1453 Dergisi 13. Sayı
Transcription
1453 Dergisi 13. Sayı
SAYI / ISSUE 13 / 2012 BU BİR SÜRELİ YAYINDIR / THIS IS A PERIODICAL JOURNAL YÖNETİM / ADMINISTRATION HARİTALARDA İSTANBUL’U KEŞFETMEK DISCOVERING İSTANBUL IN MAPS İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Adına Sahibi Publisher on Behalf of İstanbul Metropolitan Municipality Culture Co. Ahmet SELAMET Genel Yayın Yönetmeni / Publishing Director Sabri DERELİ 11 Yayın Danışma Kurulu / Publishing Advisor Board Prof. Dr. Halil İNALCIK, Prof. Dr. Semavi EYİCE, Prof. Dr. İlber ORTAYLI, Prof. Dr. İskender PALA, Ahmet Faruk YANARDAĞ, Doç. Dr. Haluk DURSUN, Şevket DEDELİOĞLU Yayın Koordinatörü / Administrative Coordinator Fatih YAVAŞ YAYIN / PUBLISHING BATI KAYNAKLI İSTANBUL HARİTALARI WESTERN MAPS OF İSTANBUL Sorumlu Yazı İşleri Müdürü / Writing Responsible Alper ÇEKER Yayın Kurulu / Publishing Board Yusuf ÇAĞLAR, İrfan DAĞDELEN, Salih DOĞAN, Nedret İŞLİ, İhsan KABİL, Metin ÖZTÜRK, Hüseyin SORGUN, M. Lütfi ŞEN, Ömer Faruk ŞERİFOĞLU, Müjdat ULUÇAM, Altay ÜNALTAY, İbrahim Hakkı YİĞİT Aydın SÜLEYMANZADE 12 Sanat Yönetmeni / Art Director Dr. Ayşe Kubilay YETİŞKİN Grafik Tasarım / Graphic Design Şükran KUMRAL Fotoğraflar / Photograph Alp ESİN Reklam Koordinatörü / Advertising Coordinator Sedef TARHAN Rezervasyon / 0212 467 07 67 İngilizce Çeviri / Translation ZENITH Tercüme Halkla İlişkiler / Public Relation Betül EREN e-mail:[email protected] İSTANBUL’U HARİTALARDA GEZMEK AROUND İSTANBUL IN MAPS: ATATÜRK LIBRARY MAP ARCHIVE İrfan DAĞDELEN 23 YAPIM / PRODUCTION KÜLTÜR A.Ş. Baskı / Printing Aktif Matbaacılık (+90) 212 Renk Ayrımı / CTP ...... Matbaacılık Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, çizim ve planlardan yasal olarak eser sahipleri sorumludur. Yazılardan kaynak belirterek tam veya özet alıntı yapılabilir. Fotoğraflar izinsiz kullanılamaz. Writers are legally responsible for their articles, photographs are to be used upon permisson, drawings and plans. Articles can be quated completely or as summery by indicating references. Photographs to be used are up on permission. ESKİ HARİTALAR ÜZERİNDEN İSTANBUL’U OKUMAK STUDYING İSTANBUL IN HISTORICAL MAPS İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KÜLTÜR A.Ş. YAYINLARI İSTANBUL METROPOLITAN MUNICIPALITY CULTURE CO. PUBLICATIONS Bekir CANTEMİR 36 İstanbul Kültür ve Sanat Ürünleri Tic. A.Ş. Maltepe Mahallesi Topkapı Kültür Parkı Osmanlı Evleri 34010 Topkapı - Zeytinburnu / İSTANBUL / TURKEY OSMANLI ARŞİVLERİNDE İSTANBUL HARİTALARI İSTANBUL MAPS IN THE OTTOMAN ARCHIVE İSTANBUL’UN SUYOLU HARİTALARI FLUME MAPS OF İSTANBUL Fatma ŞENSOY YAHYA KEMAL, TANBURİ CEMİL VE MÜNİR NUREDDİN YAHYA KEMAL, TANBURİ CEMİL AND MÜNİR NUREDDİN SARAYIN GÖLGESİNDEKİ KÜTÜPHANE: İSTANBUL KİTAPLIĞI A LIBRARY IN THE SHADOW OF A PALACE: THE LIBRARY OF İSTANBUL ATIF YILMAZ FİLMLERİNDE İSTANBUL İSTANBUL IN ATIF YILMAZ MOVIES Ali Can SEKMEÇ Beşir AYVAZOĞLU C evat ÜLKEKUL 56 48 40 Ebul Faruk ÖNAL 80 AYASOFYA’NIN KAYIP KİTABESİ LOST INSCRIPTION OF HAGIA SOPHIA MEHMET AKİF ERSOY ŞİİRİNİN SOSYAL KODLARI ÜZERİNDEN ŞEHİRLEŞME URBANIZATION THROUGH SOCIAL CODES IN THE POETRY OF MEHMET AKİF ERSOY 94 100 Sinan CECO Adnan ÖZER AJANDA GUIDE 108 İSTANBUL MEKÂN LOCATION 109 Sinan GENİM 70 62 İrfan DAĞDELEN OKMEYDANI OKÇULAR TEKKESİ OKMEYDANI OKÇULAR LODGE 86 FATİH SULTAN MEHMED’İN DONANMA GEMİLERİNİ KARADAN DENİZE İNDİRMESİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA A RESEARCH ON THE TRANSPORT OF THE WARSHIPS OVERLAND INTO THE SEA BY SULTAN MEHMED THE CONQUEROR TAKDİM INTRODUCTION Her sayısı ile basında gündem oluşturan 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi, bu kez okuyucularının karşısına İstanbul haritaları hakkında bir dosya ile çıkıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak son yıllarda arşivlerimizde bulunan İstanbul haritalarının tasnifi ve yayımlanması konusunda oldukça mesafe kat ettik. Haritaların düzenlenmesi, şehrimizdeki restorasyon çalışmalarına da katkıda bulundu. Birbirinden değerli kayıp eserlerin yeri, geçmişe ait haritalardan sağlıklı bir biçimde tespit edildi ve yeniden inşa edilmeleri sağlandı. Bahariye Mevlevihanesi ve Hatuniye Tekkesi gibi birçok yapı neredeyse tamamen ortadan kalkmış, hatta arazileri üzerinde kaçak yapılaşma gerçekleşmişti. Ama dergi sayfalarında ayrıntılı bir biçimde hakkında bilgi edineceğiniz harita arşivimiz sayesinde bunları ve daha pek çoğunu İstanbul’a kazandırdık. Haritalar İstanbul’un yapılandırılmasına katkıda bulunmakla yetinmeyip, tarihe de ışık tutuyor. Örneğin dergimizin bu sayısında yayımladığımız bazı haritalar Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’un kuşatılması sırasında karadan Haliç’e çektirdiği gemilerin geçiş güzergâhına yer veriyor. Böylece İstanbul’un fethi ile ilgili bir sır sayfası daha dergimiz aracılığıyla aralanmış oldu. İstanbul’a tarihiyle olan bağlarını kopartmak için geçmişte çok fazla zarar verildi ve bunun tamiri zaman alıyor. Bu tahribatın kurbanlarından biri de Okmeydanı’na adını veren ünlü Okçular Tekkesi’dir. Hem uygulayıcı hem de teorisyen olarak mimarlığa büyük hizmetleri geçmiş olan Sinan Genim, dergimizin bu sayısında Okçular Tekkesi hakkında çok değerli bir incelemeye imza attı. 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi’nin ilgi çekici içeriğine hak ettiği kapsamda yer vermek, bir takdim yazısının sınırlarını aşıyor. Bu nedenle, sözlerime son verirken sizlere dergi sayfalarını ağır ağır çevirmenizi ve makaleleri dikkatli bir gözle okumanızı tavsiye ederim. The 1453 İstanbul Culture and Art Magazine, which with every issue forms an agenda for the press, this time presents its readers with a file about Istanbul. We at the İstanbul Metropolitan Municipality have made great strides in recent years to classify and publish the Istanbul maps that are found in our archives. The organization of the maps has made a contribution to restoration work in our city. The location of extremely valuable lost works has been able to be soundly determined from maps belonging to the past and thus we have been able to be accurately rebuild them. Many structures, like the Bahariye Mawlavi Lodge and the Hatuniye Lodge, have been almost totally destroyed, and illegal buildings have even being erected on their land. However, as we learn in the pages of our magazine, these ancient structures and many more, thanks to our map archives, have been won back for İstanbul. Not being content with merely making a contribution to the reconstruction of Istanbul, the maps also shed a light on history. For example, some of the maps that we have published in this issue of our magazine provide the transit path that was followed when, during Fatih Sultan Mehmed’s conquest of Constantinople, ships were pulled over land down to the Golden Shore. Thus, our magazine acts as the means of revealing another secret page in the conquest of Constantinople. Much damage has been done in the past in the name of severing İstanbul’s connection with history; to repair this has taken time. One of the victims of this destruction is the famous Okçular Lodge, which gave its name to Okmeydanı. In this issue of our magazine, Sinan Genim, who has provided great services to architecture both as a practitioner and a theoretician, puts his name to this valuable study of the Okçular Lodge. A brief introduction can by no means do justice to the fascinating contents of the 1453 Journal of İstanbul’s Culture and Art. For this reason, while bringing this introduction to an end, may I suggest that you the reader turn the pages slowly and enjoy the wealth of information offered here. SUNUŞ PREFACE İstanbul’un en eski haritası 1422 yılında Cristoforo Buondelmonti tarafından yapılmıştır. Bunu takip eden İstanbul konulu haritaların tarihi ve sanatsal değeri çok yüksektir. Ancak modern zamanlarda baskı ve ölçüm tekniklerinin gelişmesi sonucunda üretilen sigorta haritaları, günümüzdeki hararetli restorasyon faaliyetlerine kaynaklık etmektedir. Uzun süre önce yıkılıp ortadan kalkmış eserlerin konumları neredeyse santimi santimine bu haritalardan saptanmaktadır. Biz de Kültür A.Ş. olarak 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi’nin yeni sayısını bu haritalara ayırdık. Birbirinden değerli araştırmacılar İstanbul haritaları hakkında ilgi çekici makalelere imza attı. Bunlar arasında Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’un fethi sırasında karadan yürüttüğü gemilerin geçiş güzergahını gösteren haritaların, dikkatleri üzerlerinde toplayacığını düşünüyoruz. The oldest map of Constantinople/İstanbul is that drawn by Cristoforo Buondelmonti in 1422. The historical and artistic value of subsequent maps which have taken this city as their subject has only increased. However, as a result of the development of the techniques involved in surveying and printing in the modern era, insurance maps offer us a valuable resource for the restoration work which is being carried out today. Structures that have been torn down or removed from the landscape can now be identified, almost down to the centimeter. We at Culture Co. have dedicated this issue of the 1453 Journal of İstanbul’s Culture and Art to maps. Many respected researchers have put their names to fascinating articles on the maps of İstanbul. I think that among these, those maps that show the over-ground route through which the ships were taken by Sultan Mehmed II during the conquest of Constantinople will be of great interest to the reader. Tabii ki dergimizin bu sayısı farklı konularda makaleler de içeriyor. Örneğin Adnan Özer, İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u değişik bir bakış açısından değerlendirdi. Usta mimar Sinan Genim ise, Okmeydanı’na adını verdiği halde pek bilinmeyen Okçular Tekkesi’ni yazdı. Ali Can Sekmeç, Atıf Yılmaz filmlerindeki İstanbul’u inceledi. Bu makale aynı zamanda şehrimizdeki gecekondulaşmanın sinemadaki ilk örneğine yer veriyor. Yine bu sayıda tarihçi Sinan Ceco, Ayasofya’nın gözden kaçmış bir gerçeğini dergimiz aracılığı ile sizlerle paylaşıyor. Gravürlerde açıkça görülmesine rağmen Fossatti’nin restorasyonundan sonra unutulan Ayaasofya’nın kayıp kitabesi, Sinan Ceco’nun yazısının konusu. Of course, there are articles on other subjects as well in this issue. For example, Adnan Özer examines the author of our National Anthem, Mehmet Akif Ersoy, from a different perspective. The master architect Sinan Genim has written about the Okçular Lodge, which, despite having given its name to Okmeydanı, is not very well known today. Ali Can Sekmeç takes a look at the İstanbul in the films of Atıf Yılmaz. This article also examines the first cinematic example of the building of shanty towns in our city. Also in this issue, the historian Sinan Ceco imparts a little-known fact about Hagia Sophia. Even though clearly seen in the engravings of Fossati, the lost inscription of Hagia Sophia, forgotten after the restoration, forms the subject of Sinan Ceco’s article. Kültür A.Ş. ailesi olarak yeni bir sayı ile sizlerle buluşmaktan büyük bir mutluluk duyuyoruz. Takdimimizi, siz kıymetli okurlarımızın da bizimle aynı hazzı almanız dileği ile noktalıyoruz. We at the Culture Co. family are greatly pleased to bring our readers this new issue. I would like to finish this introduction by expressing my hope that you, our readers, will enjoy reading this issue. Kültür A.Ş. Culture Co. HARİTALARDA İSTANBUL’U KEŞFETMEK DISCOVERING İSTANBUL IN MAPS İstanbul konulu haritaların tarihi 15. yüzyılın ilk çeyreğine kadar gidiyor. Baskı tekniklerinin gelişmesi ile zaman içinde, elle yapılan ve sanatsal değere sahip olan bu haritaların yerini matbu çalışmalar aldı. İstanbul first started to appear as a subject in maps in the first quarter of the 15th century. With the development of printing techniques, the hand-drawn maps, with their artistic value, were replaced by printed works. Dergimizin bu sayısının dosya konusu İstanbul haritaları. Yazılarımızdan da anlaşılacağı üzere haritalar, şehircilik tarihi alanında araştırmacılara ışık tutuyor. Özellikle sigorta haritaları, günümüzdeki imar faaliyeti açısından eşsiz bir kaynak. Geçtiğimiz yıllarda yeniden yayımlanan ve Alman Mavileri olarak bilinen bu haritaların adı belki de 18. yüzyılın ilk yıllarında keşfedilen Prusya mavisinden geliyordur. The subject in this issue of our magazine is İstanbul maps. As can be understood from our authors, maps shed light on urban history. Some maps that have been republished in recent years are known as the German Blue Maps; perhaps this is in reference to the color Prussian blue, which was discovered in the first years of the eighteenth century. Sizleri birbirinden renkli yazılardan oluşan, “Haritalar’da İstanbul’u Keşfetmek” adlı dosyamızla başbaşa bırakırken; arşivlerin tozlu raflarında kalmış, İstanbul’un bilinmeyen birçok yönünü okuyucu ile paylaşmanın hazzını yaşıyoruz. While leaving you to peruse the file, “Discovering İstanbul in Maps”, with articles written by talented authors, we are confident that our readers will share our pleasure in learning about many different aspects of İstanbul, subjects which until now have remained on dusty shelves. BATI KAYNAKLI İSTANBUL HARİTALARI Dr. Ayşe Kubilay YETİŞKİN İSTANBUL MAPS IN WESTERN SOURCES Dr. Ayşe Kubilay YETİŞKİN BATI KAYNAKLI İSTANBUL HARİTALARI İSTANBUL MAPS IN WESTERN SOURCES Dr. Ayşe Kubilay YETİŞKİN* Dr. Ayşe Kubilay YETİŞKİN* Haritalar; “bizim durduğumuz yerde göremediğimiz bir dünyayı anlatır, geçmiş ve geleceği bugüne getirir….sahip olduğumuz şeyin (ülke, kent, arsa) doğasını ve sınırlarını anlatır, dünyayı anlaşılabilir bir yapı haline sokarak tarihin yapısını da oluşturur”.1 Maps “tells us of a world which we cannot see from where we are, bringing the past and the future to today… narrating to us the nature and boundaries of what we are in possession of (country, town, land), transforming the world into an understandable concept, while forming the structure of history.” 1 Ayrıca haritalar çizildiği veya yayınlandığı yüzyılın coğrafi değerlerini ve estetik beğenilerini, kartografların yaşadığı dönemin olanakları dahilindeki gözlem/değerlendirme gücünü yansıtırlar. Bu noktada İstanbul kentinin geçmişteki izlerini haritalar üzerinde sürmek istersek eğer, 15. yüzyılın ilk çeyreğine kadar inmemiz gerekir. Çünkü bilinen en eski İstanbul haritası 1422 yılına aittir. Bu tarih aynı zamanda, Batı kaynaklı İstanbul haritaları için de bir başlangıçtır. Konu Batı kaynaklı İstanbul haritaları olunca birkaç önemli noktayı vurgulamak gerekir: Kartograflar yani haritacılar, basım teknikleri ve tasarım özellikleri… İlk olarak, minyatür tekniğinde ya da yazma olarak yapılmış haritalar dışında, İstanbul kentinin 19. yüzyıla kadar çizilmiş ve yayınlanmış haritalarının tamamının Batılı haritacılar ve çeşitli alanlarda uzmanlığı olan kişiler tarafından çizilmiş olduğu vurgulanmalıdır. İkincisi, gerek Batı kaynaklı İstanbul haritaları gerekse genel olarak haritalar için belirtilmesi gereken önemli bir nokta, basım teknikleri üzerinedir ki bu aynı zamanda değerlendirmeye alınan haritaların içine girdiği zaman dilimi ile de ilgili bir konudur: Furthermore, maps provide us with the ability to evaluate the geographical values and esthetical preferences of the century in which they were drawn up, instructing us through the eyes and resources of the cartographer in the century in which they lived. If we are to examine the influence of İstanbul in the past through maps, we can go as far back as the 15th century; the oldest map of İstanbul known dates back to 1422. This is also the earliest date for maps of İstanbul made in the West. When the subject at hand is Istanbul on maps in Western sources, it is important to emphasize some important points: cartographers, that is, those who draw up the maps, printing methods and design features. Firstly, it should be noted that all of the maps drawn up and printed in the city of İstanbul in the 19th century were prepared by Western cartographers and scholars who were experts in a number of areas, with the exception of maps that utilized miniature techniques or those that were handwritten. Secondly, an issue that needs to be emphasized for İstanbul maps in Western sources or maps in general is their printing techniques. This is a matter of relevance to all maps that fall into the period of history that is being covered. 15. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar süren zaman dilimi arasında İstanbul haritalarının, biri dışında tamamı gravür tekniğinde basılmıştır. Gravür, bir baskı tekniğidir ve baskı tekniğinde kullanılan malzemenin niteliği aynı Bilinen en eski İstanbul haritası 1422 yılına aittir. zamanda baskı tekniğinin adlandırılmasını Bu tarih aynı zamanda Batı kaynaklı İstanbul da sağlamaktadır (Örneğin tahtabaskı, baharitaları için de bir başlangıçtır. kırbaskı gibi)… Kullanılan malzeme kronoloThe oldest map of Istanbul known dates back jik olarak tahta (15. yy), bakır (16. - 18. yy), to 1422. This is also the earliest date for maps çelik (19. yy) ve taş (19. yy) olarak sıralanır. From the beginning of the 15th century until the beginning of the 20th century, all Istanbul maps, with the exception of one, were printed using the engraving technique. Engraving is a printing technique and the quality of the material used in the printing process allows for the printing technique to be identiof İstanbul made in the West. fied (For example: tahtabaskı (wood prints) Bu nedenle aslında İstanbul haritaları bir or bakırbaskı (copper prints), etc.). The mateanlamda yüzyıllara göre değişen baskı tekniklerinin tarihsel gelişimi için de bir referans teşkil eder. Bu baskı tekniği rial used can be listed chronologically as wood (15th century), bronze (16th 19. yüzyılın sonlarından itibaren fotoğraf makinasının bulunuşuna ve ge- to 18th centuries), steel (19th century) and stone (19th century). niş alanlarda kullanımına yenik düşer. Thus, İstanbul’s maps also serve as a reference for the development of Bir diğer önemli nokta, haritaların çizim veya yorum dilleriyle ilgilidir. “Harita olarak nitelediğimiz çizimler arasında tam anlamıyla harita olmayan örnekler de vardır. Bu, ağırlıklı olarak erken dönemlerde karşımıza çıkan bir özelliktir. Yüzeysel perspektif, plan ya da Batı literatüründe “bird’s eye view” olarak adlandırılan kuşbakışı harita-panoramalar ait oldukları yüzyılın olanakları gözönünde tutularak değerlendirilmesi gereken örnekler olup genellikle harita kategorisinde ele alınırlar.”2 printing techniques, which varied according to the century. This printing method would eventually be replaced by the invention of the camera and its widespread use. Bu bağlamda, İstanbul haritaları tarihi 1422 yılında Floransalı din adamı Christoforo Buondelmonte’nin “Constantinople” planı ile başlar (Resim 1). Bilinen en eski İstanbul haritası olması yanında ayrıca yukarıda açıklamaya çalıştığımız tüm noktaları da içeren bir ilk örnektir aslında. Another important matter is connected with the illustrative or interpretive language of maps. “There are certain illustrations among those that we interpret as maps, yet they cannot be described exactly as maps. This is something we see particularly during the early period. Illustrations known as superficial perspectives, plans or “bird’s eye view” illustrations which are map/panoramic depictions are samples that should be evaluated while bearing in mind the conditions of the century at hand; they are generally examined under the category of maps”.2 * Sanat Tarihçisi, Gravür ve Harita Uzmanı * Historian of Art, Expert for Maps and Engravings 13 BATI KAYNAKLI İSTANBUL HARİTALARI / İSTANBUL MAPS IN WESTERN SOURCES Buondelmonte haritası gravür tekniğinde basılmış değildir, bir elyazmasında yer alır. Harita normlarına gore çizilmemiştir, bir perspektif plandır. Gravür tekniğiyle basılmış diğer haritalar içerisinde elle yapılmış tek örnek olan harita, gezginin kenti ziyareti sırasındaki gözlemlerine dayanarak çizilmiş birincil kaynağa ait olması nedeniyle ilk elden verilen bilgilere dayanmaktadır ve Bizans dönemi İstanbul’unu yani Konstantinapolis’i genel hatlarıyla yansıtır. Gözleme dayanması, vurgulanması gereken bir özelliktir; çünkü dönemin İstanbul’unu anlatan pek çok harita, plan ve kuşbakışı görünüm kenti hiç ziyaret etmemiş kişilerce çizilmiştir. Etrafı surlarla çevrilmiş üçgen şeklindeki kent sur içi (Konstantinapolis), Pera ve Üsküdar olarak üç bölümde ele alınmış, asıl önem etrafı surlar ile çevrilmiş yarımadaya ve Pera’ya verilmiştir. Üsküdar ve Galata surları dışındaki Dolmabahçe-Beşiktaş tarafı ise birkaç yapı ile işaretlenmiştir. Buondelmonte’nin planı yazma olduğu için Alman yayıncı Hartman Schedel’in 1493 yılında tahtabaskı tekniğinde bastığı “Dünya Tarihi” içinde yer alan “Constantinopel” kuşbakışı görünümü aynı zamanda İstanbul’un gravür tekniğinde basılmış ilk haritasıdır ve baskı tarihine karşılık betimlenen yine Bizans İstanbul’udur. Dolayısıyla her iki harita, kentin Latin işgali sonrasını ve Türkler tarafından fethedilmesinin hemen öncesini yansıtır. Bilimsel perspektifli ilk İstanbul haritası için ise 1786 yılını beklemek gerekecektir. 19. yüzyıla kadarki haritalarda surlar içinde kalan ve asıl kenti oluşturan yarımada ile karşıda Pera/ Galata ve biraz gösterilen Üsküdar yerleşimi karakteristiktir. Değişim ancak yeni yerleşim bölgeleri ve nüfus yoğunluğuna bağlı olarak belirginleşir. Örneğin Boğaz, erken dönem haritalarında yer almaz. Resmedilen sadece eski yarımada yani sur içinde kalan asıl İstanbul kenti ve Pera Bağları ile kıyıda Galata’dır. 18. yüzyıla kadar Suriçi, Pera-Galata ve Üsküdar kıyıları, birbirinden ayrı kentler gibi işlenmiştir. Zaten kent tarihine de bakıldığında özellikle Pera-Galata bölümü ayrı bir gelişim çizgisi izlemiş, hemen bitişiğindeki Galata ile birlikte anılmış, her daim asıl kentten kopuk olmuş ve adeta bambaşka bir çehre sergilemiştir. İstanbul ne kadar geleneksel ve Doğulu ise Pera-Galata o kadar Batılı ve diğerine göre moderndir. Genellikle de Üsküdar-Kadıköy kıyılarından görüldüğü şekilde yani Kuzey yönü Doğu’ya bakacak şekilde betimlenmiştir. Resim 1: 1422 yılında Floransalı din adamı Christoforo Buondelmonte’nin çizmiş olduğu “Constantinople” planı / Picture 1: Plan of İstanbul drawn by Christoforo Buondelmonte -who is an ecclesiastic from Florence- in 1422 Kuzey yönü Doğu’ya gelecek şekilde resmedilen, kuşbakışı panorama şeklindeki haritaların bize göre; en karakteristik ve ihtişamlı olanı “Byzantium Constantinopolis” (1572-1618) başlıklı haritadır. (Resim 2) Basıldığı tarihte klasikleşerek, aşağı yukarı 20. yüzyıla kadar İstanbul haritalarını temsil eden, bir tür şablon niteliğini almış olan bu görünüm ilk olarak A. Di Vavassore tarafından tasarlanmış olup daha 14 In this regard, the history of İstanbul’s maps begins in 1422 with the “Constantinople” plan by the cleric Christoforo Buondelmento from Florence (Picture 1). In addition to being the oldest map of İstanbul, it is one of the first samples which contain all of the features listed above. çok 1572 tarihinde G. Braun & F. Hogenberg ikilisinin geliştirdiği şekliyle tanınır, bilinir. At üstünde giden Kanuni Sultan Süleyman ve etrafındaki solaklarına ek olarak, bu haritanın alt bölümüne iki taraflı olarak madalyonlar içinde padişah portreleri yerleştirilmiştir. Gelecekte çeşitli boyutlarda benzerleri yapılacak olan bu şema; aslında ne tam bir harita, ne manzara, ne de plandır. Genel olarak bu tanımları kapsayan bu örnekte resmedilen artık Osmanlı dönemi İstanbul’u, yani Kostantiniyye’dir ve fetihten sonraki İstanbul’un bilinen en eski haritalarından biridir. Kent görünümlerinde, var olanların yanında yeni yapılar öne çıkmaya başlar. II. Mehmed’in ve ileri gelenlerin, paşaların, şenlendirme politakası kapsamında yaptırmış oldukları imar faaliyeti, aynı zamanda, yaptıran kişinin adıyla anılacak yeni mahallelerin oluşmasını da hızlandırmıştır. Buondelmonte’s map was not printed using the engraving technique and can be found in manuscript form. The map was not depicted in the normal way; rather, it was a perspective plan. The map, which is the only hand-drawn map among all those that were printed using the engraving technique, is based on first-hand information, being depicted by a traveler inspired by his travels. It reflects a Byzantine-era İstanbul, in other words, Constantinople, from a general perspective. The fact that the map is based on personal observation is a feature which must be highlighted, because many maps, plans and bird’s eye views of the city that were drawn up during the same era were depicted by individuals who had never visited the city. The city, in the shape of a triangle surrounded by city walls, is divided into three areas, namely, inside the walls (Constantinople), Pera and Üsküdar, with the most importance being given to the peninsula surrounded by the city walls and Pera, while Üsküdar and the area of Dolmabahçe-Beşiktaş, outside of the Galata city walls, have been marked with only a few structures. Because Buondelmonte’s plan is hand-drawn, the bird’s eye view of “Constantinople”, entitled “World History”, which was featured in the wooden print made by the German publisher Hartman Schedel, dated 1493; this is the first map of İstanbul printed using the engraving technique. What is depicted in the map corresponds to the date of printing, and depicts Constantinople in the Byzantine era. Thus, both maps illustrate a city that is post-Latin invasion and pre-Turkish conquest. However, one has to wait for 1786 in order to see the first map of İstanbul created using a scientific scale. Resim 2 / Picture 2: 1572 G. Braun & F. Hogenberg , Byzantium -Constantinopolis In the maps up until the 19th century, the peninsula that is within the city walls and which forms the real city, as well as Pera/Galata across the water and part of Üsküdar come to the fore. Changes become more pronounced with new areas of settlement and a rise in the city’s population. For example, the Bosphorus cannot be found in early period maps. What is depicted is the Historical Peninsula, that is, the real city of İstanbul, the vineyards of Pera and Galata along the shore. Until the 18th century, the area inside the city walls, Pera-Galata, and the shores of Üsküdar are dealt with as though they were different towns. When one examines the city’s history, it becomes obvious that the Pera-Galata area underwent a development of its own, being depicted with the Galata Tower adjacent to it and disconnected from the remainder of the city. As traditional and Eastern as Istanbul was, Pera-Galata was that much Western and modern in spirit. The most characteristic and grand of İstanbul maps that are depicted with the north of the city looking to the East, prepared in a bird’s eye panoramic fashion, is the map entitled “Byzantium Constantinopolis”, dating between 1572-1618 (Picture 2). Becoming a classic in the period it was printed, this depiction became almost a mould for images representing the city up until the 20th century. Designed by A. Di Vavassore, it is better known in the version developed by the duo of G. Braun & F. Hogenberg. Including the image of Süleyman the Magnificent traveling on a horse with his body guards by his side, on the bottom left and right hand corners of this map we find portraits of the sultans placed inside medallions. Resim 4 / Picture 4: V. M. Coronelli 1680 tarihli G.J. Grelot’un kuşbakışı “La Ville et le Port de Constantinople” haritası (Resim 3) Vavassore haritasının yine bir başka benzeri olmakla birlikte, çizerinin yorumuyla daha farklı bir görünüme dönüşür ve 17. yüzyılda yayımlanmış en önemli İstanbul görünümlerinden biri olur. Grelot da yaşadığı çağda iyi tanınan, yapmış olduğu çalışmaları örnek alınan bir gezgindir. Haritasında betimlenen kent artık kalabalıklaşmış, camile- This depiction, of which similar ones would be made in a variety of sizes later on, was neither a map, nor a scenic view or a plan. It is a Constantinople – an Ottoman era İstanbul – that encompasses all of these descriptions and it is one of the oldest maps known of İstanbul following the conquest of the city. New structures had begun to emerge alongside existing ones in the depictions of the city. The urban planning envisaged by Mehmed II, community leaders and pashas, in line with a prosperity policy, expedited the formation of cities and neighborhoods that would be commemorated with the names of the person who led the local development project. 15 Resim 3: 1680 tarihli G.J. Grelot’un kuşbakışı “La Ville et le Port de Constantinople” harita ası / Picture 3: G. J. Grelot’s bird view map of 1680, “La Ville et le Port de Constantinople” BATI KAYNAKLI İSTANBUL HARİTALARI / İSTANBUL MAPS IN WESTERN SOURCES ri ve minareleriyle bir Müslüman kenti çehresine bürünmüştür. Coğrafi konumu daha nettir; Fener Bahçesi burnu, Üsküdar’daki Kavak Sarayı ve Kadıköy artık topografiye uygun olarak gösterilmeye başlar. Sur içi İstanbul haritalarında, ağırlığın asıl İstanbul’a verildiğini, Galata-Pera bölgesi ile Üsküdar kıyılarının betimlendiğini, genel olarak da Boğaz’a yer verilmediğini belirtmiştik. 16. yüzyıl sonlarına doğru yavaş yavaş Boğaz’a yer verilmeye başlanır, 17. yüzyılda ise ağırlığın Boğaz’a kaydığını söylemek mümkündür. Boğaz haritaları içinde bir imparatorluğun ihtaşımına layık dekoratif ağırlıklı haritalara örnek olarak, Venedik Cumhuriyeti’nin resmi haritacısı, dünyanın ilk coğrafya derneğinin kurucusu, yaşadığı çağda ünü sınırları aşmış en önemli kartograflardan V.M. Coronelli (Resim 4) ile Macar mühendis Von Reben’in, adım hesabına göre ölçerek çizdiği 1764 tarihli “Bosphorus Thracicus” başlıklı haritası verilebilir (Resim 5). Asıl Konstantinapolis’in-Kostantiniyye’nin ya da Stambol’un yer aldığı sur içi haritalarında ise, kent mümkün olduğunca sade çizilirken dekoratif ayrıntılar öne çıkmaya başlar. Örneğin Mallet haritasında bir Türk evinin sokaktan ve bahçeden görünümü çizilirken, Dapper haritasında mikyas aletleri yer almıştır (Resim 6 - 7). 18. yüzyılda özellikle dönemin önemli harita yayınevleri ve haritacıları tarafından basılmış bazı İstanbul haritaları, alt bölümlerindeki panoramalarıyla dikkati çekerler. Muhteşem tasarımlı bu haritalar, Pera sırtlarından eski yarımadayı gören Haliç panoramalarıyla daha da zenginleştirilmiştir. Haritalar sur içi yerine, kentin çevresiyle birlikte konumunu veren, Boğaz’ı da içine alan genel karakterdedirler. Bu yüzyılın haritalarında dikkati çeken bir diğer özellik ise süslü kartuşlardır. İmza niteliğini taşıyan kartuşlar da figürlü, bezemeli, barok dekoratif desenleriyle kendi içlerinde başlıbaşına sanat eseridirler. Bazı kartuşlarda sembolik öğelerin kullanıldığı gözlenir. Haritaların tasarımında da dekoratif ayrıntılara daha fazla dikkat edildiği fark edilir (Resim 8 - 9). Andelfinger’in, Boğaz ve çevresiyle birlikte İstanbul’u betimleyen haritası, sayılan tüm bu özellikleri bünyesinde toplayan önemli, karakteristik ve güzel bir örnektir: Boğaz’ın da dahil edildiği haritanın altında, muhteşem bir Pera’dan Haliç panoraması yer alırken de- 18 Resim 5: Von Reben’in, adım hesabına göre ölçerek çizdiği 1764 tarihli “Bosphorus Thracicus” haritası / Picture 5: “Bosphorus Thracicus”, Von Reben’s map of 1764 which is drawn by counting the footsteps The “La Ville et le Port de Constantinople” map of İstanbul, (Picture 3) by G.J. Grelot, dates back to 1680; this is another rendition of the Vavassore map. However, it has a unique appearance that is the artist’s own interpretation. It would also go on to become one of the most important depictions of Istanbul in the 17th century. Grelot was a traveler who was well known during the period in which he lived and whose work was frequently cited. The map drawn up by him depicts a city with a large population, a Muslim town, complete with mosques and minarets. Its geographical status is also clearer; the Fenerbahçe peninsula, the Kavak Palace in Üsküdar and Kadıköy are all depicted in the topography. I noted that with maps of the city within the city walls, the emphasis is placed on İstanbul, namely the Galata-Pera area and the shores of Üsküdar; the Bosphorus is not featured. Close to the end of the 16th century, the Bosphorus began to be included in maps and by the time the 17th century arrived, the emphasis tips in favor of the Bosphorus. Resim 7: Dapper haritasında mikyas aletleri / Picture 7: Scale tools in Dapper map Among examples of Bosphorus maps, among those that I can cite the work as example of maps decorated as befits the glory of the empire is one by the official cartographer of the Venetian Republic, V.M. Coronelli (Picture4) ; he was also the founder of the first geography association and an important cartography, whose fame exceeded the borders he lived in during his time; in addition, there is the collaborative work of the Hungarian architect Von Reben, “Bosphorus Thracicus”, which dates back to 1764, prepared according to step calculations (Picture 5). As for inner city walls, in maps that depict Constantinopolis-Konstantiniyye or Stamboul the city has been depicted as plainly as possible; however, later on decorative details became more pronounced. For example, while images of Turkish houses from the street and garden are drawn on a Mallet map, Dapper uses scale gauges in his maps (Picture 6 - 7). During the 18th century, and particularly in certain maps of Istanbul that have been printed by important publishing houses of the era, the panoramas at the bottom draw our attention; these incredibly designed maps are even more enriched with the panoramas of the Golden Horn, which looks on the Historical Peninsula from the banks of Pera. The maps have a general characteristic that depicts that situation of the city, complete with its environment, instead of focusing on the area within the city walls alone. Another feature of the maps from this century is their elaborate cartouche. The cartouche, which functions as a seal, is a work of art in its own right, including figures, decorations and barouche decorative qualities. Some of the cartouche contain symbolic elements. One can also observe that at this time the decorative details are more frequently employed in the design of maps (Picture 8 - 9). Andelfinger’s map, which depicts the Bosphorus as well as its environment, is an important example of a typical map that includes all the features of the century mentioned above. At the bottom of the map, which includes the Bosphorus, the decorative cartouche attracts our attention, despite the Golden Horn panorama from Pera. The cartouche is meaningful, as it refers to the 1716 defeat of the Ottoman Empire at the Battle of Petervaradin. The map of the Balkans has been drawn and the turban of the sultan is included, with the words, Belgrade-Petervaradin-Timisoara on the turban, a banner on either side, and flags and weapons used as symbolic images. (Picture 10) I think that it is worthwhile repeating that while evaluating the maps before the time that the first map drawn with a scientific scale, created in 1786, it is more accurate to examine them not from a modern perspective, but rather from the conditions of the era in which they were drawn up. Resim 6: Mallet haritasında bir Türk evinin görünümü / Picture 6: A Turkish house in Mallet map Another important feature of 18th century maps of the Bosphorus is that the settlements along the shore of the straits are referred to by their ancient names. It could be stated that books written by the French scientist Pierre Gilles (or his own preferred Latin name, Petrys Gyllius), entitled “De Bosporo Thracio, dating back to 1561, and “De Topographia Constantino- 19 BATI KAYNAKLI İSTANBUL HARİTALARI / İSTANBUL MAPS IN WESTERN SOURCES koratif kartuşu ile dikkati çeker. Kartuş anlamlıdır: Osmanlı ordusunun 1716 Petervaradin savaşındaki yenilgisine gönderme yapan; Balkan haritası, padişah kavuğu ve kavuğun üzerine yazılmış (Belgrad-Petervaradin-Temeşvar) yazısı, her iki tarafın flamaları, bayrakları ve savaş silahları gibi sembolik öğeler vardır (Resim 10). poleo”, dating back to 1562, based on the research he conducted while personally visiting İstanbul in 1547, were used as references to this end. Burada, 1786 yılında basılan ilk bilimsel ölçekli İstanbul haritasına dek çizilmiş olan haritaları değerlendirirken; günümüzün bakış açısıyla değil, çizildikleri çağın koşullarını göz önünde tutarak bakmanın daha doğru olacağı kanısında olduğumuzu tekrar etmekte yarar vardır. A map calculated and drawn up by the Frenchman, F. Kauffer, dating back to 1786, is the first map of Istanbul on a scientific scale. It is an important map that depicts the residential patterns of the city at the end of the 18th century and at the beginning of the 19th century, the implementation of urban changes that took place in the city, the distribution of monuments throughout İstanbul that changed the silhouette of the city, the new neighborhoods, areas of settlement and the high altitudes of the city that correspond with the “seven hills” of the city. Kauffer’s plan would become an inspiration for maps published in the 19th century and would be copied many times. With this map, scientific scales gained importance (Picture 11). 18. yüzyılın Boğaz haritalarında dikkati çeken bir başka özellik de, Boğaz kıyısında yer alan yerleşimlerin antik dönemdeki adlarıyla yazılmasıdır. Haritaların çizimlerinde, Fransız bilimadamı Pierre Gilles’in (ya da kendi tercih ettiği Latince adıyla Petrys Gyllius) 1547’de bizzat İstanbul’a gelerek yapmış olduğu araştırmaları sonucu yazdığı 1561 tarihli “De Bosporo Thracio” ve 1562 tarihli “De Topographia Constantinopoleo...” adlı kitaplarından yararlanılmış olduğu söylenebilir. In the map by the French geographer and cartographer Barbié Du Bocage, which he designed horizontally, locations have been written in their ancient names (Picture 11). Resim 8: G. M. Seutter Haliç Panoramalı kuş bakışı Augsburg 1730 / Picture 8: G. M. Seutter, Birdview panorama of the Golden Horn, Augsburg 1730 Resim 9: J. B. Homann Haliç kuşbakışı panorama, 1730 / Picture 9: J. B. Homann Birdvew panorama of the Golden Horn 1730 Fransız coğrafyacı ve haritacı Barbié Du Bocage’ın yatay olarak tasarladığı haritasında yer adları antik dönem isimlerine göre yazılmıştır (Resim 11). Fransız F. Kauffer tarafından ölçümleri yapılarak çizilmiş olan 1786 tarihli harita ise İstanbul’un bilimsel ölçekli ilk haritasıdır 18. yüzyıl sonu -19. yüzyıl başındaki kent yerleşiminin niteliğini, Tanzimat’ın ilanı ile başlayacak olan değişmenin kentsel boyutundaki uygulamalarını, kentin silüetini değiştiren anıtsal yapıların dağılımını, yeni mahalleleri, yerleşim yerlerini, “7 tepeli kent” tanımına uygun yükseltileri gösteren önemli bir haritadır. Kauffer’in bu planı 19. yüzyılda yayımlanan haritaların çıkış noktası olur ve birçok kez kopyalanır. Ölçekler bilimsel nitelik kazanır (Resim 12). Resim 10: J. Andelfinger- G. M. Seutter, Haliç Panoramalı İstanbul Haritası, Augsburg 1735 / Picture 10 J. Andelfinger, G. M. Seutter, İstanbul Map with a panorama of the Golden Horn, Augsburg 1735 Among the maps of İstanbul are those which have been drawn up in line with a particular theme. As two examples of thematic maps from different centuries, we can cite Tomas Lopez’s map depicting the fires of 1782 (1783) (Image 13), C. Stolpe and Von Scheda’s map drawn according to the distribution of the Muslim, Christian and Jewish populations in the city as well as another map by the same duo drawn up according to residential areas and graveyards (1869) (Picture 11). The fire insurance maps, commissioned and focusing on buildings, were created to meet the needs of foreign companies arriving in İstanbul for trade (the Goad and Pervitich sections) at the end of the 19th century; all are important documents which provide information about the architectural structure of the city. İstanbul haritaları arasında ayrıca bir de belirli bir temaya yönelik olarak çizilmiş haritalar vardır. Çeşitli yüzyıllardan; Tomas Lopez’in 1782 yılı yangınlarını gösteren haritası (1783 (Resim 13); C. Stolpe’nin ve Von Scheda’nın kentte yaşayan Müslüman-Hıristiyan ve Musevi nüfusun demografisine ve yaşam/yerleşim/mezarlık alanlarına göre yapılmış haritası (1869) (Resim 14), temalı haritalara örnek olarak verilebilir. 19. yüzyıl sonlarında ticaret yapmak amacıyla gelen yabancı şirketlerin ihtiyaçları doğrultusunda yapılmış olan yangın sigorta haritaları ise (Goad ve Pervitiç paftaları) sipariş üzerine, yapılara odaklı olarak yapılmış profesyonel çalışmalar oldukları için, kentin mimari kimliğini veren önemli belgelerdir. 20 Resim 11: B. De Bocage, Antik dönem isimleriyle Boğaz, 1788 / Picture 11: B. De Bocage, Bosphorus with the names of the antique period, 1788 Resim 12: F. Kauffe Kentin nesnel boyutlarıyla kavranmasında önemli bir araç olan harita, “dile getiren el”in yaşadığı çağa, çağın tekniğine, estetik beğenisine ve bunlar gibi birçok özelliklere bağlı olarak anlam bulmuş; bazıları haritacısının bazıları ise resmedilenin hikâyesiyle öne çıkmış, kenti görüp çizenler ya da hiç görmeden çizenler veya başkalarının çizdiklerini kullananlar olmuş, süslü ve bezemeli kartuşlarla haritanın bir sanat eseri gibi tasarlandığı örnekler basılmış… Bütün bu farklılıklara karşın, hepsi bir noktada buluşuyor: İster Konstantinapolis, ister Kostantiniyye isterse de Dersaadet olsun, hepsi de asıl İstanbul denilen suriçi İstanbul’u ile coğrafi konum olarak Boğaz’ı kapsayan genel İstanbul’u konu almışlar. Zaman değişmiş, teknik farklılaşmış, ama mekan hep aynı kalmış: Yüzyıllarca bir imparatorluklar kenti olarak hüküm sürmüş kültür başkenti İstanbul… DİPNOTLAR: Doğan Kuban, “Osmanlı İstanbul Haritasını Neden Yapmadı?”, Cumhuriyet Bilim ve Teknik Dergisi, 2 Nisan 2010 Ayşe Yetişkin Kubilay, “Haritalardaki İstanbul ya da İstanbul Haritaları”, Akademik Araştırmalar Dergisi, 2010 Kültür Başkenti Özel Sayısı Aralık 2010, s. 1 2 KAYNAKÇA: 1- C. Buondelmonte, Bilinen en eski İstanbul haritası. Çizim 1422, basım tarihi 1711. 2- G. Braun & F. Hogenberg, Kuşbakışı İstanbul. Köln 1572. Bakırbaskı 3- J.B. Liebaux & N. De Fer, Kuşbakışı İstanbul. Paris 1705, Bakırbaskı 4- V.M Coronelli, Boğaz Haritası. Venedik 1688, Bakırbaskı 5- Von Reben, Adım hesabıyla çizilmiş Boğaz Haritası. Nürnberg 1764. Bakırbaskı 6- A.M. Mallet, Plan de Constantinople. 1683, Bakırbaskı 7- O. Dapper, Boğaz. Bakırbaskı, 1688 8- G.M. Seutter, Haliç Panoramalı Kuşbakışı İstanbul Haritası. Augsburg 1730, Bakırbaskı 9- J.B. Homann, Haliç Panoramalı Kuşbakışı İstanbul Haritası. C. 1730, Bakırbaskı 10-J.J Andelfinger & G.M. Seutter, Haliç Panoramalı İstanbul haritası. Augsburg 1735, Bakır baskı 11-B. De Bocage, Antik dönem isimleriyle Boğaz Haritası. Paris 1788, Bakırbaskı 12-F. Kauffer-J.B Le Chevalier, İstanbul’un ilk bilimsel ölçekli haritası. Paris 1800, Bakır baskı 13-T. Lopez, 1782 yılı yangınlarını gösteren harita. Madrit 1783, Bakırbaskı 14-J.R. Von Scheda, İstanbul’un demografik haritası. Viyana 1869, Renkli taşbaskı er -J. B. Le Chevalier İstanbul haritası, Paris 1800 bakır baskı / Picture 12: F. Kauffer-J. B. Le Chevalier, İstanbul Map, Paris 1800, copper gravure Maps, which are important means to understand the objective dimensions of the city, take on meaning via the era in which the cartographer lived, the techniques employed in that century, their aesthetic preferences and many other factors. Some maps bring forth the story of the cartographer, while others bring forth the story of the location being depicted; there are map-makers who depicted a location after seeing it, those who would draw it without seeing it at all, and those who would simply use the drawings of others, printing samples of maps that are works of art with elaborately designed cartouches. Despite all of these variations, all maps convene at one point. Whether one chooses to call the city Constantinopolis, Konstantiniyye or Dersaadet, all maps focus on the İstanbul inside the city walls, the İstanbul that encompasses the Bosphorus. Although created at different times and with different techniques, the location remains the same: The cultural capital of İstanbul which ruled as an imperial city for centuries. FOOTNOTES: Doğan Kuban, “Osmanlı İstanbul Haritasını Neden Yapmadı?” (Why did the Ottomans not create an Istanbul map?), Cumhuriyet Bilim ve Teknik Dergisi (Republican Science and Technology Magazine), April 2, 2010 2 Ayşe Yetişkin Kubilay, “Haritalardaki İstanbul ya da İstanbul Haritaları” (Istanbul on maps and maps of Istanbul), Akademik Araştırmalar Dergisi (Academic Research Magazine), 2010 Kültür Başkenti Özel Sayısı (The 2010 Cultural Capital Special Issue) December 2010, pg. 1 BIBLIOGRAPHY 1- C. Buondelmonte, Bilinen en eski İstanbul haritası (The Oldest Known Map of Istanbul). Illustration 1422, Date of print, 1711. 2- G. Braun & F. Hogenberg, Kuşbakışı İstanbul (Bird’s Eye View Istanbul). Köln 1572. Copper print 3- J.B. Liebaux & N. De Fer, Kuşbakışı İstanbul (Bird’s Eye View Istanbul). Paris 1705, Copper print 4- V.M Coronelli, Boğaz Haritası (A Map of the Bosphorus). Venice 1688, Copper print 5- Von Reben, Adım hesabıyla çizilmiş Boğaz Haritası (A Map of Bosphorus Drawn with Step Calculation). Nürnberg 1764 Copper print 6- A.M. Mallet, Plan de Constantinople. 1683, Copper print 7- O. Dapper, Boğaz (The Bosphorus). Copper print, 1688 8- G.M. Seutter, Haliç Panoramalı Kuşbakışı İstanbul Haritası. (A Bird’s Eye View of Istanbul with a Golden Horn Panoramic View: a Map of Istanbul) Augsburg 1730, Copper print 9- J.B. Homann, Haliç Panoramalı Kuşbakışı İstanbul Haritası (A Bird’s Eye View of Istanbul with a Golden Horn Panoramic View) C. 1730, Copper print 10- J.J Andelfinger & G.M. Seutter, Haliç Panoramalı İstanbul Haritası (a Golden Horn Panoramic View Souvenir). Augsburg 1735, Copper print 11- B. De Bocage, Antik dönem isimleriyle Boğaz Haritası (A Bosphorus Map with Ancient Names). Paris 1788, Copper print 12- F. Kauffer-J.B Le Chevalier, İstanbul’un ilk bilimsel ölçekli haritası (Istanbul’s First Scientific Scale Map). Paris 1800, Copper print 13- T. Lopez, 1782 yılı yangınlarını gösteren harita (A map showing the fires of 1782). Madrid 1783, Copper print 14- J.R. Von Scheda, İstanbul’un demografik haritası (Demographic map of Istanbul). Vienna 1869, Colored lithograph. Resim 13: T. Lopez 1782 yangınını gösteren harita, 1783 / Picture 13: Map showing the 1782 fire by T. Lopez, 1783 Resim 14: J. R. Von Scheda İstanbul’un demografik haritası 1869 / Picture 14: J. R. Von Scheda, Demographic map of İstanbul, 1869 21 İSTANBUL’U HARİTALARDA GEZMEK: ATATÜRK KİTAPLIĞI ARŞİVİ / AROUND İSTANBUL IN MAPS: ATATÜRK LIBRARY MAP ARCHIVE İSTANBUL’U HARİTALARDA GEZMEK: ATATÜRK KİTAPLIĞI HARİTA ARŞİVİ İrfan DAĞDELEN AROUND İSTANBUL IN MAPS: ATATÜRK LIBRARY MAP ARCHIVE İrfan DAĞDELEN 22 İSTANBUL’U HARİTALARDA GEZMEK: ATATÜRK KİTAPLIĞI HARİTA ARŞİVİ AROUND İSTANBUL IN MAPS: ATATÜRK LIBRARY MAP ARCHIVE İrfan DAĞDELEN* İrfan DAĞDELEN* İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğü’ne The Atatürk Library Map Archive, part of the Istanbul Metropolitan Mubağlı Atatürk Kitaplığı Harita Arşivi’nde dünyanın en zengin İstanbul hari- nicipality Directorate of Libraries and Museums, has the richest collection taları koleksiyonu bulunmaktadır. Kullanım yoğunluğu ve işlevi bakımın- of İstanbul maps. With a great density of users and variety of functions, dan yoğun bir araştırmacı portföyüne sahiptir. 10.000’in üzerinde harita the library caters to a wide portfolio of users. Inspiring researchers with adedi ile araştırmacıları heyecanlandıran koleksiyon, kütüphane yöneti- more than 10,000 maps, the collection continues to prosper thanks to minin katkı ve desteği ile günden güne daha da zenginleşmektedir. 4 cilt the contributions and support of the library administration. The majority halinde yayınlanan harita kataloglarının tasnif çalışmalarının büyük ço- of the work in classifying the 4-volume map catalogue has been comğunluğu bitmiş olup, haritaların zarar görmemesi ve daha rahat kullanıl- pleted, but the transfer of maps to digital media for archival safekeeping ması için dijital ortama aktarılması işi ise devam etmektedir. Sur-ı Sultani and easier access still continues. The collection of maps allows us to disiçerisinde yer alan tarihi eserlerin restorasyonu, kaybolanlarının tespiti, cover the city of İstanbul, taking a historical adventure through the city, şehir dokusunun değişim serüveni, imparatorluk başkentinin demografik enabling us to perceive the restoration of historical artifacts in Sur-ı Sulyapısı, sosyal ve ekonomik veriler, saraylar, köşk ve kasırlar, sahilhâneler, tani, witnessing the loss and alteration of the city’s texture through time, hanlar, hamamlar, dükkanlar, bağ ve bahçeleri ile İstanbul’u haritalarda observing the demographic structure of the imperial capital, including its social and economic data, palaces, mangezmek, tarihin serüveni içerisinde sokağın, sions and pavilions, seaside residences, caddenin, mahallenin, semtin yüzyılları buAtatürk Kitaplığı harita koleksiyonu, dünyainns, baths, stores, vineyards, and gardens, lan değişimini gözlemlemek mümkündür. nın en uzun haritasından, İstanbul’un ilk kaand finally, helping us to understand the Mevcut koleksiyon dünyanın en uzun haridastral haritalarına, yangın, istimlak ve istihundreds of years of change that has octasından, İstanbul’un ilk kadastral haritalakamet haritalarından askeri haritalara kadar curred in the streets, boulevards, quarters, rına, yangın, ifraz / istimlak ve istikamet haçok zengin bir içeriğe sahiptir. and districts of the city. ritalarından askeri haritalara kadar çok zenThe Atatürk Library map collection has very The Atatürk Library map collection has gin bir içeriğe sahiptir. rich contents, from the longest map of the very rich contents, from the longest map Coğrafi bilgi sistemlerinin günümüz şehirworld to the first cadastral maps of Istanbul, of the world to the first cadastral maps of cilik anlayışında kazandığı önem göz önüincluding fire, expropriation, directional maps İstanbul, and fire, expropriation, directional ne alınarak, eski haritalarda da bu verilerin and military maps. maps and military maps. dizinleme çalışmaları yapılmış olması, araşGeographic information systems have gained tırmacıların istedikleri haritaya doğru ve etimportance in today’s perception of urbanization; the kin bir şekilde ulaşmalarını sağlamıştır. Tasnif ediindexing of the information found in old maps has enlen haritaların katalog bilgilerine, “http://katalog. abled researchers to access the maps they are lookibb.gov.tr/Yordam01.htm”, internet adresi üzerining for more easily. You can find the classified map den ulaşmak mümkündür. catalogue information at “http://katalog.ibb.gov.tr/ Son yıllarda gerek İstanbul Büyükşehir Belediye BaşYordam01.htm”. kanlığı, gerekse ilçe belediyeleri tarafından yapılan imar planlarının hazırlanması, şehir planlarının yapılması, restorasyon faaliyetlerinin yürütülmesinde kütüphanemiz harita koleksiyonunun kaynak olarak alınması, araştırmacılar ve konu uzmanlarının yoğun istekleri doğrultusunda bu haritaların tıpkıbasımı gündeme gelmiş ve ilk olarak Beyoğlu’nun Sultan Abdülaziz Dönemi ilk kadastral planları “Cadastre De La Ville De Constantinople - VI. Cercle Municipal” adıyla Türkçe - Fransızca olarak yayınlanmıştır. In recent years, in response to the huge demand by researchers and experts to use our library’s map collection as a resource for the preparation of development and city plans, and in restoration activities carried out by both the Directorate of the İstanbul Metropolitan Municipality and provincial municipalities, the creation of facsimiles became a pressing issue. As a result, the first cadastral plans of Beyoğlu in Sultan Abdulaziz’s era have been published in Turkish-French under the title of “Cadastre De La Ville De Constantinople - VI. Cercle Municipal”. 1839 yılında Tanzimat Fermanı ile ilan edilen ve idari sistemde yeni düzenlemelerle başladığı kabul edilen XIX. yüzyıl modernleşme sürecinin önemli kurumlarından biri olan VI. Daire Belediyesi’nin Cadastra de la ville de Cosntantinople. Harita Arşivi The 6th Council Department, an important instituno.: Hrt Gec 1909 / Map archives no.: Hrt Gec 1909 ilk olarak kurulduğu 1857 senesi ile Belediyeler tion in the 19th century modernization process, first Kanunu’nun çıkışı olan ve bu kurumun ayrıcalıklı statüsünün sonu olarak established in 1839 with the Tanzimat, introduced regulations in the adkabul edilen 1876 yılına kadar geçen süreçte sürekli olarak üzerinde çalış- ministrative system and maintained a special status until the City Council tığı konulardan biri bölgenin oldukça ayrıntılı kadastral planının hazırlan- Law of 1876; the department was primarily concerned with the matter masıdır. Bu kurum yirmi yıla yakın bir süre içinde önce kendi bünyesinde of maps. One thing that was focused on was the preparation of detailed * Atatürk Kitaplığı Nadir Eserler Uzmanı * Expert for rare materials, Atatürk Library 23 İSTANBUL’U HARİTALARDA GEZMEK: ATATÜRK KİTAPLIĞI ARŞİVİ / AROUND İSTANBUL IN MAPS: ATATÜRK LIBRARY MAP ARCHIVE oluşturduğu, daha sonra da merkezi bir kimlik kazanacak olan teknik bürosu ile Karaköy’den Taksim Meydanı’na kadar olan bölgenin ilk ayrıntılı kadastral çalışmasını gerçekleştirmiştir. Sultan Abdülaziz döneminde VI. Daire Belediyesi’ndeki değişiklikleri de içeren, son aşamasını 1876 yılına kadar sürdürmüş olduğu anlaşılan kadastral planlarını izleyebildiğimiz “Cadastre de la Ville de Constantinople – VI. Cercle Municipal” adlı atlasın kütüphanemizde bulunan dört cildinin dışında, koleksiyonumuzda olmayan diğer ciltlerine yoğun araştırmalarımıza rağmen maalesef ulaşamadık. Bu çalışma, Beyoğlu’nun günümüzde de kısmen varlığını sürdüren mimari ve kentsel dokusunu ve önceki durumunu bizlere aktarıyor olmasından dolayı oldukça eski ve önemli bir kaynak olarak tanımlanmaktadır. Beyoğlu bölgesinin kentsel ve mimari dokusu konusundaki çalışmalara önemli bir kaynak oluşturan bu kadastral planlar, VI. Daire Belediyesi’nin sınırları içinde bulunan alanı, belli bölgelere ayırmak suretiyle oluşturulan ciltlerde bulunmaktadırlar. Bu ciltlerin ilk sayfalarında kadastrosu yapılan alanın 1:2000 genel planı bulunmaktadır. Bu plan üzerinde oluşturulan kadraj üzerinde enlem ve boylamlar belirtilmiştir; ayrıca binalar, yapı malzemelerine göre (kârgir, ahşap) sınıflandırılmış, bahçeler ve boş alanlar da farklı renklerde olmak üzere boyanmıştır. Sokak, cadde ve çıkmazların da isimleri bu planlarda bulunmaktadır. Oldukça ayrıntılı bu ilk genel plandan sonra, 1:200 ölçekli paftalar gelmektedir. Bu planlarda her parselde bulunan binanın yapı malzemesi, bahçesi veya boş alanlar farklı renklerde boyanarak belirlenmiş, ayrıca sokak-cadde-çıkmaz isimleri ve bu yollar üzerindeki ölçüm röperleri gösterilmiştir. Bunlarla beraber, parsellerin kenar uzunlukları, yapıların plan düzlemindeki boyutları, parsellerin koordinatları, bina ve bahçelerin alan ölçümleri de bulunmaktadır. cadastral plans of the district. The technical chamber, which was established as part of this institution after about 20 years, took on a central role and completed the first detailed cadastral work of the district that stretched from Karaköy to Taksim. Unfortunately, despite intensive research, we have been unable to locate any volumes, other than the four volumes in our library, of the Atlas “Cadastre de la Ville de Constantinople - VI. Cercle Municipal”. From the existing volumes, we know that the cadastral plans continued until 1876; this work also includes changes made by the 6th Council Department in the era of Sultan Abdülaziz. This work has been characterized as an old and important source, as it provides us with the architectural and municipal textures of Beyoğlu that still partially exist, as well as previous structures that are no longer extant. Bu alandaki yayınlarımız XXII. Uluslararası Mimarlar Kongresi’nde yoğun bir ilgiyle karşılanmış ve bu yöndeki yayınlara hız verilmesi gerekliliği vurgulanmıştır. Bu kapsamda İstanbul - Rumeli Ciheti “Sarıyer, İstinye, Arnavutköy, Bebek, Tarabya, Beşiktaş, Kâğıthane” haritaları basılmıştır. Aynı ciddiyet ve sorumlulukla bu tür yayınlara bir yenisi daha eklenmiş ve “Alman Mavileri - 1913 - 1914 I. Dünya Savaşı Öncesi İstanbul Haritaları” adlı eser 3 cilt olarak yayınlanmıştır. “Alman Mavileri” ismiyle ün yapmış olan bu haritalar 1914 I. Dünya savaşı öncesi Almanların “Deutsch Syindikat für Staebaliche Arbeiten” adlı şirketi tarafından yapılmış tüm Suriçi İstanbul’unun yanında Eyüpsultan, Beyoğlu, Beşiktaş, Kadıköy, Üsküdar gibi yerleşim merkezlerini de içermektedir. Alman Mavileri İstanbul’un kent planlamasına temel oluşturacak harita alımı için ilk adım İstanbul Şehremaneti’nce, Halil Edhem Bey’in (Eldem) şehreminliği döneminde (20 Temmuz 1909 - 6 Ocak 1910) atılmıştır. Bu haritaların oluşturulması için gereken “Nirengi sistemi kurma işi” Fransız Topoğrafya Cemiyeti’ne ihale edilmiştir. Fransız plancılar Galata Kulesi merkezli bir nirengi sistemi kurarak, ölçümlerini 1911 yılında tamamlamışlardır. Nirengiye dayanan harita alma işi 1913 yılında “Deutsch Syindikat für Staebaliche Arbeiten” firmasına ihale edilmiştir. Bu firmanın ölçümlerinden elde edilen bilgiler Almanya’ya gönderilerek çizimleri Almanya’da gerçekleştirilmiştir. Türkiye’ye geldikten sonra da Osmanlıca kopyaları yapılmıştır. Her paftası 66x100 cm. boyutunda, renkli, 1/1000 ve 1/500 ölçekli olarak hazırlanan bu haritalarda mahalle veya semt adları, sokak ve cadde, yapı adları, saraylar, elçilik binaları, karakol, itfaiye, belediye v.b resmi binalar; cami, tekke, medrese, mezarlık, hazire, türbe, kilise, sinagog v.b dini yapılar; kule, duvar, sur, kışla, jandarma karakolu, tersane, atölye, levazım deposu v.b askeri yapılar; hastahane, iskele, demiryolu, gar, 24 These cadastral plans, which provide information about the municipal and architectural texture of the Beyoğlu district, are to be found in the volumes that include the area found within the borders of the 6th Council Department. In the first pages of these volumes, the general plan of the cadastre is surveyed on a 1:2000 scale. The latitude and longitude are marked in the border; in addition, the buildings are classified according to their construction materials (stone, brick, and wood), and the gardens and empty areas are marked in different colors. The names of the streets, boulevards, and dead ends are provided. After this fairly detailed general plan, there are map sections on a 1:200 scale. In these plans, the construction material of every building, as well as the garden or vacant lots, are all defined in different colors, and the names of streets, bou- istasyon türü kamu yapıları; adları ve gabarileriyle gösterilmiştir. Semt, mahalle, cadde, sokak ve bina isimleri Türkçe isimlerin Fransızca telaffuz ediliş şekliyle yazılmıştır. Örneğin “cami” yerine “djami”, “çıkmaz sokak” yerine “tchikmaz sokak” gibi. Adı geçen bu yapılar özellikle 1/500 ölçekli haritalarda plan düzleminde tüm dış konturlarının ölçüleriyle gösterilmesine karşın; yapı malzemesinin cinsi belirtilmemiştir. Alman Mavileri’nde ada ve parsel bilgileri işlenmemiş, birkaç istisna dışında hamamlar ve konutlar çizilmemiştir. Konutlar ada etrafında dönen yaklaşık 0,5 cm. kalınlığında gri bir gölge ile gösterilmiştir. 1/1000 ve 1/500 ölçekli, tek yapı ölçeğine kadar inen haritalar 1913-1914’te çizilmiştir. 1/2000 ölçekli haritalar daha ziyade rehber nitelikli haritalar olup hangi paftanın hangi bölgeye ait olduğunu göstermek amacıyla yapılmış ve 1918 - 1921 yılları arasında çizilmiştir. levards, and dead-end streets, as well as the measuring references on the roads are given. In addition to these, the length of the parcels, the sizes of the structures during the planning stage, the coordinates of the parcels, and blueprint dimensions of the buildings and gardens are given. Our publications in this field were welcomed with great enthusiasm at the 22nd International Architects’ Congress and the need to speed up this kind of work was emphasized. Maps for the İstanbul - Rumelian Side (Sarıyer, İstinye, Arnavutköy, Bebek, Tarabya, Beşiktaş, and Kâğıthane) have been published to date. With the same approach, another publication has been added after the purchase of “Alman Mavileri - 1913-1914 I. Dünya Savaşı Öncesi İstanbul Haritaları (German Blue - 1913-1914 Istanbul Maps before World War I), consisting of 3 volumes. These maps, which were known under the name “German Blue”, were prepared before 1914 and the First World War by the German company “Deutsch Syindikatfür Staebaliche Arbeiten”; they include population centers such as Eyüp Sultan, Beyoğlu, Beşiktaş, Kadıköy, and Üsküdar, in addition to the section of Istanbul within the city walls. German Blue The first step in creating maps, which forms a basis for urban planning, was taken at the time when Halil Edhem Bey’s (Eldem) was mayor of İstanbul (20 July 1909 - 6 January 1910). The “Establishment of Triangulation” in order to create these maps was delegated to the French Topography Society. The French planners established a triangulation system centered on Galata Tower and completed their calculations in 1911. The task of creating maps based on triangulation was delegated to the “Deutsch Syindikatfür Staebaliche Arbeiten” firm in 1913. The calculations of this firm were sent to Germany and the drawings were made there. When the maps were sent to Turkey, copies were prepared in Ottoman Turkish. Haritaların Teknik Özellikleri Dikdörtgensel Koordinat Şebekesi Galata Kulesi’nin merkez koordinatları tarafımızdan bilinmemekle birlikte Kuzey ve Batı yönünde ele alınmıştır. Koordinatların gösterici rakamları şebekenin kenarında yazılmıştır. 100 m. x 100 metrelik simetrik kareler ve 10000 m2 lik aynı alanlar halinde oluşturulmuş koordinat şebekesinin yardımı sayesinde plan üzerindeki bütün uzaklıklar ve alanlar ölçülebilir ve hesaplanabilir. Kuzeye doğru yönlenmiş olan şebeke aşağıdan yukarıya doğru bir çizgi halinde Güney-Kuzey yönünde, sağdan sola doğru olanlar ise Doğu-Batı yönündedir. Every section in these maps measures 66×100 cm, is colored, and drawn up on a scale of 1/1000 or1/1500. Furthermore, all the following landmarks are shown with their names and templates: quarters or districts, streets and boulevards, structures, official buildings, such as palaces, embassy buildings, police stations, and fire stations; religious structures, such as mosques, dervish lodges, madrasahs, cemeteries, hazires, mausoleums, churches, and synagogues; military structures such as towers, walls, ramparts, barracks, gendarme stations, shipyards, workshops, and supply depots; public structures such as hospitals, ports, railways, stations, and terminals. District, quarter, boulevard, street and building names are written with the French spelling of Turkish names. For example, for cami (mosque) we have the transliteration djami, and for çıkmaz sokak (dead end), we are given tchikmaz sokak. Although these structures are specifically presented in the1/500-scaled maps and all the exterior contours are presented with the sizes, although the type of construction material is not stated. In German Blue, the island and parcel data is not stated and, with a few exceptions, baths and houses are not drawn. The houses are shown with a gray band, 0.5 cm in width. In 19131914, maps on a scale of 1/1000 and 1/500, even ones on the scale of a single structure, were drawn. Maps scaled on 1/2000 are as a guide, having been drawn to show which map section belongs to which region, and were drawn between 1918 and 1921. 25 İSTANBUL’U HARİTALARDA GEZMEK: ATATÜRK KİTAPLIĞI ARŞİVİ / AROUND İSTANBUL IN MAPS: ATATÜRK LIBRARY MAP ARCHIVE • Önemli yükseklik kotları: Kotlar santimetre cinsinden Haliç seviyesin den verilmiştir. Technical Features of the Maps • Eş yükselti eğrileri: Haliç su seviyesinin 2’şer metre üzerinden veril miş olan yükseltiler, mahalleye göre yazılmıştır. 10, 20, 30, 40 m.’lik eğriler diğerlerine göre daha büyük gösterilmiştir. The center coordinates of Galata Tower are unknown, but north and west are given. The indicating numbers of the coordinates are given on the side of the grid. With the aid of the grid, which consists of 100 m×100 m symmetrical squares and areas representing 10,000 square meters, all the details in the plan can be measured and calculated. The orientation symbol that indicates north is a line stretching from the bottom to the top, while the lines going from the right to the left indicate east to west. • Kesin işaretlerin eşitleştirilmesi (Yükseklikler milimetre cinsinden Haliç seviyesinden verilmiştir.) • İşaretler (röperler) yatay olarak yerleştirilmiş olup, sivil ve anıt eserlerin duvarlarına ya da kaldırımların döşeme taşına ve geniş merdivenlere işlenmiştir. • 1/1000 ölçekli haritalar, şehrin genel planının numaralandırılmasını ve açılımını göstermektedir. • 1/500 ölçekli haritalar şehrin genel planının numaralandırılması ve açılımını göstermektedir. 1925 yılında Harita ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün kurulmasıyla İstanbul’un kadastral haritaları yapılmaya başlanıldığında “Alman Mavileri” altlık olarak kullanılmıştır. İstanbul ve bilad-ı selase (üç belde: Suriçi ve Eyüp, Galata, Üsküdar), Beşiktaş, Haliç ve çevresini ayrıntılı bir şekilde gösteren bu haritaların lejandı mevcuttur. Alman Mavileri’nin Osmanlıca yazılmımış paftaları da daha sonraki yıllarda yapılmaya başlanmış, bu durum 1926 yılına kadar devam etmiştir. Rectangular Coordinate System •Important altitudes: Altitudes above sea level are given in centimeters from the level of the Golden Horn. •Contour lines: Altitudes 2 meters above the level of the Golden Horn are given, depending on the quarter. 10, 20, 30, and 40 meters are shown as being larger than the others. •Equivalents of defining symbols. Altitude is given in millimeters above the level of the Golden Horn •Symbols (reference marks) are placed horizontally, and placed on the walls of civilian and monumental works or on paving stones and wide stairs. •1/1000-scaled maps shown the enumeration and expansion of the general plan of the city. •1/500-scaled maps show the enumeration and expansion of the general plan of the city. [İstanbul] - Feuille No: G 7. Harita Arşivi /Map Archives no: 2712 26 Almanya’da çizilen ve “Alman Mavileri” adıyla anılan bu haritalara neden bu adın verildiği bilinmemekle birlikte; havuz, dere, göl ve deniz gibi su öğelerinin bu haritalarda mavi renkle gösterilmesinden dolayı haritaların bu isimle anılması bir tahminden öteye gitmemektedir. Arşivimizde araştırmacılarımız tarafından çokça başvurulan bu haritalar 3 cilt olarak tasarlanmıştır. 1. ciltte Üsküdar, Kadıköy, Beşiktaş’ın bir kısmı yer almaktadır. 2. ciltte Beyoğlu, Eminönü ve Fatih’in çok az bir bölümü yer almaktadır. 3. cilt ise Fatih, Eyüpsultan bölgelerini kapsamaktadır. Planlarda aranılan yerleri rahat bulabilmek için kitabın başına bir anahtar pafta konulmuştur. Ayrıca cilt ve pafta numaralarının yer aldığı yaklaşık 14.000 adet semt, cadde, sokak ve bina dizini yer almaktadır. Alman Mavilerini yoğun olarak kullanan mimarlar, şehir plancıları, avukatlar, tarihçiler ve diğer araştırmacılar için bu kitap büyük bir eksikliği gidermiştir. Bir diğer koleksiyonumuz ise Hırvat asıllı topograf mühendisi Jacques Pervititch’in hazırladığı sigorta planlarıdır. Bu haritalar 1920’li yıllarda başlayıp 1940’lı yıllara kadar uzanan bir süreç içersinde oluşmuştur. Bu süre içerisinde Beşiktaş, Beyazıt, Üsküdar, Kadıköy, Taksim, Beyoğlu ve Eminönü bölgeleri çizilmiş ve 1920’li yıllarda Fratelli Haim tarafından basılmış; daha sonraları Kağıtçılık ve Matbaacılık Anonim Şirketi tarafından 12’şer adet basılarak büyük sigorta şirketlerine dağıtılmıştır. İstanbul’un yüzyıllar boyu en büyük felaketleri olan yangınlar sonucunda gelişen sigortacılık, bu haritaların üretimine ivme kazandırmıştır. When the General Directorate of Maps and Cadastre was established in 1925, the cadastral maps of İstanbul began to prepared; at this time the “German Blue” map was used as a base. Detailed maps of İstanbul and the bilad-i selase (three districts: within the city walls and Eyüp, Galata, Üsküdar), Beşiktaş, and the Golden Horn, and its environs contain a legend. In subsequent years, the German Blue map was prepared in Ottoman Turkish; this continued until 1926. The reason why these maps are referred to as “German Blue” is unknown; however, as the pools, lakes, streams and seas are blue in the map, it is possible that the name was derived from these features. This work, which is frequently consulted by researchers in our archives, has been designed in three volumes. The first volume includes Üsküdar, Kadıköy, and a part of Beşiktaş. The second volume includes Beyoğlu, Eminönü and a small part of Fatih. The third volume includes the Fatih and Eyüp Sultan districts. For easier searching, a key map section is included at the beginning of the book. There is also an index of approximately 14,000 districts, boulevards, streets, and buildings, including volume and map section numbers. This publication has filled an enormous void for architects, city planners, lawyers, historians, and other researchers who frequently refer to the German Blue maps. Another collection consists of the insurance plan prepared by the Croatian topographic engineer, Jacques Pervititch. These maps were produced between 1920 and 1940. To start this process, in the 1920s the Beşiktaş, Beyazit, Üsküdar, Kadıköy, Taksim, Beyoğlu, and Eminönü districts were made into maps that were published by Fratelli Haim; after this time, each one was printed 12 times by the Kağıtçılık ve Matbaacılık Anonim Şirketi (Stationers and Publishers Incorporated Company) and distributed to large insurance companies. Fires, which were the most serious and frequent danger in İstanbul for many centuries, led to the development of the insurance business and accelerated the production of these maps. Modernleşme sürecini 19. yüzyıl sonunda tamamlayan İstanbul, sık sık yaşanan yangınlar sonucunda büyük felaketlerle karşı karşıya gelmiştir. Yangınlar sadece bir bölgeyi ortadan kaldırmakla kalmıyor, o bölgenin kültürel zenginliğini, sokak ve yapı blokları gibi birçok birikimini yok ediyordu. Öyle ki 1728-1854 arasındaki 126 yılda 209, 1854-1908 arasındaki 54 yılda 129, ve 1908 yılını izleyen 13 senelik bir dönemde ise 79 yangın görülmektedir. Yangınların bu kadar yakıcı ve yıkıcı olması İstanbul’u yangın sigortacılığının en verimli çalışma alanı haline gelmiştir. Özellikle 1870 Büyük Beyoğlu Yangını ile artık binaları sigortalatmak kaçınılmaz bir gereksinim olmuştu. Bu amaçla 1904-1906 yılları arasında C. E. Goad Şirketi İstanbul’da sınırlı bir alanda harita üretimine başlamıştır. Daha sonra Türkiye Sigortacılar Daire-i Merkeziyesi adına Jacques Pervititch tarafından 1922-1945 yılları arasında 230’un üzerinde harita yapılmıştır. Bu haritalar o dönemde belli bir gereksinimi karşılamak amacıyla çizildiğinden, günümüzde çok farklı bir anlam içermektedir. Haritaların kentin sosyo-ekonomik konumunu ortaya koymaları ve çok çeşitli şekillerde okunabilmesi ve yorumlanabilmesi onları kent tarihi araştırmacılarının başvuru kaynağı haline gelmiştir. İstanbul, having completed its modernization process in the 19th century, faced extreme danger in the frequent and destructive fires; in the 126 years between 1728 and 1854 there were 209 fires, while in the 54 years between 1854 and 1908 there were 129 fires, and between 1908 and 1913 there were 79 fires. The fires would not only destroy a district, but also ravaged the heritage of the region, such as its cultural features, streets, and buildings. The destructive nature of fires made İstanbul a perfect place for the development of the fire insurance business. Specifically, by the time of the Great 1870 Beyoğlu Fire, buildings had to be insured. For that purpose, between 1904 and 1906, the C. E. Goad Company started to produce a limited numbers of maps of İstanbul. Later, Jacques Pervititch prepared more than 230 maps between the years 1922-1945 for the Türkiye Sigortacılar Daire-i Merkeziyesi. At that time, these maps were prepared to fulfill a requirement; however, today they are used for totally different purposes. As the maps depict the socio-economic position of the city and can be read and interpreted in many different ways, they act as a reference source for researchers of urban history. As a result of the rapid urbanization in the 1940s, the city developed; new buildings were erected, a shortage of housing occurred, and the structure of buildings was transformed from timber to concrete. All these tendencies slowed the rapid growth of the insurance business, and as a result, the maps started to lose their importance. After many years had 27 İSTANBUL’U HARİTALARDA GEZMEK: ATATÜRK KİTAPLIĞI ARŞİVİ / AROUND İSTANBUL IN MAPS: ATATÜRK LIBRARY MAP ARCHIVE 1940’lı yıllardan sonraki hızlı kentleşme sürecinin sonucunda şehrin büyümesi, yeni yapı bloklarının yükselmesi, konut sorununun ortaya çıkması ve yapı malzemelerinin ahşaptan betonarmeye yönelmesiyle sigortacılıktaki o hızlı gelişme zayıflamış ve dolayısıyla bu haritaların kullanımı da önemini yitirmeye başlamıştır. Uzun yıllar sonra tekrar gündeme gelmesi ve kullanılan temsil dilinin çözülmeye başlaması ile birlikte İstanbul’un kentsel tasarımına yardımcı olabilecek yeni bir kaynak olma niteliğini kazanmıştır. Coğrafi bilgi sistemlerinin gelişmesi sonucunda bu temsil dilinin yeni paftalara uygulanması ile birlikte 100 yıllık bir süreçte İstanbul coğrafyasının hangi eylem ve boylamda değişikliğe uğradığı, sokak ve caddelerin nasıl bir dönüşüm geçirdiği gözlemlenebilecektir. Bu gözlemlerden çıkarılacak sonuçlara göre kent tarihi araştırmacıları yeni bulgularla karşılaşacaklardır. Pervititch haritalarında yapı yoğunluğunun az olduğu Üsküdar - Kadıköy bölgesi için 1/25.000 ve 1/4.000 ölçekli iki kademeli planlar yapılmıştır. Paftalarda sokak dizinleri oluşturulmuş ve eğer tespit edilebilmiş ise yapı bloklarının üzerine kapı numaraları kaydedilmiştir. Eğer bilinmiyorsa binanın tespiti cami, okul, park gibi kamusal yapılar nirengi noktası alınarak saptanmaktadır. Pervititch haritalarının lejantı ile ilgili derli toplu bir bilgi olmamakla birlikte harita üzerinden yola çıkarak bir lejant oluşturma yoluna gidilmiş ve şu kategoriler oluşturulmuştur. 1-Yapı tipi 2-Çıkmalar, çatı ve üst yapılar, 3-Duvarlar ve pencereler 4-Kat adetleri ve yükseklikleri 5-Sokaklar ve numaralama sistemleri 6-Kısaltmalar ve diğer simgeler Bu kategoriler binanın nicel ve nitel özellikleri hakkında bilgi vermesi açısından önem arz etmektedir. Bunları biraz daha açıklamak gerekirse: 1- Yapı Tipi Yapı stoğu A, B, C ve Karma olarak 4’e ayrılır. Çeşitli yapı tekniklerinin kullanıldığı, yangın riski az, betonarme binalar A; dış duvarları yığma olmakla beraber iç döşemeleri ve tavanları ahşap yapılar B tipi olarak adlandırılmakla birlikte bunları sembolize eden renkler kırmızı ve pembedir. İki veya daha fazla katlı, dış cephesi ahşap, sunta ve ahşap ağırlıklı yapılar C tipi yapılardır ve sarı renkle sembolize edilmektedir. Kent merkezlerinde A ve B tipi yapılar yoğun olarak yer almaktayken C tipi yapılar daha çok şehrin dış kesiminde görülmektedir. Dış duvarları yığma, iç döşemeleri ahşap karma yapılar kırmızı çerçeve içine alınarak sarı renklerle işaretlenmiştir. Bu tanımlamalarla 1920’li yıllarda İstanbul geneline bakıldığında dışı yığma, iç döşemesi ahşap yapıların ağırlıkta olduğu görülmektedir. passed, they once again appeared on the agenda and with the deciphering of the symbolic language they took on the characteristic of being a resource that would be of use in the urban design of İstanbul. As a result of improvements in geographical information systems and the application of this technology to new map sections, the changes that occurred for each meridian and latitude in the geography of İstanbul over the past 100 years, including the transformation of the streets and boulevards, could now be observed. With the conclusions that we can arrive at from these observations, researchers into urban history will be able to make new discoveries. Two layered plans on a 1/25000 scale and a 1/4000 scale were prepared based on the Pervititch maps for the districts of Üsküdar and Kadıköy; these areas had a low building density. Street lists were generated for map sections and if they were known, door numbers were recorded on the structure blocks. If they were not known, public places such as mosques, schools, and parks were taken as triangulation points. Although there is no well-coordinated information about the legends on the Pervititch maps, the legends that exist on the maps have been determined in the following categories: 1 – Structure Type 2 – Overhangs, roofs and upper structures 3 – Walls and windows 4 – Number and height of floors 5 – Streets and numeration systems 6 – Abbreviations and other symbols These categories are important for providing information about the quantitative and qualitative features of a building. Below we will give a little more detail: 1 - Structure Type Structure type is divided into four types: A, B, C, and Mixed. Type A consists of concrete buildings constructed with a variety of techniques and of a low fire risk; Type B consists of structures with wooden roofs, masonry exterior walls and wooden finishing / furnishings inside. B type structures are indicated by the colors red and pink. C type structures have two or more floors, wooden siding, and have a preponderance of slats and wood; they are marked in yellow. A and B type structures are frequent in city centers, whereas C type structures are usually found in the outer parts of the city. The mixed structures have masonry exterior walls and wooden furnishings, marked in yellow with red lines. These symbols help us to see that in the 1920s buildings with masonry exterior walls and wooden finishing were common throughout İstanbul. These distinctions, not shown on the Goad maps, include five categories: Goad haritalarında temsili mümkün olmayan bu farklılaşma beş kategoride ele alınmaktadır: k1: Structures in which the ground floor is ordinary masonry, two wooden floors, but no wooden roof. k1: Zemin katı adi yığma, iki katı ahşap, ancak çatı döşemesi ahşap olmayan yapılar k2: Structures in which the ground floor is ordinary masonry, two wooden floors and rigid paneling. k2: Giriş katı adı yığma, diğer iki katı ahşap, sert malzemeyle kaplı yapılar k3: Two-floored wooden structures with ceilings lower than 2 meters in height and a masonry basement above pavement level. k3: Tavan yüksekliği 2 metreden az, yığma bodrumu bulunan, kaldırım seviyesinin üzerinde 2 katlı ahşap yapılar k4: Structures in which the first two floors are masonry, the third floor wooden and the back façade of the third floor is wooden. k4: Sokak tarafında ilk iki katı yığma, üçüncü katı ahşap, arka cephesi 3 kat ahşap yapılar k5: Structures in which there is a French vault store which has been well insulated and the upper floors have an separate entrance. 28 İstanbul: Üsküdar 68: Selvilik, Bülbüldere, Selamsız, plan d’assurances / Jacques Pervititch. Harita/Map no: 668 29 İSTANBUL’U HARİTALARDA GEZMEK: ATATÜRK KİTAPLIĞI ARŞİVİ / AROUND İSTANBUL IN MAPS: ATATÜRK LIBRARY MAP ARCHIVE k5: Giriş katında Fransız tonoz döşemeli iyi yalıtılmış bir dükkan bulunan, üst katlara bağımsız bir giriş veren yapılar 2- Çıkmalar, Çatı ve Üst Yapılar b1: Cam tepe ışıklığı veya çatı penceresi bulunan, ikinci katta ahşap balkonlu yapılar b2: Zemin dahil dört kat yığma, en üst katta sert döşemeli bir teras ve baca bulunan yapılar, b3: Çatı penceresi ve ışık bacası içeren 4. katta yarım metreden fazla çıkmalı ahşap çatı katı bulunan yapılar, b4: İçerden pencereli camekan bulunan, 3. katında ahşap teras balkonlu binalar, ayırdedilmektedir. Ayrıca çatı eğimleri oklarla belirtilmekte ve Marsilya kiremidi (TF), yerli kiremit (t), eternit (ERT), galvenizli sac (TO), çinko (ZC), kurşun (Pb) ve katranlı kağıt (PG) işaretiyle gösterilmektedir. 3- Duvarlar ve pencereler Pervititch haritaları yapıların duvarlarına ve pencerelerine ilişkin 21 farklı lejant kategorisi içermektedir. Bu alt kategoriler yardımıyla a. Çatı seviyesine erişen yangın duvarları b. Çatı kotunu geçen yangın duvarları c. Yığma ancak tamamlanmamış yangın duvarları d. Tam görünüşlü ancak boşluk içermesi olası yangın duvarları e. Önlem alınmamış, yanal pencere açıkları f. Ahşap levha, çinko, eternit, katranlı kağıtla kaplanmış yangın duvarları, g. 3 metreye kadar bahçe duvarları h. 4 metreye kadar payanda duvarları i. Yangın önlemi alınmamış penceresi veya açıklığı bulunan yığma duvarlar j. Yangın önlemi alınmış penceresi veya açıklığı bulunan yığma duvarlar k. Koruyucu yeteneği kuşkulu yığma yangın duvarları l. Demir kolonlarla bağlanmış yığma bölme duvarları m.Ahşap veya alçı pano bölme duvarları n. Yapı içi koridor ve geçitler o. Dolgu yangın duvarı üzerinde kepenkli pencereler p. Dolgu yangın duvarı üzerinde kepenksiz pencereler r. Yangın önlemleri yetersiz yapı cepheleri ayırdedilebilmektedir. 4-Kat adetleri ve yükseklikleri 4 metreyi aşan kat yükseklikleri (GE), 3-4 metre arası (ET), 2-3 metre arası (pE), 2 metreden az kat yükseklikleri ise (1\2 Et) şeklinde gösterilmektedir. 5- Sokaklar ve numaralama sistemleri Adres ve yer bulmaya yardımcı çizelgeler Pervititch haritalarının kent araştırmacılarına sağladığı en önemli katkılar arasındadır. Bu çizelgeler hem adres bulmaya hem de itfaiyecilerin olası yangın yerine kolayca ulaşabilmelerine yardımcı olmaktaydı. 6- Kısaltmalar ve diğer simgeler Yukarıda sıralanan ve yapıların özelliklerini tanımamıza yardımcı olan simgelerin yanında sigortalanacak binanın çevresinin özelliği de dikkate alınarak bazı kodlamalar kullanılmıştır. Bu kodlamalar da bize bir bölgenin karakteristik özelliğini vermesi bakımından önemlidir. a. 100, 60, 40 ve 1 mm. çaplarındaki yangın muslukları (BI) 30 2 – Overhangs, roofs and upper structures. b1: Structures with glass skylights, dormer windows, and wooden balconies on the second floor. b2: Structures with 4 masonry floors, including the ground floor, and a terrace with hard siding and a chimney. b3: Structures with glass skylights, and a wooden attic on the fourth floor with an extension that measures more than half a meter. b4: Buildings with interior glass windows, and wide wooden balconies (patio) wooden on the third floor. The pitch of the roofs are shown separately and the materials used are indicated with the following abbreviations: TF (Marseilles Tiles), t (local tiles), ERT (eternite tiles, made of asbestos and cement) (ERT), TO (galvanized sheet metal), ZC (zinc), Pb (lead), PG (tar paper). 3 - Windows and walls The Pervititch maps include 21 different legends concerned with the walls and windows of the structures; these sub-categories are: a. Firewalls reaching the roof level b. Firewalls greater than the height of the roof c. Masonry firewalls that have not been finished d. Firewalls that look complete but which could have empty spaces e. Unprotected lateral window openings f. Wooden plate, zinc, eternite, or tar-papered firewalls g. Garden walls measuring 3 meters h. Supporting walls measuring 4 meters i. Masonry walls without fire protection or fire openings j. Masonry walls with fire protections and fire openings k. Masonry firewalls, the fire protection of which is doubtful l. Masonry division walls supported by steel columns m.Wooden or plaster panel division walls n. Interior corridors and passages o. Shuttered windows on masonry firewall p. Windows without shutters on masonry firewall q. Structural siding with insufficient fire precautions 4 - Numbers and heights of floors The symbols for height are: GE (higher than 4 meters), ET (between 3-4 meters), pE (between 2-3 meters), and 1\2 Et (less than 2 meters). 5 - Streets and numeration systems Charts that assist in finding addresses or locations are the most useful contribution that the Pervititch maps make for urban researchers. These charts make finding addresses easier and were also used so that firemen could quickly reach a fire. 6 - Abbreviations and other symbols In addition to those given above, there are some other symbols used; these are related to the surroundings of the insured buildings. These codes are important as they tell us about some of the characteristics of the relevant region. a. BI (Fireplugs in 100, 60, 40 and 1 mm diameters) b. FsP (Fountains and Wells), c. BrQ (Huts) d. Dep (Outbuildings) e. Esc (PR) Esc (BS) (Stone or wood stairs), f. Est. B (Open air wood storage) g. (BTQ)- 20, (BTQ)+20 Smaller than or larger than 20 m2 storage, principally for wood, h. CxB (Wooden extensions higher than 50 cm and roof tops) i. LRM (windowsills higher than 50 cm) j. DMI (Inflammable material storage) k. FRSP (Alcoholic beverage factories) l.Gar (Garages for motor vehicles) b. Çeşme ve Kuyular (FsP), c. Barakalar (BrQ) d. Müştemilatlar (Dep) e. Taş veya ahşap merdivenler Esc (PR), Esc (BS) f. Açık hava odun depoları (Est. B) g. 20 m2 den küçük - büyük, çoğunlukla ahşap dükkanlar (BTQ)- 20, (BTQ)+20, h. 50 cm’yi aşan ahşap çıkmalar (CxB) ve çatı katları i. 50 cm’yi aşan denizlikler (LRM), j. Yanıcı malzeme depoları (DMI) k. Alkollü içki imalathaneleri (FRSP), l. Motorlu araçlar için garajlar (Gar) m.Çok eski ahşap yapılar (VxB) n. Galvenize edilmiş saçla kaplı hangarlar (HGR) o. Fırınlar ve ekmekçiler(Fr) p. İyi yalıtılmış edilmiş Türk ( Fransız) döşemeli yapılar (VT.P), (VF.P), r. İyi yalıtılmış edilmiş Türk ( Fransız) döşemeli yapılar (VT.O), (VF.O), s. Adi yığma binalar (M.O), t. Elektrik, petrol ve buharla çalışan motorlar (MrE), (MrP), (MrV), u. Buhar kazanları (CHD) v. Taşkömürü depoları (DPH) Bu kadar çok işaret ve simgenin olması haritanın kullanımını zorlaştırmaktadır ancak bu kadar çok veri kaydının girilmesi de hiç şüphesiz semt ve sokaklarla ilgili en ayrıntılı bilgilere ulaşmamızı sağlamaktadır. Bu genel bilgilerden sonra Üsküdar özeline geçebiliriz. Üsküdar Pervititch haritaları 3 ana ve 27 ayrıntılı pafta olmak üzere toplam 30 paftadan oluşmaktadır. Birincisi 3 numaralı pafta: Selimiye - İhsaniye - Nuh Kuyusu, 51 nolu pafta: Selimiye 1931 yılında, 52 nolu pafta: İhsaniye 1932 yılında, 53 nolu pafta: Selimiye - Duvardibi 1930 yılında, 54 nolu pafta: Nuh Kuyusu 1935 yılında, 55 nolu pafta: Nuh Kuyusu - Toptaşı, yılı belli değil, 57 nolu pafta: Belediye - Paşakapısı, Tavaşi Hasan Ağa mahallesi 1931 yılında, 58 nolu pafta: Salacak - İhsaniye Mahallesi - Paşakapısı 1932 yılında, İkincisi 4 numaralı pafta:Şemsipaşa - Paşalimanı - Çavuşdere - Atik Valide 56 nolu pafta: Çavuşdere - Atik Valide 1931 yılında, 59 nolu pafta: Salacak Doğancılar 1932 yılında, 60 nolu pafta: Kefçe Dede - Mirahor - Ahmet Çelebi 1931 yılında, 61 nolu pafta: Şemsi Paşa 1931 yılı 62 nolu pafta: Aziz Mahmut Efendi Mahallesi 1933 yılında, 63 nolu pafta: Büyük Hamam Çarşısı 1932 yılında, 64 nolu pafta: Balaban Çarşısı 1932 yılında, 65 nolu pafta: Yeni Camii Çarşısı 1931 yılında, 66 nolu pafta: İskele mahallesi 1932 yılında, 67 nolu pafta: Paşa Limanı - Sultantepe 1931 yılında, 68 nolu pafta: Selvilik - Bülbüldere - Selamsız yılı belli değil, 69 nolu pafta: Toygar Hamza Mahallesi - Türbeli - Selamsız 1931yılında, Üçüncüsü 5 numaralı pafta:Kuzguncuk - İcadiye - Selamsız - Bağlarbaşı - Yeni Mahalle m.VxB (Old wooden structures) n.HGR (Hangars covered with galvanized sheets) o.FR (Bakeries and bread makers) p.VT.P, VF.P (Well-insulated Turkish (French) tiled structures) r.VT.O, VF.O (Well-insulated Turkish (French) tiled structures (VT.O), (VF.O) s.M.O (Ordinary masonry structures) t.MrE, MrP, MrV (Motors working with electricity, oil, or steam) u.CHD (Boilers/generators) v.DPH (Coal depots) All these symbols complicate using the map; however, these data provide us with the most detailed information about districts and streets. After providing general information, we can move onto the region of Üsküdar. The Pervititch Üsküdar maps consist of 3 main and 27 detailed map sections, thus, giving us 30 map sections in total. First map section number 3: Selimiye - İhsaniye- Nuh Kuyusu Map section number 51: Selimiye in 1931 Map section number 52: İhsaniye in 1932 Map section number 53: Selimiye - Duvardibi in 1930 Map section number 54: Nuh Kuyusu in 1935 Map section number 55: Nuh Kuyusu - Toptaşı, year unidentified Map section number 57: City Council- Paşakapısı, Tavasi Hasan Ağa Quarter in 1931 Map section number 58: Salacak - İhsaniye Quarter - Paşakapısı in 1932 Second Map section number 4: Şemsipaşa - Paşalimanı - Çavuşdere - Atik Valide Map section number 56: Çavuşdere- Atik Valide in 1931 Map section number 59: Salacak Doğancılar in 1932 Map section number 60: Kefce Dede - Mirahor - Ahmet Çelebi in 1931 Map section number 61: Şemsipaşa in 1931 Map section number 62: Aziz Mahmut Efendi Quarter in 1933 Map section number 63: Büyük Hamam Market in 1932 Map section number 64: Balaban Market in 1932 Map section number 65: Yeni Camii Market in 1931 Map section number 66: Port Quarter in 1932 Map section number 67: Paşalimanı- Sultantepe in 1931 Map section number 68: Selvilik, Bulbuldere, Selamsız, year unidentified Map section number 69: Toygar Hamza Quarter, Turbeli, Selamsız in 1931 Third Map section number 5: Kuzguncuk, İcadiye, Selamsız, Bağlarbaşı, Yeni Mahalle Map section number 70: Çavuşdere- Çinili in 1931 Map section number74: New Quarter in 1932 Map section number 75: Bağlarbaşı in 1930 Map section number 76: Bağlarbaşı - Selamsız in 1930 Map section number 77: Arapzade - İcadiye in 1931 Map section number 78: İcadiye in 1930 Map section number 79: İcadiye - Tophanelioğlu in 1931 Map section number 83: Kuzguncuk in 1932 Necip Pasha Guide Another collection is the Necip Pasha city guide. It includes 15 map sections in total. Planned and executed as a reconnaissance survey by the Şehremaneti (today, İstanbul Metropolitan Municipality), this collection was published in Vienna by the Hölzel printing house in 1918. These maps were prepared by the managing engineer of the Şehremaneti map department, Necib Bey. In addition to including map sections of Emi- 31 İSTANBUL’U HARİTALARDA GEZMEK: ATATÜRK KİTAPLIĞI ARŞİVİ / AROUND İSTANBUL IN MAPS: ATATÜRK LIBRARY MAP ARCHIVE İstanbul 1. Pafta [Genel] .- Harita no: 510/ İstanbul 1st. Section (General),-Map no: 510 İstanbul Rehberi. 1. ve 2. pafta / İstanbul Guide. 1st and 2nd sections. / Necip Bey. Harita no. / Map no.: 435, 436 70 nolu pafta: Çavuşdere - Çinili 1931 yılı belli değil, 74 nolu pafta: Yeni mahalle 1932 yılında, 75 nolu pafta: Bağlarbaşı 1930 yılında, 76 nolu pafta: Bağlarbaşı - Selamsız 1930 yılında, 77 nolu pafta: Arapzade - İcadiye 1931 yılında, 78 nolu pafta: İcadiye 1930 yılında, 79 nolu pafta: İcadiye - Tophanelioğlu 1931 yılında, 83 nolu pafta: Kuzguncuk 1932 yılında çizilmiştir. Necip Paşa Rehberi Bir diğer koleksiyon ise Necip Paşa’nın şehir rehberidir. Toplam 15 paftadan oluşmaktadır. Şehremaneti yani bugünkü adıyla İstanbul Belediyesi tarafından istikşaf tarzında tanzim ve tertib olunarak Viyana’da Hölzel matbaasında 1918 yılında basılmıştır. Haritalar Şehremaneti Harita Şubesi Müdürü Mühendis Necib Bey tarafından hazırlanmıştır. Eminönü - Fatih, Beyoğlu, Üsküdar - Kadıköy ana paftalarının yanında Sayfiye yerleri, Adalar, ve İstanbul’un tamamını gösteren genel haritalardan oluşmaktadır. Bir şehir rehberi olarak hazırlanan haritalar bölgesel olarak ayrılmış ve her bölgenin sokak isimleri kaydedilmiştir. Es-Seyyid Mehmet İzzet. İstanbul: Şehremaneti Hey’et-i Fenniyesi, 1292. Harita arşivi /Map no.: Hrt Gec 947 nönü - Fatih, Beyoğlu, and Üsküdar - Kadıköy, this collection consists of general maps showing the summer resorts, the Princes Islands, and all of İstanbul. These maps were prepared as city guides, so they are divided by district, with the street names of each district being recorded. Paftaları incelediğimizde şu verileri elde etmekteyiz: Bazı önemli kamusal binaları (resmi daireler), okullar, camiler, kiliseler, tekkeler, mebaniy-i hususiye [Sivil yapılar], çeşmeler, İslam ve Hıristiyan mezarlıkları, koruluk, orman, bahçe, park ve sebze bahçeleri, göller, kuyular, dereler, arsalar, tarlalar, köprüler, eski kale duvarları, tramvay ve tren hatları, su güzergahı ve şehir hudutları gösterilmektedir. When we examine the map section we can see the following landmarks: some important public places (government offices), schools, mosques, churches, dervish lodges, mebaniy-i hususiye (civilian structures), fountains, Muslim and Christian cemeteries, coppice forests, forests, gardens, parks, lakes, wells, creeks, plots, farms, bridges, old castle walls, tram and train routes, water routes, and the city borders. 15 paftadan oluşan haritalarda aşağıda belirtilen yerler gösterilmiştir. In the 15-piece map sections, the following places are shown: First map section : İstanbul Quarter (Eminönü- Fatih, Ayvansaray) Second map section: Beyoğlu Quarter Third map section : Anadolu Quarter (Kadıköy - Üsküdar) Birinci pafta : İstanbul ciheti (Eminönü - Fatih, Ayvansaray) İkinci pafta : Beyoğlu ciheti Üçüncü pafta : Anadolu ciheti (Kadıköy - Üsküdar) 32 Dördüncü pafta: 1. parçası; Ayastefanos, Makriköy, Kuruçeşme, Arnavutköy, Bebek, Rumelihisarı 2. parçası; Rumelihisarı, Makriköy, Arnavutköy, Kuruçeşme Beşinci pafta : 1. parçası; Rumeli Sayfiye kısmı; İstinye, Rumeli Kavağı, Sarıyer, Yeniköy 2. parçası; Büyükdere, Tarabya, Yeniköy Altıncı pafta : 1. parçası; Anadolu sayfiye kısmı; Adalar, Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköy 2. parçası; Kınalıada, Burgazadası, Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköy Yedinci pafta : 1. parçası; Anadolu Sayfiye kısmı; Beykoz, Anadolukavağı, Paşabahçe 2. parçası; Kandilli, Kanlıca, Vaniköy, Anadoluhisarı, Çubuklu Sekizinci pafta : Hey’et-i Umumiye (İstanbul ve Boğaziçi) Tanıtacağım diğer bir harita da İstanbul Şehremaneti tarafından Keşfiyat ve İnşaat Türk Anonim Şirketi’ne yaptırılan resmi şehir haritasıdır. 19261928 yılları arasında yapılan ve İstanbul’u üç paftaya bölen haritadır. Birinci paftada İstanbul (Eminönü-Fatih-Eyüp), ikinci paftada BeyoğluGalata; üçüncü paftada Üsküdar ve Kadıköy yer almaktadır. Bu haritaların özelliğine bakacak olursak: Resmi binalar, camiler, türbeler, mektepler, hastaneler, parklar, bahçeler, mezarlıklar, eski kale duvar- Fourth map section : 1st part: San Stefano, Makriköy, Kuruçeşme, Arnavutkoy, Bebek, Rume-lihisarı 2nd part: Makriköy, Kuruçeşme, Arnavutkoy, Rumelihisarı Fifth map section : 1st part: Rumelian summer resort section: İstinye, Rumeli Kavağı, Sarıyer, Yeniköy 2nd part: Büyükdere, Tarabya, Yeniköy Sixth map section : 1st part: Anatolian summer resort section: Adalar, Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköy 2nd part: Kinalıada, Burgazada, Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköy Seventh map section: 1st part: Anatolian summer resort section: Beykoz, Anadolukavağı, Paşabahçe 2nd part: Kandilli, Kanlıca, Vaniköy, Anadoluhisarı, Çubuklu Eighth map section: Hey’et-i Umumiye (İstanbul and the Bosporus) Another noteworthy map is the official city map, commissioned by the Istanbul Şehremaneti to be made by the Keşfiyat ve İnşaat Türk Anonim Şirketi (Turkish Survey and Construction Company, Inc). This map was prepared between 1926 and 1928; İstanbul was divided into three map sections. The first map section includes İstanbul (Eminönü-Fatih-Eyüp), the second map section depicts Beyoğlu and Galata, while the third map section is Üsküdar and Kadıköy. D’ostoya, G. / Galata, Pera, Pangaltı, 1858-60 Harita Aşivi / Map Archives no: Hrt 5692 ları, bi’l-umum caddeler, yollar, çıkmazlar, tramvay yolları, eş yükselti eğrileri, şimendüfer [Tren] yolları gösterilmiştir. Atatürk Kitaplığı’nın harita koleksiyonunda ayrıca İstanbul’un en eski haritaları yer almaktadır. Bunlar XIV. yüzyıldan XX. yüzyılın başlarına kadar İstanbul genel görünümünü yansıtmaları bakımından öneme haizdir. Yangın haritalarımız İstanbul topografyasını izleme ve gelişimini tespit etme bakımından eşsiz bir koleksiyondur. XIX. ve XX. yüzyıllarda İstanbul’un başına bir bela gibi çöreklenen İstanbul yangınları yukarıda da belirttiğimiz üzere kentin şehircilik anlamında yapısını yok ettiği gibi kültürel birikimi de kül etmiştir. Muntazam bir surette yapılan yangın haritaları yangın öncesi ve sonraki değişimleri tespit etmesi ve şehir planlarındaki uygulamalara yardımcı olması ile son zamanlarda en çok başvurulan kaynaklar arasında yerini almıştır. Haritalar üzerindeki kodlamalarla birlikte maalesef elimizde olmayan eserler yangın haritalarına işlenmiş ve muhteşem değerde bir kaynak oluşmuştur. Haritaların görsellik- When we look at the details of this map, we can see formal buildings, mosques, dervish lodges, schools, hospitals, parks, gardens, cemeteries, old castle walls, boulevards, roads, blind streets, tramways, contour levels, and şimendüfer (rail) roads. In the Atatürk Library, we can also find the oldest İstanbul maps in the collection. These maps are important as they reflect the general silhouette of İstanbul from the 14th century to the beginning of the 20th century. Our fire map collection is unique in terms of its usefulness for observing the topography and following the development of İstanbul. As we stated above, between the 19th and 20th centuries, fires destroyed the city. Not only were structures lost, cultural heritage was also destroyed. The magnificent maps, which were drawn up at regular intervals, are currently among the most frequently consulted sources for determining the changes that occurred before and after fires and in implementing city planning. The codes on the map act as a reference for the location of 33 İSTANBUL’U HARİTALARDA GEZMEK: ATATÜRK KİTAPLIĞI ARŞİVİ / AROUND İSTANBUL IN MAPS: ATATÜRK LIBRARY MAP ARCHIVE leri de kayda değer bir ayrıntıdır. Harita adları güzel bir hatla yazılmıştır. Üzerlerindeki işaretler el yapımı haritaların en güzel örneklerini bize sunmaktadır. İstanbul imarı için yapılan kimi planlar da koleksiyonun değerini ortaya koyma bakımından önemlidir. Birkaç örnek verecek olursak, bu konuyu daha iyi aydınlatmış oluruz: Bunlardan birincisi G.D’Ostoya’nın haritasıdır. Bu haritanın Büyük Beyoğlu Yangınından [5 Haziran 1870] önce hazırlanması önemini bir kat daha artırmaktadır. 1858-1860 yılları arasında hazırlanmış olan bu harita “lan Général de Galata, Péra, Pancalti” adı ile anılmaktadır. Galata’dan Taksim’e, Azapkapı’dan Dolmabahçe’ye kadar uzanan geniş bir yelpazede tam bir Beyoğlu haritası görünümü vermektedir. 1/2.000’lik büyük ölçekli bir harita olması ayrıntıları en iyi şekliyle ortaya koymaktadır. Haritada bölgenin mimari özelliklerini tespit etmek mümkün olmaktadır. Kâgir ve ahşap yapılaşmanın yoğun olduğu bölgeler gösterilmektedir ve bu yapılanmanın hangi yelpazede dağılım göstermekte olduğunu tespit etmek mümkündür. Günümüzde varlığını koruyan ve aynı zamanda yok olan birçok yapının yeri, yapı adlarıyla harita üzerinde yer almaktadır. Galata Kulesi, Yeni Camii, Bedesten, Zincirli Han, Kurşunlu Han, Havyar Han, Halil Paşa Hanı, Arap Cami, Yeraltı Camii, St. Pierre Kilisesi, St. Benoit, Ermeni Kilisesi [Surp Grigor Lusavoriç Kilisesi], İngiliz konsolosluk bürosu, Fransız telgrafhanesi, kıyıdaki gümrük binaları, çoğunlukla saray adıyla anılan elçilik binaları; Galata Mevlevihanesi’den Taksim’e doğru sırasıyla İsveç Sarayı, Rus Sarayı, Avusturya Sarayı, Fransız Sarayı, Hollanda Sarayı’dır. Yeşil alanlar ve mezarlıklar ayrıntılarıyla gösterilmiştir. Bu babda Galata Mevlevihane’si geniş bir külliye içerisinde yeşillikler ve ahşap yapılarıyla haritada yerini almıştır. Koleksiyonumuzda yer alan diğer bir harita gurubu Erkan-ı Harbiye-i Umumiye’nin çizmiş olduğu İstanbul haritalarıdır. Bu haritalarda belirlenen bölgeler pafta pafta yer almaktadır. Paftalarda İstanbul’un dereleri, çiftlikleri, semtleri, yeşil alanları, mandıraları, askeri bölgeleri, su havzaları gibi ayrıntıları görmek mümkündür. Lejantlı ve 1: 25.000 ölçekli olan haritalar 13 paftadan ibarettir. Atatürk Kitaplığı arşivinin bu derece zengin olmasının üzerimize yüklediği misyon ve sorumluluk gereği koleksiyonun eksikliklerini gidermek ve İstanbul üzerine yapılmış haritaları toplamak amacıyla 2005 yılından itibaren nadir harita alımları yapılmış, böylece Türkiye’nin en geniş tarihî harita arşivi kazanılmıştır. Bu haritaların tasnif çalışmaları bittiğinde İstanbul’un tarihsel topografyasının nasıl değiştiğini görmek tam manasıyla mümkün olacaktır. 34 some structures that are, unfortunately, no longer extant. The images on the maps are another detail that is well worth examining, as the names on the maps are written in a beautiful script and the symbols are some of the most beautiful examples to be found on handmade maps. Some plans for the development of Istanbul are important in that they make the value of the collection clear. One example is the G. D’Ostoya map. As this map was made before the Great Fire of Beyoğlu of 5 June 1870, it is of great importance. The map, prepared between 1858 and 1860, is known as “lan Général de Galata, Péra, Pancalti”. The fact that it has covers a wide area, from Galata to Taksim, and from Azapkapı to Dolmabahçe means that this is a map that is complete in nature. Drawn on a 1/2000 scale, the details on the map are presented in a very clear fashion, thus making it possible to determine the architectural features of the region. Regions with stone and wooden residences are depicted, thus allowing us to determine the distribution of such types of residences. The locations of many structures, some still standing, others having disappeared overtime, are given with their names on this map: Galata Tower, New Mosque, Bedesten, Zincirli Han, Kursunlu Han, Havyar Han, Halil Paşa Hanı, Arab Mosque, Yeraltı (Underground) Mosque, St. Pierre Church, St. Benoit, the Armenian Church (Surp Gregory Lusavoric Church), the British Embassy, the French telegraph office, the customs houses on the shore, and some embassy buildings, for the most part referred to as palaces. In order, from the Galata Mevlevihane to Taksim, these are the Swedish Palace, the Russian Palace, the Austrian Palace, the French Palace, and the Dutch Palace. Green areas and cemeteries are also given in detail. For example, the Galata Mevlevihane is depicted as being in the middle of a wide complex that includes green areas and wooden structures. Another group of maps in the collection is the Erkan-i Harbiye-i Umumiye İstanbul maps. In these maps, specific regions are depicted in map sections. In the map sections, İstanbul’s creeks, farms, districts, green areas, dairy farms, military territories, and water basins are given in detail. There are 13 maps on a scale of 1:25000 with legends in this group. The mission and responsibility that has been bestowed upon us due to the richness of the Atatürk Library archives is great; in order to try to make up for the gaps in the collection, the archives have been purchasing rare maps since 2005, gathering maps of İstanbul, and thus creating the greatest map historical archive in Turkey. Once the classification of these maps has been completed, it will be possible to see all the changes that have occurred in the historical topography of İstanbul. ESKİ HARİTALAR ÜZERİNDEN İSTANBUL’U OKUMAK / STUDYING ISTANBUL IN HISTORICAL MAPS ESKİ HARİTALAR ÜZERİNDEN İSTANBUL’U OKUMAK Bekir CANTEMİR STUDYING İSTANBUL IN HISTORICAL MAPS Bekir CANTEMİR 36 ESKİ HARİTALAR ÜZERİNDEN İSTANBUL’U OKUMAK STUDYING İSTANBUL IN HISTORICAL MAPS Bekir CANTEMİR* Bekir CANTEMIR* Haritalar, yeryüzünün semboller aracılığıyla kâğıt düzlemine aktarılmasıyla meydana gelirler. Topografik şekiller kâğıt düzlemine aktarıldığında, insan zihni mekândan bağımsızlaşarak, yeryüzü ile kurduğu ilişki biçiminde farklılıklar oluşturmaya başlamıştır. Haritalar yardımıyla insan, artık ayak basamadığı bölgelere ilişkin de fikirler yürütebilmektedir. Yeryüzü bilgisinin bu şekilde yorumlanması seyyahlar için bir rehber, devletlûlar için yeni mekânları elde etme arzusu, askerler için savaş oyununun malzemesi ve koleksiyoncular için ise tüm farklı meslek sahiplerinin zamanında duydukları hislerin hep beraberce yaşandığı bir belge halini almıştır. As a result of the project “Studying İstanbul in Historical Maps”, which allows us to compare and overlay historical maps of Istanbul and modern scaled maps, it is now possible to monitor the process of architectural and topographic changes in the city. Yeryüzünün sembolleştirilmesi işi, dünya tarihinde uygarlıkların yorumlarıyla zenginleşerek günümüze kadar ulaşmıştır. Her uygarlık bu sembolleştirme işine bir farklılık katarak günümüz GPRS teknolojisinin oluşumunu sağlamıştır. Haritaların ve haritacılığın gelişim tarihi ile ilgilenmek, dünyada bilim tarihinin de nasıl geliştiğini ortaya koyacak önemli bir cevheri anlamlandırmaktır. İstanbul Kültür Mirası ve Kültür Ekonomisi Envanteri Projesi çerçevesinde hazırlanan “Haritalar Üzerinden Eski İstanbul’u Okumak” projesi de dünya haritacılık tarihine bilim tarihinin bir parçası olarak bir not düşmekten ibarettir. Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü (IFEA, Institut Français d’Etudes Anatoliénnes) Müdürü Nora Şeni’nin yönetiminde; IFEA Harita Atölyesi Sorumlusu Harita Mühendisi Pascal Lebouteiller ve Harita Mühendisleri Bekir Cantemir, Yakup Candemir, Deniz Soytemiz bu proje çerçevesinde eski İstanbul haritalarını koordinatlandırarak, günümüz ölçekli haritalarıyla çakıştırmıştır. IFEA arşivi ve İBB Atatürk Kitaplığı arşivinde 1776 tarihinden 2000’li yıllara kadar İstanbul için hazırlanmış haritalar koordinatlandırılarak İstanbul’daki mimari ve topografik değişim gözlenebilir hale getirilmiştir. IFEA ayrıca kütüphanesinde bulunan yaklaşık 500 kadar tarihi haritanın bilgilerinin yer aldığı tanıtım fişlerini de sisteme aktarmıştır. Maps are created by transferring the earth’s symbols and features onto flat paper. With the illustration of topographic images on paper and a broadening of the human prospective, the variables in the relationship between human beings and the earth began to emerge. Today, with the aid of maps, people can obtain a perspective of regions which they have never visited before. The interpretation of information about the earth has acted as a guide for travelers, an inspiration for state leaders in the acquisition of new regions, and a tool for the military when preparing for battle. For collectors, throughout history maps have documented the attitudes of members of various professions. Throughout history, the symbolization of the earth, enriched by the interpretation of past civilizations, has come down to us today. Each civilization has made a great contribution to the GPRS technology of today by “Haritalar Üzerinden Eski İstanbul’u Okumak” projesi ile presenting a great variety of ways eski İstanbul haritaları koordinatlandırılıp günümüz ölto symbolically depict the world çekli haritalarıyla çakıştırılmış ve şehrimizin geçirdiği miaround us. Interest in the historical mari ve topografik değişim gözlemlenebilir hale gelmiştir. development of maps and cartography reflects the importance of this With the project of “Studying the old İstanbul in Historiprogress in the scientific history of cal Maps”, the historical maps are compared and overthe world. laid with modern-scaled topographical maps. Thereby it has been possible to observe the architectural and topographical changes of the city. Arranged as a part of the Inventory of the Cultural Heritage and Cultural Inventory of İstanbul Project, the project “Studying the old İstanbul in Historical Maps” allows us to enter world history via the history of cartography. Supervised by Nora Şeni, the director of the French Institute of Anatolian Studies (IFEA, Institut Français d’Etudes Anatoliennes), the historical maps were compared and then overlaid with modernscaled maps by Pascal Lebouteiller, the head cartographic engineer of the IFEA Cartography Workshop; in addition, cartographic engineers Bekir Cantemir, Yakup Candemir and Deniz Soytemiz worked on this project. By bringing together the maps from the IFEA archives and Harita yapım tekniği bakımından those present in the İstanbul Mueski İstanbul haritalarını ikiye ayırFrançois Kauffer, J. B. Le Chevalier. / F. Kauffer and I.B. Lechevalier nicipality Atatürk Library, prepared mak mümkündür. 1776 yılına kadar yapılan, tasvir niteliği ağır basan gravürler ve 1776 sonrası yapılan ölçek- for İstanbul between 1776 and 2000, the architectural and topographic li haritalar. Bu proje çerçevesinde ölçek gözetilerek yapılmış İstanbul ha- changes of İstanbul became clearly visible. In addition, the IFEA also ritaları dijital ortama aktarılmış ve daha sonra günümüz haritaları ile ça- transferred receipts that were found in its library and which contained kıştırılmıştır. Tüm paftalar koordinatlandırılarak ortak bir koordinat sis- information about almost 500 historical maps into the database system. teminde buluşturulmuştur. Büyük anıtsal yapılar parsel bazında bilgi ve- As far as the technical aspect of cartography is concerned, the old maps * Harita Mühendisi * Topographical Engineer 37 ESKİ HARİTALAR ÜZERİNDEN İSTANBUL’U OKUMAK / STUDYING ISTANBUL IN HISTORICAL MAPS Pervititch haritası/Pervititch map. ren Goad ve Pervititch haritalarında işaretlenmiş ve bina sınırları çizilmiştir. Harita üzerinde aranan yapı işaretlendiğinde öz nitelik bilgileri görülebilmektedir. Böylece tarihi binaların geçirdikleri değişim veya kayıp eserlerin günümüz ada ve parsel bilgileri bulunabilir hale gelmiştir. Bu çalışma sayesinde İstanbul içindeki bir nokta veya bölgenin geçirdiği değişim 1776-2010 yılları arasında takip edilebilmektedir. Koordinatlandırılmış İstanbul haritaları sayesinde İstanbul hakkında çalışma yapan mimar, şehir plancısı, sanat tarihçisi, arkeolog, tarihçi ve demograflar için önemli bir altlık hazırlanmıştır. Böylece, bir binanın tarihi süreç içerisinde geçirdiği dönüşüm, bir semtin yaşadığı imar hareketleri ya da İstanbul’un yitip giden tarihi dokusu haritalar üzerinden izlenebilmektedir. İstanbul’un günümüz uydu görüntülerini incelerken; 1776 yılına gidebilir, aynı mekânın geçirdiği değişimi iki asır süresince takip edebilirsiniz. Ayrıca; İstanbul’un kayıp tarihi eserlerini bulabilir, bu eserlerin günümüzde nerede olduklarını tespit edebilir, eserlerin ada, parsel bilgisi gibi ayrıntılarına ulaşabilirsiniz. Günümüze ulaşan İstanbul’un anıtsal eserlerinin eski formları da; bu çalışma çerçevesinde incelenebilir hale getirilmiştir. Çalışmanın en önemli sonuçlarından birisi de Türkiye’de ilk defa eski haritaların birer arşiv veya efemera malzemesi olmaktan çıkartılmış olmasıdır. Böylece eski haritalar, İstanbul için yapılacak tüm çalışmalara veri sağlayan bir altlık malzemesi haline gelmiştir. www.istanbulkulturenvanteri.gov.tr adresinden İstanbul Kültür Mirası ve Kültür Envanteri Projesi’ne ulaşabilir ve eski haritalar üzerinden İstanbul’u okuyabilirsiniz. 38 of İstanbul can be divided into two: Those produced prior to 1776, which mainly consist of engravings, and the scaled maps produced after 1776. The maps of İstanbul which were made as a part of this project were transferred onto a digital database, with the scale being maintained, and then overlaid with modern day scaled maps. By coordinating all of the sections, these maps were compiled into a collective coordinated system. The large monumental structures were marked on the Goad and Pervitich maps, which provide information on a parceled basis, and the outlines of structures were depicted, thus giving detailed information about any structure that might be selected on the map. Consequently, current information about plots and changes to historical buildings or lost artifacts are accessible. Thanks to this project, it is now possible to monitor changes that occurred between 1776 and 2010 in specific places or regions. The coordinated maps of İstanbul are a great resource for architects, city planners, art historians, archeologists, historians and demographers who are studying İstanbul. Using these maps, any changes that may have been made to a structure in the history process, or any development in specific areas, or lost historical artifacts of Istanbul can be identified. As we study the satellite images today, it is possible to return to the year 1776 and monitor the changes made in the same location over two centuries. In addition, satellites can also detect İstanbul’s lost historical artifacts and determine the location of these artifacts today. As a part of this project, past images of İstanbul’s monumental artifacts that are still extant today can be studied. Undoubtedly, one of the most important results of this project is that for the first time in Istanbul, historical maps are not simply displayed as an archival material or as ephemera material. Historical maps have become a material resource that provides data for all research on İstanbul. Information regarding the Cultural Heritage and Cultural Inventory of İstanbul Project is available, and it is also possible to study İstanbul on historical maps on our website www.istanbulkulturenvanteri.gov.tr . OSMANLI ARŞİVLERİNDE İSTANBUL HARİTALARI / İSTANBUL MAPS IN THE OTTOMAN ARCHIVE OSMANLI ARŞİVLERİNDE İSTANBUL HARİTALARI Ebul Faruk ÖNAL İSTANBUL MAPS IN THE OTTOMAN ARCHIVE Ebul Faruk ÖNAL 40 OSMANLI ARŞİVLERİNDE İSTANBUL HARİTALARI İSTANBUL MAPS IN THE OTTOMAN ARCHIVE Ebul Faruk ÖNAL* Ebul Faruk ÖNAL* Bir milletin sahip olduğu en mühim tarihi miraslardan biri olan arşivler, devletler ile fertlerin haklarını ve milletlerarası münasebetleri belgeleyip korurlar. Archives are among the most important heritages of a nation; they certify the rights of the nation and individuals, as well as those of international relations. Türkiye, arşiv malzemesi bakımından çok büyük zenginliğe sahiptir. Osmanlı Devleti’nden devralınan bu büyük tarihi miras ile bugün Türkiye, dünyanın en zengin arşivine sahip ülkelerden biridir. Osmanlı Devleti’nin hükümran olduğu topraklar üzerindeki, başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere kırka yakın bağımsız ülkenin Osmanlı dönemindeki tarihlerinin önde gelen kaynağı Osmanlı döneminden intikal eden arşivlerdir. Turkey is a very rich country in terms of archival materials. Owing to its extensive historical heritage from the Ottoman Empire, Turkey is a country with one of the richest archives. The archives inherited from the Ottoman Empire are the primary archival source for approximately 40 independent countries, starting with the Turkish Republic, which exist today on land that was formerly ruled by the Ottoman Empire. Osmanlı Devleti’nden intikal eden arşiv malzemesi Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı’nda bulunmakta olup; sahip bulunduğu hususiyeti itibariyle, bu dönem için şüphesiz devlet arşivi vasfını taşımaktadır. Archival material inherited from the Ottoman Empire is kept in the Head Department of the Prime Ministry Office, Ottoman Archives. With respect to the unique nature of these archives, there can be no doubt as to its quality as public records. Osmanlı Arşivi’nde bulunan vesika ve defter serilerinin yanı sıra diğer arşiv malzemesi, ana serileri tamamlayan bir mahiyet arz etmektedir. Bunların arasındaki harita tasnifinin (BOA, HRT.h) ise ayrı bir yeri vardır. In addition to documents and series of books, there are other archival materials included in the Ottoman Archives that complement the principal series. Among these, the map collection (BOA, HTR.h) has a special place. Osmanlı Arşivi Harita Tasnifi Osmanlı Arşivi’nde birçok fonda farklı belgelerin ekinde haritalar bulunmasına rağmen bağımsız olarak arşive intikal eden haritalar ayrı bir tasnif The Ottoman Empire Map Collection olarak bir araya getirilmiştir. Tasnifte değişik boyutlarda 2597 adet ha- Although there are maps from many different backgrounds to be found in the appendices of a number of docurita bulunmaktadır. Haritalar dijital ortama ments, the independent map collection in aktarılmış olup görüntüleri araştırmacıların Dünyanın en önemli coğrafyasının tarihine the Ottoman Archives is maintained as a hizmetine sunulmuştur. kaynaklık eden Osmanlı Arşivlerinin matbu separate group. There are 2,597 maps of Haritaların Özellikleri ya da el ile hazırlanmış parçalardan oluşan various sizes in this collection. Tasnifte yer alan haritaları genel olarak inzengin bir harita koleksiyonu vardır. Features of the Maps celediğimizde şu özellikleri tespit etmekThe Ottoman Archives, sourcing the most When we broadly examine the maps in the teyiz: Matbu ve el ile hazırlanmış değişik important geography of the world, includes collection, several features can be identiboyutlardaki haritalarda kağıt, bez ve deri a rich map collection, including both printed fied. Paper, linen, and leather are used in malzeme kullanılmıştır. Haritalar özellikleand handmade maps. both printed and handmade maps of varirine göre siyah beyaz veya renkli, ölçekli ve ous sizes. The maps are prepared in black ölçeksiz yapılmış olup siyasi ve fiziki olarak birçok alt dalda gösterilmiştir. Tasnif, başta Türkçe olmak üzere Fran- and white or color, are scaled and off-scale, depending on their intended sızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca, Yunanca, Sırpça, Romence, Rusça ve use, and are presented in various sub-branches, such as political and Arapça gibi birçok dildeki haritalardan oluşmuştur. Osmanlı Devleti coğ- physical maps. The maps in the collection are in various languages, such rafyası yanında dünyanın değişik bölgelerine ait birçok harita bulunmak- as Turkish (primarily), French, German, Italian, Greek, Serbian, Romatadır. Kiel Kanalı haritası (HRT.h 29) ile Rusya haritası bunlara birer örnek nian, Russian, and Arabic. In addition to the geography of the Ottoman Empire, there are many maps showing other regions of the world. A map teşkil eder. (HRT.h 2574). Mühendishane-i Berr-i Hümayun tarafından yayımlanan Osmanlı Devleti of the Kiel Canal (HRT.h 29) and a map of Russia are two such examples. ile Yunanistan hududunu gösteren harita (HRT.h 55) gibi paftalı haritalar (HRT.h 2574) da mevcuttur. Yine muharebe harita ve planları da yer almaktadır. Örneğin İtalya’da Po nehri civarında Rusya-Avusturya ile Fransa arasında meydana gelen muharebenin planı arşivde yer almaktadır. (HRT.h 73). Osmanlı coğrafyasının idari taksimatını mübeyyin siyasi haritalar Tırhala Sancağı (HRT.h 62), Filibe Sancağı (HRT.h 319) ve Kosova Vilayeti (HRT.h 307) haritaları yanında askeri, ulaşım, haberleşme, denizler, nehirler ve şehirleri gösteren birçok haritayı da bu tasnifte bulabiliriz. Memâlik-i Osmânî Posta Şebekesi haritası bunlardan biridir (HRT.h 359). Ayrıca Hicaz Demiryolu güzergahını gösteren harita ve profil bulunmaktadır. Haritada Lübnan, İsrail ile Suriye’nin bir kısmı yer almıştır (HRT.h 474). Bunun * T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri uzmanı There are some maps with screw plates, such as the map of the Ottoman Empire-Greece borders by Muhendishane-i Berri Humayun (HRT.h 55). Also, there are war maps and plans. For example, the plan of the war between Russia-Austria and France near the Po River in Italy is present in the archive. (HRT.h 73) We can find many military, transportation, communication, sea, river, and city maps, in addition to political maps showing the administrative degrees of Ottoman geography, such as the Sanjak of Trikala (HRT.h 62), the Sanjak of Plovidiv (HRT.h 319), and the Kosovo Province (HRT.h 307) in the collection. The Memalik-i Osmani Postal Network map is one of * Expert at the Prime Ministry Office, Ottoman Archives 41 OSMANLI ARŞİVLERİNDE İSTANBUL HARİTALARI / İSTANBUL MAPS IN THE OTTOMAN ARCHIVE gibi Osmanlı coğrafyasını alakadar eden birçok orijinal harita bu tasnifte muhafaza edilmekte ve araştırıcıların kendisine göstereceği ilgiyi beklemektedir. İstanbul Haritaları Hazırlıklarını sürdürdüğümüz “İstanbul Haritaları Albümü” çalışmamızın bir bölümünü teşkil eden Osmanlı Arşivi’nde detaylarıyla inceleme imkanı bulduğumuz, İstanbul ile ilgili birçok haritayı muhtevidir. Aşağıda bazı örneklerini vereceğimiz, İstanbul vilayetini genel olarak ele alan haritalar ile birlikte, Boğaziçi, ulaşım, suyolları, askeri, madeni, jeolojik, elektrik ve telefon hatları ile vapur iskeleleri ve seyir güzergahlarını gösteren haritalar yanında demiryolu, çiftlikler, dereler ve adaları gösteren haritalar da bulunmaktadır. İstanbul Genel Haritaları İstanbul ile ilgili genel haritaların en dikkat çekenlerinden birisi 1/20000 ölçekli olarak çizilen İstanbul Şehri Haritası’dır. Bu haritada cami, mescid, kilise, sinegog, sokaklar, caddeler, İslam ve Hıristiyan mezarlıkları gösterilmiştir (HRT.h 668). Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Matbaası’nda tab olunmuş İstanbul haritası ise İstanbul’un Rumeli yakasından Kartal’a, Kuzey’de Beylerbeyi ve Dolmabahçe’ye kadar olan bölgeyi içine almıştır. Adaların da gösterildiği haritanın ayrıntısında, haritada yer alan yer- these (HRT.h 359). There is also a map and a profile showing the Hejaz Railway route, including Lebanon, Israel, and a part of Syria (HRT.h 474). Many other original maps concerning Ottoman geography can be found here and are waiting for the attention of researchers. İstanbul Maps In the process of preparing a collection called “ Album of İstanbul Maps”, we included many İstanbul maps that we had the chance to examine closely in the Ottoman Archives. As you can see in the examples below, in addition to general maps of the İstanbul region, there are other more specialized maps related to the Bosphorus, transportation, watercourses, military, mines, geology, electricity and telephone lines, ferry ports and navigation routes, railways, farms, streams, and islands. General İstanbul Maps A 1/20000 scale İstanbul City Map is the most remarkable piece among the general maps of İstanbul. In this map, mosques, masjids, churches, synagogues, streets, main streets, and Muslim and Christian cemeteries are shown (HRT.h 668). The İstanbul map printed at the Erkan-i Harbiyei Umumiye Printing House includes the area from the Rumelian side of İstanbul to Kartal in the south, and in the north to Beylerbeyi and Dolmabahçe. The contents of the map are given in a list, and the islands are HRT. h 00668 00001 42 ler liste halinde verilmiştir (HRT.h 669). Elle, mumlu kağıda yapılan ve İstanbul’un Anadolu ve Rumeli yakasını gösterir başka bir İstanbul haritasında ise vilayet hududu ile nahiye ve köyler, akarsular gösterilmiştir (HRT.h 677). Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Matbaası’nın yayımladığı, İstanbul ve civarı haritasında ise en küçük yerleşim merkezleriyle dağ, ova ve akarsular dahi gösterilmiştir (HRT.h 679). Yine elle çizilen ve İstanbul’un Avrupa yakasını merkez alan, Çatalca ve Bakırköy kazalarının hudutlarını gösteren haritada köyler ayrıntılı olarak gösterilmiştir (HRT.h 699). Boğaziçi Haritaları Hariciye Nezareti’ne mahsus kayıtlı İstanbul Boğazı ve çevresini gösteren haritada Beylerbeyi ve Dolmabahçe’den yukarısı Karadeniz’e kadar yerleşim bölgeleri ve yer şekilleriyle birlikte gösterilmiştir (HRT.h 670, 671). Yine Boğaziçi ile alakalı olarak Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Matbaası, Harita Dairesi Matbaası, Maarif Nezareti gibi kurumlar yanında Stanfords Geog Estabt, Rigas Ferevos ile Kolağası Nuri Efendi gibi şahısların elle çizdiği haritalar da dikkatleri çekmektedir. Mesela Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Matbaası tarafından yayımlanan İstanbul Boğazı ve civarı haritasında yollar, köprü, mezarlık ve benzeri yerler gösterilmiştir (HRT.h 676). Bunun yanında Boğaziçi’nin bir kısmını gösteren haritalar da mevcuttur. Elle yapılmış ve renklendirilmiş olan bir haritada İstanbul Boğazı’nın Büyükdere’den Çubuklu ve İstinye’ye kadar muayyen bir bölümü gösterilmiştir (HRT.h 705). Ayrıca bazı Boğaziçi haritaları ise denizcilikle ilgilidir ve sahillerin sığlığını gösterir. (HRT.h 686, 706). Jeoloji ve Topografya haritaları depicted in detail (HRT.h 669). In another İstanbul map made by hand on wax paper, the Anatolian and Rumelian sides of İstanbul, province borders and districts, villages, and streams are shown (HRT.h 677). In the map of İstanbul and its environs produced by the Erkan-i Harbiyei Umumiye Printing House, even the smallest centers of population, mountains, plains, and streams are depicted (HRT.h 679). Also, in the hand-drawn map centered on the European side of İstanbul, showing the borders of the Çatalca and Bakırköy districts, the villages are presented in detail (HRT.h 699). Bosphorus Maps In a map of the İstanbul Strait and its surroundings, meticulously recorded in Hariciye Nezareti (Foreign Ministry), the region above Beylerbeyi and Dolmabahçe up to the Black Sea is presented, including settlement areas and geographical formations (HRT.h 670, 671). In addition to Bosphorus maps produced by the Erkan-i Harbiye-i Umumiye Printing House, the Map Department Printing House, and the Maarif Nezareti (Education Ministry), handmade maps by Stanfords Geog Estabt, Rigas Ferevos, and Kolağası Nuri Efendi are noteworthy. For example, in the map of the İstanbul Strait and its environs, printed by the Erkan-i Harbiye-i Umumiye Printing House, roads, bridges, cemeteries and other detailed landmarks are shown (HRT.h 676). There are also some maps showing just parts of the Bosphorus. In one hand-drawn, colored map, a specific part of the İstanbul Strait from Büyükdere to Çubuklu and İstinye is shown (HRT.h 705). In addition, there are some nautical maps of the Bosphorus that depict the coastal shoals (HRT.h 686, 706). Geologic and Topographic Maps A geologic map of the İstanbul-Şile district (HRT.h 684), a topographic map of the area from Kağıthane Valley to Burgos (HRT.h 690), and a topographic map of “Validebağı darü’l-eytam-ı müsliminine ihsan buyrulan kasr-ı hümayun ve müştemilatı” (An imperial pavilion and premises bestowed upon the Muslims of the Validebağı orphanage)(HRT.h 2429) are some examples of geologic and topographic maps in the collection. İstanbul Military Maps Primarily military maps are a combination of maps, plans, and sketches and are intended for determining districts. For example, in a map showing the Üsküdar gendarme battalion district, police stations, regiments, teams, and company centers are shown (HRT.h 686). In another military map of the area from San Stefano to Ereğli, threatening and friendly forces with their residential areas and altitudes are given (HRT.h 696). In another handmade military map, military companies, teams and other details are shown on the line from Büyükçekmece to İstiranca (HRT.h 700). There are also some maps showing troops in the Bosphorus. On one handmade map, below the position of military companies’ dwelling zones on the Anatolian and Rumelian sides of the İstanbul Strait, an instruction about the position of military companies is noted in pencil (HRT.h 680). On another map, military company centers (regimental headquarters, battalion centers, company centers, etc.) on both sides of the Bosphorus are shown (HRT.h 681). HRT. h 00706 00002 Transportation Maps In the map collection, İstanbul land, sea, and rail transportation maps hold an important place. A map of the working railway in İstanbul and the new railway planned to run between Galata-Makriköy (Bakırköy) (HRT.h 695), as well as a map of the railway planned to be built between 43 OSMANLI ARŞİVLERİNDE İSTANBUL HARİTALARI / İSTANBUL MAPS IN THE OTTOMAN ARCHIVE Tasnifte yer alan İstanbul-Şile mıntıkasının jeolojik haritası (HRT.h 684) ve Kağıthane Vadisi’nden Bergos’a kadar olan bölgenin topografik haritasının (HRT.h 690) yanında, filmlere ev sahipliği yapan “Validebağı darü’leytam-ı müsliminine ihsan buyrulan kasr-ı hümayun ve müştemilatı”nın topoğrafya haritası (HRT.h 2429) jeoloji ve topografya haritalarının örneklerinden bazılarıdır. İstanbul Askeri Haritaları Genellikle harita-plan-kroki karışımı halinde olan askerî haritaların başlıcaları, mıntıka tespitine yönelik çizimlerdir. Mesela Üsküdar’da jandarma taburu mıntıkasını gösterir bir haritada; karakollar, alay, takım, bölük ve takım merkezleri gösterilmiştir (HRT.h 686). Başka bir haritada ise Ayastefanos’tan Ereğli’ye kadar olan bölgeye ait askeri harita üzerinde dost ve düşman kuvvetler ile yerleşim bölgeleri ve yükseltiler gösterilmiştir (HRT.h 696). Ayrıca elle yapılmış başka bir askeri haritada Büyük Çekmece’den Istıranca’ya kadar olan hattaki askeri bölük, takım ve saire gösterilmiştir (HRT.h 700). Boğaz’daki askeri birlikleri gösteren haritalar da mevcuttur. Elle yapma, İstanbul Boğazı’nın Anadolu ve Rumeli yakalarındaki bazı askeri birliklerin yerleşim durumlarını gösterir haritanın alt kısmında kurşun kalemle, askeri birliklerin bulundukları yerleri göste- HRT. h 01711 00001 rir izahat vardır (HRT.h 680). Başka bir haritada ise Boğazın iki yakasındaki askeri birlik merkezleri (alay karargahı, tabur merkezi, bölük merkezi vs.) gösterilmiştir (HRT.h 681). Ulaşım Haritaları Harita tasnifinde İstanbul’daki kara, deniz ve raylı ulaşımı gösterir haritalar önemli bir yekün tutmaktadır. İstanbul’da işlemekte olan demiryolu ile Galata-Makriköy (Bakırköy) arasında işletilmesi düşünülen yeni demiryolu hattını gösterir harita (HRT.h 695) ve İstanbul-Terkos ile Büyükçekmece arasında yapılması düşünülen demiryolunu gösterir harita (HRT.h 697) hemen dikkatleri çekmektedir. Ayrıca İstanbul’un Rumeli yakasından gelen tren ve karayollarını gösterir elle yapma haritada bazı önemli yerlerden, Davut Paşa Kışlası ile Halkalı Ziraat Mektebi ve Rusların inşa ettikleri iskele ile izinsiz yaptıkları şose yol gösterilmiştir (HRT.h 701). Ayrıca Çatalca, İstanbul ve Şile haritasında ana yollar ve demiryolları gösterilmiştir (HRT.h 869). Bunların yanında İstanbul Anadolu yakası yol haritası (HRT.h 1591), İstanbul Avrupa yakası yol haritası (HRT.h 1593) ile İstanbul vilayetindeki yollları gösterir birçok nafia haritası mevcuttur. Bu haritalarda yollar yanında; kaza ve nahiye merkezleri, vilayet ve kaza hudutları gösterilmiştir. Bu haritalar içerisinde belki de en dik- 44 İstanbul-Terkos and Büyükçekmece (HRT.h 697) are very impressive. In addition, a handmade map of the rail and land roads coming from the Rumelian side of İstanbul shows the unauthorized macadam road and seaport built by the Davutpaşa Kışlası, the Halkalı Ziraat Mektebi, and the Russians (HRT.h 701). Also in some Çatalca, İstanbul, and Şile maps, the main roads and railways are shown (HRT.h 869). Furthermore, there are many public works maps depicting the roads of the İstanbul province, such as the İstanbul Anatolian road map (HRT.h 1591), and the İstanbul European road map (HRT.h 1593). In these maps, not only roads, but also district and township centers, provinces, and district borders can be seen. Among these maps, the Yedikule-Florya railway map (HRT.h 1711) and the map used by ships entering and leaving Dersaadet Port, used to avoid collisions (HRT.h 721/ 1), are perhaps the most interesting. Water Basin Maps Since its early history, one of İstanbul’s most important problems has been water shortages. Many maps have been prepared about the ways to transport water into the city. In addition to these, many maps have been prepared depicting the renovation works that have been applied to the streams flowing around İstanbul in order to protect public health. The kat çeken, Yedikule-Florya demiryolu haritası (HRT.h 1711) ile Dersaadet Limanı’na giren ve çıkan vapurların birbirlerine çarpmaması için düzenlenen haritadır (HRT.h 721/ 1). Su Havzası Haritaları Tarihten beri İstanbul’un en mühim sıkıntılarından biri de su sorunudur. Şehre getirilecek sular için birçok harita hazırlanmıştır. Bunun yanında İstanbul’un etrafından akan derelerin insan sağlığına zarar vermemesi için ıslah çalışmaları yapılmış ve bu amaçla da birçok harita hazırlanmıştır. İstanbul-Avrupa, Alemdağı’ndan Üsküdar’a Garip Tophanelioğlu Çeşmesi karşısına getirilecek olan suyun haritası renkli olup elle yapılmıştır (HRT.h 691). İstanbul Avrupa yakasında bulunan Küçükçekmece ve Büyükçekmece gölleri bölgesinin gösterildiği elle yapılmış fiziki haritada akarsular, yerleşim bölgeleri görülmektedir (HRT.h 702). Şişli’de Bulgar Hastanesi’ne (şimdiki Türkiye Gazetesi Hastanesi) Kağıthane menba sularından bir şube açılması için çizilen keşif haritası (HRT.h 870), Beyoğlu, Galata ve civarı su tevzii haritası (HRT.h 1176), Kasımpaşa deresi haritası (HRT.h 1190), Kağıthane’deki Ayazma suyunu Yıldız Sarayı’na nakil ve isal eden demir boruların güzergahı, makine, hazine ve menfezlerin yerlerini gösteren haritalar da dikkat çekmektedir (HRT.h 1419, 1191). map of water coming from İstanbul-Europe to Alemdağı, Üsküdar, culminating at the Garip Tophanelioğlu Fountain is colored and handmade (HRT.h 691). In the physical map of the Küçükçekmece and Büyükçekmece lakes on İstanbul’s European side, the watercourses and residential areas are also shown (HRT.h 702). Other interesting water maps include the survey map drawn to open a branch from a Kağıthane water source to Şişli Bulgar Hospital (now Türkiye Gazetesi Hospital) (HRT.h 870), a map of Beyoğlu, Galata and the surrounding water distribution (HRT.h 1176), a Kasımpaşa gulley map (HRT.h 1190), and maps showing the routes of iron pipes transferring and distributing Ayazma water from Kağıthane to Yıldız Palace, including machines, repertory and culverts (HRT.h 1419, 1191). Agricultrual Maps Another group of maps that we can concentrate on in the “İstanbul Maps Album” is agricultural maps. These are handmade on waxed paper showing İncirli, Çavuşbaşı, Kuleli, and Ayamama farms and the Baruthane-i Amire area (HRT.h 688). A map made on map paper displays the borders of Emlak-ı Hazret-i Şâhâne’s Kağıthane and Ayazağa Çiftlik-i Hümayunlar (farm councils) and arazi-i mütecavire (HRT.h 692); another HRT. h 1176 00001 45 OSMANLI ARŞİVLERİNDE İSTANBUL HARİTALARI / İSTANBUL MAPS IN THE OTTOMAN ARCHIVE HRT. h 1269 00001 HRT. h 1269 00002 Çiftlik Haritaları İstanbul haritaları içinde göstereceğimiz diğer bir harita grubu da çiftlik haritalarıdır. Elle, mumlu kağıda yapılmış; İncirli, Çavuşbaşı, Kuleli ve Ayamama çiftlikleri ile Baruthane-i Amire arazisini gösterir harita (HRT.h 688), karton üzerine elle yapılmış Emlak-ı Hazret-i Şâhâne’nin Kağıthane ve Ayazağa Çiftlik-i Hümayunları’nın hududu ile arazi-i mütecavireyi gösterir harita (HRT.h 692) ve elle yapılan Akpınar Çiftliği hududunu gösterir harita mühim çiftlik haritalarındandır (HRT.h 694). Maden Haritaları Bunların yanında harita tasnifinde İstanbul ve civarına ait maden haritaları da yer almaktadır. Çatalca’da linyit madeni haritasını (HRT.h 866), Üsküdar mutasarrıflığına tabi Şile kazasında bulunan demir madeni haritasını (HRT.h 1384), Makriköy kazası Çiftealan karyesi linyit madenleri haritasını (HRT.h 1968) ve İstanbul Rumelikavağı’nda çıkan bakır madeni haritasını örnek olarak gösterebiliriz (HRT.h 946). Birkaç örnekle kısaca tanıtmaya çalıştığımız haritalar arasında İstanbul Boğaziçi elektrik haritası (HRT.h 1269) ile İstanbul Boğazı’nda telgrafhaneleri gösterir haritalar (HRT.h 11627) gibi son derece renkli örnekler de vardır. İstanbul’un topografyası ya da jeolojisi, jeomorfolojisi, yeraltı kaynakları, ulaşımı, haberleşmesi, değişik bakış açılarından ekonomisi gibi konularda bilgi veren haritalar bu haliyle insandan (haritayı üreten kartograf) insana (harita kullanıcısı) yer referanslı bilgi aktarmanın ötesinde, gelecekte yapılacak proje ve planlara da ön ayak olmaya vesiledir. Bu haritalar araştırmacılar tarafından incelenmeli ve devletin ve milletin menfaatinde kullanılmalıdır. 46 HRT. h 0695 00001 important agricultural map is the handmade map showing the Akpınar Farm limits (HRT.h 694). Mine Maps Finally, there is a class of maps that includes the mines in and around Istanbul. A map of a lignite mine in Çatalca (HRT.h 866), a map of an iron mine in Şile belonging to the Üsküdar lieutenant governor (HRT.h 1384), a map of a lignite mine in a Ciftealan village in the Makriköy district (HRT.h 1968), and a map of a copper mine in İstanbul’s Rumelikavağı district are examples of mine maps (HRT.h 946) in the collection. Here we have tried to present some examples of the maps of İstanbul. Among them are some truly delightful works, such as an İstanbul Bosphorus electricity map (HRT.h 1269) and maps showing the telegraph offices along the İstanbul Straits (HRT.h 11627). These maps, by providing information about İstanbul’s topography, geology, geomorphology, underground resources, transportation, communication, and economy (from different points of view), can contribute to future projects and plans as well as provide reference information from one person (the cartographer) to another person (the user). It is imperative that these maps be examined by researchers and used for the benefit of the state and nation. İSTANBUL’UN SUYOLU HARİTALARI Fatma ŞENSOY FLUME MAPS OF İSTANBUL Fatma ŞENSOY İSTANBUL’UN SUYOLU HARİTALARI FLUME MAPS OF İSTANBUL Fatma ŞENSOY* Fatma ŞENSOY* Harita, sözlük anlamı ile (Yunanca: harta; Arapça: harita) yeryüzünün bir The dictionary meaning of the word “map” (Greek: harta; Arabic: harita), ölçeğe göre küçültülerek, plân üstünde gösterildiği çizim olarak tanım- has been defined as the drawn depiction of the earth’s surface scaled lanmıştır. Yaşanılan çevrenin tüm özelliklerini kavramak, bilgi aktarmak down. The functions of this tool, used to understand the features of the enve benzeri pek çok nedenle kullanılan bu aracın işlevleri çok geniş ve çe- vironment, to transfer information, and for many other purposes as well, şitlidir. İnsanlığın kültür varlıklarından olan eski haritalar, bugünkilerin are extensive and various. In contrast to today, old maps, which were cultersine tek nüsha olarak yapılmıştır. Bir ressamın tablo yapması gibi, ait tural assets for mankind, were made as one copy. They were ornamented olduğu yerin tüm özelliklerini içeren resimlerle donatılmıştır. Usta eller- with pictures containing all the features of the place they related to, like an artist making a painting. Maps made by de yapılmış haritalar, bilgi, estetik ve güzelliskillful hands constituted the first steps of projğin örnekleri olduğu kadar yapılacak projeleFetih sonrasında, İstanbul’da başlatılan ects to be made, as well as being examples of rin ilk basamağını da oluşturmuştur. Bu birinbüyük imar faaliyetlerinde su sorununun knowledge, aesthetics and beauty. In addition cil önemleri ile teknik projelerin yapılması ve çözümü, öncelikli ve en önemli unsur olto this primary importance, maps also provided yürütülmesi sağlanmıştır. Yapılmış ve bitmiş muştur. Bu doğrultuda İstanbul’un suyolfor the making and carrying out of technical projelerin tamir, bakım ve onarımında yine larının isale ve şehir içindeki dağıtımını gösteren ilgi çekici haritalar çizilmiştir. projects. Again, maps have been the primary ilk başvuru kaynağı haritalar olmuştur. Güsource of contact in the repair, renovation and nümüzde de haritasız hiç bir teknik projenin Water has been the primary and most maintenance of completed projects. The fact yapılamaması ve yürütülememesi haritaların important element of major public works that even today no technical project can be önemini göstermektedir. that began in İstanbul after the conquest. completed or carried out without a map demFor this reason, maps that show Istanbul’s İstanbul’un suyolu haritaları, bize geçmişin flume conveyance and its distribution onstrates their importance. bilgi birikimlerini kesin ve özet bilgiler halinde within the city are drawn. İstanbul’s flume maps present us with accusunmaktadır. Aradan geçen yüzyıllar, teknolorate and succinct information about the data jinin gelişmesiyle birlikte tarihin izlerini şehir üzerinden silmiştir. Fakat suyolu haritaları, diğer arşiv belgeleri ile birlik- accumulations from the past. Centuries have passed and technology has te, su medeniyetinin izlerini en iyi biçimde yansıtmaktadır. Suların kay- been developed, erasing the traces of history on the city. However, flume nağından şehir içine getirilene kadar nerelerden geçtiği, arazinin topoğ- maps, accompanied by other archival documents, best reflect the traces of the water civilization. The topography of the land was drawn on paper rafyası, sınırları belirlenip ölçülerek kağıt üzerine işlenmiştir. with its boundaries being identified and measured, the source of the waFetih sonrasında, İstanbul’da başlatılan büyük imar faaliyetlerinde su soters and where it passed until it reached the city were indicated. rununun çözümü, öncelikli ve en önemli unsur olmuştur. Akan suyun daha sağlıklı olduğu inancı ile tüm mahallelere sular akıtılmış, yapılan Water has been the primary and most important element of major pubher külliyenin önce suyu bağlanmıştır. Sultanlar ve yüksek makam sahip- lic works that began in İstanbul after the conquest. With the belief that leri topluma hizmet için kurdukları vakıflarla suyun sonsuza değin akma- running water is healthier, water was carried through all districts and sını dilemişlerdir. Halkalı, Kırkçeşme, Üsküdar, Taksim sularını hayırsever water was the first thing connected for every complex that was built. bireyler olarak Sultanlar ve Saltanat makamına yakın olanlar, vakıflar ku- Sultans and those in high positions wanted the water to run forever, thus rarak akıtmışlardır. Hamidiye suları XX. yüzyıl başında ve daha farklı bir setting up trusts to serve the community. Sultans and those close to the court paid for waters from Halkalı, Kırkçeşme, Üsküdar and Taksim to run teknoloji ile İstanbul’a akıtılmıştır. to the city, as a charitable act, with the foundations they set up. At the İstanbul’un suyollarının isale ve şehir içerisindeki dağıtımını gösteren beginning of the 20th century, the Hamidiye waters were brought to Isharitalar, müzeler ve kütüphanelerde saklanmaktadır. İstanbul Büyük- tanbul using a different technology. The maps that show İstanbul’s flume şehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi Vakıf Sular Müdürlüğü Va- conveyance and its distribution within the city are stored in museums and kıf Sular Arşivi’nde ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde de haritalar var- libraries. There are also maps in the İstanbul Büyükşehir Belediyesi Su ve dır. Topkapı Sarayı Müzesi’nde, Beylik Suyolu’na ait 3 harita bulun- Kanalizasyon İdaresi Vakıf Sular Müdürlüğü Vakıf Sular Arşivi (İstanbul maktadır. Türk İslam Eserleri Müzesi’ndeki 3 harita, Bayezid ve Süley- Metropolitan Municipality Water and Drainage Management Trust, Wamaniye Suyolları’na ilişkindir. Köprülü Suyollarına ait 3 harita, Köprü- ters Management Trusts Archives and the Prime Ministry, Ottoman Arlü Kütüphanesi’ndedir. Merhum Nuri Arlasez’in bağışladığı bir harita, chives. Three maps that belong to the Beylik Flume can be found in the Ali Emiri (Millet) Kütüphanesi’ndedir. Nuruosmaniye Suyolu’na ait bir Topkapı Palace Museum. The three maps stored at the Turkish Islamic harita, İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü’ndedir. Vakıf Sular Müdürlüğü Monuments Museum are concerned with the Beyazid and Süleymaniye Arşivi’nde İsmail Remzi’nin, üzerinde 5 yıllık bir çalışmanın sonunda 1930 Flumes. Three maps that belong to the Köprülü Flumes are stored at the senesinde tamamladığına ilişkin notunun olduğu, Halkalı Suları’nın 16 ta- Köprülü museum. A map donated by the late Nuri Arlasez is at the Ali nesini farklı renkte mürekkep kullanarak çizdiği harita 1/25.000 ölçekli- Emiri (Millet) Library. A map belonging to the Nuruosmaniye Flume is to dir. (Çeçen, Halkalı Suları,1991,s.32) Vakıf Sular Arşivi’nde bulunan pek be found at the İstanbul Trusts Head Office. In the Trusts Waters Man* Dr., İktisat Tarihçisi *Dr., Ecohomic Historian 49 İSTANBUL’UN SUYOLU HARİTALARI / FLUME MAPS OF ISTANBUL çok harita arasında, yukarıdaki kimi haritaların kopyaları da mevcuttur. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde de konuya ilişkin haritalar mevcuttur. Kırkçeşme isale hattı ile ilgili en eski ve önemli belge, Topkapı Sarayı Müzesi III. Ahmet Kütüphanesi’ndeki H 1815 numaralı krokidir. Krokinin tarihi ve kimin tarafından yapıldığı belli olmamakla birlikte Mimar Sinan tarafından yapılmış olma ihtimali yüksektir. Yapılış tarihi 1563’ten önce olabilir zira 1564’te yapılan Balıklızade Kemeri (Paşa Kemeri) bu krokide gösterilmemiştir. (Kolay,2000, s.49) İrlanda’nın Dublin şehrinde Chester Beatty Kütüphanesi’nde MS 413 numaralı ve 1579 tarihli bir elyazması kitabın içinde karşılıklı iki sayfaya (16x24,25cm boyutlu) Kırkçeşme isale planı çizilmiştir. Kırkçeşme tesislerinin hizmete girdiği 1564 yılından 15 yıl sonra yazılmış bu el yazması kitap, Sultan III. Murad’a takdim edilmiştir. (Kolay, 2000, s. 51) Halkalı sularına ve içindeki Beylik suyoluna ait iki haritanın -Topkapı Sarayı Müzesi (Hazine E 12481; boyut: 27x286 cm) ve Ali Emiri Kütüphanesi (No: 930; boyut: 32x211cm)- başında da Sultan III. Murad’ın, Suyolu Nazırı Usta Davud’a “Sen, benim suyumu nereye verirsin?” diye sorması üzerine Usta Davud’un bu haritayı yapmış olduğu yazılıdır. Sultan Murad’a ve Usta Davud’a rahmet dilekleri ile birlikte 992 /1584 tarihi düşülmüştür. Ne var ki haritanın kenar yazısının Sultan III. Murad’ın 1595’te agement Archives, the map drawn by İsmail Remzi in 1930 includes 16 of the Halkalı Flumes using different colored inks; he noted that he had completed it in 5 years and the scale is 1/25,000. (Çeçen, Halkalı Suları,1991, p.32) Copies of some of the above maps can be found amongst the many maps in the Vakıf Waters Archives. There are also maps in this matter stored at the Prime Ministry, Ottoman Archives. The oldest and most important document regarding the Kırkçeşme flume is the plan numbered H 1815 at the Topkapı Palace Museum Ahmet III Library. Together, despite uncertainty about the date or the maker of the plan, there is a strong possibility that it was made by Koca Sinan. The date it was made could be before 1563, because the Balıklızade Arch (Pasha Arch), which was made in 1564 is not shown on this plan. (Kolay, 2000, p.49) A conveyance plan of Kırkçeşme has been drawn on two facing pages (16 x 24, 25 cm) in a manuscript dated 1579, numbered MS 413 at the Chester Beatty Library in Dublin/Ireland. This manuscript, which was written 15 years after the Kırkçeşme facilities went into operation in 1564, was presented to Sultan Murad III. (Kolay, 2000, p. 51) On two maps, one at the Topkapı Palace Museum (Treasury E 12481; size:27x286 cm) and the other at the Ali Emiri Library (No: 930; size: 32 Halkalı sularına ve içindeki Beylik suyoluna ait iki haritanın-Topkapı Sarayı Müzesi (Hazine E 12481; boyut:27x286 cm) ve Ali Emiri Kütüphanesi (No:930; boyut:32x211cm) ölümünün ardından daha sonra yazıldığı anlaşılmaktadır. Ali Emiri (Millet) Kütüphanesi’ndeki harita suluboya ile renklendirilmiş, ağaç ve çiçek motifleri ile süslenmiş, Büyükkemer (Mazulkemer), ana suyoluna katılan suların başları, şehir içinde verilmiş yerleri yazılmıştır. Aynı harita daha az renklendirilmiş haliyle İSKİ Vakıf Sular Arşivi’nde 113 no ile kayıtlıdır. (Öztürk, 2006, 126) Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki haritanın ise bir bölümü aynıdır fakat sonu yoktur. Farklı olarak eski saray dolabında 3 kamış suyun olduğu, Ali Paşa suyunda 1 kamış suyun, 1017/1609 yılında yapılan ölçüme göre 1,5 çuvaldız suyun bulunduğu yazılmıştır. Bu da harita üzerinde başta yazılı 1584 tarihli asıl haritadan referans alınıp, 1609’da yeniden yapıldığını düşündürmektedir. Topkapı Sarayı Müzesi III. Ahmet Kütüphanesi H 1816 numaralı ve 20,5x961cm boyutlu harita 1016/1607 tarihlidir. Haritanın başında bir menba’ın “merhum Sultan Süleyman Gazi aleyhi-r Rahmet-i ve’l-gufran Kadif köyünde bulup kattığı suyun başındaki 4 baştan…2 lüle 2 kamış 1 masura sudur. Bu dağı delüp lağım eyleyüp bu suya katmıştır” ibaresi 50 x 211 cm), which depict the Beylik flume within the Halkalı waters, it is written at the top that Usta Davud made the map in response to the question posed by Sultan Murad III to the Flume Custodian Master, Usta Davud: “Where will my water go?”. The date 992/1584 is written alongside the prayers for mercy by Sultan Murad and Usta Davud. It can be understood that inscription in the margin was written after Sultan Murad III died in 1595. The map at the Ali Emiri (Millet) Library was painted using watercolor, decorated with tree and flower patterns, as well as a depiction of the Great Aqueduct (Mazulkemer), and the beginning of the waters that join the main flume and the places where they come into the city being recorded. The same map, but with less color, is recorded under number 113 at the İSKİ Vakıf Waters Archives. (Öztürk, 2006, p. 126) A part of the map at the Topkapı Palace Museum is the same, but it is incomplete. It is interesting that it is recorded that 3 kamış of water were in the former palace closet in 1017/1609; in 1 kamış of water for the Ali Pasha water contained 1.5 çuvaldız of water. (The flow rate measuring units for water in the Ottoman Empire can be listed as 1 lüle = 4 kamış, 8 vardır. Saray-ı âmire içindeki büyük odaya değin suyun geçtiği sistem çizilmiştir. Su terazileri özellikle belirtilmiştir. Topkapı Sarayı Müzesi III. Ahmet Kütüphanesi H 1815 numaradaki harita 1161/1748 tarihli ve 75x1098 cm boyutlarındadır. Haritanın ölçeğinde, kenarlarındaki sarı ve kırmızıya boyanmış çerçevenin her bir bölümünün 100 zirâ’ yani 75,8 m olduğu belirtilmiştir. Kısa tarafında 38 adet sarı ve kırmızı parça olması dolayısıyla, burası 3800 zirâ’= 287.040 m’dir. Uzun tarafındaki parçaların boyutları diğerlerinden farklıdır. Rulonun başında Sultan I. Mahmud’un (1730-1754) suların halkın refahını sağlamak için yenilenmesi, bakımı ve korunması için gerekenlerin yapılması konusunda bir fermanı vardır. Haritaya siyah renkli mürekkep ile üst düzey devlet denetim görevlileri-müfettiş efendiler ve su uzmanlarından oluşan bir heyetle keşif yapıldığına dair açıklama yazılmıştır. Yine siyah renkli notların tarihlerinin en sonuncusu, 1186-1189/1774-1777’dir. Bu notta Mehmet Emin Recai Efendi’nin yaptırmış olduğu sebil ve mektebe ferman ile 1 masura su ihsan edildiği yazılmıştır. Su ile ilgili tüm işlemlerin bir özeti bu haritada belirtilmiştir. Padişah tarafından ferman gereği ihsan olunmuş sular, camiler, sebiller, saraylara ve çeşmelere verilmiş sular gösterilmiştir. Suların azaldığı mevsimlerde (Ağustos-Eylül ayları arasında) Edirnekapı surlarını geçtikten sonra Beylik suyolunun debisi 88 masura masura = 64 hilal.) This makes one thing that the map was made in 1609, using the original map dated 1584, which is recorded at the beginning as a reference. The H 1816 numbered map at the Topkapı Palace Museum Ahmet III Library has dimensions measuring 20.5 x 961 cm, and is dated 1016/1607. At the top of the of the map is the phrase: “of the four heads at the head of the water discovered by the late Sultan Süleyman Gazi, May Allah have mercy on his soul, in the village of Kadif …were 2 lüle, 2 kamış and 1 masura of water. He brought this water (to İstanbul) by drilling through the mountain and creating a channel”. A system is depicted in which the water was channeled until it reached the large room at the Amire Palace (Saray-ı âmire). The water scales were specially created for this map. The map which is numbered H 1815, located at the Topkapı Palace Museum Ahmet III Library, measures 75 x 1098 cm and is dated 1161/1748. It is noted in the legend of the map that every part of the border that is colored red and yellow equals 100 zira, that is, 75.8 meters. On the vertical borders there are 38 red and yellow sections, making a total of 3,800 zira, that is, 287,040 meters. The sizes of the pieces on the horizontal edge differ from one another. Halkalı and Beylik flume maps in two parts, one at the Topkapı Palace Museum (Treasury E 12481; size:27x286 cm) and the other at the Ali Emiri Library (No: 930; size: 32 x 211 cm), yani 1 lüle, günümüzün ölçü birimiyle ifade edersek günde 572 metreküptür. Debi ölçme birimleri 1 lüle=4 kamış=8 masura=64 hilal, olarak sıralanmaktadır. Suyun debisini ölçmek için günümüzde kullanılan birimler ile 1 lüle: 26 mm çapındaki borudan akan, dakikada 36 litre veya günde 52 metreküp su olarak kabul edilmiştir. (Çeçen, 2000, s.75) Türk İslam Eserleri Müzesi’nde bulunan harita ise Süleymaniye Suyollarına ilişkindir. 1923 yılında Evkâf Levâzım Müdürlüğü’nden müzeye gelen bu harita 2537 cm uzunluğunda ve 30 cm genişliğindedir. Aypah ve Çınar kolları ve tüm katmalar, Süleymaniye Camii’ne kadar tüm kaptaj ve isale hattı ayrıntıları ile fakat ölçeksiz olarak gösterilmiştir. Süleymaniye Külliyesi’ne su sağlayan bu sisteme, yapılışından sonra eklenmiş katmalar ve bu katma sahiplerinin yaptırdıkları çeşme, ev ve hamamlar da işlenmiştir. Kimi üst düzey görevli katma sahiplerinin isimlerine dayanarak; Kazım Çeçen bu haritanın yapılış tarihini XVIII. yüzyılın ikinci yarısı olarak vermiştir. Örneğin Defterdar Rami Paşazade’nin ölümü 1761 olduğuna göre bu haritanın yapılış tarihi 1760-1770 olabilir. (Çeçen, Halkalı suları, 1991, s.78) An edict by Sultan Mahmud I (1739-1754) about renewing waters to ensure prosperity for the people and commanding that whatever was necessary to maintain and protect the water, is recorded at the beginning of the scroll. There is an explanation written in black ink on the map, telling us of a survey that was made by a committee consisting of top-level government inspectors and water experts. The dates of the notes are written in black ink, with 1186-1189/1774-1777 being the latest date. It is written that one of the sources was dedicated to the fountain and school built by Mehmet Emin Recai Bey. A summary of all the procedures involving water is given on this map. An edict from the sultan dedicated the water shown to mosques, public fountains, palaces and drinking fountains. During seasons when the water levels decreased, (i.e., the months of August and September), the flow rate in the Beylik flumes, after passing through the Edirnekapı waters was 88 lüle and 1 kamış, that is, in modern measurements, 572 cubic meters. The map found at the Turkish Islamic Monuments Museum informs us about the Süleymaniye Flumes. This map, which was brought to the mu- 51 İSTANBUL’UN SUYOLU HARİTALARI / FLUME MAPS OF ISTANBUL Köprülü Kütüphanesi’nde Köprülü suyollarının isale ve şehir içi dağıtımını gösteren 3 harita vardır. EKLERVKFHVSK 2441 no’lu haritanın boyutları 43x676 cm’dir. Suluboya ile renklendirilmiş haritanın şehir dışı bölümü Karaahmetli köyündeki çeşme ve Mehmet Paşa’nın hayatta iken satın aldığı ve kazılmış 11 bacadan çıkan su ile başlar, Dikilitaş yakınındaki Valide Hamamı ve Tavuk Pazarı’nda yeni bina olunan çeşmeye verilmiş su ve Köprülü Külliyesi ile sona erer. Edirnekapısı içindeki şehir içi alanda evler yukarı ve aşağı yatırılmış olarak çizilmiştir. EKLERVKFHVSK 2442-2443 numaralı haritanın boyutları 100x700 cm’dir. Köprülü Külliyesi’nin tamir edilirken ikinci keşfinin yapılması sırasında bir haritaya ihtiyaç duyulması üzerine suyolcuları ve Mühendishane-i Berr-I Hümayûn mühendisleri tarafından 1275/1859 yılında yapılmıştır. Suluboya resimlerle süslenmiş bu haritanın ölçeği, “bir usbu-u mimari yüz zira’ farzı ile yedi yüz zira’ arşın mikyasıdır” olarak verilmiştir. Üçüncü haritanın boyutları ise daha büyüktür. İsale hattını gösteren haritadaki su- seum by the Munitions Vakif Directorate in 1923, measures 2537 cm in length and 30 cm in width. The Aypah and Çınar branches and all the annexes, catchments and conveyance lines that took the water to the Süleymaniye Mosque, are shown in great detail, but without scale. The additions made to the system that provides water to the Süleymaniye Complex and the fountains, constructed by those who had made these additions, are all included. Based on the names of some top-level officials who made the additions, Kazım Çeçen states that the date of this map is the second half of the 18th century. For example, as Rami Pashazade, the head of the financial department, died in 1761, this map could have been made between 1760 and 1770. (Çeçen, Halkalı suları, 1991, p.78). There are three maps at the Köprülü Library which show the conveyance of the Köprülü flumes and their distribution in the city. The size of the map, numbered EKLERVKFHVSK 2441, is 43 x 676 cm. The sections of the map which fall outside the city are colored in watercolor, and start with Köprülü Kütüphanesi’nde Köprülü suyollarının isale ve şehir içi dağıtımını gösteren 3 harita vardır. EKLERVKFHVSK 2441 no’lu haritanın boyutları 43x676 cm’dir. luboya resimlerin hepsi aslına tam uygun olarak çizilmemiştir. Mazu’l kemer, Avasköy kemeri, Şirinkemer’in resimleri, tarlalar, dereler, ağaçlar çizilmiştir. Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde Bayezid Suyolları’na ait iki haritadan biri 3338 numaralı ve 105x345 cm boyutunda, menbaından Edirnekapısı Surlarına kadar olan isale hattı galerileri (kârgir lağım), künkler ile devam eden kollar, maslaklar…1/2500 ölçekli olarak gösterilmiştir. 3339 numaralı ve 104x188 cm büyüklüğündeki diğer haritada ise şehir içi ana ve tali kollar, çeşmeler, su verilen yerler yine aynı ölçekle şehir planı içinde verilmiştir. Sultan II. Bayezid’in Edirnekapısı dışından yaptırmış olduğu külliyeye gelene kadar bu suyolundan beslenen mektep, medrese, çeşme ve üst düzey devlet görevlilerinin konakları ile hayır eserleri, dükkânlar, hanlar ve ticaret merkezleri gösterilmiştir. Haritaların üze- 52 the fountain in the Karaahmetli village and the water that comes out of the 11 channels purchased by Mehmet Pasha, ending at the Valide Baths next to the Obelisk; also included is the water that was piped to the water fountain in the new building at Tavuk Pazarı and the Köprülü Complex. The houses in the inner city area of Edirdekapı are been drawn as being positioned one above the other. The dimensions of the EKLERVKFHVSK 2442-2443 numbered map are 100 x 700 cm. The map of this flume was made in 1275/1859, when the need for such a map arose during the second survey for repairs to be made to the Köprülü Complex; this was carried out by the flume constructors and engineers from the Mühendishane-i Berr-i Hümayûn. The map, which is decorated with watercolor illustrations, has the dimensions of “one hundred zira, and seven hundred zira’ arşın units.” The dimensions rindeki yazılar, her iki haritanın da aynı kişi tarafından yapıldığını çağrıştırmaktadır. Suluboya ile resmedilmiş haritalardan 3339 numaralı olanın üzerinde “Humbaracılar ocağı sipahilerinden Kulekapılı mühendis Seyyid Hasan” kaydı vardır. 3338 numaralı isale planında bu haritanın “plançete tabir olunan tabliye ile mesaha ve resmolunarak” yapıldığı yazılıdır. Haritada yeniçeri kışlaları bütün ayrıntıları ile çizilmiştir. Bu da bu haritanın 1826 öncesine ait olduğunun kanıtıdır. Suyolunun inşa tarihi caminin tamamlanış tarihi olan 1505 ‘tir. Harita’da isimleri geçen devlet görevlilerinin görev süreleri ile haritanın yapılış tarihi, 1812-1813 yılları arası olarak belirlenmiştir. Şehir tarihi açısından çok önemli olan bu haritada binalar kuşbakışı, çatılarının büyüklüklerine uygun olarak resmedilmiştir. (Çeçen, 1997, s.24-30) Bayezid, Köprülü ve Nurosmaniye suyolları için yapılmış olanlar yalnız bu suların isale hatlarını ve şehir şebekesini göstermektedir. İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü’nde tahminen 1748-1755 yılları arasında yapıldığı dü- of the third map are larger. The watercolor pictures on the map which demonstrate the conveyance line are not drawn exactly like the original. The Mazul Aqueduct, the Avaskoy Aqueduct, illustrations of the Şirin Aqueduct, fields, streams and trees have all been depicted. One of the two maps belonging to the Beyazid Flumes is located at the Turkish Islamic Monuments Museum, numbered 3338; it has dimensions measuring 105 x 345 cm. The conveyance lines from the upper stream all the way to the Edirnekapı Ramparts (brick sewage) are depicted, with the branches that continued with pipes and tanks all being shown on a scale of 1/2500. The other map, numbered 3339 with dimensions measuring 104 x 188 cm, using the same scale as the earlier map, depicts the city plan of the main and subsidiary arms of the inner city, as well as drinking fountains and places where water was piped in. This map depicts all the schools, madrasahs, drinking fountains, residences of top-level officials and their charity works, shops, inns and trading centers that were Three maps at the Köprülü Library which show the conveyance of the Köprülü flumes and their distribution in the city. The size of the map, numbered EKLERVKFHVSK 2441, is 43 x 676 cm. EKLERVKFHVSK 2441, is 43 x 676 cm.. şünülen bir harita, Ferhat Paşa Çiftliği’nin Kuzeybatısından çıkmış suyun Nurosmaniye Camii, medrese ve çeşmelerine verilmesini göstermektedir. Maslaklar, yer altı su kanalları (lağımlar) ve su terazilerinin renksiz çizildiği haritada suyun, toplam 14 masura olduğu yazılıdır.(Çeçen, Halkalı Suları, 1991,s.116.) Türk İslam Eserleri Müzesi’nde Damat İbrahim Paşa Suyolu’na ait tahminen 1753-54 yılları arasında yapıldığı düşünülen 3336 numaralı harita, suluboya ile renklendirilmiş, ölçeksiz ve şemasız olup 30x1800 cm boyutlarındadır. Haritada menbalar, maslaklar, çeşmeler, şadırvanlar, katmalar ve çevredeki camiler işaretlenmiş; günümüzde izi olmayan Kavak ve Şerefâbâd kasırlarının resimleri çizilmiştir. Haritada isale hattı üzerindeki iki maslak arasının 440 arşın (343 m) olduğu ve bu arada 1.100 adet künk bulunduğu da not edilmiştir. (Çeçen, Üsküdar Suları, 1991, s. 105) fed from the flume until it reached the complex that was built by Sultan Bayezid II outside the Edirnekapi. The inscriptions on the maps lead us to believe that both maps were made by the same person. “Engineer Seyyid Hasan of Külekapı, a member of the Humbaracı Guild cavalry” is inscribed on the map numbered 3339, which was made with watercolor. On the conveyance plan numbered 3338, it is written that this map was made with “the plate known as a tabliye, surveyed and depicted”. The Janissary barracks are drawn in detail on the map. This is evidence that the map can be dated before 1826. The construction date of the flume is 1505, the completion date of the mosque. The tenure for the government officers and the making date of the map have been designated as being between 1812 and 1813. The buildings on this map which are of great importance for the history of the city have been drawn according to the sizes of their roofs from a birds-eye-view. (Çeçen, 1997, p.24-30) 53 İSTANBUL’UN SUYOLU HARİTALARI / FLUME MAPS OF ISTANBUL Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde suyolu haritaları arasında keşif ve tamir için yapılmış olan haritaların vakıflarla ilgili olanları Evkâf-ı Hümayûn Nezareti İnşaat ve Tamirat Kalemi harita fihristinde toplanmıştır. (BOA. EV.d. gömlek:22518). 1263/1846 tarihli ve Alemdağı’ndan Üsküdar’daki Tophanelioğlu çeşmesi karşısına getirilecek suyun haritasının ölçeği, 1/12000’dir.(BOA. HRT.h. 691). Selimiye Dergâhı Şeyhi Said Efendi’nin Kadıköy’e getireceği Kayışdağı suyu için yapılacak harita, Şehremaneti’nden istenmiştir. (1299/1881 tarihli.BOA. ŞD. Dosya:690 gömlek: 21) The maps that were made for the Bayezid, Köprülü and Nuruosmaniye flumes only show the conveyance lines and city network of these waters. A map thought to have been made at the Directorate for the İstanbul Vakıfs during the years 1748 and 1755, shows the water that comes from northwest of the Ferhat Paşa Farm was brought to Nuruosmaniye Mosque, and its madrasahs and drinking fountains. The inscription on the map tells us which tanks, underground water channels (sewers) and water scales have been drawn without any color, and that in total there are 14 masura of water. (Çeçen, Halkalı Waters, 1991,p.116.) Beyoğlu ve Galata civarının da su dağıtımı (BOA. HRT h. gömlek: 1419, 1341/1922 tarihli) haritaları mevcuttur. Şişli’de Bulgar Hastanesi’ne Kağıthane menba sularından bağlanması için çizilmiş keşif haritası (BOA. HRT. h. gömlek: 870) da 1341/1922 tarihlidir. Yine aynı tarihlerde yapılmış harita, Kağıthane’deki Ayazma suyunu Yıldız Sarayı’na nakil ve isal eden demir boruların güzergâhını ve makinelerin ve menfezlerin yerini gösterirmektedir. Bu haritada künklerin yerine demir boruların kullanılması, XX. yüzyıl teknolojisini göstermektedir. (BOA. HRT. h.1419) The map numbered 3336 at the Turkish Islamic Monuments Museum was made approximately between the years of 1753 and 1754 and depicts the Damat İbrahim Paşa Flume, is a watercolor, has no scale or legend; it measures 30 x 1800 cm. The upper streams, tanks, drinking fountains, ablution fountains, annexes, and the mosques in the surrounding area have been marked on the map; pictures of the Kavak and Şerefabad pavillions, which are no longer standing, have been depicted. It has been noted on the map that the distance between the two tanks on the conveyance line is 440 arşın (343 m) and that there were 1,100 drainpipes. (Çeçen, Üsküdar Waters, 1991, p. 105) Sonuç olarak İstanbul’un Suyolu Haritaları, geçmişimizin kültür mirası olarak bizlere intikal etmiştir. Bu sayede geçmişte yapılmış olan suyollarının izini sürebilmekteyiz. KAYNAKÇA 1- Çeçen, Kazım. Halkalı Suları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi İSKİ İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü, İstanbul: 1991. 2- Çeçen, Kazım. Üsküdar Suları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi İSKİ İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü, İstanbul: 1991. 3- Çeçen, Kazım. Topkapı Sarayına Su Sağlayan İsale Hatları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi İSKİ İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü, İstanbul: 1997. 4- Çeçen, Kazım. II. Bayezid Suyolu Haritaları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi İSKİ İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü, İstanbul: 1997. 5- Ed.Çeçen, Kazım. Osmanlı İmparatorluğu’nun Doruğu 16. Yüzyıl Teknolojisi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi İSKİ İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü, İstanbul: 2000. 6- Çeçen, Kazım. İstanbul’un Osmanlı Dönemi Suyolları, yay. Haz. Celâl Kolay, , İstanbul Büyükşehir Belediyesi İSKİ İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü, İstanbul:2000. 7- Ed. Said Öztürk. Suyu Arayan İstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi İSKİ İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü, İstanbul:2006. Of the flume maps found in Prime Minister’s Office, Ottoman Archives, those that were drawn up for purposes of survey and repair and which involved the trusts, were collected in the Evkâf-ı Hümayûn Ministry of Construction and Repair catalogue. (BOA. EV.d. folder: 22518). The scale of the map is dated 1263/1846, and depicts the water that was to be brought from Alemdağ to the Tophanelioğlu drinking fountain in Üsküdar on a scale of 1/12000. (BOA. HRT.h. 691) There is also a map for the Kayışdağı water that Sheikh Said Efendi of the Selimiye dergahi was to bring from Kadıköy, and which he bequeathed to the Şehremaneti (city council), dated 1299/1881. (BOA. ŞD. file:690 folder:21) Water distribution maps dated 1341/1922 for the Beyoğlu and Galata area can be found. (BOA. HRT h. folder: 1419). The survey map (BOA. HRT. h. folder: 870), drawn up for the connection of the Kağıthane upstream to the Şişli Bulgar Hospital, is dated 1341/1922. Again, a map of the same date shows the route of the iron pipes that transfered and transported the Ayazma water at Kağıthane to the Yıldız Palace, as well as the location of the machinery and the outlets. The depiction of iron pipes instead of clay water pipes on the map demonstrates 20th century technology. (BOA. HRT. h.1419) Istanbul’s Flume Maps have been bequeathed to us as the cultural heritage of our history; it is thanks to them that we can trace the flumes made in the past. BIBLIOGRAPHY 1- Çeçen, Kazım. Halkalı Waters, İstanbul Metropolitan City İSKİ İstanbul Water and Sewerage Handling Head Office, İstanbul: 1991. 2- Çeçen, Kazım. Üsküdar Waters, İstanbul Metropolitan Municipality İSKİ Istanbul Water and Sewerage Handling Head Office, Istanbul: 1991. 3- Çeçen, Kazım. Conveyance Lines That Provide Water to the Topkapı Palace, İstanbul Metropolitan Municipality İSKİ İstanbul Water and Sewerage Handling Head Office, İstanbul: 1997. 4- Çeçen, Kazım. II. Bayezid Flume Maps, İstanbul Metropolitan Municipality İSKİ İstanbul Water and Sewerage Handling Head Office, İstanbul: 1997. 5- Ed.Çeçen, Kazım. Osmanlı İmparatorluğu’nun Doruğu 16. Yüzyıl Teknolojisi, İstanbul Metropolitan Municipality İSKİ İstanbul Water and Sewerage Handling Head Office, Istanbul: 2000. 6- Çeçen, Kazım. İstanbul’s Ottoman Period Flumes, published and prepared by Celâl Kolay, İstanbul Metropolitan Municipality İSKİ İstanbul Water and Sewerage Handling Head Office, Istanbul:2000. 7- Ed. Said Öztürk. Suyu Arayan Istanbul, İstanbul Metropolitan Municipality İSKİ Istanbul Water and Sewerage Handling Head Office, Istanbul:2006. 54 FATİH SULTAN MEHMED’İN DONANMA GEMİLERİNİ KARADAN DENİZE İNDİRMESİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Cevat ÜLKEKUL A RESEARCH ON THE TRANSPORT OF THE WARSHIPS OVERLAND INTO THE SEA BY SULTAN MEHMED THE CONQUEROR Cevat ÜLKEKUL FATİH SULTAN MEHMED’İN DONANMA GEMİLERİNİ KARADAN DENİZE İNDİRMESİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA A RESEARCH ON THE TRANSPORT OF THE WARSHIPS OVERLAND INTO THE SEA BY SULTAN MEHMED THE CONQUEROR Cevat ÜLKEKUL* Cevat ÜLKEKUL* Gemilerin Karada Yürütülüp, Başka Bir Denize İndirilmesine İlişkin Girişimlerin Geçmişi The History of the Attempts Concerning the Transport of the Ships Overland into the Sea İstanbul’un kuşatılması sırasında, Fatih Sultan Mehmed’in donanma gemilerini karadan aşırtarak denize indirtmesi, kuşatmanın ve harp tarihinin en ilginç en olaylarından biridir. Aslında bu akıl almaz, dahiyane olay, Türklerin gemilerini karadan yürütmelerinin ilk değil, ikinci harekatıdır. Çünkü her ne kadar, Fatih Sultan Mehmed’in yaptığıyla arazi durumu ve gemi sayısıyla mukayese edildiğinde, oldukça küçük çapta bir harekat olarak değerlendirilebilirse de; Gazi Umur Reis Türklerde gemilerini karadan aşırtan ilk komutandır. Transport of the ships overland into the sea by Sultan Mehmed the Conqueror during the conquest of İstanbul was one of the most interesting historical events of the siege and military history. Actually, this incredible and ingenious operation was not the Turks’ first, but the second operation of transporting the ships overland. Although it was relatively small scale operation comparing with the one conducted by Sultan Mehmed the Conqueror in terms of land conditions and number of ships, Ghazi Umur Reis was the first commander that transported his ships overland. Aydın Oğulları Beyliği’nin kurucusu Mehmet Bey’in beş oğlundan biri olan Gazi Umur Reis (1309 - 1348), 1320 yılında, İzmir’de Beyliği’nin deniz gücünü oluşturduğunda, Fatih Sultan Mehmed gibi 19 - 20 yaşlarındaydı. İzmir Beyi olur olmaz, ümeradan Hoca Selman’a bir kadırga yaptırıp, bu kadırgaya “Gazi” adını vermiş, ardından da yedi kayık daha yaptırmıştı. Gazi Umur Reis, Bizans’a karşı başkaldıran Arnavutların isyanının bastırılmasında Bizans’a yardım etmiş ve Arnavutluk kıyılarına değin uzanmıştı. Bu yardım harekâtı sırasında, gemilerini Atina Körfezi’nden, karadan, İnebahtı Körfezine geçirmiştir ki, aradan yıllar geçtikten sonra Piri Reis bu olayı şöyle anlatacaktır:1 Ghazi Umur Reis (1309-1348) was one of the five sons of Mehmet Bey, the founder of the Beylik of Aydınoğulları. He was at the age of 19-20 when he established the naval power of his Beylik of İzmir in 1320 as Sultan Mehmed the Conqueror. As soon as he became the Bey of İzmir, he ordered a galley to Hoca Selman who was one of the beys. He called his galley as “Ghazi”. Then he ordered seven more vessels to be built. Ghazi Umur Reis helped the Byzantine to quash the riot of the Albanian who revolted against the Byzantine and he extended along the Albanian shores. During this assistance, he transported his ships overland from the Gulf of Athens into the Gulf of Lepanto. After years, Piri Reis mentioned this event as follows:1 “Aspire İspiti Limanı’nın Lodos-Günbatısı tarafında Seline “On the west - southwestern side of the harbour of Aspire denilen bir kale var. Bu kalenin de İnebahtı tarafında Ke- Gazi Umur Reis / Ghazi Umur Reis (1) İspiti is a castle called Seline. On the Lepanşişlik dedikleri bir adacık var. Bu adacığı Gazi to side of this castle there is an islet called Umur Bey feth etmiştir; hatta o yerin, MüslüCevat Ülkekul, Topkapı Sarayı arşivlerindeki hariKeşişlik. Ghazi Umur Bey conquered this man olmayan yaşlılarından işittiğimize göre, talarda Fatih Sultan Mehmed’in gemilerini karaislet; so much so he heard from the nonGazi Umur Bey, Atina Körfezi’nden İnebahtı dan Haliç ’e indirdiği güzergahın izlerini bulmuştur. Moslem elders of this place Ghazi Umur Körfezi’ne, gemilerini altı millik bir kara keBey had his ships passed overland of this In Topkapı Palace archives, Cevat Ülkekul has dissiminden aşırarak geçirmiş ve İnebahtı yasection of six miles from the gulf of Athens covered the maps showing the route of the ships kınlarında kimi yerleri zapt etmiş; daha sonto the Gulf of Lepanto and captured some that are transported on the land by Sultan Mehmra da, Gazi Umur Bey, o gemileri orada yakaplaces near Lepanto. Later on Ghazi Umur ed the Conqueror. rak, aldığı esirleri karadan sürüp bu taraflaBey burned those ships there and exiled ra getirmiş…” on land the prisoners he had taken and Gemilerin karadan yürütülmeleri Fatih Sultan Mehmed’den sonra da sürdürülmüş ve çok küçük çapta benzer bir harekat 1565 yılındaki Malta kuşatması sırasında da, sandallarla yapılmıştır. Bu harekat hakkında Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi (TSMK)’deki, yaklaşık 1565 Temmuz’u ortalarında yapılmış, YY 1188/ 696 numaraya kayıtlı el yapımı haritaya bakılabilir. brought them here to these places.” Daha önce yapılmış bütün girişimlere karşın, Fatih Sultan Mehmed’in gemilerini karadan yürütüp denize indirmesi harekatı; arazi yapısı, savaş durumu ve gemi sayısı ile gemilerin büyüklükleri dikkate alındığında, günümüz dahil, bugüne değin yapılmış en cüretkar ve dahiyane harekattır. Despite all the previous attempts, the operation of transporting the ships overland into the sea by Sultan Mehmet the Conqueror has been the most courageous and ingenious operation conducted until now considering the land conditions, the state of war, the number and the size of ships. * Hrt. Müh. Tümg.(E) The transport of the ships overland continued also after Sultan Mehmed the Conqueror. A small scale operation was conducted with boats in 1565 during the siege of Malta. The handmade map about this operation drawn in the mid-July of 1565 is in Topkapı Palace Museum Library registered with the number YY 1188/ 696. Bahriye gemilerini Atina Körfezi’nden İnebahtı Körfezi’ne Geçirdiği yeri gösteren Bahriye haritası / Bahriye map depicting his transporting the ships overland from Gulf of Athens into the Gulf of Lepant (2) * Survey Engineer Maj. Gen. (Rt.) 57 FATİH SULTAN MEHMED’İN DONANMA GEMİLERİNİ KARADAN DENİZE İNDİRMESİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA / A RESEARCH ON THE TRANSPORT OF THE WARSHIPS OVERLAND INTO THE SEA BY SULTAN MEHMED THE CONQUEROR Fatih Sultan Mehmed’in Donanma Gemilerini Karadan Denize İndirmesi The Transport of the Ships Overland into the Sea by Sultan Mehmed the Conqueror “İstanbul kuşatması sırasında Osmanlı Donanmasına mensup gemiler, 22 Nisan 1453 sabah vakti, Kasımpaşa limanındaki dere yatağı ağzında belirivermişti. Bu gelişme karşısında pek çok Bizanslı şaşkınlık ve umutsuzluk içerisinde kalmıştı. Bu gemiler buraya nasıl gelmişlerdi? Anlaşılır ve aklın alacağı bir şey değildi bu! Çünkü Haliç’in çıkış noktası olan Karaköy - Eminönü bölgesi gerilmiş zincirlerle kapatılmıştı. Üstelik bu zincirler çözülmemiş ve yerinde duruyordu. Haliç’in öbür tarafı da Kağıthane ve Alibeyköy derelerinin suyunu ve toprağını taşıyan bir alandı… Peki Osmanlı gemileri Kasımpaşa önlerine nasıl gelmişlerdi? Elbette bunu en iyi bilen yirmi bir yaşındaki Padişah II. Mehmed idi. Ona tarihçiler yaptığı fetihten dolayı “Fatih” adını vereceklerdir…”2 “During the siege of Istanbul, Ottoman ships appeared at the estuary in Kasımpaşa Harbor in the morning on 22 April 1453. The Byzantine were shocked when they saw the ships. They asked themselves how these ships entered there. It could not be possible and understandable. Because the sea area of Karakoy - Eminönü, the entrance of the Golden Horn, had been closed by the chain stretched across the Golden Horn. Besides, the chain remained unbroken. The other side of the Golden Horn was an area that kept the water and sand of the Kagithane and Alibeyköy rivers… Well then how did the Ottoman ships come in front of Kasımpaşa? Of course, the one who knew this event best was Sultan Mehmed II who was then at the age of 21. Historians would call him “the conqueror” due to his conquest…”2 Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’un kuşatılması sırasında gemilerin karadan denize indirilmesinde izlenilen güzergaha ilişkin iki görüş bulunmaktadır: Birinci görüş; gemilerin İstanbul Boğazı’nın Avrupa yakası kıyılarından hareketle Kasımpaşa üzerinden Haliç’e indirilmiş olduğunu ileri sürer. TSMK)’deki ,YY 1188/ 696 numaraya kayıtlı Malta haritası ve sandalların karadan Büyük Liman koyuna indirildiği yol (ayrıntı) / Map of Malta registered with the number YY 1188 / 696 in Topkapi Palace Museum Library (3) and the transport route of the ships overland into Bay of Buyuk Liman (detail)(4) There were two views about the route used during the transport of the ships overland into the sea by Sultan Mehmet the Conqueror: The first view proposes that the ships sailing from the European shores of the İstanbul Strait were transported overland from Kasımpaşa into the Golden Horn. İkinci görüş; gemilerin Okmeydanı veya civarında yapılarak Kasımpaşa üzerinden denize indirildiği şeklindedir. The second view proposes that the ships were built in Okmeydanı and its surroundings and transported overland from Kasımpaşa into the Golden Horn. Bu iki görüşün de ortak noktası, Osmanlı gemilerinin Kasımpaşa önlerinde, Haliç’te konumlanmış olduğu hususudur.3 The common point of these views is that the Ottoman ships were laid in front of Kasımpaşa and at the Golden Horn.3 Ancak, gemi sayısı4 kadar, hatta ondan da önemli olarak gemilerin hangi güzergâhı izleyerek, karadan götürüldükleri konusunda, hala bir fikir birliği bulunmamaktadır.5 Gemilerin büyük olasılıkla Dolmabahçe yöresinden veya Tophane limanı civarından yukarı çıkılarak, bugünkü Kumbaracı yokuşunu takiben, Asmalı Mescid’den, Tepebaşı yolu ile Kasımpaşa’ya indirildiği genel kabul görmektedir. But there is not any consensus about the number4 of ships and most importantly which route the ships took when transported overland. It is commonly believed that the ships were moved upwards from Dolmabahçe or Tophane Harbor and through the Kumbaracı slope they were transported overland from Asmalı Mescid into Kasımpaşa along Tepebaşı road.5 No matter which view steps forward, there are two facts. The first fact is that Sultan Mehmed the Conqueror transported the ships overland into the Golden Horn. The second one is that the route which was used during the transport of the ships overland has been lost and already not known. That’s why the historians and the researchers have been proposing different views.6 Hangi görüş öne çıkarsa çıksın ortada iki geçek bulunmaktadır. Birincisi, Fatih Sultan Mehmed donanma gemilerini karadan aşırarak, Haliç’e indirmiştir. İkincisi ise, gemilerin karadan aşırıldığı güzergâh zamanla kaybolmuş, artık bilinmemektedir. İşte bu yüzden tarih yazarları ve araştırmacılar değişik görüşler ileri sürmektedirler.6 The Implications of Some Maps in Topkapı Palace Museum Archive Topkapı Sarayı Müzesi Arşivindeki Bazı Haritaların Düşündürdükleri A few years ago, the interesting register of some scrolled maps were noticed in Topkapı Palace Museum Archive. Birkaç yıl önce TSMA’deki bir tomar haritanın, aşağıdaki ilginç kaydıyla karşılaşılmıştır. “E 9458 (1-11) XIX. yüzyıl sonu (II. Mahmud’dan biraz sonra) Haritalara İlişkin Bilgi Özeti: İstanbul muhasarasında takip edilen yolları gösterir harita ve planlar. E- 9458 numaraya kayıtlı, İstanbul’a ilişkin, plançete yöntemiyle yapılmış7 12 harita bulunmaktadır. Hari- 58 “E 9458 (1-11) the end of the 19th century (After Sultan Mahmut II)” TSMK’ndeki Fatih Albümündeki Fatih Sultan Mehmed’in minyatürü (5) ve gemilerini karadan Kasımpaşa önlerine indirilmesini gösteren Fransız ressam tarafından1455’te yapılmış temsili resim (6) / Miniature of Sultan Mehmed the Conqueror in the Topkapi Palace Museum Library (5) and painting by a French painter, 1455, depicting the transport of the ships into Kasimpasa (6) Summary about the maps: the maps and plans depicting the routes followed during the siege of İstanbul. There are 12 maps of İstanbul produced with the plane table technique.7 They are registered with the number E-9458. The maps are numbered as 9458/1, 9458/2, talar, 9458/1, 9458/ 2, 9458/3,….9458/11 olarak numaralandırılmış olup, bunlardan biri konuyla ilgili değildir. Haritaların bir kısmı 1/5.000, bir kısmı da 1/10.000 ölçeklidir ve özel olarak yaptırıldığı belli olan planlar tek renk olup, kurşun kalemle, kağıt üzerine çizilmiştir. Haritalar Niçin ve Ne Maksatla Yapılmış Olabilir? 9458/3,….9458/11, but one of them is not relevant with the issue. Some of the plans are with the scale of 1/5.000 and the others are with the scale of 1/10.000. They have been produced for a special purpose. They have one color and have been drawn with a pencil on a paper. The copies of some maps are as follows: TSMA’deki, haritalara ilişkin bilgi özetinin “İstanbul muhasarasında takip edilen yolları gösterir harita ve planlar” .biçimindeki başlığı, Topkapı Sarayı’nda bulunmuş olmaları ve haritaların kapsadığı alan ile içerikleri birlikte ele alındığında, söz konusu haritaların veya en azından bazılarının, İstanbul’un fethine ilişkin bilgi vermek üzere özel olarak yaptırılıp, çizdirildiğini akla getirmekteydi. Doğal olarak büyük ölçekli olmaları ve kapsadığı alanlar incelendiğinde, haritaların kara harekatıyla ilgisi olmadığı, ancak deniz harekatıyla ilgili olabilecekleri ilk incelemede ortaya çıkmıştır. Ayrıca, haritaların içerdikleri arazi dikkate alındığında, ilk akla gelen; Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u kuşattığında, donanma gemilerini karadan aşırıp, denize indirdiği yolu belirlemek üzere, 1870’li yıllarda, özel olarak yaptırılmış olmalarıdır: “Büyük olasılıkla II. Mahmud, ecdadı Fatih Sultan Mehmed’in dahiyane düşüncesi ve girişiminin canlı tanığı olabilecek, “donanma gemilerini karadan aşırıp, denize indirdiği yolun giderek kaybolduğunu görmüş”, o günlerde, dünyanın en yeni harita üretim tekniğinin, imparatorlukta da uygulanmaya başlandığını öğrenince; donanma gemilerinin karadan aşırılıp, denize indirildiği yolun izlerinin büsbütün silinmeden, kayıt altına alınabilmesi için bu yöntemin ilk olarak burada uygulanmasını emretmiş ve söz konusu haritaları yaptırmış olabilir. Why and for what purpose could the maps be made? Haritaların ölçeklerinin farklı olması kadar, İstanbul’daki o günün yerleşim yerlerinin çok az olması da paftalar üzerindeki bildik üç noktanın belirlen- Due to the fact that there were not so much settled areas in İstanbul in those times as well as the scales of the maps were different from each The title of the summary about the maps, “the maps and plans showing the routes followed during the siege of İstanbul”, in Topkapi Palace Museum Archive, the fact that they have been found in Topkapi Palace, when the maps are considered with the covered area and the contents, show that the mentioned maps or some of them have been made for a special purpose to give information about the conquest of İstanbul. Due to the fact that these maps are with big-scale maps and when the areas they cover are examined, the first impression is that the maps are not about a land operation but instead about a naval operation. Taking the land covered by the maps into consideration, it is understood that they were made for a special purpose in 1870s to determine the route which the ships were transported overland into the sea when Sultan Mehmed the Conqueror besieged Istanbul: “Sultan Mahmud II most probably thought that the route that the ships were transported overland into the sea would be the witness of the ingenious idea and attempt of Sultan Mehmed the Conqueror and realized that the road was gradually getting lost. When he learned that the latest mapmaking technique in the world in those times was being used in the empire, he ordered that the new technique would Görüş her ne kadar akla yakınsa be applied there to keep the reda, kuşkusuz, kanıtlanması gecord of the route which the ships rekir. Bu amaçla teknik bir ça- 9458-7 (solda) (7) ve 9458-5 (sağda) (8) numaralı planlar / 9458-7 Layout paper size: 33.5 x 25.1 cm.,size were transported overland into 9458-5 Layout paper size: 34.0 x 23.5 cm. the size of the area which lışma yapılması öngörülmüştür. of the plan 24.0 x 16.6 cm.(left) isand the sea before the traces of the covered with the plan: 27.2 x 19.0 cm. Önce, haritaların kapsadığı alanroute were completely wiped ların bir güzergah oluşturacak gibi olup olmadığı araştırıldı. Görüldü ki, off. Thereupon, the mentioned maps could have been made. haritalar bölgesel bir alanı değil, daha çok geniş şeritvari bir alanı içeri- No matter how sensible the idea is, it should be proved. For that reason, it is yordu. Bu durumda ikinci aşama olarak, mevcut haritaların birbirleriyle decided that a technical survey should be carried out. First of all, it is examkenarlaştırılıp, araziye uygulanarak İstanbul’un hangi bölgesini kapsadık- ined whether the areas covered on the map established a route or not. But larının belirlenmesi çalışmalarına başlandı. Ancak haritaların kenarlaş- it is noticed that it does not cover a regional area, but instead it is a larger maları ve araziye uygulanmaları kolay kolay çözümlenemeyecek sorun- strip map. As a second step, the works of edge matching of the existed maps lar ortaya çıktı. Çünkü planı oluşturan paftaların bazıları 1/5.000, bazıla- and the field works for the determination of the covered areas in İstanbul rı da 1/10.000 ölçeklerinde olduğu için kenarlaştırılmaları yapılamamak- began. But the edge matching of the maps and the field work have caused taydı. Farklı ölçeklerin seçilmesi, büyük olasılıkla, güzergahın oldukça en- trouble and it cannot be solved easily. Some of the map sheets are not suitgebeli bir araziden geçmesinin yarattığı harita alım sorunlarını azaltmak able for edge matching since some of them are with the scale of 1/5.000 olabilirdi. Bu nedenle, sorunu çözebilmek için, uydu görüntülerinden de and some of them are of 1/10.000. Choosing different scales can possibly yararlanılarak teknik bir çalışma yapılması planlandı:8 Teknik çalışmanın reduce the problems of mapping caused by the pass of the route over hilly to be made by means esasını, donanma gemilerinin karadan aşırılıp, denize indirildiği ileri sürü- ground. Therefore, a technical operation is planned of satellite image in order to solve the problem.8 The basis of the technical len bütün güzergâhları kapsayan bir uydu görüntüsünün üzerinde, sözü work is to mark the mentioned map sheets with the areas they cover on the edilen paftaların, kapsadıkları alanlarla birlikte bir bir işaretlenmesiydi. satellite image showing all the proposed routes the ships were transported Bunu yapabilmek için, her bir paftanın üzerinde, yerleri kesin biçimde overland into the sea. To achieve this, it is required to determine at least belirlenebilen, en az üç noktanın saptanması: daha sonra da bu noktala- three points, the location of which can be certainly detected, on the each rın uydu görüntüsü üzerindeki karşılığı olan noktalarla çakıştırılması ge- map sheet and then to match these points with the points on the satellite rekiyordu. Böylelikle paftalar, uydu görüntüsü üzerine aplike edilmiş ve image. Thus, the map sheet would be placed onto the satellite image and kapsadıkları arazi, daha doğrusu gemilerin karadan yürütüldükleri güzer- also the covered area, that is the route, the ships were transported overland gah şeridi, kesin biçimde saptanıp, ortaya konmuş olacaktı. would be determined and presented. 59 FATİH SULTAN MEHMED’İN DONANMA GEMİLERİNİ KARADAN DENİZE İNDİRMESİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA / A RESEARCH ON THE TRANSPORT OF THE WARSHIPS OVERLAND INTO THE SEA BY SULTAN MEHMED THE CONQUEROR Uydu görüntüsü ve üzerine uygulanmış üç paftanın (iki Kağıthane ve bir Dolmabahçe paftası) durumu / Satellite photo compared with three sections (two Kağıthane and one Dolmabahçe) (11) mesinde büyük güçlük çıkardı ve sorun yarattı. Buna rağmen, uygulamaya ilişkin aşağıdaki eşleştirmede görüldüğü gibi, güzergâhın başlangıç ve bitiş bölgelerinin belirlenmesi başarılabildi. Bu ilk belirlemeye göre güzergâh bazı araştırmacıların yazmış olduğu gibi, Dolmabahçe yöresinden başlayıp, Kağıthane Deresi’nde son buluyordu. Doğal olarak, araştırma çalışmalarının daha da ilerletilip, Dolmabahçe ile Kağıthane Deresi arasındaki araziyi içeren paftaların durumunun da belirlenmesi gerekmektedir. Ancak, bu araştırmanın, ken- Uygulaması sonuçlanan paftalardan, 9458/ 3 Kağıt-hane (solda) (9) ve 9458 - 10 Beşiktaş ve yöresi (sağda) (10) paftaları / Completely compared sections, 9458/3 Kağıthane (on the left) and 9458/10 Beşiktaş area (on the right) (10) di olanaklarıma göre bir hayli zaman alacağı düşünülmektedir. Bu nedenle, ülkemizin tarihi kadar hari- other, the determination of the three points on the map sheets became a tacılık tarihini de ilgilendiren bu araştırmayı, bu haliyle de olsa duyurma- difficult task and this situation created trouble. However, as seen on the yı bir görev bildim. Böylelikle, çok önemli bir olayın olumlu veya olumsuz below-mentioned matching about the application, it has been achieved biçimde aydınlatılabilmesi için atılan bu ilk adımın, tarafımdan tamam- to determine the start and the end of the route. According to the first delanamasa bile, üniversitelerimizin tarih ve haritacılık alanındaki değerli tection, the route begins from Dolmabahçe and ends at Kağıthane River personeli tarafından, gerekirse TSMA veya TSMK’de yeni araştırmalarla as many researchers have written. da sonuca erdirileceğine inanılmaktadır. 60 As a matter of course, the researches should be advanced. It is necessary to determine the situation of the map sheets covering the land between Dolmabahçe and Kağıthane River. But, this research will probably take a long time, considering my opportunities. As a consequence, I would like to present this research related to the history of our country as well as the history of the mapmaking even if it is not completed. Because it is believed that the first step to lighten this significant event positively or negatively will be dissolved by me or by the academicians in the field of history and mapmaking of our universities or by the researchers who conducted research in Topkapı Palace Museum Archive and Library. FOOTNOTES: 1 Text and Map, Piri Reis, Copy of Bahriye, Istanbul University, from the manuscript numbered 6605. 2 Dr. Rasim Ünlü, Bahriye’nin Haliç Serüveni, p. 3 Dr.Rasim Ünlü, Bahriye’nin Haliç Serüveni, p. 8 4 The number of the ships was mentioned differently as 67, 68, 70, 72 and 80. It is accepted that the ships generally were 50 or 70 meters long and have 15 or 22 oars. It is also agreed that they were sailing ships and the number of them were at least 70. 5 Although there are some people who propose that the ships were not transported overland and there was not such an operation, this view has not mentioned here since we do not believe it. 6 Dr. Rasim Ünlü Bahriye’nin Haliç Serüveni, p.9-16 7 The modern map-making technique in those years. 8 I would like to thank everyone, especially Dr. Senior Engineer Capt.(R) Mustafa Onder and Survey Engineer Capt.(R) Dogan Ozaydin for their kind help and contributionvby doing the technical works. • • • • • BIBLIOGRAPHY Cevat Ülkekul, XVI ncı Yüzyılın Denizci Bir Bilim Adamı: Yaşamı ve Yapıtlarıyla Piri Reis, Volume 1, Dz.K.K. Ankara 2007 Cevat Ülkekul Malta Seferi (unpublished) Piri Reis, Bahriye, Istanbul University Library of Rare Books, the manuscript numbered 6605 Dr. Öğretmen Kd. Bnb. Rasim Ünlü, Bahriye’nin Haliç Serüveni, İstanbul’un Fethinden Son Divanhane’ye, Deniz Basımevi Md. İstanbul March 2005 The related maps in Topkapi Palace Museum Archive and Library Gemilerin karadan yürütülmesi, Nusret Çolpan / Transport of the warships by Nusret Çolpan DİPNOTLAR: 1 Metin ve harita, Piri Reis, Bahriye kopyası, , İstanbul Üniversitesi 6605 numaralı yazmadan alınmıştır. 2 Dr. Rasim Ünlü, Bahriye’nin Haliç Serüveni, s. 3 Dr.Rasim Ünlü, Bahriye’nin Haliç Serüveni, s. 8 4 Gemilerin sayısı 67, 68, 70, 72 ve hattâ 80 olarak, değişik biçimde verilmektedir. Genelde 50 - 70 metre uzunluğunda, ekserisi 15-22 kürekle, yelkenli en az 70 geminin olduğu akla yakın Tgelmektedir. 5 Gemilerin karadan yürütülmedikleri konusunda, böyle bir harekatın olmadığını ileri sürenler varsa da, böyle bir görüş, tarafımızdan benimsenmediği için, burada söz konusu edilmemiştir. 6 Dr. Rasim Ünlü Bahriye’nin Haliç Serüveni, s.9-16 7 O yılların en çağdaş harita üretim tekniği. 8 Buradaki ve daha sonraki teknik araştırma çalışmalarını yaparak, bana yardım ve desteklerini esirgemeyen Dr. Y. Müh Alb.(E) Mustafa Önder, Hrt.Müh.Alb.(E) Doğan Özaydın başta olmak üzere herkese candan teşekkürler. • • • • • KAYNAKÇA: Cevat Ülkekul, XVI’ncı Yüzyılın Denizci Bir Bilim Adamı: Yaşamı ve Yapıtlarıyla Piri Reis, Cilt 1, Dz.K.K. Ankara 2007 Cevat Ülkekul Malta Seferi( henüz yayınlanmamıştır.) Piri Reis, Bahriye, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kitaplığı, 6605 Numaralı Yazma Dr. Öğretmen Kd. Bnb. Rasim Ünlü, Bahriye’nin Haliç Serüveni, İstanbul’un Fethinden Son Divanhane’ye, Deniz Basımevi Md. İstanbul Mart 2005 Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi ile Arşivinde bulunan konuya ilişkin haritalar. 61 YAHYA KEMAL, TANBURİ CEMİL VE MÜNİR NUREDDİN Beşir AYVAZOĞLU YAHYA KEMAL, TANBURİ CEMİL AND MÜNİR NUREDDİN Beşir AYVAZOĞLU YAHYA KEMAL, TANBURİ CEMİL VE MÜNİR NUREDDİN YAHYA KEMAL, TANBURİ CEMİL AND MÜNİR NUREDDİN Beşir AYVAZOĞLU* Beşir AYVAZOĞLU* Yahya Kemal, Paris’ten döndüğü günlerde, memleketine ait her şeyi küçük gören, Fransız kültürüne hayran bir snob olduğunu Mesut Cemil’e itiraf etmiştir. Uzunca süre Paris’e dönüş hayaliyle yaşadığı ve kendisine Paris Sefareti’nde kâtiplik sözü veren bir İttihatçıyı, muhtemelen Doktor Nâzım’ı sık sık ziyaret ettiği biliniyor. Ancak bu arada edindiği bazı dostları onun eski musikiye zaafını nasılsa fark etmiş, Tanburî Cemil Bey’i dinlediği takdirde gitmekten vazgeçeceğini düşünmüşlerdir. Bu karara varılınca mizansen hazırlanır ve genç şair, Adliye Mektupçusu Şevket Bey’in Cevizlik’teki evine davet edilir. Vehbi Eralp bu evi “bir dostunun Acıbadem’deki köşkü” diye hatırlamaktadır. After returning from Paris, Yahya Kemal admitted to Mesut Cemil that he was a “snob” who admired French culture and regarded other Turks as inferior. It is known that he had long dreamed of returning to Paris and was promised a position as a clerk at the Office of the Consulate General in Paris by a member of the Committee of Union and Progress Party. However, some of the friends he had recently met had somehow sensed his weakness for old music and thought that he would abandon his plans to return to Paris if he listened to Tanburi Cemil Bey. After arriving at this decision, the mise en scene was prepared; the young poet was invited to the house of the chief secretary of the court, Şevket Bey, in Cevizlik. Vehbi Eralp remembers this house as “the villa of a friend in Acıbadem.” Yahya Kemal’i Cemil Bey’le buluşturmak için Şevket Bey’in evinin seçilmesi sebepsiz değildir; bu zarif ve rind-meşreb musiki meraklısının oğlu They choice to meet at Şevket Bey’s house was deliberate, so that Yahya Sabih Şevket’le Yahya Kemal Paris’ten tanışmaktadırlar. Şevket Bey, öte- Kemal would meet Cemil Bey. The son of this elegant “man of the world” den beri koruyup kolladığı ve kaprislerine seve seve katlandığı Cemil who loved music, Sabih Şevket, had met Yahya Kemal in Paris. As Şevket Bey would not invite anyone to the Bey’in istemediği hiç kimseyi davet house of Cemil Bey, a man whom he etmediğine göre, Yahya Kemal’in Yahya Kemal, radyolarda icrası yasaklanmış olan ve sühad known and respected for a long kim olduğu ve bu davetin sebebi bürekli aşağılanan “alaturka”nın değerinden bir an bile şüptime, whom the latter would not yük sanatkâra uzun uzun anlatılmış he etmemiştir. Yakın çevresinde, Münir Nureddin, Mesut like, it must have been explained to olmalıdır. Cemil, Refik Fersan gibi seçkin musikişinasların her zaman Şevket Bey exactly who Yahya Kemal Zayıf, gösterişsiz, soluk benizli bir özel bir yeri vardır. was and what the reason for this inadam olan ve o gece Cevizlik’teki vitation was before the event. Turkish alaturka music had been banned on the radio and eve hânende bir hâfızla birlikte ge- was continuously being degraded; however, despite this, len Tanburî Cemil Bey, eski Osmanlı Tanburi Cemil Bey, a thin modest Yahya Kemal never doubted the value of the old-style geleneklerine uygun olarak terbiyeman with a pale complexion, came music. Musicians like Münir Nureddin, Mesut Cemil and li bir eda ile bir köşeye geçip oturur. to the house in Cevizlik with a hafiz Refik Fersan were always close to him. Muhtemelen yemekten sonra musi(a person who has memorized the ki faslına geçilecek ve kemençeyi bıQur’an). They sat in the corner in rakıp tanburu, tanburu bırakıp keaccordance with Ottoman tradition. mençeyi alan Cemil Bey mucizeli taksimlerini birbiri ardınca sıralamaya The music was likely to start right after dinner and Cemil Bey was to başlayacaktır. play the tanbur after the kemençe, or the kemençe after the tanbur, per“Yine yol vermedi Acem dağları”... Bir taksim... “Yine de kaynadı coştu forming marvellous solos one after the other. “Yine yol vermedi Acem dağların taşı”... Bir taksim... “Nazlı nazlı sekip gider güzel ceylan”... Bir dağları...” An instrumental solo... “Yine de kaynadı coştu dağların taşı...” An instrumental solo...“Nazlı nazlı sekip gider güzel ceylan...” Another taksim daha... instrumental solo... Yahya Kemal was transported by the crystal clear Hanende hâfızın billûr gibi sesinde çağlayan türkülerin içli nağmeleri ve voice of the hafiz; he shared this memory in a colorful conversation with Cemil Bey’in “ışıklı dantelâlar”a benzeyen eşsiz taksimleriyle kendinden geçen Yahya Kemal, yıllar sonra bu hatırayı çok renkli sohbet üslûbuyla Mesut Cemil years later: “A golden gate opened in front of me and it was Mesut Cemil’e anlattıktan sonra, “O zaman,” demiştir, “karşımda altın through this gate that I entered my country.” bir kapı açıldı. Memleketime bu kapıdan girdim!” Orhan Şaik Gökyay’ın “Cemil Bey’in sazından bana vatanın saltanat kapıları açıldı. Böyle bir şey görülmemiş dünyada!” diye hatırladığı bu cümleyi Vehbi Eralp da şöyle nakleder: “Bu adam şüphesiz bir dâhî idi; her parçayı başka türlü güzel çalıyordu. Onu dinledikten sonra vatanı başka türlü görmeye ve sevmeye başladım!” Orhan Şaik Gökyay remembers his words as follows: “For me, Cemil Bey’s music opened the gates to the splendor of my country. Such a thing has never happened in this world before.” Vehbi Eralp reports his feelings in this sentence: “Without a doubt this man was a genius, and he performed every song with a different type of beauty. After listening to him I began to see my country with different eyes and to love it.” Mesut Cemil’e göre, Yahya Kemal’in bu hâtırayı anlatış tarzı, tıpkı Cemil Bey’in taksimleri gibi inanılmazdır: According to Mesut Cemil, Yahya Kemal’s description of this memory is just as marvellous as Cemil Bey’s instrumental solos: “[...] şiirindeki gibi mucizeli konuşma üslûbiyle bize birkaç defa öylesine anlatmıştı ki, her seferinde hepimiz konuşamaz, düşünemez, kımıldanamaz olmuştuk. Fakat bu anlatış da Cemil’in taksim halindeki besteleri gibi, yalnız Yahya Kemal tarafından, bir an için, ilk ve son defa mümkündür; üstelik plağa da alınmamıştır!” “[…] he told the story in his magical conversational style, like in his poems. Each time we were speechless, unable to think, frozen in our seats. But this narration, like Cemil’s instrumental compositions, could only be related by Yayha Kemal for a brief moment, just once; these were not even recorded!” * Yazar * Writer 63 YAHYA KEMAL, TANBURİ CEMİL VE MÜNİR NUREDDİN / YAHYA KEMAL, TANBURİ CEMİL AND MÜNİR NUREDDİN Yahya Kemal, eski musiki ile 1902 yılında, yani Paris’e kaçmadan kısa bir süre önce, annesinin teyzezâdesi İbrahim Bey’in Sarıyer’de kirada oturduğu köşkte tanışır. Kanuni Hacı Ârif Bey’in sık sık uğradığı bu köşkün selâmlığından hemen her gece taşan güzel nağmeler ve Üsküp’ün ezan sesleri, Paris’te yaşadığı dokuz yıl boyunca Yahya Kemal’in kulaklarından silinmeyecektir. İlk defa, 1908 yılında Paris’te yazdığı “Mâhurdan Gazel”de Türk musikisine atıfta bulunan ve yurda döndükten sonra Tanburi Cemil Bey’i dinleme fırsatını bulunca kesin tercihini yapan Yahya Kemal için artık eski musiki Türk kültürüne açılan bir altın kapıdır. “Mâhurdan Gazel”den sonra bir şarkısı (“Dün kahkahalar yükseliyorken evinizden”) ve iki gazelinde (“Seyfi’ye Refakat” ve “Fâzıl Ahmed’e Gazel”) beliren eski musiki, 1921 yılında Dergâh’ta çıkan “Ses” şiirinde tayin edici rol üstlenir. Mütareke devrinde, bir akşamüzeri Bebek’te oturmuş Boğaz’ı, batan güneşin karşı kıyılarda tutuşturduğu camları, Küçüksu’yu ve arkasındaki ormanları seyretmektedir. Bir ara açıktan süzülüp geçen iki sandal dikkatini çeker. Bu sandalların birinden birden “bir bestenin engin sesi” yükselince kalbinde kapanmaya yüz tutmuş aşk yarasının bir neşter darbesi yemiş gibi keskin bir sızıyla yeniden kanayıverdiğini hisseder. Büyük bir aşkla sevdiği, fakat tam evlenmek üzereyken âni bir kararla ayrıldığı Celile Hanım’ı hatırlamıştır. Kısa sürede tamamladığı birkaç şiirden biri olan “Ses”i bu acılı hatırlayışın verdiği ilhamla yazan Yahya Kemal’e hiç kimse o gün o sandaldan yükselen “ses”in hangi bestekârın hangi eseri olduğunu ne yazık ki sormamıştır. Yahya Kemal was introduced to the old-style music in 1902, just before he fled to Paris; he was at the rented villa of his cousin İbrahim Bey in Sarıyer. Kanuni Hacı Arif Bey often visited the reception area of the villa where beautiful music and the sound of the adhan of Üsküp filled his ears; he was not to forget these sounds during his nine years in Paris. He first referred to Turkish music in “Mahurdan Gazel”, which he wrote in Paris in 1908. After he returned to Turkey and listened to Tanburi Cemil Bey, Yahya Kemal had made his decision. From then on, for him, the old-style Turkish music formed the golden gate to Turkish culture. The old-style music in a song that he wrote after “Mahurdan Gazel” (“Dün kahkahalar yükseliyorken evinizden”) and in his two gazels (“Seyfi’ye Refakat” and “Fazıl Ahmed’e Gazel”) played a determining role in the poem “Ses”, which was printed in Dergah in 1921: One late afternoon during the armistice he was sitting in Bebek, gazing at the Bosphorus, Küçüksu and the forests behind. Two boats passing by attracted his attention. When the song “Bir Bestenin Engin Sesi” suddenly started to rise from one of the boats he felt as if an old wound that had been inflicted on his heart by love, a wound that had started to heal, had been cut open as if with a scalpel and had started to bleed once again. He remembered Celile, a woman he had loved, a woman from whom he had been separated just as they were about to be married. Unfortunately, no one asked Yahya Kemal who the composer was or which work had created the poem named “sound” (ses) that had wafted from the boat on that day, inspiring him to commemorate this pain in the poem “Ses”; this was one of the poems that the poet completed in a short time. Yahya Kemal “Ses” şiiri, eski musikinin 1920’lerde Yahya Kemal’in hayatının artık ayrılmaz bir parçası haline gelmiş olduğunu göstermesi ba- “Ses” is also important from the aspect that it demonstrates how the kımından ayrıca önemlidir. O tarihlerde Tanburi Cemil Bey’in aşağı yuka- old-style music had become an inseparable part of Yahya Kemal’s life in Yahya Kemal Enstitüsü / Yahya Kemal Institute 64 Yahya Kemal ‘in Enstitüsü’nden kişisel eşyaları Yahya Kemal’s personel belangings at the Institute 65 YAHYA KEMAL, TANBURİ CEMİL VE MÜNİR NUREDDİN / YAHYA KEMAL, TANBURİ CEMİL AND MÜNİR NUREDDİN rı bütün plaklarına sahip olduğu biliniyor. Orhan Şaik Gökyay’a, bu plakları her yere taşıdığını, Pirenelerden Alplere, götürmediği yer kalmadığını söylemiştir. Elçi olarak gittiği Varşova’da da sürekli Tanburi Cemil’i dinlediği, 1927 yılında yazdığı “Kar Musikileri” şiirinden anlaşılmaktadır. Bu şiir, Yahya Kemal’in “Ses”ten sonra, eski musikiden söz ettiği ilk şiiridir. 1926-1933 yılları arasında Varşova ve Madrid’de elçi olarak Türkiye’yi temsil eden Yahya Kemal, yurda döndüğünde, radyolarda icrası yasaklanmış olan ve sürekli aşağılanan “alaturka” aleyhinde çok ağır bir hava esmektedir; buna rağmen eski musikinin değerinden bir an bile şüphe etmemiş, “Kar Musikileri” gibi şiirlerinin yayınını ertelemekle beraber, hep bu musikinin nağmeleriyle örülü bir ortamda yaşamıştır. Yakın çevresinde, Münir Nureddin, Mesut Cemil, Refik Fersan gibi seçkin musikişinasların her zaman özel bir yeri vardır ve sohbetlerinin en önemli konularından biri eski musikidir. Yahya Kemal’in şiirleri ve özel sohbetleriyle Cum-huriyet’in ilk yıllarında eski musikiye bir yaşama alanı açtığını, hayranlarının hemen hepsine Türk musikisi sevgisi aşıladığını unutmamak gerekir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bu musikiye duyduğu büyük sevgi ve entelektüel ilgi de onun derin ve sürekli tesirine bağlanabilir. the 1920s. It is known that Kemal had almost all of Tanburi Cemil Bey’s records at this time. He told Orhan Şaik Gökyay that he carried these records with him everywhere, from the Pyrenees to the Alps; there was not a place he did not take them with him. It is evident from his poem “Kar Musikileri”, which he wrote in 1927, that Kemal constantly listened to Tanburi Cemil when he was ambassador in Warsaw. This poem is the first poem that Yahya Kemal wrote after “Ses” which mentions old music. Between 1926 and 1933 Yahya Kemal was the Turkish ambassador to Warsaw and Madrid. After he returned to Turkey, Turkish alaturka music had been banned on the radio and was continuously being degraded; however, despite this, Kemal never doubted the value of the old-style music. Although he delayed the publication of “Kar Musikileri”, he lived in an environment woven from the melodies of this music. Among his close friends, famous musicians like Münir Nureddin, Mesut Cemil, and Refik Fersan always had a special place and one of the important subjects in their conversations was the old-style music. Tanpınar’a göre, musiki dinlerken zihni hiç boş durmayan ve bize durmadan “iç hayatımızla sıkı sıkı bağlı birtakım şeyler teklif” eden Yahya Kemal için, eski musiki, musiki olmanın ötesinde bir anlam taşımaktadır. Vehbi Eralp da aynı konu üzerinde durur. Atalarımızın edebiyattan çok, mimari, yazı ve özellikle musikide büyük başarı kazandıklarını, millî hayatımızın ve bu hayata has duyuşların musikide devam ettiğini düşünen Yahya Kemal’in vatan ve millet görüşüyle musiki görüşü arasında çok sıkı bir ilişki vardır: Çok insan anlayamaz eski musikimizden Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden Tanburi Cemil Bey dediği “Eski Musiki” şiirinde, eski bestekârlarımızın başardıkları işin dâhice olduğunu, vatanın onlar sayesinde musikiyle karıştığını, klasik sazların tellerinden sadece vatan seslerinin duyulduğunu söyler. “Itrî” şiirinde de, Itrî’nin yedi yüz yıllık hikâyemizi ihtiyar çınarlardan dinlediğine dair söyledikleri aynı görüşün başka bir ifadesidir. Musiki öyle birleştirici bir sanattır ki, İmparatorluğu teşkil eden çeşitli unsurlar, sadece onda birleşebilmişlerdir. Edebiyatta, mimaride, yazıda bir Zaharya, bir Tanburi İshak, bir Asdik Ağa gösterilemez. Yahya Kemal’e göre, bu Rum, Yahudi ve Ermeni bestekârlar, eserlerini Türk gibi hissederek bestelemişlerdir. Yahya Kemal, hiç şüphesiz musikişinas değildi; Tanpınar’ın ifadesiyle, “musikiyi seven, meloman denecek kadar ona bağlı insandı.” Bununla beraber, çok zengin bir musiki kültürüne, hatta makam ve usul bilgisine sahip olduğu iddia edilmiştir. Ekrem Kongar, “Tanburî Cemil’in Ruhuna Gazel”deki “Rast Mâhûr ile Uşşak Muhayyer’le döner” mısraından söz ederek, “Üstâdım, bu mısraınızın şiir ve mecaz mânâsı yanında hakiki mânâsı da var. Çünkü musiki nazariyatında da bu böyledir” diyerek kısa bir açıklama yapmaya başlayınca, Yahya Kemal’in hafifçe kızardığını ve “Ben musikiden anlamam!” diyerek sözünü kestiğini anlatır. Ekrem Kongar, “Hayır üstâd, bu tesadüfî olamaz!” diye ısrar ederse de, şair, eliyle tanburu işaret ederek “Tavsîfi mûsıkîye bırakmak diler Kemâl” dercesine, her zaman Mozart diye iltifat ettiği Ercüment Batanay’ı gösterir. Vehbi Eralp’a göre, Yahya Kemal, musikinin tekniğini bilmezdi, fakat “halis ve emsalsiz zevki sayesinde” iyi ile kötüyü birbirinden ayırabilir, bazan meslekten olanların bile göremedikleri incelikleri fark ederdi. 66 It is necessary to remember that Yahya Kemal’s poems and private conversations opened the doors to the oldstyle music and inoculated a love of Turkish music in nearly all his admirers. Ahmet Hamdi Tanpınar’s great love for this type of music and his intellectual interest can be attributed to Kemal’s deep and continuous influence. According to Tanpınar, for Yahya Kemal, whose mind never stopped when he listened to this music and who “offered us things that bound us to our inner life”, the old-style music had a meaning above and beyond that of mere music. Vehbi Eralp also drew attention to this point. There is a close relationship between Yahya Kemal’s national and fatherland ideology and his theory that it was not in literature that our ancestors gained great success, but rather in architecture, calligraphy and in particular in music, Çok insan anlayamaz eski musikimizden Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden (Many people don’t understand our old music And those who don’t understand it don’t understand us) In his poem, “Eski Musiki”, Yahya Kemal states that as the former Turkish composers were brilliantly accomplished they were able to combine the music and it was purely the sound of the fatherland which emanated from the strings of their classical instruments. In his poem “Itri”, Kemal indicates that he heard the seven hundred years of Turkish history retold by the ancient trees. The music was such an art of fusion that the various elements of the Empire could only be combined here. A Zaharya, Tanburi İshak or Asdik Agha could not be found in literature, architecture or calligraphy. According to Yahya Kemal, these composers of Greek Orthodox, Jewish and Armenian origin composed their works under the identity of being Turkish. There is no doubt that Yahya Kemal was not a musician; in the words of Tanpınar he was a “person who loved music, addicted to it to the degree of being a melomaniac”. In addition to this, it was claimed that Yahya Kemal was profoundly cultured in music, with an in-depth knowledge of music and the various styles of composition. Ekrem Kongar, when discussing the line, “Rast Mâhûr ile Uşşak Muhayyer’le döner” in Kemal’s poem “Tanburi Cemil’s Ruhuna Gazel”, started to make a brief explanation, saying: “Maestro, in addition to the poetical and figurative Sazlarda da çok seçici olan Yahya Kemal’e göre, musikimizin “ekanim-i selâse”si, yani üç esası kemençe, tanbur ve erkek sesiydi. Musikişinaslar arasındaki en yakın dostlarının Refik Fersan, Fahire Fersan ve Münir Nurettin Selçuk olmasını onun bu tercihiyle ilişkilendiren Vehbi Eralp, “Şimdi dikkat ediyorum” diyor, “bunlardan Fahire Fersan kemençe çalar, Refik Fersan tanburîdir, Münir Nureddin de tanıdığınız ve dinlediğiniz erkek sesin sahibidir. Acaba bu bir tesadüf mü? Zannetmiyorum.” Yahya Kemal, Münir Nureddin Selçuk’la 1929 yılında, Paris’te tanışmıştır. Bu karşılaşmayı, Şemsi Kuseyri’ye anlatan Münir Nureddin, bir akşam Bedri Muhtar Bey’in evindeki davetliler arasında birçok Türk’le beraber Yahya Kemal’i de gördüğünü ve okuduğu şarkıları dinleyiş tarzından onun musikiyi çok sevdiği kanaatine ulaştığını anlatır. Aynı evdeki başka davetlerde birkaç defa daha görüştüğü şairle, beş yıl sonra, 1934 yılında Moda Deniz Kulübü’nde tekrar karşılaşacaktır. Karşılaşma çok heyacan vericidir; Kıbrıslı Celâl ve Şevket Bey’lerin masasında oturmakta olan Yahya Kemal, sesini özlediği sanatkârı büyük bir tezahüratla karşılayıp kucaklar. Bu ilgiden çok memnun olan Münir Nureddin, o gece tek- Tanburi Cemil’in evi / Tanburi Cemil’s house lif beklemeden birçok şarkı okuduğunu, o yıl aynı semtte, Moda’da oturdukları için sık sık buluştuklarını ve aralarında derin bir dostluğun doğduğunu anlatmaktadır: “Artık evimizin en kıymetli misafiriydi. Zamanlı zamansız onu aramızda görmek bize saadet veriyordu. Karım ona küçük küçük mezeler hazırlar, bir taraftan içerken bir taraftan şiir veya şarkı okurduk. Bazen bir şarkının güftesini o, bestesini ben okurdum. Böylelikle zamanın nasıl geçtiğini bilemezdik.” Bu dostluğu ebedîleştirmek için Yahya Kemal’in şiirlerini bestelemek istediğini, fakat müşkülpesent şaire beğendirememek korkusuyla buna bir türlü cesaret edemediğini, sonunda “Rindlerin Akşamı”nı 1941-1942 yıllarında altı ay kadar çalışarak bestelediğini ve bir gün cesaretini toplayıp üstada okuduğunu anlatan Münir Nureddin, “Büyük nezaket gösterdi. Fakat bana öyle geldi ki, besteyi beğenmemişti” diyor. Bazı dostları da Yahya Kemal’in “Rindlerin Akşamı”nı beğenmediğini Münir Nureddin’e iletmekte gecikmemişlerdir. Ancak Münir Nureddin’in bunları söylediği röportajdaki şu sözlerini aktarmakta da fayda görüyoruz: “Üstat Yahya Kemal güftelerinden bestelediklerimi çok beğendiğini, bilhassa ‘Sessiz Gemi’yi çok sevdiğini müteaddit defalar bana söylemiş ve teşekkür etmiştir.” Yahya Kemal, Alaeddin Yavaşca’ya da “Endülüste Raks” ve “Rindlerin Akşamı” bestelerini beğendiğini söylemişse de, şu anlamlı cümlesi bu şiirle- meaning there is a literal meaning here, because there is the theoretical aspect of music as well.” However, Yahya Kemal became embarrassed and interrupted him, saying, “I don’t understand much about music.” But when Ekrem Kongar insisted, “No sir, this cannot be just a coincidence,” Kemal once again pointed to the tanbur, as if to say: “I will leave the classification to the music,” indicating Ercüment Batanay who always complimented him by calling him Mozart. According to Vehbi Eralp, Yahya Kemal did not understand the mechanics of music; however, due to his “pure and unparalleled taste,” he was able to differentiate between what was good and bad, at times even differentiating nuances that professionals would overlook. According to Yahya Kemal, who was very fastidious regarding musical instruments, the “ekanim-i selâse” (the three fundamentals of music) of Turkish music were the kemençe, tanbur and the male voice. Vehbi Eralp, who related the fact that Kemal’s closest friends among musicians were Refik Fersan, Fahire Fersan and Münir Nureddin Selçuk, says: “Now I notice that of these, Fahire Fersan played the kemençe, Refik Fersan played Refik Fersan, Tanburi Cemil , Musa Süreyya Bey the tanbur, and Münir Nureddin was a male singer whom we knew and listened to. Was this just a coincidence? I think not.” Yahya Kemal met Nurettin Selçuk for the first time in 1929 in Paris. Münir Nureddin, who mentioned this encounter to Şemsi Kuseyri, tells how one evening as a guest at Bedri Muhtar’s house he saw Yahya Kemal with a number of Turks; he tells us how he came to the conclusion that he loved the style of music recited there. He had noticed the way Yahya Kemal attentively listened to the music and understood that Kemal also liked it very much. After meeting the poet a few more times in the same house, Nureddin met the poet five years later at the Moda Deniz Club in 1934. This meeting was very exciting; Yahya Kemal, who was sitting at a table with Celal from Cyprus and Şevket Bey, stood up and hugged the famous singer, whose performances he had truly missed. Münir Nureddin, pleased by this attention, tells how he recited a few songs that night without waiting to be asked; that year, as they lived in the same neighbourhood of Moda, they met several times and became close friends: “From that time on, he was the most distinguished guest in our home. We were always happy to see him. My wife used to prepare a table of small meze dishes and he would recite poems or sing a song while having a drink. Sometimes he would to sing the lyrics and I would play the song. Thus, we never noticed how the time passed.” 67 YAHYA KEMAL, TANBURİ CEMİL VE MÜNİR NUREDDİN / YAHYA KEMAL, TANBURİ CEMİL AND MÜNİR NUREDDİN rin bestelenemeyeceği kanaatinde olduğunu göstermektedir: “Ben bestelenmek için şiir yazmıyorum, Münir Bey bana olan sevgi ve saygısından bunları bestelemiş.” Moda Deniz Kulübü’nde Yahya Kemal’le birkaç defa görüşen Ercüment Berker, onun, şiirlerini klasik üslûp dışında, kısmen romantik, kısmen fantezist bir üslûpla bestelemeyi âdeta bir kampanya haline getiren Münir Nureddin’in bu tavrından ve icrasında bu tarz eserlere ağırlık vermesinden rahatsız göründüğünü söylüyor. Şiirlerinin muhtemelen klasik üslûpta bestelenmesini arzu eden Yahya Kemal’in, sesine ve okuyuş tarzına hayran olduğu Münir Nureddin’in 35. sanat yılı vesilesiyle yayımlanan Münir Nureddin ve 35 Yıl (1951) adlı esere yazdığı kısa metinde, dostunun bestelerinden hiç söz etmemesi, Berker’in görüşünü doğrulamaktadır: “Münir Nureddin’in en üstün meziyeti, son iki yüz yıl içinde, Itrî’den, Zekaî Dede’ye kadar millî musikinin -kâr, beste, semâî, nakış, durak ve sair şekillerde- en hâlis eserlerini mükemmel bir ifade ile teganni etmeği bilmek olmuştur. Bu meziyet Tanburî Cemil’in eşsiz dehâsını hatırlatır. Onun sazla ifade ettiğini Münir Nureddin sesle ifade etmişti. Bu san’atın sırrı eski bestelere derin bir vukuf ve şaşmaz bir bilgi ile nüfuz etmekte ise de ondan fazla olarak, millî musiki dehamızın yer yer ne tarzda tecelli ettiğini duymak ve tam bir ifade ile çalmak yâhud okumaktır. Bu meziyet milletin nâdir insanlara nefhettiği bir mevhibedir. Bu devirde yaşayan ihtiyar, orta yaşlı, genç vatandaşlar, eski musikimizin bestelerini Münir Nureddin’den dinledikleri için bahtiyardırlar.” In order to eternalize their friendship, Münir Nureddin wanted to set the poems to music; however, fearing that he would not be able to please the fastidious poet he was unable to make a start; after working for about six months in 1941-42, he composed the music for “Rindlerin Akşamı” and gathering his nerve, he sang the composition to Yahya. Münir Nureddin said: “He was incredibly gracious. However, it seemed to me that he did not like it.” Some of his friends did not hesitate to mention that Yahya Kemal did not like “Rindlerin Akşamı”. However, we would like to repeat the words uttered during the same interview with Münir Nureddin, “Yahya Kemal liked the compositions I wrote to his lyrics; in particular he told me a number of times that he really liked “Sessiz Gemi” and thanked me.” Even though Yahya Kemal told Alaeddin Yavaşca that he liked the composition for “Endülüste Raks” and “Rindlerin Akşamı”, the following sentences indicate that he was of the opinion that his poems could not be put to music: “I do not write poems for them to be put to music. Münir did this because he likes and respects me.” Ercüment Berker, who met Yahya Kemal at the Moda Deniz Club several times, mentioned that Yahya Kemal was uncomfortable that Münir Nureddin had promoted poems that had been composed in a romantic-fantastic style instead of those written in the classical style. Yahya Kemal probably wished that his classical poems have compositions written for them. The fact that he did not mention the poems that had been set to song by his friend Münir Nureddin, a man whose voice and performance he truly admired, in the short article he wrote for Yahya Kemal, Münir Nureddin’in kendi şiirleri üzeriMünir Nureddin Selçuk the book Münir Nureddin and Thirty-five Years (1951), ne yaptığı besteleri pek beğenmemekle beraber, öyle anlaşılıyor ki, ses de çıkarmamıştır. Bundan cesaret alan Münir Nured- published to commemorate the latter’s 35 years in the fine arts, supports din -Yusuf Ömürlü ve Yılmaz Karakoyunlu’nun tespitlerine göre- çok sev- Berker’s claim: diği şairin on yedi şiirini bestelemiştir: “Çubuklu Gazeli” (Uşşak), “Ses- “Münir Nureddin’s most profound quality was the fact that his perforsiz Gemi” (Hicaz), “Hâmid’in Mısraını Tazmîn” (Mâhur), “Ömür” (Uşşak), mances of the national music, in the form of kar, beste, semai, nakis, “Çamlıca Gazeli” (Rast), “Rubâî/Çepçevre bahar içinde bir yer gördük” durak and other styles, of songs that ranged from Itri to Zekai Dede, was (Muhayyer), “Söyler” (Hüzzam), “Rindlerin Akşamı” (Segâh), “Perestiş” the best in the last two centuries; he knew how to perform the sterling (Kürdilihicazkâr), “Mâhurdan Gazel” (Mâhur), “Rindlerin Ölümü” (Rast), works with a perfect expression. This ability reminds one of the unparal“İstinye” (Nihavend), “Gece” (Nihavend), “Hâfız’dan Deyiş (Rast), “Bir leled genius of Tanburi Cemil. What Cemil could do with a musical instruBaşka Tepeden (Hicaz), “İstanbul’u Fetheden Yeniçeriye Gazel (Mâhur), ment, Münir Nureddin was able to do with his voice. Even though the “Endülüs’te Raks” (Kürdilihicazkâr). secret of his artistry was his deep and unshakeable knowledge of the Çeşitli hâtıra notlarında, Yahya Kemal’in Münir Nureddin’i sofrasının en old compositions, in addition to this he had the ability to hear the style in which our genius of national music was sometimes manifested. This seçkin misafirlerinden biri olarak gördüğü ifade edilmiştir. 2 Aralık 1957 ability was a gift that only a few people were able to amplify. The elderly, tarihinde yapılan son doğum günü toplantısında da “rindân-ı kirâm” dethe middle aged and the young people who lived during this time were diği dostları, Münir Nureddin tarafından Fersanların tanbur ve kemenfortunate enough to be able to listen to the old-style music as sung by çesi eşliğinde seslendirilen klasik eserlerle coşarlar. Behçet Kemal’in Münir Nureddin.” “Münir’in sanatındaki sihre bakın ki rektörlerden korosu var!” sözü bu Even though Yahya Kemal was not totally pleased with the way in which toplantıda söylenmiştir. Münir Nurettin had set his poems to music, he apparently did not say Münir Nureddin, Şemsi Kuseyri’nin kendisiyle yaptığı röportajda, Yahya anything. According to the observations of Yusuf Ömürlü and Yılmaz Kemal’le hastaneye yatışından on beş gün kadar önce, Sipahi Ocağı’nın Karakoyunlu, Münir Nrettin was encouraged by this and composed Yeniköy şubesinde tesadüfen karşılaştıklarını ve bir masaya oturup soh- music for seventeen poems by the poet whom he loved so omuch: “Çubet ettiklerini anlatır. Bu buluşmada onun fazla içmesine gönlü razı ol- buklu Gezeli (Uşşak), “Sessiz Gemi” (Hicaz), “Hamid’in Mısraını Tazmin” madığı için ruhunu musikiyle tatmin etmeye çalışmış, Sadullah Ağala- (Mahur), “Ömür” (Uşşak), Çamlica Gazeli” (Rast), “Rubai/Çepçevre barı, Itrîleri ve Şakir Ağaları birbiri ardınca dinletmiştir. Orada bulunan bü- har içinde bir yer gördük” (Muhayyer), “Söyler” (Hüzzam), “Rindlerin tün kulüp azalarının da yanlarına gelip katıldıkları bu musiki ziyafeti Yah- Akşami” (Segah), “Perestiş” (Kürdilihicazkar), “Mahurdan Gazel” (Maya Kemal’in “İnşirah Gazeli”yle taçlanır; gazelin mısralarını Yahya Kemal hur), “Rindlerin Ölümü” (Rast), “Istinye” (Nihavent), “Gece” (Nihavşiir olarak okumakta, Münir Nureddin besteyle terennüm etmekte, ku- end), “Hafiz’dan Deyiş” (Rast), “Bir Başka Tepeden” (Hicaz), “Istanbul’u Fetheden Yeniçeriye Gazel” (Mahur), “Endülüste Raks” (Kürdilihicazkar). lüp azaları da onlara refakat etmektedir. 68 Vehbi Eralp, Yahya Kemal hakkındaki küçük kitabında, onun “Münir Nureddin, Allah’ın Türk milletine bir lütfudur” sözünü naklettikten sonra bir hâtırasını anlatır: “Yahya Kemal’in ölümünden az önceydi. Bir pazartesi öğleden sonra hastahaneye, ziyaretine gitmiştim. Münir Nureddin de oradaydı. Bir gün önce Münir Nureddin Konservatuar Heyeti’ne Uşşak Faslı’nı icra ettirmişti. Bunu ne kadar zevkle dinlediğimi, bilhassa Hacı Ârif Bey’in beste ayarında saydığım -Münir Nureddin de bu fikrime iştirak etmişti- ‘Meyhâne mi bu bezm-i tarabhâne-i Cem mi’ şarkısına nasıl hayran olduğumu kendisine söyledim. Yahya Kemal bu şarkıyı bilmediğini söyledi. Herhalde unutmuş olacaktı. Münir şarkıyı okudu ve hiçbir şey söylemeden pencerenin önüne, Yahya Kemal’in arkasına geçti; gözleri buğulanmıştı ve teessürünü gizlemek istiyordu. Orada üstâdın çok sevdiği, aramızda ‘Mihriban’ diye andığımız, Hacı Sadullah Ağa’nın ‘Bülbül-i dil ey gül-i rânâ senindir, sen benim’ diye başlayan Bayatî Araban bestesini okudu. Bu defa Yahya Kemal odasındaki radyoyu hastahaneye getirtmemişti; Münir’i vecd içinde dinledi; böylece bu, Yahya Kemal’in son dinlediği musiki parçası olmuştur.” Yahya Kemal’in Rumelihisarı’ndaki kabrinde bugün hâlâ açan güller, Hikmet Feridun Es’in Behçet Kemal Çağlar’la birlikte çıktığı bir İran seyahatinden dönerken Şirazlı Hâfız’ın kabrinden alıp getirdiği güllerdir. Bu gülleri Yahya Kemal’in kabrine Münir Nureddin’le birlikte dikmişlerdir; belki de “Rindlerin Ölümü”nü mırıldanarak.. KAYNAKLAR 1- Balcı, Ergun, Cibali’den Kubbealtı’na Yusuf Ömürlü, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2003. 2- Banarlı, Nihad Sami, Yahya Kemal Yaşarken, Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, İstanbul 1959. 3- Berker, Ercüment, “Musikişinas Şair”, Türk Edebiyatı, nr. 134, Aralık 1984. 4- Beyatlı, Yahya Kemal, Çocukluğum Gençliğim Siyasî ve Edebî Hâtıralarım, Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, İstanbul 1973. 5- Beyatlı, Yahya Kemal, Edebiyata Dair, Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, İstanbul 1971. 6- Cemil, Mesut, Tanburi Cemil’in Hayatı, İstanbul 1947. 7- Eralp, H. Vehbi, Yahya Kemal İçin, Yahya Kemal’i Sevenler Cemiyeti Neşriyatı, İstanbul 1959. 8- Gökyay, Orhan Şaik, Seçme Makaleler 1: Eski, Yeni ve Ötesi, İletişim Yayınları, İstanbul 1995. 9- Karakoyunlu, Yılmaz, Yahya Kemal Şarkıları, Türk Musikisi Vakfı Yayınları, İstanbul 1998. 10-Kongar, Ekrem, “Büyük Şairimiz Yahya Kemal ve Musikimiz”, Havadis, 25 Haziran 1959. 11-Kulin, Ayşe, Bir Tatlı Huzur. Fotoğraflarla Münir Nureddin Selçuk’un Yaşam Öyküsü, Everest Yayınları, İs-tanbul 2005. 12-Kuseyri, Şemsi: “Yakın Dostları Yahya Kemal’i Anlatıyor XI. Münir Nurettin Selçuk”, Yeni Sabah, 15 Kasım 1958. 13-Münir Nureddin ve 35 Yıl, İstanbul 1951. 14-Ömürlü, Yusuf, Yahya Kemal’in Bestelenmiş Şiirleri, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1999. 15-Şen, Hasan Oral, Alâeddin Yavaşca, TRT Müzik Dairesi Başkanlığı Yayınları, Ankara 1998. 16-Tanpınar, Ahmet Hamdi, Yaşadığım Gibi (haz. Birol Emil), Türkiye Kültür Enstitüsü Yayınları, İstanbul 1970. 17-Uysal, Sermet Sami, Yahya Kemal’le Sohbetler, İstanbul 1959. From the various memoirs, it can be understood that Yahya Kemal felt that Münir Nureddin was a distinguished guest at his dinner table. At his last birthday party on December 2, 1957, which was attended by his good friends whom he referred to as “rindan-i kiram” (easy-going people), his guests were treated to Münir Nureddin’s performance of classical songs on the tanbur and kemençe. The quote by Behçet Kemal that: “the marvel of Münir’s artistry may be attributed to his chorus, which was composed of rectors,” was made in reference to this gathering. During an interview with Şemsi Kuseyri Münir Nureddin mentioned that he had run into Yahya Kemal fifteen days before he was hospitalized at the Sipahi Ocaği in Yeniköy; the two sat down and chatted for a while. Münir Nureddin did not want Yahya Kemal to drink too much and satisfied his soul by singing songs written by Sadullah Agha, Itri and Şakir Agha, one after the other. All the members of the club who were present joined them for this concert, which was crowned by Yahya Kemal’s “İnşirah Gazel”. Yahya Kemal recited the words, Münir Nureddin sang, and the members of the club accompanied them by singing along. In his short book about Yahya Kemal, Vehbi Eralp said that “Münir Nureddin is a gift from God to the Turkish nation,” and shared the following memory: “It was just before Yahya Kemal died. I went to the hospital on a Monday afternoon to visit him. Münir Nureddin also was there. Münir Nureddin had performed Uşşak Faslı for a conservatory group the day before. I told him that how much I had enjoyed listening to it, in particular the composition by Hacı Ârif Bey. Münir Nureddin agreed with me. I also told him how much I admired the song “Meyhane mi bu bezm-i tarabhane–i Cem mi”. Yahya Kemal said that he was not familiar with this song; he had probably forgotten it. Münir Nureddin sang the song for him, and then walked in front of the window, behind Yahya Kemal, without saying anything. His eyes had filled with tears and he wanted to hide his sorrow. There he sang the Bayati Araban song by Haci Sadullah Agha which began: “Bülbül-dil ey gül-rana senindir, sen benim”, a song that Kemal loved greatly and which was reminiscent of “Mihriban”. This time Yahya Kemal had not brought his radio to the hospital. He was entranced by Münir’s song; this was the last piece of music he listened to.” The roses which still are blooming on Yahya Kemal’s grave in Rumelihisarı were brought there from the grave of Şirazlı Hafiz in Iran by Hikmet Ferudun Es and Behçet Kemal Çağlar. They planted these roses on his grave with Münir Nureddin, probably while singing Rindlerin Ölümü. BIBLIOGRAPHY 1- Balcı, Ergun, Cibali’den Kubbealtı’na Yusuf Ömürlü, Kubbealtı Neşriyatı, Istanbul 2003. 2- Banarlı, Nihad Sami, Yahya Kemal Yaşarken, Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, Istanbul 1959. 3- Berker, Ercüment, “Musikişinas Şair”, Türk Edebiyatı, nr. 134, December 1984. 4- Beyatlı, Yahya Kemal, Çocukluğum Gençliğim Siyasî ve Edebî Hâtıralarım, Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, Istanbul 1973. 5- Beyatlı, Yahya Kemal, Edebiyata Dair, Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, Istanbul 1971. 6- Cemil, Mesut, Tanburi Cemil’in Hayatı, Istanbul 1947. 7- Eralp, H. Vehbi, Yahya Kemal İçin, Yahya Kemal’i Sevenler Cemiyeti Neşriyatı, Istanbul 1959. 8- Gökyay, Orhan Şaik, Seçme Makaleler 1: Eski, Yeni ve Ötesi, İletişim Yayınları, Istanbul 1995. 9- Karakoyunlu, Yılmaz, Yahya Kemal Şarkıları, Türk Musikisi Vakfı Yayınları, Istanbul 1998. 10-Kongar, Ekrem, “Büyük Şairimiz Yahya Kemal ve Musikimiz”, Havadis, 25 June 1959. 11-Kulin, Ayşe, Bir Tatlı Huzur. Fotoğraflarla Münir Nureddin Selçuk’un Yaşam Öyküsü, Everest Yayınları, Istanbul 2005. 12-Kuseyri, Şemsi: “Yakın Dostları Yahya Kemal’i Anlatıyor XI. Münir Nurettin Selçuk”, Yeni Sabah, 15 November 1958. 13-Münir Nureddin ve 35 Yıl, Istanbul 1951. 14-Ömürlü, Yusuf, Yahya Kemal’in Bestelenmiş Şiirleri, Kubbealtı Neşriyatı, Istanbul 1999. 15-Şen, Hasan Oral, Alâeddin Yavaşca, TRT Müzik Dairesi Başkanlığı Yayınları, Ankara 1998. 16-Tanpınar, Ahmet Hamdi, Yaşadığım Gibi (haz. Birol Emil), Türkiye Kültür Enstitüsü Yayınları, Istanbul 1970. 17-Uysal, Sermet Sami, Yahya Kemal’le Sohbetler, Istanbul 1959. 69 ATIF YILMAZ FİLMLERİNDE İSTANBUL Ali Can SEKMEÇ İSTANBUL IN ATIF YILMAZ MOVIES Ali Can SEKMEÇ ATIF YILMAZ FİLMLERİNDE İSTANBUL İSTANBUL IN ATIF YILMAZ MOVIES Ali Can SEKMEÇ* Ali Can SEKMEÇ* Atıf Yılmaz, 1950’de Semih Evin’in yönettiği “Allah Kerim” filminde reji asistanlığıyla başlayan beyazperde kariyerinin ilk yılarında, Türk sineması henüz emekleme günlerini yaşamaktadır. Bir tarafta özgün bir sinema dilinin kurulması çabasındaki yönetmenler; diğer yanda ise sinematografisi olsun olmasın bulabildikleri her konuyu perdeye taşıyan, tüccar kalıplara saplanmış yönetmenler vardır. Atıf Yılmaz, böyle bir yönetmenin asistanlığıyla setlere adım atmıştır. Sonraki yıllarda Türk sinemasının en faal yönetmenlerinden birisi olacak olan Atıf Yılmaz, hiç bitmeyen enerjisiyle her türde film üretmeyi başaracaktır. Atıf Yılmaz’s early career in the silver screen sector began when he worked as a director’s assistant in 1950 for the film “Allah Kerim”, directed by Semih Evin; at this time the Turkish cinema was still evolving. While there were directors who made an effort to establish an original cinematic language, there were others who were trapped in the classic businessman mode, covering every subject, no matter if it was or was not suitable for cinematography, for the screen. Atıf Yılmaz first stepped onto the sets as the assistant to such a director. Atıf Yılmaz, who was to become one of the most prolific directors in Turkish cinema, succeeded in making a great variety of films with his never-ending energy. 1926‘da Mersin’de dünyaya gelen Atıf Yılmaz Batıbeki ya da bilinen adıyla Atıf Yılmaz, Mersin Orta okulunda eğitimini tamamladıktan sonra Adana Atıf Yılmaz Batıbeki, or as he was better known, Atıf Yılmaz, was born in Mersin in 1926. After completing Lisesi’ne devam etmiş, 1945’te İstanhis education at Mersin Secondary bul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne 1960’larda Türk sinemasında İstanbul, genellikle mutSchool he went to Adana College, and girmiş, bu eğitimi sırasında Güzel Saluluğun vaad edildiği bir şehir olarak canlandırılmıştır. in 1945 he entered the Law Faculty at natlar Akademisi’nde resim eğitimi alFilmlerde masalsı bir İstanbul tasvir edilmiş, bu da insanIstanbul University. Throughout his mıştı. Resim sanatına karşı olan ilgisi ların bu şehre akmasına neden olmuştur. Atıf Yılmaz’ın education he also took art lessons at Yılmaz’ı, bu alanda çalışmaya sürüktiyatrodan beyaz perdeye uyarladığı “Keşanlı Ali Destathe Fine Arts Academy. Yılmaz’s interler. 1947’de ressam Nuri İyem’in Benı” İstanbul’un gecekondu sorununa müzikli bir dokuest in pictorial art led him to work in yoğlu Asmalımescit’teki atölyesininnuşta bulunmuş, Türk sinemasının ilk gecekondu filmi this area. In 1947 he made a paintde resim çalışmaları yapar. Sinemayolarak kayıtlara geçmiştir. ing at the workshop of the artist Nuri la ilk kez, yazdığı eleştirilerle tanışır. İyem in Beyoğlu Asmalımescit. The Bazı filmler için afişler hazırlar. SenarIn the Turkish cinema of the 1960’s, Istanbul is usually first time he became acquainted with yolar yazar. İlk senaryosunu götürdüdepicted as a city in which happiness is promised. A cinema was as a critic. He prepared ğü Atlas Film Şirketi ona Türk sinefairy-tale like Istanbul is portrayed in the films, causing posters for several films and wrote masının kapılarını açar. Semih Evin’le people to flock to the city. Keşanlı Ali Destanı (The Epic scripts. The Atlas Film Company, to başlayan reji asistanlığı 1951’de Hüseof Ali from Kesan), which had been adapted from the whom he took his first script, opened yin Peyda ile devam eder. Peyda’nın, theater to the silver screen by Atıf Yılmaz is a musical the doors to the Turkish cinema for Güneydoğu’da çokça sevilmesine netouch to Istanbul’s problem of the shanty towns, and has Yılmaz. His working as assistant direcden olacak olan “Mezarımı Taştan gone into history as Turkish cinema’s first “shanty” film. tor began with Semih Evin and continOyun” adlı filmde onunla çalışır. Arued with Hüseyin Peyda in 1951. He dından ilk yönetmenlik denemesi olan “Kanlı Feryat” gelir. Piyasa işi film “Türk Valentino”su olarak ad- worked with Peyda on the film Mezarımı Taştan Oyun (Carve My Grave landırılan başrol oyuncusu Hüseyin Peyda’dan dolayı çok beğenilir. Ar- from Stone), which led to his being recognized throughout the Southeast. dından Erman Film ile çalışmaya başlayan Atıf Yılmaz, 1950’li yıllar bo- Afterwards came Kanlı Feryat (The Bloody Cry), which was his first directyunca “İki Kafadar Deliler Pansiyonu’unda”, “Aşk Istıraptır”, “Hıçkırık”, ing experience. This film, made for the popular audience, was very much “Kadın Severse”, “Dağları Bekleyen Kız”, “İlk ve Son”, “Beş Hasta Var”, appreciated because of the leading actor Hüseyin Peyda, who was known “Gelinin Muradı”, “Bir Şoförün Gizli Defteri”, “Kumpanya”, “Ala Geyik”, as the “Turkish Valentino.” Afterwards Atıf Yılmaz, who started working “Karacaoğlan’ın Kara Sevdası” vs… gibi daha çok edebiyat uyarlamalarını with the Erman Film company, filmed several literary adaptations durfilme çekti. Atıf Yılmaz, 1960’larda “Ölüm Perdesi”, “Dolandırıcılar Şahı”, ing the 1950s, such as: İki Kafadar Deliler Pansiyonu’nda (Two Buddies “Allah Cezanı Versin Osman Bey”, “İki Gemi Yan Yana”, “Azrailin Haber- in the Lunatic Hostel), Aşk Istıraptır (Love is Grief), Hıçkırık (The Sob), cisi”, “Yarın Bizimdir”, “Sayılı Dakikalar” gibi polisiye filmler çekti. Oyun- Kadın Severse (If a Woman Loves), Dağları Bekleyen Kız (The Girl Waiting cu Orhan Günşiray ile birlikte “Yerli Film” adıyla bir şirket kurarak ken- for the Mountains), İlk ve Son (First and Last), Beş Hasta Var (There are di adına filmler üretti. 1969’da oyuncu Türkan Şoray ile kurduğu işbirli- Five Patients), Gelinin Muradı (The Bride’s Desire), Bir Şoförün Gizli Deftği uzun yıllar devam etti. “Kölen Olayım”, “Kara Gözlüm”, “Ateş Parça- eri (A Driver’s Secret Book), Kumpanya (Group), Alageyik (Fallow Deer), sı”, “Güllü”, “Unutulan Kadın”, “Yedi Kocalı Hürmüz”, “Cemo”, “Zulüm”, Karacaoğlan’ın Kara Sevdası (Karacaoglan’s Infatuation), to name a few. “Güllü Geliyor Güllü”, “Selvi Boylum Al Yazmalım”, “Mine”, “Seni Seviyo- In the 1960s Atıf Yılmaz filmed detective films such as; Ölüm Perdesi rum”, “Hayallerim Aşkım ve Sen”, “Ölü Bir Deniz”, “Berdel”, “Kazan Dibi (Death Curtain), Dolandırıcılar Şahı (King of the Crooks), Allah Cezanı Tavuk Göğsü” ve “Nihavend Mucize” bu işbirliğinin sevilen ürünleri ola- Versin Osman Bey (May Allah Punish You, Mr Osman), İki Gemi Yan Yana (Two Ships Side-by-Side), Azrailin Habercisi (Azrael’s Messenger), Yarın rak anılacaktır. Bizimdir (Tomorrow is Ours), and Sayılı Dakikalar (Limited Minutes). Atıf HIÇKIRTAN İSTANBUL… Yılmaz set up the Yerli Film (Local Film) company together with the acAtıf Yılmaz’ın Erman Kardeşler şirketi adına 1953’de çektiği “Hıçkırık”, tor Orhan Günşiray, and started making films under his own name. In Kerime Nadir’in ünlü aşk romanlarından biriydi. Birlikte büyüyen ve bir- 1969, his liaison with actress Türkan Şoray began; this relationship con* Sinema Tarihçisi * Cinema Historian 71 ATIF YILMAZ FİLMLERİNDE İSTANBUL / İSTANBUL IN ATIF YILMAZ MOVIES birlerini çılgınca seven Kenan ve Nalan’ın öyküsüydü anlatılan. Romanın film haklarını o yıllarda Erman Film’in ortaklarından olan Sezer Sezin almış ve başrollerinden birisini kendisinin üstleneceği bir filmin hazırlıklarına girişmiştir. Fakat anlaşmazlıklar bu projenin o zamanlar ünlü şair ve yönetmen Orhan Murat Arıburnu ile evli olan, Şehir Tiyatrosu sanatçısı Nedret Güvenç’in üzerine kurulmasına neden olmuştur. Güvenç’in yanı sıra filmde Muzaffer Tema, Reşit Gürzap, Temel Karamahmut, Fatma Bilgen ve Settar Hazım Körmükçü gibi oyuncular da yer alır. Hikayesi, dramatik yapısı çok yoğun bir aşk romanından alındığı için, çok da sinematografik olmamasına rağmen, hatta yer yer ağdalı sayılsa da İstanbul’u en güzel sunan filmlerden biri olarak kayıtlara geçmiştir. Sadi Işılay ve Faruk Yener’in alaturka-alafranga müzikleri eşliğinde, Mike Rafaelyan’ın siyah beyaz görüntüleri bir zamanların İstanbul’unu seyirciye takdim ederken “ahhh” dedirtecek kadar güzeldir. Film, boğazın en güzel yapılarından biri olan ünlü Hidiv Köşkü’nde başlar. Köşk görkemli giriş kapısı, işlemeli mermerden yapılmış merdivenleriyle film içinde bir anıt gibi yükselmektedir. Filmin son sahnesinde kullanılan Boğaz’a ve dolayısıyla gün batımına nazır teras-balkon, Kenan’ın kollarında son nefesini veren Nalan’ın acısına ortak eder seyircisini… Köşkün, adeta küçük bir ormanı andıran bahçesi, Boğaz’ın güzelliklerine doğru uzanan seyir tepeleri, film boyunca seyirciyi mest edecek güzelliktedir. Bir üniversite öğrencisi olan Kenan’ın okul kapısındaki sahneleri bizlere İstanbul’un unutulmuş gitmiş başka bir mekanını takdim eder. Bu mekan Beyazıt Meydanı’ndan başka- tinued for many years. Kölen Olayım (I’ll be Your Slave), Kara Gözlüm (My Dark-Eyed Beauty), Ateş Parçası (Piece of Fire), Güllü (Rosy), Unutulan Kadın (The Forgotten Woman), Yedi Kocalı Hürmüz (Hürmüz of the Seven Husbands), Cemo, Zulüm (Tyranny), Güllü Geliyor Güllü (Güllü’s Coming Güllü), (Graceful Beauty), Mine, Seni Seviyorum (I Love You), Hayallerim, Aşkım ve Sen (My Dreams, My Love and You), Ölü Bir Deniz (A Dead Sea), Berdel, Kazan Dibi Tavuk Göğsü (Caramelized Blancmange), and Nihavend Mucize (Nihavend Miracle) will be remembered as the most popular results of this liaison. İSTANBUL MAKES ONE SOB... Hıçkırık, a film made by Atıf Yılmaz in 1953 for the Erman Brothers Company, was an adaptation from one of the famous romantic novels by Kerime Nadir. We are told the story of Nalan and Kenan, who grew up together and were madly in love. The rights of the novel were retained by Sezer Sezin, a partner of the Erman Film Company at that time. It was at this time that Atıf Yılmaz began preparations for a film in which he would play one of the leading roles. However, conflicts caused this project to be carried out with the famous poet and director Orhan Murat Arıburnu and his wife Nedret Güvenç, an actress at the City Theatre. Actors and actressses like Muzaffer Tema, Reşit Gürzap, Temel Karamahmut, Fatma Bilgen and Settar Hazım Körmükçü played in the film alongside Güvenç. Hıçkırık filminden / From the film Sob 72 sı değildir. Bugün gerek insan gerek bina kalabalıklarına teslim olan meydan, 1953’te henüz çok sakin görünmektedir. Tramvay üniversitenin kapısının önünden geçmektedir. Ortadaki fıskiyeli büyük havuz, şehrin bu köşesinin eskiden daha bir modern olduğunu düşündürür insana. Sirkeci Tren Garı, Şişhane yokuşu ve henüz yıkımlarla tanışmamış olan Tarlabaşı caddesi ne kadar da sakindir. Bugün tüm ilkelliğine tüm demodeliğine rağmen, 120 dakikalık film sona erdiğinde, varsa gözyaşlarını tutabilenler, o İstanbul için “Teşekkürler Atıf Yılmaz” demekten kendilerini alamayacaktır. BEŞ HASTA VAR Although not a cinematographic film, as the story was taken from a romance novel which had a very intense dramatic plot, it is known as one of the films that portrays İstanbul best. It left the audience speechless as it presented the İstanbul of bygone days, accompanied by the alaturka-alafranga (Turkish style and European style) music of Sadi Işılay and Faruk Yener, as well as the black and white images created by Mike Rafaelyan. The film begins at the Hıdıv Mansion; one of the finest buildings along the shores of the Bosphorus. The mansion, with its magnificent entrance and stairs made from engraved marble, rises like a monument in the film. The vast balcony, used in the last scene of the film, overlooks the Bosphorus and thus the sunset lets the audience share the pain of Nalan, who takes her last breath in the arms of Kenan. The garden of the mansion, which resembles a small forest, with rolling hills that stretch down to the impressive Bosphorus, are beautiful enough to enthrall the audience throughout the film. The scenes of Kenan, a university student, at the school entrance present us with an area of İstanbul that has been forgotten; this is none other than Bayezit Square. The square, which is nowadays crowded with people and buildings, looks very calm in 1953; the tram passes by the front of the university door. The big fountain pool in the center makes one think that this corner of the city was more modern before. The Sirkeci train station, the Şişhane Hill and Tarlabaşı Street, before it was destroyed, were very quiet. When the 120 minute film comes to an end, there are few who can hold back their tears and refrain from saying, “Thank you Atıf Yılmaz” for that İstanbul, despite all its primitiveness and old-fashioned air. Atıf Yılmaz’ın 1955’te Lale Film / Sabahat Filmer adına yönettiği “Beş Hasta Var” Ethem İzzet Benice’nin aynı adlı çok okunmuş romanından sinemaya aktarılmıştı. Film zamanı içinde kalabalık kadrosu ve görkemli mekanlarıyla oldukça pahalıya çıkmıştı. Atıf Yılmaz bu filminde de Nedret Güvenç ve Muzaffer Tema çiftiyle çalışmıştı. Bu kadroya Sadri Alışık, Refik Kemal Arduman, Muazzez Arçay, Settar Hazım Körmükçü, Nubar Terziyan, Ziya Metin, Dursune Şirin, Sadettin Erbil, Kemal Edige, Abdullah Ataç, Feridun Çölgeçen, Hayri Esen ve Osman Alyanak’da dahil olacaktı. Film fakir bir ailenin kızıyken sevmediği bir erkekle evlendirilen Belkıs’ın öyküsüdür. Belkıs sevmeden evlendiği çok yaşlı kocasından kaptığı frengi hastalığı nedeniyle tüm erkeklere düşman olmuş, intikam alırcasına tanıştığı her erkeğe bu hastalığı yaymaktan geri durmamıştır. Roman olarak yayınlandığında kıyametler koparan “Beş Hasta Var” sinematografisi oldukTHERE ARE FIVE PATIENTS... ça sağlam bir eserdir. Konu The film Beş Hasta Var, di1900’lerin başlarında yani Osrected by Atıf Yılmaz in 1955 manlı İstanbul’unda Rumeon behalf of Lale Film/Sabalihisarı semtinde geçmektehat Films, was adapted to the dir. Atıf Yılmaz 1955’te o günsilver screen from the welllerin İstanbul’unu anlatmakloved novel by the same title, ta çok zorlanmamıştır; çünkü written by Ethem İzzet Benice. o İstanbul daha bozulmamışThe film production was very tır. Bugün Boğaziçi Üniversiteexpensive for that time, due si içinde kalan eski aşıklar teto the large cast and magnifipesi ve tüm silüetiyle Boğacent locations. In this film, Atıf ziçi doyumsuz bir güzellik suYılmaz worked with the Nedret nar seyirciye. Turgut Ören ya Güvenç and Muzaffer Tema. da o günlerde kullanılan adıySadri Alışık, Refik Kemal Ardula “Baba Turgut”un siyah beman, Muazzez Arçay, Settar yaz İstanbul’u görülmeye değerdir. Sonraki yıllarda komeHazım Körmükçü, Nubar TerziBeş Hasta Var filminden / From the film There Are Five Patients di filmlerinin unutulmaz yöyan, Ziya Metin, Dursune Şirin, netmeni olacak olan Hulki Saner’in Batı esintileriyle dolu müziği filme Sadettin Erbil, Kemal Edige, Abdullah Ataç, Feridun Çölgeçen, Hayri Esen de İstanbul’a da çok yakışmıştır. and Osman Alyanak were all included in the cast. The film is the tale of the daughter of a poor family, Belkıs, who is forced to marry a man whom BİR ŞOFÖRÜN GİZLİ DEFTERİ she does not love. Due to a syphilis infection she caught from her elderly Atıf Yılmaz’ın 1957’de Duru Film / Naci Duru adına yönettiği ve Aka husband, whom she had married without loving, Belkis sees all men as Gündüz’ün ünlü romanından uyarlanan “Bir Şoförün Gizli Defteri”, the enemy; she does not refrain from spreading the disease to every man İstanbul’u bir şoförün gözünden anlatmaktadır. Eşref Kolçak, Çolpan İlshe meets. The cinematography of Beş Hasta Var, which when published han, Nurhan Nur, Saime Bekbay, Kemal Ergüvenç, Eşref Vural, Ahmet as a novel caused an uproar, is well-constructed. The story takes place Tarık Tekçe ve Kadir Savun gibi oyuncuların yer aldığı filmin kamerasının at the beginning of the 1900s in the district of Rumelihisarı in Ottoman başında, yine usta Turgut Ören vardır. İstanbul. In 1955, Atıf Yılmaz had no difficulty depicting the İstanbul of “Şoför milleti değil mi?... Geç! those days, as that İstanbul had not yet been destroyed. Today, the old Şoför milleti değil mi?... Çatma! lovers’ hill, situated inside Bosphorus University and the Bosphorus, with Şoför milleti değil mi?... Aldırma! its silhouette, presents the audience with an insatiable beauty. The black Şoför milleti değil mi?... Hepsi bir camekanın mostrası!” and white İstanbul of Turgut Ören, or “Father Turgut”, as he was called, 73 ATIF YILMAZ FİLMLERİNDE İSTANBUL / İSTANBUL IN ATIF YILMAZ MOVIES Film böyle başlar, Eşref Kolçak’ın kişiliğinde, tabii Sadri Alışık’ın dublajında… Turgut Ören’in kamerası, bir şoförün gözünden anlatır İstanbul’u seyirciye… Atıf Yılmaz filmine İstanbul’u yerleştirirken çok bonkör davranmamıştır aslında… Konu itibariyle İstanbul daha çok, başta şoför Erol olmak üzere insanlarıyla ön plana çıkmıştır. Ama yine de kıyıda köşede kalmış bir İstanbul değildir gösterilen… Film boyunca dramatik yapı ağırlığını korurken, İstanbul “Ben de buradayım” dercesine girivermiştir karelerin içine… İstanbul’un Kasımpaşa (Aka Gündüz’ün romanında burası Aksaray) semtinde dar gelirli ailelerin yaşadığı bir mahallede, geçmişindeki parlak günlerini arayan bir sokak vardır. Artık dökülen, bir zamanların ihtişamlı cumbalı ahşap konakları ve bozuk sokak kaldırımlarıyla Kasımpaşa, tam bir kenar mahalle görünümündedir… Bu sokakta yaşayan Erol (Eşref Kolçak), İstanbul’a has damalı dolmuşuyla hayatını kazanan, dürüst, çalışkan, namuslu ve yardımsever bir şofördür. Karşı komşuları Osmanlı artığı Ekrem Paşa’nın kızı Çiler’i (Çolpan İlhan) sever. Sosyal durumlarının farklılığını bilir, ama yine de evlenmek ister Çiler’le. Elbette reddedilecektir. Küçümsenen, şoförlüğüdür. O da ticarete atılır; ama Çiler’i evliliğe ikna edemez. Erol askere gider. Onun yokluğunda Çiler, babasının ölümünden sonra semt değiştirip sosyeteye karışmıştır. Sosyete demek yozlaşma demektir. Nitekim Çiler, bu hayata ayak uydurmak için kısa zamanda “düşer”. Erol dönüşünde Çiler’i bulur. Çiler yaptıklarına pişmandır. Erol onu kurtarmak ister ama bunu asla başaramaz. is worth seeing. The music with Western breezes of Hulki Saner, later to become an unforgettable director of comedy films, is well-suited to the film and to İstanbul. A DRIVER’S SECRET BOOK The film Bir Şoförün Gizli Defteri, adapted from Aka Gündüz’s famous novel Bir Şoförün Gizli Defteri, was directed by Atıf Yılmaz in 1957 on behalf of Naci Duru / Duru Film; the film describes İstanbul through the eyes of a driver. In the film, in which stars such as Eşref Kolçak, Çolpan İlhan, Nurhan Nur, Saime Bekbay, Kemal Ergüvenç, Eşref Vural, Ahmet Tarık Tekçe and Kadir Savun performed, the masterly Turgut Ören was once again behind the camera. “Is this not the driver’s nation? Pass! Is this not the driver’s nation?..... Don’t interfere! Is this not the driver’s nation?..... Never mind! Is this not the driver’s nation?..... They are all a pattern of the window!” The film begins with the character of Eşref Kolçak, dubbed, of course, by Sadri Alışık. Turgut Öner’s camera portrays İstanbul to the audience through the eyes of a mini-bus driver. Atıf Yılmaz has been very generous indeed when making İstanbul the setting for this film. As far as the plot is concerned, İstanbul comes to the fore due to the people, primarily with the driver Erol. However, this is not a marginalized İstanbul. While the dramatic production maintains its gravity during the film, İstanbul comes into the picture as if to say “I am here, too”. Yoksulluk, adaletsizlik, fuhuş, toplumsal çürüme gibi manzaraları İstanbul şehri üzerinden anlatan Atıf Yılmaz, toplumun mazlum, yoksul In a neighborhood in the Kasımpaşa ve güçsüz insanlarını yerle bir eden district of İstanbul, a place where daha birçok dokunuşa yer verir fillow-income families live, there is minde… Atıf Yılmaz, bir taraftan bu Bir Şöförün Gizli Defteri / Secret Diary of a Driver a street that is searching for the insanların başına gelenleri anlatırken diğer taraftan da döneminin sosyal ve ahlaki değerlerini eleştirmiş- bright days of its past. With its once stately, now falling apart, bay-wintir. Özellikle İstanbul şehri, filmin en önemli figürlerden biridir. Film bo- dowed wooden mansions and ruined street pavements, Kasımpaşa has yunca İstanbul her anlamda yaşanan olumlu olumsuz bütün değişmeler- taken on the appearance of a slum. Erol (Eşref Kolçak), who lives on this le karşımıza çıkar. street and earns his living in his dolmuş (mini-bus), a vehicle peculiar to İstanbul, is a honest, hard-working, honorable, and kind driver. He loves KEŞANLI ALİ DESTANI Çiler (Çolpan İlhan), the daughter of their more privileged neighbor, a 1960’larda Türk sinemasında İstanbul, genellikle mutluluğun vaad edilhanger-on from the Ottoman era, Ekrem Pasha. Despite being aware diği bir şehir olarak canlandırılmıştır. Ekonomik, kültürel ve coğrafi sebevplerden dolayı insanlar, genellikle her ülkede büyük şehirlere doğru of the difference between their social circumstances, Erol still wants to zorlu yolculuklara çıkarlar. Bu yolculuğun Türkiye’deki adresi “taşı topra- marry Çiler, even though he is certain to be rejected. As a driver, he was ğı altın” denilen İstanbul’du… Filmlerde masalsı bir İstanbul tasvir edil- looked down upon. Thus, he enters business, but still cannot convince miş, bu da insanların bu şehre akmasına neden olmuştur. “Keşanlı Ali Çiler to marry him. Erol then does his military service. During his absence, Destanı” işte böyle bir ortamda yazar Haldun Taner’in kaleminde hayat after her father’s death Çiler moves and starts to mix with high society. In bulur. Aslı, müzikli bir tiyatro eseriydi. Gülriz Sururi ve Engin Cezzar çif- this case, the word socialite equals bigot. As a matter of fact, Çiler “falls tinin başarıyla sahnelediği bu eser, 1964’te Atıf Yılmaz tarafından filme from favor” after a while, although trying to keep up this lifestyle. Erol alınmıştı. Fakat tiyatrodaki başarılı çift, sinema versiyonunda yer almak finds Çiler upon his return and Çiler regrets everything she has done. Erol istememişti. Belki sinemaya güvenememişlerdi, belki de sahnedeki ba- wants to save her, but he does not succeed. 74 dü diye herkes tarafından sevilir ve mahallede ünlenir. Hapishaneden çıkınca muhteşem bir karşılama töreni hazırlanır. Herkes ona sevgi gösterir. Ali mahallesine gelir gelmez, mahallenin muhtarlığına adaylığını koyar. Ali seçimleri kazanır ve muhtar olur. Mahallede kısa sürede çok şey değiştirir. Fakat Zilha, Ali’ye dönmez… AH GÜZEL İSTANBUL Atıf Yılmaz, 1966’da çektiği “Ah Güzel İstanbul” ile gerçekliği yanında naivliği ile de göz dolduran başarılı bir İstanbul hikayesi anlatır. Başlangıcında Yeşilçam’a küçük dokunuşlarda bulunsa da hikaye amacına ulaşmaktadır. Senaryosu Safa Önal ve Ayşe Şasa gibi iki usta kalemin elinden çıkan filmde başrolü İstanbul şehri ile paylaşan Sadri Alışık ve Ayla Algan’a Danyal Topatan, Feridun Çölgeçen İhsan Yüce, Hakkı Haktan, Bilge Zobu, ing people to flock to this city. Keşanlı Ali Destanı takes on life from the works of Haldun Taner, an author who lived in such an environment. The original work was performed in the theatre. The work, which was staged with great success, by Gülriz Sururi and Engin Cezzar, was made into a film by Atıf Yılmaz in 1962. However, this couple, who had success in the theatre, did not want to take part in the cinematic version. Maybe they did not trust the cinema, or maybe they were afraid their success on the stage would be overshadowed. Fatma Girik and Fikret Hakan took on the roles, and a huge cast was formed which consisted of many successful actors/actresses, such as Topatan, Aydemir Akbaş, Mualla Sürer, Hayati Hamzaoğlu, Hüseyin Baradan, Mehmet Ali Akpınar, Nusret Ersöz, Sami Hazinses, Osman Türkoğlu, Faik Coşkun, Osman Alyanak, Eşref Vural, Hayri Caner, Suha Doğan, Orhan Elmas, Feridun Çölgeçen, Mürüvet Sim, Keşanlı Ali Destanı / Epic of Keşanlı Ali 75 ATIF YILMAZ FİLMLERİNDE İSTANBUL / İSTANBUL IN ATIF YILMAZ MOVIES Ah Güzel İstanbul / Oh Beautiful İstanbul şarının gölgelenmesinden korkmuşlardı. Yerlerine Fatma Girik ve Fikret Hakan alınmış ve Danyal Topatan, Aydemir Akbaş, Mualla Sürer, Hayati Hamzaoğlu, Hüseyin Baradan, Mehmet Ali Akpınar, Nusret Ersöz, Sami Hazinses, Osman Türkoğlu, Faik Coşkun, Osman Alyanak, Eşref Vural, Hayri Caner, Suha Doğan, Orhan Elmas, Feridun Çölgeçen, Mürüvet Sim, Aziz Basmacı gibi birçok başarılı oyuncudan oluşan dev bir kadro kurulmuştu. Filme mekan olarak da İstanbul’un ilk gecekondu semtleri olan Kuştepe ve Hacı Hüsrev mahalleleri seçilmişti. Çetin Gürtop’un kamerasından İstanbul’un gecekondu sorununa müzikli bir dokunuşta bulunan film, Türk sinemasının ilk gecekondu filmi olarak kayıtlara geçer. Ali (Fikret Hakan), Sineklidağ’da oturan bir gençtir. Zilha (Fatma Girik) isminde bir kızı çok sever. Birgün Zilha’nın amcası öldürülür ve suçu Ali’nin üzerine atarlar. Zilha’nın amcası da mahallenin belalılarından biridir. Herkesten haraç toplar ve kimse tarafından sevilmez. Ali bir türlü suçsuzluğunu ispat edemez. Mahallenin en sevilmeyen adamını öldür- 76 Atıf Yılmaz, who illustrates such issues as poverty, injustice, prostitution, and social decay throughout the city of İstanbul, includes many other hardships that burden society’s oppressed, poor and underprivileged people. On the one hand, Atıf Yılmaz describes these people’s life experiences while criticizing the period’s social and moral values. The city of İstanbul remains one of the most important characters in the film. Throughout the film, İstanbul confronts us in every sense, presenting both positive and negative changes. THE EPIC OF ALİ FROM KEŞAN... In the 1960s Turkish cinema, İstanbul was usually depicted as a city where happiness was promised. In all countries, it is normal for people to set out on difficult journeys towards major cities for economic, cultural and geographical reasons. The destination of this journey in Turkey is İstanbul, which is referred to as a city where “the streets are paved with gold.” A fairy tale-like Istanbul was portrayed in films, encourag- Saadet Eliaçık, Handan Adalı gibi döneminin usta oyuncuları da eşlik etmiştir. Metin Bükey’in müzikleriyle süslenmiş, Gani Turanlı’nın tertemiz siyah-beyaz görüntüleri, günümüz seyircisine nostaljik bir şölen sunmaktadır… Filmin kahramanları mirasyedi, seyyar fotoğrafçı Haşmet İbriktaroğlu (Sadri Alışık) ve okuduğu dergilerdeki yaşamlarına imrendiği artistler gibi olmak için evinden kaçan Ayşe Goncagül’ün (Ayla Algan) film boyunca yaşadıkları; hem İstanbul’a yeni bir gözle bakmayı önermesi, hem de kaybedilen ahlâki değerlerin, kişilerin hayatlarındaki dengeleri nasıl alt üst ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. Film Beylerbeyi’nde, kapısındaki “Gündüz Çorbacı Gece Meyhaneci Rıfkı” yazan tabelası ile semtin belki de çok amaçlı tek mekanında başlar. Haşmet İbriktaroğlu, akşamdan kalma haliyle, sigarasını sarar ve bir çırpıda anlatıverir hayatının özetini. Az sonra da mekandan çıkar gider. Beylerbeyi henüz kadim dostluk, ahbaplık, komşuluk ilişkilerini kaybetmemiştir. Tabii bugünle karşılaştırınca durum içler acısıdır. Haşmet teker teker selamını verir balıkçıya, kahveciye, bakkala… Beylerbeyi iskelesinden Boğaziçi’ne bakarken İstanbul’a olan beğenisini dile getirir ama eski İstanbullulara bağlar da… “Aahh, güzel İstanbul! Nasıl da bozulmamış o bin yıllık güzelliğin. Ey, canım Boğaziçi! Bir zamanlar dedelerimiz de içlenmiş bu güzelliğinin karşısında. Nasıldı o Bimen Şen’in eski bestesi? Aaah, ah! Atalarımız da geçmiş bu sulardan, mağrur ve akıncı… Nerede Orta Asya, nerede Viyana kapıları? Haşmet, Boğaz’ın sularına dalmış içli içli düşler kurarken yaklaşan vapurdan habersizdir bile. Sürgü iskelenin gürültüsü bu masum ve içli hayali yıkar geçer. Sanki Haşmet’e bırak geçmişi dön bugüne dercesine… “Ah, yorgun Haşmet, miskin Haşmet!”… Haşmet’in İstanbul’u bu tertemiz sözlerle ve kalender bir yürekle sahipleniş hali, aslında kendi duruşunu böyle kabullenmesine ve bir zaman sonra çevresindeki insanlara da aynı hüzünle sarılmasına neden olmaktadır… Kendi başına buyruk yaşayan, üç beş kuruşa hüviyetini satmak istemeyen Haşmet, seyyar bir sokak fotoğrafçısı… Haşmet’in İstanbul’daki ikinci durağı, mesleğini de icra ettiği ünlü Sultanahmet Meydanı’dır. Karlı bir İstanbul sabahı, ayaklı eski makinesi başında müşterisiyle ilgilenmekte. Bugün turist kalabalıkları arasında neredeyse siluetini kaybeden koca Sultanahmet Meydanı, 1966’larda henüz yapısız, ağaçsız ve çokça ıssız. Günün ilk müşterisi Ayşe adında genç bir kız. Koltuğu altında bir mecmua, orada gördüğü pozları vermeye çalışmakta… Amacı artist olmak… Ama başına geleceklerin farkında bile değil… Atıf Yılmaz “Ah Güzel İstanbul”da biri parlak ışıklar altında kurulan taptaze düşleriyle; diğeri ise geçmişi büyük ama bıkkın, çaresiz ve hayatın kıyısında, dün ile bugün arasında sıkışmış kalmış haliyle, hayata tutunacakları yerde sürüklenen, savrulan iki insanın öyküsünü anlatır. Fondaki İstanbul, isli puslu haliyle, sanki Ara Güler’in o çok bilinen fotoğrafları gibi, seyirciyi etkilemeyi başarır. Sultanahmet Meydanı, Ayasofya, İstiklal Caddesi, Sarayburnu henüz daha yapı kalabalıklarıyla kirlenmemişlerdir. Atıf Yılmaz filmleri içinde özel bir yeri olan “Ah Güzel İstanbul”, 1967’de İtalya’da San Remo yakınlarındaki Bordighera kasabasında her yıl yapılmakta olan «Uluslararası Mizah Şenliği» kapsamında düzenlenen 10. «Komik ve Mizahi Filmler» yarışmasında, jüri özel armağanı olan «Gümüş Ağaç Ödülü»nü kazanmıştır. Daha çok eğlenceli güldürülerin katıldığı bu yarışmada ödül alan «Ah Güzel İstanbul»un bir kara komedi olması dikkatleri çekmiştir. Sonuç olarak Atıf Yılmaz sinemasında İstanbul şehri önemli bir olgu olarak yer almıştır. Bu filmlerinde İstanbul, anlatılmak istenen her öykünün başköşesindedir. Kimi zaman görkemli köşkleri, kimi zaman gecekondu mahalleleri, kimi zaman dar sokakları, kimi zaman işçi semtleri ama hep Aziz Basmacı. Kuştepe and Hacı Hüsrev neighbourhoods, which were the first shanty districts of İstanbul, were chosen as the locations for the film. Çetin Gürtop’s camera adds a musical touch to İstanbul’s problem of the shanty towns, and has gone into history as Turkish cinema’s first “shanty” film. Ali (Fikret Hakan) is a young man who lives in Sineklidağ. He loves a girl named Zilha (Fatma Girik). One day, Zilha’s uncle is killed and the crime is blamed on Ali. Zilha’s uncle is one of the neighborhood trouble-makers. He collects extortion money from everyone and is universally disliked. He becomes infamous in the neighborhood, being loved by everyone because he has killed the most unpopular man. Ali cannot prove his innocence and is sent to prison. A spectacular welcome home awaits him when he comes out of prison; everyone demonstrates their affection for him. As soon as he arrives back home, Ali puts his name down as candidate for the election to the post of village headman. Ali wins the election and becomes the headman; in a short time many changes occur in the neighborhood, however, Zilha does not return to Ali. OH BEAUTIFUL İSTANBUL... “Oh Beautiful İstanbul,” filmed by Atıf Yılmaz in 1966, tells a charming story of İstanbul that enchants the eye with its naivety as well as its reality. Although at the beginning the film makes small references to Yeşilçam, the story achieves its aim. Actors and actresses like Danyal Topatan, Feridun Çölgeçen İhsan Yüce, Hakkı Haktan, Bilge Zobu, Saadet Eliaçık and Handan Adalı join the stars Sadri Alışık and Ayla Algan to share the screen with the city of İstanbul in this film; the script was written by the two expert writers Safa Önal and Ayşe Şasa. The clean black and white images filmed by Gani Turanli, accompanied by the music of Metin Bükey, offer the present-day audience a nostalgic feast. In addition to offering a new perspective of İstanbul, we are presented with the heroes of the film, the spendthrift, travelling photographer Haşmet İbriktaroğlu (Sadri Alışık) and Ayşe Goncagül (Ayla Algan); Ayşe runs away from her home to become like the stars she has read about in magazines, revealing how corrupted morals can destroy the balance in people’s lives. The film starts in Beylerbeyi, where we see the sign Gündüz Çorbacı Gece Meyhaneci Rıfkı (Rıfkı, by day Soup Maker, by Night Tavern Keeper) on the door of the district’s only multi-purpose location. Hung over, Haşmet İbriktaroğlu rolls a cigarette and tells the story of his life. Soon after, he leaves the tavern and goes out. At this time, Beylerbeyi has not yet lost its relationships of old friends, companions and neighbors. Of course, when compared to today, the conditions are heartbreaking. Haşmet greets the fishermen, one by one, and then the coffee maker, the grocer... While observing the Bosphorus from the Beylerbeyi dock, Haşmet speaks of his admiration for Istanbul, but also speaks of its former residents... “Oh beautiful İstanbul! How your thousand year beauty has remained unspoiled. O my dear Bosphorus! Once upon a time our grandfathers also mourned your beauty. How does Bimen Şen’s composition go? Aaaah, ah! Our ancestors have passed from these waters, proud and flowing. Where is Middle Asia, where are the doors to Vienna?” Haşmet, absorbed in the Bosphorus waters, lost in his emotional daydreams, is unaware of the approaching steamboat. The noise of the sliding dock destroys this innocent daydream. It is as it is telling Haşmet to abandon the past and return to the present... “Oh, exhausted Haşmet, lazy Haşmet!”... Haşmet’s reality, in which he paints İstanbul with glowing words and an easygoing heart, is actually the reason why he accepts his position and, in time, why he will hold on 77 ATIF YILMAZ FİLMLERİNDE İSTANBUL / İSTANBUL IN ATIF YILMAZ MOVIES Ah Güzel İstanbul / Oh Beautiful İstanbul sadly to the people around him... Haşmet, a traveling street photographer, lives independently and sell his identity for a few pennies. Haşmet’s second stop in İstanbul is the famous Sultanahmet Square, where he also carries out his trade. He deals with a customer, using his old tripod on an overcast İstanbul morning. Sultanahmet Square, which has today almost lost its silhouette through the crowds of tourist, is at this time, in 1966, still not built up; it is treeless and very desolate. His first customer of the day is a girl named Ayşe. With a journal under her arm, she is trying to imitate the poses she sees. Her aim is to become an actress... But she is not aware of what is going to happen to her... In “Oh Beautiful İstanbul”, Atıf Yılmaz tells the story of two people, one of them with their fresh dreams under the bright lights and the other with a great, but weary past, desperate and on the edge of life, stuck between yesterday and today; a man who is dragged to and fro, and who has drifted instead of holding on to life. The İstanbul in the background, with its smudgy and shadowy image, as in the familiar photos of Ara Güler, impresses audiences. Sultanahmet Square, Hagia Sophia, İstiklal Street and Sarayburnu had not yet been ruined by a large number of buildings. In 1967 “Oh Beautiful İstanbul”, which has a special place among Atıf Yılmaz’s films, won the Silver Tree Award, which was a jury exclusive award given at the 10th Comic and Humor Films contest as part of the International Humor Festival, carried out every year in Bordighera near San Remo in Italy. The fact that “Oh Beautiful İstanbul” was a black comedy attracted attention at this contest, where mainly comedies that make you laugh are shown. Atıf Yılmaz İstanbul ön plandadır. Oyuncular genellikle İstanbul’un güzellikleri yanında kahrını da çekerler. Fakat kendileri değişirken İstanbul’u değiştiremezler. Atıf Yılmaz buna izin vermez. Seçtiğimiz beş film bunun en güzel örnekleri olarak kayıtlara geçmiştir. Atıf Yılmaz, 5 Mayıs 2006’da aramızdan ayrılırken ardında her zaman sevilerek izlenen 117 film bıraktı. Kendisini saygıyla anıyoruz. 78 In conclusion, as we can see, the city of İstanbul is used as an important feature in the films of Atıf Yılmaz. In Atıf Yılmaz’s films, İstanbul sits in the place of honor in every story that is told. Sometimes, with its magnificent mansions, sometimes with its shanty neighborhoods, sometimes with its narrow streets, sometimes with its working districts; but it is always İstanbul that is in the foreground. In addition to the beauty of İstanbul, the stars usually suffer the remorse of the city as well. However, while the characters change, they cannot change İstanbul. Atıf Yılmaz does not allow this. The five films we have discussed here are as the best example of this phenomenon. When departing from this world on May 5, 2006, Atıf Yılmaz left behind 117 films which are viewed with appreciation; it is with this appreciation and a deep feeling of respect that we remember him. SARAYIN GÖLGESİNDEKİ KÜTÜPHANE: İSTANBUL KİTAPLIĞI / A LIBRARY IN THE SHADOW OF THE PALACE: THE LIBRARY OF İSTANBUL SARAYIN GÖLGESİNDEKİ KÜTÜPHANE: İSTANBUL KİTAPLIĞI İrfan DAĞDELEN A LIBRARY IN THE SHADOW OF THE PALACE: THE LIBRARY OF İSTANBUL İrfan DAĞDELEN 80 SARAYIN GÖLGESİNDEKİ KÜTÜPHANE: İSTANBUL KİTAPLIĞI A LIBRARY IN THE SHADOW OF THE PALACE: THE LIBRARY OF İSTANBUL İrfan DAĞDELEN* Irfan DAĞDELEN* Topkapı Sarayı girişinin Kuzey tarafında meşhur Soğukçeşme Sokağı’nın konaklarından birinde kurulan İstanbul Kitaplığı Çelik Gülersoy’un ömrü boyunca biriktirdiği eserlerinin yer aldığı bir kütüphanedir. The Library of İstanbul was established in one of the mansions on the famous Soğukçeşme Street, on the northern side of the entrance of Topkapı Palace, where the works collected by Çelik Gülersoy throughout his life can be found. Çelik Gülersoy; Ünye’de nesiller boyu müftü ve kadı yetiştiren meşhur Kadızadelerdendir. Dedesi olan son müftü Abdülhamit Efendi ve- Çelik Gülersoy was a member of the Kadizade’s family, famous for havfat edince anne yeniden evlenir. Üvey baba Çelik Gülersoy’un babası ing raised muftis and qadis in Ünye for generations. After the death of olan Akif Efendi’yi askeri okula vererek Ünye’den uzaklaştırır. Yıllar son- his grandfather, Abdülhamid Efendi, the last mufti, his grandmother ra Akif Efendi’nin görev yeri Hakkari’dir. Burada re-married. Çelik Gülersoy’s father, Akif Efendi, Erzurum’un ünlü ailelerinden biri olan Gıcır Ahmewas sent from Ünye by his stepfather to a military toğullarından Münevver Hanım ile tanışır ve 1921 school. Years later, Akif Efendi was serving in Hakyılında evlenirler. İstiklal Savaşı ortalarında bu çift kari. There he met Münevver Hanım, from a faDoğu Anadolu’yu dolaşarak nihayet Sinop’a ve oramous family in Erzurum, Gijir Ahmetoğullari, and in dan yine Hakkari’nin Çölemerik köyüne tayin olur. 1921 they married. During of the War of IndepenZap suyunun kenarında, yurdun en Doğu köşelerindence, the couple traveled about Eastern Anatolia, den biri olan Çölemerik’te dünyaya gelir Çelik Güfinally settling in Sinop; from here they were once lersoy. Kerpiç bir ev, eczanesiz, doktorsuz ve hayaagain sent to Hakkari, to the village of Çölemerik. tının geri kalanında yaşadığı çevre ve kültürle taban Çelik Gülersoy was born by the Zab Lake, in Çöletabana zıt olan böyle bir coğrafyada yaşama adım merik, one of the furthest most Eastern corners of atar. At sırtında çıktıkları köyden iki buçuk yıl arathe country. The life of Çelik Gülersoy began in an dan sonra nihayet sevdası olduğu İstanbul’a vasıl adobe house, in a place without a pharmacy or a olurlar. Fatih’te büyük bir bahçe içersindeki konakdoctor, in a region where environment and culture larına gelmişlerdir. Bu konak Akif Efendi’nin Harb-i were diametrically opposed to what the rest of his Umumi’de gönderdiği yardımlarla yapılmıştır. Çelik Gülersoy life would be. After an interval of two and a half Daha sonra Kariye civarına, oradan da İstanbul’un years, the family left the village on horseback; finaldaha havadar bir yeri olan Yıldız’a taşınır. Yıldız; ly they reached İstanbul, which was Çelik Gülersoy’s Çelik Gülersoy’un Türk kültüeski konakları, geniş ve müzeyyen bahçeleri, nezih passion. They arrived in Fatih to settle in their manrüne armağan ettiği İstanbul insanları ve Hamidiye suyu ile İstanbul’un en güzel sion surrounded by a large garden. This mansion Kitaplığı, şehrimizle ilgili çalıyerlerinden biridir. 1940’lı yıllara gelince Çelik Gühad been built with the aid that Akif Efendi had sent şan araştırmacılar için, içerdilersoy ortaokul yıllarında annesi ile baş başa kalır. during World War I. Later Çelik Gülersoy moved to ği yazılı ve görsel malzeme ile the neighborhood of Kariye and from there to Yıldız, Bu sırada hemen yakınında bulunan konak, saltaeşsiz bir kaynak niteliğindedir. a more open place. Yıldız, with its old mansions and natın son kalıntılarından büyük bir bahçe içerisinThe İstanbul Library, presentlarge flower gardens, its respectable people and the de yer alan ve içinde çok zengin bir kütüphane baed to Turkish culture by Çelik Hamidiye River, is one of the most beautiful places rındıran, şark salonları, çocuk odaları olan bir koGülersoy, acts as an incompain İstanbul. By the 1940s, while in middle school, Çenağın çocukları ile arkadaştır. Çoğu zaman burada rable source that includes writlik Gülersoy was alone with his mother. olmasına rağmen daha çok bahçıvana yardım eder ten and visual materials for re- ve günün geri kalan kısmında ulu çınar ağalarının By this time, he had made friends with the children searchers working on our city. altında kitap okumalarına başlar. 1940’larda Micof the nearby mansion, which had a large garden, hel Zevako ve Arsen Lüpen romanlarını; 1940’lathe last remnants of the sultanate; here a rich lirın sonu ve 1950’lerin başında ise, Batı edebiyatı ve felsefesi hakkın- brary was sheltered, as well as oriental lounges and children’s rooms. da Türkçe’ye çevrilmiş ne varsa hepsini okur. Maarif Nezareti Klasikleri, Most of the time, although there was a gardener, Çelik Gülersoy would Remzi Kitabevi’nin çevirileri onun için bulunmaz hazinelerdir. help in the garden and spend the rest of his day reading books under the Komşusu olduğu evin sahibi olan Reşid Safvet Bey, Turing kurumunun great plane trees. In the 1940s he read Michel Zevaco and the novels of başındadır. Bir tesadüf müdür yoksa bir tevafuk mu bilinmez, bu kuruma Arsène Lupin. At the end of the 1940s and beginning of the 1950s, he bir mektup götürmesi ile lise yıllarına rastlayan bu zamanlarda kurumda read all the available Turkish translations of Western literature and phiyarım günlüğüne çalışmaya başlar. Daha sonra kurumun başına geçince- losophy. The classics published by the Ministry of Education, translations ye kadarki süreçte her kademesinde hizmet eder. Kurumun başına geç- from the Remzi bookstore all were invaluable treasures for him. tikten sonra İstanbul’un güzelleşmesi, imar ve eski yapıların restorasyonu ile ilgili birçok proje yapar ve uygular. İşte bunlardan biri de Topkapı Sarayı’nın surlarının dibinde küçük bir Osmanlı mahallesini andıran Soğukçeşme Sokağı’nın restorasyonudur. Bu restorasyon ile birlikte bura- His neighbor, Rashid Saffet Bey, the owner of the house, was the head of the Turing Institution. Whether this was a coincidence or not is unknown, but by taking a letter to this institution, when Çelik Gülersoy was in high school, led to him starting to work there part-time. Subsequently, Güler- * Atatürk Kitaplığı Nadir Eserler Uzmanı * Expert for rare materials, Atatürk Library 81 daki evler kargir üzerine ahşap giydirme yapılarak Turing işletmesince turizme açılır. Buradaki yapı gruplarının maliki olan Turing kurumu söz konusu kütüphane binasını tahsis eder. Daha sonra kurulacak olan Çelik Gülersoy Vakfı’na tahsis edilir. Çelik Gülersoy 40 yıl boyunca topladığı kolaksiyonunu bu vakfa bağışlar ve kütüphanenin temeli böylece atılmış olur. Vakfın yönetimi kurucu başkanının vefatından sonra İstanbul Belediyesi, İstanbul Üniversitesi ve Topkapı Sarayı’nın belirleyeceği kurul tarafından yönetilmeye devam edecektir. Binanın ilk yapımı tapu kayıtlarına göre 18. yüzyıla dayanmaktadır. Binanın bodrum ve zemin katları dışarıdan serpme sıva ile, daha yüksek tavanlı olan üst katı ise ahşapla kaplıdır. Dış cephesi de ahşapla kaplı olan binanın bodrum katı depolara ayrılmıştır. Giriş katta sağ tarafta yönetim ve kartoteks yerleştirilmiş, soldaki uzun mekan okuma salonu haline getirilmiştir. Üst kat kitaplığın diğer bölümlerinin yer aldığı camekanlı kitap rafları ve klasik Türk mimarisinin ev örneklerinden biri olarak karşımıza çıkan geniş ve ferah bir salondan ibarettir. Salon, okuyucuların rahat çalışabileceği bir ortam olarak tasarlanmıştır. Ayrıca bu katta kitap ciltleri sergilenmektedir ve merdivenlerden yukarı çıkarken birbirinden kıymetli gravürler, resimler, panoramalar ve haritalar bulunmaktadır. Üst kattaki salon aynı zamanda kabul, konferans ve konser mekanı olarak da kullanılmaya müsaittir. Kitaplığın Çelik Gülersoy’un oluşturmuş olduğu bir düzenle önce 13 başlık altında kendi nev-i şahsına münhasır bir tasnifi vardır. Daha sonra bu soy worked at every level, and progressed, finally being appointed head of the institution. After being promoted to the head of the Institution, he made and implemented projects for the embellishment of İstanbul, the development of public facilities and the restoration of old buildings. One of these was the restoration of Soğukçeşme Street, reminiscent of a small Ottoman quarter, located at the foot of the ramparts of Topkapı Palace. During this restoration, the masonry of the houses was covered with wood and opened for tourism by the Turing Institution. Within the group of buildings here, owned by the Turing Institution, one was allocated to the library in question. Subsequently, it would be allocated to the Çelik Gülersoy Foundation. Çelik Gülersoy donated his collection of 40 years to the Foundation, and thus laid the foundation of the library. After the death of the founding president of the Foundation’s management, the administration was continued by a committee selected by the Municipality of İstanbul, the İstanbul University and Topkapı Palace. According to the records of the land registry the first construction dates back to the 18th century. The basement and ground floor are covered with a mortar on the outside, while the upper floor, with high ceilings, is covered with wood. The building’s exterior is also covered with wood and the basement is divided into storerooms. The right side of the ground floor accommodates the management and card file, while the long space on the left side has been fitted out as a reading room. Upstairs, the other sections of the library İstanbul Library 83 SARAYIN GÖLGESİNDEKİ KÜTÜPHANE: İSTANBUL KİTAPLIĞI / A LIBRARY IN THE SHADOW OF THE PALACE: THE LIBRARY OF İSTANBUL 84 başlık sayısı çoğaltılmış olmakla birlikte uluslararası kütüphanecilik literatüründen uzaktır. Buna göre ana başlıklar şöyledir: 1- Roma ve Bizans Tarihi 2- Osmanlı tarihi 3- Etüdler (İstanbul’u sistematik olarak ve bütünüyle inceleyen eserler) 4- Seyahatnameler 5- Sefaretnameler 6- Hatıralar 7- Güzel sanatlar (resim, heykel, mimarlık ve geleneksel el sanatları) 8- Biyografiler (İstanbul’la ilgili şahsiyetler ve onların diğer eserleri) 9- Türkiye hakkında genel kitaplar (İstanbul bölümü varsa) 10- Türkiye rehberleri 11- İstanbul rehberleri 12- Gravür ve fotoğraf albümleri 13- Başvuru kitapları (Sözlük ve ansiklopediler) 14- Edebiyat 15-Şehircilik ve Belediye sorunları 16- Kuruluşlar 17- Dergiler Bu kitapların tasnifinde her esere bir özel numara verilerek kendi tasnifi içersinde eserin kolay bulunması sağlanmaya çalışılmıştır. İlk mevcudun katalogu “İstanbul Kitaplığı Katalog: Fondation de Çelik Gülersoy Bibliotheque d’Istanbul cataloque” adıyla 1988 yılında Çelik Gülersoy Vakfı tarafından yayınlanmıştır. Bu katalog ilgili birim ve kuruluşlara yollanmış ve bundan sonra ilk bağışa ek olarak yeni yayınlar da satın alınarak toplam sayı 1994 yılı verilerine göre 8100 esere ulaşmıştır. Bugün ise, kitap sayısı bilgisayarlara girilmediği için kesin bir bilgi yoktur. Özel bir fotoğraf arşivi de olan kütüphanenin ne yazık ki modern arşivcilik sistemi ile kataloglanmadığı için bir veri tabanı ile ulaşmak mümkün değildir. Görsel malzemelerin İstanbul ağırlıklı olduğu ve şehrin ilk fotoğrafları, gravürleri, renkli ve renksiz kartpostalları, 1870’ten sonraki fotoğrafları ile Türkiye’nin sayılı koleksiyonlarından birini kütüphane bünyesinde bulundurmaktadır. İstanbul’un güzide bir sokağında şehrin tarih ve kültürüne hizmet eden; kurucusunun ömrünü İstanbul’a adadığı ve vefatından sonra da bu kütüphane aracılığı ile hizmete devam ettirdiği İstanbul Kitaplığı, biraz yalnız ama hâlâ ilgililerinin keşfetmesini beklediği bir kütüphanedir. Hafta içi hergün saat 9.00-12.00 ile 13.00-16.30 arası açık olan kütüphane bağışçılarının ve araştırmacılarının ilgisini bekliyor. KAYNAKÇA: 1- Gülersoy, Çelik / İstanbul Ktaplığı.- Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi.- Kültür Bakanlığı & Tarih Vakfı, 1994. c.: 4; s.: 229 2- İstanbul Kitaplığı katalog: fondation de Çelik Gülersoy Bibliotheque d’Istanbul cataloque. - İstanbul: Çelik Gülersoy Vakfı, 1988. 3- İstanbul Kitaplığı broşürü 4- Çelik Gülersoy Vakfı İstanbul Kitaplığı broşürü have glazed bookshelves, and as an example of a home in classic Turkish architecture, an ample and spacious lounge has been created. This room has been designed as a comfortable work environment for the readers. Book bindings are exhibited on this floor; as one goes up the stairs, one can find engravings, paintings, panoramas and maps, each more precious than the last. On the upper floor, the lounge is also available for receptions, conference and concerts. The order of the library was established by Çelik Gülersoy, at first with 13 headings, according to his own exclusive classification. Later, the number of headings was increased, although in a way that is very different from international librarianship. Accordingly, the main headings are: 1- Roman and Byzantine history 2- Ottoman history 3- Studies (Works that systematically analyze İstanbul) 4- Seyahatnâme (Travelogues) 5- Sefâretnâme (Embassy Records) 6- Memories 7- Fine arts (Painting, sculpture, architecture and traditional arts and crafts) 8- Biographies (Personalities of İstanbul and their other works) 9- General books about Turkey (Including sections on İstanbul) 10- Guides to Turkey 11- Guides to İstanbul 12- Albums of engravings and photographs 13- Reference books (Dictionaries and encyclopedias) 14- Literature 15- Urban and Municipal issues 16- Institutions 17- Periodicals Within the classification of these books, each work has been attributed a particular number, making it easier to find within its own classification. The first catalogue of items was issued in 1988 by the Çelik Gülersoy Foundation under the name “İstanbul Kitaplığı katalog: fondation de Çelik Gülersoy Bibliothèque d’İstanbul catalogue”. This catalogue was sent to the relevant institutions, and in addition to the first donation, new issues were bought; according to data for 1994, the number of works was as many as 8,100. Today, there is no definite information about the number of books, due to a lack of computerized data. The library also owns a private photographic archive; however, unfortunately, this has not been catalogued according to a modern system and therefore is impossible to access through the data base. One of the numbered collections in Turkey can be found within the library, and includes visual materials, predominantly about İstanbul, as well as the first photographs, engravings, color and black and white postcards and photographs from after 1870, all of the city. Located in an elite street of İstanbul, dedicated to the city’s history and culture - the founder having dedicated his life to İstanbul, and, after his death, through this library - the Library of İstanbul is a little lonely, but still hopes to be discovered by interested persons. The library, which is open on weekdays from 09.00 to 12.00 and from 13.00 to 16.30, awaits the attention of donors and researchers. BIBLIOGRAPHY: 1- Gülersoy, Çelik / Library of Istanbul.-- Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi.- Kültür Bakanlığı & Tarih Vakfı, 1994. vol.: 4; p.: 229. 2- Catalogue of Istanbul Library: fondation de Çelik Gülersoy Bibliothèque d’Istanbul catalogue.- Istanbul, Çelik Gülersoy Foundation, 1988. 3- Brochure of Istanbul Library. 4- Brochure of Istanbul Library, Çelik Gülersoy Foundation. 85 OKMEYDANI - OKÇULAR TEKKESİ Sinan GENİM OKMEYDANI - OKÇULAR LODGE Sinan GENİM OKMEYDANI - OKÇULAR TEKKESİ OKMEYDANI - OKÇULAR LODGE Sinan GENİM* Sinan GENİM* Ok ve okçuluk, pek çok ulusun tarih sahnesine çıkışlarından itibaren rağbet ettikleri, avlanmanın yanı sıra bir harp sporu olarak özel önem verdikleri bir faaliyettir. Özellikle milletimiz bu sporla asırlar boyu iç içe yaşamıştır. Gerek savaşta, gerekse barışta askeri talimleri bir yarışma haline getirmiştir. Malazgirt zaferinin kazanılmasında okçuların çok önemli bir rol oynadıkları göz önüne alınarak, Osmanlı Devleti’nin genişlemeye başladığı ilk yıllardan itibaren okçuluğa özel bir önem verilmiş ve Bursa’da Sultan Orhan döneminde bir ok idman alanı düzenlenmiştir. Daha sonra Yıldırım Bayezıd’ın da benzeri bir alanı Gelibolu’da inşa ettirdiği söylenir. Archery was an activity which was popular from the time it appeared on the historical scene in many different countries, and had a special importance not only for its role in hunting, but also as a military sport. In particular, Turkey has had a close relationship with this sport for many centuries. The military drills in archery, both in times of war and in peace, took on the nature of contests. Keeping in mind the very important role that the archers played in the victory at Malazgirt, from the first years that the Ottoman State started to expand, archery was given a special importance and in Bursa, in the reign of Sultan Orhan, an archery training field was set up. It is said that a similar training ground was built in Gallipoli during the reign of Yıldırım Bayezid. Tekke sözcüğü geçmişte, sadece tarikatların toplanma mekanı olarak değil, aynı zamanda belirli sporların, özellikle askeri sporların yapıldığı yerler içinde kullanılmaktadır. İstanbul’da bu nitelikli iki tekke binası bulunduğu bilinir. Biri Okmeydanı Kemankeşler [Atıcılar / Okçular] Tekkesi, diğeri ise bugün hiç bir izi kalmayan Unkapanı Pehlivanlar Tekkesi’dir. Okmeydanı Tekkesi her yıl Hıdrellez günü olan 6 Mayıs’ta açılır ve burada altı ay boyunca Pazartesi ve Perşembe günleri ok talimi yapılırdı. Ok taliminin yanı sıra, sırıkla hendek atlamak, kılıç müsabakaları, cirit, tomak, matrak gibi oyunlar da bu alanda icra edilirdi. Okmeydanı Tekkesi bir anlamda Ahi geleneğinin devam ettirildiği bir spor kulübü işlevi ile yükümlüydü. Bir okçuyu Okmeydanı’na almak, ok atma izni vermek veyahut alandan ihraç etmek, ancak tekke şeyhinin izniyle mümkündü. Her ne kadar Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi hazırlıkları sırasında bir ordugâh kurulduğu ve Haliç’e indirilen gemilerin burada inşa edildiği konusunda bazı bilgiler varsa da, Okmeydanı adına Fatih döneminde rastlanmaz. Tursun Bey, Barbaro, Ducas, Francis, Kritovulos,1 gibi fethin tanıkları bu konuda herhangi bir bilgi vermezler. Çok daha sonraları Müneccimbaşı Tarihi’nde Fatih’in Haliç’e indirdiği gemileri Okmeydanı’nda yaptırdığından bahsedilmektedir.2 Ancak pek çok araştırmacı bu fikre katılmaz. Buna rağmen, fetih sırasında Okmeydanı veya yakın çevresinde önemli bir ordugâh kurulduğu ve artçı birliklerin buraya yerleştirildiği düşünülmektedir. Fetih sonrasında Akşemsettin’in önderliğinde yapılan büyük zafer bayramlaşmasının Okmeydanı’nda yapıldığı ileri sürülür.3 Bazı kaynaklar ise fetih sonrası ganimetlerin burada kurulan bir ordugâhta dağıtıldığından söz etmektedir. Bu sebeblerle Fatih’in bu bölgede bir mescid inşa ettirdiği söylenirse de, bugüne kadar bu yapıya ait herhangi bir ize rast* Mimar, Akademisyen İstanbul’da okçuluk sporunun yapıldığı iki tekke binası bulunduğu bilinir. Biri Okmeydanı Kemankeşler Tekkesi, diğeri ise bugün hiç bir izi kalmayan Unkapanı Pehlivanlar Tekkesi’dir. Okmeydanı Tekkesi her yıl Hıdrellez günü olan 6 Mayıs’ta açılır ve burada altı ay boyunca Pazartesi ve Perşembe günleri ok talimi yapılırdı. “There are two tekkes (dervish lodges) where the sport of archery was practiced in İstanbul. One of these was the Okmeydanı Kemankeşler Tekke, the other was the Unkapanı Pehlivanlar Tekke; there is no trace of the latter today. The Okmeydanı Tekke was opened every day on the Day of Hıdrellez, that is, the 6th of May, and for the following six months, archery training exercises would be carried out here every Monday and Thursday. In the past, the word tekke was used not only for the places in which dervishes would gather; it was also used to indicate areas that were used for certain sports, in particular military sports. In Istanbul there are two tekke buildings that have this characteristic. The first is the Okmeydanı Kemankeşler (Archers’) Tekke and the other is the Unkapanı Pehlivanlar Tekke, of which no trace remains today. The Okmeydanı Tekke would be opened every day on the Day of Hıdrellez, that is, the 6th of May and for the following six months archery training exercises would be carried out here every Monday and Thursday. As well as archery drills, there was pole jumping over trenches and sword fights, while competitive games like jirit, tomak and matrak would be carried out in this area. Okmeydanı Tekke, in one sense, was a sports club that continued the Ahi tradition. It was only possible for an archer to be accepted into Okmeydanı or to be expelled from the area on the permission of the sheikh of the tekke. Although there is some information that during Fatih Sultan Mehmet’s preparations for the conquest of Constantinople a military headquarters was established and the ships that were to be lowered into the Golden Horn were built here, the name Okmeydanı does not occur during the Fatih era. Witnesses to the conquest, like Tursun Bey, Barbaro, Ducas, Francis or Kritovulos provide no information on this matter. Much later, in the Müneccimbaşı History, it is mentioned that Fatih Sultan Mehmet lowered the ships into the Golden Horn from Okmeydanı. However, many researchers do not agree with this. However, it is thought that an important military headquarters was established here or in the vicinity, and that auxiliary forces were stationed here. Resim/Pic. 1: Matrakçı Nasuh’un 1537 tarihli İstanbul plânı / Plan of İstanbul by Matrakçı Nasuh, 1537 It is claimed that a great victory celebration, led by Akşemsettin, was held in Okmeydanı after the conquest. Some sources mention that the spoils * Architect, Academic 87 OKMEYDANI - OKÇULAR TEKKESİ / OKMEYDANI - OKÇULAR LODGE lanmamıştır.4 Matrakçı Nasuh’un 1537 tarihli İstanbul plânında bu bölgede bir yapı görülür, ancak yapı mescidden ziyade sivil bir yapı izlenimi vermektedir [Bkz. Resim: 1]. Fatih Sultan Mehmed’e ait vakfiyede Okmeydanı / Meydan-ı Tîr veya Dergâhı Tîrendâzân kelimeleri geçmemektedir. Okmeydanı’nın daha sonraları Sultan II. Bayezıd tarafından babasının vakfı adına tescil ettirildiği bilinmektedir.5 Fatih dönemi sonrası, özellikle II. Bayezıd döneminde, İstanbul’un hızla Türkleştirildiği ve pek çok İslâmi tarikatın şehre getirildiği bilinir. Bu çabaları nedeniyle II. Bayezıd’ın bazı kaynaklarda Bayezıd-ı Veli adı ile de anıldığını görüyoruz. Okmeydanı Tekkesi de bu faaliyetlere paralel olarak II. Bayezıd tarafından muhtemelen XV. yüzyılın sonlarına doğru veya XVI. yüzyıl başlarında inşa ettirilmiş olmalıdır.6 Bazı kaynaklar II. Bayezıd dönemi başlarında bu meydanda Sorkun [Sivrikoz] Çardağı adı ile anılan üstü örtülü bir mekan bulunduğunu ve Bosna Valisi Vezir İskender Paşa’nın bu yapıyı yıktırdığını, daha sonra ise yaptığı bu işten üzüntüye kapılarak, burada bir mescid ile tekke binası yaptırdığını ileri sürerler.7 Kasr-ı Hümâyûn veya Şeyh Odası, mescid, mutfak, ambar gibi yapılardan teşekkül eden bu yapı Matrakçı Nasuh’un minyatüründe gördüğümüz binadır. Günümüze ulaşan kuyu bileziği [Bkz. Resim: 1, 37] Matrakçı’nın Resim/Pic. 2: Okçular Tekkesi/Okçular Lodge, Gaznevî 1676 Resim/Pic. 5: Okçular Tekkesi’nin Keramet ve Metin Nigar tarafından hazırlanmış restitüsyon denemesi - İşli 1994: IV. 124 / Okçular Lodge, restitution by Keramet and Metin Nigar- İşli 1994: IV.124 After the Fatih era, particularly in the era of Bayezıd II, it is known that the city was quickly transformed into a Turkish city and many Islamic tariqah were brought to the city. Bayezıd II was referred to as Bayezıd-ı Veli (Saint Beyezıd) in some sources in commemoration of these efforts. In parallel with these activities, it is likely Beyazid II had the Okmeydanı Tekke built towards the end of the 15th century or at the beginning of the 16th century. Some sources claim that at the beginning of the era of Beyazid II there was a covered location in this square known as the Sorkun (Sivrikoz) Çardağı and that the Bosnian governor, Vizier İskender Pasha, had this structure torn down; overcome with sorrow at what he had done, the pasha had a masjid and the tekke building erected here. This structure, the Kasr-ı Hümâyûn or Şeyh Odası, consisted of Resim/Pic. 3: Okçular Tekkesi/Okçular Lodge, Gaznevî 1720 Resim/Pic. 4: Okçular Tekkesi / Okçular Lodge, 1826 Carl Gustaf Löwenheim, Upsala Üniversitesi Kitaplığı /Upsala University Library, 3993 SKB3-29, Suluboya / watercolours 120 x 170 mm., Yenal 2003 bu noktadaki gözlemlerini yansıtmakta ne denli gerçekçi davrandığını da göstermektedir.8 Sultan II. Bayezıd döneminde yaptırılan bu bir anlamda spor tesisinin ya da mescidin 1518’de yaptırılan bir de minaresi olduğundan söz edilirse de, Matrakçı’nın çiziminde böyle bir minare görülmez. Bazı kaynaklar bu yapıların bir bölümünün Mimar Sinan tarafından inşa edildiğini söylerse de, Sinan’ın yapı listelerinde böyle bir faaliyete rastlanmaz.9 Zaman içinde harap olan bu yapıları H. 1034 / 1624-1625 yılında Gürcü Mehmed Paşa onartmış ve mescide bir minber ekleyerek, bu bölgeyi ordu kışlağı haline dönüştürmüştür.10 Sultan III. Ahmed döneminde tekrar yenilenen bu yapılar 1720 tarihli Surname-i Vehbi albümünde görülmektedir;11 son olarak H. 1184 / 1770-1771 tarihinde Ebubekir Ağa tarafından bir minare ilave edilir. Anlaşılan XVIII. yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar benzeri pek çok mahalle mescidi gibi, Okçular Tekkesi Mescidi’nin de minaresi yoktur. Okçular Tekkesi H.1234 / 1818-1819 tarihinde Sul- 88 of war were distributed in the military headquarters established here. Although some say that this is the reason for Sultan Mehmet II having a masjid established here, evidence of such a structure has yet to be found. In the plan of Istanbul depicted by Matrakçi Nasuh, dated 1537, a structure can be seen in this region; however, it appears more like a civilian building than a religious structure (See: Picture 1). The words Okmeydanı / Mehdan-ı Tîr or Dergâhı Tîrendâzân cannot be found in the vakfiye (foundation deeds) belonging to Sultan Mehmet II. It is known that Sultan Bayezıd II had Okmeydanı registered in the name of his father’s waqf. Resim/Pic. 6: Şeyh Odası ve diğer yapıların kısmen görüldüğü Mimar Hikmet imzalı fotoğraf - İşli 2004: I. 262 / Photograph by Mimar Hikmet, Sheikh room and other sections are partly seen. buildings like a masjid, kitchens, and a barn, as we can see in the miniature by Matrakçı Nasuh. The fact that the well brace, which is still extant today (see: Picture 1:37) complies with our observations demonstrates how accurately he acted. Even though there is talk that this building, erected in the era of Sultan Bayezid II, which functioned as a sports center or a masjid had a minaret added to it in 1518, no such minaret can be seen in the drawing by Matrakçı. Even though some sources claim that a section of this structure was built by Koca Sinan, there is no record of such an activity in the list of Sinan’s structures. These structures, which fell into ruins over time, were repaired by Gürcü Mehmed Pasha in 1034 H./1624-1625 and by adding a pulpit, the masjid was transformed into a military barracks. In the era of Sultan Ahmed III, the structure was renovated once again, as can be seen in the album called Surname-i Vehbi, dated 1720; finally, dated 1184 H./1770-1771, a minaret was added by Ebubekir Agha. It can be understood that until the third quarter of the 18th century, like many neighborhood masjids, the Okçular Tekke Masjid had no minaret. The Okçular Tekke was fundamentally renovated one more time by tan II. Mahmud tarafından bir kez daha esaslı olarak onarılır. Bu döneme ait bir çizim Carl Gustaf Löwenheim’ın 1820 tarihli albümünde karşımıza çıkmaktadır [Bkz. Resim: 6]. Etrafı yüksekçe bir duvarla çevrili dikdörtgen şeklindeki geniş bir avlunun önünde iki katlı ve iki bölümlü bir yapı, muhtemelen tekke binası ve şeyh odası seçilmektedir. Geride tek şerefeli, ince, uzun kurşun külâhlı bir minare görülür. Kuzey’e doğru avlu duvarının hemen arkasında tek katlı bir yapı yer almaktadır. Avlu’nun biri şeyh odasının altında, diğerleri daha sağa doğru olmak üzere üç girişi vardır. Yapı çevresi tamamen boştur ve Kuzeye doğru yer alan büyük servi ağacının altında bazı mezar taşları seçilmektedir. Bu mezarların Kukacı Dede ve önemli okçulara ait olduğu ileri sürülür.12 Söz konusu çizim yapıların karakteri ve minarenin orijinal kurşun külâhı hakkında fikir vermektedir. Çünkü daha sonraki tarihlerde çekilen her üç fotoğrafta da minare ampir üslûpta taş külâhlı olarak görülmektedir. Anlaşılan 1890’lı yıllarda İstanbul’daki pek çok cami ve mescitte rastladığımız bu külâh değiştirme işlemi Okçular Tekkesi mescidinde de uygulanmıştır. Sultan Mahmud II in 1234 H./1818-1819. We can see this in a drawing made during this era by Carl Gustaf Löwenheim in his album dated 1820. (see: Picture 6) A structure, which was rectangular in shape and surrounded by a high wall in front of a wide courtyard, consisted of two floors and two structures; this most likely corresponds to the tekke and the sheik’s room. Behind this we can see a minaret, with one balcony that is long and thin with a lead roof. To the north, directly behind the courtyard wall, there is a single-story structure. One of the courtyards is under the sheikh’s room, while the other is more to the right, and has three entrances. The surroundings of the structure are empty and under the large cypress tree that is located towards the north it is possible to see some gravestones. It is claimed that this cemetery belongs to Kukacı Dede and important archers. The aforementioned drawing gives an idea about the character of the structure and the original lead cap to the minaret; in the three photographs that were taken of the building at later dates, the minaret has a stone cap in the Empire style. It can be understood that a change in the capping of the minaret, which happened to many mosques and masjids in the 1890s, was also implemented to the Okçular Tekke. Şeyh Odası ve diğer yapıların kısmen görüldüğü tek fotoğraf Mimar Hikmet [Koyunoğlu] imzalı karedir. Bu fotoğraf ile Löwenheim’ın çizimi arasında önemli benzerlikler vardır. Ancak, giriş kapısının üzerindeki açıklı- The only photograph in which the Sheikh’s Room and part of the other structures can be seen is that taken by the architect Hikmet (Koyunoğlu). There are similarities between this photograph and Löwenheim’s drawing. However, Resim 7: Şeyh Hamdullah menzil taşı/Sheikh Hamdullah range memorial - İşli 2004: I. 265 Resim 8: Okçular Tekkesi ve çevresine bakış/A view of the Okçular Lodge and the area ğın Löwenheim’da iki renkli taştan bir kemer olmasına karşın, bu fotoğrafta geniş söveli ve düz atkılı olarak oluşturulduğu seçilmektedir. 1930 tarihli bir diğer fotoğrafta ise, avlunun Güneydoğu ucunda yer alan diğer bir taş yapı görülmektedir. Bu fotoğrafın çekildiği tarihte Şeyh Odası ve eklentileri yanmış veya yıkılmış olmalıdır ki, yapının arkasından Şeyh Odası’nın altındaki kağir su haznesi [tonoz] görülmektedir. İnce, zarif kurşun külâhın yerine yapılan ampir üslûbunda taş külâh bu karede de yer almaktadır. rather than there being an arch made of two different colors of stone over the opening of the entrance as seen in Löwenheim’s drawing, in this photograph there is a wide door frame and a flat traverse. Another photograph, dated 1930, shows the other stone structure that is located in the southeast corner. At the date at which this photograph was taken, the Sheikh’s Room and its annexes must have been burned down or destroyed, as we can see the stone water tank (vault) behind the structure under the Sheikh’s Room. The Empire style stone cap can be seen in this picture rather than the thin, elegant lead cap in. Okçular Tekkesi’nin Keramet ve Metin Niğar tarafından yapılmış üçboyutlu bir restitüsyon denemesi de mevcuttur [Bkz. Resim: 8]. Ancak bu denemedeki Şeyh Odası ile Mimar Hikmet imzalı fotoğraf arasında önemli farklar gözlenmektedir. Bu nedenle eldeki belgeler ışığında yeni bir denemenin hazırlanmasının faydalı olacağı kanaatindeyiz. 1950’li yıllardan başlayarak Okmeydanı ve yakın çevresi yoğun bir işgal yaşamış, hızla gecekondu yağmasına uğramıştır. Bu gecekondulaşma döneminde özellikle tekkenin günümüze ulaşan kâgir bölümlerinin söküle- A three-dimensional restitution plan of the Okçular Tekke was made by Keramet and Metin Niğar (See: Picture 8). However, there is an important difference in the Sheikh’s Room from the photograph taken by the architect Hikmet. For this reason, we are of the opinion that it would be useful to prepare another trial in the light of the documents to hand. Starting from the 1950s Okmeydanı and the immediate vicinity experienced a rapid invasion from builders of shanty-towns. During this period, it is known that in particular the stone sections of the tekke which are still standing today 89 OKMEYDANI - OKÇULAR TEKKESİ / OKMEYDANI - OKÇULAR LODGE Perspektif / Perspective Kesit / Stage Zeminkat planı / Ground plan Vaziyet planı / Plan of site rek gecekondu yapımında kullanıldığı bilinmektedir. 2005 yılı içinde tekke ve çevresi gecekondulardan temizlenmiş ve bir bölüm alan koruma altına alınmıştır. Yazılı ve çizili belgeler ışığında yapılacak kazılarla bulunacak yapı kalıntıları tespit edilerek, Okmeydanı Tekkesi’nin yeniden yapımına ve İstanbul’un bu önemli spor alanının tekrar hayata kavuşması için gereken çalışmalara bir an önce başlanması gerekmektedir. Bu çalışmalar sırasında tekkenin hemen yakınında bulunan, sofasının bir bölümü moloz ile kapalı, merdiven korkulukları ve giriş bölümü ile kitabesi kayıp olmuş olan Okmeydanı Namazğahı’nın da onarılması ve yeniden toplumumuza kazandırılması gerekmektedir.13 were torn down and used to build shanties. In 2005 the shanties in the tekke and surrounding areas were torn down and one section was taken under protection. It is necessary that excavations in the light of written documents and drawings be carried out as soon as possible in order to identify the remains of the structure, and to rebuild the Okmeydanı Tekke, bringing this important sports area for İstanbul back to life. During this process it is necessary that the Okmeydanı Namazgahı, which was located immediately next to the tekke, the hall of which is covered in rubble, with the banisters and inscription on the entrance having been lost, be repaired and brought back to life. As can be seen, Okmeydanı is an important sports area that has a history stretching back more than 500 years. Today, the tekke is important not only from the organization of the near environment, but also has an important function for the region. Research should be carried out, and the subject should be investigated in a way that reminds us of the past, so that we can gain back a five-hundred year old sports arena for our country, construct a modern archery range in the near environment, and the tekke should be organized as an archery museum. Okmeydanı görüldüğü gibi 500 yılı aşkın önemli bir spor alanıdır. Bugün tekkenin yanı sıra çevreninde düzenlenmesi açısından bu bölgeye önemli bir fonksiyon yüklemek gerekecektir. Geçmişini anımsatır şekilde ülkemize 500 yılı aşkın bir süredir var olan bir spor alanını yeniden kazandırmak, hemen yakın çevresine modern bir ok poligonu inşa etmek, tekkeyi ok ve okçuluk müzesi olarak düzenlemek için araştırmalar yapmak üzerinde çalışılması gereken bir konudur. 90 Sultan III. Ahmed’in çocuklarının sünnet düğününü anlatan Surname albümü asıl adı Hüseyin olan, ancak genellikle Seyyid Vehbi adıyla anılan sanatkar tarafından çizilir. Surname’nin amacı yazılı olarak ifade edilen sünnet düğünü olaylarının, minyatürlerle de süslenmesidir. Bu albümün 12a ve 13a sayfalarında Okmeydanı’nda kurulan padişah çadırını gösteren minyatürlerin arka planında Okmeydanı Tekkesi de görülmektedir. The miniature albume named as Surname is about the circumcision feast of sons of Sultan Ahmed III. It is drawn by the artist Hüseyin who is known as Seyyid Vehbi. The aim of Surname is to figure the literature of the circumcision feast. Okmeydanı Lodge can be seen in these miniatures at the back of the Sultan’s tent in pages 12a and 13a. Surname 01 - Varak 12a; 16 Eylül 1720 günü Ok- Surname 02 - Varak 13a; 18 Eylül 1720 günü meydanı’nda Padişah Otağı’nın kuruluşu / Royal Okmeydanı’nda Padişahın Okmeydanı’na gidişi marquee in Okmeydanı, date 16 Sept. 1720 / Sultan enters the Okmeydanı in 18 Sept. 1720 Harita 2: Nedjib, Guide de Stamboul 1924 İstanbul Haritası’nda Okmeydanı / Okmeydanı in İstanbul map of 1924 - Dr. M. Sinan Genim Arşivi Perspektif / Perspective Harita 1: Mühendishane-i Hümâyûn’da, 1261 /1845’te hazırlanmış İstanbul Haritası’nda Okmeydanı (Dr. Sinan Genim Arşivi) / Okmeydanı in İstanbul Map printed in 1845 91 OKMEYDANI - OKÇULAR TEKKESİ / OKMEYDANI - OKÇULAR LODGE DİPNOTLAR: FOOTNOTES 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 Tursun Bey 1977; Barbaro 1976; Ducas 1956; Francis 1993; Kritovulos 2005 Müneccimbaşı Tarihsiz: I. 259 Ayverdi 1973: III. 480; İşli 2004: I. 259 Ayverdi 1973: III. 480 İşli 2004: I. 255 Uzunçarşılı 1984: I. 332; Ayverdi 1973: III. 480 Ayvansarâyî 2001: 413 Matrakçı 1537: 8b-9a Kuran 1986; Meriç 1965 Ayverdi 1973: III. 480; Ayvansarâyî 2001: 413 Surnâme 1720 İşli 2004: I. 260; Pakalın 1983: 722 Genim 1976: 147-155; Genim 1978: 339-345; Tiryaki 2004: I. 415-420 BIBLIOGRAPHY Tursun Bey 1977; Barbaro 1976; Ducas 1956; Francis 1993; Kritovulos 2005 1 Müneccimbaşı Tarihsiz: I. 259 2 1 2 Ayverdi 1973: III. 480; İşli 2004: I. 259 3 Ayverdi 1973: III. 480 4 İşli 2004: I. 255 5 Uzunçarşılı 1984: I. 332; Ayverdi 1973: III. 480 6 Ayvansarâyî 2001: 413 7 Matrakçı 1537: 8b-9a 8 Kuran 1986; Meriç 1965 9 Ayverdi 1973: III. 480; Ayvansarâyî 2001: 413 10 Surnâme 1720 11 İşli 2004: I. 260; Pakalın 1983: 722 12 Genim 1976: 147-155; Genim 1978: 339-345; Tiryaki 2004: I. 415-420 13 KAYNAKÇA 1- Ateş 1974 İbrahim Ateş [Haz], Ok Meydanı ve Okçuluk Tarihi, İstanbul, 1974 2- Ayvansarâyî 2001 Ayvansarâyî Hüseyin Efendi, Ali Sâtı’ Efendi/Süleymân Besim Efendi [Haz. Ahmet Nezih Galitekin], Hadikatü’l-Cevâmi, İstanbul Câmileri ve Diğer Dînî-Sivil Mi’mârî Yapılar, İstanbul, 2001 3- Ayverdi 1973 krem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mi’mârîsinde Fâtih Devri 855-886 [1451-1481], III, İstanbul, 1973 4- Barbaro 1976 Nicolo Barbaro [Çev. Şemseddin T. Diler], Konstantiniyye Muhâsarası Ruznâmesi, İstanbul, 1976, 5- Ducas 1956 Ducas [Çev. VL. Mirmiroğlu], Bizans Tarihi, İstanbul, 1956 6- Francis 1993 Francis [Çev. Kriton Dinçmen], Şehir Düştü, İstanbul, 1993, 7- Gaznevî 1676 Gaznevi Albümü, İÜK. T. 5461, v.25b 8- Genim 1976 M. Sinan Genim, “Mihraplı ve Minberli Namazgâhlara Bir Örnek”, Sanat Tarihi Yıllığı, 6, İstanbul, 1976, s. 147-155 9- Genim 1978 M. Sinan Genim, “Mihraplı ve Minberli Namazgâhlar”, Fifth International Congress of Turkish Art, Budapest, 1978, s. 339-345 10- İşli 1994 H. Necdet İşli, “Okçular Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, VI, İstanbul, 1994, s. 124 11- İşli 2004 H. Necdet İşli, “Okmeydanı”, Geçmişten Günümüze Beyoğlu, İstanbul, 2004, s. 253 - 281 12- Kritovulos Kritovulos [çev. Karolidi Efendi], İstanbul’un Fethi, İstanbul, 2005 13- Kunter 1938 Halim Baki Kunter, Eski Türk Sporları, İstanbul, 1938 14- Kuran 1986 Abdullah Kuran, Mimar Sinan, İstanbul, 1986 15- Matrakçı 1537 Matrakçı Nasuh, Mecmua-i Menazil, İ.Ü. Kitaplığı, T. 5954 16- Meriç 1965 Rıfkı Melûl Meriç, Mimar Sinan Hayatı, Eseri, Ankara, 1965 17- Münemcimbaşi Münemcimbaşı Ahmed Dede [çev. İsmail Erünsal], Münemcimbaşı Tarihsiz 18- Pakalın 1983 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1983, 3 Cilt 19- Pervititch Jacques Pervititch, Sigorta Haritalarında İstanbul, İstanbul, Tarihsiz 20- Surnâme 1720 Levnî, Surn âme-i Vehbî, Topkapı Sarayı Müzesi Kitaplığı, A 3593 21- Tanman 2004 M. Baha Tanman, “Tekkeler”, Geçmişten Günümüze Beyoğlu, İstanbul, 2005, s. 361-388 22- Tiryaki 2004 Yavuz Tiryaki, “Namazgâhlar”, Geçmişten Günümüze Beyoğlu, İstanbul, 2004, s. 415-420 23- Tursun Bey 1977 Tursun Bey [haz. Mertol Tulum],Târîh-i Ebü’l-feth, İstanbul, 1977 24- Uzunçarşılı 1984 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilatında Kapıkulu Ocakları I, Ankara, 1984 92 1- Ateş 1974 İbrahim Ateş [editor], Ok Meydanı ve Okçuluk Tarihi, Istanbul, 1974 2- Ayvansarâyî 2001 Ayvansarâyî Hüseyin Efendi, Ali Sâtı’ Efendi/Süleymân Besim Efendi [prepared by Ahmet Nezih Galitekin], Hadikatü’l-Cevâmi, İstanbul Câmileri ve Diğer Dînî- Sivil Mi’mârî Yapılar, Istanbul, 2001 3- Ayverdi 1973 krem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mi’mârîsinde Fâtih Devri 855-886 [1451-1481], III, Istanbul, 1973 4- Barbaro 1976 Nicolo Barbaro [translated by Şemseddin T. Diler], Konstantiniyye Muhâsarası Ruznâmesi, Istanbul, 1976, 5- Ducas 1956 Ducas [translated by V L. Mirmiroğlu], Bizans Tarihi, Istanbul, 1956 6- Francis 1993 Francis [translated by Kriton Dinçmen], Şehir Düştü, Istanbul, 1993, 7- Gaznevî 1676 Gaznevi Albümü, İÜK. T. 5461, v.25b 8- Genim 1976 M. Sinan Genim, “Mihraplı ve Minberli Namazgâhlara Bir Örnek”, Sanat Tarihi Yıllığı, 6, IstanbuI, 1976, pp. 147-155 9- Genim 1978 M. Sinan Genim, “Mihraplı ve Minberli Namazgâhlar”, Fifth International Congress of Turkish Art, Budapest, 1978, pp. 339-345 10- İşli 1994 H. Necdet İşli, “Okçular Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, VI, Istanbul, 1994, p. 124 11- İşli 2004 H. Necdet İşli, “Okmeydanı”, Geçmişten Günümüze Beyoğlu, Istanbul, 2004, pp. 253-281 12- KritovulosKritovulos [çev. Karolidi Efendi], İstanbul’un Fethi, Istanbul, 2005 13- Kunter 1938 Halim Baki Kunter, Eski Türk Sporları, Istanbul, 1938 14- Kuran 1986 Abdullah Kuran, Mimar Sinan, Istanbul, 1986 15- Matrakçı 1537 Matrakçı Nasuh, Mecmua-i Menazil, İ.Ü. Kitaplığı, T. 5954 16- Meriç 1965 Rıfkı Melûl Meriç, Mimar Sinan Hayatı, Eseri, Ankara, 1965 17- Münemcimbaşi Ahmed Dede [translated by İsmail Erünsal], Münemcimbaşı, undated 18- Pakalın 1983 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Istanbul, 1983, 3 volumes 19- Pervititch Jacques Pervititch, Sigorta Haritalarında İstanbul, Istanbul, undated 20- Surnâme 1720 Levnî, Surnâme-i Vehbî, Topkapı Palace Museum Brochure, A 3593 21- Tanman 2004 M. Baha Tanman, “Tekkeler”, Geçmişten Günümüze Beyoğlu, Istanbul, 2005, pp. 361-388 22- Tiryaki 2004 Yavuz Tiryaki, “Namazgâhlar”, Geçmişten Günümüze Beyoğlu, Istanbul, 2004, pp. 415-420 23- Tursun Bey 1977 Tursun Bey [prepared by Mertol Tulum], Târîh-i Ebü’l-feth, Istanbul, 1977 24- Uzunçarşılı 1984 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilatında Kapıkulu Ocakları I, Ankara, 1984 93 İSTANBUL’UN SUYOLU HARİTALARI / FLUME MAPS OF ISTANBUL AYASOFYA’NIN KAYIP KİTABESİ... Sinan CECO LOST INSCRIPTION HAGIA SOPHIA... Sinan CECO 94 AYASOFYA’NIN KAYIP KİTABESİ… LOST INSCRIPTION HAGIA SOPHIA... Sinan CECO* Sinan CECO* İstanbul’un en eski tanıklarından biri… Tam 1479 yaşında. Aslında bu büyük mabedin tarih içindeki yolculuğu daha erken başlamıştı: Büyük Constantinus’un İstanbul’u Roma İmparatorluğu’nun başkenti yapmasıyla inşa edilmeye başlanan Ayasofya için 532 tarihi bir dönüm noktası oldu. Nika İsyanı ile ayaklanan isyancılar aynı yerde ikinci defa inşa edilen Ayasofya’yı da ateşe verdiler. Hagia Sophia is one of the most ancient witnesses of İstanbul… 1,479 years old. Actually this grand temple’s journey through time started at an earlier date: The construction of Hagia Sophia began after Constantine the Great had conquered Byzantium and made it the capital of the Roman Empire; the year 532 was a turning point. During the Nika Riots, rebels set fire to the Hagia Sophia which had been earlier rebuilt in the same place. İsyanın bastırılmasından sonra Justinianus, Ayasofya’yı yeniden ve eskisinden çok daha büyük bir şekilde inşa ettirmeye karar verdi ve bugünkü Ayasofya’nın temelleri atıldı. O günden beri bu ihtiyar mabet, çok kez ayakta durabilmek için destek aldı ve çok kez onarım gördü. İstanbul’un, Osmanlı idaresine girmesi ise kentin kaderini değiştirdiği gibi aynı zamanda Ayasofya’nın da kaderini değiştirecekti… Once the rebellion was quelled, Justinian decided to rebuild Hagia Sophia once again; this time it was to be much larger and thus the foundations of today’s Hagia Sophia were laid. Since this time, this ancient temple has been supported and restored many times so that it will continue to stand. The destiny of not only İstanbul but also Hagia Sophia was to change greatly until both came under Ottoman control… Osmanlı’nın fetih geleneği gereği, fethedilen yerin en büyük mabedi, camiye çevrilir ve ihya edilirdi. Ayasofya’da da böyle oldu. Latin işgali ve As part of the Ottoman’s formal conquest tradition, the largest temple in the conquered area was turned into a sonrasındaki dönemlerde ihmal edilen ve bakımsız kalan bu yaşlı mabet mosque and renewed. This happened Ayasofya’da Bizans arkeolojisi çalışmalarının yanında yeniden ayağa kaldırıldı. Fakat Ayato Hagia Sophia. This temple, which Osmanlı arkeolojisi çalışmaları da yürütülmelidir. Bu eksofya, tarihi boyunca başından geçen was damaged and neglected during siklik nedeniyle bilinmeyen bir kitabenin izini gravürleren büyük onarımı 19. yüzyılda görethe Latin invasion and the followden sürmek zorundayız. cekti… ing period, was re-constructed. But Not only Byzantine archeology, but also Ottoman archeHagia Sophia would experience her ology needs to be carried out in Hagia Sophia. As this has Ayasofya’ya Fossati Dokunuşu greatest restoration in her history in not been the case, an inscription, which until today has 1837 yılında Rus Çarı tarafından İstanthe 19th century… gone unnoticed, can only be traced from an engraving. bul’a gönderilen Caspard Fossati’nin, Büyük Beyoğlu yangınında harap olan The Fossati Touch on Hagia Sophia Rusya Konsolosluğu’nu yeniden inşa In 1837, Gaspard Fossati was sent etmesi istenmişti. İlk defa bu iş için İsto İstanbul by the Russian czar and tanbul’a gelen Fossati, İstanbul’a gelasked to rebuild the Russian embasdikten sonra, bunun dışında da birçok sy, which had been destroyed in the iş aldı. Fakat Fossati’nin İstanbul’da Great Beyoğlu fire. Fossati originally gerçekleştirdiği en önemli proje, hiç came to İstanbul to carry out this şüphesiz, 1847-1849 yılları arasında task, but he was given many other gerçekleşen Ayasofya onarımıdır. jobs once he got here. His greatest 800 işçiyle tam iki yılda tamamlanan bu mission was most probably the rekapsamlı onarımın sonunda Ayasofya, construction of Hagia Sophia, which deyim yerindeyse yeniden doğmuştur. he carried out between 1847 and Bu onarım sırasında Ayasofya’daki sı1849. valar kaldırılmış ve sıvaların altında koIt is possible to say that as a result of runan mozaikler dahi incelenmiştir. İç this extensive reconstruction, which mekan anlayışında tamamen yeniliğe was carried out with 800 workers, gidilen bu onarım, Ayasofya’nın daha Hagia Sophia was reborn. During yüzyıllarca ayakta kalabilmesine yarthis restoration, the plaster in Hagia dımcı olmuştur. Sophia was removed and the mosaFossati, bu onarımı sırasında, sonraics were brought to light. This total sında ve öncesinde Ayasofya’nın bir renewal of what was considered to çok resmini çizmişti. Yaptığı bu çibe the interior was to help Hagia Sozimleri bir albümde derleyen Fossati, Ayasofya’nın üst galerisinden resmedilmiş olan gravürdeki kitabe /Engraving of the insphia to stand for centuries. bu çalışmasını Sultan Abdülmecid’in cription drawn from the upper gallery of Hagia Sophia * Araştırmacı *Researcher 95 AYASOFYA’NIN KAYIP KİTABESİ... / LOST INSCRIPTION HAGIA SOPHIA... desteğiyle 1852 yılında Londra’da yayınladı. Son derece önemli olan bu dev eser, Ayasofya ile ilgili yapılmış ilk kitap olma özelliğini de bünyesinde saklamaktadır. Ayasofya ile ilgili yayınlanmış ilk kitabın üzerinde Sultan Abdülmecid’in desteğini ifade eden ithafın bulunması bu eseri bir kat daha değerli kılmaktadır. Fossati Albümü’nde restorasyon öncesi ve sonrasına ait, aynı açıdan resmedilmiş iki adet gravür bulunmaktadır. Bu iki gravür yan yana getirilip incelendiğinde Fossati’nin yaptığı onarımın kapsamı gözler önüne serilmektedir. İç cephe kaplamaları tamamen yenilenmiş, dönemin zevkini yansıtan süslemeler kullanılmış, aydınlatma düzeni değiştirilmiş ve daha da önemlisi Ayasofya’daki yazı kompozisyonuna ait hat levhaları değiştirilmiştir. Daha önce 1651 yılındaki onarımda Teknecizade İbrahim Efendi’nin hazırladığı kare hat levhaları indirilmiş ve yerine Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin dairesel, dev hat levhaları yerleştirilmiştir. Fakat bu gravürler karşılaştırıldığında daha önce dikkatleri çekmemiş bir şey daha görülmektedir. Onarım öncesi gravür dikkatle incelendiğinde, mihrap tarafındaki yarım kubbenin içerisinde kare şeklinde bir çizim, belli belirsiz bir şekilde görülüyor. Gravürdeki Sır Neydi? Onarım öncesi gravürde belli olan çizim, onarım sonrası gravüre bakıldığında görülemiyor çünkü üzeri tamamen sıva ile kaplanmıştır. Onarım öncesine ait gravür dikkatle incelendiğinde bir takım harfler görülebiliyor. O halde, bunun bir kitabe olması yüksek bir ihtimal… Fakat bu bir kitabe ise, şimdiye kadar Ayasofya ile ilgili yapılmış yüzlerce araştırmada neden tespit edilemedi? Ayasofya ile ilgili araştırma yapan yüzlerce bilim adamının bu kitabeyi fark edememesi mümkün mü? Belki de Fossati, bu resmi çizerken hata yapmıştı veya kendi yorumunu katmıştı. Bu durum seyyahların çizimlerinde sıkça görülebilen bir şeydi. Fakat eğer burada bir kitabe varsa, ki yarım kubbenin nerdeyse tamamını kaplayan büyük bir kitabeydi bu, 1651 yılındaki onarıma ait olmalıydı ve büyük ihtimalle de Teknecizade İbrahim Efendi’ye ait bir hat levhası olmalıydı. Fakat neden hiç kimse bu kitabe hakkında tek satır yazmamıştı? Thomas Allom - Constantinople Ancienne et Moderne 96 1847 -1849 yılları arasındaki onarımın öncesine ait Caspard Fosatti albümü 29 numaralı gravür / Engraving number 2 1849, from Caspard Fossatti’s albume 29, which is drawn before the restoration between 1847- During, before and after this restoration of Hagia Sophia Fossati made many sketches of the building. Fossati compiled his drawings into a book and with the help of Sultan Abdülmecid had them published in London in 1852. This invaluable and great work was the first work prepared for Hagia Sophia. The dedication to Sultan Abdülmecid in the book adds even more value to this work. In Fossati’s album, there are two engravings drawn from the same perspective of the “before” and “after” of the restoration. If one examines these two engravings side by side, the extent of Fossati’s restoration can clearly be seen. The interior coverings were fully renewed, decorations that represented the taste of the era were used, the lighting system was changed and, most importantly, the calligraphy in the inscriptions in Hagia Sophia was altered. The calligraphy by Teknecizade Ibrahim Efendi which was used in the restoration carried out in 1651 was removed and Kazasker Mustafa Izzet Efendi’s gigantic circular calligraphy plates were hung in their place. Onarım sonrasına ait Caspard Fosatti albümü 30 numaralı gravür / Engraving number 30 from Caspard Fosatti albume, after the restoration But if one compares these engravings, something else that has not been realized before catches one’s eye. When the engraving of the “before” period is analyzed, one can see a vague square figure in the half dome on the side of the mihrab. What is the secret of the engraving? This figure which appears in the engraving of the pre-restoration state of the building cannot be seen in the “after” engraving, because it had been totally covered by then. If one examines the pre-restoration engraving carefully, some letters can be made out. Therefore, it is highly likely that this was an inscription … But if this was an inscription, why has it not been discovered during all the hundreds of studies carried out on Hagia Sophia? Is it possible that all these researchers did not notice this inscription in Hagia Sophia? Perhaps Fossati made a mistake in his drawing and put in his own interpretation. This is something that has often occurred in drawings by travelers. But, if there is an inscription which covered almost all of the half-dome, it must have dated to the 1651 restoration and was most probably a calligraphy inscription by Teknecizade İbrahim Efendi. But why has no one ever written anything about this inscription? D’Ohsson, Tablea General de L’empire Othoman, 1787 There is only one way to confirm the existence of this inscription; that is to analyze drawings made by travelers who were in İstanbul at earlier dates, and to analyze their works. If we can find the presence of this inscription in the drawings of travelers then this would be an important discovery about Hagia Sophia… 97 AYASOFYA’NIN KAYIP KİTABESİ... / LOST INSCRIPTION HAGIA SOPHIA... Bu kitabenin varlığını tespit edebilmenin tek yolu var. O da, daha önceki dönemlerde İstanbul’a gelmiş fakat birbirlerini tanımamış seyyahların Ayasofya ile ilgili yaptığı çizimleri incelemek… Eğer farklı dönemlerde Ayasofya’yı resmetmiş seyyahların çizimlerinde de bu kitabe görülebiliyorsa, bu Ayasofya ile ilgili yeni bir keşif olacak… Searching for the Lost Tablet… The search starts with an analysis of books by travelers written about Hagia Sophia which contain drawings made by these travelers or those ordered by the travelers. First, we need to explore the Hagia Sophia engravings in The Beauties of the Bosphorus, which was published in London in 1838, a work by Julia Pardoe, the famous English writer who visited Istanbul for the first time in 1835. Among the illustrations by William Henry Bartlett, there is an engraving of the interior of Hagia Sophia. In this work, which was painted from the upper gallery of Hagia Sophia, we can see three dervishes in the front, the huge dome of Hagia Sophia, and the mihrab in the back. If we look at the half dome from the direction of the mihrab, it is possible to discern a square form that has some writing on it. But as long as we cannot read the writing in the shape than whether or not this is an inscription cannot be ascertained. However, this clue strengthens the possibility that such an inscription existed. Kayıp Kitabenin Peşinde… İşe, Ayasofya ile ilgili çizim yapmış veya yaptırmış seyyahların yayınlanmış kitaplarını inceleyerek başlamak gerekiyor. İlk olarak 1835’te İstanbul’u ziyaret eden ünlü İngiliz edebiyatçı Julia Pardoe’nun 1838’de Londra’da yayımlanan eseri, The Beauties of the Bosphorus’taki Ayasofya gravürlerini incelemeliyiz. William Henry Bartlett’e çizdirilen bu resimlerin içinde, Ayasofya’yı iç mekandan tasvir eden bir gravür bulunuyor. Ayasofya’nın üst galerisinden resmedilmiş bu görüntüde, ön planda üç derviş görülürken arka planda Ayasofya’nın dev kubbesi ve mihrap yönü görülebilmekte. Hemen mihrap yönündeki yarım kubbeye doğru dikkatli bir bakış attığınızda kare formda ve içinde yazıların olduğunu düşündüğümüz bir şekil buAnother important work that we lunuyor. Fakat kitabe olduğunu can analyze is the work that indüşündüğümüz bu şeklin içindeJulia Pardoe, The Beauties of Bosphorus cludes the drawings of Thomas ki yazıları okuyamadığımız sürece, kesin bir kanıta ulaşabilmiş sayılamayız. Ancak bu delil, kayıp kitabe- Allom. In the engraving that he made of the lower gallery of Hagia Sophia, we see people performing the prayer. If we explore the half-dome nin var olma ihtimalini daha da güçlendirmekte. İncelememiz gereken bir diğer önemli eser ise Thomas Allom’un çizim- depicted in the engraving once again, we can see the existence of an lerini içeren çalışması. Ayasofya’nın alt galerisinden resmedilmiş bu gra- inscription; it is actually much clearer than in the previous engraving. vürde de ön planda insanlar namaz kılarken tasvir edilmiş. Bu gravürde However, unfortunately the letters are illegible, but at least now we have tasvir edilmiş yarım kubbenin içine baktığımızda diğer incelediğimiz gra- established the existence of the inscription … vürlerdeki gibi, hatta daha net bir şekilde, bir kitabenin var olduğu görülebiliyor. Fakat ne yazık ki kitabenin içindeki yazılar bu gravürde de okunamıyor. Ancak kitabenin varlığı büyük ölçüde kanıtlanmış durumda… Sonuca Doğru… İncelememizi biraz daha derinleştirerek, 18. yüzyılın sonlarında D’Ohsson tarafında kaleme alınmış ve 1787 yılında Paris’te yayınlanan, Tableau General de L’Empire Ottoman isimli eseri inceliyoruz. Bu eserde de Ayasofya’nın üst galerisinden resmedilmiş bir gravür bulunuyor. Peşinde olduğumuz kitabe, bu gravürde oldukça belirgin bir şekilde görünüyor ve yazıları da diğerlerine göre oldukça okunaklı. 98 The Result… To take our study deeper, we can analyze the work Tableau General de L’Empire Othoman written by D’Ohsson at the end of 18th century, published in 1787 in Paris. In this work there is an engraving drawn from the upper gallery of Hagia Sophia. The inscription we are searching for can be clearly seen in this engraving, and the writing is fairly legible. Deciphering this extremely complex inscription is very difficult. But once we analyze it more deeply we realize that this is a verse from Qur’an: the 35th verse of the Sura al-Nour: “Allah is the Light of the heavens and the earth. The Parable of His Light is as if there were a Niche and within it a Ayasofya Müzesi / Hagia Sophia Museum Son derece karışık bir şekilde istif edilmiş bu yazıyı okumak oldukça güç. Ancak dikkatle incelendiğinde bunun Kur’an-ı Kerim’den bir ayet olduğu ortaya çıkıyor: Nur Suresi’nin 35. Ayeti… Lamp: the Lamp enclosed in Glass: the glass as it were a brilliant star: Lit from a blessed Tree, an Olive, neither of the east nor of the west, whose oil is well-nigh luminous, though fire scarce touched it.” “Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne Doğu’ya, ne de Batı’ ya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur.” Once we know the actual verse of the inscription, the reason why Fossati covered this tablet in the half-dome can be clearly understood. This verse was also being written by Kazasker Mustafa İzzet Efendi, who was preparing the inscriptions for Fosatti’s restoration, for the main dome of Hagia Sophia. Therefore, the same verse that existed in the half-dome was being prepared for the main dome, and to avoid the same verse being present in two places, the earlier inscription was covered with handdrawn ornamentations. Yarım kubbe üzerindeki kitabenin Fossati onarımı sırasında kaldırılmasının nedeni de kitabe üzerindeki ayetin okunmasıyla anlam kazanıyor. Zira bu ayet, Fossati onarımında mabedin yazı kompozisyonunu hazırlayan Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından Ayasofya’nın ana kubbesi üzerine yazılmıştı. Yani yarım kubbe üzerindeki ayet, ana kubbe üzerine yazılmıştı ve aynı ayetin iki farklı yerde bulunmaması için yarım kubbedeki kitabenin üzeri sıvayla kaplanıp, kalem işiyle süslenmişti. Bu araştırma da gösteriyor ki, Ayasofya’daki Bizans arkeolojisi çalışmalarının yanında Osmanlı arkeolojisi çalışmaları da yürütülmelidir. Şimdiye kadar hakkında tek satır bilginin dahi bulunmadığı bu kitabenin, farklı dönemlerde resmedilmiş gravürler yoluyla tespit edilebilmesi de görsel kaynakların ne denli önemli olduğunu göstermektedir… What this shows us is that Ottoman archeological studies should be carried out in addition to Byzantine archeological studies for the restoration of Hagia Sophia. The discovery of this tablet, which has never before been noticed in engravings painted at different eras, demonstrates the importance of visual sources… 99 MEHMET AKİF ERSOY ŞİİRİNİN SOSYAL KODLARI ÜZERİNDEN ŞEHİRLEŞME / URBANIZATION THROUGH SOCIAL CODES IN THE POETRY OF MEHMET AKİF ERSOY MEHMET AKİF ERSOY ŞİİRİNİN SOSYAL KODLARI ÜZERİNDEN ŞEHİRLEŞME Adnan ÖZER URBANIZATION THROUGH SOCIAL CODES IN THE POETRY OF MEHMET AKİF ERSOY Adnan ÖZER 100 MEHMET AKİF ERSOY ŞİİRİNİN SOSYAL KODLARI ÜZERİNDEN ŞEHİRLEŞME URBANIZATION THROUGH SOCIAL CODES IN THE POETRY OF MEHMET AKİF ERSOY Adnan ÖZER* Adnan ÖZER* Elimde tek bir nüshası kalmış derginin 18. sayfasında karakalem bir port- The charcoal portrait on page 18 of the sole copy of a magazine is lookre bana bakıyor. Kerli ferli bir adamın hüzünlü hali şimdi iyice sararmış ing at me. The distinguished white-haired gentleman has a melancholic kağıtta; bizden de bir hatıra olarak kaldığını bilmeden öylece duruyor... attitude; he stands on the by now well-yellowed page, unaware that he Akif bu. Biz, aynı yaşlarda bir grup şair öyle derdik. Nasıl “Nazım” dersek, is only a memory for us… This is Akif. At least, that’s what we, a group öyle. Nazım dediğimiz Nazım Hikmet, “Bilmem nasıl anlatsam, Âkif bü- of writers who are now at the same age, used to call him. As we said yük şair, inanmış adam ” (6 Kasım 1946 tarihli Ses dergisinde Kurtuluş “Nazım”. “Nazım” was Nazım Hikmet; we were spurred on by his verse “I Savaşı Destanı’nın “Destan” adıyla yayımlanan bölümüne bakılabilir) de- do not know how to describe Akif; a mighty poet, a believing man?” (You mişti ya; ondan cesaret alırdık. Türk şiirinin içinden içinden konuşan ka- can find this in Ses magazine, October 6, 1946, in the section entitled rizmatik kanaat önderlerinin bu tarz isim zikretmelerine de özeniyor olu- Kurtuluş Savaşı Destanı For Liberty War “Destan”). I have to admit that we envied the charismatic leaders of opinşumuzu itiraf etmek gerekir. O da var… Gençion, with their deep voices, who used names liğin verdiği küstahlık da var. Ancak başka bir Mehmet Akif’in doğduğu, “kuralsız nazım” like this. That was part of it… the other was şey daha vardı; onların halkçı kişilikleri arasınşeklinde yaşadığı ve yine o şekilde şiirleştirthe insolence of our youth. But there was da bir bağlantı kurmaya çalışırmışız meğer. O diği İstanbul’da onun edebi varlığını gösteone more thing; it seems that we were tryzamanın hislerini bugün böyle yorumluyorum. recek “evler”, anıtsal köşeler, kurumsal yapılar, nesneler, tasarımlar nerede?! ing to find a connection between their popuÇıkarttığım ilk dergi olan Üç Çiçek’in birinci salist identities. At least, that is how I interpret Where are the designs, the objects, the yısında (Mayıs, 1983) Cemil Yener’in “Mehthose feelings today. institutional structures, the monumental met Akif Üzerine Düşünceler” başlıklı bir yazıcorners, the “houses” in which Mehmet In the first issue of the first magazine I pubsı yer aldı. Sözünü ettiğim karakalem portre de Akif was born, which demonstrate his lished, Üç Çiçek (Three Flowers) (May 1983), o yazının hemen üstündedir. Çizeri o zamanliterary existence in Istanbul, where he an article titled “Mehmet Akif Üzerine Düşünlar gencecik bir Akademi öğrencisi olan Artin lived in “irregular verse” and poetized in celer” (Thoughts on Mehmet Akif), by Cemil Demirci’dir. Artin şimdi tanınmış bir ressam… the same style?! Yener was published. The charcoal portrait Sıkı da bir solcu olan Artin, ‘Ben Ermeniyim, I have mentioned was positioned above this bana ne Mehmet Akif Ersoy’dan’ demedi. Bu, article. The artist was Artin Demirci, who was a young Fine Arts student bendenizin“bağlantı” hakkındaki yorumunu güçlendiriyor olsa gerek… Academician back then. Now he is a well-known painter… as a strict supCemil Yener yazısına şöyle başlıyordu: “Akif’i (bakın yine “Akif”) seveporter of left-wing politics Artin did not say “I am an Armenian, I do not rim, ona içtenlikli bir saygı da duyarım. Erdemli kişiydi. En güzel bulducare about Mehmet Akif Ersoy.” This merely strengthens my interpretağum şiirleri, dinsel coşku ile yoğurduğu yakarılarıdır. Secde, Leyla, Hiction of the “connection”… ran, Gece vb. yabancı sözcükler ve tamlamalarla yazıldıkları için, gençler okuyamazlar onları. Bu şiirler insalcıldırlar, kabına sığmayan, coşup kaba- Cemil Yener started his article as follows: “I like Akif (again we see the ran özlemlerin çığlıkları gibi gelirler bana. Öğütlü koşuklarını soğuk bulu- name “Akif”), I also sincerely respect him. He was a virtuous man. My rum.” Yener, ileriki paragraflarda şöyle bir eleştiride bulunacaktır onun favorite poems by him are those that were written with religious enthuiçin: “Akif ne gerici ne de tutucudur. Bütün sorun, sınırlı bir ortamda, sıkı siasm. Secde, Leyla, Hicran, Gece, etc. were written with foreign words bir güdüm altında yetişmesiyle, çağının ilerici aydınlarının bilgilerine ya- and phrases, thus making it difficult for young readers to understand bancı olmasından doğar. Bunun sonucu olarak doğu dünyası içine ka- them. These poems are humanistic and exultant; to me it is if an enthusipanır. Devrimlere, eski ve yeni birçok kurumlara, kişilere karşı hoşgörü- astic longing screams out. I find his advisory ballads cold.” süz ve sert tutumu, düşünülerindeki biteviyelik, öğütlerindeki yineleme- In the next paragraph Yener makes the following criticism of the poet: ler hep bir darlığın, bu tek yönlü bilginin sonucudur. Yaratılış bakımından “Akif is neither obscurantist nor conservative. The whole problem is that yumuşak huylu olmasına karışın, eski-yeni her insanı ve kuruluşu ağır bir he had been raised in a restricted environment with strict guidance and dille kınar.” Eleştiri bir yana yazarın empati çabası görülüyor. thus he is not familiar with the progressive intelligentsia. It is as a result Bu “bağlantı” hissiyatı ve empati çabasının bir bedeli olacaktı elbet. Mehmet Akif-Tevfik Fikret zıtlaşmasını aydınlanmacı savaşın önemli muharebelerinden biri olarak gören çevre bundan hoşlanmadı. “Biz edebiyattan ahlaki, içtimai bir faide bekleriz” diyen Mehmet Akif’in bu şiarı, 1940’lı yıllardan bu yana gelen halkçı, halkçı-toplumcu, toplumcu-gerçekçi eğilimlerin şiar edindikleriyle, yakınlıktan da öte bir benzerlik taşıyordu. Eski of this that the Eastern world became introverted. The result of this unidirectional thought was his intolerance and harsh feelings towards revolutions, many institutions, both old and new, and some individuals; it also led to conformity in his thoughts and there was always a narrowness in his advisory reiterations. Despite his innate gentle character, he condemned every old or new personage and institution.” Alongside this criti- * Şair * Poet 101 MEHMET AKİF ERSOY ŞİİRİNİN SOSYAL KODLARI ÜZERİNDEN ŞEHİRLEŞME / URBANIZATION THROUGH SOCIAL CODES IN THE POETRY OF MEHMET AKİF ERSOY sözcükler kullanılmıştı, o kadar. Akif, “Sanat, sanat için değil, hayat için” diye veciz bir ifadeyle aydınlanmacı düşüncenin sanatı kutsallaştırmasına karşı, daha çıplak insani bir tutum ileri sürüyordu. 1979 yılında (hangi aydı şimdi anımsayamıyorum) Bulgaristan Türklerinden edebiyat araştırmacısı ve eleştirmen İbrahim Tatarlı ile Asım Bezirci’nin sohbetine (tartışma da denilebilir) kulak misafiri olmuştum; Sanat Emeği dergisinin Cağaloğlu Klodfarer sokaktaki bürosunda (o zamanlar haftalık ücretle dergi çırağıyım). Tatarlı bir toplantı için Türkiye’de idi. Asım Bezirci, toplumculuk bahsinde onun cömert değerlendirmelerde bulunmuş olduğundan yakınıyordu; bir ara Halide Edip Adıvar’ı da bu bahiste görüp görmediğini sordu, “Evet, toplumcu dairede görüyorum,” yanıtını alınca da, “Üstat, siz o zaman Mehmet Akif’i de o dairede görürsünüz…” şeklinde şayanı hayret bir edada söylendi. “Tatarlı’nın yanıtı “Tabii, Akif de var,” oldu. Tatarlı, Cumhuriyet’in bazı elitlerinin “ulusçuhalkçı” programatik çerçevesindeki toplumculuğu ile Mehmet Akif’in toplumculuğunu ayrı tutuyordu. Onunkisi kelimenin saf anlamıyla bir halkçılıktı Tatarlı’ya göre. Mehmet Akif’in halkçılığı sol muhitte zaman zaman raftan indirilen bir sorunsal olarak kaldı. Doğrusu “el yakan” bir konuydu. Şairimizin tartışılmaz Müslüman kimliğinin yanı sıra şiirlerindeki “ırk” ve “millet” vurguları yaklaşanı yargıların soğuk merkezine gönderiyordu. Ondaki “çıplak insani tutumu” değerlendirebilecek bir pedagojinin geliştirilmiş olması gerekiyordu. Bugün bu pedagoji için adım atılabilir. Hatta, daha da ileriye giderek bir teolojinin geliştirilmesi gerektiğini ileri sürebiliriz. Pedagoji de teoloji de özgürleşme ve insanileşme temelli olmalı. Toplumun, halkın bağrından çıkmış, seçkinleşme yerine (bunun için her türlü imkânı mevcuttu) insan, kişi Akif olarak kendinde bir asaleti seçmiş, imanlı, cömert, adanmış şairimizi gerçekten anlayabilmemizin yolu da budur. Akif’in, kendi edebiyat anlayışı için ortaya koyduğu “milli, hakiki, insani” dizgesindeki “milliği”, “hakikiliği” ve “insaniliği” felsefi tasavvurdan yoksun, mitik-muhafazakar söylemlerden ve “çağdaş kültür eleştirisi” adına oluşturulmuş yargılardan böylece uzakta tutabiliriz. İbrahim Tatarlı’nın o günlerde boyumu aşan değerlendirmesi üzerine ara ara düşünmüşümdür. Miguel de Unamuno’nun (1864-1936) modern dünyanın İspanyol milletinin benliğine (espanolizacion) saldırısı karşısında sağ elini kalbine koyarak “İspanya ağrıyor” deyişi vardır. Mehmet Akif’e de yakıştırırım. Onun Katolik-halkçılığı “Avrupalılaşmaya” (europeizacion) karşıydı. Dindarlığıyla birlikte sosyalistti ve o yıllar desteklediği sosyalist programın hem dinde gerçek bir reform yapacağına hem de Marksist dogmaları aşacağına inanıyordu. Görüldüğü üzere, bazı benzerlikler var. Analoji gayreti içinde olmadığımı söylemeliyim, yalnızca bazı benzerliklere dikkat çekmek istedim. Sade yaşam, medeniyet sorgulaması, dindarlık, dürüstlük, sözünü sakınmamak, bir de İncil üzerine çalışmaları var. Bunlar Akif bahsinde bize tanıdık geliyor. Portekiz milletinin pagan Lusitanya’yı yeniden şahlandırması gerektiğine inanan Fernando Pessoa (1888-1935) “Tütüncü Dükkanı” (Tabacaria) adlı uzun şiirinde modern dünyaya Lizbon kuytusundan savaş açar. Halkçılıktan olduğu kadar dindarlıktan da zerrece hazzetmeyen Pessoa ile Mehmet Akif’in aslında hiç bir benzerliği yoktur. Portekiz milletinin mo- 102 cism, we can see that the writer made an effort to empathize. Of course there is a price for this feeling of “connection” and empathy. Those who saw the conflict between Mehmet Akif and Tevfik Fikret as an important battle in the war of enlightenment did not approve of these sentiments. Mehmet Akif’s slogan “We want moral, societal benefits from literature” carries a similarity that is more than just a connection to the slogans of the populist, populist-socialist and socialist-realist currents of the 1940s. The difference was that he used old words; that is all. Akif put forward a more naked humanistic attitude with concise expression like: “Art not for art’s sake, but for the sake of life” – this was in conflict with enlightened thought about the sanctification of art. In 1979 (I cannot remember the month right now) I overheard a conversation (or we could say argument) between a Bulgarian Turk, the literary researcher and critic, İbrahim Tatarlı, and Asım Bezirci; they were in the office of the magazine Sanat Emeği (The Labor of Art) located in Cağaloğlu, Koladfarer Street (I was an apprentice on a weekly wage at that time). Tatarlı was in Turkey for a meeting. Asım Bezirci was complaining about his generous evaluations of socialism; at one stage he asked if Tartarlı thought Halide Edip Adıvar could be included in this group or not. Tartarlı answered: “Yes, I consider her to be in the socialist circle,” Bezirci, astonished, replied: “Then you must consider Mehmet Akif to be in that circle too…” Tatarlı’s reaction was “Of course, Mehmet Akif is there, too.” However, Tatarlı separated the socialism of the “nationalist-populist” programmatic approach of some of the elite from Mehmet Akif’s socialism. According to Tatarlı, his socialism was populism in the pure meaning of word. For the left wing, Mehmet Akif’s populism remained a problematic on the shelf, only to be taken down from time to time. Indeed, it was a subject that “burned their hands”. In addition to the poet’s emphasis of his Muslim identity in his poems, reference to his “race” and “nation” cooled off the feelings of those approaching him from this aspect. It was necessary to develop a pedagogical approach to evaluate his “bare humanistic attitude”. Today, new steps in this direction can be taken. We can even carry it to a new level and suggest that a new theology must be developed. Both pedagogy and theology must be based on liberation and humanization. Akif comes from the heart of society, the community; this is how we should understand our poet, who, instead of becoming exclusive (he had every opportunity to do so), chose being noble; this is a religious, generous, dedicated Akif. In this way, we can differentiate between the “national, genuine and humane” terms Akif stated in his poems from the absence of philosophical visions, mythical-conservative discourses and judgments made under the name of “contemporary cultural criticism” I sometimes think of the assessment that İbrahim Tatarlı made of the poet; at that time, it was beyond my understanding. When faced by the attack of the modern world on Spanish nationalization (espanolizacion) Miguel de Unamuno (1864-1936) put his right hand on his heart and said “Spain is hurting.” I associate this with Mehmet Akif. Miguel’s Catholic-populism was opposed to “Europeanization” (europeizacion). He was a Socialist who was also religious, and he believed that the Socialist program, which he had supported throughout these years, would carry out a true reform in the religion, while also going be- dern destanı olan Mesaj (Mensagem) şiiri de ulturaist tarzı ve anlayışıyla Akif’in tarz ve anlayışından uzaktır. Bu iki örneği vermemin bir sebebi var. İspanya ve Portekiz modernleşmeleri, Yunanistan örneğinde olduğu gibi Avrupa’da gecikmiş modernleşmelerdir. Bu kültürlerin Avrupa’nın uçlarında (bu anlamda) yaşadıkları deneyimde pek çok benzerlikler bulunabilir. Demokrasi ve anasaya süreçleri ortadadır. Kültür meseleleri bakımından İspanya ve Portekiz, Yunanistan’a nazaran “muhafazakarlığın” gereklerini daha çok yerine getirmişlerdir. Edebiyatta burjuva kamusal alanına geçilirken sağlam bir kurumsal yapı vardı buralarda. Bu varlık onların, XX. yüzyılın son çeyreğinde kavuştukları demokrasi ile birlikte Avrupa’da birer edebiyat ülkesi olarak yıldızlaşmalarını sağladı. Çeyrek yüzyıldır şehircilik ile edebiyat varlığını etkileşimli olarak yürütme projeleri geliştiriyor ve uyguluyorlar. Son olarak kentsel dönüşümde edebiyat varlığı ve ortamını hem zemin hem de önemli bir vektör olarak kabul eden yaklaşımları ve buna uygun projelendirmeleri haber edelim. yond the Marxist dogma. As one can see, there are some similarities. Let me say that I do not intend to make analogies; I only want to draw attention to the similarities. A simple life, the questioning of civilization, religiosity, honesty, outspokenness, and studying a religious text; these are points of similarity with Akif. Fernando Pessoa (1888-1935), who believed that it was necessary for pagan Lusitania to rise once again, waged a war against the modern world from his snug position in Lisbon in the long poem “Tobacco Shop” (Tabacaria). Pessoa was content with neither populism nor religion, therefore we can draw no resemblance between him and Mehmet Akif. Moreover, the Portuguese modern legend, Message (Mensagem) is far from Akif’s style and approach with its ultraist style and approach. There is a reason why I have given these two examples here. The modernization of Spain and Portugal were delayed modernizations in Europe, just like that of Greece. Many similarities, in terms of their experiences in Europe on the edge (in this sense), are to found among these cultures. Miguel de Unamuno Müze Evi, şair Their democracy and the basic prove filozofun doğduğu ve üniversicess of law are obvious. In comparite rektörlüğüne dek yükseldiği şehir son to Greece, Spain and Portugal olan Salamanca’da Kitapçılar Cadrestricted their “conservatism” to culdesi’nde bütün ihtişamıyla karşımıza tural grounds. There was a well-supçıkacaktır. XVIII. yüzyılda barok stilported organizational structure for de inşa edilen bu yapı 1950’li yıllarliterature to get into the bourgeois da restore edilerek müze eve dönüşpublic sphere. This enabled them to türülmüş. become stars among literary counFernando Pessoa Müze Evi, XX. yüztries in Europe when they obtained yılın edebiyat fenomeni olarak bidemocracy in the last quarter of the linen (81 değişik isimle eser verdi20th century. For a quarter of a cenği ortaya çıkmıştır) şairin son on beş tury they developed and applied imyılını geçirdiği Campo de Ourique plementation projects that would semtinin Cuelho de Rocha caddesincontinue the interactive existence of de bir sanat-edebiyat merkezi olarak urbanism and literature. In conclufaaliyet göstermektedir. sion, let me reiterate the existence Salamanca biraz da Unamuno’dur, of a literature in the urban transforMehmet Akif Ersoy her yerinde vardır o. Lizbon’da ise mation and its approaches, which are Pessoa daha baskın bir şekilde kendini gösterir, popüler kültür malzeme- seen to be both the basis and an important vector. si oluncaya bir aşırılık,; yer gök Pessoa’dır. Miguel de Unamuno’s Museum House is in Salamanca, Bookshop Street; Biz Mehmet Akif’in Hacettepe Üniversitesi Merkez Kampüsü’nün içinde- this is where the poet and philosopher was born and lived until he beki Müze Evi’nin karşısına ancak 2003 yılında şairimizin bir büstünü kon- came chancellor of the university. This 18th-century Baroque style house durabildik. Onun Kurtuluş Savaşı yıllarında bir süre ikamet ettiği (o za- was transformed into a museum in 1950. manlar Taceddin Dergahı idi) bu yapının onarımı 1982 yılında akıllara Fernando Pessoa Museum House is in the Campo de Ourique district, düşmüştür. Müze Ev’de şairimize ait cep saati, gözlük, tespih, tüfek ve on Cuelho de Rocha Street and functions as an art-literature center. The büyük şairin yüzünün kalıbı teşhir edilmektedir; o kadar. Müze Ev kriter- poet, considered to be a 20th-century literary phenomenon (it was dislerine ne kadar uygun; artık siz düşünün. covered that he created works under 81 different names), spent the last Kültür Bakanlığımızın yenilerde ortaya attığı konsepte göre Ankara Altındağ Hamamönü’nde adına bir kütüphane açıldı. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın açılışta yaptığı konuşmada şu sözleri çarpıcıdır: ‘’Orayı müze gözüyle görmeyin, henüz bir başlangıç yapılıyor. Daha raflar boş. Benim fifteen years of his life here. Salamanca is equal to Unamuno in a way; he is to be found everywhere. But Pessoa appears in a more dominant form in the city of Lisbon, even to the extent of becoming an instrument of popular culture; Pessoa is everywhere. 103 MEHMET AKİF ERSOY ŞİİRİNİN SOSYAL KODLARI ÜZERİNDEN ŞEHİRLEŞME / URBANIZATION THROUGH SOCIAL CODES IN THE POETRY OF MEHMET AKİF ERSOY 104 şahsen görmek istediğim çok sayıda kitap henüz raflarda yok, ama bir başlangıç yapıyoruz.” Şaka gibi… Mehmet Akif’in doğduğu, “kuralsız nazım” şeklinde yaşadığı ve yine o şekilde şiirleştirdiği İstanbul’da onun edebi varlığını gösterecek “evler”, anıtsal köşeler, kurumsal yapılar, nesneler, tasarımlar nerede?! Şimdinin Vatan Caddesi’ne düşen Sarıgüzel’in Sarı Nasuh sokağındaki babaocağı, okulu Halkalı Baytar Mektebi, Beylerbeyi’ndeki evi, Nişantaşı Sıhhat Yurdu, Prenses Halim Yalısı, yine Prenses Halim’in Alemdağı’ndaki Baltacı çiftliği, Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı… neredeler/ne haldeler bunlar..?! Unamuno ve Pessoa’nın kahve içtikleri mekânlar onların anısına göre düzenlenmiştir. Akif’in ünlü şiirindeki “Mahalle Kahvesi” nerededir/ne haldedir..? Lizbon Belediyesi 90’lı yıllarda “Fernando Pessoa’nın Adımlarıyla Lizbon” adıyla bir şehir monografisi ve rehber özelliğinde bir kitap yayımladı. Akif, “İstanbul’da ikamet etmediğim semt kalmadı” demiş ya, Pessoa’nın onun haline uygun benzer bir sözü var: “Lizbon’da geçim telaşıyla oradan oraya savruldum”. Akif’in bir de yürüyüşçülüğü var (gençliğinde sporcudur); Beşiktaş’tan Çapa’ya, Beylerbeyi’nden Vaniköy’e, yağmur çamur kar demeden yürüyüşleri, Neyzen Tevfik’le İstanbul’u arşınlamaları… Bunlar dönem arkadaşlarının hatıratından okuduklarımızdır. Aslında başeseri Safahat’ta böyle bir “okuma” yapılabilir. “Safahat’a Göre İstanbul Gezisi” çok mu fantastik gelir, ey muhafazakarlar..?! “Mehmet Akif’in Adımlarıyla İstanbul” kitabını gerçekleştirmemiş bir İstanbul şehirciliği için de söylenecek söz Sayın Ertuğrul Günay’ın itirafında olsa gerektir; “bir başlangıç (!)”. 2011, Mehmet Akif Ersoy yılı olarak ilan edildi. Bunu bir başlangıç kabul edip, İstanbul’da şairimize yakışan kültürel-edebi şehircilik çalışmaları için bir an önce kollar sıvanmalı… We were only able to place Mehmet Akif’s bust in the central campus of Hacettepe University, opposite his Museum House, in 2003. The restoration of this building, known as Taceddin Dervish Lodge, one in which he stayed for a period during the War of Independence, was first proposed in 1982. In the Museum House, our poet’s pocket-watch, glasses, tesbih, rifle and a plaster replica of our poet’s face are on display; that’s all. It is up to you to decide how well these articles are in keeping with the criteria of a Museum House. According to a proposal put forward by the Ministry of Culture, a library named after Mehmet Akif Ersoy was opened in Ankara, in Altındağ Hamamönü. The minister of culture, Ertuğrul Günay, uttered the following significant words at the opening: “Do not look on here as a museum; this is just a beginning. The shelves are still empty. Most of the books that I personally would like to see here are not on the shelves yet; but this is just a beginning.” They must be joking… Where are the designs, the objects, the institutional structures, the monumental corners, the “houses” in which Mehmet Akif was born, which demonstrate his literary existence in İstanbul, where he lived in “irregular verse” and poetized in the same style?! Sarıgüzel’s family home in Sarı Nasuh Street, which has become Vatan Avenue today, his school, Halkalı Veterinarian School, his house in Beylerbeyi, the Health Home in Nişantaşı, Princess Halim Riverside Home, again Princess Halim’s Baltacı Farm in Alemdağ, Mısır Apartment in Beyoğlu… where are they/and in what kind of condition are they in…?! The shops in which Unamuno and Pessoa took a coffee break have been restored in their memory. Where is the “Mahalle Kahvesi” which appears in Akif’s famous poem…? The Lisbon city government published a city monograph and guide book in the 90s called “Lisbon in the Footsteps of Fernando Pessoa”. Akif said “There is no place in İstanbul in which I haven’t lived.” Pessoa has a similar saying: “I rushed here and there around Lisbon to make a living.” Then there is Akif’s walking (he was a sportsman in his youth); he walked from Beşiktaş to Çapa, from Beylerbeyi to Vanikoy, not minding the rain or snow, walking throughout the city with Neyzen Tevfik… We can read about this in the memoirs of his friends. Actually, we can also find such information in his main work “Safahat”. Does a “Tour of İstanbul according to Safahat” sound so fantastic to the conservatives…?! For an İstanbul urbanism that is deprived of the book “İstanbul in Mehmed Akif’s Footsteps” the only thing I can do is to repeat Ertuğrul Günay’s words: “this is a beginning (!)” 2011 has been designated the year of Mehmet Akif Ersoy. In order for this to be a start, we must prepare cultural-literal urbanism studies that are worthy of this invaluable poet of İstanbul… 105 LOCATION İSTANBUL MEKÂN HORHOR BİTPAZARI 1981 yılında Kuledibi’ndeki yangından sonra Kuledibi Bit Pazarı esnafı, Aksaray’da aslında ilkokul olarak inşa edilen bugünkü çarşılarına taşındı. Horhor Bitpazarı adlı, antikacılardan meydana gelen bu çarşı 214 dükkandan oluşuyor. Avrupa’da ikinci bir örneği bulunmayan Horhor Bitpazarı’nı sanat ve iş dünyasının önde gelen isimleri sık sık ziyaret ediyor; bununla birlikte çarşıda her keseye uygun eser bulmak mümkün. Horhor, Aksaray (Fatih) adresindeki çarşının gizemli havası, yerli yabancı tüm ziyaretçileri adeta büyülüyor. 108 THE HORHOR FLEA MARKET After the 1981 Kuledibi fire, the tradesmen of the Kuledibi Flea Market moved to the market place where the Flea Market is still located today; this structure in Aksaray which was originally designed as a primary school. This market, which includes areas ranging from antique shops to a public square and which is known as Horhor Flea Market, consists of 214 shops. The Horhor Flea Market, unique in Europe, is frequently visited by leading names from the art and business worlds; here it is possible to find objects suitable for every budget. The mysterious atmosphere of the Horhor market, at its address in Aksaray (Fatih), enchants visitors, both local and foreign. VEFA’NIN CENNET BAHÇELERİ (2 Cilt) Baskı Yılı: 2011 Editör: Bilge Özer - Yunus Uğur Dil: Türkçe - İngilizce ISBN: 978 605 5592 82 0 Sayfa Sayısı: 520 Ebat: 28 x 21 cm GARDENS OF EDEN IN VEFA (2 Volumes) Printed: 2011 Editor: Bilge Özer - Yunus Uğur Languages: Turkish-English ISBN 978 605 5592 82 0 Pages: 520 Dimensions: 28x21 cm. Adını Ebu’l-Vefa Hazretlerinden alan Vefa semti İstanbul’un fethinin ardından hem medrese hem de tekke eğitiminin verildiği bir merkez olmuştur. Birçok mutasavvıf ve alim burada metfundur. Vefa’da yer alan sekiz hazirenin envanterini sunan 2 ciltlik bu çalışmada 1. cilt; içerdiği 473 mezar taşıyla semtin en büyük haziresi olan Şeyh Vefa Haziresi’ni tüm yönleriyle anlatmakta, konuyla ilgili makaleler, görseller ve planları içermektedir. 2. ciltte ise diğer 7 hazire büyüklüklerine göre sıralanarak görselleriyle birlikte verilmiştir. Immediately after the conquest of Constantinople the region of Vefa, which took its name from Ebu’l Vefa, became a center in which both madrasah and tekke education was provided. Many Sufi saints and scholars are buried here. This work, which presents an inventory of the eight hazire (tombs) located in Vefa consists of two volumes: Volume 1 tells us about Sheikh Vefa Hazire, the largest hazire in the area with 473 gravestones; the descriptions include great detail, and articles, visual materials and plans associated with this subject are included. In Volume 2 the other 7 hazire are given, along with visual material, listed according to size. EYÜP SULTAN’DA TAŞA İŞLENEN MEDENİYET THE CIVILIZATION ENGRAVED ON THE STONE IN EYÜP SULTAN Yazar: Ömer Faruk Dere Dil: Türkçe - İngilizce ISBN: 978 605 5592 85 1 Sayfa Sayısı: 344 Ebat: 23 x 28 cm Mezar taşlarının temel amacı mevtanın kimliğini açıklamak ve ziyaretçiden dua istemektir. Ancak hayata estetik bir gözle bakabilen Osmanlı medeniyeti, edebiyat, hat ve süsleme sanatlarının her çeşidini kullanarak mezar taşlarını birer kültür hazinesine dönüştürmüşlerdir. Kitapta Mihrişah Valide Sultan Külliyesi bütün yönleriyle görsel materyal destekli olarak anlatılmış, mezar taşları yapısal yönden, başlık, sembol, süsleme özellikleriyle ayrıntılı olarak çalışılmıştır. Buradaki kitabelere de yer verilerek mezar taşları hat ve edebî sanatlar yönüyle de tarih kaynağı olarak incelenmiştir. Ömer Faruk Dere’nin hazırladığı bu hacimli eser, araştırmacılara kaynak oluşturacak niteliktedir. Author: Ömer Faruk Dere Language: Turkish-English ISBN: 978 605 5592 85 1 Pages: 344 Dimension: 23 x 28 cm. The basic aim of gravestones is to describe the personality of the occupant and to request prayers from visitors. However, Ottoman civilization, which looked at life with an esthetic eye, used every type of literature, calligraphy and decorative arts to transform the gravestone into a cultural treasure. In this book, the Mihrişah Valide Sultan Complex is described; included is visual material of every kind. The structure of the gravestones, the ornaments, the symbols, the decorations and the characteristics are all examined in detail. The inscriptions are included here, and the headstones are examined as historical sources for the arts of calligraphy and literature. This voluminous work, prepared by Ömer Faruk Dere, will form a useful resource for researchers. 109 TÜRK KÜLTÜR VE MEDENİYET TARİHİNDE THE FATIH COMPLEX IN THE HISTORY OF TURKISH FATİH KÜLLİYESİ (3 Cilt) CULTURAL AND CIVILIZATIONAL(3 Volumes) Yazar: Fevzi Günüç- Ali Rıza Özcan Dil: Türkçe-İngilizce Ebat: 24x28,5 cm Author: Fevzi Günüç – Ali Rıza Özcan Language: Turkish-English Dimensions: 24x28.5 cm Türk mimarlık tarihinin en önemli manzumelerinden olan külliyeler, insanların her türlü ihtiyaçlarına cevap veren ve sosyal hayatta çok önemli görevler üstlenen kurumlardır. Fatih Sultan Mehmet’in şehircilik anlayışıyla 1470 yılında tamamlanan Fatih Külliyesi İstanbul Üniversitesi’nin temelini teşkil etmesi bakımından önemlidir. The complexes, one of the most important systems in Turkish architectural history, were institutions that fulfilled all the needs of society and took on important duties in social life. The Fatih Complex, which was completed in 1470 in accordance with Fatih Sultan Mehmet’s perception of city planning, is important in that it formed the basis of Istanbul University. Külliye ve Hazîre bölümleriyle birlikte üç cilt halinde hazırlanan bu çalışma, Türk kültür ve sanatının külliyedeki yansımaları, Fatih ve Külliye hakkındaki belge, bilgi ve araştırmalara dayanılarak işlenmiştir. Editörlüğünü hattat Hüseyin Kutlu’nun yaptığı çalışmanın müellifleri Doç. Dr. Fevzi Gününç ve Yrd. Doç. Ali Rıza Özcan’dır. This work, consisting of three volumes, including sections on the complex and the hazire, is based on documents, information and research about Fatih and the Complex; in addition here we can see the how Turkish culture and art are reflected in the complex. This work has been edited by the famous calligrapher Hüseyin Kutlu and is the product of Dr. Fevzi Gününç and Dr. Ali Rıza Özcan. 110 RUMELİHİSARI ŞEHİTLİK DERGAHI MEZARTAŞLARI RUMELİ FORT ŞEHİTLİK LODGE GRAVESTONES Yazar: Günay Kut - Edhem Eldem Dil: Türkçe Author: Günay Kut - Edhem Eldem Language: Turkish Boğaziçi Üniversitesi’nin koruması altında bulunan ve Nafi Baba Tekkesi olarak da bilinen Rumelihisarı Şehitlik Dergâhı mezarlığının tarihi, Rumeli Hisarı’nın inşa edildiği yıllara uzanmaktadır. Günay Kut ve Edhem Eldem’in kaleme aldığı kitap, eski kaynaklarda adı Şehitlik olarak geçen bu mezarlık hakkında bir tarih ve envanter çalışmasıdır. The history of Rumeli Fort Şehitlik Sufi Lodge which is also known as Nafi Baba Lodge, begins with the building of the Rumeli Fort. Today, the sufi lodge is under the protection of Boğaziçi University. Günay Kut and Edhem Eldem wrote the history of the graveyard of this lodge and listed the gravestones with this book. Kitapta, mezar taşlarının fotoğraflarını, üzerlerindeki yazıların transkripsiyonlarını ve metinlerin edebi özelliklerine ilişkin değerlendirmeleri ve mümkün oldukça da mezar taşı sahipleri hakkında bilgiler bulacaksınız. Şehitliğin, mezarlık alanındaki Nafi Baba Tekkesi’nin ve Robert College’ın kesişen tarihlerini içeren titizlikle kaleme alınmış metin bölümü ise zevkli bir tarih okuması vaat ediyor. In this book you can find the photos of the gravestones, trancriptions of the inscriptions, critic of the texts and biographies of sufis that are buried here. The text contains the history of the Nafi Baba Lodge which is intersected with the history of Robert College. HÜVE’L-BAKİ İSTANBUL’DA OSMANLI MEZARLIKLARI VE MEZAR TAŞLARI Yazar: Hans Peter Laqueur Dil: Türkçe Hans-Peter Laquer’in kaleminden çıkan Hüve’lBaki / İstanbul’da Osmanlı Mezarlıkları ve Mezar Taşları adlı kitap, İstanbul’un toplumsal yaşantısı, demografik özellikleri, sanat anlayışı ve adetlerine ışık tutan mezar taşlarını konu ediyor. Yazar Avrupa’daki örnekleri ile de karşılaştırdığı mezar taşlarının anlam dünyasını çizimler, belgeler ve fotoğraflar eşliğinde çözümlüyor. HÜVE’L-BAKİ OTTOMAN GRAVES AND GRAVESTONES IN İSTANBUL Author: Hans Peter Laqueur Language: Turkish Hüve’l-Baki / Ottoman Graves and Gravestones in Istanbul, written by Hans-Peter Laquer focuses on the gravestones which shed a light on social life, demographic characteristics, artistic perception and traditions. The author compares the gravestones with examples from Europe and unravels their world of meaning accompanied by drawings, documents and photographs. 111 112
Similar documents
bursa`da osman ve orhan gazı türbeleri
Text er s e y y a h a ü n i n başmuhafaza edilmemiştir. M a n a s t ı r m biti langıcuıda 1834. de. B u r s a'yı ziyaretin de O s m a n ve O r h a n G a z i şiğinde yine b î r çok kimsenin mezarl...
More informationConvention for the Safeguarding
Bu ortak kitabın arkasında belge sağlayarak, görselleri oluşturarak ve tasarımları yaparak, her biri ayrı bir deneyim, birikim ve gözlem içeren yazıları yazarak veya bu yazıları İngilizceye çevirer...
More information