Pdf indir - Beşiktaş Belediyesi
Transcription
Sayı: İlkbahar ’12/16 Nehar Tüblek Karikatür Ödülleri Genç Cumhuriyet’in coşkulu bayram kutlamaları Türkiye’nin ilk grafik sanatçısı: İhap Hulusi Görey Bir Cumhuriyet kadını: Keriman Halis Ece Sanatçı gözüyle: Su Yücel Boğaz’ın balıkçılık tarihi “Hizmet kapısı” D eğerli Beşiktaş kentlileri, Amerikalılar San Francisco Limanı’nın girişine “Altın Kapı” anlamına gelen “Golden Gate” adını vermişler. Bilindiği gibi, bunun nedeni 1850’lerde altının bulunması ve yüz binlerce insanın bu bölgeye akın etmesi. Değerli yazar-şair Sunay Akın, “Kız Kulesindeki Kızılderili” kitabında bu ilginç gelişmeyi ayrıntılarıyla anlatır. Vikipedia’nın yazdığına göre de, bu adı Kaptan John C. Fremont verir. Kaptanın İstanbul’daki Golden Horn-Altın Boynuz diye adlandırılan Haliç’i hatırlattığı için böyle adlandırıldığı söylenir. San Francisco limanı altın aramak için gelen insanları taşıyan gemilerle tıka- 02 B+ KIŞ basa dolar ve limanda Batı’ya göç nedeniyle terk edilmiş sayısız tekne birikir. İşte herkesin altın çıkarmak için Batı’ya koştuğu o günlerde, o gemilerin arasında dolaşarak gemilerin yelkenlerini toplayan bir adam varmış. Yahudi kökenli bir ailenin çocuğu olan ve babası açlıktan ölmüş bu adamın adı Leob’mış. 1847 yılında ve 20 yaşındayken Amerikaya göç eden bu Bavyeralı, “Yeni Dünya”ya adım atar atmaz ilk iş olarak adını değiştirmiş ve Levi Strauss adını almış. Altın aramaya giden madencilere yelken bezlerinden sağlam pantolonlar yapan Levi Strauss, hâlâ modası geçmeyen kot imparatorluğunu da kurmuş olur. “Altın Kapı”dan geçerek altına koşmak yerine, madencilerin ihtiyacına yönelik üretim yaparak zengin olur Levi Strauss… Bunlar kendiliğinden gelmedi kalemin ucuna değerli Beşiktaş kentlileri. Birlikte başardıklarımıza baktığımda, bizim de bir altın kapımızdan söz edilebilir ki bunun doğru adlandırması “Hizmet Kapısı” olmalı. Beşiktaş Belediyesi olarak mevzuat belediyeciliğini aşarak, onun gereklerini yerine getirdikten sonra sosyal belediyecilik alanına yaptıklarımızla geniş bir ufuk yarattığımızı söylemek olası. Elbette çok çetin geçen kış koşullarının yarattığı sıkıntıları asgariye indiren çalışmaları gerçekleştirmekle görevliyiz. Elbette afet yönetimi için eğitim çalışmalarına süreklilik kazandırmak ve kurslara devam etmek zorundayız. Elbette sağlık hizmetlerimizi, ambulans hizmetlerini, evde bakım hizmetlerini aksatma- dan yürütmek zorundayız. Yol onarımları, kaldırım düzenlemeleri, park bahçe yenileme işleri elbette her zaman gündemimizde olan çalışmalar. Ancak Beşiktaş kentinin “Hizmet Kapısı”ndan geçenlerin göreceği sadece bunlar değil. Hatta bunlar sessiz sedasız ve otomatik olarak süregiden gündelik akışlar. Asıl görünen ve dikkat çeken sivil yurttaş girişimleriyle Beşiktaş Belediyesi’nin ortaklaşa gerçekleştirdiği etkinlikler. Beşiktaş kentinin yaygın dinamikleri bu işbirliğinde buluşuyor. İster “sosyal belediyecilik” diye analım, ister Beşiktaş’ın sosyo-kültürel kent yaşamı diyelim; hemen her adımda bu olumlu işbirliklerini ve bunların kente, kentlilere sağladığı olanakları ve yararları görmek olasıdır. B+ Dergisi bu tür girişimleri sadece haber bazında değerlendiriyor olsa bile, haber başlıkları epeyce yol gösterici oluyor. Kent Konseyi’nin çalışmaları, hizmet gönüllüsü kentlilerimizin çalışmaları, edebiyat buluşmaları, belgesel sinema gösterileri ve söyleşileri, engellilere yönelik projeler, eğitim ve beceri kursları gibi sayısız örnek verebiliriz. Ayrıca Beşiktaş kentinin çok değerli yurttaş birikimlerine sahip olduğunu kıvançla söylemeliyim. Bu birikim de hepimiz gibi, yönetimimizi besleyen ciddi bir kaynak. Dergimizin sadece bu sayısını ölçü alsak bile nice değerli ustanın, bilge kişinin aramızda yaşadığına tanıklık ediyoruz. Bu güzel birikimler arasında kimi iç karartan anımsamalar da oluşuyor. Nâzım Hikmet gibi büyük bir vatan şairinin 1951 yılında İstanbul’dan kaçmak zorunda kalması geçmişin utanç sayfalarından. Ancak artık bu gür sesin dostları Nâzım’ı ve onun ölümsüz şiirlerini yaşatmaya kararlı. Nitekim bu yıl, Nâzım Hikmet dostları Tarabya kıyısında buluşarak onun 110. yaş gününü kutladılar. Boğaz’a atılan her karanfil -yıllar geçse de- onu unutmadığımızı ve hâlâ ona özür borçlu olduğumuzun birer simgesiydi sanki. Beşiktaş’ın gerçek değerleri insanlarıdır. Bu yüzden Beşiktaş’ın “Golden Gate-Altın Kapısı”nı altın arayanlar değil, bilgi ve sevgi dokuyanlar oluşturur. Sevgiyle kalın! İsmail ÜNAL Beşiktaş Belediye Başkanı B+ KIŞ 03 28 28 BEŞİKTAŞ KENTLİSİ’NİN DERGİSİ İlkbahar ’12 / 16 İMTİYAZ SAHİBİ Beşiktaş Belediyesi adına Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal YÖNETİM YERİ Beşiktaş Belediyesi Nisbetiye Mahallesi Aytar Caddesi Başlık Sokak No: 1 34340 Beşiktaş, İstanbul www.besiktas.bel.tr - 444 44 55 YAYIN TÜRÜ Dergi/Yaygın YAYIN KURULU Hasan Özgen, Yüksel Türkili, Görkem Kızılkayak Kapak: Mehmet Selçuk / Nehar Tüblek Karikatür Ödülleri 30 34 GENEL YAYIN YÖNETMENİ Cengiz Erdil GÖRSEL YÖNETMEN Nadir Mutluer KOORDİNATÖR Melis Baydur SAYFA YAPIM Engin Ak, Sedef Bingöl KATKIDA BULUNANLAR Necdet Sakaoğlu, Yalçın Çiringel, Metehan Tokgöz, Cengiz Kahraman, H. Cenk Tamer, Etem Çalışkan, Mustafa Kılınç, Funda Demir, Rahim Gökmen Tezer Onurlu Yaşam Ödülü Beşiktaş Kent Konseyi, “Onurlu Yaşam” ödüllerinin ikincisini Uğur Dündar’a verdi. 06 Cumhuriyet Kazanımları Genç Cumhuriyet’in coşkulu bayram kutlamaları. EDİTÖR Görkem Kızılkayak YAZI İŞLERİ Cengiz Erdil, Ayla Çiringel, Melis Baydur, Nazan Ortaç, Aybüke Sakaoğlu 30 02 Başkan’ın Beşiktaşlılara Mesajı PROJE YÖNETMENİ Hasan Özgen SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Ayla Çiringel Nâzım Hikmet 110 Yaşında Evrensel şairimizin doğum yıldönümü çeşitli etkinliklerle kutlandı. Bir Usta: İhap Hulusi Görey Etem Çalışkan’ın kaleminden Türkiye’nin ilk grafik sanatçısı İhap Hulusi Görey. 06 12 Portre: Keriman Halis Ece Bir Cumhuriyet kadını Keriman Halis Ece. 18 Sanatçı Gözüyle: Su Yücel “Resim benim için hayatın ihtiyacı”. 34 40 Eğitim: Galatasaray Üniversitesi İlkokuldan üniversiteye uzanan bir eğitim yolculuğu. FOTOĞRAFLAR Görkem Kızılkayak, Erdem Aydın, Alaattin Timur, Burak Kara, Şenol Kaşıkçı YAPIM NDR Tasarım ve Reklamcılık Tic. A.Ş. Nisbetiye Mahallesi, Birlik Sokak Akyıldız Sitesi. C Blok No: 22/6 Beşiktaş / İstanbul Tel: 0212 284 99 22 BASKI Promat Matbaacılık 0212 622 63 63 BASKI TARİHİ Mart 2012 18 22 Bir Semt: Cihannüma Tüm dünyayı gören semt: Cihannüma. 22 04 B+ İLKBAHAR 40 44 Albüm: Nehar Tüblek Karikatür Ödülleri. 50 Bir Filateli Öyküsü Ümit Topaloğlu ve Şerif Antepli ile koleksiyonculuk ve belgeselcilik üzerine… 54 Boğaz’ın Balıkçılık Tarihi Keyifli avlardan katliama... 60 Benim Beşiktaş’ım: Güneş Emir Genç oyuncu, “Beni Yeniden Sev” oyunuyla Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda. Artı Beşiktaşlı olmak... 60 64 Beşiktaş’ın Spor Alanları Beşiktaş kentinde spor yapmamanın bahanesi yok. 68 Galeri: Evin Sanat Evin Sanat Galerisi, 16 senedir Bebek’in sanat evi. 68 72 Birikim: Ergin Konuksever Bâbıâli’nin gözüpek gazetecisi 76 Sergi: “Annem İçin” Deniz Dikkaya’nın ilk fotoğraf sergisine Beşiktaş Belediyesi evsahipliği yaptı. Merhaba, Beşiktaş kenti, İstanbul’un binlerce yıllık Unutulmaz dizelerin şairi Can Yücel’in kızı mekânı... Barbaros’un sefere açıldığı, Su, şimdi babasından devraldığı şiir renklerini Cumhuriyet devrimlerinin şekillendiği tuale döküyor. Su Yücel ile yapılan söyleşiyi yapıları kapsayan gurur abidesi kent. İsmini de keyifle okuyacaksınız. kentinden alan asırlık spor kulübünün siyah beyaz renkleriyle nice coşkuyu yaşayan İhap Hulusi Görey... Latin harflerinin mekân... Peki; Beşiktaş sadece Kara kabulünden sonra hazırlanan ilk alfabe Kartal, Dolmabahçe Sarayı ve Barbaros kapağı onun elinden çıktı. Cumhuriyet’i Anıtı mı acaba? Elbette değil... Beşiktaş’ın afişleyen adam olarak sanat ve basın çok derin bir tarihi ve o tarihin sessiz tarihimize adını yazdırdı. Yazı ve çizginin kahramanları vardır. Bu sayımızda, Boğaz yeni birlikteliğini Türkiye’ye taşıyan ilk Türk kıyılarından esen tatlı bir meltem gibi tüm grafikeri İhap Hulusi 1986 yılında aramızdan dünyayı saran genç Cumhuriyet’in aydınlık ayrıldı ama afişleriyle yaşıyor. İhap Hulusi’nin yüzü Keriman Halis Ece’nin öyküsünü yaşam öyküsünden kesitleri de dergimizde bulacaksınız. Boğaz kıyılarının güzel bulacaksınız. kızının, 1932 yılında “Dünya Güzeli” tacını takarken, genç Cumhuriyet’i ve O’nun Beşiktaş’taki eğitim kurumlarını tanıtmaya bu Ata’sını nasıl gururlandırdığını keyifle sayımızda da devam ediyoruz. Osmanlı’nın okuyacaksınız. son dönemlerinde saray olarak inşa edildi. Önce ilkokul, sonra lise, günümüzde ise Sonra, kenti ikiye bölen Barbaros Galatasaray Üniversitesi olarak hizmet Bulvarı’nı kucaklayan Cihannüma veriyor. Türk eğitim tarihinin temel taşlarından Mahallesi’nin sokaklarına dalacak; olan Galatasaray eğitim kurumlarının yüksek Türk resim sanatının köşetaşı ve Türk öğrenim gençliğine neler kazandırdığını bu müzeciliğinin kurucusu Osman Hamdi sayıda bulabileceksiniz. Bey’in izini süreceksiniz. Osman Hamdi Bey’in doğup büyüdüğü, İstanbul’u ilk Dergimiz, Beşiktaş’ın değerlerini araştırırken tanıdığı evin çevresinde dolaşacaksınız. aslında Türkiye’nin ve Cumhuriyet’in yüzakı kişi ve kurumlarıyla da karşılaşıyoruz. İşte, Türkiye’nin hukuk abidelerinden Prof. Beşiktaşlı olmak böyle bir şey... Aydın Aybay’ın İkinci Dünya Savaşı 76 78 Atölye Porselen İstanbul 4. Levent’teki şirin atölyesiyle Porselen İstanbul B+ sayfalarında... 80 Kitap: Aydın Aybay’ın anı kitabı “Beşiktaş’ta Savaş Yılları”. 82 Haberler Beşiktaş’ta gerçekleşen etkinliklerden özetler. 92 Rehber / 24 saat yıllarında Beşiktaş anılarını okuyup, Hoşçakalın... geçmişe kısa bir yolculuk yapacaksınız. Beşiktaş kıyılarından Boğaz sularına bakıp, yok olan balıklar ve aslında teknolojinin geliştirmediği, adeta tükettiği balıkçılığımızla ilgili bir araştırma sizi çarpıcı bilgilere ulaştıracak. Meksikalı şair yazar Octavia Paz, ‘’Gazeteci, çağının tanığıdır’’ demiş. Sayfalarımızda böyle bir gazeteci portresini görecek; Bâbıâli’nin gözüpek gazetecisi Ergin Konuksever ile yapılan söyleşide yakın tarihimizin izlerini bulacaksınız. Ve bir genç ressam… [email protected] B+ İLKBAHAR 05 Cumhuriyet kazanımları Ulusal bayramlara özgü kutlamaların kaldırılacağı, 2012 yılının ilk haberlerinden oldu. Konulan kaldırılan bayramlarımız; bayramlara özel türlü kutlama gösterilerimiz çok. Ancak olup bitenlerde uygar toplumlarda olduğu gibi yurttaşlara, topluma danışma yok. Egemen medyanın dediği dedik! Bu arada da çeşitli yanlı haber yapmalar, karalamalar ve tarihsel verileri tahrif etmeler alıp başını gidiyor: 23 Nisan, 19 Mayıs gösterileri için bir dönemin “faşist” Avrupasından alınma oldukları; tek parti döneminin “şef” ini ululama gösterileri olduğu yazıldı çizildi. Gerekçe olarak da çocuklara ve gençlere daha çağdaş etkinlik olanakları sunmak; şimdiye kadarki uygulamaların sakıncalarına son vermek gösteriliyor. Provalara katılan öğrenciler dersler- 06 B+ İLKBAHAR den geri kalıyor, üşüyüp hasta oluyorlarmış. Yapmacık hareketlerle kutlanan bayramlar, bir dönemin şefleri karşısında bir çeşit tapınma imiş, anlamsız ve gülünçmüş. Bütün bunları “siyasi” birer söylem haline getirdiğinizde haklı olarak kuşkular artıyor ve inanılırlık sorunu başlıyor. Bu eleştirilere içtenlikle yaklaşanların yapmaları gereken, bir dönemi karalamadan önce, çocuklar ve gençler açısından soruna bakmak ve uzmanlara danışmak. Özellikle pedagojik önermeler yapmak için daha çok ciddiyete ihtiyaç var. Hele bir de, yeni bir tarih yazmaya da sıvanmışsanız… Ayrıca günümüzdeki eğitim sisteminin sorunsuz ve sakıncasız olduğu iddia edilebilir mi? B+ “Bugün 23 Nisan neşe doluyor insan!” Yazı: Necdet sakaoğlu Fotoğraf: Cengİz Kahraman Arşİvİ Ulusal Egemenlik (Hâkimiyet-i Milliye) Bayramı, Cumhuriyet’in ilanından (1923) iki, ilk Cumhuriyet Bayramı’ndan (1925) dört yıl kıdemlidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının birinci yıldönümü olan 23 Nisan 1921’den beri kutlanıyor. Ancak, bu bayrama ilişkin yasa 1921’de kabul edildiğinden o yıl bayram değil “tesit” (kutlama) yapılmış. İlk Hâkimiyet-i Milliye Bayramı 1922’dedir. Hâkimiyet-i Milliye (Millî Egemenlik) Bayramı’nın 8 yıl geç doğan ikizi, Çocuk Bayramı’dır. Bu bayram da Himaye-i Etfâl Cemiyeti’nin (Çocuk Esirgeme Kurumu), 23-30 Nisan “Çocuk Haftası”nın ilk gününü “Çocuk Bayramı” ilan ettiği 1929’dan beri kutlanıyor. Ulusal bir bayramla bir çocuk bayramının uzun bir süreçte anlamlarıyla da kaynaşıp yasalaşması ilginçtir. Oysa ilki, yeni Türkiye’nin kuruluşunu gerçekleştiren TBMM’nin açılışını kutlamak; ikincisi ise yetim öksüz yoksul çocukları bir bahar şenliği ortamında sevindirip gönendirmek için öngörülmüş. İkisini buluşturan tek bağlantı, Meclis’in bir 23 Nisan günü açılması; yıl- lar sonra Nisan ayının son haftasını kapsayan“Çocuk Haftası”nın ilk gününün de Himaye-i Etfâl Cemiyeti’nce çocukların sevindirileceği Çocuk Bayramı ilan edilmesidir. 23 Nisan sadece bir çocuk bayramı değildir İstiklâl Harbi’ni yöneten Meclis’in açılışını anmakla çocuk dünyasına seslenen bir şölen gününün Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na dönüşmesine yıllar sonra yakıştırılan gerekçe daha da ilginç: Meclis’in açılışından Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen zaman (23 Nisan 1920 -29 Ekim 1923) arasındaki 3,5 yıllık Milli Mücadele dönemi sözde yeni devletin çocukluk evresi (!) imiş. Buna karşılık Çocuk Bayramı’nın, yurdun her köşesindeki bayram sevincini yeterince tadamayan yavrularımızı gönendirmek için konulduğu da unutulmuş! İki bayramın, takvimsel doğuşlarının aynı güne denk düşmesi sonucu, “zaman içinde” bir tür kendiliğinden kaynaşma süreci yaşadıkları, daha sonra yasal birliktelik kazandıkları saptanıyor. Sonra bu kaynaşma için kimin ortaya attığı meçhul bir yakıştırma var: “Atatürk, B+ İLKBAHAR 07 19 Mayıs Şeref Stadı yeni Türkiye’nin doğuşunu sağlayan Büyük Millet Meclisi’nin açılışı tarihini Türk çocuklarına bayram olarak armağan etmiş! Buna ilişkin belge, kanıt bugüne kadar ortaya konmuş olmasa da, her 23 Nisan sabahı, kaymakam vali koltuklarından Ankara’daki zirvelere kadar her makama da -yoksul kimsesiz değil!- güzide birer çocuk oturtuluyor; en seçmecesi ve çocukluk çağından çıkmış olanı da Meclis başkanı oluyor! Bir Meclis başkanı, “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” konusunda, Cumhuriyet tarihi uzmanlarına araştırmalar yaptırmış mıdır? Söz gelişi, sosyal bilgiler öğretmenleri, öğrencilerine: “Ulusal Egemenlik Bayramı ile Çocuk Bayramı neden aynı gün kutlanıyor?”; “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın doğuşunu, bu iki bayramın neden birlikte kutlandıklarını araştırınız?”; “Atatürk’ün, çocuklar için özel bir bayram öngörmesini, bu konudaki somut girişimini; kaç kez çocuk bayramına katıldığını araştırınız?”; “Bunun özel bir gerekçesi var mı?” vb araştırma ödevleri verseler; çocukların, kendi bayramlarıyla Ulusal Egemenlik Bayramı’nın doğu- Taksim’de 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 1938. 08 B+ İLKBAHAR şu ve birleşmesi sürecini; Atatürk’ün, 23 Nisan’ı çocuk bayramı öngördüğünü öğrenecekleri kaynaklar var mıdır? Çok zengin olduğu bilinen Meclis Kütüphanesi’nde, çocukları yapmacık okşayışlarla değil gerçekten çok seven, son yıllarında da bir çocuğu –Ülkü’yü- arkadaş edinen Atatürk’ün, bir çocuk bayramı ortamında veya Çankaya’da çocukların bayramını kutlarken çekilmiş fotoğraflar var mıdır? Onun Çocuk Bayramı’nı kutlama demeçleri var mıdır? Her 23 Nisan’da, seçme çocukları –veya özel seçilmiş gençleri-makam koltuklarına oturtan yöneticiler, öğrencilerin yöneltecekleri “Atatürk bu bayramı bize hangi tarihte armağan etti?” türünden şeytani veya safiyane sorularına, o anki demokratik ve güleç duruşlarını bozmadan yanıt vermeye hazırlar mıdır? En kolay sıyrılış: “Çocuğum, bugünün küçükleri sizler, yarının büyüklerisiniz. Size güvenimiz sonsuz! “olabilir. Nitekim her yıldönümünde “harikulade” ve “vazgeçilmez” koltuk bırakma sahnelerinde bu tümce, soran olmasa da yineleniyor. Sıradanlaşmış gösteri yinelemeleri, basmakalıp sözler, bayramların doğuşlarındaki özü ve anlamı açıklamaya yeter mi?.. Sözgelişi şu, 23 Nisan Bayramı’nı Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği niçin bugüne kadar açıklanıp belgelenmedi?.. Bu nasıl olmuş? Atatürk’ün Meclis’i açış konuşmasında mı, bir okulu ziyaretinde mi, hangi bayram demecinde, ne zaman? Yıllar önce Toplumsal Tarih Dergisi’nde bu konuyu yazmıştık (*) Kim okur kim dinler misali, bu yıl da kutlamalarda, büyükler, makamlarını küçüklere bırakacaklar, ulusal bütünlüğümüzü vurgulayan demeçler verirken yanaklarını öpecekler: Kimi “Atatürk siz çocuklara çok değer verirdi. Ulusunun çocuklarına özel bir bayram armağan eden tek önder odur!” diyecek; kimi daha veciz tümceler kuracak! Beşiktaş’ta, İstanbul’da okuma şansını yakalayan zeki çocuklarımızın bu bayram, kendilerini makam koltuğuna oturtup sorularını bekleyen yöneticilere: “-Atatürk bu bayramı çocuklara niçin armağan etmiş ve neler söylemiş? Tarih kitaplarımızda yok!” diye sormalarını umalım. Bu zor soru karşısında yöneticiler, yukarıda değindiğimiz “çocukluk evresi” benzetmesini yineleyebilirler! fekkürane” bir yaklaşımla da TBMM’nin açılışından Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen zaman, yeni Türkiye’nin çocukluk evresi sayılmış; 23 Nisan da bir doğum günü ve çocuk bayramı (!) sayılmıştı. Bu yıl da televizyonlarda, gazetelerde hep böyle şeyler izleyip dinleyecek, okuyacağız. Çankaya’da, Meclis’te, bakanlıklarda, valiliklerde al, mor, gri, lacivert koltuklara gömülmüş, demeçler veren, iş buyuran çocuklar göreceğiz. Bunların zamana ve icaba göre “seçilmiş” müstesna çocuklar, hatta gençler olabileceği de örnekleriyle görülmüştür. Aileden, okuldan, çocukluk heveslerinden yoksun, geleceği her gün biraz daha kararan çocuklarımızı gönendirmek varken, Osmanlı şehzadelerini, paşazadelerini anımsatan konu figürleri üzerinden propagandalar yinelenecek; “Dünyada yegâne çocuk bayramı bizde” denilecek, Taklamakan’dan Patagonya’ya çocuklar getirtilip kapı kapı gezdirilecek. (*) Toplumsal Tarih, Nisan 1998, Sayı 52 B+ 12 Eylül döneminde “bayram işleri” de yeni baştan düzene konulurken, bazıları savuşturulup bazılarına “yapma yaşatma” derneklerinin adlarını anımsatan (19 Mayıs Gençlik ve Spor Atatürk’ü Anma) adlar verilmiş; “te- “23 Nisan Yurdu koruyan, Yarını kuran, Sen ol çocuğum...” Hasan Ali Yücel Beşiktaş’ta Gençlik Bayramı, 19 Mayıs 1947 Taksim Topçu Kışlası’nda 19 Mayıs gösterisi; 1940’lar B+ İLKBAHAR 09 Millî bayramların eğitimdeki yeri “Eğitim ve öğretimin belli başlı amaçlarından biri de hiç şüphesiz ki yüksek seciyeli fertler yetiştirmektir. Seciyeli vatandaş, yurt ve mefkûre mefhumlarını müdrik, düşünceli, duygulu ve irade sahibi bir insandır. Millî esaslardan kuvvetini alan bir eğitim sistemi ise evvela ailede başlar; küçük çocuğun en hassas devrelerini geçirdiği bu samimi çevre içinde yapılan telkinlere, kazandırılan itiyatlara, dimağa yerleştirilen fikirlerin gelişimine okul daha sistemli, daha verimli bir tarzda devam eder. Öyle ki, okulaile beraberliğinin çocuğun ruhu üzerine yaptığı telkinler, bir ömür boyunca sürüp gider; hatta ferdin dünya ve hayat telakkilerine dahi müessir olur. Eğitimde seciye ve karakter teşekkülü üzerine müessir olmaları bakımından milli bayramların önemi çok büyüktür. Bu bayramların değerlendirilmeleri ile çocukların zihin ve ruhlarında mânâlı birer sembol olarak yaşamalarını temin hususunda okulun kendi üzerine düşen vazifeyi dikkat ve itina ile yerine getirmesi pek zaruridir. Ulusal bilinç bayramlarla güçlendi Eğitsel değer taşıyan bir öğretim tarzının milli bayramlar vesilesiyle öğrencilerin dimağına nakşetmek suretiyle yaşattığı ve canlandırdığı fikirler çok mühimdir. Bunlarda Türk milletinin tarihinde dünya ölçüsünde değer ka- Taksim Stadı 10 B+ İLKBAHAR zanan şahsiyetler, millî kahramanlar, vatan ve milli mefkûre uğruna hayatını hiçe sayarak üstün yararlıklar gösteren değerli Türk evlatları, Türk medeniyetinin eserleri, temiz ve asil karakteri ile fert olarak, necip ve üstün varlığı ile de millet olarak sevilmeye ve takdir edilmeye lâyık büyük Türk milletidir. Ancak millî bayramların kutlanması demek sadece bu maksatla seçilmiş tarihi bilgilerin kuru kuruya anlatılması ve hatırlatılması anlamına gelmez; çünkü kalplere ve gönüllere nüfuz etmeyen fikirler daima soğuk ve cansızdır. Bunların gençlerin ruhunda hisler ve heyecanlar uyandırması, zihinde bütün canlılığı ile yaşayan Türk varlıklarının eser ve hareketlerinin genç kalplerde akisler bırakarak hayalimize girmeleri, daha doğrusu fikirlerle hislerin birleşmesi ve bir bütün halinde benliğimize tesir etmeleri şarttır. Öğrenen, bilen insan, duygudan mahrum olan insan değildir. Milli bayramlar vesilesiyle öğretmenin milli kaynaklara istinat ederek sağladığı fikir terbiyesiyle beraber his ve duygu eğitimini de birlikte ele alması lüzumu pek tabii ve aşikâr bir keyfiyettir. Millî bayramların kutlanmasında dış tezahürlerin de rolü inkâr edilemez. Bilakis bu bayram gösterileri küçümsenmeyecek kadar önemlidir. Ancak sadece okulun sınıf ve bahçelerinin bayraklar, renkli kâğıtlar ve türlü çiçek dallarıyla süslenmesi kâfi değildir. Bu bayram havasının tevlit ettiği hâl-i ruhiyeyi öğrencilerin maharet ve sanat alanındaki yaratıcılık ve kabiliyetlerinden faydalanarak bu aydın ve neşe dolu günleri beslemek lazımdır. Yetişkinlerin tahassüslerine göre ifadelendirdikleri sun’i piyeslerin temsilinden ziyade kültür derslerinin tabii bir neticesi olarak çocukların işleyerek ibda ettikleri ve kendi görüş ve duyuşlarını belirten ve estetik kıymeti haiz “çocuk eserlerinin” sahneye konması muhakkak ki çok daha verimlidir. Millî bayramlar işte bu çeşit değerlendirmelere fırsat verdiği içindir ki, öğretim ve eğitim alanında yeri ve önemi çok büyüktür. Ancak mantıklı ve sağlam fikirlere istinat eden his ve heyecanların bu çeşit sanat yaşayışları ile ifade edilmesi keyfiyeti de kâfi değildir. Hakikî ve şuurlu bir vatanseverlik bütün bu fikir ve duyguların fiile inkılâp etmesi ile mümkündür. Çocuk, vatanımı seviyorum derken bu hislerinde samimi olduğunu, vatan ve milleti için yapacağı hareketlerle göstermeli ve bu uğurda icap ederse en büyük fedakârlıklardan çekinmemelidir. Öğretmen, bu hususta millî bayramlardan faydalanarak iyi ve tesirli telkinler yapmak suretiyle elde edebilir. Esasen tatbik ettiğimiz eğitim ve öğretim sistemi de bu amaçların gerçekleşmesi işinde bize yardım etmektedir. Ulusal bayramlar kapalı toplumdan çıkabilmenin mekânlarını yarattı. Yeni Seri Sayı, 2 Nisan 1951 B+ İLKBAHAR 11 Portre Keriman Halis Ece O bir Cumhuriyet kadını Keriman Halis, Batı’nın genç Türkiye’ye ve Türk kadınına bakışını değiştirmişti. 12 B+ İLKBAHAR C umhuriyet öyle kolay kurulmadı. Kan, ter ve gözyaşı vardı temelinde. Yedi düvele karşı verilen Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında Lozan Anlaşması ile tüm dünyaya kabul ettirilen Türkiye Cumhuriyeti’nin önünde, ödenmesi gereken Osmanlı borçları vardı. Elbette yoksul ve yetişmiş insan gücünden yoksun ülkenin en önemli sorunu, dünyaya ayakta kalabileceğini ispatlamaktı. Bu da her alanda kalkınma hamlesinden geçiyordu. Cumhuriyet’i kuran devrimci kadro ise hiçbir dış güce muhtaç olmadan kalkınmanın eğitimden geçtiğini biliyordu. “Dünyanın En Güzel Kadını” Toplumu saran güçlü bir eğitim hamlesinin olmazsa olmazı vardı: “Kadın hakları!” Keriman Halis’in parlak uzun siyah saçları vardı; gözleri koyu kahveydi... Beyaz tenli ve 1.68 boyundaydı… Bu unvana hak kazanan Keriman Halis, 20 Ağustos 1913 tarihinde İstanbul’da doğdu. Dönemin ünlü tüccarlarından Necmettin Halis ve Ferhunde Hanım’ın altı çocuğundan biriydi. Öğrenimini Feyziati Mektebi’nde (sonradan Boğaziçi Lisesi) yaptı. Piyano dersleri aldı. Müzik tutkusu hayatı boyunca sürdü. Akrabaları arasında zaten ünlü müzik insanları vardı. Operet bestecilerinden Muhlis Sabahaddin Ezgi amcası, ünlü kadın bestekârlarımızdan Neveser Kökdeş ise halasıydı. Genç Cumhuriyet için öncelikli görev, kadınlara tüm haklarının sağlanmasını içeriyordu. Kadınlar toplumun ayrılmaz bir parçasıydı ve hayatın tüm damarları onları kaplamalıydı. Öyle de oldu. Kadınların önündeki tüm engeller tek tek kaldırıldı. 1929 bunalımı dünyayı sarsıyordu ve asıl o dönemin güçlü krizi Türkiye’yi teğet geçmişti. Genç yaşlı herkes, devrimin coşkusu ile kalkınma hamlesinin bir parçası olmanın çabası içindeydi. Ancak Batı’nın Türkiye’ye bakışını değiştirmek zordu. “Türk kadını peçe takar, kara çarşafıyla dışarı çıkar ve mutlaka erkeğin iki adım gerisinden yürür...” Batı, Osmanlı döneminin sona ermesine rağmen genç Türkiye Cumhuriyeti’ne bu gözle bakıyordu. Bu anlayışı ve oryantalist bakış açılarını değiştiren, tek başına bir kadın oldu: Keriman Halis… 31 Temmuz 1932’de Belçika’nın Spa kentinde düzenlenen Uluslararası Güzellik ve Zarafet Yarışması’nda “Dünya Güzeli” ilan edildiği zaman Türkiye’de yer yerinden oynamıştı. İstanbul’daki güzellik yarışmasında, Peyami Safa birinci seçilen Keriman Halis’i takdim ediyor, 1932. B+ İLKBAHAR 13 Keriman Halis “Dünya Güzeli” seçildikten sonra Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan illüstrasyon. …Ve Güzellik Yarışmaları Keriman Halis, 1932 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nin düzenlediği yarışma ile adını duyurdu. Bu yarışmada “Türkiye Güzeli” unvanını aldı. Aynı yıl Belçika’nın Spa şehrinde 28 ülkenin katılmasıyla dünya güzellik yarışması düzenlenmişti. Keriman Halis bu yarışmada Türkiye’yi temsil etti. Günlerce Spa şehrinde kalan güzeller, Avrupa’nın ünlü modacıları ve güzellik uzmanlarının karşısına çıktılar. Sadece güzelliğe değil eğitim, zarafet ve görgü kurallarına da önem veriliyordu. Yarışma gününde jürinin önünden kızlar birer birer geçip giyimleriyle, bakışlarıyla, tebessümleriyle puan toplamaya çalıştılar. Sonunda heyecan dolu anlar geldi. Keriman Halis, o anları şöyle anlatıyordu: “En sonunda ben ve Almanya güzeli kaldık. Kırmızı bir tuvalet giymiş, yakasına da beyaz kurdele takmıştım. Jüri başkanı elindeki zarfı açtı. Heyecandan bayılabilirdim. Bütün tiyatro salonu, ‘Yaşasın Miss Turkey’ sesleriyle inledi.” Bu başarıya en çok sevinenlerin başında hiç şüphesiz Atatürk geliyordu. Atatürk bir telgrafla Keriman Halis’i kutlarken şöyle diyordu; “Bununla beraber asıl uğraşmaya mecbur olduğunuz şey analarınızın ve atalarınızın oldukları gibi yüksek kültürde, yüksek fazilette birinciliği tutmaktır.” Atatürk ayrıca 1934 yılında çıkan Soyadı Kanunu sırasında Keriman Halis’e “kraliçe” anlamına gelen “Ece” soyadını verdi. Keriman Halis yurda dönüşünde Sirkeci Garı’nda muhteşem bir törenle karşılandı. Basılan kartpostalları günlerce elden ele dolaştı. İlerleyen yıllar ise çoluk çocuğa karıştığı dönemdi Keriman Halis için. İki evlilik yaptı. Bu evliliklerden üç çocuk sahibi oldu. 28 Ocak 2012’de 99 yaşında öldüğünde kızı Ece Sarpyener’in Bebek’teki evinde yaşıyordu. 1950 yılından bu yana Çiftehavuzlar’daki evinde hayatını sürdürmüştü. Ölümünden yaklaşık bir ay kadar önce kontrol amacıyla hastaneye gitti. Bir türlü geçmeyen öksürükten rahatsızdı. Tedaviden sonra nekahat dönemi için kızı Ece’nin yanına yerleşti ve orada vefat etti. 14 B+ İLKBAHAR Keriman Halis, “Dünya Güzeli” unvanını kullanmayı sevmiyordu. Anılarını anlatırken güzel yüzü aydınlanıyor ama bu anılarını torunlarıyla paylaşmak daha çok hoşuna gidiyordu. Yaşamını yitirdiğinde bir yakını şöyle diyordu: “Keriman Hanım mutlu bir yüzyıl yaşadı. Her şeyi ile güzel bir insana yakışan hayat sürdü.” B+ Atatürk, Soyadı Kanunu sırasında Keriman Halis’e “kraliçe” anlamına gelen “Ece” soyadını vermişti. Keriman Halis Taksim bahçesinde Peyami Safa tarafından halka takdim ediliyor. B+ İLKBAHAR 15 “Kazandığım muvaffakiyet benim değil, benim gibi binlercesini yetiştiren vatanımın ve vatan kadınlarınındır.” kentinde düzenlenen Keriman Halis, Belçika’nın Spa 1932 a, sınd Dünya Güzellik yarışma bir sukadınlarını şerefli ve muvaffakiyetli “Avrupa’ya vatanımı ve vatanımın ığım e kavuşarak dönüyorum. Kazand rette temsil için gitmiştim. Emelim ve ın nım gibi binlercesini yetiştiren vata muvaffakiyet benim değil, benim ımın özledim. Yarın orada vatandaşlar vatan kadınlarınındır. İstanbul’u çok büyük ündükçe ömrümde duymadığım arasında bulunacağım. Bunu düş bir heyecan hissediyorum.” seçildik ten sonra verdiği demeç) (Keriman Halis’in “Dünya Güzeli” Keriman Halis için basılan kartpostal Keriman Halis Avrupa’ya giderken 16 B+ İLKBAHAR uğunu gösteinin daima mahfuz old lliğ ze gü cip ne n ını “Türk ırk i hakemliklerinTürk çocuğu üzerindek bu nin eri ml ke ha a ny ren dü inde kraliçe) hepimit Keriman ECE (Türk dil den memnunuz. Faka kızlarının en güzeli olmiştir ki, o bütün Türk zin işittiğimiz gibi söyle n kendi mevcugüzel Türk kızımız ırkını Bu . dir ğil de a ınd ias mak idd dünyaya, dünya haelli ettirdiği güzelliğini tec rak ola ii tab e nd diyeti kendini memnun ve ıttırmış olmakla elbette kemlerinin tasdikiyle tan cuğunu milleti bu güzel Türk ço rk Tü . dır klı ha te ek tm bahtiyar adde ” samimiyetle tebrik eder. uriyet Gazetesi günü Atatürk’ün, Cumh (2 Ağustos 1932 Salı y’e verdiği demeç) yazarı Yunus Nadi Be Baş- “...On beş günden beri memleketimden habe r alamamıştım. Bugün Pa ris sefaretimizde layık olm adığım kıymetkâr iltifatı nızı gazetelerde gördü m. Meserretimden ağlad ım. Bu muvaffakiyetim sizin memleket kadınlığına telkin ettiğiniz fikirler es eridir. Tanrı’nın sizi üzerimizd en eksik etmemesi tem enniyatını yad etmek teyim . İhtiramatımın kabulün ü rica ederim efendim.” (Keriman Halis’in, Atatü rk’ün demecini okuduk tan sonra kendisine yollad ığı telgraf) 18 Ağustos 1932 tarihl i Servetifünun Gazetesi zdiren telyazınızı aldım. Ma “...Temiz duygularınızı bil rk kale memleketimiz ve Tü hariyetiniz münasebetiy hsıma ılı intibalarınızdan ve şa dınlığı hakkındaki sayg tealli mütehassıs oldum. Mü dair kalbi sözlerinizden nde nevi kıymet ve fazilet içi olduğunuz maddi ve ma kızım.” mes’ud olmanızı dilerim lis’in (Atatürk ’ün, Keriman Ha telgrafına cevabı) Keriman Halis, Belçika’da gerçekle şecek Dünya Güzellik yarışmasına uğu rlanıyor. B+ İLKBAHAR 17 Sanatçı gözüyle “Resim benim için hayatın ihtiyacı” Söyleşi: NAZAN ORTAÇ Fotoğraf: BURAK KARA Can Yücel’in kızı ressam Su Yücel, alışılagelmiş sanatçı profilinden farklı bir portre çiziyor. Kendisini atölyesine kapatmıyor, aksine insanlarla iç içe olarak üretiyor. Çünkü onun için resimden önce “duygu” geliyor. Bunun için de geziyor, araştırıyor, okuyor, insanları gözlemliyor, onları dinliyor. S öyleşi öncesi Su Yücel’le sohbet ediyoruz... Günümüzün siyasi koşullarının nasıl toplumsal değişiklikler yarattığını konuşuyoruz... “Hani yaramaz çocuklar yuvadan atılır ya” diyor, “Biz de atıldık artık yuvadan! Bunu kabul etmemiz lazım. Artık yeni bir düzen var ve bu yeni düzende bizim birlikte hareket etmemiz gerekiyor. Ama biz hâlâ birlikte hareket edemiyoruz, birlikte iş yapamıyoruz” diye çok doğru bir saptamada bulunuyor. “Birlikte” üretmek, Su Yücel’in çok iyi bildiği bir şey. Yıllardan beri sosyal çalışmalar yapıyor; bazen kadınlarla bazen çocuklarla biraraya gelerek resim yapıyor, “sanat”ın kıyısından köşesinden geçmeyen insanlara hayatın kendisinin “sanat” olduğunu anlatmaya çalışıyor. Tıpkı, Cumhuriyet tarihinin efsane Milli Eğitim Bakanı, dedesi Hasan Ali Yücel’in yaptığı gibi... Sanatı, eğitimi, hayatın içine katmak, bunların bir ihtiyaç olduğunu göstermek... 18 B+ İLKBAHAR Dün, İz TV’de yayınlanan programınızın bir bölümüne denk geldim, daha önce izlememiştim. Çok keyifli olmuş, nereden çıktı bu fikir? Fikir, İz TV’den çıktı. Ben, “Nasıl yaparım” diye düşündüm önce, ama sevdim. Bir yıldır da devam ediyor. Sadece üç program yaparım demiştim ama devamı geldi. Bu yaz da, Milas ve Ödemiş Birgi’ye gideceğiz. Seyahat etmeyi seviyorsunuz o halde... Evet, severim. Sadece bu filmler için değil, ben aslında seyahat ederken de öyle gezerim. Mesela Tire’ye gidiyorum; Tire’de ne var, dokuma var... Hadi, dokuma atölyelerini gezeyim, derim. Gittiğim yerde kim ne yapıyormuş diye bakarım; heykeltıraş neredeymiş, marangoz neredeymiş... Şimdi beni sadece kamera takip ediyor. Filmin metinlerinden çok etkilendim. Çok iyi yazı yazıyorsunuz. Neden yazıyı değil de, resmi seçtiniz? Ben yazı yazmasını, yazıyı seviyorum. Çünkü kendimi anlatmasını seviyo- rum. Daha doğrusu; yazı yazarken ya da resim yaparken duygunun içine girmesini bildiğim için, yazıyı da daha yazmadan ne anlatmak istediğimi biliyorum. Resim yaparken de bu böyle, yazıda da... Zaten filmden daha uzun sürüyor yazılar. O yüzden kendime zaman bırakıyorum. Çekimdense, onun ön yazısı, nereye bakacağımı daha uzun çalışıyorum. Bayağı bir senaryosunu kuruyorum. Keyif de alıyorum bundan. Babanız Can Yücel, sizin için de “Can Yücel” miydi, yoksa sadece “baba” mıydı? Değildi... Sadece babamız değildi... Yaşarken de bu öyleydi. Çünkü paylaştığımız noktalar çok fazlaydı. Sen-ben gibi, birlikte konuşabildiğimiz biriydi. Çünkü o da dertlerini anlatabiliyordu, sıkıntılarını... Ebeveyn gibi değil de; her şeyi konuşup, fikrimizi de hep sorduğu için herhalde, daha ziyade arkadaş gibiydi. Anneniz ressam Güler Yücel; onunla ilişkiniz nasıldı? Ressam olması, sizin resmi seçmenizde etkili oldu mu? Annem Akademi’den, Bedri Rahmi’den... Onun da atölyesi var Datça’da. Hâlâ birlikte oturur konuşuruz, “Şunu şöyle mi yapalım” diye sorarım. Genetik çok önemli bence. Ama çevre de çok önemli. Üç jenerasyon sanatçı olmanın getirdiği zenginlik var. Mesela çocukken karar veriyorsunuz; sonuçta biliyorsunuz ne yaşadığınızı. Sadece aile değil, çevreden de çok sanatçı geldiği için, heykeltıraşını da tanıyorsunuz, ressamını da... Bunlar çok büyük zenginlik. Nasıl bir şey olduğunu çocukken kavrayabilmek çok önemli bir şey bence. Genelde resim sanatçılarının “ıssız ressam” profilleri vardır. Ancak siz sosyalsiniz ve dışarıdan besleniyorsunuz. Çocukluğunuz büyük bir aile ve kalabalık bir sosyal çevrede geçtiği için herhalde... Evet, ben çocukken çok sosyaldim. Ama şimdi o kadar sosyal değilim aslında... Resim kapalı bir şey, tek başına yaptığınız bir şey. Ben gerektiğinde atölyemde kendi başıma çalışmayı, gerektiğinde hayatın içinde insanlarla birlikte hareket etmeyi seviyorum. Çünkü gerçek hikâyeler orada yaşanıyor. Yaşamın kalbi bence sokaklarda atıyor. Aslında her şeyin ortak yapılması gerekiyor. Tıpta araştırma yaparken de, tek başına bir şey olamıyor! Ortaklık çok önemli; geçiş, disiplinler arası işbirliğinin gelişmesi lâzım. Enerjilerin birleşmesi gerektiğine inanıyorum. Sonuçta evet, resmi tek başına yapıyorsunuz, ama onun etrafında dönen şey çok önemli. Sık sık sosyal projelerde yer almanızın sebebi de bu sanırım... Ben ortaklaşa iş yapmayı seviyorum. Tiyatro da yaptım ben, Beklan “Can Yücel sadece babamız değildi... Her şeyi konuşup, fikrimizi de hep sorduğu için herhalde, daha ziyade arkadaş gibiydi.” Hoca’yla (Algan) birlikte... Ekip olunca fikir de çok oluyor... Kendi yaptığım işte ve bu yaptığım filmlerde de şu kanaatteyim: Bir kere önemli olan bir evkadınına, bir marangoza resim yaptırtmak, onların sanatçı olmasını sağlamak değil. Ben, sanatın insanları daha iyiye götürdüğüne inanıyorum. Yaptığı her işin sanat olduğunu, yaratıcılık olduğunu anlatmak istiyorum. Kendim için de istiyorum bunu. Onlardan da çok şey öğreniyorum. Mesela o kadar güzel imgeler bulabiliyorlar ki, o imgeyi arasanız da bulamazsınız! Belki Türkiye’de anlaşılmadı bu işler. Çok güzel bir koleksiyonum var, sanatçıların burada yapılanlara bakması gerekiyor. Çünkü çok fazla imge var. Şiir gibi düşünün... Mesela bir kadın “cümle kapısı” yaptı, aynı Klee gibi bir resim vardı! Kadın hayatında resim görmemiş. Bence Klee görseydi, çıldırırdı! Ben yaşanmamış hiçbir şeyi tuvalime aktarmak istemiyorum. Resim benim için bir ayna. Kendime ve hayata tuttuğum. Bu anlamda insanlarla birlikte üretmek benim duyarlılığımın güçlenmesine, önyargılarımı yok etmeye, acıyı anlayabilmeme ve o insanlarla empati kurmama yarıyor. Bu da resimlerime yansıyor. Siz yakın zamanda Tarlabaşı Toplum Merkezi’nin daveti üzerine burada yaşayan kadınlarla atölye çalışmaları B+ İLKBAHAR 19 yaptınız. Şimdi “kentsel dönüşüm” nedeniyle bu semt boşaltılıyor. Ne hissediyorsunuz, harcanan toplumsal çabaların, verilen emeklerin hiç dikkate alınmaması sizi üzüyor mu? Ben onu Sulukule’de de gördüm. Bir altı ay sonra gittiğimde; daha önceden tanıştığım, birlikte resim yaptığım bir sürü kadın vardı, kimse kalmamış! Boş bir şehir gibi... “Kentsel dönüşüm”, sonunda bütün kültürün gitmesi demek. Sulukule’de olan da bu! Bir insanı bir yere götürünce yeni bir hayat kuruluyor, ama bu sistem bütün şehrin dokusunu alıyor. Sadece mimari olarak güzel evler meselesi değil ki bu! Yaşayanlarla, insanla kuruluyor şehirler, onun korunması meselesi! Bir de tabii doğa işin içinde... Sadece bina meselesi, rant meselesi değil, bir daha yenileyemeyeceğimiz bir şeyi, doğayı yok etmeye başlıyoruz. Düşünmeden yapılıyor... Sadece İstanbul için değil, bütün Türkiye için... Sular da gidiyor, SİT bölgeleri de gidiyor... Her şey otel mi olacak yani? Otelde hayat geçmiyor! Sadece biz yaşamıyoruz burada, bizden sonra çocukları düşünmek de gerekiyor. Madem Osmanlı’nın çocuklarıyız, o zaman Osmanlı’nın camisini de, çeşmesini de korumamız gerekiyor. Ama korumuyoruz bir şekilde. Ben çeşmeler üzerinde çalıştım; birkaç tane çeşme tamir edilmiş, birçoğu da kaldırıma gitmiş! Tarihimize sahip çıkmaya kalkıyoruz, onu da beceremiyoruz. Önem vermediğimiz için değil, bilincimiz yok. Babanızın vasiyeti vardı; tohum bankası projesi... Bu fikir nasıl doğdu? 90’larda bankalar batıyordu, herkes banka falan kuruyordu. Babam da dedi ki: “Biz de bari toplanalım bir tohum bankası kuralım”... Çok doğru bir şey, çünkü tohum da yok oluyor. Anadolu’nun gerçek tohumu yok oluyor. Karpuz alıyorsanız, bir sene sonra üretemiyorsunuz. Sadece bugünle yaşanmayacağını öğrenmemiz gerekiyor. Biz de geçen yıl babamın ölüm yıldönümünde bunun farkındalığını yaratmak istedik. Can Yücel’in kızı olmanız sanat hayatınızda size bir avantaj sağladı mı, ya da tam tersi ciddiye alınmama endişesi taşıdınız mı? Resim yapmak, benim için yeme içme gibi bir şey. Yapmadığım zaman çok rahatsız olduğum bir şey. Ben kendimi sanat dünyasının içinde pek sorgulamadım; bilmiyorum, onlara sormak lazım. Ben kendimde öyle bir endişe taşımadım. Hayatımı öyle yaşamadığım için, çok sanatçı edasını taşımadığım için herhalde. Kendimi ifade ettiğim bir alan olduğu için, resim yapmak önemli. Hayatın ihtiyacı gibi bir şey... Dedeniz, Cumhuriyet tarihinin en önemli Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Ali Yücel... Köy Enstitüleri’nin kurucusu, büyük eğitim reformlarına imza atmış, hayatını toplumun ilerlemesine adamış. Siz de onun mirasını sürdürüyorsunuz bir nevi... Dedemin yaptığı şuydu; eğitimi, sanatı yaşamın içine sokmak. Sanatın bir ihtiyaç olduğunu kabul etmek ve bunu göstermek. Zaten ben de onu anlatmak istiyorum. Ben kendi çapımda anlatmak istiyorum tabii, benim hiçbir gücüm yok. İnsanlar sanatın bir ihtiyaç olduğunu gördüklerinden sonra, bu binaların , yaşamın da değişeceğini bilirler. En önemli şey, ihtiyaç duymak. Bir sürü insan var, hiçbir şey yapamamış gibi hissediyor. Ben onlara, yapabildiklerini göstermek istiyorum. Şimdi neler üzerinde çalışıyorsunuz? Ressam Su Yücel’in eserleri, babası Can Yücel’in kitap kapaklarını da süslüyor 20 B+ İLKBAHAR Ödemiş Birgi’deki Çakırağa Konağı, Milas halıları ve Zonguldak üzerine çalışıyorum. Çok detaylı çalıştığınızı biliyorum, ana fikrin temeli olmasına önem veriyorsunuz. Nasıl bir ön hazırlık çalışması yapıyorsunuz? Evet, benim için çok önemli... Eskizler çıkartıyorum, üzerinde çalışıyorum. Yazıları önce iyi bir okuyorum. Ben duygu üzerine gittiğim için, önce o duyguyu derinleştirmeye çalışıyorum. Mesela Milas’ta dokuma da bir sanat, hayatlarında bunu ihtiyaç haline getirmişler. Kalkıyor, sabahtan akşama kadar dokuyor... Onlara ne getiriyor, bunu göstermek istiyorum. Sadece ortadaki ürünü değil, yaratanı ve o süreci de resmin içine alıyorsunuz... Evet, yaratırken ne hissediyor? Yaratıcılıkta ne hissediyor? Tüm bunları anlatmak ve aktarmak benim için önemli... Çok renkli çalışıyorsunuz, içiniz de böyle renkli mi? Renkli... Bir arkadaşım vardı, “Su dünyayı ne kadar renkli görüyor, ben göremiyorum” diyordu. İçsel bir şey o, kendiliğinden olan bir şey. Pozitiflik fışkıyor... Öyle mi? Siz izleyici olarak öyle mi görüyorsunuz? Hepsi değil, belki dönem dönem daha karamsar... Var mı dönem dönem çalıştığınız teknikler, yoksa karışık mı çalışıyorsunuz? Karışık çalışıyorum, ama mesela bu filmin parçalarını yapıyorum şimdi. Gittiğim anları birleştirerek bir şey yapacağım. Beni etkileyen noktaları birleştireceğim. Babanızın mezarı geçtiğimiz yıl vandalca bir saldırıya maruz kaldı. Ben haberi okuduğumda müthiş bir üzüntü ve öfke duydum. Siz nasıl başa çıktınız bu duygularla? Çok incitici bir şey... Müthiş bir şey, “Bu olamaz” dediğiniz... Nasıl bir duygudur ki; ölen bir insan, 12 sene olmuş, ona rağmen o insanı iki kere öldürmek... Cansız bir bedene; taş, toprak olmuş bir bedene tekrar bir hınç duymak, bunu anlaması zor... Bu, çok kötü bir his... B+ ZLİ HERŞEY SENDE Gİ r ağırsın Yerin seni çektiği kada dar hafif.. ka ı dığ pın çır rın tla Kana nlısın ca r da Kalbinin attığı ka ğü kadar genç... rdü gö ı ağ uz in rin Gözle in iyis r Sevdiklerin kada kötü.. Nefret ettiklerin kadar şın gözün ka un ols Ne renk olursa r rengin.. dü ğü rdü gö in kin da Karşın : ma say r Yaşadıklarını ka ın sonuna; Yaşadığın kadar yakıns a, Ne kadar yaşarsan yaş rün.. Sevdiğin kadardır öm tlusun Gülebildiğin kadar mu kadar güleceksin ığın lad Üzülme bil ki ağ şeyi, Sakın bitti sanma her ceksin. Sevdiğin kadar sevile değer doğanın sana verdiği dır da şun Güneşin doğu sın an ins r da ka ğin rdi ve r Ve karşındakine değe ceksen eğer Bir gün yalan söyleye ın. güvendiği kadar inans a san ki da rşın ka Bırak t sre e duyulan ha Ay ışığındadır sevgiliy ın ldığın kadar ona yakıns ka t sre ha e ilin vg Ve se n ksı ısla r dığı kada Unutma yagmurun yağ r sıcak. da ka ı tığ ısıt ni se şin Güne dar yalnızsın ka in tiğ se his Kendini yalnız çlü. gü r da Ve güçlü hissettiğin ka r güzelsin.. da ka in ttiğ se his l Kendini güze İşte budur hayat! arsın nu hatırladığın kadar yaş n İşte budur yaşamak bu rsü üşü r da ka fes ığın her ne Bunu unuttuğunda ald lursun un kadar çabuk unutu uğ utt un i kin da rşın ka Ve güzeldir Çiçek sulandığı kadar r sevimli da ka iği bild öte r şla Ku bebektir Bebek ağladığı kadar öğren, kadar bilirsin bunu da in diğ ren öğ yi rşe he Ve ... Sevdiğin kadar sevilirsin “Beşiktaş, çocukluğumu hatırlatıyor” Beşiktaş’ı bana çocukluğumu hatırlattığı için seviyorum. Kırpıntı gibi her tarafı hallettiğimiz için, buranın korunmuşluğunu seviyorum... Çok da söylemek istemiyorum aslında, orayı da hallederler diye korkuyorum, çok reklamını yapmayalım!” Can Yücel’den “Küçük Kızım Su’ya”... Bir derin uykudaydım ölümün içinden Açtım ki gözlerimi Bir suyun gölgesi gibi Fotoğraf: Alaattİn Tİmur “15 yıldır Beşiktaş’ta oturuyorum. Sahilini, pazarını, çarşısını çok seviyorum... Beşiktaş Pazarı bir kere benim için çocukluğum gibi. Her yeri modernleştirdiğimiz için, burası eskide kalmış gibi... Bir de Beşiktaş Müzesi’nin benim için önemli bir yeri var. Babam bizi alıp götürmüştü, 7-8 yaşlarındaydım. Babamın büyükdedesi Ali Bey, Ertuğrul Fırkateyni’nin süvarisi. Bu kazada hayatını kaybetmiş. Babam onun resmini göstermişti. Çok yakışıklı, çok güzel bir adamdı… Müzenin yanından geçerken, sanki büyükdedemin orada olduğunu düşünürüm, her defasında ona bir selam veririm. Halbuki Japonya’da kalıyor, denizde ölüyor... Kendisi adeta bir suyun Ayakucunda sen oturuyorsun Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum! Fotoğraf: Alaattİn Tİmur Can Baba’ya “hürmetler!” “Ustalara Saygı” toplantılarının 23 Ocak 2012 konuğu, şiirleri kadar Shakespeare’den “Türkçe söylediği” oyunlarla da gönlümüzde farklı bir yeri olan Can Yücel oldu. Beşiktaş Belediyesi tarafından yedi sezondur düzenlenen “Ustalara Saygı” toplantıları, 23 Ocak Pazartesi günü şiirimizin “Can Baba”sı Can Yücel için düzenlenen geceyle sürdü. Faruk Şüyün tarafından hazırlanan etkinlikte konuklar; taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı, dilimizin her türlü zenginliğinden yararlanmasını bilen şiirlerin yaratıcısı Can Yücel’e “hürmetler” sunuldu. Melih Cevdet Anday Sahnesi’nde düzenlenen “Ustalara Saygı” toplantısını, Can Yücel’in dizelerinden örnekler de yorumlayacak olan Tuna Egemen sundu. Şiirlerinin yanı sıra Shakespeare’in sevilen eserlerini “Can Yücel’in söyleyişiyle” âdeta yeniden yazan şair için hazırlanan geceye; Ataol Behramoğlu, Cengiz Bektaş, Derya Köroğlu, Enver Ercan, Halit Kıvanç, Kemal Kocatürk, Nebil Özgentürk, Pelin Batu, Su Yücel, Ruşen Aktaş, Turgay Fişekçi ve Yavuz Tanyeli konuşmacı olarak katılarak ustayla ilgili duygu, düşünce ve anılarını seyircilerle paylaştı. Can Yücel’in sesinden şiirlerin de dinlendiği gece, ustanın yaratımlarından, aralarında “Değişik” ve “Yapraktı”nın da bulunduğu şiirleri müzikle buluşturan Derya Köroğlu’nun şarkılarıyla renklendi. Can Baba’nın albümünden karelerin izlendiği “Ustalara Saygı” toplantısında, şairle 1971 yılında sürgün edildiği Adana’da tanışan ve çeyrek asır sonra onun belgeselini yapan Nebil Özgentürk’ün filminden bölümler de gösterildi. Kemal Kocatürk’ün bu sezon seyircilere sunduğu “Can” adlı oyundan tadımlık bir bölüm yorumladığı etkinlik; Can Yücel şiirleriyle tiyatro, müzik, sinema ve edebiyatı buluşturan bir sanat şölenine dönüştü. Etkinliğin hazırlık aşamasında yer alan Su Yücel, geceyi çok beğendiğini söyleyerek, şöyle konuştu: “Babamı iyi anlattılar, güzel anlattılar. Çünkü babam çok şey yaptı; hem tiyatro yaptı, hem politika yaptı, hem şiir yaptı, zaten anlatılması zor bir adam. Bir de dedik ki gençlerden biri olsun, o da anlatsın. Babamın farklı yönlerini anlatalım. O açıdan çok derli topluydu, çok güzel hazırlanmıştı. Çok sevdim, mutlu oldum…” B+ İLKBAHAR 21 Semt Her gün sabah ve akşamları yüz binlerce insanın işlerine ve okullarına gitmek için kullandıkları Barbaros Bulvarı, Cihannüma Mahallesi’nin tam ortasından geçer. 22 B+ İLKBAHAR “Tüm dünyayı gören” semt Cihannüma Yazı: METEHAN TOKGÖZ Fotoğraf: Alaattİn Tİmur, Cengİz Kahraman Arşİvİ Cihannüma semti, yapılaşmanın olmadığı dönemlerde İstanbul manzarasının en güzel izlendiği bölgelerden biriydi. Günümüzde semt, iş merkezleri, eğitim kurumları kafeleri ve restoranlarıyla İstanbul’un en işlek ve canlı bölgelerinden biri. İ stanbul’un en eski semtlerinden biri olan Beşiktaş’ın tarihi mahallelerinden Cihannüma; Yıldız, Abbasağa, Sinanpaşa ve Dikilitaş semtleriyle komşudur. Her gün sabah ve akşamları yüz binlerce insanın işlerine ve okullarına gitmek için kullandıkları Barbaros Bulvarı, Cihannüma Mahallesi’nin tam ortasından geçer. “Cihannüma” Farsça bir kelime olup her yanı görmeye elverişli, camlı çatı ya da taraça, kule anlamına gelmektedir. Özellikle eski İstanbul mimarisinde evin çatı katındaki genellikle kule biçiminde her tarafı camlı odaya verilen isimdir. Aynı zamanda “dünyayı gören” anlamını taşımaktadır. Yoğun yapılaşmanın olmadığı zamanlarda buradan İstanbul manzarasını izlemeye doyum olmazmış. O nedenledir ki “Tüm cihanı gösteren geniş manzara” yani Cihannüma adı verilmiş bu mahalleye. Barbaros Bulvarı Cihannüma Mahallesi, Barbaros Bulvarı’nın başından başlayıp Yıldız Köprülü Kavşağı’na kadar uzanan yerleşim alanıdır. Eskiden Yıldız Yokuşu veya Yıldız Yolu olarak bilinen Barbaros Bulvarı, Beşiktaş Meydanı’ndaki anayol kavşağından başlayıp Zincirlikuyu’ya ka- dar devam eder. İstanbul imar faaliyetleri dâhilinde bulvarın yapımına Adnan Menderes döneminde, 1957 yılında başlanmıştır ve bu tarihten sonra bölgede köklü değişiklikler meydana gelmiştir. İmar faaliyetleri kapsamında 1956-1958 yılları arasında sahil yolu genişletilmiş ve Beşiktaş Meydanı’nın çevresinde büyük yenilikler gerçekleşmiştir. 1960’lara kadar çok az sayıda binanın bulunduğu mahallede, bulvarın iki yanında yer yer dutlukların, çayır ve bahçelerin içinde küçük evler varken; 1960’lardan sonra semtte hızlı bir yapılaşma ve değişim süreci başlamış ve semt günümüzdeki halini almıştır. Bulvardan yukarı doğru çıkıldığında, Beşiktaş Meydanı’nın bitiminden itibaren 1960’lardan sonraki yapılaşma görülmeye başlar. Zaman içerisinde bu bölge, hem iş hem de eğitim amaçlı kullanılan binaların hâkimiyeti altına girmiştir. Her ne kadar ticari ve eğitim amaçlı binalar yoğun olarak bulunsa da Beşiktaş’ın en eski yerleşim yerlerinden biri olan Serencebey’de ve Abbasağa Parkı çevresinde, İstanbul’un o eski samimi ve sıcak komşuluk ilişkileri hâlâ devam etmektedir. Barbaros Bulvarı boyunca sol tarafta binalar devam ederken; sağ ta B+ İLKBAHAR 23 “Yapılaşmanın az olduğu dönemlerde Cihannüma, İstanbul manzarasının en güzel izlendiği bölgelerden biriydi.” Barbaros Bulvarı ve tramvay deposuyla Beşiktaş Meydanı. 1911 yılında açılan Beşiktaş tramvay deposu 1960’lı yıllara kadar hizmet vermiştir. rafta şehrin gürültüsünden, temposundan kısa süreliğine uzaklaşmak isteyenlerin nefes alabilecekleri Yahya Kemal Beyatlı Parkı yer almaktadır. Mahalle zamanla iş merkezleri ve eğitim binaları ile kuşatılmış ve bu doğrultuda ekonomik olarak da gelişme göstermişti. Özellikle öğrenciler ve çalışanlar için öğle tatillerinde, işten sonra arkadaşları ile birlikte ya da yalnız başlarına keyifli vakit geçirebilecekleri pek çok kafe ve restoran bulunmaktadır. Cihannüma Mahallesi’nin çevresinde birçok üniversite bulunmasından dolayı hem yolu Cihannüma’dan geçen hem de burada oturan genç nüfus oldukça fazladır ve bu mekânlar çeşitlenmekte, sayıları sürekli olarak artmaktadır. Yokuşu’dur. Barbaros Bulvarı’na paralel olarak uzanan Serencebey Yokuşu, Cihannüma Mahallesi’nin doğuda sınırı konumundadır. Öyle ki Yıldız’a doğru uzanan yokuşun, sol tarafındaki binalar Cihannüma’ya, sağ tarafındaki binalar ise Yıldız Mahallesi’ne dâhildir. Serencebey Yokuşu, son yıllarda öğrencilerin rağbet ettiği, komşuluk ilişkileriyle Beşiktaş’ın samimi havasını hissettiren, kendine has karakteri olan bir bölgedir. Buranın bir diğer önemli özelliği de adını ilçeden alan Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün ilk kurulduğu yer olmasıdır. Kulübün temeli, 1902 yılında Medine Muhafızı olan Osman Ferit Paşa’nın konağının Serencebey Yokuşu ve BJK’nin temeli bahçesinde, 22 kişilik bir grubun haftanın bazı günlerinde jimnastik yap- Cihannüma Mahallesi’nde ilk akla gelen yerlerden biri Serencebey masıyla atılmıştır. 24 B+ İLKBAHAR Ertuğrul Tekkesi Külliyesi Sultan Abdülhamit’in 19. yüzyılın sonlarına doğru Yıldız Sarayı’na taşınmasından sonra, Serencebey Yokuşu ve civarına saray çalışanlarının köşkleri yapılmaya başlanmış ve bölge yoğun bir yerleşim alanı haline gelmiştir. Yahya Kemal Parkı’na gelmeden hemen önce Barbaros Bulvarı’ndan Yıldız’a doğru giren sokak, bu döneme ait önemli bir eseri, Ertuğrul Tekkesi Camisi’ni barındırmaktadır. Bu yeşilimsi renkli düz çatılı ve taş minareli ahşap camiyi, II. Abdülhamit, Osmanlı Devleti’nin kurucusu kabul edilen Ertuğrul Bey adına 1887 yılında yaptırmıştır. Başlangıçta, cami-tevhidhane, selamlık, harem ve misafirhane bölümlerinden oluşan tekke, daha sonraki yıllarda türbe-kitaplık-çeşme üçlüsü ile donatılmıştır. Birbiriyle bağlantılı olan bu bölümlerin tasarımı ünlü mimar, Raimondo d’Aronco’ya aittir. Genel olarak külliye vazifesi gören binaların duvarları kâgir, çatıları ahşaptır. Kadınlar mahfelinin kafeslerini, bir marangoz ustası olan Abdülhamit Han tarafından yapılmıştır. Tekkeler kapatıldıktan sonra binaların mülkiyeti Vakıflar İdaresine geçmiş, cami-tevhidhane dışında kalan bölümler 1957’ye kadar Şair Nedim İlkokulu olarak kullanılmıştır. Yapılar ilkokulun başka yere taşınmasıyla cami olarak ibadete açılmıştır. Ertuğrul Tekkesi Külliyesi’nin üst tarafındaki arazide metruk durumda olan biri taş biri kagir iki bina vardır. Barbaros Bulvarı’ndan geçen pek çok kişinin merak ettiği bu yapılar, Ertuğrul Tekkesi Külliyesi’nde faaliyet gösteren Şazeli Tarikatı’nın vaktiyle misafirhaneleri olarak kullanılmıştır. B+ Ertuğrul Camii Yıldız (Hamidiye) Camii Cihannüma Mahallesi’nin önemli yapılarından biri de Yıldız (Hamidiye) Camii’dir. Cami, Barbaros Bulvarı’nın kuzey kesiminde Yıldız Sarayı yolu üzerindedir. Orijinal ismi Hamidiye Camii olmasına rağmen halk arasında Yıldız Camii olarak anılmaktadır. Bir suikasta uğrama korkusu nedeniyle sahildeki saraylarda oturmaktan çekindiği için Yıldız Sarayı’na yerleşen II. Abdülhamit, cuma selâmları için de aynı şekilde sahil camilerini kullanmak istememiş ve kendi adına bu camiyi yaptırmıştır. 1885-1886 yılları arasında inşa edilen Hamidiye Camii, Osmanlı’nın batılılaşma dönemi içerisinde yapıldığı için, mimarisi klasik Osmanlı üslûbundan oldukça farklıdır. Eklektik stil özellikleri sergileyen caminin ön avlusunda ise zarif barok süslemeleri ile bir saat kulesi yer almaktadır. Caminin ve saat kulesinin mimarı Sarkis Balyan’dır. BJK’nin temeli 1902 yılında Serencebey Yokuşu’ndaki Osman Ferit Paşa’nın konağının bahçesinde, 22 kişilik bir grubun haftanın bazı günlerinde jimnastik yapmasıyla atılmıştır. B+ İLKBAHAR 25 Barbaros Bulvarı ile Cihannüma İstanbul’un en işlek ve canlı bölgelerinden biridir. Barbaros Bulvarı ve Beşiktaş Meydanı Cihannüma Muhtarı Ertan Kurtlutepe Doğma büyüme Cihannümalı olan Ertan Kurtlutepe, yedi yıldır mahallenin muhtarlığını yapıyor. Çocukluğundan beri Cihannüma’nın ve Beşiktaş’ın gelişimine tanıklık etmiş. Ertan Bey’in Serencebey Yokuşu’nun hemen alt paralelinde olan bürosu, sahibi olduğu iş yerinin deposu iken muhtar seçildikten sonra büroya çevrilmiş. 1952 doğumlu olan Ertan Bey, ilkokulun birinci dönemini şimdi Ertuğrul Tekkesi Camii’nin bulunduğu külliyedeki Şair Nedim İlkokulu’nda okumuş. İkinci dönem okul kapatılmış ve öğrenciler de başka ilkokula gönderilmiş. Ertan Bey, Ertuğrul Bey Külliyesi’ndeki yapıların ve caminin yan tarafındaki arazide bulunan bakımsız haldeki eski kâgir ve ahşap yapıların herkes tarafından merak uyandırdığını söylüyor; Cihannüma’da okul sıkıntısı olduğunu söyleyen Ertan Bey, mahalledeki bu iki yapının ve arazilerinin okul olarak kullanılmasının çok faydalı olacağını düşünüyor. Yıldız Teknik Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde okuyan İstanbul’un uzak yerlerinden ya da şehir dışından gelmiş pek çok öğrencinin de bu bölgeye taşındığını dile getiren Kurtlutepe, bu öğrenci yoğunluğunun mahalledeki genç nüfusu oldukça arttığını ve bu nüfusun sürekli sirkülasyon halinde olduğunu ekliyor. Barbaros Bulvarı 26 B+ İLKBAHAR Osman Hamdi Bey Sokağı Barbaros Bulvarı’ndan Yıldız’a çıkarken Abbasağa Parkı’na doğru ilk sokağın girişinde “Ressam Hamdi Bey” levhasını görmüşseniz, söz konusu Hamdi Bey’in ülkemizin ilk Arkeoloji Müzesi’nin ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin kurucusu ünlü ressam Osman Hamdi Bey olduğunu hemen anlamışsınızdır. Cihannüma Mahallesi’ndeki Osman Hamdi Bey’in ismini taşıyan işte bu sokak, ünlü ressamımızın doğduğu ve büyüdüğü evin bulunduğu sokaktır. Beşiktaş gibi köklü bir tarihe sahip semtlerde, sokak levhaları alelade konulmuş isimleri taşıyan adres göstergeleri değildir sadece… Çoğu isim, keşfedilmeyi bekleyen bir kültür mirasına işaret eder. Osman Hamdi Bey ise, arkeolog ve müzeci kimliğiyle bu kültür miraslarını ortaya çıkarma ve aktarma konusunda kuşkusuz ülkemize en büyük katkılarda bulunan isimlerden biri olmuştur. Fotoğraf: Erdem Aydın İlköğretimini Beşiktaş’ta alan Osman Hamdi Bey, hukuk öğrenimi için Paris’e gitmiş, fakat resme olan tutkusu daha ağır bastığı için Güzel Sanatlar Okulu’na devam etmiştir. Yurda döndükten sonra çeşitli devlet kademelerinde görev alan ünlü ressamımız, Padişah’ın şahsi emri ile Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) müdürlüğüne getirilir ve Osman Hamdi Bey ile müzecilik yeni bir boyut kazanır. Bu dönemde ilk Türk bilimsel kazılarını da başlatan Osman Hamdi Bey, çok önemli arkeolojik başarılara imza atar. Osman Hamdi Bey, arkeoloji ve müzecilik çalışmalarını sürdürürken resim çalışmalarına da devam etmiş, resim ve arkeoloji alanındaki çalışmaları ile uluslararası bir üne sahip olmuştur. “Kaplumbağa Terbiyecisi” isimli eseri, bugün Türkiye’deki en pahalı tablolardan biri olma özelliği taşıyor. Fotoğraf: Erdem Aydın Taksim Pera Müzesi’nde 15 Ekim 2011 - 8 Ocak 2012 tarihleri arasında düzenlenen “Osman Hamdi Bey ve Amerikalılar” isimli sergide Osman Hamdi Bey resimleri, 19. yüzyıla ait arkeolojik fotoğraf ve çizimler, mektuplar, seyahat günlükleri ve ilk kez sergilenen arkeolojik eserler yer aldı. Osman Hamdi Bey, Nemrut Dağı’nda, 1883. B+ İLKBAHAR 27 Yıldönümü Nâzım Hikmet 110 yaşında Yazı: B+ Fotoğraf: Alaattİn Tİmur, ŞENOL KAŞIKÇI N Nâzım Hikmet’in 110’uncu doğum yıldönümü Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı ve Beşiktaş Belediyesi’nin ortaklaşa düzenledikleri etkinliklerle kutlandı. âzım Hikmet’in 110’uncu doğum yıldönümü Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı ve Beşiktaş Belediyesi’nin ortak çalışmasıyla 15 Ocak 2012 tarihinde gerçekleştirilen etkinliklerle kutlandı. “Nâzım Hikmet Tiyatro Afişleri Sergisi”, “Geçmişten Geleceğe Nâzım Hikmet Paneli’’ ve “Kardeş Türküler” konserinin yer aldığı etkinliklere Nâzım Hikmet Vakfı Başkanı Rutkay Aziz ve aktör Tarık Akan’ın aralarında bulunduğu sanat dünyasından birçok önemli isim de katıldı. Evrensel şairimiz Nâzım Hikmet’in 110. doğum yıldönümü dolayısıyla düzenlenen etkinlikler, sabah saatlerinde Nâzım Hikmet’in ülkeden ayrıldığı nokta olan Tarabya Oteli’nin önünde, denize karanfillerin atılmasıyla başladı. Tarabya Oteli’nin önünde düzenlenen etkinliğe, Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç, Tarık Akan, tiyatro sanatçısı Rutkay Aziz ve vatandaşlar katıldı. Etkinlikte konuşan Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, Nâzım Hikmet’i sevgiyle andıklarını belirterek, Nâzım Hikmet’in Türkiye’nin en önemli şairlerinden olduğunu, ancak sıkıntılı bir hayat yaşadığını söyledi. Nâzım Hikmet Vakfı Başkanı Rutkay Aziz ise, ünlü şairin 21 Haziran 1951 yılında Türkiye’den ayrıldığını söyleyerek, konuşmasına şu sözlerle devam etti: “Böylesine bir Türk ve dünya şairine sahip olduğumuz için onur duyu- 28 B+ İLKBAHAR yorum. Ona çok acı çektirdik. Yıllar sonra yurttaşlık hakkını alabilme olanağı bulduk. Bizi bağışlasın. Ancak biz vakıf olarak hem şiirleri, hem oyunları, hem romanlarıyla onun ölümsüzlüğünü sonuna kadar yaşatmaya çalışacağız. Işıklar içinde yatsın”. Emekli işçi Ramazan Geçenoğlu’nun, Nâzım Hikmet’in “En Mühim Mesele” isimli şiirini okumasının ardından, etkinliğe katılanlar dağıtılan karanfilleri denize attı ve katılımcılara çay ve simit ikram edildi. Nâzım Hikmet’in 110. doğum yıldönümü etkinlikleri Beşiktaş Belediyesi Akatlar Kültür Merkezi’ndeki Nâzım Hikmet Tiyatro Afişleri Sergisi’nin açılışıyla devam etti. Açılışın ardından edebiyatçı Cevat Çapan, Turgay Fişekçi, Doğan Hızlan ve Timur Selçuk’un katıldığı “Geçmişten Geleceğe Nâzım Hikmet’’ konulu bir panel gerçekleştirildi. Kutlama, Beşiktaş Belediyesi Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde gerçekleşen Kardeş Türküler konseriyle son buldu. Etkinlik için MKM sahnesine Mehmet Aksoy’un eseri olan; sanatçının 12 Eylül döneminde yurtdışına çıkartabilmek için alçı panla kaplattığı ve Almanya’da alçılarını tekrar temizleyerek eski haline getirdiği Nâzım Hikmet büstü yerleştirildi. MKM’de gerçekleşen Kardeş Türküler konserinde ayrıca Cüneyt Türel ve Işık Yenersu Nâzım Hikmet şiirlerini seslendirdi. B+ “Şiirleri, oyunları ve romanlarıyla Nâzım Hikmet’in ölümsüzlüğünü sonuna kadar yaşatmaya çalışacağız.” Rutkay Aziz B+ İLKBAHAR 29 Deneyim “İlkelerin olacak, seni satın alamayacaklar” Yazı: Aybüke Sakaoğlu Fotoğraf: Şenol Kaşıkçı Beşiktaş Kent Konseyi ikinci “Onurlu Yaşam Ödülü”nü Türk basınında soruşturmacı televizyon gazeteciliğini başlatan usta gazeteci Uğur Dündar’a verdi. 30 B+ İLKBAHAR “Saygı, sevgiden önce geliyor. Uğur Dündar mesleğimize saygıyı getirdi.” Halit Kıvanç B+ İLKBAHAR 31 B eşiktaş Kent Konseyi 2010 yılından beri Türkiye Cumhuriyeti’ne onuruyla, azmiyle çalışıp hizmet etmiş çeşitli mesleklerden insanlara “Onurlu Yaşam Ödülü” adıyla bir ödül veriyor. İlk ödülü geçen yıl iletişim dünyasının duayeni Prof. Dr. Nermin Abadan Unat almıştı. Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın başkanlığında toplanan Kent Konseyi’nin üyeleri 2011 yılı Onurlu Yaşam Ödülü’ne Türkiye’de soruşturmacı televizyon gazeteciliğini başlatan gazeteci, yazar ve televizyoncu Uğur Dündar’ı layık gördü. 13 Şubat 2012 tarihinde, Akatlar Kültür Merkezi’nde düzenlenen törenin sunuculuğunu Altan Erkekli üstlendi. Usta gazeteciyi dostları Yılmaz Özdil, Müjdat Gezen, Levent Kırca, Saadettin Tantan, Halit Kıvanç, rahmetli Çetin Emeç’in eşi Bilge Emeç, Dr. Eser Alptekin’in yanı sıra salonu dolduran Atatürkçü Düşünce Derneği ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği üyeleri, liseli ve üniversiteli öğrenciler yalnız bırakmadı. Müjdat Gezen’in, Uğur Dündar’ın 1970 yılında yüz binlerce liralık bir teklifi reddettiği bir olaydan sonra usta gazeteci için kaleme aldığı ve tören sunucusu Altan Erkekli tarafından seslendirilen şiirle başladı tören: “Çocuklarıma bu onuru, en değerli miras olarak bırakacağıma emin olun.” 32 B+ İLKBAHAR “İlkelerin olacak / Seni satın alamayacaklar / Aptalların uydurduğu atasözlerine inanmayacaksın / ‘Paranın satın alamayacağı şey yoktur, herkesin fiyatı vardır’ gibi sözlere kanmayacaksın / Onurunla, kimliğinle ve beyninle akıllı yaşayacaksın.” Törenin ilerleyen dakikalarında Müjdat Gezen, Uğur Dündar’ın Star Ana Haber’i hazırladığı döneme damgasını vuran sokak röportajlarından derlenen trajikomik bir video sundu. Video sırasında ve sonrasında Gezen’in tek kişilik şovu izleyenleri kahkahaya boğdu. Usta gazetecinin “beyazcam”daki serüvenini aktaran bir belgeselin de gösterildiği tören, Müjdat Gezen, Levent Kırca ve Halit Kıvanç’ın esprileriyle renklendi. İki ay önce babasını kaybeden Yılmaz Özdil’in: “Babam hayatta olsaydı, o da bu onurlu adam için bu gece burada olurdu” sözleri ise davetlilerden büyük alkış aldı. Geceye eşi ve çocukları Bartu ve Damla ile katılan Uğur Dündar, “Bu akşam benim güzel dostlarımın anlattıklarını, sevgili başkanın yazdıklarını dinlerken şu kısacık çok fani yaşamımızda hiç olmazsa boşuna yaşamamış olduğumu, yaşlanmak için yaşamamış olduğumu bir kez daha anladım. Bu çok büyük bir bahtiyarlık… Ben sizin gerçekleri bilme hakkınıza hiç saygısızlık ve ihanet etmedim. Bunu söylemek kolaydır ama yapmak çok zordur. Bunu yaparken çok acı çekersiniz… Siz eğer topluma hizmetten başka bir güç tanımazsanız hiçbir güç sizi eğip bükemez… Çok ödül aldım ama bu çok büyük sorumluluk. Bugüne kadar onurlu bir yaşam sürdüğüme ve çocuklarıma bu onuru en değerli miras olarak bırakacağıma emin olun. Bundan sonra da omuzlarıma yüklediğiniz bu çok güzel sorumluluğu tüm gerekliliği ile taşıyacağımdan hiç kuşkunuz olmasın” sözleriyle duygularını ifade etti. B+ Törende Uğur Dündar’la anılarını paylaşan Halit Kıvanç, “Saygı sevgiden önce geliyor. Uğur Dündar mesleğimize saygıyı getirdi. Türkiye bir Uğur Dündar yetiştirdiği için bir Türk olarak gurur duyuyorum” sözleriyle Uğur Dündar’ın başarısını vurguladı. Konuşmasında, Uğur Dündar’ın imza attığı gazetecilik başarılarından söz eden Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, törenin gerçekleştiği 17 Şubat’ın, 1926’da Medeni Kanun’un kabul edildiği tarih olduğunu söyleyerek, törenin düzenlendiği günün önemini hatırlattı. Ünal: “Asıl olan yaşamak değil, onurlu ve cesurca yaşamaktır. Atatürk’ün vizyonuna sahip, onun savunduğu değerlerden güç alan bir Cumhuriyet adamı olan Uğur Dündar, ‘Onurlu Yaşam Ödülü’nü hak eden bir yaşam sürmüştür” sözleriyle usta gazeteciye ödülünü takdim etti. Kimdir? 1943 yılında İstanbul’da doğan Uğur Dündar, Vefa Lisesi’nden sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirdi. 1970 yılında TRT’nin açtığı sınavları kazanarak, İngiltere’de BBC yayın örgütünün “Televizyonda YapımYönetim” kursuna katıldı. Türkiye’ye döndükten sonra TRT’de yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak değişik TV programlarına imza atan Dündar, 1978 yılı Sedat Simavi Vakfı ödülünü kazandı. Uğur Dündar daha sonra, İstanbul ve Marmara üniversitelerinde “TV programcılığı” derslerinde lisansüstü hocalık yaptı. TRT’de 20 yıl süreyle çalıştı. Uğur Dündar “Arena” programıyla ülkemizde soruşturmacı televizyon gazeteciliğini başlatan ilk yayıncı oldu. Dündar, iki kez Sedat Simavi ödülü, birçok kez layık görüldüğü Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ödüllerinin yanı sıra ülkemizin seçkin üniversitelerinden 300’ü aşkın başarı ödülü aldı. Ulusal platformdaki bu ödüllerin yanı sıra Arena ve Uğur Dündar, 1997 Berlin Televizyon Festivali’nin “onur konuğu” oldu. Dündar ve ekibi, “organ mafyası” araştırmasıyla da Türk TV tarihinde ilk kez “The New-York Festivals”de “Finalist Award” ödülünü, ayrıca Washington’daki “Uluslararası Araştırmacı Gazetecilik Konsorsiyumu-ICIJ”den “Başarı” ödülünü aldı. Uğur Dündar Şubat 2008’den Ekim 2011 yılına kadar Star Televizyonu Haber Grup Başkanı olarak “Uğur Dündar ile Ana Haber Bülteni” ni sundu. Uğur Dündar, Yasemin Baradan Dündar ile evli olup üç çocuk babasıdır. B+ İLKBAHAR 33 Bir usta İstanbul’un kültür ve sanat merkezinde bir Beşiktaşlı: İhap Hulusi Görey Yazı: Etem Çalışkan Fotoğraf: Etem Çalışkan ve ENDER MERTER arşİvLERİ Ressam ve Hattat Etem Çalışkan, Türkiye’nin ilk grafik sanatçısı İhap Hulusi Görey’in sanat yaşamını ve bir dostu olarak onunla paylaştığı anıları B+ için kaleme aldı. B âbıâlı (Bâb-ı Âli); Anadolu’nun kandillerindendir. Sarı, kırmızı, mavi, yeşil, kızıl, ak, karadır renkleri…Ama ışıklıdır. Yolu yokuştur. “Bizim yokuş” denince Bâbıâli anlaşılır. “Bizim Yokuş”ta Mizah, Karikatür, Tef, Taş, Deve, Diken, Gırgır, Fırt, Markopaşa ve daha birçok dergi ve gazeteler vardır. Bu mizah ve güldürü yayınlarının da bir “babaocağı” vardır. Elbette ki bir de “baba”… Ocağın adı “Akbaba”, babanın adı Yusuf Ziya Ortaç. Yusuf Ziya Ortaç’ın 1966 yılında basılan “Bizim Yokuş” kitabının 288’inci sayfasında İhap Hulusi’nin çizgi portresinin altında şunlar yazılıdır: “Postacı, büyük, kalın, dışından karton sertliğini veren bir zarf getirdi. Üstündeki pullardan anladım. Almanya’dan gönderilmiş… İçinden bir karikatür çıktı zarfın. Ama bildiğimiz karikatürlerden değil, resim karikatür… Alışmadığımız, görmediğimiz bir sanat işi. Altında imza bile başka türlü. Bir üçgen ve eski harflerle İhap Hulusi. Bu güzel, bu orijinal eser Akbaba’nın birinci yıl koleksiyonundadır. Türk basını ve Türk okuru onun adını ilk defa bizim sayfamızda görmüştü. 34 B+ İLKBAHAR Yalnız ilk defa mı? Hayır, daima ve yalnız Akbaba’da. Aradan birkaç ay geçmişti ancak. Bizim Yokuş’un Aşir Efendi Caddesi’ne sapan köşesindeki ve Tefeyyüz Kitabevi üstündeki büromuza bir genç geldi. Ama ne genç! Uzun boylu, şık, şık, şık… Çizgi güzeli bir Avrupalı adam. Bu İhap Hulusi imiş. Onunla dostluğumuz kırk üç yaşındadır…” İstanbul’un Beşiktaş kandillerinden Yusuf Ziya Ortaç’ın kitabındaki İhap Hulusi sayfalarının son cümleleri, kelimeleri, heceleri ve hatta harfleri bile sitem yüklü. “…O, sesi acıdan katılmış, bunları söylerken ben yüzüne bakmaktan korkuyordum, gözlerimdeki yaşı görür diye! İhap Hulusi kendi ölümünü sağlığında görmüş adamdı. Acıdan fazla bir şey bu… Dram değil, trajedi değil, ayıp!..” Ender Merter’in deyimiyle: “Cumhuriyet’i Afişleyen Adam”ın eserine ve şahsına yapılanlar ayıp değil, çok, çok, çok ayıp!.. Gene Ender Merter’in deyimi ile “Müsellesten Üçgene”, afiş ressamı, grafiker, biraz da hattat İhap Hulusi. “Biraz da hattat” değil aslında. Tam bir güzel yazı sanatçısı. Bir afiş ressamı, bir grafiker olarak, yenilikçi bir hattat… Yıl 1980… Mevsim, “ayva sarı, nar kırmızı”. Beşiktaş Fındıklı’da Güzel Sanatlar Akademisi… Ki, burada başlar İhap Hulusi’nin yöneticilerle gerginliği, yıllar önce… Fındıklı’dan Boğaz’a doğru saraylar, saraylar… Dolmabahçe Sarayı; Resim Heykel Müzesi… “Ayva sarı, nar kırmızı” güz mevsimi... Kızılcık şerbeti… Limonata. Turkuaz, hafif çırpıntılı, bazen dalgalı. Hilal kanatlı martılar, suya düşen güz güneşiyle oynaşta… Turkuaz çırpıntılar üstünden, suda kayarcasına hızla Marmara’ya açılan karabataklar… Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 100. doğum yılı amblem yarışmasına katılan çalışmaların değerlendirilmesinin son toplantısı da bitti Resim Heykel Müzesi’nde. Müzenin bahçesinde sohbet ederken, ben, Emin Barın hocama, Hürriyet Gazetesi’ne 100. yıl için Atatürk takvimi hazırladığımı, her ay, ressamlarımızın yaptıkları bir Atatürk portresini sayfalarımızda kullanmayı; aylardan birinde de İhap Hulusi’nin bir resmini kullanmayı düşündüğümü söyledim. “Ancak kendisi ile hiç tanışmak kısmet olmadı, nasıl bulabilirim?” dedim. Hocam, “Ben de uzun zamandır görüşmedim, haydi İhap’a gidelim” diye cevap verdi. Omuzlarımıza, başımıza, sallanan dallardan uçuşan güz kelebekleri de konmuştu. Mengü Ertel gelmedi. Emin Barın hocam ve Namık Bayık ile İhap Hulusi’nin Gayrettepe’deki evine geldik. Daire kapısında yarım kapak sürgülü ahşap bir kutu vardı. Yarım kapak, kutunun sağ yarısındaki “Evde yok” yazısını kapamıştı. Sol açık İhap Hulusi Görey, 50 yıllık bir dönemin endüstri, kalkınma, ticaret ve sosyal yaşamındaki gelişmelerini belgeledi. İhap Hulusi’nin Atatürk’ün siparişi üzerine, 1932 yılında tasarladığı ilkokul 1. sınıflarında okutulan Alfabe kitabının kapağı (Atatürk manevi kızı Ülkü’yle...) yarıda “Evdedir” yazısını okuduk, kapı ziline bastık. Kapı açılınca Beşiktaş kandillerinden Emin Barın hocam, yine Beşiktaş kandili İhap Hulusi ile aydınlattılar salonu. Ben ilk kez görüyordum 1935’ten beri tanıdığım bildiğim müselles=üçgen imzanın sahibini. İlkokulda ilk gün… İlk “Günaydın öğretmenim” ve “Başöğretmenim”. “Başöğretmen”imin “ALFABE”nin kapağındaki Atatürk. Koltuğunda oturmuş, iskemledeki küçük Ülkü’ye yazı yazıp okumayı öğretiyor; al bayraklı Ankara Kalesi önünde… Sonra her yerde; tarlada, harmanda, yerli mallar pazarında, bankalarda, Verem Savaş Derneği’nde, Milli Piyango’da, Türk Tayyare Cemiyeti-Türk Hava Kurumu’nda, sağlıkta (gripte, nezlede), halk mekteplerinde, Beykoz Kunduraları’nda… Eğitimde, sanayide, sosyal hizmetlerde ve Türkiye Cumhuriyeti’nde… Çalışma odasındayız… Masasının üstü kalem, kâğıt, boya, fırça, yarım çalışmalar; duvarlarda afişler; tik tak tik tak ilerleyen bir saat… Çekmecelerden çalışmaları çıkardı. Tamamlanmış Milli Piyango biletlerini… Başına gelenleri, yapılan ayıpları anlattı, anlattı… Atatürk portrelerini çıkardı, masanın üzerine yan yana koydu. Ben bu sergilemede Hürriyet Gazetesi için 1981 yılı Atatürk takvimine alacağım resmi de seçiyordum, açıklama yapmadan. Çaylarımızı içtikten sonra, duvardaki saatin ilerleyen tik takları daha da yüksek sesle duyulmaya başlandı. Ayrılırken, “Yayınlayacağımız takvim için bir Atatürk portresi almaya geleceğim kısa bir süre sonra” dedim. “Bekliyorum” dedi. Birkaç gün sonra telefon ettim. Kapıdaki kutunun “Evdedir”i açıktı. “Günaydın efendim” dedi. Kahvelerimizi içtik “Birinci” cigaramızla. Çalışma masasına Atatürk portrelerini dizdi. Hepsi de şaheserdi. Birini ayırdık. “Üstad” dedim, “Size ne ödeyeceğiz?” Bu soruyu sorabilmek için yüzüm gözüm boncuk boncuk ter döktü… B+ İLKBAHAR 35 Etem Çalışkan, İhap Hulusi’nin kendisi için imzaladığı İş Bankası afişiyle. İhap Hulusi benden de beter; “Monşer”, dedi “Bilmem ki ne istenir? Yıllardır bir şey almak isteyen olmadı ki… Kapımı çalan yok.” “Efendim” dedim, “Zaman zaman sizi bulup gelmek istedim, sizi tanıyanlardan bazıları, “O kimseyle konuşmaz, kimseyi kolay kolay kabul etmez, dediler.” “Nasıl olur monşer? Kapımda, evde isem ‘Evdedir’, değilsem ‘Evde yok’ yazısı her zaman var…” Atatürk portresini, güzelce bir kâğıda sardım, aldım koltuğuma. Çıkarken, üstadın ağzından zorla da olsa duyduğum bir rakamla ayrıldım. Çok kısa İhap Hulusi Görey’in Milli Piyago İdaresi için tasarladığı bilet çalışmalarından örnekler 36 B+ İLKBAHAR İhap Hulusi Görey’in Halk Mecmuası çalışması Kulüp Rakısı çalışması Kızılay için afiş çalışması Milli Piyango İdaresi 19 Mayıs çekilişi afiş çalışması Türk Tayyare Cemiyeti afiş çalışması B+ İLKBAHAR 37 İhap Hulusi’nin Etem Çalışkan için imzalayıp hediye ettiği çalışması. 38 B+ İLKBAHAR Tavsiye/Referans Mektubu 2 senedir şahsen tanıdığım ve bu süre içerisinde bana tutarlı olarak yeni eserlerini gösteren Ihab Hulusi Bey’in çok iyi bir sanatçı olduğunu, sürekli önemli ilerlemeler kaydettiğini, ince, nazik, özenli ve ciddi duruşunu hiçbir zaman kaybetmediğini belirtmekten memnuniyet duyarım. Eserleri, güvenli duruşunu yansıtıyor ve renklerin kendine has zarafeti ile hareketleniyorlar. Ihab Bey’e, kendine verilecek vazifeye dayalı olarak, yukarıda bahsi geçeni açıkça ispat etme imkânı tanınması beni çok memnun eder. Münih 11 Kasım 1924, Prof. Ludwig Hohlwein. İhap Hulusi Görey’in hocası Ludwig Hohlwein Ludwig Hohlwein’ın İhap Hulusi için yazdığı 11 Kasım 1924 tarihli referans mektubu. Ludwig Hohlwein’ın bir çalışması bir süre sonra, telefon edip yeniden gittim. Kahvelerimizi, Birinci sigarasıyla dumanlayarak sohbete kattık. Çantamdan çıkardım zarfı, uzattım. Söylemeyecektim ama söyleyeyim zarftaki mazrufu: Kendisinin söylediğinden söylemesi ayıp, bir hayli yukarıda idi. Afişteki yazı: “Suyu kana kana içebilmek için paranı damla damla biriktir!” Afişin sol üst köşesinde imza, tepesi aşağıda, tabanı yukarıda eşkenar bir üçgen… Yukarıda alt alta İhap Hulusi, aşağıda İstanbul. Bu afiş ayrıca benim adıma imzalı. Sol alt köşede, eski ve yeni yazı ile: “Kıymetli sanatkâr dostum ve aziz arkadaşım Edhem Çalışkan’a sevgilerimle.” B+ Türkiye’nin ve dünyanın sayılı afiş ressamlarından, Beşiktaş kandillerinden İhap Hulusi’nin sevgili eşi Naşide Hanım’dan, 27 Mart 1986 sabahı bir telefon: “Etem Beeyy, İhaaap…” “Tamam, gerisini söylemeyin, geliyorum” dedim. 1980’den 1986 Mart ayının 27’sine kadar hemen hemen her hafta evinde ziyaretine gittiğim değerli dost, büyük sanatçı İhap Hulusi ile zaman zaman da yine evinde sabah kahvaltıları yapardık. Yumurta, süt, çay, kahve ve sonra Birinci… Birinci sigarasını hiç değiştirmedi. Paketteki yazı ve kompozisyon onundu. İçkide de Kulüp Rakısı’nı değiştirmedi. Etiket kendisinindi… Kahve, Kuru Kahveci Mehmet Efendi’dendi. Kulüp Rakısı etiketinde beraber oturduğu dostu, Ada’daki yakın komşusu şair Fazıl Ahmet Aykaç’tı. Şu ünlü dörtlüğün şairi: Bayer firması logo çalışması Hele var ki bir tablo Görse şaşar Anibal Ördeklerden bir filo Bir de kazdan amiral Bana verdiği boya gövdelerine, yine bana verdiği boyalar ve fırçalarla resim yapıyor; çalışırken İş Bankası’nın afişini seyrediyorum. Afişte, güneş altında çalışmış, terlemiş, susamış bir yağız genç kalaylı bakır maşrapasından lıkır lıkır su içiyor. Kuru Kahveci Mehmet Efendi ve Mahdumları logo ve amblem çalışması İhap Hulusi Görey’in çalışmalarında kullandığı imzası B+ İLKBAHAR 39 Eğitim İlkokuldan üniversiteye uzanan bir eğitim yolculuğu... Galatasaray Üniversitesi Yazı: GÖRKEM KIZILKAYAK Fotoğraf: Erdem Aydın, aybüke sakaoğlu Fer’iye Sarayları’nın bir bölümü Cumhuriyet’in ilk yıllarında Galatasaray İlkokulu’na verildi, sonra ortaokul ve liseye dönüştürüldü. Günümüzde de Galatasaray Üniversitesi’ne evsahipliği yapıyor. Bu dönüşüm, tıpkı bir çocuğun ilkokuldan başlayıp üniversitede sonlanan eğitim yaşantısına benziyor. B eşiktaş’taki eğitim kurumlarını tanıttığımız diziye yine Boğaz’ın kıyısında bir okulla devam ediyoruz. Saray olarak yapıldı, önce ilkokul, sonra ortaokul ve lise olarak kullanıldı. Şimdi ise ülkenin en önemli üniversitelerinden birine ev sahipliği yapıyor. Galatasaray Üniversitesi’nin hikâyesi, aynı zamanda Cumhuriyet’i kuran kadroların eğitime verdikleri desteğin de önemli bir göstergesi... Bu eğitim kurumunun hikâyesini, objektif bir dille sizlere aktarmak yerine, içinde sekiz güzel yılımı geçirdiğim 285 Görkem Kızılkayak’ın dili ve hissettikleriyle anlatmayı tercih ettim. Sürçülisan edersem affola! Yıl 1987, aylardan eylül... Üzerime büyük gelen lacivert bir ceket ve gri bir 40 B+ İLKBAHAR pantolonla Beşiktaş’tan Ortaköy’e doğru annemle yürüyorum. Üzerinde Galatasaray Lisesi yazan, dev bir demir kapıdan geçerek sekiz güzel yılımı geçireceğim okula giriyorum. Deniz kenarına inip, benim gibi üzerine büyük gelen okul kıyafetlerini giymiş onlarca çocukla karşılaşınca rahatlıyorum. Tören başlıyor, kendisi de Galatasaray Lisesi mezunu olan müdürümüz kürsüye çıkıyor, okulun tarihini, Galatasaraylılığın ne demek olduğunu anlatıyor. O konuşmadan aklımda kalan tek şey, -umarım doğru hatırlıyorumdur- Prof. Dr. Yıldızhan Yayla’nın Ortaköy’de öğrenciyken vapurları seyretmekten büyük bir zevk aldığı... Hani öğrenciler genelde okula istemeye istemeye giderler... Hazırlık sınıfından 9. sınıfın sonuna kadar süren Galatasaray Lisesi Ortaköy bölümündeki maceram boyunca diyebilirim ki her gün büyük bir zevkle okula gittim. O dev kapıdan girince beni karşılayan Boğaz’ın ve mis gibi iyot kokan havasının bunda payı büyüktür. Yıllar sonra bu yazıyı hazırlarken, İzzeddin Çalışlar’ın “525 Yılın Son 25 Yılı” isimli kitabında Prof. Dr. Yıldızhan Yayla’nın bizlere yaptığı konuşmanın tam metnini buldum. Yayla, benim Galatasaray’ı kazandığım yıl Marmara Üniversitesi Rektör Yardımcılığı görevini bırakarak okuduğu liseye müdür olmuştu. Şöyle diyordu: “... Unutmayalım ki, Galatasaray eğitiminde de şampiyonluk ister. Başka bir seçeneği yoktur. Galatasaray’a hizmet ise, doğrudan doğruya Türk toplumuna, Türk bilim, kültür, sanat ve sporuna hizmettir. Çünkü Galatasaray’ın varlık sebebi budur. Dikkat edilecek olursa, Galatasaray’ın övünç kaynağı, bu alanlarda yetiştirdiği bilim, sanat, kültür ve devlet adamlarıyla, sporcularıdır. O büyük Galatasaraylılar, millet ve devletine hatta fırsat doğduğunda bütün insanlığa hizmet etmişlerdir...” Tam 25 yıl sonra bu konuşmayı okuduğumda aklıma Galatasaray’a girdiğim yıl komşumuz olan rahmetli Eşfak Aykaç geldi. Futbolcu, Macaristan’ı 3-1 yendiğimiz efsane maçta Türk Milli Takımı’nın teknik direktörü olan Eşfak Aykaç… Galatasaray’a ilişkin ilk bilgileri aldığım Eşfak amca, Hürriyet’teki köşesinde 29 Aralık 1981’de şöyle yazmış: “... İlmin, fennin, felsefenin, edebiyatın, güzel sanatların, musikinin, sporun en mümtaz temsilcileri, bu irfan ocağından feyz alarak yurda büyük hizmetler yapmışlardır. Genel bir tarifle anlatmak gerekirse, alelade bir kurttan rengârenk kelebeği yaratan tabiat harikasına benzer, muhterem, muhteşem, mübarek bir ‘Metamorphose’ yuvasıdır Galatasaray... Ben bu mektebin kapısından içeri girdiğim 1926 senesindeki ismimle ‘1152 Eşfak Efendi’, Ga- “Galatasaray Üniversitesi ve diğer eğitim kurumları, Fer’iye Sarayları’nın kalıcı ev sahipleri olmalılar.” Bizim zamanımızda çocukların futbol, voleybol, basketbol oynadığı bahçenin bir bölümü yemekhane ve kantin, bir bölümü de otopark olarak kullanılıyor. B+ İLKBAHAR 41 latasaray Lisesi’ne minnetlerimi, şükranlarımı ifade ediyor, şanlı, şerefli mevcudiyetini ebediyen sürdürmesini diliyorum.” Alelade bir kurt olarak girdiğimiz okuldan Eşfak amcanın dediği gibi rengârenk kimliklerle çıktık. Belki de okulun başardığı en önemli şey, öğrencilerini tornadan geçirirmişçesine yetiştirmeyi reddetmesinden kaynaklanıyordu. Onun için Eşfak amcanın yaptığı “metamorfoz” benzetmesi önemli. Çünkü hayatta fen, matematik, edebiyat kadar önemli bazı değerler de var. Arkadaşlarını kollama, yardımlaşma, karşındakine saygı gösterme gibi değerleri verdiği için Galatasaray gerçek bir “tabiat harikası”ydı benim için de... Fer’iye Sarayları’ndan Galatasaray İlkokulu’na... Beşiktaş, Cumhuriyet’in eğitim kazanımları açısından bakıldığında önemli bir laboratuvar. Çünkü Cumhuriyet’i kuranlar, neredeyse tamamı Beşiktaş’ta bulunan saray yapılarını eğitim yapılarına dönüştürdüler. Eğer bugün içinde 8 üniversite yerleşkesi ve sayısız köklü ilköğretim okuluyla Beşiktaş’a “eğitim kenti” diyorsak bunun altyapısının 1920-1930’lu yıllar arasında kurulduğunu unutmayalım. Fer’iye Sarayları olarak bilinen büyük saray kompleksini eğitimin hizmetine sunanlar Beşiktaş’ın bir eğitim yuvasına dönüşmesini sağladılar. Günümüzde Ziya Kalkavan Anadolu Denizcilik Lisesi olarak hizmet veren Kaptan ve Çarkçı Mektebi 1927’de, Kabataş Erkek Lisesi 1928’de, Galatasaray Lisesi’nin ilkokul bölümü 1930’da, Beşiktaş Kız Ortaokulu ve Lisesi 1940’da saray yapılarını kullanmaya başladı. 42 B+ İLKBAHAR Beyoğlu’ndaki Galatasaray Lisesi’nde öğretime başlayan ilkokul, 1930 yılında taşındığı Ortaköy’deki binasında 1965 yılına kadar hizmet verdi. Kapatılma nedeni bir muamma... Galatasaraylılar Milli Eğitim Bakanlığı’na kapatılma nedenini sorduklarında, bakanlık, talebin okuldan geldiğini söyler. Halbuki böyle bir talep yoktur. Aynı toplantıda Galatasaray’a kız öğrenci alınması konusu netleşir. İlkokul öğrencilerinin boşalttığı koridorları 1966 yılında kız öğrenciler doldurur. Benim Galatasaray’a girdiğim 1987 yılında da Ortaköy’ün hâkimi kızlardı. Bizim eski bina dediğimiz Fer’iye Sarayları’na ait yapının üst katının tamamı kızlar yatakhanesiydi. Erkeklerin yatakhanesi orta katta küçük bir alandaydı. Okulun keyfi, son zilin çaldığı 15:05’ten sonra çıkardı. Bu saatten sonra okulun tartışmasız sahipleriydik ve atılana kadar da okuldan çıkmazdık. Denizin kenarında top oynamak kadar güzeli yoktur. Bazen adam geçmek yetmez, dalgalara da çalım atmak gerekir. En önemlisi de altın değerindeki topu Boğaz’a kaçırmamaktır. Ortaköy’den kayık kiralayıp az top toplamadık Boğaz’dan... Bir tek öğrenciler için değil çalışanlar için de bulunmaz bir nimetti Boğaz... Oltalarını alan çavuşlar deniz kıyısında çoğunlukla istavrit, tek tük izmarit ve kefal avlarlardı. Mevsimine göre lüfere veya palamuta yatarlardı. 17:00’da etüt zilinin çalması okulu terk etmemiz gerektiğini haber verirdi. İstemeye istemeye de olsa, çoğu zaman ayak direterek okulu terk ederdik. Lisemiz üniversite oluyor! 1992 yılında, yani ben Ortaköy’de dokuzuncu sınıfı okurken Galatasaray’ın geleceğini şekillendirecek bir karar alındı. Galatasaray Eğitim ve Öğretim Kurumu kuruldu. Bu kararın ardından iki yıl sonra Galatasaray Üniversitesi resmen açıldı. 1994 yılında ilk öğrenciler, bizim güzel günlerimizin geçtiği Ortaköy’e geldiler. 1930’lardan 1965’lere kadar Galatasaray İlkokulu, 1994’e kadar Galatasaray Lisesi olarak hizmet veren Fer’iye Sarayları’nın küçük bir bölümü artık Galatasaray Üniversitesi’ne evsahipliği yapacaktı. 1965’e kadar ilkokul, 1994’e kadar lise olarak hizmet veren Fer’iye Sarayları’nın bu bölümü şimdi Galatasaray Üniversitesi’ne evsahipliği yapıyor. 1995 yılında liseyi bitirdiğimde, ara sınavla Galatasaray Üniversitesi’ne geçmekte başarılı olamadım. Ben de İstanbul Üniversitesi’nin yolunu tuttum. Ortaköy’deki binaların tamamı restore edildi... Duvarlar boyanıp, yeni sınıflar oluşturulurken anılarımızın geçtiği mekânlar da kaybolup gitti. Voleybol sahamız kantin, futbol oynadığımız alanlar otopark oldu. Tabii ki anılarımızı Galatasaray Üniversitesi için feda etmekten dolayı üzüntü duymuyorum. Çünkü bizim oyun oynadığımız alanlarda İletişim, Mühendislik ve Teknoloji, İktisadi ve İdari İlimler, Fen-Edebiyat, Hukuk fakültelerinin öğrencileri ders görüyorlar. Umarım Galatasaray Üniversitesi ve çevresindeki diğer eğitim kurumları Fer’iye Sarayları’nın kalıcı evsahipleri olurlar. Neden mi? Çocuklarımız ve gençlerimizin bizden daha çok hayal kurmaya hakları var. Boğaziçi bence dünyanın en güzel hayal sahnesi. Ondan faydalanmayı, onun kenarında yaşamayı, okumayı en çok çocuklarımız ve gençlerimiz hak ediyor. B+ Galatasaray Lisesi döneminde alt katı revir, üst katı müdür lojmanı olarak kullanılan tarihi yapı artık rektörlük binası olarak hizmet veriyor. B+ İLKBAHAR 43 Albüm Nehar Tüblek Karikatür Yarışması Nehar Tüblek Karikatür Ödülleri 17 seneden beri, Türkiye’de karikatürün gelişimine katkıda bulunuyor. Nehar Tüblek Karikatür Yarışmaları, 1996 yılından beri, Türkiye’de Kimdir? karikatürün gelişimine katkıda bulunmak amacıyla Beşiktaş Belediyesi Nehar Tüblek: 1924 yılında Yugoslavya’nın Manastır kentinde ve Karikatürcüler Derneği’nin ortak çalışmasıyla düzenleniyor. 2012’de dünyaya geldi. Daha sonra Türkiye’ye yerleşen Nehar Tüblek Hafta, 17.’si düzenlenen Nehar Tüblek Karikatür Yarışması’nın ödülleri Beşiktaş Yavrutürk, Yeni Mecmua Karikatür, Şaka, Amcabey, Akbaba, Belediyesi Akatlar Kültür Merkezi’nde gerçekleşen ödül töreniyle Dolmuş, Çarşaf dergileriyle Son Posta, Dünya, Akşam, Yeni Gazete, sahiplerini buldu. Dereceye giren ve ödüle layık görülen eserler her yıl olduğu gibi bu yıl da bir katalogla ölümsüzleştirilecek. B+ Hürriyet ve Günaydın gazetelerinde devamlı olarak karikatür çizdi. Ömrünü karikatüre adayan değerli sanatçımız, 6 Mart 1995 tarihinde gazetedeki çalışma masasının başında vefat etti. 44 B+ İLKBAHAR B+ Birincilik Ödülü: Burak Ergin İkincilik Ödülü: Kürşat Zaman B+ İLKBAHAR 45 Üçüncülük Ödülü: Mehmet Selçuk Mansiyon: Sait Munzur Mansiyon: Selim Tanrıseven 46 B+ İLKBAHAR Dünya Gazetesi Ödülü: Sadık Pala Mansiyon: Asuman Küçükkantarcılar Nehar Tüblek Ailesi Özel Ödülü: Halil Kurtulmuş Aytoslu B+ İLKBAHAR 47 Beşiktaş Belediyesi Özel Ödülü: Cemalettin Güzeloğlu Karikatürcüler Derneği Genç Çizerleri Özendirme Birincilik Ödülü: Kaan Kuşçu 48 B+ İLKBAHAR Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Özel Ödülü: Musa Gümüş Karikatürcüler Derneği Özel Ödülü: Engin Selçuk BJK Ödülü: Faruk Karacay B+ İLKBAHAR 49 Birikim Bir Filateli öyküsü Söyleşi: MELİS BAYDUR Fotoğraf: ALAATTİN TİMUR Kökeninde “phila” sözcüğü vardır filatelinin; yani bağlılık ve tutku… Ümit Topaloğlu “Bir Filateli Öyküsü” isimli belgeselinde işte bu tutkuyla yaşayanların hikâyesini aktarıyor. Belgeselin danışmanlığını ise aynı zamanda bir sinema tutkunu olan koleksiyoner Şerif Antepli üstlenmiş. 50 B+ İLKBAHAR K oleksiyonculuk denildiği zaman ilk akla gelendir pul koleksiyonculuğu… Son yüzyılın en popüler uğraşlarından biri olmasının bunda kuşkusuz etkisi vardır… Filateli ise pul toplayıcılığından öte, pulların hikâyesini ortaya çıkartmaya çalışan, pullar üzerinden tarihsel okumaların yapılmasına olanak veren bir inceleme alanıdır. Kökeninde eski Yunanca “phila” sözcüğü vardır “filateli”nin… Yani bağlılık ve tutku… İşte, PTT Başmüdürlüğü’nde görev yapan Ümit Topaloğlu, “Bir Filateli Öyküsü” isimli belgeselinde bu tutkuyla yaşamını sürdüren filatelistlerin hikâyelerini aktarmaya çalışmış. Yirmi beş senedir profesyonel koleksiyoner olan ve Türkiye’de bu alandaki önemli bir açığı kapatarak “Collection” dergisini çıkaran Şerif Antepli ise danışmanlık yapmış Ümit Bey’e. Biz de hem Şerif Bey’den pulların hikâyelerini dinledik hem de Ümit Bey’le “Bir Filateli Öyküsü”nde ele aldığı filatelistlerin hikâyelerini ve belgeselin çekim öyküsünü konuştuk. Bu belgesel fikri ve Şerif Bey’le tanışmanız nasıl gelişti? “Belgeselciliğin filateliye yaklaştığı nokta, bir hikâyeyi yaratabilmek adına bazı şeyleri eleyip bazı şeyleri ortaya çıkartabilmek.” Ü.T: Ben 4 senedir PTT’de çalışıyorum. İşim dışında tüm zamanımı belgesele ayırıyorum. Öğrencilik yıllarımda fotoğrafla başlamıştım, sonra sinemayla ilgilendim. Birçok filmde çalıştım. Geçtiğimiz sene çektiğimiz bu belgesel yönetmenliğini yaptığım ikinci film. Şerif Bey’le Bilişim Fuarı’nda tanıştık, ben de orada görevliydim. Damga almaya gelmişti. Tanıştık ve muhabbetimiz ilerledi. Şerif Bey’le ilk tanıştığınızda filateli ile ilgili bir belgesel çekme düşünceniz var mıydı? Ü.T: Aslında fuarda Şerif Bey’le tanışınca ortaya çıkmaya başladı. Pulla bir hikâye oluşturabilme, bir kurguyu pulla oluşturma fikri beni çok etkilemişti. PTT’deki göreviniz de bu fikrin gelişmesinde kuşkusuz etkili olmuştur... Ü.T: Aslında PTT çalışanları çok fazla pulla haşır neşir değillerdir. Ben pul almaya gelen, özel damga toplayan filatelistlerle tanışmaya başlayınca böyle bir fikir gelişti. Şerif Bey, sizin pullarla olan hikâyeniz ne zaman başladı? Ş.A: Benim jenerasyonum hep pullarla, büyüklerin pullarını göre göre büyüdü. Ben de küçük yaşlarda pul toplamaya, harçlıklarımla pullar almaya başladım. Fakat kendimi son 25 senedir bir koleksiyoncu olarak görüyorum. Çünkü toplamak koleksiyonculuk değildir. Koleksiyonculuk aşama aşamadır. Önce bir merakla başlar, sonra toplamaya başlarsınız. Daha sonra ise belirli sistemler içerisinde bu işi geliştirirsiniz. İşte o zaman koleksiyoncu sayılırsınız. örneğinin kendinde olduğunu fark ediyor ve pulun diğer kopyasına sahip zengin bir adama pulu yüklü bir paraya satıyor. Fakat adam pulu satın aldıktan hemen sonra yakıyor… Ü.T: Evet… “Bu puldan dünyada sadece bir tane var ve bir tane kalacak. O da benim pulum” diyor… Kaan Ertem anlatmıştı onu belgeselde. Filatelistler bir pulun yalnız kendinde bulunmasını isterler. Tüm koleksiyoncular için böyledir bu aslında. Şimdi çok fazla pul görmüyoruz evimize gelen mektup zarflarında... Ü.T: Pullar elbette ki hâlâ var ve hâlâ basılıyor. Fakat, pul yapıştırmaya üşeniliyor. Biliyorsunuz pul bir ödeme aracı. Günümüzde, ödeme makineleri var, onlardan ve damga makinelerinden geçiriyorlar. Aslında pul da yapıştırılmalı fakat onu yapmıyorlar. PTT’nin bir tebliği var, “Yurt dışına giden mektuplarda pul yapıştırmak zorunludur” diye. Ü.T: Önemli olan toplayıcılıktan çok, hikâyeleri toplamak. Şerif Bey’in kitaplarını incelerseniz fark edersiniz; örneğin “Filateli’de Sinema” kitabında sadece pullarla ilgili değil, sinemayla da ilgili araştırmalar yaptığını görürsünüz. Toplayıcılıkla koleksiyonculuğun ayrıldığı nokta da bu zaten, bir öykünün peşinden gitmek ve onu bir şekilde ifade etmeye çalışmak. Kimisi yazıyla kimisi fotoğrafla anlatır bu hikâyeyi. Ben bu süreçte pulların da bir ifade şekli olabildiğini gördüm. Sizin koleksiyonculuğa merakınız var mı? Ü.T: Ben de pul biriktiriyorum. Fakat Şerif Bey gibi bir alanım yok. Daha çok kendi doğum günümden başlayarak ileriye doğru biriktirdiğim pullar. Ş.A: Zaten o önerilir. “Kendi doğum yılınızı milat kabul edin, oradan günümüze gelin” deriz. Sonra koleksiyon zenginleştikçe, yavaş yavaş geriye de gitmeye başlarsınız. Belgeselde yer verdiğiniz koleksiyonerleri ve hikâyeleri nasıl belirlediniz? Ü.T: Üçlü bir yapı kurmaya çalıştık. Uzun süredir pul toplayanlar, genç kuşak ve en genç kuşak. Çünkü koleksiyonculuk sürekliliği olan bir uğraş ve önemli bir özelliği de, devredilebilir olması. Belgeselde bir hikâye var; bir denizci değerli bir pulun bir Şerif Antepli (solda) ve Ümit Topaloğlu (sağda) B+ İLKBAHAR 51 Ş.A: Makine daha hızlı olduğu için tercih ediliyor. Ama daha duyarlıysanız. “Ben pulla göndermek istiyorum” derseniz, mecburlar. Azalma var mı peki pul basımında? Ş.A: Azalma oldu tabii. Mesela 50’li yıllarda her seri bir milyonlarda basılıyormuş. Çok meraklısı vardı pulların o dönemde. Şimdi 200-250 binlerde. Türkiye nüfusunun 50’li yıllarda 25 milyon olduğunu düşünün ve bir milyon basılıyor. yapılan ilk kişisel pul sergisiydi. Teması da sinemaydı. 2010 yılında ise “Filateli’de Sinema ve Sinemanın Büyüsü” ismiyle iki ayrı sergiyi aynı anda açtım. Bir bölümde sinema pullarım, diğer bölümde, yani “Sinemanın Büyüsü” bölümünde sinemayla alakalı obje ağırlıklı koleksiyonum sergilendi. Afişler, fotoğraflar, sinema biletleri, üzerinde sinemayla alakalı resimler olan sigara kartları... Türkiye’de tabii sinema pulları az. “ Selvi Boylum Al Yazmalım” pulları var iki tane; bir de sinemanın yüzüncü yılı için basılmış bir pul var. Fakat dünyada öyle değil. Sayısız sinema filmi için, sinema oyuncuları için basılmış pullar var. Koleksiyoner sayısı da azalıyor... Ş.A: Tabii, koleksiyoner sayısı da azalıyor. Bahsettiğim 50’li yıllar filateli açısından altın dönem. Meraklılarının, maaşının Siz aynı zamanda “Filateli’de İletişim” ismiyle de bir sergi açtınız... Ş.A: Benim mesleğim yayıncılık... Şu an “Fotoğraf Dergisi” ve “Collection” dergilerimiz çıkıyor. Bu sergide de aslında iki uğraşımı birleştirdim. İletişim çerçevesinde neler var diye araştırdıktan sonra o çerçevede pullar toplamaya başladım. Sinema konulu sergimde de öyle. Karagöz mesela, perdeye yansımadır... Sinema tarihini araştıranlar onu koymak zorunda. Mağara resimleri var örneğin, resimdeki hayvana dörtten fazla ayak çizmişler, hareketi göstermek için... O resmi taşıyan pul da sinema çerçevesinde konulmalıdır. Çünkü sinema harekettir. Sinema ve filateli bir tutku işi dediniz... Sanatla koleksiyonculuk arasında nasıl bir ilişki var sizce? İkisi de tutkuyla başlıyor çünkü… neredeyse tamamıyla pul aldığı bir dönem. Fiyatı hemen artıyor çünkü. Fakat 50’li yılların pulları çok basıldığı için “enflasyon pulları” denir, çok ucuzdur şimdi o pullar. Ü.T: O dönemde, Yüksek Kaldırım denen cadde, pulun kalbinin attığı yermiş. 30-40 tane filateli dükkânı varmış. Bizim de belgesel için çıkış noktamız Yüksek Kaldırım oldu. Şimdi orada üç dükkân kaldı. Bir tanesi de sadece filatelik malzeme satıyor, pul satmıyor. Eskiden o cadde çok önemliymiş. Çekirdekten yetişme filatelistler varmış; filozofvari de bir yanları var aslında. Mesela yüzbin liranız var, “Kadınlar Kongresi” pulunu satın almak istiyorsunuz. Satmazlar o pulu size. Çünkü onun kıymetini bilmeyeceğinizi düşünürler. Gidip gelmeniz lazım, o güveni hissettirmeniz lazım. Nadir pul olduğu için gerçekten meraklı olana vermek isterler. Ş.A: İç içedir tabii. Çok değişik koleksiyon çeşitleri var. Fakat birçok koleksiyon sanatsal olayları, objeleri içeriyor. Sosyal alanlardaki değişimler de sanatsal ürünlerden ve koleksiyonlardan yansır. Sinema filmlerinden de ülkelerin sosyal değişimlerini görebilirsiniz, pullardan da... Ayrıca, sinema dönemlerini de pullardan okuyabilirsiniz, siyasi olayları, özel günleri de... Ü.T: Koleksiyonculuk tabii daha çok sanatsal içerikli objelere yönelik oluyor ama dikenli tel biriktirenler de var... Çok uç noktalara varabiliyor koleksiyonculuk. Ben bu belgeseli yapmadan önce “Koleksiyoncu” diye bir film izlemiştim, çok etkilenmiştim. Koleksiyonculuk bazen de öyle bir noktaya gelebiliyor ki, yaşamayı unutuyorsunuz. Ânı yaşamak, tad almaya çalışmak yerine o tutku hayatınıza egemen oluyor. Aşk gibi… Ş.A: Tamamen aşk gibi... B+ Peki, siz PTT’deki görevinizden önce de pul biriktiriyor muydunuz? Ü.T: Çok fazla bilmiyordum açıkçası inceliklerini. Şerif Bey’lerin çocukluk, gençlik dönemlerinde filateli kulüpleri varmış, öğrenciler arasında pul biriktirme çok yaygınmış. Ama bizim dönemimizde yoktu. Bu belki insanların yaşadıkları süreçle ilgili bir şey. Çünkü biz bir tüketim toplumunda yaşıyoruz ve insanların durup beklemeye çok vakti yok. Filateli o yüzden başka bir dönemin hobisi gibi duruyor… Ş.A: Maşasıyla tutup yerinden nazikçe çıkarmak, sonra geri koymak bile ince bir iş, zaman istiyor. Pul koleksiyonculuğu ayrıca bakım isteyen bir iş. Çıkaracaksınız, havalandıracaksınız. Bir tutku işi açıkçası bu. Sinema da bir tutku sizin için değil mi? Ş.A: Kesinlikle... Çocukluğumdan beri sinema ve pula meraklıyım. İkisi de tutku işi. Koleksiyonculuk aslında başlı başına bir tutku işi... Ben bu iki alanı “Filateli’de Sinema ve Sinemanın Büyüsü” sergimde birleştirdim. O serginizden biraz bahseder misiniz? Ş.A: 1995 yılında sinemanın 100. yılı nedeniyle bir pul sergisi açtım. Filateli alanında sergiler genelde karmadır, çok insan katılır. Bu, Türkiye’de 52 B+ İLKBAHAR “50’li yıllarda her pul serisi bir milyonlarda basılıyormuş, şimdi ise bu rakam 200-250 binlerde.” on Sizi şaşırtan koleksiy lar oluyor mu? ları topluyor, yuaşım ilginç mutfak eşya ad ark bir la se me et Ş.A: Ev gibi… Bir arkadaşım ütü elma soyma makinesi murta kırma makinesi, ı olan birçok n... İlginç koleksiyonlar me rağ ına as olm ek topluyor, erk i, aynı zamanda kakla… Kaktüs yetiştiricis se me n Hu iz Ed r. va kişi bil kâğıtlarındaki jokeror. İzzet Günay, iskam tüs koleksiyonu yapıy eri topluyor. Mitlen yüzlü buda heykell gü ya as Al ki Ze or. leri topluy siyon kulübümüz var. luyor. Bizim bir kolek top la su pu et rek Be t ha kulübümüzBirçok sanatçı da var ü. lüb ku bu k rdu ku a 2002 yılınd rgiler düzenliyoşey topluyor. Birlik te se bir ik ğiş de iz em üy r de. He r yapıyoruz. “Collectislar veriyoruz, panelle ruz, okullarda konferan . Dergimiz de a kurduğumuz bir kulüp ınd alt ı tıs ça zin mi rgi de on” isimli bile zor oluyor. En büt Türkiye şartlarında bu ka Fa r. ıyo çık bir da ay üç gelişmesi; culuğun tanınması ve on siy lek ko ’de ye rki Tü yük amacımız hizmet vermek. ek ve kültür alanında bir ilm ab tar ak de e ler nç bunu ge anların ğerlerini geleceğe taşıy Derginiz “Geçmişin de kıyor... Bu slogandan dergisi” sloganıyla çı uş, bahsedebilir misiniz? ğildir. Birçok kaybolm iz küflü bir şey de Ş.A: Geçmiş dediğim e taşırlar. Kolar bulurlar ve geleceğ cu on siy lek ko ri yle şe unutulmuş r zaten. emli misyonu da budu leksiyonculuğun en ön Belgesel sinemayla ko leksiyonculuğu nasıl bağdaştırıyorsunuz? Belgeselde de, koleksiyonculukta da belgeleme ve gelecek kuşa klara aktarabilme du rumu var... Ü.T: Belgesel sin emacıları biraz çöpçüd ür aslında, onlar da ço k şey biriktirirler, ileride lazım olabilir diye arşivlik gö rün tü bir ikt irirler örneğin. Filateliye yaklaştığı yer de, bir hikâyeyi yarat ab ilm ek no ktasında bazı şeyleri eleyip bazı şeyleri or taya çıkartab ilm ek . Ta sn if ikisinde de çok önemli. Bir arş ivciden ayıran nokta da o bizi. Önemli olan o biriktirilenleri bir filme dönüştürebilme nokta sı. Belgeselde çeşitli sinem a filmlerinden görünt üler de kullanıyorsunuz... Ü.T: Evet, o ünlü “San a pul koleksiyonumu göstereyim mi?” sözünün nereden geldiğin i sorguladık. Bir sürü filmde o söz geçiyor. Türk filmlerinde de... O sahneleri araştırdım bu ldum. Koleksiyonerlere de sordum belgese lde. Fakat kimse nered en geldiğini bilmiyor. 30 senedir Beşiktaş Ulus’ta oturan Şerif Antepli, koleksiyonundaki sinema pulları dışında pullardaki Beşiktaş’ı bizlerle paylaştı… B+ İLKBAHAR 53 Yaşam Keyifli avlardan katliama! Yazı: CENGİZ ERDİL Fotoğraf: CENGİZ KAHRAMAN ARŞİVİ, MUSTAFA KILINÇ ARŞİVİ Aşırı avlanma ve artan kirlilik Boğaz’da balıkçılığın sonunu getiriyor. 54 B+ İLKBAHAR K arekin Deveciyan, Türkiye’de balık ve balıkçılık üzerine ilk araştırma kitabını kaleme alan bir Osmanlı bürokratı. 1867 Harput doğumlu olan Deveciyan 1910 yılından 1927 yılına kadar İstanbul Balıkhanesi Müdürlüğü’nde müdür ve başmüfettiş olarak görev yaptı. Karekin Deveciyan, 1964 yılında öldü. Ölümüne kadar Ortaköy’ü mekân bildi. Zaman zaman küçük sandalıyla denize açılıp çaparisiyle balık avladı. Yani Deveciyan İstanbul Boğazı’ndaki büyük katliamı görmedi, belki de bu yüzden mutlu gitti bu dünyadan. İstanbul balık tarihini yazan ilk kişiydi Ünlü tarihçi Reşat Ekrem Koçu, Karekin Deveciyan’dan şöyle söz ediyor: “Balık ve Balıkçılık adlı kitap İstanbul Balıkhanesi eski merkez müdürlerinden Karekin Bey tarafından telif edilmiş, milli kütüphanemizin ölmez büyük eserlerinden biridir. Balıkların mesela mevkilerini, hudutlarını, devam müddetleri ile her mevsim ne zaman kurulduklarını, ne cins balık tutulduğunu ve kadimden beri devam edegelen teamüllerini yazarak, İstanbul sularında 42 dalyan adı veriyor ve Boğaziçi’nde eskiden beri devam edegelen teamül ve adetleriyle 59 voli yerini tespit ediyor...” Balığın sürüler halinde girdiği yer olarak tanımlanan “voli” ve “dalyan”lar, Osmanlı döneminde de Cumhuriyet’in ilk yıllarında da kiraya verilirdi. Şimdinin gençlerine denizin kiralanması herhalde şaka gibi gelir ama öyleydi. Bereket ve bolluk yıllarıydı o yıllar. Boğaz’daki önemli volilerden bazıları şöyle idi; Büyük Liman, Sazlıdere, Küçüksemer Kaya, Büyüksemer Kaya, Çamur, Kalender, Ağaçaltı, Kireçburnu,Tarabya,Yeniköy Tabyası... Balıkçılıkla ilgili ilk sözlüğü hazırlayarak bilim hayatımıza önemli katkıda bulunan Deveciyan’ın saydığı voliler isim olarak duruyor ama artık balık sürüleri buralarda biraraya gelemiyor. Gelmeye kalksalar önleri başka bir şekilde kesiliyor. Kısacası; Boğaz’da balık tarihimiz hüsranla sonuçlanmak üzere… Tarihte Boğaz balıkları Tarih deyince; Osmanlı Türkmenleri balıkçılığı Rum ahaliden öğrendiler ama işi profesyonelliğe, yani nafaka çıkarmaya döken fazla çıkmadı. Balıkçı esnafının çoğu 1950’li yıllara kadar Rum ve Ermeni idi. Avlayan, pazarlayan hatta ünlü meyhaneleri açanlar onlardı. İstanbul’un Karadeniz kökenli ahalisi sonradan balıkçılıkta üstünlüğü ele geçirdi. Bizans’tan bu yana yüzyıllardır Boğaz balıkçılığı çapari, paraketa gibi oltalarla ve küçük ağlarla yapıldı. Çaparinin 2000 yıllık bir mazisi vardır herhalde. Ağlara gelince dalyan, voli, sürütme, ığrıp, manyat, tarlakoz, çökertme ve alamana... Bu ağlar günümüzde yoklara karıştı denilebilir. Varsa bile parmakla sayılacak kadar az balıkçı kullanıyor. Yalnız balıkçının mekânıydı dalyan ağları… Dalyan, denizi adeta saran sabit ağlardı. Bu ağlar bir avlanma mevsimi denizde kalır buraya giren balık canlı canlı toplanırdı. En son dalyan mekânı Beykoz kaldı. Dalyan balık için bilmece gibiydi. Ağların labirentine kapılan balık bir türlü işin içinden çıkamaz, dalyan kulesindeki nöbetçinin haber vermesiyle kayığa alınırdı. Beykoz dalyanında kılıç ve “ton” balığı olarak bildiğimiz orkinos bile bol miktarda avlanırdı. Dalyana takılan balık türlerinden biri de kalkan balığıydı. Karadeniz’de kumul alanlarda yuvalayan bu balık geçmiş yıllarda küçük balıkların peşine düşer, Boğaz’ın akıntılı sularına kapılırdı. Mevsiminde Beykoz dalyanında yüzlerce kalkan çıkardı. Onlar da yoklara karıştı. Ünlü Beykoz kalkanı da albümlerde kaldı. Boğaz’ı terk eden balıklardan biri de uskumru oldu. İstanbul Boğazı uskumru akınıyla öyle bir dolardı ki abartı sayılmaması lazım, insanlar bazı mevsimler kıyıdan kepçelerle uskumru toplardı. Uskumru yaz kış bol miktarda tüketilirdi. Çünkü iplere dizilir, kurutularak “çiroz” yapılırdı. Türkiye’nin deniz bilimleri alanında yetiştirdiği önemli bilim insanlarından olan Prof. Bayram Öztürk, “Deniz Yazıları’’ adlı kitabında, İstanbul balıkları için, “İstanbul eskiden beri balıkların lezzeti ve bolluğu ile bilinen bir şehirdir. Öyle ki her mevsim başka bir balığı olan, içinden kocaman bir okyanus geçen bir şehir İstanbul. İçinden okyanus geçiyor, çünkü İstanbul Boğazı veya Marmara Denizi’nde 50 metre derinlikten sonra bulunan yoğun tuzlu su, Cebelitarık Boğazı’ndan girip bütün Akdeniz’i kat ederek boğazlara ve Karadeniz’e çıkıyor. Daha az tuzlu su ise boğazlar yoluyla Akdeniz’e iniyor. İşte bu şehrin içinden her saniye Atlantik Okyanusu ve Karadeniz suları bizleri selamlıyor. Ama çok azımız bunun farkındayız. Bu farklı özellikteki su, bizlere nimet ve rızık veriyor. Öyle ki bir gün lüfer, başka bir gün istavrit veya hamsi oluyor. Onun için daha ilk çağlardan beri İstanbul’un balıkları birçok gezginin dikkatini çekmiştir. Örneğin P. Gyllius şunları yazıyor: “Marsilya, Venedik ve Toronto balıklarıyla meşhurdur, fakat İstanbul balık bolluğu bakımından bu şehirleri geride bırakır. Arnavutköy’de balıkçılar B+ İLKBAHAR 55 19-20 cm’den küçük lüfer almayalım, çinekop katliamının önüne geçelim. Liman iki denizden gelen pek çok miktarda balıkla doludur. Balık sürüleri yalnız Boğaziçi’nden değil, Kadıköy tarafından da limana doğru akın eder. Balık denizde o kadar boldur ki çok defa sahilden elle tutulabilir. Kadınlar pencerelerden sarkıttıkları sepetlerle balık tutabiliyorlar ve balıkçılar olta ile o kadar çok torik avlıyorlar ki, bunlar bütün Yunanistan’a, Asya ve Avrupa’nın büyük kısmına yeterlidir” Boğaz’da balık İşte böyle… Şimdi ise, İstanbul Boğazı için tarihin sonu geliyor. Bitmeyecek denilen deniz bitiyor. Aşırı avlanma ve elbette artan kirlilik... Denizlerin hoyrat kullanımı, sonu hızlandırıyor. İstanbul’da balıkçı tezgâhlarını artık Norveç uskumrusu, Ukrayna kalkanı, Yunanistan barbunu süslüyor. Neden böyle oldu? Gırgır ve trol ağları ile balığı en dipte bile belirleyen sonar cihazları çıktı, mertlik bozuldu demek en doğrusu olacak. Asıl önemlisi balıkçının “akvaryum” dediği Marmara Denizi foseptik çukuru haline geldi, balıklar bizleri ve denizleri terk etti. Boğaz’ı binlerce yıllık yolu bilen, Marmara’da yuvasını kuran, Karadeniz’de büyüyen onlarca balık türlerinden beşi, altısı kaldı. Şimdi sırada Boğaz’ın lezzeti lüfer mi var? Lüfer balığının aşırı avlanmasının önüne geçilmesi, özellikle lüfer yavrusu çinekop katliamının önlenebilmesi için bazı çevreci kuruluşlar bir süreden beri kampanyalar sürdürüyor. Bu kampanyaların başarılı olduğunu da gözden kaçırmamak lazım. Devlet bu avlanma döneminde bazı sınırlamalar getirdi. Ancak yeterli değil. Öncelikle denizlerimiz ısınıyor. Balıkların hava alacağı yerler daralıyor. Asıl önemlisi balık katliamı bitmiyor. Katliamın nedenleri şöyle: Sonar cihazı ve 80 kulaç derinliğindeki ağlarıyla balık sürülerine dalan büyük tekneler, deniz dibini adeta kazıyan trolcüler, Kumkapı Toptancı Balıkhali’ne gelen balığı denetlemeyen uzmanlar, denizlerle ilgili kararları Ankara’da alan Tarım Bakanlığı’nın Su Ürünleri Genel Müdürlüğü (Balıkçılığı teşvik ediyoruz diye okyanus tipi dev teknelerin yapımına izin verdiler. Önüne gelen balıkçı oldu)... İşte önlemler Özellikle Karadeniz ve İstanbul Boğazı’nda gırgır ağlarıyla donatılmış teknelerle balık avına en az bir yıl izin verilmemesi lazım. Yani denizlerde önemli üreme alanlarının, bir tarla gibi nadasa bırakılmasının zamanı geldi. Türkiye’de yapılması gereken artık tek bir iş kaldı. Balık avına sınırlama getirilmesi, ağ göz açıklığının büyütülüp, teknelerin daha küçük hale getirilmesi, balıkçılığın profesyonel bir disiplini olan meslek haline dönüştürülmesi, önüne gelenin tekne alıp balıkçı olmasının önüne geçilmesi, kentsel kirliliğin de önüne geçilmesi için mikro biyolojik arıtma sistemlerinin kurulması… Ancak bütün bunlar yapılırsa gelecek nesiller İstanbul balıklarının tadına varacaklar. Yoksa gerisi laf salatasından öteye geçemez. 56 B+ İLKBAHAR Dalyanlar ve Dalyancılık Dalyanlar ve dalyancılık geleneksel bir avcılık metodu. İnsanlığın en eski çağlardan beri kullandığı bir avlanma şekli olarak bilinir. İnsanoğlu hayatta kalabilmek adına birçok savunma ve avlanma sanatı geliştirmiştir. “Dalyan”ın sözlük anlamına bakılınca “ilk örneklerine antik çağlarda rastlanan, deniz, göl ya da ırmak içerisine, altlarına ağlar gerilmiş çubuklar dikmek suretiyle yapılan bir tür balık yakalama sistemidir” açıklaması görülür. Ülkemizde çok eski yıllardan beri kullanılan ağ dalyanları, özellikle İstanbul Boğazı ve Karadeniz’in batı kısmında 1924 yılında 53 adet iken, 1960 yılında 18’e indi. Günümüzde ise sadece 3 ağ dalyanı (Bağlaraltı, Fil Burnu ve Beykoz) kuruluyor. Dalyancılık, teknolojinin gelişmesi ve balıkçı tekneleri yüzünden yavaş yavaş tarihin içinde kaybolmak üzere. Balıkçılık teknolojisindeki bu gelişmenin devam edeceği düşünülürse, bu üç dalyanın kurulmasının da yakın zamanda ortadan kalkacağı biliniyor. Dalyanların sayısı azalınca ister istemez bu işi yapan insan sayısı da azalmış. O yüzden de dalyancıların çoğu şehir dışından geliyor ve yaklaşık dört ay dalyanda kalıyorlardı. Günümüz şartlarındaysa bu süre iki aya kadar düştü. Kıyıya birkaç yüz metre uzakta kurulmuş dalyanlara kıyıdan bakıldığında denizin içine çakılmış direkler ve bu direklerin arasına gerilmiş dikdörtgen şeklinde bölümlerden oluşmuş ağlar görülür. Ayrıca bir de direklerden birinin tepesinde balıkçıların tabiriyle “gözcü” denilen biri oturur. Ağlardan kurulu bölümlerin en dar alanına balıkların girişi için bir kapı yapılıyor. Direkte bekleyen gözcünün görevi burada başlıyor. İlk başta balıkların girişini sağlayan kapı bir makara yardımıyla yukarı çekiliyor, balıklar bu kapıdan içeri girdiğinde kapı hemen kapatılıyor. Sonrasında dipte bulunan ağların yukarı çekilmesiyle toplanıp teknelere çekiliyor. Dalyan balığının en büyük özelliği balığın ezilmemesi ve daha taze olması. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde, Beykoz Koyu’ndaki “Beykoz dalyanı”nın 17. yüzyıldan itibaren her yıl mayıs ayında kurulduğu belirtilir. Geleneksel balıkçılığımızın bir mirası olan bu son dalyanların devam etmesi ve adeta bir tarihi balıkçılık müzeleri olan bu dalyanlara sahip çıkılması gerekiyor. Beykoz dalyanının gelecek nesillere aktarılması, kültürel misyonu sürdürmesi konusunda çabalayan, babadan dalyancı olan Mustafa Kılınç, İstanbul’da halen çalışan üç dalyan yerini de işletiyor. Mustafa Kılınç, balıktan yana umudunu yitirmek üzere... Çünkü dalyanlara eskisi gibi balık gelmiyor. Çok değil, 3-5 yıl içinde bu üç dalyan da albümlerde kalacak (Mustafa Kılınç’a, bizimle paylaştığı dalyan fotoğrafları için teşekkür ederiz). B+ “Sürdürülebilir balıkçılık için çaba sarf edilmesi şart.” İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi eski dekanı, CIESM (Akdeniz Bilim Komisyonu) ve Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) kurucu başkanı ve yönetim kurulu üyesi, IMO (Uluslararası Denizcilik Örgütü) Deniz Çevresini Koruma Komitesi Türkiye delegesi Bayram Öztürk, Boğaz balıkçılığını ele aldığımız yazımız için sorularımızı yanıtladı. Sayın Öztürk, deniz araştırmalarına yıllarınızı verdiniz. Özellikle İstanbul çevresinde yürütülen araştırmaların sonuçları pek iç açıcı değil. Avlanan balık miktarı her geçen yıl azalıyor. Siz lüferi denizlerimizin “kraliçesi” olarak tanımlıyorsunuz. Lüfer katliamı nasıl önlenir? İstanbul, lüferle özdeşleşmiştir adeta. Zaten eski İstanbullular lüfere “balık” derler, diğer balıklar için ise balığın ismini kullanırlardı. Kaçak ve yavru balık satın almayarak, İstanbul’un kraliçesi lüferi tanıyarak, değer vererek, koruyarak ve gelecek kuşaklara bırakarak yurttaşlık ödevimizi yerine getirelim. Bu amaçla 14 cm gelen, daha bir yaşında ve yumurta dökmemiş balıkların katliamını önlemek lazım. Önerimiz 19-20 cm… Balıkçılık bir bilim ve sadece balık boyu üzerinden halkla ilişkiler kampanyası yürütülerek dünya deniz ve okyanuslarında kurtarılmış bir su canlısı yok. Şüphesiz avlanacak lüferin boyunun 19-20 cm’ye çıkarılması bu balığın korunacağı anlamına gelmiyor. Yaşam alanını, yani üreme ve beslenme alanlarını korumak, av yasaklarını tekneden, balıkhaneden ve tezgahtan başlayarak denetlemek gerekiyor. Trollerle avcılık Marmara ve Boğazlarda tamamen yasak. Neden trolün önüne bir türlü geçilemiyor? Trolle avcılık Marmara ve Boğazlarda her dönem yasak ama tekneler Boğaz’da, Kumkapı’da , Adalarda... Yani kaçak avcılık yıllardır yapılıyor. Devlet isterse bunun önüne geçer ama işe gerekli önem verilmiyor. Gece denetim neredeyse yok. Trol şebekelerine istenirse göz açtırılmayabilir. Bizim balıkçımız okyanus tipi teknelerle minareyi kaybetmeden denize açılıyor. Tekne sayısı fazla değil mi? Türkiye’de tekne sayısı fazla, 20.000’ in üzerinde… Bunların ıskartaya çıkartılması lazım . Devlet parasını ödeyerek tekne ruhsatlarının en az yarısını iptal etmeli. Bu ise bir politik karar ve cesaret işidir. Politikacıların bu tür kararları kolay alamayacakları açık. Onun için aşırı avcılık sorun olmaya devam edecek. Aşırı avcılığı önlemek için kesin ve doğru kararlar alınması lazım. Bu ise rasyonelliği ve geleceği düşünmeyi gerektirir. Sürdürülebilir balıkçılık için çaba sarf edilmesi şart. Bunun için baskı gruplarının oluşması gerekiyor. B+ İLKBAHAR 57 Balıkçılar ne diyor? Şaban Şengül (gırgır teknesinde reis): Bu yıl kış ağır geçiyor. Zaten balığa çıktığımız günler kısıtlı. Bizde yasaklar kâğıt üzerinde kalıyor. Devletin yasağın arkasında durması lazım. Trol, Karadeniz’de 3 mil açıkta serbest. Bence yöresel yasak uygulanmalı. Marmara Denizi’nde yasak ama kimse “yapılmıyor” diyemez. Trol ve midye için kullanılan algarna deniz dibini yok ediyor. Marmara ve Karadeniz’i birlikte düşünmek gerekiyor. Karadeniz’de bazı mevsimler aşırı hamsi avı oluyor. Yüzlerce ton hamsinin ağlardan toplanıp denize döküldüğünü gördüm. Bu yüzden hamsiye kota uygulanması lazım. Denizlerde balık azaldı. Geçen yıl boş yere 105 ton mazot yaktım. Bu yıl çoğu zaman denize açılmadık bile. Eski avlar yok. Tekne sayısı fazla. Devletin tekne sayısını azaltması lazım ama bu nasıl yapılır, bilmiyorum. Erdoğan Kartal Erdoğan Kartal (İstanbul Su Ürünleri Kooperatifleri Başkanı): Eskiden trol teknesine sadece idari para cezası uygulanıyordu. Bu şubat ayından beri devlet kaçak avlanan teknelerin bağlanacağı bir yer düzenledi. Eskiden sahil güvenlik cezayı kesip bırakıyordu, şimdi tekneyi bağlıyor. Bu kalıcı bir ceza oldu. Marmara’da trol çeken tekne sayısı azaldı. Yasağın böyle kalıcı olması gerekiyor. Denizler için en büyük tehlike kirlilik... İstanbul’da biyolojik arıtma gerekiyor ama, bu da ne kadar yeterli olur bir fikrim yok. Şaban Şengül 58 B+ İLKBAHAR Yasin Girit (gırgır teknesi sahibi): Rumelifeneri’ne bağlı gırgır teknemiz var. Babadan, atadan balıkçıyız. Yıllardan beri şikâyetçi olduğumuz konu, kaçak trol avı. Yıllardan beri Kumkapı Balıkhali’nde trol tekneleri bağlı durdu. Kimse sesini çıkarmadı. Artık bu yıl kaçak av o kadar arttı ki devlet nihayet dur dedi. Son günlerde kaçak avın yüzde 90 azaldığını söyleyebilirim. Ancak yeterli değil. Sadece kaçak trolcüyü yakalamak değil mesele. Trol ağlarıyla yakalanan balıkların satılmaması lazım. Balıkhali ve balık pazarlarında satışının önüne geçilmesi şart. Boğaz’da yoklara karışan veya nadir avlanan balıklar Kılıç balığı, orkinos, torik, uskumru, kolyoz, çaça (ufak hamsi değil, ayrı bir balık) ,levrek, gelincik, kaya, mersin, istavrit, izmarit, istrongiloz, kırlangıç, mazak, öksüz, barbunya, tekir, gümüşbalığı, hani, iskorpit, lipsoz, mercan, sinarit, karagöz, eşkina, minakop, kalkan, bıyıklı, pisi, berlam, kupes, dülger, supya... Ahtapot ve kalamar da avlanırmış; onlar da albümlerde kaldı. Dülger Balığı İstavrit Bıyıklı balık 30’u aşkın balık türü Boğaz’ı terk etti. Kalan 5-6 türe sahip çıkmamız gerekiyor. Barbunya Gümüş İskorpit Kalkan Minakop Mazak Kırlangıç Kılıç balığı B+ İLKBAHAR 59 Benim Beşiktaş'ım “Önce sahnede pişmek istiyorum” Söyleşi: NAZAN ORTAÇ Fotoğraf: BURAK KARA Genç oyuncu Güneş Emir, hem su ürünleri mühendisi hem de okullu tiyatrocu... Yaklaşık 3 yıldır televizyon ekranında olan sevilen oyuncu, şimdi Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nun yeni oyunu “Beni Yeniden Sev” ile çok özlediği tiyatro sahnesine dönüyor... 60 B+ İLKBAHAR “İstanbullu olduğum halde, ben Ankara’yı çok sevdim. Levent’te oturduğum sokak da bana Ankara’yı anımsattı.” S on 2.5 yıldır evlerimize “Deniz Yıldızı” adlı dizideki “Deniz” karakteriyle konuk olan Güneş Emir, bu kez bizi ters köşeye yatırmak için farklı bir rolle tiyatro sahnesinde! “Ailenin cici kızı Deniz”le geniş kitleler tarafından sevilen Emir, Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nun yeni oyunu “Beni Yeniden Sev”de evli öğretmenini baştan çıkaran öğrenci rolüyle şaşırtaca- ğa benziyor... Oyunculuk aşkı nasıl başladı? 13 yaşlarındayken annem beni bir spora yazdırmak istedi. Ben o sıralar Hadi Çaman Tiyatrosu’nda “Kelebekler Özgürdür” oyununu izlemiş ve çok etkilenmiştim. Bu nedenle anneme, “Beni tiyatro kursuna gönder” dedim. Amacım bir hobim olmasıydı, ama tiyatro gitgide insanın kanına giren bir aşk! “Sahne tozu yutmak” dedikleri işte! Sonra birçok yerde eğitim aldım, oyunlar sahneledik, seyirci karşısına çıktık... Tiyatroda yer göstericiliğinden tutun, sahneyi silmeye kadar her şeyi yaptım. Okulda çok başarılı, takdirlik bir öğrenci konumundayken, tiyatronun gönlüme kurulmasıyla dersleri pek önemsememeye başladım. İlk defa lise ikide zayıf geldi karneme! Annem de, babam da öğretmen... Onlar için şok olmuştur herhalde... Olmaz mı! Ben tiyatro okumaya karar verdiğimi söyleyince, başta çok tepki gösterdiler. “Sanatçı bir aileden değilsin, çok sorun yaşarsın, önce başka bir şey oku, bir mesleğin olsun, sonra oyunculuk” dediler. Sonra liseyi bitirince, İstanbul Üniversitesi’nin Su Ürünleri Mühendisliği bölümünü kazandım. Bir yandan da özel tiyatrolarda sahneye çıkmaya başladım. O dönem, Mustafa Altıoklar’ın “O Şimdi Asker” filminde oynadım. Okurken aynı zamanda her yıl konservatuar sınavlarına da girdim. Ancak ailemin de istediği oldu, su ürünlerini bitirdiğim yıl, Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı’nı kazandım. Konservatuarı bitirdiniz mi? Evet, haziranda mezun oldum. Bu arada Ankara’da okurken bir dizide de oynadınız... Aslında okulu kazandığımda dizi sektörüne girmek hiç istemiyordum ama büyük konuşmamalıymışım. Aileme daha fazla yük olmamak, kendi paramı kazanmak ve kamerayı öğrenmek istedim. Ve dizide oynayan çok yakın oyuncu arkadaşım Deniz Yılmaz beni şirketle görüştürmeye götürdü. Ama hâlâ inatçılığımı sürdürüyordum, okulum geri planda kalamaz, diye. Beni, “Okulundan geri kalmayacaksın, çalışma saatlerini okul saatlerine göre ayarlarız” diyerek ikna ettiler. İlk başta dizi piyasasına önyargılı olduğunuzu söylemiştiniz, sonradan önyargılarınız kırıldı mı? Neler kattı size bu deneyim? Tiyatro ile ekran çok farklı şeyler. Biz okulda ekrana dair bir eğitim almıyoruz. Bir oyun nasıl çalışılır, her şeyiyle araştırmayı öğreniriz. Karakterlerin boyutları, oynadığınız dönemin gerçekliği, yönetmenin ne istediği, yazarın yazım özelliği, oyuncunun ifadesi, yöntemi, sahne üzerinde tüm unsurları bir bütün olarak işlemeyi, her şeyiyle araştırmayı ve hakim olmayı öğreniyoruz. Ancak ekran önünde, bu kadar şey mümkün olmuyor. Kamerada ilk istenen şey, pratik olmamız! Pratik olun, iyi konsantre olun, gerisi sorun değil! Çünkü zamana karşı yarışıyorsunuz; biz günde 50 dakika yayınlanan bir iş çekiyorduk. Haftada 250 dakikaya tekabül ediyor ve haftanın 6 günü uzun saatler çalışıyorduk. Ne yeterli araştırma, ne de yazarlarla, yönetmenlerle, tiyatro gibi prova süreciniz oluyor. Tek istenen, elinizdeki teksti en kısa sürede samimi oynamak. Bakış açımda ne değişti, diye sorarsanız... Dizi yapmanın oyuncuya çok şey kattığına inanıyorum artık. Dizinin sahneye gerçekten katkısı olduğunu da düşünüyorum. Sahnede daha hızlı bir şekilde konsantre ol- B+ İLKBAHAR 61 “Levent hem huzurlu hem rahat...” “Doğma büyüme İstanbulluyum. Ocak ayından beri Levent’te tek başına oturuyorum. Arada annem yanıma geliyor. O, hayattaki en büyük yardımcım. Ama Ankara’da da tek başıma yaşadım, alıştım artık, yalnızlığı da seviyorum. Levent’i tercih etme sebebim de; merkezi bir yerde oturma zorunluluğu hissetmem. Tiyatro Şişli’de, kolay gidip gelmek istedim. Taşındığım bu sokakta da halam oturuyor, çok seviyordum bu sokağı. İstanbullu olduğum halde, ben Ankara’yı çok sevdim, sokak da bana Ankara’yı anımsattı... Bayağı ev aradım ama hem huzurlu hem rahat diye Levent’te karar kıldım, çok memnunum...” mak ve çok çekim yapmaktan ötürü çok şey deneyimlemek, kameranın en büyük katkısı. Ama bir yandan sabırsızlık artıyor maalesef. Çünkü günlük dizide günde 20-25 sayfa çekiyorsunuz ama tiyatroda yeri gelir bir sayfayı haftalarca çalışırsınız. Prova süreçlerinde niye daha çabuk ilerlemiyor, daha hızlı gelişmiyor diye düşünebiliyorsunuz zaman zaman. Çok sabırlı olmak gerek herhalde tiyatro yapabilmek için... Sevdiniz mi rolünüzü? Çok sevdim. Ali Hoca, bana ilk teksti verdiği zaman çok merak etmiştim nasıl bir rol diye. Oyuna bayıldım, karaktere aşık oldum diyebilirim. Kız o kadar renkli ki, başlangıçta apayrı bir karakterken gitgide değişiyor, sonrasında gerçekten hayatında bir dönüm noktası yaşıyor. Benim oynadığım karakter 20 yaşında, üniversiteye hazırlanan klasik bir genç kızken, sonunda aşk uğruna yaptığı bir hata onu bambaşka bir şeye dönüştürüyor. Şu an oynadığım oyunda bunu bir kez daha görüyorum, tiyatroda sabır çok önemli. Ne kadar sabırlı ve ne kadar değişime, gelişime müsait olursanız, o kadar doğru bir iş ortaya çıkıyor. O kadar usta isimle birlikte çalışmak nasıl? Tiyatro yapanlar, dizileri hep küçümser, bu sebeple değil mi? Ali Poyrazoğlu zor bir hoca mı? Sahne er meydanıdır gerçekten. Ben de hocalarımdan bunu böyle öğrendim. Şu anda da bunun savaşını veriyorum. Ben şimdi 500 bölüme yakın dizi yaptım ama yeni mezunum konservatuardan. Şu an sıfır bir mezun gibi, bir karakteri yaratmak için çalışıyorum, geçmişte de tiyatro yaptığım halde… Hiç eğitim almamış, hiç sahneye çıkmamış bir insanın, istediği kadar dizi yapsın, jön ya da jönfi olsun, sahneye çıktığında durmakta bile zorluk çekeceğine inanıyorum. Dizide faktörler çok: Işık faktörü var, yönetmen faktörü var, bir metin var, montaj var, müzik var... Her şey o kadar sizin elinizde değil, o yüzden herkes orada istenileni yapıyor. Bazen bu kız bunu nasıl yapar dediğimizde, sorgulamadan kabullenip oynamamız öneriliyordu. Yani yeri geliyor, inanmadan, kabullenmeden bile oynamayı öğreniyorsunuz. Bu da büyük başarı, herkesin başarabileceği bir şey değil. Yeni oyundan bahsedebilir misiniz bize? Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda, adı “Beni Yeniden Sev”. İspanyol yazar Alfonso Paso’nun. Sekiz kişilik bir oyun; Ali Poyrazoğlu, Bülent Kayabaş, Neriman Uğur, Ümit Kantarcılar, Nur Gürkan, Hakan Bulut ve Nur Eraslan oynuyor. Bir matematik öğretmeninin hayatından yola çıkıyoruz. Evli, çocuğu yok, çok iyi bir öğretmen ve çok iyi bir evliliği var. Çok haylaz bir sınıfı var. O sınıftaki öğrencilerle güzel bir iletişim halindeyken, bu öğrencilerin bir şaka yapmak istemeleriyle ortaya çıkan durumu anlatıyoruz. Aşk, sevgi kavramlarının çatışmasını, insanların sevgi söz konusu olduğunda ne kadar şuursuzlaşabileceklerini görüyoruz. Sizin rolünüz nedir? Ben, Ali Bey’i baştan çıkartan afacan öğrenciyi oynuyorum. 62 B+ İLKBAHAR Çok keyif alıyorum, ama bir yandan da zorlandığımız anlar oluyor tabii. Herkes onu soruyor, çok iyi bir hoca. Zorluğu şuradan geliyor bence; onun karşısında sizden beklemediği ya da açık verdiğiniz bir nokta olduğunda bunu çok iyi yakalıyor, çünkü çok zeki ve tecrübeli. Bu yıl tiyatrosunun 40’ıncı yılı. Artık 40 yıldır aralıksız sahneye çıktığı için; bir oyunda, hangi sahnede seyirciden ne reaksiyon geleceğini o kadar iyi biliyor ki…Oyuncular arasındaki etki-tepkiye, iletişime çok hakim. O yüzden algılarınızın çok açık olması gerekiyor. Ufacık, kaçırdığınız bir noktayı çok iyi yakalıyor. Çalışkanlık ve disiplin istiyor, bu da çok doğal bir istek. Ben, onu okuldaki hocalarıma benzetiyorum. Onların ekolü farklıdır. Farklı bir eğitim aldılar, çok daha donanımlılar. O yüzden her konuda size bir şey verebiliyorlar. Yolunuz nasıl kesişti? Ali Hoca, ben Hacettepe’deyken bizim okula gelmişti, seminer vermeye. Öyle tanışmıştık. Mezun olunca, geldim, buluştuk. Ne zaman başlıyor oyun? Prömiyerimiz 10 Mart’ta gerçekleşti. Bu süreçte yeni bir dizi çekemeyeceksiniz galiba? Oyun bu sezon sonuna kadar devam edecek, hatta turneler de olacak. Başlarken Ali Hoca ile de konuştum. Ali Hoca, “Tabii ki dizi yapmak istersen yaparsın, provaları aksatmamak koşuluyla” dedi. Ben şu an öncelikli olarak sahnede pişmek istiyorum, zaten şu anda da dizi sektöründe sezonun ortasındayız. Benim de biraz uzak kalmam gerekiyordu. 2.5 yıl, günlük diziden sonra o karakter çok yapışıyor üzerinize. Ben hâlâ birçok insanın gözünde Deniz’im. Ben Deniz’i biraz unutturmak, sahnede kendimi kabul ettirip, sonra bambaşka bir karakter oynamak istiyorum ekranda. B+ “Tiyatro ile ekran çok farklı; dizide sizden tek beklenen, pratik olmanız!” Paso’nun son oyunu: “Beni Yeniden Sev” Bu yıl, sahnedeki 40’ıncı yılını kutlayan Ali Poyrazoğlu, yine çok konuşulacak bir oyuna imza atıyor. “İspanyol tiyatrosunun Çehov”u olarak anılan Alphonso Paso’nun ölmeden önce yazdığı 100’üncü ve son oyunu olan iki bölümlük “Beni Yeniden Sev”i sahneye koyan Poyrazoğlu, kadrosunu da tiyatronun usta isimleriyle genç yeteneklerden oluşturdu. B+ İLKBAHAR 63 Yaşam Sağlıklı kent, sağlıklı yaşam Beşiktaş kentinin spor alanları Beşiktaş kentinde spor yapmamanın bahanesi yok. Halka açık spor alanlarından faydalanmak için tek yapmanız gereken eşofmanlarınızı giyip size en yakın parkın yolunu tutmak. 64 B+ İLKBAHAR Abbasağa Parkı Yazı: Aybüke Sakaoğlu Fotoğraf: Erdem Aydın Hareket Sitesi Parkı B aharın geldiği şu günlerde, mahalle parklarında yapılan kısa yürüyüşler kışın miskinliğini üzerimizden atmamıza yardımcı oluyor. Güneşli havalardan faydalanmamızı sağlayan bu yürüyüşler dışında, Beşiktaş kentinde ücretsiz olarak kullanabileceğiniz birçok spor alanının olduğunu biliyor musunuz? Parkların içindeki, Beşiktaş Belediyesi’ne bağlı bu spor alanlarından mutlaka mahallenizin yakınlarında bir tane vardır. Beşiktaş Belediyesi’ne ait 125 parkın içinde 44 adet halka açık spor alanı bulunuyor. Akatlar, Balmumcu, Cihannüma, Dikilitaş, Etiler, Gayrettepe, Konaklar, Kültür, Levazım, Levent, Mecidiye, Nisbetiye, Ortaköy, Türkali, Ulus, Vişnezade mahallelerindeki parklarda bulunan spor alanlarının ve jimnastik aletlerinin bakımı ise her gün parkın bakımıyla birlikte yapılıyor. Açık havada spor keyfi Kent yaşamının yoğun temposu içerisinde çoğumuz spor yapmaya vakit bulamıyoruz. Özellikle büyük şehirlerde, çağımızın en büyük sorunlarından biri, hareketsizlik. Düzenli olarak spor salonlarına gitme imkânı olmayan, açık havada spor yapmayı tercih eden kentlilerin, evlerinin yakınlarındaki bir park ya da açık spor alanı, ev-iş-okul-market rutini içerisinden çıkmalarına ve nefes alabilmelerine olanak sağlıyor. Spor salonlarına gitme imkânı bulamayan ev kadınları, çocukları parkta oyunlar oynarken, kendileri de bir yandan spor yapma imkânı buluyor. Belediyeye ait fitness (aletli jimnastik) alanlarında ise birçok spor aleti bulunuyor. Genç-yaşlı, kadın-erkek- çocuk fark etmeksizin herkes kolaylıkla bu spor aletlerinden faydalanarak açık havada spor yapmanın keyfini sürüyor. Sporcular Parkı B+ İLKBAHAR 65 Beşiktaş Belediyesi’ne ait 44 adet halka açık spor alanı bulunuyor. Sporcular Parkı 66 B+ İLKBAHAR Spor salonlarındaki çeşitli işlevlere sahip olan spor aletlerinin çoğunu bu spor alanlarında bulabilirsiniz. Ayrıca çoğu parkın içinde bulunan yürüyüş ve koşu parkurlarında hafif tempolu yürüyüşler gerçekleştirebilir ya da hareketsiz kent yaşamı içinde içinizde biriken enerji fazlasını koşarak atabilirsiniz. Abbasağa’da gece gündüz basketbol Yoğun olarak gençlerin kullandığı spor alanlarından biri olan basketbol sahaları, havaların güzel olduğu bu günlerde hep dolu. Boş zamanlarını spor yaparak değerlendiren birçok kişi spor alanlarında toplanarak bir yandan sporlarını yapıyor bir yandan da yeni arkadaşlıklar kuruyor ve sosyalleşiyor. Açık havada gerçekleşen bu tür etkinlikler zamanla büyüyor ve gençler bu parklarda tanıştıkları arkadaşlarıyla daha büyük müsabakalar, maçlar organize ediyorlar. En gözde basketbol sahalarından bir tanesi de Abbasağa Parkı’nda. Burada gençler gece gündüz fark etmeksizin basketbol oynamanın keyfini çıkarıyor. Sporcular ve Deprem Öncesi-Deprem Sonrası parklarında bulunan tenis kortları da oldukça ilgi çekiyor. Tenis raketlerini ve toplarını yanına alan herkes yine ücretsiz olarak bu tenis kortlarından faydalanabiliyor. Özellikle spor yapma alışkanlığına sahip olmak isteyenler arasında hobi olarak tenise başlayanlar oldukça fazla. Siz de kışın ağırlığını üzerinizden atmak ve baharın güneşli havalarından faydalanmak istiyorsanız, tek yapmanız gereken eşofmanlarınızı giymek ve size en yakın parkın yolunu tutmak . Spor alanlarının kapısı, yolu Beşiktaş’tan geçen herkese açık. B+ Beşiktaş Belediyesi’ne Akatlar Karanfilköy Parkı Akatlar Murat Parkı Akatlar Yeşim Parkı Iı Akatlar Alman Deresi Yürüyü ş Parkuru Akatlar Necati Cumalı Sokak Parkı Balmumcu Balmumcu Parkı Cihannüma Abbasağa Cihannüma Cinannüma Parkı Dikilitaş Emirhan Parkı Dikilitaş Fulya Azerbaycan Do stluk Parkı Dikilitaş Hora Parkı Dikilitaş Muhtarlık Parkı Dikilitaş Üzengi Üst Parkı Etiler Hilal Parkı Etiler E. Huzurevi Parkı Etiler E. Muhtarlık Parkı Gayrettepe Çevre Kültür Parkı Gayrettepe Gayrettepe Parkı Gayrettepe Dutluk Parkı Konaklar Çocuk Hayal Parkı Konaklar Sporcular Parkı Kültür İbrahim Sağ Parkı Kültür Türkan Saylan Parkı Kültür Deprem Öncesi Ve De prem Sonrası Kültür A.Yavuz Kocaömer Parkı Levazım Attila İlhan Parkı Levazım Faruk Güventürk P. Levazım Levazım Spor Tesis Parkı Levent Gültepe Kavşağı P. Levent L.Çamlık Parkı Levent Dilek Sabancı Mecidiye Fındık Fatma Parkı Mecidiye Mecidiye Muhtarlık Yanı Nisbetiye Birlik Parkı Nisbetiye Gözde Sokak Parkı Ortaköy Havacılar Parkı Ortaköy Ortaköy Muhtarlık Par kı Ortaköy Meyve Bahçe si Türkali Bostan Sokak Parkı Türkali Dünya Barış Parkı Türkali Mısırlı Bahçe Ulus Ambarlıdere Parkı Ulus Geçgel Sokak Parkı Vişnezade Şenlikdede bağlı spor alanları Basketbol Sahası Fitness Alanı Basketbol Sahası Fitness Alanı - Yürüyü ş Parkuru Fitness Alanı - Baske tbol Sahası Fitness Alanı - Baske tbol Sahası Fitness Alanı - Baske tbol Sahası Fitness Alanı Fitness Alanı Fitness Alanı Fitness Alanı Fitness Alanı Fitness Alanı Basketbol Sahası Basketbol Sahası Fitness Alanı Fitness Alanı Fitness Alanı Fitness Alanı - Baske tbol Sahası Fitness Alanı - Baske tbol Sahası Fitness Alanı - Baske tbol Sahası-Tenis Ko rtu Fitness Alanı Fitness Alanı Fitness Alanı - Baske tbol Sahası-Tenis Ko rtu Fitness Alanı - Baske tbol Sahası Fitness Alanı - Baske tbol Sahası Fitness Alanı Fitness Alanı - Baske tbol Sahası Fitness Alanı - Baske tbol Sahası Basketbol Sahası Fitness Alanı - Baske tbol Sahası Fitness Alanı - Baske tbol Sahası Fitness Alanı Fitness Alanı Fitness Alanı Fitness Alanı - Baske tbol Sahası Fitness Alanı Basketbol Sahası Fitness Alanı Fitness Alanı Fitness Alanı - Baske tbol Sahası Basketbol Sahası Fitness Alanı Fitness Alanı B+ İLKBAHAR 67 Galeri Nuri İyem Bebek’in sanat evi: Evin Sanat Galerisi Yazı: Metehan Tokgöz Fotoğraf: Alaattİn Tİmur Bebek’te 16 senedir sanatçıları sanatseverlerle buluşturan Evin Sanat Galerisi, Büyük Bebek Deresi Sokak’taki 2. derece tarihi eser sayılan sarı ahşap binasında, sanatseverlere hizmet vermeye devam ediyor. 68 B+ İLKBAHAR H afta sonunu Boğaz’da değerlendirmek isteyen İstanbulluların tercih ettikleri semtler arasında kuşkusuz en rağbet görenlerden biri Bebek’tir. Hem yeme-içme ve eğlence mekânları açısından, hem de kültür/ sanat etkinlikleri açısından farklı ve değişik seçenekler sunar Bebek. Semtin kültür sanat mekânları açısından en köklü merkezlerinden biri ise şüphesiz Evin Sanat Galerisi’dir. Sahilde yürüyüşünüzü yaptıktan sonra ara sokakları keşfetmek isterseniz, Büyük Bebek Deresi Sokak’tan yukarıya doğru çıktığınızda, cephesi sarıya boyanmış şirin ahşap binasıyla karşılar sizi Evin Sanat Galerisi. 2003 yılından beri bu binada hizmet veren Evin Sanat Galerisi, ilk olarak 1996 yılında yine Bebek’te bir apartman katında kurulmuş. Sonra yeni bir bina arayışına giren Evin Sanat, semtten kopmak istememiş ve oldukça uzun bir arayış döneminden sonra 2. derece tarihi eser olan ve cephesinde çok az pencere olduğu için uzun süre alıcı bulamayan yeni binasına taşınarak sanatseverlere hizmet vermeye devam etmiş. Yapının dış cephesi aslına sadık kalınarak, içi galeri olarak yeniden inşa edilmiş. Bu açıdan, Evin Sanat, galeri olarak temeli atılmış, ikinci derece tarihi eser statüsündeki binasıyla, Türkiye’de bir ilk olma özelliği taşıyor. Galeri, dolayısıyla eserlerin sergilenmesi ve korunması için de ideal bir mekâna sahip. 4 kattan oluşan galerinin; iki katı sergi salonlarına ayrılmış, diğer katları arşiv çalışmalarının gerçekleştiği ofis katı ve koleksiyon salonu olarak kullanılıyor. Ayrıca eğer aracınızla gitmek isterseniz binanın yanında kendisine ait kapalı otoparkı da bulunmakta. Kurulduğu günden itibaren sayısız sergiye ev sahipliği yapan galerinin ayrıca birçok araştırma çalışması ve yayını da bulunmakta. Evin Sanat, yine Türkiye’de bir ilk olarak uyguladığı sertifika sistemiyle, sanatçıların ve eser sahiplerinin haklarını gözeterek sanat piyasasında öncü bir rol da üstlenmiş. Söz konusu sertifika sistemi ilk olarak, 2001 yılında Tüyap’ta 1500’ü aşkın Nuri İyem resminin sergilenmesi ve dijital ortamda kayda geçirilmesi ile başlanmış. Bu tarihten sonra galeriden en ufak bir desen alınsa bile sertifikası veriliyor. Galeri, anlaşmalı olduğu sanatçıların her türlü tanıtım ve temsil haklarını üstlendiği gibi, düzenlediği sergilerde Türk resim ve heykel sanatının usta ve yeni sanatçılarını biraraya getirerek eserlerini sergilemekte. Galeride yılda 7-8 kişisel sergi düzenleniyor. Anlaşmalı sanatçıların eserleri arşivlerinde olduğu için kişisel sergilerin dışında karma sergiler de organize ediliyor. Böylece sanatseverler her zaman eserleri görme imkânına sahip oluyor. Bizim galeriyi ziyaretimiz esnasında 7 Şubat – 6 Mart 2012 tarihleri arasında düzenlenen ve galeri sanatçılarından Nuri İyem, Nasip İyem, Neş’e Erdok, Temür Köran, Hakan Gürsoytrak, Mehmet Aksoy, Cansen Ercan, Rahmi Aksungur, Emin Turan, Hakan Cingöz, Setenay Alpsoy, Aylin Zaptçıoğlu’nun eserlerinin sergilendiği “Karma Sergi” sanatseverlerle buluşmaktaydı. Evin Sanat Galerisi, başlıbaşına bir “eser” sayılan binasında, usta ve yeni sanatçıların eserlerini sanatseverlerle buluşturuyor. Hakan Gürsoytrak B+ İLKBAHAR 69 Emin Turan Evin Sanat Galerisi Evin İyem kimdir? Setenay Alpsoy Evin Sanat Galerisi’ne ziyaretimiz sırasında bize eşlik eden galeri sahibi Evin İyem, galerinin her yıl sanat fuarına katıldığını ve yine her yıl “Nuri İyem Resim Yarışması” başlıklı bir etkinlik düzenlediğini anlatıyor. 18 yaşını doldurmuş her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bu yarışmaya katılabileceğini dile getiren Evin Hanım, Türkiye’nin dört bir yanından ortalama her yıl 500-600 resim gönderildiğini ve bu gönderilen resimler arasında birinci gelene “Nuri İyem Resim Ödülü” verilirken, ilk 30’a giren yarışmacıların da eserlerinin sergilendiğini aktarıyor. Galerinin bir diğer özelliği ise anlaşmalı olduğu sanatçıların toplanma mekânı olması. Sergiyi dolaşırken baktığınız resimlerin ressamları ile karşılaşma olasılığınız oldukça yüksek. Hatta kendileri ile sohbet etme imkânı da bulabilirsiniz. Biz de Evin Sanat’a gerçekleştirdiğimiz ziyaretimizde Türk resminin ustalarından Neş’e Erdok ve yeni kuşağın başarılı sanatçılarından Setenay Alpsoy ile karşılaştık. Baharın iyiden iyiye kendisini hissettirmeye başladığı bugünlerde yolunuz Bebek’e düşer ve Evin Sanat Galerisi’ni ziyaret etmek isterseniz sizi Setenay Alpsoy’un 8 Mart – 29 Mart tarihleri arasında düzenlenen “Görünmeyen Kent” isimli üçüncü kişisel sergisi bekliyor olacak. Evin Sanat Galerisi, Pazar günleri hariç, her gün 11.00 - 19.00 saatleri arası gezilebilir. B+ 70 B+ İLKBAHAR 1960 yılında Ankara’da doğan Evin İyem, 1977 yılında Ankara Koleji’nden mezun oldu. 1981 yılında Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünü bitirdi ve aynı yıl usta sanatçı Nuri İyem’in oğlu Ümit İyem ile evlendi. 1990 – 2000 yılları arasında ise Intermedia Dergi Grubu’nda çalıştı, Yeni Yüzyıl gazetesi ve BÜMED dergisinde sanat ve sanat piyasası ile ilgili yazılar yazdı. Ardından 1996 yılında Türkiye’de birçok ilke imza attığı Evin Sanat Galerisi’ni kuran Evin İyem, Bebek’teki galerisinde sanatseverleri ağırlamaya devam ediyor. Hakan Cingöz Aylin Zaptçıoğlu Nuri İyem B+ İLKBAHAR 71 Birikim Bâbıâli’nin gözüpek gazetecisi Ergin Konuksever Söyleşi: GÖRKEM KIZILKAYAK Fotoğraflar: GÖRKEM KIZILKAYAK, ERGİN KONUKSEVER ARŞİVİ Ülkenin yakın tarihinde cereyan eden olaylar onun fotoğraflarıyla zihnimize kazındı. Kıbrıs Barış Harekatı, 68 olayları, işçi hareketleri, 1 mayıslar, ihtilaller, idamlar... Nerede bir olay varsa o makinesiyle oradaydı. 50 yılı aşan meslek yaşantısında öne çıkan hikâyeleri Ergin Konuksever’le Levent’teki evinde konuştuk. G azeteciliğe başlamadan önce ne yaptığınız hakkında bilgi bulamadım. İsterseniz o dönemden başlayalım... Babamın öğretmenliği sırasında Samsun’da doğmuşum. Sonra da Kurtuluş’a taşındık. Gazeteciliğe başlamadan evvel biraz futbol oynadım, biraz da okula giderdim, Nişantaşı’ndaki Şişli Terakki Lisesi’ne... Hayatım baba evinde geçti, liseyi orada bitirdim, gazeteciliğe de orada başladım. Sonra 73 senesinde şu an evimin bulunduğu yer ve çevresi Gazeteciler Kooperatifi’ydi. 74’te de Levent’teki bu eve taşındım. 72 B+ İLKBAHAR Gazeteciliğe ilk adım nasıl oldu? Lise son sınıfta beklemeli kaldım, bir sene... O zaman böyle değildi, bitirme sınavları vardı. Babamın arkadaşları vardı, onlardan bir tanesi -sonradan da benim ustam oldu- meşhur şair Orhan Veli’nin kardeşi Adnan Veli’ydi. Adnan Abi bir gün bize gelmişti, “Ne yapıyorsun Ergin” dedi, “Hiç abi, bekliyorum” dedim. “Böyle zaman geçmez. Yarın Orhan Abi’nin (Veli) anma töreni var Atlas Sineması’nda, oraya seninle beraber gideceğiz ama yazıyı sen yazacaksın” dedi. Yazdım ama beğenmedi. “Orhan Veli bugün anıldı” diye başlık atmıştım. “Bugün diye yazmayacaksın, ‘dün anıldı’ diye başlık atacaksın, çünkü bu haber yarın çıkacak” dedi. Böylece gazeteciliğe Vatan Gazetesi’nde başladık, sene 1956... Fotoğrafa ilgi ne zaman başladı? Fotoğraf daha sonra... Vatan sahip değiştirdi, ben Yeni Sabah’a geçtim. Yeni Sabah’ta bizi sağa sola yolluyorlar, yanımızda da foto muhabiri oluyor. Benim istediğim gibi fotoğraflar olmuyordu. “Şöyle çek” falan diyordum, oradaki arkadaş da “Bize mi öğretiyorsun, biz bilmiyor muyuz?” diye cevap veriyordu. Baktım olacak gibi değil. Zaten bir Rolleiflex’im vardı o dönemde... “Bundan sonra kendi fotoğrafımı kendim çekmek istiyorum”, dedim. “İyi, çekebiliyorsan çek”, dediler. Böylece kendi yazımızın fotoğrafını kendimiz çekmeye başladık. Oradan da Hürriyet’e geçtim. Hürriyet’te tam bir foto muhabiri olarak çalışmaya başladım. Sonra 68’li yıllarda Günaydın’a geçtik. Orada ben hem fotoğraf çekip, hem yazı yazınca, gazetenin patronu Haldun Simavi demiş ki: “Herkes Ergin’in yaptığı gibi kendi yazısının fotoğrafını kendi çeksin!” Ondan sonra herkes fotoğrafını kendi çekmeye başladı. Tabii foto muhabirinin kullanılması gereken yerler de vardır. “İlk önce gözün kesecek. Göze alamayacaksan girme bu işe!” Yazıyla başlayıp, fotoğrafla devam etmişsiniz. Hangisini bırakamazsınız? Herhalde fotoğraf makinesini bırakamam. Çünkü Türkiye’de çok olaylar oldu, kan gövdeyi götürdü. Harplere gittik. Fotoğraf çekmezsen, hayat yok. Kan gövdeyi götürdüğü anda orada olabilmeyi nasıl becerdiniz? Valla ilk önce gözün kesecek. Göze alamayacaksan girme bu işe! 68 kuşağı dediğimiz o zamanki genç arkadaşlar beni çok tutarlardı ve severlerdi. Tabii şimdi “Niye?” diyeceksin... Çünkü ben onlara hiçbir zaman ihanet etmedim. Onların arasında gayet rahat, elimi koluma sallayarak dolaşabilirdim. Onun için öyle geldi, öyle gidiyor. O dönemde bir yandan da askerlerle ilişkiniz var. Onları da takip ediyorsunuz... Benim askerlerle ilişkim her zaman iyidir. Askerini sevmeyen, ordusunu sevmeyen adam benim için vatansızdır. Birçok gazete patronuyla, kanunsuz işlem yapmalarından dolayı kavgalarınız var. Bugün de durum çok farklı değil. Ne düşünüyorsunuz? Çok ayıp. Hâlâ sigortasız çalıştıran, tazminat ödemeyen gazeteler var. Ben haysiyetiyle çalışan birkaç gazetede çalıştım. Ahmet Emin Yalman’ın Vatan Gazetesi bir kuruş hakkımızı yemedi, başladığımız gün sigortamızı, kadromuzu yapmıştır. Yeni Sabah Gazetesi’nin patronu Sefa Kılıçlıoğlu da -pek sevmezler, despottur derler ama- kanunlara uyardı, günü gününe sigortamızı yapmıştır. Ama Hayat Dergisi’nde patlak verdi, Günaydın’da patlak verdi biraz... Altı ay çalıştığımızı göstermediler Günaydın’da... Ama iyi ki Deniz Gezmiş teslim olmak için İstanbul Üniversitesin’den çıkıyor. Bozkurt Nuhoğlu ve Ergin Konuksever (solda). 1. Şube müdürü dışarıda bekliyor. B+ İLKBAHAR 73 ben Irak’a gittim. Bir baktım omuzunda makineli tüfeğiyle bu adamı gördüm. Milis kuvvetlerinin başkanıymış. Cepheye gitmek istediğimi söyledim, o da “Gideriz” dedi. Adam bunu söyler söylemez yanımdaki Türk gazetecilerin tamamı “Biz de gitmek istiyoruz” dediler. Savaş Ay var, Sadettin Teksoy var, Bekir Aydın var, Erhan Akyıldız var, Faruk Arar var, daha birkaç kişi daha var. Bir otobüs geldi, bindik, Abadan’a doğru yaklaşıyoruz, yanan petrol kulelerini görüyoruz. Orada gazeteci arkadaşlardan biri sukoyverdi. “Buradan öteye gitmem” dedi. Adam,“Mümkün değil, ancak bizi burada otobüsün içinde beklersin”, dedi. Bizimki hüngür hüngür ağlamaya başladı. Adam döndü ve “Ben Türkleri çok kahraman bir ulus olarak bilirim, çünkü benim babaannem Türk. Sen ne biçim Türksün?” dedi. Sonra bana geldi, “Dönelim, ben yarın yalnız seni götüreyim” dedi. Savaş Ay’la birlikte sabahın erken saatinde adamla buluştuk. Gittik cepheye... Benim bir özelliğim var, savaş ganimeti olarak mermi kovanı toplarım. Bir ara ateş kesildi. Yeraltı koruganındayız. Oradan çıktım ganimet topluyorum. Meğerse beni İranlılar görmüş, yerimizi tespit etmişler. İran helikopterleri geldi, bombardımana başladı. Biz yine korugana girdik. Biraz sonra ateş kesildi. Sonra Iraklı bir subay geldi, bangır bangır bağırıyor. Haşim Bey de tercüme ediyor: “Sana bağırıyor, aman bir daha korugandan çıkma”. Dönüşe geçtik, ama İranlılar konvoya da ateş açtı. Önümüzdeki araba ateş aldı. Sekiz asker yandı. Ama biz kurtulduk. Mukavele ne oldu? Geldik İstanbul’a... “Efendim ben şimdi Bursa’ya gidiyorum, gidip geleyim yaparız.” Sekiz-dokuz ay salladı beni... Bir gün bizim Hikmet Andaç vardı, genel yayın yönetmeni. “Hikmet Abi, git şu adamla konuş, şu mukaveleyi yapacaksa yapsın, yapmayacaksa ona göre hareket edeyim” dedim. Gitti, geldi... “Ergin çok üzgünüm ama adam diyor ki: Böyle çalışıyorsa çalışsın, çalışmıyorsa gitsin.” olmuş (gülüşmeler). O sırada bir süper emeklilik çıkmıştı. Onu yaptırmaya gittiğim zaman Günaydın’ın 6 ay sigortamı ödemediği ortaya çıktı. Süper emekliliğe başvuramadım. Ama iyi ki ödememişler, şimdi süper emekliler benden daha az para alıyorlar. Hayat Dergisi’ndeki olay nasıl patlak verdi? Hayat grevdeydi. Grevden çıktıktan sonra Kemal Uzan dergiyi satın aldı. “Sizinle beraber çalışmak istiyorum, ama kadrosuz” dedi. “Mümkün değil”, dedim. “Daha emekliliğim dolmadı, basın kartımın sürekli hale geçmesi lazım, onun için ben çalışmam” dedim. Aradan bir zaman geçti yine çağırdı beni... En sonunda bana dedi ki “Ben gazetecileri aldım, bana kazık attılar.” “Kazık atanların durumu, sizinle onların arasındaki bir sorun, benimle çalışmak istiyorsanız benim şartım bu, benimle mukavele yapacaksınız” dedim. “Peki, hiç merak etmeyin. Ben şimdi bir yere gidiyorum, ondan sonra biz zaten seninle abi-kardeşiz, gideyim geleyim mukaveleni yapalım” dedi. “Peki sen şu Irak-İran Savaşı var, oraya gider misin?” diye sordu. Ben de “Giderim, niye gitmeyeyim” dedim. O da, “Git gel mukaveleni yaparız” dedi. 75 bin lira gibi bir para koydular cebimize... Kalktık 80’de Irak-İran Savaşı’na gittik. Orada ölüm tehlikesi de atlattık Savaş Ay’la birlikte. Önümüzdeki arabaya roket geldi. Bir sonraki arabada biz vardık. Kalktım odasına gittim, sekreteri içeride biriyle görüştüğünü söyledi. Tamam, dedim, kapıya bir tekme, kapı çıktı yerinden... “Kalk ulan” dedim, “Mukavele yapmıyormuşsun, giderse gitsin diye de sövüyormuşsun...” “Öyle diyorum ne olacak”, dedi. Bir güzel cevabını verdim, çıktım odadan... Geldim eşyalarımı topluyorum. O sırada Kemal Uzan’ın kardeşi polis çağırmış. Gazeteye polis geldi. Polislerin arasındayken bir cesaret buldu. Bana saldırdı, ben Irak’a nasıl girdiniz? Haşim El Şebip diye Ankara’da Irak sefaretinde çalışan bir adam var. Rahmetli Orhan Duru, “Bu akşam bir Iraklıyla yemek yiyeceğim, sen de gel” dedi. Gittik, Haşim El Şebip’le tanıştık. Yıllar sonra bu adam İstanbul’a geldi. Çocuğu da benim kızla aynı okulda okuyor. Okulda karşılaştık. Sonra 74 B+ İLKBAHAR Kızılhaç’ın Ergin Konuksever’i Kıbrıs Türk kesimine bırakışı. Ümit Gürtuna, Cumhuriyet Gazetesi muhabiri (solda). yine gereken cevabı verdim. Kapının önüne bir geldik, bütün arkadaşlar toplanmış. Ahmet Vardar, Olay Tan, Savaş Ay, Vasfiye Abla, Erhan Akyıldız orada... “Nereden haber aldınız, ne çabuk geldiniz”, dedim. Meğerse polis telsizi anons geçmiş, Hayat Mecmuası’nda kavga var diye... Bunlar da demişler “Tamam Ergin Abi, Kemal Uzan’ı dövdü!” Afganistan’a ne zaman gittiniz? 1976’ydı. Tercüman Gazetesi’ndeydim. Pakistan’a gittim. Oradan Peşaver’e geçtik. Orada bir kalabalık var. “Afganistan’ın işgaliyle ilgili olarak Ziya Ül Hak gelecek, aşiret liderleriyle burada görüşecek”, dediler. Büyük büyük çadırlar kuruldu. Ziya Ül Hak geldi. Bütün gazetecilerle tanışmak istemiş. Orada da çok kalabalık bir gazeteci grubu var. “Ben Türk gazeteci Ergin Konuksever’im” dedim. Sarıldı bana, “Sen şöyle dur”, dedi. Biraz sonra emir subayı geldi, “Majesteleri sizi görmek istiyor”, dedi. “Ne yapmak istiyorsun?”, diye sordu.“Afganistan’a gitmek istiyorum”, dedim. “Yarın yollayayım seni”, dedi. Sabah yine o emir subayı geldi, havaalanına gittik. Bir helikoptere bindik, Hindikuş Dağları’nın üzerinden geçtik. Bir yere indik. Bir gece orada kaldık, ertesi gün yine aynı helikopterle döndük. Bu sefer, “Majesteleri sizi İslamabad’da bekliyor, dediler. Bir de oraya gittik. Beraber yemek yedik. “Ben Türkleri çok severim, sana bir de Türkçe şarkı söyleyeyim”, dedi. “Ilgaz, Anadolu’nun sen yüce bir dağısın”ı söyledi. Sonra İstanbul’a geldi. Burada görüştünüz mü? İstanbul’a geldi. Topkapı Sarayı’ndaki kutsal emanetleri ziyaret etmek istemiş. Çünkü bunun konuşamayan bir çocuğu var. Sultanahmet Camii’nden çıktılar. Ben de Volkswagen’imle hemen arabasının arkasına girdim. Polisler falan engellemeye çalıştılar. Tam o sırada beni gördü, “Arkadaşım, beni hatırladın mı?” diyerek sarıldı. Topkapı Sarayı’na gittik beraber. Kutsal emanetleri kızın yüzüne sürdüler. Sizin 1 mayıslarda da birçok anınız var. Bir tanesini paylaşabilir misiniz bizimle? 78 yılı 1 Mayısında sokağa çıkma yasağı vardı. O zaman Milliyet Gazetesi’ndeyim. Benim de bir sualtı komandosu arkadaşım var, Göksel Olcay. Telefon etti, “İşkampavyayla geldim, Sirkeci’de rıhtıma yanaştım, seni bekliyorum. Haliç ve Galata köprülerinin korumasını bana verdiler, gel devriyeyi beraber yapalım”, dedi. Namık Koçak var, o zaman benim stajyer muhabirimdi. “Hadi Namık, yürü Göksel Abi’ne gidiyoruz”, dedim. Bindik işkampavyaya, gidiyoruz Haliç’in içinde... Balıkhanenin önüne geldik. Üç-beş tane balıkçı var. Bizi görünce kaçmaya başladılar. Askerler sardı balıkçıları, balıkçıların reisleri geldi. Komutan “Niye kaçıyorsunuz?” diye çıkışınca, reis “Komutanım, ben sizi polis zannettim” dedi. “Ne olacak polis olsak?”, diye sorunca da, reis “Komutanım bildiğin gibi değil, sabahtan beri gidip gelip Kuzey Deniz Saha Komutanı Sabahattin Ergin Paşa balık istiyor diye 25 sandık balığımızı aldılar” dedi. Göksel Olcay hemen telsizle paşayı aradı. Paşa olaydan habersiz. “Gidin, o polisleri bulun” diye emir verdi. Biz gittik ama iki kasa balık kalmış. Balığı alan gitmiş... Polisleri aldılar Kuzey Deniz Saha’ya götürdüler, biz de iki kasa balığı balıkhaneye götürdük. Reis de “Yok komutan, biz onları istemiyoruz. Siz benim haysiyetimi korudunuz. Ben size balık vermeyeceğim de kime vereceğim” dedi. Otuz sandık kalkan verdiler bize. Koyduk sandıkları işkampavyaya, geldik Kuzey Deniz Saha’ya... İki asker aldım, kalkanları parçaladık. Erler, astsubaylar, subaylar, hepsi yedi. Geriye de bir sürü kalkan kaldı. var. 21 Mayıs daha olmamış, Fethi Abi’nin etrafında toplanılıyor, o da anlatıyor. Ben de ona dedim ki:“ Fethi Abi sen 22 Şubat akşamı Başbakan İsmet İnönü’yü kuşattın, kabine üyeleriyle birlikte esir aldın. Sonra da bıraktınız. Şimdi de yeniden bir hazırlık içindesiniz. İnönü de siz onu bırakınca, gidip Hava Kuvvetleri’ne sığındı. Hava Kuvvetleri de 22 Şubatçıların aleyhine döndü ve siz hareketi kaybettiniz. Emekli oldunuz, rütbeleriniz de gitti. Bir kuşatma olsa onları esir alsan gene onları bırakır mısın?” “Ne yapsaydım”, dedi bana. “Valla binbaşım ihtilalin gereği neyse onu yapmalıydın”, dedim. Tam kapıdan çıkıyordu, “Fethi Abi hâlâ aynı fikirde misin?” deyince, döndü bana “Amma kalın kafalı olmuşsun. Tarihe İnönü’yü öldüren adam olarak mı geçseydim” dedi. “Yoo, öldürmen şart değildi ama bir şeyler yapsaydın”, diye cevapladım ve, “ Ama sen hâlâ bu kafada olduğuna göre İnönü, Fethi Gürcan’ı astıran adam olarak tarihe geçer”, dedim. Sonra içeri düştüler. Askerdeyken yüzbaşım olan Sabri Sarıyer de düştü içeri... Sabri Abi’nin karısı Leman Abla’yı alıp Ankara’ya Sabri Abi’nin ziyaretine gittik. Çocukları Ahmet ve Alev’i de yanımıza aldık. Giderken de 6-7 fotoğraf aldım yanıma. Talat Aydemir’in, Fethi Gürcan’ın da fotoğrafları var. Gömleğimin içine koydum hepsini... Mamak Cezaevi’ne gittik. Biz Sabri Abi’yi beklerken, Fethi Abi’nin hanımını gördüm. Fethi Abi de gelince hemen fırladım yerimden, gömleğimin içinden resmini çıkardım. “Fethi Abi şunu bana imzalasana”, dedim. Yüzüme baktı, hiç unutmam, “Ulan Ergin, sen şimdi haklı çıktın. Bunlar beni asacaklar, sen de hatıra diye bu resmi duvara asacaksın değil mi”, dedi. O resmi, onun lafı yüzünden hiçbir yere asamadım, saklıyorum yukarı katta... Bir tek “Talat Aydemir’in Anıları” kitabında kullandık. B+ İhtilalleri de yakından izlediniz, fotoğrafladınız... İdam edilen Fethi Gürcan, ben askerdeyken grup komutanımdı. O, sonra 22 Şubat hareketine katıldı, onu emekliye sevk ettiler. Ayazağa’da süvari okulunda akşamları toplanırdık, o da gelirdi. Yine bir örgütlenme faaliyeti Emel Aydar (rahmetli ablası) ve oğlu, 1964. B+ İLKBAHAR 75 Sergi “Annem İçin” fotoğraf sergisi Yazı: AYBÜKE SAKAOĞLU Fotoğraf: DENİZ DİKKAYA Fotoğraf sanatçısı Deniz Dikkaya, annesine ithaf ettiği ilk sergisiyle çalışmalarını Beşiktaş Belediyesi’nde sanatseverlerle buluşturdu. B eşiktaş Belediyesi’nde geçtiğimiz kasım ayında bir fotoğraf sergisi gerçekleşti. Fotoğraf sanatçısı ise, asıl uğraşmak istediği mesleği keşfetmiş ve bunu icra edebilen şanslı azınlıktan addedebileceğimiz Deniz Dikkaya idi. Fakat Dikkaya, yaşama şanslı bir adımla başlamamıştı. 1973 yılının 22 Eylülünde İstanbul Etiler’de dünyaya gelen Deniz Dikkaya’nın, doğum sırasında doktor ihmali yüzünden oksijensiz kalması sonucunda konuşma ve yürüme merkezinde bozukluklar meydana gelmiş. Fakat Dikkaya yaşanan sorunlardan dolayı zekâsını yitirmediği için kendini şanslı görüyor. Öyle olacak ki Şişli Ondokuz Mayıs İlköğretim Okulu’na yazılıp, okulu bitirdikten sonra özel eğitimler almış, spora ve sonra da fotoğrafçılığa başlamış. Bu zor günlerinde en büyük destekçisi ailesi olmuş. Annesi, okula başlamadan oğluna okuma yazma öğretmiş. Annesi Vasfiye Dikkaya, babası Metin Dikkaya ve iki kız kardeşinden gördüğü moral desteği ile Deniz Dikkaya fotoğrafçılık yolunda ilk adımı atmış. Dikkaya, farklı iş deneyimleri sonrasında, gönlünden geçen asıl işin “fotoğrafçılık” olduğuna karar vererek, fotoğraf makinelerini aldığı firma- 76 B+ İLKBAHAR da yapılan eğitim programlarına katılmış. Eğitimini bitirdikten sonra bu ilk sergisiyle fotoğraflarını paylaşma imkânını bulan Dikkaya’nın çalışmaları, önümüzdeki “Anneler Günü”nde Beşiktaş’ta açık hava sergisi olarak tekrar ziyarete açılacak. B+ Annem için Onunla yasamaya başladım Doktorlar yürümez konuşmaz dediler Benim için Ama o başardı Melek Annem için Annem kendi hayatını bana verdi Küçükken anneme an an diyordum Onunla konuşmayı yazmayı öğrendim Benim her zaman yanımda olacaktı Benim her zaman güçlü olmamı söylerdi Melek Annem için Benim ona hayat verdiğimi söylerdi O bana her zaman en iyi yolu gösterir Canım Annem melek Annem En büyük dostum en büyük sırdaşım Melek Annem için Annem için dolu dolu sayfalar yetmez Annem için rüyalar hayaller yetmez Melek annem canım Annem Çok seviyorum seni Melek Annem için Deniz Dikkaya B+ İLKBAHAR 77 Kadın girişimci “Türk motifleri Porselen İstanbul’da yeniden hayat buluyor” 4. Levent’te plazaların arkasındaki şirin atölyesinde Porselen İstanbul, porselen boyama sanatına ilgi duyan herkese kapılarını açıyor. A tölye Porselen İstanbul, yolları Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’nda kesişen ve sırüstü porselen boyama sanatını geçmişten günümüze taşımak isteyen üç kadının kendi girişimleriyle kurduğu bir atölye. Bugün yollarına iki kişi olarak devam eden bu sıcacık atölyenin güler yüzlü sahibeleri Hülya Ayangil ve Engin Tınaz yaklaşık yedi yıldır beraberler. 4. Levent’te plazaların hemen arkasında oldukça şirin bir atölyeleri var. Yeni taşınmışlar, daha önce Ortaköy’de çalışan ikili, her Beşiktaşlı gibi Beşiktaş kentinin sınırlarından ayrılmak istemeyerek 4. Levent’te karar kılmışlar. Kendileri de Beşiktaş’ta oturan Hülya ve Engin hanımları, çalışmalarını görmek ve bu sanatın inceliklerini dinlemek için ziyaret ettiğimiz atölyelerinde, kendi elleriyle hazırladıkları porselen fincanlardan çaylarımızı yudumlarken sizler için küçük bir söyleşi gerçekleştirdik. Bize Atölye Porselen İstanbul’dan biraz bahseder misiniz? H.A: Biz yaklaşık yedi yıldır beraberiz. Bu atölyenin asıl amacı bu sanatı yaşatmak. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemleri arasında bir köprü kurarak, geleneğimiz olan bu sanatın bugüne ulaşmasına bir katkı sunmak istedik. Prof. Süheyl Ünver de bu köprüleri kuran idealistlerden birisi. Biz onu örnek aldık. Sayın. Ünver; “Herkesin bir mesleği, bir de meşgalesi olmalı; 78 B+ İLKBAHAR o meşgale bütün kültürümüzdür” der. Onun çizdiği rotada ilerlemeye çalışıyor, dekoratif motiflerimizi sırüstü porselen üzerinde yaşatmaya ve herkesi bu meşgaleye özendirmeye çalışıyoruz. Porselen sanatının hakikaten bir gelenek olduğunu düşünüp, kültürümüzün önemli bir ögesi olarak görüyoruz. 15, 16, 17. yüzyıllarda Osmanlı sarayı nakkaşhanelerindeki Baba Nakkaş, Kara Memi, Şah Kulu gibi değerli nakkaşların katkıları ile günümüze ulaşan “hatayi, rumi, saz yolu” gibi isimlerle tanıdığımız geleneksel Türk motifleri Atölye Porselen İstanbul’da yeniden hayat buluyor. Amacımız bu motifleri, çağdaş sanat tekniklerini de ekleyerek sırüstü porselen üzerine aktarmak ve gelecek nesillere armağan etmek. Sırüstü porselen nedir? H.A: Sırüstü porselen, mekanik olarak saf beyaz kilden hazırlanmış, ısısı 1300 dereceye kadar çıkan bir fırında fırınlanmış ve sırlanmış çanak, çömlek, tabak gibi objelere verilen genel isim. E.T: Biz, sırüstü porselenimizi geleneksel Türk motifleriyle, Batı tarzında ya da özgün desenlerle süslüyoruz. Toz boyayı kendine özgü yağ ile eziyoruz, karbonlarla deseni porselenimize geçirip, tiner ya da su ile boyayı kıvama getiriyoruz. Uygun fırçalar ve özel yöntemiyle porselenimizi renklendirdikten sonra kalıcı olması için fırınlıyoruz. Fırınlama süresi 24 saati buluyor, ama sonuçta karşınıza çıkan o pırıl pırıl desenleri görünce verdiğiniz tüm sabır ve emeğe değiyor. Sizler burada hazırladığınız ürünlerin satışını gerçekleştiriyor musunuz? Atölyenizde bu alanda eğitim de veriyorsunuz… E.T: Biz satış yapmaktan ziyade sergi hazırlıyoruz. Örneğin 6-12 Eylül 2012 tarihlerinde Beylerbeyi Sarayı’nda Kütahya Porselen’in sponsorluğunda bir sergimiz olacak. E.T: Evet, fakat bizim belli bir eğitim programımız yok. Öğrenmek isteyen, merak eden herkese yaz tatilleri dışında istedikleri zaman yardımcı olup, bu muhteşem sanatın tekniklerini öğretebiliriz. Bizi arayıp geleceklerini bildirmeleri yeterli… Atölyenin bir katılım ücreti yok. Her yaştan ve her meslekten insana seve seve yardımcı oluyoruz. Katılmak isteyenler malzemeleri nereden temin edebilirler? H.A.: Yeter ki başlamak istesinler, temin konusunda da yardımcı olur, yönlendirmeler yaparız. Sırüstü porselen boyama tekniği çok güzel bir hobi, peki katılımcılara hobi olmanın dışında iş imkânları sağlayabilir mi? E.T: Bu eğitimi alanlar, burada ilk etapta desen tekniği öğrenecekleri için öncelikle hediyelik eşya sektöründe çalışabilirler. Çünkü bu öğrenecekleri desenleri ahşaba, deriye, taşa; akla gelebilecek her alana uygulayabilirler. Ayrıca hazırladıkları ürünleri çeşitli sergilerde sergiledikten sonra sipariş alabilir, dekoratörlerin yönlendirmeleriyle de gelir elde etmeye başlayabilirler. H.A: Ayrıca bu türlü işlerle uğraşan kişiler Kültür Bakanlığı’na başvurarak sanatçı belgesi alabiliyor. Böylelikle gelir vergisi kanununun avantajlarından yararlanarak kendi ürettikleri şeyleri satabiliyorlar. Beşiktaş Belediyesi’nin de çeşitli kursları oluyor, sizce bu tarz eğitimlerin katılımcılara sağladığı faydalar nelerdir? H.A: Bir kere kesinlikle kadın- erkek, genç- yaşlı “bizden geçti” demeden herkesi bir meşgale bulmaya davet ediyorum. Öncelikle gördüğünüz gibi çok güzel dostlar ediniyorsunuz, aile gibi oluyorsunuz. Aile bütçenize katkıda bulunabiliyorsunuz, sosyalleşiyorsunuz. E.T: Kendilerini daha rahat ifade edip, o rutinden kurtulduklarında günlük sıkıntılarını da bir kenara koyabiliyor insanlar. Kısaca daha pozitif, daha mutlu olabiliyorsunuz. Herkes hayatı için yeni adımlar atmalı. Denemeye değer, buna inanın. Bu söyleşiyi okuduktan sonra, acaba öğrenebilir miyim, diye tereddüt edenlere söylemek istediğiniz bir şey var mı? H.A: Bugüne kadar çalıştığım bütün atölyelerde, katıldığım eğitimlerde gördüğüm yaşlı olsun, genç olsun tüm öğrenciler zamanla bu sanatın tüm inceliklerini kavrayıp dostlarına hediye edebilecekleri, çocuklarına çeyiz hazırlayabilecekleri porselen objeleri kısa zamanda süsleyebilecek hale geldiler. Düşünün ki, oğlunuz evleniyor, kız istemeye gideceksiniz. En şık pastaneden yaptıracağınız çikolata tabağı bile sizin kendi ellerinizle hazırladığınız tabağın yerini tutar mı? Yani hem bütçenize katkıda bulunabilir hem de manevi değeri olan şeyler yapabilirsiniz. Kendi evinizde bir değişiklik mi yapmak istiyorsunuz? Banyonuzdaki lavaboyu boyayabilirsiniz. Sınırı olmayan bir güzellik, bir sanat… Öğrendikten sonra herhangi bir atölyeye gerek yok; evinizde küçücük bir köşe ayırıp dilediğiniz çalışmayı kolaylıkla yapabilirsiniz. Biz ilgi duyan ve öğrenmek istiyorum diyen herkesi buraya bekliyoruz. Gelsinler, bir fincan çayımızı içsinler. Oturalım, bir iki saat anlatalım, gösterelim. Devam etmek isteyen olur, istemeyen olur. Hiç çekinmesinler. B+ Atölye Porselen İstanbul: Ihlamurlu Sok. No: 9 Kat: 1, 4.Levent, facebook.com\atelierporselenistanbul, [email protected] B+ İLKBAHAR 79 Kitap Beşiktaş’ta karartma geceleri Yazı: CENGİZ ERDİL Fotoğraf: AYDIN AYBAY ARŞİVİ Aydın Aybay “Beşiktaş’ta Savaş Yılları” adlı anı kitabıyla Beşiktaş’ın 1939-1945 yılları arasındaki dönemine ışık tutuyor. Aydın Aybay, hukuk tarihimizin önemli şahsiyetlerinden. O bir Beşiktaşlı… 4 Haziran 1929 tarihinde Beşiktaş’ta doğdu. Çocukluğu, gençliği Beşiktaş’ın yokuşlarında, Boğaz kıyılarında ve okul yollarında geçti. 1953 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 1974 yılında profesör unvanını aldı. 1996 yılına kadar öğretim üyesi olarak binlerce hukukçu yetiştirdi. Emekli olduğunda da durmadı. 1997 yılında Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin kurucu dekanı olarak görev aldı. Aydın Aybay, Türkiye’de demokrasinin gelişmesi, hak ve özgürlüklerin uluslararası standartlara ulaşması için çaba harcayan, yıllarını sivil toplum örgütlerinin güçlenmesine adayan hukukçularımızın başında geliyor. Onursal başkanlığını yaptığı Nâzım Hikmet Vakfı ile de Türkiye’de bir Nâzım Hikmet Müzesi kurulması için çok uğraştı. Aybay, Nâzım Hikmet’in siyasi ve edebi yönlerinin tanıtılması amacıyla ülke çapında konferans ve seminerlerin düzenlenmesine öncülük etti. Aydın Aybay, İstanbul’a kültür mekânları katan, harabe haline gelen köşkleri ve kasırları ayağa kaldıran, kente, unutulan parkları yeniden kazandıran Çelik Gülersoy’un yakın dostu idi. “Beşiktaş’ta Savaş Yılları” adlı anı kitabı biraz da bu sıkı dostluğa dayanıyor. 80 B+ İLKBAHAR Aybay, Gülersoy’a Beşiktaş ile ilgili anılarını yazmak istediğini söylemiş ama bu vaadini Gülersoy’un sağlığında bir türlü yerine getirememiş. Aydın Aybay, kitabının ‘sunuş’ bölümünde şöyle yazıyor: “İşte, bu kitapçığın hazırlanıp yayınlanmasının gerekçesi, yerine getiremediğim kapsamlı bir kitap hazırlama vaadidir. Bunu gerçekleştirmek için yeterli gücüm –ve zamanım- kalmadığını hissettiğimden, hiç olmazsa belli bir dönemle ve o dönemin olaylarıyla sınırlı bir anılar demetini kaleme alabileceğimi düşündüm. Aylık bir yerel gazetede tefrika şeklinde yayınlanan savaş yıllarında Beşiktaş’la ilgili anılardan oluşan bu kitapçık işte bu düşüncenin ürünüdür. Aziz dostum Çelik Gülersoy’un anısına adadığım bu kitapçık ile O’na karşı verdiğim sözün hiç olmazsa bir kısmını yerine getirmiş olduğumu farz ediyorum.” Beşiktaş’ta Savaş Yılları Aydın Aybay, “İkinci Dünya Savaşı’na girmedik ama geniş ölçüde etkilendik” diyor. Aybay, kitabının 1939-1945 yılları arasındaki dönemi kapsayan anılar demeti olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Aklımda kaldığı kadar düzenli bir anlatıma başvurdum. Her başlık ayrı bir konudur.” Bu başlıklardan biri de Karartma Geceleri. Tayyare hücumlarına hedef olmaması için özellikle büyük kentlerin “zulmete gark olması” uygun görülmüştü. Ancak karartmada unutulanlar da vardı. Aybay yazlık sinemalarla ilgili şu ayrıntıyı düşmüş: “… Bunların çalışmalarını tatil ettiğini anımsamıyorum. Galiba akşam erken saatlerde çalışırlar, en geç 21.30’dan sonra kapanırlardı.’’ “Askeri tedbirlerin yanında elbette sivil halkın korunması gerekiyordu. Bu uygulamaya “pasif korunma” adı veriliyordu. Kentte bir anda sirenler çalıyor, meydan ve sokaklar boşalıyor, herkes büyük binalarda toplanıyordu. O günlerde evlerine geç gelenlerin bir mazereti vardı: “Pasif korunmaya rastladım. Bu yüzden geciktim!” Pasif korunmanın yeterli olmadığı düşünülerek sığınaklar da hazırlanır İstanbul’da. Beşiktaş’a da iki sığınak yapılır. Aybay şöyle yazıyor: “Beşiktaş’ta çarşı içinde iki adet sığınak kazılıp hazırlandı. Üstündeki elli santim kadar bir toprak bırakılarak, bir veya iki metre genişliğinde, iki taraftan da birkaç basamakla girilen dar ve alçak bir galeri! Bu sığınakların içinde, tahta bir bank dahil, hiçbir tertibat yoktu; taban ve duvarları topraktan oluşan birer oyuktular. Bu sığınakların kullanıldığını ne gördüm ne de duydum. Zaten korkunç bir görünümleri vardı, bombardımanda oraya tıkılmayı, sanırım kimse göze alamazdı.” Aydın Aybay’ın anılarındaki savaş yılları bir film senaryosu haline getirilse, çok çarpıcı bir dönem filminin ortaya çıkacağı görülüyor. O tarihler de Beşiktaş için önemlidir, çünkü kentin simgelerinden önemli bir anıt 1944 yılında açılmıştır. Barbaros Anıtı Savaş yılları Türkiye için zor yıllardı. Ülke kıt kaynaklarıyla, dünyada yıkıcı etkisi olan bu savaştan yara almadan kurtulmuştu. Ekmek ve şeker karne ile dağıtıldı. Ancak bir gerçek vardı. Çocuklar babasız kalmamıştı. İşte bu zor yıllarda kent düzenlemeleri ve sanat da imkânlar ölçüsünde sürdü gitti. Bugün sadece Beşiktaş’ın değil, İstanbul’un önemli anıtlarından sayılan Barbaros Anıtı savaş yıllarında açılmıştı. Aydın Aybay açılış gününü şöyle anlatıyor: “Açılış törenine Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de geldi. Seyir için gelen halkı alanın yakınına yaklaştırmadılar. Vali ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar bir nutuk söyledi, tören bitti.” Barbaros Anıtı ve meydan kısa sürede halkın buluşma mekânı olur. Aybay, Beşiktaş’ın yeni gezinti mekânı için şu satırları yazmış: “Karartma işi gevşedikten sonra, sokak lambalarıyla aydınlatıldığı için özellikle yaz gecelerinde büyük bir kalabalık meydanı dolduruyordu. Meydanın gençler için buluşma ve flört yeri olma işlevi de vardı. Genç oğlanların hayran olduğu sarışın ve çok güzel bir kız eski usul giyinmiş anasıyla birlikte her akşam gezintiye çıkardı. Mağrur ve kibirli bir yürüyüşü vardı. Beşiktaş’ta oturan ünlü şairimiz Behçet Necatigil, Barbaros Meydanı şiirinde onu da yazmıştı: “Utanır da anasının sırtındaki yeldirmeden, Kız üç adım önde gider sezdirmeden.” “Beşiktaş’ta Savaş Yılları” adlı anı kitabının tanıtım yazısı için Aydın Aybay’a bazı sorular gönderdim. Hoca tüm alçakgönüllülüğü ile şöyle yanıt verdi: ‘’ Bu kitaba (ya da risaleye) eser demeyin, anı yazılarıdır. Üstelik kronolojik bir tertibi bile yoktur. Aklımda kaldığı kadar düzenli bir anlatıma başvurdum. Her başlık ayrı bir konudur.” Aybay Hoca, “önemli hukukçu” tanımlamamıza karşı çıkıyor ve şöyle diyor: “Önemli hukukçu yakıştırması için teşekkür ederim. Ama bunu şöyle düzeltmeliyim. Fırsat eşitliğinin olmadığı bir ülkede, yurduna karşı minnet borcunu ödemeye çalışan ciddi ve namuslu bir meslek adamı. Hepsi bu…” Aydın Aybay’a, “Gençlere tavsiyeniz var mı?” şeklinde bir soru da sordum. Üzerine, yüzlerce sayfa yazı döktürülebilecek kısa bir yanıt aldım. “Eski dilde sanırım “nasih” derlerdi. Dünyanın en eski ve gereksiz bir işidir, nasihatçilik! Gençlere mutlaka bir tavsiyede bulunmam istenirse, şunu söyleyeyim: Ödül beklemeden de çalışmalısınız, çünkü her başarının mutlaka bir ödülü yoktur.” B+ Tramvay Caddesi ve Köprü Hamamı. Hamam Mimar Sinan’ın eserlerindendir 1950’lerde yol genişletilirken yıkıldı. B+ İLKBAHAR 81 Haberler “Ustalara Saygı” toplantıları Beşiktaş Belediyesi adına Gazeteci-Yazar Faruk Şüyün’ün hazırladığı ve yedi sezondur kültür, sanat ve düşün hayatımızı zenginleştiren isimlerin konuk olduğu “Ustalara Saygı” toplantıları yeni etkinliklerle devam ediyor. Bir Cumhuriyet Aydınına Saygı: Nisa Kadıbeşegil Melih Cevdet Anday Sahnesi’nde gerçekleşen “Ustalara Saygı” toplantılarının 112’ncisi, 83 yıllık yaşamını resimle, edebiyatla ve sanatla yoğuran Nisa Kadıbeşegil için düzenlendi. 21 Aralık 2011 tarihinde gerçekleşen toplantı, Oluşum Dergisi dostlarını da yeniden biraraya getirdi. Nisa Kadıbeşegil’in Türk fikir ve edebiyat hayatına kazandırdığı ve edebiyat tarihimizin kilometretaşlarından biri olan dergi, Buket Uzuner, Enis Batur, Nedim Gürsel, Selim İleri, İlhan Berk ve Murathan Mungan gibi sayısız kalem için de büyük bir okul olmuştu. Bir Cumhuriyet kadını olan yazar, çevirmen, şair ve ressam Nisa Kadıbeşegil 1920’lerde esmeye başlayan Cumhuriyet ve demokrasi rüzgârlarını ölümüne kadar her daim nefesinde saklı tutmuştu. Nisa Kadıbeşegil’in yaşamından kesitlerin sunulduğu bir gösterimin yapıldığı saygı gecesinde, sanatçının resim çalışmalarından örnekler de 82 B+ İLKBAHAR sergilendi. Kadıbeşegil’in çok sevdiği Türk Sanat Musikisi bestecilerinden İsmail Bahâ Sürelsan’ın eserlerinin yorumlandığı toplantıya, aralarında Ahmet Soysal, Buket Uzuner, Fatih Çekirge, Metin Celâl Zeynioğlu, Naim Dilmener, Oruç Aruoba, Refik Algan, Sennur Sezer, Tahsin Yücel, Tarık Günersel’in de bulunduğu birçok ünlü edebiyatçı ve gazeteci ile Kadıbeşegil’in oğulları Salim ve Ahmet Kadıbeşegil katıldı. “Ustaların İlham Perisi Aşk” “Ustalara Saygı” toplantılarının 13 Şubat 2012 tarihinde gerçekleşen etkinliğinin kahramanı bu kez tüm sanat “duayenlerine” ilham olan “aşk”tı. Sevgililer gününden bir gün önce düzenlenen toplantının sunuculuğunu Tuna Egemen üstlendi. Egemen’in tüm dünyadan ünlü sanatçıların aşk hikâyeleriyle süsleyerek sunduğu toplantıya katılan konuklar da kendi yaşamlarından ve aşklarından beslenerek yarattıkları eserlerin hikâyelerini anlattılar. Konuklar, ayrıca edebiyat ve sanat dünyasından birçok eser ve sanatçının öykülerini de seyircilerle paylaştılar. Ayşe Sarısayın, Bedri Baykam, Cezmi Ersöz, Gül İrepoğlu, Haydar Ergülen ve Orhan Alkaya’nın konuk olarak katıldığı gece- ye, Ömer Özgeç de gitarıyla eşlik ederek sevilen şairlerin dizelerinden bestelediği aşk dolu şarkıları yorumladı. Mizahın çok yönlü ustası: Müjdat Gezen “Ustalara Saygı” toplantıları, 27 Şubat 2012 tarihinde çok yönlü kültür adamı Müjdat Gezen için düzenlenen geceyle devam etti. Toplantıda, sanat hayatımıza yazdığı, oynadığı ve sahneye koyduğu oyunlar ve filmler kadar, yetiştirdiği öğrencilerle de katkıda bulunan Müjdat Gezen’i dostları ve öğrencileri anlattı. Toplantı, Gezen’i çocukluğundan bu yana tanıyan ve “Ağlama Palyaço, Makyajın Bozulur” adlı kitapla onunla gerçekleştirdiği nehir söyleşiyi kaleme alan Halit Kıvanç’ın esprili sunumlarıyla renklendi. Etkinlikte Halit Kıvanç mikrofonu Ahmet Gülhan, Ahu Türkpençe, Ateşböceği Ercan, Dolunay Soysert, Göksel Kortay, İlker Ayrık, Kandemir Konduk, Perran Kutman, Sevinç Erbulak, Şevket Altuğ, Tınaz Titiz, Uğur Dündar, Umur Bugay, Yılmaz Özdil ve Zuhal Topal’a uzatarak onlardan kendi tanıdıkları Müjdat Gezen’i anlatmalarını istedi. Gecenin ilerleyen saatlerinde ise Müjdat Gezen Sanat Merkezi dans grubu, Gezen’in sevdiği danslardan oluşan küçük bir gösteri sundu. rından İlhan Selçuk için gerçekleştirildi. 2010 yılında kaybettiğimiz, 11 Mart doğumlu gazeteci-yazarın 87. yaşı; dostları, okurları, yazar ve sanatçı arkadaşları tarafından kutlandı. Gecede, seyircilere okurlarının “Aydınlanmanın Bilgesi” olarak andığı İlhan Selçuk’un çok yönlülüğünü vurgulayan bir program sunuldu. İlk yazılarını 1952 yılında kardeşi Turhan Selçuk ile birlikte çıkardığı 41 Buçuk isimli mizah dergisinde yayınlayan İlhan Selçuk; ardından yine Turhan Selçuk’la birlikte yazarları arasında Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Çetin Altan’ın da bulunduğu Dolmuş Dergisi’ni hazırladı. Yön Dergisi’nde çalışan ve 1961’de Akşam’da yazmaya başlayan İlhan Selçuk, 1962’de Nadir Nadi’nin çağrısı üzerine bir ömür geçireceği Cumhuriyet’e geçti. İlhan Selçuk, 1968 döneminde katıldığı panellerdeki söylemleriyle geniş kitleleri etkilemişti. Usta için hazırlanan geceye; Ahmet Ketenci, Altan Öymen, Aydın Ilgaz, Doğan Hızlan, Mücap Ofluoğlu, Müjdat Gezen, Orhan Erinç, Orhan Karaveli ve Uğur Dündar konuşmacı olarak katıldılar. Gecenin konukları, İlhan Selçuk’u; gazeteci, yazar, yönetici, dost, arkadaş, sanatsever ya da okur kimlikleriyle izleyicilerle bir kez daha paylaştılar. Çağdaş Kibeleler “Ustalara Saygı” toplantıları çerçevesinde 8 Mart’ta ise, Dünya Emekçi Kadınlar Günü özel etkinliği olarak “Çağdaş Kibeleler” gecesi düzenlendi. Geceye, tiyatrocu Dilek Türker, gazeteci-yazar Meral Tamer, öğretim üyesi Nurdan Tümbek Tekeoğlu, Nazan Moroğlu, sanat tarihçisi Prof. Dr. Nurhan Atasoy, gazeteci-yazar Seda Kaya Güler, şair Sennur Sezer ve Ka- Der’in kurucularından gazeteci-yazar Zeynep Oral konuşmacı olarak katıldı. Konuklar, kendi alanlarından yola çıkarak kadının dünkü, bugünkü konumunu ve geleceğini yorumladılar. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü özel etkinliği “Çağdaş Kibeleler”de; artık aramızda olmayan sanat, bilim ve düşün dünyasından alanına damga vurmuş kadınlar da bir dia gösterisi ile anıldı. “Aydınlanmanın Bilgesi” İlhan Selçuk “Ustalara Saygı” toplantıları, 12 Mart 2012’de basınımızın yüz akla- B+ İLKBAHAR 83 Haberler Beşiktaş Kent Konseyi Kadın Meclisi Etkinlikleri Her hafta salı günleri Levent Kültür Merkezi’nde toplanan Beşiktaş Kent Konseyi Kadın Meclisi yönetim kurulu projeleriyle çalışmalarına devam ediyor. Beşiktaş Kent Konseyi’nin oluşturduğu geniş temsil yapısını ve yönetişim anlayışını kadınlar için gerçekleştirmek ve kadınların kent yönetimine temel ve eşit ortaklar olarak katılmalarını sağlamak amacıyla kurulan Beşiktaş Kent Konseyi Kadın Meclisi perşembe günleri saat 11.00’da Levent Kültür Merkezi’nde “Açık Kapı Günleri’’ ismiyle bir etkinlik düzenliyor. Bu etkinlik çerçevesinde “Hukuk Okur Yazarlığı” başlığı altında kadınların temel sorunları olan; kadına yönelik şiddet, boşanma, eşler arası mal rejimleri, tüketici hakları gibi konularda kadınların hukuki haklarının ayrımına varmalarına yönelik bir sertifika programı geliştirildi. Program geniş katılımlı bir izleyici grubuyla buluşuyor. Açık Kapı Günleri kapsamında ayrıca sağlık ve kişisel bakım yöntemleri konusunda bilgilendirmelerin gerçekleştiği bir program da düzenleniyor. Kadın Meclisi tarafından düzenlenen Okuma Günleri ise Ortaköy Kültür Merkezi kütüphanesinde devam ediyor. Deniz Banoğlu’nun organizatörlüğünde üç haftada bir gerçekleşen etkinlikte katılımcılara seçilen kitaptan bölümler okunuyor, dinleyiciler yazarlarla buluşuyor, kitaplarını tartışıyor. Okuma Günleri’ne Şafak Pavey ve Ayşe Sarısayın konuk oldular 19 Ocak 2012 tarihinde düzenlenen Okuma Günleri’nin konuğu yazar Şafak Pavey oldu. Beşiktaş Belediyesi Ortaköy Kütüphanesi’nde düzenlenen etkinlikte, Şafak Pavey’in “Nereye Gidersem Gökyüzü Benimdir” adlı kitabından bölümler okundu. Pavey okurlarıyla yaptığı söyleşinin ardından kitaplarını imzaladı. Bir diğer Okuma Günü ise 16 Şubat 2012 tarihinde gerçekleşti. Etkinlikte gazeteci-yazar Deniz Banoğlu, Ayşe Sarısayın’ın “Beşiktaş, Yollar ve Anılar Boyunca” adlı eserinden bölümler okudu. 84 B+ İLKBAHAR Hukuk Okur Yazarlığı Beşiktaş Kent Konseyi Kadın Meclisi’nin “Açık Kapı Günleri” kapsamında düzenlediği Hukuk Okur Yazarlığı bilgilendirme toplantılarının ilki “Gündem Anayasa (mı?)” başlığı altında 5 Ocak 2012 tarihinde Levent Kültür Merkezi’nde gerçekleşti. Yeni anayasa tartışmaları üzerinde fikir alışverişinde bulunulan toplantının konuşmacısı, Av. Nazan Moroğlu’ydu. 12 Ocak 2012 tarihinde gerçekleşen ikinci toplantı “Boşanma ve Eşler Arası Mal Rejimleri” konu başlığı altında düzenlendi. Av. Hale Akgün’ün konuşmacı olarak katıldığı toplantıda eşlerin evlilik öncesi sahip oldukları ve evlilik süresince edindikleri malvarlığını yönetme, yararlanma usulleri ile evlilik sona erdiğinde nasıl paylaşılacağını belirleyen hukuk kuralları hakkında bilgi paylaşımında bulunuldu. Üçüncü toplantı, “Kadına Yönelik Şiddet” konu başlığı altında 9 Şubat 2012 tarihinde gerçekleşti. Av. Nazan Moroğlu’nun konuşmacı olarak katıldığı toplantıda kadına yönelik şiddetin nedenleri ve sonuçları tartışıldı. “Miras Hukuku” konu başlığı altında 23 Şubat 2012 tarihinde gerçekleşen ve Av. Sevgi Barutçu’nun konuşmacı olarak katıldığı dördüncü toplantıda, miras hukuku hakkında bilgi verilirken, katılımcılarla fikir alışverişinde bulunuldu. Hukuk Okur Yazarlığı bilgilendirme toplantılarının beşincisi ise “Kira-Kat Mülkiyeti” konu başlığı altında 1 Mart 2012’de gerçekleşti. Toplantıya İstanbul Barosu Staj Eğitim Merkezi Başkanı Av. Şeref Kısacık konuşmacı olarak katıldı. B+ Salt Galata’da SALT etkinlikleri iki farklı tarihi binada ve saltonline üzerinde devam ediyor. İstiklal Caddesi üzerindeki SALT Beyoğlu, sergi ve etkinlik mekânlarından oluşuyor. Kamuya açık bilgi ve belge kaynaklarına, atölye, sergi, konferans alanlarına sahip olan ve Osmanlı Bankası Müzesi’ne evsahipliği yapan SALT Galata ise, 19. yüzyılda Alexandre Vallaury’nin tasarladığı eski Osmanlı Bankası binası. SALT Galata, “O Zamanlar Konuşuyorduk” adlı ikinci açık arşiv projesinde, 90’lı yılların ilk yarısında Türkiye’de düzenlenmiş Elli Numara/Anı Bellek II, GAR ve Küreselleşme-Devlet, Sefalet, Şiddet sergilerinin hikâyelerini, dönemin belgeleri aracılığıyla yeniden değerlendiriyor. Elli Numara/Anı Bellek II, 1993 yılında Vasıf Kortun küratörlüğünde, Akaretler 50 numaralı binada düzenlenmiş fakat çeşit- Cumhuriyet’in ilk aydınlarından tarihçi-yazar Taha Toros’u kaybettik Türk kültürüyle ilgili zengin bir arşive sahip olan, Cumhuriyet’in ilk aydınlarından, tarihçi-yazar Taha Toros, 26 Ocak’ta yaşamını yitirdi. Etiler’deki evinde vefat eden Toros, vasiyeti gereği sade bir törenle Zincirlikuyu’da toprağa verildi. Türkiye’nin en önemli tarihçilerinden Toros, Türk kültürüyle ilgili çok zengin bir arşive sahipti. Abdülhak Şinasi Hisar’dan Refik Halid Karay’a, Mithat Cemal Kuntay’dan Celal Esat Arseven’e kadar döneminin önemli isimleriyle yakın dost olan Toros, bu dostluklarını da ‘renkli’ kalemiyle okurlarıyla buluşturmuştu.Taha Toros’un hayatına dair başka bir önemli anı ise, Atatürk’ün İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ders dinlemeye geldiği gün yerini Atatürk’e vermesi. Toros’un, “Kahvenin Öyküsü”nden (1980), ünlü ressam “Fikret Mualla”ya (1986) ve Nâzım Hikmet’i hiç bilinmeyen bilgi ve belgelerle anlattığı “Nâzım Hikmet”ten (2005) gibi çok sayıda kitabı bulunuyor. li nedenler dolayısıyla sergi planlanan tarihinden önce kapatılmıştı. Araştırması 2010’da, SALT Araştırma’dan Sezin Romi tarafından başlatılan “O Zamanlar Konuşuyorduk” için farklı sanatçılar ile işbirliği içerisinde kapsamlı arşivler oluşturuldu. Araştırma sürecinde, çeşitli kaynaklardan bilgi, doküman ve videolar biraraya getirildi. Bu dokümanlar arasında B+ Dergisi de bulunuyor. B+ Dergisi’nin arşivinden faydalanan Salt Galata, dergimizin İlkbahar 2010 tarihli 8. sayısındaki Bir semt: Vişnezade bölümünde yer alan Akaretler Sıraevleri tam sayfa sergilenmekte. 8 Şubat 2012’de başlayan sergi 22 Nisan 2012’ye kadar sürecek. Salt Galata; salı-cumartesi 12.00-20.00, pazar 10.30-18.00 saatleri arasında ücretsiz gezilebilir. “Her ay bir kitap okuyoruz, yazarıyla yorumluyoruz” Beşiktaş Belediyesi, Beşiktaş Gönüllüleri ve Beşiktaş Kent Konseyi Kadın Meclisi’nin birlikte düzenlediği “Kitap Günü”, Gayrettepe Parkı Çevre ve Kültür Merkezi’nde, Tülin Beyazıt’ın organizasyonuyla gerçekleştiriliyor. Katılımcıların seçilen kitabı önceden okuyarak geldiği ve ayda bir kere düzenlenen etkinlik, yazarın da katıldığı söyleşiyle sıcak bir sohbet ortamında geçiyor. Bu çerçevede gerçekleştirilen etkinliklerin ilk konuğu Tuna Kiremitçi oldu. 23 Ocak 2012 tarihinde katılımcılarla buluşan Tuna Kiremitçi okuyucularla gerçekleştirdiği sohbetin ardından “Selanik’te Sonbahar” adlı kitabını imzaladı. Kitap gününün bir diğer konuğu ise Mustafa Mutlu oldu. 5 Mart 2012 tarihinde okuyucularıyla biraraya gelen Mutlu “Sonra Hayat Yeniden Başlar” adlı kitabını yorumladı. B+ İLKBAHAR 85 Haberler IV. Engelliler Kariyer Günü Galatasaray Rotaract Kulübü ve Beşiktaş Belediyesi ortaklığı ile 2009 yılında düzenlenmeye başlayan “Engelliler Kariyer Günü” etkinliklerinin dördüncüsü, 6 Nisan 2012 tarihinde Beşiktaş Evlenme Dairesi’nde gerçekleşecek. Engellilerin istihdam oranını arttırarak sosyal entegrasyonlarını kolaylaştırmayı hedefleyen “Engelliler Kariyer Günü”, engellilerin işverenlerle buluşmasını sağlıyor. İş arayan engelliler ve işverenler arasında iletişim kanalları yaratan “Engelliler Kariyer Günü” nün bu seneki proje paydaşlarından biri de “Kariyer.net”. “Engelliler Kariyer Günü”nde engellilerin özgeçmiş oluşturmalarına yardım edilirken, işverenlerle birebir görüşebilecekleri ve kariyer belirleme konusunda merak ettiklerini alanlarında uzman kişilere sorabilecekleri bir ortam sağlanıyor. Edebiyat Buluşmaları Beşiktaş Belediyesi’nin Kavis Kitap ile birlikte düzenlediği “Edebiyat Buluşmaları”nın bu yıl ikincisi yapıldı. 13 Ocak - 23 Mart 2012 tarihleri arasında cuma günleri Levent Kültür Merkezi’nde gerçekleşen buluşmalara Türkiye’nin önemli edebiyat insanları konuk oldu. Bu çerçevede, 13 Ocak’ta gazeteci-yazar Hıfzı Topuz’un katılımıyla Çalıkuşu’nun yaratıcısı Reşat Nuri Güntekin’den “Anılar ve Aydınlanma ”, 20 Ocak’ta Feridun Andaç ve Mustafa Balel’in katılımıyla “Edebiyatımızda Fransız Etkileşmesi”, 27 Ocak’ta Banu Avar’ın katılımıyla “Kaçın Demokrasi Geliyor”, 3 Şubat’ta Eski Kültür Bakanı Ercan Karakaş ve gazeteci-yazar Enver Aysever’in katılımıyla “Politika ve Edebiyat”, 10 Şubat’ta Öner Ciravoğlu, Egemen Berköz, Haydar Ergülen ve Enver Ercan’ın katılımıyla “Şairler Şairleri Anlatı- 86 B+ İLKBAHAR yor”, 17 Şubat’ta Hikmet Altınkaynak, Mustafa Balel, Zeynep Aliye ve Ahmet Önel’in katılımıyla “Öykücüler Anlatıyor”, 24 Şubat’ta Mustafa Balel, Nemika Tuğcu ve Ayşen İnci’nin katılımıyla “Çocuk Edebiyatımız”, 2 Mart’ta Hıfzı Topuz ve Orhan Karaveli’nin katılımıyla “Tevfik Fikret’te Buluşmak”, 9 Mart’ta Zeynep Aliye, Nesrin Doksat, Prof. Dr. Nedret Öztokat ve Prof. Dr. Günay Atalayer’in katılımıyla “ 21. Yüzyıl Türkiye’sinde Kadın Olmak” konulu buluşmalar gerçekleşti. Etkinlik çerçevesinde ayrıca 16 Mart’ta Banu Avar’ın katılımıyla “Hangi Dünya Düzeni?” isimli belgesel gösterimi yapıldı. 23 Mart’taki son buluşmada ise, panel katılımcılarının toplu söyleşisi ve imza günü gerçekleştirildi. Etkinlik kapanış kokteyli ile sona erdi. Amatör spor kulüplerine malzeme yardımı Beşiktaş Belediyesi, 13 Ocak 2012 tarihinde Beşiktaş Sanat Galerisi’nde gerçekleştirilen törenle, 12 amatör spor kulübüne sezonluk malzeme dağıtımında bulundu. Törene Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, Meclis üyeleri ve Beşiktaş’taki 12 amatör spor kulübü yöneticileri ile sporcular katıldı. Beşiktaş’ta Dikilitaş Spor Kulübü, Kuruçeşme Spor Kulübü, Levent Spor Kulübü, Muradiye Spor Kulübü, Ortaköy Spor Kulübü, Boğaziçi Spor Kulübü, Etiler Kartal Spor Kulübü, Yıldız Spor Kulübü, Akatlar Spor Kulübü, Etiler Spor Kulübü ve Ulus Spor Kulübü yöneticileri malzemelerini Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın elinden aldılar. “El Ele Üniversiteye” Robert Lisesi’nde 2006/2007 eğitim-öğretim yılından beri Topluma Hizmet Projesi (THP) adı altında başlatılan projelerden biri olan “El Ele Üniversiteye”, yeterli olanağı olmayan kız çocuklarına eğitim ve kariyer anlamında vizyon kazandırabilme amacı taşıyor. Proje, eğitimini sürdüren, fakat ailelerinde ve çevrelerinde kadın rol modelleri sınırlı, bulundukları bölgenin dışındaki üniversiteler hakkında bilgi sahibi olmayan kız çocuklarının kariyerleri ve üniversitede alacakları eğitim konusunda hayal kurabilmeleri, plan yapabilmelerini hedefliyor. Bu noktadan hareketle, El Ele Üniversiteye projesi ilk adımı Şanlıurfa’da akademik olarak başarılı olan kız öğrencilerin kaldığı yurt ile atmıştı. Bir metropol olarak anılan İstanbul’u görmek ve burada ülkenin en ileri gelen üniversitelerini gezmek imkanı sağlamak, burs olanakları, meslek seçimi gibi konularda bilgilendirmek ve vizyonlarını genişleterek motive etmek amacıyla, Robert Lisesi’nden gönüllü öğrenciler, akranları olan Urfalı kız öğrencilerle buluşmuştu. İlk sene Şanlıurfa’da gerçekleştirilen projenin geçen seneki ayağında Samsun vardı. El Ele Üniversiteye projesi bu sene ise Amasya’da yürütülecek. Aynı yaşlarda, farklı hayatlardan gelmiş iki grubun düşüncelerini değiştiren ve etkileşimini sağlayan bu projenin masrafları sponsorlar ile karşılanıyor. Proje, ilgilenenlerin desteklerini bekliyor. B+ İLKBAHAR 87 Haberler Beşiktaş’ta afet eğitimleri başladı Beşiktaş Belediyesi ve Arama Kurtarma Derneği (AKUT) işbirliği ile afet eğitimleri verilmeye başlandı. Hafta sonları gerçekleştirilen eğitimler kapsamında, afet bilincinin geliştirilmesi ve alınacak önlemler konusunda bilgilendirmeler yapıldı. 18 Şubat 2012 tarihinde Ortaköy Kültür Merkezi’nde yapılan ilk eğitime Maslak Lions Kulübü üyeleri ve Beşiktaş Gönüllüleri katıldı. 25 Şubat’taki ikinci eğitim Beşiktaş 8. İstanbul Japon Filmleri Festivali 8. İstanbul Japon Filmleri Festivali, 26-29 Ocak 2012 tarihleri arasında Levent Kültür Merkezi Onat Kutlar Sinema Salonu’nda düzenlendi. Beşiktaş Belediyesi ve İstanbul Japonya Başkonsolosluğu işbirliği ile gerçekleştirilen festival filmleri ücretsiz olarak izlendi. Festivalde, “Bir Milyon Yen Kazanan Kız”, “Bir Yaz Rüyası”, “Bizim Unutulmaz Günlerimiz”, “Güney Kutbu’ndaki Aşçı”, “İyi Uçuşlar”, “Kappa ve Sampei”, “Küçük Cadı Kiki”, “Noriben; “Şansın Tarifi” ve “Rengarenk” adlı filmler gösterildi. 88 B+ İLKBAHAR Belediyesi Evlendirme Dairesi’nde, 3 Mart 2012 tarihindeki üçüncü eğitim ise Levent Kültür Merkezi’nde gerçekleşti. Bölge sakinlerinin biraraya geldiği bir “mahalle toplantısı” şeklinde gerçekleşen eğitimlerde afet bilincinin geliştirilmesi ve afet öncesi önlemler konusunda vatandaşlar bilgilendirildi. Afet eğitimlerinin dördüncüsü 31 Mart 2012 tarihinde Akatlar Kültür Merkezi’nde yapıldı. ÇEKÜL Akademi “Her insan kendi topraklarından beslenir. Sadece havasından, suyundan, etinden, sütünden mi? Ressamından, mimarından, fotoğrafçısından, yazarından, kendi topraklarının insanından, bilgisinden, kültürel mirasından da beslenir.” ÇEKÜL Akademi yeni eğitim programını yukarıdaki cümleyle tanıtıyor. Gerçekten, siz hiç düşünmüş müydünüz beslendiğiniz kaynakları? Günümüz koşuşturmacası içinde artık kendimize böyle sorular sormaz olduk. Hâlâ kentinizi merak ediyorsanız, hâlâ kendinize sorular sormak istiyorsanız, sorularınızın cevabını ÇEKÜL Akademi’nin eğitimlerinde bulabilirsiniz. “Kente Farklı Bakmak İçin Kültürel Miras”, “Yerel Tatlar ve Kültürel Miras”, “Yaratıcılık ve Kültürel Miras” eğitimlerinin ayrıntılarını www.cekulvakfi.org.tr veya 0212 251 54 44 numaralı telefondan öğrenebilirsiniz. Beşiktaş’ın karla mücadelesi Bu kış İstanbul’a yoğun yağan kar ve soğuk hava koşulları, yollarda ve kaldırımlarda buzlanmaya neden oldu. Her gün binlerce kişinin, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprülerine ulaşmak için geçtiği sokak ve caddeleriyle, yoğun trafiğe sahip ticaret bölgeleriyle Beşiktaş kenti, trafiğin sorunsuz bir şekilde işlemesinin ayrıcalıklı bir öneme sahip olduğu İstanbul semtlerinden biri. Bu doğrultuda Beşiktaş Belediyesi, yolların sorunsuz bir şekilde kullanılması için birçok önlem aldı. Beşiktaş Belediyesi Afet Yönetim Merkezi, kar yağışının getirdiği olumsuzlukları gidermek amacıyla 24 saat boyunca Beşiktaş kentlilerinin yanındaydı. Beşiktaş Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü tarafından yürütülen çalışmalarla Beşiktaş Belediyesi’ne bağlı birçok araç öncelikle işlek caddeleri ve karla kaplanan yolları temizledi. Ardından ise yolların buz tutmaması için tuzlama çalışmaları gerçekleştirdi. Caddelerin temizlenmesi ve ulaşımın sağlanmasının ardından sokaklar temizlendi. Cadde ve sokakların temizlenmesi gün içinde tekrar eden seferlerle yinelendi. Beşiktaş Belediyesi kar çalışmalarının dışında, birçok güzergâhta düzenlediği ring seferleriyle de ulaşımı rahatlattı ve Beşiktaşlıların vasıta bulamadıkları zamanlarda evlerine ulaşmalarını sağladı. B+ İLKBAHAR 89 Haberler İsmail Ünal, Şefika Ünal, Feyiz Bahçecik, Metin Bahçecik Atölye İsis Bizim Tepe’de Atölye İsis, atölye katılımcılarının çalışmalarıyla hazırlanan karma sergisini 24 Mart 2012 tarihinde Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın da katılımıyla Bizim Tepe’de sanatseverlerin beğenisine sundu. Ayşin Öztürk İşeri’nin, 2006 yılından bu yana sahibi olduğu, İstanbul’un tanınmış heykel atölyelerinden Atölye İsis’te İşeri, heykel sanatının inceliklerini, tekniğini ve başarılı örneklerini açtığı kurslar ve sergilerle sanatseverlere sunuyor. Açılışını yaptığı sergide sanatın her dalının ülkenin gelişimine büyük katkı sağladığının altını çizen Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal sanatın belki de en zor dallarından biri olan heykelin başarılı örneklerinin böylesi güzel bir sergi ile sanatseverlerle buluşmasından bir Belediye Başkanı olarak gurur duyduğunu dile getirdi. Atölye İsis bünyesinde gerçekleştirilen sergi bir ay boyunca sanatseverlerle buluşacak. 90 B+ İLKBAHAR Sergi sırasında Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’la fotoğraf çektiren Tomris İşeri (ortada) Kadınlar Günü’ndeki karanfil hediyesini överek “karanfillerin doğru gittiği adres” benzetmesini yaptı. İş garantili çağrı merkezi kursları düzenlendi Beşiktaş Belediyesi, Bahçeşehir Üniversitesi ve İŞKUR’un ortak çalışmasıyla, 350 genç için istihdam garantili çağrı merkezi uzmanı eğitimi başlatıldı. Kursiyerlere müşteri ilişkileri, iletişim, ikna, diksiyon, etkili konuşma, satış, stresle başa çıkma gibi profesyonel hayatta da yararlı olacak pek çok konuda eğitim veriliyor. 14 Şubat -27 Nisan 2012 tarihlerinde gerçekleşecek toplam 320 saatlik kursa katılanlara ayrıca, İŞKUR tarafından kursa devam ettikleri her gün için 15 TL de ücret ödeniyor. Kursun bitiminde katılımcılara, işyerlerinde staj imkanı sağlanacak ve her üç kursiyerden biri Bahçeşehir Üniversitesi tarafından istihdam edilecek. Parklardaki hizmet birimleri yeniden canlanıyor Beşiktaş kentinin ve kentlilerinin nefes aldığı parklarda yeni düzenlemeler gerçekleştiriliyor. Beşiktaş Belediyesi’ne bağlı parklarda bulunan hizmet birimlerinde gerçekleştirilecek çalışmalarla bu birimler yeniden işlevlendirilerek kısa zamanda Beşiktaş kentlileriyle buluşturulacak. Bu çerçevede, Sanatçılar Parkı, Aykut Barka Parkı ve Sporcular Parkı’ndaki hizmet birimlerinin “sosyal mekân” niteliği yükseltilecek ve bu birimler mahalleliler için bir çekim merkezine dönüştürülecek. Beşiktaş’ta Pazar kahvaltıları Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal her hafta farklı bir mahallede apartman görevlileriyle geniş katılımlı kahvaltılar düzenliyor. Pazar günleri düzenlenen bu kahvaltılarda apartman görevlilerinin sorunları tartışılıyor, fikir alışverişlerinde bulunuluyor. Bu kahvaltıların öncelikli amacı, Beşiktaş Belediyesi’nin yürüttüğü projeler, meslek kazandırma eğitimleri, düzenlenen kurslar hakkında kentlileri bilgilendirmek ve belediyenin çeşitli alanlarda sunmakta olduğu sosyal imkânlardan üst düzeyde yararlanılmasını sağlamak. Bu kapsamda 11 Mart’ta düzenlenen beşinci toplantının sürpriz konuğu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu oldu. Toplantıya programında olmadığı halde katılmak istediğini söyleyen Kılıçdaroğlu, “sizleri sorunlarınıza çare ararken görmek biz siyasetçiler açısından sevindirici” şeklinde konuştu. Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal ise, apartman görevlilerinin katıldığı bu toplantıları sürekli hale getireceklerini ve sorunlara birlikte çözüm aranacağını dile getirdi. Toplantılar Beşiktaş genelinde her mahallede gerçekleşecek. B+ İLKBAHAR 91 24 saat Beşiktaş'ta Yaşam Rehberi Her konu için arayın... 7 gün 24 saat 444 44 55 BEŞİKTAŞ BELEDİYES‹ ACİL NUMARALAR 110 Yangın İhbar Beşiktaş Belediye Başkanlığı 112 Sıhhi İmdat Nisbetiye Mah. Aytar Cad. Beşiktaş Tel: 0212 319 42 42 Faks: 0212 319 42 70 İletişim: 444 44 55 www.besiktas.bel.tr 121 Telefon Arıza 122 Ankesör Arıza 126 Kablo TV Arıza 154 Alo Trafik Beşiktaş Belediye Başkanlığı (Eski Bina) Çırağan Cad. No: 77 Yıldız Mah. Tel: 0212 236 10 20 (10 Hat) Faks: 0212 259 16 83 Özel Kalem Müdürlüğü Tel: 0212 280 48 00 155 Polis İmdat 156 Jandarma İmdat 158 Alo Sahil Güvenlik Emlak ve İstimlak Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 54 Teftiş Kurulu Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 94 175 Alo Tüketici 177 Orman Yangın İhbarı 182 Ruhsal Bunalım Danışma İnsan Kaynakları ve Eğitim Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 96 Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 42 184 Sağlık Danışma 185 Su Arıza 186 Elektrik Arıza Temizlik İşleri Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 65 Arnavutköy Zabıta Karakolu Tel: 0212 265 12 66 Yazı İşleri Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 26 Levent Zabıta Karakolu Tel: 0212 269 53 08 Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 92 Gayrettepe Zabıta Karakolu Tel: 0212 272 37 89 Mali Hizmetler Müdürlüğü Tel: 0212 319 41 23 Hukuk İşleri Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 28 Sağlık İşleri Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 04 Destek Hizmetler Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 34 İmar ve Şehircilik Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 53 Zabıta Müdürlüğü Tel: 0212 260 60 05 Plan ve Proje Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 75 Beşiktaş Evlendirme Dairesi Nüzhetiye Cad. No: 68 Türkali Mah. Tel: 0212 260 64 97 Fen İşleri Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 63 Ortaköy Zabıta Karakolu Tel: 0212 260 54 53 Park ve Bahçeler Müdürlüğü Tel: 0212 319 42 64 Beşiktaş Çarşı Zabıta Karakolu Tel: 0212 258 16 73 187 Gaz Arıza 188 Cenaze Hizmetleri Dikilitaş Semt Evi Emirhan Cad. Dilek Sok. No:2 Beşiktaş Tel: 0212 2612926 Etiler Yaşam Evi Etiler Mah. Ahular Sok. No:19 Beşiktaş Tel: 0212 2634369 Ulus Yaşam Evi Nisbetiye Mah. Ilgın Sokak No: 3 Ulus-Beşiktaş Tel: 0212 269 81 98 Ulus Semt Evi Ulus Mah. Yol Sokak No: 2 Ulus-Beşiktaş Tel: 0212 2872715 Ortaköy Yaşam Evi Ambarlıdere Yolu Sk. No: 4 Ortaköy Tel: 0212 227 33 94 Gençlik Merkezi Sinanpaşa Mah. Hasfırın Cad. No: 3 Kat: 5 Beşiktaş Tel: 0212 259 06 73 Kız Öğrenci Konuk Evi Çitlenbik Sok. No: 29 Yıldız-Beşiktaş Tel: 0212 236 10 24-25 Erkek Konuk Evi Prof. Dr. Bülent Tarcan Sok. No: 25/A Gayrettepe-Beşiktaş Tel: 0212 274 07 30, 0212 274 00 87 RESM‹ DA‹RELER BEDAŞ Bedaş Genel Müdürlük Tel: 0212 347 74 10 Faks: 0212 347 75 03 Bedaş Beyoğlu İşletme Şefliği Tel: 0212 237 23 50 Faks: 0212 297 63 04 Harp Akademileri Komutanlığı Konaklar Mah. Org. İzzettin Aksalur Cad. Beşiktaş Tel: 0212 284 80 65 Beşiktaş Belediyesi Evlendirme Dairesi 92 B+ İLKBAHAR İstanbul Merkez Komutanlığı Mecidiye Mah. Palanga Cad. No: 62 Beşiktaş Tel: 0212 258 99 60 Faks: 0212 258 60 65 İlçe Emniyet Müdürlüğü Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 81 Beşiktaş Tel: 0212 327 50 01 Faks: 0212 260 99 99 2. Şube Emniyet Müdürlüğü Gayrettepe Mah. Prof. Dr. Bülent Tarcan Sok. No: 7 Beşiktaş Tel: 0212 214 40 18 Faks: 0212 214 45 00 3. Kolordu Komutanlığı Konaklar Mah. Org. İzzettin Aksalur Cad. No: 1 Beşiktaş Tel: 0212 285 06 46 Faks: 0212 285 03 23 Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü Gayrettepe Mah. Barbaros Bulvarı No: 137 Beşiktaş Tel: 0212 274 64 80 Beşiktaş Kadastro Müdürlüğü Cihannuma Mah.Yıldız Cad. No: 42 Beşiktaş Tel: 0212 261 33 97 Faks: 0212 236 34 98 Darphane Dikilitaş Mah. Yenidoğan Sok. No: 55 Beşiktaş Tel: 0212 275 09 50 Faks: 0212 274 90 94 Deniz Müzesi Komutanlığı Sinanpaşa Mah. Cezayir Cad. No: 2 Beşiktaş Tel: 0212 327 43 45 Faks: 0212 236 68 93 Devlet İstatistik Enstitüsü Bölge Müdürlüğü Cihannuma Mah. Barbaros Bulvarı No: 53 Beşiktaş Tel: 0212 258 92 96 Faks: 0212 258 36 76 Halk Eğitimi Merkezi Dikilitaş Mah. Leylak Sok. No:10 Beşiktaş Tel: 0212 260 31 30 Faks: 0212 236 91 02 İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Nisbetiye Mah. Okul Sok. No: 4 Beşiktaş Tel: 0212 325 50 01 Faks: 0212 325 91 20 İlçe Özel İdare Müdürlüğü Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş Tel: 0212 261 02 72 Faks: 0212 259 67 63 İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı Nisbetiye Cad. Başlık Sok. No:1 Beşiktaş Tel: 0212 269 15 41 Faks: 0212 269 15 41 Jandarma Bölge Komutanlığı Balmumcu Mah. Şakir Kesebir Cad. No: 1 Beşiktaş Tel: 0212 213 44 00 Kaymakamlık Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş Tel: 0212 327 33 10 Faks: 0212 327 33 11 Nüfus Müdürlüğü Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş Tel: 0212 259 84 44 Faks: 0212 327 33 15 Milli Saraylar Daire Başkanlığı Vişnezade Mah. Dolmabahçe Cad. No: 11 Beşiktaş Tel: 0212 236 90 00 Faks: 0212 259 32 92 Müftülük Sinanpaşa Mah. Beşiktaş Cad. No: 37 Beşiktaş Tel: 0212 261 00 84 Faks: 0212 260 33 10 Polis Eğitim Müdürlüğü Akat Mah. Selçuklar Sok. No: 24 Beşiktaş Tel: 0212 352 36 93 Faks: 0212 352 36 92 1. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü Cihannuma Mah. Yıldız Cad. No: 42 Beşiktaş Tel: 0212 261 73 90 Faks: 0212 258 32 51 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü Cihannuma Mah. Yıldız Cad. No: 42 Beşiktaş Tel: 0212 260 20 02 Faks: 0212 236 51 65 İGDAŞ Etiler Şefliği Tel: 0212 358 51 62 Faks: 0212 358 51 63 İGDAŞ Fulya İşletme Şefliği Tel: 0212 212 52 87 Faks: 0212 212 52 88 İSKİ Beşiktaş Şube Müdürlüğü Tel: 0212 285 94 19-20 İSKİ Müşteri Hizmetleri Tel: 0212 328 17 55 Faks: 0212 328 17 61 İSKİ Beşiktaş Şefliği Tel: 0212 328 17 58 Faks: 0212 328 17 59 İTFAİYE Tel: 0212 261 75 00 - 0212 261 75 01 0212 227 81 19 - 0212 227 14 79 0212 258 75 34 Faks: 0212 227 81 19 MUHTARLIKLAR TRT İstanbul Televizyonu Kuruçeşme Mah. Ahmet Adnan Saygun Cad. No: 83 Beşiktaş Tel: 0212 259 72 75 Faks: 0212 227 61 16 Abbasağa Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Yüksel Sağat Cihannuma Mah. Çömezler Sok. No: 1 Beşiktaş Tel: 0212 227 83 27 Faks: 0212 259 39 57 Türk Telekom Müdürlüğü Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 40 Beşiktaş Tel: 0212 288 24 00 Faks: 0212 212 42 42 Akat Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Murat Tayfun Kirmanlı Akat Mah. Haydar Aliyev Cad. No: 3 Beşiktaş Tel: 0212 351 21 69 Faks: 0212 351 12 84 Beşiktaş İlçe Afet Merkezi Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 83 Beşiktaş Tel: 0212 261 46 46 - 0212 327 33 13 Arnavutköy Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Sedef İrteş Arnavutköy Mah. Satış Meydanı Sok. No: 27 Beşiktaş Tel: 0212 265 67 95 Faks: 0212 265 67 95 POLİS MERKEZLERİ Arnavutköy Polis Merkezi 1.Cadde No: 52 Arnavutköy-Beşiktaş Tel: 0212 263 60 07 Beşiktaş Polis Merkezi Yıldız Parkı girişi Çırağan-Beşiktaş Tel: 0212 327 52 80 Etiler Şehit Naci Soydan Polis Merkezi Nisbetiye Caddesi Dilhayat Sok. No: 1 Etiler-Beşiktaş Tel: 0212 263 17 67 Levent Polis Merkezi Hacı Adil Caddesi No:1 Levent-Beşiktaş Tel: 0212 264 18 00 Faks: 0212 236 96 63 H‹ZMET B‹R‹MLER‹ İ.E.T.T. Beşiktaş 1. Hareket Amirliği Tel: 0212 268 35 38 İ.E.T.T. Beşiktaş Boğaz Hareket Amirliği Tel: 0212 259 56 30 İ.E.T.T. Beşiktaş İşletme Şefliği Tel: 0212 259 33 57 İ.E.T.T. Dereboyu Hareket Amirliği Tel: 0212 347 79 50 İ.E.T.T. 4. Levent Aktarma Merkez Amirliği Tel: 0212 268 35 38 İGDAŞ Genel Müdürlüğü Tel: 0212 626 46 46 Faks: 0212 626 46 86 İGDAŞ İstanbul Bölge Müdürlüğü Tel: 0212 534 37 73 Faks: 0212 534 44 10 Balmumcu Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Cüneyt Doğan Balmumcu Mah. Zincirlikuyu Sok. No: 21 Beşiktaş Tel: 0212 274 58 75 - 347 75 05 Faks: 0212 347 75 05 Bebek Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Aydın Onar Bebek Mah. Bebek Hamamı Sok. No: 8B Beşiktaş Tel: 0212 263 33 00 Faks: 0212 263 33 00 Cihannuma Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Ertan Kurtlutepe Cihannuma Mah. Mazharpaşa Sok. No: 15 D: 1 Beşiktaş Tel: 0212 258 79 61 Faks: 0212 259 99 62 Dikilitaş Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Abdullah Sızmaz Dikilitaş Mah. Cami Meydanı Sok. No: 12A Beşiktaş Tel: 0212 261 57 33 Faks: 0212 261 57 33 Etiler Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Seçil Eşki Etiler Mah. Ahular Sok. No: 19 Beşiktaş Tel: 0212 287 53 83 Faks: 0212 263 69 28 Cihannüma Kültür Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Dursun Gül Kültür Mah. Sekbanlar Sok. No: 88 Beşiktaş Tel: 0212 263 35 37 Faks: 0212 263 35 37 Levazım Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Ziya Uygur Levazım Mah. Koru Sok. No: 7 Beşiktaş Tel: 0212 288 93 21 Faks: 0212 288 93 21 Levent Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Muzaffer Türk Levent Mah. Gonca Sok. No: 12 Beşiktaş Tel: 0212 264 75 31 SAĞLIK KURULUŞLARI Dentistanbul Diş Hastanesi Abbasağa Mah. Yıldız Cad. No: 71 Beşiktaş Tel: 0212 327 40 20 Hattat Hastanesi Levent Mah. Yeni Sülün Sok. No: 13 Beşiktaş Tel: 0212 282 36 48 Mecidiye Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Cemal Şensöz Mecidiye Mah. Ambarlıdere Sok. No: 5 Beşiktaş Tel: 0212 261 73 30 Metropolitan Florence Nightingale Hastanesi Gayrettepe Mah. Cemil Arslan Güder Sok. No: 8 Beşiktaş Tel: 0212 283 34 00 Muradiye Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Cengiz Hacıömeroğlu Muradiye Mah. Muradiye Deresi Sok. No: 2 Beşiktaş Tel: 0212 260 41 25 Levent Semt Polikliniği Levent Mah. Binbir Çiçek Sok. No: 2 Beşiktaş Tel: 0212 268 35 45 Nisbetiye Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Hatice Ayşe Şirinler Nisbetiye Mah. Ahmet Adnan Saygun Cad. No: 30 Beşiktaş Tel: 0212 281 71 61 Şaban Gündeş Semt Polikliniği Kültür Mah. İETT Blokları Yolu No: 21 Beşiktaş Tel: 0212 257 01 16 Ortaköy Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Refik Namunlu Gürcü Kızı Sokak. No: 4 Beşiktaş Tel: 0212 261 65 21 Ege Polikliniği Nisbetiye Mah. Nisbetiye Cad. No: 26/16 Beşiktaş Tel: 0212 325 40 46 Sinanpaşa Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Zeki Bölükbaşı Sinanpaşa Mah. Hasfırın Cad. No: 5 BeşiktaşTel: 0212 258 75 74 Beşiktaş Polikliniği Sinanpaşa Mah. Şair Leyla Sok. No: 2 Beşiktaş Tel: 0212 261 00 81 Türkali Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Ahmet Bayraktar Türkali Mah. Ihlamurdere Cad. No: 136 Beşiktaş Tel: 0212 261 58 34 Sefa Polikliniği Muradiye Mah. Nüzhetiye Cad. No: 15/2 Beşiktaş Tel: 0212 227 24 97 Gayrettepe Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Necla Başar Gayrettepe Mah. Fahri Gizden Sok. No: 26 Beşiktaş Tel: 0212 288 20 16 Faks: 0212 288 20 16 Ulus Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Kadriye Gedik Ulus Mah. Öztopuz Cad. Yol Sok. No: 2 Beşiktaş Tel: 0212 287 27 15 Faks: 0212 263 42 12 Konaklar Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Aslı Akyüz Konaklar Mah. Faruk Nafiz Çamlıbel Sok. No: 1 Beşiktaş Tel: 0212 282 42 12 Faks: 0212 282 33 99 Vişnezade Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Reyhan Cinyusuf Vişnezade Mah. Şair Nedim Cad. No: 53 Beşiktaş Tel: 0212 261 15 94 Faks: 0212 258 24 23 Kuruçeşme Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Adnan Soysal, Kuruçeşme Mah. Kırbaç Sok. No: 40 Beşiktaş Tel: 0212 287 06 38 Faks: 0212 287 06 38 Yıldız Mahalle Muhtarlığı Muhtar: Şevki Yıldırım Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 17/1 Beşiktaş Tel: 0212 261 50 05 Transmed Polikliniği Levent Mah. Fulyalı Sok. No: 7 Beşiktaş Tel: 0212 281 10 94 Cosmed Polikliniği Levent Mah. Yeni Sülün Sok. No: 17 Beşiktaş Tel: 0212 283 91 81 Yaşasın Hayat Polikliniği Vişnezade Mah. Süleyman Seba Cad. No: 39 Beşiktaş Tel: 0212 236 73 00 Medis Polikliniği Konaklar Mah. Akasyalı Sok. No: 10 Beşiktaş Tel: 0212 269 66 66 Clinika Gayrettepe Polikliniği Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 34 Beşiktaş Tel: 0212 347 55 77 Micromed Polikliniği Levent Cad. Sümbül Sok. No: 34/A Levent Tel: 0212 280 10 87 Etiler Kardiyoloji Polikliniği Akat Mah. Nisbetiye Cad. No: 41/25 Beşiktaş Tel: 0212 352 52 51 Kranioplast Polikliniği Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 40: 7 Beşiktaş Tel: 0212 283 92 92 Refresh Polikliniği Levent Mah. Krizantem Sok. No: 19 Beşiktaş Tel: 0212 324 74 54 Tunç Polikliniği Kültür Mah. Esra Sok. No: 2A D: 3 Beşiktaş Tel: 0212 287 01 00 Güzel Günler Polikliniği Levent Mah. Güllü Sok. No: 4 Beşiktaş Tel: 0212 278 27 71 Beşiktaş Dikilitaş Sağlık Ocağı Dikilitaş Mah. Bestekâr Aralığı Sok. No: 4 Beşiktaş Tel: 0212 327 17 89 Beşiktaş Sağlık Grup Başkanlığı Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş Tel: 0212 327 17 86 Beşiktaş Verem Savaş Dispanseri Sinanpaşa Mah. Sinanpaşa Köprüsü Sok. No: 13 Beşiktaş Tel: 0212 327 79 86 Faks: 0212 327 79 86 Merkez Sağlık Ocağı Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş Tel: 0212 327 33 14 Faks: 0212 327 33 14 Ana Çocuk Sağlığı Dispanseri Mecidiye Mah. Müverrih Saadettin Sok. No: 20 Beşiktaş Tel: 0212 261 44 00 SSK Dispanseri Cihannuma Mah. Bostancı Veli Sok. No: 3 Beşiktaş Tel: 0212 227 04 41 Sait Çiftçi Kamu Sağlığı Merkezi Dikilitaş Mah. Barbaros Bulvarı No: 109 Beşiktaş Tel: 0212 236 77 62 B+ İLKBAHAR 93 24 saat NeoLife Tıp Merkezi Nisbetiye Mahallesi Yücel Sok. No: 6 1. Levent Tel: 0212 385 31 00 Ortaköy Tıp Merkezi Balmumcu Mah. Varnalı Sok. No: 3 Beşiktaş Tel: 0212 347 11 30 Ortaköy Beltaş Sağlık Ocağı Mecidiye Mah. Müverrih Saadettin Sok. No: 20 Beşiktaş Tel: 0212 259 56 18 Otim Med Diyaliz Merkezi Dikilitaş Mah. Yeşilçimen Sok. No: 9 Beşiktaş Tel: 0212 327 87 47 Levent Sağlık Ocağı Nisbetiye Mah. Yücel Sok. No: 15 Beşiktaş Tel: 0212 279 58 26 Karanfilköy Sağlık Ocağı Akat Mah. Zeytinoğlu Cad. No: 121 Beşiktaş Tel: 0212 351 25 53 Baykent Tıp Merkezi Nisbetiye Mah. Aydın Sok. No: 8 Beşiktaş Tel: 0212 284 00 90 Boğaziçi Tıp Merkezi Dikilitaş Mah. Yenidoğan Sok. No: 7 Beşiktaş Tel: 0212 227 00 00 Çebi Tıp Merkezi Ortaköy Mah. Dereboyu Cad. No: 58 Beşiktaş Tel: 0212 227 55 55 Renmed Diyaliz Merkezi Levent Mah. Begonya Sok. No: 10 Beşiktaş Tel: 0212 269 47 31 K.S.V. Onkoloji Merkezi Nisbetiye Mah. Yücel Sok. No: 6-8 Beşiktaş Tel: 0212 278 83 41 Cosmed Estetik ve Plastik Cerrahi Merkezi Levent Mah. Yeni Sülün Sok. No: 17 Beşiktaş Tel: 0212 283 91 81 Levent Genel Cerrahi Merkezi Levent Mah. Yasemin Sok. No: 2/1 Beşiktaş Tel: 0212 324 01 50 İstanbul Anestezi Merkezi Levent Mah. Çamlık Cad. No: 31 Beşiktaş Tel: 0212 324 01 48 Ota Tıp Merkezi Sinanpaşa Mah. Beşiktaş Cad. No: 23 Beşiktaş Tel: 0212 227 84 50 İstanbul Ortopedi Merkezi Levent Mah. Çilekli Cad. No: 32 Beşiktaş Tel: 0212 324 03 24 Jinemed Tıp Merkezi Muradiye Mah. Deryadil Sok. No: 1 Beşiktaş Tel: 0212 283 92 70 Onep Estetik ve Plastik Cerrahi Merkezi Levent Mah. Manolyalı Sok. No: 15 Beşiktaş Tel: 0212 283 92 70 Dikilitaş Tıp Merkezi Dikilitaş Mah. Karakol Çıkmazı Sok. No: 1A Beşiktaş Tel: 0212 327 19 12 Novita Cerrahi Merkezi Levent Mah. Manolyalı Sok. No: 5 Beşiktaş Tel: 0212 284 97 03 Acıbadem Etiler Tıp Merkezi Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 40/8 Beşiktaş Tel: 0212 283 03 33 International Etiler Tıp Merkezi Levent Mah. Nisbetiye Cad. No: 19 Beşiktaş Tel: 0212 280 40 30 Özel Acıbadem Göz Sağlığı Merkezi Etiler Mah. Yıldız Çiçeği Sok. No: 7 Beşiktaş Tel: 0212 284 90 90 Özel Aileden Biri Evde Bakım Hizmetleri Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 8 2 Blok D: 24 Beşiktaş Tel: 0212 347 26 70 Akaretler Mustafa Kemal Müzesi Özel Dünya Göz Sağlığı Merkezi Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 38/7-9-10 Beşiktaş Tel: 0212 324 73 73 Ortaköy Princess Hotel Ortaköy Mah. Dereboyu Cad. No: 10 Beşiktaş Tel: 0212 227 60 10 , Faks: 0212 260 21 48 Sevgi Kadın Sağlığı Merkezi Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 38/11 Beşiktaş Tel: 0212 324 99 99 Parksa Hilton Vişnezade Mah. Bayıldım Cad. No: 12 Beşiktaş Tel: 0212 310 12 00 Faks: 0212 227 91 85 Özel Gastro Med Merkezi Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 38 Kat: 2 Beşiktaş Tel: 0212 324 73 73 Fertijin Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Mrk. Bebek Mah. Bebek Dağı Sok. No: 99 Beşiktaş Tel: 0212 287 57 75 Natal Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi Nisbetiye Cad. Erdölen İş Merkezi No: 38 / 13 Etiler-Beşiktaş Tel: 0212 324 30 10 Jinepol Kadın Sağlığı Kliniği Aytar Cad. Başlık Sok 1/B Levent Tel: 0212 264 18 28 Faks: 0212 264 18 80 OTELLER Bebek Oteli Bebek Mah. Cevdetpaşa Cad. No: 34 Beşiktaş Tel: 0212 358 20 00 Faks: 0212 263 26 36 Conrad International Yıldız Mah. Yıldız Cad. No: 79 Beşiktaş Tel: 0212 227 30 00 Faks: 0212 259 66 67 Çırağan Palace Kempinski Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 32 Beşiktaş Tel: 0212 258 33 77 Faks: 0212 259 66 87 Dedeman Otel Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 50 Beşiktaş Tel: 0212 227 42 63 Faks: 0212 275 11 00 Bebek İskelesi 94 B+ İLKBAHAR La Maison Hotel Yıldız Mah. Müvezzi Cad. No: 43 Beşiktaş Tel: 0212 227 42 63 Faks: 0212 227 42 78 Radisson Sas Bosphorus Hotel Yıldız Mah. Ortaköy Salhanesi Sok. No: 9 Beşiktaş Tel: 0212 260 57 57 Faks: 0212 257 65 55 Sürmeli Hotel Gayrettepe Mah. Prof. Dr. Bülent Tarcan Sok. No: 3 Beşiktaş Tel: 0212 272 11 60 Faks: 0212 272 75 32 The Plaza Otel Gayrettepe Mah. Barbaros Bulvarı No: 165 Beşiktaş Tel: 0212 274 13 13 Faks: 0212 273 15 90 Hotel Les Ottomans Kuruçeşme Mah. Muallim Naci Cad. No: 68 Beşiktaş Tel: 0212 359 15 00 Faks: 0212 359 15 40 Swissôtel The Bosphorus, Istanbul Bayıldım Caddesi No: 2 Maçka-Beşiktaş Tel: 0212 326 11 00 , Faks: 0212 326 11 22 W Hotel Süleyman Seba Cad. No: 22 Beşiktaş Tel: 0212 381 21 21 , Faks: 0212 381 21 81 SİNEMALAR Akmerkez AFM Kültür Mah. Nisbetiye Cad. No: 56 Beşiktaş Tel: 0212 282 05 05 Peugeot Cine City (Alkent Sitesi) Akat Mah. Tepecik Yolu Kaktüs Sok. No: 3 Beşiktaş Tel: 0212 352 16 66 Mayadrom AFM Akat Mah. Orkide Sok. No: 1 Beşiktaş Tel: 0212 352 23 51 Ortaköy Feriye Sinemaları Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 42 Beşiktaş Tel: 0212 236 28 64 Levent Kültür Merkezi Onat Kutlar Sinema Salonu Levent Mah. Çalıkuşu Sok. No: 2-4 Beşiktaş Tel: 0212 325 73 71 KÜLTÜR MERKEZLERİ Akatlar Kültür Merkezi Melih Cevdet Anday Sahnesi Akat Mah. Zeytinoğlu Cad. No: 16 Beşiktaş Tel: 0212 351 93 82-84 Mustafa Kemal Merkezi Attila İlhan Sahnesi Akat Mah. Uğur Mumcu Cad. No: 8 Beşiktaş Tel: 0212 351 24 56 Levent Kültür Merkezi Onat Kutlar Sinema Salonu Levent Mah. Çalıkuşu Sok. No: 2-4 Beşiktaş Tel: 0212 325 73 71 Ortaköy Kültür Merkezi Afife Jale Sahnesi Ortaköy Mah. Ortaköy Dere Çıkmazı No: 1 Beşiktaş Tel: 0212 236 10 27 Beşiktaş Kültür Merkezi Sinanpaşa Mah. Hasfırın Cad. No: 7 Beşiktaş Tel: 0212 227 54 92 - 0212 236 18 18 MÜZELER Aşiyan Müzesi Bebek Mah. Aşiyan Yolu No: 15 Beşiktaş Tel: 0212 263 69 86 Deniz Müzesi Sinanpaşa Mah. Cezayir Cad. No: 2 Beşiktaş Tel: 0212 327 43 45 Mimar Sinan Üniversitesi Resim Heykel Müzesi Vişnezade Mah. Dolmabahçe Cad. No: 4 Beşiktaş Tel: 0212 261 42 98 Şehir Müzesi Yıldız Mah. Serencebey Yokuşu Yıldız Sarayı Beşiktaş Tel: 0212 258 53 44 Yıldız Sarayı Müzesi Yıldız Mah. Serencebey Yokuşu Beşiktaş Tel: 0212 258 30 80 ÜNİVERSİTELER Conrad Taksi Tel: 0212 260 55 40 Çırağan Taksi Tel: 0212 227 72 66 •Akatlar Mahallesi Karanfil Taksi Tel: 0212 651 97 68 Akatlar Taksi Tel: 0212 351 65 25 Bahçeşehir Üniversitesi Yıldız Mah. Osmanpaşa Mektebi Sok. No: 4-6 Beşiktaş Tel: 0212 236 54 90 Boğaziçi Üniversitesi Bebek Mah. Şehitlik Dergâhı Sok. No: 2 Beşiktaş Bebek Mah. Cevdetpaşa Cad. No: 115 Beşiktaş Tel: 0212 359 54 00 Galatasaray Üniversitesi Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 36 Beşiktaş Tel: 0212 227 44 80 İstanbul Teknik Üniversitesi Vişnezade Mah. Süleyman Seba Cad. No: 90 Beşiktaş Tel: 0212 293 13 00 Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Yıldız Mah. Çiğdem Sok. No: 1 Beşiktaş Tel: 0212 236 69 35 Yıldız Teknik Üniversitesi Yıldız Mah. Hamam Sok. No: 2 Beşiktaş Tel: 0212 259 70 70 TAKSİ DURAKLARI Site Taksi Tel: 0212 268 42 85 Mayadrom Taksi Tel: 0212 325 81 69 MKM Taksi Tel: 0212 352 02 41 - 61 •Arnavutköy Mahallesi İskele Taksi Tel: 0212 265 94 33 Sizin Taksi Tel: 0212 263 38 50 Hareket Sitesi Parkı •Dikilitaş Mahallesi Güven Taksi Tel: 0212 261 65 27 Konaklar Taksi Tel: 0212 281 56 19 Köşk Taksi Tel: 0212 264 44 23 •Ortaköy Mahallesi Öz Ortaköy Taksi Tel: 0212 260 06 95 Aile Taksi Tel: 0212 261 48 55 Dikilitaş Merkez Taksi Tel: 0212 261 56 26 •Kuruçeşme Mahallesi Emirhan Taksi Tel: 0212 260 75 35 Çeşme Taksi Tel: 0212 265 88 22 Dikilitaş Taksi Tel: 0212 258 05 41 Park Taksi Tel: 0212 287 61 56 Öner Taksi Tel: 0212 211 66 63 Sahil Taksi Tel: 0212 265 88 22 •Bebek Mahallesi Çınar Taksi Tel: 0212 265 22 37 Koza Taksi Tel: 0212 267 17 00 •Kültür Mahallesi Öz Ulus Taksi Tel: 0212 263 05 06 Bulut Taksi Tel: 0212 265 77 11 Ulus Taksi Tel: 0212 263 69 46 İskele Taksi Tel: 0212 263 72 45 Bahar Taksi Tel: 0212 351 19 03 •Levazım Mahallesi 2. Ulus Turizm Taksi Tel: 0212 264 70 79 Kültür Taksi Tel: 0212 265 94 33 Bebek Taksi Tel: 0212 263 72 45 •Balmumcu Mahallesi Merkez Taksi Tel: 0212 263 72 45 •Etiler Mahallesi •Ulus Mahallesi Merkez Taksi Tel: 0212 269 59 81 Ulus Vadi Taksi Tel: 0212 287 69 19 •Abbasağa Mahallesi Yıldız Taksi Tel: 0212 260 06 06 Bizim Taksi Tel: 0212 263 53 15 Levazım Taksi Tel: 0212 267 17 29 Turizm Taksi Tel: 0212 264 70 91 •Levent Mahallesi Doğan Taksi Tel: 0212 265 32 71 Günaydın Taksi Tel: 0212 265 32 17 Özen Taksi Tel: 0212 287 04 02 •Vişnezade Mahallesi Sevgi Taksi Tel: 0212 282 43 77 Basın Taksi Tel: 0212 264 69 89 Levent Taksi Tel: 0212 264 16 17 •Gayrettepe Mahallesi Esentepe Taksi Tel: 0212 266 23 80 İdil Taksi Tel: 0212 266 05 30 Cihan Taksi Tel: 0212 272 03 07 Esen Taksi Tel: 0212 272 29 07 Levent Merkez Taksi Tel: 0212 264 19 64 Uygun Taksi Tel: 0212 269 22 65 Birlik Taksi Tel : 0212 269 01 87 Birlik Taksi Tel: 0212 269 01 87 •Konak Mahallesi Oyak Site Taksi Tel: 0212 264 16 58 Yeni Levent Taksi Tel: 0212 268 12 10 Etiler Mahallesi Muhtarlığı Valide Çeşme Taksi Tel: 0212 260 36 24 Merkez Taksi Tel: 0212 327 33 60 Site Taksi Tel: 0212 268 42 85 •Nisbetiye Mahallesi Öz Ulaş Taksi Tel: 0212 266 18 17 Öz Valide Çeşme Taksi Tel: 0212 259 41 52 Nisbetiye Taksi Tel: 0212 264 22 31 Öz Turizm Taksi Tel: 0212 269 90 99 İSKELELER Arnavutköy İskelesi Arnavutköy Mah. Bebek-Arnavutköy Cad. Beşiktaş Tel: 0212 263 56 25 Bebek İskelesi Bebek Mah. Cevdetpaşa Cad. Beşiktaş Tel: 0212 263 60 23 Beşiktaş İskelesi Sinanpaşa Mah. Cezayir Cad. Beşiktaş Tel: 0212 261 96 15 Ortaköy İskelesi Mecidiye Mah. Vapur İskelesi Sok. Beşiktaş Tel: 0212 227 88 19 4. Levent Merkez Taksi Tel: 0212 264 19 64 B+ İLKBAHAR 95
Similar documents
Ş u satırlar yazıldığı ve herkes hak
yabancı tarafından kaleme alın mış olması Muhalifleri zerrece ra hatsız etmedi. İşte, diyorlardı, Amerikalılar bile aleyhte!. Sanki mesele, fikirlerin mahiyeti değil, lehte v e y a aleyhte olmasıy...
More informationİndir - Güzel Sanatlar Fakültesi
Fırtına, birçok Shakespeare oyunu gibi çok değişik biçimlerde okunabilir, okunmuştur da… Çağdaşlarının bir güldürü olarak değerlendirdiği oyun, 19. Yüzyıl ortalarına kadar bir saray (peri) masalı o...
More informationİndirmek için tıklayınız.
Fotoğrafları albümleri, Atatürk’ü ve çağdaşlık anlayışını fotoğraf kareleri aracılığıyla anlatıyor… İnsanın ‘neşe dolduğu’ Nisan ayı, belki de müjdelediği yeni bir bahar ve güzel duygular nedeniyle...
More informationBu PDF dosyasını indir
sürecinde gerçekleştirdiği önemli bir atılımdır. Yazı yazmayı öğrenmeden binlerce yıl önce konuşmayı öğrenen insanlar, o günlerde duygu, düşünce ve inançlarını belleklerinde saklamakta ve bunları ...
More information