KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI Yrd.Doç.Dr. Mustafa Tarakçı ÖZET Kıbrıs
Transcription
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI Yrd.Doç.Dr. Mustafa Tarakçı ÖZET Kıbrıs
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI Yrd.Doç.Dr. Mustafa Tarakçı ÖZET Kıbrıs adası 1571 yılında Osmanlı hâkimiyetine geçmiştir. 1878 yılına kadar 361 yıl Osmanlı idaresi altında yönetilen Kıbrıs, bu tarihten itibaren geçici olarak İngiltere’nin idaresine verilmiştir. İngiltere 1960 yılına kadar Kıbrıs’ta hâkimiyetini sürdürmüştür. 1960 yılında, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın garantörlüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu Cumhuriyet uzun ömürlü ve kalıcı olmamış, 1967 yılında geçici Türk yönetimi kurulmuştur. Rumların Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama girişimleri aralıksız devam etmiş, Rum soykırımlarından Türk soydaşlarımızı kurtarma girişimleri 1963 ve 1967 yıllarında neticesiz kalmıştır. 20 Temmuz 1974’te icra edilen Barış Harekâtı, 1959 yılında imzalanan ittifak ve garanti anlaşmalarının vermiş olduğu yetkiye dayanılarak yapılmıştır. Birinci Harekât 5 gün sürmüş, Türk Kuvvetleri Lefkoşa-Girne bölgesine hâkim olmuşlardır, İkinci Harekât doğubatı istikametinde adanın kuzeyine genişleme imkânı bahşetmiş, nihayet Türk kuvvetleri Lefke-Lefkoşa-Magosa hattına hâkim olmuşlardır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ateşkes çağrısına uyulmuş; bu suretle Rumlar Lefkoşa’nın kendilerine ait ¾’lük büyük kısmını elde bulundurma imkânına sahip olmuşlardır. Kıbrıs Barış Harekâtı; iki tümen, iki hava indirme tugayı, bir amfibi alayının katılımı ile gerçekleştirilmiş ve Hava Kuvvetleri ile de desteklenmiş müşterek bir harekâttır. Planlanması ve ircası en zor askeri harekâtlardan biridir. Türk Kuvvetleri bu harekâtta 27 subay, 48 astsubay, 1 deniz sivil işçi ve 422 erbaş ve er olmak üzere toplam 498 kişi şehit vermiştir. Ancak, atalarına yaraşır askeri başarıyı tarihe kaydetmişlerdir. İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ KISALTMALAR GİRİŞ BİRİNCİ BÖLÜM KIBRIS’IN TARİHİ GELİŞİMİ, TÜRK VE İNGİLİZLERİN EGEMEN OLDUĞU DÖNEMLER, KIBRIS CUMHURİYETİ DENEYİMİ VE BARIŞ HAREKÂTI ÖNCESİ GELİŞMELER A. KIBRIS ADASININ COĞRAFİ KONUMU B. OSMANLI FETHİ ÖNCESİ KIBRIS C. KIBRIS ADASININ FETHİ D. OSMANLI İDARESİNDE KIBRIS’TAKİ DURUM E. KIBRIS’IN İNGİLTERE’YE KİRALANMASI F. İNGİLİZLERİN İDARESİNDE 1950’Lİ YILLARA KADAR KIBRIS 1. İNGİLTERE YÖNETİMİNİN KIBRIS’TAKİ İLK YILLARI 2. İNGİLTERE’NİN KIBRIS’A YERLEŞMESİNDEN SONRA LOZAN BARIŞ ANLAŞMASINA KADAR KIBRIS İLE İLGİLİ SİYASAL GELİŞMELER G. 1950-1960 YILLARI ARASINDA KIBRIS KONUSUNDAKİ GELİŞMELER 1. TÜRKİYE’NİN KIBRIS POLİTİKASI 2. SELF-DETERMİNASYON 3. EOKA’NIN KURULUŞU VE TEDHİŞ HAREKETLERİ H. KIBRIS CUMHURİYETİ 1. ZÜRİH-LONDRA ANLAŞMALARI VE KIBRIS CUMHURİYETİNİN DOĞUŞU I. 1962-1964 DÖNEMİ SİYASAL OLAYLARI VE KIBRIS CUMHURİYETİNİN ÇÖKÜŞÜ J. AKRİTAS TÜRKLERİ İMHA PLANI VE 1963 YILI KANLI NOELİ K. KIBRIS SORUNUNUN BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜVENLİK KONSEYİ’NDE GÖRÜŞÜLMESİ VE KARAR SONRASI GELİŞMELER 1. B.M. GÜVENLİK KONSEYİ’NİN 4 MART 1964 TARİHLİ KARARI 2. KONSEY’İN 4 MART 1964 TARİHLİ KARARINDAN SONRA KIBRIS’TAKİ GELİŞMELER VE OLAYLAR 3. TÜRKİYE HÜKÜMETİNİN MÜDAHALE KARARI, “JOHNSON MEKTUBU” VE TOPLUMLARARASI GÖRÜŞMELER L. ERENKÖY SAVAŞI M. 1967-1974 ARASI GELİŞMELER 1. GENEL 2. MAKARİOS’A KARŞI YÜRÜTÜLEN İKTİDAR MÜCADELESİ İKİNCİ BÖLÜM KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI A. KIBRIS ADASININ JEOPOLİTİK ÖNEMİ 1. GENEL 2. KIBRIS’IN TÜRKİYE İÇİN JEOSTRATEJİK ÖNEMİ 3. KIBRIS’IN YUNANİSTAN İÇİN JEOSTRATEJİK ÖNEMİ 4. KIBRIS’IN BATI İÇİN JEOSTRATEJİK ÖNEMİ 5. SONUÇ B. YUNANİSTAN’IN KIBRIS POLİTİKASI C. 15 TEMMUZ DARBESİNİ MÜTEAKİP TÜRKİYE’DEKİ GELİŞMELER D. TÜRKİYE’NİN KARARLILIĞI VE A.B.D.’NİN MÜDAHALEYİ ENGELLEME ÇABALARI E. KIBRIS’A ÇIKARMA YAPILMADAN ÖNCE YAPILAN HAZIRLIKLAR 1. BİRLİKLERCE YAPILAN HAZIRLIKLAR 2. HAREKÂTIN GENEL PLANI F. BARIŞ HAREKÂTININ BAŞLAMASI VE BAŞLICA MUHAREBELER 1. HAREKÂTIN İLK GÜNÜ VUKU BULAN SİYASİ GELİŞMELER 2. 20 TEMMUZ 1974 KIYIBAŞI HAREKÂTI 3. 20 TEMMUZ 1974 KOMANDO BİRLİKLERİNİN HAREKÂTI 4. RUMLARIN TANKLARLA KARŞI TAARRUZU 5. BARIŞ HAREKÂTININ İKİNCİ GÜNÜ GELİŞMELERİ 6. KOCATEPE MUHRİBİNİN BATIŞI 7. BARIŞ HAREKÂTI’NIN ÜÇÜNCÜ GÜNÜ GELİŞMELERİ 8. DARBOĞAZ’A TAARRUZ 9. LEFKOŞA HAVAALANI BOMBALANIYOR (22 TEMMUZ 1974) 10. TÜRK-İNGİLİZ SAVAŞINA KILPAYI G. ATEŞKES KARARI ALINIYOR 1. 22 TEMMUZ 1974 GÜNÜ ANKARA’DA YAŞANAN ÖNEMLİ SİYASİ GELİŞMELER 2. 22 TEMMUZ 1974 GÜNÜ KIBRIS’TA GELİŞEN OLAYLAR 3. YUNANİSTAN VE KIBRIS RUM KESİMİNDEKİ ÖNEMLİ GELİŞMELER 4. DENKTAŞ-KLERİDES GÖRÜŞMESİ H. CENEVRE GÖRÜŞMELERİ 1. BİRİNCİ CENEVRE GÖRÜŞMELERİ 2. İKİNCİ CENEVRE GÖRÜŞMELERİ 3. ARA ÇÖZÜM ÖNERİSİ I. İKİNCİ BARIŞ HAREKÂTI 1. “ATİLLA” HATTI YA DA ÜÇ GÜN SAVAŞI a. 14 AĞUSTOS 1974 GÜNÜ ASKERİ VE SİYASİ GELİŞMELERİ b. 15 AĞUSTOS 1974 GÜNÜ ASKERİ VE SİYASİ GELİŞMELERİ c. 16 AĞUSTOS 1974 GÜNÜ ASKERİ VE SİYASİ GELİŞMELERİ d. 17 AĞUSTOS 1974 GÜNÜ ASKERİ VE SİYASİ GELİŞMELERİ J. KATLİAMLAR 1. ATLILAR (ALOA) KATLİAMI 2. MURATAĞA VE SANDALLAR KATLİAMI 3. TAŞKENT (DOHNİ) KATLİAMLARI 4. ALAMİNYO KATLİAMI SONUÇ BİBLİYOGRAFYA (KAYNAKÇA) EKLER A. T.C. DIŞİŞLERİ BAKANI FERİDUN CEMAL ERKİN’İN 26 AĞUSTOS 1963 GÜNÜ CUMHURİYET SENATOSU’NDA YAPTIĞI KONUŞMA B. RAUF DENKTAŞ’IN 4 MART 1964’TE B.M. GÜVENLİK KONSEYİ’NDE YAPTIĞI TARİHİ KONUŞMA C. JOHNSON’UN MEKTUBUNUN TAM METNİ D. TÜRK BARIŞ HAREKÂTINA KATILAN TÜRK GENERALLERİ E. KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI ŞEHİTLERİ F. KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINA HAVAN TAKIM KOMUTANI OLARAK KATILAN PİYADE TEĞMEN MEHMET TIBIKOĞLU’NUN ANILARI G. KAYSERİ HAVA İNDİRME TUGAYI’NIN HAREKÂTI’NDAKİ BELLİ BAŞLI FAALİYETLERİ KIBRIS BARIŞ 1. HAVA İNDİRME TUGAYININ KURULUŞU 2. TUGAYIN HÂLİHAZIR KURULUŞLARI İLE İFA EDEBİLECEĞİ GÖREVLER 3. TUGAYIN HAREKÂTA KATILAN BİRLİKLERİ 4. KIBRIS BARIŞ HAREKÂTININ İLK GÜNÜNDE TUGAYIN KONUMU 5. KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINDA İKİNCİ GÜN (21 TEMMUZ 1974) 6. KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINDA ÜÇÜNCÜ GÜN (22 TEMMUZ 1974) 7. KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINDA DÖRDÜNCÜ GÜN (23 TEMMUZ 1974) 8. KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINDA BEŞİNCİ GÜN (24 TEMMUZ 1974) 9. BEŞİNCİ GÜNÜN SONUNDA DURUM H. AMFİBİ ALAY KOMUTANI ALBAY NEŞET İKİZ’İN AMFİBİ ALAYININ ÇIKARMA HAREKÂTI KONUSUNDA ANLATTIKLARI I. ÖNSÖZ Tarih, tarihçinin kaleminden süzülüp bize ulaşan bilgidir. Tarihçinin anlatısı, yazısı olmaksızın yapılmış olan tarihin kuşaklar boyu aktarımından söz edilemez. Anlatısız, yazılımsız tarih, tarihin karanlıklarına gömülmeye mahkûmdur. Ulu Önderimiz Atatürk’ün söylediği gibi, bir milletin tarih yapması yetmez. Aynı zamanda yapılan tarihi yazması da lazımdır. Eğer böyle yapılmazsa kendi yaptığımız tarihi, başkalarının kaleminden öğrenmek zorunda kalırız. Böylece de yazan yapana ne kadar sadık kalmış ise, o kadar öğrenebiliriz. Türk ulusu insanlık tarihi içerisinde önemli tarihsel olayları gerçekleştirmiş bir ulustur. Çağ açıp, çağ kapatan bir ulustur. Buna karşın kendi yaptığı tarihini, yeterince yazamamış, bu konuda başkalarının yazdıklarına daha fazla ihtiyaç duyar olmuştur. Bu düşüncelerle 1963 yılından bu yana ülkemiz için önemli problem kaynağı olan Kıbrıs meselesini, çözüm için icra edilen Kıbrıs Barış Harekâtı’nı incelemeye çalıştım. Amacım, Kıbrıs ve Kıbrıs Barış Harekâtı hakkında bugüne kadar yazılmış bütün yerli ve yabancı eserleri, dergileri, Kıbrıs Barış Harekâtı anısına yayınlanan gazete haberlerini tetkik ederek harekâtı zorunlu kılan nedenleri, harekâtın nasıl icra edildiğini,Türk Ordusunun bu mücadelede göstermiş olduğu yararlılıkları ortaya koyarak; savaş psikolojisinin yarattığı olumsuzlukların neler olabileceğini, bir muharebede alınması gereken ilave tedbirlerin neler olduğunu ortaya çıkararak, gerek asker gerek sivil yetkililere ışık tutmaktır. Harekâtı bütün yönleriyle açıklığa kavuşturmak isterdim. Çok gizli gizlilik derecesinden dolayı bütün belge ve bilgilere ulaşamadım. Bu nedenle verilmiş orijinal emirleri, yapılmış harekât planlarını, günlük personel, lojistik, harekât raporlarını orjinalinden tetkik etme imkânım olmadı. Ancak, tatminkar bilgi ve belgelere ulaşabildim.Bu konuda yayınlanmış eserlerin hemen tamamını tetkik etmeye ilave olarak, harekâtta önemli bir yeri olan Kayseri Hava İndirme Tugayı’nın faaliyetlerini ayrıntılarla ortaya koyan bilgilere ulaştım. Harekâta bizzat katılanlarla sohbet ettim, onların anılarına yer verdim. Bu suretle Kıbrıs Barış Harekâtı’nı daha derli toplu ve ayrıntılı olarak sunma hedefine kısmen de olsa ulaştım. İlgilileri bilgilendirmede katkım olacaksa, ne mutlu bana. Saygılarımla. Yrd. Doç.Dr. Mustafa TARAKÇI KISALTMALAR A.g.b. : Adı Geçen Belge A.g.e. : Adı Geçen Eser A.g.y. : Adı Geçen Yer Alb. : Albay A.T. : Avrupa Topluluğu Atğm. : Asteğmen B.M. : Birleşmiş Milletler Bnb. : Binbaşı B.R.T. : Bayrak Radyo Televizyonu C. : Cilt C.H.P. : Cumhuriyet Halk Partisi C.Y.T.A. : Kıbrıs Telekomünikasyon Merkezi D.P. : Demokrat Parti E.M.A.K. : Ethniko Metapon Apeleftherotikon Kiprion (Kıbrıs Milli Kurtuluş Cephesi) E.O.K.A. : Ethniki Organosi Kiprion Agoniston (Kıbrıs Savaşçıları Milli Örgütü) O.P.E.K. : Kıbrıs Rumlarını Koruma Teşkilatı P.E.O.N. : Pankipriaki Ethniki Organosi Neoleas (Birleşik Kıbrıs Milli Teşkilatı) R.M.M.O. : Rum Milli Muhafız Ordusu s. : Sayfa Numarası Kd. Ütğm. : Kıdemli Üsteğmen M.Ö. : Milattan Önce M.S. : Milattan Sonra S.A.S. : Sualtı Savunma S.A.T. : Sualtı Taarruz Sbfd : Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi T.M.T. : Türk Mukavemet Teşkilatı T.y. : Tarih yok UNFICYP : Birleşmiş Milletler Barış Gücü Ütğm. : Üsteğmen Yb. : Yarbay Y.y. : Yer yok Yzb. : Yüzbaşı GİRİŞ Kıbrıs adasının hâkimiyeti, 1571 yılında II. Selim zamanında bir ay boyunca süren mücadeleden sonra Venedikli korsanlardan Osmanlı İmparatorluğu’na geçmiş ve aralıksız 1878 yılına kadar 361 yıl devam etmiştir. Bu süre zarfında, Osmanlı’nın kendisine bağlı her tebaasının dinine kültürüne saygı çerçevesinde, Ada’da mevcut Rum ve Türk toplumu barış içinde bir arada yaşaya gelmiştir. Uzakdoğu’daki sömürgelerine giden yolu kontrol altında tutmak isteyen İngiltere, Osmanlı Devleti’nin Rusya karşısında güç durumlara düşmesini fırsat bilip onu destekleme vaadi karşılığı olarak, Kıbrıs’ın yönetimini, 1878 yılında yapılan sözleşme ve ek protokollerle üzerine almıştır. Tehdit bertaraf olmasına rağmen, İngiltere, Osmanlı Devleti’nin zayıf düşmesinden istifade ederek Kıbrıs’ı boşaltmamış ve nihayet 1. Dünya Harbi’nde Osmanlı Devleti’nin yenik düşmesi karşısında Kıbrıs’ı ilhak ettiğini açıklamıştır. Kıbrıs, 1914-1960 yılları arasında İngiltere hâkimiyeti altında kalmıştır. Her iki toplumun giderek şiddetlenen baskısı sonucu İngiltere, 1960 yılında Kıbrıs’ta bağımsız bir cumhuriyetin kurulmasına razı olmuştur. Zürih ve Londra’da yapılan Garanti ve İttifak anlaşmaları ile 15 Ağustos 1960’da fiilen kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü, bir başka devlete iltihak edememe garantisini her üç devlet Türkiye, İngiltere, Yunanistan taahhüt etmişlerdir. Ancak, beklenen barış ortamı sağlanamamış, hakların eşitliğine dayanan iki toplumlu Cumhuriyeti, Rum idaresi içine sindirememiştir. Makarios, 22 Aralık 1963’te Garanti anlaşmasını iptal ettiklerini ilan etmiştir. Özellikle 1963 yılı aralık ayı ağırlıklı olmak üzere 1963’ten 1974 yılına kadar Kıbrıs’ta 100’den fazla Türk köyü yakılmış; 27.000 Türk göç etmek, evlerini terk etmek mecburiyetinde bırakılmış, yüzlerce Türk öldürülmüş, binlercesi yaralanmıştır. Yaşlı, genç, çocuk demeden yüzlerce masum Türk insanı katledilmiştir. Gelişen bu durum karşısında Türkiye 13 Şubat 1964’te Güvenlik Konseyi’ne başvurur. BM, Ada’ya Barış Gücü göndermeyi kararlaştırır. 21 Aralık 1963’te başlayan Rum saldırılarının BM Barış Gücü’nün varlığına rağmen durmaması üzerine, Kıbrıs’a ilk olarak 7 Haziran 1964 günü müdahale kararı alınır. Ancak, bu müdahaleden iki gün önce, ABD Başkanı Johnson’un meşhur mektubu gelir. Bu mektupta Johnson, ABD menşeli silahların Kıbrıs’a yapılacak müdahalede kullanılamayacağını, Kıbrıs’a yapılacak müdahalenin Yunanistan’ın yanı sıra gerekirse kendileri tarafından da önlenebileceğini ima eder. Bunun üzerine Türk hükümeti geri adım atmak mecburiyetinde kalmıştır. Kıbrıs meselesinin çözümü için 1965 yılı mayıs ayından itibaren Türkiye ile Yunanistan arasında başlayan ikili görüşmeler, 15 Kasım 1967’de Rumların Boğaziçi ve Geçitkale köylerine saldırmalarına kadar devam etmiştir. Grivas liderliğindeki bu Rum-Yunan saldırısı sonucu 28 soydaşımız hayatını kaybetmiştir. Türkiye, saldırının derhal durdurulmasını, işgal edilen köylerin derhal boşaltılmasını istemiştir. Öte yandan, TBMM’nce 17 Kasım 1967’de gerekirse Yunanistan ile savaşa gidileceği kararı alınmıştır. ABD yine devreye girerek, müdahaleyi önlemek ister. NATO’yu devreye sokar. Türkiye müdahaleden vazgeçerek bazı isteklerini kabul ettirir. Türklerin yoğunluklu olarak bulundukları bölgelerde “Geçici Türk Yönetimi” kurulur. Sayıları 20 bini bulan Yunan askerlerinin bir bölümü adayı terk eder. Rum-Yunan kuşatma ve barikatları kaldırılır. 1967 yılında Türkiye’nin baskısı sonucu adayı terk eden Yunan EOKA Tedhiş örgütü Başkanı Grivas, 1971 Ekiminde tekrar adaya döner. Amaç, Enosis’i (Kıbrıs’ın Yunanistan’a İltihakı) gerçekleştirmektir. Ancak, Makarios buna karşıdır. O, Kıbrıs Rumlarının seçimle başa geçirdikleri bir cumhurbaşkanıdır. Enosis sonrası Yunanistan’daki bir valisi durumuna düşmek istememektedir. Bunun üzerine Yunan yönetimi, Makarios’un öldürülmesi pahasına da olsa bir darbe yapılmasını ve Yunanistan yanlısı bir idarenin iş başına getirilmesini kararlaştırır. 15 Temmuz 1974 sabahı RMMO (Rum Milli Muhafız Ordusu)’na ait üç tank başkanlık sarayına saldırır, kritik yerler işgal edilir, darbe başarıya ulaşır. Ancak, Makarios Ada’dan kaçmaya muvaffak olmuştur. Gelişen bu durum karşısında Türk lideri Rauf Denktaş Türkiye’nin bir oldubittiye müdahale etmesini talep eder. Türkiye uluslar arası anlaşmaların kendisine verdiği hakka dayanarak, 20 Temmuz 1974 tarihinde Kara, Deniz ve Hava kuvvetleriyle Kıbrıs’a müşterek bir harekât başlatır. 5 gün süren muharebelerin sonucunda birliklerimiz tabanı Girne kıyısı, tepesi Girne olan bir üçgen içinde sıkışır. Yapılan Cenevre görüşmeleri sonuçsuz kalınca ikinci bir harekât başlatılır. 14 Ağustos 1974 sabahı başlatılan bu harekâtla birliklerimiz, üçgenin sınırladığı alanın dışına çıkarak, Kıbrıs’ın kuzey kesiminde, her iki istikamette bulundukları sahayı genişletmeye başlarlar. Ulaşılması planlanan son hedefler doğuda Magosa, batıda Lefke’dir. Üç gün süren ve üçüncü günün sonunda ateşkes kararıyla durdurulan birliklerimiz Magosa-Lefkoşa-Lefke hattına ulaşmışlardır. Günümüze kadar Kıbrıs ve Kıbrıs Barış Harekâtı ile ilgili birçok eser yayınlanmıştır. Özellikle Dr. Vehbi Zeki Sertel ve H. Fikret Alasya’nın eserleri Kıbrıs’ın tarihine ışık tutacak niteliktedir. Kök Yayınları Araştırma serisinde yayınlanan Rüstem Haliloğlu’nun “Atina ile Lefkoşa Arasındaki Savaşın İçyüzü” adlı derlemesi ile K.K.T.C. Üniversitesi ile Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin 1991 yılında ortaklaşa düzenlediği Kıbrıs Sempozyumu’nda sunulan bildiriler, Barış Harekâtı öncesi Kıbrıs’ın tarihine önemli ölçüde ışık tutacak niteliktedir. Ayrıca Prof.Dr. Abdülhalik Çay’ın Kanlı Noel-1963 adlı eseri ile Kıbrıslı gazeteci yazarlardan Sabahattin İsmail ve Sabahattin Egeli’nin Kıbrıs konusundaki eserleri kayda değer niteliktedir. Bu çalışmamda, Kıbrıs’ın tarihsel gelişimine genel olarak göz atmayı müteakip, özellikle Birinci ve İkinci Kıbrıs Barış Harekâtı’nın icrasını gün ışığına çıkarmaya gayret ettim. Harekâtın askeri gelişmelerini kronolojik sıra ile anlatırken bu esnada oluşan siyasi olayları da yerinde tespit etmeye özen gösterdim. Bu konuda harekâta katılan birliklerin arşivleri, gazete kupürleri, harekâta bizzat iştirak etmiş komutanların anıları, başvuru kaynaklarımın esasını oluşturdu. Kıbrıs Barış Harekâtı kaçınılmaz bir harekâttır. Bu harekât yalnızca Türkiye’nin milli menfaatleri, stratejik avantajları için değil, kendisinden yıllardır kurtarıcı olarak yardım bekleyen soydaşları için bir el uzatma, Türkiye’nin kendine olan özgüveninin kazanılması ya da kanıtlanmasına en güzel örnek olarak da tanımlanabilir. BİRİNCİ BÖLÜM KIBRIS’IN TARİHİ GELİŞİMİ, TÜRK VE İNGİLİZLERİN EGEMEN OLDUĞU DÖNEMLER, KIBRIS CUMHURİYETİ DENEYİMİ VE BARIŞ HAREKÂTI ÖNCESİ GELİŞMELER A. KIBRIS ADASININ COĞRAFİ KONUMU Doğu Akdeniz’de 34o33’ – 35o4’ kuzey paralelleri ile 32o17’ – 34o35’ doğu meridyenleri arasında yer alan Kıbrıs, Sicilya (25.710 km2), Sardunya (24.090 km2) adalarından sonra Akdeniz’in üçüncü büyük adasıdır. Ada’nın yüzölçümü 9.251 km2’dir. Kıbrıs adası, toprak yapısı, iklimi, bitki örtüsü ve hayvan türleri bakımından tamamen Anadolu’nun bir parçasıdır. Coğrafyacılar, yapı ve yeryüzü şekilleri itibarı ile Kıbrıs’ı Anadolu’nun güneyini oluşturan Toroslar içinde mütalaa etmektedirler. Ada tektonik ve jeolojik bakımlardan Anadolu’dan deniz transgresyonu ile ayrılmış olup, Antakya bölgesindeki yeryüzü şekilleri Kıbrıs’ta aynı özelliklerle devam etmektedir. Diğer yandan Kıbrıs Adası, 100-200 m. kadar derinlikte bir denizaltı platformu ile Anadolu’ya bağlıdır. Hâlbuki Ada’nın batı ve güney kıyıları, kıyıdan itibaren 2000 metreye ulaşan denizaltı çukurları ile çevrilidir. Kıbrıs Adası’nın yeryüzü şekilleri incelendiğinde Anadolu’daki Toroslar’da olduğu gibi üçüncü zaman genç kıvrımlarına ait olduğu görülür. Bundan daha önemlisi dördüncü zaman başlarında Ada, İskenderun Körfezi yönünde Toros sistemi ile bağlantılı idi.1 B. OSMANLI FETHİ ÖNCESİ KIBRIS Akdeniz’in doğusunda yer alan Kıbrıs’ın tarih boyunca tarihi ve siyasi önemi devam etmiştir. Anadolu, Suriye, Mısır ve Doğu Akdeniz ticaret yolları yer alan ada önemini tarih boyunca korumuştur. Bu özelliği dolayısı ile Kıbrıs tarihi, Ege, Mezopotamya, Suriye, Anadolu ve Mısır tarihleri ile iç içedir. Bilinen Kıbrıs tarihini kronolojik sıra ile incelediğimizde M.Ö. 4000 yıllarından itibaren Ada’da insan unsuruna rastlandığını görüyoruz. Ancak Kıbrıs’ın otokton halkının nereden ve nasıl geldiği hakkında hiçbir bilgi yoktur. Medeniyetin ilk safhası kabul edilen 1 Cevat R. Gürsoy, “Kıbrıs’ın Coğrafi Durumu”, Kıbrıs ve Türkler, Ankara, 1964, s. 7. bakır işleme tekniği Anadolu tarzındadır. M.Ö. 3000 yıllarında görülen bakır dönemi, 2000’li yıllarda yerini tunç dönemine bırakır. Aynı yıllarda (M.Ö. 2000) Girit medeniyeti (Minos) ile Aka medeniyeti (Miken) Kıbrıs’ta yerleşmeye başlamıştı.2 Ada daha sonra sırası ile Mısır (M.Ö. 1000-1450 arası), yarım asır kadar Hitit (M.Ö. 1000-709) egemenliğine girmiştir. M.Ö. 1200 yıllarında başlayan Dor istilası Yunanistan’dan Adalar Denizi, Anadolu ve Doğu Akdeniz yönüne birtakım göçlerin olmasına sebep oldu. Bu göçler sonunda daha önce Ada’ya yerleşmiş olan Fenikeliler ile birlikte Yunanistan’dan gelen kolonizatörler birbirleri ile Yunanistan’la herhangi bir ilişkisi olmayan siteler kurdular. Bu siteler dokuz krallık meydana getirdi. Ancak, bu krallıklar Fenike egemenliği altında idiler.3 M.Ö. 709 yılından itibaren M.Ö. 612 yılına kadar Kıbrıs Asur egemenliğinde kaldı. M.Ö. 569 yılında ise Mısırlılar adaya hâkim olmuşlardır. Adada M.Ö. 525 yılında kurulan Pers hâkimiyetine ise, M.Ö. 323 yılında Büyük İskender son vermiştir. Kıbrıs, M.Ö. 56 yılında Roma İmparatorluğu’na bağlandı. Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasıyla birlikte de Ada’da Bizans hâkimiyeti başlamış oldu. Bizans dönemi Kıbrıs’ta önemli değişikliklerin olduğu bir dönemdir. Hristiyanlığın doğuşu sırasında, Kıbrıs Adası bu yeni dini kabul etmiş; Katolik-Ortodoks mücadelesi Ada’nın Türkler tarafından fethine kadar devam etmiştir. Bizans döneminin diğer önemli bir sonucu Yunanlıkla bir ilgisi olmayan Kıbrıs Hristiyan halkının, Rumcanın Bizans’ın resmi dili olmasından sonra bu yeni dili benimseyerek Rumlaşmış olmalarıdır. 649 yılında Muaviye tarafından Rodos’la birlikte fethedilen Kıbrıs, İslam devletine vergi vermeye başlamıştı. Bu tarihten sonra Kıbrıs, 964 yılına kadar önce Emeviler, daha sonra Abbasiler olmak üzere bir İslam eyaleti olarak kalmıştır. M.S. 964 yılında Bizans imparatoru Nikephoros Phokas Kıbrıs’ta Bizans egemenliğini tekrar kurdu. Ada 12. yüzyıla kadar el değiştirmeden Bizans egemenliğinde kaldı. 11. yüzyılın başlarında Anadolu’ya yurt tutmak için gelen Oğuz-Türkmen grupları karşısında Bizans, din kavgasını bir kenara bırakarak Avrupa’nın Hristiyan devletlerini “Haçlı Seferleri”ne çağırdı. Bizans’ın Türk tehlikesini ortadan kaldırmak için istediği Haçlı yardımı, başta Bizans olmak üzere Ortadoğu’nun Müslüman ve Hristiyan toplulukları için tam bir düşman saldırısı halinde gerçekleşti.4 I. Haçlı Seferleri (1096-1097, 1101) ve II. Haçlı Seferi (1147) sırasında Kıbrıs’ın statüsü değişmedi. Ancak 1187 Hıttin zaferini kazanan Eyyubi Türk hanedanı sultanı 2 Halil Fikret Alasya, Tarihte Kıbrıs, Ankara, 1988, s. 1. A.g.e., s. 1. 4 Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, C. 3, 3. Kısım Eki, Kıbrıs Seferi (1570-1571), Ankara, 1971, s. 32. 3 Selahaddin, Kudüs’ü de ele geçirmiş, böylece Ortadoğu’da aktif bir rol oynamaya başlamıştı. Bu olayın sebep olduğu III. Haçlı Seferi (1189) Kıbrıs’ın tarihinde yeni bir dönemin de başlamasına sebep oldu. Sefer dolayısı ile Rodos önlerine gelen İngiltere Kralı Richard’ın komutasındaki donanma fırtınaya tutularak dağılmıştı. Richard’ın nişanlısı ve kız kardeşinin de bulunduğu bazı İngiliz gemilerinin o sıralarda kendisini Kıbrıs İmparatoru ilan etmiş olan Isaac Komnenos tarafından ele geçirilmesi ve mürettabına karşı gösterilen saygısızlık İngiliz kralını öncelikle Kıbrıs üzerine sefer yapmaya mecbur bırakmıştı. Richard 1191 yılında Kıbrıs’ı ele geçirerek Bizans yönetimine son verdi ve Kıbrıs Krallığı’na Guy de Lusignan’ı getirdi. 1372 yılında Kıbrıs Kralı Pierre II’nin taç giyme töreninde çıkan anlaşmazlık sonucunda birkaç Cenevizli öldürüldü. Cenevizliler bu fırsattan faydalanarak Kıbrıs’a bir donanma göndererek Lefkoşa ve Magosa’yı zaptetti. Daha sonra Magosa bir Ceneviz sömürgesi haline geldi. Kıbrıs Kralı Janus Magosa’yı Cenevizlilerin elinden kurtarmak için bir donanma ve ordu hazırladı (1402). Cenevizliler de Magosa’yı savunmak için bir donanma gönderdi. Fakat çarpışma Hospitalier Şövalyesinin arabuluculuğu sayesinde son buldu. Barış anlaşmasından sonra iki kuvvet de İslam devletinin üzerine gönderildi. Cenevizliler Suriye kıyılarını, Kral Janus da Mısır kıyılarını yağma etti. Bu olayların sonucunda Memlük sultanı Larnaka ve Limasol’u aldı ve daha sonra Lefkoşa’ya yürüdü. Kıbrıs ordusu bozguna uğratıldı. 1474 senesinde Jacques III’ün ölümünden sonra Venedikliler, Kıbrıs’taki kaleleri işgal ettiler ve kendilerine aleyhtar olanları Ada’dan sürdüler. Bu durum, Osmanlılarca takip edilen Akdeniz politikasının gerçekleşmesine uygun bir ortam hazırladı.5 C. KIBRIS ADASININ FETHİ XVI. yüzyılın ikinci yarısında ve özellikle Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra Kıbrıs ve Girit Adası’nın Venediklilerin elinde bulunması Osmanlıların Akdeniz’deki egemenliğini her zaman için tehdit eden bir durum meydana getiriyordu. Öyle ki Osmanlı ticaret gemileri, İmparatorluk karasularında tam bir güvenle dolaşmaktan mahrumdu. Bu ise ekonomik çıkarları zora sokmaktaydı. Osmanlı Türk hâkimiyetinin, Anadolu-Suriye ve Mısır’ın bulunduğu Doğu Akdeniz’de tam olarak teessüsü Kıbrıs’a kesin ve son darbeyi vurmakla mümkündü. 5 Halil Fikret Alasya, a.g.e., s. 20. Genellikle Anadolu, Suriye, Lübnan, Ürdün, Arabistan Yarımadası, Irak ve Mısır’ı ihtiva eden Ortadoğu, dünyanın en kritik jeopolitik bölgelerinden birisidir. Ada’nın fethi Türk imparatorluğu için adeta bir zaruret halini almıştı. Çünkü Ada’nın fethiyle ancak Akdeniz’in doğusundaki Osmanlı egemenliğinin tamamlanması ve bütünleşmesi mümkün olabilecekti.6 Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı zapt etmesi (1517), Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs’la doğrudan münasebete girmesine sebep oldu. Başlıca gelirini korsanlıktan sağlayan Kıbrıs’taki Venedik yönetimi Türk müdahalesini adeta zaruri kılmaktaydı. 1569 yılında Mısır Defterdarı’nın bulunduğu geminin yağmalanması, beklenen Türk müdahalesinin sebebini teşkil etti. Genellikle Türk Ordusu’nun karaya ayak basış tarihi 2 Temmuz 1570 olarak gösterilmektedir. Bölge ise Limasol idi. Türk donanması buradan hareketle 3 Temmuz’da da Tuzla’yı ele geçirdi. 27 Temmuz’da başlayan Lefkoşa kuşatması bir ay kadar sürdü. Serdar-ı Ekrem Lala Mustafa Paşa’nın 8 Eylül günü Lefkoşa önlerine gelmesinden bir gün sonra başlayan nihai Türk taarruzu sonunda Lefkoşa düştü (9 Eylül 1570). Lefkoşa’nın fethinden sonra Lala Mustafa Paşa komutasındaki Türk Ordusu Magosa Üzerine yürüdü. Venedikliler bir yandan Papalık ile temas kurarak Hristiyan devletlerin katılacağı bir haçlı seferi planlarken bir yandan da Osmanlı Devleti’ne barış için müracaat etmişti. Sokollu Mehmet Paşa, Venediklilerin müracaatının “Magosa’nın fethinden sonra” görüşmek üzere reddetti. 20 Temmuz 1570 tarihinde ise Venedik-Papalık ve İspanya üçlü bir ittifak kurmayı başarmışlardı. Ancak Lefkoşa’nın Türkler tarafından fethi bu ittifakın bir müddet daha harekete geçmesini engellemiştir.7 Türk Ordusu 17 Nisan 1571 tarihinde harekete geçti. Üç aylık bir kuşatma sonucunda 1 Ağustos 1571 tarihinde Magosa kalesi de alınarak Kıbrıs’ın fethi tamamlandı. Magosa taarruzunun başladığı sırada Papalık, İspanya ve Venedik nihayet anlaşmışlar ve Türkler’e karşı harekete geçmişlerdi. Müttefik donanma tecrübesiz Kaptan-ı Derya Müezzinzade Ali Paşa komutasındaki Türk donanmasını İnebahtı önlerinde yenilgiye uğrattı. Ancak Uluç Ali Reis kurtarabildiği gemilerle İstanbul’a döndü. İnebahtı yenilgisi Avrupa’da büyük akisler yapmış, Hristiyan dünyası İstanbul için bile ümitlenmeye başlamıştı. Veziriazam Sokollu Mehmet Paşa ilk iş olarak kaptan-ı deryalığa gerçek bir Türk denizcisi olan Uluç Ali Reis’i getirmiş ve bir yıllık faaliyet sonucunda 245 parçalık bir donanmayı denize indirmişti. Mucizevi denilebilecek bu başarı başta Venedik 6 Abdulhaluk Çay, “Kanlı Noel”, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan: 93, Seri 1, S.A 13, Ankara, 1989, 5.9. 7 Halil Fikret Alasya, Kıbrıs’ta Türk İdaresi Altındaki Nüfus, Ankara, 1964, s. 28-29. olmak üzere diğer Avrupa devletlerini tekrar sindirmişti. Nihayet Venedikliler 7 Mart 1573 tarihinde İstanbul antlaşmasına imza koyarak sulh yapmak zorunda kaldılar. D. OSMANLI İDARESİNDE KIBRIS’TAKİ DURUM Kıbrıs Adası 1 Temmuz 1570 - I Ağustos 1571 tarihleri arasında yapılan savaşlar sonucunda Türk hâkimiyetine girmişti. Fetihten sonra Lefkoşa merkez olmak üzere Kıbrıs idari yönden bir “Beylerbeylik” haline getirildi. Doğrudan merkeze bağlanan Kıbrıs Beylerbeyliği’ne Muzaffer Paşa tayin olmuştu. Kıbrıs Beylerbeyliği Doğu Akdeniz’e tamamen hâkim bir mevkide bulunmakta idi. Bu öneminden dolayı Ada’nın askeri bakımdan kuvvetlendirilmesi yanında nüfus olarak da Türk iskânına ihtiyaç duyuluyordu. Bunu sağlamak için Karaman, Darende, Niğde, Kayseri, İçel, Rozok, Alaiye, Manavgat, Zülkadriye ve Teke bölgelerinden çeşitli Türkmen toplulukları zorunlu iskâna tabi tutularak Kıbrıs’a yerleştirildiler.8 Kıbrıs Beylerbeyliği iki sancak beyliği ihtiva ettiği halde statüsünü 1571’den 1640 tarihine kadar bu haliyle devam ettirdi. Girit Savaşı yıllarında (1645-1669) Ada’da sosyal ve ekonomik güçlükler nedeni ile nüfusun gittikçe azaldığı görülmektedir. Nüfusun azalması, ticari hayatın bozulması Kıbrıs Beylerbeyliği gelirlerinde düşüşe neden oldu. Bu sebeple 1670 tarihinden itibaren Kıbrıs Beylerbeyliği kaldırılarak Ada, Kaptan Paşalığa bağlandı. 1687’de Kıbrıs, Kaptan Paşalık’tan alınarak Veziri Azam’a “has” olarak verildi. Bu yeni idari yapı 1785 tarihine kadar devam edecektir. 1785 yılında Kıbrıs Vezir-i Azam hassı olmaktan çıkarılarak “Divan-ı Hümayun’a bağlı bir mulhasıllık” haline getirildi. Kıbrıs’ın Divan-ı Hümayun mulhasıllı olması durumu Tanzimat’ın ilanına kadar devam edecektir (3 Kasım 1839). Tanzimat sonrasında yapılan idari değişiklikler Kıbrıs’ta da görülmeye başlandı. Kıbrıs Cezaeyir-i Bahr-i Sefid’e bağlı bir sancak haline getirilerek idaresine de “kaymakam” unvanı ile bir mutasarrıf tayin olundu. Tanzimat Fermanı’nın gayrimüslimlere sağladığı yeni haklar sonucu olarak Kıbrıs’ta da Divan’da gayrimüslim temsilciler yer almaya başladı. Tanzimatın ilk yıllarında 8 kişi olan Divan üyelerinin 4’ü Türk, diğer 4’ü ise gayrimüslimler idi. Gayrimüslimleri ise Başpiskopos, Ortodoks başpapazı ile Maronit ve Ermenilerden birer üye temsil etmekteydi. Daha sonra Divan’ın üye sayısı 13’e kadar çıkacaktır. 1861 tarihinde Cezayir-i Bahr-i Sefid eyaletinden ayrılan Kıbrıs, İstanbul’a bağlı müstakil bir mutasarrıflık 8 Abdulhaluk Çay, a.g.e., s. 7. haline getirildi. Bu idari yapı 1878 tarihine kadar devam eden Osmanlı Devleti’nin yaptığı son idari değişiklik oldu. E. KIBRIS’IN İNGİLTERE’YE KİRALANMASI XIX. yüzyılın sonlarında dönemin iki sömürge imparatorluğu olan İngiltere ve Çarlık Rusyası, Ortadoğu’daki menfaatleri bakımından birbirleri ile büyük çatışma içine girmişlerdi. Çarlık Rusya’sı nihai hedefi olan İstanbul’a girmek ve Boğazları kontrolü altına almak gibi belli bir stratejisinin yanında Kafkasya üzerinden İskenderun ve Basra Körfezi’ne inmeyi de hesap etmekte idi. Çarlık Rusya’sının bu politikası, Osmanlı İmparatorluğu’nun güney topraklarını hayati bölge olarak değerlendiren İngiltere’nin menfaatine uygun düşmemekte idi. Rusya’nın güneye sarkması İngiltere’nin başta Hindistan olmak üzere Asya’daki sömürgelerindeki İngiliz varlığını tehlikeye atacaktı.9 İngiltere bu politika doğrultusunda 1875 tarihinde başlayan Hersek İsyanının bir an önce sonuçlandırılması için çaba sarf etti. Ancak olay süratle büyüdü ve Çarlık Rusya’sı 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlı devletine savaş ilan etti. 3 Mart 1878 tarihinde Osmanlı devletinin büyük toprak kaybı ile sonuçlanan Ayastefanos Anlaşması imzalandı. Bunun üzerine İngiltere kendi çıkarlarını korumak için harekete geçti. İngiliz Hükümeti Rusya’nın bu atağı karşısında daha önceden planlanan iki senaryodan birini uygulamaya koymak zorunda kaldı. Bunlardan ilki Çanakkale’nin işgali, diğeri ise Kıbrıs’ın işgali idi. İngilizler ikincisini tercih ettiler. İngilizler tarafından Rusya’ya verilen nota ile (3 Mayıs 1878) Ayastefanos Antlaşmasının şartlarına itiraz edilmekte, Bulgaristan Prensliği’nin küçültülmesi, Rusya’nın Doğu Anadolu’dan çekilmesi talep edilmekteydi. 22 Mayıs 1878 tarihinde Rusya İngiliz notasına cevap verdi. Rusya, Doğu Anadolu dışında İngiltere’nin tekliflerini kabul etmekte idi. İngiltere bunun üzerine harekete geçti. 4 Haziran 1878 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu ve İngiltere iki maddelik Niyet Antlaşmasını imzaladılar. Antlaşma ile Kıbrıs’ın idaresi İngiltere’ye bırakılmakla beraber Osmanlı Devleti’nin Ada üzerindeki mülkiyet hakkı ortadan kalkmıyordu.10 Ayrıca bu hakkı kuvvetlendirmek üzere 1 Temmuz 1878 tarihinde yapılan önceki anılaşmaya ek bir antlaşma 9 Şükrü S. Gürel, Kıbrıs Tarihi (1878-1960), C. 1, Ankara, 1984, s. 20. Enver Ziya Karai, Osmanlı Tarihi, C. 7, Ankara 1983, s. 73; Stanford Shaw-Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C. II, İstanbul, 1983, s. 238. 10 daha yapıldı. Ek antlaşmanın altıncı maddesinde Rusya’nın Kars ve Doğu Anadolu’yu terk etmesi halinde İngiltere’nin de Kıbrıs’ın tahliye edeceği hususu yer almakta idi. Sultan II. Abdülhamid bu maddeyi yeterli görmeyerek antlaşmayı “hukuk-ı şahaneme asla halel gelmemek şartıyla” tasdik ettiği yazılı olarak belirtmişti. Ayrıca İngiliz Elçisi Layard’dan aynı anlamda yazılı bir belge talep etmiş ve elçi tarafından istediği belge kendisine takdim edilmişti (15 Temmuz 1878). 12 Temmuz günü Kıbrıs’ın idaresinin İngiltere’ye bırakıldığını bildiren ferman İngiliz amiralinin huzurunda okundu. Böylece 308 yıllık Osmanlı idaresi fiilen sona ermiş oldu. 12 Temmuz 1878 tarihinde Türk bayrağı indirilerek yerine İngiliz Bayrağı çekildi ve Ada’nın idaresi Lord John Hay’e devredildi.11 Kıbrıs’ta Türklerin 308 senelik idaresi sırasında Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakına aralıksız çalışan kilise, Sir Gamet Wolseley’in Larnaka’ya ayak bastığı gün başpiskopos Sofronios tarafından verilen nutukta “Biz adanın idaresinin değişmesini kabul ediyoruz. Çünkü İyon-Yunan Adalarının olduğu gibi, Kıbrıs’ın milli bakımdan bağlı bulunduğu Yunanistan’a ilhakına İngiliz Hükümetinin yardım edeceğine inanıyoruz.” demekle gayesini belirtti. F. İNGİLİZLERİN İDARESİNDE 1950’Lİ YILLARA KADAR KIBRIS 1. İNGİLTERE YÖNETİMİNİN KIBRIS’TAKİ İLK YILLARI Osmanlı İmparatorluğu’nun Kıbrıs’ı İngiltere’ye kiralamasından sonra Kıbrıs Türk ve Rum halklarının ilişkilerini belirleyen en önemli etken Kıbrıs Rumlarının Enosis mücadelesi olmuştur. Adanın İngilizlere kiralanmasının, Enosis yolunda önemli bir aşama olduğunu düşünen Rumlar, Yunanistan’ın da yoğun tahrikleri ile ilhak faaliyetlerini tırmandırmaya başlamışlardı. Bu çerçevede Türk halkına yönelik yoğun tahriklerde bulunmakta, saldırılar düzenlemekte ve onur kırıcı tavırlar sergilemekteydiler. Türk halkı 26 Mart 1882’de Sömürgeler Bakanı Kimberley’e gönderdiği muhtırada “Enosis’e karşı bir güvence olarak, Danışma Meclisinde Eşit Temsiliyet” talep etmekte ve müftü Esseyid Ahmet Asım başkanlığındaki bir Türk heyeti, eşitsiz bir meclise katılmayacaklarını açıklamaktaydı. 11 Halil Fikret Alasya, “İngilizler İdaresinde Kıbrıs’ta Tatbik Edilen Politika”, Kıbrıs ve Türkler, Ankara, 1964, s. 68. Yunanistan ise aynı tutuma devam ediyordu. Örneğin Yunan Konsolosu Filemon 1895 yılında yapılan Başpiskoposluk seçimlerinde azılı Enosisçilerin seçilmesi için yoğun faaliyete girerken, Enosis’i destekleyen konuşmalar yapıyor, 1897 Türk-Yunan Savaşı’nda Türklere karşı savaşmak üzere Rumlar arasında gönüllüler topluyordu. Halk arasında Enosis yüzünden başlayan ilk gerginlik 1894 yılında Baf’ta meydana gelen büyük kavga ile yeni bir boyuta ulaşmıştı. Kıbrıs gazetesinin konu ile ilgili haberine göre 400-500 civarındaki Rum’un Baf Camii önünde yaptıkları tahrikler sonucu başlayan kavga, polisin müdahalesi sonucunda güçlükle önlenmişti. Rumların süren Enosis girişimleri karşısında Kavanin Meclisi üyesi ve Vatan gazetesi sahibi Bodamyalızade Mehmet Şevket Bey öncülüğünde 3 büyük miting yapıldı. 21 Eylül 1911’de Lefkoşa’da, 24 Eylül’de Peristereno’da ve 25 Eylül de Lefke’de binlerce Türk’ün katıldığı mitinglerde Enosis tahrikleri protesto edilerek, halkın oylarıyla, ilhak girişimlerine karşı çıkan 3 karar alındı. Bu kararlarda ayrıca “adanın statüsünün değiştirilmesi halinde asıl sahibi olan Osmanlı Devleti’ne geri verilmesi” isteniyordu. Bu mitingler Kıbrıs Türklerinin Enosis’e karşı yaptıkları ilk yaygın kitle eylemleriydi. 2. İNGİLTERE’NİN KIBRIS’A YERLEŞMESİNDEN SONRA LOZAN BARIŞ ANLAŞMASI’NA KADAR KIBRIS İLE İLGİLİ SİYASAL GELİŞMELER Karlofça Anlaşması’ndan (1699) sonra sürekli olarak toprak kaybeden Osmanlı İmparatorluğu, devamlı olarak gelişen ve büyüyen Rusya ve çoğu Avrupa devletleri karşısında, kendi gücü ile kendi sınırlarını koruyamaz duruma düşmüştür. Başta Rusya olmak üzere çeşitli tehlikeler karşısında Osmanlı İmparatorluğu kaybettiği toprakları geri almak ve sınırlarını korumak için büyük bir devlete dayanmak zorunda kalmıştır. “İngiltere’ye dayanma esasına bağlı bir denge politikası olarak belirtebileceğimiz bu politika, Osmanlı İmparatorluğu’na çok pahalıya mal olacak ve dayanışma içerisine girdiği İngiltere tarafından 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra terk edilecekti.”12 Nitekim bu savaştan sonra İngiltere, güçsüz bir Osmanlı İmparatorluğu’nu korumak yerine Osmanlı toprakları üzerinde, kendine bağlı devletler kurdurmak ve stratejik yerlerde doğrudan egemenlik kurmak gibi yayılmacı ve emperyalist bir politika izlemeye başlamıştır. 12 Güner Aktuğ, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Hazırlayan Siyasal Nedenler, Kıbrıs, 1990, s. 21. 4 Haziran 1878’de, Osmanlı İmparatorluğu’nun, İngiltere’nin hazırlayıp sunduğu Savunma Paktı’nı imzalayarak Kıbrıs adasının yönetimini İngiltere’ye devretmesi ile İngiltere amacına ulaştı. Yapılan anlaşmada “Büyük Britanya Birleşik Krallığı ve İrlanda Majeste Kraliçesi ve Hindistan İmparatoriçesi ile Şahane Majeste Sultan, karşılıklı olarak, iki imparatorluk arasındaki mevcut dostluk münasebetlerini geliştirmek ve genişletmek samimi arzusuyla ve Majeste Sultan’ın Asya’daki topraklarının geleceğini emniyet altına almak amacı ile bir savunma anlaşması imzalamaya karar verdiler.”13 denilmekte ve bu anlaşmada; 1- Rusya devleti Batum, Ardahan, Kars ve zikredilen yerlerden birini elinde tutup da ileride her ne vakit olursa olsun kati bir sulh muahedesi ile tayin olunan Asya memalik-i şahanesinden bir kısmını daha zapt ve istilaya girişecek olursa, o halde İngiltere devleti zikredilen memleketleri silah ile muhafaza ve müdafaa etmek üzere, Yüce Saltanat ile birleşmeyi taahhüt eder. Ve buna mukabil Zat-i Padişahı dahi Anadolu kıtasında bulunan Hrıstiyan ve sair tebaanın iyi idare ve korunmaları hakkında ileride devletler arasında sonradan kararlaştırılacak olan lüzumlu ıslahatı yapacağını İngiltere devletine vadeder ve adı geçen devleti (İngiltere’yi) kendi taahhütlerini yerine getirebilmesinde lüzumlu vasıtaları temin edebilecek bir hale koymak için Kıbrıs adasını tahsis ve asker ikamesiyle idare etmesine muvafakat eyler. 2- İşbu mukavelename tasdik olunacak ve tasdiknameleri dahi bir ay zarfında, mümkün olduğu takdirde daha önce teati edilecektir. Tasdikanlil makal taraflar işbu mukaveleyi imza ve temhir etmişlerdir.”14 kurallarına yer veriliyordu. Bu anlaşmaya ve daha sonra (1 Temmuz 1878’de) imzalanan “Ek protokol”e göre; yukarıdaki amaçların gerçekleşmesini sağlamak için, Kıbrıs Adası’nın sadece yönetimi ve yukarıdaki amaçlar doğrultusunda İngiltere’ye vekâleten ve geçici olarak devredilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu hükümranlık hakkından vazgeçmemiş, konu anlaşma ile Kıbrıs adasının İngilizler tarafından yönetiminin devamı şu şarta bağlanmıştır: “Eğer, Rusya Kars ve son muharebede Ermenistan’da zaptetmiş olduğu sair yerleri Osmanlı devletine iade edecek olursa Kıbrıs adası İngiltere tarafından boşaltılacak ve 1878 senesi Haziran ayının dördü tarihli muahedenin dahi hükmü olmayacaktır”.15 Fakat daha sonraları şartta konu yerler Osmanlı İmparatorluğu’na geri verilmesine karşın, İngiltere Kıbrıs’ın yönetiminden vazgeçmemiş, yönetimini Osmanlı İmparatorluğu’na devretmemiştir. 13 Ahmet C. Gazioğlu, İngiliz İdaresinde Kıbrıs, 1960, s. 13. Ahmet C. Gazioğlu, a.g.e, s. 13-14. 15 Şükrü Torun, Kıbrıs’ın Politik Durumu, s. 30. 14 1914 yılında, bir tarafta sömürgeciliğin öteden beri çatışan liderleri durumunda olan İngiltere, Fransa ve Rusya, öte yandan ise Dünya’nın yeniden paylaşılmasını ve emperyalist devletler arasında yeniden bölüşülmesini savunan Almanya-Avusturya-Macaristan karşılıklı iki savaş bloğu oluşturmuş bulunuyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun bu savaş bloklarından birine taraf olma tavrını etkileyen önceki olaylar zinciri önemlidir. İngiltere 1878’den sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkma politikasını benimsemiş ve uygulamış, Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki bölgesel isyanları kışkırtıcı bir hal almıştır. ‘İtalya’nın Trablusgarp’a saldırması, Avusturya’nın Balkan politikası ve Bosna-Hersek’i topraklarına katmış olması, Osmanlı İmparatorluğu’nda Üçlü bağlaşmaya karşı bir antipati yaratmıştır.16 1890 yılından sonra Almanya’nın yaptığı ekonomik yardımlar, Almanya’nın 1914’lerde Avrupa’nın askeri açıdan en güçlü bir ülkesi oluşu, muhtemel bir dünya savaşından Almanya’nın galip çıkacağı varsayımları ve kaybedilen toprakları geri alma umutları, Osmanlı İmparatorluğu’nu, I. Dünya Savaşında Almanya’nın oluşturduğu ve liderliğini yaptığı savaş bloğunda yer almaya sürükledi. Osmanlı İmparatorluğu’nun 29 Ekim 1914’te, İtilaf devletlerinin yanında savaşa katılması İngiltere için stratejik bir konuma sahip Kıbrıs’ı ilhak için emperyalist niyetlerini kamuflede önemli bir fırsat yarattı. İngiltere 5 Kasım 1914 yılında, 1878 anlaşmasını ve diğer ilgili anlaşmaları feshettiğini ve Kıbrıs’ın İngiliz İmparatorluğu’na katıldığını ilan etti. İmparatorluk, İngiltere ile de savaş içindeydi ve birçok cephede ölüm-kalım savaşı veriliyordu. Lozan Barış Konferansı’nda İngiltere’nin bu tek yanlı kararını Türkiye’nin tanımasına kadar İngilizler fiili işgali sürdürmüş oldular. Dünya’nın sayılı güçlü devletlerine karşı kurtuluş savaşı veren ve başarıya ulaşan Türkiye, kazanılan zaferin uluslararası alanda da tescili ve “Misak-ı Milli”ye bağlı olarak, Türkiye Devleti’nin tam bağımsızlığının kabul ettirilmesi için büyük uğraş vermek zorunda kalmıştır. Lozan Barış Konferansı’nda Türkiye, Kıbrıs’ın İngiltere tarafından ilhak kararını neden tanımıştır? Bu soruya gerçekçi bir cevap vermek için, Lozan Barış masasında Türkiye’nin Lozan’dan ne beklediğini, içinde bulunduğu ekonomik koşulları ve evirilmekte olan savaşımın ana hatlarını bilmek gereklidir. Lozan Barış Konferansı’nda uluslararası alanda, ulusal kimliğini, bağımsızlığını tescil ettirme ve dünya uluslarına kabul ettirme savaşımı veren Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu gibi kendisine anlaşmaya veya gerçek 16 Murat Sarıca, Siyasal Tarih, 1983, s. 244. anlamda ceza bildirilmeye mahkûm edilmiş bir enkazın hesaplarını tartışmak hatta vermek zorunda kalmıştı. Lozan barış görüşmeleri ile ilgili olarak “Müzakereler hararetli, münakaşalı cereyan ediyordu. Türk hukukunu tasdik eder müspet bir netayiş görülmüyordu. Ben, bunu pek tabii buluyordum. Çünkü Lozan sulh masasında mevzubahis edilen mesail üç dört senelik yeni bir devreye ait ve münhasır kalmıyordu. Asırlık hesaplar niyet olunuyordu. Bu kadar eski, bu kadar karışık, bu kadar mülevves (pis, iğrenç) hesapların içinden çıkmak, elbette o kadar basit ve kolay olmayacaktı.”17 diyen Atatürk Lozan’da batının, anlaşmaları dikte etmeye çalıştığı bir Osmanlının hesaplarının da Türkiye Devletine ödetilmek istendiğine işaret etmektedir. Türkiye’yi işgal ve paylaşım planlarının yapıldığı 21 Haziran 1920 günü İngiltere Başbakanı B. Lloyd George Fransa, İtalya, Belçika ve Japonya temsilcilerinin katıldığı toplantıda, “Türkler yakında kendilerine verilecek barış koşullarını konuşmak üzere Paris’e geleceklerdir. Mustafa Kemal başarıya ulaşır da, Çanakkale Boğazı’nı kapatacak olursa, Müttefiklerin bu koşulları görüşmesinin bir anlamı kalmayacaktır. Buna karşılık, Mustafa’ya, kendisi ve milliyetçi kuvvetleri ile başa çıkacak güçte olduğumuzu gösterecek olursak, barış koşullarının görüşülmesi için bir neden kalmaz.”18 hesabını yapıyordu. Lloyd George barış masasında Türklere savunma hakkını bile tanımak istemiyor; “Toplantıya çağrılacak Türk delegelerine, derhal yanıtlarını vermeleri gerektiği ve konunun açık seçik ortada olduğu söylenmelidir. Bu konuda hiçbir uzmana danışmaya gerek yoktur. Türk delegeleri her ne ileri süreceklerse sürsünler istedikleri, savlarını savunmak için önceden uydurmuş olacakları açıktır.” peşin hükmü ile hareket ediyordu. İngiltere Başbakanı’nın Sevres Barış Anlaşması’nın müttefiklerce hazırlandığı günlerde söylediği bu sözler, Lozan’a yansıyan ve barış adı altında Türk Ulusu’nu köleleştirmek isteyen müttefiklerin eylem ve davranış ağını oluşturacaktı. Atatürk “Kudret ve kabiliyetten yoksun olanlara iltifat olunmaz. İnsanlık, adalet, mürvet icabatını, bütün bu evsafı haiz olduğunu gösterenler talep edebilir.” diyerek başlattığı kurtuluş ve bağımsızlık savaşı ile Lozan’da Türk Ulusu’nun gerçek temsilcilerini taraf olarak kabul ettirmiştir. Ulusun gerçek temsilcileri Lozan’da, Türkiye’nin, egemen ve bağımsız bir devlet olarak kabul edilmesi, eşit hak ve yetkilere sahip olması gerekliği görüşleri ile görüşmelere başlamış; Misak-ı Milli hedeflerine ulaşılmaya çalışılmıştır. İngiliz Baş Delegesi Lord Curzon, “Lozan Barış Anlaşması 1920 Ağustos’undaki Sevres Anlaşmasına benzemez. Harb-i Umumi’den sonraki anlaşmaların hepsi böyle 17 18 Kemal Atatürk, Nutuk, C. 11, s. 701. Güner Aktuğ, a.g.e, s. 28. yapılmıştır. Muzaffer devletler, kararlarını kendi aralarında mağlubun gıyabında vermişler ve mağlubu sadece cezanın bildirilmesi için davet etmişlerdir. Sevres anlaşması böyle yapılmıştır, hâlbuki Lozan görüşmelerinde bu usulden çok uzaklaşıldı. Türkler masa başına öteki devletlerle eşit koşullarda oturdular. Muahedenin her maddesi birer birer münakaşa edildi.” demektedir; ama her nedense konferans boyunca Türkiye konferansa katılan diğer devletlerin her söylediğine evet diyecek bir ülke olarak görülmek isteniyordu. Aynı Lord Curzon, sınırlar sorunu görüşülürken batının emperyalist tavrını, “Tarihte belki ilk defa bu kadar karışık bir mesele üzerinde büyük devletlerin ve Balkan devletlerinin fikirlerinde birlik görülmektedir. Bir şey daha var. Bu birliğin kıymet ve ehemmiyetini anlamayanların hali yaman olacaktır. Bu birliği hor görenlerin, buna karşı koyanların asla muvaffakiyet ihtimali yoktur.”19 tehdidinde bulunarak açıklıyordu. Atatürk, bağımsız ve egemen olma savaşımını “Varisi olduğumuz Osmanlı Devleti’nin Dünya nazarında hiçbir kıymeti kalmamıştı, hukuku beynelmilelden hariç tanınmış, adeta sahabet ve vesayet altına alınmış bir mahiyette farz olunuyordu. Maziye ait müsamahaların, hataların faili biz olmadığımız halde, esasen asırların müterakim hesabat-ı bizden sorulmamak lazım gelirken bu hususta da dünya ile karşı karşıya gelmek bize teveccüh etmişti. Millet ve memleketi hakiki istiklal ve hâkimiyetine sahip kılmak için bu müşkülat ve fedakârlığı da iktiham etmek bizim üzerimize tahmil olunmuştur.”20 sözleriyle açıklıyordu. İsmet İnönü de Türkiye’nin Lozan’da vermek zorunda olduğu bu sınavı TBMM’deki konuşmasında şöyle anlatır. “Arkadaşlar! Lozan Konferansı milletimizin Avrupa ortasında davet olunduğu büyük bir imtihandır. Acaba gördüğümüz manzara Anadolu dağlarında şu veya bu tesadüfün münhasımlar tarafından irtikâp olunan şu veya bu hatanın tesadüfi neticesi midir? Yoksa müsbet ve muayyen bir hedefe doğru bir milletin bütün kuvvet ve manabii ile vakfı nefis ederek, behemehâl istihsali gaye için giriştiği bir mücadele midir? Bunun imtihanı idi”. Türkiye kendisini bir türlü egemen ve bağımsız olarak kabullenemeyen konferans devletlerine karşı bu sınavı başarı ile yürütmüştür. Barışın sağlanması için fedakarlık yapmıştır; ama fedakarlık isteklerinin egemenliğe tecavüze yönelmesine razı olmamıştır. Lozan Türkiye’nin dünya yaşamına yeniden katılan bağımsız bir devlet olarak, onaylanmasının uluslararası belgesidir. Bu uluslararası belge ile “Mütecanis, yeknesak bir vatan, bunun dâhilinde harice karşı, gayrı tabii kuyuttan ve hükümet içinde hükümet ifade eden dâhili imtiyazdan müberra bir vaziyet ve gayrı tabii mükellefiyeti maliyeden azade bir 19 20 a.g.e, s. 28. Kemal Atatürk, Nutuk, C 11, s. 702-703. hal, hakkı müdafaatı mutlak, menbaii mebzul ve serbest bir vatan. Bu vatanın adı Türkiye’dir.” diyen İsmet İnönü’nün ifade ettiği gibi Türkiye Cumhuriyeti uluslararası ilişkilerde tanınmış egemen ve bağımsız bir ülke oluyordu. Lozan’da kendini Misak-ı Milli doğrultusunda kabul ettirme, geçmişin tek yanlı sömürü ilişkilerinden arındırmaya çalışan Türkiye, barış görüşmelerine İngiltere baş delegesinin tahrik dolu söz ve girişimlerine karşın, Kıbrıs konusunda İngiltere’yi karşısına almak istememiştir. Türkiye, Adalar konusunda daha çok Ege ve Akdeniz kıyılarına çok yakın tartışılabilir bölgeler üzerinde ısrarla durmuş, mücadele etmiştir. İsmet Paşa, İngiliz Baş delegesi Lord Curzon ile Kıbrıs konusunda uzun bir tartışma neden yapmadığı şeklindeki bir soruya, “Asıl önemli olan ekonomik ve adli kapitülasyonlardan kurtulmak ve diğer hayati konuları kazanmak için İngiltere ile öteki müttefiklerden ayrı ve önceden özel olarak anlaşmak istedik, zaten 1878’de Kıbrıs İngiltere’ye verilmiş, 1914’te İngiltere burayı ilhak etmiştir. Kıbrıs’ı gidip İngiltere’den geri almamız o tarihte söz konusu olamazdı.”21 demiştir. Türkiye yukarıdaki açıklanan görüşe rağmen barış görüşmelerinde Adalar konusundaki kesin tavrını ve tezini şu iki temele dayamıştır: 1. Küçük ve yakın adalarla, İmroz, Bozcaada ve Semendirek Türkiye’ye verilmeli. 2. Diğer adalar askerlerden arındırılmalı, tarafsız ya da bağımsız hale konulmalı.22 Türkiye Barış Konferansı’nda da İngiltere ile Kıbrıs konusunda fazla uğraşmak istememiş, onunla önceden istişare ederek diğer konularda Türkiye’ye karşı sert ve kesin tavır almasını önlemeyi amaçlamıştır. Türkiye, İngiltere’nin Kıbrıs’ı ilhak kararını Lozan Barış Anlaşması’nın 20. maddesi ile tanımıştır. 20. madde şöyledir: “Türkiye, İngiltere hükümetince 5 Kasım 1914 tarihinde ilan edilen Kıbrıs’ın (İngiltere’ye) katılışını tanıdığını bildirir.” İlhakın tanınması ile Türkiye, Kıbrıs üzerindeki tüm egemenlik haklarından vazgeçiyor, Kıbrıs’ın bir İngiliz ülkesi olduğunu (1914’ten itibaren) kabul ediyordu. Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin uyrukluğu sorunu Lozan’da gündeme gelmiş ve sorun Lozan Barış Anlaşması’nın 21. maddesinde çözümlenmiştir. Maddeye göre; “5 Kasım 1914’te Kıbrıs’ta yerleşmiş bulunan Türk uyrukları yerel yasanın saptadığı şartlara tabi olarak İngiliz uyrukluğunu edinecekler, ancak, Türk uyrukluğunu yitirmiş olacaklardır. Anlaşmanın yürürlüğe girmesinden başlayarak iki yıl içerisinde bu kişiler arzu ederlerse, seçme hakkını (option) kullanarak, Türk uyrukluğunu seçebilecekler; ancak bu 21 22 Nihat Erim, Bildiğim Gördüğüm Ölçüler İçinde Kıbrıs, s. 2. Güner Aktuğ, a.g.e, s. 31. hakkın kullanılış tarihinden başlayarak bir yıl içinde Kıbrıs’ı terk etmek zorunda kalacaklardır.”23 Bu anlaşmadan kısa bir süre sonra İngiliz vatandaşlığını kabul etmeyen sekiz bin civarında Türk adayı terk ederek Türkiye’ye göç etmiştir. 27/28 Nisan 1931 gecesi Kıbrıs’ta yapılan altıncı nüfus sayımının sonuçları belli olmuştur. Toplam nüfusun 374 bin 959 olduğu saptanmıştır. Son 10 yılda 37 bin 244 kişilik artış olmuştur. Kıbrıs’ın İngiltere’ye katılışını 20. madde ile tanımış olan Türkiye, kabul edilen 16. madde kuralları ile Kıbrıs’ın geleceği yeniden söz konusu olması halinde ilgili taraf olma hakkını saklı tutmuştur. Anlaşmanın 16. maddesi, 20. madde ile birlikte dikkate alınarak sağlıklı bir değerlendirmeye varılabilir. 16. maddenin anlaşma belgesinde son şeklini alıncaya kadar konunun görüşüldüğü komisyona sunulan öneriler ve bunlara karşı sunulan Türk değişiklik önerisi 16. maddenin 20. madde ile ilişkili olduğunu gösterir ve birlikte değerlendirilmeye tabi tutulmasını gerektirir. 16. madde tasarıda ilk şekli ile şöyle idi: “Türkiye işbu anlaşmada açıkça belirtilen sınırlar dışında bulunan ve işbu anlaşma ile üzerinde egemenliği tanınmış adalardan başka bütün öteki adalar üzerinde veyahut her ne şekilde olursa olsun bunlarla ilgili bütün hukuk ve iddialardan vazgeçtiğini (feragat ettiğini) beyan eder. Bu arazi ve adalar üzerinde ilhak, istiklal veya herhangi bir diğer idare şekli hakkında ittihaz edilen ve edilecek olan bütün kararları kabul ve tasdik eder.” 8 Mart 1923 tarihinde 16. madde ile ilgili olarak Türkiye Dış İşleri Bakanı ve Türkiye temsilcisi İsmet İnönü Çağıran Devletler Dışişleri bakanlarına gönderdiği mektupta madde ile ilgili Türk karşı önerisini sunmuştur. Türkiye karşı önerisi ile maddenin son cümlesinin çıkarılmasını istiyordu. Karşı öneride maddenin ikinci paragrafının neden çıkarıldığını soran Sir Horace Rumbold’a İnönü “İkinci paragrafın Türkiye’yi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmış olup da Türkiye’yi ilgilendirmeyen topraklara ilişkin olan ve Türkiye’nin bilmediği hükümleri onaylama ve kabul etme zorunda bıraktığını, Türkiye’den, ileride kararlaştırılacak hükümleri de kabul etmesinin istendiğini, Türkiye’nin niteliğini ve kapsamını bilmediği hükümleri kabul etmeyi yüklenemeyeceğini”24 söyledi. İsmet Paşa’nın bu sözlerine karşı ilk tepki gösteren Yunan temsilcisi M. Caclamonos oldu. Yunan temsilcisi “Müttefik Devletlerin bu toprakların ve adaların kaderine ilişkin olarak 23 24 Güner Aktuğ, a.g.e, s. 33. a.g.e, s. 34. ileride konulabilecek olan hükümlere Türkiye’nin açık ve kesin bir yüküm kabul etmesini istediklerini”25 söyledi. Uzun tartışmalardan sonra 16. madde “Türkiye, işbu anlaşmada belirtilen sınırlar dışında bulunan topraklar üzerindeki ya da topraklarla ilişkin olarak, her türlü haklarıyla sıfatlarından ve egemenliği işbu anlaşmada tanınmış adalardan başka bütün, öteki adalar üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vazgeçmiş olduğunu bildirir. Bu toprakların ve adaların geleceği (kaderi) ilgililerce düzenlenmiştir ya da düzenlenecektir.” şeklinde kabul olundu. Maddenin Türkiye’nin isteğine uygun olarak bu şekliyle kabulü, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak girişimlerinin başlaması ile birlikte, Türkiye’nin Kıbrıs sorununda ilgili taraf olma hakkının hukuki kaynağını da oluşturmuştur. Kıbrıs 10 Mart 1925 tarihinde bir Crown Colony olarak ilan edildi ve Kıbrıs’ın başına Vali getirildi. Bundan sonra Teşrii Meclisin üye sayısında değişiklik yapıldı. Meclis’in üye sayısı 18’den 24’e yükseltildi. Fakat bundan sadece Rumlar ve İngilizler faydalandılar. Meclisteki Rum üye sayısı 9’dan 12’ye ve hükümet tarafından tayin edilen üyelerin sayısı 6’dan 9’a çıkarıldı. Türklerin Meclisteki üye adedinde ise hiçbir değişiklik olmamış ve eskisi gibi 3 kişi olarak bırakılmıştır. Fakat Rumlar bununla da kalmıyorlardı. Onlar, Türklerin nüfusça azınlıkta olduklarını ileri sürerek, Mecliste Türk üyelerin sayısının azaltılmasını, bu yapılmadığı takdirde Rum üyelerin sayısının çoğaltılmasını teklif ediyorlardı.26 İngiliz Sömürge idaresi devrinde Kıbrıs Türklerinin ilk önemli siyasi faaliyeti 1 Mayıs 1931’de Kıbrıs Türk Milli Kongresi’nin toplanmasıdır. Bu Kongre’de Kıbrıs Türklerinin karşı karşıya bulunduğu sorunlar müzakere edilmiş ve şu kararlar alınmıştı: a. Kıbrıs Türk Cemaati, eğitim konusunda diğer cemaatlerin haiz bulundukları hukuk ve imtiyazlara aynen mazhar olmak hususundaki haklarını tamamen müdrik olarak bunu hararetle talep eder. Bu hususta mevcut nizam ve mevzuata uygun olarak Hükümet nezdinde gerekli teşebbüsler yapılacaktır. b. Ada Türkleri, Müftülüğün lüzumuna olan derin inancını ifade etmekte ve 1928 yılında halkın arzusu hilafına lağvedilen bir makamın yeniden ihdası ile Müftülüğe her türlü nüfuzdan uzak olarak ve seçimle işbaşına gelecek ehil bir kimsenin getirilmesini zaruri telakki etmektedir. 25 26 A.g.e, s. 34. Vehbi Zeki Serter, Kıbrıs Türk Mücadele Tarihi, s. 47. c. Aile hukukunun korunması bakımından devrin icaplarına asla uymayan şer’i hukukun değiştirilmesi ile buna ait davaların Türk Mahkemelerine devir ve Türk hâkimler tarafından görülmesi gerektiği konusunda ısrar ederler. d. Kongre, Cemaat malı olan Evkafın tamamen Türk Cemaati tarafından idare edilmesi gerektiği hususunda ittifak halindedir. Evkaf, dini görevlerden ayrılarak, dini görevlerin Müftüye devrinden sonra bir banka haline getirilerek Milli Kongre’nin seçeceği 6 aza ile yürürlükteki kanunlara uygun olarak, Hükümetçe tayin edilecek bir İngiliz azadan kurulu bir Konsey tarafından idare edilmelidir. e. Kongre, bu yönden Hükümet nezdinde gerekli teşebbüsleri yapmak üzere aşağıda isimleri yazılı zevatı tam yetkili murahhas aza tayin etmiştir. f. Kongre, Kıbrıs Türk Cemaatinin Ruhani Reisi olmak üzere Baf Kasabasından Ahmet Sait Efendi’yi Müftü intihap ve ilan ile Hükümetin bu intihabı resmen tanımasını temenni eyler.”27 Fakat bütün bu teşebbüsler İngiliz idareciler tarafından dikkate alınmamış ve böylece netice vermemiştir. Rumlar bir vergi meselesini bahane ederek, emellerini gerçekleştirmek amacı ile 1931’de isyan ettiler. İsyan hareketi, 21 Ekim 1931 akşamı, Lefkoşa’da patlak verdi. İsyan gittikçe büyüyerek Ada’nın her tarafına yayıldı. Lefkoşa’da Vali Konağına hücum eden Rumlar, konağı yaktılar. İngilizler, isyan karşısında kayıtsız kalmadılar, süratle harekete geçerek isyanı bastırdılar. İngilizler bundan sonra Ada’da sert tedbirler aldılar. Bu arada Kıbrıs Valisi Sir R. Storss’a 12 Kasım 1931’de olağanüstü yetkiler verildi, Kıbrıs’ta bundan sonra bir terör devri başladı. İsyan, Enosis amacı ile ve Rumlar tarafından çıkarılmıştı. Bu isyanda Türklerin hiçbir rolü olmamış ve isyan hareketine katılmamışlardı. Durum böyle iken yukarıda saydığımız tedbirler, haksız bir kararla Rumlarla birlikte Türklere de uygulandı. Hükümete itaat eden ve hiçbir işte zorluk çıkarmayan Türk Cemaati, bu tedbirlerden maddi ve manevi çok büyük kayıplara uğradı. Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı için Yunanistan Kıbrıs Rumları kışkırtmaya devam etti. 1945 yılında İngiltere’yi ziyaret eden Yunan Kralı Naibi Damaskinos gazetecilere verdiği demeçte, 12 Ada ile birlikte Kıbrıs’ın da Yunanistan’a verilmesi hususundaki iddiası Yunanistan’ın Kıbrıs üzerindeki düşüncelerini açıkça ortaya koymakta idi. 27 Vehbi Zeki Serter, a.g.e, s. 48. 1947 Nisan ayında İngiltere, Kıbrıs’a muhtariyet verilmesini temin edecek olan bir anayasa hazırlamak maksadı ile Rum ve Türklerin çeşitli meslek kuruluşlarından gelecek olan temsilcilerinden oluşacak bir danışma meclisi kurmak istedi28 ise de Rumların valinin yetkilerini azaltmak için yaptıkları itirazlar sonucu bir netice alınamadı. Rumların bütün olumsuz tavırlarına rağmen İngiltere 1948 yılı Mayıs ayında Kıbrıs’a verilecek olan Muhtariyet’in anayasasını ilan etti. Bu Anayasa’ya göre 22 kişilik yasama meclisinde, üyelerin 4’ü Türk olacaktı. Dört kişiden oluşacak yürütme kurulunda da bir Türk üye bulunacaktı. Ancak kilise ve Akel’in yönlendirdiği Rumlar bu teklifi reddettiler. Daha sonra Kıbrıs Rum Kilisesi meseleyi daha da karıştıracak bir davranış içine girdi. 15 Ocak 1950 tarihinde kilisenin kontrolünde, Rumlar “Yunanistan’la birleşmeyi talep ederim.”, “Yunanistan’la birleşmeye karşıyım.” şeklinde oylamayı ihtiva eden bir plebisit yapmaya kalktılar.29 Kilisenin yapmaya kalktığı plebisit Komünist Akel Partisi tarafından da desteklenmekteydi. Çünkü onlar için önemli olan Ada’dan güçlü bir idarenin kalkması idi. Ancak İngiliz hükümetinin tepkisi üzerine geri adım atmak zorunda kalmışlardır. 1951 yılına kadar Yunanistan Kıbrıs meselesini resmen benimsemiş olmakla birlikte, fiilen hiçbir teşebbüste bulunmamıştır. Ancak 1951 yılında Birleşmiş Milletlerin Paris’te yapılan toplantısında Loizos, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını isteyecektir. Daha sonra Sofokles Venizelos 1 Şubat 1951 tarihinde verdiği demeçte, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak edilmesi gerektiğini resmen ileri sürmüştü. Böylece bu tarihten itibaren Yunanistan, Kıbrıs meselesini devlet politikası haline getirmiştir. Genellikle sanılır ki, Türkler 1571’de Kıbrıs’ı fethetmekle, onu Yunanlılardan çalmışlardır... Bazen de, Kıbrıs Türklerinin, sonradan geldikleri için ada ile bağlantılarının kısa süreli olması sebebiyle, adayı bir vatan saymak için geçerli iddiaya sahip olmadıkları ileri sürülür. Keza, bugünkü Kıbrıs Türklerinin ataları, ilk İngiliz göçmenlerinin Kuzey Amerika’ya gelmelerinden çok önce, 1570’lerde yeni vatanlarına gelmişler ve dört yüzyıldan fazla bir süre adada yaşamışlardır. Kıbrıs, 1571’den, İngiltere’nin I. Dünya Savaşı başında, 1914’te, adayı resmen ilhak etmesine kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olarak kalmıştır. İlk Kıbrıs Türkleri, nüfusu az olan adayı refaha kavuşturmak için, Osmanlı Devleti’nin gönderdiği çiftçiler ve zanaatkarlardır.30 28 Fahir H. Armaoğlu, Kıbrıs Meselesi, Ankara, 1963, s. 7. Halil Fikret Alasya, Kıbrıs Tarihi, s. 117-119. 30 Pierre Oberling, Kıbrıs Faciası, Çev. Fahir Armaoğlu, T.T.K. Yay. XXV. Dizi, S: 10, Ankara, 1990, s. 3. 29 Başpiskopos Makarios (1913-1977) 15.1.1952’de plebisitin II. yıldönümünü, mahalli hükümetin toplantı yasağına rağmen, Paneromeni Kilisesi’nde törenle kutladı ve Rum gençliğini harekete geçmeye davet etti. Bunu müteakip Ada’nın çeşitli ilçelerinde cimnastik öğrencileri ilhak lehinde gösteriler tertiplediler ve polislerle yapılan çatışmalarda yaralananlar bile oldu. Kıbrıs’ta bu olaylar cereyan ederken, Yunan Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Sofokles Venizelos, Ankara’da bulunuyordu. (29 Ocak-4 Şubat 1952). Ankara’daki bu Yunanlı yetkili Yunanistan’da son günlerde yapılan mitingin İngiltere aleyhine olduğunu, Türkiye’ye yönelik olmadığını söyleyebilecek kadar pişkinlik gösterebiliyordu. Daha sonra aynı Yunanlı devlet adamı Sofokles Venizelos NATO Devletlerinin Lizbon’da yaptığı toplantıda, 22 Şubat 1952’de, Kıbrıs meselesinin yalnız Yunanistan ile İngiltere’yi alakadar ettiğini söyleyecektir. 1952’de AKEL Partisi’nin Moskova’nın emri ile “Kıbrıs’ın silahtan tecrit edilmesini” talep etmesi gösterdi ki Kıbrıs meselesi, Sofokles Venizelos’un zannettiği gibi ne sadece Kıbrıs ile İngiltere’yi ne de Yunanistan’ı ilgilendiren bir mesele olmayıp Türkiye’yi hatta dünya sulhu ve güvenliğini yakından ilgilendirmektedir. 8-16 Haziran 1952 tarihinde Türkiye’ye yaptığı ziyaretten sonra Atina’ya dönen Yunan Kralı Paul merkezi Kıbrıs’ta bulunan “Kıbrıs’ı Yunanistan’a İlhak Cemiyeti”nin şeref başkanlığını kabulden çekinmemiş ve Atina’da bulunan şubenin başkanlığına da Atina Başpiskoposu geçmiştir.31 Daha sonra Birleşmiş Milletler’in 24 Kasım 1952 tarihinde yaptığı oturumda Yunan delegesi Dimitrios Lambros “Halkların kendi mukadderatlarını kendilerinin tayini (yani selfdeterminasyon) hakkının, Kıbrıs’a da tatbik edilmesini” ileri sürdü. Buna derhal karşılık veren Türk delegesi Adil Derinsu, Kıbrıs’ın yalnız Rumlarla meskûn bulunmadığı, yüzyıllardan beri Türklerle de meskûn bulunduğunu ve aynı hakkın Türkler’e de verilmesini istedi. Yunanistan Birleşmiş Milletler’in 21 Eylül 1953 tarihindeki oturumunda, başdelegesi Alexis Kyrou vasıtasıyla aynı iddialarını tekrarladı ise de gene bir sonuç alamadı. 1953 yılında Türkiye Milli Talebe Federasyonu 21 Nisan gününü Kıbrıs günü ilan etmiş ve 1954 yılı 21 Nisan’da İstanbul ve Ankara’da büyük mitingler yapılmıştı. 1954 yılında İngilizler’in Süveyş’ten çekilerek Kıbrıs’a yerleşmeleri Enosis taraftarı Rumları telaşa düşürdü. Ancak Yunan Hükümeti gerek Kıbrıslı Rumlar gerekse de Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı konusunda geri adım atmadılar. 31 Abdulhaluk Çay, a.g.e., s. 37. 16 Ağustos 1954’te Yunan Hükümeti’nin Başbakan Papagos’un imzası ile Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’ne yaptığı müracaatta Kıbrıs halkına self-determinasyon hakkı verilmesi teklifinin gündeme alınmasını talep etmekte idi. Yunanistan-Rum ikilisinin self-determinasyon talebine İngiltere karşı çıkmış ve Yunanistan-Rum ikilisinin maksadının self-determinasyon yoluyla, Ada’nın Yunanistan’a ilhakının gerçekleştirilmek istendiğini açıklamıştır. İngiltere Ada’daki Türk nüfusunu da ileri sürerek Türkiye’nin de Kıbrıs meselesi ile ilgili taraf olduğunu vurgulamayı da politikası bakımından geciktirmedi. Ayrıca Türk toplumunun Enosis’e kesinlikle karşı olduğunu belirten İngiltere, Ada’da self-determinasyon uygulaması kabul edilecek olursa, Türk toplumunun da kendi geleceğini tayin etmek hakkının tanınması gerekeceğini kabul ve ilan etti.32 Olayların bu şekilde gelişmesi üzerine 20 ve 21 Ağustos’ta Yunanistan’ın her tarafında mitingler yapıldı ve 20 Ağustos 1954 günü Atina radyosu her iki dakikada bir “Kıbrıs mücadelesi başladı, kurtuluş saati yaklaşıyor” diye anons yaptı. 24 Eylül 1954’te yapılan uzun tartışmalardan sonra konunun ele alınmasına karar verildi. Ancak komisyonda yapılan uzun tartışmalar sonunda 17 Aralık 1954’te Kıbrıs meselesinin “şimdilik” Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda görüşülmesi uygun görüldü. Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar meseleyi bir taraftan Birleşmiş Milletler’e götürürken diğer taraftan da Kıbrıs’ta tedhiş eylemlerini başlatmak sureti ile meseleyi Enosis emelleri doğrultusunda sonuçlandırmaya karar vermişlerdi. 1951 yılı içinde Albay Grivas Kıbrıs’a gönderilmiş ve kendisinden Rum Gençlik Teşkilatı PEON ve OXEN’i organize etmesi istenmişti. Ancak 1953 senesinde İngiliz idaresi bu cemiyetlerin faaliyetine son verdi. Bu teşkilatlar daha sonra EOKA (Ethniki Organisos Kyprakion Agoniston) adı altında Makarios’un emrinde gizli bir tedhiş teşkilatına dönüşecektir. Yunan Hükümetinin her türlü maddi ve manevi desteğiyle ve Grivas’ın komutasında çalışan EOKA Kıbrıs’ın her tarafında geniş ölçüde teşkilatlandı. Nihayet 1 Nisan 1955’te Lefkoşa’da genel valilik, Müsteşarlık dairesi ve Ortadoğu İngiliz Kara Kuvvetleri genel karargâhında bombalar patladı, radyoevi yıkıldı. EOKA İngilizlere karşı tedhiş harekâtına giriştiği gün yayınladığı beyannamede: “Karşımızda iki düşman vardır. Birincisi İngilizler, ikincisi Türkler’dir. Evvela, İngilizler ile mücadele edeceğiz ve onları Ada’dan çıkaracağız. 32 Abdulhaluk Çay, a.g.e., s. 38. Bundan sonra Türkler’i imha edeceğiz. Hedefimiz ilhaktır. Her ne pahasına olursa olsun, bu gayeye ulaşmak vazifemizdir” demekte idi.33 İngilizlere karşı mücadelede başarı kazanan EOKA, Türkler’e karşı harekâta girişmek için bahane aramaya başlamış ve Türk polislerinin İngilizler’e yardım etmemelerini yani normal emniyet görevlerini yapmamalarını talep etmişti. EOKA Temmuz 1957 tarihinde Türklere karşı harekete geçti. Türk polislerini arkadan vurmak suretiyle öldürmeye ve sonradan da Türk halkına tecavüzlerde bulunmaya başladılar. Türkler Rumların bu saldırıları üzerine Volkan adıyla 1956 yılı başlarında ilk direniş örgütünü kurdular. Bu teşkilat daha sonra TMT adı ile Türk Mukavemet Teşkilatı’na dönüşecektir (1 Ağustos 1958). Kıbrıs tarihinde bundan böyle yeni bir mücadele dönemi başlamış ve Kıbrıs Türkleri birçok eksikliklere rağmen canını, malını, ırzını ve her şeyden önce vatanını korumaya başlamıştır. G. 1950-1960 YILLARI ARASINDA KIBRIS KONUSUNDAKİ GELİŞMELER 1. TÜRKİYE’NİN KIBRIS POLİTİKASI Türkiye’nin Kıbrıs’a yönelik statükocu politikasını Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü Şubat-Nisan 1951’de şöyle açıklamıştır: “… Ülkemize nisbetle coğrafi ehemmiyeti, oradaki soydaşlarımızın mühim bir kitle teşkil eylemesi ve tarihi bağlarımız dolayısı ile Kıbrıs’ın durumunun bizi çok yakından alakadar etmesi gayet tabiidir. Adanın bugünkü vaziyetinin değişmesi için bir sebep görmemekteyiz.” Türkiye’nin bu pasif tavrı, Yunanistan’ın daha şiddetli bir ilhak politikası savunmasına adeta yardımcı olmuştur. Kıbrıs sorununun uluslararası bir sorun olarak Birleşmiş Milletler gündemine Yunanistan tarafından getirildiği 1954 yılında da Türkiye, aynı “statükocu” politikayı savunmaya devam etmiştir. Türkiye 1954’te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda görüşülen Kıbrıs sorununa taraf olmaktan bile çekinmiş, sadece İngiltere’nin tezlerine katılmıştır. Buna karşın Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler nezdindeki delegesi Palamas vasıtası ile “Halkların eşit hakları ve self-determinasyon” prensibinin Birleşmiş Milletler himayesi altında Kıbrıs halkına uygulanması doğrultusunda bir taleple ilk kez Birleşmiş Milletler’e başvurmuş, Kıbrıs’ta çoğunluğun Rum nüfustan oluştuğunu, Kıbrıs’ın geleceği doğrultusundaki kararı Rumların vermesi gerektiğini ileri sürmüştür. Yunanistan Kıbrıs’ta 33 Halil Fikret Alasya, “Yunanistan ve Kıbrıs Meselesi”, Kıbrıs ve Türkler, s. 111-112. yaşayan Türklere ancak azınlık hakları verilebileceğini ve tanınacak azınlık hakları ile ilgili kendisinin her türlü garantiyi verebileceğini de belirtmiştir.34 Denilebilir ki 1955 yılına kadar Kıbrıs Rumları ve Yunanistan’ın “Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak” girişimlerine karşı ulusal tavrın şekillenmesinde ve uyanışta Türk basınının, derneklerin ve Kıbrıs Türkünün kararlı tavrı büyük etken olmuştur. Türkiye’nin 1955 yılından sonra Kıbrıs ile daha duyarlı ilgilenmeye başladığı ulusal çizgileri ile belirlenmiş bir politika saptadığı görülür.35 1 Nisan 1955 yılında EOKA yeraltı tedhiş örgütünün eyleme geçmesinden üç ay sonra, İngiltere Hükümeti’nin Kıbrıs sorunu dâhil Doğu Akdeniz Bölgesi ile ilgili siyasal ve askeri sorunları görüşmek üzere Türk ve Yunan Hükümet temsilcilerini Londra’da yapılacak konferansa davet etmesi ile Kıbrıs sorunu üçlü bir konferansta ilk defa görüşülmeye başlanmıştır. Ancak Yunanistan’ın 23 Temmuz 1955 yılında Kıbrıs sorununu Birleşmiş Milletler’e götürmesi ve bir baskı aracı olarak Kıbrıs’taki EOKA’nın terör eylemlerini Türklere karşı da yöneltmesi konferansın başarısız kalması neticesini yaratmıştır. Kıbrıs sorunu ile yakından ilgilenmeye, bu konuda ulusal tavrını ortaya koymaya başlar. Londra Konferansı’nda Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu Türk tezini “... Bu adanın mukadderatı ancak Türkiye ile İngiltere arasında tayin edilebilir... Çünkü biri bu ada üzerinde hâkimiyet hakkını terk eden devlettir, diğeri ise adayı kendi ülkesine ilhak etmiş olan devlettir... Kıbrıs’ın Türkiye için ehemmiyeti yalnız bu çeşit bir sebebe istinad eden bir vakıf değildir. Tarihin, coğrafyanın, ekonominin, askeri stratejinin icaplarına ve her devletin en mukaddes hakkı olan beka ve emniyetini vikaye etmek hakkına hülasa tabiatı eşyaya uygunluktan doğan bir zarurettir.” diyerek açıklamıştır. Türkiye bu görüşlerle, Lozan’da Kıbrıs’ın ilhakının tanınması dâhil, Akdeniz’de ulusal güvenlik açısından bir denge kurulduğunu, self-determinasyon taleplerine evet denilirse adanın Yunanistan’a ilhakı ile bu dengenin bozulacağını ve soruna doğrudan taraf olduğunu ve olacağını açıklamıştır. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, 25 Şubat 1956 tarihinde Dışişleri bütçe tartışmaları esnasındaki konuşmasında da, yukarıdaki Türk tezini ve Türkiye’nin kararlılığını “Kıbrıs meselesi oradaki ekalliyet meselesi değildir. Kıbrıs meselesi Türkiye’nin meselesidir. Bizim için hayati ehemmiyeti olan milli bir davadır. Yunanistan mütecavizdir. Yunanistan’la yüzbeyüz konuşmak istedik. Ona sen bu adadan vazgeç, bu dostluk ile kabili bir teklif değildir demek en salim yoldur. Bu, İngiltere adadan çıkacaksa ben orayı alacağım, eğer sen adayı 34 35 Güner Aktuğ, a.g.e, s. 52. A.g.e, s. 53. istemeye devam ettiğin takdirde önünde beni bulacaksın demektir. İşte siyasetimiz budur.” sözleri ile ifade etmiştir.36 “İngiltere’nin tek taraflı ilhak kararını tanıyan, egemenlik hakkımızdan vazgeçen biz, egemenliği kabul olunan İngiltere’dir. İngiltere Kıbrıs’taki egemenlik hakkından vazgeçerse ada eski sahibi olan bize verilmelidir.” olarak özetlenebilen bir teze dayanan Kıbrıs politikası uzun süreli savunulmamış; kısa bir süre sonra terk edilerek “taksim” tezi ulusal bir tez olarak savunulur olmuştur. Tezi bu şekli ile savunan zamanın DP hükümetine göre “taksim” Kıbrıs sorununun çözümü için Türkiye’nin yaptığı azami bir fedakârlıktır. Başbakan Menderes 3.5.1957 tarihinde Bursa gezisi esnasında yaptığı konuşmasında “Kıbrıs politikasında taksim tezini kabul etmekle hükümetimiz azami fedakârlığı yapmıştır... Kıbrıs Türklerinin mukadderatlarının tayin hakkının ellerinden alınmasına asla ve kati razı olmayız.” sözleri ile self-determinasyon hakkının Kıbrıs Türklerine de tanınması gerektiğini belirtmiştir. Rum ve Yunanlılar, sadece Kıbrıs Rumlarına self-determinasyon hakkı tanınmasının İngiltere ve Türkiye tarafından reddedilmesi üzerine Yunanistan, sorunu tekrar Birleşmiş Milletler’e götürmüştür. Türkiye, bu toplantılarda da sadece Kıbrıs Rumlarına tanınacak bir selfdeterminasyon hakkının, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını kabul etmek anlamında olacağını, bu hak Rumlara tanınacaksa, Türklere de tanınması gerektiği üzerinde durmuş ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun ‘sorunun taraflar arasında müzakere yolu ile halledilmesi’ kararını desteklediğini açıklamıştır. İngiltere’nin ‘adadaki iki topluluk ile Rum ve Türk hükümetlerinin kabul edeceği daimi bir anlaşma temin etmek’ çerçevesinde hazırladığı Mac Millan Planı’nı Kıbrıs Rum ve Yunan hükümet liderleri self-determinasyon tezlerine aykırı olduğu gerekçesi ile reddettiler ve “Görüşme yapılacaksa Britanya Hükümeti ile Kıbrıslılar arasında yapılmalıdır” diye karşı öneride bulundular.37 Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler’den beklediği neticeyi elde edememesi, Türkiye’nin sorunu barışçı yollardan halletme girişimlerinden kaçınmaması tarafları Zürih Konferansı’na ve Kıbrıs’a bağımsızlık tanınmasını öngören kararların alındığı Londra Konferansı’na götürmüştür. Türkiye Kıbrıs Türk halkının bir azınlık değil, kurulacak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit bir kurucu ortağı ve bu haklarının garanti edileceği bir siyasal düzeni savunmuş ve bunda başarılı olmuştur. 36 37 A.g.e, s. 55. A.g.e, s. 56. 2. SELF-DETERMİNASYON 22 Temmuz 1952 tarihinde Atina’da yapılan Enosis mitingine, devlet memurlarının da katılmasını sağlamak için Yunanistan hükümeti resmi daireleri tatil etmişti. Artık Kıbrıs meselesi, Yunanistan tarafından resmen ele alınmış bir konu oldu. 1954 yılı Martından itibaren Yunanistan, Kıbrıs meselesinin müzakere edilmesi için İngiltere üzerinde gayrı resmi baskı yapmaya başladı. Fakat İngiltere bunu reddetti. Bunun üzerine Başbakan Papagos 23 Mart 1954’te Atina’da yayınladığı bir demeçte, Yunan hükümetinin Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı meselesini Birleşmiş Milletler’in Eylül 1954’te yapacağı toplantıya götüreceğini ilan etti. Üçlü Balkan ittifakının imzalanmasından bir hafta sonra 10 Ağustos 1954’te Yunan hükümeti Kıbrıs meselesini resmen Birleşmiş Milletler’e götürmüştür. Yunan Başbakanı Mareşal Papagos’un imzası ile Genel Sekreterliğe verilen yazıda Kıbrıs halkına selfdeterminasyon hakkının verilmesi teklifinin gündeme alınması talep edildi.38 Yunanistan-Rum ikilisi self-determinasyon ilkesinin uygulanması ile Enosis’e ulaşmak istiyordu. Hâlbuki Kıbrıs’ta, bir Kıbrıs milleti bulunmamakta ve mevcut halk tamamen ayrı iki etnik gruptan, yani Rum ve Türk’ten oluşmakta idi. Bu sebeple Kıbrıs halkına bir bütün olarak self-determinasyon ilkesi tatbik edilemezdi. Bunun uygulanması Ada’nın Yunanistan’a ilhakı demekti ki, Yunan-Rum ikilisinin isteği de buydu. Yunanistan-Rum ikilisi ise, Kıbrıs’ta self-determinasyon prensibinin, Kıbrıs halkı bir bütün olarak ele alınmak sureti ile uygulanabileceğini ileri sürmüş ve Ada’daki Türk toplumunun ayrı bir halk değil, bir azınlık olduğunu iddia etmiştir.39 24 Eylül 1954’te yapılan uzun tartışmalardan sonra meselenin gündeme alınmasına karar verildi. Komisyonda yapılan uzun tartışmalar sonucunda 17 Aralık 1954’te Kıbrıs meselesinin ‘şimdilik’ Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda görüşülmemesine karar verildi. 3. EOKA’NIN KURULUŞU VE TEDHİŞ HAREKETLERİ Yunan hükümeti ve Kıbrıs Ortodoks Kilisesi Birleşmiş Milletler’de Enosis’e gidecek yolu açacak bir karar alamayınca bir taraftan Birleşmiş Milletler yoluyla işi takip etmeye, diğer taraftan da Kıbrıs’ta tedhiş yaptırmak suretiyle, Birleşmiş Milletler’i baskı altında 38 39 Halil Fikret Alasya, Kıbrıs ve Türkler, s. 103-104. Fahir H. Armaoğlu, Kıbrıs Meselesi, s. 73-75. tutmaya karar verdiler. Başpiskopos Makarios III’ün Atina’ya yaptığı sık ziyaretlerle bu yolu Yunan hükümetine benimsetmesi sonucunda 1951 yılında Yunan ordusunda albay rütbesinde bulunan Grivas’ı Kıbrıs’a davet ederek kendisine ilk defa Rum Gençlik Teşkilatı PEON’u organize etmek görevi verdi. Bu teşkilat, Makarios’un direktifine göre çalıştı. Ancak 1953 senesinde muzır ve tahrik edici hareket ettiklerinden dolayı, hükümet tarafından kapatıldı. PEON teşkilatı bundan sonra EOKA adı altında gizli tedhiş teşkilatı şeklinde çalışmaya başladı. EOKA ilk önce Kıbrıs’ta kendi prensiplerini kabul etmeyen Kıbrıslı Rumları ortadan kaldırmaya ve bu suretle Rum halkı üzerinde baskı yolu ile hâkimiyet kurmaya ve para toplamaya çalıştı. 1 Nisan 1955’te Lefkoşa’da umumi valilik, müsteşarlık dairesi ve Ortadoğu İngiliz Kara Kuvvetleri genel karargâhında bombalar patladı, radyoevi yakıldı. Mağusa, Larnaka ve Limasol’da da buna benzer tedhiş hareketleri yapıldı. Sokaklarda ihtilal beyannameleri dağıtıldı. Bu beyannamelerde EOKA, yani Kıbrıs Milli Mücadele cephesi yazılıydı; İngilizlere karşı kurtuluş savaşının başladığı bildirilmekteydi ve “İngilizlere karşı kurtuluş savaşımız Tanrı’nın yardımı ve bütün Yunan dünyasının sarsılmaz imanı ile bugünden itibaren başlamıştır. Atalarımızın dediği gibi kalkanımızı geri getiremezsek üzerinde can vereceğiz. Yunanlılar nerede olursanız olunuz, Kıbrıs’ın kurtuluşu için elele marş ileri!” denilmekteydi. Yunan radyosu tedhiş harekâtının başlamasını müteakip EOKA’cıları milli kahraman olarak bütün dünyaya ilan etti. EOKA İngilizlere karşı tedhiş harekâtına giriştiği gün yayınladığı beyannamede, “Karşımızda iki düşman vardır. Birincisi İngilizler, ikincisi Türklerdir. İlk evvela, İngilizler ile mücadele edeceğiz ve onları Ada’dan çıkaracağız. Bundan sonra Türkleri imha edeceğiz. Hedefimiz ilhaktır. Her ne pahasına olursa olsun, bu gayeye ulaşmak vazifemizdir.” demekteydi.40 EOKA önce İngilizlere karşı başladığı tedhiş harekâtını Türklere de uygulamak suretiyle ilhaka ulaşmayı planlıyordu. İngilizlere karşı mücadelede başarı kazanan EOKA, Türklere karşı harekâta girişmekte ve bahane bulmakta gecikmedi. Türk polislerinin İngilizlere yardım etmemelerini yani normal görevlerini yapmamalarını talep etti, aksi takdirde öldürüleceklerini bildirdi. EOKA yayınladığı beyannamede “Enosis’e mani olan herkes öldürülecektir” diye ilan etti. Bu gelişmeler karşısında İngiltere 1960 yılında Ada’dan ayrılacağını ifade ediyordu. 40 Halil Fikret Alasya, a.g.e, s. 111-112. İngiltere 1955 yılında Muhafazar Parti’nin iktidara gelmesinden sonra ‘Doğu Akdeniz Savunması ve Kıbrıs Meselesi’ni görüşmek maksadı ile 30 Haziran 1955’te Türk ve Yunan hükümetlerini Londra’da toplantıya çağırdı. Makarios bu toplantıda Kıbrıslıların bulunmamasını tenkit etti. Yunan hükümeti, Makarios ile Atina’da görüşmeler yaptı ve selfdeterminasyona gitmeyen bir hal şeklini kabul etmeyeceklerine dair Makarios’a teminat verdi. Londra Konferansı 29 Ağustos 1955’te toplanacaktı. Rumlar konferanstan olumlu sonuç almak için, 28 Ağustos 1955 günü Ada’daki Türkleri katliama tabi tutacaklarını ilan ediyorlardı. 24 Ağustos 1955’te Türkiye Başbakanı İngiltere’nin vazifesini yapacağından Türk Hükümeti’nin emin olduğunu bir nota ile İngiliz hükümetine bildirdi ve basına açıkladı. Londra Konferansı 29 Ağustos 1955’te açıldı. Delegasyonlar görüşlerini belirtti. Yunanistan Enosis, Türkiye statükonun devamını aksi takdirde Kıbrıs’ın Türkiye’ye ilhak edilmesini, İngiltere ise self-government sistemini teklif etti. Görüşler bağdaşamayacak mahiyette olduğundan, 7 Eylül 1955’te konferans başarı elde edemeden dağıldı. Bu konferansın tek olumlu sonucu Türkiye’nin Kıbrıs konusunda söz sahibi ve kuvvetli bir tezi olan bir memleket olarak dünyaca anlaşılmış olmasıdır. Yunanistan Ada’nın hukuk yollarından ilhak edilemeyeceğini anlamış olması neticesinde, Kıbrıs’ta yeraltı teşkilatı kurmuş ve bu teşkilata gizlice silah ve cephane şevkine başlamıştı. 1955 yılı Ocak ayının son günlerinde Kıbrıs’ta içi silah dolu 100 tonluk bir motorun (Ayios Yorgios) yakalanması ve bu motorun bir Yunan limanından yüklendiğinin tespit edilmesi, Türkiye’de yeni bir tepki doğurmuştur. Çete savaşları ile meseleyi halletmenin Yunanistan’ın aleyhine olacağı belirtildi. Fakat Başbakan Papagos’un teşvik ettiği ve desteklediği bu tedhiş teşkilatı, Kıbrıs’ı da Girit durumuna çevirmek yoluna müteveccih bir hareketti. Rumların 28 Ağustos’ta Kıbrıs’taki Türkleri katliama tabi tutacakları yolunda haberler, durumu daha da kötüleştirmiştir. Çünkü Türk hükümeti de Yunanistan’a karşı olan davranışını sertleştirmiştir. Fakat 6/7 Eylül olaylarının meydana getirmiş olduğu hava, Türk hükümetinin Yunanistan’a karşı olan davranışında ani bir değişikliğe sebep olmuştur. Ancak Yunanistan’ın durumu istismar ederek şantaja kalkışması, Türk hükümetinin de tutumu sertleştirmesine sebep olmuştur.41 H. KIBRIS CUMHURİYETİ 41 Fahir Armaoğlu, a.g.e, s. 186-187. 1. ZÜRİH-LONDRA ANLAŞMALARI VE KIBRIS CUMHURİYETİ’NİN DOĞUŞU 1958 Aralık ayı ortalarında Paris’te yapılan NATO toplantılarına katılan Türk, Yunan ve İngiliz dışişleri bakanları Kıbrıs konusunda görüşmeler yaptılar. Bu görüşmelerde, üzerinde en fazla durulan konu, bağımsız bir Kıbrıs Devleti’nin kurulması oldu. Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Paris’ten Ankara’ya dönerken İngiltere’ye uğradı. Orada Birleşmiş Milletler toplantılarını izledikten sonra İngiltere’ye gitmiş bulunan Türk cemaati liderlerinden Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş ile görüştü.42 Zorlu liderlere bağımsız bir Kıbrıs Devleti’nin kurulacağını bildirdi. Küçük ve Denktaş, dışişleri bakanına, ancak Türkiye’nin garantisi altında bulunması ve Ada’da Türk cemaatinin varlığı ve güvenliğini korumak üzere bir miktar Türk askerinin bulunması halinde devletin kurulmasına razı olabileceklerini söylediler. Şubat ayı başlarında, Türk ve Yunan dışişleri bakanları birkaç defa daha bir araya gelerek görüşmeler yaptılar. Daha sonra, görüşmeler başbakanlar seviyesine çıkarıldı. Türkiye Başbakanı Adnan Menderes, 5 Şubat sabahı, Yunan başbakanı Konstantin Karamanlis ile görüşmek üzere Zürih’e hareket etti. Aynı gün Zürih’te başlayan görüşmeler, 11 Şubat akşamı tam bir mutabakatla sona erdi. İki Başbakan bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına, konu ile ilgili anlaşmanın ise İngiltere ve Kıbrıs’taki iki cemaatin temsilcilerinin de katkılarıyla Londra’da imzalanmasına karar verildi. Kıbrıs’ta Türkiye, İngiltere ve Yunanistan tarafından garanti edilecek bağımsız bir devletin kurulması esasına dayanan anlaşmalar, 19 Şubat 1959’da Londra’da imzalandı. Londra’da anlaşmaların imzalanmasından sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasasını hazırlamak üzere karma bir komite kuruldu. Bu komite, Türk ve Yunan hükümetleri ile Kıbrıs Türk ve Rum cemaatlerini temsil eden delegasyonlarla, İsviçreli tarafsız bir gözlemci tarafından kuruldu. Anayasa Komitesi de bir yıllık bir çalışma sonucunda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasasını tamamladı. 199 maddeden oluşan Anayasa, 6 Nisan 1960’da imzalandı. İngiliz Parlamentosu, 21 Temmuz 1960’da, Kıbrıs’ın bağımsız bir cumhuriyet olması konusunda hazırlanan bir yasa tasarısını kabul etti. 15-16 Ağustos gecesi, Kıbrıs 42 Sabahattin İsmail, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Doğuşu-Çöküşü ve Unutulan Yıllar, K.K.T.C. Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı, 1964-1974, s. 16. Cumhuriyeti’nin resmi kuruluş törenleri yapıldı. 21 pare top atıldı ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile ilgili evrak, İngiltere, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Türk ve Rum Cemaati temsilcileri tarafından imzalandı. Böylece Kıbrıs Türk halkının yeni bağımsız devletin eşit haklara sahip kurucu ortağı olduğu tescil edildi. 16 Ağustos sabahı, Kıbrıs’ın son İngiliz valisi Sir Hugh Foot Ada’dan ayrıldı. Biraz sonra da, anlaşmalar gereğince Kıbrıs’a gönderilen 950 Yunan ve 650 Türk askeri Magusa limanında karaya çıktılar. Kıbrıs Türkleri, Türk askerlerini büyük törenlerle ve sevgi gösterileri ile karşılayıp kurbanlar kestiler. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasasının temel yapısı İttifak ve Garanti Anlaşması’ndan meydana gelmektedir. Cumhuriyetin cumhurbaşkanı Rum, muavini de Türk olacaktı. Bakanlar Kurulu yedi Rum, üç Türk’ten, Meclis ise 35 Rum ve 15 Türk’ten oluşacaktı, cumhurbaşkanı ile yardımcısının Bakanlar Kurulu kararı ile Meclis’ten geçen yasaları veto etme yetkileri vardı. Her toplumun ayrı bir Cemaat Meclisi olacaktı. Bu meclisin kendi ihtiyaçlarını karşılamak için vergi koyma yetkileri olacaktı. Ayrıca bu meclisler bütün dini, eğitim, kültürel ve öğretim işlerinden de sorumlu olacaktı. İdare yüzde otuz Türk ve yüzde yetmiş Rum’un katılımı ile oluşacaktı. Jandarma ve polis komutanlarından biri Türk olacaktı. Kıbrıs’ın yüzde altmışı Rum ve yüzde kırkı Türk’ten oluşacak bir ordusu bulunacaktı. Emniyet kuvvetleri de yüzde yetmiş Rum, yüzde otuz Türk’ten meydana gelecekti. Ceza davalarında mahkeme, suçlunun toplumuna mensup hâkimlerden oluşacaktı. Kıbrıs Cumhuriyeti ile İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında imzalanan Garanti Anlaşması’nın 1. maddesine göre “Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devlet ile tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder.” deniliyordu. İkinci maddede ise “Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu anlaşmanın birinci maddesinde gösterilen yükümlülükleri göz önüne alarak, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini ve aynı zamanda Anayasa’nın temel maddeleriyle kurulan düzeni tanırlar ve garanti ederler.” deniyordu. Dört maddelik anlaşmanın üçüncü maddesinde ise şöyle denmektedir: “Bu anlaşmanın maddelerine uyulmaması halinde Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık bu hükümlere uyulmasını sağlamak için gereken girişimler ve tedbirler hakkında birbirleri ile dayanışma taahhüt ederler. Ortak veya anlaşarak hareket olası olmadığı takdirde garanti veren üç devletten her biri bu anlaşma ile kurulan düzeni tekrar kurmak amacı ile harekete geçmek hakkını saklı tutarlar.” İttifak anlaşmasında ise şu hususlar yer alıyordu: Madde 1: Taraflar ortak savunmaları için işbirliği yapacaklar. Savunma dolayısıyla ortaya çıkan sorunlarda birbirleri ile danışacaklar. Madde 2: Taraflar Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına veya toprak bütünlüğüne karşı doğrudan veya dolaylı yöneltilen herhangi bir hücum ve saldırganlığa ortak karşı koyacaklar. Madde 3: Bu ittifakın amaçları bakımından ve yukarıda gösterilen amaca erişmek için Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarında bir “Üçlü Karargâh” kurulur. Üçlü karargâha katılacak olan Yunan ve Türk birlikleri sırayla 950 Yunan subay, astsubay ve erden ve 650 Türk subay, astsubay ve erden kurulacaktı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Türklerin kurucu ortaklık haklarını, eşitliğini, cumhuriyetin iki toplumlu karakterini ve Kıbrıs Anayasası’nda Türklere tanınan hakları içeren Anayasa maddeleri şöyle özetlenebilir: Madde 1: Kıbrıs Devleti, bu anayasa gereğince, cumhurbaşkanı Kıbrıs Elen cemaati tarafından seçilen bir Elen ve cumhurbaşkanı muavini Kıbrıs Türk Cemaati tarafından seçilen bir Türk olan, başkanlık rejimine sahip bağımsız ve egemen bir cumhuriyettir. Madde 2: Bu anayasa maksatları bakımından 1- Elen Cemaati, Elen aslından ve ana dili Elence olan veya Yunan kültür ananelerini paylaşan veya Elen-Ortodoks Kilisesi’ne mensup bulunan bütün cumhuriyet vatandaşlarını içine alır. 2- Türk Cemaati, Türk aslından ve ana dili Türkçe olan veya Türk Kültür ananelerini paylaşan veya Müslüman olan bütün cumhuriyet vatandaşlarını içine alır. Madde 3: Cumhuriyetin resmi dilleri Elence ve Türkçedir. Teşrii, icrai ve idari muamele ve vesikalar her iki resmi dilde yazılır ve Anayasa’nın açıkça gerekli kıldığı hallerde Cumhuriyet Resmi Gazetesi’nde her iki resmi dilde yayınlanmak sureti ile ilan edilir. Bir Elen’e veya bir Türk’e hitap eden idari veya diğer resmi vesikalar muhatabına göre Elence veya Türkçe yazılır. Cumhuriyet Resmi Gazetesi’nde, her metin her iki resmi dilde ve aynı sayıda yayınlanır. Madde 62: Temsilcilerin sayısı ellidir. Bu sayı, Temsilciler Meclisi’nin, Elen Cemaati’nin seçtiği temsilcilerin üçte ikisini ve Türk Cemaati’nin seçtiği temsilcilerin üçte ikisini ihtiva eden bir ekseriyetle alacağı bir karar ile değiştirilebilir. Bu maddenin l’nci fıkrasında gösterilen temsilci sayısının yüzde yetmişi Elen Cemaati ve yüzde otuzu Türk cemaati tarafından kendi üyeleri arasından ve temsilcilik sayısından fazla aday olduğu takdirde, aynı günde genel, tek dereceli ve gizli olarak ayrı ayrı yapılacak seçimle seçilir. Bu fıkrada konulan temsilciler nisbeti herhangi bir istatistik sayısına tabi değildir. Madde 123: Amme hizmeti, yüzde yetmiş Elenlerden ve yüzde otuzu Türklerden oluşmaktadır. Madde 129: Cumhuriyetin yüzde altmışı Elen, yüzde kırkı Türk olan ikibin kişilik bir ordusu olur. Madde 130: Cumhuriyetin emniyet kuvvetleri polis ve jandarmadan oluşmaktadır ve cumhurbaşkanının ve cumhurbaşkanı muavininin müşterek mutabakatı ile azaltılıp çoğaltılabilecek olan ikibin kişilik bir kadrosu olacaktır. Cumhuriyetin emniyet kuvvetleri yüzde yetmiş Elenlerden ve yüzde otuz Türklerden teşekkül eder. Madde 133: Bir Elen hâkim, bir Türk hâkim ve bir tarafsız hâkimden oluşan bir Cumhuriyet Yüksek Anayasa mahkemesi kurulmuştur. Tarafsız hâkim mahkemenin reisidir.43 Madde 171: Ses ve rüyet yayınlarında Elen ve Türk Cemaatlerinin her ikisi için programlar yer alır. Ses yayınlarında Türk cemaati için olan programlara ayrılan zaman, yedi günlük bir haftada yetmiş beş saatten az olmaz ve normal yayın devreleri halinde böyle bir haftanın bütün günlerine tevzi edilir. Madde 173: Cumhuriyetin beş büyük şehrinde, yani Lefkoşa, Leymosun, Mağusa, Larnaka ve Baf’ta Türk halkı tarafından ayrı belediyeler kurulur. Yukarıdaki şehirlerde, Elen belediye meclisleri şehrin Elen seçmenleri tarafından ve Türk belediye meclisleri Türk seçmenleri tarafından seçilirler. Madde 182: Bu Anayasa’nın, 11 Şubat 1959 tarihli Zürih Anlaşması’nda ithal edilmiş bulunan ve Ek 111’inde gösterilen maddeleri veya maddelerin kısımları, bu Anayasa’nın temel maddeleri olup hiçbir suretle gerek değiştirme, gerek ilave veya gerekse kaldırma sureti ile tadil edilemezler. İ. 1962-1964 DÖNEMİ SİYASAL OLAYLARI VE KIBRIS CUMHURİYETİ’NİN ÇÖKÜŞÜ 43 Sabahattin İsmail, a.g.e, s. 32. Cumhuriyetin 1960 Ağustosunda ilan edilmesinden sonra ilk bir yıllık dönem, her iki toplumun da birbirlerini sınama, samimiyetini ölçme ve devlet organlarının oluşturulması dönemi idi. Ancak yine de Lefkoşe’deki başkanlık sarayında Yunan bayrağı dalgalanıyordu ve Makarios’un makam arabası da Yunan bayrağı taşımaktaydı. Bütün resmi törenlerde Yunan milli marşı çalınıyordu.44 Ne var ki, bu kısa dönem içinde bile Rum liderliğinin açıklamaları ile Rum basını ve örgütlerinin sorumsuz tavırları Rum halkının cumhuriyete alışamadığının, Enosis’ten vazgeçemediğinin ve Türklere karşı davranışlarında samimi olmadıklarının kanıtıydı. Makarios doğduğu köy olan Panayia’da 4 Eylül 1962’de yaptığı daha tehditkâr konuşmasında ise, “Elenizmin korkunç bir düşmanı olan Türk ırkının bir parçasını teşkil eden küçük Türk toplumu kovulmadıkça, EOKA kahramanlarının görevi hiçbir zaman bitmiş olmayacaktır.” demekten geri kalmamıştır. Kendi hükümetinin üyeleri de aynı şekilde konuşmalar yapmışlardır. İçişleri Bakanı Polykarpos Yorgadjis, 1962’de “Rum olmayana, Rum gibi düşünmeyene ve kendisini devamlı bir Rum gibi hissetmeyene Kıbrıs’ta yer yoktur.” demiştir.45 1962 yılına gelindiğinde her iki toplum arasındaki ilişkilerin giderek bozulduğunu görmekteyiz. Her geçen gün Rumlar arasında bir cinayet işlenmekte, Türklere saldırılmakta, Türk satıcılar Rum bölgelerinden kovulmaktadır. Rum liderleri ise her gün Enosis’i hedef gösteren mesajlar yayınlamaktadırlar.46 Örneğin, 10 Şubat 1962 tarihinde Limasol’da eski EOKA’cılar cemiyeti lokalinde açılış töreninde konuşan Cumhuriyetin İçişleri Bakanı Yorgacis, “Türkler, en kötü bir şekilde katliama sebep olan işgal kuvvetlerinin torunları, milli vatandaşlık unvanından mahrum edilmesi gereken muhacirlerin varisleri ve Rumların zararına olarak kendilerine verilen hakları kötüye kullanan kimselerdir.” diyordu. Huzuru ve güveni sağlamaktan sorumlu olan İçişleri Bakanının bu konuşması üzerine ortak bir toplantı yapan Türk bakanlar, Temsilciler Meclisi üyeleri ve Türk Cemaat Meclisi İcra Heyeti Başkan ve üyeleri Yorgacis’e “Yalnız Elen Cemaatinin değil, Türk Cemaatinin de güvenliğini sağlamakla mükellef olduğunu” hatırlatıyordu.47 25 Mart 1962’de Bayraktar Camii bombalanarak tahrip ediliyordu. EOKA’nın kuruluş günü olan 1 Nisanda da Enosis lehine taşkınlıklar yapılırken, Cumhuriyetin Cumhurbaşkanı 44 Pierre Oberling, Kıbrıs Faciası, Çev. Fahir Armaoğlu, T.T.K. Yay. XXV. Dizi, S. 10, Ankara, 1990, s. 5. Pierre Oberling, a.g.e, s. 5. 46 Sabahattin İsmail, a.g.e, s. 86. 47 A.g.e, s. 88. 45 Makarios EOKA Müzesi’ni açıyor ve şöyle diyordu: “Mücadelenin EOKA kampanyasının ihtişamı Kıbrıs Rumluğu’nun milli yolunu aydınlatacaktır. Geleceğe mücahitlerimizin gözü ile bakalım.” Faneromeni Kilisesi’nde yapılan törende ise yapılan konuşmalarda mücadelenin bitmediğinden söz edilerek şöyle deniyordu: “Tarihin akışı durdurulamaz. Esaretten hürriyete giden yol çok çetindir. Fakat yine onu aştık. Hürriyetten Enosis’e giden yol ise çok kolaydır.” deniyordu. Çalışma bakanı EOKA’cı Tasas Papodoppulos da Lefkoşa EOKA’cılar Lokali’nin açılış konuşmasında “Yabancı siyasi menfaatler tarafından dikte edilen ve Zürih’te yazılan bu anlaşmalar bir durak teşkil edebilir. Fakat ne tarihi, ne mantıki ne de fiili bakımlardan bütün Elen dünyasının malı olan Kıbrıs için bir ölçü olamazlar. Eğer müsait şartlar meydana gelir ve vatan yine bizi mücadeleye çağırırsa aynı pazular yeni bir mücadeleyi desteklemek için hazır bulunacak ve Makarios’un şerefli cübbesi yeni hamlelerin sancağı olacaktır. Halen kırmış olduğumuz zincirleri alıp yeni silahlar yapacak ve bu silahlarla Kıbrıs’ı Yunanistan’dan ayıran uçurumun üstüne bir köprü kuracağız.” 19 Temmuz 1967 tarihli Akın Gazetesi’nde yer alan bir başka haber de Rumların cumhuriyet dönemindeki zihniyetlerini göstermesi açısından önemlidir. Kıbrıs’ta bir teknik üniversite kurulması konusunun gündeme gelmesi ve Türklerle Türkiye’nin bunu desteklediklerini açıklaması üzerine Sinağermos Gazetesi’ne bir demeç veren Rum Maarif Müdürü Kleantis Georgiades, “Biz o kanaatteyiz ki Kıbrıs Rumları Yunanistan üniversitelerine gitmekten vazgeçtikleri takdirde, Yunanistan’la olan bağlarımız zayıflayacaktır. Hâlbuki biz bu bağları bir an bile zayıflatmayı düşünmemeliyiz.” diyor ve üniversite kurulmasına karşı çıkıyordu. Bu arada Amme Hizmeti Komisyonu’nun Rum başkan ve üyelerinin haksız bazı atamalarının iptali için Dr. Küçük, Fazıl Plümer, Kamu Hizmeti Komisyonu Türk üyeleri ve 20 Türk tarafından Anayasa Mahkemesi’ne dava açılıyordu. Davada Türk üyelerin gıyabında alınan ve 70/30 oranını bozacak olan kararların iptali isteniyordu.48 Makarios’un Kıbrıs Cumhuriyeti’ne hiçbir zaman inanmadığı Cumhuriyetin 2. Kuruluş yıldönümünün arifesinde 15 Ağustos 1962 tarihinde Trodos’taki Cikko Manastırı’nda Meryem Ana Yortusu nedeni ile yaptığı konuşmada bir kez daha açığa çıkmıştır. “Mücadelemiz henüz bitmedi, mücadelenin sadece bir safhası tamamlanmış olup, mücadele yeni bir şekilde devam etmektedir ve Kıbrıs’ın geleceğine inananlar tarafından 48 Sabahattin İsmail, a.g.e, s. 90. devam ettirilecektir. Birinci safhada varılan neticenin nihai hedef olmadığına, fakat bir durak ve yeni zaferler için bir başlangıç noktası teşkil ettiğine inananlar tarafından mücadele devam ettirilecektir.” Başpiskopos olduğu zaman ise şöyle demişti: “Kutsal yemini eder ve derim ki, milli özgürlüğümüzün doğuşuna dek çalışacağım ve Kıbrıs’ı anamız Yunanistan’a bağlamak olan siyasetimizden asla vazgeçmeyeceğim.”49 Hâlbuki Kıbrıs liderleri Başpiskopos Makarios ve Georges Grivas (Kıbrıs doğumlu olup Yunan ordusunda subaydı) Kıbrıs milliyetçileri olmayıp Yunan milliyetçileri idiler ve amaçları da, iki toplumlu bağımsız bir devlet kurmak değil, Kıbrıs Türklerine hiç yer vermeyen Enosis (veya Yunanistan ile birleşme) ve adanın Elenleştirilmesi idi.50 Diğer yandan iki EOKA’cının ölüm yıldönümü nedeni ile bir bildiri yayınlayan ölmüş EOKA’cıların babaları, Enosis için mücadele verilmesini isterken EOKA’cılar Cemiyeti Genel Sekreteri de bir açıklama yaparak, “Zürih bağlarını koparmak için bir Milli Kurtuluş Cephesi’nin kurulmasını ve Kıbrıs gemisinin Enosis limanına ulaştırılmasını” istiyordu. Bu kışkırtıcı açıklamalar ve yoğun Enosis propagandaları sürerken 17 Eylül 1962 gecesi Türk Cemaat Meclisi Başkanı Denktaş’ın Avukat Yazıhanesi bombalanıyor ve Türk Cemaat Meclisi üyesi Mehmetali Tremeşeli Eğlence Köyü’nde Rum polisler tarafından yoldan çevrilerek dövülüyordu. Cumhurbaşkanı Dr. Küçük ise her şeye rağmen cumhuriyetin yaşaması için iyi niyetini koruyarak, Çınarlı Köyü’nde yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “Esasen kalkınmak için Türk ve Rum köylülerinin işbirliği şarttır.”51 Ne ki Rumlar bu iyi niyete hep şiddetle yanıt veriyorlardı. Nitekim 9 Ekim tarihinde Kıbrıs Ordusu Eğitim Merkezi’nde Rum asker ve subaylarının tahriki üzerine büyük bir kavga çıkıyordu. Enosis tahrikleri, 10 Ekim 1962 tarihinde Ada’ya gelen Yunan Prensesi İrini’nin gelişi vesile edilerek büyük boyutlara ulaştırılıyordu. Rum liderliği, Prenses İrini için her yandan düzenlediği Enosis’li karşılama törenleri ile kalmıyordu. Rum Cemaat Meclisi Başkanı Dr. Spirdakis, beraberinde Meclis Asbaşkanı Zinon Pleridis olduğu halde İrini’ye yaptığı ziyarette “Kıbrıs’ı nazarlarını daima Anavatan’a çeviren bir Yunan Adası” olarak vasıflandırıyor ve şöyle diyordu: 49 Cemal Özkan, Güncel Konular, Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1986, s. 81. Pierre Oberling, a.g.e, s. 4. 51 Pierre Oberling, a.g.e, s. 92. 50 “Kıbrıs, büyük Yunan vatanının milli ve manevi bir parçası olmaktan gurur duymaktadır ve onun öz kızı olarak nazarlarını daima ona çevirmekten asla vazgeçmeyecektir. Kıbrıs, yıllar süren mücadeleleri ve bilhassa son dört yıllık kahraman mücadelesi sayesinde yabancı boyunduruğundan kurtulmuşsa da hala milli gayesinin tahakkukuna intizar etmektedir.”52 Kıbrıs’ta 1962 yılı içinde siyasi durum böylesine karışıkken 23 Kasım 1962’de Türkiye’yi resmen ziyaret eden Başpiskopos Makarios anlaşmaların değiştirilmesi için zemin yoklayarak Türkiye’yi Anayasa değişikliği için iknaya çalışıyordu. Ne var ki Türkiye tavrını açık ve net bir şekilde ortaya koyarak anlaşmaların harfiyen tatbikinden yana olduğunu vurguluyordu. Köy gezilerini sürdüren Dr. Fazıl Küçük, Türkiye ile aynı doğrultuda “Anayasa’nın tatbik edilmesinin zorunlu olduğunu” söylüyordu.53 Bu gelişmeler karşısında Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın yürürlükte olduğundan söz etmek biraz iyimserlik olacaktı. J. AKRİTAS - TÜRKLERİ İMHA PLANI VE 1963 YILI KANLI NOELİ Kıbrıs Rumları, “Kıbrıs Anayasası’nı tadil” için yaptıkları müracaatın Türkiye tarafından reddi üzerine ‘meseleyi silahla halletmek’ ve ‘Ada’daki Türk meselesini bitirmek’ için harekete geçtiler. Muazzam çapta gizli bir operasyon başlatıldı. Geceleri silahlar ve askeri birlikler Kıbrıs’a sevk edilirken, ‘gönüllüler’ adı altında sivil elbise giymiş askerler Kıbrıs’a gelip, tayin edildikleri Kıbrıs Birliklerine katıldılar. Tam teçhizatlı, en az 20 bin subay ve asker Kıbrıs’a gönderilmiştir.54 Çok önceden hazırlanmış Rum imha planı da Rum liderlerin elinde olup, onların emri ile tatbikat mevkiine konulacaktı. Kıbrıs Türklerini imha için hazırlanan plan adını IX. yy’larda geçen bir Bizans destanından almıştı: Akritas. Planın tatbikata konulmasında ise EOKA liderlerinden Polikarpos Yorgacis en büyük rolü oynamıştır. Akritas adını kullanan P. Yorgacis 1963 katliamlarının en büyük sorumlusudur. 52 a.g.e, s. 94. a.g.e, s. 95. 54 a.g.e, s. 8-9. 53 Başpiskopos Makarios’un verdiği son demeçler Milli davanın yakın bir gelecekte alacağı yönü gösterdi: “Geçmişte de belirttiğimiz gibi Milli davalar bir günde halledilemez. Milli davaların çeşitli gelişim merhalelerinin tamamlanması için belli bir zaman tahditleri koymak da mümkün değildir. Davamız şimdiye kadar yer almış olan gelişmelerin, bu süre içinde belirmiş şartların ve alınmış tedbirlerin ışığında, bu tedbirlerin ayarlanması ve tatbiki de göz önüne alınarak incelenmeli ve alınacak tedbirler iç ve dıştaki politik duruma uygun olmalıdır. Bütün bu işlem gerçekten güçtür ve birçok safhada geçilmesi şarttır; çünkü sonucu etkileyecek olan çok ve çeşitli sebepler vardır. Herkesin, alınan tedbirlerin esaslı bir inceleme sonucu alındığını ve gelecekte alınacak tedbirlerin temelini teşkil ettiğini bilmesi kâfidir. Ayrıca, şimdi düşünülen bu tedbirlerin ve hakkımızın kayıtsız şartsız ve tam olarak tatbiki olan değişmez gayemizin teşkil ettiğini de bilmek kifayet eder. Esas gaye değişmeyip aynı kaldığına göre, incelenmesi gereken husus bu gayenin gerçekleştirilmesi için izlenecek yol ve usuldür. Bunlar da zaruri olarak, iç ve dış taktikler diye ikiye ayrılmalıdır, çünkü davamızın içte ve dıştaki takdimi ve yönetilmesi ayrıdır.” Kanlı Noel olarak adlandırılan olaylar 20/21 Aralık 1963 gecesi Lefkoşa’da Kıbrıslı Rum Polislerin içinde Türklerin bulunduğu bir otomobildeki yolcuları haksız ve sebepsiz yere aramaya tabi tutması ve Türklerin buna rıza göstermemesi üzerine çıkan çatışmada Rum Polislerin ateş açması üzerine biri kadın iki Türk’ün ölmesi ve dört Türk’ün yaralanmasıyla başlamıştır. Ertesi gün bir evvelki gecenin olaylarını protesto etmek için mektepleri önünde toplanan Lefkoşa Türk Erkek Lisesi öğrencileri üzerine Rum Polisleri bir kez daha ateş açmış ve iki Türk öğrencinin yaralanmalarına sebep olmuşlardır. Bu suretle Lefkoşa ve civar köylerde meydana gelen bu ve benzer çatışmalarda 24 Aralık 1963 gününe kadar toplam 24 Kıbrıslı Türk hayatını kaybetmiş, 15’i ağır 55 kişi yaralanmıştır. Müteakip iki aylık süre içerisinde sekiz yüzden fazla ölü ve yaralı verilmiştir. Yüz üç köy yakılıp yıkılmış yirmi bin kişinin evi kullanılmaz duruma sokulmuştur. Bu durum 4 Mart 1964 günü Kıbrısla ilgili B.M. Güvenlik Konseyi’nin yaptığı toplantıya ve adaya Barış Gücü askerlerinin katılışına kadar devam etmiştir. 20 Aralık gecesi Lefkoşe’nin Tahtakale semtinde evlerine gitmekte olan bir grup Türk’ün otomobillerine açılan ateş sonucunda Zeki Halil ve Cemaliye Emirali adlı iki Türk şehit düştü, bir grup Türk de açılan ateş sonucunda yaralandı. 21 Aralık günü bu saldırıyı kınamak için Lefkoşe Türk Lisesi bahçesinde toplanan Türk öğrenciler EOKA çetesi mensupları tarafından kurşunlandı. Aynı gün Lefkoşa’daki Atatürk büstüne de saldırıldı.55 Bir gün sonra Türkiye Büyükelçilik binası ile Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın ikametgâhına ateş açıldı. Akritas planı artık fiilen tatbikata konulmuştu. 1963 yılı Kanlı Noel saldırılarının hedefi Lefkoşa idi. Rumlar, merkeze hâkim olmakla bütün Kıbrıs’a hâkim olacaklarını sanıyorlardı. Bunun için de kendilerine en büyük engel Lefkoşa’ya bağlı Küçükkaymaklı kasabası idi. 1960 nüfus sayımına göre kasabada 5.126 Türk, 1.133 Rum yaşamakta idi. Kasaba önemli bir Türk yerleşme merkezi durumundaydı. Kasaba çevresinde 19 Aralık’tan itibaren Rum faaliyetleri gözleniyordu. Rum saldırısından şüphelenen Türk Mücahit Teşkilatı’na mensup gençler halkı genç-ihtiyar bir saldırıya karşı hazırlamaya çalıştılar. Rum saldırısı 22 Aralık günü başladı. Küçükkaymaklı’nın dış dünya ile irtibatı tamamen kesilmişti. 23 Aralık’tan itibaren yeni takviye kuvvetleri alan Rum saldırganların başına EOKA’cı katil Nikos Sampson geçmişti. Diğer yandan Ada’daki Yunan alayı da saldırganlarla birleşmiş ve Rumlar bütün güçlerini bölgeye teksif etmişlerdi. 22 Aralık günü Makarios, Garanti anlaşmalarını tanımadığını ilan etmiş, bu Rum saldırganlara daha da cesaret vermişti. Türk mücahitleri, 5.000 Türk’ün sorumluluğunu üzerlerine almaları hasebiyle bölgeyi terke karar verdiler ve bunu 24 Aralık gününden itibaren uygulamaya başladılar. 3.000 Türk Hamitköy’e gönderilirken 2.000 civarında Türk de Lefkoşa’nın emin bölgelerine sevk edildiler. Bu arada Rum çeteciler kadın-erkek, genç-ihtiyar demeden Türklere karşı en vahşice saldırıyı yaparken, Türkler, Küçükkaymaklı’da bulunan Rum aileleri de kendi korumaları altında Büyükkaymaklı’ya göndermişlerdi. Geride kalan 550 kadar yaşlı, kadın ve çocuk Türk topluluğu Rum çetecilerce tutsak muamelesine tabi tutuldular. Bu arada seksenlik imam Hüseyin iğneci ve yatalak 18 yaşındaki oğlu Rumlar tarafından vahşice şehit edildiler. Bu gelişmeler üzerine Türkiye 23 Aralık 1963’te İngiltere ve Yunanistan hükümetleri nezrinde harekete geçti. Rum saldırılarının önlenmesi için birlikte harekete geçilmesini istedi. Türkiye’nin bu teşebbüsü üzerine, 24 Aralık 1963’te Lefkoşa’da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere adına bir ortak bildiri yayınlandı. “Türkiye, İngiltere ve Yunanistan hükümetleri Garanti anlaşmasını imza eden devletler sıfatı ile Kıbrıs hükümeti ile Türk ve Rum cemaatlerini hâlihazır karışıklıklara son vermeye müştereken çağırırlar. Üç hükümet, bu gece ateş kesilmesi için uygun bir saatin tespitine ve 55 Aydın Olgun, Kıbrıs’ın Anatomisi, Dört Devir, Dört Lider, Ankara, 1975, s. 23; Halil Fikret Alasya, Tarihte Kıbrıs, s. 221. her iki cemaatten buna riayetini istemeye Kıbrıs hükümetini davet ederler. Üç hükümet ayrıca hukuk nizamının korunması lüzumunu göz önünde tutarak bugünkü durumu doğuran güçlüklerin halline yardım maksadıyla müştereken tavassutta bulunmayı teklif ederler.”56 Bu çağrıya rağmen çatışmalar durmadı. Rum çeteleri 24 Aralık günü Lefkoşa ve diğer Türk bölgelerine saldırıya devam ettiler. 24 Aralık günü Kumsal bölgesine saldıran Rumlar, Kıbrıs’taki Türk Alayı’nda doktor olarak görev yapmakta olan Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi ile üç çocuğunu vahşice katlettiler. Makarios’un görüşmelere yanaşmaması ve saldırıların devam etmesi üzerine Türkiye, garantörlük hakkını tek başına kullanmaya karar verdi. 25 Aralık 1963 tarihinde Türk Alayı, garnizonundan ayrılarak gerekli mevzilere yerleşti. Bu sırada Türk Hava Kuvvetleri’ne bağlı savaş uçakları da Lefkoşa üzerinde ihtar uçuşlarına başladılar. Diğer yandan, Türk toplumuna karşı acımasız bir şekilde saldırıya geçen Rum Radyosuna cevap vermek ve Türk toplumunun moralini yükseltmek gayesi ile “Bayrak Radyosu” faaliyete geçti. Türkiye’nin garantörlük hakkını kullanarak tek başına harekete geçmesi üzerine Makarios, Cumhurbaşkanı muavini Dr. Küçük ile Rauf Denktaş’ı telefonla arayarak İngiliz Yüksek Komiserliği’nde bir toplantı yapılmasını talep etti. Bu toplantıda “Yeşil Hat” anlaşması imzalanarak, Kıbrıs’ın taksimi fiilen gerçekleşme yoluna girmiştir. Türkiye’nin tek başına müdahale etme kararı karşısında görüşme masasına oturan Rumlar diğer taraftan savunmasız Ayvasıl Türklerini topluca katlederek çukurlara doldurmaktan geri durmamışlardır.57 Türkiye’nin Kıbrıs’taki duruma tek başına müdahale etmesi üzerine, 26 Aralık 1963 gecesi Lefkoşa’da İngiliz Yüksek Komiseri, Türkiye ve Yunanistan Büyükelçileri Kıbrıs hükümetine, 26 Aralık 1963 gece yarısı, Ada’da asayişi temin için müdahaleye hazır olduklarını açıkladılar. Ertesi gün, İngiliz General Peter Young komutasında oluşturulan üçlü kuvvet devriye görevine fiilen başladı. K. KIBRIS SORUNUNUN BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜVENLİK KONSEYİ’NDE GÖRÜŞÜLMESİ VE KARAR SONRASI GELİŞMELER 1. 56 57 B.M. GÜVENLİK KONSEYİ’NİN 4 MART 1964 TARİHLİ KARARI Abdulhaluk Çay, a.g.e., s. 74-75. Halil Fikret Alasya, “Kıbrıs’ta Kayıplar Meselesi”, Türk Kültürü, s. 309. Akritas imha planının fiilen uygulamaya konulması ve olaylar karşısında Türkiye’nin garantör devlet sıfatı ile müdahale haklarını kullanabileceğini ve böyle bir halde Türkiye ve Yunanistan arasında başlayabilecek bir savaşın NATO’yu sarsacağı, ABD’nin en büyük endişesi olmuştur. NATO, ittifakın iki üyesi Türkiye ve Yunanistan’ın savaşmaları halinde böyle bir karar neticesi ittifakın alabileceği yaraları, Sovyetlerin Akdeniz’de askersel veya siyasal statüsünün güçlenebileceğini düşünmüştür. NATO bu düşünce ile sorunun kendi ölçülerince çözümüne doğrudan yönelmek istemiştir. Bu amaçla Avrupa, NATO Müttefik Kuvvetler Başkomutanı General Lyman L. Lemintzer, Ankara ve Atina’da temaslara girişmiştir. “General Lemnitzer’in bu görevi mevki icabı değil, başkan Johnson’un özel temsilcisi olarak yapmıştır, özel görevin de amacı Türk ve Yunan hükümetlerinin Kıbrıs yüzünden iyice düşünmeden tamiri imkânsız bir çıkışta bulunmamalarını ihtar etmekti. Washington’daki kanı, Atlantik Paktı’nın Kıbrıs meselesi nedeniyle oldukça güç durumda olduğu yolundadır...” NATO planına göre, Amerika Kıbrıs’a 10.000 kişilik bir NATO ordusu, bunun 1.200 kişilik taburunu hemen gönderecek, ayrıca ihtiyaç halinde takviye yapabilecek, ilgili taraflar bu kuvvetin Kıbrıs’ta üç ay kalmasını ve siyasi bir çözüm için tarafsız bir arabulucunun seçilmesini kabul etmişlerdir. Makarios ABD’nin bu planını derhal ve incelemeden reddetmiştir. “Cumhurbaşkanı Makarios adaya gönderilecek herhangi bir uluslararası kuvvetin B.M. himayesi altında olmasında her zaman direnmiştir. Makarios Birleşmiş Milletler’in varlığı sayesinde Kıbrıslı Rumların Afrika-Asya ve Komünist blok desteğini sağlayacakları inancında idi.”58 Makarios 27.10.1964’te Yunan Savunma Bakanı şerefine verilen öğle yemeğinde şöyle demiştir: “Yunanistan Kıbrıs, Kıbrıs da Yunanistan olmuştur. Kıbrıs’ın baba toprakları Yunanistan’a ilhakı için verilen Pan Helenik mücadele ve onun başarısı Yunan ihtişamı ve zaferleri için yeni bir çağın başlangıcı olacağına inanıyoruz.” 19.08.1970 tarihinde Atina gazeteleri Elefteros Kosmos ve Simerini’ye verdiği demeçte ise “Ben asla yeminimi bozmayacağım ve hiçbir zaman hedefimden şaşmayacağım.” demiştir.59 58 Güner Aktuğ, a.g.e, s. 87. Salahi Kamadan Sonyel, Türk Yunan Anlaşmazlığı, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yayınları, Ankara, 1985, s. 50-51. 59 Soruna taraf olan Türkiye ve Yunanistan’ın NATO üyesi olmalarına karşın Kıbrıs’ın B.M üyesi olarak NATO’ya üye olmayışı Üçüncü Dünya ve diğer Varşova Paktı ülkelerinden Kıbrıs Rumlarına koruyucu bir destek aranabilirdi. Özellikle Sovyetlerden sağlanabilecek bir destek, Türkiye’nin lehine olabilecek bir çözüm veya statükoyu koruyucu NATO’nun empoze edebileceği uyuşmacı girişimlere karşı bir set oluşturabilirdi. Makarios bu düşüncelerle daha 27 Ocak 1964’te yaptığı bir radyo konuşmasında “Tehdit ve şantajlara asla boyun eğmeyiz, biliyoruz ki yalnız değiliz. Mücadelemize diğer kuvvetler sempati duymaktadır.” demekte ve bütün devletlerden yardım kabul edeceğini açıklıyordu. 30 Ocak 1964 tarihinde ise Sovyet resmi haber ajansı Tass, Kıbrıs’ın ciddi bir saldırı karşısında bulunduğunun Kıbrıs hükümetince Sovyet hükümetine bildirildiği ve Sovyetlerin, Kıbrıslıları Kıbrıslılardan korumak bahanesiyle Kıbrıs’a sokulacak uluslararası kuvvetlerin sömürgeci NATO’ya hizmet edeceğini, Batılıların Kıbrıs’ın içişlerine karışmamalarının ihtar edildiği duyuruluyordu. Diğer taraftan Türkiye, Adada Türklere karşı yöneltilen soykırımın devam ettiğini, Anayasal düzenin Rumların silahlı saldırısı ile Rumlar lehine değiştirildiğini ve bu durumda müdahale hakkını kullanacağını açıklıyordu. Yunanistan ise bir Türk müdahalesi halinde buna karşı çıkacağını belirtmekteydi. Sorunun barışçı yollarla çözümünü sağlamak için, İngiltere ABD ile istişareden sonra Güvenlik Konseyi’ni toplantıya çağırmıştır. Türkiye bu çağrıyı olumlu karşıladığını açıklamıştır. Konsey toplantılarında Rumlar Türkiye’nin müdahale hakkı olmadığını ve ZürichLondra anlaşmalarının geçerliliğini yitirdiğini iddia etmişlerdir. Türkiye ve İngiltere ise garanti anlaşması, Zürich ve Londra anlaşmalarının geçerli anlaşmalar olduğu hususunda ısrarlı olmuşlardır. Toplantı, konseyin almış olduğu 04 Mart 1964 tarihli kararı ile sona ermiştir. Buna göre: 1. Bütün üye ülkelere, Birleşmiş Milletler Anlaşması gereği olan mükellefiyetleri uyarınca hükümran Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki durumu kötüleştirecek veya uluslararası barışı tehdit edecek, herhangi bir hareket veya tehditten kaçınmaları hususunda çağrıda bulunur. 2. Kıbrıs’ta kanun ve düzeni sağlamaktan sorumlu olan Kıbrıs hükümetine, tedhiş ve kan dökülmesini önlemesi için gereken ek önlemleri alması için çağrıda bulunur. 3. Kıbrıs’taki toplum liderlerinden hareketlerine itidal çağrısında bulunur. 4. Kıbrıs’ta Kıbrıs hükümetinin kabulü ile bir Birleşmiş Milletler Barış Gücü oluşturulmasını tavsiye eder. Kuvvetin kuruluşu, büyüklüğü Genel Sekreterin Kıbrıs, Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık Hükümetleri ile yapacağı danışmalardan sonra tespit edilecek. Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu bu karar daha sonra alınacak bütün kararların atıf yapıldığı bir karar olacaktır. Güvenlik Konseyi’nin bu toplantısında Rumlar, Kıbrıs Anlaşmalarının Birleşmiş Milletler Anlaşmalarına aykırı düştüğünü de iddia etmişlerdir. Ancak bu iddiayı sadece Rusya ve Çekoslavakya destekledi. Kararın 3. paragrafında Türk müdahalesini engellemek isteyen bir amaç yatar. Kararın 2. maddesi ile Güvenlik Konseyi, Kıbrıs hükümetine kanun ve düzeni sağlamak, tedhiş ve kan dökülmesini önlemek için ek tedbir alması çağrısında bulunması bugün dahi ısrarla sürdürülen, gerçekleri görmek istemeyen, haklı ve haksızın çıkar uğruna bir tutulduğu, hatta haklının haksız ilan edildiği ibret verici bir yaklaşımın örneğidir.60 Kıbrıs hükümeti bir ortaklık hükümeti idi ve bu ortaklık devletini ‘sadece Enosis söz konusu olduğu takdirde ortadan kaldırılması’ gerektiğini söyleyen ve bunun için eyleme geçen Makarios’u ‘tedhiş ve kan dökülmesinin önlenmesi için ek tedbir almaya’ davet etmekle, tedhiş ve kan dökenin Rumlar olduğunu Konsey ne yazık ki görmezlikten gelmiştir. Konsey bu kararı ile Rum tedhişçiliğini teşvik etmiştir. Makarios’u, Kıbrıs hükümetinin meşru ve tek temsilcisi olarak kabul eden bu anlayış, maalesef 25 yıl geçmesine rağmen değişmemiştir, kısa zamanda değişeceği de beklenmemelidir. 2. KONSEY’İN 4 MART 1964 TARİHLİ KARARINDAN SONRA KIBRIS’TAKİ GELİŞMELER VE OLAYLAR Güvenlik Konseyi’nin 4 Mart 1964 tarihli kararının alındığı Konsey toplantısı, İngiltere’nin talebi ve ABD Başkanı ile istişare ile gerçekleşmiştir. İngiltere’nin toplantıyı davet gerekçesi “Kıbrıs’ta güvenliğin bozulmasından ötürü ortaya çıkan acil durumu görüşmek, çözüm getirici tedbirleri almak...” olmuştur. Oysa Konsey güvenliği bozan ve barışı tehlikeye sokan her türlü kanunsuzluğu yapan taraf olan kurulmuş siyasal düzeni Enosise ulaşmak için yıkan ve fiilen Rumların kontrolüne giren bir Kıbrıs hükümetine “kanun ve düzeni sağlama, tedhiş ve kan dökülmesini önleme” 60 Güner Aktuğ, a.g.e, s. 88. çağrısında bulunmuştur. Tedhiş ve zorbalıkla Rumların denetiminde olan bir hükümet kendisinin bozduğu düzeni nasıl sağlayacaktı? Güvenlik Konseyi’nin bu kararı denilebilir ki Kıbrıs’ta bütün siyasal düzenin tamamen yıkılmasında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ayakta kalabilen temellerinin de Enosis adına tahribinde Rumlara ileri adım atmalarında temel bir dayanak oldu.61 Konsey kararı, Kıbrıs’ta yaşanan gerçeklerle bağdaşmadığı için korunması arzulanan barış daha da bozuldu. Karardan üç gün önce Yunanistan Başkanı Yorgo Papandreu’ya gönderdiği 1 Mart 1964 tarihli mektup, Makarios’un “... Sizin gibi ben de Yunan ulusunun bir bütün olduğuna, Kıbrıs’ın bu bütünün bir parçasını oluşturduğuna ve Atina’ya bir bütün olarak Helenizmin merkezi olarak baktığına inanıyorum...”62 olarak belirttiği düşüncesi Kıbrıs’ta iki ulusal halkın ortaklığına ve siyasal eşitliğine dayanan Cumhuriyetten Türklerin niçin dışlandığının ve Türklere yönelen soykırım hareketinin nedenlerini ve hedefini gösteriyordu. 4 Mart 1964 tarihli B.M. Güvenlik Konseyi kararına rağmen Ada’daki durumun daha da kötüleşmesi, Rumların tüm Kıbrıs üzerinde saldırılara devam etmesi nedeni ile Türkiye hükümeti, Makarios’a verdiği 13 Mart 1964 tarihli bir nota ile Türklere yönelen saldırılar durdurulmadığı takdirde müdahale hakkını kullanacağını bildirir. Kıbrıs’taki olaylar durmuyor, Türk bölgelerine saldırılar çoğalıyordu. Makarios İnönü’ye gönderdiği 29 Mart 1964 tarihli mektupla Türk Alayının kampına dönmesini istiyordu. 4 Nisan 1964’te Erenköy’e ilk Rum hücumu başlatıldı, Makarios General Grivas’ın Ada’ya getirilmesi için girişimlere devam kararı aldığını açıkladı. Öte yandan Türkiye, Cento ve NATO nezdindeki girişimleri ile olayların durdurulmasına çalışmış, bu saldırıların Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının ihlali olduğunu, Makarios’un İttifak Anlaşması’nın feshini tanımadığını bildirerek bu fesh kararının Kıbrıs’taki durumu daha da kötüleştireceğini anlatmak istemiştir. Makarios İttifak Anlaşmasını feshetmekle de yetinmedi ve bir Rum ordusu kurulduğunu açıkladı. Rumların, Yunan subaylarının komutasında bir Rum ordusu kurmaları ve bunu Milli Muhafız Ordusu yasası ile de yasallaştırmaları, Anayasa’nın yeni bir ihlali anlamındaydı. 61 62 A.g.e, s. 93. Güner Aktuğ, a.g.e, s. 94. 3. TÜRKİYE HÜKÜMETİNİN MÜDAHALE KARARI, “JOHNSON MEKTUBU” VE TOPLUMLARARASI GÖRÜŞMELER 21 Aralık 1963 Rum saldırıları ile başlayan olaylar, Türkiye’deki iktidar ve muhalefet partileri tarafından yakından izlendi ve derhal gerekli cevabın verilmesi gerektiği üzerinde hemfikir olundu. Türk hükümetleri daha saldırıların ilk günlerinden itibaren “Kıbrıs davası millet için her evi, her insanı her gün meşgul eden, acı olduğu kadar aziz bir davadır. Haklıyız, bu davayı haklı bir neticeye vardırmak için, kararlıyız, bu uzun sürecektir, milletten çok fedakârlık isteyecektir, milletimiz bu fedakârlığı yapmak için kararlıdır.”63 görüşlerine sımsıkı sarılarak mukavemet ve mücadeledeki kararlılığını göstermiştir. Rum saldırılarının Ada’nın her tarafına yayılması nedeniyle ilk müdahale 25 Aralık 1963 günü Kıbrıs’ta görevli Türk alayının garnizonundan çıkıp Türk mahallelerini savunmak için mevzilere girmesi ile başladı. Aynı gün beş Türk jeti Lefkoşa üzerinde ihtar uçuşu yaptı, ihtar uçuşu Rumlar arasında korku ve büyük panik yarattı. Makarios, İnönü’ye gönderdiği 29 Mart 1964 tarihli mektubunda Türk alayının kampına dönmesini istedi. 1964 Ağustos ayında beşbin kişilik Yunan ve Kıbrıs Rum kuvveti Erenköy’e saldırıp 2.000 kadın ve çocukla yaşlı insanları yok etme planını “Küçük Asya’nın intikamı alınacak” diyerek başlattı. Bu kahpece saldırıyı B.M. Genel Sekreteri de durduramayınca, Türk uçakları ihtar uçuşları yapmış ve yöreyi bombalayarak saldırganları durdurmuştur. Öte yandan Makarios, dünyaya seslenmiş ve “Türkiye Kıbrıs’taki Türkleri kurtarmak için Ada’ya çıkacak olursa veya bu bombardımanı durduramazsa Ada’da kurtarabileceği tek Türk bulamayacaktır.”64 demiştir. Makarios’un, ısrarla yürüttüğü soykırım hareketi Yunanistan’da tam bir destek görmüştür. Yunanistan bu yolda verdiği destekle kalmamış, Ada’ya bir Türk müdahalesi halinde böyle bir çıkarmayı önlemeye yönelik savunma tedbirlerini de üstlenmiştir. “1964 Nisanında Kıbrıs’a giderek sahillerin ve limanların zırhlı araç taşıyan gemilerin yaklaşması ve boşaltılması için uygun olup olmadığını ve muhtemel bir düşman çıkarması durumunda düşmanın kullanabileceği yerleri tespit etmek için emir aldım. Tespit edilmiştir ki düşmanın Ada’ya karşı girişebileceği bir çıkarma teşebbüsü, doğacak acil ihtiyaçları karşılamak amacıyla Yunanistan’dan Ada’ya asker ve malzeme taşıma fikrinden, mesafenin uzak olması nedeniyle vazgeçilmelidir. Tek çözüm yolu, muhtemel bir düşman çıkarmasını karşılamaya 63 64 yetecek kadar bir kuvvetin daha önceden Ada’ya Nihat Erim, Bildiğim Gördüğüm Ölçüler İçinde Kıbrıs, s. 282. Rauf R. Denktaş, “Küçük Asya Felaketi ve Kıbrıs”, Yeni Kıbrıs Dergisi, Ocak 1986, s. 4. getirilip oraya yerleşmesidir...”65 diye başlayan Petros Arabakis bu raporunda Kıbrıs’a iki devriye botu, uzun menzilli toplar, Erlikon ve piyade silahları, dört radar ve büyük miktarda cephane gönderildiğini, gönderilen harp malzemelerinin çoğunun Rusya’dan satın alındığını belirtmiştir. “Türkiye Kıbrıs Anlaşmalarının kendisine tanıdığı haklardan ve bu anlaşmaları tatbik edeceğinden bahsettiği vakit Yunanistan Türkiye’yi mütearruz addedeceğini söylemektedir. Tatbikat saati geldiğinde, bunun bizim için umursanacak değeri yoktur. Ama NATO vecibeleri ile birbirimizin yanında omuz omuza müşterek bir davayı savunmak imkânı nasıl kalacaktır? NATO’nun bunu mütalaa etmesi lazımdır. Kıbrıs meselesi NATO’yu ilgilendirmez sözü, bugün manasız kalmıştır. NATO taahhütlerine ve hükümlerine göre, iki müttefikin, münasebetleri işlemez bir hale getirecek tehlikeleri NATO tetkik ve müzakere etmeye mecburdur.”66 sözleri ile İnönü, NATO’nun Yunanistan’ın Kıbrıs’ta anlaşmaları ihlal eden saldırgan girişimlerini önlemesinin NATO’nun taahhütlerinin ve hükümlerinin gereği olduğunu açıklamış, NATO’yu göreve çağırmıştır. Türkiye’nin bütün iyi niyetli girişim ve beklentilerine rağmen Kıbrıs’taki Rum saldırılarının Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün varlığına rağmen durdurulmaması, Makarios’un İttifak Anlaşmasını feshettiğini açıklaması üzerine Türkiye Kıbrıs’a asker çıkarmak için Haziran 1964 tarihinde ilk ciddi girişimde bulunur, 7 Haziran 1964 tarihi çıkarma tarihi olarak kararlaştırılır.67 Ancak 5 Haziran 1964 tarihli A.B.D. Başkanı Johnson’nun onur kırıcı mektubu ile çıkarma kararı ertelenir. Mektup gerek yazılış tarzı gerekse içeriği itibarıyla hayal kırıcı olduğu kadar, onur kırıcı da olmuştur. Johnson sadece Türkiye’ye müdahale hakkı tanıyan Garanti Anlaşması’nı yorumlayış şekli ile değil, asıl önemli olan Türk-Amerikan ve Türk-NATO ilişkilerini ortaya koyan “Türkiye’nin girişeceği bir hareket neticesinde, ortaya çıkacak bir Sovyet müdahalesine karşı NATO ülkelerinin Türkiye’yi savunmak mükellefiyetlerinin olup olmadığını müzakere etmek fırsatı bulmamış oldukları...”, “askeri yardımın veriliş amaçlarından gayri gayelerle kullanılması için A.B.D.’nin onayı gerektiği...”68 doğrultusundaki ifadeleri ile hayal kırıklığı yaratmıştır. Truman Doktrini’nin açmış olduğu sağlam dönemi tersine çeviren bir dönüm noktası69 olduğu kadar, Türkiye’nin artık uyanması gerektiğinin de işareti olmuştur. 65 Kemal Aşık, Rum Gizli Belgeleri, Lefkoşa, 1983, T.A.K. Yayınları I, s. 53. Nihat Erim, a.g.e, s. 278. 67 A.g.e, s. 302. 68 Nihat Erim, a.g.e, s. 306. 69 Fahir H. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 789. 66 Batının önderi durumunda olan ve bu niteliğini kendi çıkarları gerektirince daha küçük müttefiklerinin kulağını çekerek hatırlatan Birleşik Amerika’nın, Kıbrıs konusundaki bu tutumu verdiği sonuçlar bakımından, kendinin ileri sürdüğü gibi tarafsızlık ya da karışmamak değil, haksızın haklı karşısında desteklenmesi olmuştur. Bir başka deyişle Birleşik Amerika, Kıbrıs anlaşmazlığında kendisine daha az bağımlı ve haksız olan müttefiki Yunanistan’ı, kendisine daha sadık ve haklı olan müttefiki Türkiye’ye tercih etmiştir.70 İşin bir diğer ilginç yanı, NATO’nun geleceği açısından muhtemel bir Sovyet saldırısı endişesini taşıyan A.B.D., Yunanistan’a benzer yükümlülüklerini hatırlatmaması, uluslararası kuralların ve anlaşmaların Yunanistan tarafından çiğnenmesine seyirci kalmasıdır. Dean Rusk 4 Haziran akşamı bu mektubun müsveddesini, Ankara’ya hareket etmekte olan Dışişleri Bakan Yardımcısı George Ball’a gösterdiğinde, Türk dostu Ball, “Hayatımda gördüğüm en kaba diplomatik notadır” demiştir. L. ERENKÖY SAVAŞI 3 Temmuz 1964’te Atina’ya giden Grivas Atina’daki temaslarını tamamladıktan sonra 6 Ağustos 1964 akşamı Lefkoşa’ya dönmüş ve Erenköy Savaşı başlatılmıştır. Bu saldırı sırasında Erenköy bölgesinde bulunan bir avuç mücahit çok zor durumdaydılar. Mücahitler arasında, saldırıdan kısa bir süre önce Ada’ya gizlice çıkan Türk Cemaat Meclis Başkanı Denktaş da bulunmaktaydı. Mücahitlerin durumu telsizle Ankara’ya bildirilerek yardım istendi. Bir süre sonra Türk savaş uçakları bölge üzerinde ihtar uçuşlarına başladılar. İhtar uçuşlarına rağmen Rum saldırılarının devam etmesi üzerine Türk uçakları, Rum askeri birliklerine karşı harekâtı başlatmış ve saldırgan Rum kuvvetleri bozguna uğratılmışlardır. Makarios alelacele Bakanlar Kurulu’nu toplayarak yenilginin sorumlusunun Grivas olduğunu ileri sürmüş ve Sovyetler Birliği’nden yardım istenmesini talep etmiştir. Makarios’un yardım çağrısından sonra Sovyet Başbakanı Kruşçev, Başbakan İsmet İnönü’ye bir mesaj göndererek, Türkiye’nin “Kıbrıs’a saldırıda bulunarak üzerine sorumluluk aldığını” öne sürmüştür. 9 Ağustos tarihinde İnönü’ye gelen mesaj 13 Ağustos’ta cevaplandırılmış ve cevabı mesajda, Kıbrıs Rum tarafının gayri insani ve gayri ahlaki davranışlarına dikkat çekilerek, Sovyetler Birliği’nin bu tür hareketlerin durdurulmasına yardımcı olması istenmiştir.”71 70 71 Mehmet Gönlübol, Olaylarla Türk Dış Politikası, s. 357. Nihat Erim, a.g.e, s. 253. 9 Ağustos günü çarpışmaların tekrar başlaması üzerine Türk uçakları Rum kuvvetlerine karşı tekrar saldırıya geçtiler. Türk jetlerinin müdahalesi sonucu Rumlar saldırıyı durdurmak zorunda kaldılar. Harekâtın tamamlanmasından sonra Erenköy sahillerine yanaşan bir Türk gemisi, bölgedeki yaralılar ile birlikte, 1 Ağustos 1964’te, Erenköy’e gizlice çıkan Denktaş’ı Türkiye’ye getirmiştir. Harekât sırasında uçağı düşen pilot Yüzbaşı Cengiz Topel de şehit olmuştur. Erenköy Savaşı’nın başlarında, “Türkiye müdahale ederse kurtaracak Türk bulamayacaktır” diyen Makarios, Türk savaş uçaklarının iki günlük harekâtından sonra ateşkese razı olmuştur. Erenköy Savaşı sırasında Rumlar 53 ölü, 125 yaralı verirken, Türklerin kaybı 12 şehit, 4 kayıp ve 32 yaralı idi. Bütün dünyaca “Kanlı Noel” diye bilinen 21 Aralık 1963 olaylarının başlaması ile birlikte Kıbrıs Türkleri 103 köyü terk etmek zorunda kalmışlardı. Bu Türkler’in sayısı 18.667’dir. Birleşmiş Milletler aracılığı ile köylerini terk etmek zorunda kalan Türklerle ilgili araştırmaların sonuçlarına göre, 1964 yılında Lefkoşa kazasında 39, Girne kazasında 7, Baf kazasında 49, Larnaka kazasında 21 ve Magosa kazasında 21 köy olmak üzere 124 köy zarar görmüş, yüzlerce Türk ölmüş, binlercesi yaralanmış veya köylerini terk etmek zorunda kalmışlardı. 1963 yılında başlayıp 1964’te devam eden olaylarda 364 Türk şehit olmuştur.72 Erenköy çarpışmalarından sonra Kıbrıs Türklerine tam bir ekonomik abluka uygulayan Makarios, stratejik madde olduğunu ileri sürerek çimento, demir, çivi, kereste, benzin gibi maddelerin Türk bölgesine girişini yasaklamış, bununla da yetinmeyerek, Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı’nın değiştirilmesine engel olacağını da iddia etmişti. Ancak Türkiye’nin Eylül ayında kuvvet kullanarak Kıbrıs Türklerinin ihtiyaç duyduğu maddeleri Ada’ya sevk edeceğini açıklamasından sonra Makarios Türk yardım malzemesinin Türk bölgesine ulaşmasına göz yummak zorunda kalacaktır. 1964 sonuna gelindiğinde, Makarios sadece ilk amacı gerçekleştirmiş bulunuyordu: Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yıkılması. Fakat bu da çok pahalıya mal olmuş bir zaferdi. Çünkü Enosis’e yaklaşabilmiş değildi. Resmi kayıtlara göre, 1963-1964 katliamında 364 Kıbrıs Türkü öldürülmüştü. Lakin ondan çok daha fazlası kayıptı ve bu kayıplardan o zamandan sonra bir daha hiç haber alınamadı. Bunun dışında 103 köydeki 25.000 kadar Kıbrıs Türkü, sırtlarında bir tek elbiseleri ile evlerinden kovulmuş ve Kıbrıs Türklerinin birbiri üstüne yığılmış bulunduğu mahallelere iltica etmek zorunda kalmışlardır. Eğer Makarios, kendisinin 72 Abdulhaluk Çay, a.g.e., s. 81-82. savunmaya yemin ettiği kanunlara göre yargılanmış olsaydı, insanları kitleler halinde öldürmekten asılması gerekirdi.73 M. 1967-1974 ARASI GELİŞMELER 1. GENEL Erenköy savaşlarından sonra Yunanistan, Kıbrıs’a fiilen asker göndermeye başladı. Öncü olarak gönderilen 5 bin kişilik Yunan kuvvetinin sayısı daha sonra yapılan takviyelerle 12 bine çıkarılacaktır.74 Diğer taraftan Kıbrıs Rum lideri Makarios da silahlanma çalışmalarını sürdürdü. Erenköy çarpışmalarında Yunanistan’ın yeterli destek vermediğinden şikâyet eden Makarios, Sovyetler Birliği’nden silah alınmasına ilişkin bir anlaşma imzaladı. Eylül ayının son haftası içinde yapılan bu anlaşma ile Sovyet silahları Mısır üzerinden Kıbrıs’a getirilecektir.75 Kıbrıs meselesinin çözümü için 1965 yılı Mayıs ayında Türkiye ile Yunanistan arasında başlayan görüşmeler, Kıbrıs’taki Rum-Yunan kuvvetlerinin 15 Kasım 1967’de Boğaziçi ve Geçitkale köylerine saldırmasına kadar aralıklarla devam etti. Ancak Yunanistan, Kıbrıs meselesinin Türkiye ile Yunanistan arasında yapılacak müzakerelerle değil, Birleşmiş Milletler kanalıyla çözümlenebileceğine inanıyordu. Yunanistan, bu görüşmelerin devamını da, yalnızca Birleşmiş Milletler arabulucusu istediği için kabul eder görünüyordu. Diğer yandan Yunan Başbakanı Yorgo Papandreu’nun Yunanistan’daki komünistlerle işbirliği yapması ve Yunan ordusunda geniş çaplı bir tasfiyeye girişmesi iktidarın düşünmesine sebep oldu. 1965 Temmuzunda Papandreu, kral tarafından başbakanlıktan azledildi. Ancak Papandreu’nun çeşitli tertipler içine girmesi Yunan ordusunun Albay Papadopulos liderliğinde bir hükümet darbesi yapmasına sebep oldu (21 Nisan 1967). Yeni Yunan yönetimi, yani “Albaylar Cuntası” Kıbrıs meselesini Türkiye ile Yunanistan arasında mevcut olan diğer anlaşmazlıklarla birlikte mütalaa etmeye başladı. Yunanistan’daki yeni idare ile ihtilaflı olan Makarios 26 Haziran 1967 günü Rum Temsilciler Meclisi’ni toplayarak “Enosis” kararını almaya kalkışmıştı. Bununla da yetinmeyen Kıbrıs Rum yönetimi Kıbrıs’ta görev yapmakta olan onbin civarındaki Yunan askerinin, Rum Milli Muhafız Ordusu’na katılmasına ilişkin başka bir karar daha aldı. Rum 73 Pierre Oberling, a.g.e, s. 9. Abdulhaluk Çay, a.g.e., s. 83. 75 Salahi Ramadan Sonyel, a.g.e, s. 50-51. 74 yönetiminin bu kararları Dr. Fazıl Küçük tarafından B.M. Genel Sekreteri U’thant nezdinde protesto edildi. 1967 Temmuzunda Kıbrıs’ta “bir Enosis darbesi” yapılacağı söylentisi çıkması üzerine, Türkiye sert bir biçimde Yunanistan’ı uyarmış ve Yunanistan’ın ister istemez Türkiye ile tekrar görüşmeleri başlatmasına sebep olmuştu. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Süleyman Demirel ile Yunanistan Başbakanı Kollias arasında yapılan 9 Eylül Keşan ve 10 Eylül Dedeağaç görüşmeleri herhangi bir sonuç alınamadan sona ermiştir. Diğer taraftan Ankara’da bulunan Rauf Denktaş, Ekim ayının son haftasında, Nejat Konuk ve Erol İbrahim ile birlikte bir balıkçı gemisi ile Türkiye’den ayrılmış, Kıbrıs karasularına girdikten sonra balıkçı gemisinin yedeğindeki sürat motoruna geçerek 30 Ekim günü Karpas bölgesinde karaya çıkmışlardı. Ancak Rauf Denktaş ve arkadaşları karaya çıktıktan bir müddet sonra Karpas Çayırova’da yakalanacaklardı. Rauf Denktaş’ın yakalanmasından sonra Türkiye’nin yoğun baskısı üzerine Birleşmiş Milletler devreye girerek “Türkiye’ye geri dönmesi” şartıyla, Denktaş’ın serbest bırakılması sağlandı. Türkiye, Rauf Denktaş’ın iadesi için temaslarını sürdürürken Kıbrıs’taki silahlanma hazırlıklarını tamamlayan Rum-Yunan kuvvetleri yeni bir saldırı hazırlığında idiler. 21 Aralık 1963 saldırılarından sonra varılan anlaşmaya göre, Rum askeri birliklerinin Türklere ait bölgelerden geçmesi yasaklanmıştı. Rumlar 13-14 Kasım günleri Geçitkale ile Boğaziçi arasındaki yoldan geçmek istediler. Türklerin bu teklifi kabul etmemesi üzerine Rumlar 15 Kasım günü saldırıya geçtiler. Ağır silahların desteklediği rum saldırıları kısa sürede gelişti ve Geçitkale ve Boğaziçi işgal edildi ve bu olaylar sırasında 27 Türk öldürüldü. Geçitkale ve Boğaziçi’nin Rum-Yunan birliklerince işgal edilmesi üzerine, 15 Kasım 1967 akşamı Türkiye’de hükümet seviyesinde bir durum değerlendirmesi yapıldı. 16 Kasım akşamı da Türkiye Büyük Millet Meclisi toplandı. Toplantıda, Anayasa’nın savaş ilanına ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesine ilişkin 66. maddesine dayanarak Kıbrıs’a müdahaleyi öngören karar, meclisteki 435 üyenin 432’sinin oyu ile kabul edildi.76 TBMM’de alınan kararın akabinde İskenderun’da Türk donanması çıkarma hazırlıklarına başladı. Diplomatik temaslarını da sürdüren Türk hükümeti, 17 Kasım günü Yunan hükümeti ile “dost ve müttefik” hükümetlere Türkiye’nin çıkarma kararını bildirdi, Türkiye, çıkarmanın durdurulması için “20 bin Yunan askerinin Ada’yı terk etmesi, Grivas’ın 76 Fahir H. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 799. Kıbrıs’tan çıkarılması, can ve mal kaybı için tazminat verilmesi ve Türk bölgelerinin ihlal edilmemesi”ni istedi.77 Ertesi günü Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri’nin alarm durumuna geçirilmesinden sonra Türk jetleri Kıbrıs üzerinde uçmaya başladı. Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale kararının kesinlik kazanması üzerine A.B.D. Başkanı Johnson, özel temsilcisi Cyrus Vance’i bölgeye gönderdi. Bu arada Birleşmiş Milletler de gerginliği önlemek amacıyla harekete geçmişti. Cyrus Vance’nin Ankara, Atina ve Lefkoşa’daki temasları sırasında Türkiye 13 maddelik ikinci bir muhtıra verdi. Cyrus Vance aracılığı ile Yunanistan’a verilen notaya uyulmadığı takdirde, Türkiye müdahalede bulunacaktı. Nota’da şu hükümler yer alıyordu: 1- Türkiye ve Yunanistan 16 Ağustos 1960 Lefkoşa Anlaşması gereğince, Kıbrıs’ın muhtariyet, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığını kabul edecektir. 2- Ada’daki iki cemaatle birlikte, Türkiye ve Yunanistan’ın rızası olmadan Ada’nın statüsünde ve 1960 Lefkoşa Anlaşması’nda hiçbir değişiklik yapılmayacaktır. 3- Taraflar, anlaşmalar dışı Kıbrıslı olmayan askeri kuvvetlerinin Kıbrıs’tan çekilmesini kabul ederler. Çekilme azami iki ay içinde tamamlanmış olacaktır. 4- Tarafların bu hususlara uydukları, evvela Yunanistan, bilahare Türkiye tarafından ilan olunacaktır. 5- Kıbrıslı olmayan Yunan kuvvetlerinin tahliyesine başlanması üzerine Türkiye, buhranın giderilmesi için askerini hudutlardan çekerek, tahkimat yapmaktan imtina edecek ve Kıbrıs’taki mücahitlerini çekmeye başlayacaktır. 6- Grivas bir daha Ada’ya dönmemek şartı ile geri çekilmiş olacaktır. 7- EOKA teşkilatı tamamen dağılacak, soydaşlarımıza karşı herhangi bir sabotaj, yıpratma ve sindirme hareketlerinde bulunmayacaktır. 8- Anlaşmalar dışı olarak Ada’ya sokulmuş bulunan bütün silah cephane ve mühimmat çekilecektir. Rum Milli Muhafız Teşkilatı lağvedilecektir. 9- Türkiye ve Yunanistan, Ada’da tam manasıyla pasif bir faaliyette bulunacaktır. 10- Kıbrıs’taki B.M. Barış Gücü birliklerinin sayısı arttırılacak ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki anlaşmaların takipçisi Birleşmiş Milletler olacaktır. 11- Boğaziçi ve Geçitkale köylerinde yapılan saldırılarda işlenen cinayetlerin hesabı sorulacak, ölenlerin yakınlarına tazminat verilecek, hasarlar tamir olunacaktır. 77 F. Kürşat - M. H. Altan - S. Ergeli, Kıbrıs’ta Yunan Emperyalizmi, İstanbul, 1978, s. 236. 12- Kıbrıslı Türklerin Ada içinde ve Ada dışında seyahat serbestliği olacak, ticaret serbestliği tanınacak, işleyecekleri suçlardan sadece Türk cemaatine karşı sorumlu bulunacaklardır. 13- Mevcut buhranın giderilmesi için Yunanistan bugün kabul ettiği şartları yerine getirmez ve zaman zaman Ada’daki Makarios idaresi Türklere yeni birtakım baskılarda bulunursa, Türk hükümeti hiç kimseyi haberdar etmeden Kıbrıs’a fiili müdahalede bulunacak ve istediği şartlar tahakkuk edinceye kadar, Ada’yı askeri yönden kontrol altında bulunduracaktır.” Türkiye’nin ileri sürdüğü bu şartları Yunanistan kabul etmek zorunda kaldı. Yunan Dışişleri Bakanı Pipinellis 2 Aralık’ta yaptığı açıklamada, Yunanistan’ın anlaşmaların dışında Kıbrıs’a gönderdiği bütün kuvvetleri geri çekeceğini, buna karşılık Türkiye’nin de savaş hazırlıklarını durduracağını bildirdi. Daha sonra Kıbrıs’taki Yunan askerlerinin geri çekilmesine başlanıldı. Yunan kuvvetlerinin geri çekilmesi 16 Ocak 1968’de tamamlanacaktır. Aralık ayı boyunca sürdürülen çalışmalar sonunda, 29 Aralık 1967’de Geçici Türk Yönetimi’nin kurulması kararlaştırıldı. Türkiye Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Zeki Kuneralp ve Baş Hukuk Danışmanı Suat Bilge ile Kıbrıs Türk Toplumu’nun önde gelen üyelerinin katıldığı toplantıda, Geçici Türk Yönetimi’nin, 1960 Anayasası’nın öngördüğü düzen yerine gelinceye kadar görevde kalması kararlaştırıldı. Geçici Türk Yönetimi’nin çalışma esaslarını ortaya koyan temel 19 maddenin en önemlileri şunlardır: Madde 1- Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 16 Ağustos 1960 Anayasası hükümleri tatbik edilinceye kadar, Türk kesiminde yaşayan bütün Türkler Geçici Türk Yönetimi’ne bağlanacaklardır. Madde 2- Türk bölgelerinin yönetimi için gerekli kanunlar Temsilciler Meclisi Türk üyeleri ve Cemaat Meclisi üyelerinden kurulu Geçici Türk Yönetimi Meclisi tarafından yapılır. Temsilciler Meclisi Başkan vekili bu meclisin başkanıdır. Madde 5- 16 Ağustos 1960 Anayasası’na göre vaaz edilen bütün kanunlar geçerli ve yürürlükte sayılırlar. Madde 7- Türk bölgelerinde yürütme görevi, Geçici Türk Yönetimi Yürütme Kurulu tarafından ifa edilir. Bahse konu yürütme kurulu, Cumhuriyet devrinin üç bakanına (savunma, iç ve dış münasebetler üyeliği, tarım ve tabii kaynaklar üyeliği, sağlık işleri üyeliği) ek olarak altı yeni üyeden, 1) Eğitim-Kültür ve öğretim işleri üyesi, 2) Sosyal Yardım-Belediye-Vakıf ve Kooperatifler üyesi, 3) Adalet İşleri üyesi, 4) Maliye ve Bütçe işleri üyesi, 5) Çalışma ve Komünikasyon işleri üyesi, 6) İktisadi İşler üyesi teşekkül eder. Cumhurbaşkanı yardımcısı bu kurulun başkanı, Türk Cemaat Meclisi’nin Başkanı ise bu kurulun astbaşkanıdır. Madde 16- Geçici Türk Yönetimi’nde yargı görevi, bağımsız Türk mahkemeleri tarafından yürütülür. Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi, kendi emeğimiz, alın terimiz, mücadele ve direnme fedakârlığımızın eseridir. Normal bir devleti teşkil eden yasama, yürütme ve yargı organları, polis ve mücahit ordusu ile yönetimimiz tam yetkili bir otorite haline gelmiştir.”78 Geçici Türk Yönetimi’nin ilanı Kıbrıs Rumları tarafından büyük bir tepki ile karşılandı. Rauf Denktaş’ın 13 Nisan 1968’de Kıbrıs’a dönmesinden sonra toplumlar arasındaki ikili görüşmelerin tekrar başladığı görülür. Denktaş ile Klerides Beyrut’ta görüşmeleri yeniden başlattılar. Daha sonra da 12-13 Mart’ta Türk-Yunan görüşmelerine Atina’da devam edilmiştir. Atina görüşmelerinden sonra Ankara’da bir görüşme yapılmış, iki taraf teknisyenlerinin 20 Mayıs’ta Viyana’da bir araya gelerek anlaşmaya varılan noktalar hususunda rapor hazırlamalarına karar vermişlerdir. Bu rapor Türk ve Yunan Dışişleri Bakanlarının 26 Haziran’da Londra’da yaptıkları görüşmelerde müzakere edilerek kabul olunacak, Beyrut’ta başlayan ve üç gün süren Denktaş-Klerides görüşmelerine de 24 Haziran’dan itibaren Birleşmiş Milletler gözetimindeki Ledra Palas Oteli’nde devam edilecektir. Bölgesel Otonomi esaslarına dayalı görüşmeler hiçbir sonuç alınamadan 15 Temmuz 1974 Nikos Sampson darbesine kadar devam etti. Kıbrıs’taki Makarios yönetimi ile arası açılan Yunan Cunta idaresi, Makarios’u devirmek için hazırlıklarda bulunuyordu. Bu iş için 1972 yılında gizlice Kıbrıs’a gönderilen Grivas, Rum Milli Muhafız Ordusu ile Kıbrıs’taki diğer silahlı grupları Makarios’a karşı organize etmeye başlattı. 1964’ten sonra Türk bölgelerine uygulanan kuşatma, Kıbrıs Türklerini kendi içine kapanık, geceleri ve gündüzleri mevzilerde geçen, üretim yapmayan ve Türkiye’den gelen yardımlarla geçinen bir toplum durumuna düşürmüştü. İçte yönetimi tümü ile ele alıp yeniden organize eden Türk Mukavemet Teşkilatı, “Genel Komite” adlı bir yürütme organı oluşturdu. Eski Bakanlar Kurulu üyelerinden oluşan bu komite günlük zorunlu işleri yerine getiriyordu. Cemaat Meclisi ve Temsilciler Meclisi üyeleri ise yasama işlerini yürütüyordu. Böylece Kıbrıs Türkleri kendi bağımsız devletlerine giden yolda ilk adımı atmış oluyorlardı. 78 F. Kürşat - M. H. Altan - S. Ergeli, a.g.e, s. 240. Türklerin toplandığı bölgelerde yavaş yavaş ayrı bir devlet örgütlenmesine gidilirken, mahkemeler çalışıyor, binlerce göçmene barınacak konut, yiyecek, içecek, giyecek sağlanıyor, polis ve eğitim örgütü Türk yönetimine bağlı olarak çalışmaya başlıyordu. Kısacası Türkler, daha merkezi yönetimden dışlanır dışlanmaz kendi kendilerini yönetebilecek yetenek, örgütlenme düzeyi, bilinç ve kapasitesinde olduklarını kanıtlamışlardır. Eğer bağımsız devlet o günlerde dışlanmanın hemen ardından gerçekleştirilen bir olgu olsaydı, daha doğrusu oluşan bağımsız yönetim adı konularak dünyaya o günün koşullarında ilan edilseydi, Kıbrıs sorununun aldığı şekil çoktan değişecek ve belki de bugün tek yasal yönetim olarak Rum yönetimini tanımayacaktı. O günlerde Ada’ya gelen yüzlerce gazeteci ve yazarın Rumların yaptıkları saldırıları ve katliamları anlatan objektif haber ve gözlemleri bu doğrultuda çok olumlu bir kamuoyu yaratmıştı. Ne var ki bu yapılamadığı gibi 4 Mart 1964 tarihinde B.M.’de alınan karara Kıbrıs Türk liderinin tüm uyarılarına karşın Türkiye’nin de olumlu oy vermesi bugüne kadar gelen en büyük bir haksızlığın ve yanılgının doğmasına neden olmuştur. Bu karara göre ortaklık cumhuriyetini yıkan ve ortağını silah zoru ile yönetimden dışlayan Rum liderliği yasal Kıbrıs hükümeti olarak tanınmış, Türkler de yasal hükümete karşı ayrılıkçı bir tavırla isyan eden asiler durumuna düşürülmüştür. Bugün dahi bunun cezasını çekiyoruz. 1964’ten sonra toplam 103 Türk köyü terk edilmiş, 30.000 kişi işsiz kalmış, 150 yerleşim merkezindeki 100.000 Türk, Kızılay’ın yiyecek yardımları ile yaşamak zorunda kalmıştı. Türkler kendi bölgelerinde egemendi ama işgal edilen verimli arazilerini Rumlar çalıştırıyordu. Kuşatma altındaki bölgelere “stratejik maddedir” gerekçesi ile çimento, kum, çakıl, çivi, yedek parça, radyo, telefon, kamyon, traktör, deri, ayakkabı, kışlık ceket, eldiven, çorap, pardüse, yünlü giyecek, çanta, termos şişeleri vb. eşyaların girmesi yasaktı. Açıktı ki Rum yönetiminin niyeti direnişçileri kışın soğuğuna karşı dayanıksız bırakmak, morallerini bozmak ve savunmayı çökertmekti. Bunun yanında Türklerin kuşatıldıkları bölgelerin girişlerine konan utanç barikatları da köylerden şehirdeki hastanelere, okullara ve yakınlarını ziyarete gelen köylüler de saatlerce ve bir işkenceye dönen insanlık dışı yoklamalara ve hakarete maruz kalıyorlardı. Bu yoklamalarda dövmeler, anadan doğma soymalar, barikatlardan alıp götürmeler, yiyeceklerin dökülüp saçılması hiç eksik olmuyordu. Açlık ve yoksulluktan ve Türk bölgesine girmesi yasaklanan ilaçların eksikliğinden dolayı göçmen kamplarında, göçmenlerin topluca yerleştirildikleri okul ve sinemalarda salgın hastalıklar vardı. Türkiye’den gönderilen yiyeceklerin gemilerden boşaltılması için engellemeler yapılıyor, gümrük isteniyordu. Türkiye’nin gönderdiği 13 milyon dolar ve B.M. Göçmen fonundan alınan 2 milyon dolar ile maaşlar ödeniyordu. Bu dönemde herkes yöneticiler dâhil olmak üzere eşit bir şekilde 30 Kıbrıs Lirası almaktaydı. Bu dönemde Rum yönetimi Türkiye’den gelen paraların ve uluslararası yardımların da kendilerine akması sonucu Rum yerleşim yerlerine büyük yatırımlar yaptı. Oteller, yollar, binalar, barajlar yapıldı. Her Rum köyüne elektrik ve su götürüldü. Oysa aynı dönemde yüzden fazla Türk köyü ve 30 binden fazla köylü elektriksiz ve susuzdu. Bütün bu olumsuz koşullara karşın tüm Türk kantonlarında göçmenler için kamplar inşa edildi. Türk göçmenler 1974 Türk müdahalesine kadar bu kamplarda kaldı. Bu süre içinde göçü teşvik eden ve göç edeceklere her türlü kolaylığı gösteren Rum liderliği 10.000’den fazla Türk’ün Avustralya, İngiltere ve Kanada’ya göçüne neden oldu. Bu durum Birleşmiş Milletler raporlarına şöyle yansıyordu: “Durum, Kıbrıs hükümetinin askeri bir çözüm yerine ekonomik baskılarla bir çözüm aradığına işaret etmektedir.” (S/5950 189 nolu B.M. belgesi)79 Rum yönetiminin bu tutumu sadece Türkleri ekonomik açıdan çökertmeyi ve teslim olmayı sağlamalarını değil, aynı zamanda iki halk arasındaki ilişkileri ve güveni kökünden dinamitlemeyi da amaçlamaktaydı. Bu süre içinde 1965 yılında Rumlar, B.M.’nin gözü önünde Erenköy, Lefke, Mağosa bölgeleri ile daha birçok yerde saldırılarını sürdürdü. Kutsal yerlerden Hala Sultan Tekkesi işgal edildi ve Türklerin ziyaretine kapatıldı. 1966’da da saldırılar sürdü. Mora, Meluşa, Arçoz ve daha birçok köye saldırıldı. Bu arada ovadaki Türk çobanlara, tarlalarındaki köylülere, evinin bahçesindeki sivil insanlara açılan ateşlerle 10’dan fazla Türk öldürüldü veya yaralandı. Tedhiş B.M. gözetiminde eksilmeden sürdürüldü. 1967’de daha geniş saldırılara girişen Rumlar bir yıl içinde toplam 600 olaya sebebiyet verdiler. Bu arada 1964’ten beri Rum liderliği tarafından yurda girişi yasaklanan ve Türkiye’de sürgünde yaşamak zorunda kalan Türk Cemaat Meclis Başkanı Rauf Denktaş, 31 Ekim 1967’de Necat Konuk ve Erol İbrahim ile birlikte kiraladıkları bir sandalla, gizlice Ada’ya çıkmaya çalışırken, Yunan askerleri tarafından tutuklandılar. 12 gün tutuklu kaldıktan sonra Türkiye’nin baskısı ile serbest bırakıldılar ve geri Türkiye’ye döndüler. (12 Kasım 1967) 79 Sabahattin İsmail, a.g.e, s. 352. 1967 ilkbaharı başlarında Grivas, izole halde bulunan Türk köylerine karşı saldırılara başladı. Bu saldırılar, 14 ve 15 Kasım’da Larnaka bölgesindeki Ayios Theodoros (Boğaziçi) ve Kophinou (Geçitkale) köylerine yapılan saldırılar ile tırmanma noktasına ulaştı. Bu iki köyde 30’dan fazla Kıbrıs Türkü öldürüldü. Bunlar arasında yaşlı bir karı kocanın üç oğlu ile gazyağına batırılmış bir battaniyeye sarılmış 80 yaşındaki bir ihtiyarın canlı olarak yakılması da vardı.80 15 Kasım günü Grivas liderliğinde Rum ve Yunan birlikleri Geçitkale ve Boğaziçi köylerine karşı saldırıya geçti. Böylece yeni bir kriz dönemine girildi. 15 Kasım günü Geçitkale ve Boğaziçi köylerine saldıran Grivas liderliğindeki Rum ve Yunan birlikleri top ve havan ateşi ile saatlerce köyün az sayıdaki mücahitleri ve sivil insanlar üzerine mermi yağdırmaya başlamışlardı, iki saat süren ve zırhlı araçlarla desteklenen saldırı sırasında çoğunluğu sivil olmak üzere 28 kişi katledildi. Yaşlı insanlar bombalarla parçalandıktan sonra üzerlerine benzin dökülerek yakıldılar. Bu arada olaya sadece seyirci kalan ve bir kez daha Türklerin güvenliğini sağlayamayacağı açığa çıkan B.M. Barış Gücü, Rumların engellemeleri üzerine yaralıları bile hastanelere götüremedi. Birleşmiş Milletler askerlerinin silahları alındı ve telefonları kesildi. Geçitkale ve Boğaziçi köylerinin işgali sivil insanların katledilmesi, tüm köy nüfusunun esir alınarak köyden uzaklaştırılması bir anda tüm Ada’da gerginliği arttıran bir etken oldu. Türkiye saldırıya çok sert tepki gösterdi. Türkiye saldırının derhal son bulmasını, işgal edilen köylerin boşaltılmasını, köylülerin tekrar evlerine geri dönmesini istedi. Bu arada 17 Kasım’da toplanan T.B.M.M. gerekirse Yunanistan’la savaşa dahi girilebileceği şeklinde bir karar aldı. Hemen ardından Yunan sınırı ile İskenderun Mersin bölgelerine asker kaydırmaları başladı. Büyük şehirlerde karartma uygulaması başladı. A.B.D. ise geçmişte olduğu gibi yine devreye girerek müdahaleyi önlemeye çalıştı. A.B.D., İngiltere ve Kanada ortak hareket ederek ve Kanada Dışişleri Bakanı Pearsen şifahi önerilerde bulunur. Bu arada A.B.D. Dışişleri Bakanı Cyrus Vance ile NATO Genel Sekreteri Manlio Brosio da arabuluculuk amacı ile mekik diplomasisine başlarlar. 24 Kasım’da toplanan NATO Bakanlar Kurulu konuyu görüşür. Sonuçta ise Türkiye’nin müdahaleden vazgeçmek için ileri sürdüğü koşullar kabul edilir.81 80 81 Pierre Oberling, a.g.e, s. 12. Sabahattin İsmail, a.g.e, s. 353-354. 2. MAKARİOS’A KARŞI YÜRÜTÜLEN İKTİDAR MÜCADELESİ Grivas’ın artık hedefi O’na göre Enosis’e en büyük engel teşkil eden Makarios’tu. Gerçekten de Makarios, politikasında çok büyük değişiklikler yapmıştı. Enosis’in tek başına Rumlar veya Yunanlılar marifetiyle gerçekleşemeyeceğini Türkiye’nin bu konuda en büyük engeli oluşturduğunu görmüştü. O’na göre mesele beynelmilel platformda destek sağlamakla halledilebilirdi. Diğer yandan Kıbrıs Rumların seçimle işbaşına getirdikleri bir Cumhurbaşkanı idi. Enosis’te Yunanistan’ın Kıbrıs’ta bir valisi durumuna düşmek istemiyordu.82 Grivas EOKA tedhiş örgütünü yeni baştan organize etmeye çalıştı, böylece yeni teşkilat EOKA-B adıyla sahneye çıkmıştı. O zamanlara kadar Makarios yanlısı bir tutum takip eden ve hatta Aspida yeraltı teşkilatını açıklayan Nikos Sampson, Grivas’ın bu son teşkilatlanma teşebbüsüne destek olmaya başladı. Yunan cuntasınca desteklenen Grivasçı grup, kendi yönlerinden durumun müsait olduğu gerekçesi ve bir oldu-bitti ile Enosis’in hemen gerçekleştirilmesini savunuyordu. Bunun karşısında olan Makariosçular ise Enosis’in zaman aşımı içinde gerçekleştirilmesi düşüncesindeydiler. Buna göre Enosisin bir oldu-bitti ile hemen ilan edilmesi bir Türk müdahalesine neden olabilirdi. Bu nedenle, Türkiye’yi harekete geçirmeden zaman aşımı içinde bu iş pekâlâ gerçekleştirilebilirdi. Burada şuna işaret etmek istiyorum. Her iki cephenin de amacı Enosis idi. Anlaşamadıkları tek nokta, işin zamanlaması açısından iki grup arasındaki anlaşmazlık giderek büyümüş ve bir silahlı çatışmaya dönüşmüştür.83 Ancak mücadelenin oldukça hızlandığı bir sırada, 27 Ocak 1974 günü Grivas Limasol’da saklı bulunduğu kuyumcu Makarios Hristodulis’in evinde öldü.84 28 Ocak’ta aynı evin bahçesine gömüldükten sonra 1 Şubat 1974’te Grivas’in ölümü açıklandı. Grivas’ın ölümünden sonra, EOKA-B’nin liderliğini, Grivas’ın yardımcısı Georgios Karusos üstlendi. Grivas’la birlikte Erenköy çarpışmalarına katılan Karusos, 1971 yılında Grivas’la birlikte gizlice Ada’ya çıkmıştı. Tedhiş hareketleri ile Enosis mücadelesinin başarıya ulaşamayacağı düşüncesinden hareketle, ‘mücadelenin siyasi alana kaydırılması’nı savunan Karusos’a büyük bir tepki gösteren bir grup EOKA’cı karşı harekete geçtiler. Bunun üzerine Karusos, 16 Şubat 82 Süleyman Oğuz, Kıbrıs-Ekonomik ve Sosyal Yönleriyle, 1975, İstanbul, s. 45-47. Vehbi Zeki Serter, “Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974’te Düzenlenen Rum-Yunan Askeri Darbesi ve Mutlu Türk Barış Harekatı’nın Başlaması (20 Temmuz 1974)”, Türk-Yunan İlişkileri Bildirileri, Üçüncü Askeri Tarih Semineri, Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1986, s. 347. 84 F. Kürşat - M. H. Altan - S. Ergeli, Kıbrıs’ta Yunan Emperyalizmi, İstanbul, 1978, s. 247. 83 1974’te Yunanistan’a kaçmak zorunda kaldı. EOKA-B içindeki iç mücadele Makarios’a istediği fırsatı vermişti. Makarios 25 Nisan 1974’te yayınladığı bir bildiri ile EOKA-B’yi kanun dışı bir teşkilat olarak ilan etti.85 26 Haziran 1974’te yapılan bir açıklamada EOKA-B’nin Yunanistan’dan verilen emirlerle yönetildiği ve Yunan milli istihbaratı ile münasebetinin bulunduğu, bundan böyle Rum Milli Muhafız Ordusu’nun Kıbrıs Rum Yönetimi’ne bağlanacağı ilan edildi. 4 Temmuz 1974 günü Rum Temsilciler Meclisi birleşiminde konuşan Nikos Sampson, Rum Milli Muhafız Ordusu’ndan 5 bin askerin terhis edilmesini şiddetle protesto etti. Başpiskopos Makarios’un bu tutumu karşısında Atina için yapılacak başka bir şey kalmamıştı. Makarios hakkındaki kararın verilmesi üzerine, Kıbrıs’taki Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı Yarbay Konstantinos Kobokis Atina’ya çağrıldı. Daha sonra Yunanistan’a çağrılan Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) Komutanı General Georgis Denissis ile RMMO Genelkurmayı’nda görevli Mihalis Georgitsis’e de, Konstantinos Koboksi’ye emredildiği gibi “Makarios’un öldürülmesi pahasına mutlaka darbe yapılması” emri verildi. Ayrıca darbenin 15 Temmuz sabahı yapılması da planlanmıştı. Bu sırada Makarios, Trodos dağındaki yazlık evinde hafta tatilini geçiriyordu. Maglis adlı bir Rum işadamı Makarios’a darbeyi haber verdi ise de Makarios hiç bir tedbire lüzum görmemişti. Planlandığı üzere 15 Temmuz sabahı RMMO’na ait üç tank başkanlık sarayına saldırdı. Ancak Makarios, saraydan gizlice çıkarak Baf’a kaçtı. Bu arada Rum Milli Muhafız Ordusu’na bağlı birlikler de Strovolo’daki Cikko Manastırı’na bağlı Medohiyon ile Makarios’un Girne’deki yazlık sarayı Bel la Pais’e baskın yapmışlardı. Ancak Makarios bulunamadı. Saat 9.00’da Rum Radyosu, Lefkoşa Havaalanı ve Telekomünikasyon Merkezi’nin işgali tamamlanmış, Rum Radyosu’ndan Yunan Milli Marşı çalınmasına başlanmış ve saat 09.10’dan itibaren de radyodan darbecilerin açıklamaları okunmaya başlanmıştı. Ancak, darbeciler Makarios yanlısı polislerin mukavemete başlaması üzerine saat 10.00’da radyodan “Makarios’un öldüğü, mukavemete teşebbüs edenlerin derhal öldürüleceği”ni ilan etmek zorunda kalacaklardı. Darbenin yapılması ve arkasından Rumlar arasında çatışmaların başlaması Kıbrıs Türk kesiminde büyük bir telaş yaratmıştı. Türk lideri Rauf Denktaş, Bayrak Radyosu’ndan bir 85 F. Kürşat - M. H. Altan - S. Ergeli, a.g.e, s. 270. mesaj yayınlayarak “darbenin Rumlar arasında bir iç mesele olduğu, Türkleri ilgilendirmediği”ni vurguladı. Ayrıca Türkiye’nin müdahalesini de talep etti.86 86 Abdulhaluk Çay, a.g.e, s. 96. İKİNCİ BÖLÜM KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI A. KIBRIS ADASI’NIN JEOPOLİTİK ÖNEMİ 1. GENEL Tarih boyunca çevre ülkelerin ve süpergüçlerin Kıbrıs ile yakından ilgilenmelerinin başlıca nedeni Ada’nın jeostratejik önemi nedeniyle Asya, Afrika, Akdeniz ve Hint Okyanusu’na hâkim olmak bakımından arz ettiği durumdan kaynaklanmaktadır. Nitekim 1571’de kendi topraklarının güvenliği bakımından Kıbrıs’ı fetheden Osmanlı Devleti’nin bu toprağına daha sonraları o devirde dünyanın en büyük emperyalist gücü olan İngiltere göz dikmiş ve Ada’yı ele geçirmek için Osmanlı Devleti’nin düştüğü güç durumdan yararlanmasını bilmiştir. Asya, Afrika ve Avrupa kıtaları arasında adeta bir eklem durumunda olan Akdeniz’in doğusunda bulunan bu küçük Ada üzerinde tarih boyunca çeşitli istilaların, mücadelelerin devam etmesinin en önde gelen nedeni, adanın jeopolitik ve jeostratejik değerinin öneminden kaynaklanmaktadır. Kıbrıs Adası coğrafi konumu itibari ile Doğu Akdeniz’in takriben ortasına yakın bir yerde bulunmakta ve bu konumu ile bu bölgenin kontrol altında tutulmasında etkili olmaktadır. Türkiye’nin güney sahilleri ve limanları, keza Suriye, İsrail, Süveyş Kanalı ve Mısır’a uzanan bölgedeki deniz yolları, tamamıyla Ada’nın etki ve kontrol alanı içinde bulunmaktadır. Ada Akdeniz’den gelen bütün istikametlere Ortadoğu’yu kapatmakta ve/veya açmaktadır. Ortadoğu devletlerinin deniz yolu ile Akdeniz’den yapacakları bütün ticari faaliyetler Ada’nın etkisi altındadır. Ortadoğu’nun zengin petrol ürünü potansiyeli göz önüne alındığında Ada’nın önemi biraz daha artmaktadır. Bu öneme paralel olarak Süveyş Kanalı ile bağlanan dünya deniz ticaret yolunun da Ada’nın etkisi ve kontrolünde olduğu düşünüldüğünde Kıbrıs’ın jeostratejik önemi bir bakışta tamamıyla ortaya çıkmaktadır. Kıbrıs’ın Süveyş Kanalı açıldıktan sonra önemi daha da artmıştır. Kıbrıs Adası Asya’nın anahtarı durumundadır.87 Ada, Akdeniz’de işgal ettiği bu önemli yer dolayısıyla eline geçiren devletlere pek çok avantajlar sağladığından tarih boyunca, jeostratejik kıymetiyle doğru orantılı olarak değerlendirilmiş ve devletlerin elde etmek ve elde tutmak 87 Cemal Özkan, Güncel Konular, Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1986, s. 73. gayretlerinin Ada üzerinde birleşmesine neden olmuş, bu böylece doğu ile batı politikalarının zaman zaman müdahalelerine neden teşkil etmiştir. Kıbrıs Adası dünyanın en zengin petrol rezervlerine sahip olan Ortadoğu üzerinde kontrol kurmaya ve bu bölgeye el atmaya imkân veren Doğu Akdeniz’deki konumu ile jeostratejik önemini devam ettirmektedir. Kıbrıs, uygun deniz ve hava üssü karakteri ile Doğu Akdeniz’de deniz ve hava üstünlüğü kurmak isteyen güçler için bulunmaz bir uçak gemisi özelliğine sahiptir. Makedonyalı Büyük İskender bu konuda şunları söylemiştir: “Kıbrıs elimizde bulunduğu takdirde denizde mutlak hâkim biz olacağız ve Mısır üzerine kolay iniş yapmak için yol açılmış olacaktır.” Adada deniz ve hava üslerine sahip olan güçler Ortadoğu’da ortaya çıkabilecek durumlara süratle müdahale etme imkânına sahip olurlar. Bu nedenle 1960’ta Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına rağmen İngilizler Ada’dan tamamen çekilmemiş, Ağrotur ve Dîkelya’yı egemen İngiliz usûlleri bölgesi olarak muhafaza etmişlerdir. Ada’nın konumu aynı zamanda Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’e yönelik etkin bir elektronik istihbarat ve elektronik harp merkezi olmaya imkân vermektedir. İngiltere’nin Ada’da kontrolünde bulundurduğu Dikelya ve Ağrotur üsleri bölgesindeki elektronik tesisleriyle bütün Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’i kontrol ettiği de bilinen bir gerçektir. 2. KIBRIS’IN TÜRKİYE İÇİN JEOSTRATEJİK ÖNEMİ Kıbrıs Adası Türk milli güvenliğini sağlama bakımından çok büyük değer ve önem taşımaktadır. Kıbrıs Adası Türkiye’nin güney limanlarına hâkim bir konumdadır. Ada’nın düşman elinde bulunup bulunmaması Anadolu için bir ölüm kalım sorunudur. Kıbrıs’ın Türklerin her zaman denetiminde olması ve Ada’daki askeri durumun bir dost devletin egemenliği altında olması şarttır.88 Türkiye’nin Akdeniz’e açılan bütün kapılarını kapamaktadır. İskenderun Körfezi ile Mersin Limanı’nın emniyeti Kıbrıs Adası ile sağlanır veya tehdit edilir. Kıbrıs Adası’nın yabancı bir devletin elinde bulunması, güneyden Anadolu’nun emniyetini tehlikeye sokar. Özellikle Yunan kuşatma çemberinin tamamlanmasına neden olur. O kadar ki, Batı Anadolu’ya bir çıkarma halinde Kıbrıs’tan İskenderun ve Mersin bölgelerine yapılacak bir 88 Camp, Bell Mc. Kinnom; Turkey and Greece, 1968, s.I 17. Yunan hareketi, Türk ordusunun gerisine çeşitli yönlerden etkili olur. Bu nedenle Türkiye’yi güney bölgelerinde büyük birlikler bulundurmak zorunda bırakır. Yunanistan bilhassa son yıllarda kendisi için tehlikenin kuzeyden değil Türkiye’den geldiğini ileri sürerek “Yeni Savunma Stratejisini uygulamaya koymuş ve savunma sistemini buna göre değiştirme gayreti içine girmiştir... Bundan ötürü eski NATO Genel Sekreteri Joseph Luns’un da dediği gibi “Yunanistan bu kompleksinden kurtulamadığı sürece, tehlikenin doğudan geldiğini söylemeye devam edecektir.”89 Kıbrıs adasının Türkiye’nin elinde veya kontrolünde bulunması Doğu Akdeniz ve hatta dolaylı olarak tüm Akdeniz denizyollarının kontrolünde Türkiye’yi söz sahibi yapar. Ortadoğu’ya yapılacak müdahalelerde Kıbrıs bir üs olarak kullanılabilir. Kıbrıs’ın Yunanistan’ın eline ve/veya kontrolüne geçmesi halinde Ege Adaları ile birlikte Akdeniz’de Türkiye’yi tecrit eden halka tamamlanmış olur. Kıbrıs adasının Türkiye’nin elinde ve/veya kontrolünde olması halinde Türkiye’nin Ortadoğu ve Afrika ile olan deniz ticaret yolları emniyet altında bulundurulur ve bölgede nüfusumuzun devamı sağlanmış olur. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu Kıbrıs’ı elinde bulundurduğu müddetçe bu hususu sağlamış; ancak 1878’de Ada’yı İngiltere’ye devrettikten sonra Doğu Akdeniz’deki üstünlüğünü yitirmiştir. Kıbrıs’ın düşman bir devlet elinde bulunması Türkiye’nin derinliklerine tesir edebilecek hava ve deniz üssü olarak kullanılmasına imkân verir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de etkinliğinin ve egemenliğinin devamı ancak Kıbrıs adasının elde ve / veya kontrol altında bulundurulması ile sağlanabilir. Genel bir harp vukuunda, müttefik yardımlarının denizden emniyetle Türkiye limanlarına gelmesi Kıbrıs’ın elimizde ve/veya kontrolümüzde bulunması ile sağlanabilir. Kıbrıs’ın Türkiye için jeostratejik önemini Atatürk şöyle vurgulamıştır: Güneyde askeri bir tatbikatı izleyen Atatürk etrafında bulunan subaylara “Türkiye’nin yeniden işgal edildiğini ve Türk kuvvetlerinin sadece bu bölgede mukavemet ettiğini farz edelim. İkmal yollarımız ve imkânlarımız nerededir?” sorusunu sorar. Subaylar birçok görüş ve düşünceleri ileri sürerler. Atatürk hepsini sabırla dinler. Sonra elini haritaya uzatır ve Kıbrıs’ı işaret ederek “Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz; bu ada bizim için çok önemlidir.” der. 89 Cemal Özkan, Güncel Konular, Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1986, s. 52. Kıbrıs’ın jeostratejik önemi çok iyi bilinmektedir ki adada 1955’lerden beri devam eden bugünkü sorun Kıbrıs’taki bir avuç Türk’ün sorunu olmaktan çıkmış ve 60 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli sorunlarından biri haline gelmiştir. 3. KIBRIS’IN YUNANİSTAN İÇİN JEOSTRATEJİK ÖNEMİ Kıbrıs Adası, coğrafi konum itibarıyla Yunanistan için kendi ülkesinin güvenliği açısından öneme haiz değildir. Yunanistan’a saldırmak isteyecek bir devletin Kıbrıs’a sahip olması ve Kıbrıs’ı harekât üssü olarak kullanmasının Ada’nın uzaklığından dolayı hiçbir yararı yoktur.90 Yunanistan’ın Kıbrıs’la olan ilgisi kendi güvenliğini sağlamaktan ziyade Ada’daki Rumlarla milli değerler bakımından bağlantısı ve adanın “Megali Idea” ülküsü çerçevesinde yayılmacılık emellerinin hedeflerinden birisi olması dolayısıyladır. Yunanistan’ın Ege’de olsun, Kıbrıs’ta olsun veya uluslararası girişimlerde olsun, büyük ölçüde tek taraflı emrivakiler ve ‘de facto’ durumlar yaratarak bugüne kadar “Megali Idea” politikasını bilinçli ve başarılı olarak uygulama imkânı bulduğu tarihsel bir gerçektir.91 Kıbrıs’ın M.Ö. 337-107 yılları arasında Makedonya istilası hariç tarihin hiçbir devrinde Yunanlıların olmadığı, tarihi bir gerçektir. Bu gerçeği 1907 yılında Winston Churchill, “Adanın Yunanistan ile tarihi ve coğrafi münasebetleri olduğu iddiası, hayal mahsulüdür.” demek suretiyle açıkça ifade etmiştir. 1878 yılında Osmanlı Devleti tarafından adanın geçici olarak egemenliği Osmanlı Devleti’nde saklı kalmak koşulu ile İngilizlere verilmesinden sonra, Türklerin birçoğunun Anadolu’ya göç etmesi sonucu Türk çoğunluğu azalarak yerini Rumlara terk etmiştir. İngilizlerin Adaya gelmesinden itibaren Rumlar Yunanistan’ın desteği ile “Megali Idea” hedeflerinden birisi olan Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı (Enosis) yönünde çalışmışlardır. 1964 yılında o dönemin Yunanistan başbakanı Papandreu Selanik Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada “Kıbrıs doğuya doğru Büyük İskender’in yolunu takip edecek ve Helenizm’in doğu istikametindeki merkezi olacak” demek suretiyle RumYunan ikilisinin emellerini açıkça ortaya koymuştur. Adanın Yunanistan’ın eline geçmesi halinde Yunanistan’a sağlayacağı faydaları şöyle özetleyebiliriz: (a) Yunanistan’ın Megola-idea’sının gerçekleşmesi için önemli bir adım atılmış olur. (b) Yunanistan bu suretle ebedi düşman olarak belirlediği Türkiye’yi batı ve güneyden kuşatma imkânı elde eder ve Türkiye’yi tehdit altında bulundurur. 90 91 Camp, Bell Mc. Kinnom; a.g.e, s.I 19. Cemal Özkan, a.g.e, s. 53. (c) Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki üstünlüğünü ve kontrolünü ortadan kaldırır ve müttefik yardımlarını sekteye uğratır. (d) Yunanistan’ın Anadolu’nun güney sahillerine yöneltebileceği taarruzi bir harekât için yığınak bölgesi veya üs teşkil eder. (e) Yunanistan, adada üslendirebileceği uçak ve füzelerle Anadolu’nun özellikle Mersin Limanı ve İskenderun Körfezini etki altına almış olur. (f) Yunanistan, Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki deniz ve hava yollarını kontrol altında bulundurmasından istifade ederek Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da her bakımdan söz sahibi bir ülke haline gelir. (g) Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı gelecekte çıkması muhtemel bir Türk-Yunan harbinde Yunanistan’a çok büyük askeri ve ekonomik avantajlar sağlar. Megali Idea doğrultusunda Batı Anadolu’ya yapılabilecek bir Yunan çıkarması halinde, Kıbrıs Yunanistan’ın elinde bulunduğu takdirde buradan İskenderun ve Mersin bölgelerine yapılacak bir çıkarma harekâtı ile Yunan orduları batı cephesindeki Türk ordularının gerisine müessir olur. (h) Ege Adaları’nın Akdeniz’i ve Karadeniz’i bir diğerine karşı kapatmasıyla elde ettiği politik üstünlük, Kıbrıs elinde olduğu takdirde daha da artacaktır. Bu durum Yunanistan’ı Akdeniz, Ortadoğu ve Süveyş’i kontrol eden stratejik noktalara sahip bir ülke haline getirecektir. 4. KIBRIS’IN BATI İÇİN JEOSTRATEJİK ÖNEMİ XX. yüzyılın sonlarına doğru yaklaşırken tüm dünyada köklü değişiklikler meydana gelmektedir. Sosyalist blokta meydana gelen önceden tahmin edilmesi güç olan bu değişmeler sonucu tüm Doğu Avrupa ülkelerinde komünist rejimler yıkılmış, demokrasi yolunda gelişmeler başlamış, Varşova Paktı dağılmış, Akka imzalanmış, Avrupa ve Asya’da birçok bağımsız devlet kurulmuştur. Böylece, Avrupa’nın bölünmüşlüğü sona ermiş, Doğu-Batı ilişkilerinde yüzyılımızın en iyi durumuna gelinmiş ve Soğuk Savaş’ın ve nükleer dehşet dengesinin yerine belirsizlik ve istikrarsızlıklar ortamı içerisinde sürdürülen demokratikleşme, insan hakları, işbirliği ve diyalog faaliyetleri artmıştır. Soğuk Savaş koşullarının kaybolması ve A.B.D. ile eski Sovyetler Birliği arasındaki rekabet ve çatışma ortamının bu şekilde son bulması ile birlikte batı ülkelerinde yeni değerlendirmeler yapılmaya başlanmıştır. Bunlara göre Türkiye’ye batı stratejisi çerçevesinde ağırlık kazandıran temel unsur A.B.D.’nin Sovyetler Birliği’ni “Çevreleme” stratejisi içindeki önemli yeri idi. Eski Sovyetler Birliği’nin ideolojik tehdidi tamamen, askeri tehdit ise kısmen son bulduğuna göre Türkiye’nin jeostratejik değerinde ciddi bir azalmanın olduğu düşünülüyordu. Körfez Savaşı bunun böyle olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Türkiye’nin coğrafyası Batı için öneminin hiçbir zaman azalmamasını dikte ettirmektedir. Sovyet İmparatorluğu’nun ortadan kalkmasıyla dünya dengeleri değişmiş, süper güç olarak A.B.D. tek başına kalmıştır. Değişen dünya dengeleri içerisinde konum ve jeostratejik önemi itibarıyla Türkiye bazı iddiaların aksine hem NATO hem de dünya siyaseti içerisindeki önemini yitirmemiş, tam aksine bu değişimler Türkiye’yi Ortadoğu, Balkanlar ve Orta Asya ekseninde kilit ülke durumuna getirmiştir. Rus Ordusu, halen A.B.D.’den sonra dünyanın en güçlü ordusu olma sıfatını muhafaza etmektedir. Bu ordu Rusya federasyonunun kontrolünde büyük konvansiyonel ve nükleer güçlerden müteşekkil bir tehdit olarak ortada durmaktadır. Her ne kadar Varşova Paktı’nın dağılmış olması merkezi Avrupa’ya olan tehdidi büyük ölçüde azaltmışsa da diğer bölgeler için aynı şeyi kesin olarak söylemek mümkün görünmemektedir. Rusya federasyonunun yanı sıra Kafkasya bölgesinde ABD ve NATO’nun önemli gayret ve faaliyetleri bulunmaktadır. ABD’nin Kafkaslar’da Rusya Federasyonunun önünü tıkama çabaları bir gerçektir. B.D.T.’de halen büyük bir belirsizlik ve istikrarsızlık hüküm sürmektedir. Belirsizliklerin ne zaman, nerede, hangi şartlar altında ve hangi sonuçlarla ortaya çıkacağı tahmin edilememektedir. Bu dev gücün büyük bir ölçüde belirsizlik ve istikrarsızlık içinde olması, bunların yaratacağı sonuçların dev gibi olacağı düşünülmekte ve tedbirli olmak zorunluluğunu yaratmaktadır. Eski Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’daki temel ulusal çıkarının, gerek petrol zenginliği, gerekse stratejik konumu dolayısıyla önem kazanan Ortadoğu’da mümkün olduğu kadar geniş bir nüfuz sağlamak, en azından A.B.D.’nin kendisini çevreleme politikasına karşı, bu çemberi kıracak bazı halkaları kontrolünde bulundurmak ve bu suretle bir yandan kendi güvenliğini güneyden kontrol altına alırken, diğer yandan da tarihi emeli olan “Sıcak Denizlere İnme”yi dolaylı yollardan gerçekleştirmek şeklinde özetlenebilir. B.D.T.’nin de aynı temel ulusal çıkarı devam ettirmeye çalışacağı değerlendirilmelidir. Batının özellikle A.B.D.’nin Akdeniz’de ve Ortadoğu’daki nüfuz üstünlüğünü B.D.T.’ye kaptırmamak için politikalar üreteceği ve faaliyetlerini yönlendireceği beklenmektedir. Kıbrıs’ın batı blokunun kontrolünde olması batıya aşağıdaki avantajları sağlar: (a) Bölgeler arası yapılacak stratejik madde ikmalini deniz ve kara yolu ile kolaylaştırır ve emniyete alır. (b) Mütecavize en yakın mesafeden mukabil darbenin vurulmasında deniz, hava ve füze üssü olabilir. (c) İskenderun-Erzurum-Tiflis istikametinde veya Süveyş’e Suriye, Lübnan üzerinden girişilebilecek bir harekâtta bir yığınak bölgesi olabilir. (d) Doğu Akdeniz’deki tarafsız ülkeler üzerinde kuvvet gösterisi ve baskı yapma imkânları bahşeder. (e) İcabında Anadolu’dan yapılacak tahliyeyi kolaylaştırır. (f) Doğu Akdeniz’de deniz ve hava üstünlüğünün kazanılmasını kolaylaştırır. (g) Elektronik dinleme, yönetme ve haberleşme yönünden önemli bir üs teşkil eder. (h) B.D.T.’nin Süveyş Kanalı istikametinde denizlerden ve Basra Körfezi istikametinde karadan ve havadan yapacağı harekâtın, denizden ve havadan alınacak karşı tedbirlerle yanına tesir eder ve onu tedbir almaya zorlar. (i) Doğu Akdeniz’de de etkili bir denizaltı harekâtına imkân sağlar. (j) Türkiye’yi güneyden tehdit eder, tecrit eder veya destekler. (k) Ortadoğu ülkeleri üzerinde, kontrol kurmayı ve petrol bölgelerine el atmayı kolaylaştırır. (l) Tarafları kuvvet ayırmaya zorlar. Yukarıda sıralanan hususlar nedeni ile batı ve özellikle A.B.D.’nin gayesi, Kıbrıs Adası’nın güvenilir müttefik ülke veya ülkelerin kontrolünde bulunması, herhangi bir şekilde adayı doğunun nüfuzu altına sokabilecek gelişmelere müsaade edilmemesidir. A.B.D. çeşitli verilerle zaman zaman Ortadoğu’ya yönelik olarak icra ettiği deniz ve hava harekâtında rahatlıkla kullanabildiği İngiliz üslerini adada herhangi bir tehdide maruz kalmadan aynen muhafazası A.B.D. için Kıbrıs’taki vazgeçilmez asgari şarttır. Batının ihtiyaç duyduğu petrolün bir kısmı Ortadoğu’dan İskenderun Körfezi’ne boru hatları ile akıtılmaktaydı. Dünyadaki son gelişmelerden sonra bağımsızlıklarını yeni ilan eden Azerbaycan ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin sahip olduğu petrolün de boru hatları ile Akdeniz’e akıtılması önem kazanmıştır. Bu yönden Türkiye ile Azerbaycan arasında Mart 1993’te ilk anlaşmalar yapılmış, Bakü- Ceyhan petrol boru hattı tesis edilmiş bu da Kıbrıs adasının Türkiye için önemini daha da artırmıştır. Kıbrıs üzerinde Türk-Yunan çatışmaları, bu iki devletin batıdaki dost ve müttefiklerinin güdeceği politikaları güçlendirmektedir. Batının ada üzerindeki jeopolitik ve stratejik avantajları, adanın Türkiye veya Yunanistan kontrolünde bulunmasından bugün için zarar görmez. Batının menfaatleri, adanın iki müttefikinden birinin elinde bulunması ile de olumsuz etkilenmez. Ancak, Ada’nın Türkiye’ye rağmen her yönüyle daha zayıf olan Yunanistan’ın elinde veya güdümünde bulunması, Batı’nın daha çok işine gelir. 5. SONUÇ Kıbrıs adası coğrafi mevkii olarak Doğu Akdeniz’in merkezi bir yerinde bulunmakta ve bu konumu ile bölgeyi kontrol altında tutmakta etkili olmaktadır. Bütün hâkimiyet teorilerinin içinde yer alan jeopolitik değerler noktası olarak ortaya çıkan Kıbrıs’ın ihtiva ettiği stratejik bir hedef yoktur. Ada bütünüyle stratejik bir hedeftir. Jeostratejik önemi kontrol ettiği stratejik hedeflerden ileri gelmektedir. Kıbrıs Adasının jeopolitik ve jeostratejik değeri, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’in kontrol edilmesinde oynadığı rolden ileri gelmektedir. Adanın stratejik değeri özellikle deniz ticaret yolları ile başlıca hava yollarından biri üzerinde bulunması ile artmakta ve doğu ile batı arası menfaat çatışmalarına sahne olmaktadır. Ada, bütün Ortadoğu ülkelerini kontrol eden “Batmayan bir uçak gemisi” durumundadır. Kıbrıs, jeostratejik bakımdan Doğu Akdeniz’de eski çağlardan beri büyük önem taşımıştır. Doğu’ya ilerlemek isteyen Batı, adayı sürekli bir “Atlama Taşı” gibi kullanmış, Batıya yönelen Doğu ise gerisinde bir çıbanbaşı bırakmak istemiştir. Ortadoğu zengin petrol kaynakları ile dünyanın en hassas politik bölgelerinden birini teşkil etmektedir. Bu bölgenin kalbi İskenderun-Basra-Süveyş üçgenidir. Kıbrıs coğrafi mevki itibarıyla bu üçgenin iki köşesi olan İskenderun ve Süveyş’i kontrol altında bulundurmaktadır. Ortadoğu hâkimiyetini kurmak iddiasında olan devletler için Kıbrıs, Ortadoğu’nun anahtarıdır denebilir. Kıbrıs Adası Doğu Akdeniz’in kontrolünde önemli bir yer tutmaktadır. Akdeniz’de üstünlük kuran güçler Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri üzerinde de nüfuz sahibi olmuşlardır. Osmanlı Devleti Kıbrıs’ı kaybettikten sonra Doğu Akdeniz’den silinmiş ve Doğu Akdeniz ülkeleri üzerinde denge sağlayan nüfuzunu kaybetmiştir. İngiltere ise Doğu Akdeniz’deki üstünlüğünü ancak Kıbrıs’ı ele geçirmekle kabul ettirmiş, Süveyş ve Ortadoğu politik gelişmelerini kendi çıkarları istikametinde yöneltme imkânı bulmuştur. II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Akdeniz’in kontrolünü elinde bulunduran İngiltere ve NATO İttifakı çerçevesinde bu rolü tedricen A.B.D.’ye bırakmıştır. NATO stratejisi açısından da Sovyet yayılmasının önlenmesi için Ortadoğu ve Akdeniz’in savunulması önem kazanmıştır. Türkiye için Kıbrıs’ın jeostratejik önemi her şeyden önce Türkiye’nin güneyinin güvenliği ile ilgilidir. Türkiye’nin güneyden coğrafi güvenliği adanın düşman bir devletin eline geçmesi halinde tehlikeye düşer. Yunanistan eline geçmesi halinde Ege adaları ile birlikte Türkiye’yi Akdeniz’de tecrit eden halka tamamlanmış olur. Atatürk, güneydeki bir tatbikat sırasında “Efendiler Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz bu ada bizim için çok önemlidir.” diyerek adanın Türkiye için önemini ifade etmiştir. Hiç şüphesiz Kıbrıs’ın Türkiye için diğer bir önemi de adada yaşayan Türk halkının güvenliğinin sağlamasıdır. Bu sorumluluk 1960 Garanti Anlaşması’nın Türkiye’ye yüklediği ahdi bir yükümlülük olup bu yükümlülüğü yerine getirmek Türkiye’nin bölgede ve dünyada itibarı ile de ilgilidir. Türkiye Azerbaycan ile yaptığı anlaşma ile Azerbaycan petrollerinin İskenderun Körfezi’ne boru hatları ile akıtılmasını başlatılmıştır. Bu boru hattı ile Orta Asya Türk Cumhuriyetleri petrollerinin de dünyaya açılmasında Türkiye’nin Akdeniz limanlarının kullanılması mümkün olabilecektir. Bu durumda Türkiye’ nin Akdeniz limanlarının emniyetini sağlayan Kıbrıs’ın önemi çok daha fazla artmış olacaktır. Adanın düşman bir devlet eline geçmemesi ve tamamının Türk kontrolünde bulunması hayati önem arz etmektedir. Kıbrıs Adası’nın coğrafi konum itibarı ile Yunanistan için kendi ülkesinin güvenliği bakımından da hiçbir önemi yoktur. Yunanistan’ın Kıbrıs’la olan ilgisi kendi güvenliğini sağlamaktan ziyade adada kendi ırkından saydığı Rumlarla birleşmek ve adayı Enosis yoluyla kendi anavatanına katmak istemesindendir. Enosis, Yunanistan’ın Megalo İdea olarak isimlendirilen ve kurulmasından beri Türkiye aleyhine yürüttüğü yayılmacılık politikasının bir parçasını oluşturmaktadır. Megalo İdea doğrultusunda Türkiye’nin zayıf düşürülerek bu hülyanın parça parça gerçekleştirilmesi önem kazanmaktadır. Kıbrıs’ın Yunanistan’ın eline geçmesi ile Türkiye kuşatılır ve stratejik üstünlük sağlanır. Adanın Yunanistan’ın eline geçmesi halinde Ege’den sonra Akdeniz’de de avantajlı duruma gelecek olan Yunanistan bütün Ege ve Akdeniz kıyılarımızı gözetleme, deniz ulaştırmasına daha yakından müessir olabilme ve adada kuracağı hava üstünlüğü ile şimdiye kadar ulaşamadığı bölgelerimize havadan taarruz etmek imkân ve kabiliyetine kavuşmuş olur. Sonuç olarak; Değişen dünya dengeleri içinde Türkiye’nin jeostratejik önemi artmaktadır ve bu önem içerisinde Türkiye’nin Akdeniz limanları da değer kazanmaktadır. Türkiye’nin güneyden emniyetini sağlayan Kıbrıs’ın jeostratejik önemi artmıştır ve artmaya devam etmektedir. Hem Türkiye’nin güney emniyetinin sağlanması, hem de Kıbrıs’ta yaşayan Türk toplumunun güvenliğinin sağlanabilmesi için Kıbrıs’ın düşman bir devlet eline geçmesi mutlaka önlenmelidir. Bu bakımdan Kıbrıs sorununun çözülmesi yönünde yapılan baskılara her ne pahasına olursa olsun göğüs gerilmelidir. Bulunabilecek bir çözüm şeklinde sadece Kuzey Kıbrıs’ın yarı bağımsız veye tam bağımsız olması yeterli görülmemelidir. Türkiye’nin menfaatleri Kıbrıs’ın tamamının güvenlik altında bulundurulmasını gerektirmektedir., Kıbrıs’ın tamamının statüsünde söz sahibi olunarak, Kıbrıs’ın güneyinin düşmanca emeller için kullanılmasına mutlaka engel olunmalıdır.Türkiye’nin garantörlük hakkından ve Kıbrıs’ta olumsuz yöndeki gelişmeleri önleyecek ve/veya caydıracak silahlı güç bulundurmaktan asla vazgeçilmemelidir. B. YUNANİSTAN’IN KIBRIS POLİTİKASI Barış harekâtına değin geçen süreçte Rumların silahlanması, Türkleri öldürmelerinin gerçek nedenlerini görmek için Yunanistan’ın Kıbrıs politikasına ana hatları ile de olsa bakmak gerekmektedir. Çünkü 20 Temmuz 1974 harekâtını hazırlayan olayların yaratıcısı ve tasarlayıcısı Yunanistan’daki Cunta olmuştur. Kıbrıs’ta yaptırılan darbenin amacı hem ülkedeki iç yönetimsel başarısızlığı örtmek hem de Etniki Eterya’nın tarihsel amacını bir an önce gerçekleştirmektir. Yunanistan’ın Kıbrıs konusundaki politikası Etniki Eterya kapsamındadır. Daha önce belirttiğimiz gibi Enosis aslında büyük ilke olan “Megali ldea”nın bir parçasıdır. Megali İdea; yalnızca bağımsız bir Yunan devletinin kurulması değil, antik Yunanistan’ı ve Bizans’ı diriltmek hevesi ile Osmanlı topraklarında yayılmacı bir görüşün savunucusu olmuştur. Kıbrıs’ın karşımıza çözülmez bir sorun olarak çıkışının önemli bir etkeni olan Yunanistan’ın yayılmacılık isteklerinin ne denli yersiz, anlamsız ve haksız92 olduğunu görmek için Türk Kurtuluş Savaşı’na bakmak gerekiyor. Bilindiği gibi, ilk Anti-Emperyalist savaşı veren Türkiye sınırlarını Edirne ve Kars’ta tutmuştur. Türk Ordusu o günün koşullarında Makedonya’ya da gidebilirdi ama gitmedi. Çünkü kendi topraklarını yabancı egemenliğinden kurtarmak için savaşmakla; yayılmacılık amacıyla savaşmak arasında uzlaşmaz çelişki vardır. Yunanistan’ın Kıbrıs politikası bu uzlaşmaz çelişkinin göz ardı edilmesiyle biçimlenmiştir. Geleneksel dış politikaları Etniki Eterya programında belirlenmiştir ve bu programda da Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılması belirlenen ilkeler arasındadır. 92 Yunanistan’ın Kıbrıs politikası, Yunan Pan Helenizminin bir parçası ve uzantısıdır. Zaman zaman, Yunanistan’ın Kıbrıs politikası Kıbrıs-Rum yönetiminin politikası ile çatışsa da, amaç her ikisi içinde Enosis ve Enosise varmak için Kıbrıs’ı tam bağımsız devlet durumuna getirmektir.93 Kıbrıs bağımsız “yapay bir devlet” olarak yaratıldıktan sonra üçlü garanti altına alınarak gerektiğinde yasal bir müdahalenin yolu açılmıştır. Yunanistan hep bu müdahale hakkının kaldırılması için savaşım verdi ve Kıbrıs’ın bağımsız devlet olduğunu öne sürdü. Halbuki tarihsel gelişim sürecine baktığımızda Türkiye’nin bu yasal hakkı olmasaydı, Yunanistan’ın anında Kıbrıs’ı alacağını görüyoruz. Daha önceki tarihlere gitmeden Yunan politikacılarının ve devlet yöneticilerinin bazı demeçlerine göz atmak, Yunan politikasını belirtmek için yeterli olacaktır. Kıbrıs konusunda Yunan politikasının da çizdiği zikzakları belirtmek bakımından Yunan Dışişleri Bakanı Palamas’ın 23 Ocak 1964’te Cumhuriyet’e verdiği demece kısaca değinmekte yarar var. Palamas’a göre: “Yunanistan için Enosis söz konusu değildir. Kıbrıs problemi Kıbrıslılarındır. Bırakalım onlar aralarında çözüm bulsun, haklı ve haksız yanları tartışılsın. Biz Türk-Yunan ilişkilerine bakalım, halkları fazla tahrik etmek müessif olaylara yol açar. Kıbrıs probleminin Birleşmiş Milletler’e götürülmesinde Yunanistan ve Kıbrıs’ın yararı yoktur. Bu iş Birleşmiş Milletler’e gitmeden hallolunacaktır.”94 Palamas’ın bu demecinden iki gün sonra 25 Ocak 1964’te EOKA, Türkleri öldürmek amacıyla eyleme geçiyordu. Daha önce anlatılan soykırım olaylarının yoğun yaşandığı 1964 yılının ortalarında Yunan Başbakanı G. Papandreu seçim konuşmalarında Makarios’un Kıbrıs tezinin savunuculuğunu yapmıştır. Üstelik bu dönem Türk-Yunan dostluğu adına parlak söylevlerin yapıldığı dönemdir. Nisan 1964 ortalarında, Papandreu’nun Kıbrıs konusunda Yunan politikasını açıklayan on maddelik bildirisi Türk-Yunan dostluğunun bunalıma girdiğini gösteren en açık bir kanıttır. Bildiriye göre:95 1. Yunan hükümeti, Helenizmin Kıbrıs’taki halk mücadelesini kayıtsız olarak destekler. 2. Yunan Hükümetinin politikası şudur: Barış fakat taarruz halinde savunma. 93 94 95 3. Zürih ve Londra Anlaşmalarının tatbik edilmediği ortaya çıkmıştır. Bu anlaşmalar, durumu bir çıkmaza sürüklemiştir. Milletlerarası askeri kuvvetlerin ve yeni bir siyasi çözüm aramakla görevli arabulucunun Kıbrıs’ta bulunmasının sebebi budur. 4. Makarios’un ittifak anlaşmasını feshetmesi, gerçek durumu doğrulayan bir olaydır. 5. Milletlerarası askeri kuvvete itimadımız tamdır ve Ada’daki Yunan Birliğini, milletlerarası kuvvet komutanının emrine vermeyi gönül rızasıyla kabul etmiş bulunuyoruz. 6. Kıbrıs’taki arabulucunun görevi, Kıbrıs Devleti için yeni bir siyasi çözüm yolu aramaktır. Arabulucunun görevini başarıya ulaştırması için kendisine iyi niyetle yardıma hazırız. 7. Kanımıza göre, Kıbrıs meselesi için uygulanması mümkün bir tek çözüm şekli vardır: Milletlerarası adalet ve gerçek demokrasi ilkelerinin Kıbrıs’ta uygulanması. Yüzde yirmi oranında küçük bir azınlığın, yüzde seksen oranındaki büyük çoğunluğa iradesini kabul ettirmesi, çağımızın anlayışına aykırı düşmektedir. Bu demokrasi değil, fetihtir ve bir başka çağa aittir. Papandreu’ya göre, gerçek bir demokrasi için tek çözüm yolu, çoğunluğun yönetim haklarının tam anlamıyla korunması ve azınlığı denetleme haklarının teminat altına alınmasıyla mümkündür. Papandreu, bugünkü durumda Türk azınlık haklarının Birleşmiş Milletler aracılığı ile garanti altına alınmasının mümkün olduğu görüşündedir. 8. Tek çözüm yolu, Kıbrıs halkına egemenlik haklarını tam manası ile kullanarak geleceği hakkında karar verme imkânı sağlayacak tam ve kayıtsız bağımsızlıktır. 9. Arabulucunun Birleşmiş Milletler Anayasası ilkelerine uygun bir çözüm bulma çabaları sonuç vermezse, mesele Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na getirilecektir. 10. En büyük arzumuz, komşumuz Türkiye ile mükemmel münasebetlerin idamesini sağlamaktır, iki büyük lider Venizelos ve Atatürk tarafından kurulan dostluğun dayanağı karşılıklı yüksek menfaatler olmuştur. Bu yüksek menfaatler halen mevcuttur. Papandreu’ya bu bildirinin yayınlanması ile ilgili olarak, tam bağımsızlık deyiminin kendi kaderini bizzat tayin hakkını kapsayıp kapsamadığı sorulmuş, Papandreu verdiği cevapta, “Evet kendi kaderini kendi tayin siyasi bir sistem değil, bağımsız bir devlete ait olan bir haktır.” demiştir. 1964 yılının Mayıs ayında, Alman Spiegel Dergisi’ne verdiği bir demeçte “Bağımsız bir devlet olarak Kıbrıs’ın bir gün Akdeniz’in Küba’sı, yani komünistler için sıçrama tahtası olabileceği korkusuna Enosis son verecektir.” demiştir. Enosis sonunda Kıbrıs’ın otomatikman NATO üyesi olacağını da belirterek Kıbrıs’ın İsviçre’deki kantonal sistem gibi taksim fikrini reddetmiş, bunun bir iç savaşa yol açacağını iddia etmiştir.96 Görüldüğü gibi Yunanistan Enosis’i bağımsızlığa giden yol olarak benimsetmek istemektedir. Halbuki Enosis, Etniki Eterya programına göre, Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılması anlamındadır. Kıbrıs’taki Türklerin öldürülmelerinin doruğa tırmandırıldığı 1967 yılında, Yunanistan’da 21 Nisan 1967’de Faşist Cunta ihtilal yaparak yönetime gelmişti. Acaba bu dönemde Yunanistan’ın Kıbrıs’a bakışı değişti mi? Mayıs sonlarında, Lefkoşa’da yayınlanan Patris Gazetesi, Atina muhabirine atfen verdiği bir haberde, Yunan askeri hükümetinin Kıbrıs konusunda görüşünü şöyle özetledi: 1. Yunan hükümeti çözüm yolu olarak sadece Enosis’i görmektedir. 2. Enosis barışçı yollarla aranacaktır. Kraliyet Konseyinin kararına göre ikili görüşmelere devam edilecektir. 3. Türkiye’ye ne Kıbrıs’ta ne de Yunanistan’da toprak tavizi verilmeyecektir. Federasyon veya taksimi öngörecek direkt veya endirekt bir idare şekli kabul edilmeyecektir. 4. Kıbrıs Türkleri’nin azınlık hakları garanti altına alınacaktır. 5. İngiltere ve A.B.D. gibi ülkelere herhangi bir üs verilmesi düşünülmemektedir. 6. Herhangi bir çözümün Yunanistan tarafından kabul edilmesi Kıbrıslı Rumlarca onaylanması gerekmektedir. C. 15 TEMMUZ DARBESİNİ MÜTEAKİP TÜRKİYE’DEKİ GELİŞMELER 15 Temmuz 1974 sabahı dünya ajansları önemli bir haber geçmiştir. Uzun süredir beklenen olay gerçekleşmiş; Makarios Yunan Cuntasının Kıbrıs’taki subayları tarafından devrilmişti. Bu haber Ankara’da hiç de sürprizle karşılanmadı. Çünkü uzun süredir gelişmeler yakından izleniyordu. Eski bir EOKA’cı olan Nikos Sampson’un başkanlığında 15 Temmuz 1974 Pazartesi sabahı Kıbrıs’ta “Elen Cumhuriyeti” ilan edilmiştir. Başbakan Ecevit, o sabah Afyon’a, Nihat Erim hükümetinin, Amerika baskısı ile kabul ettiği afyon ekimi yasağını kaldırdığını müjdelemeye gidiyordu.Ama Ecevit’in asıl vermek istediği mesaj dünya kamuoyuna yönelikti. Türkiye’de artık her şeyden önce, ittifaklardan da önce milli çıkarlarını 96 düşünen bir hükümet iş başındaydı. Bu sırada, Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs Yunan Dairesi Başkanı Ecmel Barutçu, Başbakana Kıbrıs’taki darbeyi havaalanında iletti. Ecevit Afyon’da bu münasebetle (Kıbrıs’taki 15 Temmuz darbesi) bir demeç vermiştir: “Şu anda, Afyon’un şu meydanından ve Atatürk’ün anısı olan şu doğal anıtın eşiğinde (Ecevit’in arkasında Yunanlıların yenilgisini gösteren kocaman bir tunç anıt yükselmekte idi) bütün dünyaya, yakın uzak komşularımıza şunu söylüyorum: Kimse Kıbrıs’taki kargaşalığı fırsat bilerek, Türklerin haklarına dokunmaya kalkışmasın. Hiçbir oldu-bittiyi kabul etmeyiz. Türklerin haklarına el sürmeyiz, 97 sürdürmeyiz.” Ecevit, Başbakan yardımcısı Erbakan’a bakanları toplayıp durumu izlemelerini, kendisinin erken döneceğini söyledi ve altı saat sonra da Ecevit Ankara’ya döndü.98 Darbeciler Makarios’u ellerinden kaçırdıktan sonra hemen yeni bir Cumhurbaşkanı aramaya başladılar. İlk önce Yüksek Mahkeme Başkanı Triandafülidi’yi Cumhurbaşkanlığına getirmek istediler. Fakat o ada dışında olduğu için iş adamı Zino Severi’yi önerdiler. Ancak o da bu öneriyi kabul etmedi. Bunun üzerine tedhişçi Nikos Sampson’da karar kılındı.99 Bu arada Kıbrıs’ta Rauf Denktaş bir taraftan Ankara’ya müdahalenin artık mutlaka yapılması lazım geldiğini, Ada’daki yeni durumun kökleşmesinin Türkiye ve Kıbrıs Türklüğünün aleyhine olacağı mesajını verirken, bir taraftan da Kıbrıs Türkünü gereksizce telaşlandırmamak ve Rumları yanıltmak için Bayrak Radyosundan darbenin Rumların bir iç işi olduğunu ve Türkleri ilgilendirmediğini söylüyordu. Ankara’da son haberler değerlendirildi. Milli Güvenlik Kurulu toplandı. Ecevit, parti liderlerini toplayarak durumu açıkladı. Liderler toplandıktan sonra, Bakanlar Kurulu yeniden toplandı ve Başbakan dünya kamuoyuna Türkiye’nin görüşünü açıkladı: “Bu bir Yunan müdahalesidir. Ada’daki anayasal düzen yıkılmış, gayrimeşru bir askeri yönetim kurulmuştur. Türkiye bunu anlaşmaların ve garantilerin ihlali saymaktadır.” Öte yandan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Sancar, sakin bir tavırla, “Ada’da böyle bir olayı bekliyorduk” diyordu. Atina susuyor, buna karşılık İngiltere ve A.B.D.’nin büyükelçileri derhal Türkiye’ye hareket ediyorlardı. Hükümet nasıl davranacağının işaretini vermişti. Silahlı Kuvvetler alarma geçiriliyor, Kıbrıs’taki Türk Alayı da teyakkuz haline getiriliyordu. Hükümetin görüşü daha o gün İngiltere ve A.B.D.’nin Ankara Maslahatgüzarlarına Dışişleri yetkilileri tarafından 97 98 99 bildirilmiş, bunun Ada’da fiili bir Yunan müdahalesinden başka bir şey olmadığını, Türkiye’nin bunu kabul etmeyeceğini kesinlikle açıklamıştı. Bakanlar Kurulunun üçüncü toplantısı sabaha kadar sürdü. Tüm kamuoyu ve basın kararı bekliyordu. Darbe haberi alındığında bunun ne anlama geldiğini doğru değerlendirmekte zaman yitirilmedi, güçlük çekilmedi.100 Başbakan aynı gün, Milli Güvenlik Kurulu toplantısında yaptığı konuşmada “Sampson Darbesinin Türkiye’nin güvenliği yönünden önemi üzerinde durdu. Ege’deki durum ortadaydı. Birkaç yıl sonra, hatta resmi seçim ile Kıbrıs’ta Enosis’in ilanı son derece basit bir olaydı. Böylece, Akdeniz’de Türkiye’nin sıcak karnında bir Yunan adası ve bir Yunan üssü doğacaktı. Orta ve Güneydoğu Anadolu Yunan uçaklarının menziline girecekti. Şimdi tepki gösterilmediği takdirde Kıbrıs ileride Türkiye için büyük bir tehlike olabilecekti.”101 Bir başka temel kaygı konusu da Türk toplumuna karşı cankırıma girişilmesiydi. Sampson belki hemen yapmayacak, bir süre bekleyecektir; ancak biz bu durumu önlemezsek, birkaç gün sonra her şey yatışınca sözle bu saldırıları durduramayacak, geç kalmış olacaktık.102 Kıbrıs’a müdahale o gece kararlaştırıldı. Daha önceden hazırlanmış olan planlar yeniden gözden geçirildi. 1967’den sonra değişen ve gelişen duruma göre yeni plan hazırlandı. Ancak, harekât için gerekli olan hazırlanma süresine değin, gerekli siyasi gelişmelerle zaman kazanılmasına çalışılacaktı. O gece çıkarmanın 20 Temmuz 1974 sabahı yapılmasına karar verilmişti. Garantör devlet olması nedeni ile İngiltere ile görüşme isteğinde bulunuldu ve salıyı çarşambaya bağlayan gece Türk Başbakanı Londra’ya gitme hazırlığına girişti. 17 Temmuz’da Londra’ya gidildi. Yapılan görüşmelerde olumlu sonuç alınamadı. Başbakan Ecevit müdahale konusunda kararlı olduğumuzu kesin dille açıkladı. İngilizler Makarios’un yeniden Ada’ya dönerek yönetimin başına geçmesini istiyorlardı. NATO çevreleri de aynı görüşü paylaşıyorlardı. D. TÜRKİYE’NİN KARARLILIĞI VE A.B.D.’NİN MÜDAHALEYİ ENGELLEME ÇABALARI Toplanan Milli Güvenlik Kurulunda, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Başbakan Bülent Ecevit, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar, Bakanlar ve Kuvvet 100 101 102 Komutanları bulunuyordu. Son gelişmeler ışığında bir durum değerlendirilmesi yapıldı. Türkiye’nin müdahale hakkı doğmuştu ve bu hak kullanılacaktı. Geçmişte çıkarma girişimlerimizin sonuçlarını, daha doğrusu denizden geriye dönüşleri yapmış olan Komutanlar “Yine aynı olaylar mı olacak?” diye soruyorlardı. Başbakan kendilerine güvence verdi ve hazırlıklara başlandı. Milli Güvenlik Kurulu toplantısı gece yarısı sona eriyordu. Genelkurmay Başkanı Sancar kararlılığımızı vurguluyordu: “Türkiye bütün kuruluşlarıyla herhangi bir (emrivakii) oldubittiyi önlemeye hazırdır. Biz silahlı kuvvetler olarak hazırız. Ne emredilirse onu yapacağız.” Soykırımla karşı karşıya bulunan Kıbrıs Türkü için geriye sayım başlamıştı... Askeri darbelerin ardından gelişmeler çok dikkatli izlenemez; çünkü olaylar çok ani olarak ortaya çıkar ve gelişir. Buna karşılık politik gelişmeler daha önceden izlenmeye başlanır; çeşitli olasılıklar düşünülerek varsayımlar yürütülür. Ancak gerekli ve sağlıklı kararlar zamanında verilirse başarı kazanılır. Tüm bunlara karşın, 15 Temmuz darbesinin ardından, Türkiye gelişmeleri olabildiğince dikkatle izlemeye başlamıştı. Son derece kaygı verici boyutlara ulaşan öldürme olayları karşısında askeri harekâta karar verildi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 20 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs Adasına karşı giriştiği, Garanti Anlaşması’ndan kaynaklanan yasal hakkını kullandığı Barış Harekâtının nedeni, Yunanistan’ın Megali İdea olarak adlandırdığı Büyük Yunanistan ülküsünü gerçekleştirmek ereğiyle Kıbrıs Adasının Yunanistan’a bağlamasını, diğer bir ifadeyle Enosis girişimlerini önlemektir. Yunanistan bu amaç doğrultusunda Kıbrıs’a gizlice asker yığması, Kıbrıs Milli Muhafız Ordusu arasında EOKA-B örgütü ile terör eylemine girişmesi, Türk toplumunu eritme politikası ve sonunda 15 Temmuz darbesiyle Kıbrıs’ı Yunanistan’ın Askeri Cunta yönetimine bağlama girişimi, Türkiye’yi garantör devletlerden birisi olarak tek başına adaya askeri müdahale yapmaya zorunlu bırakmıştır. Türkiye çeşitli diplomatik girişimlerde bulunmuş, ancak olumlu ve müdahaleyi engellemesini gerektirecek karşılık görememiştir. Fakat bu sefer, İngiltere Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Sir Alec Douglas-Home’ın söylediği gibi; “Tahrikler tahammül sınırını aşmıştı.” Aynı duygular 1988 Nisanında, Yunan Denizişleri Bakanı Evangelos Laonnopoulos tarafından da ifade edilmiştir. Atina’da günlük olarak yayınlanan Eleftherotipia gazetesinde Iaonnopoulos şu soruyu sordu: “Makarios’u devirdikten, Kıbrıs Rumlarını ve Kıbrıs Türklerini katliama başladıktan ve Sampson diye bir meczubu Kıbrıs hükümetinin başına getirdikten sonra, Türkiye’den hiçbir tepki beklememek nasıl mümkün olabilirdi?”103 A.B.D. Kıbrıs’taki darbenin ardından olası bir Türk müdahalesini önlemek için yoğun çaba harcadı. Amerika Dışişleri Bakanlığı “Türkiye’nin Kıbrıs’ı istila yönünde bir girişime karşı uyarıldığını” söylemiştir. Dışişleri sözcüsü Anderson “Biz, nereden gelirse gelsin, bir askeri müdahaleye karşıyız. Çabalarımızı bir diplomatik çözüm üzerinde yoğunlaştırıyoruz. Ve bu yol henüz tükenmiş değildir... Amacımız Türkiye ile Yunanistan arasında bir savaşı önlemektir. Joseph Sisco’nun görevi, taraflar arasında herkesçe kabul edilecek bir çözüm yolu bulunmasını teşvik etmektir ve ılımlı davranış göstermeleri için herkese çağrıda bulunuyoruz.”104 Örneğin hemen hemen aynı tarihlerde Washington’a çağırılan George Papandreu’ya ABD Başkanı Johnson; iki müttefikin çatışması ile karşı karşıya kaldıklarını ve bu konuda taraf tutamayacaklarını belirterek, Türkiye’yi bir kere daha silaha başvurmaktan alıkoyamayacaklarını ve bunu birçok defalar yaptıklarını belirtmiştir.105 Dışişleri Bakan Yardımcısı Dr. Joseph Sisco’yu Ankara ve Atina’ya gönderdi. Sisco devreye girişini ve A.B.D. müdahale girişimlerini şöyle anlatıyor: “Kıbrıs krizi, Yunanistan’daki Albaylar Cuntasının Lefkoşa’da bir darbe yaparak demokratik hükümeti devirmesiyle başladı. Makarios Ada’dan kaçmıştı. Ada’nın yürürlükteki statüsündeki tek taraftı bir değişiklik ise garantör devletlere gerektiğinde askeri müdahale olanağı tanıyordu. Yunan Cuntasının Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği darbe ise adanın yürürlükteki statüsünde tek yanlı bir tasarruf olarak değerlendirilebilecek nitelikteydi. Buraya kadar olan endişe vericiydi, ama bizi asıl endişelendiren Türkiye’nin bu hareket karşısında yapabileceklerinin boyutuydu. Kıbrıs’taki darbenin daha ilk saatlerinde Dışişleri Bakanlığı’ndaki ve Pentagon’daki toplantılarımızda başlıca gündem maddesi darbenin yapılmış olması değil, Türkiye’nin müdahalesinin nasıl önlenebileceğiydi. Daha önceki müdahalede Johnson Mektubunun bir zamanlar sonuç almış olduğunu tabii ki unutamazdık... Türkiye’ye 20 Temmuz sabahı geldiğimde Nixon’dan Korutürk’e (Fahri Korutürk dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı) bir mektup getirmiştim. Hatırladığım kadarıyla Nixon mektupta Türkiye’nin askeri müdahalede bulunmamasını istiyordu. Aksi takdirde A.B.D.’nin Türkiye’ye yardımı keseceğini belirtiyordu. Mektubun üslubu ciddi, açık ve direktti. Ama tehditkar değildi.” 103 104 105 Sisco, hem Kıbrıs’a Türk müdahalesini hem de olası bir Türk-Yunan savaşını önlemeye çalıştı. Ancak Yunan Cuntası Ecevit’in önerilerini kabul etmeyince Kıbrıs’a müdahale kaçınılmaz oldu. Sisco 15 Temmuz darbesini ve müteakip gelişmeleri şöyle değerlendiriyordu: “Biz bir savaşı durdurmaya çalışıyorduk, onlar fiili durumdan olabildiğince yararlanmaya, gündelik kazançlar peşinde koşmaya bakıyorlardı. Nitekim sonuç olarak Kıbrıs’ın yarısını kaybettiler.”106 Gerçekte Kıbrıs Barış Harekâtının müsebbibi Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimidir. Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974 Darbesi olmasaydı Barış Harekâtından bahsetmek mümkün olmayacaktı. Harekâtın ilk günü A.B.D. Dışişleri Bakanı Kissinger Türk Başbakanı Bülent Ecevit’i 16 kez telefonla arayarak gelişmeleri yakinen takip etmiştir. A.B.D. Dışişleri Bakan Yardımcısı Sisco Atina’yı ziyaret etmeye müteakip 19 Temmuz 1974 günü Ankara’ya gelmiştir. Türk Başbakan ve diğer önde gelen yetkililerle yapılan temas bir sonuç vermemiş, harekâtın engellenmesi mümkün olmamıştır. E. KIBRIS’A ÇIKARMA YAPILMADAN ÖNCE YAPILAN HAZIRLIKLAR 1. BİRLİKLERCE YAPILAN HAZIRLIKLAR 17 Temmuz 1974 günü yapılan MGK toplantısında harekâtın yapılacağı gün kesinleşmişti. Bu toplantıda Başbakan Bülent Ecevit her üç kuvvet komutanına da “Ayın 20sine hazır mısınız?” diye sordu. Hava K.K. ve Deniz K.K. hazır olduklarını Kara K.K. ise 20 gün zamana ihtiyaçları olduğunu söyledi. Başbakan bu zamanı veremeyeceklerini, acele etmeleri gerektiğini söyledi. Yapılan tartışmalar sonucu harekât günü olarak 20 Temmuz 1974 tarihi belirlendi. II. Taktik Hava Kuvvet Komutanı Tümgeneral Hulusi Kaymaklı tatili yarıda kesilerek Ankara’ya getirildi; durum anlatıldı. MGK toplantısında, havacıların 18 Temmuz 1974 günü Adana’da Müşterek Harekât Merkezinde olmaları kararlaştırıldı. Tümgeneral Kaymaklı ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Eşref Akıncı bir C-47 nakliye uçağı ile 18 Temmuz 1974 tarihinde Adana’ya (İncirlik) indiler. İntikal edecek birlik komutanları da İncirlik’e çağrıldı. 106 Kıbrıs’ta bulunan piyade alayında temmuz ayı içerisinde haftada bir gün (perşembe) istihbarat toplantısı yapılmaktaydı. Bu toplantılarda son gelişen siyasi olaylar ve artan gerginlik hakkında bilgi verilirdi. Bu toplantıların sonunda yapılan değerlendirmelerde bir savaşın olmasının uzak bir ihtimal olduğu kanısına varılırdı. Genel kanı, savaşı gerektirecek bir olay olsa bile Türk ve Yunan hükümetleri arasında notalar gidip gelir ve bir savaşın çıkmasına izin verilmez doğrultusundaydı. Kıbrıs Rum bölgesinde darbe olduğu öğrenilince Türk alayında gerginlik arttı, tedirginlik başladı. Haberin alınmasıyla birlikte hemen mevziler işgal edildi. Bekleme dönemi başladı. Bölük komutanları, Türk Barış Kuvvetlerinin bir harekât yapacağını 19 Temmuz 1974 günü akşamı saat 21.30 sularında, takım komutanları da 24.00 sularında öğrendiler. Takım komutanları 19 Temmuz’la 20 Temmuz arasında boş durmamış, Barış Gücünden gizleyerek, çevreden buldukları malzemelerle mevzileri sağlamlaştırdılar. 20 Temmuz 1974 sabahı üçlü (deniz-hava-kara işbirliği) bir harekâtın başlayacağı ve radyoların açık bırakılması emredildi. Görev ve sorumlulukları ne olursa olsun özellikle hava indirme sahası savunulacaktı. 1974 yılında 2. Ordu Komutanı olan Orgeneral Suat Aktulga’nın emrinde bulunan birlikler şunlardı: Kıbrıs Barış Kuvvetleri, Komando Tugayı, Paraşüt Tugayı ve savaş durumunda 28. Tümen de emrine girecekti. Orgeneral Aktulga harekât emrini aldıktan sonra, yapılan hazırlıkları şöyle anlatıyor:107 “Muhabere Alayı Konya’daydı, oradan Adana’ya 48 saatte gelebilecek ve gerekli şebekeyi kurarak deniz-hava ve Kıbrıs’la irtibat sağlayacaktı. Hemen hazırlıklara giriştik. Kara Kuvvetleri Komutanlığı emrindeki 72 helikopter 2. Ordu Komutanı emrinde Ovacık’ta konuşlandırıldı. 19 Temmuz sabahına kadar helikopter Alayının tüm personeli Ovacık’ta toplanmıştı. Diyarbakır’daki Kolordu da iki günde Adana’ya geldi. Hava 2. Taktik Komutanı Tümgeneral Hulusi Kaymaklı da orada konuşlandı. 19 Temmuz 1974 sabahı bütün birlikler bindirilmiş olarak harekâta hazır durumdaydı.” 16 Temmuz sabahı 39. Tümen harekete geçti. İlk olarak SO. Piyade Alay Muharebe Grubu Kıbrıs’a çıkacaktı. 15-19 Temmuz günleri Mersin, Adana, İskenderun, Osmaniye ve Maraş yolları birlikler tarafından doldurulmuştu. Birlikler gece ve gündüz, uyku uyumadan yürüyüş ve yükleme yapıyorlardı. 16 Temmuz öğleden sonra Adana Kolordu Karargâhının Komutan odasında bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya başkanlık eden K.K.K. Orgeneral Eşref Akıncı, 107 çıkarma gününün 20 Temmuz olduğunu açıkladı. Kuvvet Komutanının konuşmasından kesinlikle çıkarmanın yapılacağı anlaşılmakla birlikte yine 1964 ve 1967’deki gibi geri dönüş yapılacağı gibi düşüncelerde dolaşıyordu belleklerde... O tarihlerde de gerekli olduğu halde yapılamayan çıkarmalar şimdi gerçekleştirilecekti. Ama yine de 39. Tümen’in Kıbrıs’a çıkarma yapacağına kesin gözle bakılmıyordu. Bu hazırlıkların da daha öncekiler gibi bir (özellikle de A.B.D. tarafından) caydırma olabileceği düşünülüyordu. 16 Temmuz akşamından itibaren 39. Tümen birlikleri Mersin askeri rıhtımında ve Alata kumsallarında grup grup toplanmaya başlamışlardı. Yürüyüşler kural olarak geceleri yapılıyordu. Ancak, gemilere bindirme gündüz de sürdürülüyordu. Gemilere yükleme, pek çok zorluklara karşın 19 Temmuz sabahına değin sürdü. Bu sabah Mersin ve Alata’da yükleme tamamlanmıştı. Genelkurmay’da da çok yoğun gidiş gelişler ve hazırlıklar yapılıyordu. Her şey tamamlanmış olmasına karşın yine de şansa bırakılmaması için ne gerekirse yapılıyordu. Gerçi olanaklar 1964 ve 1967’den çok farklıydı; siyasiler bu kez çok kararlıydı. Bütün savaşlar çok zordur, fakat amfibi harekât (Denizaşırı) tüm uzmanlara göre “zor”un ötesinde olanaksız gibi bir şeydir. Çünkü amfibi harekâtı havadan indirmeyle denizden çıkarmanın birleşmek zorunda olduğu bir üçlü harekâttır. Yani deniz-hava-kara kuvvetlerinin çok iyi bir biçimde işbirliği yapması gerekmektedir. 15 Temmuz 1974 günü saat 13.30’da “Kıbrıs Barış Harekâtı”na karar verildiği kendisine bildirildiğinde Tuğgeneral Sabri Demirbağ da bu “harekâtın” çok zor olacağını fakat olanaksız olmadığını düşündü. 16 Temmuz saat 12.00’da Komando Tugayı 280 araçla Bolu’dan yola çıktı. 1100 kilometrelik yol boyunca tek bir kazaya yol açmadan 3,5 gün sonra Ovacık’a vardılar. Bu 1100 kilometrelik yol boyunca böylesine büyük bir askeri konvoyun hiç kaza yapmadan gelmiş olması olağanüstü bir başarıydı. Yıllardır Kıbrıs’a asker göndermenin özlemini çekmiş olan Türk halkı Bolu’dan Ovacık’a kadar yalnız geceleri yol alan bu konvoya elinden geldiğince katkıda bulunuyordu... Bazıları askeri araçlara üzüm dolu küfeler, sandıklarla domatesler getiriyor; kimisi de ayranını, sütünü paylaşıyordu. Halkın göz yaşartıcı ilgisi ve desteğiyle büyük güç kazanan “Komando Tugayı”, Ovacık’ta konakladı. 19 Temmuz akşamı “aş kazanı” kaynayan tek birlikti. Komando Tugayı askerleri, kuru fasulye, pilav ve halkın armağan ettiği meyvelerden oluşan akşam yemeklerini Ordu komutanı ile birlikte yiyorlardı. Kıbrıs’ta yapılan darbenin hemen ardından Türk Kuvvetlerinin adaya çıkmasına karar verildikten sonra, Genelkurmay Başkanlığı “Çakmak Amfibi Özel Görev Kuvvet” komutanlığını kurdu ve bu tugayın başına getirilecek komutanın seçimini Kara Kuvvetleri Komutanına bıraktı. K.K.K. Orgeneral Eşref Akıncı da 4. Kolordu Komutanı olduğu dönemde yakından tanıdığı, Kırıkkale’de 61. Alay Komutanlığı yapmış olan Tuğgeneral Süleyman Tuncer’i bu yeni kurulan özel tugayın başına komutan olarak atadı. İstanbul’daki 1. Ordu Komutanlığı Harekât Yarbaşkanı Tuğgeneral Tuncer, 17 Temmuz 1974 günü İstanbul’dan hareket etti, Ankara’ya uğradı ve oradan da 18 Temmuz 1974 günü saat 06.00’da Adana’ya geldi. Yeni kurulan özel tugayın karargâhı şu personelden kurulmuştu: Komutan Tuğgeneral Süleyman Tuncer, Kurmay Başkanı Personel Şube Müdürü Kurmay Yarbay Erol Okşak, Harekât Eğitim Şube Müdürü Kurmay Binbaşı Timuçin Koçyiğit, Balıkesir’den Ordonat Binbaşı Ayhan Kanık, Piyade Yarbay Ali Yünel, 2 tane de astsubay. Karargâh mevcudu bunlardı. Muhabere birliği ve emniyet birliği yoktu.108 50. Piyade Alayı muharebe grubu (3 piyade taburlu 50. piyade alayı, 10,5’luk 12 toplu bir obüs taburu, 15 tanklık bir tank bölüğü, muhabere, ordonat, sıhhiye müfrezeleri) ile iki taburlu Deniz Amfibi Alayından oluşan Çakmak Tugay Komutanlığı yola çıkıyordu. Bu iki alay, Çakmak görev kuvveti adı altında çıkarmadan iki gün önce bir komutaya bağlanmış ve Tuğgeneral Süleyman Tuncer’in emrine verilmiştir. Bu tugayın görevi kıyıya çıkmak, kıyı başını emniyete almak, havadan inen ve atılan birliklerle birleşmekti. Birinci konvoy 21 parça tekne ile denize açılmaya hazırdı. Çakmak Tugay Görev Kuvveti Komutanı TCG Ertuğrul gemisine, 50. Piyade Alay Komutanı ve bazı karargâh unsurları Köyceğiz gemisine binmişlerdi. Bu iki geminin hızı, öteki çıkarma gemilerinin hızına uymadığından, bu gemiler o zaman daha uzun bir rotayı izlemek zorundaydılar. Bu gemilerin hareket saati ayrı olarak saptanmıştı. 21 parça çıkarma aracına dağılmış olan Çakmak Tugay Komutanının birlikleri ile yeterli bir irtibat ve muhabere yapması da güçleşmişti. Savaş gemilerinin saat 06.00’da ileri harekâta geçmesi kararlaştırılmıştı. Ama saatler geçiyor, harekât emri gelmiyordu. Daha önce de denizden dönüşleri yaşayan Tümamiral Nejat Tümer ve Tuğamiral Emin Göksan kuşku içindeydiler. Tüm olasılıklar düşünüldü, İleride bize zaman kazandırması için, gemilerin liman dışına çıkarılma faaliyetleri başlatıldı. Gemilerin çıkışının gecikmesi tamamen Hükümetin, A.B.D.’nin gönderdiği arabulucunun (J. Sisco) süre isteklerine evet denilmesinden kaynaklanıyordu... Her şeye karşın, ne olursa olsun bu çıkarma yapılacaktı. Bundan en küçük bir kuşku duyulmuyordu. Çünkü her şey ciddiyetle yürütülüyordu, ayrıca,barış zamanında yapılan tatbikat ve hazırlıklar da mükemmeldi. 108 19 Temmuz sabahı Çıkartma Birlikleri tamamen binmiş olarak beklerken, Birlik Komutanı Tuğamiral Emin Göksan’ın karargâhında hareket emri beklendi. Bu emir saat 11.00’de geldi. 36 parça armada Mersin limanını terk etmeye hazırlandı. Bu sırada 2. Ordu Komutanı Orgeneral Suat Aktulga da bu karargâhta bulunuyordu. Cumhuriyet tarihimizde ilk kez savaşa giden donanmamıza ait savaş gemilerimiz verilen emirle ileri harekâta geçti. Ama kısa bir süre sonra, telsiz ile “Limandan çıkmayınız... Geri dönüyoruz” emri verildi.109 Bu emir yalnızca muhriplere verildi, çünkü öteki gemiler limandan henüz ayrılmamışlardı. Gerçi yükleme de zamanında yapılmamış, gecikmişti. Çıkartma gemileri yeniden limana bağlandı. Birliklerin beklemesi devam etti. Bu bekleyiş personelin sinirlerini iyice gerginleştirdi. Daha önceki çıkarma girişimlerimizde, yoldan geri çevriliş anında intihara kalkışan subayları anımsayanlar bir anda ürperdiler. Bu kez personeldeki çöküşün önü alınamazdı. Bu bekleyiş saat 11.15’e kadar devam etti, nihayet harekâtın başlaması için Çıkartma Birlik Komutanı emir verdi. Sancak gemisi TCG Ertuğrul, halatları fora etmişken Vali ve Diyanet İşleri Bakanı gemiye geldi. Çıkartma Birlikleri Komutanı Amiral Emin Göksan’dan izin alıp çıktılar. Personele içten, son derece etkili bir konuşma yaparak, gemiden ayrıldılar. 11.30’dan itibaren ileri harekât başladı. TCG Ertuğrul, muhrip, avcıbot ve çıkarma gemileri dalgakırandan çıktılar. Kıyıya toplanmış mahşeri kalabalık, Donanma ve Birliklerimizi büyük bir coşkuyla uğurluyorlardı. TCG Ertuğrul, marşlarla inliyordu. Asker sanki savaşa gitmiyor da eğlenceye gidiyor gibiydi. 12.00’da Truva gemisiyle birlikte hareket eden boş altı ticaret gemimiz de aldatma seyrine başladı. Bu ticaret gemilerinden oluşturulan konvoyun rotası Magosa idi. 14.30’da muhriplerimiz de ileri harekâta geçtiler. Komutanların kafalarında birçok sorular ve sorunlar bulunmakla birlikte son başarının bizim olacağını biliyor ve inançlarını hiç yitirmiyorlardı. 50. Piyade Alay Muharebe Grubuna çok güveniyorlardı. Bu Alay, herhangi bir savaşa girmemiş olmakla birlikte iyi eğitilmiş, disiplinli bir birlikti. Alay Komutanı Albay İbrahim Karaoğlanoğlu her zaman, Çıkartma Birlikleri Komutanı Amiral Göksan’a; “Komutanım, biz bir kere Kıbrıs kıyılarına ayak basmayalım... Düşman dağılır kaçar” diyordu. Bütün komutanlar böyle umuyordu. Düşmanı hazırlıksız yakalıyorduk. Taktik alanda bir baskın yapılacağı belliydi. Özellikle Girne bölgesi bizim için elverişli koşullar ve olanaklar sunuyordu. Bir kez Girne boğazı “Dar Boğaz” düşürülünce, çıkarma ve indirme birliklerimizin birleşmesi kolaylaşacaktı. 109 18.00’da gemilerde savaş yerlerine geçildi. Herkes çok sakindi. Sinir bozucu, kırıcı, dökücü hiçbir olay olmadı. Kıbrıs ile Anadolu arasında S.S.C.B. istihbarat gemisi harekâtı başından sonuna kadar izledi. O kadar ki, bizim gemiler, S.S.C.B. gemisine kılavuzumuz demeye başladılar. Daha önce iki kez yüklenmiş gemilerin boşaltıldığını çok iyi bilen Tuğamiral Emin Göksan yine aynı kuşkuyu taşıyordu ve Tuğgeneral Süleyman Tuncer’e, “Eğer yine geri dönün derlerse, burada (Mersin) indirme yapmayalım... Gidelim bir plajda tatbikat yapalım.” diyordu. TCG Ertuğrul Akdeniz’in lacivert sularını yara yara giderken, gemi ve filo personeli, amfibi alay personeli, gerçek bir savaş öncesi hazırlıkları içerisindeydi. Hiç kimse ölümü düşünmüyordu... 2. HAREKÂTIN GENEL PLANI Girne batısından uygun görülecek plaja (Çıkartma Birlikleri Komutanlığınca) denizden çıkılacak; Komando Tugayı ve Paraşüt Tugayının atlama eğitimi görmemiş taburları helikopterlerle 20 Temmuz 1974 sabahı saat 07.00’den itibaren üç sorti halinde havadan indirilecekti. İndirme bölgesi Kırnı çevresiydi. Paraşüt Tugayı da havadan Gönyeli bölgesine atılacak, Köprübaşı ve Havabaşı sağlandıktan sonra çıkarma birliklerinin arkasından çıkarılacak 39. Tümen’in kalanıyla erken birleşmeye gidilecekti. F. BARIŞ HAREKÂTININ BAŞLAMASI VE BAŞLICA MUHAREBELER 1. HAREKÂTIN İLK GÜNÜ VUKU BULAN SİYASİ GELİŞMELER 19 Temmuz’u 20 Temmuz’a bağlayan gece Ankara’da hareketli müzakerelere sahne oldu. A.B.D. Ankara Büyükelçisi Macomber ve Joseph Sisco kah yumuşayarak kah sertleşerek Ecevit’i harekâttan vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Fakat Ecevit’in kararı kesindi. Türkiye 10 yıl önce böyle bir harekâttan yine Amerikan baskısı ile vazgeçmiş ve bu Kıbrıs Türk’ü için bir felaket olmuştu. Türkiye ne olursa olsun bu sefer aynı yanlışlığa düşmeyecekti. Türkiye savaş istemiyordu fakat Kıbrıs’a müdahale etti diye Yunanistan bir çılgınlığa girişirse elbette ki karşılık vermek zorunda kalacaktı. Sisco sonunda boş yere uğraştığını anladı ve uçakla Türkiye’den ayrıldı. Harekât başlarken Ankara’da bulunmak istemiyordu. Türk havaalanları Sisco’nun ayrılışından hemen sonra trafiğe kapandı. Cumhurbaşkanı Muavini ve KTY Yürütme Kurulu Başkanı Rauf Raif Denktaş, Bayrak Radyosu’nda yaptığı konuşmada; 1960 anlaşmalarına dayanarak, Kıbrıs’ın bağımsızlığını, bütünlüğünü korumak için, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Adanın her tarafında denizden ve havadan çıkarma yaptığını, bunun bir “Polis Harekâtı” olduğunu açıklıyordu. Denktaş, mücahitlere; Rumlara hiçbir şekilde ateş açmamalarını, halka da evlerinden çıkmamalarını ve çocuklarını zemin ve bodrumlarda emniyete almalarını öğütlüyordu. Denktaş’ın konuşması, Bayrak Radyosu’nun Rumca yayınlarında da belirli aralıklarla verilmekteydi. Bir ara saat 05.50’de Lefkoşa’da kısa aralıklarla duyulan silah seslerinden sonra şehirde yine sükûnet başlamıştı. Türk Silahlı Kuvvetlerinin harekâtının başlamasından bir saat kadar sonra, saat 06.00’da Rum Radyosu “Kilise İlahisi” ile yayına başladı. Ayinden hemen sonra Rum Radyosu “Genel Seferberlik” ilan edildiğini bildirerek, eli silah tutan tüm Rumları silah altına çağırıyordu. Radyo ayrıca Rumlara ait araç ve hayvanların RMMO’na teslim edilmesini bildirmişti. Rum hapishanelerindeki tutuklu ve mahkûmlar serbest bırakılmışlardı. Rum radyosu onların da savaşa katılacaklarını duyuruyordu. Saat 06.00 sıralarında Bayrak Radyosu, Başbakan Bülent Ecevit’in çıkarma ile ilgili ilk konuşmasını yayınlamaya başlamıştı. Ecevit, “diplomatik kanallardan, bütün barış yollarını denedikten sonra, çıkarmanın yapıldığını” söylüyordu. Başbakan kan dökülmemesi için Rumların Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı durmamalarını tavsiye ediyordu. 06.50’de Limasol’dan telefonla alınan haberlere göre, Limasol’da Rumlar, Kıbrıs ve Yunan Bayraklarını indirmişlerdi. Birçok Rum evlerine Türk Bayrağı asılmakta olduğu bildiriliyordu. Saat 07.20’de Kırnı’daki Rum birlikleri, karargâh damlarına ve Karargâh gönderine “Beyaz Bayrak” çekmişti, Girne Bölgesindeki bazı RMMO birlikleri de teslim olmak için müracaat ediyorlardı. Saat 09.00 sıralarında, RMMO Komutanı (Tuğgeneral Mihail Georgitis) radyoda açıklanan demecinde, “Türk mücahitler ateş keserlerse kendilerinin de keseceklerini, aksi takdirde, Türk kesimlerine saldırıya geçeceklerini” sert bir dille ihtar ediyor, tehditler savuruyordu. Wolseley Barnadas’da bulunan Barış Gücüne bağlı Mayfield kuvvetleri, Türk mücahitlerinin destekleme atışı altında Lefkoşa Türk bölgesine sığınmışlardı. Bu durum da göstermekte idi ki, Barış Gücü, Rum askerlerinin amansız davranışları sonucunda kaçacak yer aramaktaydı. Sabahın ilk saatlerinde, Lefkoşa Türk hastanesine bir havan mermisi düşmüş fakat insanca zayiat olmamıştı. Rumlar, devamlı meskûn bölgelere ateş ediyorlardı. Bu arada, Lefkoşa’nın merkezindeki Türkiye Kızılay Demeği ilk yardım hastanesi ile Kızılay Kan Merkezinin bazı bölümleri ateş altında kalmış, ancak insanca zayiat olmamıştı. Saat 09.55’te, Kıbrıs Rum Dışişleri Bakanı, B.M. Güvenlik Konseyi’nin olağanüstü toplanmasını istemişti. Saat 10.10’da, Rum yedek polis kuvvetleri, Radyo ile göreve çağrılmıştı. Bu arada, yedek polis komutanı Pandelakis Pandeziz’in 366. piyade taburu komutanlığına getirildiğini Rum radyosu açıkladı. Türk hava indirmesi ile deniz çıkartması karşısında paniğe kapılan Rum subay ve askerlerinin morallerini yükseltmek için, radyo yalan ve anlamsız yayınlar yapmaya başlamıştı. 20 Temmuz günü Ankara sakindi. Hiç kimse Türk silahlı kuvvetlerinin gücünden endişe etmiyordu. Hükümetin tek endişesi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin vakitsiz bir ateşkes kararı almasıydı. Türk halkı harekâtı Başbakan Bülent Ecevit’in demeçlerinden öğrenmişti. TRT’nin yayınladığı bir demecinde Ecevit şöyle diyordu: “Bu harekât milletimize, bütün Kıbrıslılara ve insanlığa hayırlı olsun. Umarım ki, kuvvetlerimize ateş edilmez ve kanlı bir çatışmaya yol açılmaz. Biz aslında savaş için değil, Türklere de Rumlara da barış getirmek için adaya gidiyoruz. Bu karara, ancak bütün diplomatik, politik yolları denedikten sonra mecbur kalarak vardık. Bütün memleketlere, bu arada son zamanlarda yakın istişarelerde bulunduğumuz dost ve müttefiklerimiz Birleşik Amerika’ya ve İngiltere’ye, meselenin müdahalesiz halledilebilmesi, diplomatik yollardan halledilebilmesi yönünde gösterdikleri iyi niyetli çabalar için şükranlarımı belirtmeyi borç bilirim. Eğer bu çabalar sonuç vermediyse, sorumlusu bu iyi niyetli gayretleri gösteren devletler değildir. Tekrar bu harekâtın insanlığa, milletime ve bütün Kıbrıslılara hayırlı olmasını dilerim. Allah’ın milletimizi ve bütün insanlığı felaketlerden korumasını dilerim.” Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ise şöyle diyordu: “Mukavemet görmez isek, herhangi bir kan dökülmesi olmayacaktır. Kıbrıs’ta, Dünya sulhunun teminine yardımcı bir hareket olacaktır. Cenab’ı Hak, bu hareketten dolayı, milletimize ve bütün insanlığa hayırlı neticeler versin. Tarihi görevimizi ifa etmenin bahtiyarlığı içerisindeyiz.” Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar da mesajında şöyle diyordu: “Şanlı Türk Silahlı Kuvvetleri ve Ulusu Mesajımın yayınlandığı şu anda, kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri, milletinin emrinde ve O’nun yüce varlığından aldığı güçle, devletlerarası andlaşmaların kendisine tanıdığı haklara dayanarak, Kıbrıs’ta ve bölgede barışı sağlamak, yavru vatanda yaşayan ırkdaşlarımızın güvenliğini sağlamak maksadıyla birleşik bir harekâtta bulunmaktadır. Türk’ün kahramanlığını ve barışseverliğini bir kere daha cihana ispat eden Silahlı Kuvvetlerimiz, bu hareketimizde, şanlı tarihimize ve insanlığa unutulmayacak bir sayfa açmaktadır. Kahraman Türk milletinin yıllarca bu barışı gerçekleştirmek yönünden gösterdiği metanet de ayrı bir övgüdür. Yüce Türk ulusu zafer haberlerinizi beklemektedir. Tarihimiz ve ulu atamıza layık olacağınıza inancım sonsuzdur.”110 2. 20 TEMMUZ 1974 KIYIBAŞI HAREKÂTI Deniz komandolarını Kıbrıs’a taşıyacak Jandarma botları (J-Botlar) Mersin’de bekletiliyordu. Adana’ya gelen deniz komandoları bekletilmeden Mersin limanına nakledilmişlerdi. Burada, kendilerine, harp filosu ve çıkarma birliklerinden alınan emirler okunarak anlatıldı, görev taksimi yapıldı. Bu görevler, harekâtın başarıya ulaşması için çok önemliydi. Görev dört ana bölümden oluşuyor ve hiçbirinin aksatılmaması gerekiyordu. Aksi halde, çıkarma harekâtı felaketle sonuçlanabilirdi. Bu dört görev şöyle belirlenmekteydi: 1. Deniz komando timleri 5 kulaç (tahminen 7,5 metre kadar) derinlikten sahile kadar su altı keşfi yapacak, mayın ve mânia bulunduğu takdirde imha edecekti. Eğer, su altı mâniaların imha edilmesi, timlerin kapasitesini aşıyorsa, planlarda gerekli değişiklik yapılacak, çıkarma plajları yedek bölgelere kaydırılacak, Kıbrıs’a ilk adımı atacak deniz piyadelerinin en az kayıpla sahile ayak basması sağlanacaktı. 2. Su altı mânialarının yok edilmesinden sonra, deniz komando timleri çıkarma gemilerine rehberlik edecek, bundan sonra da komando timleri tarafından temizlenmiş, maniaları kaldırılmış plajlara Çıkarma Gemileri güvenlik içinde kapaklarını atacaktı. 3. Deniz piyadelerinin Kıyıbaşı tutması sırasında (SAT) Su Altı Taarruz ve (SAS) Su Altı Savunma timlerinden oluşan gruplar daha önceden temizlenmiş geçiş kanallarını bu defa 110 daha da genişleterek çıkarma gemilerinin hasar görmelerini önleyecek, hasar görenlerin de kurtarılmasını sağlayacaklardı. 4. Bu arada, komutalarına verilen Jandarma Botları (J-Botları) ile personeli arama ve kurtarma harekâtı yapacaklardı. Çıkartma yapılacağı Temmuz gecesi hava ılık, deniz son derece sakindi. Tüm personel, saat 03.00’da harekâtın başlama kodunun telsizden verilmesini büyük bir sabırsızlıkla ve heyecan içerisinde bekliyorlardı. O anda, diğer birlikler de harekâta hazır beklemekteydi. Komutan, tam 05.22’de harekâtın başladığını bildirdi. Çıkartma timleri bu mutlu anı büyük bir heyecan içerisinde beklemişlerdi, iki saat yıllar kadar uzun gelmişti onlara... Zaten bu saatte, günün ilk ışıkları etrafı aydınlatmaya başlamıştı. Mersin ve Taşucu bölgesi ile diğer bölgelerden irili ufaklı yüzlerce savaş gemisi, rıhtımlara bağlı palamarlarını çözerek “Vira Bismillah” sözleri arasında demir alıp Kıbrıs’a doğru yöneldiler. Rota belliydi. Kıbrıs’a gidiliyordu. Ama öncelikle bir aldatmaca yapılarak, gemilerin rotası Karpuz Burnu’na çevrildi. Çıkartmanın Magosa’ya yapılacağı intibakı uyandırılmaya çalışıldı. Gün doğmaya başlarken Adana’dan havalanan F5 ve F100’ler Kıbrıs’a doğru uçmaya başladılar. Onların ardından UHİ ve C60’lara doldurulmuş paraşütçüler geliyordu. F100 ve F5’lerin hedefi çıkarma ve indirme bölgeleri civarındaki Rum mevzii ve yığınaklarıydı. Bu hedefler tahrip edildikten sonra gemiler sahile kapak atacak, nakliye uçakları ve helikopterlerle taşınan askerler Kıbrıs’a ayak basacaktı. Saat 06.00 sularında Lefkoşa üzerinde Türk jetleri görülüyordu. Lapta ve Karava Köyleri arasındaki Pladini Plajına ilk çıkarma saat 06.00 sularında oldu. İlk çıkarmayı Deniz Komando Timlerinin hemen ardından İstihkâm Timleri yaptı. Müteakiben hücum botlarla kıyıya yanaşan Amfibi Alay Birlikleri ileri harekâta başladılar. Amfibi Alay Kıyıbaşı’nı tutmakla görevlendirilmişti. 3. 20 TEMMUZ 1974 KOMANDO BİRLİKLERİNİN HAREKÂTI Helikopterler geçerken Rumların ateşi başladı. Saat 07.30... Önce Hava İndirme Tugayının iki taburu indi. İki üç dakika sonra da Komando Tugayının bir taburu indi. İlk tabur, helikopterleri 2,5 dakikada boşalttı. Bu da çok yüksek disiplini gösteriyordu. Komando Tugayının birinci kademesi olarak 1nci Komando taburu ve Kolordu ve Tugay karargâhı saat 08.35’te indi. Hava İndirme Tugayının diğer 2 paraşüt taburu ise saat 11.15-11.30 arasında paraşütle indirildikten sonra hemen planlandığı şekilde muharebeye giderek ilk günün sonunda; 1nci Paraşüt Taburu, Türk Mukavemet Teşkilatının Boğaz Sancağı Zafer Taburu’nun, DoğruyolKaratepe arasındaki kesimini teslim alarak savunma durumuna geçti. 2nci Paraşüt Taburu, saat 18.00’de Gönyeli bölgesine geldiğinde, Kırnı bölgesine yapılan Rum Kuvvetlerinin taarruzunu karşılamak üzere Kırnı bölgesine alınarak buraya düşmanın girmesini durdurdu. 3ncü Paraşüt Taburu, Boğaz-Deliktepe istikametinde taarruza geçti ve Albayrak Tepe’yi ele geçirdi. 4ncü Paraşüt Taburu ise, Hamit Mandırası bölgesinde 231 Rakımlı Tepe’nin güneyinde toplanarak, saat 23.00’ten itibaren Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alay Komutanlığı’nın emrine girdi. Obüs Bataryası, ilk geceyi Boğaz-Lefkoşa Asfaltının 500 m. batısında geçirmek zorunda kaldı. Serbest Paraşüt Müfrezesi, Tugay Karargâhı’nın emniyetini sağlamak için Karargâhın 200 m. kadar doğusunda bulunan tepede mevziye girerek emniyeti sağladı. Çeşitli kaynaklardan verilen haberlere göre, sabahın erken saatlerinde Lefkoşe’nin Türk kesimine bir helikopter inmiş ve bunun ardından, Türk Hava Kuvvetlerine bağlı nakliye uçakları, Türk paraşütçülerini indirmeye başlamışlardır. Aynı saatlerde, Kıbrıs’ın kuzeyinde bulunan Girne sahillerine, Türk Deniz Kuvvetlerine bağlı savaş gemilerinin ve savaş jetlerinin koruduğu çıkarma botları, deniz piyadelerimizi çıkarmışlardır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin harekâtı başarılı olmuş, Birliklerimize ateş açılması üzerine karşı koymak durumuna gelen kuvvetlerimizin açtığı ateş sonunda iki Yunan hücumbotu batmış; biri de yaralanmıştır.111 Atlama ve inme birlikleri Beşparmak dağları üzerinden geçerken Rumların yoğun ateşi ile karşılaşıldı. Daha önceden planlanan inme bölgesine ateş altında gelinirken yalnız bir helikopter deposundan isabet aldı, o da deponun yapılmış olduğu maddenin niteliği gereği hemen onarıldığından bir kayıp olmadı. Bir asker paraşütünün açılmaması nedeniyle; üç asker de düşman ateşi sonucu kurşunla ölmüştür. Komando Tugayında ise bir erin yaralanması dışında başka bir olay olmamıştır. Böylesine zor bir harekât için dört şehit hiç de önemli bir sayı değildir, indirme harekâtının dünyanın takdirini kazanmasının en önemli nedeni kayıp oranının çok az olmasıdır. Öncü birliklerin önceden saptanan bölgelerde mevzilenmesinden hemen sonra, havadan indirme, ikinci, üçüncü ve dördüncü dalgalar halinde devam etmiştir. Girne sahillerinde gerçekleştirilen denizden çıkarma hareketini yenileri izlemiş, bu arada Limasol’a 111 da çıkarma yapılmıştır. Denizden yapılan çıkarma ile direnen Rum kuvvetlerinin kıskaç içine alınmasının gerçekleştirildiği bildirilmektedir.112 Daha önce Ovacık’ta yapılan plan değişikliğine göre Komando Tugayının 1nci taburu Kırnı’da St. Hilaryon’a doğru çıkmaya başladı. 2nci taburun da Kırnı’ya öğleden sonra inmesinin ardından, tabura yön veren General Demirbağ, Boğaz üssünden sağlanan bir Türk mücahidin kullandığı özel otomobil ile birliklerin tertiplenmesini görmeye çıktı; taburun tertiplenmesini denetledi ve yeniden Kırnı’ya döndü. 2nci tabur da çıktıktan sonra aynı otomobille yukarı çıkıp son emirleri verdiği anda 1nci taburun bölgesinden havan ateşleri, geri tepmesiz top atışları ve makinalı ateşleri başladı. Tabur bölgesinde orman yangını başlamıştı. Bu yangınla harekâtın gizliliği ortadan kalkacak kuşkusu taşınıyordu. Bundan sonra geriye dönen General, Jandarma taburunu plan gereğince Lefkoşa-Girne yolundaki Dikomo (Dikmen) köyü istikametinde yerleştirdi. Gönyeli bölgesine inen 3ncü taburunu (1nci bölüğü hariç) Kırnı havaalanının çevresine tertipledi. Jandarma taburu, Kolordu Komutanından emir almadığı sürece kullanılmayacağı emrini aldı. Komando tugayının 2nci taburu ile beraber Kolordu Komutanı Korgeneral Nurettin Ersin de Kırnı havaalanına indi ve saat 10.30’da Boğaz bölgesindeki Kolordu komuta yerine gitti. Bot komutanları, haritalar üzerinde son çalışmalarını yapıyor, koskocaman Kıbrıs sahil şeridinin küçük bir plajına yollayacakları bir avuç kahramanı, görev yapacakları bölgeye kadar yaklaşarak bırakmak ve zayiat vermelerini önlemek üzere pür dikkat kesiliyorlardı. Deniz komandoları, kendilerini sahile kadar yaklaştıracak lastik botlarının bütün hazırlıklarını tamamlamış denize bırakmışlardı. Tahrip kalıpları, su sızdırmaz torbalara doldurularak hemen kullanılabilecek biçimde yerleştirilmişti. Dalış teçhizatları son bir defa daha iyice ve büyük bir titizlikle gözden geçirilmişti. Bugüne kadar dünyada yapılan çıkarma harekâtlarında, sahile yaklaşan savaş gemileri mutlaka her şeyden önce kıyıyı bombalar, çıkarma yapılması düşünülen bölgenin “yumuşatılmasını” sağlar. Ancak ondan sonradır ki, çıkarmayı yapacak birlikler sahile yaklaşırlar. Barış Harekâtında ateş edilmedikçe ateş etmeme emri üzerine, bu savaş gereği yerine getirilmedi. Sahile ateş açılmadı. Böylesine, temkinli anlar yaşanarak kıyıya yaklaşırken, kıyıda mevzilendirilen Rum bataryalarından atılan mermiler botlarımızın birkaç yerde sağına soluna düşmeye başlamıştı. Atılan mermiler sancakta, iskelede, havaya büyük su sütunları kaldırıyor, botlarda da delikler 112 açmaya başlıyordu. Bu sırada J-Botunun küçük bofors topu, Rum sahil bataryalarını bir an önce susturmak amacıyla ateşe başladı. Ancak, bu topun ateşi karşı tarafta beklenen tesiri icra etmediğinden Mareşal Fevzi Çakmak muhribinden ateş desteği istenmesi kararlaştırıldı. Sonradan, Kocatepe ile birlikte yara alan bu, o günlerin deniz kuvvetlerinin en genç muhribinin son derece usta topçuları, ilk atışlarını yapmaya başladılar. Atışlar sırasında Sivil Hedefler ve sivil binaların hasar görmemesine dikkat edilmesi şartı belirtilmişti. İlk atışlar sonuç vermiş, sahile yerleştirilen Rum topçuları susturulmuştu. Önceden belirlenen çıkış noktasına gelindiği sırada, deniz komando timleri, başlarındaki grup komutanlarının emriyle lastik çıkarma botlarına atlamaya başladılar. Birinci bottaki ikinci timin atlayışı sırasında açılan 40 mm.’lik top atışı, birden gövdeyi delik deşik etmiş, içindekiler sulara gömülmüşlerdi. Hemen, yapılan inceleme sonucunda, ölen ve yaralananın olmadığı tespit edilmişti. Bu sırada, sahile doğru yüzmeye başlayan SAT Timlerine doğru iki Rum hücumbotunun süratle yaklaşmak üzere Girne limanından harekete geçtiği gözlendi. Bu durum timleri çok yakından izleyen Yakın Destek Muhriplerine ulaştırıldı. Kısa bir süre içerisinde duruma hâkim olan muhriplerin baş ve kıç taraflarındaki toplilaların ateşe başlaması ile öndeki Rum hücumbotu isabet aldı. Bu bot parçalanarak havaya uçtuktan sonra arkasındaki birinci hücumbotu da yara alıp parçalandı. Onların arkasında bir üçüncü Rum hücumbotu geri dönüp kaçmaya yeltenerek sahile dümen kırdı. Hem atışlardan kurtulmak, hem de baştankara ederek batmamaya çalışıyordu. Sonunda bu bot da isabet alarak batırıldı. Artık denizin dibi, çıkarma yapılacak sahile kadar taranmış, çıkışı engelleyecek mânialar ortadan kaldırılarak geri dönme hazırlıkları başlatılmıştı. Bu sırada, J-Botları, bu toplama hareketi sırasında 17 mil sürat yapıyorlardı. Tabii, Rumlar da boş durmuyor, savaş gemilerine ateş ediyorlardı. Bu sırada bir düşman mermisi bir jandarma botunun içindeki lastik botun 3. bölmesinde patladı. Botta bulunan astsubaya hiçbir şey olmamıştı. Ancak denizden yapılan toplama sırasında iki denizcinin bota alınması son derece güç olmuştu. Bütün timlerin denizden toplanmasından sonra yapılan sayım raporlarında bir astsubayın kayıp olduğu görüldü. Kısa bir süre sonra bu astsubayın şehit olmadığı, ilk dalgada karaya çıkan deniz piyadelerine katılarak görevini sürdürdüğü, daha sonra birliğine sağ salim döndüğü tespit edilince sevinildi. Çıkartma bölgesinin temiz, çıkarma yapmaya hazır olduğu, SAT birliğinde ölen ya da yaralanan olmadığı, çıkarma birliklerine rehberlik etmeye hazır olunduğu bildirildiği zaman saatler 06.40’ı gösteriyordu. Görevimizi başarıyla sonuçlandırmıştık. Bundan sonra, görevi artık çıkarma birlikleri komutanlığı yürütecekti. Bu sırada ise saatler 08.00’i gösteriyordu. İlk çıkarma birlikleri “Kıyıbaşı” tutmakla görevli idiler. İki saat sonra, Amiral gemisinin harekât odasında, Amfibi alay komutanının sesi, telsiz hopörlerinden yankılanıyordu: “Kıyıbaşı tutulmuş, emniyete alınmıştır. Kara birliklerimize devredilmeye hazırdır.” Kıbrıs’a ilk çıkarmayı yapan birlik, “Amfibi Alay” Kore hariç, cumhuriyet tarihinin savaşan ilk birliği olacaktı. Askerler iyi yetiştirilmişti. Fizik kondisyonları yerindeydi. Moralleri çok yüksekti.113 İlk dalga çıkarma gemilerimiz, askerlerimizi boşaltmış, ikinci kademe de çıkacak asker ve yüklerini almak üzere Mersin’e dönüyorlardı. Bütün kademeler (dalgalar) kıyıya çıkışlarını tamamlamışlardı. Harekâta katılan tüm çıkarma gemi araç ve personeli, ada Türklerinin yıllardır çektiği acıların sona ereceğinin mutluluğu içinde geri dönüyordu. Yeniden verilecek taşıma görevleri için Mersin’e yönelirken, iki çıkarma aracı yük ve personeli kıyıya çıkmış olmalarına rağmen kıyıdan kendilerini kurtaramamışlar ve kumsala saplanıp kalmışlardı. Kendilerine yardım için eldeki tüm olanaklar kullanıldıysa da kıyıdan kopmaları sağlanamadı. İkisi dışında son LCT ve LCU’lar kıyıdan ayrılırken son derece yoğun havan atışı yapılıyordu. Art arda düşen havan mermileri su kümelerini göklere yükseltiyorlardı. Bu yoğun atıştan hiç kimse yara almadı. Düşmanın havan ateşi zaman zaman şiddetini arttırmaktaydı. Kıyıda hareketsiz ve havan mermilerine karşı umarsız kalan çıkarma araçları büyük bir tehlikeyle burun buruna bulunmaktaydılar. Yoğun havan ateşinin sürdüğü bu anda LCT-113 komutanı gönderdiği mesajda, “Gösterilen gayretlere rağmen, gemiyi kurtarmak mümkün olmadı. Yoğun ateş altında personeli de kaybetmek durumu ile karşı karşıya bulunmaktayım.” diyordu. Buna karşılık, TCG Ertuğrul’da bulunan Tuğamiral Emin Göksan derhal emrini verdi: “Bu durumda personelinle birlikte Deniz Piyade Alayına katılarak göreve devam edeceksiniz. Şartlar müsaade eder etmez tekrar gemiye dönerek kurtarma ameliyesine devam edilecektir.” İçinde yaşanılan koşullarda en uygun kararı veren komutanın, Amfibi Deniz Piyade Alayına personeli ile birlikte katılarak görevine devam etmesi, görevin denizde ve karada, her zaman her yerde yapılmaya hazır bulunduğu ve bu konuda yapılan yemine bağlılığın en güzel örneği ateş altında veriliyordu. Aradan 15 ya da 20 dakika geçmişti ki ikinci bir mesaj geldi, bu kez mesajı gemi baş çarkçısı (Astsb. Kd. Bçvş. Tahsin Önaz) gönderiyordu. Mesajda: “Ben LCT113 başçarkçısı Astsb. Kd. Bçvş. Tahsin Önaz. Yanımda kalan bir elektrikçi ve bir er ile 113 gemiyi kurtarmaya çalışıyoruz” diyordu. Her ne kadar kendisine gemiyi terk etmesi ve birliğe katılması birkaç kez söylendiyse de bir yanıt alınamadı. Gemi başçarkçısının gönderdiği bu mesaj TCG Ertuğrul’un haber uyarı devrelerinden bütün gemilere yayınlanıyordu. Mesaj bittiğinde muhabere üssünde bulunan bütün personelin tüyleri diken diken olmuş ve gözleri dolmuştu. 18.00... Bu saate kadar Kıbrıs açığında bulunan bütün muhripler atış alanından çekiliyordu. Çünkü çıkarma araçları boşalmış ikinci dalgayı (kademeyi) almak için geri dönmüşlerdi. Bunların korunması için de muhripler görevliydiler. Muhripler ayrılırken yer yer yangınlar devam ediyor; Beşparmak Dağlarını yakıp yıkan uçaklarımızın gürültüsü ara verdiği zaman hafif silah sesleri duyuluyordu. Hedef bölgesinde kendilerine verilen tüm görevleri tamamlayıp en son grup ile Mersin seyrine başlayan TCG Ertuğrul, biraz sonra LCT-113’ten bir mesaj alıyordu. Mesajda her iki aracın da kendi imkânları ile kıyıdan koptukları ve birliğe katılmak üzere harekete geçtikleri bildiriliyordu. Bu haber TCG Ertuğrul’un köprü üstünün bir anda bayram yerine dönmesine yol açtı. Böylece çıkarma gemileri komutanlığı olarak, tüm çıkarma gemi ve araçlarıyla, başladıkları harekâtın ilk günü, herhangi bir kayıp ve hasara uğranılmadan sona eriyordu. Gece olmuş ve Türkiye’ye dönüş olaysız geçiyordu. Bu arada muhriplere resmen doğrulanmamakla birlikte, Yunan konvoyu haberi geliyordu. Bu haber Ankara kanalıyla sık sık gelmeye başladı. Muhriplerin subay salonuna savaş hastanesi kurulmuştu. Yemek yedikleri masa ameliyat masasına dönüştürüldü. Özel güçlü ışıklar, serumlar, ameliyat malzemeleriyle tam bir hastaneydi burası. Hemen hemen tüm ameliyatlar yapılabiliyordu. 4. RUMLARIN TANKLARLA KARŞI TAARRUZU Rumların çıkarma kumsalına bilinçli ilk taarruzu saat 14.00 sularında gerçekleşti. Makarios’un 1964 yılında Sovyetler Birliği’nden yardım andlaşması çerçevesinde almış olduğu (T-34) Rus tankları, doğuda Girne yolunda 3 ve batıda Lapta-Karava yolunda ise 4 tankla taarruza geçtiler. Tanklara karşı kobra bölüğünden atılan kobralar çoğunlukla elektrik tellerine takılarak isabet etmiyordu. Amfibi Tugay Komutanı Tuğgeneral Süleyman Tuncer anayolun kenarında, bir narenciye bahçesinde ağaca dayanmış bekliyordu. Bu sırada tam isabet alan 106 mm’lik bir geri tepmesiz topun personeli, tümü ile havaya uçarak şehit oluyordu. Yolun kenarına mevzilenmiş başka bir geri tepmesiz topun nişancısını görmeyen komutan yeri göğü inletiyordu. Emirler yağdırdığı karargâhı, anında bölgeye dağılıyordu. Komutan Tuğgeneral Tuncer, Yarbay İkiz’e dönerek “Öleceğiz ama, burayı terk etmeyeceğiz” diye bağırıyordu. Bu sırada doğudaki taburumuzun 57 mm.’lik geri tepmesiz topu, düşman tankına tam isabet kaydetmesine rağmen yine de etkili olamadı ve tankın karşı ateşi sonucunda top personeli şehit oldu. Doğudan taarruza geçen düşman tanklarından biri piyadelerde bulunan tanksavar silahıyla; öteki de bölgede bulunan tanksavar silahıyla imha edildi. Artık tank taarruzu olasılığı ortadan kalkmıştı; rahat nefes aldılar. “50. Alay Muharebe (15 tank-12 kariyer) grubunun hepsi Girne istikametine yöneldi. Batıda (Karava tarafında) hiç tankımız yoktu. Bu nedenle yolun iki tarafına Law silahları mevzilere girdiler. Saat 14.00 sularında bu istikametten 5 tankla gelen düşmanın üç tankı Low ve geri tepmesiz topla saf dışı edildi. Öbür iki tankı da mürettebatı bıraktı kaçtı. Tankların yok edilişi büyük moral kazandırdı.”114 Bu sırada muhriplere bir emir geldi: “Girne stadyumunun oralarda zırhlı araçlar bulunuyor. Onları imha ediniz!” Haritada bu stadın yerini sağlıklı olarak saptayamadılar. Aynı bölgede deniz piyadelerimizde harekâtını sürdürüyordu, bu nedenle atışa da cesaret edilemedi. O anda havada beliren uçaklarımız sözü edilen tankları bir anda yok ettiler. Bu arada kıyıdaki birliklerimize bir uçağımızın dalış yaptığı görüldü. Hava irtibat subayı, Hava Harp Okulundaki takma adını kullanarak (takma adı “yamyam”dı) uçağın pilotunu birliklerin üzerinden kaçırdı. Yoksa çok büyük bir felaket olacaktı.115 5. BARIŞ HAREKÂTININ İKİNCİ GÜNÜ GELİŞMELERİ 20 Temmuz gecesi başlayan savaş 21 Temmuz’a girilirken göğüs göğse devam ediyordu. Türk birlikleri ve mücahitler çevresindeki çember bazen daralıyor; bazen de gevşer gibi oluyordu. Ancak büyük bir baskı altındaydılar, 1nci Komando Taburunun 2nci bölüğü 700 kişilik Rum birliğine mahkûm araziden hâkim araziye yanan ormanın içerisinden taarruz ederek çemberi kırdılar ve St. Hilarion, Oğuz Tepe bölgesine yeniden hâkim oldular. Böylece Boğaz’ın emniyeti sağlanmış oldu. Yunan ve Rum taarruzlarının ardı arkası kesilmiyor; fakat her defasında da püskürtülüyordu. Sayıca çok fazla olan düşman birliklerine karşı tek çıkış yolu havanın bir an 114 115 önce aydınlanmasıydı. Görüş uzaklığının açılmasıyla birlikte Türk savaş uçakları yardıma geleceklerdi. Ankara da sabırsızlıkla havanın bir an önce uçuşa uygun hale gelmesini bekliyordu. Haberleşmenin tam olarak sağlanamamasının sıkıntısı bu gece çok çekildi. Beklemekten başka yapacak hiçbir şey yoktu. Yunan konvoyu da gerçeklik kazanmıştı. Genelkurmay bombardıman kararı aldı. Mersin’e dönmekte olan TCG M.F. Çakmak, TCG Kocatepe, TCG Adatepe, TCG Tınaztepe’ye tornistan edip destek atışı sağlamaları emredildi. Rum taarruzunu durdurmanın tek yolu havadan ve denizden destek atışı sağlanmasıydı. Havanın aydınlanmasıyla birlikte girişilecek hava bombardımanı hem düşman taarruzunu kıracak; hem de Türk birliklerine ve mücahitlerine cephane yardımını kolaylaştıracaktı. 20/21 Temmuz gecesi Kıbrıs’taki birlikler için bir ölüm kalım gecesiydi. Darboğaz kesiminden ve batıdan doğru yola sızan düşman unsurları Barış Kuvvetleri komuta yerine kadar yaklaşmayı başarmışlardı. Bu durum karşısında komuta yeri terk edildi ve planlar yakıldı. Havanın aydınlanmasıyla birlikte Genelkurmay Türk savaş uçaklarına havalanmaları emrini verdi. Saat 04.30’dan itibaren hedeflerini elde edemeyen Rum birlikleri hareketi durdurdular ve ardından hızla geri çekilmeye başladılar. Çıkarma yapılan kumsalın kesinlikle korunması, düşmanın karşı saldırısıyla buranın terk edilmemesi gerekliydi. Harp Filosu Komutanı Tümamiral Nejat Tümer’den gemi isteğinde bulundular. Filo Komutanı bu görev için, derhal bir gemi tahsis etti. Karadan olası her türlü sızma, baskın ve sabotajlara karşı da etkin önlemler alınıyordu. 50. Piyade Alay muharebe grubu, Komando Tugayı ile birleşecekti. Deniz piyade de harekâtta görev alacaktı. Ancak ilerleyen saatlerde kopukluk baş gösterdi ve plan gerçekleştirilemedi. Görev: Amfibi Tugay Komutanlığı Kıbrıs’a, Hava İndirme ve Komando Tugayı ile koordineli olarak müdahale ederek, Türk mukavemetinin emniyetini sağlamak amacıyla G günü S saatinde Pladini Plajına çıkarak Karava-Elya-Trimiti, Zeytinlik-Girne hattını ele geçirerek Komando Tugayıyla müteakip harekâta hazır olacaktır. 1. Safha: Amfibi Alay plaj sahasının yakın emniyetini sağlayacak. 2. Safha: 50. Piyade Alayı’nın muharebe grubunun 1.,2.,3., piyade taburları köprü başı hattını G gününde ele geçirerek bu hatta Komando Tugayı ile birleşmeye hazır olacaktır. Bu safhada Amfibi Alay (Deniz piyade) bölgenin deniz kıyısında toplanarak müteakip göreve hazır olacaktır. 3. Safha: Komando Tugayı ile 50. P.A. muharebe grubunun köprübaşı hattında birleşmelerini müteakip, indirme bölgeleri çevresinde (Kırnı-Gönyeli) toplanacaktır. Kıbrıs Rumlarının o geceki saldırıları nedeniyle bu görev yapılamadı. 50. P.A. Komutanı da çıkarma plajının hemen doğu tarafında, bugünkü şehitliğin yanında şehit oldu. O gün ve o gece tek düşünce vardı: “Kıyıbaşı’na sahip olmak.”116 Kıyıbaşı’nda bunlar olurken, Komando Tugayının bulunduğu bölgede de birtakım çalışmalar yapılıyordu. Emrindeki tüm birliklerin daha önce belirlenen plan gereği mevzilenmelerini sağlayan General Demirbağ saat 19.30 sıralarında St. Hilaryon’a çıktı, l. ve 2. tabur komutanı ile son hazırlıkları gözden geçirdi ve saat 24.00’den itibaren Karmi orman bölgesine yapılacak Türk taarruzunun emirlerini verdi. General Demirbağ yukarıdan henüz karargâha dönmüş; Kolordu Komutanına (Korgeneral Nurettin Ersin) bilgi veriyordu ki ortalığı çok şiddetli mermi, roket, top sesleri kaplamaya başladı. Patlayıcıların çıkardığı gürültü inanılmayacak derecede şiddetliydi. Tertiplenme sırasındaki çeşitli zorlukların ardından aniden başlatılan Rum saldırısı çok güçlüydü. Karargâhta bulunanlar ne olup bittiğini anlamak için dışarı çıktılar. Kolordu karargâhının çevresi çok kuvvetli havan ve makinalı tüfek ateşi altına alınmış Boğaz üssünden Girne’ye giden yol kapatılmıştı. St. Hilarion’da da karşılıklı çok güçlü atışlar başlamıştı. Kolordu Komutanı, Komando Tugay Komutanı ve öteki subaylar durum değerlendirmesi yapmaya çalıştıkları sırada, Rum Boğazı tarafından gelen bir mücahit subay durumu aydınlattı. Daha önce Lefkoşa-Dikomo arası inen hava indirme Tugayının 2. Hava İndirme Taburu Darboğazı (Girne) tutacaktı; fakat mevzi (dayanga) tutamadı. Buna karşın 3. Hava İndirme Piyade Taburu Türk Boğazı’na çıkarak Rum ileri harekâtını yoğun karşı koyma ile durdurdu. Bu durumdan Kolordu Komutanlığı haberdar edilmediği için karargâhın, işlerin yürümediğinden bilgisi olmadı. Bunun dışında, Karargâhla Rum Boğazında mevzilenen Rumlar arasında bir mücahit birliği bulunuyordu. Bu mücahitlerin varlığı Türk Birlikleri için bir güvence kaynağı idi. Fakat gece olan olay bu güveni boşa çıkardı. Beyazevler bölgesini tahkim ederken, bu tarafı, yani Hava indirmenin bir taburunun çıkacağı bölgenin savunulması burada uzun süredir bulunan mücahitlere bırakılması “Harekât planında” belirlenmişti. Ancak mücahitlerin, bir Rum taarruzu sırasında burayı bırakacakları hiç tahmin edilmemişti. Rumlar Rumboz dağından yürüyüp, mücahitleri püskürttükten sonra St. Hilarion’a çıkmış bulunan l.ve 2. komando taburlarının gerisine sarktılar. Böylece Boğaz üssü tamamen 116 kapanmıştı. O gece sabaha değin muharebe her geçen dakika şiddetlenerek sürdü gitti. Ellerindeki tanklarla birlikte Gönyeli ve Boğaz üssüne doğru taarruza kalkan Yunanlılara, Ada’nın çeşitli bölgelerindeki Rum Mili Muhafız Teşkilatı da katıldı. Omorfo çevresindeki üste bulunanlar “Küçük Kaymaklı” yakınındakiler ve en önemlisi Trikomo’daki tam teşekküllü üsten kaydırılan kuvvetler dört yönden (Boğaz-Gönyeli-Lefkoşa) üçgenini tutan Türk ve TMT kuvvetlerine saldırdılar. Bölgeyi çok iyi bildiklerinden yan yollardan sızmışlar ve saldırıyı hazırlamışlardı. Gönyeli güneyindeki Türk alayını ve Hava İndirme Tugayının iki taburunu sıkıştırırlarken, geri kalan RMM Birlikleri de Türk yerleşim bölgelerini sarıyordu. Lefkoşa ve batı bölgesinden Yunan alayı ve RMM Birlikleri ile Dikomo bölgesinden batıya, Ayvasıl ve Siskilip bölgesinden Kırnı istikametine RMM harekâta başlamıştı. Hem aldatmaca konvoy nedeniyle, hem de kendi tasarılarına göre, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Magosa’nın kuzeyindeki Boğaz bölgesinden çıkarma yapacaklarını bekleyen Rumlar, buralara çok önemli askeri yığınak yapmışlardı. Trikomo-Boğaz üssünde silahtan arındırılmış birlikler, yelpaze gibi açılarak bir kıskaçla Serdarlı köyünü sararken, öteki kıskaçta, Magosa’daki Türkleri çevirdiler. Girne’nin doğusundaki Karatepe ve İngiliztepe’deki Rum komando üssündeki kuvvetler de takviye alıp, Beşparmak dağlarına yüklendi. Böylece üç cephe birden açılmıştı. Boğaz çevresine indirilen Türk birlikleri karşılarında yaklaşık sekiz bin kişilik bir Rum kuvveti bulurken, Yunan alayı da harekete geçiyordu. Türk birlikleri öyle bir kıskaca girdiler ki hem Dikomo ve kuzeyi istikametinden; hem de Rumboz Dağı bölgesinden Kolordu komuta yerine sürekli ateş yağıyordu. Aşağıdan da üç taburlu Yunan Alayı da boğaza taarruz etmişti. Yunan Alayı’nın karşısında bulunan Türk Alayı da bu tanklı taarruza fazla dayanamayarak geri çekildi. Yunan Alayı Lefkoşa’dan gelen asfalt istikametinde Fota köyü ve Boğaz bölgesine 1-1,5 kilometre uzaklığa kadar yaklaşmıştı. Doğuda Dikomo köyünün batısında 100 m. uzaklıkta bulunan Dikmentepe’yi düşürmüşlerdi. Batıda Kırnı köyünü yeniden aldılar, denizden boğaz üssüne doğru taarruzlarını geliştirdiler. Denizden çıkan Türk çıkarma birlikleri de Beşparmak dağlarındaki koruganlardan birden bire başlayan ateşin içine düştü. Zaman ilerledikçe ateş daha da yoğunlaştı. İzli mermiler havada uçuşuyordu. Çeşitli yönlerden düzenli ve şiddetli atışlara hedef olmuşlardı. Bir anda başlayan mermi sağanağı ve izli mermiler Türk birliklerinin atış disiplinini bozdu; bu atışlardan taburda yaralanan askerler oldu. Komutanlar olağanüstü çabalarla askerlerini toparladılar, ilk panik atlatıldıktan sonra mevziler kazıldı; içine yerleşildi. Bölge, top, havan ve hafif silah sesleri ile cehenneme dönüyor; ışık ve izli mermiler havada uçuşuyordu. 50. Piyade Alayı ile Komando Tugayı bu gece Köprübaşı’nda birleşeceklerdi; Rum ve Yunan birliklerinin yoğun karşı harekâtı gelişince bu birleşmenin sonucu öğrenilemiyordu. Kıyıbaşı bu durumdan çok hoşnutsuzdu. Arada haberleşme de kurulamadı. Zaten bu haberleşme harekât boyunca sürekli ölçüde aksadı, ancak ilk gece hiç kurulamadı dense yeridir. 50. Piyade Alayı’nın durumunun ne olduğunu öğrenmenin tek yolu şafağı beklemekti. Her yerdeki Türk Birlikleri imha edilmek üzere kıskaca alınıyordu. 21 Temmuz, saat 03.00 sıralarında şimdiki Karaoğlan şehitliğinin 150 metre kadar doğusundaki bir villada kurulan karargâh, öteki birlikler gibi yoğun ateş altındaydı. O gece Piyade Alayının Komutanı Albay Karaoğlanoğlu ve yardımcısı Piyade Yarbay Cevdet Ayken, Hava Binbaşı Fehmi Ercan ve öteki subaylar yukarıda belirtilen komuta yerinde bulunuyorlardı. Çevreden bütün gece düzensiz olarak devam eden ağır ve hafif silah sesleri birden çoğalıyor; aniden, sözü edilen villanın bahçesine giren bazukalı bir Rum asker, villanın bahçesinden çıkmakta olan subaylarımızı bazuka ile vuruyor; Albay Karaoğlanoğlu sokak kapısının hemen önünde şehit oluyordu. Albay İbrahim Karaoğlanoğlu’nun şehit oluş biçimiyle ilgili olarak anlatılanlar birbirleriyle çelişir durumdadır. Kimisi roket atar mermisiyle; kimisi bazuka ile, kimisi geri tepmesiz top ile, kimisi de kendi askerlerimizin açtığı ateş sonucu şehit olduğunu söylemektedir. Biz bazuka ile vurulduğunu saptadık. Ama yine de gerçeğe en yakın olabileceğine inandığımız bir tanıklığı yazıyoruz. Karaoğlanoğlu’nun Alayında tabur komutanlığı yapmış bir subayımızın117 o geceyi anlatan tanıklığını da anlatmadan geçemedik: “50. P.A.; 20 Temmuz günü Kıbrıs’a çıktı. Alay Komutanı forsu açık, jeeple dolaşıyordu. Rumlar daha baştan beri yerimizi saptamışlardı. Gerçi forsu kapattım, aracın önündeki Alay komutan aracı olduğunu belirten forsu da çamurla örttüm. Ama yine de iş işten geçmişti. Rumlar, karaya çıktığından bu yana Alay Komutanını izlemişlerdi ve karargâhı öğrenmişlerdi. Karargâh çok güzel bir villaydı. Taburun Girne istikametindeydi. Gece çok şiddetli bir taarruza uğradık. Ateşin şiddetinden, şimdi neredeyse mevzilerimize girecekler diyordum. Çarpışmaların en şiddetli olduğu bir anda, Alay karargâhının olduğu tarafta birdenbire aydınlık oldu. Bu geri tepmesiz bir topun yapabileceği bir işti. İlk anda komutanın ölmüş olduğunu hiç düşünmedim. Daha sonra karargâha gittiğimde öğrendim. O zaman gördüm ki, Alay komutanını şehit eden mermi bir geri tepmesiz top mermisiydi. Binadaki hasar bunu gösteriyordu.” 117 Alay Komutanı Karaoğlanoğlu, Hava İrtibat Subayı Hava Pilot Binbaşı Fehmi Ercan’ın şehit olduğu, komutan yardımcısı Cevdet Ayken’in ağır yaralandığı patlamadan birkaç saniye önce villadan ayrılmış bulunan hava irtibat subayları Binbaşı Necdet Karademir ve Yüzbaşı Akın Giray ise, ölümden kıl payı kurtuluyorlardı. İki hava irtibat subayımızın tesadüf eseri kurtulmuş olması birliklerimiz açısından büyük şans oldu. Tüm harekât boyunca, uçaklarımızla muhabere kurarak, büyük hizmetlerde bulunarak daha fazla askerimizin ölümünü engellediler. BBC’ye ve Yunan radyolarına göre kıyı başındaki birliklerimiz çok ağır yenilgiye uğramışlardı. Çıkartmada kendilerine önemli ödevler verilen Serdarlı Köyü başta olmak üzere, Magosa, Limasol, Larnaka, Erenköy ve Baf’taki Türk yerleşim bölgeleri de kıskaca alınıyordu. Bu bölgeleri koruyan mücahitlerin ellerinde etki gücü yüksek olmayan hafif silahlar vardı. Dayanmalarına olanak yoktu... Ama mücahitlerin direnişleri müthişti. Zaman geçtikçe çarpışmalar daha da gelişiyor ve Türk birlikleri mücahitlerle birlikte biraz daha sıkışıyordu. Her yandan havan, uçaksavar mermileri yağıyordu. Rumların harekâtı; havadan inen birliklerle, denizden çıkanların birleşmesini engellemek ve birliklerimizi imha etmekti. Rum ve Yunanlılar, bu işi bu gece bitirme kararındaydılar. Her yerden yağmur gibi her cins mermi yağdırıyorlardı. Aslında böyle bir karşı harekâta girişileceği bekleniyordu. Türk Genelkurmayı tarafından önlemleri de alınmıştı. Bekleniyordu, fakat bu denli büyük bir kuvvetin bu bölgede toplanabileceği düşünülmemişti. İlk çıkarmada fazla sayıda asker yollayabilmek için, birkaç tane geri tepmesiz topla yetinilmek zorunda kalınmıştı. Yukarıda adı geçen bölgede ellerindeki zırhlı vasıta ve tanklarla saldırıya geçen, sekiz bin kişi olduğu tahmin edilen Rum ve Yunanlılara karşı 2000 kişilik Komando birliği, 650 kişilik Türk Alayı, 2000 kişilik Hava İndirme Tugayı ve hafif silahlarla donatılmış olan Mücahitlerin de 2000 kişilik bölümü, inanılmaz bir mücadeleye giriştiler. Hava karardığı için Türk Hava kuvvetlerinden yardım istenemez; takviye silah da alınamazdı. O geceyi anlatırken General Sabri Demirbağ şunları söylüyor: “Kıbrıs harekâtının kaderinin, Kıbrıs’ta bulunan birliklerin o geceki direnmesine bağlı olduğunun bilincindeydik. Tüm düşüncemiz elimizdeki bölgeleri sabaha kadar korumak ve ertesi sabahı kucaklayabilmekti. Hava aydınlanır aydınlanmaz, Hava Kuvvetlerinin yardımıyla taarruza geçecektik. İndirme sırasında edindiğimiz düşünceye göre, Rumlar gündüz savaşmak istemiyorlardı... Gece Kırnı indirme bölgesine giderken Boğaz bölgesindeki TMT (mücahitler) tabur komutanından Dikmentepe’nin Rumlar tarafından işgal edildiğini öğrendik... Lefkoşa yolunun emniyeti bakımından bu Rum taarruzunun püskürtülmesi gerektiği kanaatine vardık. Asfaltın batı bölgesindeki jandarma taburunun bir bölüğü ile gece taarruz edip tepeyi alması emrini tabur komutanı Binbaşı Hasan Cemil Erdem’e emrettim. Mücahit komutanı Yüzbaşı Mahmut’a; Dikmentepe neresi diye sordum, Yüzbaşı parmağı ile “şurası” diyordu. Gösterdiği istikamette zifiri karanlıktan herhangi bir yeri göremiyordum. Ben, 3. şube müdürüm ve Yüzbaşı bir hendeğin içine yattık. Kafalarımızı giysilerimizin pançoları ile örttük ve bu örtünün altında fenerin ışığıyla haritadan Dikmentepe’yi bulduk. Meğer 100 m ilerimizdeymiş. Hemen jandarma Binbaşı Hasarı Cemil’e Dikmentepe’yi almak emrini verdim. Her ne pahasına olursa olsun tepe alınacaktı... İki saat sonra aynı yerden geçerken tepenin alındığı tekmilini aldım ve memnun oldum. Binbaşı Hasan Cemil ve bir avuç Türk askeri iki saat gibi bir sürede tepeyi almakla kalmadılar; aynı yerde sabaha kadar boğaz boğaza döğüştüler ve o tepe jandarmanın canı pahasına elimizde kaldı.”118 Kıbrıs’ta köprübaşlarında bu kanlı çarpışmalar olurken, Genelkurmay’da toplantı üzerine toplantı yapılıyordu. Ankara sokaklarında halk coşkun gösterilerde bulunuyordu. Kıbrıs’taki Türkler ise katliamla karşı karşıyaydılar. Köprübaşını tutmama olasılığı komuta heyetini endişeye düşürüyordu. Hatta bir ara bombardımanın yapılması bile düşünüldü. Ancak, gece olması nedeni ile doğurabileceği sonuçlar göz önüne alınınca bundan cayıldı. Sabaha dek endişeli bir bekleyiş başladı. Genelkurmay Genel Sekreterliği Basın ve Halkla İlişkiler Şubesi’nin, Yunan Alayı’nın saldırısıyla ilgili açıklaması şöyledir: “Yunan Alayının taarruzu üzerine Türk Alayı karşı taarruza geçmiş ve düşmana ağır kayıplar verdirmiştir. Kıbrıs’ın Batı sahillerine yakın Baf ve Lefke dolaylarında dağınık Rum köyleri içinde bulunan Türk köylerine saldıran kalabalık Yunan ve Rum askerleri köyleri yakmakta, yıkmakta, kadın ve çocukları, ihtiyarları akıl almaz, şekilde zalimce usullerle imha etmektedir. Türk olmaktan başka günahları olmayan bu silahsız kadın ve çocukları katletmeleri, Yunan cuntasının bu insanlık dışı canavarca davranışları dünya milletlerinin gözleri önünde cereyan etmektedir. Lanetlenmiş Yunan cuntası yapılan mezalimin tek sorumlusudur. Cezalarını mutlaka çekmelidirler.”119 118 119 Rum koruganları yıllarca uğraşılarak hazırlanmıştı. Son derece mükemmel tesislerdi. Boğaz’ın batısında 20/21 Temmuz gecesi bu koruganlardan fırlayan bir Rum komando (700 mevcutlu) taburu, Balapais’ten hareket etti. Türklerin Boğaz batısındaki Doğruyol karakolunu bastı; Boğaz doğusundaki şahinler karakolunu ele geçirdi. Bu karakollarda 40 mücahitimizi şehit ettiler, bir bölümünü de yaraladılar. Bu gece Mehmetçikler kadar mücahitler de müthiş bir direniş gösteriyorlar ve en çok şehidi bu bölgede veriyorlardı. Rum komando taburu da o gece Balapais’ten sonra FİN Barış Kuvvetlerinin kışlasından geçerek ve Darboğaz’ın boyun noktasından atlayarak Kadifekale’ye hücum ederek, buradaki haber merkezini düşürdüler. Oradan da, Siskilip’ten gelen iki Rum taburu Doğruyol’a tırmanarak Doğruyol karakolunu ele geçirdiler. Düşman, Beyazev ile St. Hilarion kalesine ve Boğaz sancağına hücum ederek Kolordu karargâhının bulunduğu Boğaz sancağının 500 metre kuzeyinden Darboğaz’dan geçerek Kadifekale bölgesindeki Türk komando taburunun gerisine; aynı zamanda Siskilip Boğaz’ı bölgesindeki 2. Taburuyla da doğu istikametinde hareket ederek, önce Doğruyol’daki mücahit bölüğünü esir alıp imha ederek, St. Hilarion ve batısındaki komando tugayının 1nci taburuna taarruz etti. Ancak, Rumların iki komando taburu, Türk komando tugayının 1nci komando taburunu aşamadılar. Öte yandan Rum kuvvetleri Boğaz’daki mücahitleri atarak tepeyi ele geçirmişlerse de, bir tesadüf muharebesi sonunda paraşüt taburunun bir kısmıyla yapılan savaşta burası alınmıştır. Yapılan şiddetli çarpışmalardan sonra Rumlar buradan geri püskürtülmüştür. Rum baskısının hissedilir biçimde azalmasıyla birlikte çıkarma birliklerimiz arasında haberleşme kurulabildi ve yeniden toparlanıp daha önce Genelkurmayca hazırlanan plan uygulanmaya başlandı. Kıyıbaşında Amfibi Alayın tabur komutanları toplanarak kalan cephanenin çok dikkatli kullanılmasını, gerekirse süngü savaşı yaparak, Kıyıbaşı’nı ikinci çıkarmaya kadar tutmaya zorunlu olduklarını belirttiler. “Personelimi doğabilecek, muhtemel durumlara karşı uyarmaya çalışarak, gerekirse süngü savaşı bile yaparak plaj sahasının yakın emniyetini ikinci çıkarmaya kadar mutlaka tutmamız gerekiyordu.”120 Uçaklar, kendilerine yerden verilen hedefleri yerle bir ediyorlar. Yunan Alayı ile RMM üsleri ortadan kaldırılıyordu. Genelkurmay büyük ağırlığı Hava Kuvvetlerine vermişti. Yapılan son durum değerlendirmesinde tehlikenin atlatıldığı kesinlikle belirlendi. İlk önce Beşparmak dağlarındaki direnme yuvalarını temizleyip, Girne-Lefkoşa bağlantısını bir an önce kurmaktı. Girne-Lefkoşa bağlantısı saat 07.00’den itibaren kuruldu. 120 21 Temmuz günü, aynı saatte paraşüt taburu Darboğaz batısı Ozanköy yönünde taarruz etmek üzere bölgeye gönderildi. Üçgen bölge yoğun topçu, havan ve makinalı tüfek ateşlerine hedef oluyordu. Yer yer karşı taarruzlarla bölge sürekli olarak tehdit ediliyordu, özellikle helikopter indirme dalgaları gelişinde, gerek uçuş kolları ve gerekse iniş bölgeleri ile toplanma bölgeleri çok şiddetli topçu, havan ve makinalı tüfek ateşi altında tutulmuştur. Bu yoğun ateş, toplanma ve tertiplenmeyi oldukça güçleştirmiş ve kayıpları arttırmıştır. Hava Kuvvetlerimizin ağır baskısı başladıktan sonra bu bölgedeki birliklerimiz de rahat nefes alma olanağına kavuştu. Hava İndirme Tugayı 1nci Paraşüt Taburunun bölükleri, önceki gün kendilerine gösterilen mevzilere yerleşip savunmaya devam ettiler, özellikle 1nci ve 2nci Bölüklerin mevzilerine ağır düşman mermileri düştü, fakat herhangi bir zayiat verilmedi. Tabur ihtiyatı olan 3ncü Bölük, Bilelli Köyü’nün kurtarılması ile görevlendirildi. Geceyi Kırnı Bölgesine düşman girmesini önlemekle geçiren 2nci Paraşüt Taburu, sabahın erken saatlerinde aldığı emirle, Girne’nin güneyinde bulunan Şahinler Tepe’ye hareket etti. Aldığı emirle Delik Tepe’ye giden 3üncü Paraşüt Taburu, 21 Temmuz 1974 saat 00.30’da Bozdağ’a etkili düşman ateşi altında, yaya olarak ulaştı. Tugaya gönderilen irtibat subayı ancak 21 Temmuz 1974 sabahı saat 04.00’te 4ncü Paraşüt Taburu’na dönebildi. Tugay Karargahından gelen emre göre Tabur’un Gönyeli’ye taarruz etmesi gerekiyordu. Bunun üzerine 4üncü Paraşüt Tabur Komutanı, “Gönyeli düşmüş, oraya taarruz edeceğiz” diye verdiği emir üzerine, Hamit Mandırası’nın batısında Tabur Taarruz düzeninde süratli bir şekilde Gönyeli’ye doğru ilerlemeye başladı, 1nci Bölük ihtiyatta kalarak 2nci ve 3üncü Bölükler ileriye yanaştılar. Plan gereğince Kıbrıs’a ikinci dalgada (kademe) çıkması gereken 39. Tümen o sırada Mersin’de gemilere bindiriliyor; tank ve zırhlı araç sayısı arttırılıyordu. Truva feribotu deniz yollarından, Sadık Atıncan, Köyceğiz gemileri de sahiplerinden alınmış gerekli askeri yükle dolduruluyordu. Ne kadar hızlı hareket edilirse edilsin ikinci dalga 22 Temmuz’dan erken Kıbrıs’ta olamayacaktı. İkinci dalgayı çıkarana kadar Hava Kuvvetleri’nin desteği sürdürülecek, böylece birinci dalgada çıkmış olan birliklerimizin direnmesi sağlanacaktı. Bu arada helikopterle asker ve cephane indirilmeye devam ediliyordu. Türk savaş uçaklarının gelmesiyle iyice kırılan düşman taarruzunun yavaşlamasıyla birlikte, Türk birlik komutanları birliklerini bir gün önce sevk ettikleri noktalara koştular. Kolordu Komutanından izin alınarak, Jandarma Binbaşı Hasan Cemil’in canları pahasına tuttukları Dikmentepe’nin güvenlik içinde olduğu görüldükten sonra rahat bir nefes alındı. Binbaşı’ya hemen yeni bir emir verildi. “Dikmentepe’yi tutmakla olmaz, Dikomo’ya taarruz edip düşmanı püskürteceksiniz”. Geceki göğüs göğüse boğuşmanın hemen ardından jandarmalar, Çubuk Alayının bir taburuyla beraber yarım günde bu emri yerine getirip Dikomo’ya girdiler. Ardından, mücahit taburu gece terk etmek zorunda kaldığı eski yerine yerleştirildi. Paraşüt taburu Rum Bozdağı’nı ele geçirdikten sonra Dikmentepe’ye Türk bayrağını dikti. Her iki taraf da Amerikan yapısı AN/PRC tipi muharebe aygıtları kullandıkları için çok güzel Türkçe konuşan Rumlar çevrimlerimize girerek özellikle Kıyıbaşı’ndakileri çok zor durumda bırakıyorlardı. Askerlerimiz de yedek frekanslara geçerek, bir an için rahatlıyorlardı. Rumlar; gemi, uçak ve kara birliklerimize karşı olanakları ölçüsünde “mukabil elektronik savaş” uygulamaya çalışıyorlardı. Bir ara kendi uçağımızın çıkarma kumsalına saldırıya geçmesi üzerine, parola yerine zorunlu olarak başka bir uygulama durumunda kalındı. Rumlar çok güzel Türkçe konuşarak pilotumuzu aldatıp kendi birliklerimizin üstüne çevirdi. Yerdeki hava irtibat subayımız pilotun takma adını kullanıp çok önemli boyutlara ulaşacak bir faciayı önledi. Bu tür müdahalelerle karşı tarafın aldatmacaları etkisiz hale getiriliyordu. 20/21 Temmuz gecesi yapılan muharebelerde, Kadifekale bölgesindeki (St. Hilarion bölgesi) 1. ve 2. Komando Taburları 14 şehit vermişti. Bu şehitler ve yaralılar, 21 Temmuz sabahı boğaz üssüne tahliye edildi. Türk savaş uçaklarının etkili bombardımanı ve birliklerimizin karşı taarruzları Rum ve Yunan kuvvetlerini sindirmişe benziyordu. Ancak, kolordu karargâhı ihtiyatı elden bırakmıyor, gece yine saldırı olabileceğini düşünerek planlarını ona göre yapıyordu. İlk gün Ada’ya çıkanlar, ikinci dalganın 21 Temmuz 1974 günü çıkmasını bekliyorlardı. 21 Temmuz saat 11.00 civarında Kadifekale’den Girne yönünde hareket eden birlikler büyük bir düşman baskısı altında kalmadan (yalnızca evlerin içine giren Rum askerleri tarafından açılan ateşler hariç) saat 15.00 ile 16.00 arası Girne’den Pladini kumsalı doğrultusunda asfalta kadar indiler. Bu sırada Rum Bozdağı bölgesindeki Hava indirme Tugayının taburu da Bellapais köyü batısındaki bölgeye inmişlerdi. Çıkartma birliklerinin Girne yönünde hareket etmemeleri üzerine Kolordu komutanına bilgi verilmiş ve komutanın emriyle bu birlikler Girne güneyindeki Kadifekale kuzeyindeki futbol sahası bölgesinde hava kararmadan önce toplanmış ve geceyi orda geçirmeleri emredilmişti. 1. Tabura da doğruyol ve St. Hilarion bölgesinde toplanıp geceyi orda geçirmesi emredilmiştir. Hava kararınca daha önce beklenen olay gerçekleşiyor, Rum birlikleri saldırıya geçiyordu. Türk kuvvetler de ilk geceye göre daha düzenli bir şekilde karşı koyuyor, düşman saldırısını etkisiz hale getiremese bile ilk gecenin sıkıntısı yaşanmıyordu. Hatta istenen düzeyde olmasa bile Girne-Lefkoşa-Gönyeli üçgeni kurulabilmişti. Kıyıbaşı’nda da karşılıklı çatışmalar oldu. İlk geceye oranla, daha sakin ve atış disiplini daha iyi idi. 21 Temmuz gecesinden 22 Temmuz sabahına değin çatışmalar yine devam etti. Komando Tugayı birlikleri Beşparmak Dağları’ndaki, direnme yuvalarının, daha doğrusu silah depolarını saf dışı edebilmek için insanüstü çaba harcıyorlardı. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte bazı komandolar Girne’nin dış yerleşim bölgelerinde görülmeye başladı. 3. tabur, öğlene doğru Girne-Pladini kumsalı sonuna ulaşmıştı. Havadan inenlerle denizden çıkanlar birleşmek üzereydi. İki gün boyunca hiçbir takviye almadan direnmek ve Genelkurmay Başkanlığının planında belirtilenleri yerine getirmek başlı başına “büyük başarıydı”. Çıkartmanın ikinci gününde, Kıbrıs’taki Rumların Türklere işkence yaptıkları, öldürme olaylarının arttığı haberi hızla yayılmaya başladı. Bunun üzerine Kıbrıs Türk Kuvvetleri ve Adana, Hatay, İçel illeri Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Suat Aktulga bir bildiri yayınladı. “Kıbrıslı Rumlara hitap ediyorum: Türk köylerinde kadın, çocuk ve ihtiyarlara taarruz edildiği haberi alınmıştır. Bu hareketlere devam edildiği takdirde, misliyle mukabele edilecektir.” 20 Temmuz 1974 saat 15.00’de Yunan Deniz Kuvvetlerine ait Glafkos ve Nireis denizaltılarına Kıbrıs’a hareket ederek Türk deniz araçlarını vurma emri verildi. Bu denizaltı gemileri herhangi bir görev yapamadan 21 Temmuz 1974 tarihinde saat 13.00’de geri çekildi. 573. Piyade Taburu ve 550 gönüllü, Albay Papakostalu komutasında Retimnon muhribi ile Kıbrıs’a gönderildi. Fakat 22 Temmuz 1974 gece yarısı gemi komutanı Albay Zulias’a geri dönüp personeli Rodos’a çıkarması emri verildi. Daha önce alarma geçirilen 35. Yunan komando taburu 21 Temmuz gece yarısı 15 tane Moratlas uçağı ile Kıbrıs’a intikal ettirildi. Bunlardan ikisi yolu şaşırıp geri dönerken dört tanesi de Lefkoşa havaalanında RMM ordusu askerlerinin ateşiyle tahrip oldu. 6. KOCATEPE MUHRİBİNİN BATIŞI Güney Ege’nin Akdeniz’e kavuştuğu bölgede keşif yapan bir Türk deniz keşif uçağı doğuya doğru yol alan bir filo keşfetmişti. Pilot, alçak bulutlardan dolayı filoyu teşkil eden gemilerin kimliğini tam olarak teşhis edememiş, Amerikan yapısı muhriplerin refakat ettiği bir ticaret gemisi filosu olduğunu tahmin etmişti. Bu keşfin raporu Türk Genelkurmayına ulaştırıldığında Genelkurmay, derhal hükümeti haberdar etti. Olay ciddiydi. Eğer bu Yunan filosu ise ve Kıbrıs’a asker takviyesi için yola çıkmışsa Türk Silahlı Kuvvetleri onu Kıbrıs’a ulaşmadan önce mutlaka ya batırmalı ya da geri çevirmeliydi. Durumu öğrenen ve ciddiyetini hemen idrak eden Başbakan Bülent Ecevit bu filonun veya konvoyun geri çevrilmesi için Amerikan tavassutunu rica etti. Ecevit konvoya yapılacak bir müdahalenin bir Türk-Yunan savaşına sebep olmasından korkuyordu. Temas kurduğu Amerikan Dışişleri Bakanı Dr. Henry Kissinger, ona Yunanlıların böyle bir konvoyundan haberleri olmadığını söyledi. Bu elbette bir Yunan aldatmacası olabilirdi. Bu yüzden Hükümet de Genelkurmay da Amerikan Dışişleri Bakanının sözlerine fazla kıymet vermediler. Durum son bir defa daha gözden geçirildi. Karar kesindi ve kaçınılmazdı. Konvoy varsa mutlaka batırılacak veya geri çevrilecekti. Harekâtın bu safhasında bu ölçüde bir düşman kuvvetinin Kıbrıs’a çıkmasına izin vermek düşünülemezdi. Hemen Hava ve Deniz Kuvvetlerine harekâta geçmeleri için emir verildi. Kuvvetlerin büyük bir kısmı Ege’de olan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Kıbrıs açıklarındaki 5 muhribinden 3’ünü Yunan filosunu karşılamak için görevlendirdi. Kocatepe, Adatepe ve Çakmak Muhripleri hemen batıya Arnavut burnuna doğru yöneldiler. Bu arada hava kuvvetleri ise Yunan gemilerine saldıracak olan 48 uçağın hazırlıklarını tamamlamıştı. Türk Filosu Arnavut Burnunu dönüp Kıbrıs’ın batı sahilleri önünde Yunan filosunu karşılamak için Güneye doğru dümen kırdığı sırada Rum-Yunan hücum botlarının saldırısına uğradı. Fakat bu “kahraman filo!” Türk gemilerinden açılan ilk salvodan sonra hemen selameti kaçmakta buldu. Bu arada içlerinden bir tanesi batırılmıştı. Filo güney batı istikametinde bir müddet daha seyrettikten sonra bir anda nereden geldiği bilinmeyen bir jet filosunun taarruzuna uğradı. Binlerce metre yükseklikten süzülen uçaklar bomba ve roketlerini bıraktıktan sonra yeni bir saldırı için yeniden yükseliyorlardı. Uçaklar dalga dalga geliyor, keşif, uçaksavar barajına rağmen bomba ve roketlerini bırakıp dönüyorlardı. Saldırının daha ilk dakikalarında Kocatepe Muhribimiz ciddi bir isabet aldı ve yanmaya başladı. Bunu gören uçaklar geminin işini bitirmek için saldırılarını Kocatepe üzerine teksif ettiler. Gemi artık kontrolden çıkmıştı. Filo Komutanının “hava taarruzuna uğradık” mesajı Deniz Kuvvetleri Komutanlığına ulaşınca Komutan Kemal Kayacan derhal hava kuvvetlerini aradı ve durumu bildirdi. Orgeneral Emin Alp Kaya uçaklarının gerçekten Baf sahilleri batısında bir filoya hücum ettiğini ama bunun bir Yunan filosu olduğunu söyledi. Deniz Kuvvetleri Komutanı bölgedeki gemilerin Türk gemileri olduğunu ve uçakların devamlı saldırılarına maruz kaldıklarını söyleyince Hava Kuvvetleri taarruzlarını durdurdu. Böylece yaralı Adatepe ve Mareşal Çakmak Muhripleri kurtuldular. Ama daha önce yara alan Kocatepe bu arada batmıştı. Bu acı yanlışlık sonucu 57 vatan evladı o gün şehit oldular. 7. BARIŞ HAREKÂTI’NIN ÜÇÜNCÜ GÜNÜ GELİŞMELERİ (22 TEMMUZ 1974) 21/22 Temmuz gecesi verilen yazılı ve sözlü bir tümen emri ile Tuğgeneral Hakkı Borataş Komutanlığında “Bora Özel Görev Kuvveti” oluşturuldu. 22 Temmuz 1974 Pazartesi TCG Kocatepe gemimizin batırılışınm dayanılmaz acısı; Ada’daki birliklerimizin birleşememe korkusu; ada Türklerinin toplu öldürülme korkusu; yorgunluk, uykusuzluk ve sıkıntı içinde, 22 Temmuz 1974 sabahı başlıyordu... Başbakan Bülent Ecevit saat 10.00’da yaptığı basın toplantısında akşam saat 17.00’de ateşin kesileceğini söylüyordu. Ateşkes kararının bildirildiği saatlerde, daha önce gönderilmesi gerektiği halde adadaki darbe gelişmeleri nedeniyle gönderilemeyen 350 kişilik Kıbrıs Türk Alayı değiştirme Birliği de, Alay Komutanlığını devralacak olan Kurmay Albay Eşref Bitlis komutasında, Ovacık’tan (Mersin) helikopterlerle Kıbrıs’a gönderilmiş ve Gönyeli ovasına inmişti. Ateşkes için gelen dış baskılar göğüslenecek gibi değildi. Hükümet de Ada’daki askeri konumumuzu göz önünde bulundurarak ateşi durdurmaya karar verdi. 22 Temmuza girildiğinde hava ve kıyı başları tutulmuş sayılırdı ve ağır silahlı gücümüz de bugün çıkarılacaktı. Artık bundan sonra sürekli olarak yardım da gönderebilirdik. Tüm bu koşullar ve eldeki olanaklar değerlendirildikten sonra ateşin kesilmesinde bir sakınca olmayacaktı. Üstelik bu kararla dünya kamuoyunu da yanımıza alabilirdik... Zor geçen bir gecenin sabahıydı... Kıbrıs Barış Harekâtının ana düşüncesi: kısaca, harekâtın baskın tarzında icrası, çıkan ve atlayan birliklerin son hızla birleşmesi ve Kıbrıs’ta ilk aşamada güvenli bir askeri bölgenin ele geçirilmesiydi.121 General Demirel, General Borataş ve Binbaşı Güroğlu 22 Temmuz sabahı LCT çıkarma gemisinin güvertesinde akşamdan bu yana devam ettikleri durum değerlendirmesini yukarıda belirtilen ana düşünce çerçevesinde karar ve uygulama aşamasına getiriyorlardı. 121 “Kıyıdaki” ve “üçgen bölgedeki” birliklerin son durumu konusunda herhangi bir bilgimiz yoktu. Bu bilgi yoksunluğu içinde varsayımlarla çeşitli hareket tarzları belirledik: 1. Kıyıya ayak basar basmaz Doğuya veya dosdoğru Güneye taarruz. 2. Kıyıbaşında belirli bir kesimde geçici olarak birlikleri toparladıktan sonra yine aynı yön ve doğrultulara taarruz. 3. Kıyıya, gemilerdeki hafif silahların desteği ile zorla çıkış ve uygun bir Kıyıbaşı dayangası el geçirmek. Bütün bunlar yapılırken, daha önce Kıbrıs’a ayak basmış bulunan birliklerimizin toptan yok edildiği düşünülüyordu.”122 Belirlenen harekât tarzlarından en önemlisinin, kıyıya ayak basar basmaz hiç beklemeksizin taarruz olduğuna karar verdiler. Bu taarruz için eldeki kuvvetlerin cins ve miktarlarına bakılmayacaktı. Bu taarruz, Havabaşı ile en çabuk biçimde birleşme sağlamak amacı ile, Girne’den sonra düşene kalkana bakmadan ve durmaksızın Darboğaza yönelecek ve darboğazı düşürerek 20 Temmuz sabahı Gönyeli çevresine indirilen ve atlayan Hava İndirme ve Komando Tugayları ile birleşmeyi sağlayacaktı. Harekâtın başarısı için bu birleşmenin sağlanması zorunluydu. Çünkü 20 Temmuz sabahı Kıbrıs kıyılarına çıkan “Çakmak Tugayı” ile Gönyeli bölgesine atılan tugaylar, 22 Temmuz akşamına kadar cephane ve yiyecek bakımından desteklenmezlerse savaş güçlerini yitirebilirlerdi. Bunun dışında, en önemli konu, Türk Hükümeti tarafından da 22 Temmuz 1974 günü saat 17.00 için “ateşkes” imzalanmıştı. Temel soru daha önce Kıbrıs’a çıkanların ne durumda olduğuydu. Alay komutanı şehit, yardımcısının ağır yaralı olduğunun bilinmesi LCT’dekileri, Kıyıbaşındaki kuvvetlerin iyi durumda olmayacağını düşündürüyordu. Tümgeneral Demirel, Tuğgeneral Borataş’a, “Kıyıya ayak basar basmaz Bora Özel Görev Kuvveti komutanız altında derhal Girne istikametinde taarruza başlayacaktır.” diye emir verdi. General Borataş’ın ayrılmasından sonra, Üsteğmen Yavuz Sokullu geldi. “Komutanım, en sonunda bir şerefe ulaşıyorum” dedi. Komutanın yüzündeki hayret ifadesini fark edince de hemen ekledi: “Birkaç kez Kıbrıs’a gitmek için dilekçe verdim, çeşitli nedenlerden göndermediler. Şimdi artık Kıbrıs’a ayak basıyorum. Hayatta bütün isteğim buydu. İşte bu şerefe şimdi kavuşuyorum... Amacım Kıbrıs’ta çarpışmaktı. Hakkımızı korumak ve Türk kardeşlerimizi kurtarmak gerek... Şimdi, bizler bu göreve gidiyoruz...” 122 Komutan konuşmanın akışını değiştirmek için O’na Beşparmak dağlarını gösterdi. Bu sırada Kıbrıs’ta Kolordu Komutanı, 39. tümenin hareket ettiğini ve 22 Temmuz sabahı kapak atılacağını bildirdi. Komando taburuna (1. ve 3. tabura) da, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte bir gün önce yaptıkları taarruza devam etmeleri ve Girne’nin düşürülmesi emredildi. Bugün, daha önce (15 Temmuz 1974) darbeci Rum askerlerin ele geçiremediği Papaz’ın evini paraşüt taburu, bir teğmenin (Ulvi Berberoğlu) komutasında, boğaz boğaza çarpışarak ele geçirdi. Burada bol miktarda silah ve cephane ele geçirildi. Papaz’ın evi; 58 kişinin silah deposu haline getirdiği bir direnekti ve Girne’ye giden birliklerimize ateş kusmuştu. 20 Temmuz sabahı, 15 tanklı piyade bölüğü çıkarılmıştı. 22 Temmuz günü de 15 tank, 10 kariyer çıkarıldı.123 20 Temmuz sabahı çıkarılan birliklerin, 22 Temmuz’a kadar Kıyıbaşı’nda sıkışıp kalmaları nedeniyle tanklar sürekli olarak çalıştırıldıklarından benzinleri bitmek üzereydi. Daha önce gemilere yüklenen iki benzin tankeri yardımlarına yetişti ve bu tanklardan da yararlanma olanağı doğdu. Yavaş yavaş akşamın alaca karanlığı çöküyordu. Türk tanklarının ikişerli ya da üçerli timlerle Girne’nin kenar semtlerinde yaptığı savaşlar, şiddetli ve etkili atışlar Rumların Girne dışındaki direnmelerini kırmaya başlamıştı. Düşman ateşlerinin sıklaşması bu izlenimi veriyordu. Düşman ateşinin etkisizliği ve ardından uzun bir süre kesilmesi kıtalarımızı hamle hamle ileri fırlatıyordu. Her fırlayışta Rumların ortaya çıkan isabetsiz bir ateşi hemen karşılık görüyor ve ateş edilen hedef Türk atışlarıyla yok ediliyordu. Son derece neşeli bir duruma gelen ilerleme harekâtı bu heyecan ile yerleşim bölgesi içinde adım adım ilerliyordu. Tanklarımız tek tek Girne’ye girmeye çalışırken beklenmedik ve çok tehlikeli bir durum ortaya çıktı. Birkaç tankımız bir aralık Girne içerisinde küçük bir meydanda bir yol kavşağında durmak zorunda kaldı, öndeki tanklar gidecekleri yöne karar veremiyorlardı. Arkadan gelen tanklar da bunlara katıldı. Bu meydan şimdiki Girne Belediyesi’nin bulunduğu yol kavşağıydı. Bu kavşaktan güneye, batıya birkaç yol ayrılıyordu. Arkadan gelen öteki tanklar da öndekilere katılarak durunca ortalık bir anda karıştı. Tanklar sokak içinde arka arkaya sıkışmışlardı. Her an bir felaketle karşılaşılabilirdi. Telsizler de duyulmuyordu, işaret flamaları ile haberleşiyorlardı. Bu açmazdan çıkmanın yolları düşünülürken, Girne kalesi çevresindeki dar bir sokağın içinden esir alınmış üç Rum askerinin tanklara doğru getirildiklerini gördüler. 123 Birliğin komutanı general, askerlere, “Lefkoşa (Nicosia) yolu neresidir?” diye sordu. Girne çıkışı bulunamıyordu. Tutsaklardan biri bir süre tereddüt ettikten sonra yolu gösterdi. Tutsağı da tankın üstüne aldılar ve tanklarımız birer ikişer Gönyeli yoluna doğru ilerlemeye ve bu kez Darboğaz’a taarruza başladılar. Ada’daki ordumuz kendilerini koruyup savaşı sürdürebilirlerdi ama Türk sancakları ivedi yardıma gereksinme duyuyordu. İlk gün Lefke ve Limasol sancakları düşmüştü. Daha önceki bölümlerde anlatıldığı gibi Mücahitler, kendilerinden sayı ve silah üstünlüğü çok fazla olan Yunan ve RMM (Rum Milli Muhafızları) saldırıları karşısında ağır kayıplar vermişlerdi. Bu iki sancağın dışındaki sancaklar her ne kadar dayanabildilerse de direnişleri daha ne kadar sürecekti. Bu arada, Rumların tutsak aldıkları Türkleri toplu olarak öldürdükleri haberi de Ankara’da kaygı uyandırıyordu. Bu arada Atina’nın savaş ilan edip etmeyeceği kuşkusu da havada dolanıyordu. Açmaz içindeki Cunta ne yapacaktı? “20 Temmuz sabahı Yunan cuntası lideri Yuannides, Türk çıkarmasının haberini aldığı zaman, fevkalade sinirlenmiş ve ne demekse, Türkiye’nin kendisini aldattığını söyleyerek, Türkiye’ye Kıbrıs’ta ve “belki de başka yerlerde” mukabele etmek üzere, genel seferberlik ilanını emretmiştir.124 Fakat seferberlik emri tam bir kaosa neden oldu. Açıkça görüldü ki, Yunanistan’ın savaş planlarında ciddi bir karışıklık ve hazırsızlık vardı. Gregorios Bananos, Abdreas Galatsanos, Aleksandros Papanicalau ve Petros Arapakis gibi yüksek rütbeli Generaller, Kıbrıs yüzünden Türkiye ile bütün cephelerde sınırsız bir savaş ihtimali karşısında durakladılar. Böyle bir savaş Türkiye kıyılarına çok yakın olan ve savunmasız bulunan Yunan adalarının kaybı ile neticelenecekti. Daha kötüsü, kuzeyde toplanmış olan Yunan kuvvetlerinin büyük bir kısmı, İstanbul’a değil, Atina’ya yürümeye hazır olduklarının işaretini verdi.”125 Amerika da Yunanistan’ın bir Türk saldırısını karşılama gücünde olmadığını Atina’ya telkin etmişti. Gerçekten, Türk kuvvetlerinin Kıbrıs’a çıkması üzerine, Trakya’da bulunan ve Türk sınırı üzerinde yerleştirilmiş bulunan Yunan 3üncü Ordusu’ndan 250 subay, 21 Temmuz’da hükümete yönelttikleri ve Londra-BBC ve Almanya’nın Sesi (Deutsche Welle) radyolarında yayınlanan ültimatomlarında,bir yandan Türkiye’den Kıbrıs’taki harekâtı durdurmasını isterken, öte yandan da, Cumhurbaşkanı Gizikis ile kuvvet komutanları ve iki büyük siyasi parti liderlerinin katılacağı ve başkanlığını Karamanlis’in yapacağı bir “Milli 124 125 Selamet Konseyi” kurularak, Türkiye ve İngiltere ile Kıbrıs konusunda müzakerelere geçilmesini ve serbest seçimlerin yapılmasını istemişlerdir. 3üncü Ordu’nun bu başkaldırması üzerine Cunta 23 Temmuz’da çöktü. Eski başbakanlardan Karamanlis, 23-24 Temmuz Paris’ten Atina’ya geldi ve ertesi günü de kendisine yeni hükümeti kurma görevi verildi. Cunta’nın darbenin ardından Türkiye ile savaşı planladığını Sampson’un anılarından öğreniyoruz. Bu anılar hem Yunanistan’ın Kıbrıs politikasını hem de Kıbrıs Türklerinin geleceğini açık biçimde gözler önüne sermektedir. “15 Temmuz 1974 darbesiyle Rum yönetimi başına getirilen Nikos Sampson, Şubat 1983’te yayımlanan anılarında bunu açık bir biçimde belirtmekten çekinmemişti. Nitekim Sampson’un anılarının yayımlandığı kitabının 95inci sayfasında, 22 Temmuz 1974 günü Yunan Cumhurbaşkanı Gizikis ile Sampson arasında yer alan telefon konuşmasında Enosis’in ne zaman ve nasıl ilan edileceği konusunda anlaşma yapılmıştı. Bu konuşmayı, burada RumYunan niyetlerini açıkça göstermesi bakımından kısaca almakta yarar görmekteyim. Konuşmadan bölümler: Gizikis: Savaş Konseyi, Tuğgeneral Yuannides’in tavsiyesi üzerine Türkiye’ye savaş ilan etmeye karar verdi. Türkler tamiri ve telafısi imkânsız bir yenilgi alacaklardır. Bay Sampson, sen de Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını açıklamaya hazırlan. Sampson: Gizikis’in verdiği cevap, Yunanistan’ın kana bulanan kızının yardımına koşacağını ve sonunda Kıbrıs ulusal gövde ile birleşeceğini (Enosis) doğrulamaktaydı. Yaşaran gözlerle kendisine sordum... Sayın Başkan, Anavatan’ın askeri yardımı ne zaman gelecek ve savaş ne zaman ilan edilecek? Bana cevap verdi: - 22 Temmuz 1974 pazartesi sabahı saat 11.00’da. Buna neden de Kıbrıs’a yaklaşmakta olan denizaltılarımızın Kıbrıs’a ulaşmasını mümkün kılmaktır. Denizaltılarımız halen Kıbrıs’a doğru yol almaktadır. Kendisine sordum: - Peki, Enosis’i ne zaman ilan edeyim? Yunanistan’ın Kıbrıs’ta, Meriç’te ve öteki cephelerde saldırılarının başlamasından hemen sonra Enosis’i ilan edebilirsin diye cevap verdi. Kendisine şöyle konuştum: - Teşekkür ederim sayın Cumhurbaşkanı, şimdilik size veda ediyorum. Kıbrıslıların rüyası ve beklentilerinin gerçekleşmesinin başlayacağı saat 11.00’e kadar sizden ayrılıyorum. Cevap verdi: - Evet, rüyalarınız ve beklentileriniz nihayet gerçekleşecektir.”126 Karamanlis göreve başlar başlamaz, Türkiye’ye savaş ilan etmek ve Türk kuvvetleri ile Kıbrıs’ta ve mecburiyet olursa başka cephelerde de karşılaşmak istedi. Lakin Atina’da toplanan Savaş Konseyi’nde ordu komutanları, uzak bir mesafede olan Kıbrıs’ta savaş yapmak için Yunan Silahlı Kuvvetlerinin yeterli hazırlığı bulunmadığı ve aynı zamanda da açıkta kalan Ege Adalarını savunmanın mümkün olmayacağını bildirdiler. Bunun üzerine, gayet sinirlenen Karamanlis, Kıbrıs’ta ateşkesi kabul etti ve ertesi günü de Yunanistan’ı NATO’nun askeri kanadından çıkardı. NATO Türkiye’yi durdurmadı diye...”127 8. DARBOĞAZ’A TAARRUZ Darboğaz, tankların yol dışındaki hareketlerini birçok yerde olanaksızlaştırıyordu. Bu nedenle Girne’den sonra tank ve kariyerlerin kol düzeninde Darboğaz’a saldırmaları tankların hareket yeteneklerine uygun değildi. Bununla beraber, eğer yol kapalı değilse, tanklarımızın ateş gücü ile düşmanın yakın sağında ve solundaki sınırlı direnmelerin kırılmasının kolay olacağı düşünüldü. Türk kurmaylarına göre, bu ana kadar, düşmanın kırılan ve dağılan kuvvetlerinin tanklardan önce hızla toparlanarak, Darboğaz’da güçlü ve yeni bir direnme gücü ve direnç yuvaları kurulabilme olasılığı çok zayıftı. Taarruz gelişiyordu. Girne’den Pladini kumsalına kadar uzanan kıyı boyları ve derinliklerini yaklaşık olarak takviyeli bir Türk Alayına eşit olan bir Rum birliği savunuyordu. 22 Temmuz’da Türk birlikleri ve Bora Özel Görev Kuvveti Pladini-Ayayorgi yol ekseni boyunca baskın taarruzuna geçince Rumların bu alayı o ana kadar beklemedikleri yönden batıdan doğuya doğru kuşatılmış oldu. Oysa Rum alayı, Türk Kuvvetlerinin kıyıdan çıkacağını düşündüğünden buna göre önlem almıştı. Girne ve Pladini kumsalı arasındaki kıyıları denize karşı savunacak biçimde kıyı boylarını ve derinliklerini savunmaya hazırlanmıştı. Bu amaçla kıyı boyunda ve derinliklerinde birçok koruganlar yapmıştı. Bu koruganları Girne kentine ve Darboğaz’ın derinliklerine kadar uzanmıştı. Türk Kuvvetlerinin taarruzu düşmanın koruganlara gitmesine olanak ve zaman bırakmaması nedeniyle Rumlar, koruganlardan gereği gibi yararlanamıyorlardı. Rum Piyade Alayının 8 km’lik yan ve gerileri Türk güçlerinin eline geçmişti. Rum birlikleri dağıtılmış, bir bölümü de Girne doğusuna ve Girne kalesine çekilmişti. Alay 126 127 komutanının otomobilinin çalışır durumda ele geçirilmiş olması, komutanın sevk ve idareyi yitirdiğini açıkça gösteriyordu. Darboğaz’a yönelen Türk tankları sağdaki ve soldaki direnme yuvalarını kırmaya başladılar. Tanklar Boğaz’a başarı ile taarruz ediyorlardı. Bir tank yol boyunca ilerlerken, bir başkası dönemecin köşesinde hedef olması olası tepeleri, koruganları ateş baskısı altına alıyordu. Sonra ilerideki tank ateş himayesini yapıyor ve arkadaki tank bundan yararlanarak sıçramalarla ileri yanaşıyordu. Artık Boğaz yavaş yavaş açılıyordu. Düşman atışları da isabet gösteremiyordu. Türk tanklarında hasar yoktu. Bölgede bulunan ormanlar daha önce uçak taarruzları ile yakıldığından, Rum hedeflerinin görülmesi ve bulunması çok kolay oluyordu. Tank ve kariyerler düzenli bir biçimde ilerleyerek Darboğaz’ı düşürmeye çalışıyorlardı. Tanklar, dönemeçli yolu dönerek sağdaki ve soldaki hedeflere ateş ederek Boğazın boyun noktasına doğru adım adım yaklaşıyorlardı. Bir ara sağdaki bir tepenin üstünde dalgalanan mavi beyaz bir bayrak altında birileri görüldü. Tank topumuz derhal o tarafa döndü. Bayrağın altındaki askerler ayaktaydı ve tanklarımızı selamlıyorlardı. Bunların Rum ya da Yunan olmayacağını bir an düşünen Türk komutanlar tankın ateşini son saniyede durdurdular. Sonradan öğrenildiğine göre bunlar Barış Gücünün Finli askerleriymiş. Boğaz’ı düşüren tanklarımızı birer birer saygıyla selamlıyorlarmış. Darboğaz’ın boyun noktasına yakın yerlerde tek tek mücahit ve komando erleri görülüyordu. Bu erlerle karşılaşmalarda daha önceden belirlenen bir parola olmadığı için karşılıklı olarak ateş edilmesi kaçınılmazdı. Bir çatışmayı önlemek için en öndeki kariyerlerden birinde bulunan General (Hakkı Borataş) yolda rastladığı bir eri çeviriyor, önce “Kelime-i şehadet” getirtiyor, Türk olduğunu anlayınca hep beraber “dağ başını duman almış” marşı eşliğinde harekâta devam ediyorlardı. Fin askerleriyle selamlaştıktan sonra tanklarımız son hızla birer ikişer Boğazın boyun noktasına ve oradan durmadan Gönyeli’ye doğru ilerlemeyi sürdürüyorlardı. Boğaz sancağı civarında tanklarımız 19.00’da görülmeye başladı. Tanklar hedeflerine birer ikişer geliyorlardı. Hedefte yeniden toparlanmak zorundaydılar. Susuzluk, açlık ve yorgunluk etkisini gösteriyordu. Belirledikleri harekâtın ilk hedefine ulaşılmış olması bunların tümünü unutturmuştu. Tanklarımız yol kenarında, Boğaz sancağına ait olan bir çeşme kenarında duruyorlar ve çeşmenin temmuz sıcağı suyunu kana kana içiyorlardı. Çeşme kenarında bir aralık Tuğgeneral Borataş, Tümgeneral Demirci’nin yanına gelerek, “Bora Harekâtı bitmiştir” diye askerce rapor verildi. İki general ve orada bulunan subaylar teker teker kucaklaştılar. Girne henüz tam olarak ele geçirilmemişti. Tanklar Girne’nin içine girmeden Darboğaz’a yönelmişti. Daha önce Girne’nin kenar semtlerine girmiş olan komandolar havanın kararmasıyla birlikte yerleşim bölgeleri içinde kaldılar. Askerleri toparlayıp geri çekilmek olanaksızlaşmıştı. Birer cephaneliğe dönüştürülen evlerin arasında kaldılar. Geceyle birlikte Rumların yoğun ateşiyle karşılaştılar. Sabaha değin süren çatışmalarda 23 şehit verildi. Günün ilk ışıklarıyla birlikte ev ev aranan kenar semtlerden sonra merkez yerleşim bölgesine girildi. Direnme yuvalarıyla tek tek boğuşulan Girne 23 Temmuz’da tamamen ele geçirilmişti. 24 Temmuz’da da Kolordu Komutanına teslim edildi. 9. LEFKOŞA HAVAALANI BOMBALANIYOR (22 TEMMUZ 1974) 21 Temmuz günü Kıbrıs Hava Meydanı’nın (Lefkoşa) tarafımızdan kullanılmaz hale getirilmesi için Genelkurmaydan müsaade istenir. Genelkurmay Başkanı “Olmaz... Meydan İngilizlerin” der. 22 Temmuz’da ise bir helikopter pilotu “Lefkoşa havaalanında Onasis’in şirketinin 6 tane uçağı duruyor.” der. Bunun üzerine Genelkurmay II. Başkanı Adnan Ersöz aranır. Alanı bombalama izni istenir. Genelkurmaydan bombalayın izni çıktıktan sonra Korgeneral Hulusi Kaymaklı (II. Taktik Hava Kuvvetleri Komutanı)’nın bilgisi dâhilinde “kazara bomba düşürmek” taktiğiyle hava alanı bombalanır.128 Birinci Barış Harekâtı sonunda uçak kaybımız: 20-23 Temmuz 1974 tarihleri arasında toplam 733 sorti yapılmıştır. Bu süreçte düşen uçak sayımız 10’dur. Düşen uçakların günlere göre dağılımı şöyledir: 20 Temmuz 1974: 3 tane F-100 - 1 tane RF-84 (pilotu şehit oldu) 21 Temmuz 1974: 2 tane F-100 - 1 tane F-104 22 Temmuz 1974: 1 tane F-100 - 1 tane F-102 23 Temmuz 1974: 1 tane F-102 10. 128 TÜRK-İNGİLİZ SAVAŞINA KILPAYI Kıbrıs 1960 yılından beri, İngiliz Uluslar Topluluğu’na bağlı bağımsız bir devletti. Başpikopos Makarios, bir yıl sonra ülkesini (Kıbrıs) temsil etmek için İngiliz Uluslar Topluluğu Başbakanlarını bir araya getiren toplantıda hazır bulundu. Çünkü adanın nüfusu Türkler ve Rumlar arasında bölünmüştü ve bu bölünme, söz konusu liderlerin (ya da kesimlerin) ülkelerine olan aşırı sadakatinden kaynaklanıyordu. (Türk ve Rum kesimlerinin liderleri, Kıbrıs’tan önce anavatanları olan Türkiye ve Yunanistan’ı düşünüyorlardı). Kıbrıs, Yunanlı ve Türk konuşmacı diplomatların tehditleri, diplomatik baskılarıyla tam anlamıyla bir hedefti. 1974 yılının 15 Temmuz’unda “Fanatik Rum” olarak tanınan Nikos Sampson, Kıbrıs’ta bir “karşı devrim” başlattı. Ulusal savunma birlikleri’nin araya girmesi ile Cumhurbaşkanlığı Sarayı da saldırıya uğradı. İngiliz Dışişleri Bakanı James Callaghan, parlamentodaki ilk konuşmasını 15 Temmuz’da yaptı. Callaghan, Başkan Makarios’a düzenlenen suikastın soruşturulması ve suçluların ortaya çıkarılması için son derece saygın girişimlerde bulundu. Muhafazakâr sözcü Sir Alex Douglas Home yaptığı açıklamalarda, üzüntülerini bildirdi. Gerçekte Cumhurbaşkanı başpiskopos Makarios Manastırdan kaçarak, adanın batısına gitmişti; ancak yaşamı yine tehlikedeydi. Makarios oradan kurtarabilmesi için, adada bulunan İngiliz Akrotori askeri üssüne bir helikopter gönderdik. Makarios, önce Malta’ya, oradan İngiltere’ye uçtu. İngiltere’ye varır varmaz da doğru Dovming Street 10 numaraya (Başbakanlık Konutu) gitti. Bitkindi ve çok kötü görünüyordu. Başbakan Mintoff, büyük bir nezaket örneği göstererek, ona temiz bir tişört armağan etti. Ancak o papaz cüppesi kullanıyordu. Bunun üzerine, derhal Londra’da bulunan Yunan Ortadoks Kiliseleri Birliği aranarak Başpikopos’un üzerine uygun boyutlarda yakalı cüppe ısmarlandı. Kıbrıs’ta İngiltere’nin iki üssü, faaliyetlerini aralıksız sürdürüyordu. Üslerden bir tanesi, Ada’nın doğusundaki Dikelya, diğeri ise Ada’nın güneyindeki Akrotori idi. 22 Temmuz’da, Türklerin büyük ölçüde denetimi ele geçirdikleri bölgelerde, ateşkes ilan edildi. Bu anlaşma, uzun süren, yorucu Cenevre Anlaşmaları’nın sonucunda elde edilen somut bir gelişme idi. Cenevre’deki toplantıya İngiltere’yi temsilen Callaghan ve Türkiye ile Yunanistan’ı temsil eden heyetler katıldılar. Bugün tam anlamıyla “trajedi” olarak adlandırabildiğimiz uzlaşmazlıkların arkasında, Amerika Birleşik Devletleri Diplomatları’nın olduğunu biliyoruz. ABD Dışişleri Bakanı Dr. Kissinger, olaydan sonra bizi arayarak, kritik anlarda uyguladığımız politikalardan endişe duyduğunu söyledi. Dr. Kissinger, daha sonra yaptığı çeşitli açıklamalarda da bizi açık bir şekilde eleştirdi. Bu arada, Kıbrıs’taki kriz, gittikçe tırmanıyordu. Çoğunluğunu İngiliz ve Kanadalıların oluşturduğu büyük bir Birleşmiş Milletler grubu, Lefkoşe yakınlarındaki, havaalanı civarında üstlenmişlerdi. Türkiye’nin havaalanını bombalaması üzerine durum ciddileşir. Bombalama faaliyetinin uzun sürmemesi Türk-İngiliz çatışmasına mani olmuştur.129 G. ATEŞKES KARARI ALINIYOR 1. 22 TEMMUZ 1974 GÜNÜ ANKARA’DA YAŞANAN ÖNEMLİ SİYASİ GELİŞMELER Pazartesi günü Başbakan Bülent Ecevit için oldukça yoğun başladı. Bir taraftan sürekli Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık ediyor, bir taraftan Genelkurmay’a gidip son gelişmeleri bizzat komutanların ağzından dinliyor, bir taraftan da Amerikan Dışişleri Bakanı Dr. Kissenger ile harekâtın başından beri kurduğu telefon diyalogunu sürdürüyordu. Bu diyalog iki devlet adamının birbirlerini daha yakından tanımalarına ve takdir etmelerine yardımcı olmuştu. İkisi de konuşmalarında mutlak, yuvarlak, diplomatik ifadelerin arkasına sığınmıyorlar, anlatmak istediklerini sade ve samimi bir dille doğrudan doğruya ifade ediyorlardı. Kissenger, harekâtın bir Yunan-Türk harbine dönüşmemesi ve NATO’nun Güney kanadının yıkılmasına sebebiyet vermemesi için Bülent Ecevit’e harekâtı sınırlı tutması için baskı yapıyordu. Ama bu baskı Johnson’un 1964’teki baskısına benzemiyordu. Kissenger, tehdit ve tahrik kokan ifadeler kullanmıyordu. Sadece eski bir öğrencisi olan Türk Başbakanına durum hakkındaki görüşlerini kuvvetle ifade ediyordu. O Türkiye’nin de Bülent Ecevit’in de bir Türk-Yunan savaşı istemediğine emindi. Tek korktuğu, bir köşeye sıkıştırılmanın ve çaresiz kalmanın verdiği ezikliğin dengesiz Yunan Cuntacılarını çılgınca bir harekete itmesiydi. Türkiye isterse meşhur Yunan konvoyunu, bir gün önce Yunanistan’ın adaya uçaklarla gönderdiği komando takviyesini veya hepsinden daha önemlisi Yunan Alayının Türk Alayına yaptığı hücumu bahane ederek savaşı Yunanistan’ın başlattığını ileri sürebilir ve Türk kamuoyunu yıllardır rahatsız eden Ege Adaları ve Batı Trakya Türkleri sorununu da kökünden çözmek için Yunanistan’a karşı bir askeri harekât başlatabilirdi. Türkiye’ nin bu yola tevessül etmeyişi de, ‘edeceğim’ diye tehditler savurmayışı da Bülent Ecevit’in sözlerine ve 129 düşüncelerine bir başka ağırlık kazandırıyordu. 20 Temmuz günü harekât başlar başlamaz Ortadoğu’da yeni bir sıcak savaş istemeyen büyük devletler o güne kadar görülmemiş bir süratle B.M. Güvenlik Konseyini toplantıya çağırmışlar ve bir ateşkes kararı almışlardı. Türkiye gibi hukuka bağlılığı her zaman tescil edilmiş bir devletin B.M. Güvenlik Konseyi’nin hukuken bağlayıcı olan kararlarını hiçe sayması diplomatik alanda tehlikeli bir emsal yaratabilirdi. Kissenger Güvenlik Konseyi’ni, kimsenin takmadığı, Genel Kurul seviyesine düşmüş görmeyi istemiyordu. Türkiye Başbakanı, Dr. Kissenger’ın endişelerini anlıyor ve ona hak veriyordu. Türkiye, 20 Temmuz Barış Harekâtı’na başlarken ne Yunanistan’ı ne de B.M.’yi küçük düşürmek istemiyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri Ada’ya sadece ve sadece Kıbrıs Türkünün meşru haklarını korumak için çıkmıştı. 1964’ten beri Ada’da kanunsuz olarak bulunan, her fırsatta Kıbrıs Türk toplumuna tecavüz eden, katliamlar yapan, onu, Türkiye her harekete geçmek istediğinde bir rehine olarak kullanmaya çalışan Yunan ordusunun bu topluma karşı teşkil ettiği tehdidi Türkiye bu sefer her ne pahasına olursa olsun bertaraf etmeye kararlıydı. İşte harekât bu safhaya erişmeden ateş kesmeyi Ecevit tehlikeli buluyordu. Fakat Kissenger da Ada’daki askeri durumu en az Bülent Ecevit kadar iyi biliyordu. Kissenger’a göre Türk ordusu, o gün çıkan birliklerin Ada’ya ulaşması ile artık sahil başının güvenliğini tamamen sağlamıştı. Adaya yeni bir birlik çıkarmak 2 gün içinde mümkün değildi. Çıkartma ve nakliye gemilerinin Mersin’e yüklemeye gidip Kıbrıs’a geri dönmeleri en erken bu süre içinde mümkündü. Bu yeni birliğin Ada’ya çıkması zaten ateşkes yapıldıktan sonra da olurdu. Bu durumda ateşkese kadar eldeki birlikler pekâlâ yeterli sayılabilirdi. Ecevit Kissenger’den, Komutanlara danışmak için süre istedi. Böyle bir konuda sonradan pişmanlık getirecek bir karar vermek istemiyordu. Telefon konuşmasından sonra Genelkurmay’a giden Ecevit komutanlara durumu anlattı ve fikirlerini sordu. Onların da söyledikleri aşağı yukarı Kissenger’ın söylediklerine benziyordu. 39. Tümenin öncülerinin Ada’ya çıkması durumu, bir daha değişmemek üzere Türkiye lehine düzelmişti. Şimdi Güneye doğru ilerleyen bu kuvvetler o gün havadan inen birliklerle birleşecekler ve harekâtın birinci bölümü tamamlanacaktı. Ecevit izahat üzerine onlara saat 17.00’ nin ateşkes için uygun olup olmadığını sordu. Saat 17.00’a kadar birleşmenin gerçekleşeceğine mutlak gözüyle bakan komutanlar Başbakana olumlu cevap verdiler. Şimdi iş hükümete kalmıştı. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Profesör Doktor Necmettin Erbakan ise komutanlar gibi düşünmüyordu. Üstelik Ecevit’in kabineye, komutanların düşüncelerini doğru olarak anlattığından emin de değildi. Milli Selamet Partisi’nin Genel Başkanına göre Ada’ya Kuran’ın verdiği “fetih” hakkını kullanmak için çıkmış olan Mehmetçiği kimse durduramazdı. Durdurmamalıydı.130 Ecevit şaşırdı. İsmet İnönü’den aldığı dersle politik hayatında dürüstlüğü, sözüne güvenirliliği hep ön planda tutmaya gayret etmiş bir insandı. Erbakan’ın olup bitenlere kuşku ile bakmasına anlam veremedi. Erbakan’a kendisine inanmıyorsa birlikte Genelkurmay’a gidebileceklerini, askerlerin fikirlerini askerlerin ağzından dinleyebileceğini söyledi. Neticede, Başbakan Yardımcısı Genelkurmay’da, kabine odasında yaptığı gibi “Kutsal Kuran’dan”, “fetih hakkından” falan bahsetmedi. Nazik ve terbiyeli bir şekilde generalleri dinledi ve ikna oldu. 2. 22 TEMMUZ 1974 GÜNÜ KIBRIS’TA GELİŞEN OLAYLAR Ankara’dan saat 17.00’de ateş kesileceği mesajını alan Türk Barış Kuvvetleri yeni bir şevk ve azimle saldırılarına devam ettiler. İlk gün sonunda Ayvasıl Köyü’nü ele geçiren 1inci Paraşüt Taburu savunma mevzilerinde tahkimatı pekleştirirken, Komando Tugay’ı, 3üncü Taburu’ndan Astsubay Mustafa Demir, Astsubay Mustafa Karalı, Astsubay Sedat Can ve 7 er helikopter indirmesinde düşmanın kesif havan atışları dolayısıyla birliklerinden ayrı düşerek 1inci Paraşüt Taburu’na katıldılar. Şahinler Tepe’yi elinde bulunduran 2nci Paraşüt Taburu’nun, son iki günde Türkiye’den helikopterlerle gelen ve kayıp personelin de katılması ile muharebe gücü artmıştı. Tabur destek silahlarının ateşi neticesinde Belapais güney sırtları tamamen sislenerek düşmanın gözü köreltilmiş o anda batı-doğu istikametinde esen rüzgâr Türk birliklerinin lehine dönerek Tabur’un süratle hedefine ilerlemesini sağlamıştır. 21 Temmuz 1974’te Deliktepe’yi ele geçiren 3üncü Paraşüt Taburu, 22 Temmuz 1974 günü yarım kalan Deliktepe temizleme harekâtına devam etti. Saat 11.00’de başlayan bu harekât saat 12.00’de Deliktepe’nin güney-doğusunda görülen elli kişilik bir düşman kuvvetine yapılan taarruzla son buldu. Bu taarruzda düşmanın 30 kadarı öldürüldü, 5 kişi de esir edildi. Böylece Deliktepe’nin doğu eteklerine kadar tamamıyla zapt edilerek düşmandan temizlendi. 4üncü Paraşüt Taburu’na verilen görev, Yunan Alayı’na ve Havaalanına taarruz idi. Bu amaçla öğleden sonra saat 13.30’da Gönyeli’de komuta yerinin gerisindeki evde toplanılması emredildi. Toplantıya bütün bölük komutanları ve grup komutanları katıldı. Grup komutanı 130 Bnb. Cengiz Varol bugün bir taarruz yapılacağını, hedefin Kamp-Yunan Alayı-Kilise ve Havaalanı olduğunu bildirdi. Gittikçe daha da etkili olan Hava Kuvvetlerinin verdiği destekle Mehmetçik artık durdurulması imkânsız bir güç haline gelmişti. Harekât bir taraftan güneye doğru süratle gelişirken bir taraftan da Girne’nin fethi tamamlanmış ve yanlara doğru genişleme başlamıştı. Ele geçirilen yerlerde sivillere kesinlikle dokunulmuyor, askeri personelin enterne edilmesiyle yetiniliyordu. Karaya çıkan bir birlik süratle cepheye sürülüyor, böylece çıkarma ve indirme bölgelerinin emniyeti arttırılıyordu. Ateşkes saati geldiğinde Pladini-Karakum arası tamamen ele geçirilmiş ve düşmandan temizlenmişti. Güneyde harekâtın başından beri Rum karşı saldırılarının dayanak noktası olan Yukarı Dikomo ele geçirilmiş ve Girne-Lefkoşa yolunun emniyeti sağlanmıştı. Denizden çıkanlarla havadan inenler Girne Boğazı’nda birbirlerine kavuştular. Harekâtın ilk safhasının bu şekilde zaferle sona ermesi Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Türk Yönetimi Başkanı Rauf Denktaş’ı çok duygulandırmıştı. 3. YUNANİSTAN VE KIBRIS RUM KESİMİNDEKİ ÖNEMLİ GELİŞMELER Beklenmeyen Türk harekâtının gerçekleşmesi, hele başarıya ulaşması Kıbrıs Rumlarını ve Yunanlıları şaşkına çevirdi. Halklarının gözünde aciz hatta komik duruma düşmüşlerdi. Hepsi de teker teker makamlarını terk ettiler. Bu durumda eski politikacıları toplayan Gizikis onlardan önerecekleri çarelerin ne olduğunu sordu. Eski politikacı ihtiyar Yorgo Mavros, Makarios’un Yunanistan’a çağrılmasını ve yeni hükümetin onun tarafından kurulmasını tavsiye etti. Averof ise daha pratik bir çözüm ileri sürdü. Popüler ve tecrübeli devlet adamı Karamanlis 1963’ten beri yaşadığı Paris’ten Atina’ya getirilmeli ve hükümeti kurmaya ikna edilmeliydi. Bu teklife Gizikis’in de aklı yattı. Gerçekten de Karamanlis’ten başkası Yunanistan’ı içine düştüğü çıkmazdan kurtaramazdı. Karamanlis ise hiç kimsenin konuşmaması şartı ile Gizikis’in teklifini kabul etti ve Fransız Cumhurbaşkanının emrine verdiği bir uçakla Atina’ya uçtu. Yıllardır dikta yönetimi altında inim inim inleyen Yunan halkı Karamanlis’i bir kahraman gibi karşıladı. Bir anda sokağa dökülen onbinlerce kişi geçmişteki suskunluğunun acısını çıkarmak ister gibiydi. Karamanlis Atina’ya ayak basar basmaz kollarını sıvadı ve kısa zamanda hükümetini kurdu. Dışişleri Bakanlığına Yorgo Mavros’u getirdi. Savunma Bakanlığını ise en çok güvendiği arkadaşı olan Averof’a verdi. Orduyu kışlaya o sokacaktı. Darbeciler tarafından başka hiç kimse kabul etmiyor diye, 15 Temmuz günü Cumhurbaşkanlığına getirilen Nikos Sampson, Atina’da neler olup bittiğini öğrenir öğrenmez onlardan önce davrandı ve istifa ederek makamını Glafkos Klerides’e bıraktı. Klerides bunun üzerine Baf piskoposu Yennarios’un önünde yemin ederek göreve başladı. Rum radyosu bu haberi vermeden önce, Lefkoşa’nın çeşitli bölgelerinde, öteden beri devam eden silah atışları artmış, bir de büyük patlama olmuştu. Bu patlamanın hemen ardından, Rum kesiminde sirenler, tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Cumhurbaşkanlığı görevini, Rum Temsilciler Meclisi Başkanı Glafkos Klarides’e bırakan Nikos Sampson da bir demeç vererek, “Kendisini Cumhurbaşkanlığa getiren darbenin, zalim Makarios hükümetini devirip kardeş kavgasının ortadan kaldırılması için yapıldığını, Cumhurbaşkanlığı görevini bir şeref olarak değil, bir görev olarak addederek yaptığını, Türkiye’nin müdahalesi karşısında savaştıklarını, ancak şimdi görüşmeler safhasına gelindiğinden, bu konuda en fazla bilgisi olan Klerides’e görevi devrettiğini” bildiriyordu. Nikos Sampson, 15 Temmuz darbesinden hemen sonra, iktidara gelince, Yunanistan’daki General Gizikis Başkanlığındaki Cuntanın kendisine yardım edeceğini ummuş, bunun için de çeşitli teşebbüslerde bulunarak Türk çıkarmasının önlenmesi yolunda bizzat Gizikis’ten Ada’ya uçak, denizaltı ve benzeri harp silahları ile müdahale edilmesini istemiş, ancak sonradan yayınladığı hatıralarında aldatıldığını anladığını, hüsrana kapıldığını, Yunan cuntasının Ada’ya müdahale edecek güce sahip olmadığını bilmediğini açıklamıştı. 4. DENKTAŞ-KLERİDES GÖRÜŞMESİ Türk Barış Kuvvetlerinin Ada’ya çıkışından sonra, Ada sathında belirgin değişiklikler meydana gelirken, Nikos Sampson Cumhurbaşkanlığını Klerides’e teslim ediyordu. Olaylar birden o derece gelişmekte idi ki, takibi bile zaman zaman güçleşiyor, olaylar zinciri izleyenleri hayrete düşürüyordu. Türkiye’nin askeri harekâtı, aynı zamanda, Kıbrıs Rumlarının birbirlerini öldürmelerini de sona erdirdi. Papaz Popotsestos’un dediği gibi, “Söylemesi biraz zor; ama Türk müdahalesinin bizi amansız bir iç savaştan kurtardığı da bir gerçektir. Onlar (Sampson Rejimi) Makarios taraftarlarının bir listesini hazırlamışlardı ve hepsini boğazlayacaklardı.”131 131 Cumhurbaşkanlığını geçici olarak 8 günlük Cumhurbaşkanı Sampson’dan devralan Klerides: “Kıbrıs’ta barış ve sükûnu sağlayarak, Kıbrıs’ın çok daha iyi günlere ulaşması için çalışacağını” söylemekle yetiniyordu. Klerides 23 Temmuz 1974 günü, öğleden sonra, B.M. Genel Sekreterinin Kıbrıs’taki özel temsilcisi Louis Weckmann ve Barış Gücü Komutanı Hintli General Prem Chand’la birlikte Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Kıbrıs Türk Yönetimi Yürütme Kurulu Başkanı Rauf Denktaş’ı ziyaret etmek üzere Türk kesimine geliyordu. Mağlup Rumların geçici Cumhurbaşkanı Glafkos Klerides, o şaşalı günleri geride kalmış, bir başka ortamda Türk kesimine gelmişti. Klerides bu ziyareti sırasında “Daha iyi günlerin, ancak kardeşlik duyguları ile sağlanabileceğini, bunun için de ilk önce, geçmişin unutulması gerektiğini...” vurgulayıp, ilk görevinin “Ateşkes”in tam olarak sağlanmasını temin etmek olacağını, Denktaş’ı bunun için ziyaret edeceğini söylüyordu. Bu görüşmelerde Klerides’le Denktaş bazı yerel konularda, özellikle su ve elektrik konularında anlaşmalara da varmışlardı. Glafkos Denktaş’tan ayrılırken şöyle diyordu: “Egemen ve bağımsız Kıbrıs’ta, insan haklarına saygı göstererek Kıbrıs sorununa en erken bir zamanda bir çözüm bulunmasına çalışacağım. Ayrıca, başkanlığım esnasında, din, dil, ırk farkı gözetmeksizin, Kıbrıs’ta insan haklarını koruyacağım.” Klerides daha sonra, Rum Temsilciler Meclisi’nde yaptığı konuşmada da “geçmişin eleştirileri yerine geleceğe bakılmasını, çünkü şu anda Kıbrıs’ın kurtuluşunun önemli olduğunu” söylemişti. Klerides’in Denktaş’ı ziyaret gününe kadar Rumlar o Temmuz’un en azgın sıcağında, Türklerin elektriğini kesmişlerdi. Her taraf karanlığa bürünmüş, temizlikler gereği gibi yapılamadığı ve evlerdeki buzdolapları da çalışmadığı için Türk kesimindeki evlerde son derece belirgin bir huzursuzluk meydana gelmişti. Sokaklar kokudan geçilmez olmuştu. Rumların elektriğine mukabil Türk yönetimi de Rumlara su vermiyordu ve onların da sıkıntıları Türklerinkinden az değildi. Harekâttan sonraki ilk görüşmede bu konular öncelikle ele alındı ve halledildi. Yunanistan’ın B.M. Temsilcisi Panayotakos, Türklerin 22 Temmuz saat 16.00’da bulundukları yerlere çekilmedikleri takdirde, vahim bir durum meydana geleceğini de vurguluyordu. Güvenlik Konseyi, oy çoğunluğu ile Kıbrıs’ta ateşkesin uygulanması kararını almıştı. Yunan Cumhurbaşkanı, Cuntanın eski lideri General Gizikis de bir gece önce saat 10.00’da A.B.D. ve Federal Almanya Büyükelçileri ile İngiliz yüksek komiserini makamına çağırarak, Kıbrıs’ta, Türklerin ateşkesi ihlal ettiklerini ileri sürerek, protestoda bulunmuş ve bu ülkelerin müdahalesini istemişti. Oysa Türkiye, ateşkes kararını kabul etmiş, 22 Temmuz saat 16.00’dan itibaren bu kararı uygulamaya başlamıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ile mücahitler kendilerine ateş edilmedikçe kesinlikle ateş açmayacaklarını belirtmişlerdi. Ancak, çaresizlik içinde olan ve mağlubiyeti kabul edemeyen Yunanlı Subayların yönetimindeki RMMO varılan anlaşmanın hilafına, Türk kesimlerine ateş etmeye devam ediyordu. Böylece hem ateşkesi ihlal ediyor, hem de “ateşkes ihlal ediliyor” diye yaygara koparıyordu. Rumlar, susturucu taktıkları silahları ile Türk kesimlerine açtıkları ateşlerle ateşkesten yararlanarak gıda ve diğer ihtiyaçlarını gidermeye çalışan sivilleri yaralamaktaydılar. Ateşkes ihlalleri sırasında birçok sivil yaralanmış, birkaçı da ölmüştü. Özellikle Ledra Palas Oteli bölgesindeki RMM’ler ateşkesten sonra geçen 48 saat boyunca bu kararı 36 defa ihlal etmişlerdi. Rumlar bilhassa sivillere ateş ediyorlardı. Bu arada, Kızılay ilk yardım hastanesi ile Kızılay kan merkezi, birkaç defa isabet aldı. Savaş sırasında, Türk birliklerinin savaşarak elde ettikleri “Kızılbaş” ve “Yenişehir” kesimlerindeki, kayıplarını hazmedemeyen Rumlar, bu bölgede de gelişigüzel havan, makinalı tüfek ateşine devam ediyorlardı. Lefkoşa’nın Magosa kapısı bölgesindeki Rumlar da ateşkesi ihlale devam ediyorlardı. Bu arada, yaşlı bir Türk kadını vurularak, yaşlı bir erkek de havan atışlarının parça tesirinden yaralanarak can vermişlerdi. Ateşkes bir ölçüde sağlanıp da her iki taraf bir durum muhasebesi yapmaya başlayınca ortaya çıkan durum şuydu: Yıllardan beri garantörlüğü sadece sözde kalan Türkiye Kıbrıs’ın kaderine hükmetme imkânına kavuşmuştu. 1964’ten beri adada bulundurduğu kanunsuz kuvvetlerle Kıbrıs’ı krizden krize sokan, Kıbrıs Türkünü imha planını adım adım uygulamakta olan Batının şımarık çocuğu Yunanistan ise 20 Temmuz günü artık bu imkânını eline geçirmemek üzere kaçırmıştı. Yıllardır Kıbrıs’ta Türk halkının meşruiyetini inkâr eden bu ülke bu defa Türkiye ile Kıbrıs’ın kaderi hakkında görüşmeler yapmaya hazırlanıyordu. Görüşmeler Cenevre’de üç garantör ülke arasında yapılacaktı. Artık herkesin gözü oradaydı. Yunanistan’daki eski yönetimle görüşmek istemeyen Bülent Ecevit yeni Karamanlis hükümeti ile görüşmeler yapıp Kıbrıs problemini bir an önce kalıcı bir çözüme kavuşturmayı candan arzuluyordu. Türk müdahalesinin Yunanistan’a karşı değil cuntacıların Kıbrıs’ta yaratmak istedikleri oldubittiye karşı yapıldığı mesajını yeni Yunan hükümetine iletmek isteyen Başbakan, Türkiye’nin Atina Büyükelçisi Kamran Gürün’den derhal Karamanlis’i ziyaret edip tebriklerini iletmesini istedi. Gürün’ün bu ziyareti Karamanlis’i çok duygulandırmıştı. O da Büyükelçiden Ecevit’e kısa bir mesaj göndererek Türk-Yunan dostluğuna olan inancını belirtti. Aynı gün Ankara’da gazetecilere bir demeç veren Bülent Ecevit Yunan Hükümeti hakkında şunları söylüyordu: “Karşımızda etkin, demokratik bir hükümet bulmak bizim için çok sevindirici olur ve bu iki ülke Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin süratle düzelmesini sağlayabilir. Ben, Kıbrıs’ta giriştiğimiz barış harekâtının başlangıcında, şunu söylemiştim: Öyle inanıyorum ki, bizim başlattığımız bu iyi niyetli hareket barış ve özgürlük uğrunda, eşitlik uğrunda giriştiğimiz bu hareket, Yunanistan’da ve Kıbrıslı Rumlar arasında da demokrasiye dönüşün yolunu açabilir. Bu umudumun gerçekleşme belirtileri beni çok sevindiriyor. Türklerin, Yunanlıların ve adadaki Rum toplumunun demokratik hayat içinde ilerlemeleri siyasal alanda aynı dili konuşarak, daha yakın bir işbirliği ve dostluk ilişkileri kurmamızı sağlayacaktır. Tecrübeli bir devlet adamı olarak bildiğim Karamanlis, TürkYunan dostluğuna verdiği değeri bundan önceki görev dönemleri sırasında göstermiştir. Bu da umutlarımı kuvvetlendirici bir etkendir.” Olaylar Atina ve Ankara’da bu şekilde gelişirken Kıbrıs’ta, 50 kadar yerli ve yabancı basın mensubunun saat 11.00’da, savaştan sonra ilk defa Girne’ye giderek, kasabayı gezmelerine ve bilgi almalarına izin verilmişti. Gazeteciler Girne’ye hareketlerinden önce, Kıbrıs’taki son durum hakkında Cumhurbaşkanı Muavini ve Türk Yönetimi Başkanı Rauf Denktaş tarafından aydınlatılmışlardı. Gazeteciler saat 11.00’da ikametgâhtan Girne’ye gitmek üzere konvoy halinde hareket ettiler. Girne Boğazında, gazetecilerin isteği üzerine, St. Hilarion kalesi civarındaki “Beyaz Ev”e gitmelerine izin verildi. Gazeteciler “Beyaz Ev”e varışlarında, ilk çıkarma ve indirme sırasında Kıbrıs’a bir Helikopter filosu ile inen Bolu Komando Tugayı Komutanı Tuğgeneral Sabri Demirbağ tarafından karşılandılar. Burada, gazetecilerin çeşitli sorularını cevaplandıran Demirbağ ilginç sözlerle yabancıları olaylar konusunda aydınlattı: “Girne’nin doğusuna ve batısına uzanan 60 km’lik bir sahil kontrolümüz altında bulunmaktadır. Çıkartma sırasında bir direniş bekliyorduk, ancak gördüğümüz direniş beklediğimizden fazla idi. Çünkü Rumlar, Barış Gücü’nün işgal ettiği yerlerin çevresindeki evler dâhil birçok evde beton mevziler yapmışlar, kuvvetli tahkimatlar meydana getirmişlerdi. Bu sebepten, evden eve, apartmandan apartmana çatışma yaptık. Bölgede Barış Gücü’nün bulunduğu evler dâhil tüm evler cephane dolu mevziler haline getirilmiştir. Cumartesi günü betonarme mevzi birçok evi susturmamız 14 saat sürdü. Bu beton mevzilerde, havan, geri tepmesiz top, uçaksavar gibi silahlar bulunmakta idi. Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gece ise St. Hilarion kalesi bölgesini temizleme harekâtına giriştik.” Daha sonra çıkarmanın sona erdiğini, artık ikmal yapmakta olduklarını söyleyen Sabri Demirbağ, aldıkları esirlere değinmiş ve şöyle demiştir: “Elimizde 600 kadar esir vardır. Elimizdeki 600 esir, kadın, çocuk değildir. Hepsi de savaş sırasında teslim olan Rum esirlerdir. Bunlar parti parti Türkiye’ye gönderiliyorlar. Biz, bize ateş edene ateş ediyoruz. Etmeyeni esir alıyoruz. Biz elimizde 600 esir olduğunu söylediğimiz halde Rumlar ellerinde esir olup olmadığını söylemiyorlar.” diyen Sabri Demirbağ “Teslim olanların esir alındığı, sivil halka dokunulmadığını, evlerinin ve iş yerlerinin soyulmadığını, Girne’ye gittiklerinde basın mensuplarının bunu göreceklerini” söylemiştir.132 Türk Ordusunun bu gibi insanca davranışlarda bulunmasına karşılık Rumların bazı yaralı Türkleri tabanca ile öldürdüklerini, bazı Türklerin ise derilerinin jiletle yüzüldüğünü söylemiş, bunların Lefkoşa’daki Türk hastanesinde görülebileceklerini de sözlerine eklemişti. General Sabri Demirbağ çıkarma birliklerinden bir kısmını geri,yani, Anavatana dönüp dönmeyeceğini zaman ve varılacak anlaşmanın göstereceğini söylemiştir. H. CENEVRE GÖRÜŞMELERİ 1. BİRİNCİ CENEVRE GÖRÜŞMELERİ 22 Temmuz 1974 saat 17.00’de yürürlüğe giren ateşkesin hemen ardından, barışın hemen kurulması amacıyla üçlü görüşmelerin hazırlıklarına başlanmıştı. Birinci Barış Harekâtı, Kıbrıs’ta Cunta uzantısı Nikos Sampson darbesini ortadan kaldırmakla kalmadı, Yunanistan’da da politik değişikliklerin yapılmasına yol açtı. 23 Temmuz’da Cunta yerini sivil hükümete devrediyordu. Yunanistan’daki bu değişikliğin hemen ardından Cunta kuklası Nikos Sampson ortadan kayboluyordu. Kıbrıs Rum Kesimi’ni Glafkos Klarides temsil edecekti. Kıbrıs’ta sürekli bir barışın yeniden kurulmasını amaçlayan üçlü görüşmeler, 25 Temmuz’da Cenevre’de başladı. Üç garantör ülkenin dışişleri bakanlarının görüşmelerinde, Türkiye’yi Turan Güneş, İngiltere’yi James Callaghan, Yunanistan’ı ise Yorgo Mavros temsil ediyordu. Bu görüşmede Türkiye, Türklerin güvenliğinin yine Türk polisi tarafından güvence altına alınması; Türk askerlerinin geri dönüşü için baskı yapılmaması; Rauf Denktaş’ın 132 Başkan Yardımcılığı görevine hemen başlatılması; her iki toplumun geçici olarak otonom yönetim ile yönetilmesi üzerinde durulmuştur. Türkiye, görüşmelere götürdüğü koşullardan ödün vermeden sürdürdüğü üçlü görüşmelerin sonucunda, Birinci Barış Harekâtı’nın yasal temellerini, burada imzalanan anlaşmayla da pekiştirmiştir. Cenevre’deki birinci görüşmeler 25-30 Temmuz tarihleri arasında altı gün sürmüştür. Bu görüşmelerde A.B.D., Sovyetler Birliği ve B.M. gözlemci bulundurmuşlardır. İlk görüşmeler, bir hafta sonra yeniden başlamasına karar verilerek dağılmıştır. 2. İKİNCİ CENEVRE GÖRÜŞMELERİ Birinci Cenevre görüşmeleri sonunda, ikinci tur görüşmelerin 8 Ağustosta başlamasına karar verilmişti. Birinci Cenevre görüşmeleri sonucunda Türkiye siyasi olarak da başarı kazanmış istekleri onaylanmıştı. İkinci kez başlayan görüşmelere Kıbrıs Rum ve Türk temsilcilerin de katılmasıyla görüşme tarafları beşe çıkmış oluyordu. Tartışmalar çok şiddetli geçti. Türk tarafının tezi, “Kıbrıs’ın bağımsızlığının ve Kıbrıs Türklerinin güvenliğinin sağlanmasının şartının coğrafi esasa dayanan ikili otonom idare olmalıdır.” biçimindeydi. Türk temsilciler görüşmelerin hemen başında, Birinci Cenevre Anlaşmasının uygulanmasını; bir gün içinde (24 saat sonra) bütün Türk köylerinin boşaltılmasını istemiştir. Bu köyler Yunan ve Rum askerlerince işgal edilmişti. Bölgeye barışın gelmesi ve anayasal düzenin kurulması için başlatılan görüşmeler 6 gün sürdü. Ancak, Rum ve Yunan delegelerin olumsuz ve uzlaşmaz tutumları nedeniyle, görüşmeler çıkmaza girdi. Aslında Rumların görüşmeleri çıkmaza sokacakları baştan belliydi. Çünkü Birinci Cenevre anlaşmasını imzalamalarına karşın, yerine getirmeyi onayladıkları hükümleri yerine getirmediler. Daha önce Türklere ait olan ve Rumlar tarafından işgal edilen Türk yerleşim bölgeleri boşaltılmamış ve Barış gücüne teslim edilmemişti. Karma köylerden de Rum Milli Muhafız Ordusu çekilmemişti. Üstüne üstlük Türk bölgelerine saldırıları yoğunlaştırmışlardır. Evdim ve Limasol’da Türk evleri yakılıp yıkılmış özellikle de Limasol bölgesinde katliamlar yapılmıştır. Bütün bunların yanında propagandalarla dünya kamuoyunu Türkiye aleyhine döndürmeye çalışmışlardır. İkinci Cenevre görüşmelerinin bekleneni vermeyeceğini gören Türk Hükümet yetkilileri, delegelerimizin başkanı Turan Güneş’e, olumlu sonuç alınamadığını ve ikinci Barış Harekâtının başlatılmasını “Ayşe tatile çıktı” sözleriyle Cenevre’ye bildiriyordu. Görüşmelerin 13 Ağustos sabahı kesilmesiyle birlikte 14 Ağustos 1974 sabahı 15.30’da Türk birlikleri Doğu’da Magosa’ya, Batı’da Lefke’ye doğru iki koldan harekâta başladı. 3. ARA ÇÖZÜM ÖNERİSİ İkinci Cenevre Konferansı’na Rumlar ve Yunanistan tarafından ara verilmek istenince, Türkiye bir geçici çözüm önerisinde bulundu. Bu öneri ve tepkileri, Türkiye’nin İkinci Harekâtı yapmak istememe kararına karşın savaşın yeniden başlama nedenleri; Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, 25 Şubat 1986 tarihli Hürriyet gazetesinde özetle şöyle açıklıyordu: Lefkoşa-Girne üçgeninin batısında dar bir şeritle Karpaz Burnu dışta kalmak üzere Lefkoşa ile Magosa arasındaki bölge askerden arındırılsın ve Kıbrıs Türk yönetimine bırakılsın. Lefkoşa Girne üçgeniyle birlikte bu iki bölgenin toplamı Ada’nın yüzölçümünün yaklaşık yüzde 17’sinden ibaret olacaktı. Eğer bu isteğimiz kabul edilirse konferansa ara verilmesinin kabul edileceği ve kesin çözüme ulaşıncaya kadar makul bir süre beklenebileceği bildirilmişti. Ara çözümün amacı şu şekilde özetlenebilirdi: Adadaki Türk birlikleri daracık bir üçgene sıkışıp kalmaktan, bir ölçüde güvenceye kavuşacaktı. Serdarlı Bölgesindeki Türklerin can güvenliği sağlanacak ve Magosa’nın kuzey kesiminde kalenin içine aç ve susuz sıkışıp kalmış olan Türkler kurtarılacaktı. Rum bölgesindeki Türklerin canları ve özgürlükleri güvence altına alınmış olacaktı. Bu ara çözüm Rum bölgesindeki Türklere de bazı güvenceler getiriyordu. Askerden arınmış bölgenin kuzeyindeki Karpaz Burnu’nda yoğun bir Rum nüfusu vardı. Türk yönetimine bırakılacak bölge Karpaz’daki Rumları güneydeki ve batıdaki Rum bölgesinden ayıracaktı. Rum birlikleri Lefkoşa ile Magosa arasında Türklere bırakılacak olan bölgeyi aşıp da Karpaz’a ulaşamayacaklardı. Onun için Türklerin Karpaz’daki Rumlara ne kadar iyi davranması isteniyorsa Rum yönetimi de kendi bölgesindeki Türklere o kadar iyi davranma zorunluluğunu duyacaktı. İki bölgeli bir federal çözüme ulaşılırsa Karpaz da Türk bölgesine katılabilir ve başka sınır düzenlemeleri de yapılarak makul ölçüler içinde iki bölge belirlenebilirdi. İki bölgeli değil de çok bölgeli federasyonun kabul edilmesi durumunda ise Ada’nın yüzde 17’sini oluşturan Girne-Lefkoşa-Magosa bölgesine ek olarak başka bölgelerde Türklerin yoğun olarak bulunduğu yöreler de Türk yönetimine bırakılabilirdi. Böylece büyük göçlerin nüfus kaydırmalarına gerek kalmaksızın çok bölgeli federasyon gerçekleşmiş olurdu. Çözüme ulaşılamazsa Karpaz kolayca Türk bölgesine eklenebilir ve başka bazı yerel düzenlemeler de yapılarak bağımsız bir Türk bölgesi kendiliğinden ortaya çıkabilirdi. Kısacası ara çözüm önerimiz kabul edilseydi yeni bir askeri harekâta gerek kalmaksızın kesin çözümün müzakeresi için makul bir süre beklenebilirdi ve konferans masasında kesin çözüme ulaşılsa da ulaşılmasa da toprak üzerinde fiili çözüm kendiliğinden ortaya çıkabilirdi. Boşu boşuna kan dökülmüş olmazdı. İngilizler, Yunanlılar ve Kıbrıs Rumları Başbakan Bülent Ecevit’in bu ara çözüm önerimizin üstünde bile durmayı gereksiz gördüler. O yüzden gerek askeri birlikler gerek yer yer soykırıma uğradıkları haberleri gelen Kıbrıs Türklerini daha çok tehlikeye atmamak için İkinci Harekâta başlamak zorunda kalındı. İşin acı yanı şu ki, sonradan Yunan heyeti bu ara çözüm önerimizi Atina’daki yeni hükümete ulaştırmaya bile gerek görmedi. Oysaki o sırada Yunan Başbakanlığına gelmiş olan Karamanlis gibi makul bir insana haber verilseydi veya tüm aşırılıklarına karşı gerçekçi bir yanı bulunan Makarios, Kıbrıs Rum yönetiminin başında olsaydı, Callaghan Başkanlığındaki İngiliz heyeti biraz anlayışlı davransaydı, ara çözüm önerisi kabul edilebilir ve bunu kesin çözüm de kolayca izleyebilirdi. Başbakan Bülent Ecevit’in ara çözüm önerisi Dr. Kissenger tarafından çok makul karşılandı. Bu öneriyi bütün gücüyle destekleyeceğini söyledi. Kissenger’ın Cenevre Konferansı sırasındaki İngiliz tutumundan çok şikâyetçi olduğu tahmin ediliyordu. “Keşke Konferans sırasında Cenevre’ye kendim kalkıp gitseydim” dediği bilinmektedir.133 Ancak, gitmesi sakıncalı olurdu. Çünkü A.B.D. Kıbrıs’ın garantörü olan devletler arasında yer almıyordu. Cenevre Konferansı’na eğer Amerika bir ölçünün üstünde ağırlığını koyacak olursa Sovyetler Birliği de aynı şeyi yapardı ve Kıbrıs sorunu konferansta bir büyük devletler arası çekişmeye dönüşürdü. Harekâtın üçüncü günü, Lefkoşa Havaalanı’nın tamamen Türk birliklerinin denetimine geçtiği haberi iletiliyordu. Aslında ilk harekât boyunca çok sıkıntısı görülen haberleşme eksikliği burada da kendini göstermiştir. Çünkü alan alınmadığı halde kurulamayan muhabere yüzünden alınmış gibi geçilmiştir Ankara’ya. Olayın kısaca gelişimi şöyledir: Bora Özel Kuvvetinin tankları Ada’ya götürmesinden sonra savaş Türkler tarafınca kazanıldı. Ateşkes de aynı gün ilan edildi. Ama Lefkoşa 133 Havaalanı henüz ele geçirilememişti. Yunanlıların buradan yardım alma olasılıkları çok fazlaydı. Bunun üzerine Genelkurmay’ın da onayıyla Havaalanına taarruz edilmesine karar verildi. Yapılan plana göre, Kıbrıs Türk Alayı 10 tane tankla takviye edilecek ve 23 Temmuz sabahı taarruzla Yunan Alayını buradan atıp, tam denetim altına alacaktı. Planlandığı gibi taarruz başladı, akşam geç saatlerde alan kuşatılmış Yunan Alayı da ağır kayıp vermişti. Alana el konacakken İngilizler olaya karıştılar. Aslında İngilizleri doğrudan ilgilendiren olay yoktu. Havaalanı çevresindeki Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün emrindeki İngiliz birliğinin komutanı, olaya müdahale ederek, burasının Barış Gücü’nün denetiminde olduğunu ileri sürdü ve Türk askerlerinin ilerlemesini kesmelerini istedi. Bunun üzerine tartışmalar oldu fakat Yunan Alayı da toparlanıp daha güneye çekildi. Bu durumda Birleşmiş Milletler Barış Gücü’yle Türk askeri karşı karşıya kalmış oldular. Ortam o denli gerginleşti ki her an silahlı çatışmaya girilebilirdi. İngiliz komutan geri çekilmemek için direniyor, Türk komutan ise ilerlemek en doğal hakkımdır diyerek ayak diretiyordu. Çatışmanın eşiğine gelince sonunda İngiliz Başbakanı Wilson’un emriyle üç Fantom filosu Kıbrıs’a geldi. Bu arada Waldheim de işe karıştı, İngiltere’den yana tavır aldı. Acele toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 354 sayılı kararını alarak, ateşkes kararının uygulanmasını istedi. 25 Temmuz’da konferans başladığında durum son derece gergindi. Pek çok Türk köyü, Milli Muhafızlar ve EOKA-B tarafından çember içine alınmıştı. Evlerini terk ederek kaçmak zorunda kalan 37 Türk köyünün halkı, çoğunluğu esasen muhasara altındaki köylere sığınmış olarak, son derece ağır mahrumiyetler altında yaşamakta idi. The New York Times’a göre, bazen bir evde 60 kişi barınmaktaydı. Limasol’da 1750 erkek, kentin futbol stadında açıkta tutuluyordu. Larnaka’da ise yaşları 12 ile 19 arasındaki 873 erkek çocuk ve genç, ancak 100 öğrenci için yapılmış bir ilkokul binasına tıkılmıştı.134 23 Temmuz günü başlayan mücadele silahlara başvurmadan üç gün boyunca sürerek 26 Temmuz’a değin sürdü. Birinci Cenevre görüşmelerinde Turan Güneş’le Callaghan arasında gerginliğe de neden olan havaalanı, sonunda Kissenger (A.B.D. Dışişleri Bakanı) ve NATO Genel Sekreteri Luns’un da devreye girmesiyle boyutları değişmiş, Türkiye’yi İngiltere ve Birleşmiş Milletler’e karşı tavır alır duruma getirmiştir. Olaylar tırmanınca Türk Hükümet yetkilileri de zorluklar karşısında havaalanı ilerleyişini kesmek zorunda kaldılar. Sonuçta, 23 Temmuz 1974 tarihinden sonra Türk birliklerinin kuşatması altında olan Lefkoşa Havaalanı iniş kalkışa kapanmış oldu. 134 22 Temmuz’da ateşkes imzalanmıştı fakat çatışmalar devam ediyordu. Türk Ordusu kıyıda bir torbanın içinde kalmıştı, öte yandan planlanan bazı hedeflere de varılamamıştı. Yer yer ateş etmeden ilerleyen Türk birliklerine Rumlar ateş ediyor ve böylece ihlal edildi bahanesiyle karşılık veriliyordu. 26 Temmuz sabahı harekete geçen Komando Tugayı önce Eryılma ve Siskilip köylerini düşürdü. 26/27 Temmuz gecesi de Siskilip boğazı ele geçirildi. Bu harekât sırasında Tümgeneral Osman Fazıl Polat komutasındaki 28. Tümen Kıbrıs’a çıktı. 28 Temmuz’da Beşparmak dağları temizlendi, Yılmazköy’e kadar olan bölge genişletildi. Pladini’den sonra Lapta-Karava bölgesi düşman elinde kalmıştı. Ateşkesten sonra hudutların saptanması için kurulan komisyon bu bölgeye gelip hudut belirleme çalışmalarına başlayacaktı. Rumlar bu bölgede rahat durmuyorlar ve ateşleriyle kıyılarda bulunan Türk birliklerini rahatsız ediyorlardı. Barış Gücünün sürekli olarak uyarısına karşın ateşler durmayınca Lapta-Karava harekâtı planlandı. Bu harekâta Komando taburu, 28. Tümen birlikleri ve çıkarma kumsalı bölgesindeki deniz piyadeleri katıldı. Harekât, 5 Ağustos 1974 gecesi saat 24.00’te başladı. Kumsala kama gibi inen tepenin üstünde General Polat ve General Demirbağ harekâtı izliyordu. Portakal bahçelerinden aşağı doğru süzülen Türk askeri, daha önce belirlenen hedef noktasına geldiklerinde işaret fişeği patlatacaklardı. Harekâtı yürütmekle görevli yüzbaşı ortada görünen su deposunun bulunduğu yere gelince işaret fişeğini patlattı. Generaller hedefe varılmış olmasından dolayı rahattılar. İki General komandoların kıyıya varışlarını büyük bir sevinçle izlediler. 28. Tümen inerken bir cayırtı koptu. Ateş o kadar şiddetliydi ki birlikler olduğu yerde kaldı, aşağıya inemedi. Komandolar aşağıya inmiş durumdaydılar ve Rumlarla boğaz boğaza bir savaşa tutuşmuşlardı. İki general ve aşağıya inemeyen Türk birlikleri, aşağıda ölüm kalım savaşını izliyorlardı. Sabahın ilk ışıkları ortalığı aydınlattığında boğazlaşma da bitmişti. Rumlar 200 ölü, Mehmetçikler iki şehit, 5 yaralı vermişti. Aynı gece deniz piyadeler de batı yönünde ilerliyorlardı. Ateşkes süresince Rumlarla on gün boyunca karşılıklı oturmuşlardı. Gerçi ara sıra birbirlerine ateş etmişlerdi ancak, bunlar tek tük ihlallerdi. Gece, Lapta-Karava yönünde ilerleme başladı. Tank desteği de geldi. Kısa bir çatışma oldu. Rumlar dayangalarını terk ettiler. Rum köyünün sayımı yapılıp sivil halk saptanacaktı. Bu işle görevli üsteğmen köye girince muhtarı aradı. Muhtar, İstanbul’dan göçmen olarak buraya gelmişti. Üsteğmene korkuyla karışık saygıyla davranıyordu. Evine davet etti. Muhtarın evi köy meydanındaydı. Geniş avlulu şirin bir evdi. Bahçede masanın çevresine oturdular. Muhtar Kosta’dan başka bir de yaşlı Rum vardı. Kosta güzel bir Türk kahvesi yapıp getirdi. Karşılıklı kahve içilirken, Kosta, İstanbul’un güzelliğini ve özlemini anlatıyor; bu günleri yaratan Sampson’a lanet yağdırıyordu. Cuntacılardan acı acı yakınırken birdenbire bir gürültü koptu. Subay ve nöbetçiler silahlarına davrandılar. Dikkat kesilmişlerdi ve masanın üstünde yarım kalmış kahve fincanı, masanın gördüğü darbe nedeniyle sallanıyordu. Muhtar ve yaşlı Rum donup kalmışlardı. Çevreyi biraz daha dinlediler ancak gürültünün devamı gelmiyordu. Subay başını sağa çevirince gülmekten kendini alamadı. Gürültüyü çıkaran pencerenin panjuruydu. Az daha dostluk kahvesi hiçbir işe yaramayacaktı. Hepsi birden gülüştüler ve yarım kalan kahveyi içip sayım işini bitiren subay köyden ayrıldı. Muhtar Kosta ve Üsteğmen arasında kurulan sıcak dostluk akşam olunca bozulacaktı. Çünkü Rum askerleri köyden ayrılmayıp evlere saklanmışlar ve o gece Türk birliklerine ateşe başlamışlardı. Fakat kısa bir süre sonra hepsi etkisiz hale getirildi. Bölge 6 Ağustos’ta tamamen temizlenmişti. 5 Ağustos 1974 günü düşmanın Lapta ve Karava’dan plaj bölgesine yaptığı atış ve saldırılar ile takviye almasına mani olmak için taarruza geçecektik. Amfibi Alay 61. P.A. ve bir komando Taburu 5/6 Ağustos gecesi sabaha karşı koordineli bir gece taarruzuna başlayacaktık. Taarruzdan önce telsiz sükûnetini de kapsayacak biçimde birliklerimizde tam bir sessizliğe yer verildi. Beşparmak dağları üzerinden aşarak taarruz bölgesini batıdan kuşatacak olan komando taburu, bir veri tabancasıyla atacağı üç veri fişeği ile bildirecekti. Saat 04.15’te üç kırmızı veri fişeği görüldü. Amfibi Alayın batıdaki savunma hatları karşısında yer yer düşman mevzileri uzanıyordu. Desteğimize verilmiş tank ve kariyerlerin desteğinde, şafak sökerken rüzgâr gibi Lapta-Karava taarruzu başladı. Bir saat içinde de Lapta varoşlarındaki hedeflere vardılar. Bölük komutanlarından deniz piyade Üsteğmen Nihat Çetin, “Allah, Allah sesleri arasında taarruza kalkan bölüğün taarruz sırasında mataralarından su içerek taarruzlarına devamını” unutmayacağı bir anısı olarak nakleder. Lapta’ya giren bir birliğimiz, kıyıdaki Rum top taburu kışlasına yöneldi. Bayrak direğinde sallanan Yunan bayrağı (Ütğm. Bilgütay Varımlı) indirildi. Kışla ele geçirildikten sonra top taburu şeref köşesinde Kıbrıs haritası üzerine işlenmiş birlik ambleminde “Kıbrıs Yunandır” cümlesi okunmaktadır. Kraliyet arması ile Yunan bayrağı arasında ise “sevgim gücümdür” diye yazmaktadır. Megali Idea’yı gösteren özgün armalar, Foça’da Deniz Piyade Alayı müzesindedir.”135 2 Ağustos 1974’te Cumhurbaşkanı Korutürk, Türk ulusuna seslenen bir bildiri yayınladı ve “kangren olmuş Kıbrıs yarasına tam anında neşteri vurduk” dedi. Kıbrıs’taki birlikleri denetleyen Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Eşref Akıncı Ankara’ya döndü ve 135 “Beşparmaklardaki mukavemet kırıldı” dedi. Orduya mesaj yayınlayan Semih Sancar “Kan kusturan ateş hatlarını aştınız” dedi. Lapta civarında çarpışmalar devam ediyordu. Çarpışmalar Rum Milli Muhafız Ordusu’nun Omorfo’dan 10 otobüs dolusu takviye asker sevk ederek Türk askerini tahrikleri sonucu başladı. 5 Ağustos 1974’te Magosa’da şiddetli çarpışmalar oldu. Rum askerlerinin surlar içinde mahsur kalan Türkleri ateş yağmuruna tutmaları yüzünden başlayan çarpışmalar uzun süre devam etti. Türk köylerindeki kuşatma ve katliamlar sürüyordu. 7 Ağustos 1974’te ateşkesi ihlal eden Rum Milli Muhafız Ordusunu kovalayan askerlerimiz ilerlemesini sürdürüyor. Rum askeri, Visilya Bölgesinde 4 köyü mayınlarla döşedi. Lefkoşa’nın Aykasyano semtinde çok şiddetli çarpışmalar oldu. Lapta’ya ani bir hücumu püskürten birliklerimiz buraya tamamen egemen oldu. 8 Ağustos 1974’te Lefkoşa’da çok şiddetli çarpışmalar oldu. Ateşkese rağmen Lefkoşa’nın Rum bölgesinden sürekli ateş açılıyordu. 9 Ağustos 1974’te işgal ve tehdit altındaki Türk köyleri etrafındaki muhasaranın derhal kaldırılması için Türkiye 24 saat süre verdi. Başbakan Ecevit: “Türkiye için vazgeçilmez koşul, coğrafi temele dayalı iki otonom idareden kurulan bağımsız bir Kıbrıs devleti olmalıdır” diye beyanatta bulundu. Rumlar, Larnaka ve Tuzla’da yer alan olaylar sırasında Atatürk büstlerini kırdı. Larnaka kalesine “Unutma ki Yunansın” pankartı asıldı. Savaş uçaklarımız müdahale etti. Aydın ve Dağaşan’a karşı saldırıya geçen Rum askerleri uçakların harekâtı üzerine ateşi kesti. İ. İKİNCİ BARIŞ HAREKÂTI 14 Ağustos 1974 sabahı saat 05.30’da, Türk birlikleri sıkışmış oldukları cepheden harekâta başladılar. Harekâtın hızla ilerlediği, Rum direnişlerinin kırılmaya başladığı saatlerde, Türk Hükümeti Kıbrıs’ta askeri bir harekâtın başladığını bir bildiriyle açıklıyordu. TRT tarafından 06.30’da radyolarda yayınlanan bildiride harekâtın amacı açıklanıyordu: “Türkiye, Kıbrıs devletinin varlığının, bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün bir daha hiçbir şekilde tehdit edilemeyeceğini ve Türk toplumunun haklarının ve güvenliğinin korunacağı bir hukuk düzeninin korunmasını tek başına sağlamak zorunda kalmıştır” denilmiştir. Hükümet bildirisinin tam metni şudur: “Kıbrıs Cumhuriyetinin bağımsız varlığına son vermek ve Ada’nın Yunanistan’a ilhakını sağlamak amacıyla Atina’dan yönetilen ve Kıbrıs’taki Yunanlı subaylar tarafından gerçekleştirilen 15 Temmuz 1974 hükümet darbesi üzerine Türkiye garantör bir devlet olması hakkını kullanarak Kıbrıs’ın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve Kıbrıs toplumunun can ve mal güvenliğini korumak ve Ada’ya barış getirmek için harekete geçmek zorunda kalmıştır.” Ancak Türkiye’nin bu hareketi sayesindedir ki, Kıbrıs’ın bağımsızlığının korunması mümkün olabilmiştir. Bunun ardından Türkiye, Güvenlik Konseyi’nin 353 sayılı kararına uygun olarak Ada’da bir anayasal düzenin, huzur ve barışın kurulabilmesi için kendisine düşen görevi yerine getirmek üzere elinden geleni yapmıştır. Fakat Cenevre’de bu amaçla ilgili taraflar arasında mutabık kalınarak yayınlanmış deklarasyon ile gerçekleştirilmesi kararlaştırılmış bulunan hususlardan hiçbirine diğer taraflar uymamıştır. Bu yetmiyormuş gibi, nezaret altına alınıyor kisvesi ile silahsız ve savunmasız insanlar, medeni vicdanları isyana sevk eden şartlar içerisinde tutsak veya rehine şeklinde tutulmaya devam edilmiştir. Ada’daki Türk toplumunun, insanlık haysiyetini çiğnemeye kalkışan ve büyük bir çoğunluğunun hayatını ve özvarlığını en ciddi bir tehdit altında tutan bu duruma tahammül kalmamıştır ve bir an önce bu koşullardan kurtulmasını garantör devlet olan Türkiye’den beklemektedir. Öte yandan İkinci Cenevre Konferansı’nda görülmüştür ki, Kıbrıs Devleti hala bir Yunan Adası olarak telakki edilmek istenmektedir. Bu nedenle, Kıbrıs devletinin bağımsızlığının 15 Temmuz darbesine kadar devam etmesinde en güçlü ve en önemli unsuru teşkil etmiş olan Türk toplumunun Rum toplumunca ezilip tahakküm altında tutulmasına son derece eşit hak ve olanaklara ve hakkı olan güvenliğe engel olmak istendiği bir kere daha anlaşılmış ve Yunanistan’ın bu maksatla çeşitli oyalayıcı taktiklere başvurmaktan geri kalmadığı müşahade edilmiştir. Yunanistan, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 353 sayılı kararıyla garantör devletlere verilen görevleri yerine getirmemiştir. Yunanistan, 30 Temmuz 1974 tarihli Cenevre deklarasyonuyla kabul ettiği, altına imza attığı yükümlülüklerden hiçbirine uymamıştır. Yunanistan 8 Ağustos’ta toplanan, İkinci Cenevre Konferansında da altı gün süre ile ciddi müzakerelerden kaçınmış ve hatta sorunları görüşmeye bile yanaşmayan uzlaşmaz bir tutum içinde bulunmuştur. Bu koşullar karşısında bugüne kadar Türkiye tarafından büyük bir iyi niyet ve sabırla sürdürülen barışçı girişimlerin hiçbir olumlu sonuca varmayacağı açıkça ortaya çıkmıştır. Türkiye, diğer ilgili ülkelerle mutabık kalınacak bir hal çaresi bulmak hususundaki gayretlerinin Yunanlılar ve Rumlarca ısrarla engellenmesi dolayısıyla, Kıbrıs devletinin varlığının, bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün bir daha hiçbir şekilde tehdit edilemeyeceğini ve Türk toplumunun haklarının ve güvenliğinin korunacağı bir hukuk düzeninin kurulmasını tek başına sağlamak yoluna başvurmak zorunda kalmıştır. Türk toplumu, Ada’da kendisine bir imtiyaz (ayrıcalık) istememektedir. Fakat kendisinin, esir veya hakları kısılmış azınlık muamelesine tabi tutulmasına da razı değildir. Bütün istediği, hak, vecibe ve sorumluluklar bakımından Ada’daki Rumlarla eşit haklara sahip olabilmektir. Türkiye birçok kez açıklandığı üzere, Ada’nın silahlandırılması gibi bir amaç gütmemektedir. Türkiye’nin Kıbrısa ilişkin bir toprak talebi de yoktur. Ancak, Türkiye garantör devlet sıfatı ve yetkileriyle Kıbrıs’ın bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü, Türk toplumunun hak ve yararlarını korumayı kendisine görev bilmektedir ve bundan sonra da bilecektir. Bu hareket Yunanistan’a karşı değildir. Bu hareket Kıbrıs Rum toplumuna da karşı değildir. Bu hareket Kıbrıs’ın bağımsızlığını güvence altına almaya, Kıbrıs’ta Türk ve Rum toplumlarına barış ve sükûn sağlamaya ve bölgede sürekli bir barışın yerleşmesine yöneliktir.136 Türk savaş uçaklarının başlattığı ve zırhlı birliklerimizin desteğindeki piyade ve komandoların geliştirdikleri harekâtın hızla ilerlediği, Rumlarla kanlı çarpışmaların yapıldığı saatlerde Başbakan Bülent Ecevit, bir basın toplantısı düzenleyerek hem birinci barış harekâtının, hem de ondan sonraki gelişmelerin değerlendirmesini yaparak, İkinci harekâtın yapılış nedenlerini açıklıyordu. 14 Ağustos harekâtının nedenlerini, birliklerimizin taarruza geçmesinden 6,5 saat sonra şöyle açıklıyordu: “Cenevre Konferansı’ndan bir sonuç alınamayacağını, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nce bu konferansta çizilen amaçların Yunan hükümeti ve Kıbrıs Rum yönetimi tarafından engellendiği ve engelleneceği anlaşılmıştır ve bu sabah Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs’ta kendilerine düşen görevleri yerine getirmeye başlamıştır. Yunanlılar ve Rumlar, bugüne kadar, Kıbrıs devletinin anayasal statüsü konusunda ciddi bir görüşmeye yanaşmamışlardır. Hatta Güvenlik Konseyi kararının açık hükmüne rağmen, konferansın bu konuda yetkisiz olduğu iddiası ile çalışmaları uzun süre aksatmışlardır. 30 Temmuz’da imzalanıp yayınlanan Cenevre deklarasyonunun kendilerine yüklediği görevlerden hiçbirisini yerine getirmemişlerdir. Deklarasyonun açık hükümlerini, devletlerarası hukuk kurallarını ve insanlık haklarını göz göre göre çiğneyerek, güçlerinin yettiği yerde, silahsız ve savunmasız Türk topluluklarına esir ve rehin muamelesi yapmayı sürdürmüşlerdir. Günler geçtikten ve Cenevre 136 Konferansının ikinci aşaması başladıktan sonra, bir ara, Türklerin köylerine, mahallelerine, evlerine dönmelerinin sağlanacağını, buraların Rum Milli Muhafızları’nca boşaltılacağına söz verdikleri halde, birkaç yerdeki sınırlı uygulamadan sonra, dün, bu yükümlülüklerini ve sözlerini yerine getiremeyeceklerini ve rehin olarak tuttukları Türkleri serbest bırakmayacaklarını, her türlü insanlık kuralına meydan okurcasına dünyaya ilan etmişlerdi. Gene Cenevre deklarasyonunun açık hükmüne rağmen, Yunan hükümeti, dün yayınladığı bildiride, garantör devlet yetkisiyle Ada’da bulundurulan Türk Silahlı Kuvvetlerini “işgal” kuvveti gibi göstermiş ve bu kuvvetlerin tahliyesini, atılması gereken ilk adım olarak ileri sürmüştür. Gayrimeşru durumları ve bir oldubitti ile Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etme amaçları bütün dünyaca bilinen Yunan birlikleri ve subaylarını ise ancak ondan sonra çekebileceğini bildirmiştir. Bu da, Yunan hükümetinin kendi imzasını da taşıyan Cenevre deklarasyonunu tanımama kastının bir başka kanıtıdır. Gerek Yunan hükümeti gerek Kıbrıs Rum hükümeti, Cenevre Konferansını ve bu konferansta alınan kararları geçersiz kılmak için her çabayı göstermişlerdir. Oyalama taktikleriyle zaman kazanmak ve Kıbrıs’ta alışık oldukları düzeni, daha doğrusu düzensizliği sürdürmek, yaratılan gayrimeşru duruma garantör devlet olarak müdahale eden Türkiye’yi etkisiz bırakmak için ellerinden geleni yapmışlardır. Cenevre anlaşması bir bütündür. Bu bütünün içinde yer alan ateşkes hükmü, kesin bir zorunluluk olan güvenlik bölgesi ile ilgili Türk isteği kabul edilmediği halde, büyük ölçüde yerine getirilmiştir, fakat Ada’da güvenliği sağlayabilmenin temel koşulu olan bazı hükümlere uymamakta Yunan hükümeti ve Kıbrıs Rum yönetimi inat etmişlerdir. Bu durumda, garantör devlet olarak Türkiye’nin ateşkese uyma yükümlülüğünü ortadan kaldırmaktadır. Kararları tek taraflı olarak çiğnemeye çalışması kasıtlı olarak engellenen bir konferansı sürdürür görünmenin yarardan çok, zarar getirdiğini gören Türkiye, garantör devlet niteliği ile üstlenmiş olduğu yetki ve görevleri, gerek Kıbrıs devletinin bağımsızlığı, gerek Kıbrıs Türk Halkının hakları ve güvenliği konusunda taşıdığı sorumluluğu tek başına yerine getirme zorunluluğu duymaktadır. 20 Temmuz 1974 günü, Türkiye’nin garantör devlet olarak ve garantörlükten aldığı yetkinin sınırları içinde kalmaya özen göstererek giriştiği harekât ne kadar haklı ve hukuki idiyse, bugünkü davranışı da o kadar haklıdır ve hukukidir. Çünkü 20 Temmuz’daki Türk harekâtını haklı ve hukuki kılan bütün etkenler bugün de fazlasıyla devam etmektedir. 20 Temmuz 1974 Türk harekâtı ne kadar meşru idiyse, onun zorunlu devamı olan Türk harekâtı o kadar meşrudur. Türk Silahlı Kuvvetleri, Kıbrıs’ın sorunlarına müzakere yoluyla çözüm aranabilmesi için durdurmuş bulunduğu harekâtını, bu arayışlardan sonuç alınamayacağı belli olunca, şimdi bıraktığı yerden sürdürmektedir. Bu harekâtın amacı Kıbrıs’ı istila değildir. Kıbrıs’ı kurtarmaktır. Bağımsızlığını korumaktır. Bu harekâtın amacı Kıbrıs Devletini yıkmak değildir. Yıkılan Kıbrıs Devletini daha sağlam temeller üzerinde yeniden kurmaya yardımcı olmak ve toprak bütünlüğünü gerçek güvenceye kavuşturmaktır. Bu harekât amaçlarına ulaştığında, Kıbrıs’ın Türk halkıyla birlikte Rum halkı da güvenliğe ve sürekli barışa kavuşmuş olacaktır. Bu harekât Yunanistan’a karşı değildir. Rum toplumuna karşı değildir. Amacımız Ada’da kuracağımız dengeyi gene Yunanistan’la, Rumlarla eşit şartlar altında işbirliği yaparak beraberce sürdürmek, güçlendirmektir. Allah Türk Silahlı Kuvvetlerini bu barışçı ve insanca harekâtında başarılı kılsın.”137 İkinci Barış Harekâtının askeri bakımdan yapılmak zorunluluğu ise şöyle açıklanabilir:138 “Köprübaşı’nın savunma güvenliği sağlandıktan sonra İkinci Harekât için hazırlıklara hızla başlandı. Bu harekâtın hızlandırılmasında dayanılan ana etkenler: Harekâtın kısa sürede istenen hedeflere ulaşacak biçimde hızla gelişmesini sağlayacak hareket yeteneği ve ateş üstünlüğüydü. Bunun için Ada’nın zırhlı ve mekanik birliklerle takviyesi gerekliydi. Lojistiğin bu harekâtı destekleyecek biçimde sağlanması gerekliydi. Bütün bunların sağlanması amacıyla 14 Ağustos 1974 sabahına değin yoğun bir çaba içinde ikinci harekâtı başarıya ulaştıracak yığınaklanma sağlanmış bulunuyordu. Siyasi ve insani nedenlerin dışında askeri bakımdan da ikinci harekâtın başlaması kaçınılmaz gereklilikti. Çünkü Köprübaşı sahasında o kadar yoğun bir yığınaklanma olmuştu ki Rumların her ağır silah atışı hemen hemen vasıtayı yok edebilirdi (Yığınak yapılan cep o derece küçüktü ki Rumlar tarafından atılabilecek bir mermi ya bir askerimize ya da bir aracımıza, topumuza isabet etme olasılığı çok yüksekti. O günleri yaşayanlar atılacak bir merminin kesinlikle boşa gitmeyeceğini söylüyorlar). Bu nedenle yapılan Barış Görüşmelerinde siyasi yetkililer harekât kararı vermeye bir yerde de zorlanıyordu.” İkinci Harekâtın gelişimini görmeden önce harekâtın planını kısaca açıklayalım:139 “İlk önce Boğaz ve Magosa yönlerinde tank ve kariyerlerden oluşan birer özel yerel kuvvetiyle takviyeli 2 Tümen ile denize ulaşmak, bunun ardından ya da mümkün olursa batıda da Komando Tugayı ve Paraşüt birlikleriyle Omorfo üzerinden Lefke’ye dolayısıyla 137 138 139 yine denize ulaşmak idi. Böylece işgal edilen alanın iki yanı emin bir tabiat (doğa) gücüne dayanacak ve bu sahada bir güçlü savunma kurulabilecekti. 28. Tümen, bir özel yerel kuvvetiyle Lefkoşa-Boğaz ekseninde (mihverinde), 39. Tümen yine bir tank ve kariyerden oluşan bir özel kuvvetiyle Dikomo-Boğaz harekâtına görevlendirilmişler. Elbette ki bu planın dayandığı en büyük ilke Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin toplanıp ateşkese karar vermeden yukarıda belirlenen hudutlara ulaşmaktı.” 2. Barış Harekâtını gazeteler manşetten Türk halkına duyuruyorlardı. Kıbrıs’ta Türk Silahlı Kuvvetlerinin giriştiği harekât, dün sabah saat 5.30’da Hava Kuvvetlerimizin Rum askeri mevzilerini bombalamasıyla başlamıştır. Türk Hava Kuvvetlerine bağlı uçaklar, dün sabah önce Lefkoşe’de bulunan Rum Ulusal Muhafız Gücü Karargâhı ile Rum Polis Merkezini, daha sonra da Kıbrıs Rum Radyosu’nu bombalamışlardır. Kıbrıs’ta bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri, zırhlı birliklerinin öncülüğünde, Lefkoşe’nin Türk kesiminden doğuya ve batıya doğru harekete geçmişlerdir. Özellikle Lefkoşe’nin 60 kilometre batısındaki Omorfo’da ve Lefkoşe-Magosa yolu üzerinde bulunan Serdarlı’da bulunan Rum kuvvetleri mevzilerini terk ederek daha gerilere doğru çekilmişlerdir.140 1. “ATİLLA” HATTI YA DA ÜÇ GÜN SAVAŞI a. 14 AĞUSTOS 1974 GÜNÜ ASKERİ VE SİYASİ GELİŞMELERİ İkinci harekâta hazırlık olarak Genelkurmay Başkanlığına Kolordunun zırhlı birliklerle kısa zamanda takviye ile birliklerimizin hareket kabiliyetlerinin arttırılması teklif edilmiş ve prensip olarak kabul edilmiştir. Bu meydanda, Siirt Komando Taburu bir günde 800 km’lik yol yaparak (hava ve kara) Kıbrıs’a intikal ettirilmiştir. Siirt’ten Batman’a otobüsle, Batman’dan Adana’ya uçakla, Ovacık’a otobüslerle oradan da Kıbrıs’a helikopterlerle gönderildi.141 20 Temmuz 1974 sabahı Girne’ye denizden çıkan ve havadan Beşparmak dağları ile Lefkoşa’nın kuzeyine inen Türk birlikleri 14 Ağustos gününe değin tabanı Girne kıyısı ve tepe köşesi Lefkoşa olan bir üçgen içinde kaldılar. Cenevre görüşmelerinin bir sonuca ulaşmamasının hemen ardından, 14 Ağustos sabahı saat 04.00’da doğuda mayınlama 140 141 sahasının çeşitli mayın imha aygıtlarıyla istihkamcılarımız tarafından temizlenmesine ve topçu ateşine başlandı. Saat 05.30’da da ileri harekâta geçen Türk birlikleri, üçgenin sınırladığı alanı aşarak Kıbrıs’ın kuzey kıyısında doğudan batıya doğru bir dörtgen çizmeye başladılar. Bu dörtgenin bir tarafı Kıbrıs’ın kuzey kıyısı, öteki kenarı ise Atilla Hattıydı. Atilla Hattı, merkezi Lefkoşa olmak üzere doğuya ve batıya yayılan bir hattır. Türk Silahlı Kuvvetleri (28. Tümen), Timbu, Dilekkaya ve Lisu’ya ulaştılar. Batıda ise 39. Tümen Serdarlı bölgesine el atacak duruma geldi. Varılması planlanan son hedefler, doğuda Magosa, batıda Lefke idi. Kıyıda Atilla Hattı’nın içinde kalan Orga burnu, Yorgoz, Kalorka, Serdarlı, Lefkonuk, İpsos alındı. Omorfo-Lefkoşa-Magosa hattı üzerinde taarruzunu sürdüren Türk Silahlı Kuvvetleri belirledikleri son hedeflerine varmak üzereydiler. Bu arada 11 yıldan bu yana Rumların egemen olduğu Serdarlı da Türk birliklerince temizlendi. Genelkurmay Genel Sekreterliği Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Şubesi 14 Ağustos 1974 saat 16.15’te şu açıklamayı yapıyordu: Rumlar tarafından tahkim edilen ve mayınlanan sahaları temizleyerek geçen birliklerimiz, Timbu ilçesini ve havaalanını, Meriç bölgesini ele geçirmişlerdir. “Kara, deniz ve hava kuvvetlerimizin yakın işbirliği ile yürütülmekte olan askeri harekât yapılmış olan plana tam bir intibak ile her istikamette uygulanmakta ve geliştirilmektedir. Yıllardır Rumların insafına bağlı olarak kuşatılmış durumda yaşayan Serdarlı Türk sancağı ile birliklerimiz birleşmiştir. Kıbrıs’taki her olayda, yiyecekten, içecekten, ilaçtan yoksun bırakılan, yoksulluklar içinde kendi olanakları ile kendilerini savunan Serdarlı, Kıbrıs’taki yüzü aşkın gazi yerleşme merkezlerinden birisidir. Yüzlerce gazi kendi silahını kendisi yaptı, mermisini kendisi yaptı, eğitimini kendisi yaptı. Varlığını ve Türklüğünü korudu. Şimdi Serdarlı’da Mehmetler, hasretle kucaklaşıyor. Deniz ve hava kuvvetlerimiz Kara birliklerimizin ileri harekâtını ve kuşatılmış durumda bulunan Türk bölgelerinin savunmalarını devamlı olarak büyük başarı ile desteklemektedir. Kıbrıs’taki barış harekâtını destekleyen uçaklarımız, bu muvaffakiyetli harekâttan sonra, üslerine zayiatsız dönmüşlerdir. Hiçbir zayiatımız yoktur.”142 b. 142 15 AĞUSTOS 1974 GÜNÜ ASKERİ VE SİYASİ GELİŞMELERİ 15 Ağustos 1974 sabahı ikmal zorluğu ortaya çıktığından taarruz geç başladı. Öğleden sonra doğuda Magosa’nın dış yerleşim bölgelerine gelindi ve akşam Magosa’ya girildi. Magosa’yı kuzeyden saran zırhlı birliklerimizle, güneyden taarruz eden 28. Tümen’in tank ve zırhlı birlikleri Magosa’da birleştiler. Saat 12.00’da Boğazköy, 16.00’da Magosa zapt edilmiş oldu. Nikos Sampson’un darbe yaptığı günlerde Kale semtine sığınan 13 bin Kıbrıslı Türkün olağanüstü büyük sevinci sokaklara taştı. Magosa yönüne yapılan harekât sırasında en büyük direnme Magosa’nın kuzey doğusundaki Boğaz ve Trikomi üsleri ile Lefkoşa’nın doğusundaki Sanayi Bölgesi ve Eğlence sırtlarında görülmüştür. Kuzeydoğuda Stazuza burnuna denizden çıkarma yapıldı ve Magosa’nın kuzeyindeki Boğaz alındı. 15 Ağustos günü saat 15.30’da Komando Tugayı ile Omorfo’ya taarruza başlandı. Fillia boğazına yönelen Tugay tankları harekât bölgesinde ilerlerken Fillia kuzeyinden gece harekâtı olarak devam ederek sabah saatlerinde Omorfo’da son bulmuştur. Buradan da Lefke bölgesine yürünerek 16 Ağustos 1974 akşamı saat 19.00’da Lefke bölgesine el atılmıştır. 15 Ağustos Taarruzunu Cumhuriyet gazetesi şöyle aktarmaktadır: “Hava ve tank desteğiyle ilerleyen piyadelerimiz Trikomo Rum üssünü etkisiz hale getirip Magosa’ya girdi. Karpas yarımadasına kuzey ve güneyden çıkarma yapan birliklerimiz, Boğaz deniz üssünü ele geçirerek, bölgenin ada ile ilişkisini kestiler. Batıda da hızla ilerleyen kuvvetlerimiz, Gürpınar köyünü aldı; uçaklarımız Lefke-Baf arasını bombaladılar.”143 Genelkurmay Başkanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Dairesi tarafından yapılan açıklamada ise 15 Ağustos 1974 tarihi itibariyle 2. Kıbrıs Barış Harekâtı aşağıdaki gibi değerlendirilmekteydi: “Kıbrıs’ın doğu bölgesinde sürdürülen askeri harekât dün akşamüzeri Serdarlı ve Paşaköy bölgelerine ulaşmıştı. Birlikler gece de harekâtını durdurmamış ve gece hareketleri ile doğuya doğru ilerleme imkânlarını bulmuşlardır. Bugün 15 Ağustos saat 04.00’de zırhlı ve motorlu birliklerimiz tekrar ileri harekâta geçmişler ve saat 11.30’da Magosa varoşlarına ve kuzeyde Rum kuvvetlerinin askeri limanı olan Boğaz semtine iyice yaklaşmışlardır. Kuzeydeki zırhlı birlikler Rum semtini tamamen kuşatmıştır. Kıbrıs’ın doğu kıyılarındaki kol ise, saat 15.20’ye kadar Magosa’nın Türk semtine ulaşmış ve geniş bir bölgeyi ele geçirilmesinden sonraki saatlerde gerek zırhlı ve motorlu, gerekse bölgede 143 savaşan diğer birlikler derinliklerde kalan düşman mukavemetlerini temizleme harekâtına girişmişlerdir. Doğu bölgesinde büyük bir süratle cereyan eden bu harekâtta Deniz Kuvvetlerimiz Magosa bölgesindeki düşman mukavemet yuvalarını ve önemli hedefleri kara bombardımanı ile dağıtmıştır. Hava Kuvvetlerimize ait uçaklar sabahın erken saatlerinden itibaren filolar halinde düşman muharebe idare yerlerine, kıta topluluklarına, topçu ve mukavemet yuvalarına üstün nitelikteki silahları ve bombaları ile taarruza başlamış ve bu bölgede sonuç alınıncaya kadar taarruz harekâtına devam etmiştir. Batı bölgesinde harekâta geçen birliklerimiz halen başarılı muharebeler vererek hedeflerine doğru ilerlemeye devam etmektedirler. Bu bölgede birliklerimiz saat 18’e kadar ulaştıkları hattan daha ilerideki hedefleri ele geçirmek için süratle harekâta devam etmektedirler.”144 c. 16 AĞUSTOS 1974 GÜNÜ ASKERİ VE SİYASİ GELİŞMELERİ 16 Ağustos sabahı saat 09.00’da, Kıbrıs Türk Alayı Komutanı (Albay Mustafa Katırcıoğlu) savaş karargâhına telefon ederek “Beş erimiz şehit oldu” der. Ordu komutanı da (Orgeneral Suat Aktulga) Genelkurmay II. Başkanına (Orgeneral Adnan Ersöz) telefon ederek “25 erimiz şehit oldu” diyerek şehit sayısını abartır ve Kıbrıs Yunan Alayına bir an önce taarruz izni ister.145 Kıbrıs Türk Alayı emrine bir paraşüt taburu verilir, saat 12.00’ye değin Hava Kuvvetlerimizin uçakları Yunan Alayı karargâhını bombardıman eder. Saat 12.00’de bombardıman kesilir ve takviyeli Türk Alayı taarruza geçer. Saat 15.00’da Yunan Alayı dayangaları ele geçirilir ve Türk bayrağı alay karargâhına dikilir. Yunan Alayında 500 ölü, bundan fazla da yaralı vardır. Şimdi Lefkoşa Havaalanına daha yakın duruma gelinmiştir. Öte yandan, 16 Ağustos sabahı Genelkurmay Başkanlığı Harekât Başkanı (Korgeneral Haydar Saltık) bu akşam saat 19.00’da ateş kesileceğini bildirir. Saat 12.00 olduğunda, Genelkurmay İkinci Başkanı, İkinci Ordu Komutanını arayarak “Paşam, Genelkurmay Başkanı emir veriyor, Timbu havaalanının 3,5 km. güneyinden daha aşağıya inmeyeceksiniz” der. 144 145 Türk Silahlı Kuvvetleri, harekâtın ağırlığını batı cephesine kaydırdı. Omorfo’ya sabahın erken saatlerinde hücum eden birlikler Gaziviran’da denize ulaştılar. Buradan ikiye ayrıldılar. Bir bölümü Kormacit Burnuna kadar kıyıyı ele geçirirken ötekileri Lefke’ye yürüdüler. Böylece Kıbrıs’ın kuzeyini ikiye bölen Lefke-Lefkoşa-Magosa hattı da tamamlanmış oluyordu. Tümgeneral Fazıl Polat doğuda, Tümgeneral Adnan Doğu batıda harekâtı tamamladı. Sabahtan itibaren en şiddetli çatışmalar Lefkoşa’da oldu. Sabahın erken saatlerinde Lefkoşa üzerine gelen Türk savaş uçakları Rum mevzilerini bombaladılar. Bu arada Türk savaş uçakları Baf-Lefke yolu üzerinde ilerleyen Rum takviye birliklerini de etkisiz duruma getirdiler. Ateşkes yürürlüğe girdiğinde, Türk Silahlı Kuvvetleri Ada’daki Türk Halkının güvenliğini sağlayacak sınırları çizmişti. Ateşkes, saat 19.00’da yürürlüğe girdi. Ateşkesle birlikte hat çizildi, Lefke-Lefkoşa-Magosa hattı... d. 17 AĞUSTOS 1974 GÜNÜ ASKERİ VE SİYASİ GELİŞMELERİ Karpas Yarımadasına Özel Görev kuvveti gönderildi. 17 Ağustos sabahı bu bölge karış karış taranarak Rum askerlerinden arındırıldı. 18 Ağustos 1974 sabahından itibaren verilen emirle Rumlar tarafından içeride başlatılacak gerilla savaşının yok edilmesi emri verildi. Bu arada Yeşilırmak bölgesinde mahsur kalan Türkler, Rumların ateşkes ihlalleri bahane edilerek bu bölgeye girildi ve kurtarıldılar. Magosa-Dikelya üstü kuzey hududu Lefkoşa’ya değin 28. Tümen’e verilmişti. Yeşilhat ve Lefkoşa Havaalanının savunulması da Lefkoşa sancağına verilmişti. Bilindiği gibi İkinci Barış Harekâtı’nın alarmı 13 Ağustos gecesi verildi ve 14 Ağustos sabahı da harekât başladı. Doğu ve batı istikametinde başlatılan harekât üç gün içinde sonuçlandırıldı. Bu harekâtta Hava İndirme Tugayının 2. paraşüt taburu da görev aldı. 28. Piyade Tümeni’nin harekât denetiminde olarak, Gönyeli-Küçükkaymaklı-Timbu-Paşaköy istikametinde Paşaköy’e taarruz etti. 14 Ağustos akşam üzeri Paşaköy ele geçirildi. Bundan sonra ileri harekâtlarına devam ettiler ve 16 Ağustos sabahı başlayan ikinci aşama harekât, saat 13.00 dolaylarında Arsoz tepelerinin ele geçirilmesiyle son buldu. Ancak, son ele geçirilen bölgenin askeri açıdan güvenli olmayışı nedeni ile ilerlemenin devam etmesine karar verildi. Bir Teğmenin komutasında keşif kolu çıkarıldı. Keşif kolunun ilerlemesi saat 18.00 dolaylarında İngiliz Dikelya üssünün kuzeybatısında Pile-Larnaka yoluna egemen 440 rakımlı tepede son buldu. Taburun çoğunluğunun, keşif kolunun tepeye ulaşması sırasında üç İngiliz Searpron tankı tepenin eteklerinde durdular. Bu arada bir İngiliz helikopteri de üzerlerinde keşif yapıyordu. Tabur komutanına İngilizlerle konuşmanın zorunlu olduğu bildirildi. İki üsteğmen bir teğmen tabur komutanının jeep’ine binerek İngilizlerle konuşmaya gittiler. Bu arada helikopter de tankların oldukça önüne indi. Helikopterden çıkan İngiliz Binbaşı, Larnaka’yı alıp alamayacağımızı sordu. Türk subaylar da, bunun şimdilik söz konusu olmadığını, ancak emredilirse alacağımızı söylediler. Bunun üzerine İngiliz Binbaşı, bir irtibat subayı getireceğini söyleyerek telaşla helikoptere bindi ve gitti. Durum tabur komutanına bildirildi ve az sonra tabur komutanı da tepeye geldi. Kısa süre sonra dönen helikopterden İngiliz Binbaşı ile Türk İrtibat Subayı üsteğmen indi. Türk irtibat subayı, “derhal geri çekilmemiz gerektiğini, fazladan 15 kilometre ilerlediklerini, yanlarının güvensiz olduğunu” söyledi. Hemen orada durum değerlendirmesi yapan Türk subaylar, yiyecek bulmanın zorluğuna karşın (bu zorluğu aşarak, bol miktarda yiyecek de buldular) burayı terk etmemeye karar verdiler. 17 Ağustos sabahı yapılan keşiflerle doğuya yayılarak Pile köyünün kuzeyindeki 690 rakımlı tepeyi ele geçirdiler. Paraşüt taburu doğudan batıya Larnaka’ya egemen olan sırtlara yerleşti. Böylece, Larnaka-Dikelya arasında bir hançer gibi uzanan stratejik önemi olan bir toprak parçası daha Türklerin olmuştu. J. KATLİAMLAR Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmek gayesiyle, Yunan Cuntası’nca Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974’te tertiplenen darbe, 20 Temmuz günü karşılığını görmüş ve Türk Silahlı Kuvvetleri, Enosis’i önlemek amacı ile Kıbrıs’a karşı Barış Harekâtı’na girişmişlerdir. Garantör bir devlet olarak ve Kıbrıs’ın bağımsızlığını korumak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından girişilen bu meşru hareket üzerine, Kıbrıs’ı kana bulayan Rum ve Yunanlılar, kendi soydaşlarına yaptıkları gibi müdafaasız masum Türklere karşı da büyük katliam hareketlerine girişmişler ve birçok soydaşımızı feci şekilde şehit etmişlerdir. Barış Harekâtı karşısında, Mehmetçiğin keskin süngüsü önünde diz çöken, aman dileyen ve ezilen palikaryaların geriye kalan kısımları, ellerine geçirdikleri müdafaasız ve masum Türkleri, çocuk-kadın-erkek-yaşlı-hasta ayırt etmeksizin hunharca katletmişler ve vahşetlerle dopdolu silik ve aşağılık tarihlerine, yeni yeni kara sayfalar eklemişlerdir. The Times (Londra) gazetesinin muhabiri David Leigh şöyle yazıyordu: Binlerce Kıbrıs Türkü rehine alındı. Türk kadınlarına tecavüz edilirken, sokaktaki çocuklara ateş edildi ve Limasol’un Türk kesimi Milli Muhafızlar tarafından ateşe verildi. 15 yaşında bir kız çocuğu şöyle diyordu: Sokak aralarından koşarak kaçtım ve askerler arkamdan hep ateş ediyorlardı. Bir eve sığındığımda, askerlerin bir kadına tecavüz ettiklerini gördüm. Ondan sonra da gözümün önünde kadına ateş ederek öldürdüler. Limasol’da ziyaretçi olarak bulunan Kıbrıs Türk asıllı bir İngiliz memuru, Milli Muhafızları, kadın ve çocuklara ateş etmekle itham etmiş ve “Sokakta 20 çocuk ölüsünü gözlerimle gördüm. Yaralı olan diğer çocuklar ise ağlaşıp duruyorlardı” demiştir. Magosa bölgesinde de yoğun vahşet vardı. Bir Alman turist, Almanyanın Sesi Radyosu’na “Rumların kasaplığını insan aklı almaz” dedikten sonra, ekliyordu: “Magosa civarındaki köyler Rum Milli Muhafızları, eşine rastlanmayan vahşet örnekleri sergilemişlerdir. Bunlar Türk evlerine girip, kadınların ve çocukların üzerine kurşun yağdırmışlardır. Birçok Türkün de boğazını kesmişlerdir. Yakaladıkları kadınların hepsine tecavüz etmişlerdir.” France Soir gazetesinden Jean Nouvecelle de şöyle yazıyordu: “Pek çok utanç verici hadiseleri gözlerimle gördüm... Rumlar Türk camilerini yaktılar ve Türk evlerini ateşe verdiler... Türkler canlarını kurtarabilmek için yakındaki tepelere kaçtılar ve evlerinin vahşice yağmalanmasını seyretmekten başka bir şey yapamadılar.”146 Bazı yabancı basın organlarında katliamlar aşağıdaki şekilde yer almıştır: 23.7.1974 United Press International: “Yunanlılar Limasol’da birçok kadın ve çocuğu öldürdü. Yol üstünde 20 çocuk cesedi gördüm. Yaralı olanlar ağlamakta idiler. Yunanlı askerler evlere girip kadın öldürmek için akbabalar gibi beklemektedirler.” 24.7.1974 France Soir Rumlar, Magosa civarındaki Türk evlerinin ateşe verdiler. Silah ve savunması olmayan Türk köylüleri Rum çapulcular tarafından yaratılmış vahşet havası içinde yaşamaktadırlar. Ellerinde bazukalar olan Rumlar, Türk köylerinde büyük kargaşalıklara neden olmaktadırlar. Rumların bu hareketleri insanlık namına utanç vericidir. 146 30.7.1974 Washington Post Larnaka yakınlarındaki Alaminos köyünde 25 ila 55 yaşları arasında bulunan 14 Türk öldürülmüş ve cesetleri buldozerlerle bir çukura doldurulmuştur. Limasol yakınında küçük bir Türk köyüne Rumların yaptığı bir baskın sonucu 200 kişiden 36’sı öldürülmüştür. Rumlar Türk kuvvetleri gelinceye kadar Türklerin öldürülmesi için emir aldıklarını söylemektedirler.147 Şimdi, 20 Temmuz “Barış Harekâtı” nedeniyle Kıbrıs’ta Rum ve Yunanlılar tarafından işlenen insanlık dışı katliam hareketlerine kısaca göz atalım: 1. ATLILAR (ALOA) KATLİAMI 20 Ağustos 1974 günü, Türk Silahlı Kuvvetleri, aldıkları bir ihbar üzerine, Magosa’ya 15 km. uzaklıktaki Türklere ait Atlılar köyünde büyük bir katliam hareketini ortaya çıkarmışlardır. 60 kişilik köyden 57’si, Rum ve Yunanlılarca vahşi bir şekilde katledilmiş ve bundan sonra buldozerlerin açtığı derin çukurlara gömülmüşlerdir. Toprağın kazılmasından sonra göze çarpan ilk manzara, iki yaşındaki kızına sarılmış genç bir Türk kadınının görüntüsüydü. Çukur daha da kazıldığında öteki cesetler de ortaya çıkarılmıştır. Bu feci katliam üzerine Türk Yönetimi Başkanı Rauf Denktaş, BBC muhabirine bir demeç vermiş ve “kadın, erkek, çocuk farkı gözetmeden kitle halinde katleden suçluların adaletçe cezalandırıldıklarını görmek istediğini” söylemiştir. Klerides’in, katliam hareketlerini belirli fanatik grupların yaptığını, Rum Ulusal Muhafız askerlerinin yapmadığını söylediğini hatırlatan muhabir, Türk Yönetimi Başkanına, “Siz de aynı ayrımı yapar mısınız?” diye bir soru yöneltmiştir. Denktaş bu soruyu şöyle cevaplandırmıştır: "Kıbrıs’taki darbeyi de aynı gruplar; EOKA-B ve Ulusal Muhafızlar gibi fanatik gruplar yapmıştı. Hepsi de aynı komuta altında hareket ediyorlardı. Şimdi ise durumda herhangi bir değişiklik yoktur. Bugün de savaşan gruplar, yine Yunan subaylarının komutası altındadır. Bu grupların hepsini de Ulusal Muhafız Ordusu’nun giysileri içinde olduklarını gayet iyi biliyoruz. Yapılmak istenen, hiçbir mazeret gösterilmeyecek şekilde cereyan eden insanlık dışı davranış ve hareketleri, örtbas etmek çabalarından öteye gitmiyor. Eğer gerçekten bunları yapanlar kontrolsüz ve fanatik gruplarsa, o zaman bunların faaliyetlerine son vermek 147 gerekir. Rum yönetiminin bu konuda elinde fırsat vardır. Şöyle ki, Ada’da garantör devlet sıfatıyla bulunan Türk Ordusu’ndan yardım isteyip bu grupları ortadan kaldırabilirler.” Klerides’in, “bu gibi şahısların adalet huzuruna çıkarılması için elinden geleni yapacağını” söyleyen muhabir, Denktaş’a, bu sözlere inanıp inanmadığını sormuştur. Denktaş bu soruyu şöyle cevaplandırmıştır: “Ben Klerides’e inanırım. Ancak toplumumun da görüşümü paylaşması gerekir. Yalnız söylenen sözlerin sözde kalmaması fiiliyatla da desteklenmesini isterim. Örneğin, az önce öğrendiğim, Kaymaklı bölgesinde 9 yaşında bir çocuğu ucuna susturucu takılmış silahla vuranın, Atlılar köyünde 60 Türkü, kadın, erkek, çocuk farkı gözetmeden kitle halinde katledilenlerin adaletçe cezalandırıldıklarını görmek isterim.”148 Anavatan Turizm ve Tanıtma Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Orhan Birgit de 20 Ağustos günü yaptığı basın toplantısında, Magosa’nın Atlılar köyünde 57 soydaşımızın Kıbrıslı Rumlar tarafından toplu halde 9 mm’lik stenlerle kurşunlandığını ve sonra buldozerle açılan çukurlara cesetlerin doldurulduğunu belirtmiş, olay yerinde gazeteci Mehmet Biber tarafından çekilmiş filmi göstermiş ve daha sonra şunları söylemiştir: “Bu korkunç jenosidin failleri, masum kurbanlarını buldozerlerle açtıkları çukurlara gömmüşlerdir. Olay İkinci Dünya Savaşında bazı Naziler tarafından işlenen cinayetleri dahi gölgede bırakacak bir vahşet ve barbarlık örneğidir. Naziler hiç değilse, küçük çocuklara kıymıyorlardı. Şu anda Ada’nın daha başka yerlerinde hangi cinayetlerin hangi çukurlarda saklandığı dahi bilinmiyor. Hele, hala Rumların yönetiminde bulunan ve Cenevre Birinci Sözleşmesine rağmen Barış Gücü’nün kontrolüne teslim edilmeyen Türk anklavlarında neler olup bittiğini bilmiyoruz.”149 Bu korkunç olayın, Türk Barış Kuvvetlerine bağlı Yüzbaşı Dr. Ayhan Çekiç tarafından gün ışığına çıkarıldığını ve Yüzbaşı Doktor’un, bu sırada, bölgede bulunan Rum hastaları tedavi maksadı ile bulunduğunu söyleyen Birgit, sözlerine şöyle devam etmiştir: “Bay Klerides belki bu olay karşısında da, yüzüne sapsarı bir maske takacak ve ‘menfur bir cinayet’ diyecektir. Menfur bir cinayetin işlendiği gözler önündedir. Fakat, merak ediyoruz, katil kimlerdir? Hele onların, bütün dünyaya yayılmış destekleyicileri, koruyucuları kimlerdir?”150 148 149 150 Daha sonra olayı filme alan gazeteci Mehmet Biber konuşmuş ve Rumların katlettiği 57 soydaşımızın 20 metre uzunluğunda ve 10 metre genişliğinde bir çukura gömüldüklerini belirtmiş, “Kendi imkânlarımızla bu çukurları açmaya çalışırken en yukarıda iki üç yaşındaki bir çocuğun, onun hemen yanında da çocuğuna sarılmış anne ile babasının cesetlerini gördük. Çukurları açtığımızda çocuğun sol yanından hala kanlar akmaktaydı. Ortalık mermi kovanlarıyla doluydu” demiştir.151 Anavatan Başbakanı Bülent Ecevit de, 20 Temmuz günü Yugoslav Dışişleri Bakanı Miliç’i kabul ettikten sonra bir beyanat vermiş ve Kıbrıs’ta girişilen katliam hareketlerine de değinerek özetle şunları söylemiştir: “... Biz başından beri söylüyoruz. Şiddet hareketleri hiçbir şeye çözüm olamaz. Kıbrıs’ta Türklerin ne halde bulunduğunu öyle sanıyorum ki, dünya şimdi daha iyi anlıyor. Türkiye, başından beri söylediğim gibi Kıbrıs’la ilgili girişimini, milli nedenlerden önce insani nedenlerle yapmıştır. Uzun yıllardan beri orada esir durumunda yaşamaya zorlanan, fakat onurlu bir halk olarak bunu içlerine sindiremeyen Türklere karşı akıl alamayacak, insanlığa sığmayacak zulümler yapmıştır ve Türkiye de artık buna tahammülü olmadığını göstermiştir. Ümit ediyorum ki, bundan sonra Kıbrıs’ta Rumların şiddet hareketleri sona ersin. Eğer Rumları idare etmeye yetecek kadar, o gücü gösterecek kadar olsun bir Rum yönetimi varsa, evvela kendi topluluğu içinde düzeni ve asayişi sağlamasını ondan sonra Türklerin kendi kendilerini idare etmeleri yetkisi konusunda söz söylemeye kalkışsın. Herhalde Türk milleti Ada’daki zulme, haksızlığa, katliama daha fazla tahammül etmeyecektir.”152 “Bu kabil olayların önlenmesi konusunda acil bir tedbir düşünülüyor mu?” sorusuna Ecevit, şöyle cevap vermiştir: “İşte onu söyledim. Bu, eğer Rumlar bunun çaresini bulmazlarsa ve Birleşmiş Milletler Kuvvetleri katliamlar karşısında, geçen gün Amerikan Büyükelçisi öldürülürken yaptığı gibi (bu iş bizi ilgilendirmez) diye kaçarsa, Türkiye kendisi elbette en etkin tedbirleri almaya, insanlık borcu olarak kendini mecbur hissedecektir.”153 Rumların zalimce katliamını Türk birliklerine ileten Kıbrıslı Türk ise, şunları anlatmıştır: “Atlılar köyü, yirmi haneli bir köydür. Ben köyümden Boğaziçi köyüne kaçtım. Türk kuvvetlerinin köyde emniyet tedbirleri aldığını öğrendikten sonra, köyüme dönmek üzere yola çıktım. Atlılar köyüne geldiğimde köyde tek bir kişiyi bulabildim. Ona sordum ne olduğunu. 151 152 153 Bilmediğini söyledi. Rumların köyün Türk halkını meçhul bir yere götürdüklerini anlattı. Kendisinin kurtuluşunun bir mucize olduğunu açıkladı. Rumlardan kaçarak kurtulmuş. O davarları otlatıyordu. Ben de gezeyim dolaşayım dedim. Gezerken kazılmış çukuru gördüm. Çukura indim, baktım çevresinde binlerce boş mermi kovanı... O zaman gömmüşler. Hemen Boğaziçi köyüne koştum. Oradaki Türk birliklerine durumu anlattım. Birlik benim bu ihbarım üzerine derhal buraya geldi ve dün çukuru açtı. Olayı bütün dünya basınının izlemesi de iyi oldu. Bütün dünya Rum mezaliminin gerçek yüzünü gördü böylece.”154 Atlılar köyünde ortaya çıkarılan korkunç katliam, dünya basınında geniş yankılar yapmış, birçok ülkenin TV’leri de Atlılar’da katliam kurbanlarının gömüldüğü çukurların açılışını gösteren filmleri oynatmışlardır. BBC ve İTV televizyonları, TRT’den naklen yayın yaparak, tüm vahşeti seyircilere göstermişlerdir. İsveç basını katliam olayını takbih etmiş, Danimarka gazeteleri de Kıbrıs’taki katliamı Kıbrıs’ta yeni bir “My Lai” (Vietnam) olayı diye vermişlerdir. İsveç Televizyonu, yaptığı yarım saatlik haber programına “Kıbrıs’taki Katliam” diye başlamış, Televizyonun Ada’ya ve Türkiye’ye son olayları izlemek üzere gönderdiği muhabiri İngemar Olander’in izlenimlerini yayınlamıştır. Muhabir, Kıbrıs’ta Magosa yakınlarındaki Atlılar köyü sakinlerinin kurşunlanarak gömüldükleri mezarlar açılırken çektiği renkli televizyon filmini göndermiş ve programda ayrıca yakınlarını kaybeden Kıbrıslı Türklerle konuşmuş. Barış Gücü askerleri ile röportaj yapmıştır. Televizyon, Kıbrıs’taki katliamı yansıtan filmi gösterdikten sonra, muhabir Olendar’ın “İnsanlığa karşı işlenen bu cinayetlerin Kıbrıs’taki iki topluluğu birbirinden tamamen uzaklaştırdığını” açıklamıştır. İsveç’in iki büyük akşam gazetesi Expressen ve Aftonbladet de katliam haberine tam sayfa ayırmışlardır. Mezarların açılmasını gösteren fotoğraflara da yer veren gazetelerden Expressen haberde, “Kıbrıs’taki katliamda bir köyde sadece üç kişi canlı kaldı” başlığını kullanmıştır. İktidardaki Sosyal Demokratların yayın organı Aftonbladet ise haberi “Kıbrıs’taki Mai Lai, elli köylü katledildi” başlığı ile vermiştir.155 İngiliz basını da Kıbrıs’ta Rumların Türk halkına yaptıkları katliamla ilgili olarak yayın yapmışlar ve Atlılar köyüne giden gazeteciler de, Kıbrıslı Türklerin kitle halinde gömüldükleri mezarların gözleri önünde açıldığını ve cesetlerin çıkarılışını gördüklerini belirtmişlerdir. 154 155 ‘The Times’ gazetesi olayı kınarken bunu EOKA’cıların yaptığını söylemiş, Guardian gazetesi de Atlılar köyündeki olayı aynı şekilde açıklarken Daily Mail gazetesi muhabiri Frank Thompson olayı “Bir Türk köyünde dehşet mezarlığı” diye vermekte ve Türklerin kitle halinde gömüldükleri mezar kazılırken yabancı muhabirlerin dehşet duyduklarını açıkladıktan sonra, Türk Subayları ve Kıbrıslı Türklerle yaptığı konuşmaları anlatmaktadır.156 Aysel Hüseyin, Haydarpaşa Ticaret Lisesi, Tarih Öğretmeni. Kendisi Aloda köyünden. Katliamlarda bir şans eseri kurtulmuş. Aysel Hanım, katliam olayını bütün veçheleri ile anlatmış: “... Çıkan cesetlerde küçük çocukların elleri tellerle bağlıydı. Kardeşim Sezay (15) ve yeğenlerim Tuncay (18), Temray (18), Türkel (16), Sezin (17), Mustafa (14), Sibel (10), Erbay (12)’ın da başları kesik vaziyette idi. Onları, giydikleri elbiselerden bir bir ayırt ettik. Başlarını da yanlarına koyduk. Kardeşim, yeğenlerim sanki gezmeye gidecekmiş gibi giyinmişlerdi. Ayaklarında yüksek ökçeli ayakkabıları dahi duruyordu. Her halde II. Barış Harekâtına başlayan Kahraman Mehmetçiklerimizi karşılamak için en yeni elbiselerini giymişlerdi. Fakat ne acıdır ki, yıllardır özlemini çektikleri, Mehmetçikleri görmeden gittiler. Sıra anneme, Rasime Osman (45)’a geldi. Onun yanına gittim. Son bir defa daha anneciğimi görmek için gittim. Yüzü tamamen erimiş, saçlarının bir kısmı yanmıştı. Elbisesi olduğu gibi duruyordu. Ondan sonrasını hatırlamıyorum.” “… Ailem ve köylü kardeşlerim, canavar sürüleri tarafından çöp çukurlarına götürüldüler. Orada önce otomatik silahlarla tarandılar, yakıldılar ve sonra da üzerleri dozerle kapatıldı.” 2. MURATAĞA VE SANDALLAR KATLİAMI Bu köylerimizde yapılan katliam hareketi de yapılan araştırmalar sonucu 1 Eylül 1974 sonucu ortaya çıkarılmıştır. Yaşlı bir Türk çobanının, Taşlı Milya köyünden bir başka çobanın ikazı üzerine bölgeye giderek yaptığı araştırma sonucu meydana çıkan toplu mezarlarda bulunan kurbanlar, 14 Ağustos 1974’ten beri kayıp bulunmakta idiler. 1 Eylül 1974 pazar günü, saat 15.30’da Muratağa ve Sandallar köyleri arasındaki bir tarla içerisinde yapılan kazı sonucu 80’den fazla soydaşımızın erimiş cesetleri, birçok yabancı gazetecinin gözleri önünde çukurlardan çıkarılmıştır. 156 The Sun’dan John Akass raporunda şöyle diyor: “Muratağa Köyü’nün Türk sakinleri 14 Ağustos’ta katledilmişlerdir. Ekserisi ihtiyar, kadın ve çocuklardan oluşmuştur. Bunlar, Türk taarruzunun ikinci gününde komşu köylerdeki üniformasız Rumlar tarafından öldürülmüşlerdir. Cesetlerin sadece 1 metre gibi az bir derinlikte kalabildiği bu ölüm çukurları kendilerine kazdırılırken öldürülmüşlerdir. Bu asla bir harp olamaz. Bu olsa olsa bir alçaklık olabilir.”157 Köylüler, Mücahitler ve bölgede görevli Türk askerlerinin B.M. Barış Gücü askerlerinin gözleri önünde yaptıkları kazıdan sonra çıkarılan cesetlerin durumu, masum ve savunmasız soydaşlarımızın önce bağlandıkları, sonra da kurşunlandıkları ve bu yetmiyormuş gibi sonra da yakılarak topluca gömüldükleri bütün açıklığıyla gözler önüne serilmiş ve vahşetin yabancı basın mensuplarınca da resimleri tespit edilmiştir. “Sırtı dönük olan, 95 yaşında ve şu adamın babasıdır. Hemen önümüzdeki, 14 yaşında bir kızdır. Şurada topluca gördükleriniz de 75 kişidirler.” Bunlar, kazıyı yapan köylülerin, gazetecilere cesetler çıkarıldıktan sonra söyledikleri sözlerdir. Kurbanlar arasında kadınlar, yaşlılar ve bebek denecek yaşta çocuklar da vardı. Cesetlerin hemen hemen hepsi de birbirlerine bağlanmış ve yakılmış olarak bulunmuşlardı. Çoğunun vücutlarında kurşun yaraları olup, kadınlar çorapları ve elektrik kordonları ile bağlanmışlardı.158 Ergün Aydoğan, Muratağa’da gözü ile görmüş olduğu vahşet çukurunu şöyle anlatıyor: “Muratağa’da meydana çıkarılan korkunç katliamın devam eden kazılarını görmek üzere dün gece (1 Eylül 1974) gazeteci arkadaşlarla köye gittim. Mücahitlerimizle Mehmetçikler, ellerinde kazma ve küreklerle çalışmalarına devam ediyorlardı, işlerin rahat yürümesi için küçük bir jeneratör getirilmiş, geniş bir saha aydınlatılmıştı. Başçavuş Mehmet Şaşmaz ile bir Mehmetçik, çöp yığınını eşelemeye başladılar. Daha ilk küreği sallayışta küçük bir el çıktı. Dirseğinden kopmuş bir el. Bir yaşındaki çocuk eli. Sonra yüzüstü yatmış bir vücut göründü. Üzerindeki yığını aldılar. Baktık ki elleri arkasına bağlı... Başını aradılar bulamadılar... Ayaklarından biri de yoktu... Kemikleri etlerinden ayrılmıştı... Yavaşça toplayıp insanlığın yüz karası büyük yığına kattılar. Kazı devam etti. Kaldırılan her yığının altından bir insan uzvu çıkıyordu. Ayaklar, eller, kollar hep bağlıydı. Yirminci dakika dolarken, ıslak iki kafa buldular. Üzerleri etsiz, saçsız, ense kısımlarından deliktiler. Bölgenin komutanı olan Yarbay, bu delikleri göstererek “bunlar kurşunlanmış” dedi ve devam etti: 157 158 “Demek ki önce elleri, ayakları bağlandı, sonra enselerinden kurşunlandılar. Gördüğünüz bu çukura atılarak yakıldılar. Arkasından buldozerlerle çöp ve molozlarla kapatıldılar.” Manzara, dayanılır gibi değildi. İstisnasız herkes ağlıyordu. Hele köyün imamı elini göğe açıp hıçkıra hıçkıra duaya başlayınca kimse dayanamadı. Olduğumuz yere çöktük. Dua bitince imam bölgenin komutanına sarıldı. “Köyümüz karardı, kimsesiz kaldık” dedi. “Bizi kurtardığınız için sağolun, varolun evlatlarım” dedi. Gözyaşları, birbirine karıştı. “Kazı, bugün devam edecek. Gördüğüm kadarıyla yığın çok büyük... Korkarım 100 rakamını çok aşar... Daha fazlasını yazamıyorum. Ellerim titriyor.”159 Bozkurt yazarı Bilbay Eminoğlu da, tüm yakınlarını, bu katliam esnasında kaybeden Mehmet Hasan Tavukçu’nun, mezarlar başında haykırışını şöyle anlatıyor “Ne olur beni de öldürün, onların yanına gideyim!.. Neyleyim ben onlarsız hayatı. Hepsini her şeyimi kaybettim... Nasıl kıydılar kahpeler, ne istediler gencecik çocuklardan, ne yaptı daha dünyasını bilmeyen yavrular köpeklere. Yaşayamam ben artık kalamam bu diyarlarda... Allah’ım sen sabır ver, dayanma gücü ver... Bu acı çok büyük, çok dayanılmaz.” Hüngür hüngür ağlıyordu saçına, sakalına ak düşmüş Muratağa’lı Mehmet Hasan Tavukçu, ölüm çukurunun içindeki eşi ve çocuklarının kurşunlanmış, yakılmış, parçalanmış, lime lime olmuş cesetlerinin başında. Kimse teselli edemiyordu onu. Büyük, çok büyük acısı. Saatlerce ağladı, en sevdiklerinin bir et ve kemik yığını olmuş cesetlerinin başı ucunda. Mehmet Hasan Tavukçu isimli soydaşımız, yedi yakınını katbetti Rum ve Yunan sürülerinin tarihte eşine rastlanmamış katliamında. Eşi Fatma Mehmeti, baldızı Hatice Derviş’i, üç çocuğu Aziz, Mustafa ve Talat’ı, kayınvalidesi ve kayınpederini. Kendisi, esir alındığı ve daha sonra serbest bırakıldığı için katliamdan sağ olarak kurtuldu.”160 Olaya tanık olan köy öğretmeni Mustafa ise olayı şöyle anlatmıştır: “İkinci Barış Harekâtı’nın başladığı gün olan 14 Ağustos günü, radyolardan Kıbrıs üzerinden ve Akdeniz’den seyrüseferin yasaklandığını duydum. Köy halkına saklanmaları için haber veremeden köyümüzü Pilli, Peristerona’lı Rumlar ve Yunan askerleri bastı. Ben, eşim ve çocuğum saklanabildik. Gelen Rumlar tüm köy halkını topladılar ve köyümüzün doğu tarafında bulunan çöplük istikametinde götürdüler. Yarım saat sonra ise otomatik silah sesleri duydum. Bu anda demek ki, bütün köy halkını katletmişlerdi. Bu arada Rumlar bütün köyü talan ettiler ve kıymetli eşyaları aldılar.”161 159 160 161 Muratağa ve Sandallar katliamı da diğerleri gibi bütün dünyada tepkiler görmüştür. Muratağa katliamı, BBC Televizyonunda gösterilirken, BBC spikeri, “Dehşet verici resimler göreceksiniz, tüyleriniz ürperebilir” diyerek seyircileri uyarmıştır. İsveç televizyonunun spikeri, “Şimdi Kıbrıs’tan aldığımız katliam filmini göstereceğiz, midesine ve sinirlerine hâkim olmayanlar bakmasınlar” uyarısında bulunmuştur.162 Kıbrısta Rum-Yunan ortak cephesi tarafından işlenen insanlık dışı vahşi katliamlar, Türkiye’de de çok kuvvetli tepkilere yol açmış ve yapılan barbarlık, resmi ve sivil kuruluşlar tarafından lanetlenmiş ve protesto edilmiştir. Avrupa Konseyi Kültür Komisyonu üyesi Adalet Partisi Milletvekili Sebahattin Adalı, Konsey Genel Sekreterliğine bir telgraf çekerek, katliam olayına değinmiş, “Silahsız, masum Türk vatandaşlarına tarihin bir daha örneğini kaydetmediği utanç verici katliam ve mezalim vardır. Bu önemlidir.” demiştir. Telgrafta daha sonra, Komisyon’un bir deklarasyon yayınlaması istenmiş ve özetle şu hususlara değinilmiştir: “Yaralanan ve şehit edilen Türk gazetecilerinin yanı sıra dört yaşındaki bir kıza kırk kurşun sıkarak, Atlılar köyündeki 57 Türk’ün ellerini bağlayıp şehit etmeleri ve son katliam olayı, tahmin ederim yirminci asır medeniyetinin asla unutamayacağı barbarlık olarak insanlık tarihine geçecektir. Katliamlar, hala devam etmektedir. Türk Milletinin çok sabırlı olduğu ve fakat bu cinayetler karşısında bu sabır ve tahammülün ne dereceye kadar devam edebileceğini hatırlatmak isterim. Başkanlığınızdan ve komisyon üyesi dostlarımızdan dileğimiz, insanlığa sığmayan bu caniyane hareketlere bir an önce son verilmesi, aksi halde doğabilecek daha çok vahim neticelerden sadece Yunan ve Kıbrıs Rumlarının mesul olacaklarını bildirecek müşterek bir tavassut ve deklarasyonun yapılmasıdır.”163 6 Eylül 1974 tarihli gazetelerde yeni katliam haberleri üzerine Türk Hukuk Kurumu Başkanı Prof. Dr. Muammer Aksoy ,Cenevre’deki Uluslararası Hukukçular Komisyonu’na başvurarak, Rumların ve Yunanlıların, Kıbrıs’ta Türklere karşı giriştikleri katliamların tespiti için Ada’ya görevliler gönderilmesini ve gerçek durumun olduğu gibi, bütün dünya kamuoyuna açıklanmasını istemiştir. Prof. Dr. Aksoy telgrafında şöyle demekteydi: 162 163 “Bir süreden beri Kıbrıs’ta Rumların yoğun olarak oturduğu yerlerdeki Türkler sayılarının az olmasından ve tecrit edilmiş durumda bulunmalarından yararlanılarak hiçbir suçları söz konusu olmaksızın sırf Türk oldukları için ve çocuk, kadın ve ihtiyar olmalarına da bakılmaksızın barbarca, canavarca, kitle halinde öldürülmeleri suretiyle jenosit suçuna en korkunç örnekler verdiği saptanmaktadır.”164 Bu vahşet olaylarının, bir daha tekerrür etmesini önlemek amacı ile olayları, tüm ayrıntıları ile dünya kamuoyu önüne serilmesini ve durumu yerinde tespit etmek üzere Türk bölgesine görevliler gönderilmesi istenen telgrafta, bunların yapılmaması halinde katliamların manevi sorumluluğuna komisyonun da katılacağı hatırlatılmakta idi. İzmir Barosu Başkanı İskender Özturanlı da, Baro Başkanlık Divanı adına Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’na bir telgraf çekmiş ve “Rumların Kıbrıs’ta giriştikleri insanlık dışı davranışların kınanmasını” istemiştir.165 Atlılar ve Muratağa katliamlarından önce Rum katliamını dile getiren bir vahşet örneğini de İngiliz bakan James Cross şöyle anlatmıştır: “Rum muhafızların Türk rehineleri bir meydana toplayarak makinalı tüfek ateşi ile taradıklarını gördüm, öldürülenlerin çoğu kadın, çocuk ve yaşlı kimselerdi. Birleşmiş Milletlerin müdahalesiyle ve İngiliz pasaportu sayesinde kurtuldum. Limasol’u, Türkler için bir cehennem haline getirdiler. İnsanlık için utanç veren bu vahşete son veriniz.”166 Katliam haberleri, dünya kamuoyu tarafından televizyon-radyo ve basında geniş olarak aksettirilirken, Yunan Başbakanı Konstantin Karamanlis, Kıbrıs’ın Muratağa köyünde ortaya çıkarılan insanlık dışı katliamın, Yunan basını ile radyo ve televizyonda yayınlanmasını açıklamıştır.167 Diğer yandan, Kıbrıs’taki katliam hareketleri, Ankara’da bulunan bazı İslam ülkelerinin diplomatları tarafından şiddetle kınanmıştır. ANKA Ajansı’nın, “Kıbrıs’ta Müslüman Türklere karşı girişilmiş jenosit olayların hakkında görüşleriniz nedir?” şeklindeki soruya bazı diplomatlar aşağıdaki cevapları vermişlerdir. Libya Maslahatgüzan Süleyman Ataika: “Kıbrıslı Türk Müslüman kardeşlerimize karşı girişilen jenosit hareketini şiddetle tel’in ediyoruz. Libya, Kıbrıs olaylarının başından beri Türkiye’nin yanında yer almıştır.”168 Tunus Maslahatgüzarı M. Anki: 164 165 166 167 168 “Biz Tunus olarak daha önce de Türkiye’nin yanında yer aldığımızı bildirmiştik. Bütün bu hareketleri şiddetle kınıyoruz.”169 Pakistan Basın Ateşesi M. Naser-Ed-Deen: “Pakistan Hükümeti’nin bildirisinde belirttiği gibi biz, bu jenosit olaylarını lanetliyoruz.”170 Afganistan Büyükelçisi Korgeneral Muhammed Said: “Afganistan, Türkiye’yi Kıbrıs’a çıkarma harekâtını başından beri desteklemiştir. Kıbrıs’ta Türk ve Müslüman toplumuna karşı işlenen jenosit, sadece Müslümanlık değil, bir insanlık meselesidir.”171 3. TAŞKENT (DOHNİ) KATLİAMLARI Larnaka kazasına bağlı Taşkent (eski ismiyle Dohni) köyü Türkleri de, Barış Harekâtını bahane eden vahşi Rum ve Yunanlılar tarafından katliama tabi tutulmuşlar ve 50 kadar soydaşımızı şehit etmişlerdir. Taşkentli 50 kadar soydaşımızın katledilmesi olayını ortaya çıkaran, Taşkentli yaralı soydaşımız Fuat Hüseyin’in verdiği bilgiye göre olay şöyle cereyan etmiştir: “20 Temmuz günü Rumlar, Taşkent köyündeki Türkleri huzursuz ve tedirgin etmeye başlamışlardır. Bu durum, 14 Ağustos tarihine kadar devam etmiş ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs’ta giriştiği ikinci harekât günü olan 14 Ağustos’ta Rumlar, Taşkent Türklerine karşı harekete geçerek 50 yaşına kadar olan 83 kişiyi Rum okulunda bir araya toplamışlardır. 83 kişiden 45-50 kişiyi ayırarak Limasol’dan Kommbos otobüs şirketinden çalınan bir otobüse koyarak önce Limasol’a nakletmişlerdir. Dört otomobil silahlı Rum da Türklere refakat etmiş ve Ayafılya Rum köyüne götürülmüşlerdir. Ayafılya köyünde yarım saatlik yol kat edildikten sonra Yerese ve Palatia köyleri arasındaki dağlık bölgede daha önceden buldozerlerle açılmış çukurlar hazırlayan caniler, önce soydaşlarımızın üzerinde bulunan hüviyet ve paralarını almışlar ve kendilerine birer sigara ikram etmişlerdir. Henüz sigaralarını içmeye fırsat bulamayan kardeşlerimizin üzerlerine kalleşçe yaylım ateşi açılması sonucu katledilmişlerdir. Çukurları kapatmak amacıyla buldozer getirmek için Rum askerlerinin kaçışından istifade eden 19 yaşındaki Fuat Hüseyin, yaralı olarak 6 gün dağlarda 169 170 171 dolaştıktan sonra Mutluyaka köyüne sığınmış ve canını kurtarmıştır. Fuat Hüseyin ile beraber olan iki yaralıdan ise bir daha haber almak mümkün olamamıştır.”172 Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş’ın Atatürk İlkokulu’nu ziyareti esnasında Taşkent (Dohni) göçmenlerinden Tünsel Sadi isimli bir hanım soydaşımız da Taşkent’te Rumların, Türklere yaptıkları barbarlıkları anlatmıştır: Kocası dâhil, ailesinden üç kişi Rumlar tarafından tutsak alınarak katledilen Tünsel Sadi, olayları şöyle anlatmıştır: “14 Ağustos Çarşamba günü saat 11.00’a doğru, Rumlar Taşkent’e girdiler ve erkekleri alarak götürdüler. Sonra yeniden geldiler ve saklanan erkekler varsa teslim olmalarını, aksi halde daha sonra gelecek Yunan askerlerinin onları katledeceklerini söylediler. EOKA’cı olan Rumların başında Andriko adında fanatik bir EOKA lideri ve kardeşi vardı. Rumlar, dört ve altı kişilik gruplar halinde kapıları kırıp içeri girdiler. Göğüslerimize silahlarının namlularını dayadılar ve tehdit ettiler. Paralarımızı aldılar ve bizleri dövdüler. “Paralarınızı verin, altın eşyalarınızı verin; yoksa sizi öldüreceğiz” diye bağırmakta ve bize çeşitli insanlık dışı işkenceler yapmakta idiler. Köydeki arabaları aldılar ve evleri yağma ettiler. Bunların başkanı olan Andriko isimli EOKA’ cı Rum ve kardeşi, köyün kooperatif kredi şirketinin parasını aldılar.” “Aradan birkaç gün geçtikten sonra kadınlar endişe içinde Rumlara başvurarak erkeklerimizi ne yaptınız? Nerededirler? Sağlar mı? Onları bize geri getirin” demişler Andriko ve adamları ise “Onların ne olduğunu bilmiyoruz. Maroni köylülerine sorunuz” demişlerdir. Tünsel Sadi; “Köyümüzden alınan 69 erkekten ve Terazi köyünden alınan erkeklerden hiçbir haber alamadık” demiştir.173 4. ALAMİNYO KATLİAMI 20 Temmuz Barış Harekâtı’nın başlaması üzerine, Rum ve Yunan sürüleri, büyük kuvvetlerle küçük köy ve kasabalarımıza hücum etmişlerdi. Hücuma uğrayan köylerimizin arasında Alaminyo da bulunmaktaydı. Köyde Rum ve Türkler karışık bir şekilde idi. Çok büyük kuvvetlerin saldırısına uğrayan bir avuç Alaminyolu mücahit, teslim olmamış, Ata yadigârı toprakları kahramanca korumuştur. 172 173 Neticede mermileri biten mücahitlerin mevzileri birer birer düşmüş ve canlı olarak ele geçen mücahitlerimiz, barbar Rum ve Yunanlılar tarafından kurşuna dizilmişlerdir. Kurşuna dizilme olayı, yabancı muhabirler tarafından da tespit edilmiştir. Nitekim “NBC (National Broadcasting Corporation) radyo-televizyonunun muhabiri Larnaka ilçesine bağlı Alaminyo köyünde 15 Türk’ün bir duvar dibine sıralanarak Kıbrıs Ulusal Muhafız Gücü tarafından kurşuna dizildiğini bildirmiştir. Köyün yaşlıları muhabire bu katliamın 20 Temmuz 1974’te olduğunu söylemişlerdir. NBC’nin muhabiri John Palmer, ‘köylülerin kendisine ve öbür yabancı gazetecilere Türklerin kurşuna dizildikleri duvardaki kurşun izlerini ve gömüldükleri yeri de gösterdiğini’ söylemiştir.174 Alaminyo göçmenlerinden 19 yaşındaki Ali Ahmet Mehmet ise Rumların Alaminyo’da topladıkları Türkleri, köyün Rum okuluna götürdüklerini, okul çevresinde koşturduktan sonra duvara dayayıp kurşunladıklarını söylemiştir.175 20 Temmuz Barış Harekâtı’nı bahane ederek Türklere karşı girişilen vahşet hareketleri sadece bunlar değildir. Vahşi Rum ve Yunan sürüleri, bunlardan başka işgal etmiş olduğu köy ve kasabalarımızda esir ettikleri Türkleri vahşice katletmişler, Barış Harekâtı dolayısı ile Ada’ya gelmiş olan ve yollarını şaşırıp Rum tarafına geçen Türk gazetecilerini gaddarca kurşunlayıp şehit etmişler (Adem Yavuz); güneyde kalıp da özgür Türk bölgesine geçmek isteyen Türklere, kadın-çocuk-yaşlı-hasta demeden bütün barbarlık metotlarını uygulamışlar ve bu şekilde yüzlerce masum soydaşımızın kanını akıtmışlardır. Dünya var oldukça, Kıbrıs’ta Rum ve Yunanlılar tarafından işlenen insanlık dışı vahşi katliamlar asla unutulmayacak ve bundan doğan kin ve nefret, nesilden nesile intikal edecektir. SONUÇ Kıbrıs, Akdeniz ortasında yeşil ve güzel bir ada olmasına rağmen, stratejik konumu ve Yunanistan’ın Enosis istekleri nedeniyle “bir savaş alanı” kimliğini sürekli olarak gündemde tutmaktadır. Tarihsel gelişim sürecine baktığımızda bu adanın ilginç yazgısını görüyoruz. Kıbrıs, tarih boyunca hep dışarıdan yönetilen ada olmuş; kendi toprakları üzerinde egemenlik hakkına sahip bir devlet hemen hemen hiç kurulmamıştır. Ada, çeşitli devlet ve toplulukların 174 175 elinden geçerek 1571 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğine girdi. 1878 yılına değin de Osmanlı yönetiminde en huzurlu dönemi yaşadı. Rusların, Osmanlı devletinin sınırlarını tehdit etmesini engelleyeceğini söyleyen İngiltere, bu güvenceye karşılık geçici bir süre Kıbrıs’ı istedi. II. Abdülhamit de adanın yönetimini İngilizlere devretti. Ama İngiltere bu Ada’dan bir daha çıkmadı. 1829 yılında, Fransa-Rusya ve İngiltere’nin desteğiyle bağımsızlığını kazanan Yunanistan da böylece büyük devletlerin yardımı ile tarih sahnesine çıkmış oldu. Daha 1814 yılında, Yunanlıların kurmuş olduğu Filiki Eteriya adlı gizli örgütün gerçekleştirmek için and içtiği ‘Megali İdea’sında yer alan on ilkeden birisi “Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakıydı.” 1814-1914 yılları arasındaki evre (Yunanistan’ın körüklemeleriyle) Kıbrıs Rumlarının gerçekleştirdikleri eylemlerle Enosis’e ulaşma çabalarına Kıbrıs Türklerinin sürekli olarak karşı koymasıyla geçmiştir. Aslında bu dönemde Kıbrıs hukuksal olarak bir Türk toprağıdır ve İngiltere istese de Osmanlı’ya ait bir adayı başka bir devlete devretmesine olanak yoktur. Girit adasının Yunanistan’a bağlanması sonucunda Türklerin toptan öldürülmelerini hiçbir zaman unutmayan Kıbrıs Türkleri, her zaman Enosis’e karşı çıkmış ve mücadele etmiştir. Nitekim 1914 yılında, Osmanlı Devleti’nin Bağlaşık devletler yanında savaşa girmesini bahane eden İngiltere, Kıbrıs’ı tek taraflı ilhak edince, Rumlar Enosis’i gerçekleştireceklerini umdular. Fakat İngiltere’nin buna onay vermeyeceğini görünce de 1931 yılında ayaklandılar. 1943 yılında İkinci Dünya Savaşı sırasında sürgünde bulunan Yunanistan Hükümeti Kıbrıs ve Ege’nin Yunan olması yönünde taleplerde bulundu. Kıbrıs Rumları Enosis çabalarına yoğunluk kazandırdılar. Uzun uğraşılardan sonra Kıbrıs sorununu B.M.’ye götürmeyi başaran Yunanistan, Kıbrıs halkına (self-determinasyon) “kendi yargılarını kendilerinin belirlemesine” izin verilmesini istiyordu. Halbuki Kıbrıs’ta, “Kıbrıs Milleti” diye bir bütün millet yoktu. Kıbrıs’ta her bakımdan ayrı iki etnik grup vardı. Bu biçimiyle “gelecek” belirlemesine gidilirse çoğunlukta bulunan Rumlar, adayı Yunanistan’a bağlayacaklardı. B.M.’den istenen bu çözüm aslında Enosis’ti. Türkiye’nin kararlı tutumu Yunanlıların B.M.’den sonuç almalarını engelledi. Diplomatik yollardan sonuç alamayan Yunan hükümeti’nin desteğiyle harekete geçen Kıbrıs Rumları terör eylemlerini başlattılar. EOKA gizli terör örgütü 1 Nisan 1955’te eylemlere başladı. Önce ilhaka karşı olan Rumları öldürdü, ardından İngilizlere saldırdı ve kısa bir süre sonra da Türkleri öldürmeye başladı. Türkler de Enosis’in önünü tıkamak ve can güvenliklerini korumak için T.M.T. (Türk Mukavemet Teşkilatı) kurdular, 1 Ağustos 1955’te başlayıp 1958’e değin sürdürülen bu şiddet eylemlerinde öldürülen ve yaralanan yüzlerce Türk’ün yanı sıra, altı bin Kıbrıslı Türk de 33 köydeki evlerinden kovulmuş ve malları tahrip edilmiştir. Türkiye hükümeti ve basını Kıbrıs sorununa daima duyarlı yaklaşmıştır. B.M. de, Yunanistan’ın gerçek düşüncesinin Enosis olduğunu anladığından, Yunanistan desteksiz kalınca, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında bir uzlaşmaya varılarak 1959 yılında Londra-Zürih anlaşması imzalandı. İttifak ve Garanti anlaşmalarının 16 Ağustos 1960 yılında yürürlüğe girmesiyle iki uluslu bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti doğmuş oldu. Egemenlik ve bağımsızlık iki ulusal topluma ortaklaşa verildi. 1960 Antlaşmalarının başta gelen en önemli özelliklerinden birisi de adanın herhangi bir biçimde başka bir ülke ile birleşmesine, yani Enosis’e kapalı olmasıydı. Kıbrıs Türkleri bu anlaşmalara sonuna değin bağlı kaldılar, Rumlar ise anlaşmalara amaç olarak değil de kendilerini Enosis’e götürecek araç olarak baktılar. Makarios şöyle diyordu: “Ümit ve emellerimiz Zürih ve Londra antlaşmaları ile tamamen gerçekleşmiş değildir...” Cumhuriyetin ilanı da sorunları çözmedi; Rumların baskı ve saldırıları sürdü gitti. 1963 yılı sonunda Makarios 13 maddeden oluşan Anayasa değişikliği tasarısıyla ortaya çıktı. Önerilen değişiklik planına göre, Türkler tamamen Rumların boyundurukları altına giriyordu. Türkler bu değişim önerisini geri çevirdiler. Bunun üzerine Rumlar, 21 Aralık 1963’te Kıbrıs Türklerine karşı ada genelinde saldırıya geçtiler. Saldırılar, önceden Yunanistan’la işbirliği yaparak hazırlanmış ve ada Türklerini 24 saat içerisinde yok etmeyi amaçlayan “Akritas Planı” çerçevesinde yapılmıştır. 20-21 Aralık 1963 tarihinde başlatılan Rum saldırıları sonunda yüzlerce Türk öldürüldü ve yaralandı; 103 köyden 30 bin Türk kovularak göçmen durumuna sokuldu; Türk ev ve malları tahrip ve talan edildi. Olaylar karşısında seyirci kalamayan Türkiye savaş uçaklarını havalandırdı. Rumlar da anlaşma yolunu seçtiler. Bu arada ekonomik ambargoya da başlayan Rumlar, bu yolla Türklerin direnişini kırmayı denediler. Bunda da başarılı olamadılar. Boğaziçi ve Geçitkale köylerine yapılan saldırılarda birçok Türk yaşamını yitirdi. Türkiye müdahalede kararlı olduğunu belirtir tavrını ortaya koyunca olaylar da sona erdi. Ama adaya çıkmadı. Bu olayların sonucu Türkiye açısından çok olumlu oldu. Çünkü 1974 yılına gelinceye değin askeri çıkarma araç gereci tamamlandı. 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanistan’dan getirilmiş subaylarının koruması altındaki 20.000 kişilik Rum Milli Muhafız Ordusu, Başkan Makarios’a karşı darbe yapmıştı. Bu ordunun kurulması da, Kıbrıs Anayasasını açıkça ihlal ederek gerçekleştirilmiştir. Kurulması anayasaya aykırı olan bu ordunun gerçekleştirdiği hükümet darbesinden sonra; adada barış ve güvenlik tamamen yok olmuş ve daha da kötüsü Kıbrıs’ın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü tehlikeye girmiştir. Hükümet darbesini Yunanistan’dan getirilmiş Yunan subayları, Atina’daki diktatörlerin emriyle gerçekleştirmişlerdir. Darbenin amacı Enosis, yani Kıbrıs’ı Yunanistan’la birleştirmekti. 15 Temmuz’dan sonra Makarios’un kaçması ve ülkede kanlı bir iç savaşın başlaması üzerine, adada Garantör devletlerin derhal müdahale etmesini gerektiren bir durum ortaya çıkmıştı. Garanti anlaşmasına göre, Kıbrıs’ın bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün, güvenliğinin ve Anayasasının ihlal edilmesi halinde, üç garantör devlet anlaşarak birlikte gerekli girişimlerde bulunmazlarsa garantör devletlerden her biri ihlalleri önlemek ve Kıbrıs’ın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini korumak üzere kendi başına harekete geçme hakkına sahipti. Kıbrıs’a Türk müdahalesinin ilk sonucu; Kıbrıs’taki kanunsuz Sampson Hükmeti’nin çökmesi ve Atina’daki Cunta hükümetinin yıkılması oldu. Sürgünde bulunan eski Başbakan Karamanlis Atina’ya demokrasiyi yeniden kurmak üzere davet edilmişti. Kıbrıs’ta Glafkos Klerides Rum yönetiminin başı olarak Sampson’un yerine geçti. Türkiye Kıbrıs sorununu kökünden çözmeye kararlı idi. Özellikle 1963’ten beri Türkiye’nin sabrı tükenmişti. Bulunacak çözüm sadece adadaki Türk toplumunun hayatta kalmasını güvence altına almakla kalmayacaktı. Türkiye adadaki Türk toplumunun ekonomik ve sosyal gelişimini de güvence altına almak istiyordu. Türkler buradan sonra baskı ve katliam korkusundan kurtulmuş olarak olmalıydı yaşamak olanağına kavuşmuş. Türk toplumu bundan sonra ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmekten ve Getta’lara sıkıştırılmak korkusundan kurtulmalıydı. Türk toplumu, özgür ve bağımsız bir Kıbrıs’ın eşit haklara ve olanaklara sahip vatandaşı olarak yaşayabilmeliydi. Öte yandan Kıbrıs adasının jeopolitik ve jeostratejik değeri Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’in kontrol edilmesinde oynadığı rolden ileri gelmektedir. Adanın stratejik değeri özellikle deniz ticaret yolları ile belli başlı hava yollarının üzerinde bulunması ile artmakta ve doğu ile batı arası menfaat çatışmasına sahne olmaktadır. Ada, bütün Ortadoğu ülkelerini kontrol eden “Batmayan Bir Uçak Gemisi” durumundadır. Kıbrıs jeostratejik bakımdan Doğu Akdeniz’de eski çağlardan beri büyük önem taşımıştır. Doğuya ilerlemek isteyen Batı adayı sürekli bir “Atlama Taşı” gibi kullanmış; Batıya yönelen Doğu ise gerisinde bir çıbanbaşı bırakmak istememiştir. Ortadoğu zengin petrol kaynakları ile dünyanın en hassas politik bölgelerinden birini teşkil etmektedir. Bu bölgenin kalbi İskenderun-Basra-Süveyş üçgenidir. Kıbrıs coğrafi yapı itibariyle bu üçgenin iki köşesi olan İskenderun-Süveyş’i kontrol altında bulundurmaktadır. Türkiye için Kıbrıs’ın jeopolitik önemi her şeyden önce Türkiye’nin güneyinin güvenliğiyle ilgilidir. Türkiye’nin güneyden coğrafi güvenliği, adanın düşman bir devletin eline geçmemesi halinde mümkündür. Yunanistan’ın eline geçmesi halinde Ege Adaları ile birlikte Ege ve Akdeniz’den tamamen tecrit edilmemiz söz konusu olacaktır. Atatürk, güneyde yapılan bir tatbikat sırasında “Efendiler Kıbrıs’a dikkat edin, bu ada bizim için çok önemlidir” buyurmuşlardır. Hiç şüphesiz Kıbrıs’ın Türkiye için diğer bir önemi, adada yaşayan Türk halkının güvenliğinin sağlanmasıdır. Bu sorumluluk, hem 1960 Garanti Anlaşmasının yüklediği ahdi bir yükümlülük; hem de yıllardır Türkiye’yi ve Türk halkını bir kurtarıcı olarak görmüş ve onun hayali ile senelerini geçirmiş; yavru vatan Kıbrıs, Türk halkı için manevi bir mükellefiyettir. Yukarıda ifade edilen nedenlerden dolayı Türkiye Cumhuriyet; 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’a bir Barış Harekâtı icra etmek zorunda kalmıştır. Birinci Barış Harekâtı beş gün ikinci Barış Harekâtı üç gün sürmüştür. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerinin müşterek olarak; kıyıya çıkarma, uçarbirlik ve hava indirme harekâtları, mekanize kara birlik harekâtı ile emir komuta münasebetleri, koordine, sevk ve idaresi zor olan bir müşterek harekât icra etmiş ve muvaffak olunmuştur. Beklenmeyen yerden beklenmeyen çıkarma harekâtının icra edilmesi, önemli bir harp prensibi olan “Baskın” prensibinin avantajlarını kazandırmış, yirmi bin kadar Rum Milli Muhafız gücünün etkin olarak bize karşı kullanılmasının önüne geçilmiştir. Kıbrıs adasının coğrafi yapısının zorlukları, kuzeyde uzanan Beşparmak dağları ve onun üzerinde sınırlı sayıda geçitlerin olması ve bu geçitlerin de karşı taraf kuvvetlerince çok az bir kuvvetle de olsa savunuluyor olması, harekâtın zorluğunu ortaya çıkarmaktadır. Ancak, ifade edilmesi gereken önemli bir avantaj vardır. O da savunan Rum birliklerinin kendi hava kuvvet desteğinden yoksun kalmalarıdır. Barış Harekâtında Yunan Hava Kuvvetleri etkili olamamıştır. Menzil kifayetsizliğinden dolayı kullanılamamışlardır. Buna rağmen Barış Harekâtı kolay olmamıştır. Kıbrıs Barış Harekâtı’nda 409 karacı, 5 havacı, 13 jandarma, 56’sı Kocatepe’de olmak üzere toplam 69 denizci personel, toplam 496 asker şehit düşmüştür. (Şehit listemizde 131’den 134’e geçiyor, liste yenilendiğinde 409 karacımız şehit olmuş çıkıyor, 411 sayısı doğruysa 2 şehidimiz eksik yazılmış olabilir.) Tüm bu insan kaybı o zamanki rayiçlere göre 5 milyar lira tutarındaki savaşın ekonomik maliyetine karşın, (ifadeyi anlamadım) bugün, Magosa-Lefkoşe-Girne bölgelerini içine alan Kıbrıs’ın kuzeyindeki adanın yaklaşık 1/3’ü Türk hâkimiyeti altındadır. Soydaş Türk halkı burada özgür ve bağımsız olarak yaşamaktadır. Ekonomik gelişmesini de her geçen gün daha da ileriye götürmektedir. Türk ordusu, Türkiye Cumhuriyeti halkı, onun hak ve menfaatleri için daha nice harekâtlar icra etmeye daima hazırdır. Barış ortamında, müzakerelerle halledilemeyen meselelerin savaş yoluyla halledilmesinin kaçınılmaz olduğu gerçeğinden hareket edilmiştir. 1963’ten bu yana sürekli ölüm korkusu ile yaşayan Kıbrıs Türklerinin, 20 Temmuz 1974’te elde edilen zaferle huzur ve güvene kavuşmuşlardır. Özgürlük ve bağımsızlık Türk’ün karakteridir ve öyle olmalıdır. BİBLİYOGRAFYA (KAYNAKÇA) A. ARŞİV BELGELERİ: Kayseri Hava İndirme Tugay Arşivi B. KİTAPLAR VE MAKALELER 1. Aktuğ, Güner, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ‘nin Hazırlayan Siyasal Nedenler, (Nisan 1990), (y.y) 2. Alasya. Halil Fikret, Kıbrıs ve Türkler 3........................................ “Kıbrıs’ta Kayıplar Meselesi,” Türk Kültürü, sayı: 309, Ağustos 1986 4........................................ Kıbrıs’ta Türk İdaresi Altındaki Nüfus, Ankara 1964 5........................................Tarihte Kıbrıs, Lefkoşa 1988 6.......................................Yunanistan ve Kıbrıs Meselesi, Kıbrıs ve Türkler 7....................................... Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs’ta Türk Eserleri, Ankara, Ayyıldız Matbaası, 1964 8. Armaoğlu, Kıbrıs Meselesi, Ankara, 1963 9.......................................20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, İş Bankası Yayını, Ankara 1983 10. Aşık, Kemal, Rum-Yunan Gizli Belgeleri, Lefkoşa, 1983 T.A.K Yayınları I 11. Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, C. 11. İstanbul, 1973 12. Ateş Toktamış, Siyasal Tarih, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayını, 1982 13. Birand, Mehmet Ali, 30 Sıcak Gün, İstanbul, Milliyet Yayınları, 14. Canip, Bell Mc. Kinnom; Turkey and Greece 1968. 15. Çay, Abdulhaluk, Kanlı Noel, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları:93, Seri I, Sayı A 13, Ankara 1989 16. Denktaş Rauf R., Kıbrıs Davamız, 1991 Ankara 17. ...............................“Küçük Asya Felaketi ve Kıbrıs”, Yeni Kıbrıs Dergisi, (Ocak 1986), s.24-31 18. Erim, Nihat, Bildiğim Gördüğüm ölçüler İçinde Kıbrıs, (y.y), (t-y). 19. Eroğlu. Hamza, Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Kıbrıs Barış Harekâtı, (y-y), (t-y) 20. Kürşat, F. - M.H. AItan-S.Ergeli, Kıbrıs’ta Yunan Emperyalizmi, İstanbul 1978 21. Gazioğlu, Ahmet C, İngiliz İdaresinde Kıbrıs, İstanbul, Ekim Basımevi, 1960 22. ..................................... Yavru Vatan Kıbrıs, İstanbul, Ekim Basımevi, 1960 23. Güldemir, Ufuk, Kanat Operasyonu, Tekin Yayınevi, İstanbul 1985 24. Günaydın Gazetesi; 15. Özgürlük Yılı Eki, 1989 25. Gürel, Şükrü, Kıbrıs Tarihi, C. 1-2, Kaynak Yayınları, İstanbul 1984 26. Gürsoy, Cevat, ‘The Geographical Position of Cyprus”, Cultura Turcica, 2,(2), 1965 27. Güvenç, Nazım, Kıbrıs Sorunu Yunanistan ve Türkiye, İstanbul, Çağdaş Politika Yayınları, 1984 28. Gönlübol, Mehmet, Ulman A. Haluk, ‘Türk Dış Politikasının 20 Yılı (1946 -1965)” Ankara, 1966. 29. İsmail, Sabahattin, İngiliz Yönetiminin İlk 50 Yılında Türk-Rum İlişkileri, Kıbrıs’ın Dünü-Bugünü Uluslararası Sempozyumu, Ankara 1993 30. ................................ Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Doğuşu – Çöküşü ve Unutulan Yıllar (19641974), K.K.T.C.MUH Eğitim ve Kültür Bakanlığı, Kültür Dizisi C.26,1964-1974. 31. ............................... Barış Harekâtı’nın Nedenleri Gelişimi Sonuçları, İstanbul, Kastaş Yayınevi, 1988 32. .............................. Kıbrıs Sorunu (iç Etkenler), İstanbul, 1986 33. Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C. VIII., Ankara 1983. 34. Kıbrıs, Bildiriler, Demeçler ve Basın Konferansları, Ankara, 1974 35. Kıbrıs’ın Dünü Bugünü Yarını Uluslararası Sempozyumu, Kıbrıs, Doğu Akdeniz Üniversitesi Yayınları, 1991 36. Konur İsmet, Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs’taki Türk Eserleri, Adana, Seyhan Basımevi, 1946. 37. .......................... Kıbrıs Türkleri, istanbul, Remzi Kitabevi, 1938. 38. Koni, Hasan, “1964-1974 Yılları Arası Türk-Yunan İlişkileri: Algılama Analizi”, Türk Yunan İlişkileri Bildirileri, Üçüncü Askeri Tarih Semineri, Ankara, Genel Kurmay Basımevi, 1986 39. Milli Arşiv, “14.1.1964 tarihli Türk Basını”, Türk Basın Koleksiyonu. 40. Mütercimler, Erol, Kıbrıs Barış Harekâtının Bilinmeyen Yönleri, Yaprak Yayınevi, İstanbul, Haziran 1990. 41. Oberling, Pierre, Kıbrıs Faciası, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1990. 42. Oğuz, Süleyman, Kıbrıs -Ekonomik ve Sosyal Yönleriyle İstanbul 1975 43. Olgun, Aydın, Kıbrıs’ın Anotomisi. Dört Devir, Dört Lider, Ankara 1975 44. .......................... Kıbrıs Gerçeği 1931-1990, Ankara, İş Matbaası, 1991 45. ÖZ, Muzaffer, Güncel Konular, Ankara, Genel Kurmay Basımevi, 1986 46. Özkan, Cemal, Güncel Konular, Ankara, Genel Kurmay Basımevi, 1986 47. Rize, Ekrem, Kıbrıs Bir Numaralı Tuk Davası, İstanbul, Türkiye Yayınevi, 1965 48. Sarıca, Murat, Siyasal Tarih, 1983 49. Sarıca, M.-Teziç E.-Eskiyurt Ö., Kıbrıs Sorunu, İstanbul, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayını, 1975 50. Serter, Vehbi Zeki, “Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974te Düzenlenen Rum-Yunan Askeri darbesi ve Mutlu Türk Barış Harekâtı’nın başlaması (20 Temmuz 1974)”, Türk - Yunan İlişkileri Bildirileri, Üçüncü Askeri Tarih Semineri, Ankara, Genel Kurmay Basımevi, 1986 51. ........................................ Kıbrıs Türk Mücadele Tarihi I. Cilt Lefkoşa 1974,U. Cilt: Lefkoşa 1975. 52. ..............................................Kıbrıs ve 1974 Barış Harekâtı, Lefkoşa 1976 53. Sonyel, Salahi Ramadan, Türk Yunan Anlaşmazlığı, Ankara, Kıbrıs Türk Kültür Demeği Yayınları, 1985 54. Soysal, İsmail, Türkiye’ nin Dış Münasebetleriyle İlgili Başlıca Siyasi Andlaşmaları, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1965 55. Torun, Şükrü, Türkiye İngiltere ve Yunanistan Arasında Kıbrıs’ın Politik Durumu, İstanbul, Gazeteciler Matbaası, 1960. 56. Torun, Şükrü, La Situation Politıque de File de Chypre vis-a-vis de la Turquie, de FAngleterre et la Paris: Faculte de Droit, Univ. Paris, 1954. 57. Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, C.3, 3. Kısım Eki, Kıbrıs Seferi (1570-1571), Ankara 1971 C. GAZETELER • Bozkurt; 23 Ağustos 1974 • Bozkurt; 2 Eylül 1974 • Bozkurt; 3 Eylül 1974 • Bozkurt; 7 Eylül 1974 • Cumhuriyet 19 Temmuz 1974 • Cumhuriyet; 20 Temmuz 1974 • Cumhuriyet 21 Temmuz 1974 • Cumhuriyet 22 Temmuz 1974 • Cumhuriyet 15 Ağustos 1974 • Cumhuriyet 16 Ağustos 1974 • Cumhuriyet; 16 Temmuz 1975 • Günaydın; 5 Eylül 1974 • Hürriyet; 19 Temmuz 1974 • Hürriyet; 20 Temmuz 1974 • Milliyet; 21 Ağustos 1974 • Milliyet; 23 Ağustos 1974 • Milliyet; 3 Eylül 1974 • Milliyet; 4 Eylül 1974 D. DERGİLER • Akis, Sayı: 15-27 Temmuz - 2 Ağustos 1987 • Bakış, Mart 1970 Bakış, Nisan 1970 • Barış Dünyası, Temmuz 1964 Bayrak, Haziran 1974 • Bayrak, Ağustos 1974 • Güvenlik Kuvvetleri, Sayı:8, Temmuz 1989 • Hayat 15 Ağustos 1974 • Hayat 29 Ağustos 1974 • Kıbrıs Bülteni, Sayı: 10, Nisan 1984 • Kıbrıs Mektubu, Nisan 1988 • Kıbrıs Mektubu, Temmuz 1988 Kıbrıs Mektubu, Temmuz 1990 • Köprü, Sayı:93, İstanbul 1985 • Silahlı Kuvvetler, Sayı:271, Eylül 1979 • Toplumun Sesi, Sayı:41, Temmuz 1976 EKLER A. T.C. DIŞİŞLERİ BAKANI FERİDUN CEMAL ERKİN’İN 26 AĞUSTOS 1963 GÜNÜ CUMHURİYET SENATOSU’NDA YAPTIĞI KONUŞMA Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, 30 Kasım 1963 günü bir taraftan Kıbrıs Cumhurbaşkanı Muavini Dr. Küçük’e, diğer taraftan da Lefkoşa’daki Türkiye ve Yunanistan Büyükelçilikleriyle İngiltere Yüksek Komiserine ayrı ayrı fakat aynı mealde muhtıralar vererek, devletin işleyişinde zorluklar doğurduğu iddiasıyla, Kıbrıs Anayasasının bazı maddelerinin kaldırılmasını teklif etmiştir. Başkan Makarios’un kaldırılmasını istediği Anayasa hükümlerinin hemen hepsi, Kıbrıs Türklerinin hak ve menfaatlerini Anayasa teminatı altına alan hükümlerdir. Bunlar aynı zamanda, Türkiye, Yunanistan, İngiltere ve Kıbrıs hükümetleri arasında imzalanmış bulunan Garanti antlaşması ile de teminat altına alınan milletlerarası mahiyette hükümlerdir. Kıbrıs Türk Cemaati, Anayasa’nın bu hükümleriyle öngörülen teminattan mahrum kaldığı takdirde, Kıbrıs’ta niyet ve maksatlar son olaylarla bir defa daha tamamen ortaya çıkan Rum Cemaati’nin insafına terk edilmiş bir azınlık durumuna indirilmiş olur. Bu sebeple Türkiye Hükümeti, Makarios’un şayanı kabul olmayan ve Kıbrıs gerçeklerini ifadeden tamamıyla uzak bulunan tekliflerinin 6 Aralık günü redde karar vermiş ve bu kararın aynı gün, bir bildiri ile umumi efkâra duyurmuştur. Hükümet kararı gereğince hazırlanan cevabi muhtıramız,176 16 Aralık tarihinde Lefkoşa büyükelçiliğimiz tarafından Başpiskopos Makarios’a tevdi olunmuştur. Makarios kendisine sabahleyin verilen cevabımızı alıp inceledikten sonra, akşamüzeri, kapalı zarf içerisinde ve zarfın muhteviyatını bilmediği ifade edilen Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri vasıtasıyla büyükelçiliğe geri göndermiştir. Zarfın içinden çıkan mühürsüz, imzasız, gayri resmi bir kâğıda, cevabımızın Kıbrıs’ın içişlerine müdahale mahiyetinde görüldüğü ileri sürülerek kabul edilemeyeceği yazılmıştır. Kıbrıs Rum idarecileri, milletlerarası münasebetlerde cari olan teamül ve usullere tamamıyla aykırı bu davranışı, kendilerine hâkim olan sakin ve tehlikeli zihniyetin yeni bir delilini teşhir etmekten gayri bir mana ve kıymet ifade etmektedir. Zira Kıbrıs Anayasası’nın temel maddeleri Türkiye’nin de taraf olduğu birer milletlerarası anlaşma mahiyetindedir. Bunların akıbeti hakkında elbette ki Türkiye’nin hak ve salahiyetleri mevcuttur. Başkan Makarios’un cevabımızı alıp okuduktan ve Türkiye’nin tutumunu açıkça öğrendikten sonra birtakım kaçamaklı yollarla geri göndermesi, esasta hiçbir şeyi değiştirmez. Kendisine gereken ikaz yapılmış ve bu suretle bizce maksat hâsıl olmuştur. Paris’te 13 ve 20 Aralık tarihleri arasında yapılan Avrupa Konseyi, Nato Konseyi ve Üçlü İttifak Anlaşması bakanları toplantıları vesilesiyle İngiltere ve Yunanistan Dışişleri Bakanlarıyla ayrı ayrı ve etraflı bir surette Kıbrıs meselesi hakkında görüşmeler yaptım. Kendilerine Kıbrıslı Rumların çok tehlikeli bir yolda olduklarını, Anayasa’nın temel maddelerinin değiştirilmesine Türkiye’nin asla rıza göstermeyeceğini, Rumlar anlaşmalara müstenit bugünkü Anayasa rejimini yıkmaya teşebbüs ederlerse, Kıbrıs meselesinin yakın mazideki bütün çeşitli mahsurları ile geri getirilmiş olacağını en açık ve kesin bir şekilde anlattım. Aynı zamanda Makarios’un tekliflerini geri almak şartıyla, Anayasa çerçevesi içinde, yani Anayasa metnine dokunulmaksızın tatbikatta karşılaşılan bazı güçlüklere pratik hal çareleri aranması için iki cemaat idarecileri arasında görüşmeler yapılmasına taraftar 176 olduğumuzu da bildirdim. Yunan Dışişleri Bakanı Venizelos, Anayasa çerçevesi dâhilinde olmak şartıyla güçlüklere pratik hal çareleri aranması için iki cemaat yetkililerinin görüşmeler yapmaları hakkındaki tutumumuza iltihak ettiği ve bu sırada Paris’te bulunan Kıbrıs dışişleri Bakanı Kiprianu’ya bu istikamette gerekli tavsiyelerde bulunacağını ifade etti ve bu tavsiyeleri bizzat benim huzurumda gayet kuvvetli kelimelerle ilgiliye bildirdi. Şurasını da ilave edeyim ki, Venizelos tamamıyla iştirak ettiği görüşümüzü birkaç gün evvel Yunan Parlamentosunda aynı kelimeleri kullanarak tasvipkar bir tarzda teyit etmiştir. Muhterem arkadaşlar, Biz, iyi niyetle ve normal diplomasi yollarıyla Kıbrıs’taki güçlükleri hal için gayret sarf ettiğimiz bir sırada, Ada’da vahim olaylar patlak vermiş ve süratle daha da vahim gelişmeler kaydedilmiştir. 20 Aralık gününü, 21 Aralık’a bağlayan gece, Lefkoşa’da, Kıbrıslı Rum polisler, içinde Türklerin bulunduğu bir otomobil ve yolcularını haksız, sebepsiz ve dürüst olmayan bir şekilde aramaya tabi tutmak istemişler ve Türklerin rıza göstermemeleri üzerine çıkan kargaşalıkta, Rum polisler ateş açarak biri kadın olmak üzere iki Türk’ü öldürmüşler ve dört Türk’ü de yaralamışlardır. Ertesi günü, bir gece evvelki olayı protesto için mekteplerinin önünde toplanan Lefkoşa Türk Erkek Lisesi öğrencileri üzerine bir Rum polis tarafından ateş açılmış ve iki Türk öğrenci yaralanmıştır. Bir diğer semtte İngiliz okulunda okuyan Türk çocukları ile anne ve babaları taşıyan bir otomobile dahi Rumlar tarafından keza ateş edilmiştir. Anlaşmaların imzalanmasından beri Kıbrıs’ta kasten idame edilen tahrik ve huzursuzluk havasının kararsızlığına ve heyecana ilaveten bu defa da tertipli olduğu hiç şüphe götürmeyen bu tecavüzler karşısında Türk cemaati mensupları da müdafai nefis maksadıyla ateşe müdahale etmek zaruriyetinde kalmışlardır. Bu suretle Lefkoşa’nın muhtelif semtlerinde karşılıklı ateş başlamıştır. Sivil Türk halkı ile sivil Rum ve Rum emniyet mensuplarından müteşekkil kuvvetler arasında, Lefkoşa’da ve civar bazı köylerde cereyan eden çarpışmalarda 24 Aralık günü öğleye kadar tespit edilen Türk zayiatı 24 ölüdür. Bu tarihte ayrıca, 15 ağır ve 40 hafif yaralı vardır.177 Durumun çok ciddi inkişaflar göstermesi üzerine, 23 Aralık’ta Yunanistan, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçilerini davet ederek Kıbrıs’taki olayları Türk Milletinin ve hükümetinin son derece ciddi addettiğini ve büyük bir hassasiyetle izlediğini ifade ile Kıbrıslı Rumların tecavüz ve tahriklerinin derhal durdurulması için hükümetlerinin ellerindeki 177 bütün imkânları seferber etmelerini talep ettim. İngiltere ve Yunanistan Büyükelçilerine, ayrıca bu teşebbüsün Garanti Antlaşması’nı tahribe matuf bir başlangıç sayılabileceğini belirttim. İngiliz büyükelçisinin aynı gece bana saat 10.30’da mealini bildirdiği İngiltere hükümetince yayınlanan bir bildiride, Kıbrıs’la ilgili Londra ve Zürih antlaşmalarını teminat altına alan devletlerden biri olarak İngiltere hükümetinin Ada’da nizam ve asayişin bozulmasından ciddi endişe duyduğu, İngiltere dışişleri bakanının Kıbrıs dışişleri bakanına herhangi bir gelişmenin ilk şartlarının Ada’da nizam ve asayişin korunmasına bağlı olduğunu bildirdiğini ve Ada’da gerginliği giderecek asayişi koruyacak tedbirlerin alınması için Cumhurbaşkanı Makarios’a müştereken müracaat edilmesi hususunda İngiltere’nin Türkiye ve Yunanistan’a iltihaka hazır olduğu açıklanmıştır. Yunanistan dışişleri bakanı da, aynı gün Yunan Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada, Kıbrıs halkını, aralarındaki anlaşmazlıklara uzlaştırıcı bir zihniyet içerisinde barışçı hal çareleri aramaya davet etmiş ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki iyi münasebetleri Kıbrıs’ta da temsil etmek için Yunan hükümeti elinden geleni beyan etmiştir. Lefkoşa’daki Türkiye, Yunanistan ve İngiltere temsilcilerinin Cumhurbaşkanı Makarios’la, Cumhurbaşkanı Muavini Dr. Küçük nezdinde müştereken teşebbüsler yaparak çarpışmaların derhal durdurulmasını istemeleri hususunda üç devlet mutabık kalmış ve bu mutabakat bildirisinde aynen şöyle ifade edilmiştir.178 Türkiye, Yunanistan ve İngiltere Hükümetleri, Garanti Antlaşması’nı imza eden devletler sıfatıyla, Kıbrıs hükümetiyle Türk ve Rum Cemaatlerinin hâlihazır karışıklıklara son vermeye müştereken çağırırlar. Üç hükümet, bu gece ateş kesilmesi için uygun bir saatin tespitine ve her iki cemaatten buna riayeti istemeye davet eder. Üç hükümet, ayrıca, hukuk nizamının korunması lüzumunu göz önünde tutarak bugünkü durumu doğuran güçlüklerin halline yardım maksadıyla müştereken tavassutta bulunmayı teklif ederler. Lefkoşa’daki üç devlet temsilcisi, 24 Aralık günü öğleden sonra evvela Makarios’u, arkadan da Dr. Küçük’ü müştereken ziyaret ederek üç garanti eden devletin müşterek bildirisine ifade edilen esaslar dairesinde teşebbüslerde bulunmuşlardır. Makarios’un hadiselerin mesuliyetini Türklere ve pek az bir nispette Rumlara yüklemek isteyen tevil edici sözleri ve oyalayıcı bazı yuvarlak lafları ile cereyan eden bu görüşmeden müspet bir netice çıkmamış, aksine Rumlar’ın Türk Cemaati’ne süreksiz hücumları gayri insani saldırıları büsbütün artmıştır. 178 24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan gece, Rumlar, ağır makinalı tüfek, havan topu, hafif makinalı tüfek ve makinalı tabanca gibi tesirli ateşli silahlarla Türk mahallelerine hücum etmişler ve nufus edebildikleri bazı Türk mahallelerinde, Türk halkına insafsızca ateş etmişlerdir. 24-25 Aralık gecesi saat 01.00’de, Sayın Başbakanımızın riyasetinde Genel Kurmay Başkanı, ikinci Başkan, Dışişleri Bakanlığı ve Genel Kurmay ilgili erkânının iştirakiyle toplanarak Kıbrıs’tan gelen son haber ışığı altında durumu yeniden etraflı bir şekilde inceledik ve Türkiye, İngiltere ve Yunanistan hükümetleri tarafından Kıbrıs hükümetine verilmiş olan müşterek çağrının mutlak neticeyi sağlayamadığını, Kıbrıs’ta Türklerin mütecaviz Rumlar tarafından katline devam olunduğunu nazari itibara alarak bu çok vahim duruma derhal son verilmesi için üçlü çağrı gereğince iki cemaat lideri tarafından ateş kesilmesinin sağlanamamasının devamı halinde, bunun Garanti Antlaşması uyarınca Ada’da bulunan üç memleket askeri kuvvetleri tarafında süratle ve fiilen tahakkuk ettirilmesi maksadıyla İngiltere ve Yunanistan hükümetleri nezdinde derhal gerekli teşebbüslerin yapılmasını kararlaştırdık. 25 Aralık sabahı saat 02.00’de İngiltere Büyükelçisini, yarım saat sonra da Yunanistan Büyükelçisini nezdime davetle, bu hususta gereken teşebbüsü yaptım. Durumdan NATO müttefiklerimizin de derhal haberdar edilmesi için NATO konseyindeki daimi delegemize talimat verildi. Bir taraftan Ankara’da, diğer taraftan Londra’da, Washington ve Atina’da çarpışmaların durdurulmasını temin için aralıksız siyasi teşebbüslere devam ettik. Kıbrıs’ta kanlı çarpışmalarla ve Türklerin sistemli katli ile geçen elim bir gece yaşandı: 25 Aralık sabahı Kıbrıs’tan son derece ciddi haberler gelmeye devam etti. Kendilerini ve ailelerini korumak için son gayretlerini sarf eden Kıbrıslı Türk mücahitlerine karşı insafsızca saldırılarının daha da şiddetlendiği haberleri geliyordu. Bu vahim haberler arasında, Lefkoşa’da Kennedy Caddesi’nde bulunan Türk evlerinin yağma edilerek ateşe verilmekte olduğu haberi de vardı. Tepeden tırnağa kadar silahlandırılmış ve evvelce hazırlanmış bir plan dâhilinde harekete geçtikleri anlaşılan gözleri dönmüş Kıbrıslı Rum çetelerinin günlerden beri Kıbrıs Türklerine karşı giriştikleri imha hareketini durdurmak için hükümetimizin yaptığı çeşitli uzlaştırıcı teşebbüsleri müspet bir netice vermemesi üzerine ve Garanti Anlaşması’nı münferiden harekete geçmek hususunda bize verdiği hakka dayanarak Türk Hava Kuvvetleri’ne mensup jet uçaklarına dün saat 14.00’ten itibaren Lefkoşa üzerinde çarpışmaların durdurulması amacını güden ihtar uçuşları yapmaları emri verilmiştir. Aynı saatte de Kıbrıs’taki Türk Alayı, Kıbrıslı kardeşlerimizi korumak amacıyla garnizondan hareketle münasip mevzilere intikal etmiştir.179 Bu ihtar uçuşlarının temenni ettiğimiz müspet neticeyi istihsale kâfi gelmemesi halinde, Kıbrıslı kardeşlerimizin hayatını korumak amacıyla gerekli diğer bütün tedbirler de alınmıştır. Diğer taraftan Sayın Cumhurbaşkanımız dün, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Federal Almanya ve Yunanistan devlet reislerine birer mesaj göndererek Kıbrıs’ta kan dökülmesine bir an önce son verilmesi için yüksek muhataplarının müdahalelerini talep etmiştir. Dün Makarios, Kıbrıs Temsilcileri Meclis Başkanı Klerides ve Kıbrıs Savunma Bakanı Osman Örek, Lefkoşa’daki İngiliz Yüksek Komiseri’nin bürosunda buluşarak öğleden sonra, ateşin kesilmesi için bir anlaşmaya varmışlardır. Bu anlaşma sonradan Dr. Küçük’ün tasvibine sunulmuş ve onun tarafından da kabul edilmiştir. Dün akşamüzeri İngiltere Hükümeti, Kıbrıs’ta nizamı iade için evvelce kendilerine teklif ettiğimiz hareket hattını benimseyerek ateş kesilmesi hususunda vaki müşterek çağrının tesirsiz kaldığı açıkça belli olduğuna göre, Garanti Antlaşması’na taraf üç devletin askeri müdahalede bulunmalarından başka çare kalmadığını Türkiye ve Yunanistan hükümetlerine ifade etmiştir. Kıbrıs hükümetinin daveti üzerine vuku bulacak olan bu müşterek müdahale Yunanistan hükümeti ve sonra da hükümetimiz tarafından tabiatıyla kabul edilmiştir. Lefkoşa’daki İngiliz Yüksek Komiseri’yle Türkiye ve Yunanistan büyükelçileri, hep birlikte, dün gece yarısı Kıbrıs hükümetine halkının Rum ve Türk unsurları da dâhil olmak üzere Garanti Antlaşması gereğince ilgili üç devletin Ada’da nizamı iade için müdahaleye hazır olduklarını tebliğ etmişlerdir. Üç devletin askeri kuvvetleri, Kıbrıs’ta asayişi iade, vazife ve mesuliyetini kendi üzerine almaları için yapılan gerekli temas ve çalışmalar da neticelenmiş ve durum, resmi bir tebliğle Ankara, Londra, Atina ve Lefkoşa’da yayınlanmıştır. Halen arasıra işitilen münferit silah sesleri müstesna, Kıbrıs’ta sükûn avdet etmiş bulunmaktadır. Cumhuriyet Senatosu’nun Sayın Üyeleri; Garanti Antlaşması’nın harekete geçirilmesini sağlamak hususundaki gayretlerimizi bu muvaffakiyetle neticeye irsali çetin olmuştur. Hükümetimizin bu neticeyi elde edebilmesi, Yüce milletimizin parlamentosunun ve ordusunun, metin bir kaya gibi hükümetin arkasında bulunması ile mümkün olabilmiştir. 179 Bugün Kıbrıs’ta durumun sükûna kavuşmak üzere olduğunu emniyet ve asayişin avdet etmekte olduğuna dair haberler almış bulunuyoruz. Bununla beraber durumu aynı hassasiyetle ve teyakkuzla takip etmekte devam eden hükümetimiz, yine Türk milletinden ve onun muhterem temsilcilerinden kuvvet alarak gereken tedbir ve tertipleri, gerekli uyanıklıkla almaya devam edecektir.180 Bakan bu arada, bu sabah saat 11.00’da bir İngiliz tümgeneralinin müşterek kumandanlığa getirildiğini kaydederek vazifeye başlayan İngiliz generalin ilk olarak Yunan birliğine karargâhına dönmesini, Türk birliğinin de olduğu yerde kalmasını bildirdiğini Kıbrıs polis ve jandarmalarının da kendi emri altına girmesini istediğini sözlerine eklemiştir. B. RAUF DENKTAŞ’IN 4 MART 1964’TE B.M. GÜVENLİK KONSEYİ’NDE YAPTIĞI TARİHİ KONUŞMA Sayın Başkan, Kıbrıs’taki trajik olaylar hakkında bana, size hitap etme fırsatını verdiğinizden dolayı size ve konseyin bütün sayın üyelerine teşekkür ederim. İki aylık kısa bir süre içinde 800’den fazla ölü ve yaralı veren cemaatim size çok minnettar olacaktır.181 Cemaatimin 20 bin kişisi evsiz ve işsiz kalmış ve maişetini temin için sadakaya muhtaç bir duruma gelmiştir. Bütün Türk Cemaati 21 Aralık 1963’ten beri hemen hemen tam bir Rum muhasarası içinde yaşamaktadır. Bütün bu insanlar konseyin müzakerelerini endişe ile takip etmektedir. Onların da görüşlerinin dinlenmesine müsaade edilmesi büyük bir ferahlık yaratmıştır. Onlar adına size bir defa daha teşekkür ederim. Sayın Başbakan, burada cereyan eden uzun müzakereleri üzüntü ile takip ettim, çünkü münakaşa ile geçen her saat, cemaatimden bir kişinin hayatını kaybetmesine ve bazılarının da evsiz kalmasına mal olmuştur. Her geçen gün, onlar için muhasara ve korku içinde yaşanan bir gün daha düşüncesinin, Kıbrıs’ta kan dökülmesini derhal sona erdirmek ve bunu gerçekleştirmek için hemen ve tesirli imkânlar bulmak olduğunu öğrenmek bana bir içferahlığı vermiştir. Sayın Başbakan, bu konu ile ilgili olarak, konseyde tenkit konusu edilen Garanti Antlaşması tahtında garantör devletin söz konusu işi derhal ve tesirli bir şekilde müştereken yapabileceklerini söylememe müsaadenizi rica ederim. Fakat Kıbrıs Rumları, 180 181 davalarına hizmet etmediğinden bunu istemediler. Masum Türk kadın ve çocukları öldürülür veya yaralanırken, antlaşmalarla Anayasa’yı lağvetmek yoluna gittiler. Kıbrıs’ta cereyan eden olaylara hiç aldırış etmeyen Başpispokos Makarios Avrupa memleketlerinden Ada’ya bir barış kuvveti gönderilmesi hususunda Birleşik Amerika, Britanya, Yunanistan ve Türkiye tarafından yapılan bir teklifi reddetmiştir. Bütün bunlar Kıbrıs’ta cereyan ederken Başpiskopos Makarios’un Birleşmiş Milletlerdeki delegesi Türk istilası perdesi altında iki defa teşebbüse geçerek Güvenlik Konseyi’nden Kıbrıs’ın bütünlük ve bağımsızlığının ihlal edilemeyeceği şeklinde bir karar sureti teminine çalışmıştır. Maksat, böyle bir karar suretini acele ile elde etmek ve daha sonra da bunu istedikleri gibi yorumlayarak antlaşmaların artık hükümsüz ve tesirsiz olduğunu ilan etmek imkânını bulmaktı. Böylece Rumlar bir yandan Anayasa’yı ortadan kaldırırken diğer yandan Türkleri de yok edecek ve böylece diğer devletlerin eli kolu bağlı kalacaktı. Kiprianu, 100 bin Türk’ün imha edilmesini Rumların tasarlamasının inanılır bir şey ve mümkün olup olmadığını sormuştu. Tabii Türklerin imhasını tamamlamak, zaman isteyecektir. Fakat hepimizin öldürülmesi gerekmediğini belirtmek isterim. Kıbrıs’ta yaşamamızı imkânsız kılmak da aynıdır. Nitekim bize karşı girişilen saldırıların hedefi de budur. Kiprianu’nun yaptığı birçok konuşmaları büyük bir dikkatle dinledim. Şimdiye kadar işittiğim konuşmalar, inançlarımı teyit etmişlerdir. Kiprianu, Kıbrıs’ta kendi değişiyle emniyet kuvvetleri tarafından Türklerin katledilmelerini gizlemeye ve bu olayların sorumluluğunu başkalarına yüklemeye çalışmıştır. Bu arada sahte alarmla Rossides’in Konsey’den almak için daha önce iki defa teşebbüs ettiği aynı kadar suretini temine çalışmıştır. Kiprianu antlaşmaların gölgesi Kıbrıs’ın üzerinden kalktığı zaman, gerginliğin izole edilmiş olacağını ve Ada’da her şeyin yoluna gireceğini söylemiştir. Görüşünü ispat etmek için, bu meselenin konseye sunulduğu zamandan bu yana Türkiye’nin Ada’yı işgal edeceği hakkındaki korkunun azaldığını, bu yüzden gerginliğin de azaldığını ve Ada’da şurada burada tecrit edilmiş hadiseler çıktığını ileri sürmüştür. Sayın Başkan, emniyet kuvveti adım versinler veya vermesinler, silahlı Rumların mutlak kontrolünü ellerinde bulunduranların böyle beyanatlarda bulunmaları kolaydır. Bu gösteriyor ki onlar, bu müzakerelerin devamı müddetince beklemelerini silahlı Rumlara emretmişlerdir. Tecrit edilmiş olaylar kisvesi altında, Türk köyleri devamlı surette tehdit altında tutulmakta mahsur bırakılmaktadır. Türkler öldürülmeye ve esrarengiz bir şekilde kaybolmaya devam etmişlerdir. Hala Ada’ya silah ve mühimmat taşınmaktadır. Türkler hala muhasara altında tutulmakta ve tecrit edilmiş bulunmaktadır. Bu uydurma şekillerini çok iyi biliyoruz. Bunları, 1955 ile 1956 yılları arasında görmüşüzdür. Kıbrıs meselesinin Birleşmiş Milletlere her getirilişinde Rum tedhişçiler, şimdiki aynı liderleri idaresinde aldıkları emre göre, ya tecavüzlerine devam etmiş veya beklemişlerdir.182 Kiprianu istediği karar sureti verilmezse kötülüklerin sebeplerinin mevcut olmakta devam edeceğini söylemiştir. Yani gerginlik artacak ve kan dökülmesi devam edecek demek istemiştir. Bu konseyin şantajlar karşısında sorumsuz bir davranışta bulunamayacağına veya tek taraflı karar alma yönüne gitmeyeceğine inanıyorum. Bu hususta konseye olan güvenimiz tamdır. Sayın Başkan, Başpiskopos Makarios’un 18 Şubat 1964, tarihinde UPI muhabirine şunu söylemesi çok önemlidir. “Kıbrıs’ta daha büyük bir barış kuvvetine ihtiyaç olduğunu sanmıyorum. Kıbrıslı Rumlar’ın Güvenlik Konseyi’nden istedikleri Ada’yı dışarıdan işgale karşı temin edecek karar sureti kabul edilirse, barış kuvvetine olan ihtiyaç ortadan kalkacaktır. Şimdi esas mesele anlaşmaları feshetmektir. Bu antlaşmalar Britanya, Yunanistan ve Türkiye’ye Ada’nın işlerine müdahale hakkı vermektedir.” Sayın Başkan Makarios’un bu demeci ve burada, bu konseydeki temsilcilerinin manevraları kâfi derecede ispat etmiştir ki Kıbrıs’ta acil ihtiyaç, bir barış kuvvetinin Ada’ya gönderilmesiyle şiddet hareketlerini durdurmak ve hayatı normale avdet ettirmek için tesirli tedbirler alınması olduğu halde Kıbrıslı Rumlar, bu konseyin yetkilerini kötüye kullanmaya çalışmaktadırlar. Rumlar istedikleri gibi bir karar sureti kabul edilmedikçe, Kıbrıs’ta veya Kıbrıs için hiçbir şey yapılamayacağını iddia etmektedirler. Bu tutum ve beyanlar, Türklere karşı girişilen saldırıların planlı olduğu hakkındaki daha önceden iyi bilinen gerçekleri tamamen doğrulamaktadır. Siyasi alanda ise, son iki ay zarfında şahit olduğumuz gaddarca şiddet hareketleri, Rum yetkililerin elinde kendi gayelerine ulaşmak için bir alettir. Eğer durum böyle olmasaydı Başpiskopos “istediğim karar sureti kabul edilirse, Ada’da barış kuvvetlerine ihtiyaç olmayacak” diye böyle kesinlikle ve kuvvetle nasıl konuşabilecekti. İstediği karar suretini elde ettikten sonra bunu antlaşmaları hükümsüz kılar şekilde tefsir edecek, garantör devletleri nazarı itibara almayacak ve bu karar suretinin arkasına saklanarak, Kıbrıslı Türkleri istediği gibi yok edecekti. Bu işlem sırasında, şiddete başvurmak gerekirse, şiddete başvuracak ve geçen aralık ayında yaptığı gibi dünyaya emniyet kuvvetlerinin, Türk asilere karşı savaştığını ilan edecektir. Sayın Başkan, işte Rum mantalitesinin şekli budur. Konseyimizin böyle bir mantaliteye ayak uyduramayacağına olan güvenimi tekrar belirtmek isterim. Meselenin, 182 esasına ve önemli kısımlarına temas etmeme müsaadenizi rica ederim. Bunları anlatmak için Kıbrıs Cumhuriyeti’nin esasını ve Anayasa’daki şartların sebeplerini ve aynı zamanda, antlaşmaların niçin elzem olduğunu bilmek lazımdır. Sayın Başkan, her memleketin, her devletin kendine mahsus özellikleri, karakteristiği bulunmaktadır. Bu bakımdan, bu özellikleri göz önünde tutmadan umumi prensipleri tatbik etmek tehlikelidir. Her meselenin kendine mahsus şartlarını göz önünde tutarak karar verme prensibi üzerine huzurunuzda bulunan Kıbrıs meselesinde de, şartları, özellikleri ve tabii karakteristikleri göz önünde tutarak karar vereceğinize eminim. Yoksa netice keşmekeş olacaktır. Kısaca bu gerçekler şöyledir: Kıbrıs’ta 1571’den beri Türklerle Rumlar beraber yaşamaktadırlar. Böyle olmakla beraber onlar daima Rum ve Türk olarak yaşamışlardı. Bunlar, kendi ayrı din, kültür, gelenek ve milli inançlarına daima bağlı kalmışlardır. Aslında bunlar Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıs’a sıra ile Türk ve Rum cemaatleri olarak uzanmış birer parçalardır. Bunlar, Türklük ve Rumluklarından uzaklaştırılmak için, girişilen her teşebbüs Kıbrıs’taki bu grupların sert muhalefeti ile karşılanmıştır. Bu iki cemaat daima birer bağımsız cemaat olarak, yan yana fakat daima ayrı yaşamaktadır. En küçük köyler kadar ayrı ayrı cemaatlerin işlerini idare eden ayrı makamlar bulunmaktadır.183 Eşitlik ve adil muamele gördükleri müddetçe, mesut olarak bir arada yaşamışlardır. Fakat bir taraf karşı tarafı tahakkümü altına almak teşebbüsünde bulunduğu an, siyasi karışıklıklar çıkmış ve aralarındaki münasebetler derhal bozulmuştur. Rumlar Türkleri tahakkümleri altına alma teşebbüsüne, Ada’da İngiliz idaresi kurulduktan sonra geçmişlerdir. Ada’nın Yunanistan’a ilhak lehinde Rumların yaptıkları nümayişler, Türklerin mukabil nümayişleriyle karşılanmıştır. 1955’te Rumlar silaha sarıldıkları zaman (burası Güvenlik Konseyi ve Birleşmiş Milletler için çok önemlidir) bağımsızlık için değil, Yunanistan’a ilhak için silaha sarılmışlardı. Çünkü bu davranış Türkleri bir sömürge idaresinden başka bir sömürge idaresi altına sokacaktı. Türklerin bu muhalefetine onlar şiddetle cevap verdi ve Türkler de buna mukabelede bulundu. Cemaatler arası münasebetler gerginleşti ve bunlar arasındaki ciddi bir itimatsızlık ve düşmanlık doğdu. Sayın Başkan, 1955 ve 1958’de Kıbrıs meselesini birçok defa Birleşmiş Milletlere getirmişti. Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türk faktörünü tamamen sarfı nazar ederek bir karar sureti elde etmeye çalışmıştı. Birleşmiş Milletler bu tuzağa düşmeyi reddetmiş ve farklı siyasi emelleri için birbirleriyle savaşan Kıbrıslı Rumlar’la Türklere bunların Anavatanları olarak tanınan Yunanistan ile Türkiye’ye müzakere yoluyla adilane ve barışçı bir çözüm yolu bulmalarını tavsiye etmişti. 183 Zürih Antlaşması’na işte bu şekilde varılmıştı. İki cemaati temsil eden Başpiskopos Makarios ile Dr. Küçük bu süre içinde Anavatanları ile temas halindeydiler. Bütün bu safhalarda, uzlaştırıcı bir çözüm yolu olarak üzerinde anlaşmaya varılan her nokta için müsaadelerini vermişlerdir. Bu anlaşmada ne galip ne de mağlup olmayacaktır. Barışçı bir hal şekli, her iki tarafın da karşılıklı fedakârlıklarda bulunmalarını gerektirmiştir. Mücadele Rumların Yunanistan’a ilhak istemelerinden ve Kıbrıs Türklerine bir azınlık statüsü teklif etmelerinden ileri gelmiştir. Kıbrıs Türkleri bunu reddetmiş ve Türkiye ile ilhak veya hiç olmazsa taksim istemişlerdir. Kıbrıs Rumlarının insafında yaşamayı hiçbir zaman kabul edemezlerdi. Onların idaresi altında hayatın nasıl olacağına dair elimizde emsali vardı. EOKA’cı silahlılar, İngilizlere karşı açılan savaş zaferle sona erdikten sonra Türklere karşı açılacak savaşın şiddetli ve kısa olacağını defalarca açıklamışlardı. Ada’daki mücadelemiz, Türkiye ile Yunanistan arasındaki barışa daimi bir tehlike teşkil etmekteydi. Böylelikle, dürüst ve mesuliyetli bir şekilde uzlaşmaya varıldı. Ortak bir hükümet meydana getirildi. İki cemaat konferans masasına oturarak bu ortaklığın hükümetlerini ve şartlarını tespit ettiler. Devletlerarası hukuk konusunda tanınmış bir sima olan İsviçreli bir hukukçunun başkanlığında yapılan müzakerelerde Yunanistan ile Türkiye, tekrar ediyorum ki Anavatan ile cemaatin temsilcileri de müzakerelere katılmışlardı. Bu, eşit olanlar arasında varılan bir hal şekliydi. Çoğunluk ve azınlık arasında değil, çoğunluk ve azınlık fikri, ancak bir Kıbrıs milleti mevcut olsaydı ortaya çıkmış olacaktı. Böyle bir millet için en küçük bir düşünce dahi mevcut değildi. Bu fikir, bu ortaklıktan ancak bir tekâmül yoluyla ve karşılıklı iyi niyet, itimat ve dostluk bir kaide halini aldığında ortaya çıkabilirdi. Kıbrıslılık birliği fikri, daha büyük olan cemaat bunu istediği ve çalıştığı takdirde ortaya çıkabilirdi. Fakat maksat bu değildi. Bize başlangıçta şerefli olduğuna inandığımız bu uzlaşmanın, Rumların Yunanistan ile ilhak sağlamaları için yeni mücadelenin başlangıcı olduğunu açık ifadelerle söylediler. Diğer deyimle onlar hile yoluyla bizi uluslararası anlaşmalara bağladılar ve kendi maksatlarına erişmek için anlaşmaların müspet taraflarını uygulayacaklardı. Başpiskopos Makarios’un 1 Nisan 1960’dan sonra defalarca yaptığı konuşmalardan bazı örnekler vermek istiyorum.184 “Bu başarılar hiç şüphesiz tamam değildir. Fakat şimdiki realite hedeflerimizin çerçevesini tamamıyla kapamamaktadır.” Bu konuşma 1 Nisan 1960’da yapıldı. Şöyle devam etmektedir: “Ümit ve emellerimizin tahakkuku, Zürih ve Londra anlaşmaları tahtında tamamlanmış değildir. Barışçı mücadeleler için bir burç ve başlama noktası elde ettik. Bu 184 burçlardan, zafere ulaşmak amacıyla mücadele etmeye devam edeceğiz.” Bu yeni doğmuş bir devletin başkanı olan sorumlu bir şahsın yaptığı açık bir konuşma idi. Başpiskopos Makarios, 20 Aralık 1964’te şu konuşmayı yaptı: “Kıbrıs halkının bir bütün olarak menfaatlerini nazarı itibara alarak suistimal edildiği takdirde devletin normal çalışmasını sekteye uğratabilecek Anayasa maddelerini hiçe sayacağım.” Sayın Başkan, Anayasamız tahtında suistimal ve diğer meselelerle ilgilenmek üzere Kıbrıs’ta bir Anayasa Mahkemesi ihdas edilmiş ve ehliyetli bir Alman hukukçusu bu mahkemenin başkanlığına getirilmişti. Bu gerçeğe rağmen, Makarios 20 Aralık 1964’te yaptığı konuşma ile Anayasa maddelerini çiğneyeceğini açıkça ilan etmiş oluyordu. Başpiskopos Makarios 1962 yılının Ocak ayında yaptığı diğer bir konuşmada şunları söyledi: “Milletlerin mukaddes mücadeleleri hiçbir zaman sona ermez. Her ne kadar bu mücadeleler değişikliğe uğrarsa da asla hitam bulmaz. Kıbrıs halkının mücadelesi de devam edecektir. Bu mücadelede bir dönüm noktası teşkil eden Zürih ve Londra anlaşmaları aynı zamanda yeni fetihler için girişilecek yeni mücadeleler için bir başlangıç noktası teşkil edecektir.” Başpiskoposun 12 Şubat 1963’te yaptığı başka bir konuşma: “Anayasa Mahkemesi belediyelerle faaliyetlerimi Anayasa’ya aykırı bulsa bile ben bu karara hürmet etmeyeceğim.” 1 Nisan 1963’te yaptığı bir konuşma: “Kahramanlarımızın mezarları önünde eğilirken onlardan bize mezarlardan ileriye diye haykırdıklarını işitiriz. Silahlı mücadele sona ermekle beraber mücadelemiz, yeni fetihler yapılabilmesi için değişik bir şekilde devam etmektedir.” Başpiskopos Makarios’un 27 Temmuz 1963’te yaptığı başka bir konuşma: “Zürih ve Londra anlaşmaları bizler için hedef teşkil etmemektedir. Bu anlaşmalar istikbali değil, hali temsil etmektedir. Kıbrıs Rumları milli istikamette yürümeye devam edecekler ve istikballerini kendi iradelerine göre şekillendireceklerdir. Zürih ve Londra anlaşmalarının müspet unsurları olmakla beraber menfi unsurları da mevcuttur. Rumlar müspet unsurlardan istifade etmek ve menfi unsurları bertaraf etmek için faaliyet göstereceklerdir.”185 Başpiskopos’un bu türlü konuşmalarına daha birçok misal verebilirsem de bunları okumakla konseyin vaktini almak istemiyorum. Sayın Başkan, Birleşmiş Milletler, böyle bir tutumu tasvip edecek mi? Alelade bir ortaklığa taraf olarak iştirak eden bir kimse, müspet unsurlardan istifade edip menfi unsurlara riayetsizlik gösterebilir mi? Hususi hayatta bile buna müsaade edilmez. Güvenlik Konseyi, Başpiskopos Makarios’a Türkleri ve Türklerin Kıbrıs’taki haklarını tamamıyla hiçe sayma çabalarından nasıl yardım edebilir? Milletlerarası anlaşmaları bozmak için Kıbrıslı Rumların ileri sürdüğü şekilde mazeretler ortaya attıkları 185 takdirde bu gibi anlaşmaların akıbeti ne olur? Başpiskopos Makarios Kıbrıs’ın bağımsız bir cumhuriyet haline gelmesini, bu cumhuriyeti Enosis için bir sıçrama tahtası olarak kullanmak maksadıyla kabul ettiği için kurmuş olduğu idarede bu hedeften başka bir maksada hizmet edemezdi. Türklerin bütün hakları aşağılık ithamları ile sürülerek inkâr ve reddedildi. Bütün hükümet organları Türklerin haklarını çiğnemek için seferber edildi. Anayasa’daki garanti ve özel haklara rağmen Türkleri alelade bir azınlık durumuna düşürmek için elden gelen her şey yapıldı. Rumların anlaşmaları takbih etmek için tuttukları yoldan dönmelerini sağlamak maksadıyla hiçbir faaliyete geçilmedi, kilise ve okullar Rum gençlerinin Türk ve Anayasa aleyhtarı bir şekilde yetişmeleri için birer eğitim merkezi haline getirildi. Üzerimizde bir polis devleti kontrolü yaratıldı. İnsan hakları ve Anayasa garantileri tamamen hiçe sayıldı. Kıbrıs Türkleri bir taraftan Türk Cemaati’nin moralini yüksek tutmak için elden gelen her şeyi yaparken, diğer taraftan Rum liderlerini mantığa davet etti. Doktor Küçük’ün Başpiskopos Makarios’a mesajı, Türklerin tutumunu çok güzel göstermektedir. Bu mesaj, 19 Şubat 1964 tarihliydi. Başpiskopos Makarios’a açık bir mektup mahiyetinde olan bu mesajda şöyle deniliyordu: “Dün akşamki konuşmanız bana, cumhuriyetin kısa ömrü süresince iki cemaatin barış ve refah içinde birlikte yaşayabileceği dostluk, iyi niyet ve anlayışla işbirliği yapabileceği bir atmosfer yaratmak için, devamlı olarak sarf ettiğim gayretleri hatırlatmıştır. Size yapmış olduğum kesin müracaatlar ile bunların sizin tarafınızdan nasıl menfi ve kaçamaklı cevaplarla karşılandıklarını unutmuş olmanızı düşünerek, müsaadenizle bunlardan birkaçını aşağıda belirteyim. Hatırlayacağınız gibi, sizin ve bazı Rum bakanların, Enosis lehinde ve Zürih ve Londra antlaşmaları ile Anayasa aleyhindeki kampanyalarda, faal rol almaktan kaçınmanız hususunda, size sözlü ve yazılı olarak birkaç defalar müracaat etmiştim. Müracaatlarıma kulak asmadınız. Aksine bu kampanyayı idare ve hatta kuvvetlendirmeye devam ettiniz. Size bakanlar kuruluna ve cumhuriyet başsavcısına Anayasamız ve bu Anayasa altında kurulan düzeni bozabilecek yıkıcı propaganda yapanlar aleyhinde, ceza kanunlarına müeyyideler konması için müracaatta bulunmuştum. Bu gibi müeyyideler için gerekli kanunları yapmayı reddettiniz. Cemaatlerin çeşitli sınıfları ve cumhuriyet dâhilindeki kişiler arasında düşmanlık yaratmak amacını güden beyanlar yayımlayanların adalet huzuruna çıkarılmaları için, size ve cumhuriyet başsavcısına birçok defalar müracaat etmiştim. Sizin emrinizle başsavcı bu şahıslar aleyhine dava açmayı reddetmiştir. Bunlar arasında en tanınmışı, sizce malum sebeplerden dolayı daima korumak istediğiniz Nikos Sampson’du. Size, sık sık bir arada basın toplantıları tertiplememizi ve iki cemaat arasındaki düşmanlık, itimatsızlık ve çatışma sebepleri yaratabilecek tahrik edici yazılar yayımlamamaları için, gazetecilere tesir etmemizi teklif etmiştim. Bunu yapmayı reddettiniz.186 Karma köyleri birlikte ziyaret edip halka, aralarındaki ayrılıkları unutarak, dostluk ve iyi komşuluk havası içinde beraber yaşamalarını tavsiye etmemizi birçok defalar teklif etmiştim. Bunu reddettiniz. Fakat ben kendi teşebbüsümle karma köyleri ziyaret ettim. Türk ve Rumlarla konuşarak aralarında dostluk kurmalarını tavsiye ettim. Anayasa ve yüksek Anayasa mahkemesi kararlarına saygı göstermenizi istemiştim. Bunu da reddettiniz. Bilakis, Anayasa hükümlerine riayet etmeyeceğiniz ve Anayasa Mahkemesi kararlarına saygı göstermeyeceğiniz hakkında, aleni beyanlarda bulundunuz. Kıbrıs Radyo Yayın Korperasyonu’nun Türklere hakaret ve tecavüzler ihtiva eden ve Türklere karşı nefret hissi uyandıran yayınlar yapmasını önlemeniz için size ve bakanlar kuruluna müracaatta bulunmuştum. Müessir tedbirler almadınız, aksine olarak, altı yaşındaki küçük bir Rum çocuğunu, büyüdüğü zaman annesine şükran borcunu ödemek için Türk’ün kafasını götürecek şekilde gösteren, kabul edilmeyen skeçler yayınlanmasına göz yumdunuz. Devletin emniyet kuvvetlerinin Gestopa’ya benzer bir şekilde tedhişçi teşkilatına çevrilmesini önlemek için sözde içişleri bakanı üzerinde nüfuz kullanmanız hususunda size defalarca müracaatta bulunmak zorunda kalmıştım. Bunu yapmayı reddettiniz ve bakan, sivil elbiseli özel şube mensupları olarak bu kuvvetleri Rum tedhişçilerle doldurmak hususunda bırakılmıştır. Yorgacis’in emniyet kuvvetlerinin mensuplarını ve binlerce EOKA’cıyı ağır otomatik silahlarla teçhiz etmekte olduğuna dair size defalarca şikâyette bulunmuştum. Bahsettiğim bu söylentiler, memlekette gerginlik yaratıyor ve Türkleri istikballerine karşı emniyetsizlik ve endişe duymaya sevk ediyordu. İkazlarıma ilgi göstermeyi reddettiniz. Türk vatandaşların evlerini ve çalışma yerlerini gayri kanuni ve lüzumsuz araştırmalara tabi tutmak suretiyle Yorgacis’in Türk vatandaşları taciz etmekte olduğu hususunda size şikâyette bulunmak zorunda kalmıştım. Türkleri tahrik etmekte, yıldırmakta ve korkutmakta olduklarını size anlattım. Siz yine beni dinlemediniz. Anayasa’da Türklere hak tanıyan maddelerin tatbik edilmediğine size defalarca müracaatta bulunmak zorunda kalmıştım. Amme hizmeti komisyonunun kasti olarak Anayasa’yı ihlal etmekte olduğu ve hakaretamiz tavırlarla keyfi bir şekilde hareket etmekte olduğu hususunda şikâyette bulunmuştum. Birçok defalar hükümet dairelerinde ve bilhassa dışişleri bakanlığında Türk memurlarına farklı muamele yapılmış ve bu memurlar bir tarafa itilerek kendi statülerine uygun herhangi bir vazifeyi ifa etmekten men edilmişlerdir. Bu 186 durumu düzeltmek için gereken tedbirleri almayı reddettiniz. Cumhuriyetin ömrü sırasında Anayasa ile ilgili olarak üç önemli buhran meydana gelmiştir. Bunlar: “Vergi kanunları, belediyeler ve Kıbrıs ordusu ile ilgilidir.” Dr. Küçük bu mektubunda söz konusu noktaları teker teker ele almaktadır. Sayın Başbakan, uzun olduğu için dosyalarda muhafaza edilmek üzere mektubu sekreterliğe vermek uygun olacaktır.187 Mektup şu şekilde sona ermektedir. “Kıbrıs’ın bağımsızlığa kavuşmasından bu yana karşılaştığımız problemlerin hallinde sizlerin takındığı ve benim takındığım tavırlar arasındaki farkı belirtmeden mektubuma son vermek istiyorum. Yukarıda da belirttiğim gibi, Türklere karşı nefret besleyerek barış ve dostluk içinde birlikte yaşama ümitlerini mahvetmek için siz elinizden gelen bütün gayreti sarf ederken, ben, bildiğiniz veçhile Anayasa’yı ayakta tutmak ve iki cemaatin birlikte yaşayarak müreffeh olabilecekleri şartları yaratmak için elimden gelen gayreti esirgemedim. Sizi mantık ve iyi niyet yoluna getirebilmek amacıyla 22 Ağustos 1963 tarihinde size gönderdiğim mektuptan burada iktibas etmek yerinde olacaktır. Şüphesiz ki ekselansınız da müdrik olduğu gibi anlaşmaların feshi ve Anayasa’nın tek taraflı olarak tadili için açılan kampanya, son zamanlarda, öyle bir hal almıştır ki, huzursuzluk, emniyetsizlik, itimatsızlık ve düşmanlık hislerinin süratle yayılmasından endişe duymamak artık imkânsız olmuştur. Bunun neticesi olarak, Anayasa buhranı son haddine varmış ve bundan dolayı memleketin felaket uçurumuna yuvarlanması tehlikesi baş göstermiştir. Bu ahval tahtında, böyle bir kampanyaya son vermeniz için ekselansınıza tekrar müracaatta bulunmak zorunda kalıyorum. Bu mesele ile ilgili olarak, şimdiye kadar yapılan birçok şeylere rağmen mantığın galebe çalarak, sonunda Kıbrıs’ı keşmekeş, anarşi ve felakete düşürmekten kurtarmanın mümkün olacağını belirtmek isterim. Ekselansınızın meşruti nizamının kurulmasına engel olan plan ve niyetlerden vazgeçerek, Kıbrıs’ı tehdit etmekte olan tehlikeyi önleyeceğini samimiyetle ümit ederim. Burada şunu da önemle belirtmek isterim ki, Türkler, anlaşma ve Anayasa maddelerine tamamen uygun olarak, iki cemaat arasında mevcut olan bazı ihtilafların haline taraftardırlar.”188 (İmza: Dr. FAZIL KÜÇÜK) Sayın Başkan, Türk tutumu işte buydu, fakat Kıbrıslı Rum propaganda makinesi, bütün huzursuzluğun kökünün, Anayasa’nın kabili tatbik olmadığı noktasında bulunduğuna 187 188 bütün dünyayı inandırmaya yöneltildi. Bütün Türk hakları ortadan kaldırılır ve Türkler Rumların insafında yaşamayı kabul edecek basit bir azınlık durumuna indirilirse her şey düzelecekti. Başpiskopos Makarios halkına hâlihazır rejimi Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını sağlamakta kullanacağını söylerken, öte yandan bize de bütün haklarımızın teslimi için kendisine yardımcı olmamızı söylemekteydi. Biz de kendisinden Anayasa’yı uygulamaya teşebbüs etmesini istedik. “Bu teşebbüs sonunda, uygulanamayan kısımlar olduğu görülürse bunları incelemek için hiç şüphesiz sizinle masa başına oturmaya hazırız, fakat bunları uygulamaya teşebbüs etmeksizin, uygulanamaz, bunun için kabul edemeyiz diyerek bize dikte ettirmeyiniz” dedik. “Bunu iyi niyetle ispat etmelisiniz” dedik. Fakat bunu ispat edecek iyi niyete sahip değildi. Anayasa’yı değiştirmekten bir maksadı vardı. Antlaşmaları ortadan kaldırmak ve böylece Enosis için serbestçe harekete geçmek. Başpiskopos’un EOKA’cı başkanı içişleri bakanı, Polis Tedhiş Teşkilatı EOKA’nın metotlarına göre organize etti. Rum gençliği kendi himayesi altında kanunsuz olarak silahlandırılarak eğitime tabi tutuldu. Kıbrıs’ta silah, güvenlik ve düzenden sorumlu bir şahıs olan içişleri bakanı 29 Temmuz 1963’te şu konuşmayı yapmıştı: “Gözlerimiz daima hürriyet sembolü olan buna çevrilmiş olarak, bize kötü muamele yapanlara medeniyet ve kuvvetimizi gösterdik. Vicdanımızı muhtemel her türlü baskından uzak tutarak biz daima sökülmez arzumuza bağlı kaldık. Bu ülke daima Yunan olmuş ve Yunan kalacaktır. Kader, yok olmamıza sebep olsa bile, Kıbrıs bize daima Yunanistan’ı hatırlatacaktır. Eski anıtlarımız Yunanistan’ın bir delili olacaktır. Yunan ruhu ve kahramanlığı kanla sulanmış bu topraklardan fışkıracaktır. Halkımıza karşı olan sorumluluklarımızı müdrik olarak ve hakka davetine dayanarak, Kıbrıs Rum halkının milli emellerinin ve rüyalarının tahakkuku için tereddütsüz ve azimli olarak ileriye doğru mücadele edeceğiz.” Uzlaştırıcı bir anlaşmaya varmak için antlaşmalar gereğince terk edildiğini sandığımız bütün bu şeyler işte böylece Sayın Başkan, devam ettirildi, en sorumlu kişiler tarafından yürütüldü. Bu durum karşısında biz kendimizi nasıl emniyette hissedebilirdik? Nasıl huzur içinde olabilirdik? 1963 Martında Başpiskopos Makarios, 1964 yılının bir karar yılı olacağını açıkça söylemişti. 1963’te yüksek Anayasa Mahkemesi’nin Alman başkanını istifaya mecbur etmişti. Çünkü bu devletler hukuki profesörü, Rum diktası ile Türkler aleyhine hüküm vermeyi reddetmişti. Kendi kanun ve vicdanını seçti. Bu, Rumlar için kazanç değildi. Ona göre şartlar yaratıldı ve başkan istifaya mecbur edildi. Profesör Frosthoff 27 Aralık 1963’te Associate Press Ajansının Heilderberg’teki muhabirine verdiği mülakatta kısaca şunları söylemiştir: “Kıbrıs hükümeti, 5 yıl müddetle Anayasa’ya sadık kalmış olsaydı problemlerin çoğu halledilmiş olacaktı. Bunu defalarca Makarios’a söyledim.” Sayın Başkan Kıbrıs hükümetinin Anayasa’ya sadık kalmaya hiç de niyeti yoktu. Çünkü Anayasa’ya sadık kalsaydı itimat, anlayış ve dostluk yer alacak ve halk normal bir hayat sürmeye başlayacaktı. Hâlbuki Makarios’un isteği bu değildi. O halkın ayrılması ve anlaşmaları bozma siyasetine alet olmaları için yok diğerinden şüphe etmesini istiyordu. İşte Sayın Başkan önceden tespit edilmiş bu siyasetin bir neticesi olarak Kıbrıslı Türklerin üzerindeki polis baskısı gün geçtikçe arttı. Kanunsuz araştırmalar her gün yer almaya başladı. Bu durum pek tabii olarak nefret hisleri uyandırdı. Rumlar son üç yıl içinde müteaddit defalar Türkleri tahrik ederek, Rumlara saldırtmaya ve böylece bütün güçleri ile bize yüklenmek için mazeret yaratmaya çalıştılar. Biz bu tuzağa düşmedik. Onlar da bunu anladılar. Böylece 21 Aralık 1963’te aradıkları mazereti kendileri yarattılar. O akşam evine dönmekte olan bir Türk ailesi silahlı Rum gençleri tarafından durduruldu.189 Hüviyetlerini açıklamayan bu gençler polis olduklarını iddia ettiler ve içişleri bakanının hizmetinde olduklarını söylediler. Kafilede bulunan Türk kadın ve erkekleri silah tehdidi altında yoklamaya teşebbüs ettiler. Kadınlar bunu reddetti. Ve yoklanmaları gerekiyorsa polis istasyonuna götürülmelerini istedi. Gürültüyü işitenler hadise mahalline toplanmaya başladı. Takriben 15 kişi oraya toplanmış ve bu arada üniforma giyen iki Rum polis subayı halk üzerine ateş açmaya başlamıştır. Açılan ateş sonucu bir Türk erkeği ve bir Türk kadını öldürülmüş ve beş Türk’te yaralanmıştır. Biz bunu alelade bir zabıta vakası olarak tutmak ve mahalli bir olay olarak göstermek için elden geleni yaptık. Fakat Kıbrıs hükümeti bununla tatmin olmadı. Bütün Rum polisleri, polis merkezine çağrılarak silahlandırıldı. Türklere hiçbir silah verilmedi ve ertesi günü Dr. Küçük ile Kıbrıs Radyosu’ndan halkı itidal ve soğukkanlılığa davet etmek için yapmak istediğimiz yayın aynı bakanlık tarafından reddedildi. Bize sadece polis bildirilerinin yayınlanacağı söylendi. Çok geçmeden bu bildirilerin ne mahiyette olduğunu öğrendik. Akşama doğru dünyaya Lefkoşa Türk bölgesinde isyan çıktığını emniyet kuvvetlerinin ayaklanmayı bastırmak için faaliyete geçtiğini ilan etmeye başladılar. Hakikatte biz Rum polisler ve varlıklarından o güne kadar haberdar bulunmadığımız özel Rum orduları tarafından muhasara edilmiştik. Bize karşı ağır makineli ve otomatik silahlarla hücuma geçirilmişti. Ertesi günü Dr. Küçük’ün Türk Cemaatini soğukkanlılığa davet eden ve cemaata ateşin kesildiğini bildiren bir radyo konuşması yapması 189 sağlandı. Bu konuşmayı ihtiva eden şerit Rumlar tarafından alınıp götürülerek defalarca Kıbrıs Radyosu’ndan yayınlanmış ve Lefkoşa bölgesinde ateş devam ederken her şeyin sükûnet içinde olduğu intibası yaratılmak istenmiştir. Bu durumdan da istifade edilerek Lefkoşa’ya gelmek cesaretini gösteren Türkler öldürülmüş veya rehine olarak alınmıştır. Maruz kaldığımız dehşet üzerinde daha fazla durmayacağım. 5 gün 5 gece dış dünya ile irtibatımız olmadı. Başkan Yardımcısı Dr.Küçük’ün de dâhil bütün telefonlarımız kesildi. Kıbrıs Radyosu Rumların elinde bulunduğu için bu radyodan memlekete bir ayaklanma mevcut olduğu ve bu ayaklanmayı bastırmaya çalıştıklarına dair devamlı surette bültenler yayınladılar. Telsiz de ellerinde olduğundan yabancı muhabirler de hakiki durumdan haberdar edilmedi. Tamamıyla muhasara altına alınmış ve dış dünya ile irtibatımız kesilmişti. Sayın başkan, Garanti Antlaşması üzerine ısrar etmemizi herhalde takdir edeceksiniz. Hayatımızı kurtaran bu antlaşmadır. Binlerce Türk’ün sağ kalıp bu konseye ümitle bakmasını sağlayan bu antlaşmadır. Türk Alayı’nın kampını terk etmesi hakkında birçok şikâyetler yapılmıştır. Bir gerçektir ki bir tek kuşun bile sıkmadan bu Alay mensupları kampı terk ettiği zaman Yunan alayı da başka bir istikametten harekete geçerek havaalanını ve Rum kesiminin diğer bölgelerini kontrol altına almıştır.190 Türk askeri Ada’ya nizam ve asayiş idame etme maksadıyla gönderilmişlerdi. Bunlar bu vazifeyi bir tek kurşun bile kullanmadan ifa ettiler. Bu arada memlekete İngiliz askerleri geldi ve her iki Alay’ı da idaresi altına aldı. Bunlar, hakikaten takdire şayan bir iş yapmaktadırlar. Ada’da sağduyunun hâkim olması ve asayişin idamesi için müttefikler arası işbirliği yapılmıştır. Kanaatimce burada bulunmamızdan güdülen maksat anlaşmalan değiştirerek sonradan kendi emellerimiz için kullanacağımız şartlar üzerine ısrar etmek değildir. Kıbrısta barış isteyen ve kan dökülmemesini arzulayan bütün Türk ve Rumlar bu mesele üzerinde bir karar alınması için konseye ümit bağlamışlardır. Bu mesele müzakere edilirken önemli bir noktanın konsey tarafından iyice anlaşılmasını rica ederim. Bu çarpışına sırasında insanlar ölebilir. Masum ve silahsız insanların çarpışmalarda ölmesi olağandır. Ve bu kolayca anlaşılabilen bir husustur. Fakat Kıbrıs’ta kadın ve çocuklar kendi evlerinde kahpece öldürülmüşlerdir. Ayrıca Kıbrıs’ta 700 kişi de sözde emniyet kuvvetleri tarafından rehine olarak tutulmuştur. Yanımda Rumların yayınladığı 3 Ocak 1964 tarihli Cyprus Today isimli dergi bulunmaktadır. Rum Cemaat Meclisi tarafından yayınlanan bu derginin 13 üncü paragrafında rehineler meselesi bahsinde Yorgacis’e atfen şöyle denilmektedir: ‘Türk liderleri Kıbrıs Cumhurbaşkanı 190 tarafından şiddetli çarpışmaların cereyan ettiği bölgelerde ikamet eden 700 Türk’ün evlerinden alınarak salim bölgelerdeki Rum okullarına götürüldüğü hakkında haberdar edilmiştir. Sayın başkan, yanlarında takriben 700 kişi bulunduğuna dair bilgi bize Ateşkes Anlaşmasından sonra verilmiştir. Biz bunların serbest bırakılmasını istediğimiz zaman onlar bize, bu 700 kişinin selamet içinde olmaları için alınmış olduklarım söylediler. Ve daha sonra serbest bıraktıklarını bildirdiler. Geriye sadece 534 Türk döndü. Diğerlerinin ne olduğunu sorduğumuz zaman başka yok elimizde olanlar bunlardı dediler. Fakat bu rehinelerden bazılarının sıraya dizilerek vurulduğunu gören İngiliz şahitlerimiz vardır. Aralarında elbiseleriyle birlikte kadın ve çocuklar bulunan bazıları daha sonra toplu halde mezarlarda bulundu. Rehine sayısının takriben 700 olduğuna dair bu resmi bir teyittir. Bunlar sorumlu bir güvenlik kuvveti olsalardı, esir ettikleri halkın ne kadar olduğunu derhal bilmeleri ve takribi sayılar vermemeleri gerekirdi. Kayıp şahıslara ne olduğunu hala soruyoruz. Esir ettikleri 700 kişinin hepsini iade ettikleri noktasında ısrar etmeleri beyhudedir. Çünkü yalnız 700 kişi değil, evlerine dönmeyen, bulunmayan ve ortadan kaybolan kimseler de vardır. Bunların aileleri, hiç olmazsa mezarlarının nerede olduğunu insanlık adına bilmek hakkına sahiptirler. Hastaneden kaldırdıkları hasta Türkler ortadan kaybolmuştur. Mezarların nerede olduğunu öğrenmek istiyoruz. İnsanlık adına buna hakkımız vardır. Bu Güvenlik Konseyi ‘nin işi değildir. Fakat huzurunuzdaki konunun özrüdür, çünkü Sayın Başkan, bu antlaşmalar üzerinde neden ısrar ettiğimizi anlayacaksınız. Bunlar olmaksızın biz yok olacağız. Ateşkes Anlaşmasından ve yabancı muhabirlerin Türk kesimine girerek dehşeti dünyaya duyurmasından sonra Lefkoşa’da başka çarpışmalar olmamıştır. Fakat 700 kişinin ve Rum kesimlerini terk eden başkalarının evlerinin, yangına verilerek veya buldozerle tamamıyla tahrip edilmesi çok önemlidir. Bu Kıbrıs’ın her tarafında yer almıştır. Her nereden Türkler kaçmak zorunda kalmışsa evleri ya yıkılmış veya yakılmıştır.191 Bize verilen mesaj, Sayın Başkan, işte budur “Arzumuza boyun eğmek mecburiyetindesiniz veya şayet karşı gelirseniz öleceksiniz veya bu Ada’dan ebediyen ayrılacaksınız” Kıbrıs’ta bizim için yer yoktur. Bunun arkasında kimdir? Bunu söyleyemem, fakat bugün iktidarı ve silahı elinde tutan ve uzun müddet aynı şekilde hareket edecek olan insanların mantalitesi işte budur. 191 Bunun üzerine, bizi bu insanların tamamen merhametine bırakacak bir karar kabul edecek misiniz? Çünkü ileri sürülüyor ki, Kıbrıs hükümetinin kabul edebileceği bir kararın geçebilmesi için Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünden ve bağımsızlığından bahsedilmesi lazımdır. Türkler Garanti Antlaşması’na çok önem verdiklerinden, dürüst ve makul görünebilmek için, “Garanti Antlaşmasından da biraz bahsedelim” diyorlar. Ayrıca, Garanti Antlaşmasından hiç bahsedilmemesi fakat Türklerin kendilerini emniyette hissedebilmeleri için de Kıbrıs’a Birleşmiş Milletler Kuvvetleri gönderilmesini ileri sürüyorlar. Öte yandan Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs’ın bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koruyacak bir karar kabul edilmesini istiyorlar. Sayın Başkan, Bizim telakkimize göre demokratik sistem şudur: Birleşmiş Milletler Kuvvetleri, üç aylık bir süre için Kıbrıs’a gidecektir. Fakat onların gizli tutmayarak açıkça belirttikleri gibi, onlara Garanti Antlaşmasının muteber olmadığı şeklinde tefsir etmeye fırsat verecek bir karar onlar nezdinde devamlı surette muteber sayılacaktır. Sayın Başkan, Bizim kanaatimize göre, onlar silahlı çetecilere, üç aylık bir süre için silah kullanmamalarını emredeceklerdir. Bu müddet geçince Birleşmiş Milletler Kuvvetleri Ada’yı terk edecekler ve Güvenlik Konseyi’nden bir karar bulunduğunu ileri süreceklerdir. Bunun neticesi olarak istedikleri şekilde bizimle uğraşacaklardır. Siz benim şüphe edici bir kimse olduğumu söyleyebilirsiniz. Ben bu olaylardan önce de şüphe edici bir şahıs sayılabilirdim. Fakat Sayın Başkan, ben son günlerde gördüklerimi söylüyorum. Geçen gün Kiprianu, Kıbrıs’ta her şeyin normal olduğunu ve Rumlarla Türklerin barışı muhafaza edeceklerine dair deklarasyon imzaladıklarını söyledi: Halbuki benim Dr. Küçük’ten aldığım bilgiye göre, Türkler hala muhasara altındalar. Türkler bazı yerlerde yiyeceksiz ve bazı yerlerde de ilaçsız kalmışlardır. Hiç bir kimse işine gidememektedir ve Türkler için hayat tamamı ile durmuştur. Bazı küçük bölgelerde herkes işine devam edebilmekte ise de asıl mesele bu değildir. Kanaatimce asıl mesele bizim hür insanlar olarak 400 yıldan beridir yaşamakta olduğumuz topraklar üzerinde insanlık şerefine yaraşır bir şekilde yaşayıp yaşayamayacağı m izdir. 400 yıldan beri hiç bir zaman bir azınlık muamelesi görmemiş olan bizler, Kıbrıslı Rumların merhametine mi terk edileceğiz?192 Sırf bizi öldürdüler diye eşit pazarlığımızda aldatılacak mıyız? Bugün huzurunuzda bulunan başlıca konu budur. Ve unutmamalıyız ki Rumlar Taksim’den Türk’de Rum haksızlığından ve Yunanistan ile ilhaktan korktukları içindir ki, bu garantiler Anayasa’ya dâhil edilmiştir. Bu garantiler Anayasa’dan çıkarılırsa, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını imkân dışı edecek bir makam kalmayacaktır. Bu imkân dışı edilemez. Onlar gelin başka bir antlaşma 192 yapalım diyebilir. Fakat antlaşmaları imzaladıktan birkaç gün sonra tanımama yoluna giden bu insanlar bizi tatmin edemezler. Bu garantilere rağmen biz diskriminasyona uğradık, izzetinefsimiz rencide edildi ve nihayet can ve mal kaybına uğradık. Ve şimdi sizden, bu insanlara bütün bunlar için bravo, aferin, demenizi istiyorum. Onlar da sizden, antlaşmaların muteber olmadığını ileri sürebilmek için sizden açıkça müsaade istemektedirler. Bu hayal ile Türklere boyun eğdirmeye devam edecekler. Anayasa ‘daki haklarımızı alacaklar ve gerekirse yeniden şiddete başvuracaklardır. Bunların değiştirilmesi gerekli ise bu ancak münakaşa yoluyla ve karşı tarafı kendi görüşünüzü anlamasını sağlamak suretiyle yapılabilir, öldürmekle ve katliamla yapılamaz. Bu yol ile değiştirilemez. Konuşmasına son vermeden önce, sizin için, benim için ve cemaatim için çok değerli olan, bu kadar uzun vaktinizi işgal ettiğimden ötürü özür diler ve Sypros Kiprianu’nun ele aldığı bir iki noktaya cevap vermek istiyorum: Kiprianu, Londra Konferansımdan bu yana elinde bazı gizli ve esrarengiz vesikalar saklamakta ve Ada’nın taksimi için Türk liderliği ile Türk hükümeti arasında bir komplo hazırlandığını şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispat eden bazı vesikalara Kıbrıs Türk liderliğinin imza koyduğunu ileri sürmektedir. Kiprianu bu vesikalardan bazı parçalar okumuştur. Londra’da kendisini, halkın bir bütün olarak okuması için bunları ibraz etmeye, eline geçtiğinde bunların kimin tasarrufunda bulunduğunu, bunları kendisine kimin verdiğini, ne zaman ele geçirdiğini, üzerinde kimlerin imzası bulunduğunu ispat etmeye davet ettim. Vesikalar müzakere edilmezden önce bütün bu hususlar ispat edilmelidir. Kendilerine meydan okuduğum halde, bu vesikaları ortaya çıkarmadılar. Sayın Başkan, şimdi tekrar meydan okuyorum. Eğer onlar, bu vesikaları olaylardan önce ele geçirmişlerse, sorumlu hükümet olarak üzerlerine düşen vazifeyi yaparak bu kimselere karşı harekete geçmeleri lazımdı. Kanaatimce Londra’da da ileri sürdükleri gibi, bu vesikaları olaylardan sonra ele geçirmişlerse,, bunları nerede ve nasıl ele geçirdiklerini açıklamalıdırlar. Bunları açıkça ortaya koyarak ispat etmeli ve ondan sonra reaksiyon göstermelidirler. Hakikatler, bu vesikaların doğru olmadığını ispat ediyor. Kıbrıs’taki Türk liderliği, Türkiye’deki liderlerle birlikte taksim için bir komplo kurmuşsallardı, Kıbrıs’ta iki ay devam eden çarpışmalar bu şekilde sona ermeyecekti. Türklerin çoğu av tüfekleri ile Rumların hepsi ise tepeden tırnağa kadar silahlanmış bulunmaktadır. Türkler, Türkiye’den yardım için haykırıyorlar. Türkiye ise, geniş ölçüde bir katliamın devam ettiğinden, emin oluncaya kadar Kıbrıs’a gelmemekte azimlidir. Türkiye’nin yaptığı ihtarda bulunmaktan ve garantör devletleri işbirliğine davet etmekten başka bir şey değildir. Bu hakikatler, Kıbrıs Türk liderliği ve Türkiye hükümeti arasında bir komplo bulunduğunu ispat eder mi? Anlaşmaları, herhangi bir şekilde ve gerekirse cinayete tevessül etmek suretiyle Kıbrıs’ta bozmak isteyen yalnız bir taraf vardı. Bu taraf, davasını ispat etmiştir. Ve huzurunuzda bulunan dava da budur. Sayın Başkan, bana Konseyde konuşma imkânı verdiğinizden dolayı size bütün kalbimle teşekkür ederim. Türk görüşünü Konseyde aksettirmek için elimden geleni yaptım. Bana karşı göstermiş olduğunuz tahammül ve nezakete teşekkür ederim. Bu benim için ve ümit ederim ki cemaatim için iyi bir kazanç olmuştur. Sözlerimin kararlarınız üzerinde tesirli olacağına inanıyorum. Size bir kere daha teşekkür ederim.193 C. JOHNSON’UN MEKTUBUNUN TAM METNİ A.B.D. Başkanı Johnson meşhur mektubunda şöyle diyor: “Sayın Bay Başkan, Türkiye hükümetinin, Kıbrıs’ın bir kısmını askeri kuvvetle işgal etmek üzere müdahalede bulunmaya karar vermeyi tasarladığı hakkında Büyükelçi Hare vasıtasıyla dışişleri bakanlığından aldığım haber beni ciddi surette endişeye sevk etmektedir. En dostane ve en açık şekilde belirtmek isterim ki, geniş çapta neticeler tevlit edecek böyle bir hareketin Türkiye tarafından tasvip edilmesini hükümetimizin bizimle evvelden tam bir istişarede bulunmak lütfünde taahhüdüyle kabili telif addetmiyorum. Büyükelçi Hare görüşlerimi Öğrenmek üzere kararınızı birkaç saat tehir etmiş olduğunuzu bana bildirdi. Yıllar boyunca Türkiye’yi en sağlam şekilde desteklediğini ispat etmiş olan Amerika gibi bir müttefikin bu şekilde neticeleri olan tek taraflı bir kararla karşı karşıya bırakılmasının hükümetiniz bakımından doğru olduğuna hakikaten inanıp inanmadığınızı sizden sormak isterim. Böyle bir harekete tevessül etmeden önce Birleşik Amerika Devletleriyle istişarede bulunmak mesuliyetini tam kabul etmenizi rica etmek mecburiyetindeyim. 1960 Garanti Anlaşması ahkâmı gereğince böyle bir müdahalenin caiz olduğu kanaatinde bulunduğunuz intibaındayım. Ayrıca anlaşma, teminatçı devletler arasında istişare imkânlarının hiçbir şekilde tüketilmediği ve dolayısıyla tek taraflı harekete geçmek hakkının kabili itibar olmadığı kanaatindedir. Diğer taraftan Bay Başkan, NATO vecibelerine de dikkat nazarınızı celbetmek mecburiyetindeyim. Kıbrıs’a vaki olan Türk müdahalesinin Türk-Yunan kuvvetleri arasında askeri çatışmaya neden olacağı hususunda zihninizde en ufak bir tereddüt olmamalıdır. 193 Dışişleri Bakanı Rusk, Lahey’de yapılan son NATO Bakanlar Konseyi toplantısında Türkiye ile Yunanistan arasında bir harbin, kelimenin tam anlamıyla düşünülmemesi ve telakki edilmemesi gerektiğini beyan etmiştir. NATO’ya iltihak esas itibariyle NATO memleketlerinin birbirleriyle harp etmeyeceklerini kabul etmek demektir. Almanya ve Fransa NATO’da müttefik olmakla yüzyıllık husumet ve düşmanlıklarını gömmüşlerdir. Aynı şeyi Yunanistan ve Türkiye’den de beklemek lazımdır. Ayrıca Türkiye tarafından Kıbrıs’a yapılacak askeri müdahale Sovyetler Birliği’nin aynı şekilde müdahalesine yol açabilir. NATO müttefiklerimizin tam bir rıza ve muvafakatleri olmadan Türkiye’nin girişeceği bir hareket neticesinde ortaya çıkacak Sovyetler müdahalesine karşı Türkiye’yi müdafaa etmek mükellefiyetleri olup olmadığını müzakere etmek fırsatını bulmamış olduklarını takdir buyuracağınız kanaatindeyim. Diğer taraftan Bay Başkan, bir B.M. üyesi olarak Türkiye’nin vecibeleri dolayısıyla endişe duymaktayım. B.M. Ada’da sulhu korumak için kuvvet göndermiştir. Bu kuvvetin vazifesi zor olmuştu. Fakat geçen son bir hafta zarfında Ada’da şiddet hareketlerinin azaltılmasında yavaş yavaş muvaffak olmuşlardır. B.M. arabulucusu ancak vazifesini ikmal edememiştir. Hiç şüphem yoktur ki B.M. üyelerinin çoğunluğu B.M. gayretlerini baltalayacak olan bu zor meseleye B.M. tarafından makul ve barışçı bir hal tarzı bulunmasına yardım edecek herhangi bir ümidi yıkacak olan Türkiye’nin tek taraflı hareketine en sert şekilde tepki gösterecektir. Aynı zamanda Bay Başkan, askeri yardım sahasında Türkiye ile Birleşik Devletler arasında mevcut iki taraflı anlaşmaya dikkatinizi çekmek isterim. Türkiye ile aramızda bulunan askeri yardımın veriliş maksatlarından gayri gayelerde kullanılması için hükümetinizin Amerika’nın muvafakatini alması icap etmektedir. Hükümetiniz bu şartı tamamen anlamış bulunduğunuzu muhtelif vesilelerle Amerika ‘ya bildirmişti. Mevcut şartlar altında Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı bir müdahalede Amerika tarafından temin edilmiş olan askeri malzemenin kullanılmasına Amerika Birleşik Devletleri’nin muvafakat edemeyeceğini size bütün samimiyetimle ifade etmek isterim. Mutasavver Türk hareketinin fiili neticelerine gelince, böyle bir hareketin Kıbrıs Ada’sı üzerinde 10 binlerce Kıbrıslı Türk’ün katledilmesine yol açabileceği keyfiyetine en dostane bir şekilde dikkatinizi çekmek mecburiyetini hissediyorum. Tarafınızdan böyle bir harekete tevessül edilmesi, infiali mucip olacak ve girişebileceğiniz askeri hareketin himaye etmeye çalıştığınız Türk halkının toptan imhasını önlemeye yeter derecede müessir olması imkânsız olacaktır. B.M. kuvvetlerinin mevcudiyeti de böyle bir faciayı önleyemez. Sözlerimi pek fazla sert bulabilir ve bizim Kıbrıs meselesine de Türkiye’nin girişimne karşı yabancı olduğumuzu düşünebilirsiniz. Durumun böyle olmadığına sizi temin etmek istiyorum. Gerek açıkça ve gerek özel olarak Kıbrıslı Türkler’in emniyetini sağlamakta ve Kıbrıs meselesinin son hal tarzının konu ile doğrudan doğruya ilgili tarafların imzasına dayanması hususu üzerinde ısrar etmekte gayret gösterdik. Amerika Birleşik Devletleri’nin sizin lehinizde yeter derecede faaliyet sarf etmediği fikrini taşımanız mümkündür. Fakat herhalde bilirsiniz, politikamız Atina’da en sert şekilde infiale yol açmış, bizim aleyhimizde orada nümayişler yapımlı; Amerika Birleşik Devletleriyle Makarios arasında fikir münakaşası da meydana çıkmıştır. Daha birkaç hafta önce yaptığımız görüşme sırasında dışişleri bakanınıza söylediğim gibi Türkiye ile olan ilişkilerimize büyük değer veriyoruz. Sizi kendisiyle temel olarak menfaatlerimiz olan büyük bir müttefik addediyoruz. Sizin güvenlik ve refahınız Amerika halkı için ciddi bir alaka mevzu olagelmiştir. Ve bu alakanın sembolik şekil/eri gösterilmiştir. Siz ve biz komünist dünyasının ihtiraslarına karşı koymak üzere birlikte boğuştuk. Bu tesanüt bizim için büyük bir mana taşımaktadır. Ve bunun hükümetimiz ve halkımız için de aynı derecede bir mana taşıdığını ümit ederiz. Kıbrıs ile ilgili olarak Türk Cemaatini tehlikeye maruz bırakacak herhangi bir hal tarzını desteklemeyi düşünmeyiz. Son bir çözüm yolu bulmaya muvaffak olmadık. Çünkü bunun dünyadaki en kritik meselelerden biri olduğu aşikârdır. Fakat Türkiye ve Kıbrıs Türklernin menfaatleri konusunda ciddi şekilde alakadar olduğumuz ve daima alakadar olacağımız hususunda sizi temin etmek isterim. Nihayet Bay Başkan, en ciddi meseleyi harp mı sulh mu meselesini vazetmiş bulunuyoruz. Bu mesele/er Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında iki taraflı münasebetlerin çok ötesine giden meselelerdir. Bunlar sadece Türkiye ile Yunanistan arasında bir harbi muhakkak olarak tevlit etmekle kalmayacak, fakat Kıbrıs’a tek taraflı bir müdahalenin doğuracağı önceden kestirilemeyen neticeler sebebiyle daha geniş çapta muhasamata yol açacaktır. Sizin Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı olarak mesuliyetleriniz var. Benim de Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olarak mesuliyet/erim vardır. Bu sebepten en dostane bir şekilde size şunu belirtmek isterim ki, bizimle gereken ve geniş bir şekilde istişare etmeksizin yapacağınız tek taraflı böyle bir harekete tevessül etmeyeceğinize dair bana teminat vermediğiniz takdirde meselenin gizli tutulması hususunda Büyükelçi Hare’a vaki talebinizi kabul etmeyecek, NATO Konseyi ile BM Güvenlik Konseyi’ni acilen toplantıya çağırmak mecburiyetinde kalacağım. Bu mesele hakkında sizinle şahsen görüşebilmemizin mümkün olmasını isterdim. Maatteessüf mevcut Anayasa hükümlerinin icabı dolayısıyla Birleşik Amerika’dan ayrılamamaktayım. Teferruatlı müzakereler için siz buraya gelebilirseniz, bunu memnuniyetle karşılarım. Gene barış ve Kıbrıs meselesinin aklı selim ve sulh yoluyla halli hususunda siz ve ben çok ağır mesuliyetler taşımakta olduğumuzu hissediyorum. Bu itibarla aramızda en geniş, en samimi istişarelerde bulununca sizin meslektaşlarınızın tasarladığı her türlü kararı geri bırakmanızı bilhassa rica ederim.”194 Amerika Birleşik Devletleri Başkanı LYNDON B. JOHNSON Türkiye’nin Johnson mektubuna verdiği cevap, yumuşak olmuştur. İnönü cevabında, Türkiye’nin bir gün Kıbrıs’a askeri müdahale zorunluluğunda bırakılırsa bunu tamamıyla Milletlerarası Andlaşmaların hükümlerine ve gayelerine uygun olarak yapılacağını Türk Hükümeti’nin müdahale kararını ertelemesinin “Garanti Andlaşması’nın 4. maddesinin Türkiye’ye tanıdığı haklara hiçbir suretle halel getirmediğini”195 belirtmiştir. Amerika Birleşik Devletleri Başkan Johnson’un devreye girmesiyle Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi önlenmiştir ama Rum saldırıları önlenmemiştir. Hemen hemen her gün, bir Türk köyü ateşe veriliyor, savunmasız ve masum Türkler yollardan alınıyor, Rumların Türk bölgeleri etrafında kurdukları utanç barikatlarında akla sığmayan muameleye tabi tutuluyorlardı. 1964 yılının son dört ayı içerisinde 26 Türk şehit edildi, 53 Türk vurularak 194 195 yaralandı, yüzlerce Türk evi yakılıp yıkıldı ve yağmalandı. Hemen hemen her gün Türk köy ve mahallelerine silahlı saldırıda bulunuldu. Rumlar, Türklere yönettiği bu silahlı saldırılar yanında Türk bölgelerine tam bir ekonomik abluka uyguladı. “Rum yönetimi 1 Mart 1965 tarihli bir kararı ile 38 çeşit eşyanın Türk bölgelerine girişini yasakladı”. Bu eşyalar arasında çimento, kum, çakıl, demir, yünlü elbiseler, lastikler, yangın söndürme cihazları, tel, petrol, oto yedek parçaları da bulunuyordu. Rumların Türk Halkına uyguladığı ekonomik abluka B.M. Genel Sekreteri’nin 10.9.1964 tarih, 8/5950 sayılı raporun 222 paragrafındaki “Kıbrıs Türk Toplumuna karşı bazı hallerde tam bir abluka şiddetinde uygulanan ekonomik kısıtlamalar, Kıbrıs Hükümeti’nin muhtemel bir çözümü empoze etmek için askeri harekât yerine ekonomik baskı kullanmakta olduğunu göstermektedir”196 ifadeleri ile teyit edildi. Ancak Birleşmiş Milletler bu ablukanın kaldırılmasında etkili olamadı. D. TÜRK BARIŞ HAREKÂTINA KATILAN TÜRK GENERALLERİ Nurettin Ersin: Türk Barış Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Bedrettin Demirel: 30 Ağustos 1974’ten sonra, Korgeneral olarak Barış Kuvvetleri Komutanlığına getirildi. Fazıl Osman Polat: Tümgeneral Fethi Aktan: Tümgeneral Sabri Demirbağ: Bolu Komando Tugayı Komutanı, Tümgeneral. Adnan Doğu: Tuğgeneral-Hava İndirme Tugayı Komutanı. Hava jndirme Tugayını, 2nci Harekât öncesinde Sabri Evren’den devralmıştı. Hakkı Borataş: Tuğgeneral-Vali. Süleyman Tuncer: Tuğgeneral-Çıkartma Birlikleri ve Amfibi Komutanı. E. 196 KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI ŞEHİTLERİ 1. Piyade Albay İbrahim Karaoğlanoğlu 2. Piyade Binbaşı Bünyamin Kasap 3. Piyade Kıdemli Yüzbaşı Sami Akbulut 4. Piyade Kıdemli Yüzbaşı Tuncer Güngör 5. Piyade Kıdemli Yüzbaşı Dursun Özsaraç 6. Piyade Üsteğmen Nizameddin Songur 7. Piyade Üsteğmen Oğuz Yener 8. Piyade Üsteğmen Nermi Tombul 9. Piyade Üsteğmen Nazmi Saatçi 10. Piyade Üsteğmen Ünal Genç 11. Tank Yüzbaşı Ramiz Turan 12. Tank Kd. Üsteğmen Yavuz Sokullu 13. Tank Üsteğmen Alpay Başaran 14. Tank Üsteğmen Hüseyin Akar 15. Topçu Pilot Albay Fahreddin Aksoy 16. Topçu Pilot Yarbay Selahattin Okbay 17. Topçu Yarbay Refik Cesur 18. Topçu Pilot Yarbay İlhan Akgün 19. Ordudonatım Teğmen Gürkan Işık 20. Tabib Üsteğmen Halil Akçiçek 21. Yedek Piyade Asteğmen İdris Doğan 22. Yedek Piyade Asteğmen Şakir Cezayir 23. Yedek Piyade Asteğmen Şevket Çil 24. Yedek Piyade Asteğmen Sıtkı Toksoy 25. Yedek Piyade Asteğmen Selçuk Ergen 26. Yedek Piyade Asteğmen M.Nafı Kıvanç 27. Yedek Piyade Asteğmen Celal Bekiroğlu 28. Yedek Piyade Asteğmen Mehmet Özel 29. Yedek Piyade Topçu Asteğmen Feyzullah Taşınsoy 30. Yedek Topçu Asteğmen Mustafa Uygur 31. Yedek Tank Asteğmen Ali Yavuz Yüce 32. Piyade Kıdemli Başçavuş Tahsin Yorgun 33. Piyade Kıdemli Başçavuş Kemal Yapar 34. Piyade Başçavuş A. Haydar Saban 35. Piyade Üsçavuş Cemal Yurdumgüzel 36. Piyade Üsçavuş Ramazan Ergin 37. Piyade Astsubay Çavuş Ahmet Pakdemir 38. Piyade Astsubay Çavuş Muammer Karaağaç 39. Piyade Astsubay Çavuş Hicret Akar 40. Piyade Astsubay Çavuş Mehmet Yıldız 41. Piyade Astsubay Çavuş AH Erdemir 42. Piyade Astsubay Çavuş Enver Erol 43. Tank Kıdemli Başçavuş Mehmet Yavuz 44. Tank Kıdemli Başçavuş Mehmet Macit 45. Tank Kıdemli Başçavuş Halim Şahin 46. Tank Üsçavuş Coşkun Tezelli 47. Top Kıdemli Başçavuş Aslan Demircam 48. Muhabere Başçavuş Kadir Gülseren 49. Muhabere Kıdemli Başçavuş Bayram Gümüş 50. İstihkâm Astsubay Çavuş Bahadır Yalçın 51. Sağlık Kıdemli Başçavuş İ.Hakkı Gedik 52. Piyade Eri Necmi Alimanoğlu 53. Piyade Çavuş Hüseyin Zont 54. Piyade Eri Ayçan Aksoy 55. Muhabere Çavuş Zeki Alpsoley 56. Piyade Eri Hasan Alkan 57. Piyade Eri M.Ali Arpa 58. Piyade Eri Nizamettin Aydın 59. Piyade Eri Kaya Afacan 60. Muhabere Eri Ülkü Akbulut 61. Piyade Eri Muharrem Aydın 62. Piyade Eri Hasan Anlatan 63. Piyade Çavuş Ali Alpaslan 64. Piyade Eri Şakir Ağaçkıran 65. Piyade Eri Süleyman Aydınlı 66. Piyade Eri Sıtkı Acar 67. Piyade Eri Ömer Abdal 68. Piyade Eri Mehmet Akdoğan 69. Piyade Eri Abdullah Altındağ 70. Piyade Eri ilyas Aydın 71. Piyade Eri Hüseyin Atıcı 72. Piyade Eri Ahmet Akbaş 73. Piyade Eri Lütfü Araş 74. Piyade Eri Alaaddin Aslan 75. Piyade Onbaşı Duran Akyüz 76. Piyade Onbaşı Ramazan Alim 77. Piyade Çavuş Kamil Alkan 78. Piyade Eri Cemal Altınok 79. Piyade Eri Ahmet Aydemir 80. Piyade Eri Bekir Aktaş 81. Piyade Eri Mevlüt Akça 82. Piyade Eri Mustafa Altınışık 83. Piyade Eri Rıdvan Aktarmaç 84. Piyade Çavuş Mustafa Aydoğdu 85. Piyade Eri Ali Aktaş 86. Piyade Eri Ali Alan 87. Piyade Eri Turan Arda 88. Piyade Eri Mehmet Avcu 89. Piyade Eri Bekir Aktaş 90. Piyade Eri Süleyman Avcı 91. Piyade Eri Muhsin Alptekin 92. Piyade Eri Halil Aslan 93. İstihkâm Eri Doğan Aydın 94. Sıhhiye Onbaşı Hüseyin Aydemir 95. Piyade Eri Ahmet Alçıkaya 96. Piyade Eri Ahmet Aydemir 97. İstihkâm Onbaşı Ali Alay 98. İstihkâm Eri Teslim Aydın 99. İstihkâm Eri Mustafa Ay 100. Piyade Eri Salih Altun 101. Piyade Eri Vahap Akbıyık 102. Top Eri Kadir Akdoğan 103. Piyade Eri Mustafa Bakar 104. Piyade Çavuş Ali Beyoğulları 105. Piyade Eri Osman Bakır 106. Piyade Eri Ali Borçin 107. Piyade Eri Recep Bilge 108.Piyade Eri Fevzi Bingöl 109. Piyade Onbaşı Kamil Balkan 110. İstihkâm Eri Mehmet Buzlusun 111. Piyade Eri Şaban Balaban 112. Tank Eri Sadi Bal 113. Piyade Eri Cafer Bora 114. Piyade Eri Necati Balcı 115. Piyade Eri Mustafa Bingöl 116. Piyade Eri Bahattin Baklavacı 117. Piyade Eri Halil Bulut 118. Piyade Eri Muharrem Bingöl 119. Piyade Eri Süleyman Bayburt 120. Piyade Eri Kemal Balta 121. Piyade Eri Tahsin Bozkurt 122. Piyade Eri Necati Bat 123. Piyade Çavuş Maksut Birinci 124. Piyade Onbaşı Zeynel Bozgeyik 125. Piyade Eri Mustafa Çelik 126. Piyade Onbaşı Salih Cıbır 127. Piyade Eri Naim Çiftçi 128. Piyade Eri Kemal Ceylan 129. Piyade Çavuş Mehmet Ceyhan 130. Piyade Eri Hasan Çelik 131. İstihkâm Eri BAli Cansu 132. Piyade Eri Muharrem Calay 133. Piyade Eri Lütfü Çiftçibaşı 134. Piyade Eri Cemil Çelik 135. Piyade Eri Mehmet Can 136. Piyade Eri Kazım Çalışkan 137. Tank Eri Zekeriya Çetin 138. Piyade Eri Osman Çelik 139. Piyade Eri Mahmut Çamaz 140. Piyade Eri Kasım Çelik 141. Piyade Eri Cemil Çelebi 142. Piyade Eri Yunus Canbaz 143. Sıhh’ıye Eri Namaz Çakmak 144. Muhabere Eri Hüsnü Demirkıran 145. Piyade Eri Mustafa Dinçer 146. Piyade Çavuş Necdet Diler 147. Piyade Eri Alihan Demir 148. Piyade Eri Hüsnü Doğu 149. Piyade Eri Nurettin Duman 150. Piyade Eri Mahmut Demirci 151. Piyade Eri Efrahim Demir 152. Piyade Onbaşı Bayram Demir 153. Piyade Eri Nuri Demir 154. Piyade Eri Tayyar Delen 155. Piyade Eri Mehmet Doğan 156. Muhabere Eri Bekir Doğan 157. Piyade Eri Eyüp Demir 158. Piyade Eri Akif Diktepe 159. Piyade Çavuş Ömer Doğan 160. Piyade Eri Osman Demir 161. Piyade Onbaşı İlyas Demirkıran 162. Piyade Eri Mehmet Döndü 163. Piyade Eri Mehmet Durmuş 164. Piyade Eri Mustafa Duman 165. Piyade Er Mehmet Demir 166. Piyade Eri Enver Dönmez 167. İstihkâm Eri Cafer Düzenli 168. Piyade Eri Adnan Damar 169. Piyade Eri Mehmet Dilber 170. Topçu Eri Bayram Demirezen 171. Piyade Çavuş Muzaffer Demirci 172. Piyade Çavuş Ömer Demir 173. Tank Çavuş Mustafa Dim 174. Sıhhiye Onbaşı Şeref Demirci 175. Piyade Eri Ramazan Eroğlu 176. Piyade Onbaşı İrfan Ersoy 177. Piyade Onbaşı Ali Osman Ersen 178. Piyade Eri Celal Erken 179. Topçu Eri Mehmet Emik 180. Piyade Çavuş ABayram Erciyes 181. Piyade Onbaşı Hayrullah Ekşi 182. Piyade Eri Ramazan Arsan 183. Piyade Onbaşı Nevzat Ertuğrul 184. Piyade Eri Adem Erim 185. Piyade Eri Metin Ediz 186. Piyade Eri Rıdvan Erel 187. Tank Eri Osman Erhan 188. Piyade Eri Ali Ergün 189. Piyade Eri Hasan Ercan 190. Piyade Onbaşı Muzaffer Ekemen 191. İstihkâm Eri Hikmet Erikli 192. Piyade Eri Ömer Faydalı 193. Piyade Onbaşı Sebahattin Erdoğdu 194. Piyade Eri Hasan Gökboya 195. Piyade Çavuş İlhan Gürcan 196. Piyade Eri Cahit Gökalp 197. Piyade Çavuş Ömer Füvenç 198. Piyade Eri Sebahattin Gürsu 199. Tank Eri Yakup Gülen 200. Piyade Eri Bayram Gündüz 201. Piyade Eri Lütfü Gelen 202. Piyade Eri Hüseyin Göksel 203. Piyade Eri M. Ali Gümüş 204. Tank Onbaşı Mehmet Güneş 205. Sıhhiye Eri Mustafa Girgin 206. Piyade Eri Hicri Gümüş 207. Piyade Eri Bekir Güngör 208. Piyade Eri Sadi Güler 209. Piyade Eri Halil Gök 210. Piyade Eri Mahmut Haspolat 211. İstihkâm Eri Mahmut Haspolat 212. Piyade Eri Mustafa Işık 213. Piyade Eri Mustafa İldeniz 214. Piyade Eri Vahit İnce 215. Piyade Eri Mustafa İleli 216. Piyade Eri Necmettin inan 217. Tank Çavuş İsmail İnan 218. Piyade Onbaşı Şeref Kurt 219. Piyade Eri Hasan Kılıç 220. Piyade Eri Sami Küpeli 221. Piyade Çavuş Muhittin Küspeci 222. Piyade Eri Orhan Kürkçü 223. Piyade Eri Nazmi Köse 224. Muhabere Eri Kazım Köse 225. Piyade Onbaşı İsmail Kurtulmuş 226. Piyade Onbaşı Cengiz Kurtuluş 227. Piyade Eri Haydar Kara 228. Piyade Eri İbrahim Kuru 229. Piyade Eri H.İbrahimKocaaktaş 230. Piyade Çavuş Nazmi Konat 231. Piyade Eri Hacı Kaya 232. Topçu Çavuş Hikmet Koman 233. Tank Onbaşı Mehmet Kara 234. Piyade Çavuş Efrahim Kotan 235. Piyade Eri Mustafa Koçar 236. Piyade Onbaşı Hüseyin Koç 237. Piyade Eri Şeref Kavak 238. Piyade Çavuş Ali Karpuzcu 239. Piyade Eri Ali Kaya 240. Piyade Eri Hamdı Kiracı 241. Piyade Eri Mehmet Karcıl 242. Piyade Eri Hüseyin Kaçıkoğlu 243. Piyade Eri Alaaddin Karataş 244. Tank Çavuş Celal Kahraman 245. Piyade Eri Mustafa Kuş 246. Piyade Eri Bekir Karayeğen 247. Piyade Onbaşı Kemal Köse 248. Piyade Eri Mehmet Kemerli 249. Piyade Onbaşı İbrahim Konaşoğlu 250. Piyade Eri Hasan Karaağaç 251. Piyade Eri Hasan Karagül 252. Piyade Eri M.Şirin Kalas 253. Piyade Eri Musa Kazan 254. Piyade Eri Hüseyin Kurutuldu 255. Piyade Eri Halil Koç 256. Piyade Eri Hasan Kaplan 257. Piyade Eri Mehmet Kaplan 258. Piyade Eri Şefik Kaçar 259. Piyade Eri Ali Karaağaç 260. Piyade Eri Seçim Kılıçaslan 261. Piyade Eri İbrahim Karakoyun 262. Piyade Çavuş Ali Köken 263. Piyade Çavuş Lütfü Kıçı 264. Piyade Eri A.Rıza Karaoğlan 265. Piyade Eri Sebahattin Kundak 266. Piyade Onbaşı Fikret Kartal 267. Muhabere Eri Ali Kılıç 268. Piyade Eri Celal Keleş 269. İstihkâm Eri Bektaş Karaş 270. Piyade Eri Cemil Kılıç 271. İstihkâm Eri Ali Karaduman 272. İstihkâm Eri Hüseyin Kocatürk 273. Piyade Eri Dursun Kanlı 274. Tank Eri Recep Karaköse 275. Piyade Eri Mehmet Karaca 276. Piyade Eri Nazım Kara 277. Sıhhıye Eri Rıfat Kar 278. Tank Eri İbrahim Köse 279. Komando Çavuş Cuma Karadoğan 280. Piyade Çavuş Ali Kalay 281. Piyade Çavuş Sadettin Madencioğlu 282. Piyade Eri Mevlüt Mercan 283. Piyade Eri Kadir Maranlı 284. Piyade Hüsnü Nevruz 285. Tank Onbaşı Şefik Nur 286. Piyade Eri Ali Ocak 287. Piyade Eri Ahmet Özkan 288. Piyade Onbaşı Ekrem Özkaya 289. Piyade Çavuş Filiz Okandan 290. Piyade Eri Hüseyin Özyurt 291. Piyade Eri Süleyman Özkan 292. Piyade Eri Abdullah Ömür 293. Piyade Eri Remzi Özipek 294. Piyade Eri Nevzat Özbay 295. Piyade Eri Fevzi Öztürk 296. Piyade Eri Mehmet Özdemir 297. Piyade Eri Ali Özdemir 298. Piyade Eri Sebahattin Özipek 299. Piyade Eri Ferzande Özavcı 300. Piyade Eri Hüseyin Özbay 301. Piyade Eri Orhan Kurban 302. Ordonat Eri Atilla Öztürk 303. Topçu Eri Remzi Öz 304. Piyade Eri Murat Önoğlu 305. Piyade Çavuş Tahsin Öztürk 306. Topçu Eri Bulduk Polat 307. İstihkâm Eri Ahmet Polat 308. Piyade Eri Mahmut Pınar 309. Piyade Eri Ali Pehlivan 310. Piyade Eri Ali Pınar 311. Piyade Eri Müslüm Polat 312. Tank Onbaşı Recep Pekmezci 313. Piyade Eri Emin Ren 314. Piyade Onbaşı Adnan Sipahi 315. Piyade Eri Hasan Ses 316. Piyade Eri Bilgi Serbest 317. Piyade Eri Cuma Sert 318. İstihkâm Eri Sabrı Soydemir 319. Piyade Eri Kazım Soydemir 320. Piyade Eri Mesut Şaban 321. Piyade Eri Salim Şinik 322. Piyade Eri Necati Şenol 323. Piyade Eri Cengiz Sarptürk 324. Piyade Eri Durak Sulu 325. Piyade Onbaşı Gültekin Sanal 326. Levazım Eri Hasan Sarıca 327. Piyade Çavuş Aslan Seçkin 328. Piyade Eri Celal Sulu 329. Piyade Eri Kazım Sungur 330. Piyade Eri Ziyafettin Sevinç 331. Piyade Eri M. Ali Şengül 332. Piyade Eri Necati Şenol 333. İstihkâm Eri Murat Şen 334. Piyade Onbaşı Yusuf Şahin 335. Piyade Onbaşı Yılmaz Şentürk 336. Piyade Eri Muhittin Satıoğlu 337. Piyade Eri Halim Soylu 338. Tank Eri Mustafa Soğana 339. Piyade Eri Hüseyin Süngü 340. Piyade Eri Necati Şentürk 341. Piyade Çavuş Kazım Turan 342. Ordonat Eri Agah Top 343. Piyade Eri Halil Taşkın 344. Piyade Eri Tahsh Tunç 345. Piyade Eri Salih Tunç 346. Ulaştırma Eri İsmail Tosun 347. Piyade Çavuş İlhami Topçu 348. Piyade Eri Adem Turan 349. Topçu Çavuş Turan Türközen 350. Piyade Eri Hüseyin Tüfekçi 351. Piyade Çavuş Adnan Türker 352. Piyade Eri A. KadirTonguç 353. Piyade Eri Hasan Toyran 354. Piyade Eri Muhsin Tuğrul 355. Piyade Eri TahirTüzirılü 356. Piyade Eri Halit Tekin 357. Piyade Eri Gerevan Tomay 358. Piyade Onbaşı Hüseyin Topal 359. Piyade Çavuş Galip Taş 360. Piyade Eri Recep Tezel 361. Piyade Eri İbrahim Turan 362. Piyade Eri Teymur Tari 363. İstihkâm Çavuş Kasım Sanaslan 364. Piyade Çavuş Kazım Tunç 365. Piyade Eri M. Ali Tan 366. Piyade Eri Cuma Teymur 367. Piyade Eri Atilla Türk 368. Piyade Eri M.Emin Türker 369. Piyade Eri Hasan Torun 370. Piyade Eri İzzet Tunçer 371. Topçu Eri Necdet Turgut 372. Piyade Çavuş Salim Tekin 373. Piyade Çavuş Abdulkerim Uruk 374. Piyade Çavuş Hüsnü Uysal 375. Piyade Eri İrfan Uzaldı 376. Sıhhye Eri Tevfik Uğur 377. Topçu Onbaşı Hüdaverdi Ulutaş 378. Piyade Eri Yusuf Uğur 379. Piyade Eri Rasrn Uygun 380. Piyade Eri Hasan Uğurlu 381. Piyade Çavuş Ömer Uçar 382. Piyade Eri Kemal Ünal 383. Piyade Eri Cevdet Öneş 384. Piyade Eri İlhan Ülgen 385. Piyade Eri Cavl Ülger 386. Piyade Eri İsmail Yüksel 387. Piyade Eri Erdoğan Yıldız 388. Piyade Eri Kemal Yıldırım 389. Piyade Eri Yılmaz Yıldız 390. Piyade Onbaşı Erol Yılmaz 391. Sıhhıye Eri Adnan Yıldız 392. Piyade Eri Cumhur Yüzü 393. Piyade Eri Ömer Yıldınm 394. Piyade Eri Arif Yiğitoğlu 395. Piyade Onbaşı Mustafa Yurdakadim 396. Piyade Eri Sebahattin Yılmaz 397. Piyade Eri Aziz Yılmaz 398. Piyade Eri Mehmet Yılmaz 399. Piyade Eri Hamdi Yılmaz 400. Piyade Onbaşı İbrahim Yalçın 401. Piyade Eri Ahmet Yıldız 402. Piyade Eri Mustafa Yerlioğlu 403. Piyade Eri İlyas Yener 404. Piyade Eri Ali Yaşar 405. Piyade Eri Mahir Yener 406. Piyade Eri Hasan Yalçın 407.Piyade Eri Osman Yıldınm 408. Piyade Eri Naci Varol 409. Piyade Onbaşı İbrahim Yolal Hava Kuvvetlerinde Şehit Olanlar: 410. Hava Pilot Binbaşı Fehmi Ercan 411. Hava Pilot Kıdemli Üsteğmen İlker Karter 412. Hava Pilot Üsteğmen İbrahim Çınar 413. Hava Pilot Üsteğmen Türker Aydın 414. Hava Trafik Kontrol Başçavuş Sami Emen Jandarma Genel Komutanlığı Şehit Olanlar: 415. Jandarma Kıdemli Başçavuş Kemal Dere 416. Jandarma Çavuş Ekrem Özmen 417. Jandarma Onbaşı Veli Atan 418. Jandarma Onbaşı Lütfü Özgen 419. Jandarma Eri İsa Aslan 420. Jandarma Eri Cemal Akıncı 421. Jandarma Eri Mesruh Şanlı 422. Jandarma Eri Muammer Cerah 423. Jandarma Eri Satılmış Tekel 424. Jandarma Eri Muştala Gök 425. Jandarma Eri Osman Ali Dal 426. Jandarma Eri Mahmut Nayir 427. Jandarma Eri Hasan Güven Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Şehit Olanlar: 428. Deniz Piyade Onbaşı Hasan Dutlu 429. Deniz Piyade Eri Recep Akjıkaçtı 430. Deniz Piyade Eri Ali Yanatma 431. Deniz Piyade Eri Hüseyh Ersoy 432. Deniz Piyade Eri Rıdvan Çakır 433. Deniz Piyade Onbaşı Kenan Çepni 434. Deniz Piyade Onbaşı Harun Köse 435. Deniz Piyade Onbaşı Hüseyin Kapıcı 436. Deniz Piyade Onbaşı Halil Aydemir 437. Deniz Piyade Onbaşı Osman Dağlı 438. Deniz Piyade Eri Sabri Tütüncü 439. Deniz Piyade Eri Hasan Özkapı 440. Deniz Sivil İşçi Ahmet Ersoy TCG Kocatepe Muhribinde Şehit Olanlar: 441. Deniz Kıdemli Binbaşı Metin Sülüs 442. Deniz Kıdemli Üsteğmen Necati Gürkaya 443. Deniz Teğmen Caner Gönyeli 444. Güverte Topçu Astsb.Bçvş.İsmet Yılmaz 445. İkmal Astsb.Bçvş.Temel Şimşir 446. Makina Kazan Astsb.Bçvş. İsmet Dülgeroğlu 447. Güverte Top Astsb.Üçvş. Aydın İncekara 448. Makina Çarkçı Astsb.Üçvş. Orhan Durusoy 449. Makina Elektrik Astsb.Üçvş. Mehmet Kurt 450. Makina Çarkçı Astsb.Çvş. Erhan Yıldınm 451. Güverte Top Astsb. Kd.Çvş. Hasan Diş 452. Makina Çarkçı Astsb.Çvş.Yahya Bakır 453. Makina Kazan Astsb.ÇvşAinan Mavidemir 454. Güverte Torpido Astsb.Çvş.Cemil Akın 455. Makina Kazan Astsb.Çvş.Nuri Urun 456. Teknisyen Astsb.Çvş.Mehmet Çetin 457. Makina Yarasavunma Astsb.Çvş.Nadir Güneş 458. Deniz Topçu Eri İbrahim Koçak 459. Deniz Topçu Eri Kenan Nazlı 460. Deniz Torpido Eri Naim Özkan 461. Deniz Radarcı Eri Osman Velet 462. Deniz Çarkçı Eri Abdullah Yıldız 463. Deniz Çarkçı Eri Hayati Sezer 464. Deniz Fırıncı Eri Hasan Bayraktar 465. Deniz Ahçı Eri Mevlit Ergüven 466. Deniz Vardabandra Eri Kadir Toraman 467. Deniz Çarkçı Eri Uğur Tatlı 468. Deniz Topçu Eri İbrahim Parlar 469. Deniz Torpido Eri Mustafa Aydın 470. Deniz Porsun Eri Rahmi Tepebaş 471. Deniz Radarcı Eri Zafer Baydar 472. Deniz Çarkçı Eri Tamer Seyhan 473. Deniz Topçu Eri Bektaş Kocakafa 474. Deniz Torpido Eri Ali Türkmen 475. Deniz Sürdümen Eri Yusuf Cansevdi 476. Deniz Vardabandra Eri Mehmet Cihan 477. Deniz Topçu Eri Recep Balcı 478. Deniz Topçu Eri Hasan Sönmez 479. Deniz Topçu Eri Osman Nuri Ocak 480. Deniz Top Eri Ali Nihat Gerede 481. Deniz Radarcı Eri Nuri Öztop 482. Deniz Çarkçı Eri Mehmet Bozkurt 483. Deniz Kazancı Eri Hasan Özdemir 484. Deniz Telsiz Eri Cemal Yılmazsoy 485. Deniz Yarasavunma Eri Naci Kamış 486. Deniz Elektrik Eri Koray Manur 487. Deniz Topçu Eri Gaffur Kaynar 488. Deniz Top Eri Ömer Faruk Ercan 489. Deniz Torpido Eri Ahmet Uğur 490. Deniz Kazancı Eri Kenan Cansev 491. Deniz Vandabandra Eri Süleyman Teke 492. Deniz Vandabandra Eri Asım Özdemir 493. Deniz Serdümen Eri Halil Kalafatoğlu 494. Deniz Elektrik Eri Osman Çetiner 495. Deniz Piyade Astsb. Üçvş. Necati Sıvacılar 496.Sıhhıye Teknisyen (Dalgıç) Astsb. Bşçvş. Selçuk Yıldırım (15 Kasım 1974 günü dalgıç görevi sırasında şehit oldu.) F. KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINA HAVAN TAKIM KOMUTANI OLARAK KATILAN PİYADE TEĞMEN MEHMET TIBIKOĞLU’NUN ANILARI Kıbrıs Barış Harekâtı’na 39ncu Tümen 50nci Piyade Alayı, 2nci Tabur Havan Tahkim Komutanı olarak katılan Piyade Teğmen Mehmet Tıbıkoğlu Birinci ve İkinci Barış Harekâtı ile ilgili o günlerde yazdığı anıların özeti aşağıdadır; Mehmet Tıbıkoğlu halen Albay rütbesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinde göreve devam etmektedir. 19 Temmuz sabahı Mersin Limanına geldik. Burada bütün erlerin cephanelerini dağıttık. Sabahın erken saatlerinden itibaren gemiye binmek üzerek sıramızı beklemeye koyuldum. Her bölük bir çıkarma gemisine bütün ağırlıkları ile biniyor ve her çıkarma gemisi bir dalga teşkil eden birlikler Kıbrıs’a doğru yol alıyordu. Nihayet 19 Temmuz saat 12’de gemilere bindik. Mersin Valisi ve Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan’ın konuşmalarından sonra Alay Komutanımız Albay Halil İbrahim Karaoğlanoğlu onlarla vedalaştı ve saat tam 13’te 113 Nolu LC-U ile Kıbrıs’a hareket ettik. 20 Temmuz 1974 sabahı ilk dalga biriliklerimiz karaya ayak basarak düşmanla çarpışmaya başladı. Bu sırada uçaklanmız düşman mevzilerini havadan bombalıyor, helikopterler devamlı komandolan Boğaz bölgelerine indiriyor, uçaklar paraşütle komandolan aşağı atıyordu. Biz 20 Temmuz 1974 saat 12 buçuk sıralarında karaya ayak bastık. Çıkartma gemimiz bir türlü manevra yapamıyordu. Çünkü karaya saplanmıştı. Ben beşinci dalgada idim. Karaya çıkmadan önce denizde iken Rumlar bize epeyce havan mermisi attılar. Mermiler bizim LCU’nun sağına soluna düştü. Rumların attığı bu mermiler denizde kumları hareket ettirince çıkarma gemisi kendisini kurtararak Rumların atış menzili dışına çıktı. Daha sona bölük beline kadar suya girerek karaya ayak bastı. Çıktığımızda sahilde her taraf yanıyor sağdan soldan hafif silah mermileri geliyordu. Diğer taraftan topçumuz Beşparmak Dağlan’nı dövüyordu. Biz hemen çıkarma bölgesinde bulunan bir yamaca mevzilendik. İlk gördüğümüz şehit uzanmış boylu boyunca yatan bir Deniz Piyade Eri idi. Onu görünce çok duygulandım, çok üzüldüm. Kıbrıs’a ayak bastığımızda bütün herkes Kıbrıs’a ayak basmanın sevinci ve sarhoşluğu içindeydi. Herkes birbirini öpüyor, sarılıyordu. Bu anda her taraf yanıyor, uçaklarımız Beşparmak dağlarındaki düşman mevzilerini bombalıyordu. Aniden çıkarma plajını (Paladini) Rumlar havan atışlarına tuttular. Plajda herkes serbestçe dolaşıyordu. (Alay Komutanımız Bayrağımızı oradaki bir evin damına diktirmişti.) Beşparmak Dağları’ndan Rumların ateşi başlayınca herkes canını zor kurtardı. Bu olaydan sonra hakikaten savaşın içinde olduğumuzu anladık. Bölük Komutanım bana Bölük personelini toplamamı ve Girne’ye doğru gitmemi söyledi. Kendisi Tanksavar Takımını Omorfo yakınını kapatmak üzere oraya götüreceğini söyledi. Ben Bölüğü toplayıp istenilen yöne doğru götürdüm. Fakat çok az askeri bir araya toplayabilmiştim. Herkes bir yana dağılmıştı. O atışlar esnasında eczacı Asteğmen Mehmet’in durumu hiç gözümün önünden gitmez. Toplayabildiğim erleri ilerideki zeytinlik bölgeye yerleştirdim. Burada bir hava taarruzuna maruz kaldık. Uçaklar bizi devamlı makinalı tüfek atışlarına tutuyordu. Bir erimiz kolundan hafif şekilde yara aldı. (Adana Kadirli’den Çavuş Osman Karataş) Biz de uçaklara uçaksavarlarla karşılık vermeye başladık. 20 Temmuz akşama doğru Tabur Komutanı Piyade Binbaşı Hasan Tek gelerek bu gece Rumların denizden bir çıkarma yapacağını, baskın yapacaklarını çok dikkatli olmamız gerektiğini, kendisinin de bizimle beraber bulunacağnı söyledi. Biz hemen gerekli düzen ve tertibi aldık. Gelecek tehlikeyi beklemeye başladık. Gece bütün her yerden müthiş bir atış başladı. Her taraf yanıyordu, ateş bulunduğumuz tarafa doğru geliyordu. Geceleyin mermi yolunu seyretmek çok muhteşemdi. Ateş sabah saat 4’e kadar sürdü. 4’te biraz ortalık durulur gibi oldu. Bölük Komutanımız hemen mevzi değiştirmemizi söyledi. Ben askerleri topladım. Tabur Komutanı ayağından vurulmuştu ve acı içinde kıvranıyordu. Burada da ateş başladı. Bütün bölük, başını kaldıramıyordu. Sabah alaca karanlık olduğunda ateş ancak durdu. Bu sırada 50’nci Piyade Alay Komutanlığı Bölük Komutanı Yüzbaşı Seyithan ile A. S-3’ü Yüzbaşı bizim oraya geldiler ve gece saat 02 sularında Alay Komutanı Piyade Albay H. ibrahim Karaoğlanoğlu’nun şehit olduğunu bildirdiler. Alayın komutasını Binbaşı Hasan Tek’in almasını istediler. Alay Komutanının yanında birkaç subay daha şehit olmuştu. Sonra harekete geçerek karşımızdakileri temizledik. Hepsi beş kişi imiş. 21 Temmuz 1974 Günün ağarması ile birilikte o bölgede temizleme harekâtına giriştik. Arama sonunda bölgede başka kimsenin olmadığını tespit ettik. Biz çıkarma bölgesinden 2-3 km. uzakta idik. Daha benim havancılarım karaya çıkmamıştı. Çünkü bizi getiren LC-U (Ç-163) kuma saplanmış, kıyada kalmıştık. Sonradan öğrendiğimize göre kıyıya yanaşarak araçlar çıkmış. Ben hemen havancıların yanına giderek bölüğün bulunduğu bölgeye getirdim. Bölüğün başında ben, Üsteğmen Mustafa, Asteğmen Kemal Kaya, Asteğmen Çetin Kurt vardı. Nihayet akşam kararmaya başlayınca Bölük Komutanı geldi ve burada geceyi geçireceğimizi havancıların inmesini ve dağılmayı emretti. Ben derhal havancıları İndirerek mevziye soktum. Tam bu sırada bulunduğumuz yere Beşparmaklardan top ateşi başladı. Bölüğe bir baktım, arabaya atlayan ileriye gidiyordu. Beş dakika sonra bölgede kimsecikler kalmamış, yalnız havan takımı havanları ile mevzide, orada kalmıştık. Üstelik bir de bana arızalı araç bırakmışlardı. Mermiler ortamıza, sağımıza, solumuza bütün hızıyla düşüyordu. Hemen bütün erlere tam siper yapmalarını emrettim. Çünkü havanlarla ateş etmemize imkân yoktu. Sonra mermilerin çukur imla haklı tank mermileri olduğunu öğrendim. Büyük bir gürültü çıkarıyor ve toz toprak kaldırıyordu. Bunun üzerine erlere derhal havanları yükleyip ileriye gitmeyi emrettim. Erler canlarını dişlerine takarak havanları 1 dakika içinde yükleyip ileriye hareket ettiler. Ben de yanıma birkaç er alarak yaya olarak araziden gitmeyi daha uygun buldum. Giderken çok tehlikeler atlattık. Arkadan gelen bizim kariyerler, bizim arazide yaya olarak ilerlediğimizi görünce Rum zannederek üzerimize müthiş bir uçaksavar ateşi başlattılar. Kendimizi nasıl yere atıp, toprağı eşelediğimizi anlatmak imkânsız. O an ölmek içten bile değildi. Kurtulup da Bölüğümüzün yanına geldiğimde Asteğmen Kemal Kaya hüngür hüngür ağlıyordu. Aynen şöyle diyordu. “Gitti Teğmenim, gitti teğmenim”. Yanlarına geldiğimde benim sağ olduğuma inanmadılar. “Sen hala yaşıyor musun, sen ölmezsin artık, bu tehlikeden kurtulduğuna göre artık ölmezsin sen” diyorlardı. Şimdi biz de Girne girişini tutan 7 ve 8 nci Piyade Bölüklerinin yanına gelmiştik. Tabur Komutanı hemen havanları kurup Beşparmak dağlarından bize ateş eden düşmanın üzerine ateş etmemizi emretti. Ben derhal havanları kurarak ateşe başladım. Atışlar tam isabet kaydediyordu. Bir havan ile de Tabur Komutanı ateş ediyordu. Ben eski havancıyım bak nasıl hedefi buluyor diye keyifleniyordu. Akşam iyice karardı. Bölük tam emniyetini alarak mevzilenmişti. Bu anda beklenmedik bir şey oldu. Beşparmaklardan cephe boyunca birileri aşağıya bize doğru ilerliyordu. Biz alayı arıyoruz, bir türlü telsizle irtibat kuramiyorduk. Soracaktık bu inenler bizim komandolar mı, yoksa düşman komandolan mı? Alay ile irtibat kuramayınca Tabur Komutanı “Bölük Komutanları derhal Bölüklerinin başına, ben de 8 nci Bölük ile birlikte olacağım, kanımızın son damlasına kadar çarpışacağız arkadaşlar” diye belirti. Sabaha kadar tetikte bekledik. O gün hayatımızın en zor gününü yaşadık. Sabah ışıdı, ateş hala devam ediyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte bir roketatar mermisiyle erlerimizden 3-4 kişi birden yaralandı. Nihayet 22 Temmuz 1974 gününün ilk ışıklarını da gördük. Işıklarla birlikte ateş daha da yoğunlaştı. Bu gün ikinci çıkarma ilk takviye birlikleri geliyordu. Düşman olanca hızıyla denizden çıkan askerlerimizi bombalıyordu. Bu bombalar bizim içimizde, sağımızda, solumuzda parçalanıyordu. Nihayet Girne’ye taarruz emri geldi. Saat 11 sularında havanların mevzilerini değiştirip, yönü Girne istikametine çevirdik. Birliklerimiz Girne’ye taarruza başlamıştı. Ben havanlarla Girne deniz, bölgelerine ateş ediyordum. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyordum Nihayet Girne düşmüştü. Yalnız Girne kalesinde ateş devam ediyordu. Biz de Girne’ye hareket için arabaları hazırladık. İkinci çıkarma ile gelenler çok ürkek ve çekingendi. Konvoyu çekerek Girne’ye doğru yol alıyorduk. Ortalıkta bizim askerlerden, birde esir alınmış Rumlardan başka kimse görünmüyordu. Şehrin içinde bütün dükkânlar bırakılmış, her şey yerli yerinde görünüyordu. Biz yanlışlıkla Girne çıkışına kadar gitmiştik, oralar daha düşmandan temizlenmemişti. Bizi derhal oradan uzaklaştırdılar. Girne kalesinde kale burçlarında Rum milli muhafız ordusunun askerleri uçaksavarlarla deli gibi ateş ediyorlar, bizim komandolar onları esir alıp, Girne kalesini ele geçirmek için Temmuz sıcağında kan ter içinde savaşıyordu. Bir müddet sonra Girne kalesi düştü ve kale Türk ordusunun eline geçti. Kaleye Türk bayrağı çekildi. Daha sonra bize Çatalköy bölgesinde bulunan 14 ncü Piyade Alayının cephelerini teslim almamız emredildi. Akşam oluyordu, bizim Tabur derhal oraya hareket ederek akşamüzeri Çatalköy bölgesinde 14 ncü Piyade Alayının cephelerine yerleşti ve cepheyi teslim aldık. 14 ncü Piyade Alayı Omorfo üzerine gitmek üzere intikale başladı. O akşam saat 24’e kadar ortalık sakin geçti. Saat 24ten sonra karşımızdan (Akrepköy şimdiki barış plajının olduğu bölgeden) müthiş bir ateş başladı. Karşılıklı ateş sabaha kadar sürdü. Sabah olunca ateş kesiliyor, akşama kadar ufak tefek ateş dışında ateş edilmiyordu. Biz de gündüz dinleniyor, kendimizi geceye hazırlıyorduk. Bu şekilde 14 Ağustos gününe kadar ulaştık. 13 Ağustos gecesi yeni emir geldi. 14 Ağustosta ikinci harekât olacaktı. Harekât sabahın erken saatlerinde başlayacaktı. Verilen emir doğrultusunda 14 Ağustos sabahı ikinci Barış Harekâtı başladı. Rumlarla karşılıklı olarak müthiş bir ateş başladı. O gün saat 15’e kadar karşılıklı ateş devam etti. Nihayet Rumlar pes ederek, bulundukları mevzileri terk edip kaçmaya başladılar ve o bölgeler de Türk ordusunun eline geçti. Çatalköy bölgesinde bulunduğumuz sırada kesin emir vermemize rağmen, takımdan bazı erlerin Çatalköy’e giderek yiyecek maddesi alıp getirdiklerini öğrendim. Bunun üzerine erleri toplayarak kesinlikle köye gidilmeyeceğini söyledim. Böylece bu tür disiplin bozucu olayların önüne geçmiş olduk. Bu tür emirlerimize rağmen takımdan bir er gelerek bana şöyle dedi. “Komutanım, ben hiç Rum öldürmedim, ben terhis olup köyüme döndüğümde savaşta kaç Rum öldürdün derlerse ne söyleyeceğim, ben onun için Çatalköy’de bulunan yaşlı Rumları öldüreceğim.” Ben hemen bu işin yanlış olduğunu, bunu yapmamasını söyledim. Onların bize bir zararı yok, asker değil, öldürürsen vicdan azabı çeker, ömür boyu üzülürsün, sonra bu tür bir çılgınlığa kesinlikle kalkışma dedim. Savaşmak hiç de kolay değil, savaşan insanın haleti nahiyesi çok önemli. Savaş hem bedenen, hem de ruhen yapılan bir şey, bir mücadele... G. KAYSERİ HAVA İNDİRME TUGAYI’NIN KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI’NDAKİ BELLİ BAŞLI FAALİYETLERİ 16 Temmuz 1974: Türk silahlı Kuvvetleri Alarm durumuna getirildi. 18 Temmuz 1974: Hava İndirme Tugayı saat 11.00’den itibaren 2nci ordu emrine girdi. 18 Temmuz 1974: Top Bataryasfnın da harekâta katılacağı emri verildi. 19 Temmuz 1974: Tugay Komutanı Tuğgeneral Sabri Evren Tugay personeline Harekât emrini açıkladı. 19 Temmuz 1974: Saat 16.30’da Serbest Paraşüt Müfrezesi ve 2nci Prş. Taburu, saat 17.30’da da 1nci Prş. Tb. Erkilet Hava Alanına intikallerini tamamladılar. 19 Temmuz 1974: Bütün personel saat 19.00’da Erkilet Hava Üssünde düzenlenen genel brifinge katıldı. Üs Komutanı Tuğgeneral Safter Necioğlu, 20 Temmuz 1974 günü saat 07.00’de paraşüt hücumunun gerçekleşeceğini bildirdi. 19 Temmuz 1974: Saat 20.00’de Subay ve Astsubaylar Aileleri ile vedalaşmak üzere hava alanından Kayseri’ye gittiler. 19 Temmuz 1974: Saat 20.00’den sonra Kayseri müftüsü Hava Alanında bir vaaz verdi. 19 Temmuz 1974: Yzb. Sami Akbulut komutasındaki atma bölgesi işaretleme bölgesi, işaretleme ekibi, saat 21.30’da bir Domier uçağı ile Erkiletten Adanana hareket ettiler. 20 Temmuz 1974: Atma bölgesi işaretleme ekibi saat 02.06’da Adana’dan Kıbrıs’a hareket etti. Fakat uçakları yere inmeden 03.30’da tekrar Adana’ya geri döndüler. 20 Temmuz 1974: Saat 06.00’da tekrar Adana’dan Kıbrıs’a hareket ettiler. 07.15’te Kırnı Hava Alanına indiler. 20 Temmuz 1974: Saat 04.58’de Erkilet Hava Alanından ilk uçak havalandı. 20 Temmuz 1974: Saat 05.00 sıralarında 3 ve 4 ncü Prş.Taburları Zincidere’den Erkilet Hava Alanına intikal ettiler. 20 Temmuz 1974: Saatler 07.05’i gösterdiği sıralarda 1nci Prş.Tb. Doğu yolu (Fota)-BoğazLefkoşa asfaltı arasında, 2nci Prş.Tb. Gönyeli Kuzeydoğusuna ilk hava indirme hücumunu gerçekleştirdiler. 20 Temmuz 1974: Saat 07.15 sıralarında ağır yükler atıldı. 20 Temmuz 1974: Topçu Bataryası saat 07.20’de Dağyolu-Pınarbaşı-Boğaz bölgesine atıldı. 20 Temmuz 1974: Uçaklar saat 08.30’da tekrar Erkilet Hava Alanına döndüler. 20 Temmuz 1974: Saat 11.30’da Hava İndirme Tugay’ı paraşüt hücumunu başarı ile tamamladı. 20 Temmuz 1974: Yzb. Sami Akbulut şehit oldu. 20 Temmuz 1974: Saat 11.35’ten itibaren adada ki bütün birlikler 6. Kor. K.lığı emrine girdi. 20 Temmuz 1974: Günün sonunda; 1nci Prş.Tb. Doğruyol-Karatepe arasındaki kesimi teslim aldı. 2nci Prş.Tb. Kırnı bölgesindeki düşman girmesini önledi. 3ncü Prş.Tb.Boğaz-Deliktepe istikametinde taarruzla Bayraktepe’yi ele geçirdi 4ncü Prş.Tb. Hamit Mandırası güneyinde saat 23.00’den itibaren K.T.K.A. Emrine girdi. Obüs bataryası geceyi Boğaz-Lefkoşe asfaltı 500 m.batısında geçirdi. 20 Temmuz 1974: Saat 20.05’te dört adet O büs topu paraşütle atıldı. 20 Temmuz 1974: Saat 21.00’de serbest paraşüt müfrezesi Tugay Karagahı emniyeti için Boğaz Bölgesinde toplandı. 21 Temmuz 1974: Saat 07.00 sıralarında O büs topları bulundu. 21 Temmuz 1974: Saat 09.30’da Kobra takımı helikopterlerle Kırnı Havaalanına indi. 21 Temmuz 1974: Saat09.45’te 1/230 Piyade Alayı Helikopterlerle adaya indi. 21 Temmuz 1974: Saat 12.10’da Hava İndirme Tugayına henüz paraşüt atlama eğitimi yapmayan 1954/1 tertip erler Helikopterlerle Kıbrıs Türk kesimine indi. 21 Temmuz 1974: 1/230 Piyade Alayı, Hv.indirme Tugay K.lığı emrine girdi. 21 Temmuz 1974: Eteriakarmi-Kömürcü batısı-Göçeri dağyolu-2 km. batısı - Ayvasıl- Eskikuyu 1,5 km.güneyi-Ortaköy-Lefkoşe Türk kesimi-Hamitköy- Aşağı Dikomo doğusuOzanköy batısı hattına ulaşıldı. 22 Temmuz 1974: 2nci Prş.Tb. Girne’ye girdi. 22 Temmuz 1974: 4 ncü Prş.Tb. Lefkoşe Hava Alanına girdi. 22 Temmuz 1974: Tugay Komutanı, Türkiye’den helikopterlerle gelen Tugay personelinin birliklerini dağıtmak üzere Ütğm. Çağdaş İlk, Ütğm. K.Kılıç ve Ütğm. F.Sezgin’i görevlendirdi. 22 Temmuz 1974: Saat 17.00’den itibaren ateşkes ilan edildi. 23 Temmuz 1974: 1nci Prş.Tb. ve Zafer Tb.’una grup Komutanı olarak P.AIb.Hulusi Böiükbaşı tayin edildi. Yardımcılığına ise P.Bnb.ilter Yücel getirildi. 23 Temmuz 1974: Direktepe Sihari istikametinde ilerleyen Yzb.Tuncer Güngör, Stavros harabeleri ile Karakoskal tepe arasında 29 araçlık bir düşman konvoyuna saat 14.00 sularında kurduğu pusu başarılı oldu ve araçlar tamamen imha edildi. 23 Temmuz 1974: Yzb. Tuncer Güngör şehit oldu. 24 Temmuz 1974: Kobra takımı, Tugay’a ait paraşütleri toplamakla görevlendirildi.Gecede Tugay Karargâhının emniyetini sağladılar. 25 Temmuz 1974: 1. Cenevre Görüşmeleri başladı. 26 Temmuz 1974: Bufevento kalesi düştü. 29 Temmuz 1974: Ütğm. Nazmi Saatçi şehit oldu. 29 Temmuz 1974: Lefkoşa Hava Alanfmn emniyeti görevi 4 ncü Prş.Tb.na verildi. 30 Temmuz 1974: 1. Cenevre Görüşmeleri bitti. 30 Temmuz 1974: Saat 21.45’ten itibaren atış ve ileri harekât durduruldu. 04 Ağustos 1974: 4ncü Prş.Tb.nun Lefkoşa Hava Alanındaki görevi sona erdi. 08 Ağustos 1974: 11. Cenevre Görüşmeleri başladı. 10 Ağustos 1974: 1nci Prş.Tb. 39 ncü Tümen emrine girdi. 10 Ağustos 1974: 2nci Prş.Tb. motoriye hale getirilerek 28 nci Tümen emrine verildi. 13 Ağustos 1974: Saat 23.45te II. Kıbrıs Barış Harekâtı emri verildi. 14 Ağustos 1974: 11. Cenevre Görüşmeleri sabah saatlerinde sona erdi. 14 Ağustos 1974: 11. Kıbrıs Barış Harekâtı başladı. 15 Ağustos 1974: 3 ncü Prş.Tb. saat 10.00’da Komando Tugay’ı emrine verildi. 15 Ağustos 1974: 3/4 bölük tank taburu emrine verildi. Karşılığında 5 adet tank alındı. 16 Ağustos 1974: Günün sonunda Omorfo ovası tamamen ele geçirildi. 16 Ağustos 1974: 4 ncü Prş.Tb. Komanda Tugay’ı emrine verildi. 16 Ağustos 1974: Saat 19.00’da B.M. Güvenlik Konseyinin 360 numaralı ateşkes çağrısına uyularak ikinci kez ateşkes ilan edildi. 26 Ağustos 1974: 1nci Prş.Tb. 39 ncü Tümen emrinden alınarak Hv. ind. Tugayı emrine verildi. 26 Ağustos 1974: 2nci Prş.Tb. 28 nci Tümen emrinden alınarak Hv: İnd. Tugayı emrine verildi. 29 Ağustos 1974: Yeni Tugay komutanı Tuğgeneral Adnan Doğu’nun da katıldığı törenle bir üs rütbeye yükselen Subay ve Astsubaylara rütbeleri takıldı. 29 Ağustos 1974: 3ncü Prş.Tb.Komando Tugayı emrinden alınarak Hv. indirme Tugayuna verildi. 02 Eylül 1974: Eski Tugay Komutanı Sabri Evren adadan ayrılarak, Tuğgeneral Adnan Doğu yeni görevine başladı. 17 Ocak 1975: 2nci Prş.Tb. Zincidere’ deki kışlasına dönmek üzere adadan ayrıldı. 25 Ocak 1975: Hava indirme Tugayı Kh. ve Bağlı birlikler ile 3ncü Prş.Tb.Zincidere’deki kışlasına dönmek üzere adadan ayrıldı. 7 Şubat 1975: 4ncü Prş. Tb. Zincidere’deki kışlasına dönmek üzere adadan ayrıldı. 22 Mart 1975: Topçu Bataryası Zincidere’deki Kışlasına dönmek üzere adadan ayrıldı. 1. HAVA İNDİRME TUGAYININ KURULUŞU Hava indirme Tugayı, Komanda Tugayı adı altında 7 Haziran 1965 te 1nci Komando ve 1nci Ankara paraşüt Taburu’nu bünyesine alarak Tugay Karargâhı Müfrezesi ve Hava Grup kısmı ile Ankara/Güvercinlikle kuruldu. 23 Temmuz 1966’da Karargâh birliklerinin bir kısmı ile Ankara/Kirazlıdere’ye intikal eden Tugay, 1 Eylül 1966’da 4 ncü Kolordu’nun emrine girmiştir. Tugay 10 Eylül 1971’de Kayseri/Zincidere’deki yeni kışlasına intikal ederek. 30 Ekim 1972’de Komando Taburları, Bolu’daki kuruluşlarına sevk edilerek, Hava İndirme Tugayı bugünkü halini almıştır.197 197 2. TUGAYIN HÂLİHAZIR KURULUŞLARI İLE İFA EDEBİLECEĞİ GÖREVLER 1- Bütünü veya bir kısmı ile muayyen bir bölgeyi paraşüt hücumu ile ele geçirmek ve kısa süre (72 saat) elde bulundurmak. 2- Sefer kadrosu uygulandığı veya yeterli muharebe ve idari hizmet desteği sağlandığı takdirde düşman ve arazi durumunun müsaadesi nispetinde bir bölgeyi uzun süre elde bulundurmak. 3- Gerekli ve paraşüt atma malzemeleri ile donatıldığı takdirde, inmeyi müteakip koordineli bir şekilde taarruzda bulunmak. 4- Daha büyük bir birliğin ileriden emniyetini sağlamak için küçük birlikler halinde münferit bölgelere atılarak; baskın, pusu ve sızma taktikleri ile örtme harekâtında bulunmak. 5- Tamamı ve bir kısmı ile taktik akın tipi görevleri ifa etmek. 6- Geri bölgelere yapılan düşman hava indirmelerine karşı ve antigerilla harekâtında tepki kuvveti olarak kullanılmak. 7- Gözetleme ile kapatılan geniş kıyı bölgelerinin, düşman çıkarmalarına karşı korunmasında diğer birliklerin intikaline kadar ilk mukavemet kuvveti olarak görev yapmak. 8- Serbest paraşüt Müfrezesi ile stratejik sonuçlara tesir edecek çok önemli hedefler kati neticdi baskınlar yapmak 9- Mevcudiyeti ile bir tehdit unsuru olarak düşman derinliklerinde bir kısım kuvvet bulundurmaya zorlayarak, katı netice yerine düşman muharebe gücünü azaltmak. 10- Mecbur kalındığında veya uygun destek sağlandığında daha büyük bir birliğin emrine veya müstakil olarak taarruz savunma ve geri çekilme harekâtını icra etmek. 11- Bir kısım birlikleri ile taktik alanda çevik hava harekâtı tipinde her türlü görevi ifa eder. 12- Her türlü asayiş görevlerini yerine getirmek Belirtilen bu imkânların uygulama derecesi, Türkiye’ye yönelecek tehditlerin ve her türlü tehdidin ortaya koyacağı hareket şartlarının müsadesi nisbetinde olacak, zaman ve mekân unsurlarının uygun bir şekilde kıymetlendirilmesi basan ihtimalini artıracaktır.198 3. 198 TUGAYIN HAREKÂTA KATILAN BİRLİKLERİ - Tugay Karargâhı ve Karargâh Bölüğü -1nci Paraşüt Taburu - 2nci Paraşüt Taburu - 3 ncü Paraşüt Taburu - 4 ncü Paraşüt Taburu - Serbest Paraşüt Müfrezesi - Muhabere Müfrezesi - Kobra Takımı - 7,5/18 cm’lik Obüs Bataryası 4. KIBRIS BARIŞ HAREKÂTININ İLK GÜNÜNDE TUGAYIN KONUMU Hava İndirme Tugayının 2 paraşüt taburu saat 07.00-07.15 arasında diğer 2 paraşüt taburu ise saat 11.15-11.30 arasında paraşütle indirildikten sonra hemen planlandığı şekilde muharebeye giderek ilk günün sonunda; -1nci Paraşüt Taburu, Türk Mukavemet Teşkilatının Boğaz Sancağı Zafer Taburu’nun, Doğruyol-Karatepe arasındaki kesimini teslim alarak savunma durumuna geçmiştir. -2nci Paraşüt Taburu, saat 18.00’de Gönyeli bölgesine geldiğinde, Kırnı bölgesine yapılan Rum Kuvvetlerinin taarruzunu karşılamak üzere Kırnı bölgesine alınarak buraya düşmanın girmesini durdurmuştur. -3 ncü Paraşüt Taburu, Boğaz-Deliktepe istikametinde taarruza geçmiş ve Albayrak Tepe’yi ele geçirmiştir. -4 ncü Paraşüt Taburu, Hamit Mandırası bölgesinde 231 Rakımlı Tepe’nin güneyinde toplanarak, saat 23.00’ten itibaren Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alay Komutanlığı’nın emrine girmiştir. -Obüs Bataryası, ilk geceyi Boğaz-Lefkoşa asfaltının 500 m. batısında geçirmek zorunda kaldı. -Serbest Paraşüt Müfrezesi, Tugay Karargâhı’nın emniyetini sağlamak için Karargâhın 200 m. kadar doğusunda bulunan tepede mevziye girerek emniyeti sağlamıştır. Tugay Komutanı, atlayıştan sonra 22. Tabur Karargâhına gitmiş oradan da, Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alay Komutanı ile Ortaköy ve Lefkoşa’ya giderek, üst komutanlarla temas kurmuş tekrar Ortaköy’e dönmüştür. Kurmay Başkanı ve diğer karargâh personeli ile Gönyeli bölgesine indiler. Çünkü saat 09.30 civarında Ortaköy’deki komuta yeri şiddetli top ve havan atışlarına maruz kalınca, burası terk edilerek Gönyeli komuta yerine gidildi. Ancak burası da aynı şekilde top, havan ve makineli tüfek ateşine maruz kalınca bu komuta yeri de terk edilerek, Boğaz Sancağı komuta yerine geçilmiştir. Burada ilk helikopter dalgası ile bölgeye inen 6. Kolordu Taktik Komuta Grubu ile birleşerek emre girilmiştir. (20 Temmuz 1974, saat 11.00) Burada yapılan durum değerlendirmesi neticesinde alınan karara göre; Komando Tugayı Boğaz’ın batısından, Hava İndirme Tugayı Boğaz’ın doğusundan taarruz edecek. Bu arada 3 ncü Paraşüt Taburu Darboğaz-Deliktepe istikametinde, 2nci Paraşüt Taburu DarboğazOzanköy istikametinde bulunmaktadır. Saat 16.00 sıralarında Nevşehir Jandarma Komando Taburu’da Hava İndirme Tugayı emrine verildi. 3 ncü Paraşüt Taburu saat 15.30’dan itibaren taarruza sevkedilirken, Nevşehir Jandarma Komando Taburu’da 3 ncü Paraşüt Taburu’nun kuzeyinden taarruza katılacaktı. 2nci Paraşüt Taburu ise yoğun ateş altında bulunduğundan muharebe alanına ulaşmaları gecikmiş, ancak ertesi sabah taarruza katılabilmişlerdi. Aynı gün 6. Kolordu Komutanı Nurettin Ersin, Kıbrıs Barış Harekâtı’na katılan, Hava İndirme Tugay Komutanlığına, Komando Tugay Komutanlığına. Çakmak özel Görev Kuvvet Komutanlığına, Lefkoşa Sancak Komutanlığına, Boğaz Sancak Komutanlığına gönderdiği emir ile; 1. 6. Kolordu Taktik Komuta Grubu Temmuz 1974’te Ada’ya inerek bu ana kadar inmiş ve Ada’da bulunan birliklerin emir ve komutasını üzerine aldığını, 2. Taktik Grubun elindeki imkânlar sınırlı olduğundan ast karargâhlar kendilerini telli, telsiz, haberci ve irtibat subayı gibi imkânlardan istifade ederek bu karargâha bağlanacaklarını, 3. Ast birlik komuta yerinin değiştiğinde bildirilmesini, 4. Düşman hakkındaki bilgiler ve diğer önemli bilgilerin beklenmeden karargâha bildirilmesini isterken harekâta katılan bütün birliklere de başarılar dilemekteydi.199 Aynı gün harekâta katılan birliklere, 6. Kolordu Komutanlığımdan ikinci bir emir ile; 1. Birliklerin o gece ulaştıkları hatta muhtemel düşman baskınlarına karşı tedbirlerini arttırmalan, 2. Keşif faaliyetlerini sürdürerek düşmanla teması devam ettirmeleri, 3. Bölgelerini sonuna kadar savunmaya devam etmeleri, 4. Girne Boğazı, Dikomo ve Lefkoşa bölgelerine bilhassa dikkat etmeleri, 5. Karargâh ve birliklerde karartma yapılarak ışık sızmalarına engel olmalarını, 199 6. Birliklerin 21 Temmuz 1974 günü erken saatlerde koordineli planlanmış hedeflerine taarruzlarına devam edecekleri, 7. Bu gece Anfıbi Tugay ile birleşme imkânı aranacağını bildirmekteydi.200 Aynı emir Tugay Komutanlıklarınca da ast birliklere iletilerek uygulanmaya konulmuştur. 5. KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINDA İKİNCİ GÜN (21 TEMMUZ 1974) 1nci Paraşüt Taburu Önceki gün kendilerine gösterilen mevzilerine yerleşen bölükler savunmaya devam ettiler, özellikle 1nci ve 2nci Bölüklerin mevzilerine ağır düşman mermileri düştü, fakat herhangi bir zayiat verilmedi. Dün ve bu gün atılan ağır yükler mücahit ve sivil halk tarafından toplanarak gerekli malzemeler birliklere sevkedildi. Tabur ihtiyatı olan 3 ncü Bölük Bilelli Köyü’nün kurtarılması ile görevlendirildi. Bu amaçla yapılan taarruzda Bölük Komutanı Ütğm. H. Hüseyin Karabay bacağından yaralandı. Tabur bölgesine yaklaşmakta olan 8-10 tane düşman tankı tespit edildiyse de sabaha kadar herhangi bir tank faaliyeti görülmedi. Bilelli taarruzundan sonra 3 ncü Bölük Zafer Tabur Komutanlığı emrine verildi. Aynı taarruzda Atğm. Şevket Çil, Çavuş Ali Beyoğulları, Er İsmail Yüksel şehit oldu. Bölük Komutanlığı’na Selçuk Gemicioğlu görevlendirildi, Teğmen İsmail Hakkı Pekin’de 3 ncü Bölük emrine verildi. 2nci Paraşüt Taburu Geceyi Kırnı Bölgesine düşman girmesini önlemekle geçiren 2nci Paraşüt Taburu, sabahın erken saatlerinde aldığı emirle, Girne’nin güneyinde bulunan Şahinler Tepe’ye hareket etti. Tabur Komutanı Bnb. Ömer Kocabıyık, 1nci Bölük Komutanı Ütğm. Ergün Gören, 2nci Bölük Komutanı Ütğm. İbrahim Poyraz, 3 ncü Bölük Komutanı Ütğm. Necmi Bulan, Karargâh ve Destek Bölük Komutanı yerine Tğm. Atıf Yurdakul komutasında yürüyüşe başladığı sırada, helikopterlerle gelen Subay, Astsubay, Erbaş ve Erlerin Boğaz Bölgesine intikallleri, yakında da Tabura katılacakları haberi alındı. Çok geçmeden Tabur’a katılan personelle Tabucun mevcudu; 26 Subay, 26 Astsubay, 449 erbaş ve er oldu. Ancak önceki gün atlayış sırasında düşman ateşi sebebiyle bölünme olmuş 2 Subay, 3 Astsubay, 4050 kadar erbaş ve er Taburdan ayrı düşmüştü. Sonradan alınan istihbarata göre bu grubun Fota 200 yakınlarında bulunan Komanda Tugay’nın emrine girmiş. Yine atlayışta ayağından yaralanan Tek. Başçavuş Ferudun Gülekim hastaneye kaldırılmıştı. 3ncü Paraşüt Taburu Aldığı emirle Delik Tepe’ye giden Tabur, 21 Temmuz 1974 saat 00.30’da Bozdağ’a etkili düşman ateşi altında, yaya olarak ulaştılar. Ancak Delik Tepe’ye gitmeden evvel Rum Bozdağı’na bir taarruz düzenlenmesi Tugay Komutanlığınca 3 ncü Paraşüt Taburu’na emredilmiş, bu vesile ile Bozdağ’a gelindiğinde Tabur Komutanı bu göreve Kd.Ütğm. Orhan Ceylan’ in emir komutasında takviyeli bir bölüğü tayin etti. Bölük gerekli hazırlıklarını tamamladıktan hemen sonra taarruz için harekete geçmişti ki; kısa süreli bir konaklama sırasında halen mücahitlerin kontrolünde bulunan Bozdağ’a takviyeli bir bölük düşman kuvveti sızarak Tabur bölgesine saat 01.45 sıralarında baskın tarzında taaruzda bulundu. Mücahitlerin bulundukları Bayrak Tepe’deki mevzilerini terketmeleri, Bayrak Tepe’nin 02.30’da düşmanın eline geçmesine sebep oldu. Saat 03.00’te Kd. Ütğm. Erol Dereli, Kd. Ütğm. Recep Şen ve Kd. Ütğm. İsmet Akpınar Komutasında bir bölük kuvvetindeki birliğin karşı taarruzu ile tepe tekrar ele geçirildiysede Bayrak Tepe’nin tamamen ele geçirilmesi ve kontrol altına alınması 05.00’e kadar devam etmiştir. 4ncü Paraşüt Taburu Tugaya gönderilen irtibat subayı ancak 21 Temmuz 1974 sabahı saat 04:0016 Tabur’a dönebildi. Tugay Karargâhından gelen emre göre Tabur’un Gönyeli’ye tarruz etmesi gerekiyordu. Bunun üzerine Tabur Komutanı, Gönyeli düşmüş, oraya taaruz edeceğiz diye verdiği emir üzerine, Hamit Mandırası ‘nın batısında Tabur Taarruz düzeninde süratli bir şekilde Gönyeli’ye doğru ilerlemeye başladı, 1nci Bölük ihtiyatta kalarak 2nci ve 3 ncü bölükler ileriye yanaştılar. 6. KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINDA ÜÇÜNCÜ GÜN (22 TEMMUZ 1974) 1nci Paraşüt Taburu İlk gün sonunda Ayvası I Köyü’nü ele geçiren Tabur savunma mevzilerinde tahkimatı pekleştirirken, Komando Tugay’ı, 3 ncü Taburu’ndan Astsubay Mustafa Demir, Astsubay Mustafa Karalı, Astsubay Sedat Can ve 7 er helikopter indirmesinde düşmanın kesif havan atışları dolayısıyla biriliklerinden ayrı düşerek 1nci Paraşüt Taburu’na katıldılar. 4 ncü Paraşüt Taburu 2nci Bölük Takım Komutanı Atğm. Esat Karagöz Komutasında 26 erle beraber takviye edildi. Tabur personelinden 46 er karadan gelerek Tabur’a katıldılar. Astsubay Selahattin Önal’da 3 ncü Bölüğe katıldı. 2nci Paraşüt Taburu Şahinler Tepe’yi elinde bulunduran Tabur, son iki günde Türkiye’den helikopterlerle gelen ve kayıp personelinde katılması ile muharebe gücü artmıştı. Tabur’un bu günkü görevi Şahinler-Çingene Bahçesi-Ozanköy istikametinde taarruz ederek bu bölgeleri ele geçirmekti. Bu amaçla Tğm. Ulvi Berberoğlu’nun komutasındaki Silah Takımı ve Tğm. Ahmet Çakmakçı Komutasındaki Ağır Havan Takımının kesif hazırlık ateşini müteakip, saat 12.00’de Şahinler Tepe-Ozanköy istikametinde 1nci Bölük sağda, 2nci Bölük solda 1nci hatta 3 ncü Bölük ihtiyat olmak üzere, Ozanköy bölgesi ele geçirilmek maksadıyla taarruza geçildi. Tabur destek silahlarının ateşi neticesinde Belapayıs güney sırtları tamamen sislenerek düşmanın gözü köreltilmiş o anda batı-doğu istikametinde esen rüzgâr Türk birliklerinin lehine dönerek Tabur’un süratle hedefine ilerlemesini sağlamıştır. 3ncü Paraşüt Taburu 21 Temmuz 1974’te Delik Tepe’yi ele geçiren 3 ncü Paraşüt Tabur’u, 22 Temmuz 1974 günü yarım kalan Delik Tepe temizleme harekâtına devam etti. Saat 11.00’de başlayan bu harekât saat 12.00’de DelikTepe’nin güney-doğusunda görülen elli kişilik bir düşman kuvvetine yapılan taarruzla son buldu. Bu taarruzda düşmanın 30 kadarı öldürüldü, 5 kişide esir edildi. Böylece Delik Tepe’nin doğu eteklerine kadar tamamıyla zapt edilerek düşmandan temizlendi. 4ncü Paraşüt Taburu Bugün 4 ncü Paraşüt Taburu’na verilen görev, Yunan Alayı’na ve Havaalanına taarruz idi. Bu amaçla öğleden sonra saat 13.30’da Gönyeli’de komuta yerinin gerisindeki evde toplanılması emredildi. Toplantıya bütün bölük komutanları ve grup komutanları katıldı. Grup komutanı Bnb. Cengiz Varol bugün bir taarruz yapılacağını, hedefin kamp-Yunan Alayı-Kilise ve Havaalanı olduğunu bildirdi. O güne kadarki muharebelerde ateş üstünlüğü düşmanda olup, hava taarruzları dışında oradaki mevzilere tek bir mermi dahi atılmamıştı. İstenilen taarruzda da topçu ve 106 mm’lik havanların ateşi gibi destek ateşi de yoktu. Bunun üzerine toplantıdaki birlik komutanlan ateş ve düşman hakkında bilgi istediler fakat bu istekleri gerçekleşmedi. 7. KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINDA DÖRDÜNCÜ GÜN (23 TEMMUZ 1974) 1nci Paraşüt Taburu Bugün 1nci paraşüt Taburu ve Zafere Taburu’na grup komutanı olarak Albay Hulusi Bölükbaşı tayin edildi. Yardımcılığına ise Bnb. Ilter Yücel görevlendirildi. Bu görev değişikliğinden sonra bir tank takımı 2nci bölük bölgesinden Eskikuyu (Yerolokko) Köyü’ne taarruz gerçekleştirildi. Ancak meskûn mahalden ateşle karşılık verilince geri çekilmek zorunda kalındı. Daha sonra taarruz için mevzi değiştirildiyse de Kö/ün yakınlarına yaklaşılmaktan gayn bir şey olmadı. 2nci Paraşüt Taburu Önceki gün muharebeler sırasında bölünen 2nci paraşüt Taburu’nun Girnedeki kısmı sabahın erken saatlerinde telsiz dinlemesi yaparken Taburun Ozanköydeki kısmı ile bağlantı kurar ve aldığı emirle Ozanköy’e intikal etmek için 50 nci Piyade Alayı’ndan araç ister. Ancak araç veremezler, bunun üzerine 60 kişilik 2nci Paraşüt Tabur personeli yürüyüş kolu halinde sahil yolunu takip ederek intikale başladılar. Girne Kalesi önlerine gelindiğinde emniyet açısından bir tank eşliğinde, saat 10.00’da Ozanköy’de Tabur ile buluştular. Böylece parçalanmış unsurların katılmasıyla Tabur yine büyük ölçüde personel yönünden bütünlenmiş olur. 3ncü Paraşüt Taburu Önceki günlerde yaptıkları taarruzlarla Deliktepe’yi ellerinde bulunduran 3 ncü Paraşüt Taburu, Tabur Karargâhı olarakta Deliktepe’yi kullanıyordu. 23 Temmuz 1974 sabahı Tugay komutanlığınca verilen emirle. Stavroz Harabeleri istikametinde taarruzla, Sihari’de 230. Piyade Alayı 1nci Taburu ile temas kurulması bihetinde hareket edildi. Takviyeli 2nci Bölük ve Jandarma Bölüğü Yzb. Tuncer Güngör komutasında Sihari istikametinde ilerlerken, saat 14.00 sıralarında büyük bir düşman konvoyun rastladıkları haberi 2.Bölük Komutanı tarafından rapor edilir. Bu konvoyda bir zırhlı araç, uçaksavar makinalı tüfeği, 9 topçeker ve üzerine taret monteli araç dâhil 29 tane araç vardı. Personel ve cephane yüklü konvoyun görüldüğü yer ise Stavroz Harabeleri ile Kakoskaltepe arasındaki stabilize yoldu. 2. Bölük Komutanı Yzb. Tuncer Güngör, derhal Tabur Komutanlığı ile temas kurarak Sihari istikametindeki ileri harekâtını durdurur ve konvoya pusu kurarlar. Pusu ve peşinden meydana gelen çatışma gece saat 21:00 ‘e kadar devam eder. Bu pusu harekâtında Tabur Komutanlığı emri ile 1nci Bölük ve 3 ncü bölük destek silahlarıyla ileriye kaydırılarak 2nci Bölüğe takviye edildiler. Bu pusu Kıbrıs Barış Harekâtı gerçekleştirilmiş en büyük pusu olması dolayısıyla tarihteki yerini almıştır. 4üncü Paraşüt Taburu Tabur, harekâtın ikinci günü Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alay Komutanlığı emrine verilmiştir ve Alay komutanlığından aldığı emre göre hareket ediyordu. Bu sebeple bazen Tabur Bölükleri arasında irtibat kesiliyordu. 23 ve 24 Temmuz günleri 2 ve 3 ncü Bölükler birinci hatta çok zayıf olan mevzileri kazmak ve irtibat hendeklerini kazmakla meşguldüler 1nci Bölük’ten ise haber yoktu. Çünkü Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı. Tabur’un ast Birliklerine istediği şekilde kullanıyordu, 1 Bölük ile ilgili olarak kulaktan kulağa yayılan haber ise Lefkoşe taarruz ettikleri şeklinde idi. 8. KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINDA BEŞİNCİ GÜN (24 TEMMUZ 1974) 1nci Paraşüt Taburu 22 Temmuz 1974 günü sabahın erken saatlerinde Tabur Karargâhında yapılan toplantıda Bölüklerin, silah, malzeme yaralı ve şehitler genel olarak tespit edildi. İhtiyata alınan Tabur, moral yönünden de eksikliklerin giderilmesi için tertip ve tedbirlerin alınması yönüne gitmiş, gündüzleri 1/3 oranında nöbetçi olmak üzere dönüşümlü olarak uyutulmuş ve dinlendirilmiştir. Personele ilk defa mektup yazma imkânı sağlamış bundan sonra da, düzensiz olsada posta hizmeti başlatılmıştır. Tabur Komutanı Bnb. Ömer Kocabıyık komutasında Teğmen Bülent Yavuz, Astsubay Bşcvş. Kamil Cıvıcı ve İkmal Bakım Takım Komutanı Astsubay Bşcvş. Ferudun Gültekin ile lojistik hususlar hakkında kısa bir toplantı yapıldı. Su ikmali ağırlıklı kare bölgesindeki evden yapmaya başlandı. Bu arada Mühimmat dağıtım noktası tesis edildi. Şehit toplama yeri ve bölükler ile telsiz ve telefon irtibatı kullanarak cephaneleri bütünlendi. Bugün genel mahiyette 2nci Paraşüt Taburu bir önceki gün elde ettiği Sivri Tepe Koca Tepe - Dikmen Tepe arasındaki mevzilerinde faaliyetlerine devam ettiler. Düşmanla bir çatışma olmadı. 3 ncü Paraşüt Taburu Delik Tepe’den Sihari istikametinde ileri harekâta devam edilerek önceki gün 29 araçlık bir düşman konvoyunun imha edildiği bölgede konvoydan kalanlar olabilir, düşüncesiyle tekrar arama ve temizlik yapılması emri ile gidildiğinde 10 kadar düşman askeri direnmeleri üzerine öldürüldüler. Bundan sonra 3 ncü Paraşüt Taburu Büfevento Kalesi’ne ilerleyişini devam ettirdi. 2nci Bölük Komutanı P.Kd. Ütğm. Orhan Ceylan, bölgeye ikmal maddesi götürürken saat 15.30 sıralarında Vune köyü kuzeyindeki Kireç ocakları bölgesinde pusuya düşürüldü. Ütğm. Ceylan ile birlikte 6 er yaralandı, bir er de şehit oldu. 9. BEŞİNCİ GÜNÜN SONUNDA DURUM Bugün 3 ncü Paraşüt Taburunun faaliyetleri dışında önemli bir faaliyet olmamış, öğleden sonra 14 ncü Piyade Alayının 2nci Taburu helikopterlerle Ada’ya nakledilmiş, Eski Kuyu ve dolaylarındaki düşman girintisi düzeltilmeye çalışılmışsa da tam başarı sağlanamamıştır. Dördüncü günün sonundaki ulaşılan hatlarda gün ihtiyatlı beklemekle geçirilmiştir. H. AMFİBİ ALAY KOMUTANI ALBAY NEŞET İKİZ’İN AMFİBİ ALAYININ ÇIKARMA HAREKÂTI KONUSUNDA ANLATTIKLARI “Komutanı olduğum Amfibi Alay, 1968’den beri Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Kemal Kayacan’ın ileri görüş ve çabalarıyla kurulmuştu, örnek bir alaydı. Hiç bir şey tesadüfe bırakılmamıştı. Askerlerimden de emindim. Ama yine de bu bir harpti... Hiç birimizin gerçek savaş tecrübesi yoktu. Gece olmasına rağmen hava sıcak... Gömleğim terden vücuduma yapışıyordu. Ufuk, çepeçevre puslu... bir süre sonra geminin iskele tarafından tan yeri ağarmaya başlar gibi oldu. Akdeniz ‘de, şafağın çöküşünü hep birlikte izledik. Yeni doğan güneşle, yeni bir güne de başlıyorduk... Ama bu güneşin battığını göremeyeceklerde olacaktı. Aramızda... Kim bilir belki de ben?... Ada’ya, herhalde epey yaklaşmış olmalıydık. Gerçekten de dikkat edilirse, sisler arasında, Ada’nın silueti belli belirsiz seçilmeye başladı. Önümüzde, fazla bir vaktimiz kalmamıştı. Alayıma, karşılaşabilecekleri her şeyi son bir defa anlatıp, onlan her şeye hazırlamak için askerce konuşmakta yarar gördüm. Onlarla helalleşmek, onları Tanrıya emanet etmek istiyordum. “Evlatlarım” dedim... “Çıkartma sırasında düşmanın çok ağır mukavemeti ile karşılaşabiliriz. Bu karşı koyma, çok ağır ve kanlı olabilir. Belki, Tanrı’nın bir lütfü olarak Ada ‘ya baskın yapar gibi çok rahat da çıkabiliriz. Unutmayınız ki, bütün milletin bütün silahlı kuvvetlerin gözleri bizlerin üzerinde!... “ Bütün Alay, “çıt çıkarmadan “ beni dinliyordu. “Evlatlarım” diye devam ettim. “Er meydanında mukadderat, bilinmez! Hakkınızı bana helal ediniz.. Biliniz ki, isteklerim dışında davranana hakkımı hiçbir zaman helal etmem!...” Evlad-ı vatanlar, hep bir ağızdan: “Hakkımız helal olsun.. Komutanım... “diye ortalığı inlettiler. Onlara şehit olduğum takdirde, yerimi kimin alacağını bir kere daha hatırlattım. Tekrar haklarını helal etmelerini istedim. “Hakkımız helal olsun, komutanım...” selası bir kez daha Akdeniz’in semalarında dalgalandı. Sonra, Amfibi Tugay Komutanı General Süleyman Tuncer’e tekmilimi verdim. Daha sonra da, çıkarma filomuzun komutanı Tuğamiral Emin Göksan’a... Duygulanan filo komutanımız bizlere güvenini belirtti... “Sağol!” sesleri bir kez daha Akdeniz ‘de yankılandı... Artık, varış hattına iyice yaklaşmıştık. Bundan sonra, botlara geçilecek, çıkarma harekâtı bifiil başlayacaktı. “Ertuğrul “un köprü üstüne çıktım. Makineler “stop” etmişti. Yine, “çıt” çıkmıyordu koca gemide... Önceden provaları yapılmış tiyatro eseri, ilk defa oynanmaya başlayacaktı. Bu sırada, nasıl bütün oyuncular perdenin açılmasını heyecanla beklerse, askerde aynı heyecanı içinde vereceğim emri bekliyordu. Bordadan aşağı sarkıtılan ağlar “Ertuğrul” a yanaşan çıkarma botlarına indirilmişti bile... Çıkartma, üç aşamada planlanmıştı. Çıkartma botlan, mevcut kuvvetleri Ada ‘ya üç seferde götürecekti. Bu seferlerin her birine “Dalga” tabir ediliyordu ki, kısacası çıkarmanın “üç dalga” halinde düzenlendiğini söyleyebilirim, “geminin ana konuşma devresini” açtım. Mikrofondan önce Tanrı’dan bizleri utandırmamasını diledim. Sonra da komutu verdim: “-Bismillah! İndirme noktalarını, tahsisli çıkarma botlarını boşaltın!” Deniz piyadeleri ok gibi fırladılar. Sonradan aşağıya sarkan indirme ağlan bir anda mehmetçiklerie doldu. Birinci dalganın eratı, üstelik tam tehniliyle, bir buçuk dakika gibi kısa bir zamanda ağlardan inip botlardaki yerini almıştı. Gerçekten gurur verecek bir başanydı bu. Komutan ve silah arkadaşlarımla vedalaşıp, ben de bota indim. Kıbrıs’a çıkacak ilk birlik böylece “Sancak Gemisi” inden ayrılmış oluyordu. Çıkartma botunda, herkes ciddiydi. Bütün sinirler gergindi. Eratın arasında, kıpırdanan dudaklarıyla dua edenler olduğu gibi, şakalaşanlar da vardı. Botun transistorlu radyosu, Anavatandan yapılan yayını alıyor, marşlar çalıyor, arada moral verici konuşmalar yapılıyor, sonra yine marşlar çalınıyordu. Sonra, Başbakan Ecevit’in; “Türk Silahlı Kuvvetlerimiz indirme ve çıkarma harekâtına başlamış bulunuyorlar. Allah milletimize ve insanlığa hay ıhı etsin!...” diyen sesi duyuldu. Gökyüzü, paraşütçülerimizi taşıyan uçak ve komandolarımızı taşıyan helikopterlerimizle doldu. Hepimiz şevk içindeyiz. Gerçekten zaferi kazanacağımıza inanıyorum. Bulunduğum çıkarma botunda Amfibi Alay Komutanlığı harekât Subayı, Deniz Piyade Üsteğmen Ahmet Aksu, Muhabere Subayı Deniz Piyade Üsteğmen Şahap Karaosmanoğlu, Hava İrtibat Subaylarından Havacı Binbaşı Fehmi Ercan (Bu subayımız sonradan şehit olmuş ve daha sonra Kıbrıs’taki Timbu Havaalanı, genişletilip büyütülerek Ercan Havaalanı adını almıştı) ile pilot yüzbaşı Akın Giray da vardı. “Ertuğrul”dan ayrıldığımız bu noktadan çıkarma yapacağımız plaja kadar olan mesafe bu botlarla, yaklaşık 45 dakika kadar sürecekti. Ama bitmek bilmeyen bir 4 5 dakika idi bu... Artık, iyice kıyıya yaklaşmış durumdaydık. Yaklaştıkça da, plaj (Pladini Plajı) bölgesinden yer yer mukavemet görmeye başladık. Dikkat ettim. Daha çok evlerden ve daha sonra karakol olduğunu anladığımız bir binadan ateş ediliyordu. Çıkartma araçlanmızın silahları tarayarak bunlan hemen susturdu. Gözüm hep saatimde... Artık Kıbrıs kıyısına bir taş atışı mesafesindeyiz. Botlanmızın altı düz olduğu için, plaja iyice yanaşılıyor. Ama, yine de askerin inmesi için indirilen kapaklar, kumlara değil de, bele kadar yükselen suyun içine iniveriyordu. Yalnız benim bulunduğum bot değil, öteki botlar da yaş kapak attılar. (Yani kumsala değil denize) O anda, saatim tam 8.50’yi gösteriyor. Pladini plajının tam karşısındayız. Aynı anda bir çok mermi, çıkarma aracımızın bordosuna peş peşe saplanıverdi. Ama, şimdilik endişe edilecek pek bir şey yok. Allah vere de plaj, Rumlar tarafından mayınlanmış olmasın. Daha önce, Donanmamızın balık adamları, çıkarma yapacağımız plajı kontrol edip, mayın ve sualtı manialan olup olmadığına bakmışlar, bu kesimde, ne açıkta, ne de kumsal da bir şey bulamamışlardı. Harekât Subayı Aksu; “Çok şükür bu günleri gördüğümüze!” diyerek beni kucakladıktan sonra, çıkarma aracından aşağı fırladı. Deniz piyadeleri, bele kadar yükselen sularda, düşe kalka koşuyor, bir an önce kıyıya çıkıp, hemen oracıktaki bitki örtüsünün arkasında siper almak için acele ediyordu. Tanrıya şükür, şimdiye kadar bir aksilik çıkmadı. Büyük bir karşı koymayla karşılaşmadık. Kelimenin tam anlamıyla bir baskın çıkarması olacağa benziyor bu.. Nitekim daha sonraları, düşmanın bizi daha doğuda, ya da, daha batıda beklediğini öğrendik. Eğer, o plajlardan birine çıksaydık, bu bölgeler mayınlanmış ve iyi korunmakta olduğundan büyük kayıp vereceğimiz muhakkaktı... Çıktığımız plaj, yatık yollu mermisi olan silahlara kapalı, plajın hemen üstünde, düşmanın bir gözetleme istasyonu ile çevrede henüz işgal edilmemiş koruganlar var. Ama koya giren araçlarımız düşmanın görüşünden çıktığı için şimdilik güvenlik altında... Karaya ayağını basan Mehmetçiklerimiz hemen mevzileniyordu. Böylece, yakın güvenliğini güvence altına almaya çalışıyordu. Mehmetçikleri karaya çıkaran “çıkarma gemileri” geri dönerek plajdan uzaklaşıp ikinci dalgada karaya çıkacakları getirmek üzere “Ertuğrul” gemisine yaklaşmaktaydı. Bu sırada, sahile yakın yerlerden bulduğumuz sivilleri plajların kabinlerine topladık. Birliğimizin doktoru Asteğmen Veli Eroğlu ile birlikte onların yanına giderek hayatlarının teminat altında olduğunu, hiç bir kuşkuları olmaması gerektiğini bildirdik. Dehşete kapılmışlar, büyük bir panik içinde idiler. Bu sırada, yakınlık gösterenlerle konuşuyorduk: “Mecbur kalmazsak, savaşmak istemiyoruz. Korkmayın, Mehmetçiklerimiz, size zarar vermeyecektir... “dedik. Ancak, oradan ayrıldıktan kısa bir süre sonra, birliklerimize, sivil araçlardan, sivil şahısların üzerimize ateş açtıklarını öğrendik. Etrafımızda, şuraya buraya atılmış, terkedilmiş, Yunan askerlerine ait üniformalar gördük. Bunlar Mehmetçiğin adaya çıktığını gören Rum askerleri ile Yunan askerlerinin kaçarken selameti üniformalarını terk etmekte bulduklarını gösteriyordu. Böylece sivil halkın arasına karıştıkları anlaşılıyordu. 1. Taburun, ikinci bölük bölgesinde, dört namlulu uçaksavarlarla çıkarma birliklerinin üzerine ateş edildiği rapor edilince, Binbaşı İlhan Aloğlu: “imha Ediniz” emrini verdi. Çok kısa bir zaman süreci içinde düşman uçaksavarlarının imha edilip susturulduğunu tespit ettik Bu gibi çıkarmalarda, ilk dakikalar ve ilk saatlerin çok büyük önemi vardır. Bu nedenle, bizde kısa zaman içinde pek çok şey yapmak üzere acele etmek zorundaydık. İlk iş olarak, çıkış “köprü başı” oluşturduğumuz plajın hemen gerisinden geçen Girne-Lapta karayolunu trafiğe kapattık. Çok uzaklardan, giderek artan, yoğun silah sesleri, gelmeye başlamıştı. Bu da gösteriyordu ki, düşman birlikleri bize doğru yaklaşmaktadır. Ancak bu bölgeden karaya çıkılacağını ummadıkları için gafil avlanmışlardı. İlk şaşkınlıkları geçmiş, akıllarını başlarına toplayıp (varsa) karşı direnişe geçmişlerdi. Direnişleri gittikçe ciddileşiyordu. Bizler bu arada, süratle “Çekme” ve “Onarma” ekipleri kurduk. Kara istihkâm Astsubayı Oğuz Serçinlioğlu, buldozerinin direksiyonunun başında olağan üstü bir gayretle, Pladini Plajı sahilinde, ikinci dalga ile gelecek çıkanma gemilerinin suya değilde kuma “Kapak atma “ larını sağlamak için çalışıyordu. Dozer ile kumları topluyor, yığın haline getiriyor, sonra kumları denizin yaladığı yere doğru sürüyor. Bütün çabası ikinci dalga çıkarma birlikleri gelmeden önce, askerin suyun içine değil, doğrudan kumsala atlayarak karaya ayak basmasını sağlamaktı. Ancak sahilde bu türlü çabalar içinde çırpınınken, karaya çıkması beklenen ikinci dalganın geciktiğini gördük. “ikinci dalga nerede kalmıştı?” 50 nci Piyade Alayını taşıyan ikinci dalga çıkanva gemileri kıyıya vardığı zaman, saat bir hayli ilerlemiş, 10.00’a yaklaşmıştı. Karacı askerleri büyük bir heyecanla karşıladık. Çıkartma bölgesinde, yer yer, beli geçen sulara kapak atmanın güçlükleri yine bir dert olarak karşımıza çıkmıştı. Karacı Piyadeler, alışkın olmadıkları bu sularda bir an önce, karaya çıkmak için üstün gayret sarf ediyorlardı. Sulara atılan araçların içinde motoru ıslanıp, sığ suda kalanlar vardı. 50 nci Piyade Alayı komutanı Piyade Kıdemli Albay İbrahim Karaoğlanoğlu, jeepi ve alay sancaktan ile birlikte karaya çıkmıştı. Karaoğlanoğlu, dağ gibi, heybetli bir askerdi. Silah arkadaşıma plaj sahilinde bir “durum raporu” verdim: “-Düşman, her an bir karşı saldında bulunabilir Albayım “dedim ve ekledim: “-Bu nedenle, en kısa zamanda toparlanıp hazır olmakta büyük yarar var!” Bu sözlerim üzerine Albay Karaoğlanoğlu bana şunlan söyledi: “-Merak etme kardeşim... Şimdi her şey dilediğimiz gibi olur Türk askerine güveniyorum. Göreceksiniz... Bu asker yenilmez!” Sahildeki plajın tesisleri ile kabinleri Rumlardan alınan esirlere ve enterne edilmiş Rumlara tahsis edildiğinden onların da korunmasını sağlamak zorunlu idi. Pladini (şimdi Yavuz Çıkartma Plajı) Plajının hemen üstündeki iki katlı otelin alt katı da “Sahra sıhhiye hizmetleri” için ayrılmıştı. Çok genç bir askeri doktor, çakı gibi, bir yaralıdan ötekine koşuyor, yaralan büyük bir dikkat ve titizlikle sanp sarmalıyordu. Öğleye doğru ilk yaralanma haberi alındı. Gelen raporda, İkinci Tabur Komutanımız Kıdemli Yüzbaşı Tahsin Güven’in, bir müsademe sonunda yaralandığı öğrenildi yüzbaşının yarası çok ağırdı... Vakit öğleye yaklaşmıştı. Güneş tam tepemizde... Bu mevsimde zaten çok sıcak olan bu kıyılar, belki de son yılların en sıcak günlerini yaşıyordu.”201 I. BARIŞ HAREKÂTIYLA İLGİLİ DİĞER ANILAR “Bir Başkadır Benim Memleketim” Gazetecilerin Ledra Palas Bölgesinden, Türk kesimine girişleri görülecek şeydi doğrusu. Kendilerini üç beş resmi kişinin dışında karşılayan da sarılıp öpen de, resimlerini çeken, başlarından geçenleri anlatmalarını isteyenlerde, yine kendi meslektaşlanydı. Daha ortalık kararmadan Ledra Palas barikatı yerli-yabancı basın mensuplarıyla öylesine tıkanmıştı ki meslektaşlarının görev yapmasına sonsuz saygısı olan gazeteci, bilmeden istemeden onlara mani olmuştu. Ancak, bu bir kastın çok ötesinde, yıllar yılı aynı mesleğin kahrını çekenlerin, düşman eline düşenlere yeniden kavuşmanın verdiği sevincin ifadesinden başka bir şey değildi... Gecenin 20.30’undan itibaren etraf iyice dolmaya başlamıştı. Gelenlerin hemen hemen hepsi gazeteci... Herkeste belirli, gözle görünür bir sinirlilik var. Sebebini tahmin etmek güç olmasa gerek. ‘Tutsak gazeteciler geri verilecekler mi? Verilmeyecekler mi?” soruları saat 21.00’e doğru daha yüksek seslerle sorulmaya başlıyor. 201 Saat 20.50 Rum kesiminde farları parlayan bir araba Türk kesimine doğru geliyor. Yine kaynaşma yine merak... Sonunda Kızılhaç’tan birisi gelip haber veriyor. “-Saat 21.151e gelecekler!” Saat 21.15. Gözler, Rum semtinden gelecek araba farlarını öylesine arıyor ki, insan salim kafayla düşündüğü zaman gülesi geliyor. Çoğumuz yüz metre startında heyecanlanıp, önceden çıkış yapan atletler gibi, uzaktan görünebilen en küçük bir harekete doğru hamle yapıyoruz. Saat tam 21.20. Uzaktan konvoy halinde gelen arabaların ışık huzmeleri Ledra Palas Otelini aydınlatıyor. Görev yapmaktan çok meslektaşlarına, dostlarına kavuşmak için barikata koşan gazetecilerin sevinci artıyor. Bir an için bu sevinç, görevlerini unutturuyor herkese. Resim çekmek, röportaj yapmak, bir an için çok uzaklarda kalıyor. Flaşlar yerine öpücüklerin sesi patlıyor gecenin karanlığında.. Esaretten dönen gazeteciler heyecanlı, ama karşılayanların heyecanı onlarınkinden çok daha fazla. Gözler hafif nemli, dudaklardan: “İyimisin Ertürk” “Bizi çok üzdünüz” “Mete Akyol geçmiş olsun” “Ağabeyciğim kötü muamele ettiler mi?” cümleleri birbiri ardına dökülüyor. Gözüme Milliyet muhabiri, gazeteci Mete Akyol çarpıyor. Elinde bir el çantası, gözünde hemen herkesin bildiği kalın siyah çerçeveli gözlüğü, durgun, fakat her şeye rağmen mutlu bir ifade ile dolu olan yüzü adeta ışıl, ışıl. ‘Türk kesiminde olmaktan memnun musunuz? bu tarafta kendinizi emniyette hissediyor musunuz?” sorusuna içtenlikle ve gülerek verdiği cevap, “Ben mi mutluyum? Mutlu da ne kelime. Kendimin bir parçası olan bir yerdeyim. Benim insanlarımla, kardeşlerimle bir aradayım. Nasıl mutlu olmayayım?” şeklinde... Bu sözlerde esaretin ağırlığını, zorluğunu seziyor insan... Mete Akyol... “Ben Milliyette doğdum” diyen, Türkiye’de gazete okuyan hemen herkesin tanıdığı sempatik hoşsohbet bir kişi. Nasıl ve ne zaman esir düştüğünü soruyoruz. Yıllar yılı icra ettiği mesleğinin verdiği rahatlıkla derhal ve hiç abartmaya kaçmadan başlıyor anlatmaya: “17 Ağustos Cumartesi günü saat 13.30 idi. Askeri bir araba içerisinde, yanımızda bir mihmandar üsteğmen ve başçavuşla birlikte, “Mia Milya” bölgesinde ilerlerken, bir anda, Rum askerleriyle karşılaştık. Arabamıza ateş etmeye başladılar. Yanımızdaki Türk askerlerine silahlarına davranmamalarını, aksi halde hepimizi öldüreceklerini söylediler. Yapılacak en iyi şey bu idi. Nitekim, silahlarına davranmadılar. Biz, derhal gazeteci olduğumuzu, karşı tarafta bulunanlara bağırdık. Bunun üzerine ateşi kestiler. Yanımıza geldikleri zaman basın kartlarımızla Genelkurmay tarafından bize verilen “savaş muhabirliği” belgelerimizi verdik. Bizi bir arabaya koydular, tanımadığım bir yerlere götürdüler. Götürdükleri yerde bir avlu içerisindeki bir duvara doğru yüzümüzü döndürdüler. Üzerimizi arayıp, saatlerimizi aldılar. İlk gün oldukça korkmuştuk. Fakat herşeye rağmen söylemem gerekir ki, basın mensubu olduğumuza iyice kanaat getirdikten sonra kötü m uamele etmediler. Bu arada, bizi elinde tutan, Milli Muhafız Ordusunun birlik komutanı bir yüzbaşı, hukuk tahsili yapmış biri idi. Onun elinde olduğumuz süre bize iyi muamele etti ve ettirdi. İkinci gündü galiba, ellerim arkaya kelepçelenmiş gözlerim bağlı olduğu halde Limasol’a götürüldüm. Diğer arkadaşlarında bir kısmı orada idi. Bizi bir hücreye kapattılar. Bu hücrenin avlusunda ise aralarında Lefke Emniyet müdürü Hüseyin Ali olmak üzere, Rumların Lefke’den kaçarken beraberlerinde getirdikleri, günde bir dilim ekmek ve üç taneyi geçmeyen zeytinle yaşatılan 75 soydaşımız bulunmaktaydı. Tüm ilgililerin, bu kardeşlerimizle yakından ilgilenmesi için bunları söylemeyi kendimize bir görev sayıyorum. Kızılhaç tarafından Türk kesimine getirilmeleri üzerine, tutuklu bulundukları sürece bu heyet tarafından aranıp aranmadıklarını ihtiyaçlarının giderilip giderilmediğini merak ediyorduk. Mete’nin cevabı “Vallahi Abi biz, bu adamları ancak bu gün gördük. Daha önce ne aradılar, ne de sordular” oldu. Saat 22.30’u geçmişti bile. Güneyden gelen herkesin yüzünde günlerce süren esaretin yorgunluğu, bıkkınlığı az önceki sevincin yerini almaya başlamıştı. Limasol’da hücrede tutuklu kaldıkları sürede, ümitsizliğe düştükleri zaman, bir ağızdan söyledikleri şarkıyı, yine bir ağızdan, koro halinde söyleyerek uzaklaştılar. Uzaktan, çeşitli nitelikteki seslerden oluşan bir nağme işitiliyordu. “Bir Başkadır Benim Memleketim” “Evvel Allah, Benim işim Tamam... Siz Onları Kaçırmayın Komutanım..”. Amfibi Birliği’nin teğmeni Mesut Günsev Onbaşı Osman’ın nasıl şehit olduğunu şöyle anlatıyor:202 19 Temmuz sabahı hastanedeki tek ingilizce bilen doktor plan Sinyorina Mazzurkato odama girerek, “Feliçe” (dilleri dönmediği için bana öyle hitap ediyorlardı. İtalyanca mesut) “Galiba sizin gemiler Akdeniz’e çıkmış, Yunanlılarla harp çıkacakmış” deyi verdi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. İtalya’nın Sardunya Adası’na, bir NATO tatbikatı için gelmiş, fakat sarılıktan komaya girdiğim için, gemimden helikopterle Capliari Askeri Hastanesi’ne oradan da Ospedale SS Trinita Devlet Hastanesi’ne kaldırılmıştım. 202 Mensubu olduğum ve Türkiye’ nin tek Amfibi Birliği olan Deniz Piyade Alayı’nın, ilk dalgada Ada’ya çıkarılacak çok ağır ve tarihi sorumluluk alacak bir birlik olduğunu biliyordum. Gözümün önüne, Alay Komutanı Deniz Yarbayı İkiz geldi. Ani bir kararla o gün, siestada -herkesin öğlen uykusuna yattığı saat- hastaneden firar ettim. Ankara’da, Deniz Kuvvetleri Karagahı’na uğradım. Bir kurye uçağına binerek, Adana’ya oradan da Mersin’e geçtim. Kurmay Başkanına hastaneden taburcu olduğumu, belgeleri Roma Deniz Ateşesi’nin göndereceğini söyledim. O akşam, ana gemimiz olan TCG Ertuğrul, takviye birliklerini Ada’ya götürecekti. Gidip arkadaşlanmı görmeme müsade etmenizi arz ederim. Bu arada, yerime takım komutanı olarak kimi verdiklerini sordum. Yağız Adana’lı delikanlı Asteğmen Halil’di benim yerime verilen. Birliğimizin özelliği nedeniyle, yedek subay bulunmazdı. Asteğmen Halil ise, Filo Karargâhında görevliydi. Birden şaşırdım. Meğer, birlikler yüklenirken, Filo Komutanı olan Amirale çıkmış, ‘Ya beni vurun ya da adaya gönderin” diye ağlamıştı. Asteğmen Halil’i, yükleme manifestosunun sonuna kurşun kalemle ilave etmişlerdi. Ertesi sabah şafakla beraber Beşparmak Dağlan gözüktü. Cehennem Alayı... Güneş doğarken Beşparmak Dağları eteğinde Elia köyü civarında, M Tepesi adını verdiğimiz Hristotosimma bölgesinde, ileri mevzilerde bulunan birliğime katılmam, bir bayram sevinci yarattı hepimizde. Bölük komutanım Üsteğmen Ergene’ye, ayların özlemini gidermek istercesine sıkı sıkı sarıldım. Bölükte, 4 şehit, 15 kadar yaralı vardı. Çıkıştan hemen sonra, tank taarruzuna uğramışlar, tanksavarcılar kahramanca mücadele ederken şehit olmuşlardı. Fakat tanklar imha edilmişti ve kıyıbaşı belirlenmişti. Hepsi yorgun, sakalları uzamış, aç susuz fakat mutluydular. Hepsinin gözlerinde, zafer sevinci açıkça okunuyordu. M Tepesi’nde Rumlarla aramızdaki dereti sınır yaparak gelişecek siyasi çatışmaların sonucunu bekliyor, özellikle geceleyin yoğun ateşkes ihlallerine cevap vermek zorunda kalıyorduk. Siyasi gelişmeler çok önemliydi. Kıyıbaşı sayılmayacak bir köprübaşı elde edilmişti ama tüm kuvvetler, daracık bir alana yığılmışlardı. Her geçen gün, tehlike bir kat daha artıyor, Girne ve çevresi patlamaya hazır bir barut fıçısını andırıyordu. Hele çıkış plajı olan Pladini, ağzına kadar cephane ile dolmuştu. Durum çok kritikti. Karşı bölgede Rumlar, devamlı tahkimat yapıyor, Lapta ve Karava’ya cephane ve silah yığıyorlardı. Kilise, cephane deposu haline gelmişti. Sıcak ve susuzluk dayanılacak gibi değildi. Durum gereği, cephede bulunan bölüğümüzden sık sık keşif kolu çıkarılması emrediliyordu. Görülmek, ölüm... Keşifte görülmeden görmek, ölümden dönmekti kısaca bizim için; ilk harekâtta bir keşif kolumuz pusuya düşmüş ve geriye dönmemişti. Zaman zaman düşman tarafından yakalanan esirlerin ağaca bağlı, ağaçla birlikte yakılmış cesetleri ile karşılaşılıyordu. Hepimiz omuz askı kayışlarının üzerine birer tane el bombası takmış, bunu flasterle sıkı sıkıya kayışa raptetmiştik. “Bu en son kullanacağımız silah” diyordu Ahmet Astsubay. “Esir olmaktansa ölmek daha iyi”. Rahmetli Ahmet, “Onbaşı Osman Dağlı’yı da kola katalım, hem yardımcılık yapar hem de araziyi tanır” dedi. Onbaşı Dağlı, adına benzer dağ gibi çocuktu. Çıkartma aracından sahile ilk ayak basan manga komutanıydı, italya’daki tatbikatlarda İtalyan ve Amerikan Deniz Piyadelerinin hayranlığını kazanmıştı. Keşif kolunu hazırladık. Görev, Beşparmakların zirvelerine gelen komando birlikleri ile temas sağlamak, şayet orada mevzilenmiş topçu varsa, ateş desteği için koordine yapmaktı. Onbaşı Osman Dağlı, sıçrayarak yanımdan geçti. Yola indiği anda 5 metre ileride, bahçe kenarına gömülmüş koruganın mazgalını fark ettim. “Osman dikkat” demeye ve mazgalı ateş altına almaya zaman kalmadan, mazgal ölüm kustu. Otomatik tüfekle biçilen onbaşı Dağlı, yol kenarına yığıldı. Şiddetli bir ateş muharebesi başlamıştı. Son direnme noktasının da beli kırılmak üzereydi. Rumlar, ölülerini bırakarak geri çekilmeye başladılar. Bu arada, Asteğmen Halil sürünerek Osman’ın yanına gitmeye çalışıyordu. Hafifleyen ateşle birlikte yanına sıçradık. Kolu fena parçalanmıştı, karnında da derin bir yara vardı. Halil harp paketini çıkartmış turnike tatbik ederken Osman’ın acı dolu fakat gururu yüzü bize doğru döndü: “Evvel Allah, benim işim tamam, siz onları kaçırmayın komutanım” dedi. “Hayır Osman, yaşayacaksın, şimdi seni ilk yardım merkezine göndereceğiz” dedim. Osman’ı çevirdiğimizde üç merminin de belini biçtiğini gördük. Ama hala ümitliydik. İbrahim Göker adlı arkadaşı Osman’ı sırtladı ve uzaklaştı. Osman ilk yardım merkezine, oradan ambulansla sahra hastanesine götürüldü. Fakat, ne yazık ki, ameliyat sırasında şehit oldu. Yiğit Osman’ın cep defterinde, şimdi Amfibi Deniz Piyade Alayı Müzesinde bulunan notlarında, taarruzdan bir gece önce yazdığı şu satırlar çıktı: “Arkadaşlar, eğer şehit olursam, 390 lira alacaklarımı aşağıda isimleri yazılı arkadaşlardan alıp, İbrahim Göker’e verin. Borcum olan 90 lirayı da alacaklılarıma ödeyin “ Fethiyeli Onbaşı Osman Dağlı. Ve bir fotoğraf çıktı cebinden Osman’ın. Beyaz bahriyeli elbisesi ile çekilmiş Fethiye’deki eşi ve üç çocuğuna gönderilmiş bir sureti. Arkasında da şu dizeler: “Topraktan aldılar cismimi Bahriyeli koydular ismimi Çelik mermi birgün delerse göğsümü Hatıra olarak saklayın resmimi” 25 Ağustos 1974 Ergin Konuksever, mesleğine âşık, tutsak günlerinin öyküsünü, tam canlılığı ile abartmadan anlatmış bir gazetecidir. Günaydın Gazetesinin bu fedakâr muhabirinin tüm üzüntüsü, ne tutuklu bulunduğu günlerden, ne de omzunda ki iki kurşun yarasındandır. Konuksever, Serdarlı Bölgesinde Türk tanklarının giriştiği taarruz sırasında, tank ateşiyle çökertilen Rum mevzilerinin, kurtarılan Türk köylerinin ve harekâta katılan Mehmetçiklerin içten heyecanlarını, tespit ettiği filmlerinin ve makinelerinin Rumların elinde kalmasına, kaybolmasına üzülüyor. Serdarlı’ya kadar tüm harekâtı bir tank üzerinden tespit etmiş Konuksever. O anları yeniden yaşamak istiyormuşçasına, o günü. “Bir gazetecinin yaşayacağı en mutlu gündü” diye tanımlıyor. Rumların eline üç arkadaşı ile tutsak düşüşünü ise şöyle anlatıyor: “Gazetecilik damarım tutmuştu. Cengiz Kapkınla filmlerimi postaya yetiştirelim dedim. O da aynı endişe içinde idi zaten” Lefkoşa’ya gidecek beyaz bir minibüs bulmuşlar. Sonra tedavi için Lefkoşa’ya gitmesi gereken hamile bir hanımla eşini de alarak şehrin yolunu tutmuşlar. Konuksever önde, minibüsü sürecek olan mücahidin yanına oturmuş. Adem Yavuz ile Cengiz ise hamile hanım ve eşi ile birlikte arkaya koltuklara yerleşmişler. Minibüs Lefkoşa civarındaki endüstri bölgesini geçince bir silah sesi duyulmuş. Akabinde bir kurşun, arabanın çamurluğuna isabet etmiş. Sürücüye; “Kardeşim düşman bölgesine girmek üzere olmayalım?” demiş Konuksever. Sürücü; “Hayır. Ben buraları iyi bilirim. Yol temizdir” demiş. 300 metre kadar ancak ilerlemişler, kendilerine bir daha ateş edilmiş. “Korkunç bir ateşti. Şoför ağzından giren bir kurşunla şehit oldu. Ben sağ omzumda bir sıcaklık hissettim. Elimle yokladım. Kan akıyordu. İki kurşun yarası almıştım!” diyen Konuksever arkadaşlarının da yaralanmalarını önlemek için onların minibüsten inmelerine mani olmuş: “Durun! Siz inmeyin; Ben nasıl olsa vuruldum. Bu heriflerle ben konuşacağım” demiş. Yanlarına gelen bir Rum subaya basın mensubu olduklarını söylemiş. Rum subay diğerlerini de yere indirmiş ve makineleriyle filmlerini yere koydurmuş... “Yahu” demiş Rum subay; “İnsan arabasına “Basın” diye yazmaz mı? Bir de Türk bayrağı koymuşsunuz; Rum tarafına geliyorsunuz. Ben de gazeteciyim. Bu savaş bizi karşı karşıya koydu. Ama siz şimdi benim esininsiniz!” Rumlar tutsak gazetecileri zırhlı bir araçla Lefkoşa’daki Rum Hastanesine götürmüşler. “Araçta hem gidiyor, hem de, belki de bir daha çekme imkânı bulamayacağım filmlerime yanıyordum. Ne kurşun yaraları, ne de tutsak edilişim düşündürüyordu beni!” diyor Konuksever. Cengiz’de: “Şu halinle bir de filmlerinle makinelerini düşünüyorsun. Bırak kalsın orada” diyormuş. Hastanelere geldiklerinde üstü başı kan revan içindeymiş Konukseverin. Hamile kadını da kanaması olduğu için hastaneye yatırmışlar. Konuksever orada bölgesel uyuşturucu ile uyuşturulup ameliyat edilmiş. Üç saat sonra, ameliyat edilen Adem’i de getirmişler odasına. Adem kendinde değilmiş. Adem’i iki defa daha ameliyat etmek gerekmiş. Bir süre sonra kendine gelmiş Adem. “Burada, Rumların içinde ölmek istemiyorum” diyormuş. Ölecekse hayata gözlerini Türk tarafında yummak istiyormuş. Adem’in bu isteğini doktorlara iletmiş Konuksever... “Olmaz” demişler. “Su, su, su” diye yanıp kavrulmuş Adem. Ama içemiyor. Dudaklarını ıslatmakla yetmiyormuş. “Sivas’ta büyük bir pınar var. Gidince kana kana içeceğim.” demiş Adem. Sonra gözleri bağlı, elleri kelepçeli, hastanede vurulmuş. Rum doktorlar bile: “Bu bir katilliktir demekten alamamışlar kendilerini. Kadını ve Konukseveri bir EOKA-B karargâhına götürmüşler. Çocuğunu kaybetmiş olan kadın devamlı düşüp düşüp bayılıyormuş... Oradan 45 dakika süren bir yolculuktan sonra cankurtaranla Limasol’a götürmüşler. Bir polis kışlasına kapatmışlar. “Konduğum odadan bakınca; arabaya binmeye çalışan arkadaşlarımı gördüm. Film çekmeye geldiler sandım. Onlara bağırdım. İçeride olduğumu duyurmak istedim. Ama muvaffak olamadım.” diyor Engin Konuksever. Konuksever’i alıp bir başka hücreye kapatmışlar. Diğer hücrelerde 75 Lefkeli Türk tutsak varmış. Yerdeki bir battaniye üzerinde geceyi geçiren Konukseverin yarası yeniden kanamış. Alıp hastaneye götürmüşler. Doktorlar onu yatırmak istemişler.. Ne var ki, hastanedeki Rum yaralılar; “Ohi” diyor ve koğuşlarındaki boş yataklara yatırılmasına engel oluyorlarmış. Sonunda boş bir odaya konan bir yatağa yatırılmış. Serbest bırakılmasına iki gün kala, Yunan istihbaratından üç kişi Konuksever’i sorguya çekmişler. Serbest bırakılacakları günün ilk sabahı; “Sen de, diğer arkadaşlarında serbest bırakılacaksınız.” demişler Konuksevere. Böylece başka gazeteci arkadaşlarının da tutsak olduklarını anlamış. Bîr Mektup Bir Kahramanlık Destanı Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs’a yaptığı çıkarmadan iki gün sonra, 22 Temmuz akşamı, Lefkoşa dolaylarında çarpışırken şehit düşen Üsteğmen Ünal Genc’in şahadetini Kıbrıs Türk Çiftçiler Birliği Genel Başkanı Milletvekili Hüseyin M.Gültekin şöyle anlatıyor 20 Temmuz 1974 Cumartesi Türkiyemiz bizi kurtarmaya geldi. Semtimiz Mücahitler dışında tümden boşaldı. Saat 09.00’da, şanlı paraşütçülerimiz evimizin önüne inmeye başladılar. 21 Temmuz 1974 Pazar Rum saldırıları devam ediyor. Evin mutfak kısmında, yerde barınıyoruz. Damdaki mevzide Mücahitlerimiz direniyor. Silahları ikide bir tutukluk yapıyor. K.T.K.Alayı Yüzbaşılarından Sezai Bey’e bağlı Üsteğmen Ünal Genç bize geldi. Kaç gündür uykusuzmuş. Bölge Mücahit Komutanı Ali Çakır’la (o da şehit oldu maalesef) Domuz Burnuna kadar giderek Mücahit mevzilerini dolaşıp evimize döndüler. Ünal Bey mevzilerin yetersizliğinden, Mücahitlerin sayısının azlığından üzgündü. Bütün gece çalışarak damdaki mevziye ve bölgedeki diğer mevzilere toprak dolu torbalar yerleştirdiler. Damdaki mevziye çıkan kahraman komandomuz düşman ateşine cevap vermeye başladı. Gelen takviyeleri, Ünal Bey mevzilere dağıttı. Gece yarısından sonra kendisini biraz uyuması için zorla yatağa yatırdık. Karşılıklı atışlar devam ediyordu. 22 Temmuz 1974 Pazartesi Üsteğmeni uyandırdık. Mücahit ve askerlerimizle çay, peynir ve ekmekle kahvaltı ettik. 13.30 sıralarında yeniden takviye geldi. Ünal Bey ve A. Çakır taarruza kalkacaklar. Asker ve Mücahitlerin mataralarına soğuk su doldurdu. Herkese aceleyle çay, peynir- ekmek dağıttık Aslanlar gibi hücuma kalktılar. Çok geçmeden karşımızdaki yeşil pencereli Rum evi düştü ve ordudan Kızılhaç Kilisesine şanlı bayrağımız asıldı. Asker ve Mücahitlerimiz, doğuya, beton mevzilerin bulunduğu Domuz Burnuna güneş batarken topluca taarruza geçtiler. Kısa bir süre sonra Rumlar sindirilmiş fakat kahraman Üsteğmen şehit olmuştu. 23 Temmuz 1974 Salı Bölgemiz sakin, şehitlerimiz toplanıyor. Üzüntümüz büyük. Hanım, çocuklarım ve ben Ünal Beyin ailesine son hatıralarını duyurmak üzere fırsat kollamaya karar verdik. O fırsat bu gün doğmuş oluyor, umarım ki burada çok sevilip sayılan Albay Katırcıoğlu, bu mektubumuzu o muhteşem aileye ulaştırmak için gerekeni esirgemeyecektir. Şanlı şehidimizin gururlu ailesi, Kıbrıs’a gelirseniz mütevazı evimiz size her zaman açıktır. J. BARIŞ HAREKÂTIYLA İLGİLİ RESİMLER
Similar documents
2 E j* i GERÇEĞE DÖNÜŞEN BİR DÜŞ: ANKARA CAZ FESTİVALİ
Canan Aykent 2001 yılında Agamennon Sanat Günleri kapsamında Yıldız ibrahimova ve Okay Temiz ile birlikte çalan Kaan Bıyıkoğlu ve Kürşat And, Canan Aykent'i de yanlarına alarak trio formatında çalı...
More information