Marina Dergi 2014 Mart-Nisan
Transcription
Marina Dergi 2014 Mart-Nisan
The Marmara Bayk Kış Trofesi’nde Yeni Bir Mücadele Başladı Portre Tuncel KURTİZ A New Tackle Started at The Marmara Bayk Winter Trophy Portrait Tuncel KURTİZ Erdal ALANTAR Renklerin Ölümsüz Dünyasında At The World Of Immortal Colors Yaşam Enerjiniz Size Yetiyor Mu? Denizin Tatlı Cadıları Is Your Life Energy Sufficient Enough? Sweet Wiches Of The Sea Türkiye’nin Canları Yeniden Koruma Altında Çetin Bilge AKINCI Turkey’s Lives Under Protection Again Fuarın Göz Kamaştıran Tekneleri The Dazzling Boats of The Expo Çökertme Ali DİZDAR Sulak Alanlarımız ve Gölköy Our Wet Lands And Gölköy Değerli Dostlarımız, Ülkemizin en önemli kış yelken yarışlarından biri olan THE MARMARA BAYK KIŞ TROFESİ’nin heyecanlı yarışlarının devam ettiği şu günlerde, yelken sporunu tutkuya dönüştürmüş yelkencilerimize keyif vermenin mutluluğu içindeyiz. Sezon boyunca devam edecek olan yarışların Bodrum’un kış turizmine getireceği hareketlilik de, Milta Bodrum Marina olarak hepimizi heyecanlandırıyor. Sene boyunca canlılığını hiç yitirmeyen Milta Bodrum Marina, aynı zamanda, denizcilerimize hep daha iyiyi sunmayı hedefliyor. Bunun için planladığı bazı yenilikleri, şevkle çalışarak, hayata geçirmeye başladı bile. Marina çarşısını ziyaret eden misafirlerimizin hava şartlarından olumsuz etkilenmeden, kaliteli zaman geçirmelerini sağlamak adına, çarşı üstü yelken brandası ile kapatıldı. Bununla birlikte, denizcilerimizin konforunu yükseltmek adına, marina çarşısı ve marina içerisindeki duş ve tuvaletler tamamen yenilendi. Biz, hiç eksilmeyen enerjimiz ve yeni planlarımızla yeni döneme hazırlanırken, siz deniz tutkunu dostlarımıza keyifle geçireceğiniz bir sezon diliyoruz. Dergimizin 20. sayısında da keyifle okuyacağınızı ve deniz tutkunlarının işine yarayacağını düşündüğümüz konulara yer verdik. Büyük bir ilgiyle yayınımızı takip eden okurlarımıza teşekkür ederiz. Dear Friends, While our country’s most important and exciting sailing race THE MARMARA BAYK WINTER TROPHY is continuing, we are so happy to give our passionate sailors exhilarate. The races will go on all season long and as Milta Bodrum Marina we are happy to contribute Bodrum’s winter’s tourism. Milta Bodrum Marina is a marina which liveliness carries on all year, and our main target is to serve our sailors as best as we could. For that reason some of our new projects came to life. We cover our marina’s shopping centre with sailor’s hammock for our guests, not to interrupt their quality time by the bad weather conditions. The other thing is, to improve our sailors comfort; our team renovated all the toilets in the shopping center and in the marina. While we are getting ready to a new period with energy and new plans, as Bodrum Milta Marina we all wish our sea enthusiasts a season which they can enjoy the most. On the 20th issue of our magazine we prepared articles and useful tips for our sailors which we believe that sea enthusiasts will enjoy. We all thank for our magazine’s loyal followers. GEZİ / TRAVEL The Pastoral Symphony-The Bafa Lake GEZİ / TRAVEL Dileğiniz, doğayla baş başa dingin birkaç gün geçirmekse eğer, çok uzağa gitmenize gerek yok… Bir zamanlar yanlış uygulamalar ve çevresel etkiler nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan doğa harikası Bafa Gölü, son yıllarda yeniden turizmin ve seyyah ruhlu ziyaretçilerin göz bebeği olmaya başladı. Bafa, yalnızca doğası ile değil zengin tarihi ve olağanüstü efsanelere tanıklık eden coğrafyasıyla da benzersiz bir belde… Bir zamanlar Ege Denizi’nin bir koyu iken, jeomorfolojik etkenler neticesinde bir alüvyon gölüne dönüşen Bafa’nın ana su kaynağı; Büyük Menderes nehri taşkınları ile dağlardan gelen sular… Ilgınlar, zeytin ve çam ağaçları ve orman dokusuna sahip göl çevresi, aynı zamanda nesli tehlike altında olan 300 bin kuş türünün de üreme ve kışlama ortamı… Bu anlamda kuş gözlemcilerinin vazgeçemediği mekânlardan biri Bafa Gölü… Tepeli pelikan, cüce karabatak ve deniz kartalının kışlak alanı Bafa, su bitkileri ve balık türleri açısından da çok zengin… Gölün çevresinde yaklaşık 500 farklı bitki türü yetişiyor. Ayrıca Bafa Gölü ve çevresi Türkiye’nin en önemli orkide alanlarından biri olarak da biliniyor. 400–500 Tırmanma Rotası Olan Bafa, Kaya Tırmanışının Zor Ve Teknik Olması Nedeniyle, Üniversiteli Dağcılık Kulüplerinin Gözde Mekânları Arasında Yer Alıyor. EFSANELER SİZE EŞLİK EDECEK Kapıkırı (Herakleia) özellikle kış aylarında büyülü bir yerdir. Tıpkı kuzey ışıkları gibi, burada da görüntü sürekli farklılaşırken sizi bambaşka bir âleme götürür. Bir yandan doğanın en saf ve bakir halini görür, diğer taraftan gizemli yaşanmışlıkların kalıntıları arasında keşfe dalarsınız. LEGENDS WILL ACCOMPANY YOU Kapıkırı is a mystical place especially during the winter. Just like the northern lights, the view keep changes taking you to another world. While you experience the pureness of the nature here, you also discover the remains of the mysterious true life once this place witnessed. Due to the rock climbing being difficult and a bit technical, Bafa, with its 400 or 500 climbing routes, has been an indispensable district for climbing clubs of universities. Wish to spend a couple of days at the heart of the nature? You don’t have to go somewhere far. The Bafa Lake, once in danger of becoming extinct due to environmental effects, is now a natural wonder that many travelers regard as their favorite place to visit. The lake is a unique district with its natural beauties. It has also been a theme to extraordinary legends throughout history with its geographical specialty. Once a bay in the Aegean Sea, the Bafa Lake turned into a silt lake by geomorphologic effects. The main source is the water coming from the mountains and causing the Menderes River to over flow into this lake. The Bafa Lake is surrounded by a forest of olive trees, palm trees, and tamarisks… It is also a fauna for 300 thousand species of endangered birds. Therefore, the Bafa Lake is an indispensable location for bird watchers… It is a shelter place in winter for species such as Dalmatian pelican, pygmy cormorant and sea eagle. It is also rich in various water plants and fish. About 500 different kinds of plants grow around the lake. Last but not least, the Bafa Lake and its surroundings are known as the most important areas of orchids in Turkey. GEZİ / TRAVEL GEZİ / TRAVEL Manastır’a, Gölköy’den çıkıp, irili ufaklı taşların arasından adeta bir keçi gibi tırmanmayı göze alarak ulaşabiliyorsunuz. Yediler Manastırı, Latmos’daki en eski kalıntılardan biri olarak biliniyor. Manastır yakınlarındaki bir kaya oyuğunda, Hz. İsa’nın doğumundan ölümüne kadar yaşanan bir hikâyeyi anlatan freskleri görebilirsiniz. Ayrıca Athena Tapınağı, Agora, Konsey Binası, Hamam, Tiyatro ve Nymphaion da Herakleia Kenti kalıntıları içinde yer alıyor. TREKKİNG TUTKUNLARININ DURAĞI Bafa’daki tırmanma parkurları, trekking tutkunları için de bulunmaz bir güzergah… 400–500 tırmanma rotası olan Bafa, kaya tırmanışının zor ve teknik olması nedeniyle, üniversiteli dağcılık kulüplerinin gözde mekânları arasında yer alıyor. Gençlerin, Bafa’yı özellikle kış aylarında tercih etmesinin nedenlerinden biri de bölgenin değişken iklimi… Macera arayanlar için birebir! Üstelik adımınızı attığınız her noktada yatan tarih zenginliği de cabası!.. Bafa’ya gelenler, gölde gün batımını izlemeden ayrılamazlar… İşte tam da bunun için 2013 yılının Temmuz ayında buraya güzel bir seyir terası yapıldı. Bu rengârenk doğa fotoğraf tutkunları ve kampçılar için de eşi bulunmaz bir nimet. Velhasıl, kentlerin hengâmesinden ve hızından uzaklaşmak isteyenler için Bafa’da yapılacak pek çok şey var… EFSANELER SİZE EŞLİK EDECEK THE LEGENDS WILL ACCOMPANY YOU Bafa’nın eşsiz coğrafyasını dolaşırken, efsaneler de size eşlik edecektir. Bunlardan en bilineni Çoban Endimon ve onun Ay Tanrıçası Selene’ye olan aşkıdır. Birçok sevgilisinin yanı sıra, Zeus’la da beraber olan Ay Tanrıçası Selene ile çoban Endimon’un aşkı öyle güçlüdür ki, Zeus bile bu sevgiden etkilenir. Selene, tutkunu olduğu Endimon için, Tanrıların Tanrısı Zeus’tan, “kendi kaderini tayin etme” hakkı ister. Zeus Selene’nin bu dileğini kabul eder ve Endimon’a dileğini sorduğunda çoban, “Ölümsüz bir uyku” diler… O gün bu gündür Beşparmak Dağlarının dorukları, ay ışığında kar yağmış gibi parıldar. Dikkatli dinleyenler Endimon’un kavalının sesini bile duyar… Kapıkırı Köyü ve Antik Heraklia kenti, işte bu dağların göle kıyısında yer alır. Kapıkırı (Herakleia) özellikle kış aylarında büyülü bir yerdir. Tıpkı kuzey ışıkları gibi, burada da görüntü sürekli farklılaşırken sizi bambaşka bir âleme götürür. Bir yandan doğanın en saf ve bakir halini görür, diğer taraftan gizemli yaşanmışlıkların kalıntıları arasında keşfe dalarsınız. Tarihi 2000 yıl öncesine uzanan Bafa Yöresi, antik felsefenin öncülerinden ünlü filozof Heraklit’in de memleketi olarak bilinir. Bafa Gölü’nde, üç küçük adanın üstünde kilise, manastır kalıntıları da dikkatinizi çekecektir. Bunlardan en eskisi “Yediler Manastırı” yani Kellibaron’dur. Whilst having a stroll around the Bafa Lake, the legends will accompany you. The most famous one of these legends is the love between Endimon the Shepherd and Selene the Moon Goddess. The love between Selene, who has a lot of lovers including Zeus, and Endimon is so deep that even Zeus is impressed by this love. Since Selene was so deeply in love with Endymion she asked Zeus to allow him to decide his own fate. Zeus granted Selene’s request, and asked his wish. Endymion chose never to grow old and to sleep eternally. Since then, the summit of Beşparmak Mountains has been glitter in moonlight as if it has snowed and if you listen carefully, you can hear Endimon playing his flute. Kapıkırı Village and the town of ancient Herakleia lie on the skirts of this mountain near the lake. Kapıkırı is a mystical place especially during the winter. Just like the northern lights, the view keep changes taking you to another world. While you experience the pureness of the nature here, you also discover the remains of the mysterious true life once this place witnessed. The Bafa District, whose history goes back to 2000 years ago, is known to be the hometown of the early Greek philosopher Heraclitus. You will notice the remains of a church and a monastery on the three small islands in the Bafa Lake. The oldest of these is the “Yediler Monastery”, that is, Kellibaron. After you leave Gölköy, you can reach this monastery by climbing a path just like a goat if you can. The Yediler Monastery is known to be the oldest ruins in Latmus. In a cave near the monastery, you can see frescos telling a story starting with Christ’s birth and ending with his death. Moreover, the Athena Temple, an Agora, a Council Hall, a Bath, a Theatre and a Nymphaion – a monument are also present among the ruins in the town of Herakleia. THE STOP FOR TREKKING ENTHUSIASTS The climbing courses in Bafa are unique routes for the enthusiasts of trekking. Due to the rock climbing being difficult and a bit technical, Bafa, with its 400 or 500 climbing routes, has been an indispensable district for climbing clubs of universities. One of the reasons why young people prefer to come to Bafa especially in winter is the unpredictable weather, which is great for adventure seekers. Not to mention the richness of history under your feet! Those who come to Bafa can’t leave the place before they watch the sunset. That’s why a terrace was built here in July 2013. The colorful nature is a unique gift for photographers and campers. In short, for those who would like to get away from the hubbub of the city, there is a lot to do in Bafa. NASIL GİDİLİR? / HOW TO GO? Bu sessiz güzellik, Bodrum’dan sadece 40 dakikalık uzaklıkta. Bafa Gölü Tabiat Parkı’na gitmek için öncelikle Bafa Kasabası’na uğramalısınız. Bodrum-Milas Karayolu’ndan işleyen herhangi bir toplu taşıma aracı da sizi bu kasabaya rahatlıkla götürebilir. Bafa’ya en yakın havalimanı Bodrum. This silent beauty is only 40 minutes away from Bodrum. In order to go to the Bafa Lake National Park, you must stop by the town of Bafa. You can take a public bus from Bodrum – Milas motorway to go to this town. The nearest airport to Bafa is in Bodrum. GEZİ / TRAVEL GEZİ / TRAVEL Those who come to Bafa can’t leave the place before they watch the sunset. That’s why a terrace was built here in July 2013. The colorful nature is a unique gift for photographers and campers. If you hav stopped in Bafa, don’t miss the delicious breakfast! Ekim Sonunda Bafa’ya Yolunuz Düşerse, Kızlar Bayramı’nı Kaçırmayın If you get to Bafa by any chance at the end of October, don’t miss The Girl’s Feast! KIZLAR BAYRAMI Bafa’da birkaç yıl önce, eski mi eski bir gelenek daha canlandırıldı; Kızlar Bayramı!.. Şayet Ekim sonunda yolunuz Bafa Gölü’ne düşerse, davullu zurnalı yürüyüşlere, renkli folklorik gösterilere ve hatta bir de güzellik yarışmasına tanıklık edebilirsiniz!.. Yol ortasında çelik çomak, yakar top ve seksek oynayan şalvarlı kızların festival tadında eğlencesine eşlik edebilir, gençlerin coşkusuna ortak olabilirsiniz. NEREDE KALINIR? Bafa’da trekking tutkunlarının kalabileceği çok sayıda temiz ve şirin pansiyon bulunuyor. Bu aile işletmelerinin sunduğu olanaklar sizi şaşırtabilir!.. Şirin odalar, iştah açıcı ikramlar ve hatta Türk hamamı konforu da sizi bekliyor !.. Selene’s, Agora, Haus Yasemin, Pelikan ve Kaya Pansiyon mütevazı konaklamalar için birebir. Club Natura Oliva ise konforuna biraz daha düşkün olanlar için… GIRLS’ FEAST A few years ago, an old tradition was brought back to life: Girls’ Feast! If you get to Bafa by any chance at the end of October, you can witness a parade of musicians, country dancers and even a beauty contest! You can accompany the girls playing traditional children’s games in the middle of the road or share the enthusiasm of the young. WHERE TO STAY? There are a lot of decent and nice hostels to stay in Bafa. The facilities of these family businesses provide may surprise you. Pretty rooms, appetizing treats and even a Turkish bath comfort will be waiting for you. For modest accommodation Selene’s, Agora, Haus Yasemin, Pelikan or Kaya Pansiyon is the best. For those who prefer a more comfortable stay Club Natura Oliva is recommended. Bafa’ya gelenler, gölde gün batımını izlemeden ayrılamazlar… İşte tam da bunun için 2013 yılının Temmuz ayında buraya güzel bir seyir terası yapıldı. Bu rengârenk doğa, fotoğraf tutkunları ve kampçılar için de eşi bulunmaz bir nimet. Bafa’ya yolunuz düştüyse leziz bir kahvaltıyı da es geçmeyin! NE YENİR, NE İÇİLİR? Bafa Gölü kıyısındaki Herakleia nam-ı diğer Kapıkırı’ya gelmeden hemen önce bir balık ziyafeti çekmezseniz eksik kalırsınız. Size kiremitte kefal yemenizi öneriyoruz. Sabah saatlerinde buralara yolunuz düştüyse mis gibi kekik kokulu zeytinyağı, taze peynir ve sıkma portakal suyuyla leziz bir kahvaltıyı es geçmeyin… Zeytinyağı burada yerel atölyelerde üretiliyor. Balıkta ise kefalin yanı sıra yılan balığı ve levrek öneririz. Göl Restaurant, Çeri’nin Yeri ve Heraklia Restaurant en bilinen lezzet durakları arasında… WHAT TO EAT AND DRINK? You will miss a lot if you don’t treat yourself to a fish feast just before arriving in Herakleia – in other words Kapıkırı. We recommend you to eat mullet, grilled in brick tiles. If you have stopped by in the morning hours, don’t miss the breakfast: olive oil with thyme, fresh cheese and orange juice… Olive oil is produced in local workshops there. We also recommend you to try sea bass or eel. Göl Restaurant, Çeri’nin Yeri and Heraklia Restaurant are among the most popular restaurants. YAŞAM / LIFE Homeopati Tıp, asırlar boyunca iki sözcüğün egemenliği konusunda tereddüde düşmüştür: Hastalık mı var? Yoksa hasta mı? Hastalığı mı tedavi etmek gerek, yoksa hastayı mı? Tıbbın babası sayılan Hipokrat –ki kendisi İstanköylü olması dolayısıyla yakınımız olur- Benzerlikler Kanunu ile çıkmış işin içinden… Yani “Benzerin benzerle tedavisi esastır” demiş! İşte bugün Avrupa’da ve ABD’de milyonlarca kişinin deneyimlediği Homeopati, Hipokrat’ın bu felsefesinden yola çıkmış bir tedavi yöntemi… Homeopathy Medicine has suspected the dominance of these two words for ages: Is there “illness” or is there a “patient”? Should the illness or the patient be treated? The father of Medicine, Hippocrates – he is a relative of ours because he was from Istanköy - resolved the problem with the “similar principle”. In other words he said that like should be treated with like! Homeopathy, which is experienced by millions of people in Europe and the USA, is a method of treatment arising from Hippocrates’ principles. YAŞAM / LIFE YAŞAM / LIFE YAŞAM / LIFE Yaşam Enerjiniz Size Yetiyor Mu? Is Your Life Energy Sufficient Enough? HOMEOPATİ... Benzerin benzerle tedavisi!.. Dünyada milyonlarca insan tarafından deneyimlenen bir tedavi yöntemi. Türkiye’de de hızla yaygınlaşan bir sistem. Homeopati Danışmanı ve Enerji Terapisti Seda Darılmaz, 200 yıllık geçmişi olan bu alternatif tedavi yönteminin Türkiye’deki ilk uygulayıcılarından biri… Aynı zamanda enerji terapisti olan Seda Darılmaz ile Homeopati’yi konuşmak için buluştuğumda, az çok bilgi sahibi olabilmek için küçük çaplı bir araştırma yapmıştım. İlk çeyrek saatin ardından kendim de dahil pek çok konuda ne kadar ‘bilgisiz’ olduğumu fark etmek acı bir deneyim oldu aslında… Ama bir o kadar da keyifli bir farkındalık süreci yaşadım… Karşımda hayatla barışık, soruların yanıtlarını çoktan bulmuş da kenara istiflemiş gibi görünen genç ve bilge bir kadın vardı. Lafın kısası, bana çok iyi geldi bu söyleşi. Bakalım siz de benimle aynı duyguları paylaşacak mısınız? Homeopati ile tanışmanızdan başlayalım dilerseniz. Nasıl bir yolculuk bu? Homeopati ile tanıştığımda 15 yaşındaydım. Zor bir ergenlik dönemini atlatmamda çok büyük etkisi oldu. Ondan sonra asla bırakmadım. Daha sonra üniversite hayatım başladı. İşletme Fakültesi’ne girdim. Eğitim hayatıma Fransa’da devam ettim. Psikoloji eğitimi almaya karar verdim. Ama aklımda hep bu bilim dalının tek başına insanlara yardımcı olup olmadığı sorusu vardı. Homeopatiyi deneyimleyip başarısını gördüğüm için belki de… HOMEOPATHY... Treatment of like with like!.. Which is xperienced by millions of people in the world. A method spreading in Turkey as well… Seda Darılmaz, a homeopathy consultant and energy therapist, is one of the operators of this 200-year-old alternative treatment method in Turkey. I had researched a bit before I met with Seda Darılmaz to talk about Homeopathy. However, it was a painful experience to find out, right after 15 minutes, how much I was uninformed on several topics. But I went through a pleasant stage of awareness. Right in front of me was a wise young woman who seemed to have found the answers to her questions already; a woman who was at peace with life… In short, this interview makes me feel good. Let’s see if you will share the same feelings with me? Let’s start with your meeting with homeopathy. What kind of a journey is it? I was 15 when I first got to know homeopathy. It helped me to survive a difficult period of adolescence. I have never given up since then. Later, my university life began. I attended the faculty of Business Administration. I continued my education in France. I decided to study Psychology. But I always wondered whether this branch of science alone was helpful for people. Maybe it was because I had experienced homeopathy and benefitted from it. What is the philosophy of homeopathy? Homeopathy always looks at the whole. It aims at mental, physical and psychological recovery because balancing the mind and the body is very important. “Homeo” means similar and “pathy” means disease in Latin. So the lexical meaning of “homeopathy” is a system of treating like with like. Homeopathy, a holistic method of treatment, sees an individual as a physical, emotional and mental whole. Nedir homeopatinin felsefesi? Homeopati her zaman bütüne bakar. Zihinsel, bedensel ve ruhsal iyileşmeyi hedefler. Çünkü beden ve zihni dengelemek çok önemlidir. Homeopati’nin kelime açılımı, benzerin benzerle tedavisi demektir. Latince’de Homeo; benzer, pathos ise hastalık anlamına gelir. Holistik yani bütüncül bir tedavi sistemi olan Homeopati, kişiyi fiziksel, duygusal ve zihinsel bir bütün olarak görür. Nasıl bir tedavi süreci uyguluyorsunuz? Hastayla yaptığımız görüşmede onun fiziksel, zihinsel ve ruhsal özelliklerini öğrenmeye çalışırız. Örneğin herkesin migren rahatsızlığı olabilir. Ancak bunun oluşum süreci farklıdır. Ben, kişinin migreniyle değil, migrene sebep olan durumla ilgileniyorum. Ne zamandan beri bu rahatsızlıkla yaşıyor? Örneğin 10 yıllık bir süreçse, 10 yıl önce ne yaşamış olabilir? Alışkanlıkları nedir? Ne yer, ne içer, nasıl uyur? Yaklaşık iki saat süren bir analizden söz ediyorum. Burada amaç, bireyi bir bütün olarak ele almaktır. Daha basit anlatmak gerekirse, elimizde bir puzzle var. Ancak bu puzzle’ın bazı parçaları eksik. İşte kişinin yaşam enerjimizdeki kayıplardır o eksik parçalar. Önemli olan o boşlukları doldurup, yaşam enerjisini geri kazanmaktır. Homeopatide kişinin kendi kendini iyileştirme gücünü aktive ediyoruz. İnsan kendi kendine homeopati uygulayabilir mi? Buna hayır demek zorundayım. Çünkü kişinin kendi duygularını tahlil etmesi gerçekten çok zordur. Üzgün ya da depresif bir haldeyken kendinize dışarıdan bakmanız, kendinizi tahlil etmeniz gerçekten mümkün olmuyor. Bizim de homeopatlarımız var mesela. What kind of a treatment period do you practice? We try to find out about the physical, mental and spiritual characteristics of that person during an interview. For example, everybody may suffer from migraine. However, the process of formation is different. I am not interested in migraine; my interest is what causes it. How long has the patient been suffering from this illness? If it is, let’s say, a period of 10 years, then what was it that s/he experienced 10 years ago? What are his/her habits? What does s/he eats or drinks or how does s/he sleep? I am talking about an analysis that lasts nearly 2 hours. Here, the aim is to get to know the person as a whole. Simply, there is a jigsaw puzzle in front of you. But the puzzle is missing some parts. Those missing parts are actually what you are missing in your life energy. What is important is to fill in the gaps and recover the energy of life. We are activating the power of the individual to heal itself. Can a person apply homeopathy to himself/herself? I have to say no to this because it is really difficult for someone to analyze their own feelings. Looking at yourself from an external perspective when you are depressed or upset, or analyzing yourself is really impossible. We, for instance, also have homeopaths. How and why does energy of life decreases? Energy of life comes from our existence. The duration of evolution goes on as long as we live. Let me state it this way: You have a full glass of water. You use this all your life. When you are 18, you notice that the water inside you has decreased. If you lack awareness, if you don’t improve yourself, if you are not adding up, it means you are constantly depriving yourself. And when you are 35 or 40, disorders begins. Diabetes, tension, migraine, cysts… In short, our energy of life decreases more and more. YAŞAM / LIFE YAŞAM / LIFE Kimler faydalanabilir homeopatiden? Yaş sınırı var mı? Herkes. Sağlıklı ve dengede kalmak, yaşam enerjisini yüksek tutmak isteyen tüm bireyler yararlanabilir. Yaş sınırı yok. Anne karnından, çok ileri yaşlara kadar yaşamın her anında uygulanabilen bir yöntem… Anne karnında homeopatiye gereksinim duyulan durumlar nedir? Bir annenin gebelik öyküsü o kadar önemlidir ki bebek için. Bebeğin tüm davranış biçimlerini, o süreç belirler. Sezaryenle doğumun bile büyük etkisi var bu duruma. Çünkü doğal bir süreç değil. Bir bebeğin normal bir şeklide dünyaya gelmesi gerekir. Elbette farklı sağlık gerekçelerini bunun dışında tutuyorum. Ancak sadece korku ya da endişe nedeniyle sezaryeni tercih etmese kadınlar keşke… Normal bir süreçte, bu bebek için bir kanal var. Bebeğin o yolu izleyerek bu dünyaya gözlerini açması gerekiyor. Bir bebeğin ilk önemli kararı, ilk güç gösterisidir bu. Bu kararı onların elinden alıyoruz. Doğduktan sonra bebeklerin yaşadığı davranış biçimlerini bu sürecin etkilediğini düşünüyorum. Yaşam enerjisi nasıl azalır? Neden azalır? Yaşam enerjisi, varoluşumuzdan geliyor. Oluşum süreci, yaşadığımız sürece devam ediyor. Şöyle anlatayım. İçi dolu bir bardağınız var. Yaşamınız boyunca bunu kullanıyorsunuz. 18 yaşına geldiğinizde içindeki suyun azaldığını görüyorsunuz. Eğer hiçbir farkındalığınız yoksa, kendinizi geliştirmiyorsanız, üzerine bir şeyler koymuyorsanız, sürekli kendinizden tüketiyorsunuz demektir. 35-40’lı yaşlara gelindiğinde yavaş yavaş rahatsızlıklar başlıyor. Kistler, şeker hastalığı, tansiyon, migren… Kısacası yaşam enerjimiz gitgide azalıyor. Homeopati, psikosomatik hastalıkların tedavisinde mi kullanılıyor sadece? Hayır. Bizim için hastalık yok, hasta var. Tamamen kişiye özel bulgularla ilgileniyoruz. Elbette Tıbba inanıyoruz. Sonuçta, bizler de Anatomi dersleri görüyoruz. Ancak şunu biliyoruz ki her hastalık farklı bünyelerde başka belirtilerle gösterir kendini. Biz, özellikle tansiyon hastalarında çok güzel sonuçlar alıyoruz. Migrende, anti-depresan kullanan kişilerde çok yüksek oranda başarı elde ediyoruz. Deri semptomları, karın ağrısı, reflü, mide rahatsızlığı… Aklınıza gelebilecek her şey olabilir. Bizim için hastalıklar söz konusu değil. Biz hastalıkla değil, ona neden olan etmenlerle ilgileniyoruz. Kanser hastalarında da uygulanabilir mi? Bu tür hastalıklar için çok ciddi klinik ortamlar gerekiyor. İsviçre ve İngiltere’de var bu tür klinikler. Ancak Türkiye’de homeopati henüz çok yeni. Uygun ortamlar olmadığı için kanser vakalarına bakmıyoruz. Is homeopathy used only in the treatment of psychosomatic disorders? No. There is no illness but patient for us. We deal with completely personal symptoms. We, of course, believe in medicine. Ultimately, we study anatomy. However, we know that every illness shows itself with different symptoms in different bodies. We especially get good results with patients suffering from tension. We achieve high success in patients with migraine or those who are using anti-depressants. Skin diseases, stomachache, reflux, abdominal diseases… Anything is possible. Diseases are out of the question for us. We are not dealing with the disease, but the factors causing the disease. Can it be used in patients with cancer? For such diseases clinics are seriously needed. There are such clinics in Switzerland and England. However, homeopathy is very new in Turkey. We can’t treat cancer patients due to lack of such clinics. Who can benefit from homeopathy? Is there an age limit? Everyone can benefit from it. Everyone who wants to stay healthy or who wants to keep their level of life energy high can benefit from it. It is a method that can be practiced at any age: from fetuses to elderly. What may a fetus need homeopathy for? The story of pregnancy is so important for a baby. That Biraz da homeopatinin tarihinden bahseder misiniz? 200 yıldır uygulanan bir tedavi yöntemidir homeopati. Bilgeliği ise ilk yazıtlara, yani 5 bin yıl öncesine dek dayanıyor. Bilimsel anlamda ortaya çıkışı 19’uncu yüzyılda oldu. Alman Doktor, kimyager ve eczacı Samuel Hahnemann tarafından geliştirilmiş bir sistem. Hahnemann kendi çağının yaygın hastalığı olan sıtmayı, tıpkı sıtma hastalığı gibi semptomlara yol açan ‘kinin’ maddesiyle tedavi etti. Daha sonra doğada birçok maddeyi bu şekilde deneyimlemeye başladı. Bugün homeopatide kullanılan 3 bini aşkın ‘remedy’ var. period designs the baby’s all forms of behavior. Even a cesarean section has an effect because it is not a normal process. A baby must be delivered naturally. Of course, except for abnormal occasions related to health. I wish women did not prefer to have a cesarean section just because they are scared or anxious. There is a birth canal for the baby under normal conditions. The baby has to be born through this canal. A baby’s first decision, its first indicator of power is taken away from it. I believe this process affects babies’ behaviors after birth. Could you tell us a bit about the history of homeopathy? Homeopati is a treatment method which been practiced for 200 years. Its wisdom goes back to the first inscriptions – that is to 5 thousand years ago. Its appearance as a science was in the 19th century. It is a system developed by a German doctor, chemist and pharmacist Samuel Hahnemann. Hahnemann cured malaria, a common disease of his time, with quinine, an agent which caused symptoms typical of malaria. Later, he started testing substances from the nature in the same way. Today, there are almost more than 3 thousand agents used in homeopathy. Do you mean used as medication? It would be better to say homeopathic agents. These are natural extracts from plants, animals and minerals. Homeopathic products are prepared in homeopathic labs and pharmacies all over the world. Their raw materials come from the root of plants, their leaves or seeds. The difference between the regular medications is; it’s not containing any chemicals. The most substantial thing is; it is tested on healthy persons. This proves that homeopathic remedies don’t have any side effects. There are homeopathic products in Turkey, aren’t there? I think very soon, we will be able to find them in all pharmacies. However, they are more common in European countries. In these countries the treatment and the medicine for homeopathy are covered by insurance. I had the chance to experience this in France. Hayatımıza Blokajlar Koyuyoruz. Evrenin Bizim İçin Yaratabileceği Fırsatları, Kendi Kendimize Bloke Ediyoruz… Oysa Evrenin Her Yerinde Bolluk Ve Bereket Var. We have blockings in our lives. We block the chances or opportunities the universe may create for us. But the universe is blessed with abundance of everything. YAŞAM / LIFE Yani ilaç tedavisi mi? Homeopatik ürünler desek daha doğru bir tanım olur. Bunlar, bitkiler, hayvansal ürünler ve minerallerden yapılmış, seyreltilmiş doğal özlerdir. Homeopatik ürünler, bugün tüm dünyada bulunan homeopatik eczaneler ve laboratuarlarda hazırlanıyor. Hammaddesi, bir bitkinin kökünden, yaprağından, tohumundan elde edilebiliyor. Bildiğimiz ilaçlardan farkı, kimyasal madde içermemeleridir. Ve en önemli yönü ise sağlıklı insanlar üzerinde denenmesidir. Bu da homeopatik ürünlerin hiçbir yan etkisinin bulunmadığının en güzel kanıtıdır bize göre. Türkiye’de homeopatik ürünler var değil mi? Yakın zamanda tüm eczanelerde homeopati ürünlerinin bulunabileceğini düşünüyorum ancak; Avrupa ülkelerinde çok daha yaygın. Bu ülkelerde homeopati tedavisini ve ilaçlarını sigorta sistemi de karşılıyor. Fransa’da bunu takip etme şansı buldum. Homeopat olmak için bir eğitim gerekiyor mu? Elbette. Üstelik üç yıl süren zorlu bir eğitim süreci var. Ben Alman Hocam Rita Kaya’nın desteğiyle başladım bu eğitime. Türkiye’yi homeopati ile tanıştıran kişidir kendisi. Beş yıl süren eğitim sürecimde, iki yıl boyunca O’nun asistanlığını yapma fırsatım oldu. Bu da benim için büyük bir şanstı. Gerçekten çok komplike ve zor bir sistem. Çok popüler bir takım alternatif tedavi yöntemleri var. Reiki gibi örneğin… Homeopati ile bu yöntemlerin buluştuğu bir nokta var mı? Ben aynı zamanda enerji terapistiyim. Reiki, refleksoloji, shiatsu ve benzeri uygulamaların da eğitimlerini aldım. Homeopati danışmanlığı yaparken bu bilgilerden de yararlanıyorum. Bu teknikler, insan bedenini daha iyi anlamama yardımcı oldu. Nihayetinde, homeopatinin verilerini bedensel farklılıklar, alışkanlıklar ve davranış biçimleri oluşturuyor. Bir homeopati danışmanı olarak sizden yaşama dair birkaç ipucu istesem… Tamamen kişisel bir talep :) Vücudun bir talebi var bizden. Sinyal veriyor sürekli. Örneğin sürekli başınız ağrıyor, ilaç alarak geçirmeye çalışıyorsunuz. Ama nedenini sorgulamıyorsunuz. “Başım neden ağrıyor?” diye sormaya başladığınızda sorunun kökenine inmeye başlamışsınız demektir. Geçmişe dair çok ciddi enerji bağlarımız var mesela… Sürekli peşimizde gezdiriyoruz. Hayatımızda yapmak istediğimiz güzel değişiklikler var… Yapamıyoruz. Çünkü hep ‘ama’larımız oluyor… “Şunu istiyorum ama önce şu sorunumu halletmem gerek” diyoruz. Hayatımıza blokajlar koyuyoruz. Evrenin bizim için yaratabileceği fırsatları, kendi kendimize bloke ediyoruz… Oysa pozitif düşüncenin gücünü asla küçümsememeliyiz. Evrenin her yerinde bolluk ve bereket var. Onları hayatınıza çekmeniz yeterli. Çünkü insanoğlunun varoluşunda öyle büyük bir zenginlik var ki… Her şeyi yapabilme gücüne sahibiz. Yeter ki isteyelim… Bu son derece aydınlatıcı söyleşi için teşekkür ederiz… Do you need to be trained to become a homeopath? Sure. In fact, there is a demanding training period which lasts 3 years. I started this training with the support of my German teacher Rita Kaya. She is the person who introduces homeopathy to Türkiye. During my 5 years of education I had a chance to be her assistant for about two years and that was a big chance for me. This system is really complicated and a difficult one. There a couple of popular healing methods. Reiki for example… Do homeopathy and such methods have anything in common? I am also an energy therapist. I have training in Reiki, reflexology, shiatsu and the like. When I am mentoring, I also use these disciplines. These techniques helped me to understand the human body better. After all, the parameters of homeopathy are the differences in bodies, habits and behaviors. Could you, as a homeopath, give me some tips about life? This is a completely personal request. The body demands something from us. It signals continuously. For example, you have a headache and you try to cure it taking medicine. But you never ask why you have a headache. Once you start asking why, it means you have started to get to the bottom of the problem. For example, we have strong energy ties with the past. We take them with us everywhere. There are nice changes we want to make in our lives. But we can’t make them because we always have “but”s. “I want this but first I have to solve that problem.” we say. We have blockings in our lives. We block the chances or opportunities the universe may create for us. We should never underestimate the power of positive thought. The universe is blessed with abundance of everything. All you have to do is to draw them into your life. Human beings are rich in this sense. They have the power to do anything as long as they want to do it. We would like to thank you for this informative interview. ÇEVRE / ENVIRONMENT ÇEVRE / ENVIRONMENT Türkiye’nin Canları Yeniden Koruma Altında Kuğu- Mute Swan WWF-Türkiye’nin, biyolojik çeşitliliği korumayı amaçlayan yerel sivil toplum kuruluşlarının projelerini desteklemek için başlattığı Türkiye’nin Canı Programı kapsamında desteklenecek projeler belli oldu. 30 Ocak 2014 tarihinde yapılan Seçici Kurul Toplantısı’nın ardından, Trabzon’daki Ağaçbaşı Turbalıklarını, Büyük Menderes ve Gediz Deltası’ndaki Tepeli Pelikanları, Muş’taki Toy ve Telli Turnaları ve Kırklareli’ndeki Akkuyruklu Kartallar ve Kuğuları korumaya yönelik projeler başlıyor. WWF-Türkiye’nin 2010 yılında, eşsiz ancak tehlike altında olan doğal mirasımız konusunda farkındalık yaratmak ve yerel sivil toplum kuruluşlarının kendi imkânlarıyla yörelerinde yürüttükleri projelere kaynak oluşturmak amacıyla başlattığı “Türkiye’nin Canı Kampanyası”, şimdi ikinci kez yerel doğa koruma girişimlerine önemli bir fırsat sunuyor. Bireylerin ve kurumların bağışlarıyla oluşturulan fon bu kez, Türkiye’de doğa koruma konusunda faaliyet gösteren 4 yerel sivil toplum kuruluşunun projelerinin hayata geçirilmesi Projects to be supported started by WWF-Turkey in order to support projects of local civil society organizations which aim to protect biological varieties in the scope of Turkey’s Life Program have been determined.Following Selecting Committee Meeting of January 30 2014, projects have been selected to protect Agacbasi Turbaries in Trabzon, Dalmatian pelicans in delta of Buyuk Menderes and Gediz, Great Bustard and Demoiselle Cranes in Mus and White-tailed Eagle and Mute Swans in Kirklareli. “Turkey’s Life Campaign” started by WWF-Turkey in 2010 to fund projects carried out by local civil society organisations with their own potentiality and to raise awareness about our natural heritage which is unique but under threat, now presents for the second time an important opportunity for nature protection initiatives.This fund established with dona- Wild Wonders of Europe / Steffan Widstrand / WWF Wild Wonders of Europe/Orsolya Haarberg/WWF Turkey’s Lives Under Protection Again Akkuyruklu Kartal - White-Tailed Eagle için aktarıldı. Desteklenecek projeler, 30 Ocak 2014’te üniversite, sivil toplum, basın, kamu ve özel sektör kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan Seçici Kurul tarafından değerlendirilerek belirlendi. WWF-Türkiye Genel Müdürü Tolga Baştak, yerel projelerin ülkemizde doğa korumanın geleceği açısından hayati öneme sahip olduğunu belirtirken, “Biyolojik çeşitlilik açısından gerçekten gurur duyulacak zenginlikte bir doğal mirasa sahip olan Türkiye’de, çok sayıda tür doğal yaşam ortamlarıyla birlikte tehlike altında. Ülkemizin doğasını korumak, ancak yöre halkının kendi değerlerine sahip çıkmasıyla mümkün. WWF-Türkiye olarak, yerel sivil toplum kuruluşlarının kendi yörelerine ait biyolojik mirası korumak için verdikleri çabaya destek olmaktan mutluluk duyuyoruz” dedi. Türkiye’nin her köşesinde destek ihtiyacı olan sayısız doğa koruma projesi olduğunun da altını çizen Baştak, “Tamamlanan projelerin geldiği nokta, Türkiye’nin Canı Hibe Programı’na başlarken koyduğumuz hedeflere önemli ölçüde ulaştığımızı gösteriyor. Yeni dönemde de, aynı heyecanla, Türkiye’nin başka yerlerinde başka türlere can veriyor olmaktan mutluyuz. Bundan sonra da kaynak oluşturma çabalarımıza devam ederek, gelecekte daha fazla projeye destek olacağız. Bu amaçla arkamızda duran tüm bağışçılarımıza teşekkür ederiz,” diye konuştu. Destek almaya hak kazanan projeler, WWF-Türkiye’nin vereceği proje uygulama eğitiminin ardından, Mart ayında faaliyetlerine başlayacak. a tions of individuals and corporations has been transferred to actualize projects of 4 local civil society organisations active in Turkey for protection of the nature.Projects to be supported have been selected in January 30 2014, after being evaluated by a Selecting Committee consisting of members of universities, civil society organisations, mass media, corporations of public and private sector. General Manager of WWF-Turkey, Tolga Bastak said “A waste number of species are under threat with their natural habitat in Turkey which has a natural heritage to be proud of with regards to biological diversity. To protect this natural heritage of our country, locals have to claim their own values. As WWF-Turkey, we are happy to support the effort that civil society organisations give to protect biological heritage of their own region.”, while stating that local projects are vital for the future of protection of the nature in our country. Bastak who also emphasize that there are countless nature protection projects requiring support in every corner of Turkey, says “The point reached by means of completed projects shows that we considerably achieved the targets determined when we started Turkey’s Life Donation Program. In this period, we are happy to regenerate other species in other areas of Turkey with the same excitement. In future, we will continue to establish funds and support more projects ÇEVRE / ENVIRONMENT We thank our donators backing us for this purpose.” Projects which are selected to be funded will go in action in March after project application training given by WWF-Turkey. Ortaç Onmuş / WWF-Turkey Tepeli Pelikan - Dalmatian Pelican PROJELER Ağaçbaşı Turbalıkları Doğal ve Tarihi Değerleri Koruma Derneği, Trabzon Tepeli Pelikan’ı Koruyalım Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD), Aydın a PROJECTS Agacbasi Turbaries Protection of Natural and Historical Values Association, Trabzon Protect Dalmatian Pelicans Protection of Ecosystem and Nature Lovers Association (EKODOSD), Aydın Muş’ta Toy ve Telli Turna Koruma Projesi Muş Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma Tarih ve Sanat Derneği, Muş Project of Great Bustards and Demoiselle Cranes Protection in Mus Protection of Culture Natural Assets, History and Art Association of Mus, Mus Avrupa’nın Devleri (Akkuyruklu Kartal ve Kuğu) Demirköy Doğayı Kültürel Değerleri Koruma ve Tanıtma Derneği (DEKAT), Kırklareli Giants of Europe (White-tailed Eagles and Mute Swans) Protection and Presentation of Nature, Cultural Values Association of Demirkoy, Kirklareli Telli Turna-Demoiselle Cranes-Gernant www.wwf.org.tr ANILAR / MEMORIES Peninsula Stories ANILAR / MEMORIES Damarlarında deniz dolaşan bir adam Ali Ilgın Anlatmıyor, sanki yeniden yaşıyor o günleri… “Bir arkadaşımla mı gittim, yalnız mı, emin değilim. Rıhtımda son hazırlıklarını yapan Erol teknesinin çevresinde dolandım bir süre. Kaptanı görür görmez, dalgıç lazım mı, diye sordum.” Sonra?.. Kaptan onca telaş içinde şöyle bir bakıp “Ustan kim senin?” diye sordu. Dudaklarımdan “Durmuş Kaptan” adı dökülüverdi. O, Durmuş Kaptan’la hiç çalışmamış; ama babasını ziyarete geldiğinde birkaç kez görmüşlüğü var. Muslu Kaptan, belki acemi de olsa bir çalışana gereksinimi olduğundan, belki de Durmuş Kaptan’ı çok iyi bildiğinden; “Geç!” demiş, başıyla. Ali “Düşlerimi avuçlarında hissettim bir anda.” diyor. “İşe alınmıştım. Üstelik de dalgıç olarak.” Ama siz dalgıç değilsiniz… Gülüyor… Çok iyi hatırlıyorum. İlk dalışımı Gümbet burnunda yaptım. Üstelik palet falan da kullanmadım. Anlamasınlar diye taşlara tutuna tutuna gittim. Dışarı çıktım gözlerim dışarı fırlamış. Çarşıda bir kuyumcu vardı; gözlük de satardı. Akşam ona gittim bir siyah gözlük aldım. Babam da Bodrum’a gelmiş. Beni görünce: “Oo Ali Bey! Sünger ağası olmuş, gözlük takmaya başlamışsın.” dedi. “Bozuntuya vermedim tabii.” diyor. A man with full of sea in his veins Ali, çocukluğundan beri hep denizci olmak istemişti. Geçen yaz Hüseyin Karakaya’nın “Füsun Kardeşler” teknesinde güverte işlerinde çalışmıştı. Deniz yelini bağrında hisseden herkes gibi onun da denizden kopması artık olanaksızdı. Oysa onun amacı farklıydı: “Çocukken, yün örülen şişlerden zıpkın yapar, balık avlardık. Denize her dalışımda başka başka büyülenirdim. Bu yüzden ben, dalgıç olmak istiyordum.” diyor ve biraz durakladıktan sonra devam ediyor: “Çocukken en çok sünger ağalarına hayrandım. Büyüyünce hep onlar gibi olmak isterdim.” Sünger ağası? O zamanlar en çok para süngercilerde vardı. Lokantalarda hep onlar olur, düğünlerinde onlar para savururdu. Giyim kuşamları, biz köylülerden çok farklıydı. Ali’nin babası, çiftçiydi. Ancak tarla tokat yetersiz ve verimsiz olduğundan, bu yöreden topladığı ırgatlarla Milas, Yatağan, Söke ovalarına tütüne, pamuğa giderdi. Kışları da köylerde öteberi satardı. Ali, ilkokulu bitirince birkaç yıl babasına yardım etmişti. Dedim ya ben tarla işi sevmezdim. Babamla çalıştım; ama benim aklım fikrim denizdeydi. Bu fırsatı nasıl yakaladınız peki? 1966’da. Yani Füsun Kardeşler’de çalıştığımın ertesi yılı. Yaşım neredeyse 18 olacak. Ben hâlâ dalgıç olma sevdama uzağım ve çok mutsuzum. Yeni bir sünger mevsimi daha başlamıştı. Ali has always wanted to be a sailorman since his childhood. He worked at Huseyin Karakaya’s boat named “Füsun Kardeşler” last year, doing some deck stuff. As with everyone who feels the sea breeze on his chest, he could no way stay away from the sea. However, his intention was different: “We used to make spear gun out of knitting needles and go fishing when we were kids. Whenever I dived into sea, I used to be amazed in different ways. That is why, I wanted to be a diver” he says and continues after a little pause: “I was fond of sponge masters the most when I was a kid. I always wanted to be like them when I grew up.” Sponge master? Back then, the most money used to be in the hands of spongedivers. Always they used to be at restaurants, or blow money around at their ceremonies. Their outfits were different from us, villagers. Ali’s father was a farmer. However he used to go to the lowlands of Milas, Yatagan and Soke to reap tobacco or cotton with the farm laborers he picked up around this area, as the land was insufficient and unproductive. He used to sell various things at villages in winters. Ali had helped his father for a couple of years after being graduated from elementary school. “As I said, I never liked the land job. I worked with my fa- Süngeri öğrenmek çok mu zordur? Arkadaşların çıkardıkları süngerlere bakıyor, onlara çaktırmadan süngerleri yırtıyor, süngerlerin uslu mu, deli mi olduklarını ayırt etmeye çalışıyor; yine de emin olamıyorum. Süngerlerden birini aldım, gizlice şortumun içine koydum, onunla daldım. Hiç ölü süngerle diri sünger aynı olur mu? Sünger denizde simsiyahtır. Böyle sarı bir renk alması sonradan, işlenince olur. Dedim ya, o zaman hiçbir şey bilmiyordum. Bu da pek işime yaramadı. Bu arada Gökova’ya açılmıştık. İçimde bir korku: “Ya kaptan, benim dalgıç olmadığımı anlar da buralarda bırakırsa!” Öyle bir şey olmadı değil mi? Her dalışımda süngerleri görüyorum; ama ben, hangilerini alacağımı bilmediğimden eli boş çıkıyorum. Arkadaşlar, “niye süngersiz geliyorsun” diye sorduklarında, onlara ya “sünger görmediğimi” söylüyor ya da ben “sünger değil, balık avlamayı seviyorum” diyo- ther; but I always thought about nothing but sea,” says he. So how did you get this opportunity? In 1966, I mean, the one year after I worked at Füsun Kardeşler. I was almost 18. I was still far from my passion of being a diver and was so unhappy. Another sponge season had arrived. He not only tells, but feels deeply nostalgic as if he lives those days again… “I am not sure if I went there with a friend of mine or by myself. I wandered around the boat named Erol whose final preparations are about to be over on the deck. As soon as I saw the captain, I asked if there was a need for a diver.” And then?.. Being in a rush, the captain casted a glance and asked: “Who is your master?” All of a sudden, I just said “Captain Durmuş”. He never worked with Captain Durmuş, but saw him a couple of times when he visited his father. Captain Muslu said “Ok!”, nodding his head, partly because he may need a labourer despite of being amateur, and partly because he knows Captain Durmuş well. “I felt like I held my dreams in my palms,” says Ali. “I got hired. Moreover, as diver.” But you are not a diver… He laughs… “I remember very well. I dived at Gümbet for the first time. Moreover, I did not use flipper, neither. I went forward, holding the rocks and stones, so that no one understands. I hauled out, with my eyes being out of stalks. There was a jeweler at the bazaar; he used to sell eyeglasses, too. I went to him in the evening and bought a pair of black eyeglasses. My dad also came to Bodrum. When he saw me, he said: “Oh, Mr. Ali! Now that you became a sponge master, starting to wear eyeglasses.” “I, of course, put a bold face on,” says he. Is it difficult to learn sponge? “I used to look at the sponges that my fellows took out of sea, tear them stealthily, try to distinguish if they are wellbehaved or crazy; but still I could not be sure anyway. I took one of the sponges, put into my swimsuit secretly, and dived with it. Can a dead sponge ever be the same as a live sponge? Sponge is as black as pitch in the sea. It acquires this yellow color after being processed. As I mentioned, I did not know anything back then, which was not useful for me at all. By the way, we sailed to Gökova. I had a fear: “What if the captain understands that I am not a diver and leaves me here!” That did not happen, right? I used to see sponges whenever I dive, but come out emptyhanded, as I didn’t know which one I should take. When my fellows asked me why I came out empty-handed, I told them that I did not come across sponges or I preferred fishing to sponge-diving; but as I was amateur, the captain did not give me spear gun. One day, I dived again. Then I recognized that the captain was pulling the hose continuously. I asked why they were ANILAR / MEMORIES rum; ama acemi olduğum için kaptan bana zıpkın da vermiyor. Yine bir gün daldım. Bir ara farkına vardım; kaptan hortumu durmadan asılıyor. Ben ne çekiyorsunuz diye kızıyorum. Onların benim ne kadar derine daldığımı bildiklerinden haberim yok. Çevrem sünger dolu. Onları yırtarak akıllı olup olmadıklarını anlamaya çalışıyor; yırtılanları kesip apoşa alıyorum. Artık işi kavradım diye düşünüyordum ki arkadaşlar çıkardığım süngerleri seçip bir denize atmaya başladılar. Kaptan; bırakın, kendisi ayıklayıp öğrensin, dedi. O an, eyvah, acemiliğim anlaşılacak diye korktum; ama toparlandım: ‘Atın atın! Ben kızdım da aldım onları’ dedim.” Bunca olaydan sonra senin acemi olduğunu anlamışlardır. Güldü, alnındaki terleri sildi. “Anladılar anladılar.” dedi ve ekledi. “Aradan bir hafta on gün geçmişti. Muslu Kaptan, “Ulan namussuz, beni bile kandırdın sen. Acemi olduğunu anlayamadım.” dedi.” Başını öne eğdi: “Ben” dedi, “bu arada Muslu Kaptan’ın Durmuş Kaptanla ikiz kardeş olduğunu da öğrenmiştim.” Ali, bu sürede süngeri tanımış, dalgıç olabileceğini kaptanına kanıtlamıştı. Artık, adının önüne dalgıç sözcüğü de eklenerek anılacaktı. Ali, 18 yaşına girince ehliyet de alır. Bu arada Erol teknesi, el değiştirmiştir. Tekneyi alan kişi, Ali’yle çalışmak ister. Ali kabul eder, askere gidene dek, o teknede çalışır. Bodrumlu diğer denizci gençler gibi onun da askerliğini denizci olarak yapmış olacağını düşünmüştüm; yanıldım. “Ben askerliğimi Erzincan’da yaptım” dedi ve devam etti. “Amcam muhtardı. Bu nedenle şube reisi zaman zaman bize gelirdi, kendisini tanırdım. Yoklamaya gittiğimde, ‘senden sağlam bahriyeli olur’ deyince, ‘asla istemem’ dedim. ‘Ben şoför olacağım.’ O zamanlarda şoförlük, milletvekilliği gibi bir şeydi. Hele makam şoförünün forsundan yanından geçilmezdi. Bunun sonucunda karacı oldum.” Bu sözler, aslında onun dalgıçlığı seçmesindeki gerekçeleri bir kez daha açıklıyordu. Ali Ilgın, 1970 yaz sonu askerden döner. Hemen Yaşar Koyunbaba’nın “Dörttepe” teknesinde bir ay dalgıçlık yapar. Teknede onun deyimiyle dördü de acar dalgıç olan dört Ali vardır. Ali Ilgın artık usta dalgıç olduğunu, “Dalgıçlar acar olunca, kaptanın da keyfi yerinde olur. Çünkü acar dalgıç hem becerikli hem hırslı ANILAR / MEMORIES pulling, getting pissed off. I had no idea that they knew how deep I dived. I was surrounded by sponges. I tore them apart, trying to understand if they were well-behaved and cut and put the torn ones below decks. I was starting to think that now I comprehended the job, when I realized that my fellows selected the sponges I took out of the sea and started to throw them back to sea again. Captain said: “Leave him alone, let him pick and learn by himself”. Then I feared that they would understand I was an amateur, but I pulled myself together: “Yes, throw them back! I got pissed off and took them out.” After all these happenings, they must have understood that you are an amateur. He laughs and wipes the sweats on his forehead. “They sure understood,” says he and adds to his words: “A week or so passed. Captain Muslu said: “Even I was deceived by you, shady boy. I could not understand that you were an amateur.”” He hangs his head down: “I” says he, “learned that Captain Muslu was actually twin brother of Captain Durmuş, by the way.” During this time, Ali becomes familiar with the sponges and proves himself to his captain that he can be a diver. Now he was going to be called as diver beside his name. When he was 18, he obtains his driving license, too. By the way, Erol the Boat was handed over. The buyer wanted to work with Ali. Ali agreed and worked at that boat until his obligatory military service. As with other sailor boys from Bodrum, I thought that he carried out his military service as sailorman; I was wrong. “I carried out my military service in Erzincan” says he, and continues: “My uncle was village headman. For this reason, chief of branch used to visit us from time to time, I knew him. When I went to roll-call, he said: “You sure will be a good naval officer”, and I said, “no way, I definitely do not want that,” and added: “I am going to be a driver.” Back then, being a driver was like being a deputy. Especially personal chauffeur had such a big force that you would not come near him. As the result, I became the member of land forces.” In fact, these words explained the reasons why he chose to be a diver once again. Ali Ilgın came back from army at the end of summer of 1970 and as soon as he came back, he dived on Yaşar Koyunbaba’s boat named “Dörttepe” for one month. There were four Alis on the boat, all of whom were bold divers, with Ali’s own words. Ali Ilgın tries to explain that now he was a master diver, saying “When divers are bold, the captain also enjoys this, as a bold diver is both talented and ambitious.” Ali shakes hands with Koyunbaba for half price of the sponges he has dived for. He does a good job; but then as he thinks that he cannot make a good deal of money, he starts to work at Hüseyin Karakaya’s boat named “Nur” the following year. One of the most important discussion subjects among sailor- olur.” diyerek anlatmaya çalışıyor. Ali, Koyunbaba’yla, çıkardığı süngerin yarı parasına anlaşmıştır. İyi iş yapmıştır; ama iyi para kazanamadığını düşündüğü için bir sonraki yıl Hüseyin Karakaya’nın Nur teknesinde çalışmaya başlar. Bodrum’da denizciler arasındaki en önemli tartışma konularından biri denizde süngerin olup olmadığıdır. Kimilerine göre sünger bitmiştir. Kimileri ise bu görüşe şiddetle karşı çıkar: Süngerin bittiğini düşünen biri, bir sohbette bu görüşünü söyleyecek olsa, özellikle eski süngercilerden biri hemen söze dalar ve sorar: “Kalimnoslular süngeri bu denizden çıkarmıyor mu?” Konuşmaya kulak misafiri olan biri öteden söze karışır: “Daldın da mı, yok diyorsun?” Kafalar kaldırılıp o yana bakılır. Soru hemen yapıştırılır: “Sen daldın da mı, var diyorsun?” Tartışma böyle uzar gider… Bu kez Ali Ilgın’a ben sordum: “Sizce, denizlerimizde sünger bitti mi?” Tereddütsüz yanıtlıyor: “Denizde sünger bitmez. Denizlerimizde sünger kakılı. İnanmayan Sedir Adası çevresine Tuzla’ya dalsın. Dolarlar, Eurolar denizin dibinde duruyor.” Siz denize nasıl dalardınız? “Ben forma dalgıçlığı yapmadım. Sevmezdim de. Nargileyle dalardım. 80 metreye kadar daldığım olmuştur.” Sözün burasında duruyor. Geçmişi yeniden yaşar gibi anlatıyor. “Dalgıçlık zordur; ama bizim dalgıçlığımız çok daha zordu. Bizim yoksulluğumuz, bizimle birlikte denizin dibinde dolaşırdı. Çıplak dalardık. Deniz haşaratları dalar, kayalar çizer. Vurgun, desen her an ensemizdedir.” Bir zaman tünelinde yolculuğu anlatır gibi, anlatıyor: “Ben çok vurgun yedim. Yeryüzünde benim kadar çok vurgun yiyen var mıdır bilmem? Denizden çıktığımda ağrılardan duramazdım; ama ertesi gün tekrar dalardım. Vurgun yüzünden aylarca tedavi olduğum zamanlar oldu. Bu arada doğru dürüst dalmayı, kendimi tedavi etmeyi de öğrendim. Birçok kişi aksonaya dayanamadığı için sakat kalır. Vurgun yediğimi anlamışsam, aksona için kendimi denizin dibine bağlatırdım. O öyle zor bir durumdur ki, su insanı haşat eder. 7-8 saat suda kaldığımı bilirim. Çok kez uykum gelirdi. Arkadaşlar, gelip beni uyarırlardı. Sorun denizin dibinde kalmak değil, yukarı kurallarına uygun çıkabilmekte. Ben çok acı çalışırdım. Benim dalgıçlarım da oldu. Hiçbirine bir şey olmadı. Çünkü onların sağlığı için çok titizlenirdim. Bana kimse yol göstermedi. Ben ne öğrendiysem kendim öğrendim.” Onu dinlerken, gözümün önünden okuduğum, dinlediğim vurgun hikâyeleri geçiyor. Kendi kendime: “ Her işte olduğu gibi bu işin eğitiminde de yaya kalmışız.” diye söylenirken o anlatmaya devam ediyor: “Bizim gençliğimizde kaptanlar, bu vurgunu bahane eder, yemek vermezlerdi. Hiç unutmam, Nur teknesinde çalışırken tencerenin dibinde kalan birkaç kaşık fasulyeyi kaşıklamış ardından da denize dalmıştım. Daha on metre gitmemiştim ki kaptan Turgut Söğütçü, beni geri çekti ve bir daha dalmama izin vermedi. Bence vurgun, men in Bodrum is the presence or absence of sponges in the sea. According to some, there are no sponges left anymore, while some strongly rejects this opinion: If someone who thinks that there are no sponges left in the sea happens to express this opinion in a conversation environment, especially one of the old sponge-divers interrupts his words and asks: “Do not people from Kalymnos take sponge out of this sea?” Another one who overhears the conversation interrupts from a distance, saying: “So you have dived, and say that there ARE NOT ANY?” People raise their heads and looks at the other side. The question is responded quickly with another question: “So you have dived, and say that there ARE MANY?” Discussion goes on like that… This time I myself asked Ali Ilgın: “Do you think that sponges are consumed in our seas?” He replies with no hesitation: “Sponge does not run out in the sea. Our seas are full of sponges. Those who do not believe can dive around Sedir Island, into Saltpan. Dollars and Euros are at the bottom of the sea.” How would you dive into sea? “I did not dive in uniforms. I never liked it at all anyway. I used to do hookah diving. I even dived up to 80 meters.” He pauses right this part of his word. He tells as if he is experiencing the past right there once more. “Being a diver is a tough job; but ours was much more difficult. Our poorness used to wander with us at the bottom of the sea. We used to dive naked. Sea bugs attack, the rocks scratch. The bends issue is always on our necks.” He sounds as if he is passing through a time tunnel, telling about his journey: “I was crippled by the bends many times. I don’t know if there is someone on the earth who was crippled by the bends as much as me. When I got out of the sea, the pains used to kill me; but I used to dive again on the next day. There were many times that I received treatment for the bends that had lasted for months. During those times, I learned how to dive duly and treat myself, too. Many people become permanently disabled as they cannot stand the action. If I realized that I was crippled by the bends, I used to make myself be bound to the bottom of the sea for axone. It is such an awful situation that the water ruins you. I remember that I have stayed in water for 7 to 8 hours. I used to feel asleep most of the time. My fellows used to come to warn me. The problem is not staying at the bottom of the sea, but ascending yourself according to the rules. I used to work too hard. I had my own divers, but no one experienced such bad events, as I used to take a good care of their health. No one guided me. I learned whatever I learned all by myself.” While listening to him, I recall the bends stories that I’ve read and listened. As I mumble by myself, saying: “As with every job, we stayed behind in training of this job,” ANILAR / MEMORIES yemek yemekten olmaz, güçsüzlükten olur. Ben Kalimnos’ta da çalıştım. Kaptan Karga, hannos çorbasını ocaktan hiç indirmezdi. ‘Vre yiyin ki güçlü olasınız.’ derdi. Ben de tekne sahibi olduğumda aynı şeyi yaptım.” “Karga” sözcüğü dikkatimi çekmişti; sözünü kestim. “Yorgos Andanov. Allah rahmet eylesin çok ekmeğini yedim.” dedi. “Ona karga derlerdi. Karga, ‘Hırsız’ demek. Kendi kayığından bile sünger çaldığı için kayığına 100 metre sokulması bile yasaklanmıştı bir ara.” İnsanın kendi malını çalması… Olacak şey mi? Benim konuya ne kadar uzak olduğumu anlıyor ve konuyu: “Süngerin o kadar çok hilesi vardır ki; işin içinde değilseniz bir yıllık emeğiniz boşa gider. O yüzden dalgıçlık kadar süngercilik de zordur.” diye açıklamaya çalışıyor. Ali Ilgın, askerden geldiği yıl, amcasının üvey kızıyla evlenir. Ancak eşi daha yirmi yedi günlük evliyken rahatsızlanır, ameliyat olur ve bütün kışı hastalıklarla uğraşarak geçirir. Yaz başında Hüseyin Karakaya’nın “Nur” teknesinde dalgıçlık yapar. Bir sonraki yıl ise ekmeğini adalarda aramaya karar verir. Kalimnos’a geçer. Önce Andanov’un teknesinde daha sonra da iki başka Yunan teknesinde 1974 Kıbrıs Harekatı’na dek dalgıçlık yapar. Ali Ilgın, “Ben iş ve işçi bulma kurumu aracılığıyla gittim. Çok iyi para kazandım. Acar dalgıç olduğum için % 40 -45’e kadar ANILAR / MEMORIES he keeps on telling: “While we were young, the captains used to use this bends as an excuse and did not use to give food to us. I never forget; while I was working at the Boat Nur, I ate a couple of spoons of beans left at the bottom of the pan and then went to diving. I did not go even 10 meters; Turgut Söğütçü pulled me back and never allowed me to dive again. In my opinion, the bends occur as the result of weakness, not of eating food. I worked at Kalymnos, too. Captain Karga never took the hannos soup off the stove. He used say, “Vre, eat to be strong”. And I did the same when I owned a boat. The word “Karga” attracted my attention; I interrupted. “Yorgos Andanov. God rest his soul, he provided a great deal of help for me to earn my living,” says he, “He was called Karga. Karga means “Thief”. Once, he was prohibited from coming closer than 100 meters to even his own boat as he steals sponges even from his own boat.” A person who is stealing his own property… It’s incredible! He understands how I am no conversant about the subject and tries to explain by saying: “The sponge has so many tricks that if you are not in the loop, your one-year effort is wasted. That is why; being a sponge-diver is as difficult as being a diver.” pay alırdım. Açık söylemek gerekirse ben bu işin nasıl yapılması gerektiğini orada öğrendim. Elbisesiz dalmak yasaktı orada. Liman başkanlığı, kaptanları dalgıçların beslenmelerinden bile sorumlu tutardı.” “Dönüş nasıl oldu?” “Kıbrıs çıkarması yapıldığı günlerde biz Girit açıklarındaydık. Marşlar çalınmaya başlayınca, biz korktuk. En iyisi tekneyi kaçırmak, diye düşündük. Çıngar çıkarsa ne yapacağımızı planladık. Ama onlar durumu anladılar, ‘bizim de çoluk çocuğumuz var’ deyip bizi, bizim adalara bıraktılar.” “Çıkarma olmasaydı ya ölürdüm oralarda, ya çok zengin olarak dönerdim. O yıllarda dolar bulundurmak falan yasaktı. Ben çantalar dolusu drahmi getirirdim. Bodrum’dan ve İzmir’den arsalar aldım, ev yaptım.” diye özetliyor o yılları. “Peki, çoluk çocuk?” diye soruyorum. Sanırım deniz gurbetçilerinin kadınlarının ve çocuklarının en kapsamlı ve en kısa cümlesiyle yanıtlıyor sorumu: “Adalara bir gidip döndüm, Mustafa; bir daha gidip döndüm Ebru doğmuştu.” diyor. Ali Ilgın, Adalardan 1974 Temmuz’unda dönünce Muhsin Demirkıran’ın teknesinde çalışmaya başlar. Ama çalışma ortamını beğenmez, Bodrum’a döner şansını dolmuşçulukta dener. Fakat denizden kopamayacağını anlar bu kez Mehmet Bayezıt’ın teknesiyle denizlere açılır. “Silifke burnunun açıklarında bir bango (topuk) vardır. Orada her bir dalgıç çalışamaz. Çünkü çok güçlü akıntı vardır. Dikkat etmezsen bir anda kendini birkaç mil ötede bulursun. O gün belimde ağrı olduğu için kurşunsuz dalmıştım. 50-60 metrede çalıştım. Süngerin ağırlığı o işi görür diye düşünmüştüm. Olmadı, vurgun yedim. Oradan otobüsle İstanbul’a gittim.” “Ne kadar zamanda iyileştiniz? “Uzun sürdü. Orada çok iyi tedavi aldım. Ama birkaç yıl sürdü iyileşmem. İlk 6 ay araba kullanamadım. Ayağım frene basmıyordu. 1977’de Milas’a gittim bir nargile kahvesi açtım; ama yapamadım. Bu arada az çok iyileşmiştim. Dolmuşumla Ilbıra’ya maden ocağına işçi taşırdım. O günlerde nerede denizi görsem içim acırdı; dayanamazdım.” Ali Ilgın, deniz hasretine dayanamaz ve Bodrum’a döner. Burada yine bir süre dolmuşçuluk ve inşaatçılıkla uğraşır. Yaşar gelir bir gün. “Ali, biraz çalışalım” der. O babasıyla kardeşiyle ortak aldığı arabasını bir akaryakıt istasyonuna park eder, kimselere haber vermeden Yaşarın peşine düşer. Yaşar’a Kıbrıs’a gitmeyi önerir. O yıl çok sünger çıkarmış ve çok para kazanmıştır. Ali Ilgın, bir yıl sonra Mehmet Bayezıt’la Bozburun yapımı “Katır” adlı bir tekne alır. Ancak tekneyi hantal bulur, sevemez. “Katır’ı almışız, Bozburun’dan geliyoruz. Adaboğazı’ında yanımızdan 8,5 metre bir tirhandil geçti. Tekne, o kadar çok hoşuma gitti Ali Ilgın got married to the step-daughter of his uncle in the year when he came back from military service. However, his wife got ill when they had just been married for twenty seven days, she had an operation and he spent all winter with illness. He dived at Nur, Hüseyin Karakaya’s Boat, in the beginning of summer. The next year, he decided to try to earn his living on islands. He went to Kalymnos. He dived firstly at the Boat of Andanov, and then at other two Greek boats until the Cyprus Operation in 1974. Ali Ilgın says: “I went there via Public Employment Agency. I made a good deal of money. As I am a bold diver, I used to have a share of up to 40 to 45%. Frankly speaking, I learned how to do this job when I was there. It was forbidden to dive without suits there. Port authority used to hold the captains responsible even for the diets of the divers.” “How did you return?” “During Cyprus operation, we were in the offshore of Crete. When marching started, we were afraid. We thought that it would be the best for us to take the boat away. We planned what we would do if a quarrel occurred. But they understood our situation and left us on our islands, saying that they had kids, too.” He summarizes those years, saying “If the landing did not occur, I would die there, or come back as a rich man. Back then, you would not keep dollars. I used to bring drachmas which are full of bags. I bought lands at Bodrum and İzmir, and built houses.” “How about kids?” I ask. He answers my question with probably the most extensive and the shortest sentence of the wives and kids of the sailormen: “I went to islands and came back once, then I had Mustafa; in another time, I went there and came back, then I had my daughter Ebru,” he says. Ali Ilgın starts to work at the Muhsin Demirkıran’s Boat when he came back from Islands in July 1974. But he doesn’t like the working atmosphere, goes back to Bodrum and tries his chance as minibus driver. However, he understands that he cannot stay away from the sea and sails with Mehmet Bayezıt’s boat this time. “There is a sand bank at the offshore of Seleucia cape. No divers dive there, as there is a very strong current. If you do not pay attention, you may find yourself a couple of miles away. That day, I dived without lead as I had a backache. I worked in 50 to 60 meters. I thought that the weight of sponge could equal to it. It didn’t and I was crippled by the bends. Then I went back to Istanbul by bus.” BODRUMLU SÜNGERCİLERİN MİLADI, 1986’DIR... SÜNGER VEBASI, SÜNGERCİLERİN EKMEK KAPISINI YAVAŞ YAVAŞ KAPATIR... The milestone of Sponge-divers from Bodrum, is 1986. Because of the sponge plague, the sponge-divers started to lose their jobs one by one. ANILAR / MEMORIES ki, ‘olursa teknem, böyle olsun’ dedim. Birkaç gün sonra Mehmet geldi. Muzaffer Barut’un teknesinin satılık olduğunu söyledi. Sözünü ettiği tekne benim Adaboğazı’nda gördüğüm tekneydi. Hemen gittik, onu satın aldık. Üstüne yeni bir pancar motor koyduk”. Ali Ilgın, o günden sonra 4 yıl boyunca çok sevdiği “Rasgele 2” adlı bu tekneyle Bozcaada’dan Samandağ’a dek, denizlerimizde ekmek peşinde dolaşacaktır. O, Rastgele2’nin ilk yılını: “İyi çalıştık, iyi sünger çıkardık; iyi de para kazandık. Ama Ömer Dizdar’ın tutumundan hoşlanmamıştım. Mehmet’e, ‘ya Ömer Dizdar’dan ayrılalım, ya da ortaklığı bozalım’ dedim. Mehmet, ortaklığı bozmayı tercih etti.” diyerek anlatıyor. İkinci yıl Ali Ilgın, tek başına çalışır. İşler yolunda gider. Bir sünger tüccarıyla ön bağlantı yapmadığı için malını Arif Karakaya’ya daha yüksek fiyattan satar. Bu, onun önünü açar. İyi dalgıçlar, daha çok para kazanmak için onunla çalışmayı tercih ederler. Ali Ilgın, 1984 yılında Tıkır Tıkır Cumhur’un 11.5 metre boyundaki “Uçan Çelik”ini 4500 Liraya Döşemeci Ali’yle ortak satın alır. Ancak bir ay geçmeden ‘ben bu işten anlamıyorum’ diyerek Döşemeci Ali ortaklıktan ayrılır. “Uçan Çelik”, bir turist teknesidir. Ali Ilgın, onu süngerci teknesine çevirtir ve tekneye “Rasgele3” adını vermek ister. Ancak teknenin tescili “Rasgele 5” olarak gelir. Diğer Bodrumlu süngerciler gibi onun da miladı 1986’dır. Bazılarının Çernobil felaketinin sonucu olarak değerlendirdiği sünger vebası, süngercilerin ekmek kapısını yavaş yavaş kapatır. Ali Ilgın, 1987’de salyangoz avcılığı için rotayı kuzeye çevirir. Üç yıl boyunca Marmara ve Karadeniz’de salyangoz avcılığı yapar. Hatta işler o kadar ilerler ki, başka tekneler de kiralar. Bir ara 40-50 arası çalışanı olmuştur. Salyangoz avcılığı, sünger avcılığından çok farklı bir şey olmalıydı. “Salyangoz bir ihracat ürünüdür. Eskiden denizlerimizde gerçekten çok salyangoz vardı. Biz bir günde tekneyi doldurur, akşama da gemiye teslim ederdik. Gemi bizim işverenimiz olan firmanındı. Firma salyangozları Japonya’ya ihraç ediyordu.” Salyangozun bazı ülkelerde sevilen bir yiyecek olduğunu biliyordum; ama bunun karada yaşayan salyangoz olduğunu düşünüyordum. “Siz de yediniz mi?” “Yedim” diyor ve “Pilakisini, yahnisini, yumurtasını salatasını… her türlü yemeğini yedim. Ama hayatımda hiç böyle kuvvetli bir yiyecek tatmadım.” diye ekliyor. Ali Ilgın, iş büyük olsa da salyangozun kazancından memnun değildir. Bu durumu: “Karadeniz’in havası malum, sürekli yağar. Fırtına, dalga, akıntı derken su bulanır. Üstelik o su buz gibidir. Giysi de eldiven de olsa 20 dakikada buz kesersin. Bu nedenlerle işe düzenli çıkamazsın, çıksan da verimli çalışamazsın. Hal böyleyken onca işçiyi beslemek zorundasın. Vazgeçtim, Bodrum’a döndüm.” sözleriyle açıklıyor. Ali Ilgın, Bodrum’a dönmesine dönmüştür; ama denizden ekmeğini çıkarabileceği süngercilik artık tarihe karışmış gibidir. Bu kez, kendisi gibi acar dalgıçlardan bir ekip kurar ve zıpkın balıkçılığı yapmaya başlar. Yaptığı iş kaçak avlanmadır. Adı “Katliamcı”ya çıkmıştır. “Yaptığım iş kaçaktı; ama biz katliam yapmıyorduk. Günde 80-100 ANILAR / MEMORIES “How long did your recovery take?” “It took a long time. I had a good treatment there. But it took a couple of years for me to recover. I couldn’t drive car for the first 6 months. My foot could not step on the brake pedal. I went to Milas in 1977 and opened a nargileh café. By the way, I was more or less healed. I used to carry workers to mine in Ilbıra by my minibus. Back then, it hurt me whenever I see the sea, I couldn’t stand.” Ali Ilgın, and goes back to Bodrum. Here, he feels a deep longing for sea and comes back to Bodrum. Here he works in minibuses and in construction works again for a while. One day Yaşar comes. “Ali, let’s work a little bit”, says he. He parks his car, which he has bought in cooperation with his father and brother, in a gas station and follows Yaşar without informing anyone. Yaşar suggests that they go to Cyprus. He takes many sponges out of sea and makes a great of money that year. Ali Ilgın buys a boat named “Katır” made in Bozburun with Mehmet Bayezıt one year later. But he finds the boat cumbersome and does not like it. “We bought Katır, and were coming back from Bozburun. A tirhandil with a length of 8.5 meters passed near us in Adaboğazı. I liked the boat so much that I said to myself “If I am going to have a boat, it should be this.” Mehmet came a few days later and said that Mehmet Barut’s boat was on sale. That was the boat that I saw in Adaboğazı. We went immediately and bought it. We added a new Pancar Motor on it.” After that, Ali Ilgın would work for a living in his beloved boat named “Rasgele 2”, sailing in the seas from Bozcaada to Samandağ for 4 years. He tells about the first year of Rastgele2: “We worked hard, we did good sponge fishing; and we made a good deal of money, too. But I disliked the attitude of Ömer Dizdar. I told Mehmet to leave Ömer Dizdar or to dissolve the partnership. Mehmet preferred to dissolve partnership. The second year, Ali Ilgın works alone. Things go well. He sells his goods to Arif Karakaya for a higher price as he had not made a pre-connection with a sponge merchant. This smooths the way for him. The good divers prefer to work for him to make more money. Ali Ilgın buys the Tıkır Tıkır Cumhur’s boat named “Uçan Celik”, with a length of 11.5 meters in partnership with Ali the Upholsterer. However Ali the Upholsterer retires from partnership not even one month later, saying “I don’t understand this job”. “Uçan Çelik” is a tourist boat. Ali Ilgın converts it into a sponge-diver boat and intent to name it as “Rasgele3”. But the name of the boat is registered as “Rasgele 5”. As with other sponge-divers from Bodrum, his milestone is 1986. Because of the sponge plague, which is associated with Chernobyl disaster by some, the sponge-divers started to lose their jobs one by one. Ali Ilgın turns his face to north in 1987 for snail hunting. kilo balık vururduk. Normalden küçük balıklarla uğraşacak olsak o kadar balığı vuramazdık. Bizi Lagoz, orfoz gibi büyük balıklar ilgilendirirdi.” diyerek savunuyor kendisini Ali Ilgın, 1992’de Yalıkavak’ta tersanede tekneden düşer. Ölümden dönmüştür; ama vücudunda yedi kırık vardır. Bu kaza, onun dalgıçlığının da sonunu getirir. Bundan sonra gemilerde yatlarda kaptanlık yaparak yaşamını sürdürecektir. Ona bir daha geriye dönme olanağınız olsaydı ne yapardınız, diye soruyorum. “Rasgele2’yi satın alırdım ve hayatımın bundan sonraki günlerini onunla geçirirdim.” diyor. Hüzünlü bir hikâyenin izinde yürür gibi anlatıyor: “Onunla çok tehlikeler atlattım. Kemer’de battım. Ama onun sayesinde mal mülk sahibi oldum. Şimdi onun rutubet kokan yataklarını bile özlerim. Onu, o kadar çok seviyordum ki satmaya kıyamadım. Satarsam, birinde gördüğümde dayanamam diye, gözümün önünde olsun diye, bacanağımın oğluna verdim. Tekneyi severdi, garibandı. Ne yazık ki tapusunu alır almaz sattı. Yerine bir kamyon aldı. O günden bu yana da konuşmam onunla.” Ömrünün neredeyse 50 yılını denizlerde geçiren, denizin bin cefasını çekmesine karşın son nefesine dek denizlerde geçirmeye hazır bu deniz emekçisini dinlerken kendi kendime defalarca sordum: “Bu denizin albenisi, büyüsü nedir böyle? Bu deniz, heyecanları böyle capcanlı nasıl tutabiliyor? “ Eminim ki biz kara insanlarının bu soruların yanıtlarını verebilmesi çok zor! O da birçok Bodrum deniz emekçisi gibi yoksullukların denize itelediği bir köylü çocuğuydu. Yarım asırdan sonra damarlarında hâlâ deniz tutkusu dolaşması denizin cömertliğinin, enginliğinin ve bizi hayata bağlama gücünün göstergesi değil midir? He hunts snails in Marmara and Black Sea for three years. He even progressed so much that he rents other boats, too. Once, he had 40 to 50 employees. Snail hunting must have been very different from spongefishing. “Snail is an export product. We used to have really great deal of snails in our seas before. We used to fill the boat within one day and present them to the ship in the evening. The ship belonged to our employer company. The company used to export the snails to Japan.” I knew that the snail was a favorite food in some countries; but I thought that those snails were land snails. “Have you ever eaten?” “Yes, I have,” he says and adds: “I have eaten every kind of meal made of snail, including pilaki, gallimaufry, egg, salad… But I have never eaten such a strong food in my life”. Ali Ilgın was not content with the money he earned from snails, though the business is big. He explains this situation by saying: “You know the weather of Black Sea, it constantly rains. The water gets turbid because of storms, waves, currents, etc. Moreover, that water is freezing. You freeze as hard as stone within 20 minutes even if you wear thick clothes and gloves. For this reason, you cannot sail for snail hunting regularly, even if you do, you cannot work productively. While this is case, you have to consider feeding the workers. I gave up and went back to Bodrum. Ali Ilgın went back to Bodrum, but sponge-diving, which he carries out for earning his life, was almost history. This time, he sets a team consisting of bold divers like him and starts to carry out fishing with spear gun. What he does is poaching, and he is named “Slaughterer”. He defends himself, saying “What I did was illegal; but we did not slaughter. We used to catch 80 to 100 fish per day. If we happened to deal with smaller fish, we would not catch that amount of fish. We were more interested in big fish such as Grouper.” Ali Ilgın falls from the boat at the shipyard in Yalıkavak in 1992. He escapes death but has seven bone fractures in his body. His diving life ends as the result of this accident. After that he continues his life by working at boats and ships as captain. I asked to him what he would do if he had a chance to go back. He says, “I would buy Rasgele2 and spend the rest of my life on that boat.” He tells as if he follows the tracks of a sad story: “I escaped many dangers when I was on it. I sank in Kemer. But I am a man of property, thanks to it. Now I miss even its damp-smelling beds. I loved it so much that I could not sell it. I gave it to the son of my wife’s sister’s husband so that it will always be in front of my eyes, thinking that if I sold it, I would not help myself when I saw it in the hands of someone else. He used to love the boat, but he was poor. Unfortunately, he sold it as soon as he obtained title deeds, and bought a truck instead. I haven’t talked to him anymore since then.” While listening to this sea-laborer, who has spent almost 50 years of his life on the seas and still is ready to be on the sea until his last breathe despite of all his sufferings he had on the sea, I asked myself over and over again: “What is this charm, this magic of the sea? How can this sea keep the interests alive like that?“ I am sure that it is very difficult for us, the landers, to give answers of these questions! Like many sea laborer from Bodrum, he was also a peasant child, who was forced to sea because of poorness. Now that he still keeps his passion for the sea in his veins, isn’t it an indication of the generosity, vastness and the power of the sea that makes us hold on to life? YAŞAM / LIFE YAŞAM / LIFE Gelecek Nesile Devir Recirculation To Future Generations Dokunmayın denizimize, ormanımıza, akarsularımıza... Take your hands off from our seas, forests, and streams... Can Pulak Yapmayın! Kıymayın Gökova’ya. O güzelim koyları bozmayın, izin vermeyin yapılaşmaya. Görsel değerlerimizin fotoğraflarıyla oynamayın. Dokunmayın denizimize, ormanımıza, akarsularımıza. Koca koca iş makinalarını sokmayın buralara. Kaçırmayın hayvancıklarımızı, bozmayın huzurlarını. Hayatında denize ayağını sokmayanlar, denizle dost olamayanlar, doğayla barışık yaşamayı bilemeyenler, tanrının yarattığı o muhteşem güzellikleri fark edemeyenler zarar vermesinler Gökova’ya, Hisarönü’ne, Dalyan’ın İztuzu’na, Kisebükü’ne, Adalıyalı’ya… Kisebükü’nde inşaat başlarsa, arkası çorap söküğü gibi gelir. Kimse tutamaz diğer koyları. Yeşilin ve mavinin betona yenik düşmesini kimse önleyemez. Deniz turizminden, mavi yolculuktan bahsedemeyiz artık. Her yeri otelle doldurursak, her yere peynir kalıbı gibi siteleri kondurursak, Gökova’ya ticari gemi limanları yapmaya kalkışırsak, sadece mavi yolculuğu değil, amatör denizciliğimizi de, deniz sevdamızı da öldürürüz. Türkiye koskoca bir ülke… Başka yer kalmadı mı ki, gözbebeğimiz gibi korumamız gereken yerleri betona ikram ediyoruz. Buraları 30 yıldır iyi kötü korundu. Şimdi Özel Çevre Koruma Kurumunu da yok ettik. Ne olacak peki, kim koruyacak buraları? Kıyı planları yapılıyor, sektörün görüşünü alan yok. Planı yapanların denize ilgisi ve sevgisi yok. Öyle olunca denizlerimiz, sahillerimiz, koylarımız Allah’a emanet gibi duruyor. Bu işler bilgi ister, vizyon ister, plan için cetvel kalem yetmiyor ki… Deniz turizmi farklı bir şey, termal turizmi daha farklı… Hepsini genel turizm torbasının içine atar ve sallayıp durursak, o zaman duvara vururuz. Gökova’da limanın işi ne? Ne yükleyeceğiz buradan gemilere? Öyle bir üretim, fabrikalar filan yok ki orada. Muğla’nın mermerini yollayacak, Gökova’dan başka yer bulamadılar mı? Zaten Termik santralle büyük zarar verdik Gökova ve çevresine. Bari bir de ticari gemiler için yapacağımız limanla zararı büyütmeyelim. Mavi yolculuğu, deniz turizmini küçümsemeyin. Türkiye’nin denizlerinde, 50 bin yatak kapasitesinden fazlası var. Karadaki otelin yatağını ortalama 60-70 TL’ye satarsınız ama denizdeki güzel bir teknenin yatağını 100 - 150 Euro’ya pazarlayabilirsiniz. Ayrıca binlerce yerli ve yabancı özel tekne huzurla ve özgürce dolaşır Gökova’yı, koylarını ve köylerini. İkmal yaparlar buralarda, restoranlarında yemek yerler, köyleri gezer çoğu. Bir yeri, bir bölgeyi korumak demek, her şeyi yasaklamak, o güzellikleri yaşamak isteyenleri kısıtlamak demek değildir. Ama planlı, programlı yapmalıyız her şeyi. Gökova, Hisarönü gibi yerleri ve koylarını bakir bırakmalıyız. Bu güzellikleri sadece bizim değil, gelecek kuşağın da aynı değerde ve güzellikte yaşamasına fırsat tanımalıyız. Don’t! Don’t sacrifice Gökova. Don’t ruin those beautiful bays; don’t allow the constructions in the area. Don’t play around with our visual values. Take your hands off from our seas, forests, and streams. Don’t allow heavy construction equipments enter those areas. Don’t make the animals run away, don’t disturb their peace. Don’t let the people who never step once into the sea, never had a friendship with it, doesn’t know how to live in peace with nature, and doesn’t know the beauty of what god created, scathe to Gökova, Hisarönü, Dalyan İztuzu, Kisebükü and Adalı… Once the construction begins in Kisebükü, then the rest of the actions will come. Nobody will stand up for rest of the bays. No one will preserve green and blue to become concrete. We will not be able to talk about sea tourism and blue voyage anymore. If we built hotels everywhere, construct building concepts like cheese hoops, try to make commercial ship port to Gökova, we are not only going to finish the blue voyage but also amateur seafaring and our love of sea. Türkiye is a huge country… Don’t we have other places to construct buildings instead of ruining the places that we have to protect. For about 30 years these places retained. Now we also shatter the “Special Environment Protection Agency”. From now on what will going to happen, who will preserve these areas? Costal plans were made without asking the sector’s opinion. The plan makers have no sea of love or interest. For that reason our seas, shores seems to be like in god’s hands. For making a planning you don’t only need a pencil and ruler, you also need knowledge and vision… Sea tourism is a different kind of thing; thermal tourism is much more… If we put those all together and shake the bag, than we will toss to the wall. Is there a need of ship port in Gökova? What are we going to load to those ships? There is no such production, no factories there. Can’t they find anywhere better than Gökova to ship Muğla’s marble? They already damage Gökova and round with thermal plant. Don’t make the damage bigger with a ship port for commercial vessels. Do not under estimate blue voyage and sea tourism. Türkiye’s seas have a capacity more that 50 thousand beds. You can commercialize the bed at land around 60 to 70 TL, but at the sea the price goes up like 100 to 150 Euros per bed for a beautiful boat. On the other hand lots of local and foreign flag boats are sailing at Gökova and its bays with peace and freedom. BAŞKA YER KALMADI MI Kİ, GÖZBEBEĞİMİZ GİBİ KORUMAMIZ GEREKEN YERLERİ BETONA İKRAM EDİYORUZ! Don’t we have other places to construct buildings instead of ruining the places that we have to protect. YAŞAM / LIFE İztuzu / Dalyan Dünyada bir marka haline gelen mavi yolculuğa en küçük bir zarar vermemeliyiz. Tekne sahibini, denizciyi, yaşam gücünü denizden ve doğadan alanları küstürmemeli, ürkütmemeli, aksine teşvik etmeliyiz. Bir dünya şaheseri olan İztuzu’na kaplumbağa hastanesi yapacaklar. O bölgede insanların gideceği doğru dürüst bir hastane yokken, kaplumbağalara bu özel muamele niye ki? Dokunmayın hayvanlara, bırakın kendi hallerine. Dünyayı kendimize güldürmenin âlemi var mı? Orada kaplumbağalar için prefabrik bir çalışma merkezi, hatta havuzlar da yapılmıştı. Anlaşılan şimdi, betondan büyük bir hastaneyle, lojmanlar da yapacaklar. Böylece orayı da berbat edecekler. Farkındalar mı bilmiyorum ama eğer öyleyse, kaplumbağalar da çok gülüyordur bu işe… Her neyse, aman denizlerimizi, koylarımızı, sahillerimizi, kumsallarımızı iyi koruyalım ve önüne gelenin sığ projelerine ve çıkarlarına kurban etmeyelim. DÜNYADA BİR MARKA HALİNE GELEN MAVİ YOLCULUĞA EN KÜÇÜK BİR ZARAR VERMEMELİYİZ. We should not give any harm to blue voyage which is known as a brand in the world. Boats are taking supplies from there, visiting its restaurants, visiting its towns. To preserve an area does not mean to ban everything, limiting the person who wants to be a part of that beauty. For that reason we have to do everything within a plan. We should not leave Gökova and Hisrönü bays to its faith. Those natural beauties are not only ours; we should let the next generations able to see and live in those beautiful areas. We should not give any harm to blue voyage which is known as a brand in the world. We should not frighten the boat owners, sailors, our natural heritages and people who gets their life energy from sea They are going to make a turtle hospital to the world’s masterwork İztuzu. There is no convenient hospital for people who live there, so why turtle hospital is a need? Take your hands off the animals, let them live in their environment. There is no need to make the world laugh to us. They already made a prefabricated working place and even a pool. Now it seems that, they are going to built there a big concrete hospital and mass houses. So that then they can able to ruin there too. I don’t know if are they aware of, but most probably even the turtles are laughing at them…. What so ever please protect our seas, bays, shores and beaches. Don’t let them ruin with shallow projects and benefits. ÇEVRE / ENVIRONMENT SULAK ALANLAR, HERKESİN DOĞAYLA İÇ İÇE EĞLENİP, DİNLENEBİLECEĞİ REKREASYON ALANLARIDIR Wetland Fields are Recreation Ares Which Everyone in the Midst of Nature can have Fun and Relax Sulak Alanlarımız Ve Gölköy Our Wet Lands And Gölköy Sulak alanlar; yeryüzündeki başka hiçbir ekosistemle karşılaştırılmayacak ölçüde işlev ve değere sahip, yeryüzünün en zengin ve en üretken ekosistemlerini oluştururlar. 6.000 yıl boyunca insan topluluklarının, uygarlıklarını nehir vadileri ve sulak düzlüklerde kurmaları rastlantı değildir. Mezopotamya ve Anadolu‘daki ilk yerleşimler de sulak alanlar çevresinde kurulmuştur. Sulak alanlar tarih boyunca insan topluluklarının hayatta kalmaları ve gelişmeleri için kritik önem taşımıştır. Sulak alanlar, tropik ormanlardan sonra biyolojik çeşitliliğin en yüksek olduğu ekosistemlerdir. Yalnız bulundukları ülkenin değil, tüm dünyanın doğal zenginlik müzeleri olarak kabul edilirler. Ekolojik doğal döngü zincirinin en önemli halkası sulak alanlar, Wetlands are rich productive ecosystems which cannot be comparing with another ecosystem at earth surface. The communities built civilizations near to the rivers and watery areas for about six thousand years and this is not a coincidence. Also the civilizations at Mesopotamia and Anatolia built near wetland areas. Wetlands are critically special for communities for centuries to survive and develop. Because of the biological variety of the species, wetlands are an important ecosystem after tropical forests. They are not only their countries but also world’s natural wealth museums. bitki ve hayvanlar için uygun yaşam, beslenme, üreme ve barınma ortamlarıdır. Dünyada avlanan balıkların üçte ikisi sulak alanlarda ürer. Tortu ve zehirli maddeleri alıkoyarak, süzgeç görevi yaparlar, suların doğal arıtım alanlarıdır ve ormanlar kadar oksijen üretirler. Bulundukları bölgenin nem düzeyini ayarlar, iklimini etkiler ve ılımanlaştırırlar. Yeryüzündeki su rejiminin merkezidir. Taban sularının zenginleşmesini sağlar, su baskınlarını engeller. İnsanoğlunun başarısız olduğu taşkın kontrolü görevini üstlenen doğal alanlarımızdır. Sulak alanlar küresel ısınmaya karşı ormanlar kadar önemlidir. “Sıtma hastalığının taşıyıcısı sivrisineği yok etmek için bataklıkların kurutulması gerekir” fikrinden yola çıkarak, 1950 yılında “BATAKLIKLARIN KURUTULMASI VE BUNDAN ELDE EDİLECEK TOPRAKLAR HAKKINDA KANUN” ile yasallaşan “sulak alan kıyımı”, sıtma hastalığının yok edilmesi ile sona ermedi. Kaçak ve aşırı yer altı suyu kullanımı, yağışın sulak alanlara ulaşmasını engelleyen bentler ve barajlar, sazlıkların kesilmesi, tarım amaçlı kurutmalar, sanayi kirliliği, aşırı yapılaşma ve küresel ısınmayla da yağışların azalması gibi nedenlerle, Türkiye sulak alanlarının yarıdan fazlasını kaybetti. Hatay - Amik Gölü: Altı yılda 75 bin metrekarelik göl kurutuldu. Burdur - Kestel Gölü: Tarım arazisi kazanmak amacıyla kurutuldu. Kahramanmaraş - Gavur Gölü: 7 bin 125 hektar alanı kurutulmuştur. Konya - Suğla Gölü: Tarımsal amaçlı kurutuldu. Konya - Samsam Gölü: Suyu drene edilerek kurutuldu. Konya - Hotamış Sazlığı: Sazlık büyük ölçüde kurudu. Konya - Akşehir Gölü: 350.000 m²’den büyük olan göl alanı, 30.000 m²’ye, en derin yeriyse 1 m’ye kadar düştü. Konya - Eşmekaya Sazlığı: Alanın tamamı kurudu. Afyon/Bolvadin - Eber Gölü: Sulama için çekilen su, gölün su seviyesinin düşmesine neden oluğundan risk altında. Eber Gölü /Afyon Eber Lake /Afyon SULAK ALANLAR, TROPİK ORMANLARDAN SONRA BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİN EN YÜKSEK OLDUĞU EKOSİSTEMLERDİR Because of the biological variety of the species, wetlands are an important ecosystem after tropical forests. Wetlands are ecological natural cycle’s most important chain. These lands are suitable environment for animals and plants for feeding, breeding and sheltering. Two-third of the fishes which are hunting is breeding in those lands. Feces and poisonous materials withhold and filtered by wetlands. These lands are natural purification areas and they can produce as much oxygen as forests. Also wetlands, adjusts the moisture level of the area, effects the climate and moderate it. They are the centre of the world’s water regime. They make the groundwater richer and safeguard lands for floating. Those are natural places to control floating which humans cannot manage to do so. On the other hand wetlands are important for global warming as forests are. With the idea of “To destroy mosquito carrier of malaria, swamps must be dried” at the year 1950, “Draining of Swamps and Lands Obtained from this Action Law” legalized and “wetland slaughter” didn’t end up after shattering the malaria. Illegal and extreme usage of underwater, strophes and barrages which blocks the rain waters to reach wetlands, drying lands for agricultural usage, industrial air pollution, extreme structuring and reducing of the downfall because of the global warming, Türkiye loss half of its wetlands. Hatay - Amik Lake: In 6 years, 75 thousand square meters lake are drained. Burdur - Kestel Lake: Drained for agricultural usage. Kahramanmaraş - Gavur Lake: 7 thousand 125 hectare drained. Konya - Suğla Lake: Drained for agricultural usage. Konya - Samsam Lake: Drained. Konya - Hotamış Reeds: The reeds drained almost completely. Konya - Akşehir Lake: Lake area was 350.000 m²’, it is Meke Gölü / Konya Meke Lake / Konya ÇEVRE / ENVIRONMENT Konya - Beyşehir Gölü: Göl kıyılarında kumullaşma başladı. Kirlilik ve aşırı su çekilmesi gölü tehdit ediyor, risk altında. Kayseri – Palas Gölü: Palas Ovası’nda sulu tarıma geçilmesi ve yeraltı suyunun kuyular açılarak çekilmesi sonucu göl, HaziranAğustos aylarında tamamen kuruyor. Tuz Gölü: %50 küçüldü. Meke Gölü: Dünyanın nazar boncuğu olarak nitelendirilen ve 5 milyon yıl önce oluşan gölü birkaç yıl içinde bataklık haline getirdik. Sulak alanların kıymetini anlayan ülkeler, 1971 yılında “RAMSAR” anlaşmasıyla sulak alanları koruma altına almaya başladı. Türkiye 22 yıl sonra,1993’te RAMSAR antlaşmasına imza attı ve ancak 12 yıl sonra, 2005’te “Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği” ni çıkartılabildi. Bu ihmalkârlığın yanı sıra, sulak alanların kaybedilmesinde en büyük etken olan “Devlet Su İşleri (D.S.İ)”, bu yönetmeliğe “yürütmenin durdurulması” istemiyle dava açacak kadar cahillik sergiledi. Özet olarak Türkiye, son 50 yılda 2,5 milyon hektarlık sulak alanın yarısından fazlasını, yani Marmara Denizi’nden daha büyük bir yüzölçümüne karşılık gelen 1 milyon 400 bin hektarlık doğal sulak alanını kaybetti. Türkiye şimdilerde, “kaybedilen sulak alanlarını nasıl geri alabilirim” projeleri yürütmesine karşın, “ küçük ölçekli sulak alanlarımızı da nasıl yok ederim” projelerine ve planlamalarına devam etmekte. Muğla/Fethiye - Karaot Sulak Alanı: Çekek ve tersane yapmak için planlandı. ÇEVRE / ENVIRONMENT now 30.000 m²; depth of the lake is almost 1 meter. Konya - Eşmekaya Reeds: Area completely dried. Afyon/Bolvadin - Eber Lake: Because of the usage of watering, lakes water level decreasing, lake is under risk. Konya - Beyşehir Lake: Lake’s ashore become sandy. Pollution and extreme drawdown are threats. The lake is under risk. Kayseri – Palas Lake: Because of the agricultural usage of water, between June and August the lake dries. Tuz Lake: Run down about 50%. Meke Lake: This Lake is world’s evil eye talisman and formed 5 million years ago. In a couple of years the lake became a swamp because of us. Countries which appreciate the wetlands established “RASMAR” at 1971 and started to take wetlands under protection. After the 22 years of establishment Rasmar, Türkiye signed the agreement at 1993. At 2005 Türkiye published “Preserving Wetlands Regulation”. Beside this remissness, The State Water Affairs (D.S.İ) litigated to supersedes of this law. In conclusion, at the last 50 years Türkiye, has lost 2,5 million hectares wetland, that means a bigger area than sea of Marmara which is 1 million 400 thousand hectares, natural wetland of Türkiye. Right now, Türkiye has some projects about preserving the wetlands but on the other hand also have projects on how to drain the wetlands. Bodrum’daki, Gölköy Beldesi, ismini bu gölün varlığından alır. Yerli halk bu göle “Akdeniz” ismini vermiş. Bodrum’s Gölköy town’s name is coming from this lake. Native population calls this area “Mediterranean” TUZLA SULAK ALANI HALA BİR ÇOK KUŞ VE ÜREYEN BALIK ÇEŞİDİNE SAHİP Tuzla wetland has still owns variety of bird species and breeding fishes Muğla/Milas - Tuzla Sulak Alanı: Üzerine Havaalanı yapıldı, tam ortasından yol geçirildi, içine golf sahası yapıldı, yol kenarında yapılaşma devam ediyor ve konutlarla alan boğuluyor. Muğla/Dalaman - Dalaman Sulak Alanı: İçine marina yapılmak isteniyor. SULAK ALANLARA GEREKEN KORUMAYI YEREL BOYUTTA DA SAĞLAYAMIYORUZ! Muğla/Bodrum - Gölköy Sulak Alanı: Bodrum’daki, Gölköy Beldesi, ismini bu gölün varlığından alır. Yerli halk bu göle “Akdeniz” ismini vermiş. Bu göl, parçası olduğu 354 dekarlık sulak alana da isim verir. Adı “Akdeniz Kovalığı”dır. Sulak alana verilen kovalık ismi, bu alanda deniz börülcesi ile birlikte yetişen ve yöre halkının kurutup hasır ördüğü bir bitkiden gelir. Sulak alan çevresindeki yamaçlardan süzülen yağmur suları ve yer altı su kaynakları, batısındaki yüksek taban suyuna ihtiyaç duyan sazlıklar ve hurmalıkları besleyen gölü oluşturur. Gölköy Sulak Alanımız, Dünyada Bağdat, Girit Adası ve Datça Yarımadası’nda akrabaları bulunan endemik hurma topluluğunu barındırır. Gölköy hurma ağaçları, ülkemizde doğal ortamda bulunan üç hurma türünden ikisinin, yani Datça Hurması (Phoenix Theophrasti Greuter) ile Bağdat Hurması (Phoenix Dactylifera)’nın ortak özelliklerini taşımasının yanı sıra, farklı morfolojik özellikleri de taşıyan ve koruma altına alınan endemik bir türdür. Yerel yönetimlerin bu değerimiz hakkında gerekli bilgi ve bilince sahip olmamaları nedeniyle, bu değerli sulak alanın kurutularak ve hurma ağaçlarının yakılarak yok edilmesiyle farklı amaçlar için arsa kazanma girişimleri, çevre örgütlerinin çabalarıyla engellenerek bu güne kadar korunabilmiştir. Sulak alan niteliği ve endemik hurma popülasyonuna ev sahipliği Muğla/Fethiye - Karaot Wetland Field: Planed to be a slipway and a shipyard. Muğla/Milas - Tuzla Wetland Field: An airport, a road, a golf course build on it. Structuring still continues at the field and there are lots of houses around the area. Muğla/Dalaman - Dalaman Wetland Field: Planed to build a marina. ALSO WE CAN’T MANAGE TO PROTECT THE WETLANDS AT LOCAL EXTENT! Muğla/Bodrum - Gölköy Wetland Field: Bodrum’s Gölköy town’s name is coming from this lake. Native population calls this area “Mediterranean” Also this lake is known by its 354 decares wetland. Its name is “Mediterranean’s Bucket. “ This name given to wetland which is come from a plant grows with sea beans. Locals mats with this plant. Around the wetlands, rainwater draining from the surrounding hillsides and groundwater sources in the west which needs high ground water feeding, reeds and betel nut trees creates the lake. After Baghdad, Crete Island and Datça Peninsula, Gölköy wetland is the only place that betel nut species grows. In our country three types of betel nut grows. One of them is Datça betel nut (Phoenix Theophrasti Greuter) , the other one is Baghdad betel nut (Phoenix Dactylifera). Gölköy’s betel nut holds those two types characteristics. Also this betel nut has different morphological features and it’s under protection as endemic specie. Local government has got no knowledge and awareness about this wetland and betel nuts and their attempt of firing up the trees of betel and drying the wetland were stopped by environmental organizations. yapması nedeniyle çok daha büyük bir öneme sahip olan bu alanın, mutlak korunması gerekir. Ancak bilinçsizce yapılan müdahaleler, yollar ve çevresindeki yapılaşma, sulak alanın daralmasına, bir kısmının çoraklaşmasına, su seviyesinin düşmesine ve sudaki tuzluluğun artmasına neden oluyor. Hala birçok kuş ve üreyen balık çeşidine sahip olan, kısmen 3.derece arkeolojik, kısmen de 1.derece doğal sit olan bu doğa harikası sulak alanın, korunarak rehabilite edilmesi için biz çevreci ve duyarlı vatandaşlar tüm gücümüzle çabalıyoruz. Sürekli gelişen teknoloji bize doğanın önemini unutturmuş gibi görünebilir. Ancak doğa sıklıkla bu umursamazlığımızı ve yanlış uygulamalarımızı yüzümüze tokat gibi vuruyor. GERÇEK OLAN, YAŞAMAK İÇİN DOĞAL EKOSİSTEMLERİN DESTEĞİNE MUHTAÇ OLDUĞUMUZ 2025 yılında dünyada her üç kişiden ikisinin kuraklıkla karşı karşıya kalabileceğini ve 2040 yılında Türkiye’nin çölleşeceği alarmını veren bilime kulak kabartmalıyız. “2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü” idi. Gerekli gereksiz birçok günü kutlarız ama Sulak Alanlar Günü’nde yetkililerden tek bir kelime bile duymadık. Boşa çırpınmalardan vazgeçip, gelecekte yönetimi ve kamuoyunu oluşturacak olan yeni kuşaklara, sulak alanların önemini anlatma yolunu seçmeliyiz. Sağlıcakla Kalın, saygılarımla. This area should have a priority to preserve because of the endemic betel nut trees population. But the insensibly constructions, attempts and roads around this environment make this place become a desert, narrowing the wetland, decreasing the water level and increasing the saltiness of the water. Gölköy wetland has still owns variety of bird species and breeding fishes. Also this area known as; 3. level archeological site and 1. level of natural protected area. That’s why as acting responsibility citizen and environmentalist we have to try to preserve and rehab this wetland. Because of the technology which rapidly developing, we may forget the importance of the nature. But nature holds again this recklessness and wrong usage to us many times. The Truth is; We Need Natural Ecosystem’s Support to Live On We should over hear the voice of science, which declares at year 2025 in the world two people out of three will face with aridity and at year 2040 Türkiye will become a desert. 2nd of February was the day of “World’s Wetlands Day”. We are celebrating all kind of days, but from authorities we never heard of anything about this day. We should stop to flog a dead horse and teach our future generations the importance of the wetlands. Because our next generation is going to be the future’s oversight and public opinion. Peace out! With all my respects. KÜLTÜR-SANAT / ART AND CULTURE KÜLTÜR-SANAT / ART AND CULTURE Erdal Alantar Renklerin Ölümsüz Dünyasında At the world of immortal colors Soyut resmin duayen isimlerinden, Paris ekolünün son temsilcileri arasında gösterilen Erdal Alantar, 82 yaşında hayatını kaybetti. Ardında ölümsüz eserler ve büyük izler bırakan Alantar, Bodrum’a, denizine ve Büyükada’ya sevdalı bir sanatçıydı. 29 Ocak 1932’de İstanbul’da doğan Erdal Alantar, 1949 yılında başladığı İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde Halil Dikmen ve Cemal Tollu atölyelerinde çalıştı. 1956’da mezun olan Alantar, 1954-55 senesinde Piyanist Sevinç Alantar ile akademide tanışıp, evlendi. Akademi’den mezun genç ressam, 1958’de İtalya’ya giderek, Floransa Güzel Sanatlar Akademisine girdi. Floransa ve Roma’da fresk üzerine çalışmalar yaptı. 1963’ten itibaren eserleri Paris galerilerinde sergilenmeye başladı. Erdal Alantar, kendisinden önce Abidin Dino ve Fikret Mualla’nın da gitmiş olduğu gibi, resim yapmak için resmin kaynağı, başlangıç noktası olan Paris’e gitmeye karar verdi ve 1959’da Paris’e yerleşti. Paris’te Delacroix’in eski atölyesinin yanında bir oda kiralayan Alantar, Deux Magots kahvesinde Poliakoff la, Coupole’de ise Giacometti’yle tanıştığında, L’Ecole de Paris’in son günleriydi. 1963’ten itibaren eserleri Paris galerilerinde sergilenmeye başladı. Bunu Hollanda, Türkiye, Almanya, İsviçre sergileri izledi. Paris’teki ilk günlerinde bir fabrikada çalışıp, hayatını kazanan Erdal Alantar’ın eserlerinde fabrika günlerinin bıraktığı izlenimleri görmek mümkün… Abstract painting cognoscenti and the last Paris echoless Erdal Alantar passed away at 82 years old. Mr. Alantar left behind an immortal work of art and leave mark, was a man who in loved with Bodrum, its sea and Büyükada. Erdal Alantar was born in January 29th 1932. He studied at İstanbul faculty of fine arts academy, painting department at 1949. He worked at Halil Dikmen and Cemal Tollu’s ateliers. Mr. Alantar met with pianist Sevinç Alantar between the years of 1954-55 at the academy and got married with her. He graduated from school at 1956. At the year of 1958 he went to Italy and began to work at Firenze faculty of fine arts academy. At Firenze and Rome he worked on frescos. At the year of 1963, his arts began to exhibit at Paris galleries. As Abidin Dino and Fikret Mualla, also Erdal Alantar decided to go to Paris which is the painting’s source and origin, and settled there in the year of 1959. Mr. Alantar rented a room near to the Delacroxin’s ex atelier. It was the last days of Paris at L’Ecole when he met with Poliakoff at Deux Magots and with Giacometti at Coupole. At the year of 1963, his paintings began to exhibit at Paris galleries. After Paris exhibition, his paintings exhibited at Holland, Türkiye, Germany and Switzer- KÜLTÜR-SANAT / ART AND CULTURE KÜLTÜR-SANAT / ART AND CULTURE land. At the first days that he lived in Paris, he worked at a factory for living, that’s it is possible to see the impression of the factory in his paintings… Mr. Alantar participate lots of international Biennial’s and exhibits. At Ancona Graphic Arts Biennial, he awarded with second place medallion at the year of 1968, at France “Val de Marne” first place at year of 1970, at 1980 “La Ville de Bayeux” award and at 1993 “The Best Composition” award. Between the years of 1972-98 he began to teach plastic arts at France. In 59 years, he had personal exhibits, group exhibits and biennials more than 130. His expositions also displayed at İstanbul, Ankara, İzmir, Bodrum also in France, Germany, Denmark, Romania, Canada and India. His paintings displayed at lots of museums and personal collections at overseas. He took example Michelangelo… At 1960’s Erdal Alantar inspired by intangible expressionism for his paintings and he took example Michelangelo. He painted his arts in company with Mozart, Beethoven, Chopin, Berlioz and Wagner. With the inspiration of action paintings, his large format works is filled with energy and the visual projection of the music. The compositions which painted with instinctive brushstrokes are creating a harmony with the musical notes. With the Ottoman’s tughras and calligraphy rhythm, inside motion serpentine color zones, baroque inspired spirals and moving cloudy clusters intangible expressionism principles he painted his stretcher. At the stretcher, with the oil paint method, the black base of the paintings, with one brush stroke you may see the colors from red to blue, green, purple and much more. Declined the Captivity of Figures, Colors and Shapes… Alantar, birçok uluslararası Bienal ve sergiye katıldı. 1968’de Ancona Grafik Sanatlar Bienali’nde ikincilik madalyonu, 1970’te Fransa’da “Val de Marne” birincilik ödülü, 1980’de “La Ville de Bayeux” ödülü ve 1993’te “En İyi Komposizyon” ödülünü aldı. 1972-98 yılları arasında Fransa’da Plastik Sanatlar Öğretmenliği yaptı. 59 yılda 130’un üzerinde kişisel sergi, grup sergisi ve bienallere katılan sanatçı İstanbul, Ankara, İzmir, Bodrum kentlerinin yanı sıra Fransa, Almanya, Danimarka, Romanya, Kanada, Hindistan gibi ülkelerde sergiler açtı. Yurtdışında sayısız müze ve özel koleksiyonda eserleri bulunuyor. Michelangelo’yu örnek alıyordu… 60’lı yıllarda Soyut dışavurumculuk akımından etkilenerek çalışmalarını sürdüren Erdal Alantar, kendine Michelangelo’yu örnek aldığını söylüyor. Alantar, Mozart, Beethoven, Chopin, Berlioz ve Wagner eşliğinde barok fırça darbeleriyle eserlerini yapmıştır. Eylem resminin (action - painting) etkisinde gelişen büyük boyutlu yapıtları muhteşem bir enerji ve müziğin görsel yansımalarını da taşıyor. İçgüdüsel fırça darbeleriyle oluşturduğu kompozisyonlar müziğin notalardan bütüne ulaşan uyumunu da andırıyor. Osmanlı tuğralarının ve hat sanatının kaligrafik ritminden yola çıkarak iç devinimi andıran kıvrımlı renk kuşaklarını, barok etkili sarmaları ve haraketli bulut kümelerini soyut dışavurumculuk ilkeleri doğrultusunda tuvale aktarmıştır. Tuval üzerine yağlı boya tekniğindeki resimlerinde siyah zemin ağırlıklı olarak kırmızıdan maviye, yeşile, mora ve daha birçok ayrı rengin tonlarını tek bir fırçada toplamayı başarmıştır. Figürlerin, renklerin ve biçimlerin tutsaklığını reddetti. Geniş mekânlarla ilişkilendirilen büyük boyutlu resimlerinde olduğu gibi, küçük boyutlu eserlerinde de izleyiciyi tuvalin içine çeken bir hareket gözlenir. Tuval üzerine dijital baskıyla gerçekleştirilen el ayrıntısı üzerine yerleştirdiği fırça vuruşları, sanatçının günümüz olanaklarından yararlanarak gelişimini sürdüren sanat düşüncesinin yansımasıdır. Kendisini bütün renklerden, bütün figürlerden, bütün biçimlerden arındıran ve onların sınırlarına tutsak kalmayı daha en başında reddeden bir sanat düşünürüdür O. Boya, fırça ve tuval arasındaki sırları çözüp, onların evreninde kendisine nefes kesici bir dünya yaratan usta ressam Erdal Alantar’ın resimleri, birçok uluslararası sanat uzmanının fikrince “fırça ve boya ile yapılmış olamaz.” As the large format paintings of his which binding with large places, also his small format paintings absorbs you inside of the stretcher. With the digital printing, the artist painted the stretcher with detailed hand brush strokes. This is reflection of developing art by today’s resources. He was an art thinker who purged himself from all the colors, all the figures, all the shapes and declined to trap in their lines since the begging of his art. He reviled the secrets of the paints, brush and stretcher and built himself an amazing place in their universe. For lots of overseas authorities the breath taking Erdal Alantar’s art works seems to be “not painted with brush and paint”. HABERLER / NEWS Fuarın Göz Kamaştıran Tekneleri The Dazzling Boats of The Expo Karada yapılan dünyanın ikinci en büyük tekne ve yat fuarı olan CNR Avrasya Boat Show Uluslararası Deniz Araçları, Ekipmanları ve Aksesuarları Fuarı’na 400 firma ve 1.000’e yakın marka katıldı. Toplamda 85 bin metrekare alanda düzenlenen fuarda mega yat, tekne ve yelkenlilerin yanı sıra tekne aksesuarları ve yapım malzemeleri, marina donanımları, su sporları donanımları, deniz giyim ve aksesuarları gibi ürünler de sergilendi. Fuarın en pahalısı bir İngiliz İngiltere’de üretilen ve dünyanın pek çok denizinde bulunan Princess 82, Avrasya Boat Show 2014’ün en büyüğü. 25,5 metre boyunda ve 5,74 eniyle göz kamaştıran tekne Türkiye’de de ilk kez sergileniyor. Şimdiye kadar Türkiye’de düzenlenen tüm fuarlarında en büyük teknesi özelliğini taşıyan Princess 82 aynı zamanda en pahalı olanı. 3.6 milyon sterlin olan tekne 55 ton ağırlığında ve 11 metre yüksekliğinde. 1’i personele ayrılan toplam 5 kabini olan mega yat, her biri 1624 beygir gücünde 2 Mercedes motoruna sahip. Mega yatın başka bir özelliği de en dalgalı denizde bile sarsıntıyı yolculara hissettirmeyen sabitleyici cihazlara sahip olması. 3 milyon Euro ‘luk ‘yerli tekne’ var Yerli üretim en pahalı ve en lüks tekne ise Tuzla’dan. Numarine 78’Fly çağın teknolojisini modern çizgilerle birleştirerek yapıldı. İngiliz ve İspanyol kraliyet ailelerinin okyanusları geçen teknelerini dizayn eden dünyaca ünlü yat tasarımcısı Thomas Spadolini’nin imzası olan tekne 24 metre uzunluğunda. 6 metre genişliğindeki Numarine 78 Fly, 11 metre yüksekliğinde. 41 ton ağırlığında ki süper yat, 1200 beygir gücünde 2 motora sahip. Concept Marine tarafından satılan Türk malı teknenin fiyatı yaklaşık 3 milyon Euro. En büyük yelkenli bir Alman Türkiye’de tersane yatırımı yapmayı planlayan Alman Hanse, fuarın en büyük yelkenlisini tanıttı. Hanse 575; 17.15 metre boyuyla dikkat çekiyor. 5.20 metre genişliğindeki tekne yelkenlerini açtığında 11 knot hıza erişiyor. 151 metrekare yelken alanı olan tekne, 350 bin Euro’dan başlayan fiyatlarla satışta. Tam bir denizci olan Hanse 575, Trio Yatçılık tarafından Türkiye’ye getiriliyor. HABERLER / NEWS AZİMUT 64 / MAGELLANO 43 / MAGELLANO 53 Dünyaca ünlü motoryat markası Azimut standında, Azimut Benetti Grubu’nun İtalya dışında ilk defa üretim yaptığı Magellano 43’ün yanı sıra, Azimut 64 ve Magellano 53 de yer aldı. The worldwide known motor yacht brand Azimut, also exhibit the boat which manufactured outside of Italy. Magellano 43, Azimut 64 and Magellano 53 in exhibit. 400 companies and 1.000 brands attended to CNR International Boat Marine Equipment and Accessories Show which is the world’s second biggest boat expo that takes place at land. The square meter of the expo land was 85 thousand. At the expo land the visitors had been able to see mega yachts, boats and sailing boats. The other exhibit items were; boat accessories, construction equipments, marine equipments and water sport gears, swim suits and accessories. Expo’s Most Expensive one is British The Princess 82 which manufactured in England was the Eurasia’s Boat Show’s biggest boat. The length of the boat is 25, 5 meters with a beam of 5, 71 meters. The boat displayed in Türkiye for the first time. Princess 82 is not only the biggest boat which displayed in Türkiye but also the most expensive one. The price of this boat is 3, 6 million sterling. The boats weight is 55 tons and length of 11 meters; this mega yacht has 5 cabins in total which 1 one of them belongs to crew. The boat has two Mercedes engines with 1624 horse power. The yachts most important asset is, while cruising even in the wavy seas, with the help of stabilizer equipments voyagers never feels the joggles. “Local Boat” Which Costs 3 million Euros In the expo, the most expensive and local production was from Tuzla. Numarine 78’Fly is a combination of our century’s technology and modern design. Thomas Spadolini who is a designer of England’s Loyal Navy and Spain’s Loyal Navy, also designed Numarine 78’Fly. The length of the boat is 24 meters with a beam of 6 meters. Numarine 78’Fly is boat with 11 meters height and its weight is 41 tons. It has got two motors with 1200 horse power. The boat is for sale from Concept Marine with a price of 3 million Euros. The Biggest Sail Boat is a German Mr. Hanse from Germany, who wants to make a big investment in shipyard area at Türkiye, introduced the biggest sail boat in expo. Hanse 575 is a sailing boat Denizlerin çevreci tasarımı Greenline’ın J&J Design imzası taşıyan son modeli 48 Hybrid, 14,99 metre boyunda ve 4,80 metre genişliğinde… Flybridge’inde ve kıç havuzluğunda oturma ve güneşlenme alanları bulunan 48’in solar panelleri ön güvertede, kumanda mahallinin önünde yer alıyor. Salon ve kuzinesi ana güvertede bulunan yatın tümü banyolu üç kamarası ve bir de mürettebat kamarası mevcut. Elektrik motoruyla da seyir yapabilen 48’in, iki adet 220 beygirlik Volvo Penta dizel motoruyla en yüksek hızı 16, elektrik motoruyla ise 6 knot. 13 bin 200 kg ağırlığındaki yatın yakıt kapasitesi 1.500, temiz su kapasitesiyse 600 litre. Baş döndürücü Euphoria 54’ün Dünya Lansmanı Sirena Marine, 3 stantta, 3 ayrı marka yelkenli tekne ve motoryatla CNR Avrasya Boat Show’a imza attı. Suna ve İnan Kıraç’ın kızları İpek Kıraç yönetimindeki, Türkiye’nin ilk seri yelkenli tekne üreticisi, Kıraça Grubu şirketlerinden Sirena Marine, üst segmente odaklanan lüks performans yelkenli teknesi baş döndürücü Euphoria 54’ün Dünya Lansmanı gerçekleştirdi. Euphoria serisinin tasarımı dünyaca ünlü teknelerin efsane tasarımcısı Germán Frers’e ait. Sirena Marine bünyesinde yer alan, Türkiye’nin ilk seri üretim yelkenli markası Azuree serisi, tüm ürün yelpazesiyle bir arada farklı bir stantta fuar ziyaretçileriyle buluştu. Dünyaca ünlü motoryat markası Azimut standında ise, Azimut - Benetti Grubu’nun İtalya dışında ilk defa üretim yaptığı Sirena Marine’in Bursa, Orhangazi’deki fabrikasında üretilen Magellano 43’ün yanı sıra, Azimut 64 ve Türkiye’de ilk kez sergilenen Magellano 53 de yer aldı. stand out with its length; it is 17, 15 meters. The beam of this boat is 5, 20 meters and when the boat starts sailing reaches a speed of 11 knots. The sail area of this boat is 151 square meters and for sale with the introductory price of 350 thousand Euros. In Türkiye Trio Yachting is selling Hanse 575. Eco Design of the Seas 48 Hybrid, is a design of Greenline’s J&J Design Company with a length of 14, 99 meters and with a beam of 4, 80 meters…In 48, there are sitting sets and sunbathing places at the fly bridge and at stern pool. Solar panels are at fore deck in front of the control desk. The boat has 3 cabins with bathrooms and 1 cabin for the crew. Saloon and dutch oven is at the main deck. The 48 can also sail with electrical engine. It has got two Volvo Penta engines with 220 horse power. The top speed of the boat is 16 knots with Volvo Penta engines and with the electrical engine it is 6 knots. The yachts weight is 13 thousand and 200 kilograms. The fuel tank capacity is 1,500 and the fresh water capacity is 600 liters. The Head Spinning Euphoria 54’s World Launching At CNR Eurasia Boat Show, Sirena Marine shined out with 3 booths, 3 different brands of sailing boats and motor yachts. Sirena Marine is a subsidiary company of Kıraça Group. Kıraça Group is under the directorship of HABERLER / NEWS İpek Kıraç who is the daughter of Suna and İnan Kıraç. Sirena Marine is Türkey’s first mass production sailing boat manufacturer. Euphoria 54 is a boat focusing on top segment with its luxury performance, made its’ world launching. The designer of the boat is worldwide known designer Germán Frers. Azuree is Sirena Marine’s first sailing boat mass production. Also the brand met with the visitors with its all product range in other both at the expo. The worldwide known motor yacht brand Azimut, also exhibit the boat which manufactured outside of Italy. Magellano 43 manufactured by Sirena Marine at their Orhangazi Factory in Bursa. The other boats in exhibit were Azimut 64 and Magellano 53. That was the Magellano 53’s first exhibition in Türkiye. Tebrikleri Hak Eden Aile Teknesi Fuarda ödüllü teknelerini sergileyen Tezmarin, distribütörü olduğu Beneteau, Lagoon, Monte Carlo Yachts, CNB, Pirelli ve Technohull markaların toplamda 80 adedi bulan ürünlerini 4 ayrı stant alanında yaklaşık 50 personeli ile fuar ziyaretçilerine tanıttı. 6 adet yelkenli, 8 adet motorlu, 1 adet 70 feetlik motoryat, 4 adet dıştan takma ve 3 adet ribs ile fuarda gövde gösterisi yapan Tezmarin’in fuar alanına taşıdığı teknelerin en büyüğü 21,5 m ile MCY 70. Beneteau Oceanis 38, en prestijli ödül organizasyonu olan Avrupa’da Yılın Yelkenlisi Ödülleri’nde, “Aile Gezi Teknesi” kategorisinin birincisi olmuştu. Oceanis 38 Daysailer, Weekender ve Cruiser olmak üzere 3 ayrı versiyona sahip bir tekne. Modern Oceanis serisinin en küçük boyu Oceanis 38 gövde yapısı, kokpitteki geniş yaşam alanı ve modern çizgileri ile Oceanis serisinin tüm özelliklerini barındırıyor. Tekne, lego parçalarıyla oynar gibi modüler bir yapıya sahip ve zamanla değişen ihtiyaçlara cevap verebilir nitelikte. Family Boat which Deserves the Congratulations Tezmarin exhibit the boat which is an award winning. Tezmarin is the distributor of Beneteau, Lagoon, Monte Carlo Yachts, CNB, Pirelli and Technohull. In total, 80 different products exhibit to the visitors in four different booth areas with the 50 Tezmarin personnel. Tezmarin showed of strength at the fair with; 6 sailing boats, 8 motor driven, one 70 feet long motor yacht, 4 of stern drive and with 3 ribs. Tezmarin’s biggest boat in the expo was MCY 70 with the length of 21,5 meters. Considered to be the “Nautical Industry’s Oscar” the European Yacht of the Year, Beneteau Oceanis 38 won the ‘Family Cruiser’ award. Oceanis 38 has three diffrent versions; Daysailer, Weekender and Cruiser. Oceanis 38 is the undersized in the Modern Oceanis series. Its structure, extensiveness of cockpits’ living area and modern style reserves as in Oceanis series. The boat has a structure like a lego and can be developed under the circumstances of your needs in time. Oceanis 38 gövde yapısı, kokpitteki geniş yaşam alanı ve modern çizgileri ile Oceanis serisinin tüm özelliklerini barındırıyor. Oceanis 38... Its structure, extensiveness of cockpits’ living area and modern style reserves as in Oceanis series. SÖYLEŞİ / INTERVIEW Denizin Tatlı Cadıları Sweet Witches Of The Sea Mart sayısını hazırlarken, 8 Mart Kadınlar Günü’ne özel ne yapabiliriz sorusu akılımızda uçuşurken, The Marmara BAYK Kış Trofesi’nde yarışan Zagun isimli teknenin ekibi bir anda dikkatimizi çekti... Zagun teknesinin, tamamı kadınlardan oluşan ekibi, tam da aradığımız, Kadınlar Günü’ne yakışan röportaj olacaktı. Trofenin ikinci ayağı için Milta Bodrum Marina’ya gelen ekiple tanışıp, yarış öncesinde sohbet ediyoruz. Teknenin Skipper’ı olan Yasemin Akyıl, oldukça mütevazı bir yaklaşımla, “Teknenin kaptanlığını yapıyorum ama oldukça demokratik bir sistem var teknede. Tüm kararları arkadaşlarımla konuşup alıyoruz. Tabii ki yarışla ilgili kararlarda ben daha çok devredeyim. Egosuz bir tekne bizimki.” diyerek konuşmaya başlıyor. 1994 yılın- While we were preparing our magazine’s March issue, we were thinking what we can do about Women’s Day at 8th of March and all of a sudden the ZAGUN team who are going to race at The Marmara BAYK Winter Trophy drown our attention. Zagun Sailing Boat’s team was team that we exactly want to interview with for the Women’s Day. Before the race, team arrived to Milta Bodrum Marina and we had a chance to meet and interview with them. Yasemin Akyıl who is the Skipper of the boat says that;” I am the Captain of the boat but the system in our boat is very much democratic. We are making decisions all together, but mainly I am the one who is in charge of dan bu yana yelken sporuna emek veren Akyıl, Milli Takım’da yer alarak yurt dışında da ülkemizi başarıyla temsil etmiş bir Yelken Antrenörü, RYA Yachtmaster Yelken ve Yatçılık Eğitmeni… Aynı teknede, erkek egemen bir spora meydan okuyan, 7 kişilik bu neşeli ekip, dördü Ankara, ikisi İstanbul ve biri de İzmir’den gelen kadınlardan oluşuyor. Her biri ya özel şirketlerde, ya da kendi şirketlerinde yöneticilik yapıyor. Dolayısıyla, sadece denizde değil, karada sürdürdükleri iş yaşantılarında da erkeklere adeta meydan okuyorlar. İlk akla gelen, 7 kadının aynı tekne içerisinde nasıl zaman geçirdiği oluyor. Acaba teknede kıskançlıklar, bağrışmalar, panik ortamı mı var? Tekneye binilir binilmez, hemen müzik tesisatını kuruyorlar. Cep telefonundan yanlarında taşıdıkları küçük hoparlörleriyle tekne iç müzik yayınına başlıyorlar. Etraf derlenip toparlanıyor, yarışa hazırlık yapılıyor. Çantadan çıkarılan balon, el birliğiyle yeniden katlanıp, yarışa hazır hale getiriliyor. Tam bir düzen ve titizlik hâkim… “Sea Witches” yazan tişörtlerini sorduğumda, Tuba Gencer’den aldığım cevap da oldukça anlamlı. “Deniz Cadıları ismi bizim 4 yıl önce oluşturduğumuz bir fikirdi. Sadece kadınlardan oluşan bir taking decisions for the race. We are a team without an ego. “Miss Akyıl is a Sailing Trainer, RYA Yacht master Sailing and Yachting Instructor, and she is sailing since the year of 1994. Also she represents our country with national team at overseas. The team of 7 ladies; four of them are from Ankara, two of them are from İstanbul and one of them is from İzmir, are challenging to the sport which male dominant. Each of them is the executives of the companies they are working for. For that reason they are not only challenging men at the sea but also at the land. The first question comes up in our minds is;”How 7 women can spend their days in a boat?” Is there any jealousy, screaming or panicking? When they aboard, the first thing that they do is to set up the music system. The cell phone connects to their little loudspeakers. They are tiding up the boat and begin to clear up the boat for the race. Sea-balloon gets out from the bag and all together they are preparing it for the race. Exact layout and rigor SÖYLEŞİ / INTERVIEW SÖYLEŞİ / INTERVIEW Kadın, her zaman, her yerde kadınlık özelliklerini sergiliyor.Gerek mücadeleci yapılarıyla, gerek titizlikleriyle, gerekse ojeleriyle. Women are always women under any circumstances, with their crusader souls, rigor and nail polishes. ekip kuralım istiyorduk. Erkeklerle yarıştığınızda, size çok önemli olmayan görevleri veriyorlar. Hatta çoğu zaman sadece trapeze çıkıyorsunuz ve aslında hiç bir şey öğrenemiyorsunuz. Kıyıda köşede kalmış bir süs gibi oluyorsunuz. O nedenle biz de kendimize Sea Witches adını vererek, yelkene gönül vermiş kadınları bir araya getirdiğimiz bir topluluk oluşturduk. Aslında “cadılık” kadın olduğumuz için kullanılan bir ifade değil. İnanışa göre, denizciler rüzgâr için veya işlerinin rast gitmesi için cadı olarak adlandırılan kadınların yaptıkları ve denizde kendilerini koruduklarına inandıkları mendilleri, iplerle yapılmış düğümleri satın alırlarmış. Biz de bundan esinlenerek, kendimize bu ismi verdik. Yelken yapan tüm kadınları birer deniz cadısı olarak düşünüyoruz.” diyor. Cümlesi biter bitmez hep bir ağızdan, “Bizim cadılığımız, tatlı cadı.” diyerek gülüşüyorlar. Teknede cadılık yok, ego yok, erkek yok. Tek başlarına yedi mücadeleci kadın, aslında kendileri için de oldukça büyük olan bu teknede hem yarışıyorlar, hem de aslında gönülden bağlı oldukları yelken sporunu daha iyi öğrenmek için çalışıyorlar. Kendi dominates the boat… When I asked them about their “Sea Witches” written t-shirts, the answer that Tuba Gencer gives is really meaningful. “The name of “Sea Witches” was created by us four years ago. We wanted to gather a team which only involves women. When you are racing with the men, they are giving you duties which are not important. All the time the only thing that you do is to climb to trapeze and actually you learn nothing about sailing. You became an ornament baby of the boat. That’s why we gathered a group of women together who devotes their life on sailing under the name of Sea Witches. The word that we are using “Witch” is not just because we are women. As an ancient belief, the sailors buy the handkerchiefs or the knots made by ropes to help them about the wind or prosper at the sea from the women known as witches. That’s the reason we called ourselves Sea Witches. We are seeing all women who are sailing as witches.” As soon as the sentence finishes they’re all yelling “Our witchcraft is a sweet one.” At the boat there is no witchcraft, no ego, and no man. Those seven combatant women, lives and races in a boat that is too big for them. And they are trying to learn the sailing sport as much as they can. They can talk about changing the crane arm or a conversation which only contains sailing terms. When we asked them about the differences between the men and women teams they states that; in our boat we never curse. We are handling things with soft words. By the way we don’t have any ego. We are a team of peace and consistent.” When we asked them about their allegation at the races, they are stating that they have none and include that;”this year is a training for us. Our boat is pretty much big. But for the next year we are going to change our boat and we want to make our first step as assertive.” The seven brave women renewal their records in every race and try to get AYNI TEKNEDE, ERKEK EGEMEN BİR SPORA MEYDAN OKUYAN 7 KİŞİLİK BU NEŞELİ EKİP, DÖRDÜ ANKARA, İKİSİ İSTANBUL VE BİRİ DE İZMİR’DEN GELEN KADINLARDAN OLUŞUYOR. The team of 7 ladies; four of them are from Ankara, two of them are from İstanbul and one of them is from İzmir, are challenging to the sport which male dominant. 56 • Milta Bodrum Marina • 2014 aralarında yelken vinç kolunu değiştirmekten söz edip, tamamı denizcilik terimlerinden oluşan cümleler de kurabiliyorlar. Onlara erkek takımı ve kadın takımı arasındaki farklar sorulduğunda, “Bizim teknede asla küfür edilmez. Her şey tatlı dille, güzel sözle halledilir. Zaten egomuz da yok. Sakin, huzurlu ve uyumlu bir ekibiz.“ diyorlar. Yarışlarda ne kadar iddialılar diye sorunca oldukça sakin şekilde bu sene için bir iddialarının olmadığını söyleyip ekliyorlar. “Bu sene bizim için bir antrenman niteliğinde. Teknemiz oldukça büyük. Ama önümüzdeki yıl tekneyi değiştirerek iddialı bir ekip olmaya ilk adımı atacağız.” Her yarışta kendi rekorlarını yenileyen 7 cesur kadın, bir yandan da rakip takımları tanıyıp önümüzdeki yıla daha da hazırlandıklarını belirtiyorlar. Ayşegül Küçükgöçmen, 2004 yılında başladığı yelkene, bir süre ara verse de geri döndüğü için çok mutlu olduğunu ifade ediyor. “Her şeyden önce yelken, severek yapılması gereken bir spor. Oldukça zorlukları var. Çok güç harcanan, her türlü hava koşuluna göğüs germeniz gereken bir spor. Ama insana kattıkları da anlatmakla bitmez.” diyor. Sadece yarışlar değil, yarış dışı geziler de yapıyorlarmış. Buralarda da ilginç anıları olduğundan bahsediyorlar. “Yelken yapan kadınlar bir araya gelip, geçen yaz Gümüşlük’ten yola çıkarak, Leros’a, oradan da Kalymnos’a geçtik. Deli gibi bir hava vardı. 40 knot havayla yol aldık. Sonrasında demir taradı vs. Yandaki tekneyi açmaza almak için halat bağlıyoruz, derken bir Hollandalı geldi, teknenin erkeğini arar gibi, “Siz yalnız mısınız?” diye sordu. Aslına bakarsanız bütün dünyada erkek sporu veya hobisi olarak görülen to know their opponents much better till the next year. Ayşegül Küçükgöçmen says that she started racing at 2004, afterwards she gave a little break and now she is so happy to return sailing again. She says that;”First of all sailing is a sport which you should do by fondly. There are so many difficulties. You have to effort an extreme power and cope with bad weather conditions. But the benefits that you are gaining are limitless.” They are not gathering around only for races but also for trips. They are saying that they had some interesting moments. They are sharing one of their memories with us;”As women who are sailing we came together and start sailing from Gümüşlük to Leros, and then we pass to Kalymnos. The weather was so bad. We had to sail with 40 knots. And then the anchor drags… We were trying to hawser the boat. All of a sudden a Dutch gentleman shows up, and trying to find out the man of the boat, he asked “Are you alone?” Sailing sport is known as men’s sport and hobby all around the world, but we are thinking that we take our place as women. If you ask “Isn’t it difficult?” the answer will be” it is.” On boat everything depends on power but we are handling quite well. The difficulties that they are facing are not only about power. Also when they want to hire a boat, another type of difficulties comes up. The rental companies are not relying on women and rent the boat to them. At this point they are saying that;”Most of the men who sailed for about only a Teknede cadılık yok, ego yok, erkek yok. Tek başlarına yedi mücadeleci kadın, aslında kendileri için de oldukça büyük olan bu teknede hem yarışıyorlar, hem de aslında gönülden bağlı oldukları yelken sporunu daha iyi öğrenmek için çalışıyorlar. At the boat there is no witchcraft, no ego, and no man. Those seven combatant women, lives and races in a boat that is too big for them. And they are trying to learn the sailing sport as much as they can. 2014 • Milta Bodrum Marina • 57 SÖYLEŞİ / INTERVIEW yelkencilikte, biz de kadınlar olarak yerimizi aldık. Ama gerçekten zor olmuyor mu? derseniz, oluyor. Sonuçta birçok şey güce dayalı ama üstesinden de geliyoruz.” Ne de olsa; ellerinin hamuruyla erkek işine karışmışlardı. Yaşadıkları zorluklar sadece güçle sınırlı değil. Tekne kiralamak istediklerinde de sorunlar yaşıyorlar. Kiralama şirketleri, güvenip de sadece kadınlara tekne kiralamıyorlarmış. Bu noktada tepkilerini de dile getiriyorlar. “Bir sürü erkek, 1 sene yelken yaptıktan sonra, neyi yapıp yapamadığına bakılmaksızın, deneyimi sorgulanmaksızın, parasını verip istediği tekneyi kiralayabiliyor. Bu ne kadar doğru?” gibi bir soruyu da iletmeden edemiyorum. Yedeklerle toplam 9 kişiden oluşan, genelde ise 7 kadın olarak yarışan Zagun teknesinde en büyük kadınsal kaygıyı şöyle dile getiriyor Arzu Yıldırım; “Bizim sadece oje kaygımız var. Ne saç, ne kıyafet, ne de çanta önemli bizim için. Biz yarışa hazırlanmak için ojelerimizi sürüyoruz. Kendimizi iyi hissetmenin motivasyonumuzu daha da yükselttiği aşikâr. Ben mesela asla kırmızı ojelerimden vaz geçmem. Bana güç veriyorlar.” Önemli olan yelken yapıp yapmadıkları değil. Önemli olan, başka kadınların da bu mücadele ruhuna imrenip, farklı dallarda, farklı başarılara imza atmalarının önünü açmak için gösterdikleri örnek çaba. Bu arada değinmeden edemeyeceğim. Teknenin tek erkeği, Beagle cinsi 4 aylık köpekleri Happy. Skipper, Yasemin Akyel’in sadık dostu, teknenin de maskotu. PRUVANIZ NETA, RÜZGARINIZ KOLAYINA OLSUN! year, can rent a boat without questioning any experience; they pay for the boat and rent it. How fair is that?” With the refills the team includes 9 ladies but usually they are sailing as 7 ladies with the sailing boat named Zagun. Arzu Yıldırım states that their biggest concern is;”We only have a nail polish apprehension. Not the hair, not the outfit nor the handbag is important for us. While we are preparing for race we put on our nail polishes. To be feeling good is our biggest motivation. For example myself, I can never give up from my red nail polishes. They give me strength. Women are always women under any circumstances, with their crusader souls, rigor and nail polishes. The important thing is not whether they can sail or not. The important thing is; they are showing other women that they can achieve everything. By the way I want to mention that the only man aboard is “Happy” who is a Beagle of 4 months. He is Yasemin Akyel’s buddy and boat’s mascot. FAIR WINDS AND FOLLOWING SEAS! The Marmara Bayk Kış Trofesi’nde Yeni Bir Mücadele Başladı A New Tackle Started at The Marmara Bayk Winter Trophy HABERLER / NEWS Bodrum’da 2014 yılı yat yarışlarına The Marmara BAYK Kış Trofesi’nin ilk ayağı ile start verildi. The Marmara BAYK Kış Trofesi, gördüğü büyük ilgi nedeniyle çoktandır “yerel” bir etkinlik olmaktan uzaklaşıp ulusal özellik kazanmanın gururunu yaşıyor. Marmaris ve Ankaralı yelkencilerin yanı sıra İstanbul’daki skipper’ların büyük bölümü de yarış nedeniyle Bodrum’a akın ettiler. The Marmara-Bayk Kış Trofesi I. Ayak Yarışı’nda, IRC A ve IRC B Sınıfları, ilk gün, Kıstak adasını iskelede, Tavşanburnu şamandırasını ise sancakta bırakarak, 17 millik Bodrum-Bodrum offshore rotasını 9-12 knot esen rüzgârla tamamladı. İkinci gün ise IRC A ve IRC B Sınıfları 9-15 knot esen rüzgârla şamandıra rotada yarışı tamamladı. 400’e yakın sporcunun yarıştığı l. Ayak yarışlarının ödülleri 8 Şubat’ta Bodrum Marina Yacht Club ’de düzenlenen ödül töreniyle sahiplerini buldu. Ödüller Bayk Komodoru Ömer Karacalar, Teb Özel Bankacılık Pazarlama Müdürü Hayri Telekoğlu, Teb Özel Bankacılık Danışmalık Hizmetleri Müdürü Orhan Kaya, The Marmara Bodrum Müdürü Onur İslam ve Başhakem Rıza Bayrı tarafından verildi. Kıran Kırana Mücadele Toplam 52 teknenin yarıştığı The Marmara BAYK Kış Trofesi’nde ikinci ayak “bol hasarlı” tamamlandı. İlk gün Alvimedica 2, balon mandarı kopunca yarıştan çekildi, ancak ikinci gün mücadele kıran kırana geçti. A Pitched Battle The second leg race of The Marmara Bayk Winter Trophy had “lots of damages”. First day the boat named Alvimedica 2, scratched when the balloon halyard breaks off, but at the second day the race was a pitched battle. Bodrum welcomed the year 2014 with The Marmara Bayk Winter Trophy’s first leg start. The Marmara Bayk Trophy became more than a “local” race because of the attention it attracts and proud to be gained national characteristics. Not only the sailors from Ankara and Marmaris, but also most of the skippers from İzmir attended the race at Bodrum. The Marmara Bayk Winter Trophy’s first leg course for IRC A and IRC B classifications; first day as Kıstak Island aport, Tavşanburnu ballcock starboard, boats finished the 17 miles Bodrum-Bodrum offshore route with a 9 to 12 knot wind. For the second day IRC A and IRC B classifications finished the raced with 9 to 15 knot wind with the route of starboard. For about 400 racers attended to the race. On the 8th of February the award ceremony took place at Marina Yacht Club. The awards had been given to the winners by Bayk Commodore Ömer Karacalar, TEB Private Banking Marketing Manager Hayri Telekoğlu, TEB Private Banking Consultancy Manager Orhan Kaya, The Marmara Bodrum Hotel Manager Onur İslam and Chief Referee Rıza Bayrı. HABERLER / NEWS HABERLER / NEWS The Marmara Bayk Kış Trofesi 1.Ayak Sonuçlar The Marmara Bayk Winter Trophy I. Leg’s Results IRC A 1 1.TEB ÖZEL FARR A WAY-LEVENT ÖZONUR 2.PROTEL MATMAZEL -TOKA YELKEN 3.FARFARA TEKNESİ ERHAN UZUN IRC A 2 1.ANYWAY -BORA TURAN-ORHAN TÜKER 2.OAKLEY MATADOR -CÜNEYT BÜYÜKUÇAK 3.DEFİNE -YÜCEL ÖZBEK IRC A 3 1.FORTUNA -KAAN SUBAŞI 2.EXIT- EMRE DERMAN 3.DYO MARİNE/ARES -AKIN AKBALIK IRC B 1 1.LADY DENİZ-OSMAN YİĞİT 2.AURORA FIRST-ÖMER DİRİM 3.DELFINIUS- ÇAĞRI ALKAYA IRC B 2 1.MİHO -MURAT OKAY 2.ARVENTO ARSIZ- HASAN SEL 3.MİRA/ION YACHTING -LEMİ HALUK ÖCAL Iı. Ayak Yarışlarında Kıran Kırana Mücadele The Marmara ve TEB Özel Bankacılık sponsorluğunda Bodrum Açıkdeniz Yelken Kulübü (BAYK) tarafından düzenlenen The Marmara BAYK Kış Trofesi, II.Ayak yarışları ise 9 Şubat’ta tamamlandı. The Marmara-Bayk Kış trofesi II. Ayak yarışında, IRC A Sınıfları ilk gün, Orak Adasını iskelede, Tavşanburnu şamandırasını ise sancakta bırakarak, 19 millik Bodrum-Bodrum offshore rotada, IRC B Sınıfları ise Kıstak adasını iskelede, Tavşanburnu şamandırasını ise sancakta bırakarak 17 millik Bodrum-Bodrum offshore rotada 8 knot esen rüzgârla yarışı tamamladı. İkinci gün ise IRC A sınıfları 4 tur orsa-pupa rotada, IRC B sınıfları ise 3 tur orsa-pupa şamandıra rotada yarışı tamamladı. Toplam 52 teknenin yarıştığı The Marmara BAYK Kış Trofesi’nde ikinci ayak “bol hasarlı” tamamlandı. İlk gün Alvimedica 2, balon mandarı kopunca yarıştan çekildi, ancak ikinci gün mücadele kıran kırana geçti. İlk yarışta 9 knot’lık güneyli rüzgarın yönü Pazar günü de aynı olmakla beraber 17-18 knot’a kadar yükseldi. Sağanaklarda 21-22 knot’ın görüldüğü kaba dalgalı parkurda ekiplerdeki hırs ve heyecan doruktaydı. TEB Özel-Farr Away, fodepar olacağını anlayıp kafasını açarak A Pitched Battle At 2Nd Leg Race With the organization of Bodrum Offshore Sailing Club (BAYK), The Marmara Bayk Winter Trophy’s II. leg races completed at 9th of February with the sponsorship of The Marmara Hotel and TEB Private Banking. At The Marmara Bayk Winter Trophy’s II. Leg races; IRC A classifications raced first day as; Orak Island aport, Tavşanburnu buoy starboard with the length of 19 miles Bodrum-Bodrum offshore route, IRC B classification raced Kıstak Island aport, Tavşanburnu buoy starboard with r-the length of 17 miles Bodrum-Bodrum offshore. Both classifications raced with 8 knot wind. On the second day IRC A classifications toured 4 times boom-guy tackle route, IRC B classifications toured 3 times boom-guy tackle starboard and completed the races. The second leg race of The Marmara Bayk Winter Trophy had “lots of damages”. First day the boat named Alvimedica 2, scratched when the balloon halyard breaks off, but at the second day the race was a pitched battle. At the first race south wind was about 9 knots, on Sunday the wind Marmaris ve Ankaralı yelkencilerin yanı sıra İstanbul’daki skipper’ların büyük bölümü de yarış nedeniyle Bodrum’a akın ettiler. Not only the sailors from Ankara and Marmaris, but also most of the skippers from İzmir attended the race at Bodrum. kendini hattın gerisine atmak isterken, IRC A-3’ten Armador’a sancak kıç omuzluğundan çarptı. Bordası delinen Armador, su almaya başlayınca, Bodrum Deniz Kurtarma botları gözetiminde Ağanlar Tersanesi’ne götürülerek karaya alındı. Darbeyi kafadan alınca baş istralyası kopan TEB Özel-Farr Away ise marinaya döndü. II. Ayak yarışlarının ödülleri ise 1 Mart tarihinde yine Marina Yacht Club’da düzenlenen törenle sahiplerine verildi. gone up to 17 to 19 knots. At the gust the wind blew up to 21 to 22 knot. At that wavy race course, the team’s passions and thrills was worth to be seen. When TEB PRIVATE- Farr Away team realized that they are going to be fedopar, they tried to bow open to stay away from the line but they hit Armador’s quarter from IRC A-3. When the broadside of the Armador was pierced with collision force, boat began to take water. Under the supervising of Bodrum Marine Rescue boat, Armador taken to Ağanlar Shipyard and taken to the dry dock area. When the main tackle of TEB Private- Farr Away broke away because of the collision force, boat returned to the marina. The winners received their awards at 1st of March with the award ceremony which take place at Marina Yacht Club. HABERLER / NEWS Yarış... Eğlen... Ve Kazan! / Race... Fun... And Win! 400’e yakın sporcunun yarıştığı l. Ayak yarışlarının ödülleri Bodrum Marina Yacht Club’da düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Ödüller BAYK Komodoru Ömer Karacalar, TEB Özel Bankacılık Pazarlama Müdürü Hayri Telekoğlu, TEB Özel Bankacılık Danışmalık Hizmetleri Müdürü Orhan Kaya, The Marmara Bodrum Müdürü Onur İslam ve Başhakem Rıza Bayrı tarafından verildi. The Marmara Bayk Kış Trofesi Iı. Ayak Sonuçlar For about 400 racers attended to the race. The award ceremony took place at Marina Yacht Club. The awards had been given to the winners by BAYK Commodore Ömer Karacalar, TEB Private Banking Marketing Manager Hayri Telekoğlu, TEB Private Banking Consultancy Manager Orhan Kaya, The Marmara Bodrum Hotel Manager Onur İslam and Chief Referee Rıza Bayrı. The Marmara Bayk Winter Trophy 2. Leg’s Results IRC A 1 1.FLYING BOX/ LEMON ARKAS- ALİ AZRET MAMÇU 2.PROTE/ MATMAZEL- TOKA YELKEN EKİBİ 3.BOREAS/ İZMİR SAILING ACADEMY –KAAN ÖZGÖNENÇ IRC A 2 1.ANYWAY- BORA TURAN/ORHAN TÜKER 2.DEFİNE-YÜCEL ÖZBEK 3.TRUVA -ATTİLA YENER IRC A 3 1.FORTUNA 2-KAAN SUBAŞI 2.EXIT-EMRE DERMAN 3.YEDİÇERİLER-FEYYAZ ÜNAL IRC B 1 1.AURORA FIRST -ÖMER DİRİM 2.LADY DENİZ-OSMAN YİĞİT 3.DELFINIUS-ÇAĞRI ALKAYA IRC B 2 1.ICEBERK/ ICE YACHTING-MEHMET ŞÜKRÜ YILMAZ 2.MİHO- MURAT OKAY 3.ARYA-ALİ NASMAN Bodrum Deniz Kurtarma’ya Tam Not Boyu iki metreye ulaşan dalgalarla boğuşup sürekli parkurun bir ucundan diğerine koşturan, hasarlı teknelere yardıma giden, denize düşenleri kurtararak kıyıya taşıyan Bodrum Deniz Kurtarma, The Marmara BAYK Kış Trofesi’nde yine formunun zirvesindeydi. Bodrum Marine Rescue Gets Full Marks Bodrum Marine Rescue was a prime once again at The Marmara Bayk Winter Trophy. The team struggle with the waves which were about 2 meters long during the race. They helped to the damaged boats and rescue the people who fell into the sea during the race. PORTRE/ PORTRAIT Tuncel Kurtiz “Mezarıma iki şişe şarap, sevdiğim filmlerimi ve bitiremediğim kitaplarımı koysunlar” “To my grave put two bottles of wine, my favorite movies and my books that I couldn’t finish” Oyunculuk nedir ki? Öğretilir mi? Bir metot mudur, yoksa bir duygu mu? Okuduğun bir kitap mıdır, yaşadığın hayat mı? Coğrafyan mıdır, kimyan mı? Bedreddin’in dediği gibi, ‘Her insan bir kâinattır. Her insanda milyarlarca yıldız vardır, fakat gizlidir. İnsan onu ancak kendisi bulup çıkarabilir.’ Bu sözlerle anlatıyordu 50 yılı aşan oyunculuk deneyimini Tuncel Kurtiz… 77 yaşında aramızdan ayrıldı. Zamansız, telaşlı bir vedaydı O’nunki… Sahneye, perdeye ve alkışa o kadar yakışıyordu ki, gidişiyle milyonları üzdü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitiren Kurtiz’in tiyatro yılları, 1959’da Dormen Tiyatrosuyla başladı. 1960’lı yıllarda Yılmaz Güney ile kurduğu dostluk, usta oyuncuyu sinema ile buluşturdu. Çocuksu bakışları, muzip gülümseyişlerinin ardındaki derinliği, bilgeliği yansıttı perdeye… What is acting? Can it be teachable? Is it a method or is it an emotion? Is it a book that you read or is it the life that you’re living? Is it your geography or is it your chemistry? As Bedreddin said; ‘Each person is a universe. In each person there are billions of stars which are hidden. Only that person can find them and make them come out.’ Those are the words that Tuncel Kurtiz describes himself with…He died at the age of 77. The loss of him was untimely and his farewell was so hurried… He was matching with stage, screen and clasps so much because of that the loss of him makes millions sad. Kurtiz graduated from İstanbul University’s English Culture and Literature department. His started to acting in PORTRE/ PORTRAIT Burçak Evren, Tuncel Kurtiz’in yaşam öyküsünü anlattığı kitabında şu ifadeleri kullanıyor usta oyuncu için: “O’nun kişiliği ve ondan güç alan eğitilmiş ve de eğitilmeye gerek duymayan yeteneği, yönetmenler için adeta bir tsunami gibidir. Ne ondan kaçabilir, ne de karşı koyabilirsiniz. Büyüklüğü, görünüşü ve hiçbir koşulda sınır tanımayan o kendine özgü çocuksu ama gürleyen özgürlüğü ezer geçer sizi… Siz mi onu yönetiyorsunuz, yoksa o mu sizi yönetiyor bilinmez…” ‘Sürü’ filminin Hamo’su, ‘Umut’ filminin Cabbar’ı olarak tanınmaktan hoşlanırdı en çok… Günü kurtaran televizyon dizilerinin popülist tiplemeleriyle anılmaktan haz etmezdi… Ne Ramiz Dayı olmayı severdi, ne Cemal Ağa… Gerçekten değer verdiği filmlerle anılmak istiyordu Kurtiz… Nitekim, Türk sinemasının ‘başyapıtı’ sayılan pek çok eserde emeğini koydu ortaya. Ama en çok davudi sesi ve şiirleriyle, bir de literatürümüze yerleştirdiği ‘Ramiz Dayı’ replikleriyle tanındı… Oysa derin, anlamlı ve bir o kadar epik bir yaşam hikâyesi vardı. Tuncel Kurtiz’in sinema ile tanışıklığı 1964 yılında İlhan Engin’in yönettiği “Şeytanın Uşakları” filmiyle başladı. Sonrası Yılmaz Güney’le yol arkadaşlığı… Yılmaz Güney’in hem dostu, hem de filmlerinin vazgeçilmez karakteriydi… O’nunla tanışıklığıysa 1957 yılına dek uzanıyordu. Genç Tuncel, o sıralar Felsefe öğrencisi… Elinde bir bavul kitapla turluyor kampüste… İçinde James Joyce’tan tutun da Faulkner’e, Cahit Sıtkı’ya, Orhan Veli’ye kadar tonlarca kitap var okunacak!.. Derslere zar zor giriyor, o da canı isterse!.. Çoğunlukla okul kantininde kitap okuyarak vakit geçiren bir aydın delikanlı… Cep Tiyatrosu’na gidiyor o sıralar zaman zaman… Yanında Metin Serezli, Necdet Ayberk, Doğan Avşar… Bir ara Yılmaz Güney geliyor tiyatroya, asistan olarak... “Asabi bir çocuktu. Komünistti. Ben de komünisttim. Ama komünizmin de ne olduğunu bilmiyorduk” diye anlatıyor Kurtiz ilk tanışmalarını… PORTRE/ PORTRAIT theater in 1959, at Dormen Theather. The friendship that he made with Yılmaz Güney was in the years of 1960’s. He reflected his childhood looks and his hoaxer smile to the screen… Burçak Evren who wrote a book about Tuncel Kurtiz’s life, use those words to describe the master player; “His personality and his talent which never needed to be educate, was a tsunami for the directors. Neither you can run from it nor you can stand in front of it. You can overwhelmed by his greatness, his appearance and his one of a kind limitless childish under any conditions and his rumble freedom…You can never know if he is directing you or you are directing him…” In film “Flock”’s Hamo, in film “Hope”’s Cabbar was the roles that he most like to recognize with…He didn’t like to be known by the TV series populist characters which made for save the day… Neither he like to play Ramiz Dayı nor Cemal Ağa…He just wanted to be known by the films that he mind for…Thus, he worked at so many movies which known as Turkish Film Industry’s masterpiece. But he gained recognition with his bass voice, his poetries and with Ramiz Dayı’s lines which are passes to our literature… Though his life story was deep, meaningful and an epical one. Tuncel Kurtiz’s acquaintance started with cinema at year of 1964 in the film of “Devil’s Butlers”. After, the companionship with Yılmaz Güney…He was Yılmaz Güney’s best friend and also an irrevocable character for his films… Yılmaz Güney and Tuncel Kurtiz first met in 1957. In that time young Tuncel was a philosophy student… With a suitcase of books he was touring around in the campus… In that suitcase there were varieties of books to be read; writ- Yılmaz bir köylü çocuğu… Tuncel ise dedesi ‘paşa’, babası ‘kaymakam’, dayısı ‘vekil’ olan bir yeni yetme!.. O sıralar kendisini ‘Kafka’ filan zannedermiş!.. Öylesi bir özgüven var anlayacağınız… Her iki genç de hikâyeler yazıyormuş o günlerde… Yılmaz Güney işçilerin, köylülerin yaşamını satırlara döktürürken, bizim Tuncel, Sait Faik misali martılarla konuşurmuş yazılarında… Böyle başlıyor dostlukları… Sonrası hapis ve sürgün yılları… Ama dostluk baki… 1965 yılında sinemada kesişiyor yolları bu kez. Her ne kadar tiyatroyu sevse de biraz hatır gönül, biraz da maddi ihtiyaçlar nedeniyle kamera karşısına geçiyor usta oyuncu… İçinden geldiği gibi oynuyor, alışkanlık üzere…Senaryo hak getire!.. Stüdyoda, çalakalem yazıyor Yılmaz Güney yüreğinden geldiği gibi… Kurtiz de oynuyor, o koca yüreğinden estiği gibi!.. “Ben konservatuar eğitimi filan almadım” diyor ünlü aktör: “La Strada’yı seyrettikten sonra sabaha kadar dolaştım. Sinema hastasıydım. Tiyatro devam ediyordu ama sinema oyunculuğunu bir türlü benimseyemiyordum. Ama ne zaman ki ‘Umut’ geldi… “Ben bu filmde oynamak istiyorum” dedim. Askerdim o zaman. Yıldırım Aktuna benim arkadaşımdı. Deli olduğumu biliyordu zaten. Deli raporu verdi bana!.. Gittim, ‘Umut’ filmini çektik Yılmaz’la… Sonra Cannes’a götürdük. Anlatmakla bitmez.” Ne anlatmakla, ne de yazmakla biter böylesi bir yaşam öyküsü… Cannes’da büyük beğeni toplayan ‘Umut’ filmini Türkiye’den yurt dışına kaçırdıkları için dönemiyor memlekete usta oyuncu… İsveç macerası işte öyle başlıyor. Tarih 12 Mart 1971… Stockholm’de Gönenç Ertem (Kurtiz) ile evlenen ünlü sanatçı, Türkiye’de darbe döneminde kapısına kilit vurulan ‘Halk Oyuncuları’ adlı tiyatro topluluğunu bu kez İsveç’te kuruyor… Kimi kelimelerle, kimi notalarla anlatır ya duygularını… Kimileriyse Tuncel Kurtiz gibi sahnenin tozunu yutarak özümseyebilir ancak yaşamı… İşte bu aşk, İsveç’de bambaşka deneyimlere yelken açmasına yol açtı ünlü oyuncunun… Seneler sonra Türkiye’ye döndüğünde, Stockholm’de tanıştığı Konyalı Hasan Gül’ün hayat hikâyesini oynayacaktı. “Gül Hasan” filmi 1981 yılında Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Senaryo” ödülünü getirecekti Kurtiz’e… Kurtiz’in İsveç’te geçirdiği yıllara dair pek bilinmeyen bir başka yönü ise; Nazım Hikmet’i anma gecelerinde okuduğu şiirlerdi. Stockholm’de, buram buram memleket kokulu şiirlerle kâh hüznü, kâh coşkuyu yaşatmıştı dinleyicilerine… Bu arada filmografisine almaya bile gerek görmediği İsveç filmleri ve dizileri, uzun gurbet yıllarında teselli oldu ünlü aktöre… Son yıllarda televizyon dizilerinde aldığı rollerle, sinemaya ‘vakit geçirmek’ kaygısından öte yaklaşmayan kesimlerin bile aşina olduğu bir görüntü, daha da ötesi bir ‘ses’ti O… Muhteşem Yüzyıl dizisinde Ebu Suud Efendi, Ezel adlı dizide ise Ramiz Dayı (Karaeski) rolleriyle belleklere silinmemecesine kazındı… Filmografisinde salt Yeşilçam yoktu Kurtiz’in, Peter Brook’un Mahabharata’sında,Jack Hunter and the Lost Treasure of Ugarit’te, İtalyan yapımı A Cavallo Della Tigre’de ve Fransız Vive La Mariéet’de oyunculuğuyla göz dolduran bir isimdi. Hele ödüller… ‘Yaşamın Kıyısında, Şellale, Akrebin Yolculuğu’… Ama aklında hep Şeyh Bedreddin vardı büyük oyuncunun… İlk, babasının eski sandığında bulmuştu Nazım Hikmet’in Bedreddin Destanı’nı… PORTRE/ PORTRAIT PORTRE/ PORTRAIT ten by James Joyce, Faulkner, Cahit Sıtkı, Orhan Veli… He attended to classes if he wants to! He was a teenager who spent his time in the canteen with reading his books. From time to time he goes to the intimate theatre with his friends like, Metin Serezli, Necdet Ayberk, Doğan Avşar…A while later Yılmaz Güney showed up to the theater as an assistant…”He was a short-tempered guy and a communist. I was a communist too. But we didn’t know what communism was.”That’s how Tuncel Kurtiz tells their first acquainting with Yılmaz Güney... Yılmaz was a peasant’s son…Tuncel’s grandfather was a “pasha”, his father was a “district governor” and his uncle was a “representative.” He was so self reliance that he was thinking himself like ‘Kafka’! Both of them were writing stories in that time… While Yılmaz Güney was writing about villagers’ life’s, Kurtiz was talking with seagulls like Sait Faik in his writings…That’s how their friendship begun. Then the jail and exile years…But their friendship never ended… This time Tuncel Kurtiz crosses with Yılmaz Güney in the year of 1956 at cinema industry. Kurtiz was a playgoer but because of the others’ feelings and money need, master player pose for the cameras…As a habit he acts as he likes. Ignoring the film script! In studio Yılmaz Güney was free translation as his heart tells him...And Kurtiz acting as his big heart want him to be...He stated that; “I never had a conservatoire education. After I watched La Strada, I walked around till morning. I was addicted to cinema. Theater acting was going on but somehow I couldn’t adopt myself acting at cinema. When “Hope” script arrived…I said I want to be in that movie.” I was a soldier in that time. Yıldırım Aktuna was my friend. He already knew that I was insane. He gave me a certificate of insanity! I went to shoot the film “Hope” with Yılmaz. Then we present the film at Cannes. A soon as telling. “ You cannot finish a life story like this by telling or reading…The film acclaim in Cannes and just because Yılmaz and Kurtiz carry out the film to Cannes they couldn’t return to Türkiye… That’s how the Sweden journey began for them. Date was March 12, 1971. At Stockholm Kurtiz got married with Gönenç Ertem ( Kurtiz ) and he opened the gates of “Public Players” theater which closed in Türkiye during the time of revolution, in Sweden. Some people can express their feeling with words, some of them with musical notes…People like Tuncel Kurtiz can express their feeling with considerable stage experience…This love allowed Tuncel Kurtiz to sail away to other experiences…He met with a man name of Hasan Gül from Konya in Sweden. When he returned to Türkiye, he was going to play his life in cinema. In 1981 “Rose Hasan” won the “Best Script” at Antalya Golden Orange Film Festival…. Also in Sweden Kurtiz were reading Nazım Hikmet’s poets at the poetry nights. With the poetries filled with smell O ritmi, perdeye yansıtmak istiyordu. “Benim hayalim” diyordu… “Ben her gece bir film çekerim. Belki bunu çekemem ama uğraşacağım. Belki de çekerim. Daha yetmiş dört yaşındayım, henüz gencim.” Gençti… Ama hayalini gerçeğe dönüştüremedi. Bir röportajında “Nasıl hatırlanmak istersiniz?” sorusuna şöyle yanıt veriyordu: “Hiç umurumda değil, ne derlerse desinler… Bakın en çabuk Türkiye’de gömerler ölüyü. Ben ölüme inanmıyorum. Belki bahar ülkesine açılan kapıdır ölüm. Hepimiz bu kapıdan geçeceğiz. Nedir ki bu dünya? Daha bunu yanıtlayamıyoruz ki, ölümün yok oluş olduğunu nereden bileceğiz? Şamanların yaptığı gibi ölünce mezarıma iki şişe şarap, sevdiğim filmlerimi ve bitiremediğim kitaplarımı koysunlar. O yolculukta onları bitireyim.” of their country, Kurtiz made his audiences to felt sometimes sorrow and sometimes enthusiasm at Stockholm. At those long exile days in Sweden, Kurtiz also played as an actor in movies and TV series which he never putted to his filmography. In recent years, he was a well know image and a voice even for those who goes to cinema just to spend their time… In the TV series “Muhteşem Yüzyıl” he played Ebu Suud Efendi, in “Ezel” he played Ramiz Dayı and with those memorable scenes he earned himself a precious place in our minds… In his filmography there are not only Turkish movies, but also Peter Brook’s Mahabharat, Jack Hunter and the Lost Treasure of Urgait and in Italy A Cavallo Della Tigre and in France Vive La Mariéet films. What about his trophies…”The Edge of Heaven”, “Şellale”, Akrebin Yolculuğu”… But he always wanted to play Sheik Bedreddin. The first time that he met with Nazım Hikmet’s Sheik Bedreddin Saga was in his dad’s old trunk. He wanted to reflect that rhythm to the screen. He said that;”It is my dream”… “Every night I shoot a film. Maybe I cannot shoot this one but I will try. Maybe I can do it. I am only seventy-four years old, I am still young.”He was young… but he couldn’t manage to make his dream come true. In one of his interviews, the reporter asked him; “How would you like to be remembered?”And the answer was; “I don’t care, they can say whatever they want…Türkiye is really fast in burying the deaths. I don’t believe in death. Maybe dying is a door which opens to a spring garden. All of us are going to pass from that gate. What is this world? Still we can’t explain this question, how can we know that death is a vanishing? As Shamans asked for, to my grave put two bottles of wine, my favorite movies and my books that I couldn’t finish. So I can finish them in that journey.” GEZİ / TRAVEL GEZİ / TRAVEL Bodrum’un 20 Mil Doğusunda Bulunan Çökertme, Gökova’nın Güney Koylarına Gitmeyi Düşünen Tekneler İçin İyi Bir Ara Duraktır Çökertme Is Located 20 Miles East Of Bodrum And It Is A Good Spot For Way Station To The Sailors Who Are Going To Gökova’s Southern Bays. Çökertme Gökova’ya yolu düşen teknelerin gidişte veya dönüşte soluklanmak üzere durduğu şirin bir koydur Çökertme. Bütün kış sessizce, yazın gelecek deniz sever misafirlerini düşler. Bodrum’un 20 mil doğusunda bulunan Çökertme, Gökova’nın güney koylarına gitmeyi düşünen tekneler için iyi bir ara duraktır. Bodrum’a dönüşteyse tatlı yorgunluğumuzu atmamız için elinden geleni yapmaya çalışır. Bu güzel koy, mavi gezginlere iki seçenek sunar. Koyun batısına demirleyip, kayalara koltuk aldınız mı, kendinize özel bir cennet yaratıp gözlerden ırak dinlenirsiniz. Ya da koya girer girmez (özellikle ilk defa geliyorsanız şaşırabilirsiniz) botların üzerinde tonoz şamandırasıyla sizleri karşılayan sahildeki lokantaların yardımsever personeli belirir. Siz bunlardan birine karar verip, manevranıza başladığınızda, bir müddet sonra teknede tanımadığınız birini görürseniz şaşırmayın. Çökertme geleneklerinde teknenin tonozunu onlar alır. Bu seçenek, teknesine su ve elektrik alıp akşam ne yemek yapmasam diye düşünen yatçılar için iyi bir fırsattır. Dönüşte bu molanın önemi daha da artar çünkü çöplerimiz birikmiş, vücudumuz tuzlanmış, (Su tasarrufu çok önemli. Bu sebepten kavga bile çıkabilir. Hatırlayınız; duş kullanımı…) ayaklar karayı özlemiştir. Tekne turizminin revaçta olmadığı dönemlerde sadece burayı bilen mavi yolculara mütevazı ev sahipliği yapan şirin koy, doğal olarak yıllar içerisinde oldukça popüler bir duruma ulaşmış. Bunun neticesinde daha çok mekân açılmış, açılan mekânlar rekabet içerisine girmiş, eskinin geleneksel ve yöresel hizmeti While sailing to Gökova, Çökertme is a bay which sailors can have a rest during the departure or in return of their route. The place waits for the sailors all winter long, for them to come back at summer season. Çökertme is located 20 miles east of Bodrum and it is a good spot for way station to the sailors who are going to Gökova’s southern bays. Also on the way back to Bodrum from Gökova, it is nice bay to relieve tiredness. This beautiful bay proffers two options; you can anchor to the west side of the bay and make it your own paradise by setting chairs on to the rocks. The other option is; you can enter inside of the bay. Inside of the bay, if you are there for the first time you can be amazed,because the employees of the ashore restaurants are welcoming you with their own vault buoys. While you are making your maneuver don’t be surprised if you see someone strange in your boat, because in tradition of Çökertme vault has been taken by them. This option is a good one for the sailor who thinks to get water and electricity to the boat but not thinking to do any supper. This is much more good opportunity for us while we are returning to Bodrum. Because the garbage in our boat will be pile up, our body will cover with salty water,( water saving is really important that you can even argue about. Remember; using the shower…) and our foot will miss the land. At the time when boat tourism was not popular, this little cute bay was only known by the blue voyagers, but over time, this place become quite popular. As a result of this many other places began to run business there. Because of the competition, yerini şehir işletmeciliğine bırakmış. İşte bu sebepten, yukarıda espriyle bahsettiğimiz tonoz kapmaca, ciddi boyutlara ulaşmış, daha sonra gerekli müdahaleler sonucu bölgeler belirlenmiş, nispeten sakinlik sağlanmış. Belki birçok yatçının haklı olarak rotasından çıkardığı Çökertme, eski şirin günlerine dönmenin çabası içinde... Kardeşim Ahmet’in tavsiyesiyle yılların alışkanlığını bırakıp, bağlandığımız Çökertme Restoran bize bu izlenimi veren mekân… Özellikle iskelenin sağlamlığı ve tonoz halatlarının yeni olması hemen dikkatimizi çekti. İskele teknelere rahat bağlama imkânı verdiği gibi, aynı zamanda oldukça geniş güneşlenme platformuna da sahip. Bu, teknenin prenseslerini yakından ilgilendiren bir konu! İskele ve tonoz halatlarındaki düzenin, karada da devam etmesi, yatçılara hizmet verecek temiz, mütevazı yerleri görmek bizi mutlu etti. Çünkü özellikle tekneyle gezenlerin bir iskeleye bağlandığında görmek istediği tablo bellidir: Temiz, doğal, güvenli bir yer ve iyi hizmet... Mekânın sahibi Hasan Bey uzun seneler yurt dışında kaldıktan places put aside the old conventional and regional service and begin to do business as city management. Because of that reason, as we mentioned with humor above that vault taken made a serious consequences. With necessary interference, the areas of the restaurants set by, that way a little more calmness gained in the bay. Most probably some sailors taken out Çökertme from their route, but this little bay is trying to return its old good days… By the advice of my brother Ahmet, we break a habit and belay our boat to a restaurant named Çökertme and this is the place that makes us think that some of the things are changing... The first think took our attention was port side’s stability and vaults were brand new. To wharf the boat is so easy; also on the other hand the sunbathing place is quite big. This is a topic that the princess of the boats interested! To see the layout of the port, vaults and the places that provide clean and neat services at land also made us happy. Because the picture of the sailors wants to see when they wharf, clean, natural, safe and a good quality environment… The owner of the restaurant Mr. Hasan lived in overseas for a long time. When he came to Çökertme for a trip, he felt in love GEZİ / TRAVEL sonra gezmek için geldiği Çökertme’ye aşık olup, önce lokantanın arkasındaki butik oteli, sonra da sahildeki yeri alıp, hayalini gerçekleştirmeye karar vermiş. Mekâna yaptığı yatırımların yasal izinlerini alıp (özellikle iskele için), hem estetik hem de sağlamlık konusunda titiz davranmış. Her uğradığımızda heyecanla sıraya koyduğu projelerden bahsetmesini zevkle dinliyoruz. Sanırım iş sadece para kazanmaktan ibaret değil. Amatör ruh şart… Projelerden bir tanesi; eğer telsiz ruhsatı alabilirse, şu tonoz sallama işinden kurtulmak... Gerçekleşen projeleriyse; şarap evi ve fırın... Yoğurt, tereyağı ve peynirleri kendileri üretiyor, balıklarıysa kendileri tutup herkesin göreceği temiz mutfakta pişiriyorlar. Arka taraftaki bostandaysa mevsiminde ne varsa o... Eğer tanrının sevdiği kullardansanız, Hasan Bey’in çiğköftesi (ücretsiz olup, herkese ikram edilir ama günü belli değil) piyangosu size çıkar. Personel güler yüzlü (zaten herkes akraba), yardım sever, bağlanmanıza yardımcı olan Mehmet’ten, servis yapan tüm çalışanlara kadar herkes saygılı ve yardımsever... Yemek konusunda ısrar yok. Her şeyin fiyatını size bildiriyorlar. Sabahları 2 km uzaklıktaki Kayaönü Köyü’ne yürüyüş yapıp, döndüğünüzde Şengül Hanım’ın yaptığı gözlemeler akıl karıştırır. Fazla yememek lazım... Mutfak şefi Çağlar Usta’nın ızgara balıklarıysa tam kıvamında pişiriliyor. Mekân kışın da açık… Yolunuz düşerse şöminenin önünde güzel vakit geçirilir. Sabah güzel duygularla Çökertme ‘den ayrılırken, böyle mekânların kalıcı olmasını ve uzun seneler deniz sevenlere hizmet verip, çoğalmasını hayal ediyoruz. Bu sayının yemek tarifi teknemizde çok kısa sürede hazırlanabilen Tavada Otlu Börek... Yağmurların başlamasıyla çıkan ve yaza kadar devam otlar kış için harika mezeler ve börekler için oldukça lezzetli malzemeler... Cuma günü kurulan pazara erkenden gidip, bu nefis şeyleri bulabilirsiniz. GEZİ / TRAVEL to this place. He says that; he first buy the boutique hotel back of the restaurant then he owns the ashore and decided to make his dream come true. He gets all the legal permissions (especially for the dock) for the place and stickles about solidness and aesthetic of the place. We really enjoy listening to his projects for the future when we visit him. I think everything is not about earning money. The spirit of amateur is a must… One of his project is, if he can get the radio authorization, he wants to stop that vault thing…The projects that came to life is wine house and bakery… They are producing butter and chesses of their own. Also they are fishing and cooking that fish in the kitchen where everybody can see. At the orchard you can eat whatever you want that the season offers you… If you are lucky enough, you can taste Mr. Hasan’s çiğköfte. (Its free of charge and a treat for everyone, but the day is unclear) From Mehmet who is wharfing you, to all personnel are friendly (everyone is related) and helpful. There is no insisting on choosing what to eat; they are telling you the prices of the foods. There is a village called Kayaönü from 2 km. away from the restaurant. In the morning you can prefer to take a walk there and when you come back the pancakes that Ms. Şengül made can confuse your mind. Be careful not to eat a lot…Mr. Çağlar is the chef and his grilled fishes are just so fine. This place is also opens at winter…If you want to go there at this time; you can spend a great day by the fireplace. In the morning while we are sailing away, we dream of those kind of places can remain and multiply. This issues’ recipe is a roll which you can easily do it in your boat; Herb Rolls in Frying pan… With the beginning of the rainy days the herbs began to grow and we can able to get them from everywhere in Bodrum. They are quite delicious for appetizers and also for rolls for the winter… On Friday’s you can go to the local bazaar early and can buy those herbs. HERB ROLLS IN FRYING PAN TAVADA OTLU BÖREK Eğer tanrının sevdiği kullardansanız, Hasan Bey’in çiğköftesi (ücretsiz olup, herkese ikram edilir ama günü belli değil) piyangosu size çıkar. If you are lucky enough, you can taste Mr. Hasan’s çiğköfte. (Its free of charge and a treat for everyone, but the day is unclear) Malzemeler Çeşitli otlar: Isırgan, körmen (köremen), kazyak (kazayağı), gelincik, arapsaçı ya da hepsinin karışık olarak satıldığı böreklik ot... Kaşar loru 3 tane yufkadan 2 tava börek olur. Zeytinyağı Hazırlanışı Yufkaları ortadan ikiye bölün. 6 adet yarım ay şeklinde yufkanız olacak. Yufkayı açıp, içine az zeytinyağı gezdirin. Düz kısmına yıkayıp doğradığınız otları, onun üstüne kaşar lorunu koyun ve rulo yapın. Tavaya yuvarlak olacak şekilde dizin. Orta ateşte kızartıp, bir tabak yardımıyla ters yüz edin (hamsi yapar gibi). Her iki tarafı kızardığında, alıp kenara koyun ve 10 dakika dinlendirip, servis edin. Çiğden pişen otlar hem sağlıklı hem de lezzetli... Afiyet olsun… Ingredients Variety of herbs: nettle, broadleaf wild leak, lesser water parsnip, poppy, baby’s tear or the mixed of herbs that the farmers are selling for making rolls… Kaşar loru (it’s kind of a ricotta but with yellow cheese made of sheep’s milk) From 3 filo pastry you can make 2 pan fry rolls Olive oil Preparation Cut the filo pastry in to two from the centre. You will have 6 semi lunar shape filos. Sparkle a little bit of olive oil on each of them. First add all the herbs and at the top of it add the cheese and roll the filo. Put the filo rolls into the fry pan with the shape that makes round. Begin to cook it at the medium heat. When the bottom side gets crispy turn it over with a help of a plate. (Like cooking the anchovy) When the both sides get crispy, turn of the heat and leave it to rest for about ten minutes. The herbs that are cooking from raw are healthy and also delicious. Bon Appetite… HABERLER / NEWS Dünyanın dört köşesinde denizciler, bu yılın yarışlarına hazırlanıyor. Açık deniz ve sahile yakın şamandıra yarışları da dahil olmak üzere pek çok şampiyona, yarış tutkunlarını bekliyor. 2014 yılının yoğun yarış takvimini merak edenler için, ajandamıza göz atmakta fayda var! Fastnet Challenge, Porsmouth, İngiltere, 9 Mayıs TP52 Dünya Şampiyonası, Porto Cervo İtalya 10-14 Haziran Solitaire Du Figaro, Deauville-Les Sables D’Olonnes, İngiltere-Fransa, 8 Haziran-2 Temmuz Fransa Yelken Turu, Dunkerque-Nice, Fransa, 4-27 Temmuz Maxi Yacht Rolex Cup Porto Cervo, İtalya, 31 Ağustos-6 Eylül ISAF Yelken Dünya Şampiyonası, İspanya, 8 Eylül-21 Eylül Rolex Farr 40 World Championship, San Francisco, ABD, 15-18 Ekim Route Du Rhum, St Malo, Fransa-Guadeloupe, 2 Kasım Rolex Sydney Hobart Yacht Race, Sydney Hobart Avustralya, 26 Aralık-1 Ocak 2015 Bodrum’a Dünyanın Yelkencisi Gelecek! Great Numbers Of Sailors Will Come To Bodrum Türkiye Yelken Federasyonu Bodrum ve Marmaris’te kurmayı planladığı olimpik kamp tesisleri için Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nden haber bekliyor. Federasyon yetkilileri, yer tahsisi için Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’ne başvurdu. TYF Başkanı Serhat Belli, bu konuda yeni bir gelişme yaşandığını belirterek “Bodrum ve Marmaris’te Gençlik ve Spor Bakanlığı’na geçecek bazı tesisler olduğunu öğrendik. Bu tesis ve arazilerin Genel Müdürlüğe intikalinden sonra, Federasyon olarak talip olacağız. Her iki ilçede birer tane olimpik milli takım tesisi yapacağız” dedi. Bodrum Era Yelken Kulübü Başkanı Erman Aras, hem Bodrum hem de Marmaris’te kurulacak milli takım kamp yerlerinin büyük başarıları da beraberinde getireceğini söyledi. Aras, “Bu sayede, Bodrum ve Marmaris, yelken sporunda Türkiye’nin stratejik noktaları haline gelecektir” diye konuştu. Bodrum’da kurulacak milli takım kampının yelken kulüplerini çok ileri bir seviyeye taşıyacağını belirten Erman Aras, “Bu aynı zamanda, Türkiye’deki diğer kulüplerin, milli sporcularla birlikte Bodrum’a gelip, bizim çocuklarımızla antrenman yapması anlamına gelecektir” diye konuştu. Türkiye Sailing Federation awaiting news from General Directorate of Youth and Sport for the olympic camp facilities that they are planning to construct at Bodrum and Marmaris. Federation authorities applied for space assignment to Provincial Directorate of Youth and Sports. The president of Türkiye Sailing Federation Serhat Belli says that there is new developments on that issue, he also added that; “We have learned that there are some facilities which are going to be owned by Ministry of Youth and Sport. After the transition of this facilities and lands to Ministry, as Federation we will aspire to those areas. We will construct olympic national team facilities for both districts.” The president of Era Sailing Club’s president Erman Aras stated that the national team facilities at Bodrum and Marmaris will also bring lots of success. Aras also said that; “Building those facilities will make Bodrum and Marmaris a strategic position for sailing at Türkiye. The olympic camp which will going to be built in Bodrum will carry the sailing clubs to an advance level. Also this means that clubs from other cities in Türkiye are going to have a chance to work out with Türkiye’s national sailors.” 2014 Dünya Yarış Takvimi World Race Schedule For 2014 All around the world sailors are getting ready for this year’s races. Including offshores and littoral buoy races, championships are awaiting for sailing devotees. For the ones who are curious about 2014’s races, take a look at our agenda! Fastnet Challenge, Porsmouth, England, 9th of May TP52 Dünya Şampiyonası, Porto Cervo Italy 10th /14th of June Solitaire Du Figaro, Deauville-Les Sables D’Olonnes, England – France 8th of June / 2nd of July Fransa Yelken Turu, Dunkerque-Nice,France, 4th / 27th July Maxi Yacht Rolex Cup Porto Cervo, Italy 31th August / 6th September ISAF Sailing World Championships, Spain 8th of September/ 21st of September Rolex Farr 40 World Championship, San Francisco, USA, 15th / 18th October Route Du Rhum, St Malo, France-Guadeloupe, 2nd of November Rolex Sydney Hobart Yacht Race, Sydney Hobart Australia, 26th December / 1st of January 2015 MARİNAMIZDAN / OUR MARINA MARİNAMIZDAN / OUR MARINA Ufuk Akalin 10 Yildir Milta Bodrum Marina Bünyesinde Çalışıyor. Ufuk Akalın Is Working At Milta Bodrum Marina For About Ten Years. Ufuk Akalın: Milta Marina Çekek Saha Sorumlusu / Milta Marina Dry-Dock Area Supervisor “Prensibimiz Çevreye Sıfır Zarar” “Our Principle Is Zero Error To The Environment” H epimiz onlarla günde en az bir kez karşılaşıp, yan yana geçiyoruz. Ama gerçekte kimler, görevleri nedir çoğumuz bilmiyoruz. Her biri güler yüzlü, pozitif çalışanlarımızı sizinle buluşturmaya, onların hikâyelerine sayfalarımızda yer vermeye başladık. Çukurova Üniversitesi Alman Dili Eğitimi mezunu olan Ufuk Akalın ve 4 kişilik ekibi de, kış boyunca teknelerimizi emanet ettiğimiz çekek alanımızda mucizeler yaratan kahramanlarımız… “Ben Ufuk Akalın, Çekek Saha Sorumlusuyum. Biz ekip olarak, marinadaki teknelerin lift yardımıyla denizden karaya alınıp, güvenli bir şekilde muhafaza edilmesi, taşeron firmalarca tekneye gerekli zehirli boya, onarım gibi işlemler yapıldıktan sonra, tekrar güvenli bir şekilde denize indirilmesini sağlıyoruz. “ Kısaca bu şekilde tanımlasa da, Ufuk Akalın ve ekibi, risk grubu yüksek bir işin altına imzasını atıyor. “Oldukça hassas, sıfır hatayla çalışmamızı gerektiren bir iş yapıyoruz. Sadece bir kişi değil, ekip olarak pür dikkat olmak zorundayız. Acele etmeden, sakin, mümkün mertebe panik yapmadan çalışmamız gerekiyor. Araç trafiği var, yaya trafiği var, etrafta bazen çok sayıda karaya çekilmiş tekne oluyor. Bunların her biri bizim bir kat daha özenli olmamızı gerektiriyor. Sadece kendimize değil, çevremize karşı da sorumluyuz. Maksimum dikkat bizim işimizin olmazsa olmazıdır.“ Ufuk Akalın 10 yıldır Marina bünyesinde çalışıyor. İlk yıllar Ön Büro görevlisi olarak çalışmış. Sonrasında çekek saha sorumlusu olarak çalışmaya başlamış. “İşim tam bir organizasyon ve koordinasyon gerektiriyor. Ön Büro’da da benzer bir çalışma disiplini olduğundan, bana böyle bir teklif geldiğinde kolayca yapabileceğimi hissettim ve kabul ettim.” diyerek, her iki görevin de temel ilkelerinin aynı olduğunu savunuyor. Mavi bayrak sahibi bir marinada çalışmanın, özellikle çekek sahasında uyulması gereken kurallarından da bahsediyor Ufuk Akalın. Çekek alanında “Çevreye Sıfır Zarar” prensibiyle hareket ediyoruz. Toz torbası taktırmadan, kimseyi çalıştırmıyoruz. Eğer etrafa uçuşarak, çevreye zarar verecek bir çalışma varsa, brandalarla tekne çevresini izole ediyoruz. Teknelerin altı yıkandığında zehirlisi denize asla akıtılmıyor. Kapalı devre özel kanallar vasıtasıyla arıtmaya giden suyu dönüştürerek, tekrar alt yıkamada kullanıyoruz. Filtreler dolduğunda da belediyenin kimyasal atık toplayan araçlarına yükleniyor. Motorlardan çıkan yağlarıysa yine özel bir depolama yöntemiyle topluyoruz. Atık su ve sintine için de özel depolama alanlarımız var. Hepsi toplandıktan sonra, bunları bizden alan anlaşmalı kurumlarımız var. Mavi Bayrağın gerekliliklerini yerine getirmez, denizlerimizi şimdiden korumazsak, sonrasında gelecek nesillere temiz bir deniz bırakamayacağız.“ W hile visiting the marina, all of us come across with the employees of the marina, but most of us do not know what their job description is. We have decided to introduce our pleasant employees to you by sharing their stories with you in our magazines’ issues. In this month’s issue we are introducing you, Ufuk Akalın who graduated from Çukurova University, German Culture and Literature department and his team of 4. Those are the people; we entrusts our boats through the winter and watch them create miracles in our dry-dock... “My name is Ufuk Akalın and I am Dry-Dock Area Supervisor. As a team, our job is to lift the boats from the sea to the dry dock area in the marina by travel lift and secure our clients’ boat while the subcontractor firms performing the works such as antifouling and maintenance. After refitting process finishes, we launch the boat back to the sea.” Ufuk Akalın and his team describe their duty like this, but their job holds higher risks than this description. Our job is so delicate and we have to do our job with zero error. We all have to be careful. While we are proceeding we shouldn’t hurry and proceed with calmness and without panicking. The reason why we should be so careful is; inside of the marina there is traffic of cars and people and sometimes the number of the boats on the hard can be many. For all of those reasons that I said we should be careful as twice as we should be. Our responsibility is not only to ourselves but also to our environment. Maximum attention is our jobs’ first priority. Ufuk Akalın is working at Milta Marina for about ten years. His first department was Front Office; afterwards he started to work as a Dry Dock Area Supervisor. He says that; my job needs organization and coordination, this principle is very important for both Front Office and Yard Area. When I received the job offer, I trusted myself that I can do this job and accept the offer. Ufuk Akalın also mentions that to work in a marina which earned a Blue Flag has some rules that they should obey. In the yard, they are working with “Zero Error to the Environment” principle. He says that; “The boats which are under refitting procedure should use the dust bag. If there is any refitting may harm the environment around, we isolating the boats with awnings. Also while we pressure washing the bottom of the boats, we make sure that the poisonous antifoul water never gets into the sea. With the special closed circuit, we are filtering and recycling this water to wash the bottom of the boats again. When the filters loaded, we call the municipality to pick up the chemical wastes. For the bilge, waste water and boat engine oil we have a special storage system. When our storages are full, the special companies that we are working with are picking up these wastes. If we don’t precede the obligations of Blue Flag rules and protect the sea then we cannot be able to bequeath a clean sea to our next generations. Ufuk Akalın ve 4 kişilik ekibi, kış boyunca teknelerimizi emanet ettiğimiz çekek alanımızda mucizeler yaratan kahramanlarımız… Those are the people; Ufuk Akalın and his team, we entrusts our boats through the winter and watch them create miracles in our dry-dock... Hüseyin Çelik-Ufuk Akalın-Mehmet Ali Ertaş-Dündar Ural MARİNAMIZDAN / OUR MARINA Milta Bodrum Marina Dergisi Artık Web Sayfamızda Milta Bodrum Marina’da gerçekleştirdiğimiz etkinlikler, yarışlar ve makalelerin yer aldığı; bunun yanı sıra sektörümüzün gelişmelerini takip edebileceğiniz Milta Bodrum Marina Dergisine artık www. miltabodrummarina.com adresinden ulaşabilirsiniz. Milta Bodrum Marina Magazine Online The Milta Bodrum Marina Magazine, containing articles and news of activities and competitions, is now available online at www.miltabodrummarina.com Readers can also follow any developments taking place within our sector. Milta Bodrum Marina Personeline Doğum Günü Sürprizi Birthday Surprise For Milta Bodrum Marina Employees Milta Bodrum Marina’da, yeni yaşına giren personelimizin doğum günü heyecanına marina ailesi olarak, bir sürprizle ortak olduk. Keyifli bir doğum günü kutlamasının ardından personele, Bodrum Sağlık Vakfı Seramik Atölyesi’nde engelli bireyler tarafından yapılan, seramik duvar rölyefler hediye edildi. Ocak ayında doğan personel için yapılan doğum günü kutlamasında, engelli bireylerin eğitim ve rehabilitasyon süreçlerine katkıda bulunmak amacıyla yapılan seramik yelkenliler armağan edildi. Yıl boyunca her ay düzenli olarak gerçekleştirilecek kutlamalarda, bu özel hediyeler, yeni yaşını kutlayan Milta Bodrum Marina çalışanlarına sunulmaya devam edilecek. As Milta Bodrum Marina we congratulate our employees’ birthdays who born in January, with a surprise. After a pleasant birthday celebration, the employees received their gifts which are made at Bodrum Health Foundation Ceramic Workshop by the handicapped. To contribute the handicapped citizens’ education and rehabilitations, our employee’s received ceramic sailboats as a birthday present. All year, we will continue to celebrate Milta Bodrum Marina employees’ birthdays and give them those special gifts. SPOR / SPORT SPOR / SPORT T Teknede Spor Sports On The Boat Gönenç BENİBOL Milta Bodrum Marina Fitness Görevlisi / Fitness Duty TEKNEDE SPOR YAPMAK, DAHA FAZLA ZORLUKLA KARŞILAŞMAK DEMEKTİR Doing sports on a boat means meeting more difficulties than the usual Spor; hareket etmek üzerine şekillenmiş insan vücudu için en barışçıl aktivitedir. Fazla kilolarımızdan kurtulup, hareketliliğimizi koruyup, sağlıklı ve dinç yaşayarak iç barışımızı dışarıya da aktarabiliriz. Vücudumuzu tanıyıp sporu nasıl yapacağımızı bilirsek, spor yapmak için her ortamı ve her yaşı değerlendirebiliriz. Vücudumuzu her yerde, her şekilde hareket ettirebiliriz. Sporting is the most friendly activity designed upon movement. Sporting helps us to our inner peace is exposed when we live healthily and heartily and also it helps us to get rid of excess weight. If we get to know our body and decide how to do sports, we can seize upon our age and every setting to do sports at. We can move our body in all possible ways. eknede spor yapmak biraz daha fazla zorluklarla karşılaşmak demektir. Spor yaparken, bir dirence karşı koymaya çalışmak, kendi vücut ağırlığıyla spor yapmaktan daha ağırdır. Tekneniz yelkenli veya motor yat ise (eğer mega yat değilse), teknede spor yapmak için kısıtlı alanınız var demektir. Teknede uzun yolculuklardan sonra kasılmış kaslarınızı gevşetmek veya çalışmayan kas guruplarınızı çalıştırmak çok önemlidir. Teknelerin, dengenin az bulunduğu ortamlar olduğunu kabul edersek vücudumuzu dengede tutmak, tekneden düşmemek ilk dikkat etmemiz gereken konudur. Neden Stretching (açma- germe-esnetme)? Kasların sağlıklı çalışması, ihtiyaç duydukları oksijeni taşıyacak olan kalp damar sisteminin verimli çalışmasına dayanır. Temel esnetme hareketleri bu amaca hizmet eden ilk basamaktır. Yelken sırasında uzun süre kaslarınızı kasılı tutmanız gerekebilir. Bu direnç, kaslarda laktik asit salgılanmasına neden olur. Zaman zaman kaslarınızdaki ağrının nedeni de bu asit oluşumudur. Asidin vücuttan atılmasının iki sağlıklı yolu vardır; Terlemek ve Stretching. Nasıl? Stretching her ortamda yapılabilir. Stretching yaparken dikkat etmeniz gereken en önemli nokta vücudunuzun en üstünden başlayıp en alta kadar bütün kaslarınızı zorlamadan bu sırayla gerdirmenizdir. Amaç hırçın bir şekilde kasları yıpratıp sağlığınıza zarar vermek değil, yorucu bir seyir sonrasında kaslarınıza ihtiyacı olan rahatlamayı verebilmektir. Her bir gerdirme hareketi sırasında, nefes dengesine de dikkat ederek, 10 kez nefesinizi burundan alıp ağızdan vermenize dikkat çekmek isterim. Vücudunuzda altı hareket bölgesi vardır. Boyun, Omuzlar, Kollar, Bel bölgesi, Kalça, Bacaklar Her bir hareket bölgesi için 4’ er hareket vardır. 6 hareket bölgesi x 4’er hareket =24 hareket (Çünkü insanın 4 yönü vardır) 24 hareketi 10’ar kez nefes alarak yaptığınızı düşünürsek 240 nefes eder. 240 nefesin her biri 5 saniye tutsa, toplamda en az 20 dk. stretching süreniz vardır. Verimli olması için bu sürenin tamamlanması gerekir. KAZANIM Bütün vücudun esnetilmesi kan dolaşımını düzene sokmaya, sıkışmış sinirler varsa onları gevşetmeye, nefes alış verişi düzenlemeye, ciğerlerin tam kapasite çalışmasına, oksijenin hücrelere ulaşmasına, salgı bezlerinin sağlıklı çalışmasına olanak sağlayacaktır. Denizin üzerinde olmak başlı başına bir spordur. Sürekli hareket etmek teknenin işleyişi ve seyrini daha verimli kılar. Vücudunuzun sağlıklı ve dengeli olma durumu, kullandığınız teknenin de sağlıklı kararlarla, dengeli ve doğru bir şekilde istenilen düzeyde seyrini sağlayacaktır. Seyir öncesi ve sonrası yapacağınız 20 dakikalık bir esnetme antrenmanı, vücudunuzun sağlıklı seyrini getirecektir. Bu döngüyü sürdürmek, yaptığınız sporun ve sizin ömrünüzü uzatacaktır. Sağlıklı seyirler dileğimle. D oing sports on a boat means meeting more difficulties than the usual. While doing sports, it is more difficult trying to withstand resistance than doing sports against your own weight. If your boat is a sailboat or a motor yacht (not a mega one), it means you have limited space for doing sports. It is very important for you to exercise so that you move your muscles and relax them after long journeys. Boats are places where you can lose your balance easily. Therefore, it is important that you be careful not to fall off the boat. Why Stretching? Muscles get their oxygen they need from the circulatory system; so if the circulatory system works healthily, so do the muscles. Basic stretching movements serve for this purpose. During sailing you may have to keep your muscles stiff. This resistance causes lactic acid to be secreted. The reason for the pain in your muscles from time to time is this secretion. There are two healthy ways to get rid of this acid. Sweating and Stretching. How? Stretching can be done in any environment. The most important thing while stretching is that you must stretch your muscles starting from the top to the bottom and stretch all your muscles in this order without forcing. The aim is not to damage your health by forcing your muscles while stretching but to relax them after a tiring voyage. With every stretching movement, I would advise you to breathe in from your nose and let go from your mouth 10 times. Your body has six movement points. The neck, Shoulders, Arms, Waist, Hips, Legs. There are four moves for each point of movement. 6 points x 4 moves = 24 movements (because people have 4 directions) If we assume you do these 24 moves, breathing 10 times, then it means you will breathe 240 times and each breath takes 5 seconds and you will spend 20 minutes of stretching. This duration needs to be completed if you want the session to be productive. Personal Gain Stretching will help regulate your blood circulation, remove nerve compression, regulate breathing, increase lung capacity, allow oxygen into cells and activate glands in your body. Being at sea is a sport itself. Constant movement renders increased productivity on boat. If your body is healthy and balanced, then the boat you are sailing on will be managed through healthy decisions. A 20-minute stretching exercise that you will do before and after sailing will make your body work healthily. Keeping this circle on will make your life longer. Wishing you a healthy and a constant journey. DON’T FORGET YOUR GIFT! Yelkenci Çantası- Sea Mate Sailor Bag- Sea Mate Fiyat / Price 429,00 TL westmarine Size bir önerimiz var! Third Reef Bayan Yelken Ceketi Sailor Jacket for Women We’ve got an idea for you! Fiyat / Price 215,20 TL westmarine Pro Visor Şapka Pro Visor Hat Ekmek Sepeti Bread Basket Fiyat / Price 68,00 TL westmarine Fiyat / Price 85,00 TL westmarine MC13 Balıkçı Şapka MC13 Fisherman Hat Fiyat / Price 44,00 TL westmarine Yastık Amalfi Parfüm Amalfi Perfume Fiyat / Price 59,99 TL mavi Sony Hoparlör Speaker /Sony Fiyat / Price 494,98 TL westmarine Sidekick Karabinalı Çok Fonksiyonlu Çakı Sidekick Multi-functional Jacknife with carabine Fiyat / Price 157,50 TL westmarine HEDİYESİZ OLMAZ! Cushion Fiyat / Price 102,00 TL nyn marin dekorasyon Çizme Mücevher kutusu Waders Jewellery box Fiyat / Price 59,00 TL Nine West Fiyat / Price 38,15 TL mudo.concept Erkek kol saati Wristwatch for men Fiyat / Price 1.127,20 TL Diesel Alet Takımı 49 Parça Şişme Tabanlı Şişme Bot Set of Tools Rubber Boat Fiyat / Price 80,98 TL westmarine Fiyat / Price 1590,00 TL westmarine SİNEMA / MOVIE KİTAPLIK / BOOKSHELF Yazar: Prof. Dr. İskender Pala Efsane – Bir ‘Barbaros’ Romanı Author: İskender Pala, PhD The Legend – a novel by “Barbaros” Legends sometimes come from the sea Sometimes from love and fire. Those that come from love and fire, Turn into a light sometimes and illuminate the times… Writing the legend is included in the legend just as much as making it up. You can’t find an era on maps. You have to sail into the deep, to people and to the sea of history. Maximum ideals can be kept in whirlpools. In this book İstanbul, Madrid, Rome and the Mediterranean are surrounded by the tongue of love. The Mediterranean is drawn again with the pen of love. Sword crashed into sword, ore to steel and wealth to poverty. And there was always a road from the hearts to the seas. Deep seas turned into satin for great loves and woven. İskender Pala put into words an era and the legends of that era. He told about Barbaros Hayrettin Paşa… Then bringing a basket of roses, He told about the three bitten apples. Efsaneler bazen denizden, Bazen aşktan ve ateşten gelirler. Aşktan ve ateşten ve denizden gelenler, Bazen ışık olurlar ve bütün zamanı aydınlatırlar… Efsane kurmak kadar, efsaneyi yazmak da efsaneye dâhildir. Bir çağı haritalarda bulamazsınız. Derine, insana ve tarihin denizlerine açılmak gerekir.Girdaplarda yüksek idealler saklanabilir. Bu kitapta İstanbul, Gırnata, Madrid, Roma ve Akdeniz; aşk diliyle kuşatıldı. Akdeniz, aşk kaleminin haritasıyla yeniden çizildi. Kılıç kılıca, cevher çeliğe çarptı, varlık da yokluğa. Ve hep bir yol vardı kalplerden denizlere. Derin denizler, büyük aşklar için atlas olup dokundu. İskender Pala, bir çağı ve o çağın efsanelerini dile döktü. Barbaros Hayreddin Paşa’yı… Sonra, bir gül sepeti getirdi. Isırılmış üç elmayı anlattı. TÜRKİYE’DE EN ÇOK OKUNAN KİTAPLAR DÜNYADA EN ÇOK OKUNAN KİTAPLAR Bestsellers in Turkey Bestsellers in The World 1- Allah De Ötesini Bırak Uğur Koşar 1- The Fault in Our Stars By John Green 2- Hayal Ayşe Kulin 2- 3- Sabah Uykum Ahmet Batman Unbroken: A World War II Story of Survival, Resilience and Redemption By Laura Hillenbrand 3- 4- Bukre Kahraman Tazeoğlu Rush Revere and the First Patriots By Rush Limbaugh 4- The Monuments Men: Allied Heroes, Nazi Thieves and the Greatest Treasure Hunt in History By Bret Witter 5- The Traitor’s Wife: A Novel By Allison Pataki 5- Böğürtlen Kışı Sarah Jio 6- Suçlamalara Karşı Gerçekler İlker Başbuğ 6- 7- Ustam ve Ben Elif Şafak Divergent By Veronica Roth 7- 8- İstanbul Kırmızısı Ferzan Özpetek The Goldfinch By Donna Tartt 8- 9- Mihmandar İskender Pala The Book Thief By Markus Zusak 9- 10- Galiz Kahraman İhsan Oktay Anar Frozen Little Golden Book By RH Disney 10- The Sixth Extinction: An Unnatural History By Elizabeth Kolbert Hayallerinizin çok ötesinde bir hikâye The Story is More Than You Imagined İncil’den esinlenen destansı bir Amerikan filmi Nuh-Büyük Tufan filminin yönetmenliğini Darren Aronofsky yapıyor, senaryosuysa yine Aronofsky ve Ari Handel’e ait. “Nuh’un Gemisi” adlı eserden beyaz perdeye uyarlanan film, cesaret, fedakârlık ve umudun destansı öyküsünden esinleniyor. “Gladyatör”, “Akıl Oyunları” ve “Robin Hood” filmlerinden aşina olduğumuz ünlü Hollywood yıldızı Russell Crowe’un başrolünde oynadığı filmde, usta aktör Anthony Hopkins’i de Nuh’un Büyükbabası Methuselah rolünde izleyeceğiz. Yeni nesil, Hopkins’i “Kuzuların Sessizliği”, “Hannibal” ve “İhtiras Rüzgârları” filmlerinden hatırlayacaktır. Efsane, Büyükbaba Methuselah’ın Nuh’un gördüğü bir rüyayı yorumlamasıyla başlıyor. Rüyasında; suda boğularak öldüğünü gören Nuh, Methuselah’a bu rüyanın anlamını sorduğunda şöyle yanıt alıyor: “İnsanoğlu bu dünyayı yozlaştırdı ve şiddetle doldurdu, işte bu yüzden yok edilmeli!” Ancak Nuh, çoktan bir gemi inşa etmeye başlamıştır bile!.. Eşinin erkek kardeşi Tubal-Cain’in de düşmanlığını kazanan Nuh, bu gemiyi yapacağını, en azından bunu denerken öleceğini söyler. Ve hikâye başlar… Nuh-Büyük Tufan, Bir Rüya İçin Ağıt ve Siyah Kuğu’nun yazar ve yönetmeni Darren Aronofsky’nin çocukluk hayaliymiş!.. Aronofsky, 13 yaşından bu yana Nuh ve onun gemisi ile ilgili bir film çekmeyi hayal ettiğini söylüyor… Ünlü yönetmene göre Nuh, karanlık ve oldukça komplike bir karakter… 125 milyar dolarlık dev bütçesiyle yılın en büyük prodüksiyonlarından biri olarak kabul edilen Nuh-Büyük Tufan, 3 Nisan 2014 tarihinden itibaren vizyonda olacak. Kadrosuysa oldukça güçlü. Russell Crowe’un yanı sıra, Nuh’un eşi Naameh rolünde Jennifer Connelly’yi, kızı Ila rolünde Emma Watson’ı ve oğlu Ham rolündeyse Logan Lerman’ı izliyoruz. Bu arada merak edenler için hemen ekleyelim; filmde tek bir gerçek hayvan bile kullanılmamış!.. American biblical epic film Noah will be in movie theaters on April 3, 2014! The film, directed by Darren Aronofsky, screenplay written by Aronofsky and Ari Handel. The film inspired by the epic story of Noah’s Ark, which includes courage, sacrifice and hope. Russell Crowe star as Noah, known for his roles in ‘Gladiator’, ‘A Beautiful Mind’ and ‘Robin Hood’, and Anthony Hopkins appears as grandfather Methuselah , known for his roles in ‘Silence of the Lambs’, ‘Hannibal’ and ‘The Legends of the Fall’. Noah dreamed himself while drowning and asks Methuselah the meaning of this dream. He tells Noah; “Mankind corrupted this world and filled it with violence, so they must be destroyed.” Noah begins to build an ark and gain his wife’s brother Tubal-Cain’s hatred. Noah tells Tubal-Cain that he will build the ark or he will die while trying. And the story begins… Noah is the childhood dream of producer Darren Aronofsky who directed ‘Black Swan’ and ‘Requiem for a Dream’, states that when he turns to 13, making a movie about Noah, was his biggest dream. According to him, Noah’s character is complicated and dark… With $125 million budget, the film known as the biggest production for the year 2014 and will meet with the audiences at 3th of April in Turkey. The cast includes; Jennifer Connelly (Naameh, his wife); Emma Watson (Ila, his daughter); and Logan Lerman (Ham, his son). Also for your attention; no real animals were used in production at all! KONUŞAN ÇİZGİLER MIHAITA PORUMBITA-ROMANYA (Romania) -2003 Talking Drawings 20. Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması-TÜRKİYE / 20. Aydin Dogan International Cartoon Contest-TURKEY pa n e r a i . c o m . TASARIM V E TEKNOLOJI. luminor 1950 regatta 3 days chrono flyback titanio (ref. 526) Boutique İstanbul l Abdi Ipekci Caddesi No: 2/2 l Nişantaşı l Tel: 0212 291 59 59
Similar documents
ÇiFTE VATANDAŞLIĞA CEZA KANUNU
Organizasyonu gerçekleştiren Rus Türk İşadamları Birliği (RTİB) son derece güzel bir programa imza attı. Emeği geçenleri gerçekten kutlamak lazım. Her yıl katılımı biraz daha fazla artırıyorlar. Bi...
More informationjale nejdet erzen - Ankara Antikacılık
imgeler sonsuz mekanlar, farklı dünyalar sunsa da, fotoğrafın doğası gereği, var olan bir şeyin temsili ya da tekrarıdır ve ekrana bağlı olduğumuz sürece vardır; ekran söndüğü anda varlığı yok olur...
More information