primer akciğer karsinomu nedeniyle opere edilecek hastalarda
Transcription
primer akciğer karsinomu nedeniyle opere edilecek hastalarda
T.C. Sağlık Bakanlığı Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi 6.Göğüs Hastalıkları Kliniği Klinik Şefi:Doç.Dr. Filiz Koşar PRİMER AKCİĞER KARSİNOMU NEDENİYLE OPERE EDİLECEK HASTALARDA OTOFLORESAN BRONKOSKOPİ İLE PREKANSERÖZ LEZYONLARIN VE SENKRON TÜMÖRLERİN SIKLIĞININ ARAŞTIRILMASI (UZMANLIK TEZİ) DR. BURCU ARPINAR YİĞİTBAŞ İSTANBUL (2006) 1 TEŞEKKÜR Uzmanlık eğitimim boyunca değerli bilgi ve birikimlerinden faydalandığım, her konuda yardım ve hoşgörüsü ile bizlere destek olan ilgisini ve emeğini hep üzerimde hissettiğim, asistanı olmaktan gurur duyduğum değerli hocam Klinik Şefi Doç. Dr. A.Filiz Koşar’a teşekkürü bir borç bilirim. Başhekimimiz ve 7. Klinik Şefi Sn. Doç.Dr.Sedat Altın’a, hastanemiz eski Başhekimi 1. Klinik Şefi Sn. Dr.Saadettin Çıkrıkçıoğlu’na, değerli Klinik şefleri Sn. Doç.Dr. Güngör Çamsarı’ya, Sn. Doç.Dr.Veysel Yılmaz’a, Sn. Dr.Emel Çağlar’a, Sn. Doç.Esin Tuncay’a, Sn. Doç.Dr.Atilla Gürses’e, Sn. Doç.Dr.M.Ali Bedirhan’a, Eğitimim sırasında yardımlarını ve desteklerini hep yanımda bildiğim, başasistanım Dr.Sibel Yurt’a, uzmanlarımız Dr.Nevin Işık, Dr.Gülşah Günlüoğlu’na, Uz.Dr.Ayşegül Tosun’a, Uz.Dr.Asuman Yeğen’e, Uz.Dr.Nevin Fazlıoğlu’na, İlgi, destek ve sevgi dolu kalplerini yanımda hissettiğim, birlikte çalışmaktan mutluluk duyduğum asistan arkadaşlarım Dr.Evren Canel’e, Dr.Pelin Uysal’a, Dr. Kamil Özdemir’e, Dr.Aybüke Kekeçoğlu’na, Rotasyonum süresince ilgi ve desteğini esirgemeyen Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 1.Dahiliye Klinik Şefi Sn. Doç.Dr. Mehmet Kendir’e, 1.Dahiliye Uzman ve asistan doktorlarına, rotasyonum süresince eğitimime katkıda bulunan İnfeksiyon Hastalıkları Klinik Şefi Sn.Dr.Özcan Nazlıcan’a, Radyoloji Kliniği Şefi Doç.Dr.Murat Ulusoy’a, 2 Uzmanlık eğitimim boyunca beraber çalışıp, nöbet tuttuğum hastanemizin tüm uzman ve asistan doktorlarına, Bana her konuda yardımcı olan, kendileriyle çalışmaktan mutluluk duyduğum servisimizin değerli hemşirelerine ve personeline, Tezimin çalışmalarında bana yardımcı olan ilgilerini ve desteklerini esirgemeyen bronkoloji ünitesi hemşire ve personeline, Hastanemizin 1.ve 7. Klinik hemşire ve personeline, diğer tüm servis hemşire ve personeline, Hayatım boyunca ilgi, destek ve şefkatlerini esirgemeyen, her zaman yanımda olup tüm zorlukları beraber göğüslediğim çok sevdiğim annem, babam, kardeşim ve sevgili eşime, En içten dileklerimle teşekkür ederim… 3 İÇİNDEKİLER • KISALTMALAR 5-6 • GİRİŞ VE AMAÇ 7 • GENEL BİLGİLER 8-65 • MATERYAL VE METOD 66-69 • BULGULAR 70-94 • TARTIŞMA 98-110 • SONUÇ 111 • KAYNAKLAR 112-125 4 KISALTMALAR CİS : Karsinoma in situ DSÖ (WHO): Dünya Sağlık Örgütü IASLC : Uluslararası akciğer Kanseri Çalışma Birliği ASD : Anjiogenik skuamöz displazi KHAK : Küçük hücreli akciğer karsinomu KHDAK : Küçük hücreli dışı akciğer karsinomu NSE : Nöron spesifik enolaz TBİA : Transbronşial iğne aspirasyonu TBB : Transbronşial biopsi TTİA : Transtorasik İnce İğne Aspirasyonu KOAH : Kronik obstrüktif akciğer hastalığı BT : Bilgisayarlı Tomografi PET : Pozitron Emisyon Tomografi CCD : Charged Coupled Device = Çift İşlemcili Cihaz OFB : Otofloresan Bronkoskopi BIB : Beyaz Işık Bronkoskopi YRBT : Yüksek Rezolüsyonlu Bilgisayarlı Tomografi RUL : Sağ Üst Lob RML : Sağ Orta Lob 5 RLL : Sağ Alt Lob LUL : Sol Üst Lob LLL : Sol Alt Lob PKD : Pozitif kestirim değeri NKD : Negatif kestirim değeri 6 GİRİŞ VE AMAÇ Akciğer kanseri, yirminci yüzyılın ilk yarısında artmaya başlamış ve günümüzde en önemli sağlık sorunlarından biri olarak karşımıza çıkmıştır. Son yıllarda erkeklerde en sık görülen, her iki cinste de en sık ölüme neden olan kanser tipini oluşturur. Akciğer kanserinin 5 yıllık survisi % 15’den azdır (11). Çoğu hasta ileri evrelerde tanı almakta olduğundan bu hastaların erken tanısı hayati önem taşımaktadır. Akciğer kanserinin en iyi tedavi şansı cerrahidir. Cerrahi ise lenf nodu tutulumu ve metastaz yokluğunda ve komplet rezeksiyon yapıldığında en iyi surviyi sağlar ancak küratif rezeksiyon sonrasında bile hastalar uzak metastaz, lokal rekürrens ve ikincil primer tümör gelişimi açısından risk altındadır. Alan kanserizasyonu nedeniyle bu hastalar senkron tümörlerin gelişimine açıktırlar. Akciğer kanserinin tanısında rutin kullanılan efektif bir tarama testi yoktur. Lezyonların erken dönemde tanı ve tedavisinde ve aynı zamanda saptanabilecek ikincil primer tümörün tanı ve tedavisinde yeni yöntemler geliştirilmektedir. Orta derecede displazilerin % 11 kadarı ağır displaziye ilerler. Ağır displazilerin ise % 19-46’sı invaziv karsinomaya kadar ilerler. Karsinoma in situnun (CİS) invaziv karsinoma ilerleme oranı tam kesin değildir (18). CİS da dahil olmak üzere tüm preinvaziv lezyonlar regrese olabilir (19). Bu nedenle bu lezyonların erken dönemde tanısı ve uygulanacak en uygun tedavi hasta açısından hayat kurtarıcı olacaktır. Çalışmamızda primer akciğer karsinomu nedeniyle opere edilecek hastalarda senkron tümör ve prekanseröz lezyonların sıklığını saptamak ve bunların tespitinde otofloresan bronkoskopinin yeri ve beyaz ışık bronkoskopi ile karşılaştırılması araştırılmıştır. 7 AKCİĞER KANSERİ GENEL BİLGİLER 2000 yılında tüm dünyada 7 milyonun üzerinde insan kanser nedeniyle hayatını kaybetmiştir ve 10 milyonun üzerinde yeni kanser vakası saptanmıştır (1). Kanserden ölümlerin % 60’ından fazlası ve yeni tanı konan vakaların yaklaşık yarısı, gelişmekte olan ülkelerdedir. Akciğer kanseri genel ölüm sebepleri arasında 2. sırada yer almakta olup, tüm kanser ölümleri arasında tüm dünyada % 17’lik oran ve 1.201.100 ölüm ile en başta gelen ölüm sebebidir. Akciğer kanserini mide kanseri (% 12), kolon ve rektum kanseri (% 9), karaciğer kanseri (% 9) ve meme kanseri (% 7) takip eder (Grafik I). Grafik I: Kanserlerin ölüm sebeplerinin cinse göre dağılımı (1) 1400 1200 1000 Her iki cins 800 Erkek Kadın 600 400 200 0 Akciğer Mide Kol&Rek KC Meme 8 Erkeklerde kanser nedeniyle en sık ölüm nedenlerinin başında 877.300 hasta (% 22.5) ile akciğer kanseri gelmektedir, bunu 512.000 hasta (% 13) ile mide kanseri ve 415.000 hasta (% 11) ile karaciğer kanseri takip eder (1). Kadınlarda kanser nedeniyle en sık ölüm nedenlerinin başında 466.000 hasta (% 15) ile meme kanseri gelmektedir (1). Bunu 324.200 hasta (% 10) ile mide kanseri ve 323.800 hasta (% 10) ile akciğer kanseri takip etmektedir. 2000 yılında tüm dünyada 1.305.600 kişiye yeni akciğer kanseri tanısı konmuştur (2). Tüm kanserlerin % 13’ünü oluşturur. Akciğer kanserini kolon ve rektum kanseri (% 10), meme kanseri (% 10), mide kanseri (% 10) ve karaciğer kanseri (% 6) olarak takip eder. (Grafik II) Grafik II:En Sık Görülen kanserlerin cinse göre dağılımı (1) 1400 1200 1000 Her iki cins 800 Erkek 600 Kadın 400 200 0 Akciğer Kol&Rek Meme Mide KC Prost Serviks 9 Erkeklerde 2000 yılında 940.000 vakaya (% 19) akciğer tanısı konmuş olup, 590.000 vakaya (% 11) mide kanseri, 550.000 vakaya (%11) prostat kanseri konmuştur (2). Kadınlarda 2000 yılında 1.032.000 vakaya (% 20) meme kanseri tanısı konmuş olup kadınlarda en sık görülen kanserdir. Meme kanserini 517.300 vaka (% 10) ile kolon ve rektum kanseri ve 487.500 vaka (% 9.5) ile serviks kanseri takip etmektedir (1,2). Akciğer kanseri erkeklerde kadınlardan daha sık görülmesine karşın son yıllarda kadınlar arasında sigara içiminin artışına bağlı olarak akciğer kanseri insidansı kadınlarda artmıştır (3,4,5). Türkiye’de ise insidans ve mortalite konusunda gerçekçi bir rakam vermek olası değildir. 1970’li yıllarda nedeni bilinen ölümler arasında 4.sıradayken, günümüzde kalp-damar hastalıklarından sonra 2.sıraya yükselmiştir. Sağlık bakanlığı Kanser Savaş Dairesi’nin 1997 yılında yayınladığı raporda akciğer kanserleri tüm kanserler içinde % 17.6 oranıyla birinci sıradadır. Erkeklerde %26.3 oranı ile birinci, kadınlarda %4.5 ile 8.sıradadır (6,7). 10 AKCİĞER KANSERİ GELİŞİMİNDE RİSK FAKTÖRLERİ SİGARA: Sigara akciğer kanserinin en önemli risk faktörüdür. 20.yy’ın başlarında sigara satışının artması, kolay elde edilebilir olması nedeniyle sigara kullanımı yaygınlaşmıştır. Sigara ve akciğer kanseri arasındaki ilişki 30 yılı aşkın süredir bilinmektedir. Sigara dumanı partikül ve gaz fazından oluşmakta ve 4000’den fazla kanserojen madde içermektedir. Akciğer kanserli hastaların yaklaşık % 87’sinde sigara kullanımı ya da sigaraya pasif maruziyet mevcuttur. Sigara sayısı ve içim süresi arttıkça risk daha da artar. Günde bir paketten fazla, 20 yıl veya daha uzun süreli sigara içenlerde risk 20-25 kat daha fazladır. Sigarayı bıraktıktan 10 yıl sonra akciğer kanseri riski % 33 oranında azalmaktadır. Ayrıca sigaraya başlama yaşı, sigaranın içerdiği katran/nikotin oranı, filtreli olup olmaması, içilirken yapılan inhalasyonun derinliği ve cinsiyet sigaranın oluşturduğu risk oranı ile bağlantılıdır (4,6). MESLEKSEL ETKENLER: ASBEST MARUZİYETİ: İzolasyon, gemi yapımı, yapı malzemesi, çanak-çömlek yapımı, badana gibi kullanım alanları olan asbest akciğer kanseri riskini 7 kat arttırmaktadır. Eğer asbest maruziyeti ile birlikte sigara kullanımı da varsa bu risk 50-90 kat artar (6). RADON MARUZİYETİ: Amerika Birleşik Devletlerinde akciğer kanserinin ikinci en sık nedenidir (%10) ve her yıl 6000-360000 akciğer kanseri ölümünden sorumludur. Radon kimyasal inert bir gaz olup uranyum parçalanma ürünüdür. Toprakta doğal olarak bulunur. Solunum sistemine 11 inhale edildikleri ve pulmoner epitel veya diğer hücreler ile direkt etkileştiklerinde kansere neden olurlar. İyi havalandırılmayan ev ve işyerlerinde radon miktarı yüksektir. Üst sınır 4 pCi/L olup 8 pCi/L'nin üstüne çıktığında kanser riski artmaktadır. Sigara ile radonun etkileşimi sinerjiktir ve kanser riski 1.3-1.8 oranındadır. Zemin kat eski binalarda yaşayanlarda sıktır (Metro ve Tünel işçileri) (6,8). RADYASYON: Başka bir hastalık veya akciğer kanseri tedavisi amacıyla Radyoterapi görmüş hastalarda risk artmıştır (6). GEÇİRİLMİŞ AKCİĞER HASTALIKLARI: Rekürren inflamasyonlara bağlı olarak örneğin tüberküloz, kronik obstrüktif akciğer hastalığı, akciğer infarktı, fibrozis alanları skar bırakarak bu bölgelerde adenokarsinom gelişme riskini arttırırlar (6). DİĞER MİNERAL MARUZİYETİ: Silikozis ve Berilyoziste de akciğer kanseri riski artmıştır (6). ÖZGEÇMİŞ, SOYGEÇMİŞ VE GENETİK FAKTÖRLER: Her ne kadar sigara içiminin, akciğer kanserinin yaklaşık % 85-90’nı ile ilişkili bulunmuş olsa da, sigara içenlerin sadece % 10-15’inde kanser gelişmektedir. Buna ek olarak akciğer kanserinin % 10-15’i sigara ile ilişkisiz olarak gelişmektedir. Daha önceden geçirilmiş bir akciğer kanseri, yeniden akciğer kanserine yakalanma riskini arttıracaktır. Bu bulgu kişiler arası varyasyona atfedilebilir, spesifik genetik duyarlılığı olan kişiler çeşitli akciğer karsinojenleri ile karşılaştıklarında spesifik genler ile etkileşim sonucu akciğer kanseri gelişimine yol açabilir. Aileler üzerinde yapılan çalışmalar, moleküler biyoloji çalışmaları sonucunda bu hastalığın bazı ailelerde toplandığı görülmüştür. Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan akciğer kanseri 12 konsorsiyumu genetik epidemiyolojisi araştırma sonucuna göre 6. kromozumunda anormallik olan kişiler çok az sigara içseler dahi akciğer kanseri gelişme riski daha fazladır (4,9). Bazı fenotipik enzim yetersizliklerinde kansere yatkınlığın artabileceği düşünülerek bu yönde araştırmalar yapılmaktadır. Bunlardan özellikle incelenen sitokrom P-450 sistemidir. Bu sistemin substratları, tütün ürünleri, polisiklik aromatik hidrokarbonlar ve nitrozaminler gibi prokarsinojenlerdir. Hayvan deneylerinde artmış aril hidrokarbon hidroksilaz (AHH) aktivitesi ile kanser gelişimi arasında ilişki gösterilmekle birlikte insan çalışmalarında bu bulgu teyid edilememiştir. AHH, benzopiren ve aromatik hidrokarbonların metabolizmasının ilk basamağında görev almakta, ortaya çıkan metabolitler DNA mutasyonları olmaktadırlar. ve AHH’ı hücrelerde denetleyen malign lokusun transformasyonlara 2. kromozomda neden olduğu bilinmektedir. Bunun aksine P-450 sistemine ait bir enzim olan CYP2D6 22.kromozomda yer almaktadır. CYP2D6’nın antihipertansif bir ilaç olan debrizokin sülfatı metabolize etme yeteneği ile, artmış akciğer kanseri riski arasında bir ilişkinin varlığı gösterilmiştir (4,8). DİYET: Bazı çalışmalarda meyve ve sebzeden fakir baslenme özellikle sigara içenlerde kanser riskini arttırmaktadır. Özellikle A vitamininden eksik diyet kansere neden olmaktadır. HAVA KİRLİLİĞİ: Bazı şehirlerde hava kirliliğinin akciğer kanseri riskini hafifçe arttırdığı bildirilmiştir (4,6). 13 PATOLOJİK TANI AKCİĞER VE PLEVRA TÜMÖRLERİNİN 1999 WHO/IASLC SINIFLANDIRILMASI (10) 1) Epitelyal tümörler a) Benign i) Papillomlar (1) Skuamöz hücreli papillom (a) Ekzofitik (b) İnverted ii) (2) Glandüler papillom (3) Mikst skuamöz hücreli ve glandüler papillom Adenomlar (1) Alveoler adenom (2) Papiller adenom (3) Tükrük bezi adenomları (a) Müköz gland adenomu (b) Pleomorfik adenom (c) Diğerleri b) (4) Müsinöz gland adenomu (5) Diğerleri Preinvaziv lezyonlar 14 i) Skuamöz displazi / karsinoma in situ ii) Atipik adenomatöz hiperplazi iii) c) Diffüz idiopatik pulmoner nöroendokrin hücre hiperplazisi İnvaziv / Malign i) Skuamöz hücreli karsinom Varyantları ii) (1) Papiller (2) Şeffaf hücreli (3) Küçük hücreli (4) Basaloid Küçük hücreli karsinom Varyant (1) iii) Kombine küçük hücreli karsinom Adenokarsinom (1) Asiner (2) Papiller (3) Bronkioloalveoler karsinom (a) Non – müsinöz (Clara hücresi / Tip II pnömosit tipleri) (b) Müsinöz (Goblet hücre tipi) (c) Mikst müsinöz ve non- müsinöz veya belirsiz 15 (4) Müsin yapan solid adenokarsinom (5) Mikst (6) Varyantlar (a) İyi diferansiye fötal adenokarsinom (b) Müsinöz (kolloid) (c) Müsinöz kistadenokarsinom (d) Taşlı yüzük hücreli (e) Şeffaf hücreli iv) Büyük hücreli karsinom Varyantlar (1) Büyük hücreli nöroendokrin karsinom (a) Kombine büyük hücreli nöroendokrin karsinom (2) Basaloid karsinom (3) Lenfoepitelyoma benzeri karsinom (4) Şeffaf hücreli karsinom (5) Rabdoid fenotip içeren büyük hücreli karsinom v) Adenoskuamöz karsinom vi) Pleomorfik, sarkomatoid veya sarkomatöz elemanlar içeren karsinomlar (1) Spindle ve / veya dev hücre içeren karsinomlar 16 (a) Pleomorfik karsinom (b) Spindle hücreli karsinom (c) Dev hücreli karsinom (2) Karsinosarkom (3) Blastom ( pulmoner blastom ) vii) Karsinoid tümör (1) Tipik karsinoid (2) Atipik karsinoid viii) Tükrük bezi karsinomları ix) (1) Mukoepidermoid karsinom (2) Adenoid kistik karsinom (3) Diğerleri Klasifiye edilemeyen karsinom 2) Yumuşak doku tümörleri a) Lokalize fibröz tümör b) Epiteloid hemanjioendotelyoma c) Plöropulmoner blastoma d) Kondroma e) Plevranın kalsifiye fibröz psödotümörü f) Konjenital peribronşial myofibroblastik tümör g) Diffüz pulmoner lenfanjiomatozis 17 h) Desmoplastik küçük yuvarlak hücreli tümör i) Diğerleri 3) Mezotelyal tümörler a) Benign i) b) Adenomatoid tümör Malign i) Epiteloid mezotelyoma ii) Sarkomatoid mezotelyoma (1) Desmoplastik mezotelyoma iii) Bifazik mezotelyoma iv) Diğerleri 4) Çeşitli tümörler a) Hamartom b) Sklerozan hemanjiom c) Şeffaf hücreli tümör d) Germ hücreli neoplaziler i) Teratom, matür veya immatür ii) Malign germ hücreli tümör (1) Timoma (2) Melanoma (3) Diğerleri 18 5) Lenfoproliferatif hastalıklar a) Lenfoid interstisyel pnömoni b) Nodüler lenfoid hiperplazi c) Mukoza ile ilişkili lenfoid dokunun düşük grade’li marjinal zon B hücreli lenfoması d) Lenfomatoid granülomatozis 6) Sekonder tümörler 7) Klasifiye edilemeyen tümörler 8) Tümör benzeri lezyonlar a) Tümörlet b) Multiple meningoteloid nodüller c) Langerhans hücreli histiositozis d) İnflamatuar psödotümör ( İnflamatuar myofibroblastik tümör) e) Lokalize organize pnömoni f) Amiloid tümör g) Hyalinizan granülom h) Lenfanjioleiomyomatozis i) Mikronodüler pnömosit hiperplazisi j) Endometriozis k) Bronşial inflamatauar polip l) Diğerleri 19 AKCİĞER KANSERİ KARSİNOGENEZ Akciğer kanseri, kanserden ölüm sebeplerinin başında gelmektedir. Bu rakamın 2004 yılı için Amerika Birleşik Devletleri’nde 160,000’in üzerinde olması beklenmektedir. Böylesine yüksek mortalite ise kanserin geç evrede yakalanması ve tümörün agresif biyolojik davranışına bağlanmaktadır. Tümörün agresif seyretmesi dolayısıyla efektif olarak kanseri tedavi etmek için küçük bir zaman aralığı kalmaktadır. Akciğer kanseri için 5 yıllık survi oranları % 7–13 arasında değişmektedir (11). Uzun dönem sağkalıma ulaşan hastalar ise tümörün tam olarak çıkarılabileceği, erken evrede tanı konmuş hastalardır. Erken evre (Evre 0-1A) tanı konmuş hastaların 5 yıllık survi oranları %80 civarındadır. Bu oran Evre II’den IV’e ilerlerken % 40 değerlerinden % 5’e kadar düşer (Tablo I). Bu nedenle küratif tedavi erken evrelerde etkili olmaktadır. Uzak metastaz ve lenf nodu tutulumu olmaksızın komplet rezeksiyon yapılan cerrahi tedaviler en iyi tedavi seçeneğini oluşturmaktadır. Ancak tanı anında hastaların % 20’den azı asemptomatik Evre I olarak saptanmaktadır (12-14). 20 Tablo I: Evrelere göre 5 yıllık sağkalım oranları (15) Evre Beklenen 5 yıllık Beklenen 5 yıllık survi survi % (klinik) % (patolojik) 0 80 - IA 61 67 IB 38 57 II A 34 55 II B 24 39 III A 9 25 III B 7 - IV <1 - 1950 ve 1060’larda Auerbach ve arkadaşları ilk olarak değişik derecelerdeki preinvaziv lezyonların skuamöz hücreli akciğer kanseri ile ilişkili olduğunu saptadılar. Bundan sonra yapılan çalışmalar, bronkoskopinin geliştirilmesiyle hız kazanmıştır. 1999’da Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) yayınladığı konsensusa göre premalign değişiklikler yedi kategoriye ayrılmıştır: normal histoloji, basal ve goblet hücre hiperplazisi, skuamöz metaplazi, hafif displazi, orta derecede displazi, ağır displazi, karsinoma in 21 situ, mikroinvaziv ve invaziv karsinomdur (Resim I). Karsinogenezin erken safhalarında, displastik skuamöz mukozaya doğru kapiller ilerleyerek neoanjiogenezisi oluşturur. Bu safhada oluşan özel bir lezyon şekli ise anjiogenik skuamöz displazi’dir (ASD) (Resim II) ki bu lezyonun skuamöz hücreli karsinomla ilişkisi saptanmıştır (16). Resim I: Basal ve goblet hücre hiperplazisi, displazi ve invaziv karsinomun ışık mikroskopisi altında hematoksilen – eozin boya ile görünüşü, X400 (16) Basal ve Goblet hücre Displazi İnvaziv Karsinom Hiperplazisi 22 Resim II: Bronş epitelinde anjiogenik squamöz metaplazi. İki farklı preparatta (A ve B) küçük kapillerlerin epitel içine mikropapiller paternde büyüdükleri izleniyor. (X 400 büyütme ile) (17) Histopatolojik Sınıflandırma 1. (Mild) Hafif displazi: Epitelin 1/3 alt kısmında hafif atipi, pleomorfizm, nükleer irregülarite 2. (Moderate) Orta derecede displazi: Daha fazla atipi (alt 2/3 epitelde) ve en alt 1/3 tabakada mitotik figürler 3. Ciddi Displazi: 1/3 üst kısmında belirgin atipi, alt 2/3 kısımda mitoz 4. tabakasında Karsinoma İn Situ (CIS): Atipi, pleomorfizm, mitoz tüm epitel görülür, basal tabakadan lümene kadar matürasyonun 23 progresyonunun kaybı vardır, bu değişiklik subepitelyal basal membranda görülmez. 5. Mikroinvaziv Karsinoma: Atipik değişikliklerin, basal membranı aşıp stromayı, lenf ve kan damarları tutulumu olmaksızın bir veya birkaç yerde, 3 mm veya daha az derinlikte invaze etmiş olması 6. İnvaziv Karsinoma: Stromanın bir veya birkaç yerde 3 mm’den fazla invaze etmiş olması Orta derecede displazilerin % 11 kadarı ağır displaziye ilerler. Ağır displazilerin ise % 19-46’sı invaziv karsinomaya kadar ilerler. CİS’nun invaziv karsinoma ilerleme oranı tam kesin değildir. Venmans’ın çalışmasında otofloresan bronkoskopi kullanılarak bu oran % 56 saptanmıştır (18). CİS da dahil olmak üzere tüm preinvaziv lezyonlar regrese olabilir (19). Bahsedilen premalign lezyonlar sigara içicilerde görülmekte olup, hiç sigara içmemiş kişilerde çok nadir olarak saptanır. Premalign değişikliklerin oluşması için ne kadar sigara içilmesi gerektiği bilinmemektedir ancak sigara içiminin artması ile bu lezyonlarda da artış olduğu saptanmıştır. Sigaranın içerdiği karsinojenler direkt olarak DNA hasarı yaparak bazı anormalliklere sebep olurlar. İnvaziv akciğer kanseri ile sonuçlanan ardışık morfolojik ve moleküler genetik değişiklikler şu şekilde açıklanabilir. Sigara dumanındaki karsinojenlerle etkileşim sonucu inisyal DNA hasarı oluşup “bulky adduct” formasyonu meydana gelir. Bu oluşum DNA tamir mekanizmalarını engelleyerek mitotik rekombinasyon ve mutasyonlara sebep olur. Mutasyonlar homozigot olarak sonuçlandığında ve özellikle de p53 geninde olursa, 24 kromozomal instabilite, anöploidi ile sonuçlanabilir ki bu da normalden hiperplastik epitele veya displazi veya invaziv karsinoma kadar değişen bir yelpazede morfolojik değişiklikleri meydana getirir (Şekil I). Şekil I: DNA hasarı sonucu oluşan mutasyon fenotipleri (4) DNA Hasarı Tamir, Tekrar Sentezleme ve Mutasyonlar Mutasyon Fenotipi Kromozomal Mikrosatelli Aberrasyonlar İnstabilite Amplifikasyonlar Anöploidi Divizyon, Ekspresyon, Migrasyon, İnvazyon, Ölümün Kontrol edilmesi Karsinojenik etkenlerle sürekli karşılaşan organizmada, programlanmış bir mekanizma vardır. Onkogenler, proto-onkogenler adı verilen ve hücre büyümesini kontrol eden genlerin değişimi sonucu ortaya çıkar. Protoonkogenler mutasyon, kromozomal translokasyon ve amplifikasyon sonucu 25 aktive olur ve onkogen haline geçerler. Onkogenler, dominant ve resesif olmak üzere iki gruba ayrılır: Dominant onkogenler: c-myc,L-myc, N-myc, ras, erb B-1, erb B-2, Resesif onkogenler: p53, Rb, p16, FHIT, bcl-2 olarak sınıflanırlar. Dominant ve resesif onkogenlerin bir kısmı küçük hücreli akciğer kanserinde (KHAK) rol oynarken bir kısmı da küçük hücreli dışı akciğer kanserinde (KHDAK) rol oynar (Tablo II). Tablo II: KHAK ve KHDAK’nde saptanan dominant ve resesif onkogenlerin % oranı (4) Dominant KHAK KHDAK Onkogenler (%) (%) c-myc, L-myc, N-myc 83 1 ras 1 30 erb B-1 (EGFR) 0 40 erb B-2 <5 18 p 53 50 70 Rb 50 10 p 16 < 10 80 FHIT 50 > 50 bcl-2 80 > 50 (NER2/neu) Resesif Onkogenler 26 Hücre bölünmesini kontrol eden, tümöre yol açabilecek dominant onkogenler ile tümör gelişmesini önleyen tümör supresyon genleri ve antimetastaz genleri arasındaki denge önemlidir. Şimdiye dek yaklaşık 50 tümör supresör gen ve 100’ün üzerinde dominant onkogen tanımlanmıştır. Hücre büyümesi ve bölünmesinde tümör supresör genler, telomerler ve dominant onkogenlerin rol alması nedeniyle, kanser, hücre siklusunun denetiminin bozulduğu bir hastalık olarak kabul edilebilir. Fonksiyonlarda artışla sonuçlanan mutasyonlardan doğan onkogenler, normal hücrede protoonkogen karşılığı olup, baskın rol oynarlar. Klasik hücre siklus modeli DNA sentez fazı (S), Mitoz (M) fazı ve 2 ara faz (G1 ve G2)’dan oluşur (Şekil II). Şekil II:Hücre siklusu şeması ve hücre siklus regülatörlerinin etkileşimleri (20) 27 Kritik komponentleri ise siklinler, Siklin bağımlı kinazlar (Cdk), Retinoblastom (Rb), p53 ve E2F proteinleridir. Her Cdk, bir siklin subunitesi tarafından regüle edilir ki bu katalitik aktivite ve substrat spesifitesi için gereklidir. Büyüme faktörleri bu noktada devreye girerek hücre proliferasyonunu stimüle ederler. Büyümeyi başlatan sinyaller, hücre yüzeyinden nukleusa gider ve D tip siklinlerde (erken G1) geçici ve hızlı bir yükselmeye neden olur. Siklin D1, Cdk4/6 ile birleşir ve Rb proteinini fosforile eder. Siklin D1’in ekspresyonunda artış akciğer kanserlerinde sık görülen bir anomalidir. Rb’un G1 fazında hiperfosforilasyonu E2F’den transkripsiyon faktörlerini serbestler. E2F de S faz genlerini aktive eder ( Timidin kinaz, c-myc, Dihidrofolat Redüktaz, Cdc6 ve DNA polimeraz α ) (Şekil III). Şekil III:Moleküler karsinogenezde E2F’nin rolü (20). 28 Cdk inhibitörleri iki aileden oluşur. Kromozom 9p21’deki INK4 ailesi 4 geni şifreler (INK4a,b,c ve d). Bunların ürünleri Siklin D-Cdk4/6 dimerlerini, kinaz fonksiyonlarını inaktive etmek amacıyla bağlar. Diğer aile olan Kip1 ailesi üyeleri (p21,p27,p57) Siklin–D-Cdk4/6, Siklin-E-Cdk2 ve Siklin-A-Cdk2 komponentlerini bağlar. Siklin–E-Cdk2 kompleksi siklusun G1 fazından ilerlemesini yönetirken, Siklin A ekspresyonu, S fazının başlaması ile dramatik olarak artar. Siklin-A-Cdk2 kompleksi ise DNA replikasyonu ve G2’den M fazına geçiş için gereklidir (Şekil 2). P53 fonksiyon kaybı p21’in azalmasına ve Siklin-D-Cdk ve Siklin-E-Cdk kompleksleri hiperfosforile olup ve E2F artmasına yol açar . Tümör supresör gen olan Rb’nin inaktivasyonu sonucu da benzer etkilere yol açarak sonuçta E2F’nin artışına sebep olur (Şekil III). E2F’nin S fazı genlerini aktive eden bir transkripsiyon faktörü olması nedeniyle DNA replikasyonu için kritik bir öneme sahiptir. E2F’nin artışı hücre siklusu regülasyonunu bozarak anormal hücre proliferasyonuna yol açar. Rb ve p53 yolları arasındaki kooperasyon sonucu ya p53 siklusu G1’de durdurur ya da Rb kaybına bağlı denge apoptozis yönüne kayar. P53 bağımlı apoptozisi engellemek karsinogenezin anahtarıdır. P53 tümör supresör geni, kanser vakalarında en sık mutasyona uğrayan gendir. KHAK’de % 50, KHAK’de % 70 mutasyona uğramıştır. P53’deki mutasyonlar genellikle sigara dumanı gibi çevresel karsinojenlere maruziyeti yansıtır. P53 proteinine genlerin gardiyanı denmesinin sebebi, p53 geninin DNA harap edici ajanlarla aktive olup, ya hücre siklusunun ilerleyişini durdurması ya da hasarlı hücreyi programlı hücre ölümüne yönlendirmesidir (20) (Şekil IV). 29 Şekil IV: Moleküler karsinogenezde p53 ve Rb etkileşimi (20) Karsinojenlere maruz kalan hastalarda, değişik zamanlarda başlayan, bronş mukozasının karsinojenlerle hasara uğradığını destekleyen çok çeşitli intraepitelyal lezyonlar gelişir. Sigara içen ve daha önceden sigara içmiş hastalarda multipl moleküler bozukluklar mevcuttur. Bu nedenle akciğer kanserli hastalarda multipl primer tümörler veya ikincil primer kanser riski artması, alan kanserizasyonu etkisi olarak bilinir. İkincil primer kanser riski % 1-2 olarak bildirilmiştir (14,21). Daha önce yapılan bir çalışmada yıllık ikincil primer kanser kümülatif insidansı ise % 4 olarak saptanmıştır (12). Displastik lezyonlar takip edildiklerinde invaziv kansere dönüşme açısından risk taşırlar. Displastik lezyonların yaklaşık % 25’i progresif olarak 36 ayda invaziv kansere ilerler. Bu mekanizma sadece akciğer için geçerli olmayıp mesane, meme ve servikal karsinomlarda da geçerlidir (19,20). 30 AKCİĞER KANSERİ HİSTOLOJİ Akciğer kanserinin en sık görülen tipleri skuamöz hücreli karsinom, küçük hücreli karsinom, adenokarsinom ve büyük hücreli karsinomdur. Bunlara kısaca değinecek olursak; SKUAMÖZ HÜCRELİ KARSİNOM Genellikle ana bronşlara yakın kısımlarda, bronş lümenine doğru büyüyen (vejetan), sert, ülsere bir nodül biçiminde ortaya çıkar. Lümeni tıkayabilir, nekrozlaşma eğilimindedir, çevre dokulara invazyon yapabilir. Tanı konduğunda çoğu olguda lenf nodu metastazı da vardır. Uzak metastazlar diğer hücre tiplerine göre daha geç dönemde ve azdır. Akciğer karsinomlarının en sık görülen tiplerinden biridir. Bizim ülkemizde, en sık görülen histolojik tip olmasına karşın Amerika Birleşik Devletleri’nde adenokarsinom en sık görülen tip durumuna gelmiştir. Sigara ile kesin ilişkisi vardır. Büyük bronşlardaki in situ epidermoid karsinomun, klinik saptanabilir karsinoma geçişi yaklaşık 3-4 yıl olduğu ve geç metastaz yaptığı için, sitolojik ve bronkoskopik biyopsi ile erken yakalanma şansı fazladır. Balgam sitolojisi ile en sık tanı konan tiptir. Kavitasyon özelliği nedeni ile diğer hücre tiplerinden daha kolay tanınır. Büyük bronşlardan kaynaklandığı için bronş semptomları ve obstrüksiyona bağlı radyolojik bulguları sıktır. ADENOKARSİNOM Kadınlarda ve sigara içmeyenlerde daha sık görülür. Bu tür karsinomlar akciğerin periferal kısımlarında yerleşmeye ve plevral skatrizasyon ile birlikte olmaya da eğilimlidirler. Tümör, müsin üretebilen atipik epitel hücreleri ile 31 döşeli düzensiz glandüler yapılardan oluşur. Özellikle skarlardan kaynaklanan akciğer kanserinde hücre tipi adenokanser olmaktadır. Santral lezyon yapan tipleri, bronkoskopik olarak mural lezyonlar tarzında görülür ve submukozal lenfatiklerle proksimale infiltre olma özelliği gösterirler. Lenfohematojen metastaz yaparlar. K-ras onkogeni olguların 1/3’ünde saptanır ve kötü prognoz göstergesidir. Plevrayı tutan olgularda mezotelyoma ile ayırıcı tanı açısından dikkatli olmak gerekecektir. Terminal bronşiol ve alveoler yapıdaki Clara hücreleri veya tip II pnömositlerden kaynaklanan bronkioloalveoler karsinom, adenokanserin bir alt tipi olmasına rağmen klinik, radyolojik ve tedavi özellikleri nedeniyle ayrı bir klinik antite olarak kabul edilir. Soliter nodül tipinde veya rezolüsyonu gecikmiş pnömoni tipinde olabilir. Soliter ve periferik nodül tipinde olanlar yavaş büyür ve erken evrede cerrahi tedavi yapılabilir. Ancak pnömonik tipinde ise bronkojen yayılım ve multisentrik başlama özellikleri nedeniyle cerrahi tedavi şansı çok azdır. Adenokarsinom, yassı epitel hücreli karsinoma göre daha yavaş büyür; ancak, prognozu ondan çok farklı değildir. KÜÇÜK HÜCRELİ KARSİNOM Akciğer kanserlerinin en kötü prognozlu olanıdır. Olgun lenfositlerin yaklaşık iki katına varabilen büyüklükte hücrelerden oluşur. Hemen yalnızca çekirdekten oluşmuş gibi duran bu hücreler, kolayca zedelenebilir bir yapı gösterirler ve biyopsi işlemi sırasında ezilerek tanınmaz duruma gelebilirler. Nükleolus genellikle belirsizdir. Balgam örneklerinde tanınmaları daha kolay olabilir. Elektron mikroskopla yapılan incelemelerde sitoplazmalarında 32 nörosekretuar granüller saptanan bu hücrelerin bir başka morfolojik özelliği de, komşu hücrelerin birbirleri üzerinde iz bırakmasıdır. Küçük hücreli karsinom neredeyse yalnızca sigara tiryakilerinde görülen bir tümördür. Bu olgularda, aşırı kilo kaybı, hiponatremi ve Cushing sendromu gibi paraneoplastik sendromların sıklığı da diğer tiplere göre daha yüksektir. Santral yerleşimli bir tümördür. Mediastinal yapıların tutulumu çok sıktır. Karın organları, kemikler ve beyinde tanı anında metastaz bulunması şaşırtıcı değildir. Tanı konduğu sırada metastazı olan ve tedavi edilmeyen veya tedaviyi kabul etmeyen hastalar birkaç hafta içinde kaybedilirler. Küçük hücreli karsinomların % 95’inde elektron yoğun granüller, nöron spesifik enolaz (NSE) ve diğer peptidleri salgılar. NSE tümör belirteci olarak kullanılır ancak spesifik değildir. BÜYÜK HÜCRELİ KARSİNOM Anaplastik özellikler gösteren bu karsinom, diğer tiplere göre daha iri ve daha atipik çekirdekli hücrelerden oluşur. Tanımı gereği, bu tümörde keratinizasyona veya glandüler farklılaşmaya rastlanmaz. "Dev hücreli", "iğsi hücreli" ve "berrak hücreli" tipleri tanımlanan bu tümör, adenokarsinomların ve yassı epitel hücreli karsinomların tanınamayacak ölçüde az farklılaşmış tiplerini içermektedir. Yukarıdaki tiplere göre daha seyrektir. Periferik kitle lezyon yapar, nekrozlaşma özelliği vardır. 33 AKCİĞER KANSERİ EVRELEMESİNDE TNM SINIFLAMASI (10) PRİMER TÜMÖR (T) Tx : Primer tümörün belirlenememesi veya balgam ya da bronş lavajında malign hücrelerin tespit edilip görüntüleme teknikleri ya da bronkoskopi ile tümörün gösterilememesi To : Primer tümör belirtisi yok Tis : Karsinoma in situ T1 : En geniş çapı 3 cm veya daha küçük, akciğer ve visseral plevra ile çevrili, bronkoskopik olarak lob bronşundan daha proksimale (ana bronşa) invazyon göstermeyen tümör. Ana bronştan köken alan, bronş mukozası ile sınırlı bulunan herhangi bir boyuttaki yüzeyel tümörler karinaya 2 cm’den daha yakın yerleşim gösterseler dahi T1 kabul edilirler (11,22). T2 : Tümörün aşağıdaki özelliklerden birine sahip olması: -En geniş çapının 3 cm’den büyük olması -Ana bronşa invaze olması ancak ana karinaya uzaklığının 2 cm veya daha fazla olması -Visseral plevra invazyonu bulunmuş olması -Hiler bölgeye ulaşan ancak tüm akciğeri kapsamayan atelektazi ya da obstrüktif pnömoni olması T3 : Tümörün herhangi bir büyüklükte olup göğüs duvarı (superior sulcus tümörleri dahil) diafragma, mediastinal plevra, parietal perikard gibi yapılardan herhangi birine direkt invazyon göstermesi; veya karinaya 2 cm’den 34 yakın ancak karinayı invaze etmeyen ana bronştaki tümör; ve bütün bir akciğeri kapsayan atelektazi veya obstrüktif pnömoni ile birlikte olan tümör T4 :Tümörün herhangi bir büyüklükte olup mediasten, kalp, büyük damarlar, trakea, özofagus, vertebral kolon, karina gibi yapılardan herhangi birini invaze etmesi; veya malign plevral veya perikardiyal sıvı ile birlikte olan tümör; veya tümörle aynı lob içinde satellit nodül ve nodülleri BÖLGESEL LENF NODU (N) Nx : Bölgesel lenf nodları değerlendirilememesi No : Bölgesel lenf bezi metastazı yok N1 : Aynı taraf peribronşial ve / veya aynı taraf hiler lenf bezlerine metastaz ve primer tümörün direk yayılması ile intrapulmoner bezlerin tutulması N2 : Aynı taraf mediastinal ve / veya subkarinal lenf bezlerine metastaz N3 : Karşı taraf mediastinal, hiler; aynı veya karşı taraf supraklavikuler veya skalen lenf bezi metastazı UZAK METASTAZ (M) Mx : Uzak metastaz varlığının değerlendirilememesi M0 :Uzak metastaz yok M1 : Ayrı lobda satellit nodül veya uzak metastaz varlığı 35 TNM EVRELENDİRMESİ EVRE TNM ALT GRUBU Okült karsinom TXN0M0 Evre 0 (CİS) TisN0M0 Evre I A T1N0M0 Evre I B T2N0M0 Evre II A T1N1M0 Evre II B T2N1M0 T3N0M0 Evre III A T3N1M0 T1N2M0 T2N2M0 T3N2M0 Evre III B T4N0M0 T4N1M0 36 T4N2M0 T1N3M0 T2N3M0 T3N3M0 T4N3M0 Evre IV Herhangi T Herhangi N M1 Evrelemede Özel Durumlar 1. Direk plevral invazyon şeklinde olmayan parietal veya visseral plevradaki tümöral lezyonlar, metastazın implantasyonu şeklinde olduğu düşünülerek T4 olarak düzenlenmiştir. Parietal plevra invazyonu olmaksızın oluşan göğüs duvarı veya diafragma lezyonları T3 iken M1 olarak kabul edilmektedir (10,22,23). 2. Superior invazyonundan sulcus kaynaklanan tümörleri Horner T3 (sempatik sendromu dahil) ganglionların kapsamında değerlendirilmektedir. Brakial pleksusun geniş bir şekilde tutulmasından kaynaklanan Pancoast sendromu (Horner sendromu, C8 – T1 düzeyinde ağrı ve elin intrensek kaslarında atrofi) T4 olarak evrelendirilir. 37 3. Frenik sinir tutulumu genellikle komşu tümörün direk yayılması ile oluşur. Klinikte diyafragma paralizisi olarak saptanan frenik sinir invazyonu sınırlı ekstrapulmoner yayılımı gösterir ve T3 olarak değerlendirilir. 4. Rekürren larengeal sinir tutulumu semptomları kötü prognoz bulgusudur ve genellikle hastalığın inoperabl olduğunu gösterir. Bu semptomlar primer tümör yayılımına veya mediastinal lenf bezi tutulumuna bağlı olabilir. Rekürren laringeal sinirin nervus vagustan dallandıktan sonra direkt invazyonu, üst lob tümörleri tarafından oluşturulur ve sol tarafta daha fazla görülür. Nadiren oluşan bu durumda ses kısıklığı gelişir. Bu lezyonlar T3 olarak değerlendirilir. Rekürren larengeal sinirin tutulduğu olguların büyük kısmında ise; rekürren larengeal sinir semptomları, aortopulmoner pencere içindeki lenf bezlerinde oluşan metastazlara sekonder olarak gelişir. Tümör bu bölgede direk sinir invazyonu da yapabilir. Aortopulmoner penceredeki rekürren larengeal sinir invazyonları T4 olarak kabul edilirler ve kötü prognoz gösterirler. 5. Rekürren larengeal sinir ayrıldıktan sonra vagus sinirine olan invazyon klinik belirtiye neden olmaz. Nervus vagus lezyonları T3 olarak tanımlanır. 6. Sempatik zincir ve Stellate ganglionun tutulması T3 tümör olarak kabul edilir. 7. Azigos veni invazyonu T3 olarak değerlendirilir. 8. Mediastinal organlar tutulmadan sınırlı düzeyde sadece mediastinal yağ dokusu invazyonu T3 olarak değerlendirilir. 38 9. Akciğer kanseri evrelemesinde ana damarların tutulması T4 olarak düzenlenmiştir. Ana damarlar olarak aorta, vena kava superior, ana pulmoner arter, sağ ve sol pulmoner arter gövdesinin intraperikardiyal kısmı, superior veya inferior, sağ ve sol pulmoner venlerin intraperikardiyal kısmı kabul edilmektedir. Pulmoner arter ve venlerin intraperikardiyal kısımları T4, perikardın dışında kalan kısımları ise T3 olarak değerlendirilmektedir. 10. Tümöre bağlı trakea ve özofagus kompresyonu ve vena kava obstrüksiyonu T4 olarak kabul edilmektedir. Bu hastaların prognozu Evre III B grubuna benzerlik göstermekle birlikte, eğer primer tümör periferik ise ve mediastinal yapılarla devamlılığı belirgin değilse, mediastinal yapıların kompresyonu mediastinal lenf bezlerinin metastazına bağlı olabilir. Bu hastaların evrelendirilmesi mevcut T ve N kriterlerine göre yapılır. 11. Vertebraya komşu olan tümörlerde vertebra korpusu veya kostotransvers foramen invazyonu T4 olarak evrelendirilir. Radyolojik olarak vertebrada tümöre bağlı erozyon gösterilemediğinde, sadece çevre yumuşak dokuda (plevra, prevertebral fasya veya periost) invazyon olabilir. Bu durumda tümör T3 olarak ele alınmalıdır. Ancak rezeke edilen dokuda periost invazyonu kanıtlanırsa, lezyon patolojik T4 olarak evrelendirilir. 12. Genellikle tümör invazyonu nedeniyle lenfatik drenajın bozulması neticesinde gelişen malign plevral efüzyon, nonküratif bir lezyonu gösterir ve T4 olarak değerlendirilir. Plevral sıvı bulunan akciğer tümörlü hastaların çok küçük bir kısmında ise sıvı malign karakterde değildir ve tümör rezektabldır farklı zamanlarda alınan en az iki plevral sıvı numunesinde sıvı sitolojik olarak negatifse, eksüdatif değilse ve kanlı değilse; efüzyon evrelemede dikkate alınmaz. Eğer sıvı sitolojisi negatif olmasına rağmen malign efüzyon şüphesi 39 yüksekse, hastaya cerrahi rezeksiyondan önce torakoskopi ile parietal plevra biopsisisi yapılır. 13. Tümörün diafragmayı da geçerek batın organlarını direkt olarak invaze etmesi T4 olarak değerlendirilir. Diafragmayı tutan bir tümörün batın organlarında komşuluk yoluyla olmayan bir metastazı M1 olarak kabul edilmektedir. 14. Multisentrik dağılım gösteren bronkoalveoler karsinomda lezyonlar bir lobla sınırlı ise T4, birden fazla loba dağılmış ise M1 olarak değerlendirilir. Her iki akciğeri tutan multisentrik lezyonlar da M1 olarak değerlendirilir. AKCİĞER KANSERİNDE TANI YÖNTEMLERİ 1. Anamnez 2. Fizik Muayene 3. Biokimyasal Tetkikler 4. Radyolojik İncelemeler a. PA ve Lateral Akciğer Grafileri b. Fluoroskopi c. Ultrasonografi d. Bilgisayarlı Tomografi ( Spiral, Konvansiyonel, Yüksek Rezolüsyonlu) 40 e. Nükleer Tıp Yöntemleri (Talyum 201, Galyum 67, Teknesyum 99 sintigrafileri, Pozitron Emisyon Tomografisi: PET) f. Manyetik Rezonans Görüntüleme 5. Histopatolojik İncelemeler a. Balgam Sitolojisi b. Bronkoskopi ( Bronş biopsisi, endobronşial iğne aspirasyonu, transbronşial iğne aspirasyonu ( TBİA ) , bronş lavajı, fırçalama, transbronşial biopsi ( TBB ) ) c. Transtorasik İnce İğne Aspirasyonu (TTİA) ve Biopsisi d. Plevral Sıvı Aspirasyonu ve Plevra Biopsisi e. Mediastinoskopi, Mediastinotomi f. Torakoskopi, Torakotomi g. Lenf Nodu Biopsisi AKCİĞER KANSERİNDE ERKEN TANI Yapılan bütün diagnostik ve terapötik çalışmalar sonucu akciğer kanserinin 5 yıllık survisi Evre II’den Evre IV’e ilerledikçe % 40’tan < % 5’e kadar düşmekte, bütün evreler gözönüne alındığında % 15’in bile üstüne çıkamamaktadır. Hastaların % 85’i ileri evre hastalıkla prezente olurlar (13). Evre I hastaların survisi ise %70’e yakındır. Akciğer kanserlerinin % 80’ni küçük hücre dışı akciğer karsinomu iken, %20’si küçük hücreli akciğer karsinomudur. 41 PA akciğer grafisinde görülebilen en küçük lezyon olan 1 cm’lik nodülün ortalama 30 doubling time’dan geçtiği düşünülebilir. Hızlı büyüyen bir tümör olan küçük hücreli akciğer karsinomunun bu büyüklüğe erişebilmesi için 2,4 yıl, küçük hücre dışı karsinomun erişebilmesi içinse 7-13 yıla ihtiyaç vardır. Metaplazi ve değişik derecelerdeki displazinin ağır dereceli displaziye dönüşmesi yaklaşık 3-4 sene alır (24). Ağır displazinin karsinoma in situ’ya dönüşmesi yaklaşık 6 ay, invaziv kansere dönüşmesi 2-10 yıl alır. Bu süre progenitör hücrelerde karsinomla sonuçlanacak preinvaziv değişiklikler saptanması ve tedavi edilmesi için yeterli bir süredir. Orta dereceli displazilerin ortalama % 10’nunun ve ağır dereceli displazilerin % 19-46’sının invaziv karsinomaya ilerlediği ve skuamöz hücreli akciğer kanserinin % 5060’ının santral hava yollarında bronkoskopi ile erişilebilecek bölgelerde geliştiği düşünülecek olursa erken dönemdeki lezyonların tanısındaki önem daha iyi anlaşılabilir (18,20,25). Ne yazık ki en iyi surviye Evre 0 ve Evre I hastalar sahiptir. Bu nedenle asemptomatik riskli popülasyonlarda akciğer tümörlerini erken saptamak büyük önem taşır. Ağır sigara içiciler ( > 20 paket / yıl), üst solunum yolu kanseri geçirmiş olan hastalar ve semptomatik içicilere tarama yapılması zahmete değer olacaktır. Yapılan bir çalışmada, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) hastası olup 40 paket/yıl’dan fazla sigara içicilerinin, premalign displazi açısından balgam sitolojisinde yüksek prevalansa sahip oldukları saptanmıştır. Bu grup önleme, erken tanı ve biomarkır çalışmaları için hedef populasyon olarak gösterilmiştir (26). 42 ERKEN TANIDA KULLANILAN YÖNTEMLER Postero-anterior Akciğer Grafisi: Postero-anterior (PA) akciğer grafisinde 1 cm’den küçük lezyonlar saptanamadığı için, tanıda 1 yıldan fazla gecikmeye neden olmaktadır (21,27). Rutin PA akciğer grafisi ile tarama, randomize kontrollü çalışmalar sonucu sigara içen erkeklerde, akciğer kanserine bağlı mortaliteyi düşürdüğü gösterilememiştir. PA akciğer grafisi ile birlikte balgam sitolojisinin kombine edildiği çalışmalarda, taramanın etkinliğinin altın standardı olan, kanser spesifik mortalitede azalma saptanamamıştır. Kanser taraması için bir yöntem önerilmemiştir. Sigarayı bırakmanın dışında, riskli hastalar için önerilen erken tanı yöntemi, önleyici bir yöntem bildirilmemiştir. PA akciğer grafisi akciğer kanseri evrelemesinde, rezektabilite değerlendirilmesinde kullanılabilir (28-32). Düşük Dozlu Bilgisayarlı Tomografi (BT): PA akciğer grafisinin rutin taramalarda başarısız olması üzerine düşük dozlu spiral BT’ye yönelinmiştir (33). Daha düşük radyasyona maruz kalarak, daha çok ve daha hızlı görüntüler elde edilmesi avantajlarıdır. Sensivitesi evre I hastalarda % 80 – 85 olarak hesaplanmıştır (34). Ancak bu veriler sadece 2 büyük çalışmada saptanmış olup daha çok çalışmaların sonuçlarına ihtiyaç vardır (34,35). Dezavantajları ise radyasyona maruziyet sonucu ekstra malignitelerin ortaya çıkması ve çok fazla sayıda nonkalsifiye pulmoner nodül saptanmış olup, bu nodüllerin % 0.4 – 2.7’sinin malign olması sonucu gereksiz yere ek tanı yöntemlerine başvurulması ve benign lezyonlarda başvurulan invaziv yöntemler ile morbiditenin arttırılmasıdır. Bugün için düşük doz BT önerilmemektedir (13). Pozitron Emisyon Tomografisi (PET): PET ile ilgili çalışmalar sonucu PET’in cerrahi tedavi için hasta seçiminde kesin ve düşük maliyetli olduğu 43 düşünülmektedir (36-38). Dissemine hastalığı olanlarda yapılacak torakotomilerin yaklaşık yarısını preoperatif dönemde engellerken gelecekte düşük dozlu BT ile nodül saptanmış hastalarda benign-malign ayrımını kesin olarak yapabileceği öne sürülmüştür (39). Balgam Analizi: Akciğer kanseri taramasında konvansiyonel balgam sitolojisinin sensivitesi % 20-30 civarındadır. Sitolojik inceleme skuamöz cell ca, santral lezyonlar, alt lob lezyonları ve > 2 cm lezyonlarda daha yüksek sensivite gösterirler (40). Ancak balgam sitolojisi displazi tanısında çok yararlıdır. Kennedy ve arkadaşlarının bir çalışmasında KOAH tanısı konmuş ve en az 40 paket/yıl sigara içmiş olan hastalar yüksek risk grubu olarak belirlendiğinde, hastaların % 26’sında orta dereceden ağır derece displaziye kadar anormallikler saptamışlar ve akciğer kanseri gelişimini önlemek amacıyla araştırma yapılması gereken hedef grup olarak kabul etmişlerdir (26,41). Tockman ve arkadaşları radyolojik olarak kanser gelişiminden 2 yıl önce hastaların balgamında hnRNP, A2B1 antikorlarını saptamışlardır. hnRNP overekspresyonu % 91 sensivite ve % 88 spesifite ile akciğer kanseri gelişmiş smoker hastaların balgamında saptanmıştır (20,42,43). Ancak Memorial Sloan – Kettering ve John Hopkins akciğer projesinde tarama amacıyla çekilen yıllık akciğer grafisinin yanı sıra balgam sitolojisinin yapılması kanser spesifik mortaliteye hiçbir yararı saptanmamıştır (31,32). Balgamın immun boyalarla boyanması, bilgisayar destekli balgam sitometri, balgamda PCR çalışmaları ileri araştırmalardır. Balgam sitolojisinin akciğer kanseri gelişebilecek yüksek riskli hastalarda değerli olduğu kabul edilmiştir. 44 Moleküler Biyoloji: Biyoloji ve genetik alanlarındaki çalışmalar, yeni ve muhtemel olarak faydalı erken tanı stratejileri sunmuştur (44,45). Akciğer adenokarsinomlu hastaların balgam örneklerinde K-ras veya p-53 mutasyonu içerdiği saptanmıştır. 10 hastanın 8’inde aynı mutasyon primer tümörde de rastlanmıştır olup ilginç olarak bazı hastalarda kanser tanısı konmadan 1 yıl önce hastaların balgamlarında bu mutasyon saptanmıştır (46). P53 ve K-ras araştırmalarının yanı sıra p16 gen metilasyonu ve mikrosatellit kararsızlığı, kısıtlı sensivitede olmak koşuluyla KHAK’li hastalarda saptanabilir (47). Ancak halen daha çok çalışmalara ihtiyaç vardır. Bronkoskopi: Bronkoskopi, göğüs hastalıkları ve yoğun bakım üniteleri için vazgeçilmez bir unsur olarak çok hızlı bir gelişme göstermiştir. Bronkoskopi göğüs hastalıklarında en sık uygulanan minimal invaziv tanı yöntemidir. Günümüzde bronkoskopi sadece diagnostik amaçlarla değil birçok hava yolu lezyonunun tedavisi için de kullanılmaktadır. İki ana bronkoskopi tipinden fleksible (fiberoptik) bronkoskopi klinik pratikte sık kullanılandır. Bununla beraber rijid bronkoskopi birçok akciğer hastalığının tanı ve tedavisinde önemli bir araç olarak işlevini sürdürmektedir. Gustav Killian bronkoskopinin babası olarak bilinir. Bronkoskopinin medikal açıdan bilimsel orjini, 1897 yılında Almanya’da Greiburg’da Killian’ın bir Kirsten larengoskopu ile bir hastane görevlisinin trakea ve ana bronşlarını incelemesi ile başlar. Aynı yıl içinde Killian 63 yaşındaki bir çiftçinin sağ ana bronşundan özofagoskop ile bir kemik parçası çıkarmıştır. Bir yıl sonra Killan “directe bronkoskopie” terimini kullanarak 3 hastadan trakeobronşial yabancı cisim çıkarılmasını tarif etmiştir. Philadelphia’dan Chevalier Jackson bronkoskopiyi yaygınlaştırmış ve rijid bronkoskopu daha da geliştirmiştir. 45 70’li yılların başlarında Tokyo’dan Shigeto Ikeda fleksibl fiberoptik bronkoskopu geliştirmiş ve klinik pratiğe sokmuştur (48-51). Diagnostik Bronkoskopi Endikasyonları (52) • Öksürük • Hemoptizi • Wheezing ve Stridor • Anormal Akciğer Grafisi • Tanısal Bronkoalveoler lavaj o Pulmoner infeksiyonlar o Diffüz akciğer hastalıkları • İntratorasik Lenfadenopati veya Kitle • Bronkojenik Karsinom o Pozitif veya şüpheli balgam sitolojisi o Bronkojenik Karsinom takibi • Metastatik Karsinom • Özofagus ve Mediastinal tümörler • Trakeobronşial ağaçta yabancı cisim • Trakeobronşial Striktür ve Stenoz • Trakeobronşial sistemin kimyasal ve termel yanıkları • Toraks travmaları 46 • Vokal kord paralizisi ve ses kısıklığı • Diafragma paralizisi • Pulmoner emboli • İnatçı Pnömotoraks • Diğer o Trakeoözofagial veya Bronkoözofagial fistül şüphesi o Bronkoplevral fistül o Bronkografi o Endotrakeal tüp değerlendirilmesi o Endotrakeal tüpe bağlı lezyonların değerlendirilmesi o Trakeal, Trakeobronşial veya bronş anastomozların postoperatif değerlendirilmesi Terapötik Bronkoskopi Endikasyonları • Sekresyon, mukus tıkacı, pıhtı ve nekrotik debris birikimi • Trakeobronşial sistemde yabancı cisim * • Trakeobronşial sistemde neoplasm o Bronkoskopla çıkarma * o Lazer tedavisi * o Brakiterapi o Trakeobronşial stent uygulanması * 47 • Striktür ve Stenoz o Bronş Dilatasyonu * o Lazer tedavisi * o Balon Dilatasyonu * o Stent uygulanması * • Akciğer abseleri • Bronkojenik kistler • Pnömotoraks • Bronkoplevral fistül • Diğer • o Lezyon içi injeksiyon o Endotrakeal tüp uygulanması o Kistik Fibroz o Astım o Toraks travmaları o Terapötik Lavaj (Pulmoner Alveoler Mikrolitiyazis) Bu durumlarda rijid bronkoskopi gerekebilir. Bronkoskopi Kontrendikasyonları • Hastanın koopere olmaması * 48 • Tecrübeli personelin bulunmaması * • Yeterli donanımın mevcut olmaması * • Unstabil Angina * • Kontrol edilemeyen aritmi * • Oksijene cevapsız refrakter hipoksemi * • Ciddi hiperkarbi • Ciddi astım • Ciddi koagülasyon bozukluğu • Ciddi trakea obstrüksiyonu • Yüksek (+) ekspiryum sonu basınç • Ciddi sistemik hastalık • Mutlak Kontrendikasyonlar OTOFLORESAN BRONKOSKOPİ (OFB) Akciğer kanserinin erken evrede tanınması amacıyla kullanılan PA akciğer grafisinin küçük lezyonları saptayamaması, BT’nin santral havayollarında duyarlı olmaması, PET kullanımı için henüz rutin uygulamaya girecek kadar çalışma olmaması ve santral hava yollarında preneoplazik değişiklikleri saptayamaması, balgam sitolojisi sadece yüksek riskli hastalarda değerli olduğu ancak kanser spesifik mortaliteye hiçbir yararı olmadığının belirlenmesi ve konvansiyonel bronkoskopinin de santral hava yollarındaki preneoplazik değişiklikleri çoğu zaman saptayamaması nedeniyle yeni yöntemler arayışına girilmiştir. Bu amaçla erken preinvaziv akciğer kanserinin 49 lokalizasyonunu belirlemeye yönelik otofloresan bronkoskopi kullanıma girmiştir. Dokuların kendilerine ait floresan özelliklerini kullanarak malign özellikteki dokuyu normal bronş mukozasından ayırt ederek biopsi alma imkanı verir. Mikroskopik muayenede saptanmadan önce preinvaziv evrelerdeki morfolojik değişiklikler, çok müphem genetik değişikliklerle birliktedir. 200600 hücre içeren adacıklar, heterozigosite kaybı veya mikrosatellite değişiklikler gibi moleküler değişikliklerin olduğu yerlerdir. CİS 4-38 hücre tabakasından oluşur, çoğu CİS lezyonları 5 hücre kalınlığında atipik hücreler içeren adacıklar halinde, bronş mukozasındadır (53). Konvansiyonel bronkoskopi ise 2 mm’den büyük nodüler veya polipoid lezyonları ve 2 cm.’den daha geniş düzgün veya superfisyal yayılımlı lezyonları görebilir. CİS lezyonlarının % 75’i süperfisyal veya düzgün, % 25’i nodüler veya polipoliddir (54). Konvansiyonel bronkoskopi ile santral hava yollarında CİS’ın % 40’ından azı ortaya çıkarılmaktadır (55,56). Tıbbi endoskopların, ışık kaynaklarının, optik fiberlerin, görüntüleyen ve görüntülemeyen detektörlerin gelişimi ile birlikte bu klinik problemler, erken preinvaziv akciğer kanserinin lokalizasyonuna yönelik OFB’nin gelişimine yol açtı (5759). Otofloresan endoskopik tekniğin potansiyel klinik avantajları, yüksek sinyal duyarlılığı, küçük çaplı fiberoptik problarla bronşial ağacın çeşitli bölümlerine erişebilmeyi, rastgele doku biopsilerinin yapılmasını azaltmayı ve klinisyence kullanımın kolaylığını içerir (60). Floresan bronkoskopi son 25 yılda geliştirilmiştir. Halen teknik ilerlemeler ve klinik değerlendirme devam etmektedir. 50 Bronşial yüzey ışıklandırıldığında bu ışık geri dağılabilir, absorbe olabilir ya da doku otoflorensanına neden olabilir. Çoğu endojen floroforlar dokunun yapısal çatısıyla ilişkilidir ya da hücresel metabolik işlemlere katılırlar (61,62). Dokunun yapısıyla ilgili en önemli floroforlar kollajen ve elastindir. Bunlar floresan veren aminoasitler arasındaki çapraz bağların sonucu ortaya çıkan yapılardır. Hücresel metabolizmaya katılan floroforlar, indirgenmiş nikotinamid adenin dinükleotid (NADH) ve flavinleri içerirler. (Şekil 5) Diğer floroforlar, aromatik aminoasitleri (örn. Triptofan, tirozin, fenilalanin), çeşitli porfirinleri ve lipid metabolizmasının son ürünleri olan lipopigmentleri içerirler. Ek olarak kırmızı porfirin floresan (olasılıkla bakterilerden çıkan), özellikle nekrotik lezyonlarda anlamlı olabilir. OTOFLORESAN BRONKOSKOPİNİN TARİHÇESİ İçinde bulunduğumuz yüzyılın başlarından itibaren uygun dalga boyu ışıkla uyarıldığında dokuların floresan özelliklerinin olduğu bilinmekteydi (24). 1933’de Sutro ve Burman normal doku ve tümör dokusunun farklı otofloresan özellikleri olduğuna dair gözlemlerini bildirdiler (63). Otofloresanın dezavantajı floresan imajın renginin değişken olması ve çıplak gözle görülemeyecek kadar zayıf floresan imaj oluşturması idi. Bu nedenle malign dokular tarafından selektif olarak tutulacak ve ultravole ışığa maruz kaldığında daha karakteristik ve daha güçlü floresan imaj oluşturacak maddeler araştırılmaya başlandı. 1960’da ise Lipson ve arkadaşları hematoporfirin derivelerinin tümör tarafından daha çok tercih edilerek retansiyona uğradığını tanımladılar ve bu maddenin tümörü lokalize eden özelliğini belirttiler (64). Hematoporfirin derivelerinin dezavantajı ise fotosensivite oluşturmasıydı. 51 1980’li yılların başında floresan bronkoskopi geliştirildi. 1985’de Kato ve ark. (65) porfirin injeksiyonu sonrası laser monokromatik ışık kaynağı kullanarak yaptığı bronkoskopik değelendirmede, süperfisyal bronşial mukoza malignitesinin lokalizasyonunun yetersiz veya görüntünün ekrana geç geldiğini bildirmiştir. Tümör drug-spesifik floresans 630 nm dalga boyunda floresans verirken, normal doku floresansı daha farklı olup 500-580 nm dalga boyunda floresans verdiğini saptadı. Bu teknoloji sensiviteyi arttırdı ancak fotosensivite reaksiyonları ve yüksek maliyet, kesinleşmiş akciğer kanseri tanısı olmayan hastalarda kullanılmasını engelleyici faktörler idi (66). 1990’lı yılların başında hematoporfirin deriveleri yerini 5-amino-laevulinic acid (ALA)’e bırakmıştır. Bugün ALA kullanılan floresans, umut verici bir araştırmadır ve gelecekte klinik kullanım için bir fikir olabilir. Daha sonraları, Palcic, Hung ve Lam 442 nm dalga boyunda laser ışık kaynağından mavi ışık kullandılar, malign ve normal mukoza arası farklılıkları gösterdiler ve duyarlaştırılmış kameralar kullanarak aynı anda video kameraya yansıttılar (58,59). Bronşial epitelyal floresans kırmızı ( > 630 nm) ve yeşil (520 nm) olarak ölçüldü. Normal bronşial mukoza yeşil renkli, premalign ve malign lezyonlar kahverengi, kırmızı-kahve renkli izlenmekteydi. 52 Şekil V: Doğal floresan maddelerin eksitasyon ve floresan dalgaboyları (57) Eksitasyon Floresan dalga boyu dalga boyu Triptofan 280 nm 340 nm Kollagen 325 nm 380 nm Elastin 410 nm 440 nm NADH 365 nm 470 nm Flavin 440 nm 520 nm Porfirin 400 nm 630/690 nm Floroforlar Bronşial dokunun floresan özelliklerini ortaya çıkarmada önemli faktörler aşağıdakileri içerir: 1. Floroforların konsantrasyonu 2. Her bir floroforun belirgin uyarılma ve saçılım spektrumu 3. Bronşial duvarın farklı tabakalarında (epitel, submukoza, musküler) çeşitli, floroforların dağılımı. Her bronşial tabaka farklı florofor kompozisyonuna sahiptir. Tipik olarak, mavi-mor ışıkla uyarıldığında, epitel tabakasına göre submukozada otofloresan verimi 10 kat daha fazladır (67,68). 53 Böylece bronşial yüzeyde ölçülen floresan, her bir tabakadaki farklı floroforların katkısıyla oluşur. 4. Floroforların metabolik durumu (örn NADH). İndirgenmiş formundaki floresandır. Ayrıca bazı flavinlerin floresan özellikleri güçlü bir şekilde onların indirgeme durumlarına bağlıdır (62). 5. Floresan miktarını, spektral zirve pozisyonunu ve hat genişliğini değiştirebilen pH ve oksijenasyon gibi dokunun biokimyasal ve biofiziksel mikroçevresi. 6. Normalden displaziye, CİS daha sonra invaziv kansere değişen bronşial epitelin kalınlığı gibi doku yapısı. Bunun etkisi, kalınlamış epitelin floresan reabsorbsiyonu yüzünden bronşial doku yüzeyinden ölçülen floresan sinyaline relatif olarak katkıda bulunmasıdır (67,68). 7. Nonfloresanların (kromoforlar, özellikle hemoglobin) konsantrasyon ve dağılımının neden olduğu uzun dalga bağımlı ışık zayıflamaları. Mikrovasküler dansitenin displastik ve malign dokularda artmış olduğu bilinir. Son zamanlarda anjiogenik skuamöz displazinin azalmış otofloresana sahip olduğu bulunmuştur (69). İNSAN BRONŞUNDA OTOFLORESAN SPEKTRUMU Normal doku yoğunluğuna göre en yüksek yoğunluktaki tümörü ve kromatik kontrastları ortaya çıkaran uyarı dalga boyları, 405 nm’lik zirvesiyle 400-480 nm arasındadır (Şekil VI) (58,70,71). Mor ya da mavi ışıkla uyarılması üzerine, normal dokuyla karşılaştırıldığında premalign ya da malign dokulardaki otofloresan yoğunluğunda anlamlı bir azalma mevcuttur (Resim III). 54 Şekil VI: Normal doku ve CİS’nun floresan saçılım spekturumu (70) Rel.duyarlılık yeşil Normal doku yeşil/kırmızı=5:3 250 kırmızı 200 150 Carcinoma in situ (10 x) yeşil/kırmızı=2:3 100 50 0 400 500 600 700 800 Dalga boyu (nm) Resim III: Normal epitelden CİS’ya kadar otofloresan saçılım (58) Normal Epitel 45 ± 3 µm Ağır dereceli Displazi 71 ± 7 µm CIS 119 ± 16 µm 55 Premalign ve malign lezyonlarda otofloresan yoğunluğundaki azalma, muhtemelen daha önce tartışılan hücre içi ya da ekstrasellüler matriksteki biokimyasal değişiklikler (örn.kollajen miktarı, NADH ya da flavinlerin indirgenme subepitelyal durumu), yapısal tabakada değişiklikler mikrovasküler (örn.epitelin dansite gibi kalınlığı) ve faktörlerin kombinasyonundan meydana gelmektedir (67-69,71,72). Yeşil floresan yoğunluğundaki azalma doğru orantılı olarak kırmızdan daha büyüktür (Resim III). Bu, floresan yoğunluğunun 500 nm civarında normalize edilmesiyle gösterilir. Bu spektral farklılıklar, otofloresan endoskopik görüntüleme cihazlarının dizaynının temellerine hizmet ederler. OTOFLORESAN BRONKOSKOPİDE KULLANILAN ALETLER Işık kaynakları Klinik kullanılan sistemlerde uyarı kaynakları, filtreli ark ampullerini ya da CW lazerleri içerir. Titreşen ışık kaynakları (nitrojen laserler ya da nitrojen boya pompalı lazerler), deneysel zaman ayrıştırıcılı ya da zaman kapılı floresan sistemlerinde kullanılmaktadır. Bununla birlikte dalga boyu optimal uyarı sahasında olduğu sürece ışık kaynağının tipi önemli değildir. Önemli olan sinyal/arka plan oranını azaltmak için uyarıcı ışığın bronşial yüzeyden geri dağılımını minimuma indirmektir. Bundan sonra ampullerle, filtreleyerek uyarı bant aralığının kısıtlanması gerekir. Storz D-light sistemi, görüntü parlaklığını iyileştirmek için kasten uyarıcı ışığın küçük bir fraksiyonunun belirlenmesini imkân verir (74,75). 56 Belirleme Optiği Görüntüleme cihazlarında, dokudan dağılan floresan yoğunluğunun iki boyutlu resmi, genellikle bir ya da daha fazla emisyon dalga boyu bantları içinde yakalanır. Spesifik floresan emisyon dalga boyu bantlarının seçimi en sık olarak filtreli CCD (charged coupled device = Çift işlemcili cihaz) sensörlerle yapılır (76-78). Dokudan gelen düşük floresan yoğunluğu, görüntüleme sisteminin düşük toplama etkisi (özellikle fiberoptik endoskoplar) genellikle görüntü kalitesini sınırlar (78). Düşük sinyal gücü için (her çerçevede her piksele < 100 fotondan az), yoğunlaştırıcı CCD kamera gerekir (79). Daha önce kullanılan sistemler görüntü yoğunlaştıcılar ile donatılırken, yeni kullanıma giren sistemlerde optimum uyarı ve belirleme optiğini kapsayan yoğunlaştırıcısız kameralar kullanılmaktadır. Ticari Aygıtlar Son zamanlarda trakeobronşial ağaçta erken karsinomun ortaya konmasıyla ilgili olarak otofloresan temelli görüntüleme aletlerinin dizaynı, yapımı ve klinik denemeleriyle ilgili birçok şirketin ilgi ve çabası bulunmaktadır. Günümüzdeki ticari aygıtlar şu şirketler tarafından geliştirilmektedir: Xillix Technologies / Vancouver / Canada; Pentax / Japonya; Karl Storz GmbH / Tutlingen / Almanya. Almanya’da bir şirket olan Richard Wolf GmbH / Knittlingen da bu tür bir sisteme yakın bir görüntüleme aygıtına sahiptir (Resim IV,V). 57 Resim IV: Xillix New Life System Resim V: Pentax Safe-1000 Storz D-light Wolf Dafe 58 Tüm ticari sistemlerden Xillix LİFE-Lung, en eski sistemdir. Cihaz bronşial dokuda otofloresanı oluşturmak için bir Helyum-Kadmiyum (He-Cd) laser (442 nm) kullanır. İkinci jenerasyon prototipler filtreli bir ark ampul kullanır (56). Floresan daha sonra spektral olarak iki farklı bileşene ayrılır: biri yeşil bölgede (500-575 nm), diğeri kırmızı bölgede ( > 625 nm). Her bir spektral bant daha sonra bir görüntü yoğunlaştırıcı CCD kameranın içinden geçer sonra görüntüler birleştirilir. Premalign ve malign lezyonların kırmızıya göre daha fazla yeşil otofloresan kaybetmesi nedeniyle, lezyonlar yeşilimsi bir arka fonda kırmızımsı-kahverengi görünürler. Klinik cihaz beyaz ışık ve floresan inceleme için ayrılmış ışık kaynaklarına sahiptir ve ışık ayarının manuel değiştirilmesini gerektirir. Son zamanlardaki protip kompakt olup, her iki inceleme ayarı arasında hızlı geçişe imkân verir. Diğer yegane dizayn, subjektif renk karışımlarından ortaya çıkan artefaktları minimale indirmek için, kırmızı/yeşil otofloresan oranından, eş zamanlı kantitatif gösterimdir. Pentax sistemi ( SAFE-1000 ) daha yenidir. Bu cihazda, filtreli bir Xenon (Xe) ampulu ile 420-480 nm bölgesinde otofloresan uyarılır. Bu cihaz dış görünüş olarak eklemli kolları ve klinisyenin arkasında geniş ana ünitesi ile ilk Xillix sistemine benzer görünümdedir. Bununla birlikte, Pentax sistemi otofloresanı sadece bir spektral sahada, yani spektrumun yeşil bölgesinde (490-590 nm) ortaya çıkarır (80) ve bunu yoğunlaştırıcı CCD’de görüntüler. Bu, senkronizasyon ve ayarlamada daha az problemli, daha basit bir cihazı yaratır. Fakat erken lezyonlar ile bunun etrafını çevreleyen normal doku arasındaki kontrast daha zayıftır. Bu sistemi kullanırken, lezyon açık yeşil bir arka fonda koyu yeşil olarak görünür. İnsan gözü renk ayırımında parlaklıktaki farklılıklara göre daha duyarlıdır. Ek olarak floresan yoğunluğu, bronkoskopun 59 ucu ile bronşial yüzey arasındaki mesafe ve açıya bağlı olarak değişiklik gösterdiği için, kantitatif ölçüm mümkün değildir. Storz sistemi de göreceli olarak yenidir. Standart renkli CCD endoskopik kamera ve filtreli bir Xe ampulünü ( 380-460 nm) taşır ve D-ışık kaynağı olarak isimlendirilir. Bu sistem otofloresan ayarı ve protoporfirin 9’u ortaya çıkarmayı amaçlayan daha spesifik ALA ayarı gibi farklı iki ayarda kullanılabilir. Otofloresan ayarında, uzun geçişli filtreler geri dağılmış mavi uyarıcı ışığın yaklaşık % 1’ine izin verir, böylece yansımalı arka fon üzerinde otofloresan değişikliğini görüntüleme amacına erişilmektedir (64). Lezyon parlak yeşil-mavimsi bir arka fonda mor renkli görünür. Bu sistemin avantajı küçük ebatlı olmasıdır. Bununla birlikte geri dağılmış mor-mavi uyarıcı ışığın kullanımının en azından bir dezavantajı vardır: hemoglobin tarafından şiddetle absorbe edilir. Bu nedenle inflame ya da vasküler alanlar, azalmış otofloresan gösteren premalign ya da malign lezyonları taklit edebilirler. Bu potansiyel olarak daha çok yanlış pozitif sonuç çıkarır. Ek olarak görüntü dışı yoğunlaştırıcı CCD (genellikle her saniyede 8 pencere ayarı gerekir) ile belirlenmiş yeterli ışığa sahip olmak için zaman entegrasyonunun gerekli olması nedeniyle endoskopist, görüntünün titremesinden kaçınmak için bronkoskopu yavaşça hareket ettirmek zorundadır. Lausanne Grup tarafından geliştirilen bir sistem Goujon ve arkadaşları tarafından bildirilmiştir (81). Bu sistemde otofloresanın uyarımı mor-mavi aralıkta (390-460 nm) filtreli bir 300W Xe ampulü ile (Wolf Endoskop, Knittlingen, Almanya) sağlanır. Bu filtre beyaz ışıkla endoskopik yüzeyin ışıklandırılmasına izin vermek için elektromekanik bir tutucuya yerleştirilmektedir. Işık ampulden endoskopa bir likid boyunca geçirilir. Elde 60 edilen güç seviyesi tipik olarak 260W’lık, özelleşmiş spektral aralıkta, standart rijid bir bronkoskopun distal ucunda bulunmaktadır. Bu uygulama için özel olarak tasarlanmış fiberoptik bronkoskop kulanılmaktadır. Fotodeteksiyon sistemi, bir dual belirleme aralığı ile (500-590 nm) yeşil bölge ve 600-700 nm (kırmızı bölge) tek bir siyah/beyaz CCD kameraya dayanır. İlk olarak bir hat ile sinyal geciktirilerek çiftleştirilir ve sonra bir RGB ekranda negatif renklerde iki bileşenin süperpozisyonuna izin vermek için bir süre iki sinyal geciktirilir ve bu sayede video sinyali oluşturulur. Bu sistemin avantajı video frekansında çalışabilme yeteneğidir (60). OTOFLORESAN BRONKOSKOPİNİN KULLANIM ALANLARI 1. Akciğer karsinogenezisi için moleküler bioloji çalışmalarında kullanılacak doku örneklerinin alınması 2. Kemoprovansiyon çalışmaları: preneoplazi safhasında alan kanserizasyon sahalarının lokalize ve monitörize edilmesi 3. Yüksek risk gruplarında yeni semptomlar varlığında malignite araştırılmasında 4. Lokal endobronşial tedavi olan hastalara rehber olarak, gerçek radyolojik okült tümör sınırları görülüp, tedavi edilmesi 5. Balgam sitolojisinde malign hücreler görülüp PA akciğer grafisi normal olan hastalarda endobronşial lezyonu lokalize edilmesi 61 6. Floresan imaj açısından şüpheli fakat normal histolojisi olan, yalancı (+) hastalarda multiple kromozomal bölgelerde genetik bozukluklar bildirilmiştir (82). Multifokal moleküler bozukluklar olan bölgelerde normal dokudan displaziye dönüşümün daha fazla olduğu bildirilmiştir (83). 7. Preoperatif senkron malignite saptanması, rezeksiyon öncesi kanser yaygınlığının daha doğru belirlenmesi, cerrahi sınırların saptanması 8. Akciğer karsinomu nedeni ile opere olan hastaların takibi 9. Radyografi şüpheli, konvansiyonel bronkoskopi negatif olgular Preinvaziv lezyonların tespitinde konvansiyonel bronkoskopiye ek olarak otofloresan bronkoskopinin kullanımı 2-4 kat daha kesin sonuç vermiştir (84). Primer akciğer kanseri saptanan olgularda OFB kullanımı ile beklenmedik okült senkron lezyonlar % 10 oranında bildirilmiştir (85). OFB’nin bir diğer kullanımı YRBT (yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi) ile birlikte kesin ve doğru evrelemenin yapılarak, endobronşial tedaviye uygun, % 25 oranında gerçek okült olan radyolojik olarak okült akciğer kanserlerini saptamaktır (86). Ancak OFB’nin sensivite, spesifite ve doğruluğu, araştırılan popülasyona göre değişmektedir. Sigara hikâyesi (84), cinsiyet (kadınlarda preneoplastik lezyonların daha az görülmesi nedeniyle (87) ), bronkoskopistin tecrübesi (88), histoloji raporlarında kişiler arası değişkenlik göz önünde bulundurulmalıdır (89). Ne yazık ki OFB kullanılarak yapılan örneklemelerde klonal hücrelerin tümünün çıkarıldığı gösterilmiştir. Lezyonların çoğunun çapı 1,5 cm’den 62 küçüktür ve bu lezyonların yaklaşık yarısı biopsi forsepsinden daha küçüktür. Biopside moleküler değişiklikler saptansa dahi bütün hücreler çıkarıldığından kontrol biopsilerde hiçbir anormallik saptanmayabilir veya önceki değişiklikler saptanmayabilir (83,90). Bu nedenle bazı lezyonların doğal gidişi başlangıçta total mekanik çıkarılma nedeniyle incelenemez. OFB genellikle sedasyon altında ve topikal anestezi ile birlikte uygulanır (91). Standart BIB, çoğu zaman uygulama şekilleri farklı olsa da OFB’den önce yapılır. Yapılan çalışmalarda sıranın araştırma sonucunu etkilemediği gösterilmiştir (92). Mukoza hasarı veya travma nedeniyle oluşabilecek hemorajilerden, floresan imajı etkilemesi nedeniyle kaçınılmalıdır. OFB, standart BIB süresini yaklaşık 12 dakika uzattığı tahmin edilmektedir (93). Otofloresansın azalmasının sebepleri epitel hücre tabakasının kalınlığının azalması, tümör matriksi içindeki yükseltgenme ve indirgenme değişiklikleri ve düşük florofor konsantrasyonu sayılabilir(67,94). OFB ile displastik lezyonların gözden kaçırılmasının sebepleri, lezyonların lokalizasyonuna ve büyüklüğüne, patologların histolojik yorumuna, kullanılan aletin tanısal kabiliyetine veya her displastik lezyonun farklı biolojik karakterde olması olarak özetlenebilir. Çok küçük (çapı 1-2 mm olan), bronşun membranöz kısmında lokalize olma eğiliminde olan lezyonlar ve bronşun uzunlamasına olan kabartılarının gölgesinde kalan lezyonlar gözden kaçabilir. Yalancı negatif lezyonların gerçek sayısı bilinmemektedir. Bunun bir açıklaması değişik tipte tümör büyümesidir. Örneğin adenokarsinom veya KHAK yalnızca subepitelyal tabakada çoğalır. Uyarıcı ışığın subepitelyal 63 tabakaya penetre olamaması yüzünden bu tabakadaki malign değişiklikler saptanamaz (25). Farklı teknolojilerdeki otofloresan bronkoskopların karşılaştırıldığı az sayıda da olsa çalışmalar mevcuttur. Bu çalışmalardan LİFE ve SAFE-1000’in karşılaştırıldığı bir çalışmada LİFE OFB’nin daha fazla false pozitif lezyon saptadığı ve incelemenin daha uzun zaman aldığı saptanmıştır (95). LİFE ile D-Light’ın karşılaştırıldığı çalışmada ise D-Light ile incelemenin daha kısa süre aldığı ve D-Light bronkoskobunu kullanmanın daha kolay olduğu belirtilmiştir (96). Yalancı pozitif bulgulara yol açan floresans azalması önceki biopsi alanları, kapillerlerden zengin granülasyon alanları ile hipervaskülarize olan inflamasyon alanlarını kapsar. False pozitif lezyonların moleküler düzeyde, görünürlüğün ötesinde çok erken değişikliklere işaret ettiği varsayılmaktadır. Gerçek false pozitif lezyonları konvansiyonel histopatoloji ile değerlendirmek yerine morfometrik ölçümler ve moleküler genetik analizlerle saptamak gerekmektedir (97). OFB’nin eksiklikleri arasında adenokarsinom veya KHAK gibi diğer alt tiplerin prekürsör lezyonlarını saptayamaması, saptanan bu lezyonların klinik öneminin ne olduğu, tedavi edilmezse hastanın yaşam süresinin kısaltıp kısaltmadığının belirsiz olması, erken tanı ve tedavi programı ile ilave maliyetler ve iş yükü getirmesi nedeniyle kanser mortalitesinde anlamlı bir azalma oluşturup oluşturmayacağının bilinmemesidir (93) 64 OFB kullanılarak orta ve ağır dereceli displaziler ile CIS lezyonları efektif olarak saptanabilir ancak OFB invaziv bir işlemdir ve asemptomatik kişiler için bir tarama yöntemi olarak düşünülemez. Daha önce epidermoid karsinom nedeniyle veya proksimal bronş sisteminde epidermoid komponenti olan bir tümör nedeniyle opere olmuş hastalar, alan kanserizasyonu nedeniyle preinvaziv lezyonların saptanması açısından yüksek risk altındadırlar ve bu hastaların takibinde OFB kullanılabilir. Halen sigara içen veya sigarayı bırakmadan önce uzun süre sigara içmiş olup respiratuar semptomları olan kişiler preinvaziv lezyonların gelişimi açısından risk altında olup OFB’den yarar görebilirler (98). 65 MATERYAL VE METOD 2004-2006 yılları arasında Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 6.Göğüs Hastalıkları kliniğinde tetkik edilerek primer akciğer karsinomu tanısı konan ve yapılan tetkikleri ile operabl olduğu düşünülerek operasyon kararı verilen 49 hasta çalışmaya alınmıştır. Karsinoid tümörler, plevra maligniteleri ve benign tümörler çalışma dışı bırakılmıştır. Hastaların hepsine çalışma ve bronkoskopi hakkında bilgi verildi. Yazılı izinleri alındı. İşlem öncesi hastaların anamnezleri alındı, herhangi bir ilaç reaksiyonu, bronkoskopiye engel teşkil edebilecek yandaş hastalıklar sorgulandı. Fizik muayeneleri yapıldı, arter kan gazları, alındı. Solunum fonksiyon testi yapıldı, elektrokardiyografileri çekildi. Hemogram kontrolleri (trombosit ve eritrosit sayıları açısından) yapıldı. Hastalar kanama diyatezi açısından değerlendirildi. Bronkoskopi öncesi hastaların postero-anterior akciğer grafileri ve hastalığın olduğu tarafa ait lateral grafileri çektirildi. Bronkoskopi sırasında en son çekilen toraks bilgisayarlı tomografileri ve diğer tetkikleri hazır bulunduruldu. Bronkoskopiye kontrendikasyon oluşturmayan hastalara işlem uygulandı. OFB işlemi STORZ ( D-LİGHT Sistem, Almanya) marka dış kanal çapı 2.2 mm olan fiberoptik bronkoskopi kullanılarak yapıldı. Aynı seansta aynı bronkoskop kullanılarak hem beyaz ışık hem de otofloresan mod ile inceleme yapıldı. İşlem en az 20-25 kez otofloresan bronkoskopi yapmış ve bronkoskopi konusunda deneyimli ( >5000 bronkoskopi) aynı bronkoskopist tarafından hastanemiz Bronkoloji Ünitesinde yapıldı. 66 İşlem öncesi hastaların periferik damar yolları açıldı. Hastalara en az 4 saat açlık şart koşuldu. İşlem öncesi hastalara kontrendikasyon olmaması şartı ile intramüsküler yoldan ½ ampul diazem ve 1 amp atropin uygulandı. İşlem sırasında hastaların transkutan oksijen saturasyonu ve dakika nabız sayısı pulse oksimetre (Mediaid Palco Pulse oximeter 5340) ile devamlı olarak ölçüldü, oksijen saturasyonunu % 90’ın üzerinde tutacak şekilde gereğinde nasal yoldan oksijen ( 2 L/dk) verildi. Lokal anestezi amacıyla farenks, glottis ve larenkse (vokal kordların üzerine doğru) % 10’luk atomize lidokain solüsyonu püskürtülürken, trakeobronşial ağacın anestezisinde % 2’lik lidokain solüsyonu kullanıldı. Öksürüğün neden olabileceği travmatik lezyonların OFB yorumunu bozabileceği düşünülerek gerektiğinde öksürüğü engellemek amacıyla bronkoskop içinden % 2’lik lidokain gerekli miktarlarda verildi.Bronkoskopiye başlamadan önce OFB’nin beyaz ışık ayarı yapıldı. Oral yoldan girildi ve tüm işlem biri bronkoskopist olmak üzere, en az iki göğüs hastalıkları hekimi tarafından birlikte değerlendirildi. Görüntüler videobronkoskopi ekranında izlendi. Trakea, ana bronşlar, segment bronşları subsegment düzeyine dek önce BİB ile daha sonra OFB ile incelendi. Patolojik olarak saptanan lezyonlar not edildi; BIB inceleme sonuçları 3 alt gruba ayrıldı: 1. Grup normal bronkoskopik bulgular 2. Grup eritem, ödem veya granülasyon 3. Grup nodüler, polipoid veya mukozal düzensizlik 67 OFB bulguları da 3 alt gruba ayrıldı: 1. Grup normal yeşil röfle veren anatomik görünümü bozulmamış mukoza 2. Grup hafif kahverengi, sınırları çok iyi seçilemeyen, kolaylıkla gözden kaçabilen röfle değişikliği 3. Grup koyu kahverengi, kırmızı röfle veren lezyon Her iki inceleme sonunda grup 2 ve 3 olan bölgelerden en az 4-5 adet biopsi örneği alındı. Formalin içinde fikse edildi. Biopsi materyallerini inceleyen patologlar hastaların anamnezleri konusunda bilgilendirildi. BIB ve/veya OFB’de patoloji saptanmayan, grup 1 olgulardan biopsi alınmadı. İşlemler sırasında ve işlem sonrasında komplikasyon gelişmedi. Biopsiler alındıktan sonra kanama kontrolü yapılarak işlem sonlandırıldı. Hastalar işlem sonrası komplikasyonlar açısından bir gün süreyle izlendiler. İSTATİSTİK Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS ( Statistical Package for Social Sciences ) for Windows 10.0 programı kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların ( ortalama, standart sapma, frekans ) yanısıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında Mann Whitney U test kullanıldı. Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında ise Ki-kare test ve tanı tarama testleri ( duyarlılık, özgüllük 68 vb.) kullanıldı. Sonuçlar % 95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi. Duyarlılık (Sensitivite) : Gerçek hastalar içinden testin hastaları belirleyebilme özelliğidir. Gerçek (+) hastalar BİB ve OFB incelemelerinde patolojik görünüm saptanan ve alınan biopsiler ile doğrulanan hastalar olarak alınmıştır. Özgüllük (spesifisite): Gerçek sağlamlar içerisinden testin sağlamları belirleyebilme özelliğidir. Gerçek (-) hastalar BİB ve OFB incelemelerinde patolojik görünüm saptanmayan hastalar olarak alınmıştır. Bu hastalardan biopsi örneği alınarak doğrulanmamıştır. Pozitif Kestirim Değeri (PKD): Test pozitif (hasta ) sonucu verdiği zaman, olgunun gerçekten hasta olması durumunun koşullu olasılığının ölçüsüdür. [Gerçek pozitif / Gerçek pozitif + Yalancı pozitif ] Negatif Kestirim Değeri (NKD): Test negatif (sağlıklı) sonucu verdiği zaman olgunun gerçekten sağlıklı olma olasılığıdır. [ Gerçek negatif / Yalancı negatif + Gerçek negatif] 69 BULGULAR Çalışmaya, 2004-2006 yılları arasında kliniğimizce tetkik edilerek primer akciğer karsinomu tanısı konan ve operasyon kararı verilen 49 hasta alınmıştır. Hastalara operasyon öncesi senkron tümör ve prekanseröz lezyonların tespiti amacıyla otofloresan ve beyaz ışık bronkoskopi uygulanarak karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Tablo IIIA ve Tablo IIIB’de hasta dökümü gösterilmektedir. 70 Tablo IIIA: Çalışmaya Alınan Hastaların Yaş, Cinsiyet, Sigara hikayesi (paket/yıl), Hastanın primer tümörünün Histolojisi, Lokalizasyonu, TNM Sınıflaması ve Klinik Evresi gösterilmektedir. Sıra İsim Yaş Cins (Yıl) Sigara Tm.Hist. Lokal Evre T N M KHDAK LUL Evre IIB T3 N0 M0 (paket/yıl) 1 FK 52 K - 2 İA 69 E 27 KHDAK LUL Evre IA T1 N0 M0 3 MU 42 E 60 KHDAK LUL Evre IIB T3 N0 M0 4 MK 70 E 40 KHDAK RLL Evre IB T2 N0 M0 5 RY 46 E 45 KHDAK RUL Evre IB T2 N0 M0 6 NM 62 E 70 Skuamöz LUL Evre IIB T3 N0 M0 7 GY 43 E 20 Skuamöz LLL Evre IA T1 N0 M0 8 EK 64 E 65 KHDAK RML Evre IA T1 N0 M0 9 SA 59 E 60 KHDAK RLL Evre IB T2 N0 M0 10 TS 65 E 50 KHDAK RUL Evre IB T2 N0 M0 11 FD 39 K KHDAK RML Evre IB T2 N0 M0 12 AA 75 E 20 Skuamöz LLL Evre IIB T3 N0 M0 13 OE 53 E 40 Adeno RUL Evre IB T2 N0 M0 14 İY 60 E 80 Skuamöz RML Evre IB T2 N0 M0 - 71 15 DM 66 E 45 KHDAK RUL Evre IB T2 N0 M0 16 HY 55 E 100 KHDAK RLL Evre IB T2 N0 M0 17 HU 69 E 60 KHDAK LUL Evre IA T1 N0 M0 18 MA 51 E 45 KHDAK LUL Evre IB T2 N0 M0 19 İÖ 44 E 25 KHDAK RUL Evre IB T2 N0 M0 20 YY 65 E 90 Skuamöz LUL Evre IB T2 N0 M0 21 NÖ 45 E 60 Skuamöz RUL Evre IB T2 N0 M0 22 MB 65 E 120 KHDAK LLL Evre IIIA T3 N2 M0 23 AYD 60 E 135 Skuamöz LLL Evre IIB T3 N0 M0 24 HE 45 E 90 KHDAK RUL Evre IB T2 N0 M0 25 SA 58 E 78 Skuamöz LUL Evre IB T2 N0 M0 26 ÜK 67 E 45 KHDAK RUL Evre IIB T3 N0 M0 27 MY 56 E 70 Skuamöz RLL Evre IIB T3 N0 M0 28 İK 62 E Skuamöz RUL Evre IB T2 N0 M0 29 HA 54 E 15 KHDAK LUL Evre IIB T3 N0 M0 30 AA 65 E 30 KHDAK LUL Evre IB T2 N0 M0 31 BA 65 E 180 KHDAK RUL Evre IB T2 N0 M0 32 ŞE 55 E 60 Adeno RUL Evre IB T2 N0 M0 - 72 33 FK 43 E 39 KHDAK RUL Evre IIB T3 N0 M0 34 HE 66 E 48 KHDAK RML Evre IB T2 N0 M0 35 MÖ 67 E 50 Adeno RUL Evre IIB T3 N0 M0 36 SD 49 E 70 Skuamöz LUL Evre IB T2 N0 M0 37 CD 51 E 120 Skuamöz LUL Evre IB T2 N0 M0 38 MT 56 E 40 KHDAK LUL Evre IB T2 N0 M0 39 YK 43 E 15 Skuamöz RML Evre IB T2 N0 M0 40 SK 71 E 165 KHDAK RUL Evre IB T2 N0 M0 41 İA 46 E 80 KHDAK LUL Evre IIB T3 N0 M0 42 HT 39 E 20 Skuamöz RUL Evre IB T2 N0 M0 43 HB 53 E 80 Skuamöz RUL Evre IIB T3 N0 M0 44 MA 59 E 35 Adeno RUL Evre IIB T3 N0 M0 45 ME 40 E 30 KHDAK LUL Evre IB T2 N0 M0 46 AM 55 E 32 Skuamöz LUL Evre IIB T3 N0 M0 47 CD 62 E 40 Skuamöz LUL Evre IIB T3 N0 M0 48 MD 53 E 120 KHDAK LUL Evre IB T2 N0 M0 49 TD 55 E 40 KHDAK RUL Evre IB T2 N0 M0 RUL:Sağ üst lob, RML:Sağ orta lob, RLL:Sağ alt lob LUL:Sol üst lob, LLL:Sol alt lob 73 Tablo IIIB: Çalışmaya alınan Hastaların primer tümörüne tanı konma yöntemi [ Endoskopik yöntemler (FOB)veya transtorasik iğne aspirasyonu (TTİA) ], BİB bulguları, OFB bulguları ve biopsi alınıp alınmadığı, alındı ise sonucu tabloda gösterilmektedir. Sıra İsim Tanı BİB OFB Bıopsı 1 FK FOB Normal (1) Normal (1) Biopsi Alınmadı 2 İA FOB Mukozal Düzensizlik (3) Koyu Kahve (3) Benign 3 MU FOB Normal (1) Koyu Kahve (3) Benign 4 MK FOB Eritem,Ödem (2) Koyu Kahve (3) Benign 5 RY FOB Normal (1) Normal (1) Biopsi Alınmadı 6 NM TTİA Eritem,Ödem (2) Koyu Kahve (3) Benign 7 GY FOB Eritem,Ödem (2) Koyu Kahve (3) Benign 8 EK FOB Mukozal Düzensizlik (3) Koyu Kahve (3) İn Situ Ca 9 SA TTİA Mukozal Düzensizlik (3) Koyu Kahve (3) Benign 10 TS FOB Normal (1) Normal (1) Biopsi Alınmadı 11 FD FOB Eritem,Ödem (2) Hafif Kahve (2) Benign 12 AA FOB Mukozal Düzensizlik (3) Koyu Kahve (3) Benign 13 OE FOB Eritem,Ödem (2) Koyu Kahve (3) Benign 14 İY FOB Normal (1) Normal (1) Biopsi Alınmadı 74 15 DM FOB Normal (1) Normal (1) Biopsi Alınmadı 16 HY FOB Eritem,Ödem (2) Koyu Kahve (3) Benign 17 HU FOB Normal (1) Normal (1) Biopsi Alınmadı 18 MA TTİA Normal (1) Koyu Kahve (3) Benign 19 İÖ TTİA Normal (1) Normal (1) Biopsi Alınmadı 20 YY FOB Mukozal Düzensizlik (3) Koyu Kahve (3) Benign 21 NÖ FOB Eritem,Ödem (2) Koyu Kahve (3) Benign 22 MB FOB Eritem,Ödem (2) Hafif Kahve (2) Benign 23 AYD TTİA Normal (1) Normal (1) Biopsi Alınmadı 24 HE FOB Normal (1) Hafif Kahve (2) Benign 25 SA FOB Mukozal Düzensizlik (3) Koyu Kahve (3) Displazi 26 ÜK TTİA Eritem,Ödem (2) Koyu Kahve (3) Benign 27 MY FOB Eritem,Ödem (2) Hafif Kahve (2) Metaplazi 28 İK FOB Eritem,Ödem (2) Hafif Kahve (2) Biopsi Alınmadı 29 HA TTİA Eritem,Ödem (2) Hafif Kahve (2) Metaplazi 30 AA TTİA Eritem,Ödem (2) Koyu Kahve (3) Karsinom 31 BA FOB Normal (1) Hafif Kahve (2) Metaplazi 32 ŞE TTİA Eritem,Ödem (2) Koyu Kahve (3) Biopsi Alınmadı 75 33 FK TTİA Normal (1) Normal (1) Biopsi Alınmadı 34 HE FOB Mukozal Düzensizlik (3) Koyu Kahve (3) Benign 35 MÖ TTİA Eritem,Ödem (2) Koyu Kahve (3) Benign 36 SD FOB Normal (1) Normal (1) Biopsi Alınmadı 37 CD FOB Mukozal Düzensizlik (3) Koyu Kahve (3) Benign 38 MT TTİA Mukozal Düzensizlik (3) Koyu Kahve (3) Metaplazi 39 YK FOB Mukozal Düzensizlik (3) Hafif Kahve (2) Benign 40 SK TTİA Normal (1) Normal (1) Biopsi Alınmadı 41 İA FOB Eritem,Ödem (2) Hafif Kahve (2) Metaplazi 42 HT FOB Eritem,Ödem (2) Hafif Kahve (2) Benign 43 HB FOB Eritem,Ödem (2) Hafif Kahve (2) Benign 44 MA FOB Eritem,Ödem (2) Hafif Kahve (2) Benign 45 ME TTİA Mukozal Düzensizlik (3) Hafif Kahve (2) Benign 46 AM FOB Normal (1) Hafif Kahve (2) Metaplazi 47 CD FOB Normal (1) Normal (1) Biopsi Alınmadı 48 MD FOB Eritem,Ödem (2) Hafif Kahve (2) Benign 49 TD FOB Eritem,Ödem (2) Hafif Kahve (2) Benign 76 Çalışmaya 2’si ( % 4.7) kadın, 47’si ( % 95.9) erkek olmak üzere toplam 49 hasta dahil edilmiştir ( Grafik IV). Hastaların yaşları 39 ila 75 yıl arasında değişmekte olup olguların ortalama yaş 56.20±9.64’dür. Sigara kullanımları paket/yıl olarak hesaplanmış olup 15 ila 180 paket/yıl arasında değişmekte; ortalaması 61.93±38.0’dır ( Tablo V). Grafik IV: Çalışmaya alınan hastaların Cinsiyet dağılımı Cinsiyet Kadın 4% Erkek 96% Tablo V-Hastaların demografik özellikleri N Minimum Maksimum Ortalama Std. Deviasyon YAŞ (Yıl) 49 39,00 75,00 56,2041 9,64361 SIGARA 46 (Smoker) 15,00 180,00 61,9348 38,00140 (paket/yıl) 3 (Nonsmoker) 77 Çalışmaya alınan olguların, FOB’de alınan biopsi sonucu ile belirlenen tümör histolojilerine göre dağılımları grafik 5’te de görüldüğü üzere % 34.7’si squamöz hücreli karsinom; % 8.2’si adenokarsinom ve % 57.1 ise küçük hücreli dışı karsinom şeklindedir (Grafik V). Grafik V: Olguların Tümör Histolojisine Göre Dağılımı Tümör Histolojisi Skuamöz 34,7% Küçük hücre dışı 57,1% Adeno 8,2% Hastaların 18’inde (% 36.7) primer akciğer karsinomu sağ üst lobda iken, 5’inde (% 10.2) sağ orta lobda, 4’ünde (% 8.2) sağ alt lobdaydı. Sol üst lobda yerleşimli tümör yine 18 hastada (% 36.7) mevcutken, sol alt lob yerleşimli tümör 4 hastada (% 8.2) mevcuttu (Grafik VI). 78 Grafik VI: Tümör Lokalizasyonu 40 35 30 25 Oran % 20 15 10 5 0 RUL RML RLL LUL LLL RUL:Sağ üst lob, RML:Sağ orta lob, RLL:Sağ alt lob LUL:Sol üst lob, LLL:Sol alt lob Çalışmaya alınan hastaların primer tümörlerinin saptanan klinik evreleri ise grafik 7’de gösterilmiştir. Evre IA olan 4 olgu (%8.2), Evre IB olan 29 olgu (%59.2), Evre IIB olan 15 olgu (% 30.6), Evre IIIA olan 1 olgu (% 2) bulunmaktadır (Grafik VII). 79 Grafik VII: Olguların Evrelere Göre Dağılımı Evre Evre II B 30,6% Evre III AEvre I A 2,0% 8,2% Evre I B 59,2% Hastalara primer akciğer karsinomu tanıları 35 hastada (% 71.4) bronkoskopik yöntemlerle, 14 hastada (% 28.6) transtorasik iğne aspirasyonu (TTİA) ile konulmuştur (Grafik VIII). Grafik VIII: Tanı yöntemleri Tanı TTİA 28,6% FOB 71,4% Çalışmada hastalara ilk olarak BIB daha sonra OFB uygulanıp BIB ve OFB bulguları her iki bronkoskopi için üç’er gruba ayrıldı. Grup 2 ve 3 80 olanlardan biopsiler alındı. İki bronkoskopide de grup 1 saptanan hastalardan biopsi alınmadı. BIB’de 17 hastada (% 34.7) patoloji saptanmadı; 32 hastada (%65.3) patoloji saptandı. 32 hastadan 21’i grup 2, 11’i grup 3 olarak sınıflandırıldı ve biopsiler alındı (Tablo VI). Tablo VI: BIB, OFB bulguları ve Biyopsi sonuçlarına göre olguların dağılımı N % 32 Patoloji Var (Grup 2 ve 3) BIB Gr 2 Gr 3 21 65,3 11 17 Patoloji Yok (Grup 1) 34,7 37 Patoloji Var (Grup 2 ve 3) OFB Gr 2 Gr 3 16 Patoloji Yok (Grup 1) 75,5 21 12 24,5 9 Premalign/Malign 18,4 Biyopsi 40 Benign 81,6 81 OFB ile incelendiğinde 12 hastada (% 24.5) patoloji saptanmadı; 37 hastada (% 75.5) patolojik röfle izlendi. Patolojik röfle izlenen lezyonların 16’sı grup 2, 21’i grup 3 olarak sınıflandırıldı ve biopsiler alındı. Alınan biopsi sonuçlarına göre 40 hastada (% 81.6) benign, 9 hastada (% 18.4) premalign veya malign özellikteydi (Grafik IX). Grafik IX: BIB, OFB bulguları ve Biyopsi sonuçlarına göre olguların dağılımı 90 Oran (%) 80 70 60 50 40 30 20 10 0 Patoloji Var Patoloji Yok BIB Patoloji Var Patoloji Yok OFB Malign Benign Biyopsi BIB ve/veya OFB’de patoloji izlenen ve Grup 2 ile 3 olarak nitelenen lezyonlardan alınan biopsi sonuçları Grafik X’da izlenmektedir. Buna göre 26 hastada (% 53) benign sitoloji saptanırken, 1 hastada (% 2) displazi, 6 hastada (% 12) metaplazi, 1 hastada (% 2) in situ karsinom, 1 hastada (% 2) karsinom saptandı. 14 hastada (% 28) BIB ve OFB’de normal izlenmesi nedeniyle biopsi alınmadı. 82 Grafik X: Alınan biopsi sonuçları 60 50 40 Oran % 30 20 10 0 benign displazi metaplazi in situ ca karsinom biopsi alınmadı BIB’de normal saptanan 17 hastanın OFB ile bakıldığında 12’sinin normal, 3’ünün hafif kahverengi röfle verdiği, 2’sinin koyu kahverengi, kırmızı röfle verdiği saptandı. Hafif kahverengi röfle veren alanlardan alınan biopsi sonucu 2 metaplazi, 1 benign sitoloji olarak raporlanırken; koyu kahverengi, kırmızı röfle veren alanlardan alınan biopsilerin sonucu benign sitoloji olarak saptandı. BIB’de eritem, ödem, granülasyon saptanan grup 2 lezyonlar 21 hastada saptanmış olup bu hastaların hiçbirinde OFB normal saptanmadı; 11 hastada hafif kahverengi röfle, 10 hastada koyu kahverengi, kırmızı röfle saptandı. Hafif kahverengi röfle veren alanlardan alınan biopsi sonucu 7 benign sitoloji, 3 metaplazi saptanırken 1 hastada bronkoskopik travma düşünüldüğünden biopsi alınmadı. Koyu kahverengi, kırmızı röfle veren alanlardan alınan biopsi sonucu 8 benign sitoloji, 1 karsinom saptandı; 1 hastada daha önce alınan biopsi yeri olması dolayısıyla biopsi alınmadı. 83 BIB’de nodüler, polipoid lezyon veya mukozal düzensizlik saptanan grup 3 lezyonlar 11 hastada izlenmiş olup hiçbirinde OFB normal saptanmadı. 2 hastada hafif kahverengi röfle, 9 hastada koyu kahverengi, kırmızı röfle izlendi. Hafif kahverengi röfle veren alanlardan alınan biopsi sonucu benign sitoloji saptanırken, koyu kahverengi, kırmızı röfle veren alanlardan alınan biopsi sonucu 6 benign sitoloji, 1 in situ karsinom, 1 displazi, 1 metaplazi saptanmıştır. Tablo VII: BIB ile biopsi karşılaştırılması (Metaplazi premalign kabul edilerek) Biyopsi BIB Toplam Premalign/Malign Benign Patoloji Var 7 (% 14,3) 25 (% 51,0) 32 (% 65,3) Patoloji Yok 2 (% 4,1) 15 (% 30,6) 17 (% 34,7) Toplam 9 (% 18,4) 40 (% 81,6) 49 (%100) Duyarlılık (sensitivite) 77,78 Özgüllük (spesifisite) 37,50 P.Kest.Değ.(PKD) 21,87 N.Kest.Değ (NKD) 88,24 Doğruluk 44,90 84 Tablo VIII: BIB ile biopsi karşılaştırılması(Metaplazi premalign kabul edilmeden) Biyopsi BIB Toplam Premalign/Malign Benign Patoloji Var 3 (% 6,1) 29 (% 59,2) 32 (% 65,3) Patoloji Yok - 17 (% 34,7) 17 (% 34,7) Toplam 3 (% 6,1) 46 (% 93,9) 49 (%100) Duyarlılık (sensitivite) 100,0 Özgüllük (spesifisite) 36,96 P.Kest.Değ. 9,37 N.Kest.Değ 100,0 Doğruluk 40,82 BIB’nin metaplazi premalign lezyon kabul edildiğinde duyarlılığı % 77.78, özgüllüğü % 37.50, PKD % 21.87, NKD % 88.24, doğruluk oranı % 44.82 (Tablo VII) olarak saptandı. Metaplazi premalign lezyon kabul edilmediğinde duyarlılığı %100, özgüllüğü % 36.96, PKD % 9.37, NKD % 100, doğruluk oranı % 40.82 (Tablo VIII) olarak belirlendi. Hasta sayısının sınırlı olması dolayısıyla oranların farklılık göstermediği düşünüldü. 85 OFB’nin metaplazi premalign lezyon kabul edildiğinde duyarlılığı % 100, özgüllüğü % 30, PKD % 24,32, NKD % 100, doğruluk oranı % 42.86 (Tablo IX) olarak saptandı. Metaplazi premalign lezyon kabul edilmediğinde duyarlılığı %100, özgüllüğü % 26,09, PKD % 8,10, NKD % 100, doğruluk oranı % 30.61 (Tablo X) olarak belirlendi. Hasta sayısının sınırlı olması dolayısıyla oranların farklılık göstermediği düşünüldü. Tablo IX: Biyopsi ile OFB’nin Değerlendirilmesi (Metaplazi premalign kabul edildiğinde) Biyopsi OFB Toplam Malign/Premalign Benign Patoloji Var 9 (% 18,4) 28 (% 57,1) 37 (% 24,5) Patoloji Yok - 12 (% 24,5) 12 (% 24,5) Toplam 9 (% 18,4) 40 (% 81,6) 49 (%100) Duyarlılık (sensitivite) 100,0 Özgüllük (spesifisite) 30,0 P.Kest.Değ. 24,32 N.Kest.Değ 100,0 Doğruluk 42,86 86 Tablo X: Biyopsi ile OFB’nin Değerlendirilmesi (Metaplazi premalign kabul edilmeden) Biyopsi OFB Toplam Premalign/Malign Benign Patoloji Var 3 (% 6,1) 34 (% 69,4) 37 (% 24,5) Patoloji Yok - 12 (% 24,5) 12 (% 24,5) Toplam 3 (% 6,1) 46 (% 93,3) 49 (%100) Duyarlılık (sensitivite) 100,0 Özgüllük (spesifisite) 26,09 P.Kest.Değ. 8,10 N.Kest.Değ 100,0 Doğruluk 30,61 Bu değerlere göre OFB’nin duyarlılığının BIB’ye göre daha yüksek olduğu (100’e 77.78), ancak BİB’nin özgüllüğünün daha yüksek olduğu saptanmıştır (37.5’e 30). 87 Doğruluk oranları BIB’de OFB’ye göre çok az yüksek saptanmıştır (44.90’a 42.86). OFB’nin BIB’ye göre relatif sensivitesi 1.28 olarak hesaplanmıştır. BIB ve OFB’de normal saptanan 12 hasta (% 24.5) mevcuttu. BIB’de normal saptanıp OFB’de patolojik saptanan 5 hasta (% 10.2) mevcuttu. BIB’nin patolojik saptayıp OFB’de normal saptanan hasta olmadı. BIB ve OFB’nin patolojik izlendiği 32 hasta (% 65.3) mevcuttu (Tablo XI). Tablo XI: OFB ile BIB’nin Değerlendirilmesi BIB OFB Toplam Patoloji Var Patoloji Yok Patoloji Var 32 (% 65,3) 5 (% 10,2) 37 (% 75,5) Patoloji Yok - 12 (% 24,5) 12 (% 24,5) Toplam 32 (% 65,3) 17 (% 34,7) 49 (%100) Duyarlılık (sensitivite) 100,0 Özgüllük (spesifisite) 70,59 P.Kest.Değ. 86,48 N.Kest.Değ 100,0 Doğruluk 89,80 88 Yaş ve Premalign/Malign Lezyon İlişkisi Biyopsi değerlendirmesine göre yaşla birlikte premalign/malign lezyonların görülme sıklığı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p > 0.05). Biyopside benign lezyon saptanan hastaların yaş ortalaması 55.87 iken biyopsi sonucu malign lezyon saptanan hastaların yaş ortalaması 57.66 idi (Tablo XII). Evre ve Premalign/Malign Lezyon İlişkisi Evrelere göre premalign veya malign lezyonların görülme sıklığı evre I’den sonra giderek artmakta olup istatistiksel olarak anlamlı saptanmamıştır (p> 0.05). Evre IA’da 1 malign lezyon saptanmış olup Evre IB’de 4, Evre IIB’de 4 premalign veya malign lezyon saptanmıştır (Tablo XII). 89 Tablo XII: Biyopsi Değerlendirmesine Göre Yaş ve Evre Karşılaştırmaları Biyopsi Malign Benign Ort± ±SD Ort± ±SD (Medyan) (Medyan) 57,66±6,22 55,87±10,29 (56,0) (55,0) Evre n (%) n (%) Evre I A 1 (%11,1) 3 (%7,5) Evre I B 4 (%44,4) 25 (%62,5) Test ist; p p:0,642 Yaş (yıl) p:0,697 Evre II B 4 (%44,4) 11 (%27,5) Evre III A - 1 (%2,5) Bronkoskopi ile primer akciğer karsinomu tanısı konan hastalarda yapılan OFB ve BIB sonucu alınan biyopsilerde evre IA olan hastalardan birinde in situ karsinom saptanmış olup evre IB’deki hastalarda 1 displazi, 1 metaplazi; evre IIB’deki hastalarda 3 metaplazi saptanmıştır (Grafik XI). Premalign veya malign lezyon sayısı evre ile artmış görünmesine rağmen istatistiksel olarak anlamlı saptanmamıştır (p > 0.05) (Tablo XIII). 90 OFB ve BIB sonucu alınan biyopsisinde karsinom tanısı konan bir hastaya primer akciğer karsinomu tanısı TTİA ile konmuş olup hasta evre IB idi. Geri kalan 2 metaplazi saptanmış 2 hastaya da primer akciğer karsinomu tanıları yine TTİA ile konmuş olup bu hastalar evre IB ve IIB idi. Tablo XIII: Sadece FOB ile Primer Akciğer Karsinomu Tanısı Alanlarda Evre ile Biyopsi Karşılaştırması Biyopsi Sadece FOB ile tanı Malign Benign n (%) n (%) Evre I A 1 (%16,7) 3 (%10,3) Evre I B 2 (%33,3) 19 (%65,5) alanlarda Evre Test ist; p p:0,407 Evre II B 3 (%50,0) 6 (%20,7) Evre III A - 1 (%3,4) OFB, BIB ve biyopsi sonuçlarına göre sigara öyküsü değerlendirildiğinde OFB’de patoloji saptanan olguların ortalama sigara içimi 59.86 paket/yıl idi (Tablo XIV). BIB’de patoloji saptanan olguların ortalama sigara içimi 56.26 paket/yıl idi. Biyopsi sonuçlarına göre premalign veya malign sonuç saptanan hastaların ortalama sigara içimi 65.55 paket/yıl olarak saptandı (Grafik XI). 91 Tablo XIV: OFB, BIB ve Biyopsi Sonuçlarına Göre Sigara Kullanımının Değerlendirmesi Sigara (p/y) Ort± ±SD Patoloji Var 59,85±36,53 Patoloji Yok 68,54±43,54 Patoloji Var 56,26±31,43 Patoloji Yok 72,56±47,29 Premalign/Malign 65,55±48,83 Benign 61,05±35,65 OFB BIB Biyopsi OFB yöntemiyle değerlendirme sonuçlarının Test ist; p p:0,594 p:0,304 p:0,967 kullanılan sigara miktarlarına göre dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (p>0.05). BIB yöntemiyle değerlendirme sonuçlarının kullanılan sigara miktarlarına göre dağılımları arasında da istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (p>0.05). Biyopsi değerlendirmesine göre kullanılan sigara miktarları arasında da istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). 92 Grafik XI: OFB, BIB ve Biyopsi Sonuçlarına Göre Sigara Kullanımı Sigara Kullanımı Ortalama (p/y) 80 70 60 50 40 30 20 10 0 Patoloji Patoloji Patoloji Patoloji Malign Benign Var Yok Var Yok OFB BIB Biyopsi Çalışmamıza alınan 49 hastanın 34’ü (% 69.3) primer akciğer karsinomu nedeniyle opere oldu. 5 hasta (% 10.2) operasyon öncesi yapılan mediastinoskopi sonucu N2 saptanarak onkolojiye sevk edildi. 3 hasta (% 6.1) operasyon sırasında irrezektabl kabul edilerek operasyon sonlandırıldı. 4 hasta (% 8.1) preoperatif tetkiklerinde inoperabl kabul edilerek operasyona alınmadı. 3 hasta (% 6.1) operasyonu reddetmeleri nedeniyle opere olmadı. İnvaziv karsinom saptanan 1 hasta (% 2) rezeksiyona hazırlanırken kardiyak nedenlerle ex olurken, CİS saptanan 1 (% 2) hastada operasyon sonrası bronkoplevral fistül gelişti, servis takibindeyken nörolojik problemler nedeniyle sevk edildiği yoğun bakım ünitesinde ex oldu. Displazi saptanan 1 (% 2) hasta mediastinoskopi sonrası N2 saptanarak opere olmadı ve onkolojiye 93 sevk edildi. Kemoterapi ve radyoterapi sonrası kalp yetmezliği nedeniyle ex oldu. Metaplazi saptanan 6 (% 12) hastadan 4’ünde metaplazi saptanan bölge operasyon sınırları içinde olduğundan operasyon ile eksize edildi. 1 hastaya operasyon sonrası yapılan kontrol otofloresan bronkoskopisinde lezyonun gerilemekle birlikte sebat ettiği görülerek alınan biopside, metaplazinin devam ettiği saptandı. 1 hasta operasyon sonrası önerilen OFB’yi kabul etmedi. CİS, displazi ve metaplazi saptanan hastalarımızın BIB ve OFB görüntüleri resim VI, VII, VIII, IX, X, XI ve XII’de izlenmektedir. Resim VI: Biopsi sonucu CİS saptanan hastanın BIB ve OFB görüntüleri 94 Resim VII: Biopsi sonucu invaziv karsinom çıkan hastanın BIB ve OFB görüntüleri Resim VIII: Biopsi sonucu displazi saptanan hastanın OFB görüntüsü 95 Resim IX: Biopsi sonucu metaplazi saptanan hastanın BIB ve OFB görüntüleri Resim X: Biopsi sonucu metaplazi saptanan hastanın BIB ve OFB görüntüleri 96 Resim XI: Biopsi sonucu metaplazi saptanan hastanın BIB ve OFB görüntüleri Resim XII:Resim XI’de izlenen, metaplazi saptanan hastanın kontrol OFB görüntüleri 97 TARTIŞMA Akciğer kanseri gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önde gelen sağlık problemi olup, tüm kanser ölümleri arasında bütün dünyada % 17’lik oran ile en başta gelen ölüm sebebidir (2). Akciğer kanserinin 5 yıllık survisi tüm evreler göz önüne alındığında % 15’in altındadır. Prognoz tanı anındaki evreye bağlıdır. Tanı anında evre IA olan hastaların survisi %70 iken evre II’den IV’e ilerlerken %40’lardan %5’in altına düşmektedir (10). Tanı anında tüm akciğer kanseri hastalarının 2/3’ünden fazlasında mediastinal lenf nodu tutulumu veya uzak metastaz bulunmaktadır (17). İşaret edilen bu kötü prognozun sebepleri arasında erken tanı metodlarının yeterli olmaması bu nedenle yapılan tedavinin küratif olmaması ve metastatik hastalıkların tedavi edilememesi bulunmaktadır. Bu nedenle akciğer kanserinin erken tanısı ve erken evreler ile preneoplastik lezyonların tanısı için çalışmalar yürütülmektedir. Sigara içindeki karsinojenler, alan kanserizasyonu etkisiyle epitelde preneoplazik değişikliklere yol açarak progresif genetik ve histolojik değişiklikliklere yol açarlar. Bu genetik değişiklikler sigaranın bırakılmasından yıllar sonra bile devam eder (49). Akciğer kanserinin erken tanı ve tedavisinde moleküler biyoloji, gen teknolojisi ve radyolojideki gelişmeler ümit vericidir. Buna rağmen günümüzde rutin kullanımları yoktur. Son yıllarda yapılan bazı çalışmalarda CİS ve radyolojik olarak okült olan evre I KHDAK’nin endobronşial lokal tedavileri örneğin fotodinamik tedavi, yüksek doz brakiterapi, elektrokoter ve cerrahi yüz güldürücü sonuçlar vermektedir. Bu alandaki çalışmalar bronkoskopinin CİS ve diğer premalign lezyonların lokalize edilmesine dayanan özelliğinin geliştirilmesi yönündedir. 98 Bu lezyonlar oldukça küçük olup genellikle bronşial yüzeyde birkaç milimetre yer kaplarlar ve genellikle BIB ile görülmezler. Yapılan bir çalışmada (12) santral yerleşimli skuamöz hücreli CİS lezyonların, deneyimli bronkoskopistler tarafından bile sadece % 29’unda teşhis edilebilmiştir. Bunun ötesinde premalign lezyonların ve CİS’nun saptanmasındaki kritik önem balgam sitolojisinde orta derecede sellüler atipi gözlenen hastaların % 10’unda, ağır sellüler atipi gözlenen hastaların ise % 40-80’inde invaziv karsinom gelişme oranıdır (31,99). Bu nedenle konvansiyonel bronkoskopinin CİS ve premalign lezyonlardaki tanı gücünü arttırabilmek için OFB geliştirilmiştir. Spesifik bir dalga boyundaki ışıkla uyarıldığında bütün dokular özellikle deri ve mukozal dokular hafif ve çıplak gözle görülmesi güç bir floresans oluşturmakta ve buna otofloresans adı verilmektedir (100). Bu özelliğin akciğer kanserinin erken tanısında kullanılması ile ilgili çalışmalar ise 1980’li yılların sonları ve 1990’lı yılların başlarında yoğunlaşmıştır (62,65,88). Bu amaçla iki endoskopik yöntem kullanılmaktadır. Birinci yöntemde (fotodinamik yöntem) bronkoskopi öncesinde fotosensitize edici bir ajan uygulanmakta ve dokularda biriken bu maddenin belirli dalga boyundaki ışıkla uyarılması sonucu ortaya çıkan floresans değerlendirilmektedir. Bu yöntemle oldukça güçlü bir floresans sağlanmakta ve kolayca görüntülenebilmektedir. Ancak fotosensitize edici ajan uygulanan hastaların bu madde emniyetli bir düzeye metabolize edilinceye kadar karanlıkta bekletilmeleri gerekmekte ayrıca ilaç dokuların doğal floresansıyla da etkileşime girebilmektedir. İkinci yöntemde ise dokularda doğal olarak meydana gelen floresans bilgisayar tarafından kuvvetlendirilerek işlenmekte ve artefaktlar filtre edildikten sonra görüntü monitöre verilmektedir. Mor ya da mavi ışıkla 99 uyarılması üzerine, normal dokuyla karşılaştırıldığında premalign ya da malign dokulardaki otofloresan yoğunluğunda anlamlı bir azalma mevcuttur. Bu yöntemin en önemli avantajı fotosensitize edici ajan kullanılmadığı için yan etkilerinin az olması ve daha düşük maliyetli olmasıdır (80). OFB’nin dezavantajları arasında skuamöz hücreli karsinom dışında adenokarsinom ve küçük hücreli karsinom gibi alt tiplerin prekürsörlerini belirleyememesi, spesifitesinin düşük olması, BIB’den daha maliyetli olması ve erken tanı ve tedavi programı ile ilave maliyetler ve iş yükü getirmesi ve bunun sonucunda kanser mortalitesinde anlamlı bir düşüş oluşturduğunun gösterilememiş olması sayılabilir (93). Bu dezavantajların yanısıra OFB’nin, premalign lezyonların saptanma oranını 1,5 - 6,3 kez arttırdığı gösterilmiştir (17,88,91,97). Bir çalışmada anormal floresan röfle veren bölgelerin 1/3’ü yalancı pozitif saptanmıştır. Ancak bu görünümlerin histolojileri normal olsa bile malignite ile birlikte olabilecek moleküler genetik lezyonlar taşıdığı belirtilmektedir (17). OFB günümüzde, akciğer karsinogenezisi için moleküler biyoloji çalışmalarında kullanılacak doku örneklerinin alınmasında, kemoprovansiyon çalışmalarında preneoplazi safhasında alan kanserizasyon sahalarının lokalize ve monitörize edilmesinde, yüksek risk gruplarında yeni semptomlar varlığında malignite araştırılmasında, lokal endobronşial tedavi olan hastalara rehber olarak, gerçek radyolojik okült tümör sınırları görülüp, tedavi edilmesi amacıyla, balgam sitolojisinde malign hücreler görülüp PA akciğer grafisi normal olan hastalarda endobronşial lezyonu lokalize etmek amacıyla, floresan imaj açısından şüpheli fakat normal histolojisi olan, yalancı pozitif hastalarda multipl kromozomal bölgelerde genetik bozuklukların takibinde, preoperatif 100 senkron malignite saptanması, rezeksiyon öncesi kanser yaygınlığının daha doğru belirlenmesi, cerrahi sınırların saptanmasında, akciğer karsinomu nedeni ile opere olan hastaların takibinde, radyografi şüpheli, konvansiyonel bronkoskopi negatif olgularda kullanım alanı bulmaktadır. OFB ile ilgili çalışmalar gün geçtikçe artmakta ve daha çok çalışmayla daha iyi sonuçlar alınmaktadır. Bizim çalışmamızda ise primer akciğer karsinomu nedeniyle opere edilecek hastalarda otofloresan bronkoskopi ile prekanseröz lezyonların sıklığı araştırılmıştır. Operasyona Hazırlanan Hastalarda Senkron Tümör ve Premalign Lezyon Sıklığı Akciğer kanseri tanısı konmuş bir hastada alan kanserizasyonu nedeniyle multiple kanser gelişme riskinin olduğu bilinmektedir. Lam ve arkadaşları, 1998’de yayınladıkları bir çalışmada akciğer tanısı veya şüphesi ile araştırılan ve daha önce tanı konarak opere edilmiş 173 hastanın 57’sinde (% 32) BIB + OFB ile inceleme sonucu orta ve hafif dereceli displazi, 56 hastada (% 31.7) orta/ağır dereceli displazi, CİS veya invaziv karsinom saptamışlardır (97). Kurie ve arkadaşlarının 1998’deki çalışmalarında, sigarayı bırakmış ve halen sigara içen kişilere yapılan OFB sonrası, hafif displazi, 2 doku örneğinde (% 0.8), metaplazi ve hafif displazi, 6 doku örneğinde (% 21.2), sadece metaplazi, 52 doku örneğinde (% 75.5) saptanmıştır. Bu çalışmada hiçbir hastada orta/ağır dereceli displazi, CİS veya invaziv karsinom saptanmamıştır (101). 101 Venmans ve arkadaşlarının 2000’de yayınlanan çalışmalarında akciğer kanseri şüphesi olan veya yeni tanı konmuş akciğer kanseri nedeniyle evreleme yapılan veya akciğer kanseri, baş ve boyun kanseri geçirme öyküsü olup takipte olan 9 hastaya OFB yapılmıştır (18). 9 hastanın 4’ünde 8 neoplazik lezyon saptanmıştır. Bunlar 4 (% 50) orta dereceli displazi, 3 (% 37) ağır dereceli displazi ve 1 (% 13) karsinomdur. Hirsch ve arkadaşlarının 2001’de yayınladıkları çalışmada yüksek riskli hastalardan, ( > 30 paket/yıl sigara anamnezi olan ve hava yolu obstrüksiyonu olan hastalar), balgam sitolojisinde orta veya ağır dereceli hücresel atipi olan veya bilgisayarlı tomografi veya akciğer grafisinde bilinen veya şüpheli akciğer kanseri izlenen hastalara BIB ve OFB yapılmış, toplam 55 hastadan 4 hastada metaplazi (%7.3), 8 hastada düşük/orta dereceli displazi (% 14.5), 28 hastada (% 50.9) orta/ağır dereceli displazi, 1 hastada CIS (%1.8) ve 3 hastada karsinom (% 5.5) saptanmıştır (17). Kanser saptanan 3 hastanın 2’sinde balgam sitolojisi pozitif iken diğer hastada BT’de malignite düşünülen lezyon saptanmıştır. Sato ve ark.’nın 2001’de yaptıkları çalışmada balgam sitolojisi pozitif veya şüpheli saptanan 50 hastaya OFB yapılmış, 9 hastada (% 18) borderline lezyon saptanmış (metaplazi, hafif, orta ve ağır dereceli displaziler dahil olmak üzere), 4 hastada ( % 8) multiple invaziv karsinom, 12 hastada (% 24) ise invaziv karsinomla birlikte displazi ve 4 hastada multisentrik displazi saptanmıştır (102). Kunter ve arkadaşlarının 2003’teki çalışmalarında ise akciğer karsinomu şüphesi olan ve daha önce akciğerin primer veya metastatik karsinomu tanısıyla cerrahi tedavi uygulanmış olup nüks veya rezidü kanser araştırması 102 yapılan olgular çalışmaya alınmıştır (100). 7 hastada (% 11.6) displazi, 1 hastada (% 1.6) CİS, 7 hastada (% 11.6) invaziv karsinom saptanmıştır. Ikeda ve arkadaşlarının 2003 yılında yayınlanmış çalışmalarında akciğer karsinomu tanısı konmuş ve opere olacak 30 hastaya operasyon öncesi BIB+OFB yapılmış olup rezeksiyon sonrası rezeke bronşlardan doku örneği alınmıştır. Toplam 163 doku örneğinden 16’sında displazi (% 9.8), 31’inde karsinom (%) tespit etmişlerdir (51). Displazi saptanan 16 lezyondan 8’i (% 50) OFB tarafından anormal saptanmış olup, invaziv karsinom saptanan 31 lezyondan 30’u (% 97) OFB tarafından anormal saptanmıştır. Pierard ve arkadaşlarının 2004’teki çalışmasında BIB ile incelenip displazi, CİS ve okült invaziv karsinom saptanan hastalara OFB yapılmış, OFB ile BIB’ye ek olarak 6 premalign lezyon saptanmıştır (104). Chhajed ve arkadaşlarının 2005’teki çalışmasında balgam sitolojisi pozitif olan 151 hastaya BIB ve OFB yapılmış olup, 15 metaplazi (% 4), 63 displazi (% 41.7), 3 CIS ( % 1), 20 invaziv karsinom (% 6) tespit edilmiştir (105). Haussinger ve arkadaşlarının 2005’te yaptığı çalışmada akciğer kanseri nedeniyle opere olmuş ve takipte olan, radyolojik veya klinik olarak akciğer kanseri şüphelenilen, balgam sitolojisi pozitif olan veya KOAH tanısı olan 1173 hastaya OFB yapılmıştır. Preinvaziv lezyonlar (orta/ağır dereceli displazi ve CİS) hastaların % 3.9’unda (45 hastada) saptanmıştır (106). Hastanemizde yapılan bir diğer çalışmada ise primer akciğer karsinomu nedeniyle opere edilen 40 hastaya postoperatif OFB uygulanmış olup alınan 48 103 biyopsinin 3’ü karsinom, 1’i orta/ağır displazi, 6 metaplazi olarak saptanmıştır (107). Bizim çalışmamızda ise 1 hastada (% 2) displazi, 6 hastada (% 12) metaplazi, 1 hastada (% 2) in situ karsinom, 1 hastada (% 2) karsinom saptandı. Hirsch ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada (17) senkron kanser oranı % 5.4, Kunter ve arkadaşlarının çalışmasında (100) ise % 11 oranında senkron kanser saptanmıştır. Chhajed’in çalışmasında (105) % 13.2 oranında senkron kanser bulunmuş olup bu oran Pierard ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada (104) % 9.3 olarak bildirilmiştir. Bizim çalışmamızda 1 hastada ( % 2) senkron kanser saptanmıştır. Senkron Tümör Ve Premalign Lezyon Tanısında BIB ve OFB Karşılaştırılması Lam ve arkadaşlarının 1998’deki çalışmalarında orta/ağır dereceli displazi, CİS ve invaziv karsinomun tanısında BIB sensivitesini % 9, BIB + OFB birlikte değerlendirildiğinde sensivitenin % 56 olduğunu saptamışlardır. PKD, BIB için % 14, BIB + OFB için % 23; NKD, BIB için % 84, BIB + OFB için % 89 olarak bildirilmiştir. BIB + OFB’nin sadece BIB’ye olan relatif sensivitesini 6.3 olarak bildirmişlerdir (97). Bu çalışmanın aksine Kurie ve arkadaşlarının 1998’deki çalışmalarında OFB kullanımının preneoplastik lezyonların tanısında daha düşük sensiviteye sahip olduğunu bildirmiştir (101). Metaplazi ve displazi için OFB’nin sensivitesi % 43.3, spesifitesi % 57.3; PKD % 24.8, NKD % 75.7 olarak bulunmuş istatistiksel açıdan anlamlı saptanmamıştır. 104 Hirsch ve arkadaşlarının 2001’de yayınladıkları çalışmada OFB sensivitesi % 68.8, BIB sensivitesi % 21.9 saptanmış ve OFB + BIB birlikte değerlendirildiğinde sadece BIB’ye göre anlamlı bir fark elde edilmiş, OFB ve BIB spesifiteleri ise sırasıyla % 69.6 - % 78.3 olarak saptanmıştır. OFB’nin tüm bronşial atipileri tespit etmede daha sensitif olduğu ancak sadece ağır displazi, CIS ve invaziv karsinom tespitinde sensitif olmadığına karar verilmiş olup bu da çalışmaya alınan hasta sayısının az olmasına bağlanmıştır (17). Çalışmada ayrıca BIB ve OFB yapılma sırası veya bronkoskopist farklılığı olup olmadığına bakılmış ancak bir fark saptanmamıştır. OFB’nin bir dezavantajı BIB’den daha fazla anormal bölge saptadığından daha fazla biyopsi alınması bu durumun da spesifiteyi olumsuz yönde etkilemesidir (17). Sato ve arkadaşlarının çalışmasında tek başına BIB ve BIB+OFB sensiviteleri % 85.3 – % 94.1 olarak bulunurken, spesifiteleri BIB ve BIB+OFB olmak üzere % 36.4 – % 38.2 saptanmıştır (102). Sensiviteleri diğer çalışmalara oranla biraz yüksek saptanmış olup spesifiteleri özellikle BIB için diğer çalışmalara göre daha düşük bulunmuştur. Bu çalışmada PKD BIB ve BIB+OFB için % 62.4 – % 65.3, NKD; BIB ve BIB+OFB için % 66.7 – % 84 olarak bulunmuştur. Kunter ve arkadaşlarının çalışmasında ise malign veya premalign lezyonlarda BIB ve OFB’nin sensiviteleri sırasıyla % 19 – % 94, spesifiteleri sırasıyla % 52 – % 44, PKD, sırasıyla % 13 – % 25, NKD ise sırasıyla % 73 – % 97 olarak saptanmıştır (100). Ikeda ve arkadaşlarının 2003 yılında yayınlanmış çalışmasında BIB’nin sensivitesi % 90 (karsinom için), % 31 (displazi için); OFB’nin sensivitesi % 97 (karsinom için), % 50 (displazi için) saptanırken; BIB’nin spesifitesi % 88, 105 OFB’nin ise % 84 saptanmıştır. PKD, BIB’nin % 70, OFB’nin % 67 olarak bulunmuştur (51). Beamis ve arkadaşlarının çalışmasında ise 278 hastaya OFB yapılmış olup BIB ve OFB’nin sensiviteleri sırasıyla % 10,6 – % 61,2; spesifiteleri sırasıyla % 94,6 – % 75,3; PKD, sırasıyla % 18,4 – % 22,2; NKD, sırasıyla 90,2 – 94,9 olmak üzere diğer çalışmalarla uyumlu saptanmıştır (103). Pierard ve arkadaşlarının çalışmasında, BIB ile multisentrik lezyon saptama oranı % 7 iken, OFB’nin eklenmesiyle bu oranın %23’e yükseldiği saptanmıştır (104). OFB’nin preneoplazik lezyonların tespitinde belirgin olarak BIB’den daha sensitif olduğu bildirilmiştir. OFB’nin sensivitesi % 68,8, BIB’nin sensivitesi % 21.9 olarak saptanmıştır. Çalışmada bu oranın yüksekliği sadece OFB’ye bağlanmamış, bu yüksekliğin diğer sebeplerinin BIB’yi uygulayan bronkoskopistin ilk lezyona fikse olabileceği, bronkopistlerin BIB’de erken evre akciğer kanserini tanıma konusunda yeterince eğitilememiş olabilecekleri belirtilmiştir. Bu çalışmada da bizim çalışmamıza benzer olarak anormal bir röfle izlenmediği takdirde biopsi alınmamıştır. Chhajed ve arkadaşlarının 2005’teki çalışmasında BIB ve OFB’nin sensivitesi sırasıyla % 72 ve % 96, spesifitesi sırasıyla % 53 – % 23 relatif sensivitesi 1.33 saptanmıştır (105). 1 hastada normal OFB görünümüne karşılık BIB’de patoloji görünen alandan alınan biopsi sonucu displazi saptanmıştır. Haussinger ve arkadaşlarının çalışmasında sensiviteleri BIB ve BIB+OFB’nin sırasıyla % 57.9 – % 82.3 olup spesifiteleri ise sırasıyla % 62.1 – % 58.4; PKD, sırasıyla % 2.1 – % 4.3 saptanmıştır. BIB+OFB’nin sensivitesi 106 BIB’ye göre 1,4 kat yüksek saptanmıştır. BIB+OFB ile toplam 34 (% 2,2) premalign lezyon saptanmış olup diğer çalışmalara oranla daha az sayıda premalign lezyon saptama nedenlerini balgam sitolojisi pozitif olan daha az sayıda hasta olmasına, diğer araştırmalarda saptanan yüksek sayıda premalign lezyonun, biopsi yerinin tümör yakınından alınmış olabileceğine bağlanmıştır (106). Hastanemizde yapılan diğer çalışmada ise (107) primer akciğer karsinomu nedeniyle opere edilen 40 hastaya postoperatif OFB uygulanmış olup BIB ve OFB’nin sensivite oranları sırasıyla % 40 – % 70 olarak saptanmış; spesifite oranları ise sırasıyla % 100 – % 82 saptanmıştır. Bizim çalışmamızın sonuçlarında BIB ve sonrasında OFB uygulanan 49 hastadan 26’sında ( % 53,1) benign sitoloji saptanırken, 1 hastada (% 2) displazi, 6 hastada (% 12,6) metaplazi, 1 hastada (% 2) in situ karsinom, 1 hastada (% 2) karsinom saptandı. 14 hastada (% 28,6) BİB ve OFB’de normal izlenmesi nedeniyle biopsi alınmadı. Metaplazi patolojik kabul edildiğinde BIB ve OFB’nin sensivite oranları sırasıyla % 77.78 – % 100 olarak saptandı; spesifite oranları ise sırasıyla % 37.50 – % 30 saptandı. Metaplazi patolojik kabul edilmediğinde sensivite oranları sırasıyla % 100 – % 100, spesifite oranları sırasıyla % 36.96 – % 26.09 olarak saptandı. Diğer çalışmalarla kıyaslandığında OFB’nin sensivitesinin benzer olduğu izlendi. Çalışmanın eksik tarafı BIB ve OFB’de normal izlenen alanlardan biopsi alınmamasıdır. Kontrol biopsiler olmadığından, saptanılamayan, rastlantısal olarak bulunabilecek premalign lezyonları bilinmemektedir. 107 Metaplazi patolojik kabul edildiğinde BİB’e göre OFB’nin relatif sensivitesi 1,28, metaplazi patolojik kabul edilmediğinde relatif sensivite 1 olarak saptanmıştır. OFB’nin spesifitesinin düşük olması BIB’de inflamasyon, granülasyon dokusu olan alanlardan alınan biopsilere bağlanabilir. Ayrıca düşük spesifite kronik inflamasyonlu hastalarda otofloresans emisyonun bronşun kronik inflamasyonu nedeniyle kalınlaşmış tabakası ile bloke olup azalmasına bağlı olabilir. Bu da OFB’de daha fazla anormal alan saptanmasına bağlı olarak daha fazla biyopsi örneği alınmasına bağlanmıştır. Bir diğer neden de çalışmaya alınan hasta sayısının azlığıdır. Çalışmamızda BIB’de normal saptanıp, OFB’de de normal saptanan 12 hasta mevcuttur. Bu hastalardan kontrol biyopsiler alınmadığından patolojik olarak verifikasyonu yapılmamıştır. Bir çalışmada rastgele alınan biopsilerin ekonomik maliyeti arttırdığı ve BIB+OFB’nin bu biyopsiler alınmadan daha efektif olabileceği bildirilmiştir (106). Metaplazi tanısında OFB, BIB’ye göre daha üstün görünmekle birlikte, daha ileri olgularda (CİS, displazi gibi) BIB’de de patolojik alanlar görülmüş olup OFB’nin bu alandaki üstünlüğü saptanmamıştır. Sonuçta OFB’nin tüm premalign lezyonları (metaplaziler de dahil olmak üzere) tespit etmede daha sensitif olduğu ancak sadece CİS ve invaziv karsinom (okült) tespitinde BIB’e göre daha sensitif olmadığına karar verilmiştir. Vaka sayısının az olması, patolojik lezyonların sayısının da az olması sebebiyle istatistiksel olarak anlamlı saptanmamıştır. Bu sonuç Hirsch ve Venmans’ın çalışmalarına da (17,92) uyar niteliktedir. Ancak istatistiksel olarak anlamlı saptanmasa da OFB’nin BIB’ye göre daha fazla preneoplazik lezyonu saptadığı görülmüş 108 olup Kurie’nin çalışmasındaki (101) değerlerden daha yüksek sensivite ve spesifite değerleri elde edilmiştir. Saptanan düşük preneoplazik lezyon değerleri, alınan biopsi materyallerinin küçük veya ezilmiş olması, patologlar arası uyuşmazlık, saptanan displazi sayısının istatistiksel farklılık için yeterli olmaması olabilir. Çalışmada BIB’de izlenen patolojik alanlardan hiçbirinde OFB normal saptanmamıştır (NKD % 100). Ancak gerçek yalancı negatif lezyonların sayısı bilinmemektedir. Bunun nedenlerinden biri tümörlerin farklı histolojik tiplerde farklı başlangıç ve büyüme paterni göstermesidir. Adenokarsinom veya küçük hücreli akciğer karsinomu subepitelyal tabakada büyüdüğünden ve floresan ışığın subepitelyal tabakaya penetre olamaması yüzünden bu tabakadaki malign değişiklikler OFB ile saptanamaz. OFB’nin kullanımında karşılaşılan bir güçlük ise öğrenme süreci ve gözün floresan ışığa ve görünümüne alışma sürecidir. Öğrenme süreci içinde daha fazla biopsiler alınmakta ve daha az preinvaziv lezyon saptanmaktadır. OFB’nin kullanımında bir diğer sorun yüksek yalancı pozitif sonuçlardır. Lam ve ark.’nın çalışmasında PKD % 23 (97) olarak bildirilmiş olup Haussinger ve ark.’nın çalışmasında (106) % 25.1 olarak bildirilmiştir. Bizim çalışmamızda ise bu değer % 24,32 olup bu çalışmalarla uyumlu idi. Yalancı pozitif sonuçlar kronik inflamasyona bağlı olarak kalınlaşması, otofloresan kapillarite artışına bağlı olarak mukoza azalmasına bağlanmaktadır. Biyopsi değerlendirmesine göre yaşla birlikte premalign/malign lezyonların görülme sıklığı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p > 0,05). Biyopside benign lezyon saptanan hastaların yaş 109 ortalaması 55,87 iken biyopsi sonucu malign lezyon saptanan hastaların yaş ortalaması 57,66 olarak saptanmıştır (Tablo XII). Evrelere göre premalign veya malign lezyonların görülme sıklığı incelendiğinde evre I’den sonra giderek artmaktadır ancak istatistiksel olarak anlamlı saptanmamıştır (p > 0,05). Evre IA’da 1 malign lezyon saptanmış olup Evre IB’de 4, Evre IIB’de 4 premalign veya malign lezyon saptanmıştır (Tablo XII). Bu durum vaka sayısının az olmasına bağlanmıştır. OFB, BIB ve biyopsi sonuçlarına göre sigara öyküsü değerlendirildiğinde OFB’de patoloji saptanan olguların ortalama sigara içimi 59,86 paket/yıl idi (Tablo XIV ). BIB’de patoloji saptanan olguların ortalama sigara içimi 56,26 paket/yıl idi. Biyopsi sonuçlarına göre premalign veya malign sonuç saptanan hastaların ortalama sigara içimi 65,55 paket/yıl olarak saptandı OFB yöntemiyle değerlendirme sonuçlarının kullanılan sigara miktarlarına göre dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (p>0,05). BIB yöntemiyle değerlendirme sonuçlarının kullanılan sigara miktarlarına göre dağılımları arasında da istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (p>0,05). Biyopsi değerlendirmesine göre kullanılan sigara miktarları arasında da istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). Bugüne kadar yapılan çalışmalar genelde LIFE sistemini kullanmaktadır. Bizim çalışmamızda ise Stortz – D Light sistemi kullanılmıştır. Ancak bu sistemleri kıyaslayan hiçbir çalışma yoktur. Bu nedenle bulgular ve sonuçlar arasında teknik farklılıkların olup olmayacağı bilinmemektedir. 110 SONUÇ Akciğer kanseri nedeniyle opere edilecek hastaların, cerrahi öncesi dönemde premalign ve malign lezyonlar açısından mutlaka araştırılması gerekir. Çeşitli karsinojenler, alan kanserizasyonu etkisiyle epitelde preneoplazik değişikliklere yol açarak progresif genetik ve histolojik değişiklikliklere yol açarlar. Otofloresan bronkoskopi akciğer kanserinin erken evrede tanınmasında yararlı bir yöntemdir ancak spesifitesinin düşük olması sebebiyle OFB, konvansiyonel bronkoskopinin yerini almaktan çok beyaz ışık bronkoskopiye tamamlayıcı bir yöntem olarak hastaların değerlendirilmesinde fayda sağlayacaktır. OFB’nin BIB’ye göre premalign lezyonların tespitinde daha duyarlı olduğu düşünülmektedir. Yapılacak daha çok kontrollü, randomize ve daha fazla hastayı kapsayan çalışmalar ile OFB’nin avantajları ve dezavantajları daha iyi incelenebilecek ve daha kesin sonuçlara varılabilecektir. OFB’nin giderek artan kullanımıyla birlikte artan tecrübe ile ileride operasyon öncesi kullanılan tanı algoritmalarını değiştirebilir. 111 KAYNAKLAR 1. Shibuya K, Mathers CD, Boschi-Pinto C, Lopez AD and Murray CJL. Correction: Global and regional estimates of cancer mortality and incidence by site: II. results for the global burden of disease 2000 BMC Cancer 2003, 3:20. 2. Shibuya K, Mathers CD, Boschi-Pinto C, Lopez AD, Murray CJL. Global and regional estimates of cancer mortality and incidence by site: II. results for the global burden of disease 2000. BMC Cancer 2002, 2:37. 3. Tanonue LT, Matthay RA. Epidemiology and Carcinogenesis. Lung Cancer 2000; 1215-1228. 4. Postmus PE. Epidemiology of lung cancer. Fishman AP, Elias JA, Fishman JA, Grippi MA, Kaiser LR, Senior R(ed.) Fishman’s Pulmonary Diseases and Disorders. New York. Mc Graw – Hill Comp 1998; 1707- 1717. 5. Travis WD, Lubin J, Ries L, Devesa S.United States Lung carcinoma incidence trends; declining for most histologic types amog males, increasing among females. Cancer 1996; 77(12):2464-70. 6. H.Halilçolar, D.Tatar, G.Ertuğrul, A.Çakan, M.G.Acıtaş, B.Kömürcüoğlu. Akciğer Kanseri Epidemiyolojisi In: Çavdar T, Ekim N,(ed.). Akciğer Kanseri 1.Baskı. Toraks Kitapları. Ankara. 1999 1.Bölüm;17-23. 7. Kanser bildirimlerinin değerlendirilmesi 1993-1994. T.C. Sağlık Bakanlığı Kanser Savaş Daire Başkanlığı. Yayın No:582, Ankara 1997. 112 8. Uğur Gönüllü. Akciğer Kanserleri In:Numan Numanoğlu (ed). Solunum Sistemi ve Hastalıkları. 2. Baskı. ANTIP A.Ş. Yayınları. Ankara 2001. 36. Bölüm;593-631. 9. Nackaerts K, Axelson O, Brambilla E, Bromen K, Hirsch FR, Nemery B, Petit MR, Sasco AJ, van Meerbeeck J, van Zandwijk N, and the other co-workers of working group 1. Epidemiology of lung cancer: a general update. Eur Respir Rev 2002; 12:84, 112-121. 10. Mountain CF: Revisions in the international system for staging lung cancer: Chest 1997;111: 1710-1717. 11. Greenlee RT, Hill-Harmon MB, Murray T, Thun M.Cancer statistics 2001. CA Cancer J Clin 2001;51:15-36. 12. Woolner LB, Fontana RS, Cortese DA. Roentgenographically occult lung cancer: Pathologic findings and frequency of multicentricity during a 10-year period. Mayo Clin Proc 1984; 59: 453-466 . 13. Deppermann KM. Lung Cancer Screening – Where we are in 2004. Lung Cancer 45 Suppl. 2 (2004) S39-S45. 14. Lippman SM, Hong WK. Second malignant tumors in head and neck squamous cell carcinoma: the overshadowing threat for patient with early stage disease. Int J Radiat Oncol Biol Phys 1989; 17:691-694. 15. Vansteenkiste J, Sculier J.P., van Raemdonck D., Verleden G.,and the other co-workers of Working Group 2. Reflections on the current staging system for lung cancer. ERJ 2002; 12:122-130. 16. Franklin W.A. Premalignant evolution of lung cancer: Giles F.Filley Lecture. Chest 2004; 125:90S-94S. 113 17. Hirsch, FR, Prindiville SA, Miller YE, Franklin WA, et al. Fluorescence versus white light bronchoscopy for detection of preneoplastic lesions: a randomised study. J Natl Cancer Inst 2001;93:1385-1391. 18. Venmans BJW, van Boxem JM, Smit EF, Postmus PE, Sutedja TG. Outcome of Bronchial carcinoma in situ. Chest 2000; 117:1572-1576. 19. Risse EKJ, Vooijs GP, van’t Hof MA. Diagnostis significance of severe dysplasia in sputum cytology. Acta Cytol. 1988; 32: 629-634. 20. Rom WM, Hay JG, Lee TC, Jıang Y, Tchou-Wong K-M. Molecular and genetic aspects of lung cancer. Am J Respir Crit Care Med 2000;161:1355-1367. 21. Soda H, Tomita H, Kohno S, Oka M. Limitation of annual screning chest radiography for the diagnosis of lung cancer. A retrospective study. Cancer 1993; 72:2341-2346. 22. Nesbitt Jc, Moores. DWO. Staging of lung cancer. In: Roth JA, Ruckdescel JC, Weisenburger TH. Thoracic Oncology, Philadelphia: WB Saunders Co, 1995:84-103. 23. Göksel T, Savaş R,Soyer S: Akciğer kanseri evrelemesinde yenilikler. Tüberküloz ve Toraks dergisi 1998;46: 278-287. 24. George PJM. Fluorescence bronchoscopy fo the early detection of lung cancer. Thorax 1999; 54:180-183. 25. Stanzel F. Fluorescent bronchoscopy: contribution for lung cancer screening? Lung Cancer 2004 45; 2:S29-S37. 114 26. Kennedy TC, Proudfoot SP, Franklin WA, Merrick TA, Saccomano G, Corkill ME, Muma DL, Sirgi KE, Miller YE, Archer PG, Prochazka A. Cytopathological analysis of sputum in patients with airflow obstruction and significant smoking histories. Cancer Res; 56:4673-4678. 27. Quankel GBA, Kessels AGH, Goei R, Engelshoven JMA. Miss rate of lung cancer on the chest radiography in clinical practice. Chest 1999; 115:720-724. 28. Nackaerts K, Brambilla E, van Zandwijk N, Bromen K, Diederich S, Hirsch FR, Huber RM, Ninane V, Leo F, Thiberville L and the other coworkers of working group 1. Early detection and prevention of lung cancer. Eur Respir Rev 2002; 12:84,122-130. 29. Kubik A, Parkin DM, Khlat M, Erken J, Polak J, Adamec M. Lack of benefit from semi-annual screening for cancer of the lung: follow-up report of a randomized controlled trial of population of high risk males in Czechoslovakia. Int J Cancer 1990; 45:26-33. 30. Fontana RS, Sanderson DR, Taylor WF. , et al. Early lung cancer detection: results of the initial (prevalance) radiologic and cytologic screening in the Mayo Clinic Study. Am Rev Respir Dis 1984; 130:561-565. 31. Frost JK, Ball WC, Levin ML., et al. Early lung cancer detection: results of the initial (prevalence) radiologic and cytologic screening in the Johns Hopkins Study. Am Rev Respir Dis 1984; 130:549-554. 32. Flehinger BJ, Melamed MR, Zaman MB, Helan RT, Perchick WP, Martini N. Early lung cancer detection: results of the initial (prevalence) 115 radiologic and cytologic screening in the Memorial Sloan-Kettering Study. Am Rev Respir Dis 1984; 130:555-560. 33. Kaneko M, Eguchi K, Ohmatsu H. Ve ark. Peripheral lung cancer: screening and detection with low-dose spiral CT versus radiography. Radiology 1996; 201:798-802. 34. Sone S, Takashima S, Li F. Ve ark. Mass screening for lung cancer with mobile spiral computed tomography scanner. Lancet 1998; 351:1242-1245 35. Henschke CI, McCauley DI, Yankelevitz DF. ve ark. Early lung cancer action Project: overall design and findings from baseline screening. Lancet 1999; 354:99-105. 36. Van Zandwijk. New methods for early diagnosis of lung cancer. Lung Cancer 2002; 38:S9-S11. 37. The Leuven Lung Cancer Study Group, Vansteenkiste JF, Strobants SG, Dupont GJ ve ark. Prognostic importance of the standardized uptake of (18)-fluoro-2-deoxy-glucose-pozitron emission tomography in nonsmall-cell lung cancer: an analysis of 125 cases. J Clin Oncol 1999; 17:3201-6. 38. Pieterman RM, van Putten JW, Meuzelaar JJ ve ark. Preoperativer staging of nonsmall cell lung cancer with pozitron-emission tomography. New Engl J Med 2000; 343:254-61. 39. The PLUS study group, van Tinteren H, Hoekstra OS, Smit EF, ve ark. Effectiveness of pozitron emission tomography in the preoperative assessment of patients with suspected non-small-cell lung cancer: the PLUS multicentre randomised trial. Lancet 2002; 359:1388-92. 116 40. Karp DD, Mulshine JL, Henschke CI. Nonsmall cell lung cancer: screening, new imaging and prevention. In: Perry MC, ed. American Society of Clinical Onchology. Educational Book. Philadelphia, WB Saunders Co. 2000;pp. 487-502. 41. Kennedy TC, Miller Y, Prindiville S. Screening for lung cancer revisited and the role of sputum cytology and fluorescence bronchoscopy in a high risk group. Chest 2000; 117:72S-79S. 42. Tockman MS, Mulshine JL, Piantadosi S.ve ark. Prospective detection of preclinical lung cancer: results from two studies of heterogeneous nuclear ribonucleoprotein A2/B1 overexpression. Clin. Cancer Res 1997; 3:2237-2246. 43. Tockman MS, Gupta PK, Myers JD ve ark. Sensitive and spesific monoclonal antibody recognition of human lung cancer antigen on preserved sputum cells: a new approach to early lıng cancer detection. J Clin Oncol 1988; 6:1685-1693. 44. Hirsch FR, Franklin WA, Gazdar AF, Bunn PA Jr. Early detection of lung cancer: clinical perspectives of recent advances in biology and radiology. Clin Cancer Res 2001; 7:5-22. 45. Gazdar AF, Minna JD. Moleculer detection of early lung cancer. J Natl Cancer Inst 1999; 91:299-301. 46. Mao L, Hruban RH, Boyle JO et al. Detection of oncogene mutations in sputum precedes diagnosis of lung cancer. Cancer Res 1994; 54:1634-1637. 117 47. Ahrendt SA, Chow JT, Xu L-H ve ark. Molecular detection of tumor cells in bronchoalveolar lavage fluid from patients with early stage lung cancer. J Natl Cancer Inst. 1999; 91:332-339. 48. Killian G:Removal of a bone splinter from the right bronchus with help of direct laryngoscopy. Münch Med Wochenschr 1897; 24:86. 49. Killian G:Ueber directe Bronkoskopie. Münch med Wochenschr 1898; 27:844-847. 50. Jackson C:Bronchoscopy: Past, Present and future. N Engl J Med 1928; 199:758-763. 51. Ikeda S, Yanai N, Ishikawa S:Flexible bronchofiberscope. Keio J Med 1968; 17:1-10. 52. Utz JP, Prakash UBS: İndications and contrindications to bronchoscopy. İn Prakash UBS (cd):Bronchoscopy NewYork, Raven Press, 1994,s81-89. 53. Sutedja G. New techniques for early detection of lung cancer. Eur Respir J 2003; 21 39, 57s-66s. 54. Lam S, Shibuya H. Early diagnosis of lung cancer. Clin Chest Med 1999; 20:53-61. 55. Woolner L. Pathology of cancer detected cytologically. In: Atlas of early lung cancer: Natl Inst of Health, U.S. Department of Human Health and Services. Tokyo: Igaku-Shoin 1983:107-213. 118 56. Lam S, MacAulay C, Leriche J, Palcic B. Detection and localization of early lung cancer by fluorescence bronchoscopy. Cancer 2000; 89(suppl 11):2468-2473. 57. Lam S, Hung J, Palcic B. Detection of lung cancer by ratio fluorometry with and without photofrin II.Proceedings of Society of PhotoOptical instrumentation Engineers. 1990; 1201:561-568. 58. Hung J, Lam S, LeRiche J, Palcic B. Autofluorescence of normal and malignant bronchial tissue. Lasers Surg Med 1991; 11:99-105. 59. Palcic B, Lam S, Hung J, MacAulay C. Detection and localization of early lung cancer by imaging techniques. Chest 1991; 99:742-743. 60. McWilliams A, Lam S. The Utilization of autoflorescence in flexible bronchoscopy. In:Ko-Pen Wang Atul C. Mehta, J. Francis Turner, Jr. (eds.). Flexible Bronchoscopy. Second Edition. Blackwell Publishing. Massachusetts, USA 2004: Chapter 13;138 – 145. 61. Richards-Kortum R, Sevick-Muraca E. Quantative optical spectroscopy for tissue diagnosis. Ann Rev Phys Chem 1996; 47:555-606. 62. Wolfbeis O.Fluorescence of organic natural products. In: Schulman G,ed. Molecular Luminescence Spectroscopy. Vol 1. New York: John Wiley&Sons; 1993:167-370. 63. Sutro CJ, Burman MS. Examination of pathologic tissue by filtered ultraviolet radiation. Arch Pathol 1933; 16: 346-9. 64. Leonhard M. New incoherent autofluorescence/fluorescence system for early detection of lung cancer. Diagnostic and Therapeutic Endoscopy 1999; 5: 7175. 119 65. Kato H, Cortese DA. Early detection of lung cancer by means of hematoporphyrin derivative fluorescence and laser photoradiation. Clin Chest Med 1985; 6:237-253. 66. Kennedy TC, Lam S, Hirsch FR. Review of recent advances in fluorescence bronchoscopy in early localization of central airway lung cancer. Oncologist 2001; 6: 257-262. 67. Qu J, MacAulay C, Lam S, Palcic B. Laser-induced fluorescence spectroscopy at endoscopy: tissue optics, Monte Carlo modeling, and in vivo measurements. Opt Eng 1995; 34:3334-3343. 68. Qu J, MacAulay C, Lam S, Palcic B. Optical Properties of normal and carcinoma bronchial tissue. Appl Opti 1994; 33(31):7397-7405. 69. Keith RL, Miller YE, Gemmill RM, ve ark. Angiogenik squamous dysplasia in bronhci of individuals at high risk for lung cancer. Clini Cancer Res 2000; 6:1616-1625. 70. Zellweger M, Grosjean P, goujon D, Monnier P, Van Den bergh H, Wagnieres G. Autofluorescence spectroscopy to characterize the histopathological status of bronchial tissue in vivo. J Biomed Opt 2001; 6(1): 41-52. 71. Hung J. Detection and localization of precancerous lesions and early lung cancer using tissue autofluorescence (PhD Thesis). University of British Columbia, Department of Physics; 1992. 72. Zeng H, MacAulay C, Mclean D, Palcic B. Reconstruction of in vivo aotuflorescence spectrum from microscopic properties by Monte Carlo simulation. J Photochem Photobiol 1997; B38:234-240. 120 73. Pitts J, Sloboda R, Dragnev K, Dmitrovsk E, Mycek M. Autofluorescence characteristics of immortalized and carcinogen-transformed human bronchial epithelial cells. J Biomed Opt 2001; 6: 31-40. 74. Haussinger K, Pichler J, Stanzel F, Markus A, Stepp H. Autofluorencence bronchoscopy: the D-light system, Interventional Bronchoscopy 2000; 30: 243-252. 75. Haussinger K, Stanzel F, Huber R, Pischler J, Stepp H ve ark. Autofluorescence detection of bronchial tumors with the D-light/AF: Diagnostic and Therapeutic Endoscopy 1999; 5: 105-112. 76. Wagnieres G, Studzinski A, Braichotte D, Monnier P, Depeursinge C, ve ark. Clinical imaging fluorescence apparatus for the endoscopic photodetection of early cancers by use of photofrin-II. Appl Opt 1997; 36: 5608-5620. 77. Anderson-Engels S, Johansson J, Swanberg S. Medical diagnostic system based on sinultaneous multispectral fluorescence imaging. Appl Opt 1994; 33: 8022-8029. 78. Wagnieres G, Studzinsky A, Van Der Bergh H. Endoscopic fluorescence imaging system for simultaneous visual examination and photodetection of cancers. Rev Sci Instrum 1997; 68: 203-212. 79. Rose A, Weimer K. Physical limits to the performance of imaging systems. Physics Today. 1989; 24-32. 80. Adachi R, Utsui T, Furusawa K. Development of the autofluorescence endoscope imaging system. Diagnostic and Therapeutic Endoscopy 1999; 5: 65-70. 121 81. Goujon D, Zellweger M, Van Den Bergh H, Wagnieres G. Autofluorescence Imaging in the trakeo-bronchial tree. Photodynamics News 2000; 3(3):11-14. 82. Mao L, Lee JS, Kurie JM ve ark. Clonal genetic alterations in the lungs of current and former smokers. J Natl Cancer Inst 1997; 89: 857-862. 83. Park IW, Wistuba II, Maitra A ve ark. Multiple clonal abnormalities in the bronchial epithelium of patients with lung cancer. J Natl Cancer Inst 1999; 91: 1863-1868. 84. Sutedja G, Venmans BJ, Smit EF, Postmus PE. Fluorescence bronchoscopy for early detection of lung cancer. A clinical perspective. Lung Cancer 2001;34: 157-168. 85. Pierard P, Vermijlen P, Bosschaerts T ve ark. Synchronous roentgenographically occult lung carcinoma in patients with resectable primary lung cancer. Chest 2000;117: 779-785. 86. Sutedja G, Codrington H, Risse EK ve ark. Autofluorescence bronchoscopy improves staging of radiographically occult lung cancer and has an impact on therapeutic strategy. Chest 2001; 120: 1327-1332. 87. Lam,S, Leriche JC, Zheng Y ve ark. Sex-related differences in bronchial epithelial changes associated with tobacco smoking. J Natl Cancer Inst 1999;91: 691-696. 88. Lam S, MacAulay C, Hung J, LeRiche JC, Profio AE, Palcic B. Detection of dysplasia and CIS with a lung imaging fluorescence endoscopy device. J Thorac Cardiovasc Surg 1993; 105: 1035-1040. 122 89. Nicholson AG, Perry LJ, Cury PM ve ark. Reproducibility of the WHO/IASLC grading system for preinvasive squamous lesions of the bronchus: A study of inter-observer and intra-observer variation. Histopathology 2001; 38: 202-208. 90. Gazdar A, Park I, Sood S ve ark. Clonal patches of molecular changes in smoking damaged respiratory epithelium. Lung Cancer 2000; 29:S7. 91. Vermylen P, Pierard P, Roufosse C ve ark. Detection of bronchial preneoplastic lesions and early cancer with fluorescence bronchoscopy: a study about its ambulatory feasibility under local anaesthesis. Lung Cancer 1999;25: 161-8. 92. Venmans BJ, van der Linden H, van Boxem AJ ve ark. Early detection of preinvasive lesions in high risk patients. J Bronchol 1998;5: 2803. 93. Banerjee AK, Rabbitts PH, George J. Lung Cancer 3: Fluorescence bronchoscopy: clinical dilemmas and research opportunities. Thorax 2003; 58: 266-271. 94. Benson DM, Knopp JA. Effect of tissue absorption and microscope optical parameters on the depth of penetration for fluorescence and reflectance measurements of tissue samples. Photochem Photobiol 1984;39: 495-502. 95. Pierard P, Martin B, Verdebout JM ve ark. Fluorescence bronchoscopy in high risk patients. J Bronchol 2001;8:254-259. 123 96. Herth FJF, Ernst A, Becker HD. Autofluorescence bronchoscopy. a comparison of two systems ( LIFE and D-Light). Respiration 2003;70:395-8. 97. Lam S, Kennedy T, Unger M ve ark. Localization of bronchial intraepithelial neoplastic lesions by fluorescence bronchoscopy. Chest 1998;113:696-702. 98. Sibilot DM, Jeamart M, Lantuejoul S, Arbib F, Laverriere MH, Brambilla E, Brambilla C. Cigarette smoking, Preinvazive bronchial lesions and autofluorescence bronchoscopy. Chest 2002; 122:1902-1908. 99. Risse EK, Vooijs GP, van’t Hof MA. Diagnostic significance of “severe dysplasia” in sputum cytology. Acta Cytol 1988;32:629-34. 100. Kunter E, İlvan A, Apaydın M, Bozkanat E ve ark. Senkron kanser araştırmasında otofloresan bronkoskopinin yeri. Solunum 2003;5:5967. 101. Kurie JM, Lee JS, Morice RC, et al. Autofuorescence bronchoscopy in the detection of squamous metaplasia and dysplasia in current and former smokers. J Natl Cancer İnst 1998;90:991-5. 102. Sato M, Sakurada A, Sagawa M, Minowa M, et al. Diagnostic results before and after introduction of autofluorescence bronchoscopy in patients suspected of having lung cancer detected by sputum cytology in lung cancer mass screening. Lung Cancer 2001;32:247-253. 103. Beamis JF, Ernst A, Simoff M, et al. A multicenter study comparing autofluorescence bronchoscopy to white light bronchoscopy using a non-laser light stimulation system. Chest 2004;125:148S-149S. 124 104. Pierard P, Faber J, Hutsebaut J et al. syncronous lesions detected by autofluorescence bronchoscopy in patients with high-grade preinvasive lesions and occult invasive squamous cell carcinoma of the proximal airways. Lung Cancer 2004;46:341-347. 105. Chhajed PN, Shibuya K, Hoshino H, Chiyo M , et al. A comparison of video and autofluorescence bronchoscopy in patients at high risk of lung cancer. Eur Respir J 2005;25:951-955. 106. Haussinger K, Becker H, Stanzel F, Kreuzer A et al. autofluorescence bronchoscopy with white light bronchoscopy alone for the detection of precancerous lesions: a European randomised controlled multicentre trial. Thorax 2005;60:496-503. 107. Kalkan N. Primer akciğer karsinomu nedeni ile opere olan hastaların takibinde otofloresan bronkoskopinin yeri (Uzmanlık Tezi). Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 7.Göğüs Hastalıkları Kliniği; 2005. 125
Similar documents
Code 40
FY17 Projected Outsourced Services Requirements - by Program Code 40 is presently forecasting an increased resource demand in several of our technical efforts • New Submarine Payload Integration E...
More information