Livret turc
Transcription
Livret turc
SELVI BOYLUM AL YAZMALIM The Girl with the Red Scarf This film has been restored in 2010 by Çıçek Fılm Fılmcılık Ltd. Co. Groupama Gan Foundation for Cinema Technicolor Foundation for Cinema Heritage with the support of © photos Çıçek Fılm Republic of Turkey Ministry of Culture and Tourism This booklet has been published by Groupama Gan Foundation for Cinema & Technicolor Foundation for Cinema Heritage Selvi Boylum al Yazmalım, iki vakıf adına yürütülen uluslararası bir restorasyon programı kapsamında Gilles Duval, Sinema için Groupama Gan Vakfı İcra Direktörü And Séverine Wemaere, Sinema Mirası için Technicolor Vakfı İcra Direktörü Film mirası için dünya genelinde faaliyet gösteren iki Fransiz vakfi, Sinema için Groupama Gan Vakfi ve Sinema Mirasi için Technicolor Vakfi (daha önceki adiyla Thomson Vakfi) her sene klasikler arasina girmiş filmleri restore etmek için işbirliği yapmaya karar verdiler. 2010 yili için seçilen filmler arasinda Atif Yilmaz’in “Selvi Boylum al Yazmalim” veya “The Girl with the Red Scarf”’i da bulunmaktadir. Kar amaci gütmeyen bu iki şirket ortak değerleri ve restorasyon projelerine rehberlik edecek ayni ilkeleri paylaşmaktadir: en geniş izleyici kitlesinin keşfetmesi veya yeniden keşfetmesi için klasikleri restore etmek, restore edilen unsurlarin uygun bir şekilde saklanmasini sağlamak ve filmin büyük çapta dağitimi sayesinde izleyicileri bu konuda eğitmek ya da konuya hassasiyet göstermelerini sağlamak. Diğer tüm şartlarin yani sira, bu iki vakif restorasyon sirasinda yazariin orijinal emeğine saygi göstermek, mümkünse orijinal negatifinden filmi tamamen restore etmek, restore edilen kisimlarin uygun bir film arşivinde saklanmasini sağlamak ve son olarak da restore edildikten sonra filmin en geniş şekilde dağitiminin yapilmasini temin etmek (festivaller, sinematekler...) Groupama Gan Vakfi’nin önceki 2 yilda Erden Kiran’in Bereketli Topraklar Üzerinde (1979)’si ve Lutfi O. Akad’in Vurun Kapeye / Strike the Whore (1949)’unu restore ettiği de düşünüldüğünde, Türkiye’de çok meşhur olan 1970’li yillara ait bir filmi seçmek son derece farkli bir tecrübe gibi geldi. The Girl with the Red Scarf’in orijinal kisimlari zamanla zarar gördü ve film zaman içinde izlenemez hale geldi. 2010 yilinda üstlenilen restorasyon projesi görüntülerin restorasyonu için dijital aletleri ve fotokimyasal süreci birleştirdi. Ses ile ilgili olarak ise, restorasyon ne orijinal kayitta olan eksiklikleri ne de zamanla ses’te oluşan hasarin tamamini giderdi. Filmin orijinal versiyonuna sadik kalmak amaciyla yeni bir film müziğinin yapilmamasina ancak hatali kisimlarin kismen çikarilmasi ve restore edilmesine karar verildi. Selvi Boylum al Yazmalim, part of an international restoration program for two foundations by Gilles Duval, Executive Director of Groupama Gan Foundation for Cinema and Séverine Wemaere, Executive Director of Technicolor Foundation for Cinema Heritage Two French foundations acting for worldwide film heritage, the Groupama Gan Foundation for Cinema and the Technicolor Foundation for Cinema Heritage (formerly named Thomson Foundation) have decided to partner for restoring together classics each year. Among the 2010 selection, “Selvi Boylum al Yazmalim” or “The Girl with the Red Scarf” by Atif Yilmaz. The two non-profit entities share the same common values and have defined guidelines to conduct those restorations: restore in order to enable the largest audience to discover or re-discover classics, enable an appropriate conservation of restored elements and educate or sensitize the audience through a large distribution of the film. Among other requirements, the foundations intend to respect the original work of the author during the restoration process, to achieve a complete restoration from the original negative whenever possible, to require the deposit of the restored elements in an appropriate film archive and, last but not least, to ensure thelargest distribution of the film once restored (festivals, cinematheques,…). Choosing a 1970’s title, very popular in Turkey, sounded like a very interesting experience, all the more that Groupama Gan Foundation had already restored in the 2 previous years Bereketli Topraklar Üzerinde (1979) by Erden Kiral and Vurun Kapeye / Strike the Whore (1949) by Lufti O. Akad. The original elements of The Girl with the Red Scarf were damaged by the time and the film was not visible any more. The restoration project undertaken in 2010 combined the photochemicalprocess and the digital tools for therestoration of images. As to the sound, the restoration could not solve all the damages caused by the time nor the imperfections of the original recording. Decision has been made not to recreate a new soundtrack but to remove and restore partially the defaults, in order to remain faithful to the original version of the film. Yapımcı Arif Keskiner’den Selvi Boylum Al Yazmalim filminin cekimi ve Bunun yayınlanması hakkinda herışey… 1977 yılı yazı ortaları. Moskova Film Festivali’ne davetliyiz. Yönetmen Zeki Ökten arkadaşımla. O günlerde Antalya Film Festivali’nden de haber bekliyoruz. Zeki Ökten ile yaptığımız, Kemal Sunal’ın oynadığı Kapıcılar Kralı filmi yarışmada. Biletlerimiz Moskova icin hazır. Gideceğimiz günün öncesinde Antalya’dan haber geliyor. Antalya’da ödüller kazanmışız.. Zeki Ökten “En iyi yönetmen” ödülünü almış. Filmimiz en iyi ikinci film seçilmiş. Antalya Festivalinde o güne kadar komedi filmlerinde oynayanların ödül almak gibi bir durumları olmamıştı. Kemal Sunal bu geleneği bozarak en iyi erkek oyuncu seçilmişti. Sevinçten ucuyorduk. Ödüller yarın dağıtılacaktı ama bizde yarın Moskovaya uçacaktık. Hemen kardeşimi görevlendirdim. Kemal ucağa binemediği için arabayla gideceklerdi Antalya’ya. Ödülleri alacaklardı. Onlar ödüle biz Zeki ile Moskova Festivaline uçtuk. Moskovayı’da ilk kez görüyorduk. Festivalde daha önce Türkiye’ye geldiğinde tanıştığım ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’la bir kaç kez birlikte olduk. Edebiyattan sinemadan sohbetler ettik. O sohbetlerin birinde bana “Niye benim kitaplarımdan film çekmiyorsunuz” diye sordu. Ben de “Yapıyorlar yapmasına da senin adını afişe yazmaktan korkuyorlar”. “Niye korkuyorlar ki?” diyor. “Kırgız da olsan Sovyetler Birligi vatandaşısın. Türkiye’de Sovyet lafı etmek bile suç sayılır. O kadar kolay değil. Ama bir gün ben yaparsam kocaman harflerle adını afişe yazarım. Ola ki o gün gelsin.” Bu başlangıca burada noktayı koyup devam ediyorum. Moskova dönüşü işlerim çok yoğun. İşletmeler benden film bekliyor. Kapıcılar Kralı çok beğenilmiş çok iş yapmıştı. Yeni bir filminde garantisi varmış gibi bakılıyordu. Henüz 3-4 yıllık prodüktördüm. Ve üç tane film yapmıştım. Başarılı sayılırdım. Adana işletmecim ve arkadaşım İzzet Yılmaz, Türkan Şoray’ın baş rolünü oynayacağı bir film istiyordu. Ben de Türkan hanımdan çekim için bir tarih almıştım. Filmi Atıf Yılmaz çekecekti. Atıf abi eski bir dostumdu. Ve sinemanın en iyi yönetmenlerindendi. Hatta ben üniversitede okurken o tarihten 15-16 yıl önce Atıf Yılmaz’a arkadaşım Yılmaz Güney asistanlik yapıyordu. Ben de parasız kaldığım için arkadaşım olan Güney’den filmde bana bir kaç günlük iş ayarlamasını istemiştim. O da Atıf Yılmaz’la görüşmüş 5 günlük bir film calışmasından para kazanmıştım. Atıf Yılmaz herkesin Atıf Abi’si idi. Aydın, ilerici, sol görüşlü idi. Bizlerde öyle büyüdük. Atif Abi ile senaryo araştırmasına başladık. Tiyatrocu arkadaşim Türker Tekin`in bir hikayesi üzerinde çalışıyoruz. Fakat sonunda hikaye istemediğimiz yerlere gitti ve kapkara bir film hikayesine döndü. Türkan hanım sabırsızlıkla hikayeyi bekliyor. Sonunda durumu anlatıyoruz. Yani olmadığını. Bir gün bu işleri konuşurken Türkan hanım “Atı Bey“ diyor “Bende bir kitap var. Şunu bir okuyun. Çok beğeneceksiniz. Güzel bir film olur“. Atıf Abi de “Arif`le bir konuşayım sonra karar verelim“ diyor. Ertesi gün Atıf Abi ofise geldi. Ve bana Cengiz Aytmatov’ un bir hikayesi varmış. Adi Selvi Boylum Al Yazmalım. Okudunmu diye soruyor. Okumaz olurmuyum diyorum. Cengiz’ in bütün kitaplarını okudum. Al Yazmalım da çok iyi bir hikaye. O zaman onu çekelim diyor. Ben olmazlanıyorum. Çünkü o hikayeyi herkes biliyor. Bir kaç defa fotoromanı da çekildi. Hatta bir tanesinin adı da Bir şoförün Hikayesidir diyorum. İyi ya diyor Atıf Abi daha güzel. Biz sinemasını yapacağız. Sinema, fotoromandan başka bir şey. Madem o kadar güzel, bizde güzel bir film yaparız. Sen Cengiz’i taniyorsun. İzin işini hallet, hemen senaryoya başlıyalım. „O zaman hemen başlıyoruz. Senaryo için önerdiğin biri varmı?“ „hayır. İstediğinizle çalişabilirsiniz“ diyorum. „Ali Özgentürk olurmu?“ „Niye olmasın.“ Böylece Ali’yle konuşarak senaryo yazımına da basladık. Filmin baş erkek oyuncusu ve diğer erkek oyuncuların rolleri de Türkan hanımın rolü kadar önemli . Atıf abiyle casting’i konusuyoruz. Kadir İnanir ve Ahmet Mekin. İkiside çok yakın arkadaşım. Onlarla da konuşup anlaşmayı yapıyorum. İş yürümeye başlıyor. “Olur abi“ diyorum. Olur diyorum ama, Cengiz’in bende telefonuda yok, adresi de. Ama biliyorum ki Cengiz Aytmatov diye bir mektup yazıp Sovyetler Birliği desem mektup ona gider. Cengiz’i bulur. Öyle de yapıyorum. Bir mektup yazıyorum. Zarfın üstüne Cengiz Aytmatov diye yazıp hiç adres yazmadan gönderiyorum. İçine de, Selvi Boylum Al Yazmalım öyküsünü filme çekecegimi, bununla ilgili senaryo çalışmalarına başladığımızı, senaryo bittikten sonra kendisine gönderip onayını almak istedigimi yazıyorum. Hersey düşündügüm gibi gidiyor. On gün sonra bir telgraf alıyorum Cengiz’den. Kısaca „Arifcigim, hikayemi filme çekme düşüncen beni çok mutlu etti. Bana senaryoyu göndermene gerek yok. Filmi görürüm. Selamlar. Sevgiler.“ Diye yazmiş. Telgrafi Atif abiye gösteriyorum. Hikayede bizim için bir açmaz var. Ne de olsa Sovyet sistemi içinde geçen bir hikaye bu. Konu kolhozda geçiyor. Kapitalist sistemde kolhoz olmadığı için konuyu barajda çalışan bir kamyon şoförünün öyküsüne çeviriyoruz. Konu baraj ve çevresinde gelişiyor. Kücük çocuk ne kadar Türkan’la Kadir’in çocuklari olsada, çocuğunu ve ailesini terkedip giden Kadir’in yerine geçen yeni baba Ahmet Mekin, onu, kendi çocuğu gibi severek büyütüyor. Film, yıllar sonra baba Kadir’in gelip oğluna sahip cikmasi ve karısını tekrar alıp gitme isteğinin doğru olmadığını ve çocuğun ona emek verenin çocuğu olması gerektiği tezini savunuyor ve Sevgi Emektir sözüyle mesajını veriyor. Filmi nerde çekeceğimiz sorunu gündeme geliyor. Onun çözümünüde buluyoruz. Çünkü filmi çekeceğimiz mekan belli. Osmaniye’de yapılmakta olan Aslantas Baraji var. Konu barajda çalısan bir şöförün hik ayesine dönüşüyor. Senar yo çalışmaları sürerken ben ekibi kuruyorum. Ve senaryo bitmeden çekime gidiyoruz. Ekip baraj lojmanlarında kalıyor. Bu bir kolaylık bizim için. İşin başına kardeşimi gönderiyorum. Bende arada bir Osmaniye’ye gidiyor işi kontrol ediyorum. Bu arada oyuncu eksikliği için Adana Tiyatrosundan Cengiz Sezici’yi de alıyoruz. Kötü adam olarak ilk defa filmde oynayacak. Cengiz çok iyi bir persormans sergiliyor. Kırgiztan’a davet ettiğini söylüyorlar. Festivalde verilen bir gün arada Özbekisdan’dan Kırgızistan’a bir ekiple gidiyoruz. Türkan Şoray, Rüchan Adlı, Kadir İnanır, Atıf Yılmaz, Ben, Sinema dairesi başkanı Prof. Oğuz Onaran, konsolosumuz Necil Nedimoğlu ve eşi Emine hanım bir de tercümanımız Ekber Babayef. Ekber için Nazım Hikmet’in oğlu gibi sevdiği insan diye söz edilir. Birde küçük çocuk gerek. Onu nerde bulacağiz derken, o gün seti görmeye gelenlerin içinde Adana’lısinema oyuncusu Bilal İnci’nin karısı ile küçük kızı da var. Atıf abi kızı çok seviyor. Ve hemen diyorki “Bunun saçlarını keselim erkek cocuğu yapalım. O da filmde oynasın” diyor. Hemen oracıkta saçları kesiliyor Elif’in. Ve kiz Elif erkek çocugu Samet oluveriyor. Bugün o da büyümüş tiyatro ve sinema oyuncusu olarak mesleğine devam ediyor. Bir gidişimde Atıf abiden o akşam Kadir Inanir’la birlikte şehre gitmek için izin istiyorum. Atıf abi tamam tamam diyor. “Al götür sabahtan önce de getirme. Çünkü yarın sabah final çekeceğim. Kadir’in çok yorgun ve perişan olması lazım” diyor. Biz sabaha kadar içip dağıtıyoruz. Sabah baraja geldikten bir saat sonra Kadir’i uyandırıp çekime başlıyorlar. Sonunda bu yüzden olsa gerek final çok güzel oluyor. Film çekilip 1978 yılının nisan ayında vizyona giriyor. Film çok beğeniliyor. Ama bir handikap var. Geleneksel Türk sinemasında filmin baş oyuncuları sonunda beraber olurlar. Bu filmin finali, bu alıskanlığın dışına çıkıyor. Çünkü filmin mesajı emekten yana. Hemen arkasından film, Taşkent Film Festivaline Türkiye’yi temsilen davet ediliyor. Taşkent Film Festivali bizim için çok önemli. O yüzden festivale gitmeden önce 1000 adet kırmızı yazmanın üzerine, (ki yazmaların kenarları oyalı, yada pullu) siyah olarak afişi bastırıyoruz. Türk geleneklerinde nazara karşi yapılan mavi, nazar boncuklarından da 2000 tane alıp Taşkent’e gidiyoruz. Atıf Yılmaz, Kadir İnanir ve ben diğer davetlilerle birlikte Taşkentdeyiz. Türkan hanım bir kaç gün sonra geliyor. Festivalin açılıs filmi oluyor „Selvi Boylum Al Yazmalım“. Aynı ğece seyircilere armağan olarak yaptırdığımız yazmaları dağıtıyorum. Ve de nazar boncuklarını. Sinemanın içi gelincik tarlası gibi. Film çok seviliyor. Bir kaç gün sonra akşam yemeğine iki kişi gelip beni soruyorlar. Tanışıyoruz. Biri Kırgızistan’ın sinema bakanı, diğeri kültür bakanı. Cengiz Aytmatov’un bizi Bugünkü adıyla Biskek olan Frunze hava alanına indiğimizde büyük bir törenle karşılanıyoruz. Aprondan ucağa doğru gelen kalabalığın en önünde 15 kadar küçük kız ve erkek çocuklarından oluşan gurup boyunlarımıza halka çelenkler takıyorlar. Cengiz’in arkasında Kırgisistan’ın tüm sanatçıları. Sinemacısı, tiyatrocusu, ressamı heykeltraşı, müzisyeni, yazarı, şairi. Ve onlarin arkasında Kırgızistan bakanlar kurulu. Ben bizim ekibi teker teker Cengiz’e tanıştırıyorum. Sonra VIP salonunda şampanyalar patlıyor. Hava sıcakmı sıcak. Cengiz kulağıma eğilip “Önce otelemi gidelim yoksa evemi” diye soruyor. “Eve” diyorum. Çünkü yanımda getirdiğim valizin içinde Cengiz ve ailesine Türkiye’den aldığım moda deri giysileri vermek istiyorum. Bir konvoy halinde Cengiz’in şehir dışında, Tiyensan dağlarının eteğinde ki bahçeli evine gidiyoruz. Evin birinci kat sahanliğinda bir genç kız ve bir delikanlıbizlere kımız ikram ediyor. İlk defa içiyoruz kımızı. Ekşimiş ayrana benziyor. Bu bir kırgız içkisi. Birkaç tane içip sofraya oturuyoruz. Masada 30’a yakın insan var. Sohbet yemek içkilerden sonra otelimize gidiyoruz. O akşam yanımızda getirdiğimiz Selvi Boylum Al Yazmalım filminin gösterimi var. Film ekibi olan bizler heyecandan titriyoruz. Heleki ben. Sinema tıklım tıklım dolu. Salonun 10 katı insan dışarıda bekliyor. Cengiz’le ben en arkada oturuyoruz. Film başladıktan 10 dakika sonra heyecandan ağlamak duygusu dolduruyor içimi. Hemen fuayeye çıkıyorum. Film sonrası verilecek resepsiyon hazırlanmış. Onlar çıkıncaya kadar içiyorum. „Acaba Cengiz ne diyecek. Beğenecekmi. Yoksa „ne berbat film yapmışsın, hikayemi, bombok etmişsin mi diyecek“ Bu düşüncelerle bitiyor film. Cengiz ilk çıkıyor fuayeye. Bana doğru yürürken donup kalıyorum. Sonra iki elini açıp sarıyor beni. „Bravo Arif“ diyor. „Çok güzel olmuş.“ Bütün dünyalar benim olsa bu kadar sevinemem. Uçuyorum mutluluktan. Kırgız Yönetmen Bolat Semsiyef gelip sarılıyor boynuma. Filmin güzelliğinden söz ediyor. Ardından Senkul Corkmarof “Bu hikayeyi biz daha önce iki defa çektik. Bir sinema filmi, birde dizi olarak. Filmde Kadir İnanır rolünü dizi de de Ahmet Mekin’in rolünü oynadım. Ama itiraf edeyim ki sizin filminiz bizim iki filmimizden de güzel. Hatta dört defa devlet sanatçısıo ödülünü almış bu kirbaç gibi yağız Kırgız delikanlısının sözünü hayatım boyunca unutmayacağım. Bir de Varna Film Festivalinde sinemacı bir Türk ‘ün söylediğini. „Selvi Boylum Al Yazmalım“ filmiyle bizler Bulgaristan’da ikinci sınıf vatandaşlıktan, birinci sınıfa yükseldik“ demesini. O gece resepsiyondan sonra kültür merkezinde halaylar çekip, içkiler içip eğlendik. Sabah erkenden kalkıp Türkan hanımla birlikte birde Rüchan bey Bolat Sensiyef’in Beyaz Gemi adlı filmini izleyip Tiyensan dağlarında onurumuza verilen yemekte müthiş tandır kebaplarını yiyip sohbetler ettik. Dağlardaki at sürülerinin valsini izledik. Dönüşte Taşkent Festivalinde en önemli ödül olan oyuncular birliğinin ödülünü Türkan Şoray’a verdiler. O yılın eylül’ün de yapılan Antalya film şenliğinde „Selvi Boylum Al Yazmalım“ filmimiz en iyi yönetmen, en iyi görüntü yönetmeni ve en iyi ikinci film olarak büyük ödüllere layık görüldü. Aynı festivalde prodüktörlüğünü yaptığım Maden filmi de en iyi film dalında birinci oldu. O filmimde oynayan Tarık Akan ve Hale Soygazi en başarılı oyuncu, Meral Orhansoy’da en başarılı yardımcı oyuncu ödüllerini kazandı. Ayrıca Maden filmi Antalya’da Türkiye adına katıldığı uluslararası jürinin değerlendirmesinde de en iyi film ödülünü kazanmıştı. Ve ben Antalya’dan bir dolu ödülle döndüm Istanbul’a. Bir sonraki yıl, yani 1979 da Varna film festivaline davet edilmiştim. Festivalde filmim yoktu. Ama „Selvi Boylum Al Yazmalim“ filmini Bulgaristan’ın film alımlarına bakan başkan bayan Gripceva’nin ısrarı üzerine çok az bir parayla, yani bir bahşiş parası gibi bir paraya Bulgaristan’a satmıştım. Bayan Gripceva bana bu filmin iki ülke arasındaki bütün sorunları çözeceğini söylemişti. Buna beni de inandırmıştı. Ve hiç te paraları olmadığını söylüyordu. Bulgaristan o tarihte Sovyetler Birliğinin uydusuydu. Komekam ülkelerin biriydi. Yukarda söylediğim gibi bu fakir ülkeyle ülkem arasında zaman zaman tatsızlıklar yaşanıyordu. Kapıcıar Kralı’nın ödüllü oyuncusu Kemal Sunal’ı da yanıma alarak Bulgaristan’ın Varna kentıne gitmiştik. Bu 10 günlük bir geziydi bizim için, festival için gelmiş Türk sinemacılarda vardı. Eleştirmenlerde, yazarlarda. Gezdiğimiz heryerde, duvarlarda, ağaclarda yapıştırılmış „Selvi Boylum Al Yazmalım“ afişlerine rastlıyorduk. Bunlar afiş değilde küçük afişetler gibiydi. Filmin rusça ismi „Krasnaya Kasinka“ idi. Afisetlerde de bu isim yazıyordu. Gripceva ile filmin durumunu konuştuğumuzda mutluluktan gözlerinin içi gülüyordu. „Ben sana söylemedimmi“ diyordu. „Bu film çok şeyleri değiştirecek“ diye. Gerçektende öyle olmuş. Çünkü Gripceva bizi hiç yalnız bırakmamaya özen gösteriyordu. Ve bizi hiç yalnız bırakmıordu. Birkaç gündür peşimizden ayrılmayan Bulgaristan’lı bir Türk sinemacı bir gün elinde o ay cikan bir sinema dergisiyle yanımıza geldi. Hani yukarda sözünü ettiğim sinemacı. „Bu film sayesinde Bulgaristan’da ikinci sınıf vatandaşlııan birinci sınıf vatandaşlığa yükseldik“diyen. Dergiyi okuyup bize tercüme etmeye başladı. „Selvi Boylum Al Yazmalım“ filminin 6 aylı bilet satışı 16 milyonu bulmuş. „Çok para kazanmış olmanız lazım“ dedi. Ben de Kemal’de çok şaşırmıştık. 9 milyon Bulgaristan’da 16 milyon bilet olurmu diye o Türk’le tartıştık. Delikanlı sadece kendisinin 15 defa gördüğünü söyledi. Ama biz ikna olmadık. Yine de rakamları fazla ciddiye almadık. Ama iki gün sonra Varna dışında bir gazinoya benzeyen bir yere gitmiştik Kemal’le. Burası orman içinde büyük anfiye benzer bir yerdi. Etrafı çingene arabalarıyla çevrilmişti. Kapıda bize yer olmadığınıs öylediler. Bende biraz bağırıp çağırmaya başladığımdan, hemen bir Türk çocuğu geldi yanımıa. 15 yaşlarında bir gençti. „Abi siz Türkmüsünüz“ diye sordu. Bizde Türk olduğumuzu ve festivale davetli geldiğimizi söyledik. Bunun üzerine çocuk bana „Krasnaya Kasinka“ yi görüp görmediğimi sordu. Bende ona filmin yapımcısı olduğumu söyleyince çocuk sevinçten havalarda uçuyor gibiydi. „Ben 10 defa gördüm. Daha on defa seyrederim. Siz burada bekleyin. Şimdi müdürle konuşup geleceğim. Gerci o Bulgar ama iyi bir adam. Sizi içeriye alır“ dedi. Beş dakika sonra yanında uzun boylu, yakışıklı 35 yaşlarında bir adamla geldi yanımıza. Bizi o adama tanıştırdı. Adam bizi güleryüzle karşıladı. Çok onurlandığını, filmi 5 defa gördüğünü söyledi. Bizi içeriye buyur etti. Önce kapıdan girince anfinin etrafını çeviren arabalardan birine oturttu. “On dakika içinde size bir yer ayarlayacağım. Özür dilerim” diyerek gitti. Gerçekten on dakika sonra o çocukla birlikte gelip bizi aldı. Anfinin tepesinden aşagı geniş setler oluşturulmuş. Setler üzerinde masalarda içkiler içiliyor yemekler yeniyordu. Setlerden aşaği doğru inmeye başladık, yürüdük, yürüdük. En aşağıda pistin önünde büyük bir masa vardı. Sanırım 20 kişilik belkide 30. O masaya bizi oturttu. Ve bize bir hizmet için Türk birisini göndereceğini söyleyip teşekkürler ederek çocukla birlikte gittiler. Biraz sonra karnı burnunda hamile bir kadın geldi masaya. Türkçe konuşuyordu. Yemek yediğimiz için meyve falan bir şeyler istedik. Ne varki o arada tüm o 3000 kişilik anfinin 6000 gözü bizim üstümüze çevrilmişti. Çünkü biz Devlet erkanının ya da parti büyükleri için özel olarak ayrılmış masa da oturuyorduk. Kadının adı İklime idi. Sahnede çingene kızları bale yapıyordu. Kemal’le ikimiz onları seyrediyorduk. Balerinler çekilip gittikten biraz sonra ellerinde çiçekler ve baş balerinin elinde iki şişe şampanya ile masamıza geldiler. İklime de masada “Krasnaya Kasinka” filminden dolayı bizi kutladıklarını vekendilerini onurlandırdığımız için mutluluklarını çiçekler ve şampanyalarla ifade etmeye çalışıyorlardı. Gördüğümüz ilgiden dolayı biz de Türksinemacının dergide gösterdiği 16 milyon biletkesilme olayına gerçekten inanmıştık. Yaptığımız bir filmden bu kadar onurlanmak, sinemacılığın bize kazandırdığı en büyük mutluluktu. Zamanı geldiğinde bir film uluslararası barışın en büyük destekcisidir. Yeterki o filmi yapmasını bilelim diyor um. Ve sözlerimi Türkiye Cumhuriyretinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün “YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ’’sözleriyle bitiriyorum. Ve Selvi Boylum Al Yazmalım Filminin 32 yıl sonr a res tor asyonu adına katkıda bulunan T.C kültür veTurizm Bakanlığına, Fondation Groupama Gan for Cinema, Fondation Te c h n i c o l o r f o r Cinema Heritage, Vipsaş ve Fono film çalışanlarına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Arif KESKİNER All about the shooting of the film Selvi Boylum al Yazmalim and its release... Midsummer 1977. We were invited to the Moscow Film Festival. My friend the director Zeki Ökten and I. During that time we were also awaiting news from the Antalya Film Festival. Of the competition for the film Kapıcılar Kralı (The Concierge King) I made with Zeki Ökten, starring Kemal Sunal. Our tickets to Moscow were all ready. The day before we were due to fly we received news from Antalya. We had won awards at Antalya too…Zeki Ökten got the “Best Director” award. Our film had been chosen best second film. To that day nobody starring in a comedy had ever won an award at the Antalya Festival. Breaking this tradition, Kemal Sunal was chosen Best Actor. We were on cloud nine. The prizes were going to be awarded the following day but the following day we would be headed for Moscow. I immediately delegated the job to my brother. Because Kemal refused to fly they would drive to Antalya. They were going to collect the awards. They went to the awards ceremony and Zeki and I flew to Moscow. It was our first visit to Moscow. At the festival I coincided a few times with the famous Khirgiz writer Cengiz Aytmatov, whom I had met before when he came to Turkey. We chatted about literature and cinema. During one of those chats he asked “Why don’t you make films of my books?” I replied, “They would, but they’re afraid of writing your name on the poster.” “Why’s that?” he said. “Because even if you’re Khirgiz you’re still a citizen of the Soviet Union. In Turkey even mentioning the Soviet Union is regarded as a crime. It’s not that easy. But if I do it one day I’ll make sure I write your name on the poster in huge letters. Let’s just hope that day comes.” This was how it all started. I’m going to pause here before I go on. Upon my return from Moscow I was snowed under with work. Management was expecting a film from me. Kapıcılar Kralı (The Concierge King) had been a huge success and done very well at the box office. It was as though our next film too was guaranteed to be a success. I had only been a producer for 3-4 years. And I had made three films. I was considered successful. My manager in Adana and my friend İzzet Yılmaz wanted a film with Türkan Şoray in the leading role. And I had obtained a date for shooting from Ms Şoray. Atıf Yılmaz was going to shoot the film. Atıf abi1 was an old friend. And one of the best film directors. While I was at university, some 15-16 years before this time, my friend Yılmaz Güney worked as Atıf Yılmaz’s assistant. And because I needed money I asked my friend Güney to get me a few days’ work on the film. He had a word with Atıf Yılmaz and I earned myself a few pounds by working on the film set for five days. Atıf Yılmaz was everybody’s Atıf abi. He was intellectual, progressivist, and he had left wing sympathies. And we too grew up with the same convictions. Atıf abi and I began to work on script research. We started to work on a story by my dramatist friend Türker Tekin. But in the end the story went in a direction we didn’t want it to go and it turned into a dark film story. Ms Şoray was awaiting the script impatiently. Eventually we confessed the situation. The fact that it hadn’t worked in other words. One day, while we were discussing this, Ms Şoray said “Atıf 1 Translator’s note; abi is an affectionate term of respect used to address older males. Bey, I have a book. Read it, I’m sure you’ll love it. It would make a wonderful film.” Atıf abi replied “Let me have a word with Arif and then we’ll decide.” The next day Atıf abi came to the office and said, “I’ve got this story by Cengiz Aytmatov called Selvi Boylum Al Yazmalım. Have you read it?” “Of course I have” I replied. “I’ve read all of Cengiz’s books. Al Yazmalım is a great story.” “In that case let’s do it” he said. I vetoed it, because everyone knew that story. It had been made into a photo love story a few times too. “One was even called ‘A Driver’s Story’” I said. “Good” said Atıf abi, “even better. We’ll turn it into a movie. Cinema is different from photo love stories. If it’s that good we’ll make a good movie. You know Cengiz. You sort out the rights, and we’ll start on the film script right away.” “Okay abi” I said. I said okay but I had neither Cengiz’s telephone number or his address. But I knew that if I wrote a letter and addressed it to Cengiz Aytmatov, Soviet Union, it would reach him. It would find Cengiz. And that’s what I did. I wrote a letter. I put Cengiz Aytmatov on the envelope and sent it without any address at all. And in it I wrote that I wanted to make a film of his story Selvi Boylum Al Yazmalım, that we had started working on the film script and that when it was finished we would send it to him for his approval. Everything went according to plan. Ten days later I received a telegram from Cengiz, saying “My dear Arif, your idea of turning my story into a film has made me very happy. No need to send me the film script. I’ll see the film. Regards. Affection.” I showed the telegram to Atıf abi. Let’s get started right away then. Is there anyone you recommend for the film script?” “No, you can work with whoever you like” I said. “How about Ali Özgentürk?” “Why not.” That’s how we spoke to Ali and got started on the film script. The five male actors in the film and the other male actors’ roles were as important as Ms Şoray’s. Atıf abi and I discussed the casting. Kadir İnanir and Ahmet Mekin. Both were very good friends of mine. Things were starting to get off the ground. There was a dilemma in the story for us. When all was said and done it was a story set in the Soviet system. The story is set in a kolkhoz. Because kolkhozes do not exist in the capitalist system we decided to turn it into the story of a lorry driver working on a dam construction. The plot develops around the dam and its vicinities. Independently of the child being Türkan and Kadir’s, the new father, Ahmet Mekin, who steps in to take the place of Kadir who abandoned his child and family, loves and raises him as if he were his own son. The film advocates the thesis that Kadir’s wish to retrieve his son and take his wife away with him after so many years of absence is wrong and that the child is the child of the person who has exerted effort on his behalf, transmitting the message that Love is Emotional Investment. Next arose the problem of where to shoot the film. We came up with a solution for that too. Because it was obvious where we would shoot the film. There was a dam under construction in Osmaniye called the Aslantas Dam. The plot became the story of a driver working on a dam construction. While the writing of the film script was underway I set up the team. And we went on location to shoot before the script was finished. The team was lodged in local dam housing. That was very convenient for us. I sent my brother to go and take charge of the situation. And from time to time I also popped over to Osmaniye to keep an eye on things. At this stage a shortage of actors led us to take on Cengiz Sezici from the Adana Theatre. It was his first time playing a baddie. Cengiz gave a magnificent performance. And we also needed a small child. Just as we were wondering where we would find one, that day, amongst the people who came to see the set, were the cinema actor from Adana, Bilal İnci, and his wife and small daughter. Atıf abi was delighted with the little girl and immediately said “Let’s cut her hair and turn her into a boy. She can be in the film too.” Elif’s hair was cropped on the spot. And thus the little girl Elif became the boy Samet. Today she’s grown up and her career as a theatre and cinema actress continues. On one of my visits I asked Atıf abi’s permission to go into town with Kadir Inanir. Atıf abi said “Okay okay. Take him into town and don’t bring him back until morning. Because tomorrow I’m shooting the finale. Kadir needs to be exhausted and distraught”. We drank and made merry until dawn. An hour after we got back to the dam in the morning someone woke Kadir up and they started shooting. In the end, even if it was only for that reason, the finale was superb. The film was shot and went on release in April 1978. It was a huge success. But there was a handicap. In Traditional Turkish cinema the leading lady and man end up together. The end of this film flouted this convention. Because the film’s message is in favour of emotional investment. Immediately afterwards the film was invited to represent Turkey at the Taşkent Film Festival. The Taşkent Film Festival was very important for us. Which was why, before we went, we had 1,000 posters printed in black on red kerchiefs with embroidered or spangled edges. We also took with us 2,000 blue nazar boncuks2 which, according to Turkish tradition, would protect us from the evil eye. Atıf Yılmaz, Kadir İnanir, the other guests and I went to Taşkent. Ms Şoray arrived a few days later. Selvi Boylum Al Yazmalım was the festival’s opening film. That same night I presented the viewers with the kerchiefs we had had made for them as gifts. As well as the nazar boncuks. The cinema auditorium looked like a poppy field. The viewers loved the film. A few days later two people came looking for me at dinner. We introduced ourselves. One was a minister of cinema from Kyrgyzstan, the other a minister of culture. They told me that Cengiz Aytmatov was inviting us to Kyrgyzstan. During a one day break in the festival we travelled, together with a team, from Özbekistan to Kyrgyzstan. Türkan Şoray, Rüchan Adlı, Kadir İnanır, Atıf Yılmaz, me, the minister of 2 Blue beads in the form of an eye, believed to ward off the evil eye. Cinema Professor Oğuz Onaran, our consul Necil Nedimoğlu, his wife Emine and our interpreter, Ekber Babayef. People speak of Ekber as the man whom Nazım Hikmet loved like a son. When we arrived at Biskek airport which, in those days, was called Frunze, we were greeted with a huge ceremony. A group of some 15 small girls and boys at the head of a crowd approaching the aeroplane from the apron draped garlands around our necks. Behind Cengiz came every artist in Kyrgyzstan. Cinematographers, theatre actors, painters, sculptors, musicians, writers, poets. And behind them the Kyrgyzstan council of ministers. I introduced each person in our team to Cengiz individually. Then the champagne bottles started popping in the VIP lounge. It was sweltering. Cengiz whispered into my ear “Would you like to go home first or to the hotel?” “Home” I said. Because I wanted to give Cengiz and his family the leather clothes I had bought them from Turkey. In convoy we went to Cengiz’s house with the big garden outside the city, located at the foot of the Tian Shan mountains. On the first floor landing a young girl and boy served us kımız3. It was my first taste of the drink. It was like sour ayran4. It’s a kirghiz drink. We drank several glasses, then almost 30 of us sat down at the table. We ate and drank and chatted, then headed to our hotel. That night there was a screening of Selvi Boylum Al Yazmalım which we had brought with us. We, the film team, were trembling with excitement. Me in particular. The cinema was packed. A crowd of people ten times bigger than the number of people in the auditorium was waiting outside. Cengiz and I were sitting in the last row. 10 minutes into the film I was overcome with the urge to weep with emotion. I went out into the foyer immediately. The reception that would be given after the film was all prepared. I knocked back one drink after the other until the rest of them came out. “What would Cengiz say? Would he like it? Or would he say “What a useless film you’ve made of my book, you’ve turned my story into a pile of shit.” With these thoughts racing through my head the film came to an end. Cengiz was the first to come out into the foyer. I stood still as he walked towards me. Then he opened his arms wide and embraced me. “Bravo Arif” he said. “It was wonderful.” I wouldn’t have been that happy if someone had made me a present of the whole world. I was wild with joy. The Kirghiz director Bolat Semsiyef came and embraced me. He praised the film. He was followed by Senkul Corkmanof, who said “We have filmed this story twice before. Once as a cinema film, once as a serial. In the film I played Kadir İnanır’s part, and in the series I played Ahmet Mekin’s part. But allow me to confess that your film is better than both of ours. For as long as I live I will never forget the words of that swarthy young man who had carried off the prize of state artist four times. Nor the words of a Turkish film maker at the Varna Film Festival, who said “In Bulgaria Selvi Boylum Al Yazmalım has elevated us from second class to first class citizens.” That night after the reception we danced the halay5, drank and made merry. 3 A drink made from fermented mare’s milk. 4 A refreshing drink made from yogurt, salt and water. 5 An Anatolian Folk dance We got up early the following morning and, together with Ms Şoray and Rüchen bey, watched Bolat Sensiyef’s film Beyaz Gemi (The White Boat) then feasted on spectacular tandoor kebabs while chatting at the lunch given in our honour on the Tian Shan mountains. We watched the waltz of the wild horses on the mountains. Upon our return to the Taşkent Festival Türkan Şoray received the most important award, that of the actors’ union. At the Antalya Film festival of that year Selvi Boylum Al Yazmalım was deemed worthy of the major awards for best director, best cinematographer and best second film. At the same festival the film Maden, which I also produced, won first prize for best film. Tarık Akan and Hale Soygazı, who starred in that film, won the award for the most successful actor and actress, while Meral Orhansoy won the award for the most successful supporting actress. Furthermore, in the estimation of the international jury in Antalya, where it entered on behalf of Turkey, Maden won the award for best film. And I returned to Istanbul from Antalya with a whole collection of awards. The following year, that is, 1979, I was invited to the Varna film festival. I didn’t have a film at the festival. But upon the insistence of Ms Gripceva, the minister in charge of Bulgaria’s film acquisitions, I sold Selvi Boylum Al Yazmalım to Bulgaria for next to nothing, in other words, for the price of a tip. Ms Gripceva told me the film would smooth out all the problems between our two countries. Which is what convinced me. And she insisted they had no money. At that time Bulgaria was a Soviet satellite state. And a komekam country. As I mentioned above, there were disagreements from time to time between this poor country and my country. Accompanied by the award winning actor of Kapıcılar Kralı (The Concierge King) Kemal Sunal, I went to Varna in Bulgaria. This was a 10 day trip for us, there were also Turkish film makers there who had gone for the festival. And critics, and writers. Everywhere we went, on walls, on tree trunks, we found posters for Selvi Boylum Al Yazmalım. They were more like flyers than posters. The film’s name in Russian was “Krasnaya Kasinka”. That was also the name that appeared on the flyers. When Gripceva and I discussed how the film was doing her eyes radiated happiness. “Didn’t I tell you” she said “This film is going to change a lot of things.” And she was right. Because Gripceva went out of her way to ensure we were never left alone. She never left our side. One day a Bulgarian Turkish film maker who had been pursuing us relentlessly for several days approached us clutching a film magazine that had come out that month. The same film maker I mentioned above. The one who said “Thanks to this film, in Bulgaria we have been elevated from second class to first class citizens.” Reading from the magazine he began to translate for us. “Six months of box office sales for Selvi Boylum Al Yazmalım have hit the 16 million mark. You must have made a fortune” he said. Both Kemal and I were amazed. How can a population of 9 million in Bulgaria equal 16 million tickets we argued with that Turk. The young man said that he alone had seen it 15 times. But we were not convinced. We still didn’t take the figures too seriously. But two days later Kemal and I went to a place outside Varna that looked like a big night club. It was like a large amphitheatre in the midst of the jungle. All around it were gypsies’ caravans. At the door they told us they were fully booked. And because I started making a fuss, a young Turkish boy of about 15 immediately approached us. “Abi are you Turkish?” he asked. To which we replied that indeed we were and that we had been invited to the festival. Upon which the child enquired whether I had seen “Krasnaya Kasinka”. When I told him I was the film’s producer the child was ecstatic. “I’ve seen it 10 times. And I’d see it another 10. You wait here. I’ll go and talk to the manager and I’ll be right back. That Bulgarian man is a nice chap, he’ll let you in.” he said. Five minutes later he came back with a tall, handsome man of about 35. He introduced us to him. The man greeted us with a smile. He said it was a great honour and that he had seen the film 5 times. He invited us in. Once we entered he seated us in one of the caravans bordering the amphitheatre. “I’ll sort you out with a seat in 10 minutes, I’m sorry” he said, and left. True to his word, in ten minutes he came back for us with the child. The amphitheatre was comprised of wide platforms from top to bottom. There were tables on each platform, laden with food and drink. We started descending from the platforms, we walked and walked. Right at the bottom, beside the stage, there was a large table. I think it must have seated about 20, maybe 30. He seated us there. And saying he would send us a Turk to serve us he thanked us and left with the child. Shortly afterwards a heavily pregnant woman came to the table. She spoke Turkish. Because we had already eaten we ordered fruit and snack type things. At that moment all 6,000 eyes of the 3,000 people seated in the amphitheatre were turned on us. Because we were sitting at the table reserved for state officials or party big wigs. The woman’s name was İklime. On the stage gypsy girls were performing ballet. Kemal and I were watching them. Shortly after the ballerinas exited the stage they came to our table holding flowers and, in the case of the lead ballerina, two bottles of champagne. İklime told us they were congratulating us on “Krasnaya Kasinka” and that they were trying to express their happiness to have been honoured by our presence with flowers and champagne. And because of the attention we had received we finally believed the anecdote about the 16 million box office tickets that the Turkish film maker had shown us in the magazine. For the film we had made to bring us such honour was the greatest happiness that being a film maker had bestowed on us. When the time comes a film is the greatest supporter of international peace between two nations. As long as we know how to make that film I say. And I end my words with a quote from the founder of the Turkish Republic, Mustafa Kemal Atatürk: “PEACE AT HOME PEACE IN THE WORLD”. And I would like to express my sincere gratitude to the T.R. ministry of culture and tourism who, after 32 years, are participating in the restoration of Selvi Boylum Al Yazmalim, to Fondation Groupama Gan for Cinema, Fondation Technicolor for Cinema Heritage, and to those who work at Vipsaş and Fono film. Arif KESKİNER Atıf Yılmaz Batıbeki Kimdir? 9 Aralık 1925, Mersin – Türkiye 5 Mayis 2006, İstanbul – Türkiye Atıf Yılmaz İstanbul Üniversitesi’nde Hukuk ve Güzel Sanatlar okudu. Önceleri film eleştirmeni, senaryo yazarı ve yardımcı yönetmen olarak çalıştı. İlk filmi Kanlı Gözyaşı’nı 1951’de yaptı. 50 yıl boyunca yaklaşık 120 adet film yönetti. Ulusal ve uluslararası ödüller kazandı ve filmleri uluslararası festivallerde ‘maziye ait’ bölümlerinde gösterildi. Yaşamı boyunca, ekonomik nedenlerle sinema endüstrisinin film yapmayı durdurduğu dönemlerde dahi film yapmaktan asla vazgeçmedi. Atıf Yılmaz, Halit Refiğ, Yılmaz Güney, Şerif Gören, Zeki Ökten ve Ali Özgentürk gibi tanınmış diğer Türk film yönetmenlerinin profesyonel kariyerlerinde de önemli rol oynadı. FILMLERI 1. Eğreti Gelin (2005) nam-ı diğer Borrowed Bride (Uluslararası: İngilizce ünvan) 2. Eylül fırtınasi (2000) nam-ı diğer After the Fall (Uluslararası: İngilizce ünvan) 3. Nihavend mucize (1997) 4. Yer çekimli aşklar (1996) 5. Gece, melek ve bizim çocuklar (1994) 6. "Tatlı Betüş" (1993) Kısa TV filmi 7. Duş gezginleri (1992) nam-ı diğer Walking After Midnight (Uluslararası: İngilizce ünvan) 8. "Safiyedir kızın adı" (1991) Kısa TV filmi 9. Berdel (1990) 10. Ölü bir deniz (1989) 11. Arkadaşım şeytan (1988) nam-ı diğer Devil, My Friend (Uluslararası: İngilizce ünvan) 12. Kadının adı yok (1988) 13. Hayallerim, aşkım ve sen (1987) 14. Aaah Belinda (1986) 15. Asiye nasıl kurtulur? (1986) 16. Değirmen (1986) nam-ı diğer The Windmill (Uluslararası: İngilizce ünvan) 17. Adı Vasfiye (1985) nam-ı diğer Her Name Is Vasfiye (Uluslararası İngilizce ünvan: festival ünvanı) nam-ı diğer Vasfiye Is Her Name 18. Dul bir kadın (1985) 19. Bir yudum sevgi (1984) nam-ı diğer A Sip of Love (Uluslararası İngilizce ünvan: festival ünvanı) 20. Dağınık yatak (1984) 21. Şekerpare (1983) 22. Seni seviyorum (1983) 23. Dolap beygiri (1982) 24. Mine (1982) 25. Deli kan (1981) 26. Talihli amele (1980) 27. Adak (1979) nam-ı diğer The Sacrifice (ABD) 28. Minik Serçe (1979) nam-ı diğer The Little Sparrow (ABD) 29. Ne olacak şimdi (1979) 30. "Seyahatname" (1979) Kısa TV filmi 31. Kibar Feyzo (1978) 32. Selvi boylum, al yazmalım (1978) nam-ı diğer The Girl with the Red Scarf (Uluslararası: İngilizce ünvan) 33. Köşeyi dönen Adam (1978) 34. Acı hatiralar (1977) 35. Baskın (1977) nam-ı diğer The Raid (Uluslararası: İngilizce ünvan) 36. 37. 38. 39. 40. 41. 42. 43. 44. 45. 46. 47. 48. 49. 50. 51. 52. 53. 54. 55. 56. 57. 58. 59. 60. 61. 62. 63. 64. 65. 66. 67. 68. 69. 70. 71. 72. 73. 74. 75. 76. İbo ile Gülsah (1977) Baş belası (1976) Hasip ile nasip (1976) Mağlup edilemeyenler (1976) Tuzak (1976) Çapkın hırsız (1975) Deli Yusuf (1975) İşte hayat (1975) Zavallılar (1975) nam-ı diğer The Poor (Uluslararası: İngilizce ünvan) nam-ı diğer The Suffering Ones Kuma (1974) Salako (1974) Güllü geliyor güllü (1973) Kambur (1973) Mevlana (1973) Cemo (1972) Gelinlik kızlar (1972) Günahsızlar (1972) Köle (1972) Utanç (1972) nam-ı diğer Shame (Uluslararası: İngilizce ünvan) Zulüm (1972) Ateş parçası (1971) Battalgazi destanı (1971) nam-ı diğer Batal Khan (ABD: video ismi) Güllü (1971) Unutulan kadın (1971) Yedi kocalı Hürmüz (1971) Aşktan da üstün (1970) Darıldın mi cicim bana? (1970) Kara gözlüm (1970) Zeyno (1970) Kızıl vazo (1969) Kölen olayım (1969) Menekşe gözler (1969) Cemile (1968) Köroğlu (1968) Yaseminin tatlı aşkı (1968) Balatlı Arif (1967) Harun Reşid'in gözdesi (1967) Kozanoğlu (1967) Ah güzel Istanbul (1966) nam-ı diğer O Beautiful Istanbul (Uluslararası: İngilizce ünvan) Sevgilim artist olunca (1966) Ölüm tarlası (1966) nam-ı diğer The Death Field (Uluslararası: İngilizce ünvan) 77. Pembe Kadın (1966) 78. Toprağın kanı (1966) nam-ı diğer Blood of the Earth (Uluslararası: İngilizce ünvan) 79. Hep o sarkı (1965) 80. Taçsız kral (1965) nam-ı diğer The Crownless King (Uluslararası: İngilizce ünvan) 81. Muradın türküsü (1965) 82. Sayılı dakikalar (1965) 83. Yarın bizimdir (1964) 84. Erkek Ali (1964) 85. Kalbe vuran düşman (1964) 86. Keşanli Ali destanı (1964) nam-ı diğer Kesanli Ali's Epic (Uluslararası: İngilizce ünvan) 87. Azrailin habercisi (1963) nam-ı diğer The Messenger of Death (Uluslararası: İngilizce ünvan) 88. İki gemi yan yana (1963) nam-ı diğer Two Ships, Side by Side (Uluslararası: İngilizce ünvan) 89. Cengiz Han'in hazineleri (1962) nam-ı diğer Treasures of Genghis Khan (Uluslararası: İngilizce ünvan) 90. Battı balık (1962) 91. Beş kardeştiler (1962) 92. Bir gecelik gelin (1962) 93. Allah cezanı versin Osman Bey (1961) 94. Dolandırıcılar şahi (1961) nam-ı diğer King of the Swindlers (Uluslararası: İngilizce ünvan) 95. Kızıl vazo (1961) nam-ı diğer The Red Vase (Uluslararası: İngilizce ünvan) 96. Seni kaybedersem (1961) nam-ı diğer If I Lose You... (Uluslararası: İngilizce ünvan) 97. Tatlı bela (1961) nam-ı diğer The Sweet Calamity (Uluslararası: İngilizce ünvan) 98. Ayşecik - Şeytan çekici (1960) nam-ı diğer Aysecik: Bright Kid (Birleşik Krallık: harfi harfine İngilizce başlık) 99. Ölüm perdesi (1960) nam-ı diğer The Death Curtain (Uluslararası: İngilizce ünvan) 100. Suçlu (1960) nam-ı diğer The Guilty One (Uluslararası: İngilizce ünvan) 101. Karacaoğlan'ın kara sevdası (1959) 102. Alageyik (1958) nam-ı diğer The Fallow Deer (Uluslararası: İngilizce ünvan) 103. Bir şoförün gizli defteri (1958) 104. Bu vatanın çocukları (1958) nam-ı diğer This Land's Children (Uluslararası: İngilizce ünvan) 105. Kumpanya (1958) 106. Yaşamak hakkımdır (1958) 107. Gelinin muradı (1957) 108. Beş hasta var (1956) nam-ı diğer There Are Five Patients (Uluslararası: İngilizce ünvan) 109. Dağları bekleyen kız (1955) nam-ı diğer The Girl Who Watched the Mountain (Uluslararası: İngilizce ünvan) 110. İlk ve son (1955) nam-ı diğer The First and the Last (Uluslararası: İngilizce ünvan) 111. Kadın severse (1955) nam-ı diğer If a Woman Loves... (Uluslararası İngilizce ünvan: harfi harfine başlık) 112. Şimal yıldızı (1954) nam-ı diğer The North Star (Uluslararası: İngilizce ünvan) 113. Aşk ızdıraptır (1953) 114. Hıçkırık (1953) nam-ı diğer The Sob (Uluslararası: İngilizce ünvan) 115. İki kafadar deliler pansiyonunda (1952) 116. Kanlı feryat (1951) nam-ı diğer The Bloody Cry (Uluslararası: İngilizce ünvan) 117. Mezarımı taştan oyun (1951) SENARYOLARİ 1. Eğreti Gelin (2005) (yazar) nam-ı diğer Borrowed Bride (Uluslararası: İngilizce ünvan) 2. "Tatlı Betüş" (1993) Kısa TV filmi (yazar) 3. Asiye nasıl kurtulur? (1986) (yazar) 4. Dul bir kadın (1985) (senaryo) 5. Bir yudum sevgi (1984) (yazar) nam-ı diğer A Sip of Love (Uluslararası İngilizce ünvan: festival başlığı) 6. Mine (1982) (yazar) 7. Zübük (1980) (yazar) 8. Ne olacak şimdi (1979) (yazar) 9. Mağlup edilemeyenler (1976) (yazar) 10. Deli Yusuf (1975) (yazar) 11. Zavallılar (1975) (yazar) nam-ı diğer The Poor (Uluslararası: İngilizce ünvan) nam-ı diğer The Suffering Ones 12. Kuma (1974) (yazar) 13. Ateş parçası (1971) (yazar) 14. Battalgazi destanı (1971) (yazar) nam-ı diğer Batal Khan (ABD: video başlığı) 15. Kızıl vazo (1969) (yazar) 16. Yaseminin tatlı aşkı (1968) (yazar) 17. Keşanlı Ali destanı (1964) (yazar) nam-ı diğer Kesanli Ali's Epic (Uluslararası: İngilizce ünvan) 18. Öp annenin elini (1964) (yazar) 19. Yaban gülü (1962) (yazar) nam-ı diğer The Wild Rose (Uluslararası: İngilizce ünvan) 20. Seni kaybedersem (1961) (yazar) nam-ı diğer If I Lose You... (Uluslararası: İngilizce ünvan) 21. Ateşten damla (1960) (yazar) nam-ı diğer A Drop of Fire (Uluslararası: İngilizce ünvan) 22. Şoför Nebahat (1960) (yazar) nam-ı diğer Nebahat, the Driver (Uluslararası: İngilizce ünvan) 23. Suçlu (1960) (yazar) nam-ı diğer The Guilty One (Uluslararası: İngilizce ünvan) 24. Karacaoğlan'ın kara sevdasi (1959) (yazar) 25. Alageyik (1958) (yazar) nam-ı diğer The Fallow Deer (Uluslararası: İngilizce ünvan) 26. Bir şoförün gizli defteri (1958) (yazar) 27. Bu vatanın çocukları (1958) (yazar) nam-ı diğer This Land's Children (Uluslararası: İngilizce ünvan) 28. Çoban kızI (1958) (yazar) nam-ı diğer The Shepherd's Daughter (Uluslararası: İngilizce ünvan) 29. Kumpanya (1958) (yazar) 30. Üç arkadaş (1958) (yazar) nam-ı diğer Three Friends (Uluslararası: İngilizce ünvan) 31. Yaşamak hakkımdır (1958) (yazar) 32. Gelinin muradı (1957) (yazar) 33. Beş hasta var (1956) (yazar) nam-ı diğer There Are Five Patients (Uluslararası: İngilizce ünvan) 34. Dağları bekleyen kız (1955) (yazar) nam-ı diğer The Girl Who Watched the Mountain (Uluslararası: İngilizce ünvan) 35. Kadın severse (1955) (yazar) nam-ı diğer If a Woman Loves... (Uluslararası İngilizce ünvan: harfi harfine başlık) 36. Aşk ızdıraptır (1953) (yazar) 37. Hıçkırık (1953) (yazar) nam-ı diğer The Sob (Uluslararası: İngilizce ünvan) 38. İki kafadar deliler pansiyonunda (1952) (yazar) 39. Kanlı feryat (1951) (yazar) nam-ı diğer The Bloody Cry (Uluslararası: İngilizce ünvan) Who is Atif Yilmaz Batibeki ? 9 December 1925, Mersin – Turkey 5 May 2006, Istanbul – Turkey Atif Yilmaz studied Law and Fine Arts in Istanbul University. In the beginnings, he worked as a film critic, scriptwriter and assistant director, he made his first film The Bloody Cry in 1951. He has directed about 120 films over a period of 50 years. He has won national and international awards and his films have been screened in retrospectives in various international festivals. He never gave up making movies throughout his life, and even in the time when the industry stopped filmmaking due to economic reasons. Atif Yilmaz played an important role in the professional career of notable Turkish film directors like Halit Refig, Yilmaz Güney, Serif Gören, Zeki Ökten and Ali Özgentürk. FILMOGRAPHY 1. Egreti gelin (2005) aka Borrowed Bride (International: English title) 2. Eylül firtinasi (2000) aka After the Fall (International: English title) 3. Nihavend mucize (1997) 4. Yer çekimli asklar (1996) 5. Gece, melek ve bizim çocuklar (1994) 6. "Tatli Betüs" (1993) TV mini-series 7. Dus gezginleri (1992) aka Walking After Midnight (International: English title) 8. "Safiyedir kizin adi" (1991) TV mini-series 9. Berdel (1990) 10. Olu bir deniz (1989) 11. Arkadasim seytan (1988) aka Devil, My Friend (International: English title) 12. Kadinin adi yok (1988) 13. Hayallerim, askim ve sen (1987) 14. Aaah Belinda (1986) 15. Asiye nasil kurtulur? (1986) 16. Degirmen (1986) aka The Windmill (International: English title) 17. Adi Vasfiye (1985) aka Her Name Is Vasfiye (International: English title: festival title) aka Vasfiye Is Her Name 18. Dul bir kadin (1985) 19. Bir yudum sevgi (1984) aka A Sip of Love (International: English title: festival title) 20. Daginik yatak (1984) 21. Sekerpare (1983) 22. Seni seviyorum (1983) 23. Dolap beygiri (1982) 24. Mine (1982) 25. Deli kan (1981) 26. Talihli amele (1980) 27. Adak (1979) aka The Sacrifice (USA) 28. Minik Serce (1979) aka The Little Sparrow (USA) 29. Ne olacak simdi (1979) 30. "Seyahatname" (1979) TV mini-series 31. Kibar Feyzo (1978) 32. Selvi boylum, al yazmalim (1978) aka The Girl with the Red Scarf (International: English title) 33. Köseyi dönen Adam (1978) 34. Aci hatiralar (1977) 35. Baskin (1977) aka The Raid (International: English title) 36. Ibo ile Gülsah (1977) 37. Bas belasi (1976) 38. 39. 40. 41. 42. 43. 44. 45. 46. 47. 48. 49. 50. 51. 52. 53. 54. 55. 56. 57. 58. 59. 60. 61. 62. 63. 64. 65. 66. 67. 68. 69. 70. 71. 72. 73. 74. 75. 76. 77. 78. Hasip ile nasip (1976) Maglup edilemeyenler (1976) Tuzak (1976) Çapkin hirsiz (1975) Deli Yusuf (1975) Iste hayat (1975) Zavallilar (1975) aka The Poor (International: English title) aka The Suffering Ones Kuma (1974) Salako (1974) Gullu geliyor gullu (1973) Kambur (1973) Mevlana (1973) Cemo (1972) Gelinlik kizlar (1972) Günahsizlar (1972) Köle (1972) Utanç (1972) aka Shame (International: English title) Zulüm (1972) Ates parcasi (1971) Battalgazi destani (1971) aka Batal Khan (USA: video title) Gullu (1971) Unutulan kadin (1971) Yedi kocali Hürmüz (1971) Asktan da üstün (1970) Darildin mi cicim bana? (1970) Kara gözlüm (1970) Zeyno (1970) Kizil vazo (1969) Kölen olayim (1969) Menekse gözler (1969) Cemile (1968) Köroglu (1968) Yaseminin tatli aski (1968) Balatli Arif (1967) Harun Resid'in gözdesi (1967) Kozanoglu (1967) Ah güzel Istanbul (1966) aka O Beautiful Istanbul (International: English title) Sevgilim artist olunca (1966) Ölüm tarlasi (1966) aka The Death Field (International: English title) Pembe Kadin (1966) Topragin kani (1966) aka Blood of the Earth (International: English title) 79. Hep o sarki (1965) 80. Taçsiz kral (1965) aka The Crownless King (International: English title) 81. Muradin türküsü (1965) 82. Sayili dakikalar (1965) 83. Yarin bizimdir (1964) 84. Erkek Ali (1964) 85. Kalbe vuran düsman (1964) 86. Kesanli Ali destani (1964) aka Kesanli Ali's Epic (International: English title) 87. Azrailin habercisi (1963) aka The Messenger of Death (International: English title) 88. Iki gemi yan yana (1963) aka Two Ships, Side by Side (International: English title) 89. Cengiz Han'in hazineleri (1962) aka Treasures of Genghis Khan (International: English title) 90. Batti balik (1962) 91. Bes kardestiler (1962) 92. Bir gecelik gelin (1962) 93. Allah cezani versin Osman Bey (1961) 94. Dolandiricilar sahi (1961) aka King of the Swindlers (International: English title) 95. Kizil vazo (1961) aka The Red Vase (International: English title) 96. Seni kaybedersem (1961) aka If I Lose You... (International: English title) 97. Tatli bela (1961) aka The Sweet Calamity (International: English title) 98. Aysecik - Seytan cekici (1960) aka Aysecik: Bright Kid (UK: literal English title) 99. Ölüm perdesi (1960) aka The Death Curtain (International: English title) 100. Suçlu (1960) aka The Guilty One (International: English title) 101. Karacaoglan'in kara sevdasi (1959) 102. Alageyik (1958) aka The Fallow Deer (International: English title) 103. Bir soförün gizli defteri (1958) 104. Bu vatanin çocuklari (1958) aka This Land's Children (International: English title) 105. Kumpanya (1958) 106. Yasamak hakkimdir (1958) 107. Gelinin muradi (1957) 108. Bes hasta var (1956) aka There Are Five Patients (International: English title) 109. Daglari bekliyen kiz (1955) aka The Girl Who Watched the Mountain (International: English title) 110. Ilk ve son (1955) aka The First and the Last (International: English title) 111. Kadin severse (1955) aka If a Woman Loves... (International: English title: literal title) 112. Simal yildizi (1954) aka The North Star (International: English title) 113. Ask izdiraptir (1953) 114. Hiçkirik (1953) aka The Sob (International: English title) 115. Iki kafadar deliler pansiyonunda (1952) 116. Kanli feryat (1951) aka The Bloody Cry (International: English title) 117. Mezarimi tastan oyun (1951) SCENARIOS 1. Egreti gelin (2005) aka Borrowed Bride (International: English title) 2. "Tatli Betüs" (1993) TV mini-series 3. Asiye nasil kurtulur? (1986) 4. Dul bir kadin (1985) (screenplay) 5. Bir yudum sevgi (1984) aka A Sip of Love (International: English title: festival title) 6. Mine (1982) 7. Zübük (1980) 8. Ne olacak simdi (1979) 9. Maglup edilemeyenler (1976) 10. Deli Yusuf (1975) 11. Zavallilar (1975) aka The Poor (International: English title) aka The Suffering Ones 12. Kuma (1974) 13. Ates parcasi (1971) 14. Battalgazi destani (1971) aka Batal Khan (USA: video title) 15. Kizil vazo (1969) 16. Yaseminin tatli aski (1968) 17. Kesanli Ali destani (1964) aka Kesanli Ali's Epic (International: English title) 18. Öp annenin elini (1964) 19. Yaban gülü (1962) aka The Wild Rose (International: English title) 20. Seni kaybedersem (1961) aka If I Lose You... (International: English title) 21. Atesten damla (1960) aka A Drop of Fire (International: English title) 22. Soför Nebahat (1960) aka Nebahat, the Driver (International: English title) 23. Suçlu (1960) aka The Guilty One (International: English title) 24. Karacaoglan'in kara sevdasi (1959) 25. Alageyik (1958) aka The Fallow Deer (International: English title) 26. Bir soförün gizli defteri (1958) 27. Bu vatanin çocuklari (1958) aka This Land's Children (International: English title) 28. Çoban kizi (1958) aka The Shepherd's Daughter (International: English title) 29. Kumpanya (1958) 30. Üç arkadas (1958) aka Three Friends (International: English title) 31. Yasamak hakkimdir (1958) 32. Gelinin muradi (1957) 33. Bes hasta var (1956) aka There Are Five Patients (International: English title) 34. Daglari bekliyen kiz (1955) aka The Girl Who Watched the Mountain (International: English title) 35. Kadin severse (1955) aka If a Woman Loves... (International: English title: literal title) 36. Ask izdiraptir (1953) 37. Hiçkirik (1953) aka The Sob (International: English title) 38. Iki kafadar deliler pansiyonunda (1952) 39. Kanli feryat (1951) aka The Bloody Cry (International: English title) OYUNCULAR TÜRKAN ŞORAY (ASYA) • KADİR İNANIR (İLYAS) • AHMET MEKİN (CEMŞİT) • NURHAN NUR (ASYA'NIN ANNESİ) HÜLYA TUĞLU (DİLEK) • CENGİZ SEZİCİ (CAN) • İHSAN YÜCE (ALİ) • ELİF İNCİ (SAMET) • PERİHAN DOYGUN (KOMŞU HALİME) • EROL BATIBEKİ • GÜNAY GÜNER • BÜLENT İĞDİROĞLU • TACİ ERŞAN “Gerçek bir sihirdi” Türkan Şoray (Başrol aktrist) SESLENDİRME TİJEN PAR • PEKCAN KOŞAR • KAMRAN USLUER • KAMURAN YÜCE • ZAFER ÖNEN • GÖKSEL KORTAY “Yılmaz’in bir başyapıtıydı” Atilla Dorsay (Film eleştirmeni) EKİP yönetmen ATIF YILMAZ BATIBEKI • eser CHINGIZ AITMATOV • görüntü yönetmeni ÇETİN TUNCA müzik CAHİT BERKAY senaryo ALİ ÖZGENTÜRK • yapımcı ARİF KESKİNER • yönetmen yardımcısı JAN BRINDIZI kamera asistanı MAHMUT YUMUŞAK • prodüksiyon amiri EROL DENİZ • ışık şefi EROL BATIBEKİ • ışık ekibi İLYAS KURÜN, METİN ERDOĞDU • set ekibi BEDRİ UĞUR, ERDİL DEMİRCİ, SELİM ACAR “Şimdiye kadar yapılmıs en iyi aşk filmi” Hincal Uluç (Gazeteci) 1977 Selvi Boylum Al Yazmalim KONUSU Kırgız yazar Cengiz Aymatof’un aynı adlı yapıtından sinemaya uyarlanan film. Bir köylü kızıyla, yöredeki baraj yapımında kum taşıyan bir kamyonun şoförü arasındaki hüzün ve acılarla örülmüş bir sevda hikayesidir. Adana’nın Aslantaş yöresindeki bir dağ köyünde yaşayan Asya (Türkan Şoray) baraja kum taşıyan şoför İlyas (Kadir İnanır) birbirini görüp aşık olurlar. Asya’yı kaçıran İlyas, dostlarının da yardımıyla düğün yapar. Kısa bir süre sonra oğulları Samet doğar. Mutlukları bir kez daha pekişir. İlyas bir gece yarısı yarı donmuş bir durumda olan yapı ustası Cemşit’in (Ahmet Mekin) hayatını kurtarır. İşveren tarafından onarım servisine verilen İlyas, tekdüzeliğe bürünen evliliğinin sonucunda buradaki Dilek (Hülya Tuğcu) adındaki sekreterle ile ilişki kurar. Asya’nın mutluluğu da buraya kadardır. Nice sevdalar üzerine kurdukları evliliğin üzerinde kara bulutlar gezinmeye başlar. Gerçi İlyas’ın kamyonunun adı (Aldırma Gönül) den (Al Yazmalım)a çevrilmiştir ama, bu yalnızca kamyonun üzerinde bir ad olarak kalır. Ne bir sevdanın adını taşıyan kamyon ne de onun şoförünün yolu artık ne yüreklerden ne de yeterince yaşanmamış, yarım kalmış sevdanın yanından bile geçmez. Yalnız kalan Asya, kucağındaki bebekle yollara düşer. Nereye gideceğini, kimlere tutunabileceğini bilmeden. Bu kez yoluna, eşini ve çocuğunu depremde yitirmiş Cemşit çıkar. Ona ve çocuğuna sahip olarak yaşam kırgını kadının gönlünü kazanmak ister. Artık ailenin reisi Cemşit’tir. Asya ve küçük oğlu onun yanında iyiliklerle donatılmış bir aile huzurunu yaşamaya başlar. Ama gönlü hala ilk göz ağrısı İlyas’tadır. Bir gün onun çıkıp geleceğine inanır ve tüm huzuruna rağmen onu hep bekler. Yıllar sonra İlyas çıkıp gelir. Bir zamanlar deliler gibi sevdiği karınsı, biricik oğlunu ve yaşanmamış, yarım kalmış sevgisini geri istercesine. Asya böylesine bir durumda nasıl seçim yapması gerektiğini kestiremez. Ya Samet? Yeterince görmediği, hatta tanıma olanağını bulmadığı, bir gün kendilerini ansızın bırakıp giden gerçek babasına nasıl yaklaşacaktır? Asya; sevdiği erkek, çocuğunun babası İlyas’la, en güç durumlarda kendine elini ve yüreğini uzatan Cemşit arasında bir seçim yapmak zorundadır. Sevgi mi, emek mi? İkilemi üzerinde düğümlenip kalır. Ama tercihini emekten yana koyar. Yüreğinin ortasında onca sevgiyi taşımasına rağmen… ÖDÜLLERİ 1978 Taşken Film Festivali’nde bu filmdeki yorumuyla Türkan Şoray En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandı. 1978’deki 15. Antalya Film Şenliği’nde; En İyi Film, En İyi Yönetmen (Atıf Yılmaz), En İyi Görüntü Yönetmeni (Çetin Tunca) ödüllerini kazandı. CAST TÜRKAN ŞORAY (ASYA) • KADİR İNANIR (İLYAS) • AHMET MEKİN (CEMŞİT) • NURHAN NUR (ASYA'S MOTHER) HÜLYA TUĞLU (DİLEK) • CENGİZ SEZİCİ (CAN) • İHSAN YÜCE (ALİ) • ELİF İNCİ (SAMET) • PERİHAN DOYGUN (HALİME THE NEIGHBOUR) • EROL BATIBEKİ • GÜNAY GÜNER • BÜLENT İĞDİROĞLU • TACİ ERŞAN VOICE CAST TİJEN PAR • PEKCAN KOŞAR • KAMRAN USLUER • KAMURAN YÜCE • ZAFER ÖNEN • GÖKSEL KORTAY “It was real magic” Turkan Soray (Leading actress) “It was Yilmaz’s masterpiece” Atilla Dorsay (Film Critic) CREW director ATIF YILMAZ BATIBEKI • story by CHINGIZ AITMATOV • director of photography ÇETİN TUNCA music by CAHİT BERKAY • screenplay by ALİ ÖZGENTÜRK • producer ARİF KESKİNER • assistant director JAN BRINDIZI • camera assistant MAHMUT YUMUŞAK • executive producer EROL DENİZ • lighting technical director EROL BATIBEKİ • lighting technicians İLYAS KURÜN, METİN ERDOĞDU • other crew BEDRİ UĞUR, ERDİL DEMİRCİ, SELİM ACAR “It is the best love film ever” Hincal Uluc (Journalist) 1977 Selvi Boylum Al Yazmalim (The Girl with the Red Scarf) SYNOPSIS Film adapted for cinema from the Kirghiz writer Cengiz Aymatof’s work of the same name. It is the heart rending, tear jerking story of the love between a peasant girl and a lorry driver employed to transport sand to a local dam construction. Asya (Türkan Şoray) who lives in a mountain village in the Aslantaş region of Adana and İlyas (Kadir İnanır), a lorry driver employed to transport sand to the dam, meet and fall in love. İlyas abducts Asya and, with the help of his friends, they get married. Shortly afterwards their son, Samet, is born, thus sealing their happiness once again. Late one night İlyas saves the life of the construction manager, Cemşit, whom he discovers half frozen in the road. İlyas’ employers transfer him to work in the repairs department. Tired of the monotony of married life, he embarks on an affair with Dilek (Hülya Tuğcu) the department’s secretary, thus bringing Asya’s happiness to an abrupt end. Dark clouds begin to loom over the marriage they have built on the basis of such deep love. İlyas may well have changed his lorry’s name from Never Mind my Love to Al Yazmalım (The Girl with the Red Scarf), but it is nothing more than a name emblazoned on the vehicle. Neither the lorry named after their love story, nor its driver’s path remotely approach their hearts, nor their short lived, prematurely ruptured love. Abandoned and destitute, Asya hits the road with her baby in her arms, with no idea of where she is headed or whom she can turn to. It is at this point that she encounters Cemşit, who has lost his wife and child in an earthquake. He makes it his mission to protect her and her child and win the heart of this disillusioned young woman. Cemşit thus becomes the head of her family. With him Asya and her small son commence a new phase of domestic contentment, in which they know nothing but kindness. But Asya’s heart still belongs to her first love, İlyas. She believes that one day he will come in search of her and, despite the serenity of her domestic life she never gives up the wait for him. Years later İlyas does indeed appear. With the intention of winning back the wife he once loved so passionately, their only son and their short lived, prematurely ruptured love. Asya is at a loss as to which choice she should make. Furthermore she needs to consider Samet. How is he supposed to bond with the biological father he has barely seen, whom he has not even had the chance to get to know, and who one fine day suddenly abandoned him? Asya is forced to choose between İlyas, the man she loves, her son’s father, and Cemşit, who offered her his support and his heart in her darkest days. She is forced to choose between love and emotional investment. Torn apart by her dilemma she eventually decides in favour of emotional investment. Even though her heart is still overflowing with love… AWARDS Türkan Şoray won the award for best actress at the 1978 Taşken Film Festival for her role in this film. At the 15th Antalya Film Festival in 1978 Selvi Boylum, Al Yazmalım carried off the awards for Best Film, Best Director (Atıf Yılmaz) and Best Cinematographer (Çetin Tunca). FOOTPRINTS… ATIF ABİ’s1 FOOTPRINTS… I’m thinking, with my eyes closed. I’m thinking about Atıf Abi. We run into each other on Yeşilçam Street. As he said “Hey Şerif, what’s up?”the ash from the cigarette always hanging from his lips drooped, threatening to fall at any moment. “I’m fine Abi” I say. He was, as ever, closely shaven, his hair groomed, the creases in his trousers like razor blades, his shirt gleaming… Neat, as ever… Like his screenplays, Like his films… NEAT… In his eyes I see the film “The Girl with the Red Scarf” which advocates that love is emotional investment. Like a little scallywag boy, he has a glint in his eye… His eyes twinkle. I see women.. I see Nurhan abla2 , Ayşe Şasa, Deniz, Türkan Şoray, etc ETC, ETC, ETC, ETC, ETC……………..ETC……………….. …….ETC……………………………..ETC…………………………. I see Ah Belinda, Her Name is Vasfiye, Mine, A Widow, How Will Asiye Escape, Atıf Abi asks “have you seen them all?” “Why naturally Atıf abi” I reply. He smiles…He takes my arm, we walk in Yeşilçam…. Our shadows accompany us, Until black clouds block the sun… I look up…I can’t see the blue of the sky anymore… Atıf abi looks at me and says “Why did you make ten films about women Şerif?” “So there wouldn’t be any women left for you abi” I reply… We stop for a moment, helpless with laughter… Helpless… Atıf abi’s cigarette ash, unable to resist the irresistible pull of gravity, careers down… As we glide in slow motion towards the tarmac opposite Emek [Effort] cinema… It starts to thunder Lightning strikes… AND, a drop that has broken free from the black clouds silently strikes the spot where the ash has fallen… ………………………………………… ATIF YILMAZ walks in rainsoaked YEŞİLÇAM street. LEAVING footprints… ŞERİF GÖREN Film director 1 Translator’s note: Abi is an affectionate term of respect used for older males. 2 Translator’s note: Abla is the feminine equivalent of abi. THE WEEK’S FILMS The Girl with the Red Scarf Turkish film directed by Atıf Yılmaz, 1978. Starring: Türkan Şoray, Kadir İnanır, Ahmet Mekin, Hülya Tuwğlu, İhsan Yüce. This week we’re seeing Atıf Yılmaz’s film “The Girl with the Red Scarf” (Selvi Boylum, Al Yazmalım) that won the prize for the second best film after Mine (Maden) at the 15th International Antalya Art Festival. The harbinger of the onset of deepest winter, announcing that its entry will be sudden, forewarns that the cold days are accompanied by the despondency of the new season. In such an environment there is no doubt that “The Girl with the Red Scarf”, with all its defects and virtues, is a heartening spark for Turkish cinema. Different in every way, starting with its poster, it promises from the very first glance to transcend the Yeşilçam conventions. Atıf Yılmaz, now at the zenith of his career, who, since the 1950s, has succeeded in balancing the style of his films and who after attempting practically every genre has demonstrated a marked preference for themes revolving around villages and rural environments, has presented creations that have already earned their place in our cinema’s history. Even if he has managed to convey “messages” to society in marked doses, and, even if, influenced by the conditions, he occasionally latches onto cheap and one dimensional “compromises, his cinematographic narrative style, developed by his filmography that becomes increasingly richer by the year, shows, with his film “The Girl with the Red Kerchief”, a love story of melodramatic dimensions. Steering clear as far as possible from the doors of Yeşilçam, with its flagrantly exploited, characteristically individualistic concept of love, which the film turns its back on… “The Girl with the Red Scarf”, filmed in an environment and atmosphere in fitting with its sensitivity, is perceived as the product of two basic characteristics of Atıf Yılmaz’s cinema, his simple image perception, which eclipses words, and his use of a nature-environment location which can be considered successful, rather than of his plot. In my opinion the perfection with which the images are used, to which we are so unaccustomed in our cinema (we should mention here the achievement of Çetin Tunca, the director of cinematography), the indoor and outdoor locations, the expert depiction of the region in which the film is set, which again does not conform to the conventions of our cinema, render “The Girl with the Red Scarf” exceptional. Ali Özgentürk wrote the screenplay of the film adapted from a story by the famous Kirghiz writer Cengiz Aytmatov. The beginning, in which Asya (Türkan Şoray), who lives in a mountain village where a dam is under construction, and the lorry driver İlyas (Kadir İnanır) meet and fall in love develops using a highly effective cinematographic narration. In this section Atıf Yılmaz, who on this occasion has been able to work exactly as he wishes, has brought together all the elements required for success. The pace, which increases with İlyas’ abduction of Asya, reaches its peak with the shots of the wedding which İlyas’ friends are instrumental in bringing about. Asya gives birth to a baby boy one night when the “Istanbul urbanite” İlyas is out working. This marks the end of her happiness. From this point on, everything becomes bleak. One blustering, stormy night, İlyas goes out in his red lorry, originally called “Never Mind my Love” now renamed “My Red Kerchiefed Beloved”. Although it costs him his job, he saves a broken down minibus with 11 passengers, including Cemşit (Ahmet Mekin), from certain death. To his mortification İlyas is demoted to the repairs department. In a state of desperation, he gives himself up to drink. The character of the secretary, Dilek (Hülya Tuğlu), a vital component of any melodramatic creation, is different from the “evil other” women we have been heretofore used to. The damage however, has been done and Asya takes to the roads, with her baby, Samet, in her arms. Atıf Yılmaz, who manages, by a hair’s breadth, to prevent the progressive stagnation of the film’s pace and stops the film from turning into an over the top melodrama by use of internal monologues, which add flavour to the narrative, thrusts the construction manager Cemşit, who has lost his wife and two children in an earthquake, into the forefront of the action in the second half of the film. Having lost İlyas Asya turns to Cemşit, who is naturally inclined to behave like her guardian angel. While in the Asyaİlyas relationship the theme of inequality between men and women that has been ongoing in Anatolia for so many eras is lightly touched upon off screen, in the Asya-Cemşit-Samet relationship the correlation between love-emotional investment is heavily stressed. The master of love, or the investor in love, Cemşit, who has invested all his kindness, friendship and effort in the attempt to win Asya’s love (he has already won the young Samet’s), in the unnecessarily prolonged, tear jerking ending, is, in contrast to İlyas, whom they reencounter, the film’s “preferred”, sympathetic hero who deserves happiness. Even if it is argued that the queen of our cinema, Türkan Şoray, is on this occasion more successful in portraying a village girl than she has been on other occasions, in “The Girl with the Red Scarf” which has been entirely adapted to Şoray’s requirements, this is not really the case. Turkan Şoray gives an emotional, eloquent performance within an overkill in the film’s flow. And at the end, when it is expected is that the idea that real love is emotional investment will be quashed, the tearful faces of İlyas and Asya, staring at the Asya-Samet-Cemşit triangle in disbelief are worthy of respect. “The Girl with the Red Scarf” has been thoroughly cleansed of the minor errors, frivolity, exaggeration, traditional defects and unnecessary excesses that characterise our cinema. It can also be asserted that “The Girl with the Red Scarf” has been faithfully adapted from the Soviet work by Aytmatov which we have seen in previous years and again a couple of weeks ago. Atıf Yılmaz’s product of painstaking effort, “The Girl with the Red Scarf” is, possibly on account of its details, possibly on account of its narrative technique, an interesting, original work. In this, his latest film, also worthy of respect from a technical point of view, Atıf Yılmaz, while appearing to be saying nothing new, proves himself, by dramatising his narrative from beginning to end with a lively, dynamic flair for image, brushing aside the market conditions with one sweep of the hand, to be one of the most dynamic, outstanding personages in Turkish cinema. “The Girl with the Red Scarf”, a modest, well meaning and impressive product, is the only film worth seeing this week It is a ripe work of Atıf Yılmaz, in every way deserving of interest and praise, being as he is one of the most productive and prolific representatives of our cinema’s now aging generation ... SUNGU ÇAPAN Milliyet Arts Supplement (1978) Letter from CENGIZ AYTMATOV My dear friends Arif and Ali I’ve received the screenplay you sent me. You have my full consent to cast the Turkish cinema stars Türkan Şoray and Kadir İnanır. Feel free to make any changes to the screenplay that you see fit. I wish you every success in your lives and in your work. Cengiz Aytmatov I could probably write a book about “The Girl with the Red Scarf”, which has played a very important part in my cinematographic career. When I received the offer for “The Girl with the Red Scarf” during those years of intense hard work, my debt of loyalty to Atıf Yılmaz, my friendship with his associate Arif Keskiner, and the added bonus of working with Türkan Şoray made me accept without hesitation. What’s more, the story was wonderful. The emotion and excitement needed to make a film into a masterpiece were there from the first day to the last, never waning, if anything, they increased. All the film’s creators were convinced we were making a great film. Atıf Yılmaz, Çetin Tunca, Ali Özgentürk, Ahmet Mekin, Nurhan Nur, Elif İnci and everyone else involved in the making of the film was wholly meticulous and decisive. This film, that brought the success of other films Türkan Şoray and I had made together to a peak, has become one of the most acclaimed films of Turkish cinema. Material concerns did not affect anyone except the technical team. Ayhan Şahenk’s ceding the dam construction site to us as a location and the contribution of the residents of Osmaniye on account of Arif Keskiner being from there were the main elements that eased the filming process. One of the important factors that enabled us to make such a great film using the most low budget technology is the warmth, honesty, patience and sincerity that we brought to this film. We devoted both Love and Emotional Investment to it. In line with the film’s message that love is emotional investment. Don’t imagine that I have forgotten Cengiz Aytmatov. The film was adapted from his work and he deserves more credit for its success than any of us. Kadir İnanır Main actor (Ilyas) of Selvi Boylum Al Yazmalim March 5, 2010 About the restoration partners Çıçek Fılm Çıçek Fılm daha önce kurulup üç film yaptıktan sonra isim değiştiren Ekta Film'in yerine kuruldu. İlk filmi Kurt Kız'dan sonra başrolünü Kemal Sunal'ın oynadığı ve yönetmenliğini Zeki Ökten'in yaptığı Kapıcılar filmini yaptı. Bu filmle Antalya Film festivalinde en iyi yönetmen, en iyi oyuncu ve en iyi İkinci film ödüllerini kazandı. Daha sonra Atıf Yılmaz'la yaptığı Selvi Boylum Al yazmalım filmi ile yine Antalya Film festivalinde en iyi yönetmen, en iyi görüntü yönetmeni ve en iyi ikinci film ödüllerini kazandı. Ayrıca bu filmle yurt dışında da ödül kazandı. Maden filmi ile katıldığı Antalya Film festivalinde En iyi erkek, en iyi kadın, en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülü-nün yanı sıra en iyi film ödülünü de kazandı. Aynı yıl yine Antalya'da düzenlenen uluslararası festivalde de en iyi Film ödülünü kazandı. Daha sonra yönetmenliğini Metin Erksan'ın yaptığı Sensiz Yaşayamam adlı filmi yaptı. 10 bölümlük Anadolu Uygarlıkları belgesellerinin ardından TRT televizyonu adına 3 bölümlük Bay Alkolü Takdimimdir dizisinden sonra yine TRT'ye 5 bölümlük mizah dizisi yaptı. Çıçek Film 1992 de Tunç Başaran'la yaptığı Piano Piano Bacaksız filmiyle Antalya, İstanbul ve İranda en iyi film ödüllerini kazandı. After being founded and making three films Çıçek Film was set up in place of Ekta Film, which had changed its name. Daha sonra Özel televizyonlar için 10 bölümlük yüzümüzü güldürenler dizisi filme aldı. Its first film was the film The Concierge King (Kapıcılar Kralı), directed by Zeki Ökten, in which Kemal Sunal played the starring role following his film Wolf Girl (Kurt Kız). This film won the award for best director, best actor and second best film at the Antalya Film Festival. Subsequently, the film “The Girl with the Red Scarf” that Zeki Ökten made with Atıf Yılmaz won the award for best director, best cinematographer and second best film at the Antalya Film festival. He also won awards for this film abroad. With the film Mine (Maden), which he took to the Antalya Film Festival, he won the award for best actor, best actress and best supporting actress, together with the award for the best film. In the same year he won the award for best film at the international film festival, also held in Antalya. Subsequently he made the film I Can’t Live Without You (Sensiz Yaşayamam) directed by Metin Erksan. Following a 10 part documentary entitled Anatolian Civilisations (Anadolu Uygarlıkları) he made a 3 part serial for the channel TRT entitled The Gentleman Alcohol is my Offering (Bay Alkolü Takdimimdir). After that he made a 5 part humorous serial, also for TRT. In 1992 the film Piano Piano Loser (Piano Piano Bacaksız) that he made with Tunç Başaran won the award for best film in Antalya, Istanbul and Iran. Subsequently he made a film of the 10 part serial Those who Bring us Joy (Yüzümüzü Güldürenler) for private television channels. Sinema için Groupama Gan Vakfı Sinema Mirası için Technicolor 1987’de kurulmuş olan Sinema için Groupama Gan Vakfı bugün Fransız sinemasının önemli özel ortaklarından birisidir. Verdiği proje hibeleriyle bugüne dek 130 film yapımcısına ilk uzun metrajlı filmlerinde eşlik etmiştir. Bugün filmlere verdiği destek bir kalite göstergesi olarak kabul edilmektedir. Vakıf ayrıca Fransa’da ve yurtdışında olmak üzere 30’dan fazla film festivalini desteklemektedir. Bu yıl bir kez daha Cannes Film Festivali’nde Prix Un Certain Regard - Groupama Gan pour le Cinéma Vakfı ödülünü verecektir. Vakıf klasikleşmiş birçok filmin yenilenmesine de öncülük etmektedir. Luis Brunel’e ait L’Age d’Or ve Jacques Tati’ye ait Jour de Fête, PlayTime ve Mon Oncle’nin yenilenmesi çalışmalarına katılmıştır. Sadece bu yıl Lütfi Akad’ın ilk filmi olan Strike the Whore’un, Manuel de Oliveira’in iki belgeseli ve tabiii ki de Jacques Tati’nin Les Vacances de Mr Hulot!’unun yenilenmesi çalışmalarına katılmıştır. Vakıf, Serge Bomberg’in Henri-Georges Clouzot’s Inferno’sunun yapımının yanısıra Michelangelo Antonioni’nin China-Chung Kuo belgeselinin kesilmemiş tam versiyonunun yayınlanmasını da finanse etmiştir. 2006’da yaratılan Sinema Mirası için Technicolor Vakfı (daha önce Thomson Vakfı) kar amacı gütmeyen ve bir ülkenin kültür ve tarihini yansıtan işitsel-görsel mirasın ve filmlerin korunması ve teşvik edilmesi alanında faaliyet gösterir. Technicolor Vakfı tüm dünyada aktiftir ve önceliği arşivlerin risk altında olduğu ülkelere vermektedir. Programlarına 3 ana hat rehberlik eder: bir ülke hatırasının kiliti olan film mirasının korunması, daha geniş bir kitleye ulaştırılması ve gösterilmesi için film miraslarının teşvik edilmesi ve bunlara dikkat çekilmesi ve film mirasının korunmasında rol oynayabilecek herkesin eğitilmesi ve herkese duyarlılık kazandırılması. Vakıf halihazırda 8’den fazla ülkede programlar yürütmektedir: Çoğunlukla Hindistan, Kamboçya, Tayland, ABD ve Franda ve yakın zamanda Filistin toprakları ve Mozambik. Kurumun her sense ortaya koyduğu hedeflerinden birisi uluslararası sinemadan bir filmi yenilemek suretiyle film mirasının önemi ve filmler uygun şekilde korunmadığında ortaya çıkacak riskler hakkında izleyici kitlesinin bilincini arttırmaktır. Vakıf her ikisi de daha sonra Cannes, Bologna ve diğer uluslarasıfestivallerde gösterilen Max Ophuls’un Lola Montès’ini 2008’de, Jacques Tati’nin Mr Hulot’s Holiday’ını ise 2009 yılında yenilemiştir. Kurucusunun isim değişikliği nedeniyle Vakıf 2010 yılında daha önce Thomson Vakf ı olan adınıTechnicolor Vakfı olarak değiştirmiştir. www.fondation-groupama-gan.com www.technicolorfilmfoundation.org Groupama Gan Foundation for Cinema Founded in 1987, the Groupama Gan Foundation for Cinema is today one of the key private partners for French films. It has accompanied 130 filmmakers in making their first featurefilm, thanks to project grants. Today its support is recognised as a mark of quality. The Foundation also promotes more than 30 film festivals in France and abroad. Once again this year at the Festival de Cannes, it will award the Prix Un Certain Regard - Fondation Groupama Gan pour le Cinéma. The Foundation also champions the restoration of many film classics. It has participed in the restoration of L’Age d’Or by Luis Bunuel, Jour de Fête, PlayTime and Mon Oncle by Jacques Tati. This year alone it participated in the restoration of Lufti Akad’s first film Strike the Whore; two documentaries by Manuel de Oliveira; and, of course, Jacques Tati’s Les Vacances de Mr Hulot! It also funded the release of the uncut version of Michelangelo Antonioni’s documentary China-Chung Kuo, as well as the production of Henri-Georges Clouzot’s Inferno by Serge Bromberg. www.fondation-groupama-gan.com Technicolor Foundation for Cinema Heritage Created in 2006, the Technicolor Foundation for Cinema Heritage (formerly Thomson Foundation) is a non-profit entity, acting in the field of preservation and promotion of film and audiovisual heritage, which reflects the history and the culture of a country. The Technicolor Foundation operates worldwide and as a priority, in countries where archives are at risk. Three main lines guide its programs: preserve a film heritage as a key part of a country’s memory, promote and highlight a film heritage in order to show it and to share it with large audience, train and sensitize everyone who can play a part in the safeguard of film heritage. The foundation currently conducts programs in more than 8 countries: mostly India, Cambodia, Thailand, USA and France and more recently Palestinian territories and Mozambique. Each year, one of the objectives of this foundation is also to restore a key title of the international cinema in order to better raise the audience’s awareness about the importance of film heritage and about the risks endangered by films when not properly safeguarded. In 2008, the Foundation restored Lola Montès by Max Ophuls and in 2009 Mr Hulot’s Holiday by Jacques Tati, both presented in Cannes, in Bologna and other international festivals. The foundation changed its name in 2010, turning from Thomson Foundation to Technicolor Foundation, as a consequence of its founder name change. www.technicolorfilmfoundation.org
Similar documents
İKMİB - Turkish Cosmetics
Doğu’nun ortaya çıkardığı Beautyworld Middle East, ki bu fuar bu sene 20. yılını dolduruyor, sektörümüz için kendini ve yenilikleri göstermek, var olan
More information