadar Kıbrıs açığında bulunan bütün muhripler atış alanından
çekiliyordu. Çünkü çıkarma araçları boşalmış ikinci dalgayı (kademeyi) almak için geri
dönmüşlerdi. Bunların korunması için de muhripler görevliydiler.
Muhripler ayrılırken yer yer yangınlar devam ediyor; Beşparmak Dağlarını yakıp
yıkan uçaklarımızın gürültüsü ara verdiği zaman hafif silah sesleri duyuluyordu. Hedef
bölgesinde kendilerine verilen tüm görevleri tamamlayıp en son grup ile Mersin seyrine
başlayan TCG Ertuğrul, biraz sonra LCT-113’ten bir mesaj alıyordu. Mesajda her iki aracın da
kendi imkânları ile kıyıdan koptukları ve birliğe katılmak üzere harekete geçtikleri
bildiriliyordu. Bu haber TCG Ertuğrul’un köprü üstünün bir anda bayram yerine dönmesine
yol açtı. Böylece çıkarma gemileri komutanlığı olarak, tüm çıkarma gemi ve araçlarıyla,
başladıkları harekâtın ilk günü, herhangi bir kayıp ve hasara uğranılmadan sona eriyordu.
Gece olmuş ve Türkiye’ye dönüş olaysız geçiyordu. Bu arada muhriplere resmen
doğrulanmamakla birlikte, Yunan konvoyu haberi geliyordu. Bu haber Ankara kanalıyla sık
sık gelmeye başladı.
Muhriplerin subay salonuna savaş hastanesi kurulmuştu. Yemek yedikleri masa
ameliyat masasına dönüştürüldü. Özel güçlü ışıklar, serumlar, ameliyat malzemeleriyle tam
bir hastaneydi burası. Hemen hemen tüm ameliyatlar yapılabiliyordu.
4.
RUMLARIN TANKLARLA KARŞI TAARRUZU
Rumların çıkarma kumsalına bilinçli ilk taarruzu saat 14.00 sularında gerçekleşti.
Makarios’un 1964 yılında Sovyetler Birliği’nden yardım andlaşması çerçevesinde almış
olduğu (T-34) Rus tankları, doğuda Girne yolunda 3 ve batıda Lapta-Karava yolunda ise 4
tankla taarruza geçtiler. Tanklara karşı kobra bölüğünden atılan kobralar çoğunlukla elektrik
tellerine takılarak isabet etmiyordu. Amfibi Tugay Komutanı Tuğgeneral Süleyman Tuncer
anayolun kenarında, bir narenciye bahçesinde ağaca dayanmış bekliyordu. Bu sırada tam
isabet alan 106 mm’lik bir geri tepmesiz topun personeli, tümü ile havaya uçarak şehit
oluyordu. Yolun kenarına mevzilenmiş başka bir geri tepmesiz topun nişancısını görmeyen
komutan yeri göğü inletiyordu. Emirler yağdırdığı karargâhı, anında bölgeye dağılıyordu.
Komutan Tuğgeneral Tuncer, Yarbay İkiz’e dönerek “Öleceğiz ama, burayı terk etmeyeceğiz”
diye bağırıyordu.
Bu sırada doğudaki taburumuzun 57 mm.’lik geri tepmesiz topu, düşman tankına tam
isabet kaydetmesine rağmen yine de etkili olamadı ve tankın karşı ateşi sonucunda top
personeli şehit oldu. Doğudan taarruza geçen düşman tanklarından biri piyadelerde bulunan
tanksavar silahıyla; öteki de bölgede bulunan tanksavar silahıyla imha edildi. Artık tank
taarruzu olasılığı ortadan kalkmıştı; rahat nefes aldılar.
“50. Alay Muharebe (15 tank-12 kariyer) grubunun hepsi Girne istikametine yöneldi.
Batıda (Karava tarafında) hiç tankımız yoktu. Bu nedenle yolun iki tarafına Law silahları
mevzilere girdiler. Saat 14.00 sularında bu istikametten 5 tankla gelen düşmanın üç tankı Low
ve geri tepmesiz topla saf dışı edildi. Öbür iki tankı da mürettebatı bıraktı kaçtı. Tankların yok
edilişi büyük moral kazandırdı.”114
Bu sırada muhriplere bir emir geldi: “Girne stadyumunun oralarda zırhlı araçlar
bulunuyor. Onları imha ediniz!” Haritada bu stadın yerini sağlıklı olarak saptayamadılar. Aynı
bölgede deniz piyadelerimizde harekâtını sürdürüyordu, bu nedenle atışa da cesaret edilemedi.
O anda havada beliren uçaklarımız sözü edilen tankları bir anda yok ettiler.
Bu arada kıyıdaki birliklerimize bir uçağımızın dalış yaptığı görüldü. Hava irtibat
subayı, Hava Harp Okulundaki takma adını kullanarak (takma adı “yamyam”dı) uçağın
pilotunu birliklerin üzerinden kaçırdı. Yoksa çok büyük bir felaket olacaktı.115
5.
BARIŞ HAREKÂTININ İKİNCİ GÜNÜ GELİŞMELERİ
20 Temmuz gecesi başlayan savaş 21 Temmuz’a girilirken göğüs göğse devam
ediyordu. Türk birlikleri ve mücahitler çevresindeki çember bazen daralıyor; bazen de gevşer
gibi oluyordu. Ancak büyük bir baskı altındaydılar, 1nci Komando Taburunun 2nci bölüğü
700 kişilik Rum birliğine mahkûm araziden hâkim araziye yanan ormanın içerisinden taarruz
ederek çemberi kırdılar ve St. Hilarion, Oğuz Tepe bölgesine yeniden hâkim oldular. Böylece
Boğaz’ın emniyeti sağlanmış oldu.
Yunan ve Rum taarruzlarının ardı arkası kesilmiyor; fakat her defasında da
püskürtülüyordu. Sayıca çok fazla olan düşman birliklerine karşı tek çıkış yolu havanın bir an
114
115
önce aydınlanmasıydı. Görüş uzaklığının açılmasıyla birlikte Türk savaş uçakları yardıma
geleceklerdi.
Ankara da sabırsızlıkla havanın bir an önce uçuşa uygun hale gelmesini bekliyordu.
Haberleşmenin tam olarak sağlanamamasının sıkıntısı bu gece çok çekildi. Beklemekten
başka yapacak hiçbir şey yoktu. Yunan konvoyu da gerçeklik kazanmıştı.
Genelkurmay bombardıman kararı aldı. Mersin’e dönmekte olan TCG M.F. Çakmak,
TCG Kocatepe, TCG Adatepe, TCG Tınaztepe’ye tornistan edip destek atışı sağlamaları
emredildi. Rum taarruzunu durdurmanın tek yolu havadan ve denizden destek atışı
sağlanmasıydı. Havanın aydınlanmasıyla birlikte girişilecek hava bombardımanı hem düşman
taarruzunu kıracak; hem de Türk birliklerine ve mücahitlerine cephane yardımını
kolaylaştıracaktı.
20/21 Temmuz gecesi Kıbrıs’taki birlikler için bir ölüm kalım gecesiydi. Darboğaz
kesiminden ve batıdan doğru yola sızan düşman unsurları Barış Kuvvetleri komuta yerine
kadar yaklaşmayı başarmışlardı. Bu durum karşısında komuta yeri terk edildi ve planlar
yakıldı. Havanın aydınlanmasıyla birlikte Genelkurmay Türk savaş uçaklarına havalanmaları
emrini verdi. Saat 04.30’dan itibaren hedeflerini elde edemeyen Rum birlikleri hareketi
durdurdular ve ardından hızla geri çekilmeye başladılar.
Çıkarma yapılan kumsalın kesinlikle korunması, düşmanın karşı saldırısıyla buranın
terk edilmemesi gerekliydi. Harp Filosu Komutanı Tümamiral Nejat Tümer’den gemi
isteğinde bulundular. Filo Komutanı bu görev için, derhal bir gemi tahsis etti. Karadan olası
her türlü sızma, baskın ve sabotajlara karşı da etkin önlemler alınıyordu.
50. Piyade Alay muharebe grubu, Komando Tugayı ile birleşecekti. Deniz piyade de
harekâtta görev alacaktı. Ancak ilerleyen saatlerde kopukluk baş gösterdi ve plan
gerçekleştirilemedi.
Görev: Amfibi Tugay Komutanlığı Kıbrıs’a, Hava İndirme ve Komando Tugayı ile
koordineli olarak müdahale ederek, Türk mukavemetinin emniyetini sağlamak amacıyla G
günü S saatinde Pladini Plajına çıkarak Karava-Elya-Trimiti, Zeytinlik-Girne hattını ele
geçirerek Komando Tugayıyla müteakip harekâta hazır olacaktır.
1. Safha: Amfibi Alay plaj sahasının yakın emniyetini sağlayacak.
2. Safha: 50. Piyade Alayı’nın muharebe grubunun 1.,2.,3., piyade taburları köprü başı
hattını G gününde ele geçirerek bu hatta Komando Tugayı ile birleşmeye hazır olacaktır.
Bu safhada Amfibi Alay (Deniz piyade) bölgenin deniz kıyısında toplanarak müteakip
göreve hazır olacaktır.
3. Safha: Komando Tugayı ile 50. P.A. muharebe grubunun köprübaşı hattında
birleşmelerini müteakip, indirme bölgeleri çevresinde (Kırnı-Gönyeli) toplanacaktır.
Kıbrıs Rumlarının o geceki saldırıları nedeniyle bu görev yapılamadı. 50. P.A.
Komutanı da çıkarma plajının hemen doğu tarafında, bugünkü şehitliğin yanında şehit oldu. O
gün ve o gece tek düşünce vardı: “Kıyıbaşı’na sahip olmak.”116
Kıyıbaşı’nda bunlar olurken, Komando Tugayının bulunduğu bölgede de birtakım
çalışmalar yapılıyordu. Emrindeki tüm birliklerin daha önce belirlenen plan gereği
mevzilenmelerini sağlayan General Demirbağ saat 19.30 sıralarında St. Hilaryon’a çıktı, l. ve
2. tabur komutanı ile son hazırlıkları gözden geçirdi ve saat 24.00’den itibaren Karmi orman
bölgesine yapılacak Türk taarruzunun emirlerini verdi.
General Demirbağ yukarıdan henüz karargâha dönmüş; Kolordu Komutanına
(Korgeneral Nurettin Ersin) bilgi veriyordu ki ortalığı çok şiddetli mermi, roket, top sesleri
kaplamaya başladı. Patlayıcıların çıkardığı gürültü inanılmayacak derecede şiddetliydi.
Tertiplenme sırasındaki çeşitli zorlukların ardından aniden başlatılan Rum saldırısı çok
güçlüydü.
Karargâhta bulunanlar ne olup bittiğini anlamak için dışarı çıktılar. Kolordu
karargâhının çevresi çok kuvvetli havan ve makinalı tüfek ateşi altına alınmış Boğaz üssünden
Girne’ye giden yol kapatılmıştı. St. Hilarion’da da karşılıklı çok güçlü atışlar başlamıştı.
Kolordu Komutanı, Komando Tugay Komutanı ve öteki subaylar durum
değerlendirmesi yapmaya çalıştıkları sırada, Rum Boğazı tarafından gelen bir mücahit subay
durumu aydınlattı. Daha önce Lefkoşa-Dikomo arası inen hava indirme Tugayının 2. Hava
İndirme Taburu Darboğazı (Girne) tutacaktı; fakat mevzi (dayanga) tutamadı. Buna karşın 3.
Hava İndirme Piyade Taburu Türk Boğazı’na çıkarak Rum ileri harekâtını yoğun karşı koyma
ile durdurdu. Bu durumdan Kolordu Komutanlığı haberdar edilmediği için karargâhın, işlerin
yürümediğinden bilgisi olmadı. Bunun dışında, Karargâhla Rum Boğazında mevzilenen
Rumlar arasında bir mücahit birliği bulunuyordu. Bu mücahitlerin varlığı Türk Birlikleri için
bir güvence kaynağı idi. Fakat gece olan olay bu güveni boşa çıkardı. Beyazevler bölgesini
tahkim ederken, bu tarafı, yani Hava indirmenin bir taburunun çıkacağı bölgenin savunulması
burada uzun süredir bulunan mücahitlere bırakılması “Harekât planında” belirlenmişti. Ancak
mücahitlerin, bir Rum taarruzu sırasında burayı bırakacakları hiç tahmin edilmemişti.
Rumlar Rumboz dağından yürüyüp, mücahitleri püskürttükten sonra St. Hilarion’a
çıkmış bulunan l.ve 2. komando taburlarının gerisine sarktılar. Böylece Boğaz üssü tamamen
116
kapanmıştı. O gece sabaha değin muharebe her geçen dakika şiddetlenerek sürdü gitti.
Ellerindeki tanklarla birlikte Gönyeli ve Boğaz üssüne doğru taarruza kalkan Yunanlılara,
Ada’nın çeşitli bölgelerindeki Rum Mili Muhafız Teşkilatı da katıldı. Omorfo çevresindeki
üste bulunanlar “Küçük Kaymaklı” yakınındakiler ve en önemlisi Trikomo’daki tam
teşekküllü üsten kaydırılan kuvvetler dört yönden (Boğaz-Gönyeli-Lefkoşa) üçgenini tutan
Türk ve TMT kuvvetlerine saldırdılar. Bölgeyi çok iyi bildiklerinden yan yollardan sızmışlar
ve saldırıyı hazırlamışlardı.
Gönyeli güneyindeki Türk alayını ve Hava İndirme Tugayının iki taburunu
sıkıştırırlarken, geri kalan RMM Birlikleri de Türk yerleşim bölgelerini sarıyordu. Lefkoşa ve
batı bölgesinden Yunan alayı ve RMM Birlikleri ile Dikomo bölgesinden batıya, Ayvasıl ve
Siskilip bölgesinden Kırnı istikametine RMM harekâta başlamıştı.
Hem aldatmaca konvoy nedeniyle, hem de kendi tasarılarına göre, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin Magosa’nın kuzeyindeki Boğaz bölgesinden çıkarma yapacaklarını bekleyen
Rumlar, buralara çok önemli askeri yığınak yapmışlardı. Trikomo-Boğaz üssünde silahtan
arındırılmış birlikler, yelpaze gibi açılarak bir kıskaçla Serdarlı köyünü sararken, öteki
kıskaçta,
Magosa’daki
Türkleri
çevirdiler.
Girne’nin
doğusundaki
Karatepe
ve
İngiliztepe’deki Rum komando üssündeki kuvvetler de takviye alıp, Beşparmak dağlarına
yüklendi. Böylece üç cephe birden açılmıştı.
Boğaz çevresine indirilen Türk birlikleri karşılarında yaklaşık sekiz bin kişilik bir Rum
kuvveti bulurken, Yunan alayı da harekete geçiyordu. Türk birlikleri öyle bir kıskaca girdiler
ki hem Dikomo ve kuzeyi istikametinden; hem de Rumboz Dağı bölgesinden Kolordu komuta
yerine sürekli ateş yağıyordu. Aşağıdan da üç taburlu Yunan Alayı da boğaza taarruz etmişti.
Yunan Alayı’nın karşısında bulunan Türk Alayı da bu tanklı taarruza fazla dayanamayarak
geri çekildi. Yunan Alayı Lefkoşa’dan gelen asfalt istikametinde Fota köyü ve Boğaz
bölgesine 1-1,5 kilometre uzaklığa kadar yaklaşmıştı. Doğuda Dikomo köyünün batısında 100
m. uzaklıkta bulunan Dikmentepe’yi düşürmüşlerdi. Batıda Kırnı köyünü yeniden aldılar,
denizden boğaz üssüne doğru taarruzlarını geliştirdiler.
Denizden çıkan Türk çıkarma birlikleri de Beşparmak dağlarındaki koruganlardan
birden bire başlayan ateşin içine düştü. Zaman ilerledikçe ateş daha da yoğunlaştı. İzli
mermiler havada uçuşuyordu. Çeşitli yönlerden düzenli ve şiddetli atışlara hedef olmuşlardı.
Bir anda başlayan mermi sağanağı ve izli mermiler Türk birliklerinin atış disiplinini bozdu; bu
atışlardan taburda yaralanan askerler oldu. Komutanlar olağanüstü çabalarla askerlerini
toparladılar, ilk panik atlatıldıktan sonra mevziler kazıldı; içine yerleşildi. Bölge, top, havan
ve hafif silah sesleri ile cehenneme dönüyor; ışık ve izli mermiler havada uçuşuyordu.
50. Piyade Alayı ile Komando Tugayı bu gece Köprübaşı’nda birleşeceklerdi; Rum ve
Yunan birliklerinin yoğun karşı harekâtı gelişince bu birleşmenin sonucu öğrenilemiyordu.
Kıyıbaşı bu durumdan çok hoşnutsuzdu. Arada haberleşme de kurulamadı. Zaten bu
haberleşme harekât boyunca sürekli ölçüde aksadı, ancak ilk gece hiç kurulamadı dense
yeridir. 50. Piyade Alayı’nın durumunun ne olduğunu öğrenmenin tek yolu şafağı beklemekti.
Her yerdeki Türk Birlikleri imha edilmek üzere kıskaca alınıyordu. 21 Temmuz, saat
03.00 sıralarında şimdiki Karaoğlan şehitliğinin 150 metre kadar doğusundaki bir villada
kurulan karargâh, öteki birlikler gibi yoğun ateş altındaydı. O gece Piyade Alayının Komutanı
Albay Karaoğlanoğlu ve yardımcısı Piyade Yarbay Cevdet Ayken, Hava Binbaşı Fehmi Ercan
ve öteki subaylar yukarıda belirtilen komuta yerinde bulunuyorlardı. Çevreden bütün gece
düzensiz olarak devam eden ağır ve hafif silah sesleri birden çoğalıyor; aniden, sözü edilen
villanın bahçesine giren bazukalı bir Rum asker, villanın bahçesinden çıkmakta olan
subaylarımızı bazuka ile vuruyor; Albay Karaoğlanoğlu sokak kapısının hemen önünde şehit
oluyordu.
Albay İbrahim Karaoğlanoğlu’nun şehit oluş biçimiyle ilgili olarak anlatılanlar
birbirleriyle çelişir durumdadır. Kimisi roket atar mermisiyle; kimisi bazuka ile, kimisi geri
tepmesiz top ile, kimisi de kendi askerlerimizin açtığı ateş sonucu şehit olduğunu
söylemektedir. Biz bazuka ile vurulduğunu saptadık. Ama yine de gerçeğe en yakın
olabileceğine inandığımız bir tanıklığı yazıyoruz.
Karaoğlanoğlu’nun Alayında tabur komutanlığı yapmış bir subayımızın117 o geceyi
anlatan tanıklığını da anlatmadan geçemedik: “50. P.A.; 20 Temmuz günü Kıbrıs’a çıktı. Alay
Komutanı forsu açık, jeeple dolaşıyordu. Rumlar daha baştan beri yerimizi saptamışlardı.
Gerçi forsu kapattım, aracın önündeki Alay komutan aracı olduğunu belirten forsu da
çamurla örttüm. Ama yine de iş işten geçmişti.
Rumlar, karaya çıktığından bu yana Alay Komutanını izlemişlerdi ve karargâhı
öğrenmişlerdi. Karargâh çok güzel bir villaydı. Taburun Girne istikametindeydi. Gece çok
şiddetli bir taarruza uğradık. Ateşin şiddetinden, şimdi neredeyse mevzilerimize girecekler
diyordum. Çarpışmaların en şiddetli olduğu bir anda, Alay karargâhının olduğu tarafta
birdenbire aydınlık oldu. Bu geri tepmesiz bir topun yapabileceği bir işti. İlk anda komutanın
ölmüş olduğunu hiç düşünmedim. Daha sonra karargâha gittiğimde öğrendim. O zaman
gördüm ki, Alay komutanını şehit eden mermi bir geri tepmesiz top mermisiydi. Binadaki
hasar bunu gösteriyordu.”
117
Alay Komutanı Karaoğlanoğlu, Hava İrtibat Subayı Hava Pilot Binbaşı Fehmi
Ercan’ın şehit olduğu, komutan yardımcısı Cevdet Ayken’in ağır yaralandığı patlamadan
birkaç saniye önce villadan ayrılmış bulunan hava irtibat subayları Binbaşı Necdet Karademir
ve Yüzbaşı Akın Giray ise, ölümden kıl payı kurtuluyorlardı. İki hava irtibat subayımızın
tesadüf eseri kurtulmuş olması birliklerimiz açısından büyük şans oldu. Tüm harekât boyunca,
uçaklarımızla muhabere kurarak, büyük hizmetlerde bulunarak daha fazla askerimizin
ölümünü engellediler.
BBC’ye ve Yunan radyolarına göre kıyı başındaki birliklerimiz çok ağır yenilgiye
uğramışlardı. Çıkartmada kendilerine önemli ödevler verilen Serdarlı Köyü başta olmak
üzere, Magosa, Limasol, Larnaka, Erenköy ve Baf’taki Türk yerleşim bölgeleri de kıskaca
alınıyordu. Bu bölgeleri koruyan mücahitlerin ellerinde etki gücü yüksek olmayan hafif
silahlar vardı. Dayanmalarına olanak yoktu... Ama mücahitlerin direnişleri müthişti.
Zaman geçtikçe çarpışmalar daha da gelişiyor ve Türk birlikleri mücahitlerle birlikte
biraz daha sıkışıyordu. Her yandan havan, uçaksavar mermileri yağıyordu. Rumların harekâtı;
havadan inen birliklerle, denizden çıkanların birleşmesini engellemek ve birliklerimizi imha
etmekti. Rum ve Yunanlılar, bu işi bu gece bitirme kararındaydılar. Her yerden yağmur gibi
her cins mermi yağdırıyorlardı.
Aslında böyle bir karşı harekâta girişileceği bekleniyordu. Türk Genelkurmayı
tarafından önlemleri de alınmıştı. Bekleniyordu, fakat bu denli büyük bir kuvvetin bu bölgede
toplanabileceği düşünülmemişti. İlk çıkarmada fazla sayıda asker yollayabilmek için, birkaç
tane geri tepmesiz topla yetinilmek zorunda kalınmıştı.
Yukarıda adı geçen bölgede ellerindeki zırhlı vasıta ve tanklarla saldırıya geçen, sekiz
bin kişi olduğu tahmin edilen Rum ve Yunanlılara karşı 2000 kişilik Komando birliği, 650
kişilik Türk Alayı, 2000 kişilik Hava İndirme Tugayı ve hafif silahlarla donatılmış olan
Mücahitlerin de 2000 kişilik bölümü, inanılmaz bir mücadeleye giriştiler. Hava karardığı için
Türk Hava kuvvetlerinden yardım istenemez; takviye silah da alınamazdı.
O geceyi anlatırken General Sabri Demirbağ şunları söylüyor: “Kıbrıs harekâtının
kaderinin, Kıbrıs’ta bulunan birliklerin o geceki direnmesine bağlı olduğunun bilincindeydik.
Tüm
düşüncemiz
elimizdeki
bölgeleri
sabaha
kadar
korumak
ve
ertesi
sabahı
kucaklayabilmekti.
Hava aydınlanır aydınlanmaz, Hava Kuvvetlerinin yardımıyla taarruza geçecektik.
İndirme sırasında edindiğimiz düşünceye göre, Rumlar gündüz savaşmak istemiyorlardı...
Gece Kırnı indirme bölgesine giderken Boğaz bölgesindeki TMT (mücahitler) tabur
komutanından Dikmentepe’nin Rumlar tarafından işgal edildiğini öğrendik... Lefkoşa yolunun
emniyeti bakımından bu Rum taarruzunun püskürtülmesi gerektiği kanaatine vardık. Asfaltın
batı bölgesindeki jandarma taburunun bir bölüğü ile gece taarruz edip tepeyi alması emrini
tabur komutanı Binbaşı Hasan Cemil Erdem’e emrettim.
Mücahit komutanı Yüzbaşı Mahmut’a; Dikmentepe neresi diye sordum, Yüzbaşı
parmağı ile “şurası” diyordu. Gösterdiği istikamette zifiri karanlıktan herhangi bir yeri
göremiyordum. Ben, 3. şube müdürüm ve Yüzbaşı bir hendeğin içine yattık. Kafalarımızı
giysilerimizin pançoları ile örttük ve bu örtünün altında fenerin ışığıyla haritadan
Dikmentepe’yi bulduk. Meğer 100 m ilerimizdeymiş. Hemen jandarma Binbaşı Hasarı
Cemil’e Dikmentepe’yi almak emrini verdim. Her ne pahasına olursa olsun tepe alınacaktı...
İki saat sonra aynı yerden geçerken tepenin alındığı tekmilini aldım ve memnun oldum.
Binbaşı Hasan Cemil ve bir avuç Türk askeri iki saat gibi bir sürede tepeyi almakla
kalmadılar; aynı yerde sabaha kadar boğaz boğaza döğüştüler ve o tepe jandarmanın canı
pahasına elimizde kaldı.”118
Kıbrıs’ta köprübaşlarında bu kanlı çarpışmalar olurken, Genelkurmay’da toplantı
üzerine toplantı yapılıyordu. Ankara sokaklarında halk coşkun gösterilerde bulunuyordu.
Kıbrıs’taki Türkler ise katliamla karşı karşıyaydılar. Köprübaşını tutmama olasılığı komuta
heyetini endişeye düşürüyordu. Hatta bir ara bombardımanın yapılması bile düşünüldü.
Ancak, gece olması nedeni ile doğurabileceği sonuçlar göz önüne alınınca bundan cayıldı.
Sabaha dek endişeli bir bekleyiş başladı.
Genelkurmay Genel Sekreterliği Basın ve Halkla İlişkiler Şubesi’nin, Yunan Alayı’nın
saldırısıyla ilgili açıklaması şöyledir:
“Yunan Alayının taarruzu üzerine Türk Alayı karşı taarruza geçmiş ve düşmana ağır
kayıplar verdirmiştir.
Kıbrıs’ın Batı sahillerine yakın Baf ve Lefke dolaylarında dağınık Rum köyleri içinde
bulunan Türk köylerine saldıran kalabalık Yunan ve Rum askerleri köyleri yakmakta,
yıkmakta, kadın ve çocukları, ihtiyarları akıl almaz, şekilde zalimce usullerle imha etmektedir.
Türk olmaktan başka günahları olmayan bu silahsız kadın ve çocukları katletmeleri, Yunan
cuntasının bu insanlık dışı canavarca davranışları dünya milletlerinin gözleri önünde cereyan
etmektedir. Lanetlenmiş Yunan cuntası yapılan mezalimin tek sorumlusudur. Cezalarını
mutlaka çekmelidirler.”119
118
119
Rum koruganları yıllarca uğraşılarak hazırlanmıştı. Son derece mükemmel tesislerdi.
Boğaz’ın batısında 20/21 Temmuz gecesi bu koruganlardan fırlayan bir Rum komando (700
mevcutlu) taburu, Balapais’ten hareket etti. Türklerin Boğaz batısındaki Doğruyol karakolunu
bastı; Boğaz doğusundaki şahinler karakolunu ele geçirdi. Bu karakollarda 40 mücahitimizi
şehit ettiler, bir bölümünü de yaraladılar. Bu gece Mehmetçikler kadar mücahitler de müthiş
bir direniş gösteriyorlar ve en çok şehidi bu bölgede veriyorlardı. Rum komando taburu da o
gece Balapais’ten sonra FİN Barış Kuvvetlerinin kışlasından geçerek ve Darboğaz’ın boyun
noktasından atlayarak Kadifekale’ye hücum ederek, buradaki haber merkezini düşürdüler.
Oradan da, Siskilip’ten gelen iki Rum taburu Doğruyol’a tırmanarak Doğruyol karakolunu ele
geçirdiler. Düşman, Beyazev ile St. Hilarion kalesine ve Boğaz sancağına hücum ederek
Kolordu karargâhının bulunduğu Boğaz sancağının 500 metre kuzeyinden Darboğaz’dan
geçerek Kadifekale bölgesindeki Türk komando taburunun gerisine; aynı zamanda Siskilip
Boğaz’ı bölgesindeki 2. Taburuyla da doğu istikametinde hareket ederek, önce Doğruyol’daki
mücahit bölüğünü esir alıp imha ederek, St. Hilarion ve batısındaki komando tugayının 1nci
taburuna taarruz etti. Ancak, Rumların iki komando taburu, Türk komando tugayının 1nci
komando taburunu aşamadılar.
Öte yandan Rum kuvvetleri Boğaz’daki mücahitleri atarak tepeyi ele geçirmişlerse de,
bir tesadüf muharebesi sonunda paraşüt taburunun bir kısmıyla yapılan savaşta burası
alınmıştır. Yapılan şiddetli çarpışmalardan sonra Rumlar buradan geri püskürtülmüştür. Rum
baskısının hissedilir biçimde azalmasıyla birlikte çıkarma birliklerimiz arasında haberleşme
kurulabildi ve yeniden toparlanıp daha önce Genelkurmayca hazırlanan plan uygulanmaya
başlandı. Kıyıbaşında Amfibi Alayın tabur komutanları toplanarak kalan cephanenin çok
dikkatli kullanılmasını, gerekirse süngü savaşı yaparak, Kıyıbaşı’nı ikinci çıkarmaya kadar
tutmaya zorunlu olduklarını belirttiler. “Personelimi doğabilecek, muhtemel durumlara karşı
uyarmaya çalışarak, gerekirse süngü savaşı bile yaparak plaj sahasının yakın emniyetini
ikinci çıkarmaya kadar mutlaka tutmamız gerekiyordu.”120 Uçaklar, kendilerine yerden
verilen hedefleri yerle bir ediyorlar. Yunan Alayı ile RMM üsleri ortadan kaldırılıyordu.
Genelkurmay büyük ağırlığı Hava Kuvvetlerine vermişti. Yapılan son durum
değerlendirmesinde tehlikenin atlatıldığı kesinlikle belirlendi. İlk önce Beşparmak
dağlarındaki direnme yuvalarını temizleyip, Girne-Lefkoşa bağlantısını bir an önce kurmaktı.
Girne-Lefkoşa bağlantısı saat 07.00’den itibaren kuruldu.
120
21 Temmuz günü, aynı saatte paraşüt taburu Darboğaz batısı Ozanköy yönünde taarruz
etmek üzere bölgeye gönderildi. Üçgen bölge yoğun topçu, havan ve makinalı tüfek ateşlerine
hedef oluyordu. Yer yer karşı taarruzlarla bölge sürekli olarak tehdit ediliyordu, özellikle
helikopter indirme dalgaları gelişinde, gerek uçuş kolları ve gerekse iniş bölgeleri ile
toplanma bölgeleri çok şiddetli topçu, havan ve makinalı tüfek ateşi altında tutulmuştur. Bu
yoğun ateş, toplanma ve tertiplenmeyi oldukça güçleştirmiş ve kayıpları arttırmıştır. Hava
Kuvvetlerimizin ağır baskısı başladıktan sonra bu bölgedeki birliklerimiz de rahat nefes alma
olanağına kavuştu.
Hava İndirme Tugayı 1nci Paraşüt Taburunun bölükleri, önceki gün kendilerine
gösterilen mevzilere yerleşip savunmaya devam ettiler, özellikle 1nci ve 2nci Bölüklerin
mevzilerine ağır düşman mermileri düştü, fakat herhangi bir zayiat verilmedi. Tabur ihtiyatı
olan 3ncü Bölük, Bilelli Köyü’nün kurtarılması ile görevlendirildi.
Geceyi Kırnı Bölgesine düşman girmesini önlemekle geçiren 2nci Paraşüt Taburu,
sabahın erken saatlerinde aldığı emirle, Girne’nin güneyinde bulunan Şahinler Tepe’ye
hareket etti. Aldığı emirle Delik Tepe’ye giden 3üncü Paraşüt Taburu, 21 Temmuz 1974 saat
00.30’da Bozdağ’a etkili düşman ateşi altında, yaya olarak ulaştı.
Tugaya gönderilen irtibat subayı ancak 21 Temmuz 1974 sabahı saat 04.00’te 4ncü
Paraşüt Taburu’na dönebildi. Tugay Karargahından gelen emre göre Tabur’un Gönyeli’ye
taarruz etmesi gerekiyordu. Bunun üzerine 4üncü Paraşüt Tabur Komutanı, “Gönyeli düşmüş,
oraya taarruz edeceğiz” diye verdiği emir üzerine, Hamit Mandırası’nın batısında Tabur
Taarruz düzeninde süratli bir şekilde Gönyeli’ye doğru ilerlemeye başladı, 1nci Bölük
ihtiyatta kalarak 2nci ve 3üncü Bölükler ileriye yanaştılar.
Plan gereğince Kıbrıs’a ikinci dalgada (kademe) çıkması gereken 39. Tümen o sırada
Mersin’de gemilere bindiriliyor; tank ve zırhlı araç sayısı arttırılıyordu. Truva feribotu deniz
yollarından, Sadık Atıncan, Köyceğiz gemileri de sahiplerinden alınmış gerekli askeri yükle
dolduruluyordu. Ne kadar hızlı hareket edilirse edilsin ikinci dalga 22 Temmuz’dan erken
Kıbrıs’ta olamayacaktı. İkinci dalgayı çıkarana kadar Hava Kuvvetleri’nin desteği
sürdürülecek, böylece birinci dalgada çıkmış olan birliklerimizin direnmesi sağlanacaktı. Bu
arada helikopterle asker ve cephane indirilmeye devam ediliyordu.
Türk savaş uçaklarının gelmesiyle iyice kırılan düşman taarruzunun yavaşlamasıyla
birlikte, Türk birlik komutanları birliklerini bir gün önce sevk ettikleri noktalara koştular.
Kolordu Komutanından izin alınarak, Jandarma Binbaşı Hasan Cemil’in canları pahasına
tuttukları Dikmentepe’nin güvenlik içinde olduğu görüldükten sonra rahat bir nefes alındı.
Binbaşı’ya hemen yeni bir emir verildi. “Dikmentepe’yi tutmakla olmaz, Dikomo’ya taarruz
edip düşmanı püskürteceksiniz”. Geceki göğüs göğüse boğuşmanın hemen ardından
jandarmalar, Çubuk Alayının bir taburuyla beraber yarım günde bu emri yerine getirip
Dikomo’ya girdiler. Ardından, mücahit taburu gece terk etmek zorunda kaldığı eski yerine
yerleştirildi.
Paraşüt taburu Rum Bozdağı’nı ele geçirdikten sonra Dikmentepe’ye Türk bayrağını
dikti. Her iki taraf da Amerikan yapısı AN/PRC tipi muharebe aygıtları kullandıkları için çok
güzel Türkçe konuşan Rumlar çevrimlerimize girerek özellikle Kıyıbaşı’ndakileri çok zor
durumda bırakıyorlardı. Askerlerimiz de yedek frekanslara geçerek, bir an için rahatlıyorlardı.
Rumlar; gemi, uçak ve kara birliklerimize karşı olanakları ölçüsünde “mukabil elektronik
savaş” uygulamaya çalışıyorlardı. Bir ara kendi uçağımızın çıkarma kumsalına saldırıya
geçmesi üzerine, parola yerine zorunlu olarak başka bir uygulama durumunda kalındı. Rumlar
çok güzel Türkçe konuşarak pilotumuzu aldatıp kendi birliklerimizin üstüne çevirdi. Yerdeki
hava irtibat subayımız pilotun takma adını kullanıp çok önemli boyutlara ulaşacak bir faciayı
önledi. Bu tür müdahalelerle karşı tarafın aldatmacaları etkisiz hale getiriliyordu.
20/21 Temmuz gecesi yapılan muharebelerde, Kadifekale bölgesindeki (St. Hilarion
bölgesi) 1. ve 2. Komando Taburları 14 şehit vermişti. Bu şehitler ve yaralılar, 21 Temmuz
sabahı boğaz üssüne tahliye edildi. Türk savaş uçaklarının etkili bombardımanı ve
birliklerimizin karşı taarruzları Rum ve Yunan kuvvetlerini sindirmişe benziyordu. Ancak,
kolordu karargâhı ihtiyatı elden bırakmıyor, gece yine saldırı olabileceğini düşünerek
planlarını ona göre yapıyordu. İlk gün Ada’ya çıkanlar, ikinci dalganın 21 Temmuz 1974 günü
çıkmasını bekliyorlardı.
21 Temmuz saat 11.00 civarında Kadifekale’den Girne yönünde hareket eden birlikler
büyük bir düşman baskısı altında kalmadan (yalnızca evlerin içine giren Rum askerleri
tarafından açılan ateşler hariç) saat 15.00 ile 16.00 arası Girne’den Pladini kumsalı
doğrultusunda asfalta kadar indiler. Bu sırada Rum Bozdağı bölgesindeki Hava indirme
Tugayının taburu da Bellapais köyü batısındaki bölgeye inmişlerdi.
Çıkartma birliklerinin Girne yönünde hareket etmemeleri üzerine Kolordu komutanına
bilgi verilmiş ve komutanın emriyle bu birlikler Girne güneyindeki Kadifekale kuzeyindeki
futbol sahası bölgesinde hava kararmadan önce toplanmış ve geceyi orda geçirmeleri
emredilmişti. 1. Tabura da doğruyol ve St. Hilarion bölgesinde toplanıp geceyi orda geçirmesi
emredilmiştir.
Hava kararınca daha önce beklenen olay gerçekleşiyor, Rum birlikleri saldırıya
geçiyordu. Türk kuvvetler de ilk geceye göre daha düzenli bir şekilde karşı koyuyor, düşman
saldırısını etkisiz hale getiremese bile ilk gecenin sıkıntısı yaşanmıyordu. Hatta istenen
düzeyde olmasa bile Girne-Lefkoşa-Gönyeli üçgeni kurulabilmişti.
Kıyıbaşı’nda da karşılıklı çatışmalar oldu. İlk geceye oranla, daha sakin ve atış
disiplini daha iyi idi. 21 Temmuz gecesinden 22 Temmuz sabahına değin çatışmalar yine
devam etti. Komando Tugayı birlikleri Beşparmak Dağları’ndaki, direnme yuvalarının, daha
doğrusu silah depolarını saf dışı edebilmek için insanüstü çaba harcıyorlardı. Sabahın ilk
ışıklarıyla birlikte bazı komandolar Girne’nin dış yerleşim bölgelerinde görülmeye başladı. 3.
tabur, öğlene doğru Girne-Pladini kumsalı sonuna ulaşmıştı.
Havadan inenlerle denizden çıkanlar birleşmek üzereydi. İki gün boyunca hiçbir
takviye almadan direnmek ve Genelkurmay Başkanlığının planında belirtilenleri yerine
getirmek başlı başına “büyük başarıydı”. Çıkartmanın ikinci gününde, Kıbrıs’taki Rumların
Türklere işkence yaptıkları, öldürme olaylarının arttığı haberi hızla yayılmaya başladı. Bunun
üzerine Kıbrıs Türk Kuvvetleri ve Adana, Hatay, İçel illeri Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral
Suat Aktulga bir bildiri yayınladı.
“Kıbrıslı Rumlara hitap ediyorum: Türk köylerinde kadın, çocuk ve ihtiyarlara taarruz
edildiği haberi alınmıştır. Bu hareketlere devam edildiği takdirde, misliyle mukabele
edilecektir.”
20 Temmuz 1974 saat 15.00’de Yunan Deniz Kuvvetlerine ait Glafkos ve Nireis
denizaltılarına Kıbrıs’a hareket ederek Türk deniz araçlarını vurma emri verildi. Bu denizaltı
gemileri herhangi bir görev yapamadan 21 Temmuz 1974 tarihinde saat 13.00’de geri çekildi.
573. Piyade Taburu ve 550 gönüllü, Albay Papakostalu komutasında Retimnon muhribi ile
Kıbrıs’a gönderildi. Fakat 22 Temmuz 1974 gece yarısı gemi komutanı Albay Zulias’a geri
dönüp personeli Rodos’a çıkarması emri verildi. Daha önce alarma geçirilen 35. Yunan
komando taburu 21 Temmuz gece yarısı 15 tane Moratlas uçağı ile Kıbrıs’a intikal ettirildi.
Bunlardan ikisi yolu şaşırıp geri dönerken dört tanesi de Lefkoşa havaalanında RMM ordusu
askerlerinin ateşiyle tahrip oldu.
6.
KOCATEPE MUHRİBİNİN BATIŞI
Güney Ege’nin Akdeniz’e kavuştuğu bölgede keşif yapan bir Türk deniz keşif uçağı
doğuya doğru yol alan bir filo keşfetmişti. Pilot, alçak bulutlardan dolayı filoyu teşkil eden
gemilerin kimliğini tam olarak teşhis edememiş, Amerikan yapısı muhriplerin refakat ettiği
bir ticaret gemisi filosu olduğunu tahmin etmişti. Bu keşfin raporu Türk Genelkurmayına
ulaştırıldığında Genelkurmay, derhal hükümeti haberdar etti. Olay ciddiydi. Eğer bu Yunan
filosu ise ve Kıbrıs’a asker takviyesi için yola çıkmışsa Türk Silahlı Kuvvetleri onu Kıbrıs’a
ulaşmadan önce mutlaka ya batırmalı ya da geri çevirmeliydi.
Durumu öğrenen ve ciddiyetini hemen idrak eden Başbakan Bülent Ecevit bu filonun
veya konvoyun geri çevrilmesi için Amerikan tavassutunu rica etti. Ecevit konvoya yapılacak
bir müdahalenin bir Türk-Yunan savaşına sebep olmasından korkuyordu. Temas kurduğu
Amerikan Dışişleri Bakanı Dr. Henry Kissinger, ona Yunanlıların böyle bir konvoyundan
haberleri olmadığını söyledi. Bu elbette bir Yunan aldatmacası olabilirdi. Bu yüzden Hükümet
de Genelkurmay da Amerikan Dışişleri Bakanının sözlerine fazla kıymet vermediler. Durum
son bir defa daha gözden geçirildi. Karar kesindi ve kaçınılmazdı. Konvoy varsa mutlaka
batırılacak veya geri çevrilecekti. Harekâtın bu safhasında bu ölçüde bir düşman kuvvetinin
Kıbrıs’a çıkmasına izin vermek düşünülemezdi. Hemen Hava ve Deniz Kuvvetlerine harekâta
geçmeleri için emir verildi.
Kuvvetlerin büyük bir kısmı Ege’de olan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Kıbrıs
açıklarındaki 5 muhribinden 3’ünü Yunan filosunu karşılamak için görevlendirdi. Kocatepe,
Adatepe ve Çakmak Muhripleri hemen batıya Arnavut burnuna doğru yöneldiler. Bu arada
hava kuvvetleri ise Yunan gemilerine saldıracak olan 48 uçağın hazırlıklarını tamamlamıştı.
Türk Filosu Arnavut Burnunu dönüp Kıbrıs’ın batı sahilleri önünde Yunan filosunu
karşılamak için Güneye doğru dümen kırdığı sırada Rum-Yunan hücum botlarının saldırısına
uğradı. Fakat bu “kahraman filo!” Türk gemilerinden açılan ilk salvodan sonra hemen
selameti kaçmakta buldu. Bu arada içlerinden bir tanesi batırılmıştı. Filo güney batı
istikametinde bir müddet daha seyrettikten sonra bir anda nereden geldiği bilinmeyen bir jet
filosunun taarruzuna uğradı. Binlerce metre yükseklikten süzülen uçaklar bomba ve
roketlerini bıraktıktan sonra yeni bir saldırı için yeniden yükseliyorlardı.
Uçaklar dalga dalga geliyor, keşif, uçaksavar barajına rağmen bomba ve roketlerini
bırakıp dönüyorlardı. Saldırının daha ilk dakikalarında Kocatepe Muhribimiz ciddi bir isabet
aldı ve yanmaya başladı. Bunu gören uçaklar geminin işini bitirmek için saldırılarını Kocatepe
üzerine teksif ettiler. Gemi artık kontrolden çıkmıştı.
Filo Komutanının “hava taarruzuna uğradık” mesajı Deniz Kuvvetleri Komutanlığına
ulaşınca Komutan Kemal Kayacan derhal hava kuvvetlerini aradı ve durumu bildirdi.
Orgeneral Emin Alp Kaya uçaklarının gerçekten Baf sahilleri batısında bir filoya hücum
ettiğini ama bunun bir Yunan filosu olduğunu söyledi.
Deniz Kuvvetleri Komutanı bölgedeki gemilerin Türk gemileri olduğunu ve uçakların
devamlı saldırılarına maruz kaldıklarını söyleyince Hava Kuvvetleri taarruzlarını durdurdu.
Böylece yaralı Adatepe ve Mareşal Çakmak Muhripleri kurtuldular. Ama daha önce yara alan
Kocatepe bu arada batmıştı. Bu acı yanlışlık sonucu 57 vatan evladı o gün şehit oldular.
7.
BARIŞ HAREKÂTI’NIN ÜÇÜNCÜ GÜNÜ GELİŞMELERİ (22 TEMMUZ
1974)
21/22 Temmuz gecesi verilen yazılı ve sözlü bir tümen emri ile Tuğgeneral Hakkı
Borataş Komutanlığında “Bora Özel Görev Kuvveti” oluşturuldu.
22 Temmuz 1974 Pazartesi
TCG Kocatepe gemimizin batırılışınm dayanılmaz acısı; Ada’daki birliklerimizin
birleşememe korkusu; ada Türklerinin toplu öldürülme korkusu; yorgunluk, uykusuzluk ve
sıkıntı içinde, 22 Temmuz 1974 sabahı başlıyordu...
Başbakan Bülent Ecevit saat 10.00’da yaptığı basın toplantısında akşam saat 17.00’de
ateşin kesileceğini söylüyordu.
Ateşkes kararının bildirildiği saatlerde, daha önce gönderilmesi gerektiği halde
adadaki darbe gelişmeleri nedeniyle gönderilemeyen 350 kişilik Kıbrıs Türk Alayı değiştirme
Birliği de, Alay Komutanlığını devralacak olan Kurmay Albay Eşref Bitlis komutasında,
Ovacık’tan (Mersin) helikopterlerle Kıbrıs’a gönderilmiş ve Gönyeli ovasına inmişti.
Ateşkes için gelen dış baskılar göğüslenecek gibi değildi. Hükümet de Ada’daki askeri
konumumuzu göz önünde bulundurarak ateşi durdurmaya karar verdi. 22 Temmuza
girildiğinde hava ve kıyı başları tutulmuş sayılırdı ve ağır silahlı gücümüz de bugün
çıkarılacaktı. Artık bundan sonra sürekli olarak yardım da gönderebilirdik. Tüm bu koşullar
ve eldeki olanaklar değerlendirildikten sonra ateşin kesilmesinde bir sakınca olmayacaktı.
Üstelik bu kararla dünya kamuoyunu da yanımıza alabilirdik...
Zor geçen bir gecenin sabahıydı...
Kıbrıs Barış Harekâtının ana düşüncesi: kısaca, harekâtın baskın tarzında icrası, çıkan
ve atlayan birliklerin son hızla birleşmesi ve Kıbrıs’ta ilk aşamada güvenli bir askeri bölgenin
ele geçirilmesiydi.121
General Demirel, General Borataş ve Binbaşı Güroğlu 22 Temmuz sabahı LCT
çıkarma gemisinin güvertesinde akşamdan bu yana devam ettikleri durum değerlendirmesini
yukarıda belirtilen ana düşünce çerçevesinde karar ve uygulama aşamasına getiriyorlardı.
121
“Kıyıdaki” ve “üçgen bölgedeki” birliklerin son durumu konusunda herhangi bir
bilgimiz yoktu. Bu bilgi yoksunluğu içinde varsayımlarla çeşitli hareket tarzları belirledik:
1. Kıyıya ayak basar basmaz Doğuya veya dosdoğru Güneye taarruz.
2. Kıyıbaşında belirli bir kesimde geçici olarak birlikleri toparladıktan sonra yine aynı
yön ve doğrultulara taarruz.
3. Kıyıya, gemilerdeki hafif silahların desteği ile zorla çıkış ve uygun bir Kıyıbaşı
dayangası el geçirmek.
Bütün bunlar yapılırken, daha önce Kıbrıs’a ayak basmış bulunan birliklerimizin
toptan yok edildiği düşünülüyordu.”122
Belirlenen harekât tarzlarından en önemlisinin, kıyıya ayak basar basmaz hiç
beklemeksizin taarruz olduğuna karar verdiler. Bu taarruz için eldeki kuvvetlerin cins ve
miktarlarına bakılmayacaktı. Bu taarruz, Havabaşı ile en çabuk biçimde birleşme sağlamak
amacı ile, Girne’den sonra düşene kalkana bakmadan ve durmaksızın Darboğaza yönelecek
ve darboğazı düşürerek 20 Temmuz sabahı Gönyeli çevresine indirilen ve atlayan Hava
İndirme ve Komando Tugayları ile birleşmeyi sağlayacaktı. Harekâtın başarısı için bu
birleşmenin sağlanması zorunluydu. Çünkü 20 Temmuz sabahı Kıbrıs kıyılarına çıkan
“Çakmak Tugayı” ile Gönyeli bölgesine atılan tugaylar, 22 Temmuz akşamına kadar cephane
ve yiyecek bakımından desteklenmezlerse savaş güçlerini yitirebilirlerdi.
Bunun dışında, en önemli konu, Türk Hükümeti tarafından da 22 Temmuz 1974 günü
saat 17.00 için “ateşkes” imzalanmıştı. Temel soru daha önce Kıbrıs’a çıkanların ne durumda
olduğuydu. Alay komutanı şehit, yardımcısının ağır yaralı olduğunun bilinmesi LCT’dekileri,
Kıyıbaşındaki kuvvetlerin iyi durumda olmayacağını düşündürüyordu.
Tümgeneral Demirel, Tuğgeneral Borataş’a, “Kıyıya ayak basar basmaz Bora Özel
Görev Kuvveti komutanız altında derhal Girne istikametinde taarruza başlayacaktır.” diye
emir verdi.
General Borataş’ın ayrılmasından sonra, Üsteğmen Yavuz Sokullu geldi. “Komutanım,
en sonunda bir şerefe ulaşıyorum” dedi. Komutanın yüzündeki hayret ifadesini fark edince de
hemen ekledi: “Birkaç kez Kıbrıs’a gitmek için dilekçe verdim, çeşitli nedenlerden
göndermediler. Şimdi artık Kıbrıs’a ayak basıyorum. Hayatta bütün isteğim buydu. İşte bu
şerefe şimdi kavuşuyorum... Amacım Kıbrıs’ta çarpışmaktı. Hakkımızı korumak ve Türk
kardeşlerimizi kurtarmak gerek... Şimdi, bizler bu göreve gidiyoruz...”
122
Komutan konuşmanın akışını değiştirmek için O’na Beşparmak dağlarını gösterdi. Bu
sırada Kıbrıs’ta Kolordu Komutanı, 39. tümenin hareket ettiğini ve 22 Temmuz sabahı kapak
atılacağını bildirdi. Komando taburuna (1. ve 3. tabura) da, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte bir
gün önce yaptıkları taarruza devam etmeleri ve Girne’nin düşürülmesi emredildi.
Bugün, daha önce (15 Temmuz 1974) darbeci Rum askerlerin ele geçiremediği
Papaz’ın evini paraşüt taburu, bir teğmenin (Ulvi Berberoğlu) komutasında, boğaz boğaza
çarpışarak ele geçirdi. Burada bol miktarda silah ve cephane ele geçirildi. Papaz’ın evi; 58
kişinin silah deposu haline getirdiği bir direnekti ve Girne’ye giden birliklerimize ateş
kusmuştu.
20 Temmuz sabahı, 15 tanklı piyade bölüğü çıkarılmıştı. 22 Temmuz günü de 15 tank,
10 kariyer çıkarıldı.123 20 Temmuz sabahı çıkarılan birliklerin, 22 Temmuz’a kadar
Kıyıbaşı’nda sıkışıp kalmaları nedeniyle tanklar sürekli olarak çalıştırıldıklarından benzinleri
bitmek üzereydi. Daha önce gemilere yüklenen iki benzin tankeri yardımlarına yetişti ve bu
tanklardan da yararlanma olanağı doğdu.
Yavaş yavaş akşamın alaca karanlığı çöküyordu. Türk tanklarının ikişerli ya da üçerli
timlerle Girne’nin kenar semtlerinde yaptığı savaşlar, şiddetli ve etkili atışlar Rumların Girne
dışındaki direnmelerini kırmaya başlamıştı. Düşman ateşlerinin sıklaşması bu izlenimi
veriyordu.
Düşman ateşinin etkisizliği ve ardından uzun bir süre kesilmesi kıtalarımızı hamle
hamle ileri fırlatıyordu. Her fırlayışta Rumların ortaya çıkan isabetsiz bir ateşi hemen karşılık
görüyor ve ateş edilen hedef Türk atışlarıyla yok ediliyordu. Son derece neşeli bir duruma
gelen ilerleme harekâtı bu heyecan ile yerleşim bölgesi içinde adım adım ilerliyordu.
Tanklarımız tek tek Girne’ye girmeye çalışırken beklenmedik ve çok tehlikeli bir
durum ortaya çıktı. Birkaç tankımız bir aralık Girne içerisinde küçük bir meydanda bir yol
kavşağında durmak zorunda kaldı, öndeki tanklar gidecekleri yöne karar veremiyorlardı.
Arkadan gelen tanklar da bunlara katıldı. Bu meydan şimdiki Girne Belediyesi’nin bulunduğu
yol kavşağıydı. Bu kavşaktan güneye, batıya birkaç yol ayrılıyordu. Arkadan gelen öteki
tanklar da öndekilere katılarak durunca ortalık bir anda karıştı. Tanklar sokak içinde arka
arkaya sıkışmışlardı.
Her an bir felaketle karşılaşılabilirdi. Telsizler de duyulmuyordu, işaret flamaları ile
haberleşiyorlardı. Bu açmazdan çıkmanın yolları düşünülürken, Girne kalesi çevresindeki dar
bir sokağın içinden esir alınmış üç Rum askerinin tanklara doğru getirildiklerini gördüler.
123
Birliğin komutanı general, askerlere, “Lefkoşa (Nicosia) yolu neresidir?” diye sordu. Girne
çıkışı bulunamıyordu.
Tutsaklardan biri bir süre tereddüt ettikten sonra yolu gösterdi. Tutsağı da tankın
üstüne aldılar ve tanklarımız birer ikişer Gönyeli yoluna doğru ilerlemeye ve bu kez
Darboğaz’a taarruza başladılar.
Ada’daki ordumuz kendilerini koruyup savaşı sürdürebilirlerdi ama Türk sancakları
ivedi yardıma gereksinme duyuyordu. İlk gün Lefke ve Limasol sancakları düşmüştü. Daha
önceki bölümlerde anlatıldığı gibi Mücahitler, kendilerinden sayı ve silah üstünlüğü çok fazla
olan Yunan ve RMM (Rum Milli Muhafızları) saldırıları karşısında ağır kayıplar vermişlerdi.
Bu iki sancağın dışındaki sancaklar her ne kadar dayanabildilerse de direnişleri daha ne kadar
sürecekti. Bu arada, Rumların tutsak aldıkları Türkleri toplu olarak öldürdükleri haberi de
Ankara’da kaygı uyandırıyordu. Bu arada Atina’nın savaş ilan edip etmeyeceği kuşkusu da
havada dolanıyordu. Açmaz içindeki Cunta ne yapacaktı?
“20 Temmuz sabahı Yunan cuntası lideri Yuannides, Türk çıkarmasının haberini aldığı
zaman, fevkalade sinirlenmiş ve ne demekse, Türkiye’nin kendisini aldattığını söyleyerek,
Türkiye’ye Kıbrıs’ta ve “belki de başka yerlerde” mukabele etmek üzere, genel seferberlik
ilanını emretmiştir.124 Fakat seferberlik emri tam bir kaosa neden oldu. Açıkça görüldü ki,
Yunanistan’ın savaş planlarında ciddi bir karışıklık ve hazırsızlık vardı. Gregorios Bananos,
Abdreas Galatsanos, Aleksandros Papanicalau ve Petros Arapakis gibi yüksek rütbeli
Generaller, Kıbrıs yüzünden Türkiye ile bütün cephelerde sınırsız bir savaş ihtimali karşısında
durakladılar. Böyle bir savaş Türkiye kıyılarına çok yakın olan ve savunmasız bulunan Yunan
adalarının kaybı ile neticelenecekti. Daha kötüsü, kuzeyde toplanmış olan Yunan
kuvvetlerinin büyük bir kısmı, İstanbul’a değil, Atina’ya yürümeye hazır olduklarının işaretini
verdi.”125
Amerika da Yunanistan’ın bir Türk saldırısını karşılama gücünde olmadığını Atina’ya
telkin etmişti. Gerçekten, Türk kuvvetlerinin Kıbrıs’a çıkması üzerine, Trakya’da bulunan ve
Türk sınırı üzerinde yerleştirilmiş bulunan Yunan 3üncü Ordusu’ndan 250 subay, 21
Temmuz’da hükümete yönelttikleri ve Londra-BBC ve Almanya’nın Sesi (Deutsche Welle)
radyolarında yayınlanan ültimatomlarında,bir yandan Türkiye’den Kıbrıs’taki harekâtı
durdurmasını isterken, öte yandan da, Cumhurbaşkanı Gizikis ile kuvvet komutanları ve iki
büyük siyasi parti liderlerinin katılacağı ve başkanlığını Karamanlis’in yapacağı bir “Milli
124
125
Selamet Konseyi” kurularak, Türkiye ve İngiltere ile Kıbrıs konusunda müzakerelere
geçilmesini ve serbest seçimlerin yapılmasını istemişlerdir.
3üncü Ordu’nun bu başkaldırması üzerine Cunta 23 Temmuz’da çöktü. Eski
başbakanlardan Karamanlis, 23-24 Temmuz Paris’ten Atina’ya geldi ve ertesi günü de
kendisine yeni hükümeti kurma görevi verildi. Cunta’nın darbenin ardından Türkiye ile savaşı
planladığını Sampson’un anılarından öğreniyoruz. Bu anılar hem Yunanistan’ın Kıbrıs
politikasını hem de Kıbrıs Türklerinin geleceğini açık biçimde gözler önüne sermektedir.
“15 Temmuz 1974 darbesiyle Rum yönetimi başına getirilen Nikos Sampson, Şubat
1983’te yayımlanan anılarında bunu açık bir biçimde belirtmekten çekinmemişti. Nitekim
Sampson’un anılarının yayımlandığı kitabının 95inci sayfasında, 22 Temmuz 1974 günü
Yunan Cumhurbaşkanı Gizikis ile Sampson arasında yer alan telefon konuşmasında Enosis’in
ne zaman ve nasıl ilan edileceği konusunda anlaşma yapılmıştı. Bu konuşmayı, burada RumYunan niyetlerini açıkça göstermesi bakımından kısaca almakta yarar görmekteyim.
Konuşmadan bölümler:
Gizikis: Savaş Konseyi, Tuğgeneral Yuannides’in tavsiyesi üzerine Türkiye’ye savaş
ilan etmeye karar verdi. Türkler tamiri ve telafısi imkânsız bir yenilgi alacaklardır. Bay
Sampson, sen de Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını açıklamaya hazırlan.
Sampson: Gizikis’in verdiği cevap, Yunanistan’ın kana bulanan kızının yardımına
koşacağını ve sonunda Kıbrıs ulusal gövde ile birleşeceğini (Enosis) doğrulamaktaydı.
Yaşaran gözlerle kendisine sordum...
Sayın Başkan, Anavatan’ın askeri yardımı ne zaman gelecek ve savaş ne zaman ilan
edilecek?
Bana cevap verdi:
- 22 Temmuz 1974 pazartesi sabahı saat 11.00’da. Buna neden de Kıbrıs’a
yaklaşmakta olan denizaltılarımızın Kıbrıs’a ulaşmasını mümkün kılmaktır. Denizaltılarımız
halen Kıbrıs’a doğru yol almaktadır.
Kendisine sordum:
- Peki, Enosis’i ne zaman ilan edeyim?
Yunanistan’ın Kıbrıs’ta, Meriç’te ve öteki cephelerde saldırılarının başlamasından
hemen sonra Enosis’i ilan edebilirsin diye cevap verdi.
Kendisine şöyle konuştum:
- Teşekkür ederim sayın Cumhurbaşkanı, şimdilik size veda ediyorum. Kıbrıslıların
rüyası ve beklentilerinin gerçekleşmesinin başlayacağı saat 11.00’e kadar sizden ayrılıyorum.
Cevap verdi:
- Evet, rüyalarınız ve beklentileriniz nihayet gerçekleşecektir.”126
Karamanlis göreve başlar başlamaz, Türkiye’ye savaş ilan etmek ve Türk kuvvetleri
ile Kıbrıs’ta ve mecburiyet olursa başka cephelerde de karşılaşmak istedi. Lakin Atina’da
toplanan Savaş Konseyi’nde ordu komutanları, uzak bir mesafede olan Kıbrıs’ta savaş
yapmak için Yunan Silahlı Kuvvetlerinin yeterli hazırlığı bulunmadığı ve aynı zamanda da
açıkta kalan Ege Adalarını savunmanın mümkün olmayacağını bildirdiler. Bunun üzerine,
gayet sinirlenen Karamanlis, Kıbrıs’ta ateşkesi kabul etti ve ertesi günü de Yunanistan’ı
NATO’nun askeri kanadından çıkardı. NATO Türkiye’yi durdurmadı diye...”127
8.
DARBOĞAZ’A TAARRUZ
Darboğaz, tankların yol dışındaki hareketlerini birçok yerde olanaksızlaştırıyordu. Bu
nedenle Girne’den sonra tank ve kariyerlerin kol düzeninde Darboğaz’a saldırmaları tankların
hareket yeteneklerine uygun değildi. Bununla beraber, eğer yol kapalı değilse, tanklarımızın
ateş gücü ile düşmanın yakın sağında ve solundaki sınırlı direnmelerin kırılmasının kolay
olacağı düşünüldü. Türk kurmaylarına göre, bu ana kadar, düşmanın kırılan ve dağılan
kuvvetlerinin tanklardan önce hızla toparlanarak, Darboğaz’da güçlü ve yeni bir direnme gücü
ve direnç yuvaları kurulabilme olasılığı çok zayıftı.
Taarruz gelişiyordu. Girne’den Pladini kumsalına kadar uzanan kıyı boyları ve
derinliklerini yaklaşık olarak takviyeli bir Türk Alayına eşit olan bir Rum birliği savunuyordu.
22 Temmuz’da Türk birlikleri ve Bora Özel Görev Kuvveti Pladini-Ayayorgi yol ekseni
boyunca baskın taarruzuna geçince Rumların bu alayı o ana kadar beklemedikleri yönden
batıdan doğuya doğru kuşatılmış oldu. Oysa Rum alayı, Türk Kuvvetlerinin kıyıdan
çıkacağını düşündüğünden buna göre önlem almıştı. Girne ve Pladini kumsalı arasındaki
kıyıları denize karşı savunacak biçimde kıyı boylarını ve derinliklerini savunmaya
hazırlanmıştı. Bu amaçla kıyı boyunda ve derinliklerinde birçok koruganlar yapmıştı. Bu
koruganları Girne kentine ve Darboğaz’ın derinliklerine kadar uzanmıştı. Türk Kuvvetlerinin
taarruzu düşmanın koruganlara gitmesine olanak ve zaman bırakmaması nedeniyle Rumlar,
koruganlardan gereği gibi yararlanamıyorlardı.
Rum Piyade Alayının 8 km’lik yan ve gerileri Türk güçlerinin eline geçmişti. Rum
birlikleri dağıtılmış, bir bölümü de Girne doğusuna ve Girne kalesine çekilmişti. Alay
126
127
komutanının otomobilinin çalışır durumda ele geçirilmiş olması, komutanın sevk ve idareyi
yitirdiğini açıkça gösteriyordu.
Darboğaz’a yönelen Türk tankları sağdaki ve soldaki direnme yuvalarını kırmaya
başladılar. Tanklar Boğaz’a başarı ile taarruz ediyorlardı. Bir tank yol boyunca ilerlerken, bir
başkası dönemecin köşesinde hedef olması olası tepeleri, koruganları ateş baskısı altına
alıyordu. Sonra ilerideki tank ateş himayesini yapıyor ve arkadaki tank bundan yararlanarak
sıçramalarla ileri yanaşıyordu.
Artık Boğaz yavaş yavaş açılıyordu. Düşman atışları da isabet gösteremiyordu. Türk
tanklarında hasar yoktu. Bölgede bulunan ormanlar daha önce uçak taarruzları ile
yakıldığından, Rum hedeflerinin görülmesi ve bulunması çok kolay oluyordu. Tank ve
kariyerler düzenli bir biçimde ilerleyerek Darboğaz’ı düşürmeye çalışıyorlardı. Tanklar,
dönemeçli yolu dönerek sağdaki ve soldaki hedeflere ateş ederek Boğazın boyun noktasına
doğru adım adım yaklaşıyorlardı. Bir ara sağdaki bir tepenin üstünde dalgalanan mavi beyaz
bir bayrak altında birileri görüldü. Tank topumuz derhal o tarafa döndü. Bayrağın altındaki
askerler ayaktaydı ve tanklarımızı selamlıyorlardı. Bunların Rum ya da Yunan olmayacağını
bir an düşünen Türk komutanlar tankın ateşini son saniyede durdurdular. Sonradan
öğrenildiğine göre bunlar Barış Gücünün Finli askerleriymiş. Boğaz’ı düşüren tanklarımızı
birer birer saygıyla selamlıyorlarmış.
Darboğaz’ın boyun noktasına yakın yerlerde tek tek mücahit ve komando erleri
görülüyordu. Bu erlerle karşılaşmalarda daha önceden belirlenen bir parola olmadığı için
karşılıklı olarak ateş edilmesi kaçınılmazdı. Bir çatışmayı önlemek için en öndeki
kariyerlerden birinde bulunan General (Hakkı Borataş) yolda rastladığı bir eri çeviriyor, önce
“Kelime-i şehadet” getirtiyor, Türk olduğunu anlayınca hep beraber “dağ başını duman almış”
marşı eşliğinde harekâta devam ediyorlardı.
Fin askerleriyle selamlaştıktan sonra tanklarımız son hızla birer ikişer Boğazın boyun
noktasına ve oradan durmadan Gönyeli’ye doğru ilerlemeyi sürdürüyorlardı. Boğaz sancağı
civarında tanklarımız 19.00’da görülmeye başladı. Tanklar hedeflerine birer ikişer
geliyorlardı. Hedefte yeniden toparlanmak zorundaydılar. Susuzluk, açlık ve yorgunluk
etkisini gösteriyordu. Belirledikleri harekâtın ilk hedefine ulaşılmış olması bunların tümünü
unutturmuştu. Tanklarımız yol kenarında, Boğaz sancağına ait olan bir çeşme kenarında
duruyorlar ve çeşmenin temmuz sıcağı suyunu kana kana içiyorlardı. Çeşme kenarında bir
aralık Tuğgeneral Borataş, Tümgeneral Demirci’nin yanına gelerek, “Bora Harekâtı bitmiştir”
diye askerce rapor verildi. İki general ve orada bulunan subaylar teker teker kucaklaştılar.
Girne henüz tam olarak ele geçirilmemişti. Tanklar Girne’nin içine girmeden
Darboğaz’a yönelmişti. Daha önce Girne’nin kenar semtlerine girmiş olan komandolar
havanın kararmasıyla birlikte yerleşim bölgeleri içinde kaldılar. Askerleri toparlayıp geri
çekilmek olanaksızlaşmıştı. Birer cephaneliğe dönüştürülen evlerin arasında kaldılar.
Geceyle birlikte Rumların yoğun ateşiyle karşılaştılar. Sabaha değin süren
çatışmalarda 23 şehit verildi. Günün ilk ışıklarıyla birlikte ev ev aranan kenar semtlerden
sonra merkez yerleşim bölgesine girildi. Direnme yuvalarıyla tek tek boğuşulan Girne 23
Temmuz’da tamamen ele geçirilmişti. 24 Temmuz’da da Kolordu Komutanına teslim edildi.
9.
LEFKOŞA HAVAALANI BOMBALANIYOR (22 TEMMUZ 1974)
21 Temmuz günü Kıbrıs Hava Meydanı’nın (Lefkoşa) tarafımızdan kullanılmaz
hale getirilmesi için Genelkurmaydan müsaade istenir. Genelkurmay Başkanı “Olmaz...
Meydan İngilizlerin” der.
22 Temmuz’da ise bir helikopter pilotu “Lefkoşa havaalanında Onasis’in
şirketinin 6 tane uçağı duruyor.” der. Bunun üzerine Genelkurmay II. Başkanı Adnan Ersöz
aranır. Alanı bombalama izni istenir. Genelkurmaydan bombalayın izni çıktıktan sonra
Korgeneral Hulusi Kaymaklı (II. Taktik Hava Kuvvetleri Komutanı)’nın bilgisi dâhilinde
“kazara bomba düşürmek” taktiğiyle hava alanı bombalanır.128
Birinci Barış Harekâtı sonunda uçak kaybımız: 20-23 Temmuz 1974 tarihleri arasında
toplam 733 sorti yapılmıştır. Bu süreçte düşen uçak sayımız 10’dur. Düşen uçakların günlere
göre dağılımı şöyledir:
20 Temmuz 1974: 3 tane F-100 - 1 tane RF-84 (pilotu şehit oldu)
21 Temmuz 1974: 2 tane F-100 - 1 tane F-104
22 Temmuz 1974: 1 tane F-100 - 1 tane F-102
23 Temmuz 1974: 1 tane F-102
10.
128
TÜRK-İNGİLİZ SAVAŞINA KILPAYI
Kıbrıs 1960 yılından beri, İngiliz Uluslar Topluluğu’na bağlı bağımsız bir devletti.
Başpikopos Makarios, bir yıl sonra ülkesini (Kıbrıs) temsil etmek için İngiliz Uluslar
Topluluğu Başbakanlarını bir araya getiren toplantıda hazır bulundu. Çünkü adanın nüfusu
Türkler ve Rumlar arasında bölünmüştü ve bu bölünme, söz konusu liderlerin (ya da
kesimlerin) ülkelerine olan aşırı sadakatinden kaynaklanıyordu. (Türk ve Rum kesimlerinin
liderleri, Kıbrıs’tan önce anavatanları olan Türkiye ve Yunanistan’ı düşünüyorlardı). Kıbrıs,
Yunanlı ve Türk konuşmacı diplomatların tehditleri, diplomatik baskılarıyla tam anlamıyla bir
hedefti. 1974 yılının 15 Temmuz’unda “Fanatik Rum” olarak tanınan Nikos Sampson,
Kıbrıs’ta bir “karşı devrim” başlattı. Ulusal savunma birlikleri’nin araya girmesi ile
Cumhurbaşkanlığı Sarayı da saldırıya uğradı. İngiliz Dışişleri Bakanı James Callaghan,
parlamentodaki ilk konuşmasını 15 Temmuz’da yaptı. Callaghan, Başkan Makarios’a
düzenlenen suikastın soruşturulması ve suçluların ortaya çıkarılması için son derece saygın
girişimlerde bulundu. Muhafazakâr sözcü Sir Alex Douglas Home yaptığı açıklamalarda,
üzüntülerini bildirdi.
Gerçekte Cumhurbaşkanı başpiskopos Makarios Manastırdan kaçarak, adanın batısına
gitmişti; ancak yaşamı yine tehlikedeydi. Makarios oradan kurtarabilmesi için, adada bulunan
İngiliz Akrotori askeri üssüne bir helikopter gönderdik. Makarios, önce Malta’ya, oradan
İngiltere’ye uçtu. İngiltere’ye varır varmaz da doğru Dovming Street 10 numaraya
(Başbakanlık Konutu) gitti.
Bitkindi ve çok kötü görünüyordu. Başbakan Mintoff, büyük bir nezaket örneği
göstererek, ona temiz bir tişört armağan etti. Ancak o papaz cüppesi kullanıyordu. Bunun
üzerine, derhal Londra’da bulunan Yunan Ortadoks Kiliseleri Birliği aranarak Başpikopos’un
üzerine uygun boyutlarda yakalı cüppe ısmarlandı.
Kıbrıs’ta İngiltere’nin iki üssü, faaliyetlerini aralıksız sürdürüyordu. Üslerden bir
tanesi, Ada’nın doğusundaki Dikelya, diğeri ise Ada’nın güneyindeki Akrotori idi. 22
Temmuz’da, Türklerin büyük ölçüde denetimi ele geçirdikleri bölgelerde, ateşkes ilan edildi.
Bu anlaşma, uzun süren, yorucu Cenevre Anlaşmaları’nın sonucunda elde edilen somut bir
gelişme idi. Cenevre’deki toplantıya İngiltere’yi temsilen Callaghan ve Türkiye ile
Yunanistan’ı temsil eden heyetler katıldılar. Bugün tam anlamıyla “trajedi” olarak
adlandırabildiğimiz uzlaşmazlıkların arkasında, Amerika Birleşik Devletleri Diplomatları’nın
olduğunu biliyoruz. ABD Dışişleri Bakanı Dr. Kissinger, olaydan sonra bizi arayarak, kritik
anlarda uyguladığımız politikalardan endişe duyduğunu söyledi. Dr. Kissinger, daha sonra
yaptığı çeşitli açıklamalarda da bizi açık bir şekilde eleştirdi.
Bu arada, Kıbrıs’taki kriz, gittikçe tırmanıyordu. Çoğunluğunu İngiliz ve
Kanadalıların oluşturduğu büyük bir Birleşmiş Milletler grubu, Lefkoşe yakınlarındaki,
havaalanı civarında üstlenmişlerdi. Türkiye’nin havaalanını bombalaması üzerine durum
ciddileşir. Bombalama faaliyetinin uzun sürmemesi Türk-İngiliz çatışmasına mani
olmuştur.129
G.
ATEŞKES KARARI ALINIYOR
1.
22 TEMMUZ 1974 GÜNÜ ANKARA’DA YAŞANAN ÖNEMLİ SİYASİ
GELİŞMELER
Pazartesi günü Başbakan Bülent Ecevit için oldukça yoğun başladı. Bir taraftan sürekli
Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık ediyor, bir taraftan Genelkurmay’a gidip son
gelişmeleri bizzat komutanların ağzından dinliyor, bir taraftan da Amerikan Dışişleri Bakanı
Dr. Kissenger ile harekâtın başından beri kurduğu telefon diyalogunu sürdürüyordu.
Bu diyalog iki devlet adamının birbirlerini daha yakından tanımalarına ve takdir
etmelerine yardımcı olmuştu. İkisi de konuşmalarında mutlak, yuvarlak, diplomatik ifadelerin
arkasına sığınmıyorlar, anlatmak istediklerini sade ve samimi bir dille doğrudan doğruya ifade
ediyorlardı.
Kissenger, harekâtın bir Yunan-Türk harbine dönüşmemesi ve NATO’nun Güney
kanadının yıkılmasına sebebiyet vermemesi için Bülent Ecevit’e harekâtı sınırlı tutması için
baskı yapıyordu. Ama bu baskı Johnson’un 1964’teki baskısına benzemiyordu. Kissenger,
tehdit ve tahrik kokan ifadeler kullanmıyordu. Sadece eski bir öğrencisi olan Türk
Başbakanına durum hakkındaki görüşlerini kuvvetle ifade ediyordu. O Türkiye’nin de Bülent
Ecevit’in de bir Türk-Yunan savaşı istemediğine emindi. Tek korktuğu, bir köşeye
sıkıştırılmanın ve çaresiz kalmanın verdiği ezikliğin dengesiz Yunan Cuntacılarını çılgınca bir
harekete itmesiydi.
Türkiye isterse meşhur Yunan konvoyunu, bir gün önce Yunanistan’ın adaya uçaklarla
gönderdiği komando takviyesini veya hepsinden daha önemlisi Yunan Alayının Türk Alayına
yaptığı hücumu bahane ederek savaşı Yunanistan’ın başlattığını ileri sürebilir ve Türk
kamuoyunu yıllardır rahatsız eden Ege Adaları ve Batı Trakya Türkleri sorununu da kökünden
çözmek için Yunanistan’a karşı bir askeri harekât başlatabilirdi. Türkiye’ nin bu yola tevessül
etmeyişi de, ‘edeceğim’ diye tehditler savurmayışı da Bülent Ecevit’in sözlerine ve
129
düşüncelerine bir başka ağırlık kazandırıyordu. 20 Temmuz günü harekât başlar başlamaz
Ortadoğu’da yeni bir sıcak savaş istemeyen büyük devletler o güne kadar görülmemiş bir
süratle B.M. Güvenlik Konseyini toplantıya çağırmışlar ve bir ateşkes kararı almışlardı.
Türkiye gibi hukuka bağlılığı her zaman tescil edilmiş bir devletin B.M. Güvenlik
Konseyi’nin hukuken bağlayıcı olan kararlarını hiçe sayması diplomatik alanda tehlikeli bir
emsal yaratabilirdi. Kissenger Güvenlik Konseyi’ni, kimsenin takmadığı, Genel Kurul
seviyesine düşmüş görmeyi istemiyordu.
Türkiye Başbakanı, Dr. Kissenger’ın endişelerini anlıyor ve ona hak veriyordu.
Türkiye, 20 Temmuz Barış Harekâtı’na başlarken ne Yunanistan’ı ne de B.M.’yi küçük
düşürmek istemiyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri Ada’ya sadece ve sadece Kıbrıs Türkünün
meşru haklarını korumak için çıkmıştı. 1964’ten beri Ada’da kanunsuz olarak bulunan, her
fırsatta Kıbrıs Türk toplumuna tecavüz eden, katliamlar yapan, onu, Türkiye her harekete
geçmek istediğinde bir rehine olarak kullanmaya çalışan Yunan ordusunun bu topluma karşı
teşkil ettiği tehdidi Türkiye bu sefer her ne pahasına olursa olsun bertaraf etmeye kararlıydı.
İşte harekât bu safhaya erişmeden ateş kesmeyi Ecevit tehlikeli buluyordu. Fakat Kissenger da
Ada’daki askeri durumu en az Bülent Ecevit kadar iyi biliyordu.
Kissenger’a göre Türk ordusu, o gün çıkan birliklerin Ada’ya ulaşması ile artık sahil
başının güvenliğini tamamen sağlamıştı. Adaya yeni bir birlik çıkarmak 2 gün içinde mümkün
değildi. Çıkartma ve nakliye gemilerinin Mersin’e yüklemeye gidip Kıbrıs’a geri dönmeleri
en erken bu süre içinde mümkündü. Bu yeni birliğin Ada’ya çıkması zaten ateşkes yapıldıktan
sonra da olurdu. Bu durumda ateşkese kadar eldeki birlikler pekâlâ yeterli sayılabilirdi.
Ecevit Kissenger’den, Komutanlara danışmak için süre istedi. Böyle bir konuda
sonradan pişmanlık getirecek bir karar vermek istemiyordu. Telefon konuşmasından sonra
Genelkurmay’a giden Ecevit komutanlara durumu anlattı ve fikirlerini sordu. Onların da
söyledikleri aşağı yukarı Kissenger’ın söylediklerine benziyordu. 39. Tümenin öncülerinin
Ada’ya çıkması durumu, bir daha değişmemek üzere Türkiye lehine düzelmişti. Şimdi
Güneye doğru ilerleyen bu kuvvetler o gün havadan inen birliklerle birleşecekler ve harekâtın
birinci bölümü tamamlanacaktı.
Ecevit izahat üzerine onlara saat 17.00’ nin ateşkes için uygun olup olmadığını sordu.
Saat 17.00’a kadar birleşmenin gerçekleşeceğine mutlak gözüyle bakan komutanlar
Başbakana olumlu cevap verdiler. Şimdi iş hükümete kalmıştı. Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Profesör Doktor Necmettin Erbakan ise komutanlar gibi düşünmüyordu. Üstelik
Ecevit’in kabineye, komutanların düşüncelerini doğru olarak anlattığından emin de değildi.
Milli Selamet Partisi’nin Genel Başkanına göre Ada’ya Kuran’ın verdiği “fetih” hakkını
kullanmak için çıkmış olan Mehmetçiği kimse durduramazdı. Durdurmamalıydı.130
Ecevit şaşırdı. İsmet İnönü’den aldığı dersle politik hayatında dürüstlüğü, sözüne
güvenirliliği hep ön planda tutmaya gayret etmiş bir insandı. Erbakan’ın olup bitenlere kuşku
ile bakmasına anlam veremedi. Erbakan’a kendisine inanmıyorsa birlikte Genelkurmay’a
gidebileceklerini, askerlerin fikirlerini askerlerin ağzından dinleyebileceğini söyledi.
Neticede, Başbakan Yardımcısı Genelkurmay’da, kabine odasında yaptığı gibi “Kutsal
Kuran’dan”, “fetih hakkından” falan bahsetmedi. Nazik ve terbiyeli bir şekilde generalleri
dinledi ve ikna oldu.
2.
22 TEMMUZ 1974 GÜNÜ KIBRIS’TA GELİŞEN OLAYLAR
Ankara’dan saat 17.00’de ateş kesileceği mesajını alan Türk Barış Kuvvetleri yeni bir
şevk ve azimle saldırılarına devam ettiler. İlk gün sonunda Ayvasıl Köyü’nü ele geçiren 1inci
Paraşüt Taburu savunma mevzilerinde tahkimatı pekleştirirken, Komando Tugay’ı, 3üncü
Taburu’ndan Astsubay Mustafa Demir, Astsubay Mustafa Karalı, Astsubay Sedat Can ve 7 er
helikopter indirmesinde düşmanın kesif havan atışları dolayısıyla birliklerinden ayrı düşerek
1inci Paraşüt Taburu’na katıldılar.
Şahinler Tepe’yi elinde bulunduran 2nci Paraşüt Taburu’nun, son iki günde
Türkiye’den helikopterlerle gelen ve kayıp personelin de katılması ile muharebe gücü
artmıştı. Tabur destek silahlarının ateşi neticesinde Belapais güney sırtları tamamen sislenerek
düşmanın gözü köreltilmiş o anda batı-doğu istikametinde esen rüzgâr Türk birliklerinin
lehine dönerek Tabur’un süratle hedefine ilerlemesini sağlamıştır.
21 Temmuz 1974’te Deliktepe’yi ele geçiren 3üncü Paraşüt Taburu, 22 Temmuz 1974
günü yarım kalan Deliktepe temizleme harekâtına devam etti. Saat 11.00’de başlayan bu
harekât saat 12.00’de Deliktepe’nin güney-doğusunda görülen elli kişilik bir düşman
kuvvetine yapılan taarruzla son buldu. Bu taarruzda düşmanın 30 kadarı öldürüldü, 5 kişi de
esir edildi. Böylece Deliktepe’nin doğu eteklerine kadar tamamıyla zapt edilerek düşmandan
temizlendi.
4üncü Paraşüt Taburu’na verilen görev, Yunan Alayı’na ve Havaalanına taarruz idi. Bu
amaçla öğleden sonra saat 13.30’da Gönyeli’de komuta yerinin gerisindeki evde toplanılması
emredildi. Toplantıya bütün bölük komutanları ve grup komutanları katıldı. Grup komutanı
130
Bnb. Cengiz Varol bugün bir taarruz yapılacağını, hedefin Kamp-Yunan Alayı-Kilise ve
Havaalanı olduğunu bildirdi.
Gittikçe daha da etkili olan Hava Kuvvetlerinin verdiği destekle Mehmetçik artık
durdurulması imkânsız bir güç haline gelmişti. Harekât bir taraftan güneye doğru süratle
gelişirken bir taraftan da Girne’nin fethi tamamlanmış ve yanlara doğru genişleme başlamıştı.
Ele geçirilen yerlerde sivillere kesinlikle dokunulmuyor, askeri personelin enterne edilmesiyle
yetiniliyordu. Karaya çıkan bir birlik süratle cepheye sürülüyor, böylece çıkarma ve indirme
bölgelerinin emniyeti arttırılıyordu.
Ateşkes saati geldiğinde Pladini-Karakum arası tamamen ele geçirilmiş ve düşmandan
temizlenmişti. Güneyde harekâtın başından beri Rum karşı saldırılarının dayanak noktası olan
Yukarı Dikomo ele geçirilmiş ve Girne-Lefkoşa yolunun emniyeti sağlanmıştı. Denizden
çıkanlarla havadan inenler Girne Boğazı’nda birbirlerine kavuştular. Harekâtın ilk safhasının
bu şekilde zaferle sona ermesi Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Türk
Yönetimi Başkanı Rauf Denktaş’ı çok duygulandırmıştı.
3.
YUNANİSTAN VE KIBRIS RUM KESİMİNDEKİ ÖNEMLİ GELİŞMELER
Beklenmeyen Türk harekâtının gerçekleşmesi, hele başarıya ulaşması Kıbrıs
Rumlarını ve Yunanlıları şaşkına çevirdi. Halklarının gözünde aciz hatta komik duruma
düşmüşlerdi. Hepsi de teker teker makamlarını terk ettiler. Bu durumda eski politikacıları
toplayan Gizikis onlardan önerecekleri çarelerin ne olduğunu sordu.
Eski politikacı ihtiyar Yorgo Mavros, Makarios’un Yunanistan’a çağrılmasını ve yeni
hükümetin onun tarafından kurulmasını tavsiye etti. Averof ise daha pratik bir çözüm ileri
sürdü. Popüler ve tecrübeli devlet adamı Karamanlis 1963’ten beri yaşadığı Paris’ten Atina’ya
getirilmeli ve hükümeti kurmaya ikna edilmeliydi. Bu teklife Gizikis’in de aklı yattı.
Gerçekten de Karamanlis’ten başkası Yunanistan’ı içine düştüğü çıkmazdan kurtaramazdı.
Karamanlis ise hiç kimsenin konuşmaması şartı ile Gizikis’in teklifini kabul etti ve Fransız
Cumhurbaşkanının emrine verdiği bir uçakla Atina’ya uçtu.
Yıllardır dikta yönetimi altında inim inim inleyen Yunan halkı Karamanlis’i bir
kahraman gibi karşıladı. Bir anda sokağa dökülen onbinlerce kişi geçmişteki suskunluğunun
acısını çıkarmak ister gibiydi. Karamanlis Atina’ya ayak basar basmaz kollarını sıvadı ve kısa
zamanda hükümetini kurdu. Dışişleri Bakanlığına Yorgo Mavros’u getirdi. Savunma
Bakanlığını ise en çok güvendiği arkadaşı olan Averof’a verdi. Orduyu kışlaya o sokacaktı.
Darbeciler tarafından başka hiç kimse kabul etmiyor diye, 15 Temmuz günü
Cumhurbaşkanlığına getirilen Nikos Sampson, Atina’da neler olup bittiğini öğrenir öğrenmez
onlardan önce davrandı ve istifa ederek makamını Glafkos Klerides’e bıraktı. Klerides bunun
üzerine Baf piskoposu Yennarios’un önünde yemin ederek göreve başladı. Rum radyosu bu
haberi vermeden önce, Lefkoşa’nın çeşitli bölgelerinde, öteden beri devam eden silah atışları
artmış, bir de büyük patlama olmuştu. Bu patlamanın hemen ardından, Rum kesiminde
sirenler, tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Cumhurbaşkanlığı görevini, Rum Temsilciler
Meclisi Başkanı Glafkos Klarides’e bırakan Nikos Sampson da bir demeç vererek, “Kendisini
Cumhurbaşkanlığa getiren darbenin, zalim Makarios hükümetini devirip kardeş kavgasının
ortadan kaldırılması için yapıldığını, Cumhurbaşkanlığı görevini bir şeref olarak değil, bir
görev olarak addederek yaptığını, Türkiye’nin müdahalesi karşısında savaştıklarını, ancak
şimdi görüşmeler safhasına gelindiğinden, bu konuda en fazla bilgisi olan Klerides’e görevi
devrettiğini” bildiriyordu.
Nikos
Sampson, 15 Temmuz
darbesinden hemen sonra, iktidara
gelince,
Yunanistan’daki General Gizikis Başkanlığındaki Cuntanın kendisine yardım edeceğini
ummuş, bunun için de çeşitli teşebbüslerde bulunarak Türk çıkarmasının önlenmesi yolunda
bizzat Gizikis’ten Ada’ya uçak, denizaltı ve benzeri harp silahları ile müdahale edilmesini
istemiş, ancak sonradan yayınladığı hatıralarında aldatıldığını anladığını, hüsrana kapıldığını,
Yunan cuntasının Ada’ya müdahale edecek güce sahip olmadığını bilmediğini açıklamıştı.
4.
DENKTAŞ-KLERİDES GÖRÜŞMESİ
Türk Barış Kuvvetlerinin Ada’ya çıkışından sonra, Ada sathında belirgin değişiklikler
meydana gelirken, Nikos Sampson Cumhurbaşkanlığını Klerides’e teslim ediyordu. Olaylar
birden o derece gelişmekte idi ki, takibi bile zaman zaman güçleşiyor, olaylar zinciri
izleyenleri hayrete düşürüyordu.
Türkiye’nin
askeri
harekâtı,
aynı
zamanda,
Kıbrıs
Rumlarının
birbirlerini
öldürmelerini de sona erdirdi. Papaz Popotsestos’un dediği gibi, “Söylemesi biraz zor; ama
Türk müdahalesinin bizi amansız bir iç savaştan kurtardığı da bir gerçektir. Onlar (Sampson
Rejimi) Makarios taraftarlarının bir listesini hazırlamışlardı ve hepsini boğazlayacaklardı.”131
131
Cumhurbaşkanlığını geçici olarak 8 günlük Cumhurbaşkanı Sampson’dan devralan
Klerides: “Kıbrıs’ta barış ve sükûnu sağlayarak, Kıbrıs’ın çok daha iyi günlere ulaşması
için çalışacağını” söylemekle yetiniyordu.
Klerides 23 Temmuz 1974 günü, öğleden sonra, B.M. Genel Sekreterinin Kıbrıs’taki
özel temsilcisi Louis Weckmann ve Barış Gücü Komutanı Hintli General Prem Chand’la
birlikte Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Kıbrıs Türk Yönetimi Yürütme Kurulu Başkanı Rauf
Denktaş’ı ziyaret etmek üzere Türk kesimine geliyordu. Mağlup Rumların geçici
Cumhurbaşkanı Glafkos Klerides, o şaşalı günleri geride kalmış, bir başka ortamda Türk
kesimine gelmişti.
Klerides bu ziyareti sırasında “Daha iyi günlerin, ancak kardeşlik duyguları ile
sağlanabileceğini, bunun için de ilk önce, geçmişin unutulması gerektiğini...” vurgulayıp, ilk
görevinin “Ateşkes”in tam olarak sağlanmasını temin etmek olacağını, Denktaş’ı bunun için
ziyaret edeceğini söylüyordu.
Bu görüşmelerde Klerides’le Denktaş bazı yerel konularda, özellikle su ve elektrik
konularında anlaşmalara da varmışlardı.
Glafkos Denktaş’tan ayrılırken şöyle diyordu: “Egemen ve bağımsız Kıbrıs’ta, insan
haklarına saygı göstererek Kıbrıs sorununa en erken bir zamanda bir çözüm bulunmasına
çalışacağım. Ayrıca, başkanlığım esnasında, din, dil, ırk farkı gözetmeksizin, Kıbrıs’ta insan
haklarını koruyacağım.”
Klerides daha sonra, Rum Temsilciler Meclisi’nde yaptığı konuşmada da “geçmişin
eleştirileri yerine geleceğe bakılmasını, çünkü şu anda Kıbrıs’ın kurtuluşunun önemli
olduğunu” söylemişti. Klerides’in Denktaş’ı ziyaret gününe kadar Rumlar o Temmuz’un en
azgın sıcağında, Türklerin elektriğini kesmişlerdi. Her taraf karanlığa bürünmüş, temizlikler
gereği gibi yapılamadığı ve evlerdeki buzdolapları da çalışmadığı için Türk kesimindeki
evlerde son derece belirgin bir huzursuzluk meydana gelmişti. Sokaklar kokudan geçilmez
olmuştu. Rumların elektriğine mukabil Türk yönetimi de Rumlara su vermiyordu ve onların
da sıkıntıları Türklerinkinden az değildi. Harekâttan sonraki ilk görüşmede bu konular
öncelikle ele alındı ve halledildi.
Yunanistan’ın B.M. Temsilcisi Panayotakos, Türklerin 22 Temmuz saat 16.00’da
bulundukları yerlere çekilmedikleri takdirde, vahim bir durum meydana geleceğini de
vurguluyordu. Güvenlik Konseyi, oy çoğunluğu ile Kıbrıs’ta ateşkesin uygulanması kararını
almıştı. Yunan Cumhurbaşkanı, Cuntanın eski lideri General Gizikis de bir gece önce saat
10.00’da A.B.D. ve Federal Almanya Büyükelçileri ile İngiliz yüksek komiserini makamına
çağırarak, Kıbrıs’ta, Türklerin ateşkesi ihlal ettiklerini ileri sürerek, protestoda bulunmuş ve
bu ülkelerin müdahalesini istemişti.
Oysa Türkiye, ateşkes kararını kabul etmiş, 22 Temmuz saat 16.00’dan itibaren bu
kararı uygulamaya başlamıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ile mücahitler kendilerine
ateş edilmedikçe kesinlikle ateş açmayacaklarını belirtmişlerdi. Ancak, çaresizlik içinde olan
ve mağlubiyeti kabul edemeyen Yunanlı Subayların yönetimindeki RMMO varılan
anlaşmanın hilafına, Türk kesimlerine ateş etmeye devam ediyordu. Böylece hem ateşkesi
ihlal ediyor, hem de “ateşkes ihlal ediliyor” diye yaygara koparıyordu.
Rumlar, susturucu taktıkları silahları ile Türk kesimlerine açtıkları ateşlerle ateşkesten
yararlanarak gıda ve diğer ihtiyaçlarını gidermeye çalışan sivilleri yaralamaktaydılar. Ateşkes
ihlalleri sırasında birçok sivil yaralanmış, birkaçı da ölmüştü. Özellikle Ledra Palas Oteli
bölgesindeki RMM’ler ateşkesten sonra geçen 48 saat boyunca bu kararı 36 defa ihlal
etmişlerdi. Rumlar bilhassa sivillere ateş ediyorlardı.
Bu arada, Kızılay ilk yardım hastanesi ile Kızılay kan merkezi, birkaç defa isabet aldı.
Savaş sırasında, Türk birliklerinin savaşarak elde ettikleri “Kızılbaş” ve “Yenişehir”
kesimlerindeki, kayıplarını hazmedemeyen Rumlar, bu bölgede de gelişigüzel havan, makinalı
tüfek ateşine devam ediyorlardı. Lefkoşa’nın Magosa kapısı bölgesindeki Rumlar da ateşkesi
ihlale devam ediyorlardı. Bu arada, yaşlı bir Türk kadını vurularak, yaşlı bir erkek de havan
atışlarının parça tesirinden yaralanarak can vermişlerdi.
Ateşkes bir ölçüde sağlanıp da her iki taraf bir durum muhasebesi yapmaya başlayınca
ortaya çıkan durum şuydu: Yıllardan beri garantörlüğü sadece sözde kalan Türkiye Kıbrıs’ın
kaderine hükmetme imkânına kavuşmuştu. 1964’ten beri adada bulundurduğu kanunsuz
kuvvetlerle Kıbrıs’ı krizden krize sokan, Kıbrıs Türkünü imha planını adım adım
uygulamakta olan Batının şımarık çocuğu Yunanistan ise 20 Temmuz günü artık bu imkânını
eline geçirmemek üzere kaçırmıştı. Yıllardır Kıbrıs’ta Türk halkının meşruiyetini inkâr eden
bu ülke bu defa Türkiye ile Kıbrıs’ın kaderi hakkında görüşmeler yapmaya hazırlanıyordu.
Görüşmeler Cenevre’de üç garantör ülke arasında yapılacaktı. Artık herkesin gözü oradaydı.
Yunanistan’daki eski yönetimle görüşmek istemeyen Bülent Ecevit yeni Karamanlis hükümeti
ile görüşmeler yapıp Kıbrıs problemini bir an önce kalıcı bir çözüme kavuşturmayı candan
arzuluyordu. Türk müdahalesinin Yunanistan’a karşı değil cuntacıların Kıbrıs’ta yaratmak
istedikleri oldubittiye karşı yapıldığı mesajını yeni Yunan hükümetine iletmek isteyen
Başbakan, Türkiye’nin Atina Büyükelçisi Kamran Gürün’den derhal Karamanlis’i ziyaret
edip tebriklerini iletmesini istedi.
Gürün’ün bu ziyareti Karamanlis’i çok duygulandırmıştı. O da Büyükelçiden Ecevit’e
kısa bir mesaj göndererek Türk-Yunan dostluğuna olan inancını belirtti. Aynı gün Ankara’da
gazetecilere bir demeç veren Bülent Ecevit Yunan Hükümeti hakkında şunları söylüyordu:
“Karşımızda etkin, demokratik bir hükümet bulmak bizim için çok sevindirici olur
ve bu iki ülke Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin süratle düzelmesini sağlayabilir.
Ben, Kıbrıs’ta giriştiğimiz barış harekâtının başlangıcında, şunu söylemiştim: Öyle
inanıyorum ki, bizim başlattığımız bu iyi niyetli hareket barış ve özgürlük uğrunda, eşitlik
uğrunda giriştiğimiz bu hareket, Yunanistan’da ve Kıbrıslı Rumlar arasında da
demokrasiye dönüşün yolunu açabilir. Bu umudumun gerçekleşme belirtileri beni çok
sevindiriyor. Türklerin, Yunanlıların ve adadaki Rum toplumunun demokratik hayat içinde
ilerlemeleri siyasal alanda aynı dili konuşarak, daha yakın bir işbirliği ve dostluk ilişkileri
kurmamızı sağlayacaktır. Tecrübeli bir devlet adamı olarak bildiğim Karamanlis, TürkYunan dostluğuna verdiği değeri bundan önceki görev dönemleri sırasında göstermiştir. Bu
da umutlarımı kuvvetlendirici bir etkendir.”
Olaylar Atina ve Ankara’da bu şekilde gelişirken Kıbrıs’ta, 50 kadar yerli ve yabancı
basın mensubunun saat 11.00’da, savaştan sonra ilk defa Girne’ye giderek, kasabayı
gezmelerine ve bilgi almalarına izin verilmişti. Gazeteciler Girne’ye hareketlerinden önce,
Kıbrıs’taki son durum hakkında Cumhurbaşkanı Muavini ve Türk Yönetimi Başkanı Rauf
Denktaş tarafından aydınlatılmışlardı. Gazeteciler saat 11.00’da ikametgâhtan Girne’ye
gitmek üzere konvoy halinde hareket ettiler. Girne Boğazında, gazetecilerin isteği üzerine, St.
Hilarion kalesi civarındaki “Beyaz Ev”e gitmelerine izin verildi.
Gazeteciler “Beyaz Ev”e varışlarında, ilk çıkarma ve indirme sırasında Kıbrıs’a bir
Helikopter filosu ile inen Bolu Komando Tugayı Komutanı Tuğgeneral Sabri Demirbağ
tarafından karşılandılar. Burada, gazetecilerin çeşitli sorularını cevaplandıran Demirbağ ilginç
sözlerle yabancıları olaylar konusunda aydınlattı:
“Girne’nin doğusuna ve batısına uzanan 60 km’lik bir sahil kontrolümüz altında
bulunmaktadır.
Çıkartma
sırasında
bir
direniş
bekliyorduk,
ancak
gördüğümüz
direniş
beklediğimizden fazla idi. Çünkü Rumlar, Barış Gücü’nün işgal ettiği yerlerin çevresindeki
evler dâhil birçok evde beton mevziler yapmışlar, kuvvetli tahkimatlar meydana getirmişlerdi.
Bu sebepten, evden eve, apartmandan apartmana çatışma yaptık. Bölgede Barış Gücü’nün
bulunduğu evler dâhil tüm evler cephane dolu mevziler haline getirilmiştir. Cumartesi günü
betonarme mevzi birçok evi susturmamız 14 saat sürdü. Bu beton mevzilerde, havan, geri
tepmesiz top, uçaksavar gibi silahlar bulunmakta idi.
Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gece ise St. Hilarion kalesi bölgesini temizleme
harekâtına giriştik.”
Daha sonra çıkarmanın sona erdiğini, artık ikmal yapmakta olduklarını söyleyen Sabri
Demirbağ, aldıkları esirlere değinmiş ve şöyle demiştir:
“Elimizde 600 kadar esir vardır. Elimizdeki 600 esir, kadın, çocuk değildir. Hepsi de
savaş sırasında teslim olan Rum esirlerdir. Bunlar parti parti Türkiye’ye gönderiliyorlar.
Biz, bize ateş edene ateş ediyoruz. Etmeyeni esir alıyoruz. Biz elimizde 600 esir
olduğunu söylediğimiz halde Rumlar ellerinde esir olup olmadığını söylemiyorlar.” diyen
Sabri Demirbağ “Teslim olanların esir alındığı, sivil halka dokunulmadığını, evlerinin ve iş
yerlerinin soyulmadığını, Girne’ye gittiklerinde basın mensuplarının bunu göreceklerini”
söylemiştir.132
Türk Ordusunun bu gibi insanca davranışlarda bulunmasına karşılık Rumların bazı
yaralı Türkleri tabanca ile öldürdüklerini, bazı Türklerin ise derilerinin jiletle yüzüldüğünü
söylemiş, bunların Lefkoşa’daki Türk hastanesinde görülebileceklerini de sözlerine eklemişti.
General Sabri Demirbağ çıkarma birliklerinden bir kısmını geri,yani, Anavatana dönüp
dönmeyeceğini zaman ve varılacak anlaşmanın göstereceğini söylemiştir.
H.
CENEVRE GÖRÜŞMELERİ
1.
BİRİNCİ CENEVRE GÖRÜŞMELERİ
22 Temmuz 1974 saat 17.00’de yürürlüğe giren ateşkesin hemen ardından, barışın
hemen kurulması amacıyla üçlü görüşmelerin hazırlıklarına başlanmıştı. Birinci
Barış
Harekâtı, Kıbrıs’ta Cunta uzantısı Nikos Sampson darbesini ortadan kaldırmakla kalmadı,
Yunanistan’da da politik değişikliklerin yapılmasına yol açtı. 23 Temmuz’da Cunta yerini sivil
hükümete devrediyordu. Yunanistan’daki bu değişikliğin hemen ardından Cunta kuklası Nikos
Sampson ortadan kayboluyordu. Kıbrıs Rum Kesimi’ni Glafkos Klarides temsil edecekti.
Kıbrıs’ta sürekli bir barışın yeniden kurulmasını amaçlayan üçlü görüşmeler, 25
Temmuz’da Cenevre’de başladı. Üç garantör ülkenin dışişleri bakanlarının görüşmelerinde,
Türkiye’yi Turan Güneş, İngiltere’yi James Callaghan, Yunanistan’ı ise Yorgo Mavros temsil
ediyordu. Bu görüşmede Türkiye, Türklerin güvenliğinin yine Türk polisi tarafından güvence
altına alınması; Türk askerlerinin geri dönüşü için baskı yapılmaması; Rauf Denktaş’ın
132
Başkan Yardımcılığı görevine hemen başlatılması; her iki toplumun geçici olarak otonom
yönetim ile yönetilmesi üzerinde durulmuştur. Türkiye, görüşmelere götürdüğü koşullardan
ödün vermeden sürdürdüğü üçlü görüşmelerin sonucunda, Birinci Barış Harekâtı’nın yasal
temellerini, burada imzalanan anlaşmayla da pekiştirmiştir. Cenevre’deki birinci görüşmeler
25-30 Temmuz tarihleri arasında altı gün sürmüştür. Bu görüşmelerde A.B.D., Sovyetler
Birliği ve B.M. gözlemci bulundurmuşlardır. İlk görüşmeler, bir hafta sonra yeniden
başlamasına karar verilerek dağılmıştır.
2.
İKİNCİ CENEVRE GÖRÜŞMELERİ
Birinci Cenevre görüşmeleri sonunda, ikinci tur görüşmelerin 8 Ağustosta başlamasına
karar verilmişti. Birinci Cenevre görüşmeleri sonucunda Türkiye siyasi olarak da başarı
kazanmış istekleri onaylanmıştı. İkinci kez başlayan görüşmelere Kıbrıs Rum ve Türk
temsilcilerin de katılmasıyla görüşme tarafları beşe çıkmış oluyordu. Tartışmalar çok şiddetli
geçti.
Türk tarafının tezi, “Kıbrıs’ın bağımsızlığının ve Kıbrıs Türklerinin güvenliğinin
sağlanmasının şartının coğrafi esasa dayanan ikili otonom idare olmalıdır.” biçimindeydi.
Türk temsilciler görüşmelerin hemen başında, Birinci Cenevre Anlaşmasının uygulanmasını;
bir gün içinde (24 saat sonra) bütün Türk köylerinin boşaltılmasını istemiştir. Bu köyler Yunan
ve Rum askerlerince işgal edilmişti. Bölgeye barışın gelmesi ve anayasal düzenin kurulması
için başlatılan görüşmeler 6 gün sürdü. Ancak, Rum ve Yunan delegelerin olumsuz ve
uzlaşmaz tutumları nedeniyle, görüşmeler çıkmaza girdi.
Aslında Rumların görüşmeleri çıkmaza sokacakları baştan belliydi. Çünkü Birinci
Cenevre anlaşmasını imzalamalarına karşın, yerine getirmeyi onayladıkları hükümleri yerine
getirmediler. Daha önce Türklere ait olan ve Rumlar tarafından işgal edilen Türk yerleşim
bölgeleri boşaltılmamış ve Barış gücüne teslim edilmemişti. Karma köylerden de Rum Milli
Muhafız Ordusu çekilmemişti. Üstüne üstlük Türk bölgelerine saldırıları yoğunlaştırmışlardır.
Evdim ve Limasol’da Türk evleri yakılıp yıkılmış özellikle de Limasol bölgesinde katliamlar
yapılmıştır. Bütün bunların yanında propagandalarla dünya kamuoyunu Türkiye aleyhine
döndürmeye çalışmışlardır.
İkinci Cenevre görüşmelerinin bekleneni vermeyeceğini gören Türk Hükümet
yetkilileri, delegelerimizin başkanı Turan Güneş’e, olumlu sonuç alınamadığını ve ikinci
Barış Harekâtının başlatılmasını “Ayşe tatile çıktı” sözleriyle Cenevre’ye bildiriyordu.
Görüşmelerin 13 Ağustos sabahı kesilmesiyle birlikte 14 Ağustos 1974 sabahı
15.30’da Türk birlikleri Doğu’da Magosa’ya, Batı’da Lefke’ye doğru iki koldan harekâta
başladı.
3.
ARA ÇÖZÜM ÖNERİSİ
İkinci Cenevre Konferansı’na Rumlar ve Yunanistan tarafından ara verilmek istenince,
Türkiye bir geçici çözüm önerisinde bulundu. Bu öneri ve tepkileri, Türkiye’nin İkinci
Harekâtı yapmak istememe kararına karşın savaşın yeniden başlama nedenleri; Dönemin
Başbakanı Bülent Ecevit, 25 Şubat 1986 tarihli Hürriyet gazetesinde özetle şöyle açıklıyordu:
Lefkoşa-Girne üçgeninin batısında dar bir şeritle Karpaz Burnu dışta kalmak üzere
Lefkoşa ile Magosa arasındaki bölge askerden arındırılsın ve Kıbrıs Türk yönetimine
bırakılsın.
Lefkoşa Girne üçgeniyle birlikte bu iki bölgenin toplamı Ada’nın yüzölçümünün
yaklaşık yüzde 17’sinden ibaret olacaktı.
Eğer bu isteğimiz kabul edilirse konferansa ara verilmesinin kabul edileceği ve kesin
çözüme ulaşıncaya kadar makul bir süre beklenebileceği bildirilmişti. Ara çözümün amacı şu
şekilde özetlenebilirdi:
Adadaki Türk birlikleri daracık bir üçgene sıkışıp kalmaktan, bir ölçüde güvenceye
kavuşacaktı. Serdarlı Bölgesindeki Türklerin can güvenliği sağlanacak ve Magosa’nın kuzey
kesiminde kalenin içine aç ve susuz sıkışıp kalmış olan Türkler kurtarılacaktı. Rum
bölgesindeki Türklerin canları ve özgürlükleri güvence altına alınmış olacaktı.
Bu ara çözüm Rum bölgesindeki Türklere de bazı güvenceler getiriyordu.
Askerden arınmış bölgenin kuzeyindeki Karpaz Burnu’nda yoğun bir Rum nüfusu
vardı. Türk yönetimine bırakılacak bölge Karpaz’daki Rumları güneydeki ve batıdaki Rum
bölgesinden ayıracaktı. Rum birlikleri Lefkoşa ile Magosa arasında Türklere bırakılacak olan
bölgeyi aşıp da Karpaz’a ulaşamayacaklardı. Onun için Türklerin Karpaz’daki Rumlara ne
kadar iyi davranması isteniyorsa Rum yönetimi de kendi bölgesindeki Türklere o kadar iyi
davranma zorunluluğunu duyacaktı.
İki bölgeli bir federal çözüme ulaşılırsa Karpaz da Türk bölgesine katılabilir ve başka
sınır düzenlemeleri de yapılarak makul ölçüler içinde iki bölge belirlenebilirdi. İki bölgeli
değil de çok bölgeli federasyonun kabul edilmesi durumunda ise Ada’nın yüzde 17’sini
oluşturan Girne-Lefkoşa-Magosa bölgesine ek olarak başka bölgelerde Türklerin yoğun
olarak bulunduğu yöreler de Türk yönetimine bırakılabilirdi. Böylece büyük göçlerin nüfus
kaydırmalarına gerek kalmaksızın çok bölgeli federasyon gerçekleşmiş olurdu. Çözüme
ulaşılamazsa Karpaz kolayca Türk bölgesine eklenebilir ve başka bazı yerel düzenlemeler de
yapılarak bağımsız bir Türk bölgesi kendiliğinden ortaya çıkabilirdi.
Kısacası ara çözüm önerimiz kabul edilseydi yeni bir askeri harekâta gerek
kalmaksızın kesin çözümün müzakeresi için makul bir süre beklenebilirdi ve konferans
masasında kesin çözüme ulaşılsa da ulaşılmasa da toprak üzerinde fiili çözüm kendiliğinden
ortaya çıkabilirdi. Boşu boşuna kan dökülmüş olmazdı.
İngilizler, Yunanlılar ve Kıbrıs Rumları Başbakan Bülent Ecevit’in bu ara çözüm
önerimizin üstünde bile durmayı gereksiz gördüler. O yüzden gerek askeri birlikler gerek yer
yer soykırıma uğradıkları haberleri gelen Kıbrıs Türklerini daha çok tehlikeye atmamak için
İkinci Harekâta başlamak zorunda kalındı.
İşin acı yanı şu ki, sonradan Yunan heyeti bu ara çözüm önerimizi Atina’daki yeni
hükümete ulaştırmaya bile gerek görmedi. Oysaki o sırada Yunan Başbakanlığına gelmiş olan
Karamanlis gibi makul bir insana haber verilseydi veya tüm aşırılıklarına karşı gerçekçi bir
yanı bulunan Makarios, Kıbrıs Rum yönetiminin başında olsaydı, Callaghan Başkanlığındaki
İngiliz heyeti biraz anlayışlı davransaydı, ara çözüm önerisi kabul edilebilir ve bunu kesin
çözüm de kolayca izleyebilirdi.
Başbakan Bülent Ecevit’in ara çözüm önerisi Dr. Kissenger tarafından çok makul
karşılandı. Bu öneriyi bütün gücüyle destekleyeceğini söyledi.
Kissenger’ın Cenevre Konferansı sırasındaki İngiliz tutumundan çok şikâyetçi olduğu
tahmin ediliyordu. “Keşke Konferans sırasında Cenevre’ye kendim kalkıp gitseydim” dediği
bilinmektedir.133 Ancak, gitmesi sakıncalı olurdu. Çünkü A.B.D. Kıbrıs’ın garantörü olan
devletler arasında yer almıyordu. Cenevre Konferansı’na eğer Amerika bir ölçünün üstünde
ağırlığını koyacak olursa Sovyetler Birliği de aynı şeyi yapardı ve Kıbrıs sorunu konferansta
bir büyük devletler arası çekişmeye dönüşürdü.
Harekâtın üçüncü günü, Lefkoşa Havaalanı’nın tamamen Türk birliklerinin denetimine
geçtiği haberi iletiliyordu. Aslında ilk harekât boyunca çok sıkıntısı görülen haberleşme
eksikliği burada da kendini göstermiştir. Çünkü alan alınmadığı halde kurulamayan muhabere
yüzünden alınmış gibi geçilmiştir Ankara’ya.
Olayın kısaca gelişimi şöyledir: Bora Özel Kuvvetinin tankları Ada’ya götürmesinden
sonra savaş Türkler tarafınca kazanıldı. Ateşkes de aynı gün ilan edildi. Ama Lefkoşa
133
Havaalanı henüz ele geçirilememişti. Yunanlıların buradan yardım alma olasılıkları çok
fazlaydı. Bunun üzerine Genelkurmay’ın da onayıyla Havaalanına taarruz edilmesine karar
verildi. Yapılan plana göre, Kıbrıs Türk Alayı 10 tane tankla takviye edilecek ve 23 Temmuz
sabahı taarruzla Yunan Alayını buradan atıp, tam denetim altına alacaktı. Planlandığı gibi
taarruz başladı, akşam geç saatlerde alan kuşatılmış Yunan Alayı da ağır kayıp vermişti. Alana
el konacakken İngilizler olaya karıştılar.
Aslında İngilizleri doğrudan ilgilendiren olay yoktu. Havaalanı çevresindeki Birleşmiş
Milletler Barış Gücü’nün emrindeki İngiliz birliğinin komutanı, olaya müdahale ederek,
burasının Barış Gücü’nün denetiminde olduğunu ileri sürdü ve Türk askerlerinin ilerlemesini
kesmelerini istedi. Bunun üzerine tartışmalar oldu fakat Yunan Alayı da toparlanıp daha
güneye çekildi. Bu durumda Birleşmiş Milletler Barış Gücü’yle Türk askeri karşı karşıya
kalmış oldular. Ortam o denli gerginleşti ki her an silahlı çatışmaya girilebilirdi. İngiliz
komutan geri çekilmemek için direniyor, Türk komutan ise ilerlemek en doğal hakkımdır
diyerek ayak diretiyordu. Çatışmanın eşiğine gelince sonunda İngiliz Başbakanı Wilson’un
emriyle üç Fantom filosu Kıbrıs’a geldi.
Bu arada Waldheim de işe karıştı, İngiltere’den yana tavır aldı. Acele toplanan
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 354 sayılı kararını alarak, ateşkes kararının
uygulanmasını istedi. 25 Temmuz’da konferans başladığında durum son derece gergindi. Pek
çok Türk köyü, Milli Muhafızlar ve EOKA-B tarafından çember içine alınmıştı. Evlerini terk
ederek kaçmak zorunda kalan 37 Türk köyünün halkı, çoğunluğu esasen muhasara altındaki
köylere sığınmış olarak, son derece ağır mahrumiyetler altında yaşamakta idi. The New York
Times’a göre, bazen bir evde 60 kişi barınmaktaydı. Limasol’da 1750 erkek, kentin futbol
stadında açıkta tutuluyordu. Larnaka’da ise yaşları 12 ile 19 arasındaki 873 erkek çocuk ve
genç, ancak 100 öğrenci için yapılmış bir ilkokul binasına tıkılmıştı.134
23 Temmuz günü başlayan mücadele silahlara başvurmadan üç gün boyunca sürerek
26 Temmuz’a değin sürdü. Birinci Cenevre görüşmelerinde Turan Güneş’le Callaghan
arasında gerginliğe de neden olan havaalanı, sonunda Kissenger (A.B.D. Dışişleri Bakanı) ve
NATO Genel Sekreteri Luns’un da devreye girmesiyle boyutları değişmiş, Türkiye’yi
İngiltere ve Birleşmiş Milletler’e karşı tavır alır duruma getirmiştir. Olaylar tırmanınca Türk
Hükümet yetkilileri de zorluklar karşısında havaalanı ilerleyişini kesmek zorunda kaldılar.
Sonuçta, 23 Temmuz 1974 tarihinden sonra Türk birliklerinin kuşatması altında olan Lefkoşa
Havaalanı iniş kalkışa kapanmış oldu.
134
22 Temmuz’da ateşkes imzalanmıştı fakat çatışmalar devam ediyordu. Türk Ordusu
kıyıda bir torbanın içinde kalmıştı, öte yandan planlanan bazı hedeflere de varılamamıştı. Yer
yer ateş etmeden ilerleyen Türk birliklerine Rumlar ateş ediyor ve böylece ihlal edildi
bahanesiyle karşılık veriliyordu.
26 Temmuz sabahı harekete geçen Komando Tugayı önce Eryılma ve Siskilip
köylerini düşürdü. 26/27 Temmuz gecesi de Siskilip boğazı ele geçirildi. Bu harekât sırasında
Tümgeneral Osman Fazıl Polat komutasındaki 28. Tümen Kıbrıs’a çıktı. 28 Temmuz’da
Beşparmak dağları temizlendi, Yılmazköy’e kadar olan bölge genişletildi. Pladini’den sonra
Lapta-Karava bölgesi düşman elinde kalmıştı. Ateşkesten sonra hudutların saptanması için
kurulan komisyon bu bölgeye gelip hudut belirleme çalışmalarına başlayacaktı. Rumlar bu
bölgede rahat durmuyorlar ve ateşleriyle kıyılarda bulunan Türk birliklerini rahatsız
ediyorlardı. Barış Gücünün sürekli olarak uyarısına karşın ateşler durmayınca Lapta-Karava
harekâtı planlandı. Bu harekâta Komando taburu, 28. Tümen birlikleri ve çıkarma kumsalı
bölgesindeki deniz piyadeleri katıldı.
Harekât, 5 Ağustos 1974 gecesi saat 24.00’te başladı. Kumsala kama gibi inen tepenin
üstünde General Polat ve General Demirbağ harekâtı izliyordu. Portakal bahçelerinden aşağı
doğru süzülen Türk askeri, daha önce belirlenen hedef noktasına geldiklerinde işaret fişeği
patlatacaklardı. Harekâtı yürütmekle görevli yüzbaşı ortada görünen su deposunun bulunduğu
yere gelince işaret fişeğini patlattı. Generaller hedefe varılmış olmasından dolayı rahattılar. İki
General komandoların kıyıya varışlarını büyük bir sevinçle izlediler. 28. Tümen inerken bir
cayırtı koptu. Ateş o kadar şiddetliydi ki birlikler olduğu yerde kaldı, aşağıya inemedi.
Komandolar aşağıya inmiş durumdaydılar ve Rumlarla boğaz boğaza bir savaşa
tutuşmuşlardı. İki general ve aşağıya inemeyen Türk birlikleri, aşağıda ölüm kalım savaşını
izliyorlardı. Sabahın ilk ışıkları ortalığı aydınlattığında boğazlaşma da bitmişti. Rumlar 200
ölü, Mehmetçikler iki şehit, 5 yaralı vermişti.
Aynı gece deniz piyadeler de batı yönünde ilerliyorlardı. Ateşkes süresince Rumlarla
on gün boyunca karşılıklı oturmuşlardı. Gerçi ara sıra birbirlerine ateş etmişlerdi ancak,
bunlar tek tük ihlallerdi. Gece, Lapta-Karava yönünde ilerleme başladı. Tank desteği de geldi.
Kısa bir çatışma oldu. Rumlar dayangalarını terk ettiler.
Rum köyünün sayımı yapılıp sivil halk saptanacaktı. Bu işle görevli üsteğmen köye
girince muhtarı aradı. Muhtar, İstanbul’dan göçmen olarak buraya gelmişti. Üsteğmene
korkuyla karışık saygıyla davranıyordu. Evine davet etti. Muhtarın evi köy meydanındaydı.
Geniş avlulu şirin bir evdi. Bahçede masanın çevresine oturdular. Muhtar Kosta’dan başka bir
de yaşlı Rum vardı. Kosta güzel bir Türk kahvesi yapıp getirdi. Karşılıklı kahve içilirken,
Kosta, İstanbul’un güzelliğini ve özlemini anlatıyor; bu günleri yaratan Sampson’a lanet
yağdırıyordu. Cuntacılardan acı acı yakınırken birdenbire bir gürültü koptu. Subay ve
nöbetçiler silahlarına davrandılar. Dikkat kesilmişlerdi ve masanın üstünde yarım kalmış
kahve fincanı, masanın gördüğü darbe nedeniyle sallanıyordu. Muhtar ve yaşlı Rum donup
kalmışlardı. Çevreyi biraz daha dinlediler ancak gürültünün devamı gelmiyordu. Subay başını
sağa çevirince gülmekten kendini alamadı. Gürültüyü çıkaran pencerenin panjuruydu. Az
daha dostluk kahvesi hiçbir işe yaramayacaktı. Hepsi birden gülüştüler ve yarım kalan
kahveyi içip sayım işini bitiren subay köyden ayrıldı. Muhtar Kosta ve Üsteğmen arasında
kurulan sıcak dostluk akşam olunca bozulacaktı. Çünkü Rum askerleri köyden ayrılmayıp
evlere saklanmışlar ve o gece Türk birliklerine ateşe başlamışlardı. Fakat kısa bir süre sonra
hepsi etkisiz hale getirildi. Bölge 6 Ağustos’ta tamamen temizlenmişti.
5 Ağustos 1974 günü düşmanın Lapta ve Karava’dan plaj bölgesine yaptığı atış ve
saldırılar ile takviye almasına mani olmak için taarruza geçecektik. Amfibi Alay 61. P.A. ve
bir komando Taburu 5/6 Ağustos gecesi sabaha karşı koordineli bir gece taarruzuna
başlayacaktık. Taarruzdan önce telsiz sükûnetini de kapsayacak biçimde birliklerimizde tam
bir sessizliğe yer verildi. Beşparmak dağları üzerinden aşarak taarruz bölgesini batıdan
kuşatacak olan komando taburu, bir veri tabancasıyla atacağı üç veri fişeği ile bildirecekti.
Saat 04.15’te üç kırmızı veri fişeği görüldü. Amfibi Alayın batıdaki savunma hatları
karşısında yer yer düşman mevzileri uzanıyordu. Desteğimize verilmiş tank ve kariyerlerin
desteğinde, şafak sökerken rüzgâr gibi Lapta-Karava taarruzu başladı. Bir saat içinde de Lapta
varoşlarındaki hedeflere vardılar.
Bölük komutanlarından deniz piyade Üsteğmen Nihat Çetin, “Allah, Allah sesleri
arasında taarruza kalkan bölüğün taarruz sırasında mataralarından su içerek taarruzlarına
devamını” unutmayacağı bir anısı olarak nakleder. Lapta’ya giren bir birliğimiz, kıyıdaki
Rum top taburu kışlasına yöneldi. Bayrak direğinde sallanan Yunan bayrağı (Ütğm. Bilgütay
Varımlı) indirildi. Kışla ele geçirildikten sonra top taburu şeref köşesinde Kıbrıs haritası
üzerine işlenmiş birlik ambleminde “Kıbrıs Yunandır” cümlesi okunmaktadır. Kraliyet arması
ile Yunan bayrağı arasında ise “sevgim gücümdür” diye yazmaktadır. Megali Idea’yı gösteren
özgün armalar, Foça’da Deniz Piyade Alayı müzesindedir.”135
2 Ağustos 1974’te Cumhurbaşkanı Korutürk, Türk ulusuna seslenen bir bildiri
yayınladı ve “kangren olmuş Kıbrıs yarasına tam anında neşteri vurduk” dedi. Kıbrıs’taki
birlikleri denetleyen Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Eşref Akıncı Ankara’ya döndü ve
135
“Beşparmaklardaki mukavemet kırıldı” dedi. Orduya mesaj yayınlayan Semih Sancar “Kan
kusturan ateş hatlarını aştınız” dedi.
Lapta civarında çarpışmalar devam ediyordu. Çarpışmalar Rum Milli Muhafız
Ordusu’nun Omorfo’dan 10 otobüs dolusu takviye asker sevk ederek Türk askerini tahrikleri
sonucu başladı. 5 Ağustos 1974’te Magosa’da şiddetli çarpışmalar oldu. Rum askerlerinin
surlar içinde mahsur kalan Türkleri ateş yağmuruna tutmaları yüzünden başlayan çarpışmalar
uzun süre devam etti. Türk köylerindeki kuşatma ve katliamlar sürüyordu.
7 Ağustos 1974’te ateşkesi ihlal eden Rum Milli Muhafız Ordusunu kovalayan
askerlerimiz ilerlemesini sürdürüyor. Rum askeri, Visilya Bölgesinde 4 köyü mayınlarla
döşedi. Lefkoşa’nın Aykasyano semtinde çok şiddetli çarpışmalar oldu. Lapta’ya ani bir
hücumu püskürten birliklerimiz buraya tamamen egemen oldu.
8 Ağustos 1974’te Lefkoşa’da çok şiddetli çarpışmalar oldu. Ateşkese rağmen
Lefkoşa’nın Rum bölgesinden sürekli ateş açılıyordu. 9 Ağustos 1974’te işgal ve tehdit
altındaki Türk köyleri etrafındaki muhasaranın derhal kaldırılması için Türkiye 24 saat süre
verdi.
Başbakan Ecevit: “Türkiye için vazgeçilmez koşul, coğrafi temele dayalı iki otonom
idareden kurulan bağımsız bir Kıbrıs devleti olmalıdır” diye beyanatta bulundu. Rumlar,
Larnaka ve Tuzla’da yer alan olaylar sırasında Atatürk büstlerini kırdı. Larnaka kalesine
“Unutma ki Yunansın” pankartı asıldı. Savaş uçaklarımız müdahale etti. Aydın ve Dağaşan’a
karşı saldırıya geçen Rum askerleri uçakların harekâtı üzerine ateşi kesti.
İ. İKİNCİ BARIŞ HAREKÂTI
14 Ağustos 1974 sabahı saat 05.30’da, Türk birlikleri sıkışmış oldukları cepheden
harekâta başladılar. Harekâtın hızla ilerlediği, Rum direnişlerinin kırılmaya başladığı
saatlerde, Türk Hükümeti Kıbrıs’ta askeri bir harekâtın başladığını bir bildiriyle açıklıyordu.
TRT
tarafından
06.30’da
radyolarda
yayınlanan
bildiride
harekâtın
amacı
açıklanıyordu: “Türkiye, Kıbrıs devletinin varlığının, bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün
bir daha hiçbir şekilde tehdit edilemeyeceğini ve Türk toplumunun haklarının ve güvenliğinin
korunacağı bir hukuk düzeninin korunmasını tek başına sağlamak zorunda kalmıştır”
denilmiştir.
Hükümet bildirisinin tam metni şudur: “Kıbrıs Cumhuriyetinin bağımsız varlığına son
vermek ve Ada’nın Yunanistan’a ilhakını sağlamak amacıyla Atina’dan yönetilen ve
Kıbrıs’taki Yunanlı subaylar tarafından gerçekleştirilen 15 Temmuz 1974 hükümet darbesi
üzerine Türkiye garantör bir devlet olması hakkını kullanarak Kıbrıs’ın bağımsızlığını, toprak
bütünlüğünü ve Kıbrıs toplumunun can ve mal güvenliğini korumak ve Ada’ya barış getirmek
için harekete geçmek zorunda kalmıştır.”
Ancak Türkiye’nin bu hareketi sayesindedir ki, Kıbrıs’ın bağımsızlığının korunması
mümkün olabilmiştir. Bunun ardından Türkiye, Güvenlik Konseyi’nin 353 sayılı kararına
uygun olarak Ada’da bir anayasal düzenin, huzur ve barışın kurulabilmesi için kendisine
düşen görevi yerine getirmek üzere elinden geleni yapmıştır. Fakat Cenevre’de bu amaçla
ilgili taraflar arasında mutabık kalınarak yayınlanmış deklarasyon ile gerçekleştirilmesi
kararlaştırılmış bulunan hususlardan hiçbirine diğer taraflar uymamıştır. Bu yetmiyormuş gibi,
nezaret altına alınıyor kisvesi ile silahsız ve savunmasız insanlar, medeni vicdanları isyana
sevk eden şartlar içerisinde tutsak veya rehine şeklinde tutulmaya devam edilmiştir.
Ada’daki Türk toplumunun, insanlık haysiyetini çiğnemeye kalkışan ve büyük bir
çoğunluğunun hayatını ve özvarlığını en ciddi bir tehdit altında tutan bu duruma tahammül
kalmamıştır ve bir an önce bu koşullardan kurtulmasını garantör devlet olan Türkiye’den
beklemektedir.
Öte yandan İkinci Cenevre Konferansı’nda görülmüştür ki, Kıbrıs Devleti hala bir
Yunan Adası olarak telakki edilmek istenmektedir. Bu nedenle, Kıbrıs devletinin
bağımsızlığının 15 Temmuz darbesine kadar devam etmesinde en güçlü ve en önemli unsuru
teşkil etmiş olan Türk toplumunun Rum toplumunca ezilip tahakküm altında tutulmasına son
derece eşit hak ve olanaklara ve hakkı olan güvenliğe engel olmak istendiği bir kere daha
anlaşılmış ve Yunanistan’ın bu maksatla çeşitli oyalayıcı taktiklere başvurmaktan geri
kalmadığı müşahade edilmiştir.
Yunanistan, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 353 sayılı kararıyla garantör
devletlere verilen görevleri yerine getirmemiştir. Yunanistan, 30 Temmuz 1974 tarihli Cenevre
deklarasyonuyla kabul ettiği, altına imza attığı yükümlülüklerden hiçbirine uymamıştır.
Yunanistan 8 Ağustos’ta toplanan, İkinci Cenevre Konferansında da altı gün süre ile ciddi
müzakerelerden kaçınmış ve hatta sorunları görüşmeye bile yanaşmayan uzlaşmaz bir tutum
içinde bulunmuştur.
Bu koşullar karşısında bugüne kadar Türkiye tarafından büyük bir iyi niyet ve sabırla
sürdürülen barışçı girişimlerin hiçbir olumlu sonuca varmayacağı açıkça ortaya çıkmıştır.
Türkiye, diğer ilgili ülkelerle mutabık kalınacak bir hal çaresi bulmak hususundaki
gayretlerinin Yunanlılar ve Rumlarca ısrarla engellenmesi dolayısıyla, Kıbrıs devletinin
varlığının, bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün bir daha hiçbir şekilde tehdit
edilemeyeceğini ve Türk toplumunun haklarının ve güvenliğinin korunacağı bir hukuk
düzeninin kurulmasını tek başına sağlamak yoluna başvurmak zorunda kalmıştır.
Türk toplumu, Ada’da kendisine bir imtiyaz (ayrıcalık) istememektedir. Fakat
kendisinin, esir veya hakları kısılmış azınlık muamelesine tabi tutulmasına da razı değildir.
Bütün istediği, hak, vecibe ve sorumluluklar bakımından Ada’daki Rumlarla eşit haklara sahip
olabilmektir. Türkiye birçok kez açıklandığı üzere, Ada’nın silahlandırılması gibi bir amaç
gütmemektedir. Türkiye’nin Kıbrısa ilişkin bir toprak talebi de yoktur.
Ancak, Türkiye garantör devlet sıfatı ve yetkileriyle Kıbrıs’ın bağımsızlığını ve toprak
bütünlüğünü, Türk toplumunun hak ve yararlarını korumayı kendisine görev bilmektedir ve
bundan sonra da bilecektir. Bu hareket Yunanistan’a karşı değildir. Bu hareket Kıbrıs Rum
toplumuna da karşı değildir. Bu hareket Kıbrıs’ın bağımsızlığını güvence altına almaya,
Kıbrıs’ta Türk ve Rum toplumlarına barış ve sükûn sağlamaya ve bölgede sürekli bir barışın
yerleşmesine yöneliktir.136
Türk savaş uçaklarının başlattığı ve zırhlı birliklerimizin desteğindeki piyade ve
komandoların geliştirdikleri harekâtın hızla ilerlediği, Rumlarla kanlı çarpışmaların yapıldığı
saatlerde Başbakan Bülent Ecevit, bir basın toplantısı düzenleyerek hem birinci barış
harekâtının, hem de ondan sonraki gelişmelerin değerlendirmesini yaparak, İkinci harekâtın
yapılış nedenlerini açıklıyordu. 14 Ağustos harekâtının nedenlerini, birliklerimizin taarruza
geçmesinden 6,5 saat sonra şöyle açıklıyordu:
“Cenevre Konferansı’ndan bir sonuç alınamayacağını, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi’nce bu konferansta çizilen amaçların Yunan hükümeti ve Kıbrıs Rum yönetimi
tarafından engellendiği ve engelleneceği anlaşılmıştır ve bu sabah Türk Silahlı Kuvvetleri
Kıbrıs’ta kendilerine düşen görevleri yerine getirmeye başlamıştır.
Yunanlılar ve Rumlar, bugüne kadar, Kıbrıs devletinin anayasal statüsü konusunda
ciddi bir görüşmeye yanaşmamışlardır. Hatta Güvenlik Konseyi kararının açık hükmüne
rağmen, konferansın bu konuda yetkisiz olduğu iddiası ile çalışmaları uzun süre
aksatmışlardır.
30 Temmuz’da imzalanıp yayınlanan Cenevre deklarasyonunun kendilerine yüklediği
görevlerden hiçbirisini yerine getirmemişlerdir.
Deklarasyonun açık hükümlerini, devletlerarası hukuk kurallarını ve insanlık
haklarını göz göre göre çiğneyerek, güçlerinin yettiği yerde, silahsız ve savunmasız Türk
topluluklarına esir ve rehin muamelesi yapmayı sürdürmüşlerdir. Günler geçtikten ve Cenevre
136
Konferansının ikinci aşaması başladıktan sonra, bir ara, Türklerin köylerine, mahallelerine,
evlerine dönmelerinin sağlanacağını, buraların Rum Milli Muhafızları’nca boşaltılacağına
söz verdikleri halde, birkaç yerdeki sınırlı uygulamadan sonra, dün, bu yükümlülüklerini ve
sözlerini
yerine
getiremeyeceklerini
ve
rehin
olarak
tuttukları
Türkleri
serbest
bırakmayacaklarını, her türlü insanlık kuralına meydan okurcasına dünyaya ilan etmişlerdi.
Gene Cenevre deklarasyonunun açık hükmüne rağmen, Yunan hükümeti, dün
yayınladığı bildiride, garantör devlet yetkisiyle Ada’da bulundurulan Türk Silahlı
Kuvvetlerini “işgal” kuvveti gibi göstermiş ve bu kuvvetlerin tahliyesini, atılması gereken ilk
adım olarak ileri sürmüştür. Gayrimeşru durumları ve bir oldubitti ile Kıbrıs’ı Yunanistan’a
ilhak etme amaçları bütün dünyaca bilinen Yunan birlikleri ve subaylarını ise ancak ondan
sonra çekebileceğini bildirmiştir. Bu da, Yunan hükümetinin kendi imzasını da taşıyan
Cenevre deklarasyonunu tanımama kastının bir başka kanıtıdır.
Gerek Yunan hükümeti gerek Kıbrıs Rum hükümeti, Cenevre Konferansını ve bu
konferansta alınan kararları geçersiz kılmak için her çabayı göstermişlerdir. Oyalama
taktikleriyle zaman kazanmak ve Kıbrıs’ta alışık oldukları düzeni, daha doğrusu düzensizliği
sürdürmek, yaratılan gayrimeşru duruma garantör devlet olarak müdahale eden Türkiye’yi
etkisiz bırakmak için ellerinden geleni yapmışlardır.
Cenevre anlaşması bir bütündür. Bu bütünün içinde yer alan ateşkes hükmü, kesin bir
zorunluluk olan güvenlik bölgesi ile ilgili Türk isteği kabul edilmediği halde, büyük ölçüde
yerine getirilmiştir, fakat Ada’da güvenliği sağlayabilmenin temel koşulu olan bazı hükümlere
uymamakta Yunan hükümeti ve Kıbrıs Rum yönetimi inat etmişlerdir.
Bu durumda, garantör devlet olarak Türkiye’nin ateşkese uyma yükümlülüğünü
ortadan kaldırmaktadır. Kararları tek taraflı olarak çiğnemeye çalışması kasıtlı olarak
engellenen bir konferansı sürdürür görünmenin yarardan çok, zarar getirdiğini gören
Türkiye, garantör devlet niteliği ile üstlenmiş olduğu yetki ve görevleri, gerek Kıbrıs
devletinin bağımsızlığı, gerek Kıbrıs Türk Halkının hakları ve güvenliği konusunda taşıdığı
sorumluluğu tek başına yerine getirme zorunluluğu duymaktadır.
20 Temmuz 1974 günü, Türkiye’nin garantör devlet olarak ve garantörlükten aldığı
yetkinin sınırları içinde kalmaya özen göstererek giriştiği harekât ne kadar haklı ve hukuki
idiyse, bugünkü davranışı da o kadar haklıdır ve hukukidir.
Çünkü 20 Temmuz’daki Türk harekâtını haklı ve hukuki kılan bütün etkenler bugün de
fazlasıyla devam etmektedir. 20 Temmuz 1974 Türk harekâtı ne kadar meşru idiyse, onun
zorunlu devamı olan Türk harekâtı o kadar meşrudur. Türk Silahlı Kuvvetleri, Kıbrıs’ın
sorunlarına müzakere yoluyla çözüm aranabilmesi için durdurmuş bulunduğu harekâtını, bu
arayışlardan sonuç alınamayacağı belli olunca, şimdi bıraktığı yerden sürdürmektedir.
Bu harekâtın amacı Kıbrıs’ı istila değildir. Kıbrıs’ı kurtarmaktır. Bağımsızlığını
korumaktır. Bu harekâtın amacı Kıbrıs Devletini yıkmak değildir. Yıkılan Kıbrıs Devletini
daha sağlam temeller üzerinde yeniden kurmaya yardımcı olmak ve toprak bütünlüğünü
gerçek güvenceye kavuşturmaktır. Bu harekât amaçlarına ulaştığında, Kıbrıs’ın Türk halkıyla
birlikte Rum halkı da güvenliğe ve sürekli barışa kavuşmuş olacaktır.
Bu harekât Yunanistan’a karşı değildir. Rum toplumuna karşı değildir. Amacımız
Ada’da kuracağımız dengeyi gene Yunanistan’la, Rumlarla eşit şartlar altında işbirliği
yaparak beraberce sürdürmek, güçlendirmektir.
Allah Türk Silahlı Kuvvetlerini bu barışçı ve insanca harekâtında başarılı kılsın.”137
İkinci Barış Harekâtının askeri bakımdan yapılmak zorunluluğu ise şöyle
açıklanabilir:138
“Köprübaşı’nın savunma güvenliği sağlandıktan sonra İkinci Harekât için hazırlıklara
hızla başlandı. Bu harekâtın hızlandırılmasında dayanılan ana etkenler: Harekâtın kısa sürede
istenen hedeflere ulaşacak biçimde hızla gelişmesini sağlayacak hareket yeteneği ve ateş
üstünlüğüydü. Bunun için Ada’nın zırhlı ve mekanik birliklerle takviyesi gerekliydi.
Lojistiğin bu harekâtı destekleyecek biçimde sağlanması gerekliydi. Bütün bunların
sağlanması amacıyla 14 Ağustos 1974 sabahına değin yoğun bir çaba içinde ikinci harekâtı
başarıya ulaştıracak yığınaklanma sağlanmış bulunuyordu.
Siyasi ve insani nedenlerin dışında askeri bakımdan da ikinci harekâtın başlaması
kaçınılmaz gereklilikti. Çünkü Köprübaşı sahasında o kadar yoğun bir yığınaklanma olmuştu
ki Rumların her ağır silah atışı hemen hemen vasıtayı yok edebilirdi (Yığınak yapılan cep o
derece küçüktü ki Rumlar tarafından atılabilecek bir mermi ya bir askerimize ya da bir
aracımıza, topumuza isabet etme olasılığı çok yüksekti. O günleri yaşayanlar atılacak bir
merminin
kesinlikle boşa
gitmeyeceğini
söylüyorlar).
Bu
nedenle
yapılan
Barış
Görüşmelerinde siyasi yetkililer harekât kararı vermeye bir yerde de zorlanıyordu.”
İkinci Harekâtın gelişimini görmeden önce harekâtın planını kısaca açıklayalım:139
“İlk önce Boğaz ve Magosa yönlerinde tank ve kariyerlerden oluşan birer özel yerel
kuvvetiyle takviyeli 2 Tümen ile denize ulaşmak, bunun ardından ya da mümkün olursa
batıda da Komando Tugayı ve Paraşüt birlikleriyle Omorfo üzerinden Lefke’ye dolayısıyla
137
138
139
yine denize ulaşmak idi. Böylece işgal edilen alanın iki yanı emin bir tabiat (doğa) gücüne
dayanacak ve bu sahada bir güçlü savunma kurulabilecekti.
28. Tümen, bir özel yerel kuvvetiyle Lefkoşa-Boğaz ekseninde (mihverinde), 39.
Tümen yine bir tank ve kariyerden oluşan bir özel kuvvetiyle Dikomo-Boğaz harekâtına
görevlendirilmişler. Elbette ki bu planın dayandığı en büyük ilke Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi’nin toplanıp ateşkese karar vermeden yukarıda belirlenen hudutlara ulaşmaktı.”
2. Barış Harekâtını gazeteler manşetten Türk halkına duyuruyorlardı. Kıbrıs’ta Türk
Silahlı Kuvvetlerinin giriştiği harekât, dün sabah saat 5.30’da Hava Kuvvetlerimizin Rum
askeri mevzilerini bombalamasıyla başlamıştır. Türk Hava Kuvvetlerine bağlı uçaklar, dün
sabah önce Lefkoşe’de bulunan Rum Ulusal Muhafız Gücü Karargâhı ile Rum Polis
Merkezini, daha sonra da Kıbrıs Rum Radyosu’nu bombalamışlardır.
Kıbrıs’ta bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri, zırhlı birliklerinin öncülüğünde,
Lefkoşe’nin Türk kesiminden doğuya ve batıya doğru harekete geçmişlerdir. Özellikle
Lefkoşe’nin 60 kilometre batısındaki Omorfo’da ve Lefkoşe-Magosa yolu üzerinde bulunan
Serdarlı’da bulunan Rum kuvvetleri mevzilerini terk ederek daha gerilere doğru
çekilmişlerdir.140
1.
“ATİLLA” HATTI YA DA ÜÇ GÜN SAVAŞI
a.
14 AĞUSTOS 1974 GÜNÜ ASKERİ VE SİYASİ GELİŞMELERİ
İkinci harekâta hazırlık olarak Genelkurmay Başkanlığına Kolordunun zırhlı birliklerle
kısa zamanda takviye ile birliklerimizin hareket kabiliyetlerinin arttırılması teklif edilmiş ve
prensip olarak kabul edilmiştir. Bu meydanda, Siirt Komando Taburu bir günde 800 km’lik
yol yaparak (hava ve kara) Kıbrıs’a intikal ettirilmiştir. Siirt’ten Batman’a otobüsle,
Batman’dan Adana’ya uçakla, Ovacık’a otobüslerle oradan da Kıbrıs’a helikopterlerle
gönderildi.141
20 Temmuz 1974 sabahı Girne’ye denizden çıkan ve havadan Beşparmak dağları ile
Lefkoşa’nın kuzeyine inen Türk birlikleri 14 Ağustos gününe değin tabanı Girne kıyısı ve tepe
köşesi Lefkoşa olan bir üçgen içinde kaldılar. Cenevre görüşmelerinin bir sonuca
ulaşmamasının hemen ardından, 14 Ağustos sabahı saat 04.00’da doğuda mayınlama
140
141
sahasının çeşitli mayın imha aygıtlarıyla istihkamcılarımız tarafından temizlenmesine ve
topçu ateşine başlandı. Saat 05.30’da da ileri harekâta geçen Türk birlikleri, üçgenin
sınırladığı alanı aşarak Kıbrıs’ın kuzey kıyısında doğudan batıya doğru bir dörtgen çizmeye
başladılar. Bu dörtgenin bir tarafı Kıbrıs’ın kuzey kıyısı, öteki kenarı ise Atilla Hattıydı. Atilla
Hattı, merkezi Lefkoşa olmak üzere doğuya ve batıya yayılan bir hattır.
Türk Silahlı Kuvvetleri (28. Tümen), Timbu, Dilekkaya ve Lisu’ya ulaştılar. Batıda ise
39. Tümen Serdarlı bölgesine el atacak duruma geldi. Varılması planlanan son hedefler,
doğuda Magosa, batıda Lefke idi. Kıyıda Atilla Hattı’nın içinde kalan Orga burnu, Yorgoz,
Kalorka, Serdarlı, Lefkonuk, İpsos alındı.
Omorfo-Lefkoşa-Magosa hattı üzerinde taarruzunu sürdüren Türk Silahlı Kuvvetleri
belirledikleri son hedeflerine varmak üzereydiler. Bu arada 11 yıldan bu yana Rumların
egemen olduğu Serdarlı da Türk birliklerince temizlendi. Genelkurmay Genel Sekreterliği
Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Şubesi 14 Ağustos 1974 saat 16.15’te şu açıklamayı
yapıyordu:
Rumlar tarafından tahkim edilen ve mayınlanan sahaları temizleyerek geçen
birliklerimiz, Timbu ilçesini ve havaalanını, Meriç bölgesini ele geçirmişlerdir.
“Kara, deniz ve hava kuvvetlerimizin yakın işbirliği ile yürütülmekte olan askeri
harekât yapılmış olan plana tam bir intibak ile her istikamette uygulanmakta ve
geliştirilmektedir. Yıllardır Rumların insafına bağlı olarak kuşatılmış durumda yaşayan
Serdarlı Türk sancağı ile birliklerimiz birleşmiştir.
Kıbrıs’taki her olayda, yiyecekten, içecekten, ilaçtan yoksun bırakılan, yoksulluklar
içinde kendi olanakları ile kendilerini savunan Serdarlı, Kıbrıs’taki yüzü aşkın gazi yerleşme
merkezlerinden birisidir. Yüzlerce gazi kendi silahını kendisi yaptı, mermisini kendisi yaptı,
eğitimini kendisi yaptı. Varlığını ve Türklüğünü korudu. Şimdi Serdarlı’da Mehmetler,
hasretle kucaklaşıyor.
Deniz ve hava kuvvetlerimiz Kara birliklerimizin ileri harekâtını ve kuşatılmış
durumda bulunan Türk bölgelerinin savunmalarını devamlı olarak büyük başarı ile
desteklemektedir. Kıbrıs’taki barış harekâtını destekleyen uçaklarımız, bu muvaffakiyetli
harekâttan sonra, üslerine zayiatsız dönmüşlerdir. Hiçbir zayiatımız yoktur.”142
b.
142
15 AĞUSTOS 1974 GÜNÜ ASKERİ VE SİYASİ GELİŞMELERİ
15 Ağustos 1974 sabahı ikmal zorluğu ortaya çıktığından taarruz geç başladı. Öğleden
sonra doğuda Magosa’nın dış yerleşim bölgelerine gelindi ve akşam Magosa’ya girildi.
Magosa’yı kuzeyden saran zırhlı birliklerimizle, güneyden taarruz eden 28. Tümen’in tank ve
zırhlı birlikleri Magosa’da birleştiler. Saat 12.00’da Boğazköy, 16.00’da Magosa zapt edilmiş
oldu.
Nikos Sampson’un darbe yaptığı günlerde Kale semtine sığınan 13 bin Kıbrıslı Türkün
olağanüstü büyük sevinci sokaklara taştı. Magosa yönüne yapılan harekât sırasında en büyük
direnme Magosa’nın kuzey doğusundaki Boğaz ve Trikomi üsleri ile Lefkoşa’nın
doğusundaki Sanayi Bölgesi ve Eğlence sırtlarında görülmüştür. Kuzeydoğuda Stazuza
burnuna denizden çıkarma yapıldı ve Magosa’nın kuzeyindeki Boğaz alındı.
15 Ağustos günü saat 15.30’da Komando Tugayı ile Omorfo’ya taarruza başlandı.
Fillia boğazına yönelen Tugay tankları harekât bölgesinde ilerlerken Fillia kuzeyinden gece
harekâtı olarak devam ederek sabah saatlerinde Omorfo’da son bulmuştur. Buradan da Lefke
bölgesine yürünerek 16 Ağustos 1974 akşamı saat 19.00’da Lefke bölgesine el atılmıştır.
15 Ağustos Taarruzunu Cumhuriyet gazetesi şöyle aktarmaktadır:
“Hava ve tank desteğiyle ilerleyen piyadelerimiz Trikomo Rum üssünü etkisiz hale
getirip Magosa’ya girdi. Karpas yarımadasına kuzey ve güneyden çıkarma yapan
birliklerimiz, Boğaz deniz üssünü ele geçirerek, bölgenin ada ile ilişkisini kestiler. Batıda da
hızla ilerleyen kuvvetlerimiz, Gürpınar köyünü aldı; uçaklarımız Lefke-Baf arasını
bombaladılar.”143
Genelkurmay Başkanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Dairesi tarafından yapılan
açıklamada ise 15 Ağustos 1974 tarihi itibariyle 2. Kıbrıs Barış Harekâtı aşağıdaki gibi
değerlendirilmekteydi:
“Kıbrıs’ın doğu bölgesinde sürdürülen askeri harekât dün akşamüzeri Serdarlı ve
Paşaköy bölgelerine ulaşmıştı. Birlikler gece de harekâtını durdurmamış ve gece hareketleri
ile doğuya doğru ilerleme imkânlarını bulmuşlardır.
Bugün 15 Ağustos saat 04.00’de zırhlı ve motorlu birliklerimiz tekrar ileri harekâta
geçmişler ve saat 11.30’da Magosa varoşlarına ve kuzeyde Rum kuvvetlerinin askeri limanı
olan Boğaz semtine iyice yaklaşmışlardır.
Kuzeydeki zırhlı birlikler Rum semtini tamamen kuşatmıştır. Kıbrıs’ın doğu
kıyılarındaki kol ise, saat 15.20’ye kadar Magosa’nın Türk semtine ulaşmış ve geniş bir
bölgeyi ele geçirilmesinden sonraki saatlerde gerek zırhlı ve motorlu, gerekse bölgede
143
savaşan diğer birlikler derinliklerde kalan düşman mukavemetlerini temizleme harekâtına
girişmişlerdir.
Doğu bölgesinde büyük bir süratle cereyan eden bu harekâtta Deniz Kuvvetlerimiz
Magosa bölgesindeki düşman mukavemet yuvalarını ve önemli hedefleri kara bombardımanı
ile dağıtmıştır. Hava Kuvvetlerimize ait uçaklar sabahın erken saatlerinden itibaren filolar
halinde düşman muharebe idare yerlerine, kıta topluluklarına, topçu ve mukavemet yuvalarına
üstün nitelikteki silahları ve bombaları ile taarruza başlamış ve bu bölgede sonuç alınıncaya
kadar taarruz harekâtına devam etmiştir.
Batı bölgesinde harekâta geçen birliklerimiz halen başarılı muharebeler vererek
hedeflerine doğru ilerlemeye devam etmektedirler. Bu bölgede birliklerimiz saat 18’e kadar
ulaştıkları hattan daha ilerideki hedefleri ele geçirmek için süratle harekâta devam
etmektedirler.”144
c.
16 AĞUSTOS 1974 GÜNÜ ASKERİ VE SİYASİ GELİŞMELERİ
16 Ağustos sabahı saat 09.00’da, Kıbrıs Türk Alayı Komutanı (Albay Mustafa
Katırcıoğlu) savaş karargâhına telefon ederek “Beş erimiz şehit oldu” der. Ordu komutanı da
(Orgeneral Suat Aktulga) Genelkurmay II. Başkanına (Orgeneral Adnan Ersöz) telefon ederek
“25 erimiz şehit oldu” diyerek şehit sayısını abartır ve Kıbrıs Yunan Alayına bir an önce
taarruz izni ister.145
Kıbrıs Türk Alayı emrine bir paraşüt taburu verilir, saat 12.00’ye değin Hava
Kuvvetlerimizin uçakları Yunan Alayı karargâhını bombardıman eder. Saat 12.00’de
bombardıman kesilir ve takviyeli Türk Alayı taarruza geçer. Saat 15.00’da Yunan Alayı
dayangaları ele geçirilir ve Türk bayrağı alay karargâhına dikilir. Yunan Alayında 500 ölü,
bundan fazla da yaralı vardır. Şimdi Lefkoşa Havaalanına daha yakın duruma gelinmiştir.
Öte yandan, 16 Ağustos sabahı Genelkurmay Başkanlığı Harekât Başkanı (Korgeneral
Haydar Saltık) bu akşam saat 19.00’da ateş kesileceğini bildirir. Saat 12.00 olduğunda,
Genelkurmay İkinci Başkanı, İkinci Ordu Komutanını arayarak “Paşam, Genelkurmay
Başkanı emir veriyor, Timbu havaalanının 3,5 km. güneyinden daha aşağıya inmeyeceksiniz”
der.
144
145
Türk Silahlı Kuvvetleri, harekâtın ağırlığını batı cephesine kaydırdı. Omorfo’ya
sabahın erken saatlerinde hücum eden birlikler Gaziviran’da denize ulaştılar. Buradan ikiye
ayrıldılar. Bir bölümü Kormacit Burnuna kadar kıyıyı ele geçirirken ötekileri Lefke’ye
yürüdüler. Böylece Kıbrıs’ın kuzeyini ikiye bölen Lefke-Lefkoşa-Magosa hattı da
tamamlanmış oluyordu. Tümgeneral Fazıl Polat doğuda, Tümgeneral Adnan Doğu batıda
harekâtı tamamladı.
Sabahtan itibaren en şiddetli çatışmalar Lefkoşa’da oldu. Sabahın erken saatlerinde
Lefkoşa üzerine gelen Türk savaş uçakları Rum mevzilerini bombaladılar. Bu arada Türk
savaş uçakları Baf-Lefke yolu üzerinde ilerleyen Rum takviye birliklerini de etkisiz duruma
getirdiler.
Ateşkes yürürlüğe girdiğinde, Türk Silahlı Kuvvetleri Ada’daki Türk Halkının
güvenliğini sağlayacak sınırları çizmişti. Ateşkes, saat 19.00’da yürürlüğe girdi. Ateşkesle
birlikte hat çizildi, Lefke-Lefkoşa-Magosa hattı...
d.
17 AĞUSTOS 1974 GÜNÜ ASKERİ VE SİYASİ GELİŞMELERİ
Karpas Yarımadasına Özel Görev kuvveti gönderildi. 17 Ağustos sabahı bu bölge karış
karış taranarak Rum askerlerinden arındırıldı.
18 Ağustos 1974 sabahından itibaren verilen emirle Rumlar tarafından içeride
başlatılacak gerilla savaşının yok edilmesi emri verildi. Bu arada Yeşilırmak bölgesinde
mahsur kalan Türkler, Rumların ateşkes ihlalleri bahane edilerek bu bölgeye girildi ve
kurtarıldılar. Magosa-Dikelya üstü kuzey hududu Lefkoşa’ya değin 28. Tümen’e verilmişti.
Yeşilhat ve Lefkoşa Havaalanının savunulması da Lefkoşa sancağına verilmişti.
Bilindiği gibi İkinci Barış Harekâtı’nın alarmı 13 Ağustos gecesi verildi ve 14 Ağustos
sabahı da harekât başladı. Doğu ve batı istikametinde başlatılan harekât üç gün içinde
sonuçlandırıldı. Bu harekâtta Hava İndirme Tugayının 2. paraşüt taburu da görev aldı. 28.
Piyade Tümeni’nin harekât denetiminde olarak, Gönyeli-Küçükkaymaklı-Timbu-Paşaköy
istikametinde Paşaköy’e taarruz etti. 14 Ağustos akşam üzeri Paşaköy ele geçirildi. Bundan
sonra ileri harekâtlarına devam ettiler ve 16 Ağustos sabahı başlayan ikinci aşama harekât,
saat 13.00 dolaylarında Arsoz tepelerinin ele geçirilmesiyle son buldu. Ancak, son ele
geçirilen bölgenin askeri açıdan güvenli olmayışı nedeni ile ilerlemenin devam etmesine karar
verildi.
Bir Teğmenin komutasında keşif kolu çıkarıldı. Keşif kolunun ilerlemesi saat 18.00
dolaylarında İngiliz Dikelya üssünün kuzeybatısında Pile-Larnaka yoluna egemen 440 rakımlı
tepede son buldu.
Taburun çoğunluğunun, keşif kolunun tepeye ulaşması sırasında üç İngiliz Searpron
tankı tepenin eteklerinde durdular. Bu arada bir İngiliz helikopteri de üzerlerinde keşif
yapıyordu. Tabur komutanına İngilizlerle konuşmanın zorunlu olduğu bildirildi. İki üsteğmen
bir teğmen tabur komutanının jeep’ine binerek İngilizlerle konuşmaya gittiler. Bu arada
helikopter de tankların oldukça önüne indi. Helikopterden çıkan İngiliz Binbaşı, Larnaka’yı
alıp alamayacağımızı sordu. Türk subaylar da, bunun şimdilik söz konusu olmadığını, ancak
emredilirse alacağımızı söylediler.
Bunun üzerine İngiliz Binbaşı, bir irtibat subayı getireceğini söyleyerek telaşla
helikoptere bindi ve gitti. Durum tabur komutanına bildirildi ve az sonra tabur komutanı da
tepeye geldi. Kısa süre sonra dönen helikopterden İngiliz Binbaşı ile Türk İrtibat Subayı
üsteğmen indi. Türk irtibat subayı, “derhal geri çekilmemiz gerektiğini, fazladan 15 kilometre
ilerlediklerini, yanlarının güvensiz olduğunu” söyledi. Hemen orada durum değerlendirmesi
yapan Türk subaylar, yiyecek bulmanın zorluğuna karşın (bu zorluğu aşarak, bol miktarda
yiyecek de buldular) burayı terk etmemeye karar verdiler.
17 Ağustos sabahı yapılan keşiflerle doğuya yayılarak Pile köyünün kuzeyindeki 690
rakımlı tepeyi ele geçirdiler. Paraşüt taburu doğudan batıya Larnaka’ya egemen olan sırtlara
yerleşti. Böylece, Larnaka-Dikelya arasında bir hançer gibi uzanan stratejik önemi olan bir
toprak parçası daha Türklerin olmuştu.
J. KATLİAMLAR
Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmek gayesiyle, Yunan Cuntası’nca Kıbrıs’ta 15 Temmuz
1974’te tertiplenen darbe, 20 Temmuz günü karşılığını görmüş ve Türk Silahlı Kuvvetleri,
Enosis’i önlemek amacı ile Kıbrıs’a karşı Barış Harekâtı’na girişmişlerdir. Garantör bir devlet
olarak ve Kıbrıs’ın bağımsızlığını korumak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından girişilen
bu meşru hareket üzerine, Kıbrıs’ı kana bulayan Rum ve Yunanlılar, kendi soydaşlarına
yaptıkları gibi müdafaasız masum Türklere karşı da büyük katliam hareketlerine girişmişler
ve birçok soydaşımızı feci şekilde şehit etmişlerdir.
Barış Harekâtı karşısında, Mehmetçiğin keskin süngüsü önünde diz çöken, aman
dileyen ve ezilen palikaryaların geriye kalan kısımları, ellerine geçirdikleri müdafaasız ve
masum Türkleri, çocuk-kadın-erkek-yaşlı-hasta ayırt etmeksizin hunharca katletmişler ve
vahşetlerle dopdolu silik ve aşağılık tarihlerine, yeni yeni kara sayfalar eklemişlerdir.
The Times (Londra) gazetesinin muhabiri David Leigh şöyle yazıyordu:
Binlerce Kıbrıs Türkü rehine alındı. Türk kadınlarına tecavüz edilirken, sokaktaki
çocuklara ateş edildi ve Limasol’un Türk kesimi Milli Muhafızlar tarafından ateşe verildi.
15 yaşında bir kız çocuğu şöyle diyordu:
Sokak aralarından koşarak kaçtım ve askerler arkamdan hep ateş ediyorlardı. Bir eve
sığındığımda, askerlerin bir kadına tecavüz ettiklerini gördüm. Ondan sonra da gözümün
önünde kadına ateş ederek öldürdüler.
Limasol’da ziyaretçi olarak bulunan Kıbrıs Türk asıllı bir İngiliz memuru, Milli
Muhafızları, kadın ve çocuklara ateş etmekle itham etmiş ve “Sokakta 20 çocuk ölüsünü
gözlerimle gördüm. Yaralı olan diğer çocuklar ise ağlaşıp duruyorlardı” demiştir.
Magosa bölgesinde de yoğun vahşet vardı. Bir Alman turist, Almanyanın Sesi
Radyosu’na “Rumların kasaplığını insan aklı almaz” dedikten sonra, ekliyordu:
“Magosa civarındaki köyler Rum Milli Muhafızları, eşine rastlanmayan vahşet
örnekleri sergilemişlerdir. Bunlar Türk evlerine girip, kadınların ve çocukların üzerine kurşun
yağdırmışlardır. Birçok Türkün de boğazını kesmişlerdir. Yakaladıkları kadınların hepsine
tecavüz etmişlerdir.”
France Soir gazetesinden Jean Nouvecelle de şöyle yazıyordu:
“Pek çok utanç verici hadiseleri gözlerimle gördüm... Rumlar Türk camilerini yaktılar
ve Türk evlerini ateşe verdiler... Türkler canlarını kurtarabilmek için yakındaki tepelere
kaçtılar ve evlerinin vahşice yağmalanmasını seyretmekten başka bir şey yapamadılar.”146
Bazı yabancı basın organlarında katliamlar aşağıdaki şekilde yer almıştır:
23.7.1974 United Press International:
“Yunanlılar Limasol’da birçok kadın ve çocuğu öldürdü. Yol üstünde 20 çocuk cesedi
gördüm. Yaralı olanlar ağlamakta idiler. Yunanlı askerler evlere girip kadın öldürmek için
akbabalar gibi beklemektedirler.”
24.7.1974 France Soir
Rumlar, Magosa civarındaki
Türk evlerinin ateşe verdiler. Silah ve savunması
olmayan Türk köylüleri Rum çapulcular tarafından yaratılmış vahşet havası içinde
yaşamaktadırlar. Ellerinde bazukalar olan Rumlar, Türk köylerinde büyük kargaşalıklara
neden olmaktadırlar. Rumların bu hareketleri insanlık namına utanç vericidir.
146
30.7.1974 Washington Post
Larnaka yakınlarındaki Alaminos köyünde 25 ila 55 yaşları arasında bulunan 14 Türk
öldürülmüş ve cesetleri buldozerlerle bir çukura doldurulmuştur. Limasol yakınında küçük bir
Türk köyüne Rumların yaptığı bir baskın sonucu 200 kişiden 36’sı öldürülmüştür. Rumlar
Türk
kuvvetleri
gelinceye
kadar
Türklerin
öldürülmesi
için
emir
aldıklarını
söylemektedirler.147
Şimdi, 20 Temmuz “Barış Harekâtı” nedeniyle Kıbrıs’ta Rum ve Yunanlılar tarafından
işlenen insanlık dışı katliam hareketlerine kısaca göz atalım:
1. ATLILAR (ALOA) KATLİAMI
20 Ağustos 1974 günü, Türk Silahlı Kuvvetleri, aldıkları bir ihbar üzerine, Magosa’ya
15 km. uzaklıktaki Türklere ait Atlılar köyünde büyük bir katliam hareketini ortaya
çıkarmışlardır. 60 kişilik köyden 57’si, Rum ve Yunanlılarca vahşi bir şekilde katledilmiş ve
bundan sonra buldozerlerin açtığı derin çukurlara gömülmüşlerdir.
Toprağın kazılmasından sonra göze çarpan ilk manzara, iki yaşındaki kızına sarılmış
genç bir Türk kadınının görüntüsüydü. Çukur daha da kazıldığında öteki cesetler de ortaya
çıkarılmıştır. Bu feci katliam üzerine Türk Yönetimi Başkanı Rauf Denktaş, BBC muhabirine
bir demeç vermiş ve “kadın, erkek, çocuk farkı gözetmeden kitle halinde katleden suçluların
adaletçe cezalandırıldıklarını görmek istediğini” söylemiştir.
Klerides’in, katliam hareketlerini belirli fanatik grupların yaptığını, Rum Ulusal
Muhafız askerlerinin yapmadığını söylediğini hatırlatan muhabir, Türk Yönetimi Başkanına,
“Siz de aynı ayrımı yapar mısınız?” diye bir soru yöneltmiştir. Denktaş bu soruyu şöyle
cevaplandırmıştır:
"Kıbrıs’taki darbeyi de aynı gruplar; EOKA-B ve Ulusal Muhafızlar gibi fanatik
gruplar yapmıştı. Hepsi de aynı komuta altında hareket ediyorlardı. Şimdi ise durumda
herhangi bir değişiklik yoktur. Bugün de savaşan gruplar, yine Yunan subaylarının komutası
altındadır. Bu grupların hepsini de Ulusal Muhafız Ordusu’nun giysileri içinde olduklarını
gayet iyi biliyoruz. Yapılmak istenen, hiçbir mazeret gösterilmeyecek şekilde cereyan eden
insanlık dışı davranış ve hareketleri, örtbas etmek çabalarından öteye gitmiyor. Eğer gerçekten
bunları yapanlar kontrolsüz ve fanatik gruplarsa, o zaman bunların faaliyetlerine son vermek
147
gerekir. Rum yönetiminin bu konuda elinde fırsat vardır. Şöyle ki, Ada’da garantör devlet
sıfatıyla bulunan Türk Ordusu’ndan yardım isteyip bu grupları ortadan kaldırabilirler.”
Klerides’in, “bu gibi şahısların adalet huzuruna çıkarılması için elinden geleni
yapacağını” söyleyen muhabir, Denktaş’a, bu sözlere inanıp inanmadığını sormuştur. Denktaş
bu soruyu şöyle cevaplandırmıştır:
“Ben Klerides’e inanırım. Ancak toplumumun da görüşümü paylaşması gerekir. Yalnız
söylenen sözlerin sözde kalmaması fiiliyatla da desteklenmesini isterim. Örneğin, az önce
öğrendiğim, Kaymaklı bölgesinde 9 yaşında bir çocuğu ucuna susturucu takılmış silahla
vuranın, Atlılar köyünde 60 Türkü, kadın, erkek, çocuk farkı gözetmeden kitle halinde
katledilenlerin adaletçe cezalandırıldıklarını görmek isterim.”148
Anavatan Turizm ve Tanıtma Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Orhan Birgit de 20 Ağustos
günü yaptığı basın toplantısında, Magosa’nın Atlılar köyünde 57 soydaşımızın Kıbrıslı
Rumlar tarafından toplu halde 9 mm’lik stenlerle kurşunlandığını ve sonra buldozerle açılan
çukurlara cesetlerin doldurulduğunu belirtmiş, olay yerinde gazeteci Mehmet Biber tarafından
çekilmiş filmi göstermiş ve daha sonra şunları söylemiştir:
“Bu korkunç jenosidin failleri, masum kurbanlarını buldozerlerle açtıkları çukurlara
gömmüşlerdir. Olay İkinci Dünya Savaşında bazı Naziler tarafından işlenen cinayetleri dahi
gölgede bırakacak bir vahşet ve barbarlık örneğidir. Naziler hiç değilse, küçük çocuklara
kıymıyorlardı.
Şu anda Ada’nın daha başka yerlerinde hangi cinayetlerin hangi çukurlarda saklandığı
dahi bilinmiyor. Hele, hala Rumların yönetiminde bulunan ve Cenevre Birinci Sözleşmesine
rağmen Barış Gücü’nün kontrolüne teslim edilmeyen Türk anklavlarında neler olup bittiğini
bilmiyoruz.”149
Bu korkunç olayın, Türk Barış Kuvvetlerine bağlı Yüzbaşı Dr. Ayhan Çekiç tarafından
gün ışığına çıkarıldığını ve Yüzbaşı Doktor’un, bu sırada, bölgede bulunan Rum hastaları
tedavi maksadı ile bulunduğunu söyleyen Birgit, sözlerine şöyle devam etmiştir:
“Bay Klerides belki bu olay karşısında da, yüzüne sapsarı bir maske takacak ve
‘menfur bir cinayet’ diyecektir. Menfur bir cinayetin işlendiği gözler önündedir. Fakat, merak
ediyoruz, katil kimlerdir? Hele onların, bütün dünyaya yayılmış destekleyicileri, koruyucuları
kimlerdir?”150
148
149
150
Daha sonra olayı filme alan gazeteci Mehmet Biber konuşmuş ve Rumların katlettiği
57 soydaşımızın 20 metre uzunluğunda ve 10 metre genişliğinde bir çukura gömüldüklerini
belirtmiş, “Kendi imkânlarımızla bu çukurları açmaya çalışırken en yukarıda iki üç yaşındaki
bir çocuğun, onun hemen yanında da çocuğuna sarılmış anne ile babasının cesetlerini gördük.
Çukurları açtığımızda çocuğun sol yanından hala kanlar akmaktaydı. Ortalık mermi
kovanlarıyla doluydu” demiştir.151
Anavatan Başbakanı Bülent Ecevit de, 20 Temmuz günü Yugoslav Dışişleri Bakanı
Miliç’i kabul ettikten sonra bir beyanat vermiş ve Kıbrıs’ta girişilen katliam hareketlerine de
değinerek özetle şunları söylemiştir:
“... Biz başından beri söylüyoruz. Şiddet hareketleri hiçbir şeye çözüm olamaz.
Kıbrıs’ta Türklerin ne halde bulunduğunu öyle sanıyorum ki, dünya şimdi daha iyi anlıyor.
Türkiye, başından beri söylediğim gibi Kıbrıs’la ilgili girişimini, milli nedenlerden önce
insani nedenlerle yapmıştır. Uzun yıllardan beri orada esir durumunda yaşamaya zorlanan,
fakat onurlu bir halk olarak bunu içlerine sindiremeyen Türklere karşı akıl alamayacak,
insanlığa sığmayacak zulümler yapmıştır ve Türkiye de artık buna tahammülü olmadığını
göstermiştir. Ümit ediyorum ki, bundan sonra Kıbrıs’ta Rumların şiddet hareketleri sona ersin.
Eğer Rumları idare etmeye yetecek kadar, o gücü gösterecek kadar olsun bir Rum yönetimi
varsa, evvela kendi topluluğu içinde düzeni ve asayişi sağlamasını ondan sonra Türklerin
kendi kendilerini idare etmeleri yetkisi konusunda söz söylemeye kalkışsın. Herhalde Türk
milleti Ada’daki zulme, haksızlığa, katliama daha fazla tahammül etmeyecektir.”152
“Bu kabil olayların önlenmesi konusunda acil bir tedbir düşünülüyor mu?” sorusuna
Ecevit, şöyle cevap vermiştir:
“İşte onu söyledim. Bu, eğer Rumlar bunun çaresini bulmazlarsa ve Birleşmiş
Milletler Kuvvetleri katliamlar karşısında, geçen gün Amerikan Büyükelçisi öldürülürken
yaptığı gibi (bu iş bizi ilgilendirmez) diye kaçarsa, Türkiye kendisi elbette en etkin tedbirleri
almaya, insanlık borcu olarak kendini mecbur hissedecektir.”153
Rumların zalimce katliamını Türk birliklerine ileten Kıbrıslı Türk ise, şunları
anlatmıştır:
“Atlılar köyü, yirmi haneli bir köydür. Ben köyümden Boğaziçi köyüne kaçtım. Türk
kuvvetlerinin köyde emniyet tedbirleri aldığını öğrendikten sonra, köyüme dönmek üzere yola
çıktım. Atlılar köyüne geldiğimde köyde tek bir kişiyi bulabildim. Ona sordum ne olduğunu.
151
152
153
Bilmediğini söyledi. Rumların köyün Türk halkını meçhul bir yere götürdüklerini anlattı.
Kendisinin kurtuluşunun bir mucize olduğunu açıkladı. Rumlardan kaçarak kurtulmuş. O
davarları otlatıyordu. Ben de gezeyim dolaşayım dedim. Gezerken kazılmış çukuru gördüm.
Çukura indim, baktım çevresinde binlerce boş mermi kovanı... O zaman gömmüşler. Hemen
Boğaziçi köyüne koştum. Oradaki Türk birliklerine durumu anlattım. Birlik benim bu ihbarım
üzerine derhal buraya geldi ve dün çukuru açtı. Olayı bütün dünya basınının izlemesi de iyi
oldu. Bütün dünya Rum mezaliminin gerçek yüzünü gördü böylece.”154
Atlılar köyünde ortaya çıkarılan korkunç katliam, dünya basınında geniş yankılar
yapmış, birçok ülkenin TV’leri de Atlılar’da katliam kurbanlarının gömüldüğü çukurların
açılışını gösteren filmleri oynatmışlardır.
BBC ve İTV televizyonları, TRT’den naklen yayın yaparak, tüm vahşeti seyircilere
göstermişlerdir. İsveç basını katliam olayını takbih etmiş, Danimarka gazeteleri de Kıbrıs’taki
katliamı Kıbrıs’ta yeni bir “My Lai” (Vietnam) olayı diye vermişlerdir.
İsveç Televizyonu, yaptığı yarım saatlik haber programına “Kıbrıs’taki Katliam” diye
başlamış, Televizyonun Ada’ya ve Türkiye’ye son olayları izlemek üzere gönderdiği muhabiri
İngemar Olander’in izlenimlerini yayınlamıştır. Muhabir, Kıbrıs’ta Magosa yakınlarındaki
Atlılar köyü sakinlerinin kurşunlanarak gömüldükleri mezarlar açılırken çektiği renkli
televizyon filmini göndermiş ve programda ayrıca yakınlarını kaybeden Kıbrıslı Türklerle
konuşmuş. Barış Gücü askerleri ile röportaj yapmıştır. Televizyon, Kıbrıs’taki katliamı
yansıtan filmi gösterdikten sonra, muhabir Olendar’ın “İnsanlığa karşı işlenen bu cinayetlerin
Kıbrıs’taki iki topluluğu birbirinden tamamen uzaklaştırdığını” açıklamıştır.
İsveç’in iki büyük akşam gazetesi Expressen ve Aftonbladet de katliam haberine tam
sayfa ayırmışlardır. Mezarların açılmasını gösteren fotoğraflara da yer veren gazetelerden
Expressen haberde, “Kıbrıs’taki katliamda bir köyde sadece üç kişi canlı kaldı” başlığını
kullanmıştır.
İktidardaki Sosyal Demokratların yayın organı Aftonbladet ise haberi “Kıbrıs’taki Mai
Lai, elli köylü katledildi” başlığı ile vermiştir.155
İngiliz basını da Kıbrıs’ta Rumların Türk halkına yaptıkları katliamla ilgili olarak
yayın yapmışlar ve Atlılar köyüne giden gazeteciler de, Kıbrıslı Türklerin kitle halinde
gömüldükleri mezarların gözleri önünde açıldığını ve cesetlerin çıkarılışını gördüklerini
belirtmişlerdir.
154
155
‘The Times’ gazetesi olayı kınarken bunu EOKA’cıların yaptığını söylemiş, Guardian
gazetesi de Atlılar köyündeki olayı aynı şekilde açıklarken Daily Mail gazetesi muhabiri
Frank Thompson olayı “Bir Türk köyünde dehşet mezarlığı” diye vermekte ve Türklerin kitle
halinde gömüldükleri mezar kazılırken yabancı muhabirlerin dehşet duyduklarını açıkladıktan
sonra, Türk Subayları ve Kıbrıslı Türklerle yaptığı konuşmaları anlatmaktadır.156
Aysel Hüseyin, Haydarpaşa Ticaret Lisesi, Tarih Öğretmeni. Kendisi Aloda köyünden.
Katliamlarda bir şans eseri kurtulmuş. Aysel Hanım, katliam olayını bütün veçheleri ile
anlatmış:
“... Çıkan cesetlerde küçük çocukların elleri tellerle bağlıydı. Kardeşim Sezay (15) ve
yeğenlerim Tuncay (18), Temray (18), Türkel (16), Sezin (17), Mustafa (14), Sibel (10), Erbay
(12)’ın da başları kesik vaziyette idi. Onları, giydikleri elbiselerden bir bir ayırt ettik.
Başlarını da yanlarına koyduk. Kardeşim, yeğenlerim sanki gezmeye gidecekmiş gibi
giyinmişlerdi. Ayaklarında yüksek ökçeli ayakkabıları dahi duruyordu. Her halde II. Barış
Harekâtına başlayan Kahraman Mehmetçiklerimizi karşılamak için en yeni elbiselerini
giymişlerdi. Fakat ne acıdır ki, yıllardır özlemini çektikleri, Mehmetçikleri görmeden
gittiler. Sıra anneme, Rasime Osman (45)’a geldi. Onun yanına gittim. Son bir defa daha
anneciğimi görmek için gittim. Yüzü tamamen erimiş, saçlarının bir kısmı yanmıştı. Elbisesi
olduğu gibi duruyordu. Ondan sonrasını hatırlamıyorum.”
“… Ailem ve köylü kardeşlerim, canavar sürüleri tarafından çöp çukurlarına
götürüldüler. Orada önce otomatik silahlarla tarandılar, yakıldılar ve sonra da üzerleri
dozerle kapatıldı.”
2.
MURATAĞA VE SANDALLAR KATLİAMI
Bu köylerimizde yapılan katliam hareketi de yapılan araştırmalar sonucu 1 Eylül 1974
sonucu ortaya çıkarılmıştır. Yaşlı bir Türk çobanının, Taşlı Milya köyünden bir başka çobanın
ikazı üzerine bölgeye giderek yaptığı araştırma sonucu meydana çıkan toplu mezarlarda
bulunan kurbanlar, 14 Ağustos 1974’ten beri kayıp bulunmakta idiler.
1 Eylül 1974 pazar günü, saat 15.30’da Muratağa ve Sandallar köyleri arasındaki bir
tarla içerisinde yapılan kazı sonucu 80’den fazla soydaşımızın erimiş cesetleri, birçok yabancı
gazetecinin gözleri önünde çukurlardan çıkarılmıştır.
156
The Sun’dan John Akass raporunda şöyle diyor:
“Muratağa Köyü’nün Türk sakinleri 14 Ağustos’ta katledilmişlerdir. Ekserisi ihtiyar,
kadın ve çocuklardan oluşmuştur. Bunlar, Türk taarruzunun ikinci gününde komşu köylerdeki
üniformasız Rumlar tarafından öldürülmüşlerdir. Cesetlerin sadece 1 metre gibi az bir
derinlikte kalabildiği bu ölüm çukurları kendilerine kazdırılırken öldürülmüşlerdir. Bu asla bir
harp olamaz. Bu olsa olsa bir alçaklık olabilir.”157
Köylüler, Mücahitler ve bölgede görevli Türk askerlerinin B.M. Barış Gücü
askerlerinin gözleri önünde yaptıkları kazıdan sonra çıkarılan cesetlerin durumu, masum ve
savunmasız soydaşlarımızın önce bağlandıkları, sonra da kurşunlandıkları ve bu yetmiyormuş
gibi sonra da yakılarak topluca gömüldükleri bütün açıklığıyla gözler önüne serilmiş ve
vahşetin yabancı basın mensuplarınca da resimleri tespit edilmiştir.
“Sırtı dönük olan, 95 yaşında ve şu adamın babasıdır. Hemen önümüzdeki, 14 yaşında
bir kızdır. Şurada topluca gördükleriniz de 75 kişidirler.” Bunlar, kazıyı yapan köylülerin,
gazetecilere cesetler çıkarıldıktan sonra söyledikleri sözlerdir. Kurbanlar arasında kadınlar,
yaşlılar ve bebek denecek yaşta çocuklar da vardı. Cesetlerin hemen hemen hepsi de
birbirlerine bağlanmış ve yakılmış olarak bulunmuşlardı. Çoğunun vücutlarında kurşun
yaraları olup, kadınlar çorapları ve elektrik kordonları ile bağlanmışlardı.158
Ergün Aydoğan, Muratağa’da gözü ile görmüş olduğu vahşet çukurunu şöyle anlatıyor:
“Muratağa’da meydana çıkarılan korkunç katliamın devam eden kazılarını görmek
üzere dün gece (1 Eylül 1974) gazeteci arkadaşlarla köye gittim. Mücahitlerimizle
Mehmetçikler, ellerinde kazma ve küreklerle çalışmalarına devam ediyorlardı, işlerin rahat
yürümesi için küçük bir jeneratör getirilmiş, geniş bir saha aydınlatılmıştı.
Başçavuş Mehmet Şaşmaz ile bir Mehmetçik, çöp yığınını eşelemeye başladılar.
Daha ilk küreği sallayışta küçük bir el çıktı. Dirseğinden kopmuş bir el. Bir yaşındaki
çocuk eli. Sonra yüzüstü yatmış bir vücut göründü. Üzerindeki yığını aldılar. Baktık ki
elleri arkasına bağlı... Başını aradılar bulamadılar... Ayaklarından biri de yoktu... Kemikleri
etlerinden ayrılmıştı... Yavaşça toplayıp insanlığın yüz karası büyük yığına kattılar.
Kazı devam etti. Kaldırılan her yığının altından bir insan uzvu çıkıyordu. Ayaklar,
eller, kollar hep bağlıydı.
Yirminci dakika dolarken, ıslak iki kafa buldular. Üzerleri etsiz, saçsız, ense
kısımlarından deliktiler. Bölgenin komutanı olan Yarbay, bu delikleri göstererek “bunlar
kurşunlanmış” dedi ve devam etti:
157
158
“Demek ki önce elleri, ayakları bağlandı, sonra enselerinden kurşunlandılar.
Gördüğünüz bu çukura atılarak yakıldılar. Arkasından buldozerlerle çöp ve molozlarla
kapatıldılar.”
Manzara, dayanılır gibi değildi. İstisnasız herkes ağlıyordu. Hele köyün imamı elini
göğe açıp hıçkıra hıçkıra duaya başlayınca kimse dayanamadı. Olduğumuz yere çöktük. Dua
bitince imam bölgenin komutanına sarıldı. “Köyümüz karardı, kimsesiz kaldık” dedi. “Bizi
kurtardığınız için sağolun, varolun evlatlarım” dedi. Gözyaşları, birbirine karıştı.
“Kazı, bugün devam edecek. Gördüğüm kadarıyla yığın çok büyük... Korkarım 100
rakamını çok aşar... Daha fazlasını yazamıyorum. Ellerim titriyor.”159
Bozkurt yazarı Bilbay Eminoğlu da, tüm yakınlarını, bu katliam esnasında kaybeden
Mehmet Hasan Tavukçu’nun, mezarlar başında haykırışını şöyle anlatıyor
“Ne olur beni de öldürün, onların yanına gideyim!.. Neyleyim ben onlarsız hayatı.
Hepsini her şeyimi kaybettim... Nasıl kıydılar kahpeler, ne istediler gencecik çocuklardan, ne
yaptı daha dünyasını bilmeyen yavrular köpeklere. Yaşayamam ben artık kalamam bu
diyarlarda... Allah’ım sen sabır ver, dayanma gücü ver... Bu acı çok büyük, çok dayanılmaz.”
Hüngür hüngür ağlıyordu saçına, sakalına ak düşmüş Muratağa’lı Mehmet Hasan Tavukçu,
ölüm çukurunun içindeki eşi ve çocuklarının kurşunlanmış, yakılmış, parçalanmış, lime lime
olmuş cesetlerinin başında. Kimse teselli edemiyordu onu. Büyük, çok büyük acısı. Saatlerce
ağladı, en sevdiklerinin bir et ve kemik yığını olmuş cesetlerinin başı ucunda.
Mehmet Hasan Tavukçu isimli soydaşımız, yedi yakınını katbetti Rum ve Yunan
sürülerinin tarihte eşine rastlanmamış katliamında. Eşi Fatma Mehmeti, baldızı Hatice
Derviş’i, üç çocuğu Aziz, Mustafa ve Talat’ı, kayınvalidesi ve kayınpederini. Kendisi, esir
alındığı ve daha sonra serbest bırakıldığı için katliamdan sağ olarak kurtuldu.”160
Olaya tanık olan köy öğretmeni Mustafa ise olayı şöyle anlatmıştır:
“İkinci Barış Harekâtı’nın başladığı gün olan 14 Ağustos günü, radyolardan Kıbrıs
üzerinden ve Akdeniz’den seyrüseferin yasaklandığını duydum. Köy halkına saklanmaları için
haber veremeden köyümüzü Pilli, Peristerona’lı Rumlar ve Yunan askerleri bastı. Ben, eşim ve
çocuğum saklanabildik. Gelen Rumlar tüm köy halkını topladılar ve köyümüzün doğu
tarafında bulunan çöplük istikametinde götürdüler. Yarım saat sonra ise otomatik silah sesleri
duydum. Bu anda demek ki, bütün köy halkını katletmişlerdi. Bu arada Rumlar bütün köyü
talan ettiler ve kıymetli eşyaları aldılar.”161
159
160
161
Muratağa ve Sandallar katliamı da diğerleri gibi bütün dünyada tepkiler görmüştür.
Muratağa katliamı, BBC Televizyonunda gösterilirken, BBC spikeri, “Dehşet verici resimler
göreceksiniz, tüyleriniz ürperebilir” diyerek seyircileri uyarmıştır. İsveç televizyonunun
spikeri, “Şimdi Kıbrıs’tan aldığımız katliam filmini göstereceğiz, midesine ve sinirlerine
hâkim olmayanlar bakmasınlar” uyarısında bulunmuştur.162
Kıbrısta Rum-Yunan ortak cephesi tarafından işlenen insanlık dışı vahşi katliamlar,
Türkiye’de de çok kuvvetli tepkilere yol açmış ve yapılan barbarlık, resmi ve sivil kuruluşlar
tarafından lanetlenmiş ve protesto edilmiştir.
Avrupa Konseyi Kültür Komisyonu üyesi Adalet Partisi Milletvekili Sebahattin Adalı,
Konsey Genel Sekreterliğine bir telgraf çekerek, katliam olayına değinmiş, “Silahsız, masum
Türk vatandaşlarına tarihin bir daha örneğini kaydetmediği utanç verici katliam ve mezalim
vardır. Bu önemlidir.” demiştir.
Telgrafta daha sonra, Komisyon’un bir deklarasyon yayınlaması istenmiş ve özetle şu
hususlara değinilmiştir:
“Yaralanan ve şehit edilen Türk gazetecilerinin yanı sıra dört yaşındaki bir kıza kırk
kurşun sıkarak, Atlılar köyündeki 57 Türk’ün ellerini bağlayıp şehit etmeleri ve son katliam
olayı, tahmin ederim yirminci asır medeniyetinin asla unutamayacağı barbarlık olarak
insanlık tarihine geçecektir.
Katliamlar, hala devam etmektedir. Türk Milletinin çok sabırlı olduğu ve fakat bu
cinayetler karşısında bu sabır ve tahammülün ne dereceye kadar devam edebileceğini
hatırlatmak isterim.
Başkanlığınızdan ve komisyon üyesi dostlarımızdan dileğimiz, insanlığa sığmayan bu
caniyane hareketlere bir an önce son verilmesi, aksi halde doğabilecek daha çok vahim
neticelerden sadece Yunan ve Kıbrıs Rumlarının mesul olacaklarını bildirecek müşterek bir
tavassut ve deklarasyonun yapılmasıdır.”163
6 Eylül 1974 tarihli gazetelerde yeni katliam haberleri üzerine Türk Hukuk Kurumu
Başkanı Prof. Dr. Muammer Aksoy ,Cenevre’deki Uluslararası Hukukçular Komisyonu’na
başvurarak, Rumların ve Yunanlıların, Kıbrıs’ta Türklere karşı giriştikleri katliamların tespiti
için Ada’ya görevliler gönderilmesini ve gerçek durumun olduğu gibi, bütün dünya
kamuoyuna açıklanmasını istemiştir.
Prof. Dr. Aksoy telgrafında şöyle demekteydi:
162
163
“Bir süreden beri Kıbrıs’ta Rumların yoğun olarak oturduğu yerlerdeki Türkler
sayılarının az olmasından ve tecrit edilmiş durumda bulunmalarından yararlanılarak hiçbir
suçları söz konusu olmaksızın sırf Türk oldukları için ve çocuk, kadın ve ihtiyar olmalarına da
bakılmaksızın barbarca, canavarca, kitle halinde öldürülmeleri suretiyle jenosit suçuna en
korkunç örnekler verdiği saptanmaktadır.”164
Bu vahşet olaylarının, bir daha tekerrür etmesini önlemek amacı ile olayları, tüm
ayrıntıları ile dünya kamuoyu önüne serilmesini ve durumu yerinde tespit etmek üzere Türk
bölgesine görevliler gönderilmesi istenen telgrafta, bunların yapılmaması halinde katliamların
manevi sorumluluğuna komisyonun da katılacağı hatırlatılmakta idi.
İzmir Barosu Başkanı İskender Özturanlı da, Baro Başkanlık Divanı adına Birleşmiş
Milletler İnsan Hakları Komisyonu’na bir telgraf çekmiş ve “Rumların Kıbrıs’ta giriştikleri
insanlık dışı davranışların kınanmasını” istemiştir.165
Atlılar ve Muratağa katliamlarından önce Rum katliamını dile getiren bir vahşet
örneğini de İngiliz bakan James Cross şöyle anlatmıştır:
“Rum muhafızların Türk rehineleri bir meydana toplayarak makinalı tüfek ateşi ile
taradıklarını gördüm, öldürülenlerin çoğu kadın, çocuk ve yaşlı kimselerdi. Birleşmiş
Milletlerin müdahalesiyle ve İngiliz pasaportu sayesinde kurtuldum. Limasol’u, Türkler için
bir cehennem haline getirdiler. İnsanlık için utanç veren bu vahşete son veriniz.”166
Katliam haberleri, dünya kamuoyu tarafından televizyon-radyo ve basında geniş
olarak aksettirilirken, Yunan Başbakanı Konstantin Karamanlis, Kıbrıs’ın Muratağa köyünde
ortaya çıkarılan insanlık dışı katliamın, Yunan basını ile radyo ve televizyonda yayınlanmasını
açıklamıştır.167
Diğer yandan, Kıbrıs’taki katliam hareketleri, Ankara’da bulunan bazı İslam
ülkelerinin diplomatları tarafından şiddetle kınanmıştır. ANKA Ajansı’nın, “Kıbrıs’ta
Müslüman Türklere karşı girişilmiş jenosit olayların hakkında görüşleriniz nedir?” şeklindeki
soruya bazı diplomatlar aşağıdaki cevapları vermişlerdir.
Libya Maslahatgüzan Süleyman Ataika:
“Kıbrıslı Türk Müslüman kardeşlerimize karşı girişilen jenosit hareketini şiddetle
tel’in ediyoruz. Libya, Kıbrıs olaylarının başından beri Türkiye’nin yanında yer almıştır.”168
Tunus Maslahatgüzarı M. Anki:
164
165
166
167
168
“Biz Tunus olarak daha önce de Türkiye’nin yanında yer aldığımızı bildirmiştik. Bütün
bu hareketleri şiddetle kınıyoruz.”169
Pakistan Basın Ateşesi M. Naser-Ed-Deen:
“Pakistan Hükümeti’nin bildirisinde belirttiği gibi biz, bu jenosit olaylarını
lanetliyoruz.”170
Afganistan Büyükelçisi Korgeneral Muhammed Said:
“Afganistan, Türkiye’yi Kıbrıs’a çıkarma harekâtını başından beri desteklemiştir.
Kıbrıs’ta Türk ve Müslüman toplumuna karşı işlenen jenosit, sadece Müslümanlık değil, bir
insanlık meselesidir.”171
3. TAŞKENT (DOHNİ) KATLİAMLARI
Larnaka kazasına bağlı Taşkent (eski ismiyle Dohni) köyü Türkleri de, Barış
Harekâtını bahane eden vahşi Rum ve Yunanlılar tarafından katliama tabi tutulmuşlar ve 50
kadar soydaşımızı şehit etmişlerdir. Taşkentli 50 kadar soydaşımızın katledilmesi olayını
ortaya çıkaran, Taşkentli yaralı soydaşımız Fuat Hüseyin’in verdiği bilgiye göre olay şöyle
cereyan etmiştir:
“20 Temmuz günü Rumlar, Taşkent köyündeki Türkleri huzursuz ve tedirgin etmeye
başlamışlardır. Bu durum, 14 Ağustos tarihine kadar devam etmiş ve Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin Kıbrıs’ta giriştiği ikinci harekât günü olan 14 Ağustos’ta Rumlar, Taşkent
Türklerine karşı harekete geçerek 50 yaşına kadar olan 83 kişiyi Rum okulunda bir araya
toplamışlardır. 83 kişiden 45-50 kişiyi ayırarak Limasol’dan Kommbos otobüs şirketinden
çalınan bir otobüse koyarak önce Limasol’a nakletmişlerdir. Dört otomobil silahlı Rum da
Türklere refakat etmiş ve Ayafılya Rum köyüne götürülmüşlerdir. Ayafılya köyünde yarım
saatlik yol kat edildikten sonra Yerese ve Palatia köyleri arasındaki dağlık bölgede daha
önceden buldozerlerle açılmış çukurlar hazırlayan caniler, önce soydaşlarımızın üzerinde
bulunan hüviyet ve paralarını almışlar ve kendilerine birer sigara ikram etmişlerdir. Henüz
sigaralarını içmeye fırsat bulamayan kardeşlerimizin üzerlerine kalleşçe yaylım ateşi açılması
sonucu katledilmişlerdir. Çukurları kapatmak amacıyla buldozer getirmek için Rum
askerlerinin kaçışından istifade eden 19 yaşındaki Fuat Hüseyin, yaralı olarak 6 gün dağlarda
169
170
171
dolaştıktan sonra Mutluyaka köyüne sığınmış ve canını kurtarmıştır. Fuat Hüseyin ile beraber
olan iki yaralıdan ise bir daha haber almak mümkün olamamıştır.”172
Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş’ın Atatürk İlkokulu’nu ziyareti esnasında Taşkent
(Dohni) göçmenlerinden Tünsel Sadi isimli bir hanım soydaşımız da Taşkent’te Rumların,
Türklere yaptıkları barbarlıkları anlatmıştır:
Kocası dâhil, ailesinden üç kişi Rumlar tarafından tutsak alınarak katledilen Tünsel
Sadi, olayları şöyle anlatmıştır:
“14 Ağustos Çarşamba günü saat 11.00’a doğru, Rumlar Taşkent’e girdiler ve
erkekleri alarak götürdüler. Sonra yeniden geldiler ve saklanan erkekler varsa teslim
olmalarını, aksi halde daha sonra gelecek Yunan askerlerinin onları katledeceklerini
söylediler.
EOKA’cı olan Rumların başında Andriko adında fanatik bir EOKA lideri ve kardeşi
vardı. Rumlar, dört ve altı kişilik gruplar halinde kapıları kırıp içeri girdiler. Göğüslerimize
silahlarının namlularını dayadılar ve tehdit ettiler. Paralarımızı aldılar ve bizleri dövdüler.
“Paralarınızı verin, altın eşyalarınızı verin; yoksa sizi öldüreceğiz” diye bağırmakta ve bize
çeşitli insanlık dışı işkenceler yapmakta idiler.
Köydeki arabaları aldılar ve evleri yağma ettiler. Bunların başkanı olan Andriko isimli
EOKA’ cı Rum ve kardeşi, köyün kooperatif kredi şirketinin parasını aldılar.”
“Aradan birkaç gün geçtikten sonra kadınlar endişe içinde Rumlara başvurarak
erkeklerimizi ne yaptınız? Nerededirler? Sağlar mı? Onları bize geri getirin” demişler Andriko
ve adamları ise “Onların ne olduğunu bilmiyoruz. Maroni köylülerine sorunuz” demişlerdir.
Tünsel Sadi; “Köyümüzden alınan 69 erkekten ve Terazi köyünden alınan erkeklerden
hiçbir haber alamadık” demiştir.173
4.
ALAMİNYO KATLİAMI
20 Temmuz Barış Harekâtı’nın başlaması üzerine, Rum ve Yunan sürüleri, büyük
kuvvetlerle küçük köy ve kasabalarımıza hücum etmişlerdi. Hücuma uğrayan köylerimizin
arasında Alaminyo da bulunmaktaydı. Köyde Rum ve Türkler karışık bir şekilde idi. Çok
büyük kuvvetlerin saldırısına uğrayan bir avuç Alaminyolu mücahit, teslim olmamış, Ata
yadigârı toprakları kahramanca korumuştur.
172
173
Neticede mermileri biten mücahitlerin mevzileri birer birer düşmüş ve canlı olarak ele
geçen mücahitlerimiz, barbar Rum ve Yunanlılar tarafından kurşuna dizilmişlerdir. Kurşuna
dizilme olayı, yabancı muhabirler tarafından da tespit edilmiştir. Nitekim “NBC (National
Broadcasting Corporation) radyo-televizyonunun muhabiri Larnaka ilçesine bağlı Alaminyo
köyünde 15 Türk’ün bir duvar dibine sıralanarak Kıbrıs Ulusal Muhafız Gücü tarafından
kurşuna dizildiğini bildirmiştir. Köyün yaşlıları muhabire bu katliamın 20 Temmuz 1974’te
olduğunu söylemişlerdir.
NBC’nin muhabiri John Palmer, ‘köylülerin kendisine ve öbür yabancı gazetecilere
Türklerin kurşuna dizildikleri duvardaki kurşun izlerini ve gömüldükleri yeri de gösterdiğini’
söylemiştir.174
Alaminyo göçmenlerinden 19 yaşındaki Ali Ahmet Mehmet ise Rumların
Alaminyo’da topladıkları Türkleri, köyün Rum okuluna götürdüklerini, okul çevresinde
koşturduktan sonra duvara dayayıp kurşunladıklarını söylemiştir.175
20 Temmuz Barış Harekâtı’nı bahane ederek Türklere karşı girişilen vahşet hareketleri
sadece bunlar değildir. Vahşi Rum ve Yunan sürüleri, bunlardan başka işgal etmiş olduğu köy
ve kasabalarımızda esir ettikleri Türkleri vahşice katletmişler, Barış Harekâtı dolayısı ile
Ada’ya gelmiş olan ve yollarını şaşırıp Rum tarafına geçen Türk gazetecilerini gaddarca
kurşunlayıp şehit etmişler (Adem Yavuz); güneyde kalıp da özgür Türk bölgesine geçmek
isteyen Türklere, kadın-çocuk-yaşlı-hasta demeden bütün barbarlık metotlarını uygulamışlar
ve bu şekilde yüzlerce masum soydaşımızın kanını akıtmışlardır.
Dünya var oldukça, Kıbrıs’ta Rum ve Yunanlılar tarafından işlenen insanlık dışı vahşi
katliamlar asla unutulmayacak ve bundan doğan kin ve nefret, nesilden nesile intikal
edecektir.
SONUÇ
Kıbrıs, Akdeniz ortasında yeşil ve güzel bir ada olmasına rağmen, stratejik konumu ve
Yunanistan’ın Enosis istekleri nedeniyle “bir savaş alanı” kimliğini sürekli olarak gündemde
tutmaktadır. Tarihsel gelişim sürecine baktığımızda bu adanın ilginç yazgısını görüyoruz.
Kıbrıs, tarih boyunca hep dışarıdan yönetilen ada olmuş; kendi toprakları üzerinde egemenlik
hakkına sahip bir devlet hemen hemen hiç kurulmamıştır. Ada, çeşitli devlet ve toplulukların
174
175
elinden geçerek 1571 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğine girdi. 1878 yılına
değin de Osmanlı yönetiminde en huzurlu dönemi yaşadı. Rusların, Osmanlı devletinin
sınırlarını tehdit etmesini engelleyeceğini söyleyen İngiltere, bu güvenceye karşılık geçici bir
süre Kıbrıs’ı istedi. II. Abdülhamit de adanın yönetimini İngilizlere devretti. Ama İngiltere bu
Ada’dan bir daha çıkmadı. 1829 yılında, Fransa-Rusya ve İngiltere’nin desteğiyle
bağımsızlığını kazanan Yunanistan da böylece büyük devletlerin yardımı ile tarih sahnesine
çıkmış oldu.
Daha 1814 yılında, Yunanlıların kurmuş olduğu Filiki Eteriya adlı gizli örgütün
gerçekleştirmek için and içtiği ‘Megali İdea’sında yer alan on ilkeden birisi “Kıbrıs’ın
Yunanistan’a ilhakıydı.” 1814-1914 yılları arasındaki evre (Yunanistan’ın körüklemeleriyle)
Kıbrıs Rumlarının gerçekleştirdikleri eylemlerle Enosis’e ulaşma çabalarına Kıbrıs
Türklerinin sürekli olarak karşı koymasıyla geçmiştir. Aslında bu dönemde Kıbrıs hukuksal
olarak bir Türk toprağıdır ve İngiltere istese de Osmanlı’ya ait bir adayı başka bir devlete
devretmesine olanak yoktur. Girit adasının Yunanistan’a bağlanması sonucunda Türklerin
toptan öldürülmelerini hiçbir zaman unutmayan Kıbrıs Türkleri, her zaman Enosis’e karşı
çıkmış ve mücadele etmiştir. Nitekim 1914 yılında, Osmanlı Devleti’nin Bağlaşık devletler
yanında savaşa girmesini bahane eden İngiltere, Kıbrıs’ı tek taraflı ilhak edince, Rumlar
Enosis’i gerçekleştireceklerini umdular. Fakat İngiltere’nin buna onay vermeyeceğini görünce
de 1931 yılında ayaklandılar. 1943 yılında İkinci Dünya Savaşı sırasında sürgünde bulunan
Yunanistan Hükümeti Kıbrıs ve Ege’nin Yunan olması yönünde taleplerde bulundu. Kıbrıs
Rumları Enosis çabalarına yoğunluk kazandırdılar.
Uzun uğraşılardan sonra Kıbrıs sorununu B.M.’ye götürmeyi başaran Yunanistan,
Kıbrıs halkına (self-determinasyon) “kendi yargılarını kendilerinin belirlemesine” izin
verilmesini istiyordu. Halbuki Kıbrıs’ta, “Kıbrıs Milleti” diye bir bütün millet yoktu.
Kıbrıs’ta her bakımdan ayrı iki etnik grup vardı. Bu biçimiyle “gelecek” belirlemesine
gidilirse çoğunlukta bulunan Rumlar, adayı Yunanistan’a bağlayacaklardı. B.M.’den istenen
bu çözüm aslında Enosis’ti. Türkiye’nin kararlı tutumu Yunanlıların B.M.’den sonuç
almalarını engelledi. Diplomatik yollardan sonuç alamayan Yunan hükümeti’nin desteğiyle
harekete geçen Kıbrıs Rumları terör eylemlerini başlattılar.
EOKA gizli terör örgütü 1 Nisan 1955’te eylemlere başladı. Önce ilhaka karşı olan
Rumları öldürdü, ardından İngilizlere saldırdı ve kısa bir süre sonra da Türkleri öldürmeye
başladı. Türkler de Enosis’in önünü tıkamak ve can güvenliklerini korumak için T.M.T. (Türk
Mukavemet Teşkilatı) kurdular, 1 Ağustos 1955’te başlayıp 1958’e değin sürdürülen bu şiddet
eylemlerinde öldürülen ve yaralanan yüzlerce Türk’ün yanı sıra, altı bin Kıbrıslı Türk de 33
köydeki evlerinden kovulmuş ve malları tahrip edilmiştir. Türkiye hükümeti ve basını Kıbrıs
sorununa daima duyarlı yaklaşmıştır. B.M. de, Yunanistan’ın gerçek düşüncesinin Enosis
olduğunu anladığından, Yunanistan desteksiz kalınca, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere
arasında bir uzlaşmaya varılarak 1959 yılında Londra-Zürih anlaşması imzalandı.
İttifak ve Garanti anlaşmalarının 16 Ağustos 1960 yılında yürürlüğe girmesiyle iki
uluslu bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti doğmuş oldu. Egemenlik ve bağımsızlık iki ulusal
topluma ortaklaşa verildi. 1960 Antlaşmalarının başta gelen en önemli özelliklerinden birisi
de adanın herhangi bir biçimde başka bir ülke ile birleşmesine, yani Enosis’e kapalı
olmasıydı. Kıbrıs Türkleri bu anlaşmalara sonuna değin bağlı kaldılar, Rumlar ise anlaşmalara
amaç olarak değil de kendilerini Enosis’e götürecek araç olarak baktılar. Makarios şöyle
diyordu: “Ümit ve emellerimiz Zürih ve Londra antlaşmaları ile tamamen gerçekleşmiş
değildir...” Cumhuriyetin ilanı da sorunları çözmedi; Rumların baskı ve saldırıları sürdü gitti.
1963 yılı sonunda Makarios 13 maddeden oluşan Anayasa değişikliği tasarısıyla ortaya çıktı.
Önerilen değişiklik planına göre, Türkler tamamen Rumların boyundurukları altına giriyordu.
Türkler bu değişim önerisini geri çevirdiler. Bunun üzerine Rumlar, 21 Aralık 1963’te Kıbrıs
Türklerine karşı ada genelinde saldırıya geçtiler. Saldırılar, önceden Yunanistan’la işbirliği
yaparak hazırlanmış ve ada Türklerini 24 saat içerisinde yok etmeyi amaçlayan “Akritas
Planı” çerçevesinde yapılmıştır. 20-21 Aralık 1963 tarihinde başlatılan Rum saldırıları
sonunda yüzlerce Türk öldürüldü ve yaralandı; 103 köyden 30 bin Türk kovularak göçmen
durumuna sokuldu; Türk ev ve malları tahrip ve talan edildi. Olaylar karşısında seyirci
kalamayan Türkiye savaş uçaklarını havalandırdı. Rumlar da anlaşma yolunu seçtiler. Bu
arada ekonomik ambargoya da başlayan Rumlar, bu yolla Türklerin direnişini kırmayı
denediler. Bunda da başarılı olamadılar. Boğaziçi ve Geçitkale köylerine yapılan saldırılarda
birçok Türk yaşamını yitirdi. Türkiye müdahalede kararlı olduğunu belirtir tavrını ortaya
koyunca olaylar da sona erdi. Ama adaya çıkmadı. Bu olayların sonucu Türkiye açısından çok
olumlu oldu. Çünkü 1974 yılına gelinceye değin askeri çıkarma araç gereci tamamlandı.
15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanistan’dan getirilmiş subaylarının koruması altındaki
20.000 kişilik Rum Milli Muhafız Ordusu, Başkan Makarios’a karşı darbe yapmıştı. Bu
ordunun kurulması da, Kıbrıs Anayasasını açıkça ihlal ederek gerçekleştirilmiştir. Kurulması
anayasaya aykırı olan bu ordunun gerçekleştirdiği hükümet darbesinden sonra; adada barış ve
güvenlik tamamen yok olmuş ve daha da kötüsü Kıbrıs’ın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü
tehlikeye girmiştir. Hükümet darbesini Yunanistan’dan getirilmiş Yunan subayları, Atina’daki
diktatörlerin emriyle gerçekleştirmişlerdir. Darbenin amacı Enosis, yani Kıbrıs’ı Yunanistan’la
birleştirmekti. 15 Temmuz’dan sonra Makarios’un kaçması ve ülkede kanlı bir iç savaşın
başlaması üzerine, adada Garantör devletlerin derhal müdahale etmesini gerektiren bir durum
ortaya çıkmıştı. Garanti anlaşmasına göre, Kıbrıs’ın bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün,
güvenliğinin ve Anayasasının ihlal edilmesi halinde, üç garantör devlet anlaşarak birlikte
gerekli girişimlerde bulunmazlarsa garantör devletlerden her biri ihlalleri önlemek ve
Kıbrıs’ın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini korumak üzere kendi başına
harekete geçme hakkına sahipti.
Kıbrıs’a Türk müdahalesinin ilk sonucu; Kıbrıs’taki kanunsuz Sampson Hükmeti’nin
çökmesi ve Atina’daki Cunta hükümetinin yıkılması oldu. Sürgünde bulunan eski Başbakan
Karamanlis Atina’ya demokrasiyi yeniden kurmak üzere davet edilmişti. Kıbrıs’ta Glafkos
Klerides Rum yönetiminin başı olarak Sampson’un yerine geçti. Türkiye Kıbrıs sorununu
kökünden çözmeye kararlı idi. Özellikle 1963’ten beri Türkiye’nin sabrı tükenmişti.
Bulunacak çözüm sadece adadaki Türk toplumunun hayatta kalmasını güvence altına almakla
kalmayacaktı. Türkiye adadaki Türk toplumunun ekonomik ve sosyal gelişimini de güvence
altına almak istiyordu. Türkler buradan sonra baskı ve katliam korkusundan kurtulmuş olarak
olmalıydı yaşamak olanağına kavuşmuş. Türk toplumu bundan sonra ikinci sınıf vatandaş
muamelesi görmekten ve Getta’lara sıkıştırılmak korkusundan kurtulmalıydı. Türk toplumu,
özgür ve bağımsız bir Kıbrıs’ın eşit haklara ve olanaklara sahip vatandaşı olarak
yaşayabilmeliydi.
Öte yandan Kıbrıs adasının jeopolitik ve jeostratejik değeri Ortadoğu ve Doğu
Akdeniz’in kontrol edilmesinde oynadığı rolden ileri gelmektedir. Adanın stratejik değeri
özellikle deniz ticaret yolları ile belli başlı hava yollarının üzerinde bulunması ile artmakta ve
doğu ile batı arası menfaat çatışmasına sahne olmaktadır. Ada, bütün Ortadoğu ülkelerini
kontrol eden “Batmayan Bir Uçak Gemisi” durumundadır. Kıbrıs jeostratejik bakımdan Doğu
Akdeniz’de eski çağlardan beri büyük önem taşımıştır. Doğuya ilerlemek isteyen Batı adayı
sürekli bir “Atlama Taşı” gibi kullanmış; Batıya yönelen Doğu ise gerisinde bir çıbanbaşı
bırakmak istememiştir. Ortadoğu zengin petrol kaynakları ile dünyanın en hassas politik
bölgelerinden birini teşkil etmektedir. Bu bölgenin kalbi İskenderun-Basra-Süveyş üçgenidir.
Kıbrıs coğrafi yapı itibariyle bu üçgenin iki köşesi olan İskenderun-Süveyş’i kontrol altında
bulundurmaktadır.
Türkiye için Kıbrıs’ın jeopolitik önemi her şeyden önce Türkiye’nin güneyinin
güvenliğiyle ilgilidir. Türkiye’nin güneyden coğrafi güvenliği, adanın düşman bir devletin
eline geçmemesi halinde mümkündür. Yunanistan’ın eline geçmesi halinde Ege Adaları ile
birlikte Ege ve Akdeniz’den tamamen tecrit edilmemiz söz konusu olacaktır. Atatürk, güneyde
yapılan bir tatbikat sırasında “Efendiler Kıbrıs’a dikkat edin, bu ada bizim için çok önemlidir”
buyurmuşlardır. Hiç şüphesiz Kıbrıs’ın Türkiye için diğer bir önemi, adada yaşayan Türk
halkının güvenliğinin sağlanmasıdır. Bu sorumluluk, hem 1960 Garanti Anlaşmasının
yüklediği ahdi bir yükümlülük; hem de yıllardır Türkiye’yi ve Türk halkını bir kurtarıcı olarak
görmüş ve onun hayali ile senelerini geçirmiş; yavru vatan Kıbrıs, Türk halkı için manevi bir
mükellefiyettir.
Yukarıda ifade edilen nedenlerden dolayı Türkiye Cumhuriyet; 20 Temmuz 1974’te
Kıbrıs’a bir Barış Harekâtı icra etmek zorunda kalmıştır. Birinci Barış Harekâtı beş gün ikinci
Barış Harekâtı üç gün sürmüştür. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kara, Deniz ve Hava
Kuvvetlerinin müşterek olarak; kıyıya çıkarma, uçarbirlik ve hava indirme harekâtları,
mekanize kara birlik harekâtı ile emir komuta münasebetleri, koordine, sevk ve idaresi zor
olan bir müşterek harekât icra etmiş ve muvaffak olunmuştur.
Beklenmeyen yerden beklenmeyen çıkarma harekâtının icra edilmesi, önemli bir harp
prensibi olan “Baskın” prensibinin avantajlarını kazandırmış, yirmi bin kadar Rum Milli
Muhafız gücünün etkin olarak bize karşı kullanılmasının önüne geçilmiştir. Kıbrıs adasının
coğrafi yapısının zorlukları, kuzeyde uzanan Beşparmak dağları ve onun üzerinde sınırlı
sayıda geçitlerin olması ve bu geçitlerin de karşı taraf kuvvetlerince çok az bir kuvvetle de
olsa savunuluyor olması, harekâtın zorluğunu ortaya çıkarmaktadır. Ancak, ifade edilmesi
gereken önemli bir avantaj vardır. O da savunan Rum birliklerinin kendi hava kuvvet
desteğinden yoksun kalmalarıdır. Barış Harekâtında Yunan Hava Kuvvetleri etkili
olamamıştır. Menzil kifayetsizliğinden dolayı kullanılamamışlardır. Buna rağmen Barış
Harekâtı kolay olmamıştır.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nda 409 karacı, 5 havacı, 13 jandarma, 56’sı Kocatepe’de olmak
üzere toplam 69 denizci personel, toplam 496 asker şehit düşmüştür. (Şehit listemizde
131’den 134’e geçiyor, liste yenilendiğinde 409 karacımız şehit olmuş çıkıyor, 411 sayısı
doğruysa 2 şehidimiz eksik yazılmış olabilir.) Tüm bu insan kaybı o zamanki rayiçlere göre 5
milyar lira tutarındaki savaşın ekonomik maliyetine karşın, (ifadeyi anlamadım) bugün,
Magosa-Lefkoşe-Girne bölgelerini içine alan Kıbrıs’ın kuzeyindeki adanın yaklaşık 1/3’ü
Türk hâkimiyeti altındadır. Soydaş Türk halkı burada özgür ve bağımsız olarak yaşamaktadır.
Ekonomik gelişmesini de her geçen gün daha da ileriye götürmektedir. Türk ordusu, Türkiye
Cumhuriyeti halkı, onun hak ve menfaatleri için daha nice harekâtlar icra etmeye daima
hazırdır. Barış ortamında, müzakerelerle halledilemeyen meselelerin savaş yoluyla
halledilmesinin kaçınılmaz olduğu gerçeğinden hareket edilmiştir.
1963’ten bu yana sürekli ölüm korkusu ile yaşayan Kıbrıs Türklerinin, 20 Temmuz
1974’te elde edilen zaferle huzur ve güvene kavuşmuşlardır. Özgürlük ve bağımsızlık Türk’ün
karakteridir ve öyle olmalıdır.
BİBLİYOGRAFYA (KAYNAKÇA)
A. ARŞİV BELGELERİ: Kayseri Hava İndirme Tugay Arşivi
B. KİTAPLAR VE MAKALELER
1. Aktuğ, Güner, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ‘nin Hazırlayan Siyasal Nedenler, (Nisan
1990), (y.y)
2. Alasya. Halil Fikret, Kıbrıs ve Türkler
3........................................ “Kıbrıs’ta Kayıplar Meselesi,” Türk Kültürü, sayı: 309, Ağustos
1986
4........................................ Kıbrıs’ta Türk İdaresi Altındaki Nüfus, Ankara 1964
5........................................Tarihte Kıbrıs, Lefkoşa 1988
6.......................................Yunanistan ve Kıbrıs Meselesi, Kıbrıs ve Türkler
7....................................... Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs’ta Türk Eserleri, Ankara, Ayyıldız
Matbaası, 1964
8. Armaoğlu, Kıbrıs Meselesi, Ankara, 1963
9.......................................20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, İş Bankası Yayını, Ankara 1983
10. Aşık, Kemal, Rum-Yunan Gizli Belgeleri, Lefkoşa, 1983 T.A.K Yayınları I
11. Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, C. 11. İstanbul, 1973
12. Ateş Toktamış, Siyasal Tarih, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayını, 1982
13. Birand, Mehmet Ali, 30 Sıcak Gün, İstanbul, Milliyet Yayınları,
14. Canip, Bell Mc. Kinnom; Turkey and Greece 1968.
15. Çay, Abdulhaluk, Kanlı Noel, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları:93, Seri I,
Sayı A 13, Ankara 1989
16. Denktaş Rauf R., Kıbrıs Davamız, 1991 Ankara
17. ...............................“Küçük Asya Felaketi ve Kıbrıs”, Yeni Kıbrıs Dergisi, (Ocak 1986),
s.24-31
18. Erim, Nihat, Bildiğim Gördüğüm ölçüler İçinde Kıbrıs, (y.y), (t-y).
19. Eroğlu. Hamza, Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Kıbrıs Barış Harekâtı, (y-y), (t-y)
20. Kürşat, F. - M.H. AItan-S.Ergeli, Kıbrıs’ta Yunan Emperyalizmi, İstanbul 1978
21. Gazioğlu, Ahmet C, İngiliz İdaresinde Kıbrıs, İstanbul, Ekim Basımevi, 1960
22. ..................................... Yavru Vatan Kıbrıs, İstanbul, Ekim Basımevi, 1960
23. Güldemir, Ufuk, Kanat Operasyonu, Tekin Yayınevi, İstanbul 1985
24. Günaydın Gazetesi; 15. Özgürlük Yılı Eki, 1989
25. Gürel, Şükrü, Kıbrıs Tarihi, C. 1-2, Kaynak Yayınları, İstanbul 1984
26. Gürsoy, Cevat, ‘The Geographical Position of Cyprus”, Cultura Turcica, 2,(2), 1965
27. Güvenç, Nazım, Kıbrıs Sorunu Yunanistan ve Türkiye, İstanbul, Çağdaş Politika
Yayınları, 1984
28. Gönlübol, Mehmet, Ulman A. Haluk, ‘Türk Dış Politikasının 20 Yılı (1946 -1965)”
Ankara, 1966.
29. İsmail, Sabahattin, İngiliz Yönetiminin İlk 50 Yılında Türk-Rum İlişkileri, Kıbrıs’ın
Dünü-Bugünü Uluslararası Sempozyumu, Ankara 1993
30. ................................ Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Doğuşu – Çöküşü ve Unutulan Yıllar (19641974), K.K.T.C.MUH Eğitim ve Kültür Bakanlığı, Kültür Dizisi C.26,1964-1974.
31. ............................... Barış Harekâtı’nın Nedenleri Gelişimi Sonuçları, İstanbul, Kastaş
Yayınevi, 1988
32. .............................. Kıbrıs Sorunu (iç Etkenler), İstanbul, 1986
33. Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C. VIII., Ankara 1983.
34. Kıbrıs, Bildiriler, Demeçler ve Basın Konferansları, Ankara, 1974
35. Kıbrıs’ın Dünü Bugünü Yarını Uluslararası Sempozyumu, Kıbrıs, Doğu Akdeniz
Üniversitesi Yayınları, 1991
36. Konur İsmet, Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs’taki Türk Eserleri, Adana, Seyhan Basımevi, 1946.
37. .......................... Kıbrıs Türkleri, istanbul, Remzi Kitabevi, 1938.
38. Koni, Hasan, “1964-1974 Yılları Arası Türk-Yunan İlişkileri: Algılama Analizi”, Türk Yunan İlişkileri Bildirileri, Üçüncü Askeri Tarih Semineri, Ankara, Genel Kurmay Basımevi,
1986
39. Milli Arşiv, “14.1.1964 tarihli Türk Basını”, Türk Basın Koleksiyonu.
40. Mütercimler, Erol, Kıbrıs Barış Harekâtının Bilinmeyen Yönleri, Yaprak Yayınevi,
İstanbul, Haziran 1990.
41. Oberling, Pierre, Kıbrıs Faciası, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1990.
42. Oğuz, Süleyman, Kıbrıs -Ekonomik ve Sosyal Yönleriyle İstanbul 1975
43. Olgun, Aydın, Kıbrıs’ın Anotomisi. Dört Devir, Dört Lider, Ankara 1975
44. .......................... Kıbrıs Gerçeği 1931-1990, Ankara, İş Matbaası, 1991
45. ÖZ, Muzaffer, Güncel Konular, Ankara, Genel Kurmay Basımevi, 1986
46. Özkan, Cemal, Güncel Konular, Ankara, Genel Kurmay Basımevi, 1986
47. Rize, Ekrem, Kıbrıs Bir Numaralı Tuk Davası, İstanbul, Türkiye Yayınevi, 1965
48. Sarıca, Murat, Siyasal Tarih, 1983
49. Sarıca, M.-Teziç E.-Eskiyurt Ö., Kıbrıs Sorunu, İstanbul, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayını,
1975
50. Serter, Vehbi Zeki, “Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974te Düzenlenen Rum-Yunan Askeri darbesi
ve Mutlu Türk Barış Harekâtı’nın başlaması (20 Temmuz 1974)”, Türk - Yunan İlişkileri
Bildirileri, Üçüncü Askeri Tarih Semineri, Ankara, Genel Kurmay Basımevi, 1986
51. ........................................ Kıbrıs Türk Mücadele Tarihi I. Cilt Lefkoşa 1974,U. Cilt:
Lefkoşa 1975.
52. ..............................................Kıbrıs ve 1974 Barış Harekâtı, Lefkoşa 1976
53. Sonyel, Salahi Ramadan, Türk Yunan Anlaşmazlığı, Ankara, Kıbrıs Türk Kültür Demeği
Yayınları, 1985
54. Soysal, İsmail, Türkiye’ nin Dış Münasebetleriyle İlgili Başlıca Siyasi Andlaşmaları,
Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1965
55. Torun, Şükrü, Türkiye İngiltere ve Yunanistan Arasında Kıbrıs’ın Politik Durumu,
İstanbul, Gazeteciler Matbaası, 1960.
56. Torun, Şükrü, La Situation Politıque de File de Chypre vis-a-vis de la Turquie, de
FAngleterre et la Paris: Faculte de Droit, Univ. Paris, 1954.
57. Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, C.3, 3. Kısım Eki, Kıbrıs Seferi (1570-1571), Ankara 1971
C. GAZETELER
•
Bozkurt; 23 Ağustos 1974
•
Bozkurt; 2 Eylül 1974
•
Bozkurt; 3 Eylül 1974
•
Bozkurt; 7 Eylül 1974
•
Cumhuriyet 19 Temmuz 1974
•
Cumhuriyet; 20 Temmuz 1974
•
Cumhuriyet 21 Temmuz 1974
•
Cumhuriyet 22 Temmuz 1974
•
Cumhuriyet 15 Ağustos 1974
•
Cumhuriyet 16 Ağustos 1974
•
Cumhuriyet; 16 Temmuz 1975
•
Günaydın; 5 Eylül 1974
•
Hürriyet; 19 Temmuz 1974
•
Hürriyet; 20 Temmuz 1974
•
Milliyet; 21 Ağustos 1974
•
Milliyet; 23 Ağustos 1974
•
Milliyet; 3 Eylül 1974
•
Milliyet; 4 Eylül 1974
D. DERGİLER
•
Akis, Sayı: 15-27 Temmuz - 2 Ağustos 1987
•
Bakış, Mart 1970 Bakış, Nisan 1970
•
Barış Dünyası, Temmuz 1964 Bayrak, Haziran 1974
•
Bayrak, Ağustos 1974
•
Güvenlik Kuvvetleri, Sayı:8, Temmuz 1989
•
Hayat 15 Ağustos 1974
•
Hayat 29 Ağustos 1974
•
Kıbrıs Bülteni, Sayı: 10, Nisan 1984
•
Kıbrıs Mektubu, Nisan 1988
•
Kıbrıs Mektubu, Temmuz 1988 Kıbrıs Mektubu, Temmuz 1990
•
Köprü, Sayı:93, İstanbul 1985
•
Silahlı Kuvvetler, Sayı:271, Eylül 1979
•
Toplumun Sesi, Sayı:41, Temmuz 1976
EKLER
A.
T.C. DIŞİŞLERİ BAKANI FERİDUN CEMAL ERKİN’İN 26 AĞUSTOS 1963
GÜNÜ CUMHURİYET SENATOSU’NDA YAPTIĞI KONUŞMA
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, 30 Kasım 1963 günü bir taraftan Kıbrıs
Cumhurbaşkanı Muavini Dr. Küçük’e, diğer taraftan da Lefkoşa’daki Türkiye ve Yunanistan
Büyükelçilikleriyle İngiltere Yüksek Komiserine ayrı ayrı fakat aynı mealde muhtıralar
vererek, devletin işleyişinde zorluklar doğurduğu iddiasıyla, Kıbrıs Anayasasının bazı
maddelerinin kaldırılmasını teklif etmiştir.
Başkan Makarios’un kaldırılmasını istediği Anayasa hükümlerinin hemen hepsi,
Kıbrıs Türklerinin hak ve menfaatlerini Anayasa teminatı altına alan hükümlerdir. Bunlar aynı
zamanda, Türkiye, Yunanistan, İngiltere ve Kıbrıs hükümetleri arasında imzalanmış bulunan
Garanti antlaşması ile de teminat altına alınan milletlerarası mahiyette hükümlerdir.
Kıbrıs Türk Cemaati, Anayasa’nın bu hükümleriyle öngörülen teminattan mahrum
kaldığı takdirde, Kıbrıs’ta niyet ve maksatlar son olaylarla bir defa daha tamamen ortaya
çıkan Rum Cemaati’nin insafına terk edilmiş bir azınlık durumuna indirilmiş olur. Bu sebeple
Türkiye Hükümeti, Makarios’un şayanı kabul olmayan ve Kıbrıs gerçeklerini ifadeden
tamamıyla uzak bulunan tekliflerinin 6 Aralık günü redde karar vermiş ve bu kararın aynı gün,
bir bildiri ile umumi efkâra duyurmuştur. Hükümet kararı gereğince hazırlanan cevabi
muhtıramız,176 16 Aralık tarihinde Lefkoşa büyükelçiliğimiz tarafından Başpiskopos
Makarios’a tevdi olunmuştur. Makarios kendisine sabahleyin verilen cevabımızı alıp
inceledikten sonra, akşamüzeri, kapalı zarf içerisinde ve zarfın muhteviyatını bilmediği ifade
edilen Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri vasıtasıyla büyükelçiliğe geri göndermiştir. Zarfın
içinden çıkan mühürsüz, imzasız, gayri resmi bir kâğıda, cevabımızın Kıbrıs’ın içişlerine
müdahale mahiyetinde görüldüğü ileri sürülerek kabul edilemeyeceği yazılmıştır.
Kıbrıs Rum idarecileri, milletlerarası münasebetlerde cari olan teamül ve usullere
tamamıyla aykırı bu davranışı, kendilerine hâkim olan sakin ve tehlikeli zihniyetin yeni bir
delilini teşhir etmekten gayri bir mana ve kıymet ifade etmektedir. Zira Kıbrıs Anayasası’nın
temel maddeleri Türkiye’nin de taraf olduğu birer milletlerarası anlaşma mahiyetindedir.
Bunların akıbeti hakkında elbette ki Türkiye’nin hak ve salahiyetleri mevcuttur.
Başkan Makarios’un cevabımızı alıp okuduktan ve Türkiye’nin tutumunu açıkça
öğrendikten sonra birtakım kaçamaklı yollarla geri göndermesi, esasta hiçbir şeyi değiştirmez.
Kendisine gereken ikaz yapılmış ve bu suretle bizce maksat hâsıl olmuştur. Paris’te 13 ve 20
Aralık tarihleri arasında yapılan Avrupa Konseyi, Nato Konseyi ve Üçlü İttifak Anlaşması
bakanları toplantıları vesilesiyle İngiltere ve Yunanistan Dışişleri Bakanlarıyla ayrı ayrı ve
etraflı bir surette Kıbrıs meselesi hakkında görüşmeler yaptım.
Kendilerine Kıbrıslı Rumların çok tehlikeli bir yolda olduklarını, Anayasa’nın temel
maddelerinin değiştirilmesine Türkiye’nin asla rıza göstermeyeceğini, Rumlar anlaşmalara
müstenit bugünkü Anayasa rejimini yıkmaya teşebbüs ederlerse, Kıbrıs meselesinin yakın
mazideki bütün çeşitli mahsurları ile geri getirilmiş olacağını en açık ve kesin bir şekilde
anlattım. Aynı zamanda Makarios’un tekliflerini geri almak şartıyla, Anayasa çerçevesi içinde,
yani Anayasa metnine dokunulmaksızın tatbikatta karşılaşılan bazı güçlüklere pratik hal
çareleri aranması için iki cemaat idarecileri arasında görüşmeler yapılmasına taraftar
176
olduğumuzu da bildirdim. Yunan Dışişleri Bakanı Venizelos, Anayasa çerçevesi dâhilinde
olmak şartıyla güçlüklere pratik hal çareleri aranması için iki cemaat yetkililerinin görüşmeler
yapmaları hakkındaki tutumumuza iltihak ettiği ve bu sırada Paris’te bulunan Kıbrıs dışişleri
Bakanı Kiprianu’ya bu istikamette gerekli tavsiyelerde bulunacağını ifade etti ve bu
tavsiyeleri bizzat benim huzurumda gayet kuvvetli kelimelerle ilgiliye bildirdi.
Şurasını da ilave edeyim ki, Venizelos tamamıyla iştirak ettiği görüşümüzü birkaç gün
evvel Yunan Parlamentosunda aynı kelimeleri kullanarak tasvipkar bir tarzda teyit etmiştir.
Muhterem arkadaşlar,
Biz, iyi niyetle ve normal diplomasi yollarıyla Kıbrıs’taki güçlükleri hal için gayret
sarf ettiğimiz bir sırada, Ada’da vahim olaylar patlak vermiş ve süratle daha da vahim
gelişmeler kaydedilmiştir.
20 Aralık gününü, 21 Aralık’a bağlayan gece, Lefkoşa’da, Kıbrıslı Rum polisler,
içinde Türklerin bulunduğu bir otomobil ve yolcularını haksız, sebepsiz ve dürüst olmayan bir
şekilde aramaya tabi tutmak istemişler ve Türklerin rıza göstermemeleri üzerine çıkan
kargaşalıkta, Rum polisler ateş açarak biri kadın olmak üzere iki Türk’ü öldürmüşler ve dört
Türk’ü de yaralamışlardır.
Ertesi günü, bir gece evvelki olayı protesto için mekteplerinin önünde toplanan
Lefkoşa Türk Erkek Lisesi öğrencileri üzerine bir Rum polis tarafından ateş açılmış ve iki
Türk öğrenci yaralanmıştır. Bir diğer semtte İngiliz okulunda okuyan Türk çocukları ile anne
ve babaları taşıyan bir otomobile dahi Rumlar tarafından keza ateş edilmiştir. Anlaşmaların
imzalanmasından beri Kıbrıs’ta kasten idame edilen tahrik ve huzursuzluk havasının
kararsızlığına ve heyecana ilaveten bu defa da tertipli olduğu hiç şüphe götürmeyen bu
tecavüzler karşısında Türk cemaati mensupları da müdafai nefis maksadıyla ateşe müdahale
etmek zaruriyetinde kalmışlardır. Bu suretle Lefkoşa’nın muhtelif semtlerinde karşılıklı ateş
başlamıştır. Sivil Türk halkı ile sivil Rum ve Rum emniyet mensuplarından müteşekkil
kuvvetler arasında, Lefkoşa’da ve civar bazı köylerde cereyan eden çarpışmalarda 24 Aralık
günü öğleye kadar tespit edilen Türk zayiatı 24 ölüdür. Bu tarihte ayrıca, 15 ağır ve 40 hafif
yaralı vardır.177
Durumun çok ciddi inkişaflar göstermesi üzerine, 23 Aralık’ta Yunanistan, İngiltere ve
Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçilerini davet ederek Kıbrıs’taki olayları Türk Milletinin
ve hükümetinin son derece ciddi addettiğini ve büyük bir hassasiyetle izlediğini ifade ile
Kıbrıslı Rumların tecavüz ve tahriklerinin derhal durdurulması için hükümetlerinin ellerindeki
177
bütün imkânları seferber etmelerini talep ettim. İngiltere ve Yunanistan Büyükelçilerine,
ayrıca bu teşebbüsün Garanti Antlaşması’nı tahribe matuf bir başlangıç sayılabileceğini
belirttim. İngiliz büyükelçisinin aynı gece bana saat 10.30’da mealini bildirdiği İngiltere
hükümetince yayınlanan bir bildiride, Kıbrıs’la ilgili Londra ve Zürih antlaşmalarını teminat
altına alan devletlerden biri olarak İngiltere hükümetinin Ada’da nizam ve asayişin
bozulmasından ciddi endişe duyduğu, İngiltere dışişleri bakanının Kıbrıs dışişleri bakanına
herhangi bir gelişmenin ilk şartlarının Ada’da nizam ve asayişin korunmasına bağlı olduğunu
bildirdiğini ve Ada’da gerginliği giderecek asayişi koruyacak tedbirlerin alınması için
Cumhurbaşkanı Makarios’a müştereken müracaat edilmesi hususunda İngiltere’nin Türkiye
ve Yunanistan’a iltihaka hazır olduğu açıklanmıştır. Yunanistan dışişleri bakanı da, aynı gün
Yunan Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada, Kıbrıs halkını, aralarındaki anlaşmazlıklara
uzlaştırıcı bir zihniyet içerisinde barışçı hal çareleri aramaya davet etmiş ve Türkiye ile
Yunanistan arasındaki iyi münasebetleri Kıbrıs’ta da temsil etmek için Yunan hükümeti
elinden geleni beyan etmiştir.
Lefkoşa’daki Türkiye, Yunanistan ve İngiltere temsilcilerinin Cumhurbaşkanı
Makarios’la, Cumhurbaşkanı Muavini Dr. Küçük nezdinde müştereken teşebbüsler yaparak
çarpışmaların derhal durdurulmasını istemeleri hususunda üç devlet mutabık kalmış ve bu
mutabakat bildirisinde aynen şöyle ifade edilmiştir.178
Türkiye, Yunanistan ve İngiltere Hükümetleri, Garanti Antlaşması’nı imza eden
devletler sıfatıyla, Kıbrıs hükümetiyle Türk ve Rum Cemaatlerinin hâlihazır karışıklıklara son
vermeye müştereken çağırırlar.
Üç hükümet, bu gece ateş kesilmesi için uygun bir saatin tespitine ve her iki cemaatten
buna riayeti istemeye davet eder. Üç hükümet, ayrıca, hukuk nizamının korunması lüzumunu
göz önünde tutarak bugünkü durumu doğuran güçlüklerin halline yardım maksadıyla
müştereken tavassutta bulunmayı teklif ederler.
Lefkoşa’daki üç devlet temsilcisi, 24 Aralık günü öğleden sonra evvela Makarios’u,
arkadan da Dr. Küçük’ü müştereken ziyaret ederek üç garanti eden devletin müşterek
bildirisine ifade edilen esaslar dairesinde teşebbüslerde bulunmuşlardır.
Makarios’un hadiselerin mesuliyetini Türklere ve pek az bir nispette Rumlara
yüklemek isteyen tevil edici sözleri ve oyalayıcı bazı yuvarlak lafları ile cereyan eden bu
görüşmeden müspet bir netice çıkmamış, aksine Rumlar’ın Türk Cemaati’ne süreksiz
hücumları gayri insani saldırıları büsbütün artmıştır.
178
24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan gece, Rumlar, ağır makinalı tüfek, havan topu, hafif
makinalı tüfek ve makinalı tabanca gibi tesirli ateşli silahlarla Türk mahallelerine hücum
etmişler ve nufus edebildikleri bazı Türk mahallelerinde, Türk halkına insafsızca
ateş etmişlerdir.
24-25 Aralık gecesi saat 01.00’de, Sayın Başbakanımızın riyasetinde Genel Kurmay
Başkanı, ikinci Başkan, Dışişleri Bakanlığı ve Genel Kurmay ilgili erkânının iştirakiyle
toplanarak Kıbrıs’tan gelen son haber ışığı altında durumu yeniden etraflı bir şekilde inceledik
ve Türkiye, İngiltere ve Yunanistan hükümetleri tarafından Kıbrıs hükümetine verilmiş olan
müşterek çağrının mutlak neticeyi sağlayamadığını, Kıbrıs’ta Türklerin mütecaviz Rumlar
tarafından katline devam olunduğunu nazari itibara alarak bu çok vahim duruma derhal son
verilmesi için üçlü çağrı gereğince iki cemaat lideri tarafından ateş kesilmesinin
sağlanamamasının devamı halinde, bunun Garanti Antlaşması uyarınca Ada’da bulunan üç
memleket askeri kuvvetleri tarafında süratle ve fiilen tahakkuk ettirilmesi maksadıyla
İngiltere ve Yunanistan hükümetleri nezdinde derhal gerekli teşebbüslerin yapılmasını
kararlaştırdık.
25 Aralık sabahı saat 02.00’de İngiltere Büyükelçisini, yarım saat sonra da
Yunanistan Büyükelçisini nezdime davetle, bu hususta gereken teşebbüsü yaptım.
Durumdan NATO müttefiklerimizin de derhal haberdar edilmesi için NATO
konseyindeki daimi delegemize talimat verildi. Bir taraftan Ankara’da, diğer taraftan
Londra’da, Washington ve Atina’da çarpışmaların durdurulmasını temin için aralıksız siyasi
teşebbüslere devam ettik.
Kıbrıs’ta kanlı çarpışmalarla ve Türklerin sistemli katli ile geçen elim bir gece
yaşandı: 25 Aralık sabahı Kıbrıs’tan son derece ciddi haberler gelmeye devam etti.
Kendilerini ve ailelerini korumak için son gayretlerini sarf eden Kıbrıslı Türk mücahitlerine
karşı insafsızca saldırılarının daha da şiddetlendiği haberleri geliyordu. Bu vahim haberler
arasında, Lefkoşa’da Kennedy Caddesi’nde bulunan Türk evlerinin yağma edilerek ateşe
verilmekte olduğu haberi de vardı.
Tepeden tırnağa kadar silahlandırılmış ve evvelce hazırlanmış bir plan dâhilinde
harekete geçtikleri anlaşılan gözleri dönmüş Kıbrıslı Rum çetelerinin günlerden beri Kıbrıs
Türklerine karşı giriştikleri imha hareketini durdurmak için hükümetimizin yaptığı çeşitli
uzlaştırıcı teşebbüsleri müspet bir netice vermemesi üzerine ve Garanti Anlaşması’nı
münferiden harekete geçmek hususunda bize verdiği hakka dayanarak Türk Hava
Kuvvetleri’ne mensup jet uçaklarına dün saat 14.00’ten itibaren Lefkoşa üzerinde
çarpışmaların durdurulması amacını güden ihtar uçuşları yapmaları emri verilmiştir.
Aynı saatte de Kıbrıs’taki Türk Alayı, Kıbrıslı kardeşlerimizi korumak amacıyla
garnizondan hareketle münasip mevzilere intikal etmiştir.179 Bu ihtar uçuşlarının temenni
ettiğimiz müspet neticeyi istihsale kâfi gelmemesi halinde, Kıbrıslı kardeşlerimizin hayatını
korumak amacıyla gerekli diğer bütün tedbirler de alınmıştır. Diğer taraftan Sayın
Cumhurbaşkanımız dün, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Federal Almanya ve
Yunanistan devlet reislerine birer mesaj göndererek Kıbrıs’ta kan dökülmesine bir an önce son
verilmesi için yüksek muhataplarının müdahalelerini talep etmiştir.
Dün Makarios, Kıbrıs Temsilcileri Meclis Başkanı Klerides ve Kıbrıs Savunma Bakanı
Osman Örek, Lefkoşa’daki İngiliz Yüksek Komiseri’nin bürosunda buluşarak öğleden sonra,
ateşin kesilmesi için bir anlaşmaya varmışlardır. Bu anlaşma sonradan Dr. Küçük’ün tasvibine
sunulmuş ve onun tarafından da kabul edilmiştir.
Dün akşamüzeri İngiltere Hükümeti, Kıbrıs’ta nizamı iade için evvelce kendilerine
teklif ettiğimiz hareket hattını benimseyerek ateş kesilmesi hususunda vaki müşterek çağrının
tesirsiz kaldığı açıkça belli olduğuna göre, Garanti Antlaşması’na taraf üç devletin askeri
müdahalede bulunmalarından başka çare kalmadığını Türkiye ve Yunanistan hükümetlerine
ifade etmiştir.
Kıbrıs hükümetinin daveti üzerine vuku bulacak olan bu müşterek müdahale
Yunanistan hükümeti ve sonra da hükümetimiz tarafından tabiatıyla kabul edilmiştir.
Lefkoşa’daki İngiliz Yüksek Komiseri’yle Türkiye ve Yunanistan büyükelçileri, hep
birlikte, dün gece yarısı Kıbrıs hükümetine halkının Rum ve Türk unsurları da dâhil olmak
üzere Garanti Antlaşması gereğince ilgili üç devletin Ada’da nizamı iade için müdahaleye
hazır olduklarını tebliğ etmişlerdir.
Üç devletin askeri kuvvetleri, Kıbrıs’ta asayişi iade, vazife ve mesuliyetini kendi
üzerine almaları için yapılan gerekli temas ve çalışmalar da neticelenmiş ve durum, resmi bir
tebliğle Ankara, Londra, Atina ve Lefkoşa’da yayınlanmıştır.
Halen arasıra işitilen münferit silah sesleri müstesna, Kıbrıs’ta sükûn avdet etmiş
bulunmaktadır.
Cumhuriyet Senatosu’nun Sayın Üyeleri;
Garanti Antlaşması’nın harekete geçirilmesini sağlamak hususundaki gayretlerimizi bu
muvaffakiyetle neticeye irsali çetin olmuştur. Hükümetimizin bu neticeyi elde edebilmesi,
Yüce milletimizin parlamentosunun ve ordusunun, metin bir kaya gibi hükümetin arkasında
bulunması ile mümkün olabilmiştir.
179
Bugün Kıbrıs’ta durumun sükûna kavuşmak üzere olduğunu emniyet ve asayişin avdet
etmekte olduğuna dair haberler almış bulunuyoruz. Bununla beraber durumu aynı hassasiyetle
ve teyakkuzla takip etmekte devam eden hükümetimiz, yine Türk milletinden ve onun
muhterem temsilcilerinden kuvvet alarak gereken tedbir ve tertipleri, gerekli uyanıklıkla
almaya devam edecektir.180
Bakan bu arada, bu sabah saat 11.00’da bir İngiliz tümgeneralinin müşterek
kumandanlığa getirildiğini kaydederek vazifeye başlayan İngiliz generalin ilk olarak Yunan
birliğine karargâhına dönmesini, Türk birliğinin de olduğu yerde kalmasını bildirdiğini Kıbrıs
polis ve jandarmalarının da kendi emri altına girmesini istediğini sözlerine eklemiştir.
B.
RAUF DENKTAŞ’IN 4 MART 1964’TE B.M. GÜVENLİK KONSEYİ’NDE
YAPTIĞI TARİHİ KONUŞMA
Sayın Başkan,
Kıbrıs’taki trajik olaylar hakkında bana, size hitap etme fırsatını verdiğinizden dolayı
size ve konseyin bütün sayın üyelerine teşekkür ederim. İki aylık kısa bir süre içinde 800’den
fazla ölü ve yaralı veren cemaatim size çok minnettar olacaktır.181
Cemaatimin 20 bin kişisi evsiz ve işsiz kalmış ve maişetini temin için sadakaya
muhtaç bir duruma gelmiştir. Bütün Türk Cemaati 21 Aralık 1963’ten beri hemen hemen tam
bir Rum muhasarası içinde yaşamaktadır. Bütün bu insanlar konseyin müzakerelerini endişe
ile takip etmektedir. Onların da görüşlerinin dinlenmesine müsaade edilmesi büyük bir
ferahlık yaratmıştır. Onlar adına size bir defa daha teşekkür ederim.
Sayın Başbakan, burada cereyan eden uzun müzakereleri üzüntü ile takip ettim, çünkü
münakaşa ile geçen her saat, cemaatimden bir kişinin hayatını kaybetmesine ve bazılarının da
evsiz kalmasına mal olmuştur. Her geçen gün, onlar için muhasara ve korku içinde yaşanan
bir gün daha düşüncesinin, Kıbrıs’ta kan dökülmesini derhal sona erdirmek ve bunu
gerçekleştirmek için hemen ve tesirli imkânlar bulmak olduğunu öğrenmek bana bir
içferahlığı vermiştir. Sayın Başbakan, bu konu ile ilgili olarak, konseyde tenkit konusu edilen
Garanti Antlaşması tahtında garantör devletin söz konusu işi derhal ve tesirli bir şekilde
müştereken yapabileceklerini söylememe müsaadenizi rica ederim. Fakat Kıbrıs Rumları,
180
181
davalarına hizmet etmediğinden bunu istemediler. Masum Türk kadın ve çocukları öldürülür
veya yaralanırken, antlaşmalarla Anayasa’yı lağvetmek yoluna gittiler. Kıbrıs’ta cereyan eden
olaylara hiç aldırış etmeyen Başpispokos Makarios Avrupa memleketlerinden Ada’ya bir barış
kuvveti gönderilmesi hususunda Birleşik Amerika, Britanya, Yunanistan ve Türkiye tarafından
yapılan bir teklifi reddetmiştir. Bütün bunlar Kıbrıs’ta cereyan ederken Başpiskopos
Makarios’un Birleşmiş Milletlerdeki delegesi Türk istilası perdesi altında iki defa teşebbüse
geçerek Güvenlik Konseyi’nden Kıbrıs’ın bütünlük ve bağımsızlığının ihlal edilemeyeceği
şeklinde bir karar sureti teminine çalışmıştır. Maksat, böyle bir karar suretini acele ile elde
etmek ve daha sonra da bunu istedikleri gibi yorumlayarak antlaşmaların artık hükümsüz ve
tesirsiz olduğunu ilan etmek imkânını bulmaktı. Böylece Rumlar bir yandan Anayasa’yı
ortadan kaldırırken diğer yandan Türkleri de yok edecek ve böylece diğer devletlerin eli kolu
bağlı kalacaktı.
Kiprianu, 100 bin Türk’ün imha edilmesini Rumların tasarlamasının inanılır bir şey ve
mümkün olup olmadığını sormuştu. Tabii Türklerin imhasını tamamlamak, zaman
isteyecektir. Fakat hepimizin öldürülmesi gerekmediğini belirtmek isterim. Kıbrıs’ta
yaşamamızı imkânsız kılmak da aynıdır. Nitekim bize karşı girişilen saldırıların hedefi de
budur. Kiprianu’nun yaptığı birçok konuşmaları büyük bir dikkatle dinledim. Şimdiye kadar
işittiğim konuşmalar, inançlarımı teyit etmişlerdir. Kiprianu, Kıbrıs’ta kendi değişiyle emniyet
kuvvetleri tarafından Türklerin katledilmelerini gizlemeye ve bu olayların sorumluluğunu
başkalarına yüklemeye çalışmıştır. Bu arada sahte alarmla Rossides’in Konsey’den almak için
daha önce iki defa teşebbüs ettiği aynı kadar suretini temine çalışmıştır. Kiprianu
antlaşmaların gölgesi Kıbrıs’ın üzerinden kalktığı zaman, gerginliğin izole edilmiş olacağını
ve Ada’da her şeyin yoluna gireceğini söylemiştir. Görüşünü ispat etmek için, bu meselenin
konseye sunulduğu zamandan bu yana Türkiye’nin Ada’yı işgal edeceği hakkındaki korkunun
azaldığını, bu yüzden gerginliğin de azaldığını ve Ada’da şurada burada tecrit edilmiş
hadiseler çıktığını ileri sürmüştür. Sayın Başkan, emniyet kuvveti adım versinler veya
vermesinler, silahlı Rumların mutlak kontrolünü ellerinde bulunduranların böyle beyanatlarda
bulunmaları kolaydır.
Bu gösteriyor ki onlar, bu müzakerelerin devamı müddetince beklemelerini silahlı
Rumlara emretmişlerdir. Tecrit edilmiş olaylar kisvesi altında, Türk köyleri devamlı surette
tehdit altında tutulmakta mahsur bırakılmaktadır. Türkler öldürülmeye ve esrarengiz bir
şekilde kaybolmaya devam etmişlerdir. Hala Ada’ya silah ve mühimmat taşınmaktadır.
Türkler hala muhasara altında tutulmakta ve tecrit edilmiş bulunmaktadır. Bu uydurma
şekillerini çok iyi biliyoruz. Bunları, 1955 ile 1956 yılları arasında görmüşüzdür. Kıbrıs
meselesinin Birleşmiş Milletlere her getirilişinde Rum tedhişçiler, şimdiki aynı liderleri
idaresinde aldıkları emre göre, ya tecavüzlerine devam etmiş veya beklemişlerdir.182
Kiprianu istediği karar sureti verilmezse kötülüklerin sebeplerinin mevcut olmakta
devam edeceğini söylemiştir. Yani gerginlik artacak ve kan dökülmesi devam edecek demek
istemiştir. Bu konseyin şantajlar karşısında sorumsuz bir davranışta bulunamayacağına veya
tek taraflı karar alma yönüne gitmeyeceğine inanıyorum. Bu hususta konseye olan güvenimiz
tamdır.
Sayın Başkan, Başpiskopos Makarios’un 18 Şubat 1964, tarihinde UPI muhabirine
şunu söylemesi çok önemlidir. “Kıbrıs’ta daha büyük bir barış kuvvetine ihtiyaç olduğunu
sanmıyorum. Kıbrıslı Rumlar’ın Güvenlik Konseyi’nden istedikleri Ada’yı dışarıdan işgale
karşı temin edecek karar sureti kabul edilirse, barış kuvvetine olan ihtiyaç ortadan kalkacaktır.
Şimdi esas mesele anlaşmaları feshetmektir. Bu antlaşmalar Britanya, Yunanistan ve
Türkiye’ye Ada’nın işlerine müdahale hakkı vermektedir.”
Sayın Başkan Makarios’un bu demeci ve burada, bu konseydeki temsilcilerinin
manevraları kâfi derecede ispat etmiştir ki Kıbrıs’ta acil ihtiyaç, bir barış kuvvetinin Ada’ya
gönderilmesiyle şiddet hareketlerini durdurmak ve hayatı normale avdet ettirmek için tesirli
tedbirler alınması olduğu halde Kıbrıslı Rumlar, bu konseyin yetkilerini kötüye kullanmaya
çalışmaktadırlar.
Rumlar istedikleri gibi bir karar sureti kabul edilmedikçe, Kıbrıs’ta veya Kıbrıs için
hiçbir şey yapılamayacağını iddia etmektedirler. Bu tutum ve beyanlar, Türklere karşı girişilen
saldırıların planlı olduğu hakkındaki daha önceden iyi bilinen gerçekleri tamamen
doğrulamaktadır. Siyasi alanda ise, son iki ay zarfında şahit olduğumuz gaddarca şiddet
hareketleri, Rum yetkililerin elinde kendi gayelerine ulaşmak için bir alettir. Eğer durum
böyle olmasaydı Başpiskopos “istediğim karar sureti kabul edilirse, Ada’da barış kuvvetlerine
ihtiyaç olmayacak” diye böyle kesinlikle ve kuvvetle nasıl konuşabilecekti. İstediği karar
suretini elde ettikten sonra bunu antlaşmaları hükümsüz kılar şekilde tefsir edecek, garantör
devletleri nazarı itibara almayacak ve bu karar suretinin arkasına saklanarak, Kıbrıslı Türkleri
istediği gibi yok edecekti. Bu işlem sırasında, şiddete başvurmak gerekirse, şiddete
başvuracak ve geçen aralık ayında yaptığı gibi dünyaya emniyet kuvvetlerinin, Türk asilere
karşı savaştığını ilan edecektir.
Sayın Başkan, işte Rum mantalitesinin şekli budur. Konseyimizin böyle bir
mantaliteye ayak uyduramayacağına olan güvenimi tekrar belirtmek isterim. Meselenin,
182
esasına ve önemli kısımlarına temas etmeme müsaadenizi rica ederim. Bunları anlatmak için
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin esasını ve Anayasa’daki şartların sebeplerini ve aynı zamanda,
antlaşmaların niçin elzem olduğunu bilmek lazımdır. Sayın Başkan, her memleketin, her
devletin kendine mahsus özellikleri, karakteristiği bulunmaktadır. Bu bakımdan, bu özellikleri
göz önünde tutmadan umumi prensipleri tatbik etmek tehlikelidir. Her meselenin kendine
mahsus şartlarını göz önünde tutarak karar verme prensibi üzerine huzurunuzda bulunan
Kıbrıs meselesinde de, şartları, özellikleri ve tabii karakteristikleri göz önünde tutarak karar
vereceğinize eminim. Yoksa netice keşmekeş olacaktır. Kısaca bu gerçekler şöyledir: Kıbrıs’ta
1571’den beri Türklerle Rumlar beraber yaşamaktadırlar. Böyle olmakla beraber onlar daima
Rum ve Türk olarak yaşamışlardı. Bunlar, kendi ayrı din, kültür, gelenek ve milli inançlarına
daima bağlı kalmışlardır. Aslında bunlar Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıs’a sıra ile Türk ve
Rum cemaatleri olarak uzanmış birer parçalardır. Bunlar, Türklük ve Rumluklarından
uzaklaştırılmak için, girişilen her teşebbüs Kıbrıs’taki bu grupların sert muhalefeti ile
karşılanmıştır. Bu iki cemaat daima birer bağımsız cemaat olarak, yan yana fakat daima ayrı
yaşamaktadır. En küçük köyler kadar ayrı ayrı cemaatlerin işlerini idare eden ayrı makamlar
bulunmaktadır.183
Eşitlik ve adil muamele gördükleri müddetçe, mesut olarak bir arada yaşamışlardır.
Fakat bir taraf karşı tarafı tahakkümü altına almak teşebbüsünde bulunduğu an, siyasi
karışıklıklar çıkmış ve aralarındaki münasebetler derhal bozulmuştur. Rumlar Türkleri
tahakkümleri altına alma teşebbüsüne, Ada’da İngiliz idaresi kurulduktan sonra geçmişlerdir.
Ada’nın Yunanistan’a ilhak lehinde Rumların yaptıkları nümayişler, Türklerin mukabil
nümayişleriyle karşılanmıştır. 1955’te Rumlar silaha sarıldıkları zaman (burası Güvenlik
Konseyi ve Birleşmiş Milletler için çok önemlidir) bağımsızlık için değil, Yunanistan’a ilhak
için silaha sarılmışlardı. Çünkü bu davranış Türkleri bir sömürge idaresinden başka bir
sömürge idaresi altına sokacaktı. Türklerin bu muhalefetine onlar şiddetle cevap verdi ve
Türkler de buna mukabelede bulundu. Cemaatler arası münasebetler gerginleşti ve bunlar
arasındaki ciddi bir itimatsızlık ve düşmanlık doğdu. Sayın Başkan, 1955 ve 1958’de Kıbrıs
meselesini birçok defa Birleşmiş Milletlere getirmişti. Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türk
faktörünü tamamen sarfı nazar ederek bir karar sureti elde etmeye çalışmıştı. Birleşmiş
Milletler bu tuzağa düşmeyi reddetmiş ve farklı siyasi emelleri için birbirleriyle savaşan
Kıbrıslı Rumlar’la Türklere bunların Anavatanları olarak tanınan Yunanistan ile Türkiye’ye
müzakere yoluyla adilane ve barışçı bir çözüm yolu bulmalarını tavsiye etmişti.
183
Zürih Antlaşması’na işte bu şekilde varılmıştı. İki cemaati temsil eden Başpiskopos
Makarios ile Dr. Küçük bu süre içinde Anavatanları ile temas halindeydiler. Bütün bu
safhalarda, uzlaştırıcı bir çözüm yolu olarak üzerinde anlaşmaya varılan her nokta için
müsaadelerini vermişlerdir. Bu anlaşmada ne galip ne de mağlup olmayacaktır. Barışçı bir hal
şekli, her iki tarafın da karşılıklı fedakârlıklarda bulunmalarını gerektirmiştir. Mücadele
Rumların Yunanistan’a ilhak istemelerinden ve Kıbrıs Türklerine bir azınlık statüsü teklif
etmelerinden ileri gelmiştir. Kıbrıs Türkleri bunu reddetmiş ve Türkiye ile ilhak veya hiç
olmazsa taksim istemişlerdir. Kıbrıs Rumlarının insafında yaşamayı hiçbir zaman kabul
edemezlerdi. Onların idaresi altında hayatın nasıl olacağına dair elimizde emsali vardı.
EOKA’cı silahlılar, İngilizlere karşı açılan savaş zaferle sona erdikten sonra Türklere karşı
açılacak savaşın şiddetli ve kısa olacağını defalarca açıklamışlardı. Ada’daki mücadelemiz,
Türkiye ile Yunanistan arasındaki barışa daimi bir tehlike teşkil etmekteydi. Böylelikle, dürüst
ve mesuliyetli bir şekilde uzlaşmaya varıldı. Ortak bir hükümet meydana getirildi. İki cemaat
konferans masasına oturarak bu ortaklığın hükümetlerini ve şartlarını tespit ettiler.
Devletlerarası hukuk konusunda tanınmış bir sima olan İsviçreli bir hukukçunun
başkanlığında yapılan müzakerelerde Yunanistan ile Türkiye, tekrar ediyorum ki Anavatan ile
cemaatin temsilcileri de müzakerelere katılmışlardı. Bu, eşit olanlar arasında varılan bir hal
şekliydi. Çoğunluk ve azınlık arasında değil, çoğunluk ve azınlık fikri, ancak bir Kıbrıs milleti
mevcut olsaydı ortaya çıkmış olacaktı. Böyle bir millet için en küçük bir düşünce dahi mevcut
değildi. Bu fikir, bu ortaklıktan ancak bir tekâmül yoluyla ve karşılıklı iyi niyet, itimat ve
dostluk bir kaide halini aldığında ortaya çıkabilirdi. Kıbrıslılık birliği fikri, daha büyük olan
cemaat bunu istediği ve çalıştığı takdirde ortaya çıkabilirdi. Fakat maksat bu değildi. Bize
başlangıçta şerefli olduğuna inandığımız bu uzlaşmanın, Rumların Yunanistan ile ilhak
sağlamaları için yeni mücadelenin başlangıcı olduğunu açık ifadelerle söylediler. Diğer
deyimle onlar hile yoluyla bizi uluslararası anlaşmalara bağladılar ve kendi maksatlarına
erişmek için anlaşmaların müspet taraflarını uygulayacaklardı.
Başpiskopos Makarios’un 1 Nisan 1960’dan sonra defalarca yaptığı konuşmalardan
bazı örnekler vermek istiyorum.184
“Bu başarılar hiç şüphesiz tamam değildir. Fakat şimdiki realite hedeflerimizin
çerçevesini tamamıyla kapamamaktadır.” Bu konuşma 1 Nisan 1960’da yapıldı. Şöyle devam
etmektedir: “Ümit ve emellerimizin tahakkuku, Zürih ve Londra anlaşmaları tahtında
tamamlanmış değildir. Barışçı mücadeleler için bir burç ve başlama noktası elde ettik. Bu
184
burçlardan, zafere ulaşmak amacıyla mücadele etmeye devam edeceğiz.” Bu yeni doğmuş bir
devletin başkanı olan sorumlu bir şahsın yaptığı açık bir konuşma idi.
Başpiskopos Makarios, 20 Aralık 1964’te şu konuşmayı yaptı: “Kıbrıs halkının bir
bütün olarak menfaatlerini nazarı itibara alarak suistimal edildiği takdirde devletin normal
çalışmasını sekteye uğratabilecek Anayasa maddelerini hiçe sayacağım.”
Sayın Başkan, Anayasamız tahtında suistimal ve diğer meselelerle ilgilenmek üzere
Kıbrıs’ta bir Anayasa Mahkemesi ihdas edilmiş ve ehliyetli bir Alman hukukçusu bu
mahkemenin başkanlığına getirilmişti. Bu gerçeğe rağmen, Makarios 20 Aralık 1964’te
yaptığı konuşma ile Anayasa maddelerini çiğneyeceğini açıkça ilan etmiş oluyordu.
Başpiskopos Makarios 1962 yılının Ocak ayında yaptığı diğer bir konuşmada şunları söyledi:
“Milletlerin mukaddes mücadeleleri hiçbir zaman sona ermez. Her ne kadar bu mücadeleler
değişikliğe uğrarsa da asla hitam bulmaz. Kıbrıs halkının mücadelesi de devam edecektir. Bu
mücadelede bir dönüm noktası teşkil eden Zürih ve Londra anlaşmaları aynı zamanda yeni
fetihler için girişilecek yeni mücadeleler için bir başlangıç noktası teşkil edecektir.”
Başpiskoposun 12 Şubat 1963’te yaptığı başka bir konuşma: “Anayasa Mahkemesi
belediyelerle faaliyetlerimi Anayasa’ya aykırı bulsa bile ben bu karara hürmet etmeyeceğim.”
1 Nisan 1963’te yaptığı bir konuşma: “Kahramanlarımızın mezarları önünde eğilirken
onlardan bize mezarlardan ileriye diye haykırdıklarını işitiriz. Silahlı mücadele sona ermekle
beraber mücadelemiz, yeni fetihler yapılabilmesi için değişik bir şekilde devam etmektedir.”
Başpiskopos Makarios’un 27 Temmuz 1963’te yaptığı başka bir konuşma: “Zürih ve
Londra anlaşmaları bizler için hedef teşkil etmemektedir. Bu anlaşmalar istikbali değil, hali
temsil etmektedir. Kıbrıs Rumları milli istikamette yürümeye devam edecekler ve
istikballerini kendi iradelerine göre şekillendireceklerdir. Zürih ve Londra anlaşmalarının
müspet unsurları olmakla beraber menfi unsurları da mevcuttur. Rumlar müspet unsurlardan
istifade etmek ve menfi unsurları bertaraf etmek için faaliyet göstereceklerdir.”185
Başpiskopos’un bu türlü konuşmalarına daha birçok misal verebilirsem de bunları
okumakla konseyin vaktini almak istemiyorum. Sayın Başkan, Birleşmiş Milletler, böyle bir
tutumu tasvip edecek mi? Alelade bir ortaklığa taraf olarak iştirak eden bir kimse, müspet
unsurlardan istifade edip menfi unsurlara riayetsizlik gösterebilir mi? Hususi hayatta bile buna
müsaade edilmez. Güvenlik Konseyi, Başpiskopos Makarios’a Türkleri ve Türklerin
Kıbrıs’taki haklarını tamamıyla hiçe sayma çabalarından nasıl yardım edebilir? Milletlerarası
anlaşmaları bozmak için Kıbrıslı Rumların ileri sürdüğü şekilde mazeretler ortaya attıkları
185
takdirde bu gibi anlaşmaların akıbeti ne olur? Başpiskopos Makarios Kıbrıs’ın bağımsız bir
cumhuriyet haline gelmesini, bu cumhuriyeti Enosis için bir sıçrama tahtası olarak kullanmak
maksadıyla kabul ettiği için kurmuş olduğu idarede bu hedeften başka bir maksada hizmet
edemezdi. Türklerin bütün hakları aşağılık ithamları ile sürülerek inkâr ve reddedildi. Bütün
hükümet organları Türklerin haklarını çiğnemek için seferber edildi. Anayasa’daki garanti ve
özel haklara rağmen Türkleri alelade bir azınlık durumuna düşürmek için elden gelen her şey
yapıldı.
Rumların anlaşmaları takbih etmek için tuttukları yoldan dönmelerini sağlamak
maksadıyla hiçbir faaliyete geçilmedi, kilise ve okullar Rum gençlerinin Türk ve Anayasa
aleyhtarı bir şekilde yetişmeleri için birer eğitim merkezi haline getirildi. Üzerimizde bir polis
devleti kontrolü yaratıldı. İnsan hakları ve Anayasa garantileri tamamen hiçe sayıldı. Kıbrıs
Türkleri bir taraftan Türk Cemaati’nin moralini yüksek tutmak için elden gelen her şeyi
yaparken, diğer taraftan Rum liderlerini mantığa davet etti.
Doktor Küçük’ün Başpiskopos Makarios’a mesajı, Türklerin tutumunu çok güzel
göstermektedir. Bu mesaj, 19 Şubat 1964 tarihliydi. Başpiskopos Makarios’a açık bir mektup
mahiyetinde olan bu mesajda şöyle deniliyordu:
“Dün akşamki konuşmanız bana, cumhuriyetin kısa ömrü süresince iki cemaatin barış
ve refah içinde birlikte yaşayabileceği dostluk, iyi niyet ve anlayışla işbirliği yapabileceği bir
atmosfer yaratmak için, devamlı olarak sarf ettiğim gayretleri hatırlatmıştır. Size yapmış
olduğum kesin müracaatlar ile bunların sizin tarafınızdan nasıl menfi ve kaçamaklı cevaplarla
karşılandıklarını unutmuş olmanızı düşünerek, müsaadenizle bunlardan birkaçını aşağıda
belirteyim. Hatırlayacağınız gibi, sizin ve bazı Rum bakanların, Enosis lehinde ve Zürih ve
Londra antlaşmaları ile Anayasa aleyhindeki kampanyalarda, faal rol almaktan kaçınmanız
hususunda, size sözlü ve yazılı olarak birkaç defalar müracaat etmiştim. Müracaatlarıma kulak
asmadınız. Aksine bu kampanyayı idare ve hatta kuvvetlendirmeye devam ettiniz. Size
bakanlar kuruluna ve cumhuriyet başsavcısına Anayasamız ve bu Anayasa altında kurulan
düzeni bozabilecek yıkıcı propaganda yapanlar aleyhinde, ceza kanunlarına müeyyideler
konması için müracaatta bulunmuştum. Bu gibi müeyyideler için gerekli kanunları yapmayı
reddettiniz. Cemaatlerin çeşitli sınıfları ve cumhuriyet dâhilindeki kişiler arasında düşmanlık
yaratmak amacını güden beyanlar yayımlayanların adalet huzuruna çıkarılmaları için, size ve
cumhuriyet başsavcısına birçok defalar müracaat etmiştim. Sizin emrinizle başsavcı bu
şahıslar aleyhine dava açmayı reddetmiştir. Bunlar arasında en tanınmışı, sizce malum
sebeplerden dolayı daima korumak istediğiniz Nikos Sampson’du. Size, sık sık bir arada basın
toplantıları tertiplememizi ve iki cemaat arasındaki düşmanlık, itimatsızlık ve çatışma
sebepleri yaratabilecek tahrik edici yazılar yayımlamamaları için, gazetecilere tesir etmemizi
teklif etmiştim. Bunu yapmayı reddettiniz.186
Karma köyleri birlikte ziyaret edip halka, aralarındaki ayrılıkları unutarak, dostluk ve
iyi komşuluk havası içinde beraber yaşamalarını tavsiye etmemizi birçok defalar teklif
etmiştim. Bunu reddettiniz. Fakat ben kendi teşebbüsümle karma köyleri ziyaret ettim. Türk
ve Rumlarla konuşarak aralarında dostluk kurmalarını tavsiye ettim.
Anayasa ve yüksek Anayasa mahkemesi kararlarına saygı göstermenizi istemiştim.
Bunu da reddettiniz. Bilakis, Anayasa hükümlerine riayet etmeyeceğiniz ve Anayasa
Mahkemesi kararlarına saygı göstermeyeceğiniz hakkında, aleni beyanlarda bulundunuz.
Kıbrıs Radyo Yayın Korperasyonu’nun Türklere hakaret ve tecavüzler ihtiva eden ve Türklere
karşı nefret hissi uyandıran yayınlar yapmasını önlemeniz için size ve bakanlar kuruluna
müracaatta bulunmuştum. Müessir tedbirler almadınız, aksine olarak, altı yaşındaki küçük bir
Rum çocuğunu, büyüdüğü zaman annesine şükran borcunu ödemek için Türk’ün kafasını
götürecek şekilde gösteren, kabul edilmeyen skeçler yayınlanmasına göz yumdunuz.
Devletin emniyet kuvvetlerinin Gestopa’ya benzer bir şekilde tedhişçi teşkilatına
çevrilmesini önlemek için sözde içişleri bakanı üzerinde nüfuz kullanmanız hususunda size
defalarca müracaatta bulunmak zorunda kalmıştım. Bunu yapmayı reddettiniz ve bakan, sivil
elbiseli özel şube mensupları olarak bu kuvvetleri Rum tedhişçilerle doldurmak hususunda
bırakılmıştır. Yorgacis’in emniyet kuvvetlerinin mensuplarını ve binlerce EOKA’cıyı ağır
otomatik silahlarla teçhiz etmekte olduğuna dair size defalarca şikâyette bulunmuştum.
Bahsettiğim bu söylentiler, memlekette gerginlik yaratıyor ve Türkleri istikballerine karşı
emniyetsizlik ve endişe duymaya sevk ediyordu. İkazlarıma ilgi göstermeyi reddettiniz. Türk
vatandaşların evlerini ve çalışma yerlerini gayri kanuni ve lüzumsuz araştırmalara tabi tutmak
suretiyle Yorgacis’in Türk vatandaşları taciz etmekte olduğu hususunda size şikâyette
bulunmak zorunda kalmıştım. Türkleri tahrik etmekte, yıldırmakta ve korkutmakta olduklarını
size anlattım. Siz yine beni dinlemediniz.
Anayasa’da Türklere hak tanıyan maddelerin tatbik edilmediğine size defalarca
müracaatta bulunmak zorunda kalmıştım. Amme hizmeti komisyonunun kasti olarak
Anayasa’yı ihlal etmekte olduğu ve hakaretamiz tavırlarla keyfi bir şekilde hareket etmekte
olduğu hususunda şikâyette bulunmuştum. Birçok defalar hükümet dairelerinde ve bilhassa
dışişleri bakanlığında Türk memurlarına farklı muamele yapılmış ve bu memurlar bir tarafa
itilerek kendi statülerine uygun herhangi bir vazifeyi ifa etmekten men edilmişlerdir. Bu
186
durumu düzeltmek için gereken tedbirleri almayı reddettiniz. Cumhuriyetin ömrü sırasında
Anayasa ile ilgili olarak üç önemli buhran meydana gelmiştir. Bunlar: “Vergi kanunları,
belediyeler ve Kıbrıs ordusu ile ilgilidir.” Dr. Küçük bu mektubunda söz konusu noktaları
teker teker ele almaktadır. Sayın Başbakan, uzun olduğu için dosyalarda muhafaza edilmek
üzere mektubu sekreterliğe vermek uygun olacaktır.187
Mektup şu şekilde sona ermektedir. “Kıbrıs’ın bağımsızlığa kavuşmasından bu yana
karşılaştığımız problemlerin hallinde sizlerin takındığı ve benim takındığım tavırlar arasındaki
farkı belirtmeden mektubuma son vermek istiyorum. Yukarıda da belirttiğim gibi, Türklere
karşı nefret besleyerek barış ve dostluk içinde birlikte yaşama ümitlerini mahvetmek için siz
elinizden gelen bütün gayreti sarf ederken, ben, bildiğiniz veçhile Anayasa’yı ayakta tutmak
ve iki cemaatin birlikte yaşayarak müreffeh olabilecekleri şartları yaratmak için elimden gelen
gayreti esirgemedim. Sizi mantık ve iyi niyet yoluna getirebilmek amacıyla 22 Ağustos 1963
tarihinde size gönderdiğim mektuptan burada iktibas etmek yerinde olacaktır. Şüphesiz ki
ekselansınız da müdrik olduğu gibi anlaşmaların feshi ve Anayasa’nın tek taraflı olarak tadili
için açılan kampanya, son zamanlarda, öyle bir hal almıştır ki, huzursuzluk, emniyetsizlik,
itimatsızlık ve düşmanlık hislerinin süratle yayılmasından endişe duymamak artık imkânsız
olmuştur. Bunun neticesi olarak, Anayasa buhranı son haddine varmış ve bundan dolayı
memleketin felaket uçurumuna yuvarlanması tehlikesi baş göstermiştir. Bu ahval tahtında,
böyle bir kampanyaya son vermeniz için ekselansınıza tekrar müracaatta bulunmak zorunda
kalıyorum. Bu mesele ile ilgili olarak, şimdiye kadar yapılan birçok şeylere rağmen mantığın
galebe çalarak, sonunda Kıbrıs’ı keşmekeş, anarşi ve felakete düşürmekten kurtarmanın
mümkün olacağını belirtmek isterim. Ekselansınızın meşruti nizamının kurulmasına engel
olan plan ve niyetlerden vazgeçerek, Kıbrıs’ı tehdit etmekte olan tehlikeyi önleyeceğini
samimiyetle ümit ederim. Burada şunu da önemle belirtmek isterim ki, Türkler, anlaşma ve
Anayasa maddelerine tamamen uygun olarak, iki cemaat arasında mevcut olan bazı
ihtilafların haline taraftardırlar.”188
(İmza: Dr. FAZIL KÜÇÜK)
Sayın Başkan, Türk tutumu işte buydu, fakat Kıbrıslı Rum propaganda makinesi,
bütün huzursuzluğun kökünün, Anayasa’nın kabili tatbik olmadığı noktasında bulunduğuna
187
188
bütün dünyayı inandırmaya yöneltildi. Bütün Türk hakları ortadan kaldırılır ve Türkler
Rumların insafında yaşamayı kabul edecek basit bir azınlık durumuna indirilirse her şey
düzelecekti. Başpiskopos Makarios halkına hâlihazır rejimi Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını
sağlamakta kullanacağını söylerken, öte yandan bize de bütün haklarımızın teslimi için
kendisine yardımcı olmamızı söylemekteydi. Biz de kendisinden Anayasa’yı uygulamaya
teşebbüs etmesini istedik. “Bu teşebbüs sonunda, uygulanamayan kısımlar olduğu görülürse
bunları incelemek için hiç şüphesiz sizinle masa başına oturmaya hazırız, fakat bunları
uygulamaya teşebbüs etmeksizin, uygulanamaz, bunun için kabul edemeyiz diyerek bize dikte
ettirmeyiniz” dedik. “Bunu iyi niyetle ispat etmelisiniz” dedik. Fakat bunu ispat edecek iyi
niyete sahip değildi. Anayasa’yı değiştirmekten bir maksadı vardı. Antlaşmaları ortadan
kaldırmak ve böylece Enosis için serbestçe harekete geçmek. Başpiskopos’un EOKA’cı
başkanı içişleri bakanı, Polis Tedhiş Teşkilatı EOKA’nın metotlarına göre organize etti. Rum
gençliği kendi himayesi altında kanunsuz olarak silahlandırılarak eğitime tabi tutuldu.
Kıbrıs’ta silah, güvenlik ve düzenden sorumlu bir şahıs olan içişleri bakanı 29 Temmuz
1963’te şu konuşmayı yapmıştı: “Gözlerimiz daima hürriyet sembolü olan buna çevrilmiş
olarak, bize kötü muamele yapanlara medeniyet ve kuvvetimizi gösterdik. Vicdanımızı
muhtemel her türlü baskından uzak tutarak biz daima sökülmez arzumuza bağlı kaldık. Bu
ülke daima Yunan olmuş ve Yunan kalacaktır. Kader, yok olmamıza sebep olsa bile, Kıbrıs
bize daima Yunanistan’ı hatırlatacaktır. Eski anıtlarımız Yunanistan’ın bir delili olacaktır.
Yunan ruhu ve kahramanlığı kanla sulanmış bu topraklardan fışkıracaktır. Halkımıza karşı
olan sorumluluklarımızı müdrik olarak ve hakka davetine dayanarak, Kıbrıs Rum halkının
milli emellerinin ve rüyalarının tahakkuku için tereddütsüz ve azimli olarak ileriye doğru
mücadele edeceğiz.”
Uzlaştırıcı bir anlaşmaya varmak için antlaşmalar gereğince terk edildiğini sandığımız
bütün bu şeyler işte böylece Sayın Başkan, devam ettirildi, en sorumlu kişiler tarafından
yürütüldü. Bu durum karşısında biz kendimizi nasıl emniyette hissedebilirdik? Nasıl huzur
içinde olabilirdik?
1963 Martında Başpiskopos Makarios, 1964 yılının bir karar yılı olacağını açıkça
söylemişti. 1963’te yüksek Anayasa Mahkemesi’nin Alman başkanını istifaya mecbur etmişti.
Çünkü bu devletler hukuki profesörü, Rum diktası ile Türkler aleyhine hüküm vermeyi
reddetmişti. Kendi kanun ve vicdanını seçti. Bu, Rumlar için kazanç değildi. Ona göre şartlar
yaratıldı ve başkan istifaya mecbur edildi.
Profesör Frosthoff 27 Aralık 1963’te Associate Press Ajansının Heilderberg’teki
muhabirine verdiği mülakatta kısaca şunları söylemiştir: “Kıbrıs hükümeti, 5 yıl müddetle
Anayasa’ya sadık kalmış olsaydı problemlerin çoğu halledilmiş olacaktı. Bunu defalarca
Makarios’a söyledim.” Sayın Başkan Kıbrıs hükümetinin Anayasa’ya sadık kalmaya hiç de
niyeti yoktu. Çünkü Anayasa’ya sadık kalsaydı itimat, anlayış ve dostluk yer alacak ve halk
normal bir hayat sürmeye başlayacaktı. Hâlbuki Makarios’un isteği bu değildi. O halkın
ayrılması ve anlaşmaları bozma siyasetine alet olmaları için yok diğerinden şüphe etmesini
istiyordu.
İşte Sayın Başkan önceden tespit edilmiş bu siyasetin bir neticesi olarak Kıbrıslı
Türklerin üzerindeki polis baskısı gün geçtikçe arttı. Kanunsuz araştırmalar her gün yer
almaya başladı. Bu durum pek tabii olarak nefret hisleri uyandırdı. Rumlar son üç yıl içinde
müteaddit defalar Türkleri tahrik ederek, Rumlara saldırtmaya ve böylece bütün güçleri ile
bize yüklenmek için mazeret yaratmaya çalıştılar. Biz bu tuzağa düşmedik. Onlar da bunu
anladılar. Böylece 21 Aralık 1963’te aradıkları mazereti kendileri yarattılar. O akşam evine
dönmekte olan bir Türk ailesi silahlı Rum gençleri tarafından durduruldu.189 Hüviyetlerini
açıklamayan bu gençler polis olduklarını iddia ettiler ve içişleri bakanının hizmetinde
olduklarını söylediler. Kafilede bulunan Türk kadın ve erkekleri silah tehdidi altında
yoklamaya teşebbüs ettiler. Kadınlar bunu reddetti. Ve yoklanmaları gerekiyorsa polis
istasyonuna götürülmelerini istedi. Gürültüyü işitenler hadise mahalline toplanmaya başladı.
Takriben 15 kişi oraya toplanmış ve bu arada üniforma giyen iki Rum polis subayı halk
üzerine ateş açmaya başlamıştır. Açılan ateş sonucu bir Türk erkeği ve bir Türk kadını
öldürülmüş ve beş Türk’te yaralanmıştır. Biz bunu alelade bir zabıta vakası olarak tutmak ve
mahalli bir olay olarak göstermek için elden geleni yaptık. Fakat Kıbrıs hükümeti bununla
tatmin olmadı. Bütün Rum polisleri, polis merkezine çağrılarak silahlandırıldı. Türklere hiçbir
silah verilmedi ve ertesi günü Dr. Küçük ile Kıbrıs Radyosu’ndan halkı itidal ve
soğukkanlılığa davet etmek için yapmak istediğimiz yayın aynı bakanlık tarafından
reddedildi.
Bize sadece polis bildirilerinin yayınlanacağı söylendi. Çok geçmeden bu bildirilerin
ne mahiyette olduğunu öğrendik. Akşama doğru dünyaya Lefkoşa Türk bölgesinde isyan
çıktığını emniyet kuvvetlerinin ayaklanmayı bastırmak için faaliyete geçtiğini ilan etmeye
başladılar. Hakikatte biz Rum polisler ve varlıklarından o güne kadar haberdar
bulunmadığımız özel Rum orduları tarafından muhasara edilmiştik. Bize karşı ağır makineli
ve otomatik silahlarla hücuma geçirilmişti. Ertesi günü Dr. Küçük’ün Türk Cemaatini
soğukkanlılığa davet eden ve cemaata ateşin kesildiğini bildiren bir radyo konuşması yapması
189
sağlandı. Bu konuşmayı ihtiva eden şerit Rumlar tarafından alınıp götürülerek defalarca
Kıbrıs Radyosu’ndan yayınlanmış ve Lefkoşa bölgesinde ateş devam ederken her şeyin
sükûnet içinde olduğu intibası yaratılmak istenmiştir. Bu durumdan da istifade edilerek
Lefkoşa’ya gelmek cesaretini gösteren Türkler öldürülmüş veya rehine olarak alınmıştır.
Maruz kaldığımız dehşet üzerinde daha fazla durmayacağım. 5 gün 5 gece dış dünya
ile irtibatımız olmadı. Başkan Yardımcısı Dr.Küçük’ün de dâhil bütün telefonlarımız kesildi.
Kıbrıs Radyosu Rumların elinde bulunduğu için bu radyodan memlekete bir ayaklanma
mevcut olduğu ve bu ayaklanmayı bastırmaya çalıştıklarına dair devamlı surette bültenler
yayınladılar. Telsiz de ellerinde olduğundan yabancı muhabirler de hakiki durumdan haberdar
edilmedi. Tamamıyla muhasara altına alınmış ve dış dünya ile irtibatımız kesilmişti. Sayın
başkan, Garanti Antlaşması üzerine ısrar etmemizi herhalde takdir edeceksiniz. Hayatımızı
kurtaran bu antlaşmadır. Binlerce Türk’ün sağ kalıp bu konseye ümitle bakmasını sağlayan bu
antlaşmadır. Türk Alayı’nın kampını terk etmesi hakkında birçok şikâyetler yapılmıştır. Bir
gerçektir ki bir tek kuşun bile sıkmadan bu Alay mensupları kampı terk ettiği zaman Yunan
alayı da başka bir istikametten harekete geçerek havaalanını ve Rum kesiminin diğer
bölgelerini kontrol altına almıştır.190
Türk askeri Ada’ya nizam ve asayiş idame etme maksadıyla gönderilmişlerdi. Bunlar
bu vazifeyi bir tek kurşun bile kullanmadan ifa ettiler. Bu arada memlekete İngiliz askerleri
geldi ve her iki Alay’ı da idaresi altına aldı. Bunlar, hakikaten takdire şayan bir iş
yapmaktadırlar. Ada’da sağduyunun hâkim olması ve asayişin idamesi için müttefikler arası
işbirliği yapılmıştır. Kanaatimce burada bulunmamızdan güdülen maksat anlaşmalan
değiştirerek sonradan kendi emellerimiz için kullanacağımız şartlar üzerine ısrar etmek
değildir. Kıbrısta barış isteyen ve kan dökülmemesini arzulayan bütün Türk ve Rumlar bu
mesele üzerinde bir karar alınması için konseye ümit bağlamışlardır. Bu mesele müzakere
edilirken önemli bir noktanın konsey tarafından iyice anlaşılmasını rica ederim. Bu çarpışına
sırasında insanlar ölebilir. Masum ve silahsız insanların çarpışmalarda ölmesi olağandır. Ve bu
kolayca anlaşılabilen bir husustur. Fakat Kıbrıs’ta kadın ve çocuklar kendi evlerinde kahpece
öldürülmüşlerdir. Ayrıca Kıbrıs’ta 700 kişi de sözde emniyet kuvvetleri tarafından rehine
olarak tutulmuştur. Yanımda Rumların yayınladığı 3 Ocak 1964 tarihli Cyprus Today isimli
dergi bulunmaktadır.
Rum Cemaat Meclisi tarafından yayınlanan bu derginin 13 üncü paragrafında rehineler
meselesi bahsinde Yorgacis’e atfen şöyle denilmektedir: ‘Türk liderleri Kıbrıs Cumhurbaşkanı
190
tarafından şiddetli çarpışmaların cereyan ettiği bölgelerde ikamet eden 700 Türk’ün
evlerinden alınarak salim bölgelerdeki Rum okullarına götürüldüğü hakkında haberdar
edilmiştir.
Sayın başkan, yanlarında takriben 700 kişi bulunduğuna dair bilgi bize Ateşkes
Anlaşmasından sonra verilmiştir. Biz bunların serbest bırakılmasını istediğimiz zaman onlar
bize, bu 700 kişinin selamet içinde olmaları için alınmış olduklarım söylediler. Ve daha sonra
serbest bıraktıklarını bildirdiler. Geriye sadece 534 Türk döndü. Diğerlerinin ne olduğunu
sorduğumuz zaman başka yok elimizde olanlar bunlardı dediler. Fakat bu rehinelerden
bazılarının sıraya dizilerek vurulduğunu gören İngiliz şahitlerimiz vardır. Aralarında
elbiseleriyle birlikte kadın ve çocuklar bulunan bazıları daha sonra toplu halde mezarlarda
bulundu. Rehine sayısının takriben 700 olduğuna dair bu resmi bir teyittir. Bunlar sorumlu bir
güvenlik kuvveti olsalardı, esir ettikleri halkın ne kadar olduğunu derhal bilmeleri ve takribi
sayılar vermemeleri gerekirdi.
Kayıp şahıslara ne olduğunu hala soruyoruz. Esir ettikleri 700 kişinin hepsini iade
ettikleri noktasında ısrar etmeleri beyhudedir. Çünkü yalnız 700 kişi değil, evlerine
dönmeyen, bulunmayan ve ortadan kaybolan kimseler de vardır. Bunların aileleri, hiç olmazsa
mezarlarının nerede olduğunu insanlık adına bilmek hakkına sahiptirler. Hastaneden
kaldırdıkları hasta Türkler ortadan kaybolmuştur. Mezarların nerede olduğunu öğrenmek
istiyoruz. İnsanlık adına buna hakkımız vardır. Bu Güvenlik Konseyi ‘nin işi değildir. Fakat
huzurunuzdaki konunun özrüdür, çünkü Sayın Başkan, bu antlaşmalar üzerinde neden ısrar
ettiğimizi anlayacaksınız. Bunlar olmaksızın biz yok olacağız.
Ateşkes Anlaşmasından ve yabancı muhabirlerin Türk kesimine girerek dehşeti
dünyaya duyurmasından sonra Lefkoşa’da başka çarpışmalar olmamıştır. Fakat 700 kişinin ve
Rum kesimlerini terk eden başkalarının evlerinin, yangına verilerek veya buldozerle
tamamıyla tahrip edilmesi çok önemlidir.
Bu Kıbrıs’ın her tarafında yer almıştır. Her nereden Türkler kaçmak zorunda kalmışsa
evleri ya yıkılmış veya yakılmıştır.191
Bize verilen mesaj, Sayın Başkan, işte budur
“Arzumuza boyun eğmek mecburiyetindesiniz veya şayet karşı gelirseniz öleceksiniz
veya bu Ada’dan ebediyen ayrılacaksınız” Kıbrıs’ta bizim için yer yoktur. Bunun arkasında
kimdir? Bunu söyleyemem, fakat bugün iktidarı ve silahı elinde tutan ve uzun müddet aynı
şekilde hareket edecek olan insanların mantalitesi işte budur.
191
Bunun üzerine, bizi bu insanların tamamen merhametine bırakacak bir karar kabul
edecek misiniz? Çünkü ileri sürülüyor ki, Kıbrıs hükümetinin kabul edebileceği bir kararın
geçebilmesi için Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünden ve bağımsızlığından bahsedilmesi lazımdır.
Türkler Garanti Antlaşması’na çok önem verdiklerinden, dürüst ve makul görünebilmek için,
“Garanti Antlaşmasından da biraz bahsedelim” diyorlar. Ayrıca, Garanti Antlaşmasından hiç
bahsedilmemesi fakat Türklerin kendilerini emniyette hissedebilmeleri için de Kıbrıs’a
Birleşmiş Milletler Kuvvetleri gönderilmesini ileri sürüyorlar. Öte yandan Güvenlik
Konseyi’nin Kıbrıs’ın bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koruyacak bir karar kabul
edilmesini istiyorlar. Sayın Başkan, Bizim telakkimize göre demokratik sistem şudur:
Birleşmiş Milletler Kuvvetleri, üç aylık bir süre için Kıbrıs’a gidecektir. Fakat onların gizli
tutmayarak açıkça belirttikleri gibi, onlara Garanti Antlaşmasının muteber olmadığı şeklinde
tefsir etmeye fırsat verecek bir karar onlar nezdinde devamlı surette muteber sayılacaktır.
Sayın Başkan, Bizim kanaatimize göre, onlar silahlı çetecilere, üç aylık bir süre için silah
kullanmamalarını emredeceklerdir. Bu müddet geçince Birleşmiş Milletler Kuvvetleri Ada’yı
terk edecekler ve Güvenlik Konseyi’nden bir karar bulunduğunu ileri süreceklerdir. Bunun
neticesi olarak istedikleri şekilde bizimle uğraşacaklardır. Siz benim şüphe edici bir kimse
olduğumu söyleyebilirsiniz. Ben bu olaylardan önce de şüphe edici bir şahıs sayılabilirdim.
Fakat Sayın Başkan, ben son günlerde gördüklerimi söylüyorum.
Geçen gün Kiprianu, Kıbrıs’ta her şeyin normal olduğunu ve Rumlarla Türklerin barışı
muhafaza edeceklerine dair deklarasyon imzaladıklarını söyledi: Halbuki benim Dr.
Küçük’ten aldığım bilgiye göre, Türkler hala muhasara altındalar. Türkler bazı yerlerde
yiyeceksiz ve bazı yerlerde de ilaçsız kalmışlardır. Hiç bir kimse işine gidememektedir ve
Türkler için hayat tamamı ile durmuştur. Bazı küçük bölgelerde herkes işine devam
edebilmekte ise de asıl mesele bu değildir. Kanaatimce asıl mesele bizim hür insanlar olarak
400 yıldan beridir yaşamakta olduğumuz topraklar üzerinde insanlık şerefine yaraşır bir
şekilde yaşayıp yaşayamayacağı m izdir. 400 yıldan beri hiç bir zaman bir azınlık muamelesi
görmemiş olan bizler, Kıbrıslı Rumların merhametine mi terk edileceğiz?192
Sırf bizi öldürdüler diye eşit pazarlığımızda aldatılacak mıyız? Bugün huzurunuzda
bulunan başlıca konu budur. Ve unutmamalıyız ki Rumlar Taksim’den Türk’de Rum
haksızlığından ve Yunanistan ile ilhaktan korktukları içindir ki, bu garantiler Anayasa’ya dâhil
edilmiştir. Bu garantiler Anayasa’dan çıkarılırsa, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını imkân dışı
edecek bir makam kalmayacaktır. Bu imkân dışı edilemez. Onlar gelin başka bir antlaşma
192
yapalım diyebilir. Fakat antlaşmaları imzaladıktan birkaç gün sonra tanımama yoluna giden
bu insanlar bizi tatmin edemezler. Bu garantilere rağmen biz diskriminasyona uğradık,
izzetinefsimiz rencide edildi ve nihayet can ve mal kaybına uğradık. Ve şimdi sizden, bu
insanlara bütün bunlar için bravo, aferin, demenizi istiyorum. Onlar da sizden, antlaşmaların
muteber olmadığını ileri sürebilmek için sizden açıkça müsaade istemektedirler. Bu hayal ile
Türklere boyun eğdirmeye devam edecekler.
Anayasa ‘daki haklarımızı alacaklar ve
gerekirse yeniden şiddete başvuracaklardır. Bunların değiştirilmesi gerekli ise bu ancak
münakaşa yoluyla ve karşı tarafı kendi görüşünüzü anlamasını sağlamak suretiyle yapılabilir,
öldürmekle ve katliamla yapılamaz. Bu yol ile değiştirilemez.
Konuşmasına son vermeden önce, sizin için, benim için ve cemaatim için çok değerli
olan, bu kadar uzun vaktinizi işgal ettiğimden ötürü özür diler ve Sypros Kiprianu’nun ele
aldığı bir iki noktaya cevap vermek istiyorum:
Kiprianu, Londra Konferansımdan bu yana elinde bazı gizli ve esrarengiz vesikalar
saklamakta ve Ada’nın taksimi için Türk liderliği ile Türk hükümeti arasında bir komplo
hazırlandığını şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispat eden bazı vesikalara Kıbrıs Türk
liderliğinin imza koyduğunu ileri sürmektedir. Kiprianu bu vesikalardan bazı parçalar
okumuştur. Londra’da kendisini, halkın bir bütün olarak okuması için bunları ibraz etmeye,
eline geçtiğinde bunların kimin tasarrufunda bulunduğunu, bunları kendisine kimin verdiğini,
ne zaman ele geçirdiğini, üzerinde kimlerin imzası bulunduğunu ispat etmeye davet ettim.
Vesikalar müzakere edilmezden önce bütün bu hususlar ispat edilmelidir. Kendilerine meydan
okuduğum halde, bu vesikaları ortaya çıkarmadılar. Sayın Başkan, şimdi tekrar meydan
okuyorum. Eğer onlar, bu vesikaları olaylardan önce ele geçirmişlerse, sorumlu hükümet
olarak üzerlerine düşen vazifeyi yaparak bu kimselere karşı harekete geçmeleri lazımdı.
Kanaatimce Londra’da da ileri sürdükleri gibi, bu vesikaları olaylardan sonra ele
geçirmişlerse,, bunları nerede ve nasıl ele geçirdiklerini açıklamalıdırlar. Bunları açıkça ortaya
koyarak ispat etmeli ve ondan sonra reaksiyon göstermelidirler. Hakikatler, bu vesikaların
doğru olmadığını ispat ediyor. Kıbrıs’taki Türk liderliği, Türkiye’deki liderlerle birlikte
taksim için bir komplo kurmuşsallardı, Kıbrıs’ta iki ay devam eden çarpışmalar bu şekilde
sona ermeyecekti. Türklerin çoğu av tüfekleri ile Rumların hepsi ise tepeden tırnağa kadar
silahlanmış bulunmaktadır. Türkler, Türkiye’den yardım için haykırıyorlar. Türkiye ise, geniş
ölçüde bir katliamın devam ettiğinden, emin oluncaya kadar Kıbrıs’a gelmemekte azimlidir.
Türkiye’nin yaptığı ihtarda bulunmaktan ve garantör devletleri işbirliğine davet etmekten
başka bir şey değildir. Bu hakikatler, Kıbrıs Türk liderliği ve Türkiye hükümeti arasında bir
komplo bulunduğunu ispat eder mi? Anlaşmaları, herhangi bir şekilde ve gerekirse cinayete
tevessül etmek suretiyle Kıbrıs’ta bozmak isteyen yalnız bir taraf vardı. Bu taraf, davasını
ispat etmiştir. Ve huzurunuzda bulunan dava da budur.
Sayın Başkan, bana Konseyde konuşma imkânı verdiğinizden dolayı size bütün
kalbimle teşekkür ederim. Türk görüşünü Konseyde aksettirmek için elimden geleni yaptım.
Bana karşı göstermiş olduğunuz tahammül ve nezakete teşekkür ederim. Bu benim için ve
ümit ederim ki cemaatim için iyi bir kazanç olmuştur. Sözlerimin kararlarınız üzerinde tesirli
olacağına inanıyorum. Size bir kere daha teşekkür ederim.193
C.
JOHNSON’UN MEKTUBUNUN TAM METNİ
A.B.D. Başkanı Johnson meşhur mektubunda şöyle diyor:
“Sayın Bay Başkan,
Türkiye hükümetinin, Kıbrıs’ın bir kısmını askeri kuvvetle işgal etmek üzere
müdahalede bulunmaya karar vermeyi tasarladığı hakkında Büyükelçi Hare vasıtasıyla
dışişleri bakanlığından aldığım haber beni ciddi surette endişeye sevk etmektedir. En dostane
ve en açık şekilde belirtmek isterim ki, geniş çapta neticeler tevlit edecek böyle bir hareketin
Türkiye tarafından tasvip edilmesini hükümetimizin bizimle evvelden tam bir istişarede
bulunmak lütfünde taahhüdüyle kabili telif addetmiyorum.
Büyükelçi Hare görüşlerimi Öğrenmek üzere kararınızı birkaç saat tehir etmiş
olduğunuzu bana bildirdi. Yıllar boyunca Türkiye’yi en sağlam şekilde desteklediğini ispat
etmiş olan Amerika gibi bir müttefikin bu şekilde neticeleri olan tek taraflı bir kararla karşı
karşıya bırakılmasının hükümetiniz bakımından doğru olduğuna hakikaten inanıp
inanmadığınızı sizden sormak isterim. Böyle bir harekete tevessül etmeden önce Birleşik
Amerika Devletleriyle istişarede bulunmak mesuliyetini tam kabul etmenizi rica etmek
mecburiyetindeyim.
1960 Garanti Anlaşması ahkâmı gereğince böyle bir müdahalenin caiz olduğu
kanaatinde bulunduğunuz intibaındayım. Ayrıca anlaşma, teminatçı devletler arasında
istişare imkânlarının hiçbir şekilde tüketilmediği ve dolayısıyla tek taraflı harekete geçmek
hakkının kabili itibar olmadığı kanaatindedir.
Diğer taraftan Bay Başkan, NATO vecibelerine de dikkat nazarınızı celbetmek
mecburiyetindeyim. Kıbrıs’a vaki olan Türk müdahalesinin Türk-Yunan kuvvetleri arasında
askeri çatışmaya neden olacağı hususunda zihninizde en ufak bir tereddüt olmamalıdır.
193
Dışişleri Bakanı Rusk, Lahey’de yapılan son NATO Bakanlar Konseyi toplantısında Türkiye
ile Yunanistan arasında bir harbin, kelimenin tam anlamıyla düşünülmemesi ve telakki
edilmemesi gerektiğini beyan etmiştir. NATO’ya iltihak esas itibariyle NATO memleketlerinin
birbirleriyle harp etmeyeceklerini kabul etmek demektir. Almanya ve Fransa NATO’da
müttefik olmakla yüzyıllık husumet ve düşmanlıklarını gömmüşlerdir. Aynı şeyi Yunanistan ve
Türkiye’den de beklemek lazımdır. Ayrıca Türkiye tarafından Kıbrıs’a yapılacak askeri
müdahale
Sovyetler
Birliği’nin
aynı
şekilde
müdahalesine
yol
açabilir.
NATO
müttefiklerimizin tam bir rıza ve muvafakatleri olmadan Türkiye’nin girişeceği bir hareket
neticesinde ortaya çıkacak Sovyetler müdahalesine karşı Türkiye’yi müdafaa etmek
mükellefiyetleri olup olmadığını müzakere etmek fırsatını bulmamış olduklarını takdir
buyuracağınız kanaatindeyim.
Diğer taraftan Bay Başkan, bir B.M. üyesi olarak Türkiye’nin vecibeleri dolayısıyla
endişe duymaktayım. B.M. Ada’da sulhu korumak için kuvvet göndermiştir. Bu kuvvetin
vazifesi zor olmuştu. Fakat geçen son bir hafta zarfında Ada’da şiddet hareketlerinin
azaltılmasında yavaş yavaş muvaffak olmuşlardır. B.M. arabulucusu ancak vazifesini ikmal
edememiştir. Hiç şüphem yoktur ki B.M. üyelerinin çoğunluğu B.M. gayretlerini baltalayacak
olan bu zor meseleye B.M. tarafından makul ve barışçı bir hal tarzı bulunmasına yardım
edecek herhangi bir ümidi yıkacak olan Türkiye’nin tek taraflı hareketine en sert şekilde tepki
gösterecektir.
Aynı zamanda Bay Başkan, askeri yardım sahasında Türkiye ile Birleşik Devletler
arasında mevcut iki taraflı anlaşmaya dikkatinizi çekmek isterim. Türkiye ile aramızda
bulunan askeri yardımın veriliş maksatlarından gayri gayelerde kullanılması için
hükümetinizin Amerika’nın muvafakatini alması icap etmektedir. Hükümetiniz bu şartı
tamamen anlamış bulunduğunuzu muhtelif vesilelerle Amerika ‘ya bildirmişti. Mevcut şartlar
altında Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı bir müdahalede Amerika tarafından temin edilmiş olan
askeri malzemenin kullanılmasına Amerika Birleşik Devletleri’nin muvafakat edemeyeceğini
size bütün samimiyetimle ifade etmek isterim. Mutasavver Türk hareketinin fiili neticelerine
gelince, böyle bir hareketin Kıbrıs Ada’sı üzerinde 10 binlerce Kıbrıslı Türk’ün katledilmesine
yol açabileceği keyfiyetine en dostane bir şekilde dikkatinizi çekmek mecburiyetini
hissediyorum. Tarafınızdan böyle bir harekete tevessül edilmesi, infiali mucip olacak ve
girişebileceğiniz askeri hareketin himaye etmeye çalıştığınız Türk halkının toptan imhasını
önlemeye yeter derecede müessir olması imkânsız olacaktır. B.M. kuvvetlerinin mevcudiyeti de
böyle bir faciayı önleyemez.
Sözlerimi pek fazla sert bulabilir ve bizim Kıbrıs meselesine de Türkiye’nin girişimne
karşı yabancı olduğumuzu düşünebilirsiniz. Durumun böyle olmadığına sizi temin etmek
istiyorum. Gerek açıkça ve gerek özel olarak Kıbrıslı Türkler’in emniyetini sağlamakta ve
Kıbrıs meselesinin son hal tarzının konu ile doğrudan doğruya ilgili tarafların imzasına
dayanması hususu üzerinde ısrar etmekte gayret gösterdik. Amerika Birleşik Devletleri’nin
sizin lehinizde yeter derecede faaliyet sarf etmediği fikrini taşımanız mümkündür. Fakat
herhalde bilirsiniz, politikamız Atina’da en sert şekilde infiale yol açmış, bizim aleyhimizde
orada nümayişler yapımlı; Amerika Birleşik Devletleriyle Makarios arasında fikir
münakaşası da meydana çıkmıştır.
Daha birkaç hafta önce yaptığımız görüşme sırasında dışişleri bakanınıza söylediğim
gibi Türkiye ile olan ilişkilerimize büyük değer veriyoruz. Sizi kendisiyle temel olarak
menfaatlerimiz olan büyük bir müttefik addediyoruz. Sizin güvenlik ve refahınız Amerika halkı
için ciddi bir alaka mevzu olagelmiştir. Ve bu alakanın sembolik şekil/eri gösterilmiştir. Siz ve
biz komünist dünyasının ihtiraslarına karşı koymak üzere birlikte boğuştuk. Bu tesanüt bizim
için büyük bir mana taşımaktadır. Ve bunun hükümetimiz ve halkımız için de aynı derecede bir
mana taşıdığını ümit ederiz.
Kıbrıs ile ilgili olarak Türk Cemaatini tehlikeye maruz bırakacak herhangi bir hal
tarzını desteklemeyi düşünmeyiz. Son bir çözüm yolu bulmaya muvaffak olmadık. Çünkü
bunun dünyadaki en kritik meselelerden biri olduğu aşikârdır. Fakat Türkiye ve Kıbrıs
Türklernin menfaatleri konusunda ciddi şekilde alakadar olduğumuz ve daima alakadar
olacağımız hususunda sizi temin etmek isterim.
Nihayet Bay Başkan, en ciddi meseleyi harp mı sulh mu meselesini vazetmiş
bulunuyoruz. Bu mesele/er Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında iki taraflı
münasebetlerin çok ötesine giden meselelerdir.
Bunlar sadece Türkiye ile Yunanistan arasında bir harbi muhakkak olarak tevlit
etmekle kalmayacak, fakat Kıbrıs’a tek taraflı bir müdahalenin doğuracağı önceden
kestirilemeyen neticeler sebebiyle daha geniş çapta muhasamata yol açacaktır.
Sizin Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı olarak mesuliyetleriniz var. Benim de
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olarak mesuliyet/erim vardır. Bu sebepten en dostane bir
şekilde size şunu belirtmek isterim ki, bizimle gereken ve geniş bir şekilde istişare etmeksizin
yapacağınız tek taraflı böyle bir harekete tevessül etmeyeceğinize dair bana teminat
vermediğiniz takdirde meselenin gizli tutulması hususunda Büyükelçi Hare’a vaki talebinizi
kabul etmeyecek, NATO Konseyi ile BM Güvenlik Konseyi’ni acilen toplantıya çağırmak
mecburiyetinde kalacağım.
Bu mesele hakkında sizinle şahsen görüşebilmemizin mümkün olmasını isterdim.
Maatteessüf mevcut Anayasa hükümlerinin icabı dolayısıyla Birleşik Amerika’dan
ayrılamamaktayım. Teferruatlı müzakereler için siz buraya gelebilirseniz, bunu memnuniyetle
karşılarım. Gene barış ve Kıbrıs meselesinin aklı selim ve sulh yoluyla halli hususunda siz ve
ben çok ağır mesuliyetler taşımakta olduğumuzu hissediyorum. Bu itibarla aramızda en geniş,
en samimi istişarelerde bulununca sizin meslektaşlarınızın tasarladığı her türlü kararı geri
bırakmanızı bilhassa rica ederim.”194
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı
LYNDON B. JOHNSON
Türkiye’nin Johnson mektubuna verdiği cevap, yumuşak olmuştur. İnönü cevabında,
Türkiye’nin bir gün Kıbrıs’a askeri müdahale zorunluluğunda bırakılırsa bunu tamamıyla
Milletlerarası Andlaşmaların hükümlerine ve gayelerine uygun olarak yapılacağını Türk
Hükümeti’nin müdahale kararını ertelemesinin “Garanti Andlaşması’nın 4. maddesinin
Türkiye’ye tanıdığı haklara hiçbir suretle halel getirmediğini”195 belirtmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri Başkan Johnson’un devreye girmesiyle Türkiye’nin
Kıbrıs’a müdahalesi önlenmiştir ama Rum saldırıları önlenmemiştir. Hemen hemen her gün,
bir Türk köyü ateşe veriliyor, savunmasız ve masum Türkler yollardan alınıyor, Rumların
Türk bölgeleri etrafında kurdukları utanç barikatlarında akla sığmayan muameleye tabi
tutuluyorlardı. 1964 yılının son dört ayı içerisinde 26 Türk şehit edildi, 53 Türk vurularak
194
195
yaralandı, yüzlerce Türk evi yakılıp yıkıldı ve yağmalandı. Hemen hemen her gün Türk köy
ve mahallelerine silahlı saldırıda bulunuldu.
Rumlar, Türklere yönettiği bu silahlı saldırılar yanında Türk bölgelerine tam bir
ekonomik abluka uyguladı. “Rum yönetimi 1 Mart 1965 tarihli bir kararı ile 38 çeşit eşyanın
Türk bölgelerine girişini yasakladı”. Bu eşyalar arasında çimento, kum, çakıl, demir, yünlü
elbiseler, lastikler, yangın söndürme cihazları, tel, petrol, oto yedek parçaları da bulunuyordu.
Rumların Türk Halkına uyguladığı ekonomik abluka B.M. Genel Sekreteri’nin 10.9.1964
tarih, 8/5950 sayılı raporun 222 paragrafındaki “Kıbrıs Türk Toplumuna karşı bazı hallerde
tam bir abluka şiddetinde uygulanan ekonomik kısıtlamalar, Kıbrıs Hükümeti’nin muhtemel
bir çözümü empoze etmek için askeri harekât yerine ekonomik baskı kullanmakta olduğunu
göstermektedir”196 ifadeleri ile teyit edildi. Ancak Birleşmiş Milletler bu ablukanın
kaldırılmasında etkili olamadı.
D.
TÜRK BARIŞ HAREKÂTINA KATILAN TÜRK GENERALLERİ
Nurettin Ersin: Türk Barış Kuvvetleri Komutanı Korgeneral
Bedrettin Demirel: 30 Ağustos 1974’ten sonra, Korgeneral olarak Barış Kuvvetleri
Komutanlığına getirildi.
Fazıl Osman Polat: Tümgeneral
Fethi Aktan: Tümgeneral
Sabri Demirbağ: Bolu Komando Tugayı Komutanı, Tümgeneral.
Adnan Doğu: Tuğgeneral-Hava İndirme Tugayı Komutanı. Hava jndirme Tugayını, 2nci
Harekât öncesinde Sabri Evren’den devralmıştı.
Hakkı Borataş: Tuğgeneral-Vali.
Süleyman Tuncer: Tuğgeneral-Çıkartma Birlikleri ve Amfibi Komutanı.
E.
196
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI ŞEHİTLERİ
1. Piyade Albay İbrahim Karaoğlanoğlu
2. Piyade Binbaşı Bünyamin Kasap
3. Piyade Kıdemli Yüzbaşı Sami Akbulut
4. Piyade Kıdemli Yüzbaşı Tuncer Güngör
5. Piyade Kıdemli Yüzbaşı Dursun Özsaraç
6. Piyade Üsteğmen Nizameddin Songur
7. Piyade Üsteğmen Oğuz Yener
8. Piyade Üsteğmen Nermi Tombul
9. Piyade Üsteğmen Nazmi Saatçi
10. Piyade Üsteğmen Ünal Genç
11. Tank Yüzbaşı Ramiz Turan
12. Tank Kd. Üsteğmen Yavuz Sokullu
13. Tank Üsteğmen Alpay Başaran
14. Tank Üsteğmen Hüseyin Akar
15. Topçu Pilot Albay Fahreddin Aksoy
16. Topçu Pilot Yarbay Selahattin Okbay
17. Topçu Yarbay Refik Cesur
18. Topçu Pilot Yarbay İlhan Akgün
19. Ordudonatım Teğmen Gürkan Işık
20. Tabib Üsteğmen Halil Akçiçek
21. Yedek Piyade Asteğmen İdris Doğan
22. Yedek Piyade Asteğmen Şakir Cezayir
23. Yedek Piyade Asteğmen Şevket Çil
24. Yedek Piyade Asteğmen Sıtkı Toksoy
25. Yedek Piyade Asteğmen Selçuk Ergen
26. Yedek Piyade Asteğmen M.Nafı Kıvanç
27. Yedek Piyade Asteğmen Celal Bekiroğlu
28. Yedek Piyade Asteğmen Mehmet Özel
29. Yedek Piyade Topçu Asteğmen Feyzullah Taşınsoy
30. Yedek Topçu Asteğmen Mustafa Uygur
31. Yedek Tank Asteğmen Ali Yavuz Yüce
32. Piyade Kıdemli Başçavuş Tahsin Yorgun
33. Piyade Kıdemli Başçavuş Kemal Yapar
34. Piyade Başçavuş A. Haydar Saban
35. Piyade Üsçavuş Cemal Yurdumgüzel
36. Piyade Üsçavuş Ramazan Ergin
37. Piyade Astsubay Çavuş Ahmet Pakdemir
38. Piyade Astsubay Çavuş Muammer Karaağaç
39. Piyade Astsubay Çavuş Hicret Akar
40. Piyade Astsubay Çavuş Mehmet Yıldız
41. Piyade Astsubay Çavuş AH Erdemir
42. Piyade Astsubay Çavuş Enver Erol
43. Tank Kıdemli Başçavuş Mehmet Yavuz
44. Tank Kıdemli Başçavuş Mehmet Macit
45. Tank Kıdemli Başçavuş Halim Şahin
46. Tank Üsçavuş Coşkun Tezelli
47. Top Kıdemli Başçavuş Aslan Demircam
48. Muhabere Başçavuş Kadir Gülseren
49. Muhabere Kıdemli Başçavuş Bayram Gümüş
50. İstihkâm Astsubay Çavuş Bahadır Yalçın
51. Sağlık Kıdemli Başçavuş İ.Hakkı Gedik
52. Piyade Eri Necmi Alimanoğlu
53. Piyade Çavuş Hüseyin Zont
54. Piyade Eri Ayçan Aksoy
55. Muhabere Çavuş Zeki Alpsoley
56. Piyade Eri Hasan Alkan
57. Piyade Eri M.Ali Arpa
58. Piyade Eri Nizamettin Aydın
59. Piyade Eri Kaya Afacan
60. Muhabere Eri Ülkü Akbulut
61. Piyade Eri Muharrem Aydın
62. Piyade Eri Hasan Anlatan
63. Piyade Çavuş Ali Alpaslan
64. Piyade Eri Şakir Ağaçkıran
65. Piyade Eri Süleyman Aydınlı
66. Piyade Eri Sıtkı Acar
67. Piyade Eri Ömer Abdal
68. Piyade Eri Mehmet Akdoğan
69. Piyade Eri Abdullah Altındağ
70. Piyade Eri ilyas Aydın
71. Piyade Eri Hüseyin Atıcı
72. Piyade Eri Ahmet Akbaş
73. Piyade Eri Lütfü Araş
74. Piyade Eri Alaaddin Aslan
75. Piyade Onbaşı Duran Akyüz
76. Piyade Onbaşı Ramazan Alim
77. Piyade Çavuş Kamil Alkan
78. Piyade Eri Cemal Altınok
79. Piyade Eri Ahmet Aydemir
80. Piyade Eri Bekir Aktaş
81. Piyade Eri Mevlüt Akça
82. Piyade Eri Mustafa Altınışık
83. Piyade Eri Rıdvan Aktarmaç
84. Piyade Çavuş Mustafa Aydoğdu
85. Piyade Eri Ali Aktaş
86. Piyade Eri Ali Alan
87. Piyade Eri Turan Arda
88. Piyade Eri Mehmet Avcu
89. Piyade Eri Bekir Aktaş
90. Piyade Eri Süleyman Avcı
91. Piyade Eri Muhsin Alptekin
92. Piyade Eri Halil Aslan
93. İstihkâm Eri Doğan Aydın
94. Sıhhiye Onbaşı Hüseyin Aydemir
95. Piyade Eri Ahmet Alçıkaya
96. Piyade Eri Ahmet Aydemir
97. İstihkâm Onbaşı Ali Alay
98. İstihkâm Eri Teslim Aydın
99. İstihkâm Eri Mustafa Ay
100. Piyade Eri Salih Altun
101. Piyade Eri Vahap Akbıyık
102. Top Eri Kadir Akdoğan
103. Piyade Eri Mustafa Bakar
104. Piyade Çavuş Ali Beyoğulları
105. Piyade Eri Osman Bakır
106. Piyade Eri Ali Borçin
107. Piyade Eri Recep Bilge
108.Piyade Eri Fevzi Bingöl
109. Piyade Onbaşı Kamil Balkan
110. İstihkâm Eri Mehmet Buzlusun
111. Piyade Eri Şaban Balaban
112. Tank Eri Sadi Bal
113. Piyade Eri Cafer Bora
114. Piyade Eri Necati Balcı
115. Piyade Eri Mustafa Bingöl
116. Piyade Eri Bahattin Baklavacı
117. Piyade Eri Halil Bulut
118. Piyade Eri Muharrem Bingöl
119. Piyade Eri Süleyman Bayburt
120. Piyade Eri Kemal Balta
121. Piyade Eri Tahsin Bozkurt
122. Piyade Eri Necati Bat
123. Piyade Çavuş Maksut Birinci
124. Piyade Onbaşı Zeynel Bozgeyik
125. Piyade Eri Mustafa Çelik
126. Piyade Onbaşı Salih Cıbır
127. Piyade Eri Naim Çiftçi
128. Piyade Eri Kemal Ceylan
129. Piyade Çavuş Mehmet Ceyhan
130. Piyade Eri Hasan Çelik
131. İstihkâm Eri BAli Cansu
132. Piyade Eri Muharrem Calay
133. Piyade Eri Lütfü Çiftçibaşı
134. Piyade Eri Cemil Çelik
135. Piyade Eri Mehmet Can
136. Piyade Eri Kazım Çalışkan
137. Tank Eri Zekeriya Çetin
138. Piyade Eri Osman Çelik
139. Piyade Eri Mahmut Çamaz
140. Piyade Eri Kasım Çelik
141. Piyade Eri Cemil Çelebi
142. Piyade Eri Yunus Canbaz
143. Sıhh’ıye Eri Namaz Çakmak
144. Muhabere Eri Hüsnü Demirkıran
145. Piyade Eri Mustafa Dinçer
146. Piyade Çavuş Necdet Diler
147. Piyade Eri Alihan Demir
148. Piyade Eri Hüsnü Doğu
149. Piyade Eri Nurettin Duman
150. Piyade Eri Mahmut Demirci
151. Piyade Eri Efrahim Demir
152. Piyade Onbaşı Bayram Demir
153. Piyade Eri Nuri Demir
154. Piyade Eri Tayyar Delen
155. Piyade Eri Mehmet Doğan
156. Muhabere Eri Bekir Doğan
157. Piyade Eri Eyüp Demir
158. Piyade Eri Akif Diktepe
159. Piyade Çavuş Ömer Doğan
160. Piyade Eri Osman Demir
161. Piyade Onbaşı İlyas Demirkıran
162. Piyade Eri Mehmet Döndü
163. Piyade Eri Mehmet Durmuş
164. Piyade Eri Mustafa Duman
165. Piyade Er Mehmet Demir
166. Piyade Eri Enver Dönmez
167. İstihkâm Eri Cafer Düzenli
168. Piyade Eri Adnan Damar
169. Piyade Eri Mehmet Dilber
170. Topçu Eri Bayram Demirezen
171. Piyade Çavuş Muzaffer Demirci
172. Piyade Çavuş Ömer Demir
173. Tank Çavuş Mustafa Dim
174. Sıhhiye Onbaşı Şeref Demirci
175. Piyade Eri Ramazan Eroğlu
176. Piyade Onbaşı İrfan Ersoy
177. Piyade Onbaşı Ali Osman Ersen
178. Piyade Eri Celal Erken
179. Topçu Eri Mehmet Emik
180. Piyade Çavuş ABayram Erciyes
181. Piyade Onbaşı Hayrullah Ekşi
182. Piyade Eri Ramazan Arsan
183. Piyade Onbaşı Nevzat Ertuğrul
184. Piyade Eri Adem Erim
185. Piyade Eri Metin Ediz
186. Piyade Eri Rıdvan Erel
187. Tank Eri Osman Erhan
188. Piyade Eri Ali Ergün
189. Piyade Eri Hasan Ercan
190. Piyade Onbaşı Muzaffer Ekemen
191. İstihkâm Eri Hikmet Erikli
192. Piyade Eri Ömer Faydalı
193. Piyade Onbaşı Sebahattin Erdoğdu
194. Piyade Eri Hasan Gökboya
195. Piyade Çavuş İlhan Gürcan
196. Piyade Eri Cahit Gökalp
197. Piyade Çavuş Ömer Füvenç
198. Piyade Eri Sebahattin Gürsu
199. Tank Eri Yakup Gülen
200. Piyade Eri Bayram Gündüz
201. Piyade Eri Lütfü Gelen
202. Piyade Eri Hüseyin Göksel
203. Piyade Eri M. Ali Gümüş
204. Tank Onbaşı Mehmet Güneş
205. Sıhhiye Eri Mustafa Girgin
206. Piyade Eri Hicri Gümüş
207. Piyade Eri Bekir Güngör
208. Piyade Eri Sadi Güler
209. Piyade Eri Halil Gök
210. Piyade Eri Mahmut Haspolat
211. İstihkâm Eri Mahmut Haspolat
212. Piyade Eri Mustafa Işık
213. Piyade Eri Mustafa İldeniz
214. Piyade Eri Vahit İnce
215. Piyade Eri Mustafa İleli
216. Piyade Eri Necmettin inan
217. Tank Çavuş İsmail İnan
218. Piyade Onbaşı Şeref Kurt
219. Piyade Eri Hasan Kılıç
220. Piyade Eri Sami Küpeli
221. Piyade Çavuş Muhittin Küspeci
222. Piyade Eri Orhan Kürkçü
223. Piyade Eri Nazmi Köse
224. Muhabere Eri Kazım Köse
225. Piyade Onbaşı İsmail Kurtulmuş
226. Piyade Onbaşı Cengiz Kurtuluş
227. Piyade Eri Haydar Kara
228. Piyade Eri İbrahim Kuru
229. Piyade Eri H.İbrahimKocaaktaş
230. Piyade Çavuş Nazmi Konat
231. Piyade Eri Hacı Kaya
232. Topçu Çavuş Hikmet Koman
233. Tank Onbaşı Mehmet Kara
234. Piyade Çavuş Efrahim Kotan
235. Piyade Eri Mustafa Koçar
236. Piyade Onbaşı Hüseyin Koç
237. Piyade Eri Şeref Kavak
238. Piyade Çavuş Ali Karpuzcu
239. Piyade Eri Ali Kaya
240. Piyade Eri Hamdı Kiracı
241. Piyade Eri Mehmet Karcıl
242. Piyade Eri Hüseyin Kaçıkoğlu
243. Piyade Eri Alaaddin Karataş
244. Tank Çavuş Celal Kahraman
245. Piyade Eri Mustafa Kuş
246. Piyade Eri Bekir Karayeğen
247. Piyade Onbaşı Kemal Köse
248. Piyade Eri Mehmet Kemerli
249. Piyade Onbaşı İbrahim Konaşoğlu
250. Piyade Eri Hasan Karaağaç
251. Piyade Eri Hasan Karagül
252. Piyade Eri M.Şirin Kalas
253. Piyade Eri Musa Kazan
254. Piyade Eri Hüseyin Kurutuldu
255. Piyade Eri Halil Koç
256. Piyade Eri Hasan Kaplan
257. Piyade Eri Mehmet Kaplan
258. Piyade Eri Şefik Kaçar
259. Piyade Eri Ali Karaağaç
260. Piyade Eri Seçim Kılıçaslan
261. Piyade Eri İbrahim Karakoyun
262. Piyade Çavuş Ali Köken
263. Piyade Çavuş Lütfü Kıçı
264. Piyade Eri A.Rıza Karaoğlan
265. Piyade Eri Sebahattin Kundak
266. Piyade Onbaşı Fikret Kartal
267. Muhabere Eri Ali Kılıç
268. Piyade Eri Celal Keleş
269. İstihkâm Eri Bektaş Karaş
270. Piyade Eri Cemil Kılıç
271. İstihkâm Eri Ali Karaduman
272. İstihkâm Eri Hüseyin Kocatürk
273. Piyade Eri Dursun Kanlı
274. Tank Eri Recep Karaköse
275. Piyade Eri Mehmet Karaca
276. Piyade Eri Nazım Kara
277. Sıhhıye Eri Rıfat Kar
278. Tank Eri İbrahim Köse
279. Komando Çavuş Cuma Karadoğan
280. Piyade Çavuş Ali Kalay
281. Piyade Çavuş Sadettin Madencioğlu
282. Piyade Eri Mevlüt Mercan
283. Piyade Eri Kadir Maranlı
284. Piyade Hüsnü Nevruz
285. Tank Onbaşı Şefik Nur
286. Piyade Eri Ali Ocak
287. Piyade Eri Ahmet Özkan
288. Piyade Onbaşı Ekrem Özkaya
289. Piyade Çavuş Filiz Okandan
290. Piyade Eri Hüseyin Özyurt
291. Piyade Eri Süleyman Özkan
292. Piyade Eri Abdullah Ömür
293. Piyade Eri Remzi Özipek
294. Piyade Eri Nevzat Özbay
295. Piyade Eri Fevzi Öztürk
296. Piyade Eri Mehmet Özdemir
297. Piyade Eri Ali Özdemir
298. Piyade Eri Sebahattin Özipek
299. Piyade Eri Ferzande Özavcı
300. Piyade Eri Hüseyin Özbay
301. Piyade Eri Orhan Kurban
302. Ordonat Eri Atilla Öztürk
303. Topçu Eri Remzi Öz
304. Piyade Eri Murat Önoğlu
305. Piyade Çavuş Tahsin Öztürk
306. Topçu Eri Bulduk Polat
307. İstihkâm Eri Ahmet Polat
308. Piyade Eri Mahmut Pınar
309. Piyade Eri Ali Pehlivan
310. Piyade Eri Ali Pınar
311. Piyade Eri Müslüm Polat
312. Tank Onbaşı Recep Pekmezci
313. Piyade Eri Emin Ren
314. Piyade Onbaşı Adnan Sipahi
315. Piyade Eri Hasan Ses
316. Piyade Eri Bilgi Serbest
317. Piyade Eri Cuma Sert
318. İstihkâm Eri Sabrı Soydemir
319. Piyade Eri Kazım Soydemir
320. Piyade Eri Mesut Şaban
321. Piyade Eri Salim Şinik
322. Piyade Eri Necati Şenol
323. Piyade Eri Cengiz Sarptürk
324. Piyade Eri Durak Sulu
325. Piyade Onbaşı Gültekin Sanal
326. Levazım Eri Hasan Sarıca
327. Piyade Çavuş Aslan Seçkin
328. Piyade Eri Celal Sulu
329. Piyade Eri Kazım Sungur
330. Piyade Eri Ziyafettin Sevinç
331. Piyade Eri M. Ali Şengül
332. Piyade Eri Necati Şenol
333. İstihkâm Eri Murat Şen
334. Piyade Onbaşı Yusuf Şahin
335. Piyade Onbaşı Yılmaz Şentürk
336. Piyade Eri Muhittin Satıoğlu
337. Piyade Eri Halim Soylu
338. Tank Eri Mustafa Soğana
339. Piyade Eri Hüseyin Süngü
340. Piyade Eri Necati Şentürk
341. Piyade Çavuş Kazım Turan
342. Ordonat Eri Agah Top
343. Piyade Eri Halil Taşkın
344. Piyade Eri Tahsh Tunç
345. Piyade Eri Salih Tunç
346. Ulaştırma Eri İsmail Tosun
347. Piyade Çavuş İlhami Topçu
348. Piyade Eri Adem Turan
349. Topçu Çavuş Turan Türközen
350. Piyade Eri Hüseyin Tüfekçi
351. Piyade Çavuş Adnan Türker
352. Piyade Eri A. KadirTonguç
353. Piyade Eri Hasan Toyran
354. Piyade Eri Muhsin Tuğrul
355. Piyade Eri TahirTüzirılü
356. Piyade Eri Halit Tekin
357. Piyade Eri Gerevan Tomay
358. Piyade Onbaşı Hüseyin Topal
359. Piyade Çavuş Galip Taş
360. Piyade Eri Recep Tezel
361. Piyade Eri İbrahim Turan
362. Piyade Eri Teymur Tari
363. İstihkâm Çavuş Kasım Sanaslan
364. Piyade Çavuş Kazım Tunç
365. Piyade Eri M. Ali Tan
366. Piyade Eri Cuma Teymur
367. Piyade Eri Atilla Türk
368. Piyade Eri M.Emin Türker
369. Piyade Eri Hasan Torun
370. Piyade Eri İzzet Tunçer
371. Topçu Eri Necdet Turgut
372. Piyade Çavuş Salim Tekin
373. Piyade Çavuş Abdulkerim Uruk
374. Piyade Çavuş Hüsnü Uysal
375. Piyade Eri İrfan Uzaldı
376. Sıhhye Eri Tevfik Uğur
377. Topçu Onbaşı Hüdaverdi Ulutaş
378. Piyade Eri Yusuf Uğur
379. Piyade Eri Rasrn Uygun
380. Piyade Eri Hasan Uğurlu
381. Piyade Çavuş Ömer Uçar
382. Piyade Eri Kemal Ünal
383. Piyade Eri Cevdet Öneş
384. Piyade Eri İlhan Ülgen
385. Piyade Eri Cavl Ülger
386. Piyade Eri İsmail Yüksel
387. Piyade Eri Erdoğan Yıldız
388. Piyade Eri Kemal Yıldırım
389. Piyade Eri Yılmaz Yıldız
390. Piyade Onbaşı Erol Yılmaz
391. Sıhhıye Eri Adnan Yıldız
392. Piyade Eri Cumhur Yüzü
393. Piyade Eri Ömer Yıldınm
394. Piyade Eri Arif Yiğitoğlu
395. Piyade Onbaşı Mustafa Yurdakadim
396. Piyade Eri Sebahattin Yılmaz
397. Piyade Eri Aziz Yılmaz
398. Piyade Eri Mehmet Yılmaz
399. Piyade Eri Hamdi Yılmaz
400. Piyade Onbaşı İbrahim Yalçın
401. Piyade Eri Ahmet Yıldız
402. Piyade Eri Mustafa Yerlioğlu
403. Piyade Eri İlyas Yener
404. Piyade Eri Ali Yaşar
405. Piyade Eri Mahir Yener
406. Piyade Eri Hasan Yalçın
407.Piyade Eri Osman Yıldınm
408. Piyade Eri Naci Varol
409. Piyade Onbaşı İbrahim Yolal
Hava Kuvvetlerinde Şehit Olanlar:
410. Hava Pilot Binbaşı Fehmi Ercan
411. Hava Pilot Kıdemli Üsteğmen İlker Karter
412. Hava Pilot Üsteğmen İbrahim Çınar
413. Hava Pilot Üsteğmen Türker Aydın
414. Hava Trafik Kontrol Başçavuş Sami Emen
Jandarma Genel Komutanlığı Şehit Olanlar:
415. Jandarma Kıdemli Başçavuş Kemal Dere
416. Jandarma Çavuş Ekrem Özmen
417. Jandarma Onbaşı Veli Atan
418. Jandarma Onbaşı Lütfü Özgen
419. Jandarma Eri İsa Aslan
420. Jandarma Eri Cemal Akıncı
421. Jandarma Eri Mesruh Şanlı
422. Jandarma Eri Muammer Cerah
423. Jandarma Eri Satılmış Tekel
424. Jandarma Eri Muştala Gök
425. Jandarma Eri Osman Ali Dal
426. Jandarma Eri Mahmut Nayir
427. Jandarma Eri Hasan Güven
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Şehit Olanlar:
428. Deniz Piyade Onbaşı Hasan Dutlu
429. Deniz Piyade Eri Recep Akjıkaçtı
430. Deniz Piyade Eri Ali Yanatma
431. Deniz Piyade Eri Hüseyh Ersoy
432. Deniz Piyade Eri Rıdvan Çakır
433. Deniz Piyade Onbaşı Kenan Çepni
434. Deniz Piyade Onbaşı Harun Köse
435. Deniz Piyade Onbaşı Hüseyin Kapıcı
436. Deniz Piyade Onbaşı Halil Aydemir
437. Deniz Piyade Onbaşı Osman Dağlı
438. Deniz Piyade Eri Sabri Tütüncü
439. Deniz Piyade Eri Hasan Özkapı
440. Deniz Sivil İşçi Ahmet Ersoy
TCG Kocatepe Muhribinde Şehit Olanlar:
441. Deniz Kıdemli Binbaşı Metin Sülüs
442. Deniz Kıdemli Üsteğmen Necati Gürkaya
443. Deniz Teğmen Caner Gönyeli
444. Güverte Topçu Astsb.Bçvş.İsmet Yılmaz
445. İkmal Astsb.Bçvş.Temel Şimşir
446. Makina Kazan Astsb.Bçvş. İsmet Dülgeroğlu
447. Güverte Top Astsb.Üçvş. Aydın İncekara
448. Makina Çarkçı Astsb.Üçvş. Orhan Durusoy
449. Makina Elektrik Astsb.Üçvş. Mehmet Kurt
450. Makina Çarkçı Astsb.Çvş. Erhan Yıldınm
451. Güverte Top Astsb. Kd.Çvş. Hasan Diş
452. Makina Çarkçı Astsb.Çvş.Yahya Bakır
453. Makina Kazan Astsb.ÇvşAinan Mavidemir
454. Güverte Torpido Astsb.Çvş.Cemil Akın
455. Makina Kazan Astsb.Çvş.Nuri Urun
456. Teknisyen Astsb.Çvş.Mehmet Çetin
457. Makina Yarasavunma Astsb.Çvş.Nadir Güneş
458. Deniz Topçu Eri İbrahim Koçak
459. Deniz Topçu Eri Kenan Nazlı
460. Deniz Torpido Eri Naim Özkan
461. Deniz Radarcı Eri Osman Velet
462. Deniz Çarkçı Eri Abdullah Yıldız
463. Deniz Çarkçı Eri Hayati Sezer
464. Deniz Fırıncı Eri Hasan Bayraktar
465. Deniz Ahçı Eri Mevlit Ergüven
466. Deniz Vardabandra Eri Kadir Toraman
467. Deniz Çarkçı Eri Uğur Tatlı
468. Deniz Topçu Eri İbrahim Parlar
469. Deniz Torpido Eri Mustafa Aydın
470. Deniz Porsun Eri Rahmi Tepebaş
471. Deniz Radarcı Eri Zafer Baydar
472. Deniz Çarkçı Eri Tamer Seyhan
473. Deniz Topçu Eri Bektaş Kocakafa
474. Deniz Torpido Eri Ali Türkmen
475. Deniz Sürdümen Eri Yusuf Cansevdi
476. Deniz Vardabandra Eri Mehmet Cihan
477. Deniz Topçu Eri Recep Balcı
478. Deniz Topçu Eri Hasan Sönmez
479. Deniz Topçu Eri Osman Nuri Ocak
480. Deniz Top Eri Ali Nihat Gerede
481. Deniz Radarcı Eri Nuri Öztop
482. Deniz Çarkçı Eri Mehmet Bozkurt
483. Deniz Kazancı Eri Hasan Özdemir
484. Deniz Telsiz Eri Cemal Yılmazsoy
485. Deniz Yarasavunma Eri Naci Kamış
486. Deniz Elektrik Eri Koray Manur
487. Deniz Topçu Eri Gaffur Kaynar
488. Deniz Top Eri Ömer Faruk Ercan
489. Deniz Torpido Eri Ahmet Uğur
490. Deniz Kazancı Eri Kenan Cansev
491. Deniz Vandabandra Eri Süleyman Teke
492. Deniz Vandabandra Eri Asım Özdemir
493. Deniz Serdümen Eri Halil Kalafatoğlu
494. Deniz Elektrik Eri Osman Çetiner
495. Deniz Piyade Astsb. Üçvş. Necati Sıvacılar
496.Sıhhıye Teknisyen (Dalgıç) Astsb. Bşçvş. Selçuk Yıldırım (15 Kasım 1974 günü dalgıç
görevi sırasında şehit oldu.)
F.
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINA HAVAN TAKIM KOMUTANI OLARAK
KATILAN PİYADE TEĞMEN MEHMET TIBIKOĞLU’NUN ANILARI
Kıbrıs Barış Harekâtı’na 39ncu Tümen 50nci Piyade Alayı, 2nci Tabur Havan Tahkim
Komutanı olarak katılan Piyade Teğmen Mehmet Tıbıkoğlu Birinci ve İkinci Barış Harekâtı
ile ilgili o günlerde yazdığı anıların özeti aşağıdadır;
Mehmet Tıbıkoğlu halen Albay rütbesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinde göreve devam
etmektedir.
19 Temmuz sabahı Mersin Limanına geldik.
Burada bütün erlerin cephanelerini dağıttık. Sabahın erken saatlerinden itibaren
gemiye binmek üzerek sıramızı beklemeye koyuldum. Her bölük bir çıkarma gemisine bütün
ağırlıkları ile biniyor ve her çıkarma gemisi bir dalga teşkil eden birlikler Kıbrıs’a doğru yol
alıyordu.
Nihayet 19 Temmuz saat 12’de gemilere bindik. Mersin Valisi ve Diyanet İşleri
Başkanı Lütfi Doğan’ın konuşmalarından sonra Alay Komutanımız Albay Halil İbrahim
Karaoğlanoğlu onlarla vedalaştı ve saat tam 13’te 113 Nolu LC-U ile Kıbrıs’a hareket ettik.
20 Temmuz 1974 sabahı ilk dalga biriliklerimiz karaya ayak basarak düşmanla
çarpışmaya başladı.
Bu sırada uçaklanmız düşman mevzilerini havadan bombalıyor, helikopterler devamlı
komandolan Boğaz bölgelerine indiriyor, uçaklar paraşütle komandolan aşağı atıyordu.
Biz 20 Temmuz 1974 saat 12 buçuk sıralarında karaya ayak bastık. Çıkartma gemimiz
bir türlü manevra yapamıyordu. Çünkü karaya saplanmıştı. Ben beşinci dalgada idim. Karaya
çıkmadan önce denizde iken Rumlar bize epeyce havan mermisi attılar. Mermiler bizim LCU’nun sağına soluna düştü. Rumların attığı bu mermiler denizde kumları hareket ettirince
çıkarma gemisi kendisini kurtararak Rumların atış menzili dışına çıktı. Daha sona bölük
beline kadar suya girerek karaya ayak bastı.
Çıktığımızda sahilde her taraf yanıyor sağdan soldan hafif silah mermileri geliyordu.
Diğer taraftan topçumuz Beşparmak Dağlan’nı dövüyordu. Biz hemen çıkarma bölgesinde
bulunan bir yamaca mevzilendik. İlk gördüğümüz şehit uzanmış boylu boyunca yatan bir
Deniz Piyade Eri idi. Onu görünce çok duygulandım, çok üzüldüm.
Kıbrıs’a ayak bastığımızda bütün herkes Kıbrıs’a ayak basmanın sevinci ve sarhoşluğu
içindeydi. Herkes birbirini öpüyor, sarılıyordu. Bu anda her taraf yanıyor, uçaklarımız
Beşparmak dağlarındaki düşman mevzilerini bombalıyordu. Aniden çıkarma plajını (Paladini)
Rumlar havan atışlarına tuttular. Plajda herkes serbestçe dolaşıyordu. (Alay Komutanımız
Bayrağımızı oradaki bir evin damına diktirmişti.)
Beşparmak Dağları’ndan Rumların ateşi başlayınca herkes canını zor kurtardı.
Bu olaydan sonra hakikaten savaşın içinde olduğumuzu anladık. Bölük Komutanım
bana Bölük personelini toplamamı ve Girne’ye doğru gitmemi söyledi. Kendisi Tanksavar
Takımını Omorfo yakınını kapatmak üzere oraya götüreceğini söyledi. Ben Bölüğü toplayıp
istenilen yöne doğru götürdüm. Fakat çok az askeri bir araya toplayabilmiştim. Herkes bir
yana dağılmıştı. O atışlar esnasında eczacı Asteğmen Mehmet’in durumu hiç gözümün
önünden gitmez.
Toplayabildiğim erleri ilerideki zeytinlik bölgeye yerleştirdim. Burada bir hava
taarruzuna maruz kaldık. Uçaklar bizi devamlı makinalı tüfek atışlarına tutuyordu. Bir erimiz
kolundan hafif şekilde yara aldı. (Adana Kadirli’den Çavuş Osman Karataş)
Biz de uçaklara uçaksavarlarla karşılık vermeye başladık.
20 Temmuz akşama doğru Tabur Komutanı Piyade Binbaşı Hasan Tek gelerek bu gece
Rumların denizden bir çıkarma yapacağını, baskın yapacaklarını çok dikkatli olmamız
gerektiğini, kendisinin de bizimle beraber bulunacağnı söyledi. Biz hemen gerekli düzen ve
tertibi aldık. Gelecek tehlikeyi beklemeye başladık. Gece bütün her yerden müthiş bir atış
başladı. Her taraf yanıyordu, ateş bulunduğumuz tarafa doğru geliyordu.
Geceleyin mermi yolunu seyretmek çok muhteşemdi. Ateş sabah saat 4’e kadar sürdü.
4’te biraz ortalık durulur gibi oldu. Bölük Komutanımız hemen mevzi değiştirmemizi söyledi.
Ben askerleri topladım. Tabur Komutanı ayağından vurulmuştu ve acı içinde kıvranıyordu.
Burada da ateş başladı. Bütün bölük, başını kaldıramıyordu. Sabah alaca karanlık
olduğunda ateş ancak durdu. Bu sırada 50’nci Piyade Alay Komutanlığı Bölük Komutanı
Yüzbaşı Seyithan ile A. S-3’ü Yüzbaşı bizim oraya geldiler ve gece saat 02 sularında Alay
Komutanı Piyade Albay H. ibrahim Karaoğlanoğlu’nun şehit olduğunu bildirdiler. Alayın
komutasını Binbaşı Hasan Tek’in almasını istediler. Alay Komutanının yanında birkaç subay
daha şehit olmuştu.
Sonra harekete geçerek karşımızdakileri temizledik. Hepsi beş kişi imiş.
21 Temmuz 1974
Günün ağarması ile birilikte o bölgede temizleme harekâtına giriştik. Arama sonunda
bölgede başka kimsenin olmadığını tespit ettik. Biz çıkarma bölgesinden 2-3 km. uzakta idik.
Daha benim havancılarım karaya çıkmamıştı. Çünkü bizi getiren LC-U (Ç-163) kuma
saplanmış, kıyada kalmıştık. Sonradan öğrendiğimize göre kıyıya yanaşarak araçlar çıkmış.
Ben hemen havancıların yanına giderek bölüğün bulunduğu bölgeye getirdim. Bölüğün
başında ben, Üsteğmen Mustafa, Asteğmen Kemal Kaya, Asteğmen Çetin Kurt vardı. Nihayet
akşam kararmaya başlayınca Bölük Komutanı geldi ve burada geceyi geçireceğimizi
havancıların inmesini ve dağılmayı emretti. Ben derhal havancıları İndirerek mevziye soktum.
Tam bu sırada bulunduğumuz yere Beşparmaklardan top ateşi başladı. Bölüğe bir baktım,
arabaya atlayan ileriye gidiyordu. Beş dakika sonra bölgede kimsecikler kalmamış, yalnız
havan takımı havanları ile mevzide, orada kalmıştık.
Üstelik bir de bana arızalı araç bırakmışlardı. Mermiler ortamıza, sağımıza, solumuza
bütün hızıyla düşüyordu. Hemen bütün erlere tam siper yapmalarını emrettim. Çünkü
havanlarla ateş etmemize imkân yoktu. Sonra mermilerin çukur imla haklı tank mermileri
olduğunu öğrendim. Büyük bir gürültü çıkarıyor ve toz toprak kaldırıyordu. Bunun üzerine
erlere derhal havanları yükleyip ileriye gitmeyi emrettim. Erler canlarını dişlerine takarak
havanları 1 dakika içinde yükleyip ileriye hareket ettiler. Ben de yanıma birkaç er alarak yaya
olarak araziden gitmeyi daha uygun buldum. Giderken çok tehlikeler atlattık. Arkadan gelen
bizim kariyerler, bizim arazide yaya olarak ilerlediğimizi görünce Rum zannederek üzerimize
müthiş bir uçaksavar ateşi başlattılar. Kendimizi nasıl yere atıp, toprağı eşelediğimizi
anlatmak imkânsız. O an ölmek içten bile değildi.
Kurtulup da Bölüğümüzün yanına geldiğimde Asteğmen Kemal Kaya hüngür hüngür
ağlıyordu. Aynen şöyle diyordu. “Gitti Teğmenim, gitti teğmenim”. Yanlarına geldiğimde
benim sağ olduğuma inanmadılar. “Sen hala yaşıyor musun, sen ölmezsin artık, bu tehlikeden
kurtulduğuna göre artık ölmezsin sen” diyorlardı.
Şimdi biz de Girne girişini tutan 7 ve 8 nci Piyade Bölüklerinin yanına gelmiştik.
Tabur Komutanı hemen havanları kurup Beşparmak dağlarından bize ateş eden düşmanın
üzerine ateş etmemizi emretti. Ben derhal havanları kurarak ateşe başladım. Atışlar tam isabet
kaydediyordu. Bir havan ile de Tabur Komutanı ateş ediyordu. Ben eski havancıyım bak nasıl
hedefi buluyor diye keyifleniyordu. Akşam iyice karardı. Bölük tam emniyetini alarak
mevzilenmişti.
Bu anda beklenmedik bir şey oldu. Beşparmaklardan cephe boyunca birileri aşağıya
bize doğru ilerliyordu. Biz alayı arıyoruz, bir türlü telsizle irtibat kuramiyorduk. Soracaktık bu
inenler bizim komandolar mı, yoksa düşman komandolan mı?
Alay ile irtibat kuramayınca Tabur Komutanı “Bölük Komutanları derhal Bölüklerinin
başına, ben de 8 nci Bölük ile birlikte olacağım, kanımızın son damlasına kadar çarpışacağız
arkadaşlar” diye belirti.
Sabaha kadar tetikte bekledik. O gün hayatımızın en zor gününü yaşadık. Sabah ışıdı,
ateş hala devam ediyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte bir roketatar mermisiyle
erlerimizden 3-4 kişi birden yaralandı.
Nihayet 22 Temmuz 1974 gününün ilk ışıklarını da gördük. Işıklarla birlikte ateş daha
da yoğunlaştı. Bu gün ikinci çıkarma ilk takviye birlikleri geliyordu.
Düşman olanca hızıyla denizden çıkan askerlerimizi bombalıyordu. Bu bombalar bizim
içimizde, sağımızda, solumuzda parçalanıyordu.
Nihayet Girne’ye taarruz emri geldi. Saat 11 sularında havanların mevzilerini
değiştirip, yönü Girne istikametine çevirdik. Birliklerimiz Girne’ye taarruza başlamıştı. Ben
havanlarla Girne deniz, bölgelerine ateş ediyordum. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyordum
Nihayet Girne düşmüştü. Yalnız Girne kalesinde ateş devam ediyordu. Biz de Girne’ye
hareket için arabaları hazırladık. İkinci çıkarma ile gelenler çok ürkek ve çekingendi.
Konvoyu çekerek Girne’ye doğru yol alıyorduk. Ortalıkta bizim askerlerden, birde esir
alınmış Rumlardan başka kimse görünmüyordu.
Şehrin içinde bütün dükkânlar bırakılmış, her şey yerli yerinde görünüyordu. Biz
yanlışlıkla Girne çıkışına kadar gitmiştik, oralar daha düşmandan temizlenmemişti. Bizi
derhal oradan uzaklaştırdılar. Girne kalesinde kale burçlarında Rum milli muhafız ordusunun
askerleri uçaksavarlarla deli gibi ateş ediyorlar, bizim komandolar onları esir alıp, Girne
kalesini ele geçirmek için Temmuz sıcağında kan ter içinde savaşıyordu. Bir müddet sonra
Girne kalesi düştü ve kale Türk ordusunun eline geçti. Kaleye Türk bayrağı çekildi. Daha
sonra bize Çatalköy bölgesinde bulunan 14 ncü Piyade Alayının cephelerini teslim almamız
emredildi. Akşam oluyordu, bizim Tabur derhal oraya hareket ederek akşamüzeri Çatalköy
bölgesinde 14 ncü Piyade Alayının cephelerine yerleşti ve cepheyi teslim aldık. 14 ncü Piyade
Alayı Omorfo üzerine gitmek üzere intikale başladı. O akşam saat 24’e kadar ortalık sakin
geçti. Saat 24ten sonra karşımızdan (Akrepköy şimdiki barış plajının olduğu bölgeden) müthiş
bir ateş başladı. Karşılıklı ateş sabaha kadar sürdü. Sabah olunca ateş kesiliyor, akşama kadar
ufak tefek ateş dışında ateş edilmiyordu. Biz de gündüz dinleniyor, kendimizi geceye
hazırlıyorduk. Bu şekilde 14 Ağustos gününe kadar ulaştık. 13 Ağustos gecesi yeni emir geldi.
14 Ağustosta ikinci harekât olacaktı. Harekât sabahın erken saatlerinde başlayacaktı. Verilen
emir doğrultusunda 14 Ağustos sabahı ikinci Barış Harekâtı başladı. Rumlarla karşılıklı olarak
müthiş bir ateş başladı. O gün saat 15’e kadar karşılıklı ateş devam etti. Nihayet Rumlar pes
ederek, bulundukları mevzileri terk edip kaçmaya başladılar ve o bölgeler de Türk ordusunun
eline geçti.
Çatalköy bölgesinde bulunduğumuz sırada kesin emir vermemize rağmen, takımdan
bazı erlerin Çatalköy’e giderek yiyecek maddesi alıp getirdiklerini öğrendim. Bunun üzerine
erleri toplayarak kesinlikle köye gidilmeyeceğini söyledim. Böylece bu tür disiplin bozucu
olayların önüne geçmiş olduk. Bu tür emirlerimize rağmen takımdan bir er gelerek bana şöyle
dedi. “Komutanım, ben hiç Rum öldürmedim, ben terhis olup köyüme döndüğümde savaşta
kaç Rum öldürdün derlerse ne söyleyeceğim, ben onun için Çatalköy’de bulunan yaşlı
Rumları öldüreceğim.” Ben hemen bu işin yanlış olduğunu, bunu yapmamasını söyledim.
Onların bize bir zararı yok, asker değil, öldürürsen vicdan azabı çeker, ömür boyu üzülürsün,
sonra bu tür bir çılgınlığa kesinlikle kalkışma dedim. Savaşmak hiç de kolay değil, savaşan
insanın haleti nahiyesi çok önemli. Savaş hem bedenen, hem de ruhen yapılan bir şey, bir
mücadele...
G.
KAYSERİ
HAVA
İNDİRME
TUGAYI’NIN
KIBRIS
BARIŞ
HAREKÂTI’NDAKİ BELLİ BAŞLI FAALİYETLERİ
16 Temmuz 1974: Türk silahlı Kuvvetleri Alarm durumuna getirildi.
18 Temmuz 1974: Hava İndirme Tugayı saat 11.00’den itibaren 2nci ordu emrine girdi.
18 Temmuz 1974: Top Bataryasfnın da harekâta katılacağı emri verildi.
19 Temmuz 1974: Tugay Komutanı Tuğgeneral Sabri Evren Tugay personeline Harekât
emrini açıkladı.
19 Temmuz 1974: Saat 16.30’da Serbest Paraşüt Müfrezesi ve 2nci Prş. Taburu, saat 17.30’da
da 1nci Prş. Tb. Erkilet Hava Alanına intikallerini tamamladılar.
19 Temmuz 1974: Bütün personel saat 19.00’da Erkilet Hava Üssünde düzenlenen genel
brifinge katıldı. Üs Komutanı Tuğgeneral Safter Necioğlu, 20 Temmuz 1974 günü saat
07.00’de paraşüt hücumunun gerçekleşeceğini bildirdi.
19 Temmuz 1974: Saat 20.00’de Subay ve Astsubaylar Aileleri ile vedalaşmak üzere hava
alanından Kayseri’ye gittiler.
19 Temmuz 1974: Saat 20.00’den sonra Kayseri müftüsü Hava Alanında bir vaaz verdi.
19 Temmuz 1974: Yzb. Sami Akbulut komutasındaki atma bölgesi işaretleme bölgesi,
işaretleme ekibi, saat 21.30’da bir Domier uçağı ile Erkiletten Adanana hareket ettiler.
20 Temmuz 1974: Atma bölgesi işaretleme ekibi saat 02.06’da Adana’dan Kıbrıs’a hareket
etti. Fakat uçakları yere inmeden 03.30’da tekrar Adana’ya geri döndüler.
20 Temmuz 1974: Saat 06.00’da tekrar Adana’dan Kıbrıs’a hareket ettiler. 07.15’te Kırnı
Hava Alanına indiler.
20 Temmuz 1974: Saat 04.58’de Erkilet Hava Alanından ilk uçak havalandı.
20 Temmuz 1974: Saat 05.00 sıralarında 3 ve 4 ncü Prş.Taburları Zincidere’den Erkilet Hava
Alanına intikal ettiler.
20 Temmuz 1974: Saatler 07.05’i gösterdiği sıralarda 1nci Prş.Tb. Doğu yolu (Fota)-BoğazLefkoşa asfaltı arasında, 2nci Prş.Tb. Gönyeli Kuzeydoğusuna ilk hava indirme hücumunu
gerçekleştirdiler.
20 Temmuz 1974: Saat 07.15 sıralarında ağır yükler atıldı.
20 Temmuz 1974: Topçu Bataryası saat 07.20’de Dağyolu-Pınarbaşı-Boğaz bölgesine atıldı.
20 Temmuz 1974: Uçaklar saat 08.30’da tekrar Erkilet Hava Alanına döndüler.
20 Temmuz 1974: Saat 11.30’da Hava İndirme Tugay’ı paraşüt hücumunu başarı ile
tamamladı.
20 Temmuz 1974: Yzb. Sami Akbulut şehit oldu.
20 Temmuz 1974: Saat 11.35’ten itibaren adada ki bütün birlikler 6. Kor. K.lığı emrine girdi.
20 Temmuz 1974: Günün sonunda;
1nci Prş.Tb. Doğruyol-Karatepe arasındaki kesimi teslim aldı.
2nci Prş.Tb. Kırnı bölgesindeki düşman girmesini önledi.
3ncü Prş.Tb.Boğaz-Deliktepe istikametinde taarruzla Bayraktepe’yi ele geçirdi
4ncü Prş.Tb. Hamit Mandırası güneyinde saat 23.00’den itibaren K.T.K.A. Emrine girdi.
Obüs bataryası geceyi Boğaz-Lefkoşe asfaltı 500 m.batısında geçirdi.
20 Temmuz 1974: Saat 20.05’te dört adet O büs topu paraşütle atıldı.
20 Temmuz 1974: Saat 21.00’de serbest paraşüt müfrezesi Tugay Karagahı emniyeti için
Boğaz Bölgesinde toplandı.
21 Temmuz 1974: Saat 07.00 sıralarında O büs topları bulundu.
21 Temmuz 1974: Saat 09.30’da Kobra takımı helikopterlerle Kırnı Havaalanına indi.
21 Temmuz 1974: Saat09.45’te 1/230 Piyade Alayı Helikopterlerle adaya indi.
21 Temmuz 1974: Saat 12.10’da Hava İndirme Tugayına henüz paraşüt atlama eğitimi
yapmayan 1954/1 tertip erler Helikopterlerle Kıbrıs Türk kesimine indi.
21 Temmuz 1974: 1/230 Piyade Alayı, Hv.indirme Tugay K.lığı emrine girdi.
21
Temmuz 1974: Eteriakarmi-Kömürcü batısı-Göçeri dağyolu-2 km. batısı - Ayvasıl-
Eskikuyu 1,5 km.güneyi-Ortaköy-Lefkoşe Türk kesimi-Hamitköy- Aşağı Dikomo doğusuOzanköy batısı hattına ulaşıldı.
22 Temmuz 1974: 2nci Prş.Tb. Girne’ye girdi.
22 Temmuz 1974: 4 ncü Prş.Tb. Lefkoşe Hava Alanına girdi.
22 Temmuz 1974: Tugay Komutanı, Türkiye’den helikopterlerle gelen Tugay personelinin
birliklerini dağıtmak üzere Ütğm. Çağdaş İlk, Ütğm. K.Kılıç ve Ütğm. F.Sezgin’i
görevlendirdi.
22 Temmuz 1974: Saat 17.00’den itibaren ateşkes ilan edildi.
23 Temmuz 1974: 1nci Prş.Tb. ve Zafer Tb.’una grup Komutanı olarak P.AIb.Hulusi
Böiükbaşı tayin edildi. Yardımcılığına ise P.Bnb.ilter Yücel getirildi.
23 Temmuz 1974: Direktepe Sihari istikametinde ilerleyen Yzb.Tuncer Güngör, Stavros
harabeleri ile Karakoskal tepe arasında 29 araçlık bir düşman konvoyuna saat 14.00 sularında
kurduğu pusu başarılı oldu ve araçlar tamamen imha edildi.
23 Temmuz 1974: Yzb. Tuncer Güngör şehit oldu.
24 Temmuz 1974: Kobra takımı, Tugay’a ait paraşütleri toplamakla görevlendirildi.Gecede
Tugay Karargâhının emniyetini sağladılar.
25 Temmuz 1974: 1. Cenevre Görüşmeleri başladı.
26 Temmuz 1974: Bufevento kalesi düştü.
29 Temmuz 1974: Ütğm. Nazmi Saatçi şehit oldu.
29 Temmuz 1974: Lefkoşa Hava Alanfmn emniyeti görevi 4 ncü Prş.Tb.na verildi.
30 Temmuz 1974: 1. Cenevre Görüşmeleri bitti.
30 Temmuz 1974: Saat 21.45’ten itibaren atış ve ileri harekât durduruldu.
04 Ağustos 1974: 4ncü Prş.Tb.nun Lefkoşa Hava Alanındaki görevi sona erdi.
08 Ağustos 1974: 11. Cenevre Görüşmeleri başladı.
10 Ağustos 1974: 1nci Prş.Tb. 39 ncü Tümen emrine girdi.
10 Ağustos 1974: 2nci Prş.Tb. motoriye hale getirilerek 28 nci Tümen emrine verildi.
13 Ağustos 1974: Saat 23.45te II. Kıbrıs Barış Harekâtı emri verildi.
14 Ağustos 1974: 11. Cenevre Görüşmeleri sabah saatlerinde sona erdi.
14 Ağustos 1974: 11. Kıbrıs Barış Harekâtı başladı.
15 Ağustos 1974: 3 ncü Prş.Tb. saat 10.00’da Komando Tugay’ı emrine verildi.
15 Ağustos 1974: 3/4 bölük tank taburu emrine verildi. Karşılığında
5 adet tank alındı.
16 Ağustos 1974: Günün sonunda Omorfo ovası tamamen ele geçirildi.
16 Ağustos 1974: 4 ncü Prş.Tb. Komanda Tugay’ı emrine verildi.
16 Ağustos 1974: Saat 19.00’da B.M. Güvenlik Konseyinin 360 numaralı ateşkes çağrısına
uyularak ikinci kez ateşkes ilan edildi.
26 Ağustos 1974: 1nci Prş.Tb. 39 ncü Tümen emrinden alınarak Hv. ind. Tugayı emrine
verildi.
26 Ağustos 1974: 2nci Prş.Tb. 28 nci Tümen emrinden alınarak Hv: İnd. Tugayı emrine
verildi.
29 Ağustos 1974: Yeni Tugay komutanı Tuğgeneral Adnan Doğu’nun da katıldığı törenle bir
üs rütbeye yükselen Subay ve Astsubaylara rütbeleri takıldı.
29 Ağustos 1974: 3ncü Prş.Tb.Komando Tugayı emrinden alınarak Hv. indirme Tugayuna
verildi.
02 Eylül 1974: Eski Tugay Komutanı Sabri Evren adadan ayrılarak, Tuğgeneral Adnan Doğu
yeni görevine başladı.
17 Ocak 1975: 2nci Prş.Tb. Zincidere’ deki kışlasına dönmek üzere adadan ayrıldı.
25 Ocak 1975: Hava indirme Tugayı Kh. ve Bağlı birlikler ile 3ncü Prş.Tb.Zincidere’deki
kışlasına dönmek üzere adadan ayrıldı.
7 Şubat 1975: 4ncü Prş. Tb. Zincidere’deki kışlasına dönmek üzere adadan ayrıldı.
22 Mart 1975: Topçu Bataryası Zincidere’deki Kışlasına dönmek üzere adadan ayrıldı.
1.
HAVA İNDİRME TUGAYININ KURULUŞU
Hava indirme Tugayı, Komanda Tugayı adı altında 7 Haziran 1965 te 1nci Komando
ve 1nci Ankara paraşüt Taburu’nu bünyesine alarak Tugay Karargâhı Müfrezesi ve Hava Grup
kısmı ile Ankara/Güvercinlikle kuruldu.
23 Temmuz 1966’da Karargâh birliklerinin bir kısmı ile Ankara/Kirazlıdere’ye intikal
eden Tugay, 1 Eylül 1966’da 4 ncü Kolordu’nun emrine girmiştir.
Tugay 10 Eylül 1971’de Kayseri/Zincidere’deki yeni kışlasına intikal ederek. 30 Ekim
1972’de Komando Taburları, Bolu’daki kuruluşlarına sevk edilerek, Hava İndirme Tugayı
bugünkü halini almıştır.197
197
2.
TUGAYIN
HÂLİHAZIR
KURULUŞLARI
İLE
İFA
EDEBİLECEĞİ
GÖREVLER
1- Bütünü veya bir kısmı ile muayyen bir bölgeyi paraşüt hücumu ile ele geçirmek ve
kısa süre (72 saat) elde bulundurmak.
2- Sefer kadrosu uygulandığı veya yeterli muharebe ve idari hizmet desteği sağlandığı
takdirde düşman ve arazi durumunun müsaadesi nispetinde bir bölgeyi uzun süre elde
bulundurmak.
3- Gerekli ve paraşüt atma malzemeleri ile donatıldığı takdirde, inmeyi müteakip
koordineli bir şekilde taarruzda bulunmak.
4- Daha büyük bir birliğin ileriden emniyetini sağlamak için küçük birlikler halinde
münferit bölgelere atılarak; baskın, pusu ve sızma taktikleri ile örtme harekâtında bulunmak.
5- Tamamı ve bir kısmı ile taktik akın tipi görevleri ifa etmek.
6- Geri bölgelere yapılan düşman hava indirmelerine karşı ve antigerilla harekâtında
tepki kuvveti olarak kullanılmak.
7- Gözetleme ile kapatılan geniş kıyı bölgelerinin, düşman çıkarmalarına karşı
korunmasında diğer birliklerin intikaline kadar ilk mukavemet kuvveti olarak görev yapmak.
8- Serbest paraşüt Müfrezesi ile stratejik sonuçlara tesir edecek çok önemli hedefler
kati neticdi baskınlar yapmak
9- Mevcudiyeti ile bir tehdit unsuru olarak düşman derinliklerinde bir kısım kuvvet
bulundurmaya zorlayarak, katı netice yerine düşman muharebe gücünü azaltmak.
10- Mecbur kalındığında veya uygun destek sağlandığında daha büyük bir birliğin
emrine veya müstakil olarak taarruz savunma ve geri çekilme harekâtını icra etmek.
11- Bir kısım birlikleri ile taktik alanda çevik hava harekâtı tipinde her türlü görevi ifa
eder.
12- Her türlü asayiş görevlerini yerine getirmek
Belirtilen bu imkânların uygulama derecesi, Türkiye’ye yönelecek tehditlerin ve her
türlü tehdidin ortaya koyacağı hareket şartlarının müsadesi nisbetinde olacak, zaman ve
mekân unsurlarının uygun bir şekilde kıymetlendirilmesi basan ihtimalini artıracaktır.198
3.
198
TUGAYIN HAREKÂTA KATILAN BİRLİKLERİ
- Tugay Karargâhı ve Karargâh Bölüğü -1nci Paraşüt Taburu
- 2nci Paraşüt Taburu
- 3 ncü Paraşüt Taburu
- 4 ncü Paraşüt Taburu
- Serbest Paraşüt Müfrezesi
- Muhabere Müfrezesi
- Kobra Takımı
- 7,5/18 cm’lik Obüs Bataryası
4.
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTININ İLK GÜNÜNDE TUGAYIN KONUMU
Hava İndirme Tugayının 2 paraşüt taburu saat 07.00-07.15 arasında diğer 2 paraşüt
taburu ise saat 11.15-11.30 arasında paraşütle indirildikten sonra hemen planlandığı şekilde
muharebeye giderek ilk günün sonunda;
-1nci Paraşüt Taburu, Türk Mukavemet Teşkilatının Boğaz Sancağı Zafer Taburu’nun,
Doğruyol-Karatepe arasındaki kesimini teslim alarak savunma durumuna geçmiştir.
-2nci Paraşüt Taburu, saat 18.00’de Gönyeli bölgesine geldiğinde, Kırnı bölgesine
yapılan Rum Kuvvetlerinin taarruzunu karşılamak üzere Kırnı bölgesine alınarak buraya
düşmanın girmesini durdurmuştur.
-3 ncü Paraşüt Taburu, Boğaz-Deliktepe istikametinde taarruza geçmiş ve Albayrak
Tepe’yi ele geçirmiştir.
-4 ncü Paraşüt Taburu, Hamit Mandırası bölgesinde 231 Rakımlı Tepe’nin güneyinde
toplanarak, saat 23.00’ten itibaren Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alay Komutanlığı’nın emrine
girmiştir.
-Obüs Bataryası, ilk geceyi Boğaz-Lefkoşa asfaltının 500 m. batısında geçirmek
zorunda kaldı.
-Serbest Paraşüt Müfrezesi, Tugay Karargâhı’nın emniyetini sağlamak için Karargâhın
200 m. kadar doğusunda bulunan tepede mevziye girerek emniyeti sağlamıştır.
Tugay Komutanı, atlayıştan sonra 22. Tabur Karargâhına gitmiş oradan da, Kıbrıs Türk
Kuvvetleri Alay Komutanı ile Ortaköy ve Lefkoşa’ya giderek, üst komutanlarla temas kurmuş
tekrar Ortaköy’e dönmüştür. Kurmay Başkanı ve diğer karargâh personeli ile Gönyeli
bölgesine indiler. Çünkü saat 09.30 civarında Ortaköy’deki komuta yeri şiddetli top ve havan
atışlarına maruz kalınca, burası terk edilerek Gönyeli komuta yerine gidildi. Ancak burası da
aynı şekilde top, havan ve makineli tüfek ateşine maruz kalınca bu komuta yeri de terk
edilerek, Boğaz Sancağı komuta yerine geçilmiştir. Burada ilk helikopter dalgası ile bölgeye
inen 6. Kolordu Taktik Komuta Grubu ile birleşerek emre girilmiştir. (20 Temmuz 1974, saat
11.00)
Burada yapılan durum değerlendirmesi neticesinde alınan karara göre; Komando
Tugayı Boğaz’ın batısından, Hava İndirme Tugayı Boğaz’ın doğusundan taarruz edecek. Bu
arada 3 ncü Paraşüt Taburu Darboğaz-Deliktepe istikametinde, 2nci Paraşüt Taburu DarboğazOzanköy istikametinde bulunmaktadır. Saat 16.00 sıralarında Nevşehir Jandarma Komando
Taburu’da Hava İndirme Tugayı emrine verildi. 3 ncü Paraşüt Taburu saat 15.30’dan itibaren
taarruza sevkedilirken, Nevşehir Jandarma Komando Taburu’da 3 ncü Paraşüt Taburu’nun
kuzeyinden taarruza katılacaktı. 2nci Paraşüt Taburu ise yoğun ateş altında bulunduğundan
muharebe alanına ulaşmaları gecikmiş, ancak ertesi sabah taarruza katılabilmişlerdi.
Aynı gün 6. Kolordu Komutanı Nurettin Ersin, Kıbrıs Barış Harekâtı’na katılan, Hava
İndirme Tugay Komutanlığına, Komando Tugay Komutanlığına. Çakmak özel Görev Kuvvet
Komutanlığına, Lefkoşa Sancak Komutanlığına, Boğaz Sancak Komutanlığına gönderdiği
emir ile;
1. 6. Kolordu Taktik Komuta Grubu Temmuz 1974’te Ada’ya inerek bu ana kadar
inmiş ve Ada’da bulunan birliklerin emir ve komutasını üzerine aldığını,
2. Taktik Grubun elindeki imkânlar sınırlı olduğundan ast karargâhlar kendilerini telli,
telsiz, haberci ve irtibat subayı gibi imkânlardan istifade ederek bu karargâha
bağlanacaklarını,
3. Ast birlik komuta yerinin değiştiğinde bildirilmesini,
4. Düşman hakkındaki bilgiler ve diğer önemli bilgilerin beklenmeden karargâha
bildirilmesini isterken harekâta katılan bütün birliklere de başarılar dilemekteydi.199
Aynı gün harekâta katılan birliklere, 6. Kolordu Komutanlığımdan ikinci bir emir ile;
1. Birliklerin o gece ulaştıkları hatta muhtemel düşman baskınlarına karşı tedbirlerini
arttırmalan,
2. Keşif faaliyetlerini sürdürerek düşmanla teması devam ettirmeleri,
3. Bölgelerini sonuna kadar savunmaya devam etmeleri,
4. Girne Boğazı, Dikomo ve Lefkoşa bölgelerine bilhassa dikkat etmeleri,
5. Karargâh ve birliklerde karartma yapılarak ışık sızmalarına engel olmalarını,
199
6. Birliklerin 21 Temmuz 1974 günü erken saatlerde koordineli planlanmış hedeflerine
taarruzlarına devam edecekleri,
7. Bu gece Anfıbi Tugay ile birleşme imkânı aranacağını bildirmekteydi.200 Aynı emir
Tugay Komutanlıklarınca da ast birliklere iletilerek uygulanmaya konulmuştur.
5. KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINDA İKİNCİ GÜN (21 TEMMUZ 1974)
1nci Paraşüt Taburu
Önceki gün kendilerine gösterilen mevzilerine yerleşen bölükler savunmaya devam
ettiler, özellikle 1nci ve 2nci Bölüklerin mevzilerine ağır düşman mermileri düştü, fakat
herhangi bir zayiat verilmedi. Dün ve bu gün atılan ağır yükler mücahit ve sivil halk
tarafından toplanarak gerekli malzemeler birliklere sevkedildi. Tabur ihtiyatı olan 3 ncü Bölük
Bilelli Köyü’nün kurtarılması ile görevlendirildi. Bu amaçla yapılan taarruzda Bölük
Komutanı Ütğm. H. Hüseyin Karabay bacağından yaralandı. Tabur bölgesine yaklaşmakta
olan 8-10 tane düşman tankı tespit edildiyse de sabaha kadar herhangi bir tank faaliyeti
görülmedi. Bilelli taarruzundan sonra 3 ncü Bölük Zafer Tabur Komutanlığı emrine verildi.
Aynı taarruzda Atğm. Şevket Çil, Çavuş Ali Beyoğulları, Er İsmail Yüksel şehit oldu. Bölük
Komutanlığı’na Selçuk Gemicioğlu görevlendirildi, Teğmen İsmail Hakkı Pekin’de 3 ncü
Bölük emrine verildi.
2nci Paraşüt Taburu
Geceyi Kırnı Bölgesine düşman girmesini önlemekle geçiren 2nci Paraşüt Taburu,
sabahın erken saatlerinde aldığı emirle, Girne’nin güneyinde bulunan Şahinler Tepe’ye
hareket etti. Tabur Komutanı Bnb. Ömer Kocabıyık, 1nci Bölük Komutanı Ütğm. Ergün
Gören, 2nci Bölük Komutanı Ütğm. İbrahim Poyraz, 3 ncü Bölük Komutanı Ütğm. Necmi
Bulan, Karargâh ve Destek Bölük Komutanı yerine Tğm. Atıf Yurdakul komutasında
yürüyüşe başladığı sırada, helikopterlerle gelen Subay, Astsubay, Erbaş ve Erlerin Boğaz
Bölgesine intikallleri, yakında da Tabura katılacakları haberi alındı. Çok geçmeden Tabur’a
katılan personelle Tabucun mevcudu; 26 Subay, 26 Astsubay, 449 erbaş ve er oldu. Ancak
önceki gün atlayış sırasında düşman ateşi sebebiyle bölünme olmuş 2 Subay, 3 Astsubay, 4050 kadar erbaş ve er Taburdan ayrı düşmüştü. Sonradan alınan istihbarata göre bu grubun Fota
200
yakınlarında bulunan Komanda Tugay’nın emrine girmiş. Yine atlayışta ayağından yaralanan
Tek. Başçavuş Ferudun Gülekim hastaneye kaldırılmıştı.
3ncü Paraşüt Taburu
Aldığı emirle Delik Tepe’ye giden Tabur, 21 Temmuz 1974 saat 00.30’da Bozdağ’a
etkili düşman ateşi altında, yaya olarak ulaştılar. Ancak Delik Tepe’ye gitmeden evvel Rum
Bozdağı’na bir taarruz düzenlenmesi Tugay Komutanlığınca 3 ncü Paraşüt Taburu’na
emredilmiş, bu vesile ile Bozdağ’a gelindiğinde Tabur Komutanı bu göreve Kd.Ütğm. Orhan
Ceylan’ in emir komutasında takviyeli bir bölüğü tayin etti.
Bölük gerekli hazırlıklarını tamamladıktan hemen sonra taarruz için harekete geçmişti
ki; kısa süreli bir konaklama sırasında halen mücahitlerin kontrolünde bulunan Bozdağ’a
takviyeli bir bölük düşman kuvveti sızarak Tabur bölgesine saat 01.45 sıralarında baskın
tarzında taaruzda bulundu. Mücahitlerin bulundukları Bayrak Tepe’deki mevzilerini
terketmeleri, Bayrak Tepe’nin 02.30’da düşmanın eline geçmesine sebep oldu.
Saat 03.00’te Kd. Ütğm. Erol Dereli, Kd. Ütğm. Recep Şen ve Kd. Ütğm. İsmet
Akpınar Komutasında bir bölük kuvvetindeki birliğin karşı taarruzu ile tepe tekrar ele
geçirildiysede Bayrak Tepe’nin tamamen ele geçirilmesi ve kontrol altına alınması 05.00’e
kadar devam etmiştir.
4ncü Paraşüt Taburu
Tugaya gönderilen irtibat subayı ancak 21 Temmuz 1974 sabahı saat 04:0016 Tabur’a
dönebildi. Tugay Karargâhından gelen emre göre Tabur’un Gönyeli’ye tarruz etmesi
gerekiyordu.
Bunun üzerine Tabur Komutanı, Gönyeli düşmüş, oraya taaruz edeceğiz diye verdiği
emir üzerine, Hamit Mandırası ‘nın batısında Tabur Taarruz düzeninde süratli bir şekilde
Gönyeli’ye doğru ilerlemeye başladı, 1nci Bölük ihtiyatta kalarak 2nci ve 3 ncü bölükler
ileriye yanaştılar.
6.
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINDA ÜÇÜNCÜ GÜN (22 TEMMUZ 1974)
1nci Paraşüt Taburu
İlk gün sonunda Ayvası I Köyü’nü ele geçiren Tabur savunma mevzilerinde tahkimatı
pekleştirirken, Komando Tugay’ı, 3 ncü Taburu’ndan Astsubay Mustafa Demir, Astsubay
Mustafa Karalı, Astsubay Sedat Can ve 7 er helikopter indirmesinde düşmanın kesif havan
atışları dolayısıyla biriliklerinden ayrı düşerek 1nci Paraşüt Taburu’na katıldılar.
4 ncü Paraşüt Taburu 2nci Bölük Takım Komutanı Atğm. Esat Karagöz Komutasında
26 erle beraber takviye edildi. Tabur personelinden 46 er karadan gelerek Tabur’a katıldılar.
Astsubay Selahattin Önal’da 3 ncü Bölüğe katıldı.
2nci Paraşüt Taburu
Şahinler Tepe’yi elinde bulunduran Tabur, son iki günde Türkiye’den helikopterlerle
gelen ve kayıp personelinde katılması ile muharebe gücü artmıştı.
Tabur’un bu günkü görevi Şahinler-Çingene Bahçesi-Ozanköy istikametinde taarruz
ederek bu bölgeleri ele geçirmekti. Bu amaçla Tğm. Ulvi Berberoğlu’nun komutasındaki
Silah Takımı ve Tğm. Ahmet Çakmakçı Komutasındaki Ağır Havan Takımının kesif hazırlık
ateşini müteakip, saat 12.00’de Şahinler Tepe-Ozanköy istikametinde 1nci Bölük sağda, 2nci
Bölük solda 1nci hatta 3 ncü Bölük ihtiyat olmak üzere, Ozanköy bölgesi ele geçirilmek
maksadıyla taarruza geçildi.
Tabur destek silahlarının ateşi neticesinde Belapayıs güney sırtları tamamen sislenerek
düşmanın gözü köreltilmiş o anda batı-doğu istikametinde esen rüzgâr Türk birliklerinin
lehine dönerek Tabur’un süratle hedefine ilerlemesini sağlamıştır.
3ncü Paraşüt Taburu
21 Temmuz 1974’te Delik Tepe’yi ele geçiren 3 ncü Paraşüt Tabur’u, 22 Temmuz
1974 günü yarım kalan Delik Tepe temizleme harekâtına devam etti. Saat 11.00’de başlayan
bu harekât saat 12.00’de DelikTepe’nin güney-doğusunda görülen elli kişilik bir düşman
kuvvetine yapılan taarruzla son buldu. Bu taarruzda düşmanın 30 kadarı öldürüldü, 5 kişide
esir edildi.
Böylece Delik Tepe’nin doğu eteklerine kadar tamamıyla zapt edilerek düşmandan
temizlendi.
4ncü Paraşüt Taburu
Bugün 4 ncü Paraşüt Taburu’na verilen görev, Yunan Alayı’na ve Havaalanına taarruz
idi. Bu amaçla öğleden sonra saat 13.30’da Gönyeli’de komuta yerinin gerisindeki evde
toplanılması emredildi. Toplantıya bütün bölük komutanları ve grup komutanları katıldı. Grup
komutanı Bnb. Cengiz Varol bugün bir taarruz yapılacağını, hedefin kamp-Yunan Alayı-Kilise
ve Havaalanı olduğunu bildirdi.
O güne kadarki muharebelerde ateş üstünlüğü düşmanda olup, hava taarruzları
dışında oradaki mevzilere tek bir mermi dahi atılmamıştı. İstenilen taarruzda da topçu ve 106
mm’lik havanların ateşi gibi destek ateşi de yoktu. Bunun üzerine toplantıdaki birlik
komutanlan ateş ve düşman hakkında bilgi istediler fakat bu istekleri gerçekleşmedi.
7.
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINDA DÖRDÜNCÜ GÜN (23 TEMMUZ 1974)
1nci Paraşüt Taburu
Bugün 1nci paraşüt Taburu ve Zafere Taburu’na grup komutanı olarak Albay Hulusi
Bölükbaşı tayin edildi. Yardımcılığına ise Bnb. Ilter Yücel görevlendirildi.
Bu görev değişikliğinden sonra bir tank takımı 2nci bölük bölgesinden Eskikuyu
(Yerolokko) Köyü’ne taarruz gerçekleştirildi. Ancak meskûn mahalden ateşle karşılık
verilince geri çekilmek zorunda kalındı. Daha sonra taarruz için mevzi değiştirildiyse de
Kö/ün yakınlarına yaklaşılmaktan gayn bir şey olmadı.
2nci Paraşüt Taburu
Önceki gün muharebeler sırasında bölünen 2nci paraşüt Taburu’nun Girnedeki kısmı
sabahın erken saatlerinde telsiz dinlemesi yaparken Taburun Ozanköydeki kısmı ile bağlantı
kurar ve aldığı emirle Ozanköy’e intikal etmek için 50 nci Piyade Alayı’ndan araç ister. Ancak
araç veremezler, bunun üzerine 60 kişilik 2nci Paraşüt Tabur personeli yürüyüş kolu halinde
sahil yolunu takip ederek intikale başladılar. Girne Kalesi önlerine gelindiğinde emniyet
açısından bir tank eşliğinde, saat 10.00’da Ozanköy’de Tabur ile buluştular. Böylece
parçalanmış unsurların katılmasıyla Tabur yine büyük ölçüde personel yönünden bütünlenmiş
olur.
3ncü Paraşüt Taburu
Önceki günlerde yaptıkları taarruzlarla Deliktepe’yi ellerinde bulunduran 3 ncü
Paraşüt Taburu, Tabur Karargâhı olarakta Deliktepe’yi kullanıyordu. 23 Temmuz 1974 sabahı
Tugay komutanlığınca verilen emirle. Stavroz Harabeleri istikametinde taarruzla, Sihari’de
230. Piyade Alayı 1nci Taburu ile temas kurulması bihetinde hareket edildi.
Takviyeli 2nci Bölük ve Jandarma Bölüğü Yzb. Tuncer Güngör komutasında Sihari
istikametinde ilerlerken, saat 14.00 sıralarında büyük bir düşman konvoyun rastladıkları
haberi 2.Bölük Komutanı tarafından rapor edilir.
Bu konvoyda bir zırhlı araç, uçaksavar makinalı tüfeği, 9 topçeker ve üzerine taret
monteli araç dâhil 29 tane araç vardı. Personel ve cephane yüklü konvoyun görüldüğü yer ise
Stavroz Harabeleri ile Kakoskaltepe arasındaki stabilize yoldu.
2. Bölük Komutanı Yzb. Tuncer Güngör, derhal Tabur Komutanlığı ile temas kurarak
Sihari istikametindeki ileri harekâtını durdurur ve konvoya pusu kurarlar. Pusu ve peşinden
meydana gelen çatışma gece saat 21:00 ‘e kadar devam eder. Bu pusu harekâtında Tabur
Komutanlığı emri ile 1nci Bölük ve 3 ncü bölük destek silahlarıyla ileriye kaydırılarak 2nci
Bölüğe takviye edildiler.
Bu pusu Kıbrıs Barış Harekâtı gerçekleştirilmiş en büyük pusu olması dolayısıyla
tarihteki yerini almıştır.
4üncü Paraşüt Taburu
Tabur, harekâtın ikinci günü Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alay Komutanlığı emrine
verilmiştir ve Alay komutanlığından aldığı emre göre hareket ediyordu. Bu sebeple bazen
Tabur Bölükleri arasında irtibat kesiliyordu. 23 ve 24 Temmuz günleri 2 ve 3 ncü Bölükler
birinci hatta çok zayıf olan mevzileri kazmak ve irtibat hendeklerini kazmakla meşguldüler
1nci Bölük’ten ise haber yoktu. Çünkü Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı. Tabur’un ast Birliklerine
istediği şekilde kullanıyordu, 1 Bölük ile ilgili olarak kulaktan kulağa yayılan haber ise
Lefkoşe taarruz ettikleri şeklinde idi.
8.
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINDA BEŞİNCİ GÜN (24 TEMMUZ 1974)
1nci Paraşüt Taburu
22 Temmuz 1974 günü sabahın erken saatlerinde Tabur Karargâhında yapılan
toplantıda Bölüklerin, silah, malzeme yaralı ve şehitler genel olarak tespit edildi.
İhtiyata alınan Tabur, moral yönünden de eksikliklerin giderilmesi için tertip ve
tedbirlerin alınması yönüne gitmiş, gündüzleri 1/3 oranında nöbetçi olmak üzere dönüşümlü
olarak uyutulmuş ve dinlendirilmiştir. Personele ilk defa mektup yazma imkânı sağlamış
bundan sonra da, düzensiz olsada posta hizmeti başlatılmıştır.
Tabur Komutanı Bnb. Ömer Kocabıyık komutasında Teğmen Bülent Yavuz, Astsubay
Bşcvş. Kamil Cıvıcı ve İkmal Bakım Takım Komutanı Astsubay Bşcvş. Ferudun Gültekin ile
lojistik hususlar hakkında kısa bir toplantı yapıldı. Su ikmali ağırlıklı kare bölgesindeki evden
yapmaya başlandı. Bu arada Mühimmat dağıtım noktası tesis edildi. Şehit toplama yeri ve
bölükler ile telsiz ve telefon irtibatı kullanarak cephaneleri bütünlendi.
Bugün genel mahiyette 2nci Paraşüt Taburu bir önceki gün elde ettiği Sivri Tepe Koca Tepe - Dikmen Tepe arasındaki mevzilerinde faaliyetlerine devam ettiler. Düşmanla bir
çatışma olmadı.
3 ncü Paraşüt Taburu
Delik Tepe’den Sihari istikametinde ileri harekâta devam edilerek önceki gün 29
araçlık bir düşman konvoyunun imha edildiği bölgede konvoydan kalanlar olabilir,
düşüncesiyle tekrar arama ve temizlik yapılması emri ile gidildiğinde 10 kadar düşman askeri
direnmeleri üzerine öldürüldüler. Bundan sonra 3 ncü Paraşüt Taburu Büfevento Kalesi’ne
ilerleyişini devam ettirdi.
2nci Bölük Komutanı P.Kd. Ütğm. Orhan Ceylan, bölgeye ikmal maddesi götürürken
saat 15.30 sıralarında Vune köyü kuzeyindeki Kireç ocakları bölgesinde pusuya düşürüldü.
Ütğm. Ceylan ile birlikte 6 er yaralandı, bir er de şehit oldu.
9.
BEŞİNCİ GÜNÜN SONUNDA DURUM
Bugün 3 ncü Paraşüt Taburunun faaliyetleri dışında önemli bir faaliyet olmamış,
öğleden sonra 14 ncü Piyade Alayının 2nci Taburu helikopterlerle Ada’ya nakledilmiş, Eski
Kuyu ve dolaylarındaki düşman girintisi düzeltilmeye çalışılmışsa da tam başarı
sağlanamamıştır. Dördüncü günün sonundaki ulaşılan hatlarda gün ihtiyatlı beklemekle
geçirilmiştir.
H.
AMFİBİ ALAY KOMUTANI ALBAY NEŞET İKİZ’İN AMFİBİ ALAYININ
ÇIKARMA HAREKÂTI KONUSUNDA ANLATTIKLARI
“Komutanı olduğum Amfibi Alay, 1968’den beri Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral
Kemal Kayacan’ın ileri görüş ve çabalarıyla kurulmuştu, örnek bir alaydı. Hiç bir şey
tesadüfe bırakılmamıştı.
Askerlerimden de emindim.
Ama yine de bu bir harpti... Hiç birimizin gerçek savaş tecrübesi yoktu.
Gece olmasına rağmen hava sıcak... Gömleğim terden vücuduma yapışıyordu. Ufuk,
çepeçevre puslu... bir süre sonra geminin iskele tarafından tan yeri ağarmaya başlar gibi
oldu.
Akdeniz ‘de, şafağın çöküşünü hep birlikte izledik. Yeni doğan güneşle, yeni bir güne
de başlıyorduk... Ama bu güneşin battığını göremeyeceklerde olacaktı.
Aramızda... Kim bilir belki de ben?...
Ada’ya, herhalde epey yaklaşmış olmalıydık. Gerçekten de dikkat edilirse, sisler
arasında, Ada’nın silueti belli belirsiz seçilmeye başladı.
Önümüzde, fazla bir vaktimiz kalmamıştı.
Alayıma, karşılaşabilecekleri her şeyi son bir defa anlatıp, onlan her şeye hazırlamak
için askerce konuşmakta yarar gördüm. Onlarla helalleşmek, onları Tanrıya emanet etmek
istiyordum.
“Evlatlarım” dedim... “Çıkartma sırasında düşmanın çok ağır mukavemeti ile
karşılaşabiliriz. Bu karşı koyma, çok ağır ve kanlı olabilir. Belki, Tanrı’nın bir lütfü olarak
Ada ‘ya baskın yapar gibi çok rahat da çıkabiliriz. Unutmayınız ki, bütün milletin bütün
silahlı kuvvetlerin gözleri bizlerin üzerinde!... “
Bütün Alay, “çıt çıkarmadan “ beni dinliyordu.
“Evlatlarım” diye devam ettim. “Er meydanında mukadderat, bilinmez! Hakkınızı
bana helal ediniz.. Biliniz ki, isteklerim dışında davranana hakkımı hiçbir zaman helal
etmem!...”
Evlad-ı vatanlar, hep bir ağızdan: “Hakkımız helal olsun.. Komutanım... “diye ortalığı
inlettiler. Onlara şehit olduğum takdirde, yerimi kimin alacağını bir kere daha hatırlattım.
Tekrar haklarını helal etmelerini istedim.
“Hakkımız helal olsun, komutanım...” selası bir kez daha Akdeniz’in semalarında
dalgalandı. Sonra, Amfibi Tugay Komutanı General Süleyman Tuncer’e tekmilimi verdim.
Daha sonra da, çıkarma filomuzun komutanı Tuğamiral Emin Göksan’a... Duygulanan filo
komutanımız bizlere güvenini belirtti...
“Sağol!” sesleri bir kez daha Akdeniz ‘de yankılandı...
Artık, varış hattına iyice yaklaşmıştık. Bundan sonra, botlara geçilecek, çıkarma
harekâtı bifiil başlayacaktı.
“Ertuğrul “un köprü üstüne çıktım. Makineler “stop” etmişti.
Yine, “çıt” çıkmıyordu koca gemide... Önceden provaları yapılmış tiyatro eseri, ilk
defa oynanmaya başlayacaktı. Bu sırada, nasıl bütün oyuncular perdenin açılmasını
heyecanla beklerse, askerde aynı heyecanı içinde vereceğim emri bekliyordu.
Bordadan aşağı sarkıtılan ağlar “Ertuğrul” a yanaşan çıkarma botlarına indirilmişti
bile...
Çıkartma, üç aşamada planlanmıştı. Çıkartma botlan, mevcut kuvvetleri Ada ‘ya üç
seferde götürecekti. Bu seferlerin her birine “Dalga” tabir ediliyordu ki, kısacası çıkarmanın
“üç dalga” halinde düzenlendiğini söyleyebilirim, “geminin ana konuşma devresini” açtım.
Mikrofondan önce Tanrı’dan bizleri utandırmamasını diledim. Sonra da komutu verdim:
“-Bismillah! İndirme noktalarını, tahsisli çıkarma botlarını boşaltın!”
Deniz piyadeleri ok gibi fırladılar. Sonradan aşağıya sarkan indirme ağlan bir anda
mehmetçiklerie doldu. Birinci dalganın eratı, üstelik tam tehniliyle, bir buçuk dakika gibi kısa
bir zamanda ağlardan inip botlardaki yerini almıştı. Gerçekten gurur verecek bir başanydı
bu.
Komutan ve silah arkadaşlarımla vedalaşıp, ben de bota indim.
Kıbrıs’a çıkacak ilk birlik böylece “Sancak Gemisi” inden ayrılmış oluyordu.
Çıkartma botunda, herkes ciddiydi. Bütün sinirler gergindi. Eratın arasında, kıpırdanan
dudaklarıyla dua edenler olduğu gibi, şakalaşanlar da vardı. Botun transistorlu radyosu,
Anavatandan yapılan yayını alıyor, marşlar çalıyor, arada moral verici konuşmalar yapılıyor,
sonra yine marşlar çalınıyordu.
Sonra, Başbakan Ecevit’in; “Türk Silahlı Kuvvetlerimiz indirme ve çıkarma
harekâtına başlamış bulunuyorlar. Allah milletimize ve insanlığa hay ıhı etsin!...” diyen sesi
duyuldu.
Gökyüzü,
paraşütçülerimizi
taşıyan
uçak
ve
komandolarımızı
taşıyan
helikopterlerimizle doldu. Hepimiz şevk içindeyiz. Gerçekten zaferi kazanacağımıza
inanıyorum.
Bulunduğum çıkarma botunda Amfibi Alay Komutanlığı harekât Subayı, Deniz Piyade
Üsteğmen Ahmet Aksu, Muhabere Subayı Deniz Piyade Üsteğmen Şahap Karaosmanoğlu,
Hava İrtibat Subaylarından Havacı Binbaşı Fehmi Ercan (Bu subayımız sonradan şehit olmuş
ve daha sonra Kıbrıs’taki Timbu Havaalanı, genişletilip büyütülerek Ercan Havaalanı adını
almıştı) ile pilot yüzbaşı Akın Giray da vardı.
“Ertuğrul”dan ayrıldığımız bu noktadan çıkarma yapacağımız plaja kadar olan
mesafe bu botlarla, yaklaşık 45 dakika kadar sürecekti. Ama bitmek bilmeyen bir 4 5 dakika
idi bu...
Artık, iyice kıyıya yaklaşmış durumdaydık. Yaklaştıkça da, plaj (Pladini Plajı)
bölgesinden yer yer mukavemet görmeye başladık. Dikkat ettim. Daha çok evlerden ve daha
sonra karakol olduğunu anladığımız bir binadan ateş ediliyordu. Çıkartma araçlanmızın
silahları tarayarak bunlan hemen susturdu.
Gözüm hep saatimde... Artık Kıbrıs kıyısına bir taş atışı mesafesindeyiz. Botlanmızın
altı düz olduğu için, plaja iyice yanaşılıyor. Ama, yine de askerin inmesi için indirilen
kapaklar, kumlara değil de, bele kadar yükselen suyun içine iniveriyordu. Yalnız benim
bulunduğum bot değil, öteki botlar da yaş kapak attılar. (Yani kumsala değil denize)
O anda, saatim tam 8.50’yi gösteriyor. Pladini plajının tam karşısındayız. Aynı anda
bir çok mermi, çıkarma aracımızın bordosuna peş peşe saplanıverdi. Ama, şimdilik endişe
edilecek pek bir şey yok. Allah vere de plaj, Rumlar tarafından mayınlanmış olmasın. Daha
önce, Donanmamızın balık adamları, çıkarma yapacağımız plajı kontrol edip, mayın ve sualtı
manialan olup olmadığına bakmışlar, bu kesimde, ne açıkta, ne de kumsal da bir şey
bulamamışlardı.
Harekât Subayı Aksu; “Çok şükür bu günleri gördüğümüze!” diyerek beni
kucakladıktan sonra, çıkarma aracından aşağı fırladı.
Deniz piyadeleri, bele kadar yükselen sularda, düşe kalka koşuyor, bir an önce kıyıya
çıkıp, hemen oracıktaki bitki örtüsünün arkasında siper almak için acele ediyordu.
Tanrıya şükür, şimdiye kadar bir aksilik çıkmadı. Büyük bir karşı koymayla karşılaşmadık.
Kelimenin tam anlamıyla bir baskın çıkarması olacağa benziyor bu.. Nitekim daha sonraları,
düşmanın bizi daha doğuda, ya da, daha batıda beklediğini öğrendik. Eğer, o plajlardan
birine çıksaydık, bu bölgeler mayınlanmış ve iyi korunmakta olduğundan büyük kayıp
vereceğimiz muhakkaktı...
Çıktığımız plaj, yatık yollu mermisi olan silahlara kapalı, plajın hemen üstünde,
düşmanın bir gözetleme istasyonu ile çevrede henüz işgal edilmemiş koruganlar var. Ama
koya giren araçlarımız düşmanın görüşünden çıktığı için şimdilik güvenlik altında...
Karaya ayağını basan Mehmetçiklerimiz hemen mevzileniyordu. Böylece, yakın
güvenliğini güvence altına almaya çalışıyordu. Mehmetçikleri karaya çıkaran “çıkarma
gemileri” geri dönerek plajdan uzaklaşıp ikinci dalgada karaya çıkacakları getirmek üzere
“Ertuğrul” gemisine yaklaşmaktaydı. Bu sırada, sahile yakın yerlerden bulduğumuz sivilleri
plajların kabinlerine topladık. Birliğimizin doktoru Asteğmen Veli Eroğlu ile birlikte onların
yanına giderek hayatlarının teminat altında olduğunu, hiç bir kuşkuları olmaması gerektiğini
bildirdik. Dehşete kapılmışlar, büyük bir panik içinde idiler.
Bu sırada, yakınlık gösterenlerle konuşuyorduk:
“Mecbur kalmazsak, savaşmak istemiyoruz. Korkmayın, Mehmetçiklerimiz, size zarar
vermeyecektir... “dedik.
Ancak, oradan ayrıldıktan kısa bir süre sonra, birliklerimize, sivil araçlardan, sivil
şahısların üzerimize ateş açtıklarını öğrendik. Etrafımızda, şuraya buraya atılmış,
terkedilmiş, Yunan askerlerine ait üniformalar gördük. Bunlar Mehmetçiğin adaya çıktığını
gören Rum askerleri ile Yunan askerlerinin kaçarken selameti üniformalarını terk etmekte
bulduklarını gösteriyordu. Böylece sivil halkın arasına karıştıkları anlaşılıyordu.
1. Taburun, ikinci bölük bölgesinde, dört namlulu uçaksavarlarla çıkarma birliklerinin
üzerine ateş edildiği rapor edilince, Binbaşı İlhan Aloğlu: “imha Ediniz” emrini verdi.
Çok kısa bir zaman süreci içinde düşman uçaksavarlarının imha edilip susturulduğunu
tespit ettik
Bu gibi çıkarmalarda, ilk dakikalar ve ilk saatlerin çok büyük önemi vardır. Bu
nedenle, bizde kısa zaman içinde pek çok şey yapmak üzere acele etmek zorundaydık. İlk iş
olarak, çıkış “köprü başı” oluşturduğumuz plajın hemen gerisinden geçen Girne-Lapta
karayolunu trafiğe kapattık. Çok uzaklardan, giderek artan, yoğun silah sesleri, gelmeye
başlamıştı. Bu da gösteriyordu ki, düşman birlikleri bize doğru yaklaşmaktadır. Ancak bu
bölgeden karaya çıkılacağını ummadıkları için gafil avlanmışlardı. İlk şaşkınlıkları geçmiş,
akıllarını başlarına toplayıp (varsa) karşı direnişe geçmişlerdi.
Direnişleri gittikçe ciddileşiyordu. Bizler bu arada, süratle “Çekme” ve “Onarma”
ekipleri kurduk. Kara istihkâm Astsubayı Oğuz Serçinlioğlu, buldozerinin direksiyonunun
başında olağan üstü bir gayretle, Pladini Plajı sahilinde, ikinci dalga ile gelecek çıkanma
gemilerinin suya değilde kuma “Kapak atma “ larını sağlamak için çalışıyordu. Dozer ile
kumları topluyor, yığın haline getiriyor, sonra kumları denizin yaladığı yere doğru sürüyor.
Bütün çabası ikinci dalga çıkarma birlikleri gelmeden önce, askerin suyun içine değil,
doğrudan kumsala atlayarak karaya ayak basmasını sağlamaktı.
Ancak sahilde bu türlü çabalar içinde çırpınınken, karaya çıkması beklenen ikinci
dalganın geciktiğini gördük.
“ikinci dalga nerede kalmıştı?” 50 nci Piyade Alayını taşıyan ikinci dalga çıkanva
gemileri kıyıya vardığı zaman, saat bir hayli ilerlemiş, 10.00’a yaklaşmıştı. Karacı askerleri
büyük bir heyecanla karşıladık. Çıkartma bölgesinde, yer yer, beli geçen sulara kapak
atmanın güçlükleri yine bir dert olarak karşımıza çıkmıştı. Karacı Piyadeler, alışkın
olmadıkları bu sularda bir an önce, karaya çıkmak için üstün gayret sarf ediyorlardı. Sulara
atılan araçların içinde motoru ıslanıp, sığ suda kalanlar vardı.
50 nci Piyade Alayı komutanı Piyade Kıdemli Albay İbrahim Karaoğlanoğlu, jeepi ve
alay sancaktan ile birlikte karaya çıkmıştı. Karaoğlanoğlu, dağ gibi, heybetli bir askerdi.
Silah arkadaşıma plaj sahilinde bir “durum raporu” verdim:
“-Düşman, her an bir karşı saldında bulunabilir Albayım “dedim ve ekledim: “-Bu
nedenle, en kısa zamanda toparlanıp hazır olmakta büyük yarar var!” Bu sözlerim üzerine
Albay Karaoğlanoğlu bana şunlan söyledi:
“-Merak etme kardeşim... Şimdi her şey dilediğimiz gibi olur Türk askerine
güveniyorum. Göreceksiniz... Bu asker yenilmez!”
Sahildeki plajın tesisleri ile kabinleri Rumlardan alınan esirlere ve enterne edilmiş
Rumlara tahsis edildiğinden onların da korunmasını sağlamak zorunlu idi. Pladini (şimdi
Yavuz Çıkartma Plajı) Plajının hemen üstündeki iki katlı otelin alt katı da “Sahra sıhhiye
hizmetleri” için ayrılmıştı. Çok genç bir askeri doktor, çakı gibi, bir yaralıdan ötekine
koşuyor, yaralan büyük bir dikkat ve titizlikle sanp sarmalıyordu.
Öğleye doğru ilk yaralanma haberi alındı. Gelen raporda, İkinci Tabur Komutanımız
Kıdemli Yüzbaşı Tahsin Güven’in, bir müsademe sonunda yaralandığı öğrenildi yüzbaşının
yarası çok ağırdı...
Vakit öğleye yaklaşmıştı. Güneş tam tepemizde... Bu mevsimde zaten çok sıcak olan bu
kıyılar, belki de son yılların en sıcak günlerini yaşıyordu.”201
I.
BARIŞ HAREKÂTIYLA İLGİLİ DİĞER ANILAR
“Bir Başkadır Benim Memleketim”
Gazetecilerin Ledra Palas Bölgesinden, Türk kesimine girişleri görülecek şeydi
doğrusu.
Kendilerini üç beş resmi kişinin dışında karşılayan da sarılıp öpen de, resimlerini
çeken, başlarından geçenleri anlatmalarını isteyenlerde, yine kendi meslektaşlanydı.
Daha ortalık kararmadan Ledra Palas barikatı yerli-yabancı basın mensuplarıyla
öylesine tıkanmıştı ki meslektaşlarının görev yapmasına sonsuz saygısı olan gazeteci,
bilmeden istemeden onlara mani olmuştu.
Ancak, bu bir kastın çok ötesinde, yıllar yılı aynı mesleğin kahrını çekenlerin, düşman
eline düşenlere yeniden kavuşmanın verdiği sevincin ifadesinden başka bir şey değildi...
Gecenin 20.30’undan itibaren etraf iyice dolmaya başlamıştı. Gelenlerin hemen hemen
hepsi gazeteci... Herkeste belirli, gözle görünür bir sinirlilik var. Sebebini tahmin etmek güç
olmasa gerek. ‘Tutsak gazeteciler geri verilecekler mi? Verilmeyecekler mi?” soruları saat
21.00’e doğru daha yüksek seslerle sorulmaya başlıyor.
201
Saat 20.50 Rum kesiminde farları parlayan bir araba Türk kesimine doğru geliyor.
Yine kaynaşma yine merak... Sonunda Kızılhaç’tan birisi gelip haber veriyor.
“-Saat 21.151e gelecekler!”
Saat 21.15. Gözler, Rum semtinden gelecek araba farlarını öylesine arıyor ki, insan
salim kafayla düşündüğü zaman gülesi geliyor. Çoğumuz yüz metre startında heyecanlanıp,
önceden çıkış yapan atletler gibi, uzaktan görünebilen en küçük bir harekete doğru hamle
yapıyoruz.
Saat tam 21.20. Uzaktan konvoy halinde gelen arabaların ışık huzmeleri Ledra Palas
Otelini aydınlatıyor. Görev yapmaktan çok meslektaşlarına, dostlarına kavuşmak için barikata
koşan gazetecilerin sevinci artıyor. Bir an için bu sevinç, görevlerini unutturuyor herkese.
Resim çekmek, röportaj yapmak, bir an için çok uzaklarda kalıyor. Flaşlar yerine öpücüklerin
sesi patlıyor gecenin karanlığında.. Esaretten dönen gazeteciler heyecanlı, ama karşılayanların
heyecanı onlarınkinden çok daha fazla. Gözler hafif nemli, dudaklardan:
“İyimisin Ertürk” “Bizi çok üzdünüz” “Mete Akyol geçmiş olsun” “Ağabeyciğim kötü
muamele ettiler mi?” cümleleri birbiri ardına dökülüyor.
Gözüme Milliyet muhabiri, gazeteci Mete Akyol çarpıyor. Elinde bir el çantası,
gözünde hemen herkesin bildiği kalın siyah çerçeveli gözlüğü, durgun, fakat her şeye rağmen
mutlu bir ifade ile dolu olan yüzü adeta ışıl, ışıl.
‘Türk kesiminde olmaktan memnun musunuz? bu tarafta kendinizi emniyette
hissediyor musunuz?” sorusuna içtenlikle ve gülerek verdiği cevap, “Ben mi mutluyum?
Mutlu da ne kelime. Kendimin bir parçası olan bir yerdeyim. Benim insanlarımla,
kardeşlerimle bir aradayım. Nasıl mutlu olmayayım?” şeklinde... Bu sözlerde esaretin
ağırlığını, zorluğunu seziyor insan... Mete Akyol... “Ben Milliyette doğdum” diyen,
Türkiye’de gazete okuyan hemen herkesin tanıdığı sempatik hoşsohbet bir kişi.
Nasıl ve ne zaman esir düştüğünü soruyoruz. Yıllar yılı icra ettiği mesleğinin verdiği
rahatlıkla derhal ve hiç abartmaya kaçmadan başlıyor anlatmaya:
“17 Ağustos Cumartesi günü saat 13.30 idi. Askeri bir araba içerisinde, yanımızda bir
mihmandar üsteğmen ve başçavuşla birlikte, “Mia Milya” bölgesinde ilerlerken, bir anda,
Rum askerleriyle karşılaştık. Arabamıza ateş etmeye başladılar. Yanımızdaki Türk askerlerine
silahlarına davranmamalarını, aksi halde hepimizi öldüreceklerini söylediler. Yapılacak en iyi
şey bu idi. Nitekim, silahlarına davranmadılar. Biz, derhal gazeteci olduğumuzu, karşı tarafta
bulunanlara bağırdık. Bunun üzerine ateşi kestiler. Yanımıza geldikleri zaman basın
kartlarımızla Genelkurmay tarafından bize verilen “savaş muhabirliği” belgelerimizi verdik.
Bizi bir arabaya koydular, tanımadığım bir yerlere götürdüler. Götürdükleri yerde bir avlu
içerisindeki bir duvara doğru yüzümüzü döndürdüler. Üzerimizi arayıp, saatlerimizi aldılar.
İlk gün oldukça korkmuştuk. Fakat herşeye rağmen söylemem gerekir ki, basın mensubu
olduğumuza iyice kanaat getirdikten sonra kötü m uamele etmediler. Bu arada, bizi elinde
tutan, Milli Muhafız Ordusunun birlik komutanı bir yüzbaşı, hukuk tahsili yapmış biri idi.
Onun elinde olduğumuz süre bize iyi muamele etti ve ettirdi. İkinci gündü galiba, ellerim
arkaya kelepçelenmiş gözlerim bağlı olduğu halde Limasol’a götürüldüm. Diğer
arkadaşlarında bir kısmı orada idi. Bizi bir hücreye kapattılar.
Bu hücrenin avlusunda ise aralarında Lefke Emniyet müdürü Hüseyin Ali olmak
üzere, Rumların Lefke’den kaçarken beraberlerinde getirdikleri, günde bir dilim ekmek ve üç
taneyi geçmeyen zeytinle yaşatılan 75 soydaşımız bulunmaktaydı. Tüm ilgililerin, bu
kardeşlerimizle yakından ilgilenmesi için bunları söylemeyi kendimize bir görev sayıyorum.
Kızılhaç tarafından Türk kesimine getirilmeleri üzerine, tutuklu bulundukları sürece
bu heyet tarafından aranıp aranmadıklarını ihtiyaçlarının giderilip giderilmediğini merak
ediyorduk. Mete’nin cevabı “Vallahi Abi biz, bu adamları ancak bu gün gördük. Daha önce ne
aradılar, ne de sordular” oldu.
Saat 22.30’u geçmişti bile. Güneyden gelen herkesin yüzünde günlerce süren esaretin
yorgunluğu, bıkkınlığı az önceki sevincin yerini almaya başlamıştı.
Limasol’da hücrede tutuklu kaldıkları sürede, ümitsizliğe düştükleri zaman, bir
ağızdan söyledikleri şarkıyı, yine bir ağızdan, koro halinde söyleyerek uzaklaştılar. Uzaktan,
çeşitli nitelikteki seslerden oluşan bir nağme işitiliyordu.
“Bir Başkadır Benim Memleketim”
“Evvel Allah, Benim işim Tamam... Siz Onları Kaçırmayın Komutanım..”.
Amfibi Birliği’nin teğmeni Mesut Günsev Onbaşı Osman’ın nasıl şehit olduğunu şöyle
anlatıyor:202
19 Temmuz sabahı hastanedeki tek ingilizce bilen doktor plan Sinyorina Mazzurkato
odama girerek, “Feliçe” (dilleri dönmediği için bana öyle hitap ediyorlardı. İtalyanca mesut)
“Galiba sizin gemiler Akdeniz’e çıkmış, Yunanlılarla harp çıkacakmış” deyi verdi. Başımdan
aşağı kaynar sular döküldü.
İtalya’nın Sardunya Adası’na, bir NATO tatbikatı için gelmiş, fakat sarılıktan komaya
girdiğim için, gemimden helikopterle Capliari Askeri Hastanesi’ne oradan da Ospedale SS
Trinita Devlet Hastanesi’ne kaldırılmıştım.
202
Mensubu olduğum ve Türkiye’ nin tek Amfibi Birliği olan Deniz Piyade Alayı’nın, ilk
dalgada Ada’ya çıkarılacak çok ağır ve tarihi sorumluluk alacak bir birlik olduğunu
biliyordum. Gözümün önüne, Alay Komutanı Deniz Yarbayı İkiz geldi.
Ani bir kararla o gün, siestada -herkesin öğlen uykusuna yattığı saat- hastaneden firar
ettim.
Ankara’da, Deniz Kuvvetleri Karagahı’na uğradım. Bir kurye uçağına binerek,
Adana’ya oradan da Mersin’e geçtim. Kurmay Başkanına hastaneden taburcu olduğumu,
belgeleri Roma Deniz Ateşesi’nin göndereceğini söyledim. O akşam, ana gemimiz olan TCG
Ertuğrul, takviye birliklerini Ada’ya götürecekti. Gidip arkadaşlanmı görmeme müsade
etmenizi arz ederim.
Bu arada, yerime takım komutanı olarak kimi verdiklerini sordum. Yağız Adana’lı
delikanlı Asteğmen Halil’di benim yerime verilen. Birliğimizin özelliği nedeniyle, yedek
subay bulunmazdı. Asteğmen Halil ise, Filo Karargâhında görevliydi. Birden şaşırdım. Meğer,
birlikler yüklenirken, Filo Komutanı olan Amirale çıkmış, ‘Ya beni vurun ya da adaya
gönderin” diye ağlamıştı. Asteğmen Halil’i, yükleme manifestosunun sonuna kurşun kalemle
ilave etmişlerdi.
Ertesi sabah şafakla beraber Beşparmak Dağlan gözüktü.
Cehennem Alayı...
Güneş doğarken Beşparmak Dağları eteğinde Elia köyü civarında, M Tepesi adını
verdiğimiz Hristotosimma bölgesinde, ileri mevzilerde bulunan birliğime katılmam, bir
bayram sevinci yarattı hepimizde. Bölük komutanım Üsteğmen Ergene’ye, ayların özlemini
gidermek istercesine sıkı sıkı sarıldım. Bölükte, 4 şehit, 15 kadar yaralı vardı. Çıkıştan hemen
sonra, tank taarruzuna uğramışlar, tanksavarcılar kahramanca mücadele ederken şehit
olmuşlardı. Fakat tanklar imha edilmişti ve kıyıbaşı belirlenmişti. Hepsi yorgun, sakalları
uzamış, aç susuz fakat mutluydular. Hepsinin gözlerinde, zafer sevinci açıkça okunuyordu.
M Tepesi’nde Rumlarla aramızdaki dereti sınır yaparak gelişecek siyasi çatışmaların
sonucunu bekliyor, özellikle geceleyin yoğun ateşkes ihlallerine cevap vermek zorunda
kalıyorduk.
Siyasi gelişmeler çok önemliydi. Kıyıbaşı sayılmayacak bir köprübaşı elde edilmişti
ama tüm kuvvetler, daracık bir alana yığılmışlardı. Her geçen gün, tehlike bir kat daha artıyor,
Girne ve çevresi patlamaya hazır bir barut fıçısını andırıyordu. Hele çıkış plajı olan Pladini,
ağzına kadar cephane ile dolmuştu. Durum çok kritikti. Karşı bölgede Rumlar, devamlı
tahkimat yapıyor, Lapta ve Karava’ya cephane ve silah yığıyorlardı. Kilise, cephane deposu
haline gelmişti. Sıcak ve susuzluk dayanılacak gibi değildi. Durum gereği, cephede bulunan
bölüğümüzden sık sık keşif kolu çıkarılması emrediliyordu.
Görülmek, ölüm...
Keşifte görülmeden görmek, ölümden dönmekti kısaca bizim için; ilk harekâtta bir
keşif kolumuz pusuya düşmüş ve geriye dönmemişti. Zaman zaman düşman tarafından
yakalanan esirlerin ağaca bağlı, ağaçla birlikte yakılmış cesetleri ile karşılaşılıyordu. Hepimiz
omuz askı kayışlarının üzerine birer tane el bombası takmış, bunu flasterle sıkı sıkıya kayışa
raptetmiştik. “Bu en son kullanacağımız silah” diyordu Ahmet Astsubay. “Esir olmaktansa
ölmek daha iyi”.
Rahmetli Ahmet, “Onbaşı Osman Dağlı’yı da kola katalım, hem yardımcılık yapar
hem de araziyi tanır” dedi. Onbaşı Dağlı, adına benzer dağ gibi çocuktu. Çıkartma aracından
sahile ilk ayak basan manga komutanıydı, italya’daki tatbikatlarda İtalyan ve Amerikan Deniz
Piyadelerinin hayranlığını kazanmıştı.
Keşif kolunu hazırladık. Görev, Beşparmakların zirvelerine gelen komando birlikleri
ile temas sağlamak, şayet orada mevzilenmiş topçu varsa, ateş desteği için koordine yapmaktı.
Onbaşı Osman Dağlı, sıçrayarak yanımdan geçti. Yola indiği anda 5 metre ileride,
bahçe kenarına gömülmüş koruganın mazgalını fark ettim. “Osman dikkat” demeye ve
mazgalı ateş altına almaya zaman kalmadan, mazgal ölüm kustu. Otomatik tüfekle biçilen
onbaşı Dağlı, yol kenarına yığıldı. Şiddetli bir ateş muharebesi başlamıştı. Son direnme
noktasının da beli kırılmak üzereydi. Rumlar, ölülerini bırakarak geri çekilmeye başladılar. Bu
arada, Asteğmen Halil sürünerek Osman’ın yanına gitmeye çalışıyordu. Hafifleyen ateşle
birlikte yanına sıçradık. Kolu fena parçalanmıştı, karnında da derin bir yara vardı. Halil harp
paketini çıkartmış turnike tatbik ederken Osman’ın acı dolu fakat gururu yüzü bize doğru
döndü: “Evvel Allah, benim işim tamam, siz onları kaçırmayın komutanım” dedi. “Hayır
Osman, yaşayacaksın, şimdi seni ilk yardım merkezine göndereceğiz” dedim. Osman’ı
çevirdiğimizde üç merminin de belini biçtiğini gördük. Ama hala ümitliydik. İbrahim Göker
adlı arkadaşı Osman’ı sırtladı ve uzaklaştı. Osman ilk yardım merkezine, oradan ambulansla
sahra hastanesine götürüldü. Fakat, ne yazık ki, ameliyat sırasında şehit oldu. Yiğit Osman’ın
cep defterinde, şimdi Amfibi Deniz Piyade Alayı Müzesinde bulunan notlarında, taarruzdan
bir gece önce yazdığı şu satırlar çıktı:
“Arkadaşlar, eğer şehit olursam, 390 lira alacaklarımı aşağıda isimleri yazılı
arkadaşlardan alıp, İbrahim Göker’e verin. Borcum olan 90 lirayı da alacaklılarıma ödeyin “
Fethiyeli Onbaşı Osman Dağlı.
Ve bir fotoğraf çıktı cebinden Osman’ın. Beyaz bahriyeli elbisesi ile çekilmiş
Fethiye’deki eşi ve üç çocuğuna gönderilmiş bir sureti. Arkasında da şu dizeler:
“Topraktan aldılar cismimi
Bahriyeli koydular ismimi
Çelik mermi birgün delerse göğsümü
Hatıra olarak saklayın resmimi”
25 Ağustos 1974
Ergin Konuksever, mesleğine âşık, tutsak günlerinin öyküsünü, tam canlılığı ile
abartmadan anlatmış bir gazetecidir.
Günaydın Gazetesinin bu fedakâr muhabirinin tüm üzüntüsü, ne tutuklu bulunduğu
günlerden, ne de omzunda ki iki kurşun yarasındandır.
Konuksever, Serdarlı Bölgesinde Türk tanklarının giriştiği taarruz sırasında, tank
ateşiyle çökertilen Rum mevzilerinin, kurtarılan Türk köylerinin ve harekâta katılan
Mehmetçiklerin içten heyecanlarını, tespit ettiği filmlerinin ve makinelerinin Rumların elinde
kalmasına, kaybolmasına üzülüyor.
Serdarlı’ya kadar tüm harekâtı bir tank üzerinden tespit etmiş Konuksever. O anları
yeniden yaşamak istiyormuşçasına, o günü. “Bir gazetecinin yaşayacağı en mutlu gündü” diye
tanımlıyor.
Rumların eline üç arkadaşı ile tutsak düşüşünü ise şöyle anlatıyor:
“Gazetecilik damarım tutmuştu. Cengiz Kapkınla filmlerimi postaya yetiştirelim
dedim. O da aynı endişe içinde idi zaten”
Lefkoşa’ya gidecek beyaz bir minibüs bulmuşlar. Sonra tedavi için Lefkoşa’ya gitmesi
gereken hamile bir hanımla eşini de alarak şehrin yolunu tutmuşlar.
Konuksever önde, minibüsü sürecek olan mücahidin yanına oturmuş. Adem Yavuz ile
Cengiz ise hamile hanım ve eşi ile birlikte arkaya koltuklara yerleşmişler.
Minibüs Lefkoşa civarındaki endüstri bölgesini geçince bir silah sesi duyulmuş.
Akabinde bir kurşun, arabanın çamurluğuna isabet etmiş. Sürücüye; “Kardeşim düşman
bölgesine girmek üzere olmayalım?” demiş Konuksever. Sürücü; “Hayır. Ben buraları iyi
bilirim. Yol temizdir” demiş.
300 metre kadar ancak ilerlemişler, kendilerine bir daha ateş edilmiş. “Korkunç bir
ateşti. Şoför ağzından giren bir kurşunla şehit oldu. Ben sağ omzumda bir sıcaklık hissettim.
Elimle yokladım. Kan akıyordu. İki kurşun yarası almıştım!” diyen Konuksever
arkadaşlarının da yaralanmalarını önlemek için onların minibüsten inmelerine mani olmuş:
“Durun! Siz inmeyin; Ben nasıl olsa vuruldum. Bu heriflerle ben konuşacağım” demiş.
Yanlarına gelen bir Rum subaya basın mensubu olduklarını söylemiş. Rum subay
diğerlerini de yere indirmiş ve makineleriyle filmlerini yere koydurmuş...
“Yahu” demiş Rum subay; “İnsan arabasına “Basın” diye yazmaz mı? Bir de Türk
bayrağı koymuşsunuz; Rum tarafına geliyorsunuz. Ben de gazeteciyim. Bu savaş bizi karşı
karşıya koydu. Ama siz şimdi benim esininsiniz!”
Rumlar tutsak gazetecileri zırhlı bir araçla Lefkoşa’daki Rum Hastanesine
götürmüşler.
“Araçta hem gidiyor, hem de, belki de bir daha çekme imkânı bulamayacağım
filmlerime yanıyordum. Ne kurşun yaraları, ne de tutsak edilişim düşündürüyordu beni!”
diyor Konuksever. Cengiz’de:
“Şu halinle bir de filmlerinle makinelerini düşünüyorsun. Bırak kalsın orada”
diyormuş.
Hastanelere geldiklerinde üstü başı kan revan içindeymiş Konukseverin. Hamile
kadını da kanaması olduğu için hastaneye yatırmışlar.
Konuksever orada bölgesel uyuşturucu ile uyuşturulup ameliyat edilmiş.
Üç saat sonra, ameliyat edilen Adem’i de getirmişler odasına. Adem kendinde
değilmiş. Adem’i iki defa daha ameliyat etmek gerekmiş.
Bir süre sonra kendine gelmiş Adem.
“Burada, Rumların içinde ölmek istemiyorum” diyormuş.
Ölecekse hayata gözlerini Türk tarafında yummak istiyormuş.
Adem’in bu isteğini doktorlara iletmiş Konuksever... “Olmaz” demişler.
“Su, su, su” diye yanıp kavrulmuş Adem. Ama içemiyor. Dudaklarını ıslatmakla
yetmiyormuş.
“Sivas’ta büyük bir pınar var. Gidince kana kana içeceğim.” demiş Adem. Sonra
gözleri bağlı, elleri kelepçeli, hastanede vurulmuş. Rum doktorlar bile: “Bu bir katilliktir
demekten alamamışlar kendilerini.
Kadını ve Konukseveri bir EOKA-B karargâhına götürmüşler. Çocuğunu kaybetmiş
olan kadın devamlı düşüp düşüp bayılıyormuş... Oradan 45 dakika süren bir yolculuktan sonra
cankurtaranla Limasol’a götürmüşler. Bir polis kışlasına kapatmışlar.
“Konduğum odadan bakınca; arabaya binmeye çalışan arkadaşlarımı gördüm. Film
çekmeye geldiler sandım. Onlara bağırdım. İçeride olduğumu duyurmak istedim. Ama
muvaffak olamadım.” diyor Engin Konuksever.
Konuksever’i alıp bir başka hücreye kapatmışlar. Diğer hücrelerde 75 Lefkeli Türk
tutsak varmış.
Yerdeki bir battaniye üzerinde geceyi geçiren Konukseverin yarası yeniden kanamış.
Alıp hastaneye götürmüşler. Doktorlar onu yatırmak istemişler.. Ne var ki, hastanedeki Rum
yaralılar; “Ohi” diyor ve koğuşlarındaki boş yataklara yatırılmasına engel oluyorlarmış.
Sonunda boş bir odaya konan bir yatağa yatırılmış.
Serbest bırakılmasına iki gün kala, Yunan istihbaratından üç kişi Konuksever’i sorguya
çekmişler.
Serbest bırakılacakları günün ilk sabahı; “Sen de, diğer arkadaşlarında serbest
bırakılacaksınız.” demişler Konuksevere. Böylece başka gazeteci arkadaşlarının da tutsak
olduklarını anlamış.
Bîr Mektup Bir Kahramanlık Destanı
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs’a yaptığı çıkarmadan iki gün sonra, 22 Temmuz
akşamı, Lefkoşa dolaylarında çarpışırken şehit düşen Üsteğmen Ünal Genc’in şahadetini
Kıbrıs Türk Çiftçiler Birliği Genel Başkanı Milletvekili Hüseyin M.Gültekin şöyle anlatıyor
20 Temmuz 1974 Cumartesi
Türkiyemiz bizi kurtarmaya geldi. Semtimiz Mücahitler dışında tümden boşaldı. Saat
09.00’da, şanlı paraşütçülerimiz evimizin önüne inmeye başladılar.
21 Temmuz 1974 Pazar
Rum saldırıları devam ediyor. Evin mutfak kısmında, yerde barınıyoruz. Damdaki
mevzide Mücahitlerimiz direniyor. Silahları ikide bir tutukluk yapıyor.
K.T.K.Alayı Yüzbaşılarından Sezai Bey’e bağlı Üsteğmen Ünal Genç bize geldi. Kaç
gündür uykusuzmuş.
Bölge Mücahit Komutanı Ali Çakır’la (o da şehit oldu maalesef) Domuz Burnuna
kadar giderek Mücahit mevzilerini dolaşıp evimize döndüler.
Ünal Bey mevzilerin yetersizliğinden, Mücahitlerin sayısının azlığından üzgündü.
Bütün gece çalışarak damdaki mevziye ve bölgedeki diğer mevzilere toprak dolu torbalar
yerleştirdiler. Damdaki mevziye çıkan kahraman komandomuz düşman ateşine cevap vermeye
başladı.
Gelen takviyeleri, Ünal Bey mevzilere dağıttı. Gece yarısından sonra kendisini biraz
uyuması için zorla yatağa yatırdık. Karşılıklı atışlar devam ediyordu.
22 Temmuz 1974 Pazartesi
Üsteğmeni uyandırdık. Mücahit ve askerlerimizle çay, peynir ve ekmekle kahvaltı ettik.
13.30 sıralarında yeniden takviye geldi. Ünal Bey ve A. Çakır taarruza kalkacaklar. Asker ve
Mücahitlerin mataralarına soğuk su doldurdu. Herkese aceleyle çay, peynir- ekmek dağıttık
Aslanlar gibi hücuma kalktılar. Çok geçmeden karşımızdaki yeşil pencereli Rum evi
düştü ve ordudan Kızılhaç Kilisesine şanlı bayrağımız asıldı.
Asker ve Mücahitlerimiz, doğuya, beton mevzilerin bulunduğu Domuz Burnuna güneş
batarken topluca taarruza geçtiler. Kısa bir süre sonra Rumlar sindirilmiş fakat kahraman
Üsteğmen şehit olmuştu.
23 Temmuz 1974 Salı
Bölgemiz sakin, şehitlerimiz toplanıyor. Üzüntümüz büyük. Hanım, çocuklarım ve ben
Ünal Beyin ailesine son hatıralarını duyurmak üzere fırsat kollamaya karar verdik.
O fırsat bu gün doğmuş oluyor, umarım ki burada çok sevilip sayılan Albay
Katırcıoğlu, bu mektubumuzu o muhteşem aileye ulaştırmak için gerekeni esirgemeyecektir.
Şanlı şehidimizin gururlu ailesi, Kıbrıs’a gelirseniz mütevazı evimiz size her zaman
açıktır.
J.
BARIŞ HAREKÂTIYLA İLGİLİ RESİMLER

Similar documents

2 E j* i GERÇEĞE DÖNÜŞEN BİR DÜŞ: ANKARA CAZ FESTİVALİ

2 E j* i GERÇEĞE DÖNÜŞEN BİR DÜŞ: ANKARA CAZ FESTİVALİ Canan Aykent 2001 yılında Agamennon Sanat Günleri kapsamında Yıldız ibrahimova ve Okay Temiz ile birlikte çalan Kaan Bıyıkoğlu ve Kürşat And, Canan Aykent'i de yanlarına alarak trio formatında çalı...

More information