Marina Dergi 2014 Mart-Nisan

Transcription

Marina Dergi 2014 Mart-Nisan
The Marmara Bayk Kış Trofesi’nde
Yeni Bir Mücadele Başladı
Portre
Tuncel KURTİZ
A New Tackle Started at
The Marmara Bayk Winter Trophy
Portrait
Tuncel KURTİZ
Erdal ALANTAR
Renklerin Ölümsüz
Dünyasında
At The World
Of Immortal Colors
Yaşam Enerjiniz Size Yetiyor Mu?
Denizin Tatlı Cadıları
Is Your Life Energy
Sufficient Enough?
Sweet Wiches
Of The Sea
Türkiye’nin Canları
Yeniden Koruma Altında
Çetin Bilge AKINCI
Turkey’s Lives Under
Protection Again
Fuarın
Göz Kamaştıran Tekneleri
The Dazzling Boats of The Expo
Çökertme
Ali DİZDAR
Sulak Alanlarımız
ve Gölköy
Our Wet Lands And Gölköy
Değerli Dostlarımız,
Ülkemizin en önemli kış yelken yarışlarından biri olan
THE MARMARA BAYK KIŞ TROFESİ’nin heyecanlı yarışlarının devam ettiği şu günlerde, yelken sporunu tutkuya
dönüştürmüş yelkencilerimize keyif vermenin mutluluğu
içindeyiz. Sezon boyunca devam edecek olan yarışların
Bodrum’un kış turizmine getireceği hareketlilik de, Milta
Bodrum Marina olarak hepimizi heyecanlandırıyor.
Sene boyunca canlılığını hiç yitirmeyen Milta Bodrum Marina, aynı zamanda, denizcilerimize hep daha iyiyi sunmayı
hedefliyor. Bunun için planladığı bazı yenilikleri, şevkle
çalışarak, hayata geçirmeye başladı bile. Marina çarşısını
ziyaret eden misafirlerimizin hava şartlarından olumsuz
etkilenmeden, kaliteli zaman geçirmelerini sağlamak adına,
çarşı üstü yelken brandası ile kapatıldı. Bununla birlikte,
denizcilerimizin konforunu yükseltmek adına, marina
çarşısı ve marina içerisindeki duş ve tuvaletler tamamen
yenilendi.
Biz, hiç eksilmeyen enerjimiz ve yeni planlarımızla yeni
döneme hazırlanırken, siz deniz tutkunu dostlarımıza
keyifle geçireceğiniz bir sezon diliyoruz.
Dergimizin 20. sayısında da keyifle okuyacağınızı ve deniz
tutkunlarının işine yarayacağını düşündüğümüz konulara
yer verdik. Büyük bir ilgiyle yayınımızı takip eden
okurlarımıza teşekkür ederiz.
Dear Friends,
While our country’s most important and exciting
sailing race THE MARMARA BAYK WINTER
TROPHY is continuing, we are so happy to give
our passionate sailors exhilarate. The races will go
on all season long and as Milta Bodrum Marina we
are happy to contribute Bodrum’s winter’s tourism.
Milta Bodrum Marina is a marina which liveliness
carries on all year, and our main target is to serve
our sailors as best as we could. For that reason
some of our new projects came to life. We cover our
marina’s shopping centre with sailor’s hammock for
our guests, not to interrupt their quality time by
the bad weather conditions. The other thing is, to
improve our sailors comfort; our team renovated all
the toilets in the shopping center and in the marina.
While we are getting ready to a new period with
energy and new plans, as Bodrum Milta Marina
we all wish our sea enthusiasts a season which they
can enjoy the most.
On the 20th issue of our magazine we prepared
articles and useful tips for our sailors which we
believe that sea enthusiasts will enjoy. We all thank
for our magazine’s loyal followers.
GEZİ / TRAVEL
The Pastoral Symphony-The Bafa Lake
GEZİ / TRAVEL
Dileğiniz, doğayla baş başa dingin birkaç gün geçirmekse eğer, çok
uzağa gitmenize gerek yok… Bir zamanlar yanlış uygulamalar ve
çevresel etkiler nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan
doğa harikası Bafa Gölü, son yıllarda yeniden turizmin ve seyyah
ruhlu ziyaretçilerin göz bebeği olmaya başladı. Bafa, yalnızca doğası
ile değil zengin tarihi ve olağanüstü efsanelere tanıklık eden coğrafyasıyla da benzersiz bir belde…
Bir zamanlar Ege Denizi’nin bir koyu iken, jeomorfolojik etkenler
neticesinde bir alüvyon gölüne dönüşen Bafa’nın ana su kaynağı;
Büyük Menderes nehri taşkınları ile dağlardan gelen sular… Ilgınlar,
zeytin ve çam ağaçları ve orman dokusuna sahip göl çevresi, aynı
zamanda nesli tehlike altında olan 300 bin kuş türünün de üreme ve
kışlama ortamı… Bu anlamda kuş gözlemcilerinin vazgeçemediği
mekânlardan biri Bafa Gölü… Tepeli pelikan, cüce karabatak ve
deniz kartalının kışlak alanı Bafa, su bitkileri ve balık türleri açısından da çok zengin… Gölün çevresinde yaklaşık 500 farklı bitki türü
yetişiyor. Ayrıca Bafa Gölü ve çevresi Türkiye’nin en önemli orkide
alanlarından biri olarak da biliniyor.
400–500 Tırmanma Rotası Olan Bafa,
Kaya Tırmanışının Zor Ve Teknik Olması
Nedeniyle, Üniversiteli Dağcılık Kulüplerinin
Gözde Mekânları Arasında Yer Alıyor.
EFSANELER SİZE
EŞLİK EDECEK
Kapıkırı (Herakleia) özellikle kış aylarında büyülü bir yerdir. Tıpkı kuzey
ışıkları gibi, burada da görüntü sürekli
farklılaşırken sizi bambaşka bir âleme
götürür. Bir yandan doğanın en saf
ve bakir halini görür, diğer taraftan
gizemli yaşanmışlıkların kalıntıları
arasında keşfe dalarsınız.
LEGENDS WILL
ACCOMPANY YOU
Kapıkırı is a mystical place especially during the winter. Just like
the northern lights, the view keep
changes taking you to another
world. While you experience the
pureness of the nature here, you
also discover the remains of the
mysterious true life once this
place witnessed.
Due to the rock climbing being difficult and a bit
technical, Bafa, with its 400 or 500 climbing routes,
has been an indispensable district for climbing clubs
of universities.
Wish to spend a couple of days at the heart of the nature?
You don’t have to go somewhere far. The Bafa Lake, once in
danger of becoming extinct due to environmental effects, is
now a natural wonder that many travelers regard as their
favorite place to visit. The lake is a unique district with its
natural beauties. It has also been a theme to extraordinary
legends throughout history with its geographical specialty.
Once a bay in the Aegean Sea, the Bafa Lake turned into
a silt lake by geomorphologic effects. The main source is
the water coming from the mountains and causing the
Menderes River to over flow into this lake. The Bafa Lake
is surrounded by a forest of olive trees, palm trees, and
tamarisks… It is also a fauna for 300 thousand species of
endangered birds. Therefore, the Bafa Lake is an indispensable location for bird watchers… It is a shelter place in winter for species such as Dalmatian pelican, pygmy cormorant
and sea eagle. It is also rich in various water plants and
fish. About 500 different kinds of plants grow around the
lake. Last but not least, the Bafa Lake and its surroundings
are known as the most important areas of orchids in Turkey.
GEZİ / TRAVEL
GEZİ / TRAVEL
Manastır’a, Gölköy’den çıkıp, irili ufaklı taşların arasından adeta bir
keçi gibi tırmanmayı göze alarak ulaşabiliyorsunuz. Yediler Manastırı, Latmos’daki en eski kalıntılardan biri olarak biliniyor. Manastır yakınlarındaki bir kaya oyuğunda, Hz. İsa’nın doğumundan
ölümüne kadar yaşanan bir hikâyeyi anlatan freskleri görebilirsiniz.
Ayrıca Athena Tapınağı, Agora, Konsey Binası, Hamam, Tiyatro ve
Nymphaion da Herakleia Kenti kalıntıları içinde yer alıyor.
TREKKİNG TUTKUNLARININ DURAĞI
Bafa’daki tırmanma parkurları, trekking tutkunları için de bulunmaz bir güzergah… 400–500 tırmanma rotası olan Bafa, kaya
tırmanışının zor ve teknik olması nedeniyle, üniversiteli dağcılık
kulüplerinin gözde mekânları arasında yer alıyor. Gençlerin, Bafa’yı
özellikle kış aylarında tercih etmesinin nedenlerinden biri de
bölgenin değişken iklimi… Macera arayanlar için birebir! Üstelik
adımınızı attığınız her noktada yatan tarih zenginliği de cabası!..
Bafa’ya gelenler, gölde gün batımını izlemeden ayrılamazlar…
İşte tam da bunun için 2013 yılının Temmuz ayında buraya güzel
bir seyir terası yapıldı. Bu rengârenk doğa fotoğraf tutkunları
ve kampçılar için de eşi bulunmaz bir nimet. Velhasıl, kentlerin
hengâmesinden ve hızından uzaklaşmak isteyenler için Bafa’da
yapılacak pek çok şey var…
EFSANELER SİZE EŞLİK EDECEK
THE LEGENDS WILL ACCOMPANY YOU
Bafa’nın eşsiz coğrafyasını dolaşırken, efsaneler de size eşlik
edecektir. Bunlardan en bilineni Çoban Endimon ve onun Ay Tanrıçası Selene’ye olan aşkıdır. Birçok sevgilisinin yanı sıra, Zeus’la
da beraber olan Ay Tanrıçası Selene ile çoban Endimon’un aşkı
öyle güçlüdür ki, Zeus bile bu sevgiden etkilenir. Selene, tutkunu
olduğu Endimon için, Tanrıların Tanrısı Zeus’tan, “kendi kaderini
tayin etme” hakkı ister. Zeus Selene’nin bu dileğini kabul eder ve
Endimon’a dileğini sorduğunda çoban, “Ölümsüz bir uyku” diler…
O gün bu gündür Beşparmak Dağlarının dorukları, ay ışığında kar
yağmış gibi parıldar. Dikkatli dinleyenler Endimon’un kavalının
sesini bile duyar… Kapıkırı Köyü ve Antik Heraklia kenti, işte bu
dağların göle kıyısında yer alır.
Kapıkırı (Herakleia) özellikle kış aylarında büyülü bir yerdir. Tıpkı
kuzey ışıkları gibi, burada da görüntü sürekli farklılaşırken sizi
bambaşka bir âleme götürür. Bir yandan doğanın en saf ve bakir
halini görür, diğer taraftan gizemli yaşanmışlıkların kalıntıları
arasında keşfe dalarsınız. Tarihi 2000 yıl öncesine uzanan Bafa
Yöresi, antik felsefenin öncülerinden ünlü filozof Heraklit’in de
memleketi olarak bilinir. Bafa Gölü’nde, üç küçük adanın üstünde
kilise, manastır kalıntıları da dikkatinizi çekecektir. Bunlardan en
eskisi “Yediler Manastırı” yani Kellibaron’dur.
Whilst having a stroll around the Bafa Lake, the legends
will accompany you. The most famous one of these legends
is the love between Endimon the Shepherd and Selene the
Moon Goddess. The love between Selene, who has a lot of
lovers including Zeus, and Endimon is so deep that even
Zeus is impressed by this love. Since Selene was so deeply
in love with Endymion she asked Zeus to allow him to
decide his own fate. Zeus granted Selene’s request, and
asked his wish. Endymion chose never to grow old and
to sleep eternally. Since then, the summit of Beşparmak
Mountains has been glitter in moonlight as if it has
snowed and if you listen carefully, you can hear Endimon
playing his flute. Kapıkırı Village and the town of ancient
Herakleia lie on the skirts of this mountain near the lake.
Kapıkırı is a mystical place especially during the winter.
Just like the northern lights, the view keep changes taking
you to another world. While you experience the pureness
of the nature here, you also discover the remains of the
mysterious true life once this place witnessed. The Bafa
District, whose history goes back to 2000 years ago, is
known to be the hometown of the early Greek philosopher
Heraclitus. You will notice the remains of a church and
a monastery on the three small islands in the Bafa Lake.
The oldest of these is the “Yediler Monastery”, that is,
Kellibaron. After you leave Gölköy, you can reach this
monastery by climbing a path just like a goat if you can.
The Yediler Monastery is known to be the oldest ruins in
Latmus. In a cave near the monastery, you can see frescos
telling a story starting with Christ’s birth and ending
with his death. Moreover, the Athena Temple, an Agora,
a Council Hall, a Bath, a Theatre and a Nymphaion – a
monument are also present among the ruins in the town
of Herakleia.
THE STOP FOR TREKKING ENTHUSIASTS
The climbing courses in Bafa are unique routes for the enthusiasts of trekking. Due to the rock climbing being difficult and a bit technical, Bafa, with its 400 or 500 climbing
routes, has been an indispensable district for climbing
clubs of universities. One of the reasons why young people
prefer to come to Bafa especially in winter is the unpredictable weather, which is great for adventure seekers. Not
to mention the richness of history under your feet!
Those who come to Bafa can’t leave the place before they
watch the sunset. That’s why a terrace was built here in
July 2013. The colorful nature is a unique gift for photographers and campers. In short, for those who would like to
get away from the hubbub of the city, there is a lot to do in
Bafa.
NASIL GİDİLİR? / HOW TO GO?
Bu sessiz güzellik, Bodrum’dan sadece 40 dakikalık uzaklıkta.
Bafa Gölü Tabiat Parkı’na gitmek için öncelikle Bafa Kasabası’na
uğramalısınız. Bodrum-Milas Karayolu’ndan işleyen herhangi
bir toplu taşıma aracı da sizi bu kasabaya rahatlıkla götürebilir.
Bafa’ya en yakın havalimanı Bodrum.
This silent beauty is only 40 minutes away from Bodrum.
In order to go to the Bafa Lake National Park, you must
stop by the town of Bafa. You can take a public bus from
Bodrum – Milas motorway to go to this town. The nearest
airport to Bafa is in Bodrum.
GEZİ / TRAVEL
GEZİ / TRAVEL
Those who come to Bafa can’t leave the
place before they watch the sunset. That’s
why a terrace was built here in July 2013.
The colorful nature is a unique gift for photographers and campers. If you hav stopped
in Bafa, don’t miss the delicious breakfast!
Ekim Sonunda Bafa’ya Yolunuz Düşerse, Kızlar Bayramı’nı Kaçırmayın
If you get to Bafa by any chance at the end of October, don’t miss The Girl’s Feast!
KIZLAR BAYRAMI
Bafa’da birkaç yıl önce, eski mi eski bir gelenek daha canlandırıldı;
Kızlar Bayramı!.. Şayet Ekim sonunda yolunuz Bafa Gölü’ne düşerse, davullu zurnalı yürüyüşlere, renkli folklorik gösterilere ve hatta
bir de güzellik yarışmasına tanıklık edebilirsiniz!.. Yol ortasında
çelik çomak, yakar top ve seksek oynayan şalvarlı kızların festival
tadında eğlencesine eşlik edebilir, gençlerin coşkusuna ortak
olabilirsiniz.
NEREDE KALINIR?
Bafa’da trekking tutkunlarının kalabileceği çok sayıda temiz ve
şirin pansiyon bulunuyor. Bu aile işletmelerinin sunduğu olanaklar
sizi şaşırtabilir!.. Şirin odalar, iştah açıcı ikramlar ve hatta Türk hamamı konforu da sizi bekliyor !.. Selene’s, Agora, Haus Yasemin,
Pelikan ve Kaya Pansiyon mütevazı konaklamalar için birebir. Club
Natura Oliva ise konforuna biraz daha düşkün olanlar için…
GIRLS’ FEAST
A few years ago, an old tradition was brought back to life:
Girls’ Feast! If you get to Bafa by any chance at the end of
October, you can witness a parade of musicians, country
dancers and even a beauty contest! You can accompany
the girls playing traditional children’s games in the
middle of the road or share the enthusiasm of the young.
WHERE TO STAY?
There are a lot of decent and nice hostels to stay in Bafa.
The facilities of these family businesses provide may
surprise you. Pretty rooms, appetizing treats and even a
Turkish bath comfort will be waiting for you. For modest
accommodation Selene’s, Agora, Haus Yasemin, Pelikan
or Kaya Pansiyon is the best. For those who prefer a more
comfortable stay Club Natura Oliva is recommended.
Bafa’ya gelenler, gölde gün batımını izlemeden ayrılamazlar… İşte tam da bunun için 2013 yılının
Temmuz ayında buraya güzel bir seyir terası yapıldı. Bu rengârenk doğa, fotoğraf tutkunları ve kampçılar için de eşi bulunmaz bir nimet. Bafa’ya yolunuz düştüyse leziz bir kahvaltıyı da es geçmeyin!
NE YENİR, NE İÇİLİR?
Bafa Gölü kıyısındaki Herakleia nam-ı diğer Kapıkırı’ya gelmeden
hemen önce bir balık ziyafeti çekmezseniz eksik kalırsınız. Size
kiremitte kefal yemenizi öneriyoruz. Sabah saatlerinde buralara
yolunuz düştüyse mis gibi kekik kokulu zeytinyağı, taze peynir ve
sıkma portakal suyuyla leziz bir kahvaltıyı es geçmeyin… Zeytinyağı burada yerel atölyelerde üretiliyor. Balıkta ise kefalin yanı
sıra yılan balığı ve levrek öneririz. Göl Restaurant, Çeri’nin Yeri ve
Heraklia Restaurant en bilinen lezzet durakları arasında…
WHAT TO EAT AND DRINK?
You will miss a lot if you don’t treat yourself to a fish feast
just before arriving in Herakleia – in other words Kapıkırı.
We recommend you to eat mullet, grilled in brick tiles. If
you have stopped by in the morning hours, don’t miss the
breakfast: olive oil with thyme, fresh cheese and orange
juice… Olive oil is produced in local workshops there. We
also recommend you to try sea bass or eel. Göl Restaurant,
Çeri’nin Yeri and Heraklia Restaurant are among the
most popular restaurants.
YAŞAM / LIFE
Homeopati
Tıp, asırlar boyunca iki sözcüğün egemenliği konusunda tereddüde düşmüştür: Hastalık mı var? Yoksa hasta mı? Hastalığı mı tedavi etmek gerek, yoksa hastayı mı? Tıbbın
babası sayılan Hipokrat –ki kendisi İstanköylü olması dolayısıyla yakınımız olur- Benzerlikler Kanunu ile çıkmış işin içinden… Yani “Benzerin benzerle tedavisi esastır”
demiş! İşte bugün Avrupa’da ve ABD’de milyonlarca kişinin deneyimlediği Homeopati,
Hipokrat’ın bu felsefesinden yola çıkmış bir tedavi yöntemi…
Homeopathy
Medicine has suspected the dominance of these two words for ages: Is there “illness” or is there a “patient”? Should the illness or the patient be treated? The
father of Medicine, Hippocrates – he is a relative of ours because he was from
Istanköy - resolved the problem with the “similar principle”. In other words he
said that like should be treated with like! Homeopathy, which is experienced by
millions of people in Europe and the USA, is a method of treatment arising from
Hippocrates’ principles.
YAŞAM / LIFE
YAŞAM / LIFE
YAŞAM / LIFE
Yaşam Enerjiniz
Size Yetiyor Mu?
Is Your Life Energy
Sufficient Enough?
HOMEOPATİ... Benzerin benzerle tedavisi!.. Dünyada milyonlarca
insan tarafından deneyimlenen bir tedavi yöntemi. Türkiye’de
de hızla yaygınlaşan bir sistem. Homeopati Danışmanı ve Enerji
Terapisti Seda Darılmaz, 200 yıllık geçmişi olan bu alternatif tedavi
yönteminin Türkiye’deki ilk uygulayıcılarından biri… Aynı zamanda enerji terapisti olan Seda Darılmaz ile Homeopati’yi konuşmak
için buluştuğumda, az çok bilgi sahibi olabilmek için küçük çaplı
bir araştırma yapmıştım. İlk çeyrek saatin ardından kendim de dahil pek çok konuda ne kadar ‘bilgisiz’ olduğumu fark etmek acı bir
deneyim oldu aslında… Ama bir o kadar da keyifli bir farkındalık
süreci yaşadım… Karşımda hayatla barışık, soruların yanıtlarını
çoktan bulmuş da kenara istiflemiş gibi görünen genç ve bilge bir
kadın vardı. Lafın kısası, bana çok iyi geldi bu söyleşi. Bakalım siz
de benimle aynı duyguları paylaşacak mısınız?
Homeopati ile tanışmanızdan başlayalım dilerseniz.
Nasıl bir yolculuk bu?
Homeopati ile tanıştığımda 15 yaşındaydım. Zor bir ergenlik
dönemini atlatmamda çok büyük etkisi oldu. Ondan sonra asla
bırakmadım. Daha sonra üniversite hayatım başladı. İşletme
Fakültesi’ne girdim. Eğitim hayatıma Fransa’da devam ettim.
Psikoloji eğitimi almaya karar verdim. Ama aklımda hep bu bilim
dalının tek başına insanlara yardımcı olup olmadığı sorusu vardı.
Homeopatiyi deneyimleyip başarısını gördüğüm için belki de…
HOMEOPATHY... Treatment of like with like!.. Which
is xperienced by millions of people in the world. A method
spreading in Turkey as well… Seda Darılmaz, a homeopathy consultant and energy therapist, is one of the operators of this 200-year-old alternative treatment method
in Turkey. I had researched a bit before I met with Seda
Darılmaz to talk about Homeopathy. However, it was
a painful experience to find out, right after 15 minutes,
how much I was uninformed on several topics. But I went
through a pleasant stage of awareness. Right in front of
me was a wise young woman who seemed to have found
the answers to her questions already; a woman who was
at peace with life… In short, this interview makes me feel
good. Let’s see if you will share the same feelings with me?
Let’s start with your meeting with homeopathy.
What kind of a journey is it?
I was 15 when I first got to know homeopathy. It helped
me to survive a difficult period of adolescence. I have never
given up since then. Later, my university life began. I attended the faculty of Business Administration. I continued
my education in France. I decided to study Psychology.
But I always wondered whether this branch of science
alone was helpful for people. Maybe it was because I had
experienced homeopathy and benefitted from it.
What is the philosophy of homeopathy?
Homeopathy always looks at the whole. It aims at mental,
physical and psychological recovery because balancing the
mind and the body is very important. “Homeo” means
similar and “pathy” means disease in Latin. So the lexical
meaning of “homeopathy” is a system of treating like with
like. Homeopathy, a holistic method of treatment, sees an
individual as a physical, emotional and mental whole.
Nedir homeopatinin felsefesi?
Homeopati her zaman bütüne bakar. Zihinsel, bedensel ve ruhsal
iyileşmeyi hedefler. Çünkü beden ve zihni dengelemek çok
önemlidir. Homeopati’nin kelime açılımı, benzerin benzerle tedavisi
demektir. Latince’de Homeo; benzer, pathos ise hastalık anlamına
gelir. Holistik yani bütüncül bir tedavi sistemi olan Homeopati,
kişiyi fiziksel, duygusal ve zihinsel bir bütün olarak görür.
Nasıl bir tedavi süreci uyguluyorsunuz?
Hastayla yaptığımız görüşmede onun fiziksel, zihinsel ve ruhsal
özelliklerini öğrenmeye çalışırız. Örneğin herkesin migren rahatsızlığı olabilir. Ancak bunun oluşum süreci farklıdır. Ben, kişinin
migreniyle değil, migrene sebep olan durumla ilgileniyorum. Ne
zamandan beri bu rahatsızlıkla yaşıyor? Örneğin 10 yıllık bir süreçse, 10 yıl önce ne yaşamış olabilir? Alışkanlıkları nedir? Ne yer, ne
içer, nasıl uyur? Yaklaşık iki saat süren bir analizden söz ediyorum.
Burada amaç, bireyi bir bütün olarak ele almaktır. Daha basit anlatmak gerekirse, elimizde bir puzzle var. Ancak bu puzzle’ın bazı
parçaları eksik. İşte kişinin yaşam enerjimizdeki kayıplardır o eksik
parçalar. Önemli olan o boşlukları doldurup, yaşam enerjisini geri
kazanmaktır. Homeopatide kişinin kendi kendini iyileştirme gücünü
aktive ediyoruz.
İnsan kendi kendine homeopati uygulayabilir mi?
Buna hayır demek zorundayım. Çünkü kişinin kendi duygularını
tahlil etmesi gerçekten çok zordur. Üzgün ya da depresif bir haldeyken kendinize dışarıdan bakmanız, kendinizi tahlil etmeniz gerçekten mümkün olmuyor. Bizim de homeopatlarımız var mesela.
What kind of a treatment period do you practice?
We try to find out about the physical, mental and spiritual
characteristics of that person during an interview. For
example, everybody may suffer from migraine. However,
the process of formation is different. I am not interested in
migraine; my interest is what causes it. How long has the
patient been suffering from this illness? If it is, let’s say, a
period of 10 years, then what was it that s/he experienced
10 years ago? What are his/her habits? What does s/he
eats or drinks or how does s/he sleep? I am talking about
an analysis that lasts nearly 2 hours. Here, the aim is
to get to know the person as a whole. Simply, there is a
jigsaw puzzle in front of you. But the puzzle is missing
some parts. Those missing parts are actually what you are
missing in your life energy. What is important is to fill in
the gaps and recover the energy of life. We are activating
the power of the individual to heal itself.
Can a person apply homeopathy to himself/herself?
I have to say no to this because it is really difficult for
someone to analyze their own feelings. Looking at yourself
from an external perspective when you are depressed or
upset, or analyzing yourself is really impossible. We, for
instance, also have homeopaths.
How and why does energy of life decreases?
Energy of life comes from our existence. The duration of
evolution goes on as long as we live. Let me state it this
way: You have a full glass of water. You use this all your
life. When you are 18, you notice that the water inside you
has decreased. If you lack awareness, if you don’t improve
yourself, if you are not adding up, it means you are constantly depriving yourself. And when you are 35 or 40,
disorders begins. Diabetes, tension, migraine, cysts… In
short, our energy of life decreases more and more.
YAŞAM / LIFE
YAŞAM / LIFE
Kimler faydalanabilir homeopatiden? Yaş sınırı var mı?
Herkes. Sağlıklı ve dengede kalmak, yaşam enerjisini yüksek
tutmak isteyen tüm bireyler yararlanabilir. Yaş sınırı yok. Anne
karnından, çok ileri yaşlara kadar yaşamın her anında uygulanabilen bir yöntem…
Anne karnında homeopatiye gereksinim duyulan
durumlar nedir?
Bir annenin gebelik öyküsü o kadar önemlidir ki bebek için. Bebeğin tüm davranış biçimlerini, o süreç belirler. Sezaryenle doğumun
bile büyük etkisi var bu duruma. Çünkü doğal bir süreç değil. Bir
bebeğin normal bir şeklide dünyaya gelmesi gerekir. Elbette farklı
sağlık gerekçelerini bunun dışında tutuyorum. Ancak sadece korku
ya da endişe nedeniyle sezaryeni tercih etmese kadınlar keşke…
Normal bir süreçte, bu bebek için bir kanal var. Bebeğin o yolu
izleyerek bu dünyaya gözlerini açması gerekiyor. Bir bebeğin ilk
önemli kararı, ilk güç gösterisidir bu. Bu kararı onların elinden
alıyoruz. Doğduktan sonra bebeklerin yaşadığı davranış biçimlerini
bu sürecin etkilediğini düşünüyorum.
Yaşam enerjisi nasıl azalır? Neden azalır?
Yaşam enerjisi, varoluşumuzdan geliyor. Oluşum süreci, yaşadığımız sürece devam ediyor. Şöyle anlatayım. İçi dolu bir bardağınız var. Yaşamınız boyunca bunu kullanıyorsunuz. 18 yaşına
geldiğinizde içindeki suyun azaldığını görüyorsunuz. Eğer hiçbir
farkındalığınız yoksa, kendinizi geliştirmiyorsanız, üzerine bir şeyler
koymuyorsanız, sürekli kendinizden tüketiyorsunuz demektir.
35-40’lı yaşlara gelindiğinde yavaş yavaş rahatsızlıklar başlıyor.
Kistler, şeker hastalığı, tansiyon, migren… Kısacası yaşam enerjimiz gitgide azalıyor.
Homeopati, psikosomatik hastalıkların tedavisinde mi
kullanılıyor sadece?
Hayır. Bizim için hastalık yok, hasta var. Tamamen kişiye özel
bulgularla ilgileniyoruz. Elbette Tıbba inanıyoruz. Sonuçta, bizler
de Anatomi dersleri görüyoruz. Ancak şunu biliyoruz ki her hastalık
farklı bünyelerde başka belirtilerle gösterir kendini. Biz, özellikle
tansiyon hastalarında çok güzel sonuçlar alıyoruz. Migrende,
anti-depresan kullanan kişilerde çok yüksek oranda başarı elde
ediyoruz. Deri semptomları, karın ağrısı, reflü, mide rahatsızlığı… Aklınıza gelebilecek her şey olabilir. Bizim için hastalıklar
söz konusu değil. Biz hastalıkla değil, ona neden olan etmenlerle
ilgileniyoruz.
Kanser hastalarında da uygulanabilir mi?
Bu tür hastalıklar için çok ciddi klinik ortamlar gerekiyor. İsviçre
ve İngiltere’de var bu tür klinikler. Ancak Türkiye’de homeopati
henüz çok yeni. Uygun ortamlar olmadığı için kanser vakalarına
bakmıyoruz.
Is homeopathy used only in the treatment of psychosomatic disorders?
No. There is no illness but patient for us. We deal with
completely personal symptoms. We, of course, believe in
medicine. Ultimately, we study anatomy. However, we
know that every illness shows itself with different symptoms in different bodies. We especially get good results
with patients suffering from tension. We achieve high
success in patients with migraine or those who are using
anti-depressants. Skin diseases, stomachache, reflux, abdominal diseases… Anything is possible. Diseases are out
of the question for us. We are not dealing with the disease,
but the factors causing the disease.
Can it be used in patients with cancer?
For such diseases clinics are seriously needed. There
are such clinics in Switzerland and England. However,
homeopathy is very new in Turkey. We can’t treat cancer
patients due to lack of such clinics.
Who can benefit from homeopathy? Is there an age
limit?
Everyone can benefit from it. Everyone who wants to stay
healthy or who wants to keep their level of life energy high
can benefit from it. It is a method that can be practiced at
any age: from fetuses to elderly.
What may a fetus need homeopathy for?
The story of pregnancy is so important for a baby. That
Biraz da homeopatinin tarihinden bahseder misiniz?
200 yıldır uygulanan bir tedavi yöntemidir homeopati. Bilgeliği ise
ilk yazıtlara, yani 5 bin yıl öncesine dek dayanıyor. Bilimsel anlamda ortaya çıkışı 19’uncu yüzyılda oldu. Alman Doktor, kimyager
ve eczacı Samuel Hahnemann tarafından geliştirilmiş bir sistem.
Hahnemann kendi çağının yaygın hastalığı olan sıtmayı, tıpkı sıtma
hastalığı gibi semptomlara yol açan ‘kinin’ maddesiyle tedavi etti.
Daha sonra doğada birçok maddeyi bu şekilde deneyimlemeye
başladı. Bugün homeopatide kullanılan 3 bini aşkın ‘remedy’ var.
period designs the baby’s all forms of behavior. Even a
cesarean section has an effect because it is not a normal
process. A baby must be delivered naturally. Of course,
except for abnormal occasions related to health. I wish
women did not prefer to have a cesarean section just
because they are scared or anxious. There is a birth canal
for the baby under normal conditions. The baby has to be
born through this canal. A baby’s first decision, its first
indicator of power is taken away from it. I believe this
process affects babies’ behaviors after birth.
Could you tell us a bit about the history of homeopathy?
Homeopati is a treatment method which been practiced for
200 years. Its wisdom goes back to the first inscriptions –
that is to 5 thousand years ago. Its appearance as a science
was in the 19th century. It is a system developed by a German doctor, chemist and pharmacist Samuel Hahnemann.
Hahnemann cured malaria, a common disease of his time,
with quinine, an agent which caused symptoms typical of
malaria. Later, he started testing substances from the nature in the same way. Today, there are almost more than 3
thousand agents used in homeopathy.
Do you mean used as medication?
It would be better to say homeopathic agents. These are
natural extracts from plants, animals and minerals. Homeopathic products are prepared in homeopathic labs and
pharmacies all over the world. Their raw materials come
from the root of plants, their leaves or seeds. The difference
between the regular medications is; it’s not containing
any chemicals. The most substantial thing is; it is tested
on healthy persons. This proves that homeopathic remedies
don’t have any side effects.
There are homeopathic products in Turkey, aren’t
there?
I think very soon, we will be able to find them in all
pharmacies. However, they are more common in European countries. In these countries the treatment and the
medicine for homeopathy are covered by insurance. I had
the chance to experience this in France.
Hayatımıza Blokajlar Koyuyoruz. Evrenin Bizim
İçin Yaratabileceği Fırsatları, Kendi Kendimize
Bloke Ediyoruz… Oysa Evrenin Her Yerinde
Bolluk Ve Bereket Var.
We have blockings in our lives. We block the chances
or opportunities the universe may create for us. But
the universe is blessed with abundance of everything.
YAŞAM / LIFE
Yani ilaç tedavisi mi?
Homeopatik ürünler desek daha doğru bir tanım olur. Bunlar,
bitkiler, hayvansal ürünler ve minerallerden yapılmış, seyreltilmiş
doğal özlerdir. Homeopatik ürünler, bugün tüm dünyada bulunan
homeopatik eczaneler ve laboratuarlarda hazırlanıyor. Hammaddesi, bir bitkinin kökünden, yaprağından, tohumundan elde edilebiliyor. Bildiğimiz ilaçlardan farkı, kimyasal madde içermemeleridir.
Ve en önemli yönü ise sağlıklı insanlar üzerinde denenmesidir. Bu
da homeopatik ürünlerin hiçbir yan etkisinin bulunmadığının en
güzel kanıtıdır bize göre.
Türkiye’de homeopatik ürünler var değil mi?
Yakın zamanda tüm eczanelerde homeopati ürünlerinin bulunabileceğini düşünüyorum ancak; Avrupa ülkelerinde çok daha yaygın.
Bu ülkelerde homeopati tedavisini ve ilaçlarını sigorta sistemi de
karşılıyor. Fransa’da bunu takip etme şansı buldum.
Homeopat olmak için bir eğitim gerekiyor mu?
Elbette. Üstelik üç yıl süren zorlu bir eğitim süreci var. Ben Alman
Hocam Rita Kaya’nın desteğiyle başladım bu eğitime. Türkiye’yi
homeopati ile tanıştıran kişidir kendisi. Beş yıl süren eğitim sürecimde, iki yıl boyunca O’nun asistanlığını yapma fırsatım oldu. Bu
da benim için büyük bir şanstı. Gerçekten çok komplike ve zor bir
sistem.
Çok popüler bir takım alternatif tedavi yöntemleri var.
Reiki gibi örneğin… Homeopati ile bu yöntemlerin buluştuğu bir nokta var mı?
Ben aynı zamanda enerji terapistiyim. Reiki, refleksoloji, shiatsu ve
benzeri uygulamaların da eğitimlerini aldım. Homeopati danışmanlığı yaparken bu bilgilerden de yararlanıyorum. Bu teknikler, insan
bedenini daha iyi anlamama yardımcı oldu. Nihayetinde, homeopatinin verilerini bedensel farklılıklar, alışkanlıklar ve davranış
biçimleri oluşturuyor.
Bir homeopati danışmanı olarak sizden yaşama dair
birkaç ipucu istesem… Tamamen kişisel bir talep :)
Vücudun bir talebi var bizden. Sinyal veriyor sürekli. Örneğin
sürekli başınız ağrıyor, ilaç alarak geçirmeye çalışıyorsunuz.
Ama nedenini sorgulamıyorsunuz. “Başım neden ağrıyor?” diye
sormaya başladığınızda sorunun kökenine inmeye başlamışsınız
demektir. Geçmişe dair çok ciddi enerji bağlarımız var mesela…
Sürekli peşimizde gezdiriyoruz. Hayatımızda yapmak istediğimiz
güzel değişiklikler var… Yapamıyoruz. Çünkü hep ‘ama’larımız
oluyor… “Şunu istiyorum ama önce şu sorunumu halletmem
gerek” diyoruz. Hayatımıza blokajlar koyuyoruz. Evrenin bizim için
yaratabileceği fırsatları, kendi kendimize bloke ediyoruz… Oysa
pozitif düşüncenin gücünü asla küçümsememeliyiz. Evrenin her
yerinde bolluk ve bereket var. Onları hayatınıza çekmeniz yeterli.
Çünkü insanoğlunun varoluşunda öyle büyük bir zenginlik var ki…
Her şeyi yapabilme gücüne sahibiz. Yeter ki isteyelim…
Bu son derece aydınlatıcı söyleşi için teşekkür ederiz…
Do you need to be trained to become a homeopath?
Sure. In fact, there is a demanding training period which
lasts 3 years. I started this training with the support of
my German teacher Rita Kaya. She is the person who
introduces homeopathy to Türkiye. During my 5 years of
education I had a chance to be her assistant for about two
years and that was a big chance for me. This system is really complicated and a difficult one.
There a couple of popular healing methods. Reiki for
example… Do homeopathy and such methods have
anything in common?
I am also an energy therapist. I have training in Reiki,
reflexology, shiatsu and the like. When I am mentoring, I
also use these disciplines. These techniques helped me to
understand the human body better. After all, the parameters of homeopathy are the differences in bodies, habits
and behaviors.
Could you, as a homeopath, give me some tips about
life? This is a completely personal request.
The body demands something from us. It signals continuously. For example, you have a headache and you try to
cure it taking medicine. But you never ask why you have
a headache. Once you start asking why, it means you have
started to get to the bottom of the problem. For example,
we have strong energy ties with the past. We take them
with us everywhere. There are nice changes we want to
make in our lives. But we can’t make them because we
always have “but”s. “I want this but first I have to solve
that problem.” we say. We have blockings in our lives. We
block the chances or opportunities the universe may create
for us. We should never underestimate the power of positive thought. The universe is blessed with abundance of
everything. All you have to do is to draw them into your
life. Human beings are rich in this sense. They have the
power to do anything as long as they want to do it.
We would like to thank you for this informative interview.
ÇEVRE / ENVIRONMENT
ÇEVRE / ENVIRONMENT
Türkiye’nin Canları
Yeniden Koruma Altında
Kuğu- Mute Swan
WWF-Türkiye’nin, biyolojik çeşitliliği korumayı amaçlayan yerel
sivil toplum kuruluşlarının projelerini desteklemek için başlattığı
Türkiye’nin Canı Programı kapsamında desteklenecek projeler belli
oldu. 30 Ocak 2014 tarihinde yapılan Seçici Kurul Toplantısı’nın
ardından, Trabzon’daki Ağaçbaşı Turbalıklarını, Büyük Menderes
ve Gediz Deltası’ndaki Tepeli Pelikanları,
Muş’taki Toy ve Telli Turnaları ve Kırklareli’ndeki Akkuyruklu Kartallar ve Kuğuları korumaya yönelik projeler başlıyor.
WWF-Türkiye’nin 2010 yılında, eşsiz
ancak tehlike altında olan doğal mirasımız konusunda farkındalık yaratmak
ve yerel sivil toplum kuruluşlarının kendi imkânlarıyla yörelerinde yürüttükleri
projelere kaynak oluşturmak amacıyla
başlattığı “Türkiye’nin Canı Kampanyası”, şimdi ikinci kez yerel doğa koruma girişimlerine önemli
bir fırsat sunuyor. Bireylerin ve kurumların bağışlarıyla oluşturulan
fon bu kez, Türkiye’de doğa koruma konusunda faaliyet gösteren
4 yerel sivil toplum kuruluşunun projelerinin hayata geçirilmesi
Projects to be supported started by WWF-Turkey in order to support projects of local civil society organizations
which aim to protect biological varieties in the scope of
Turkey’s Life Program have been determined.Following
Selecting Committee Meeting of January 30 2014, projects have been selected to protect
Agacbasi Turbaries in Trabzon,
Dalmatian pelicans in delta of
Buyuk Menderes and Gediz, Great
Bustard and Demoiselle Cranes
in Mus and White-tailed Eagle
and Mute Swans in Kirklareli.
“Turkey’s Life Campaign” started by WWF-Turkey in 2010 to fund
projects carried out by local civil
society organisations with their
own potentiality and to raise awareness about our natural
heritage which is unique but under threat, now presents
for the second time an important opportunity for nature
protection initiatives.This fund established with dona-
Wild Wonders of Europe / Steffan Widstrand / WWF
Wild Wonders of Europe/Orsolya Haarberg/WWF
Turkey’s Lives Under Protection Again
Akkuyruklu Kartal - White-Tailed Eagle
için aktarıldı. Desteklenecek projeler, 30 Ocak 2014’te üniversite,
sivil toplum, basın, kamu ve özel sektör kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan Seçici Kurul tarafından değerlendirilerek belirlendi.
WWF-Türkiye Genel Müdürü Tolga Baştak, yerel projelerin ülkemizde doğa korumanın geleceği açısından hayati öneme sahip olduğunu belirtirken, “Biyolojik çeşitlilik açısından gerçekten
gurur duyulacak zenginlikte bir doğal mirasa sahip olan
Türkiye’de, çok sayıda tür doğal yaşam ortamlarıyla birlikte tehlike altında. Ülkemizin doğasını korumak, ancak
yöre halkının kendi değerlerine sahip çıkmasıyla mümkün. WWF-Türkiye olarak, yerel sivil toplum kuruluşlarının kendi yörelerine ait biyolojik mirası korumak için verdikleri çabaya destek olmaktan mutluluk duyuyoruz” dedi.
Türkiye’nin her köşesinde destek ihtiyacı olan sayısız doğa koruma
projesi olduğunun da altını çizen Baştak, “Tamamlanan projelerin geldiği nokta, Türkiye’nin Canı Hibe Programı’na
başlarken koyduğumuz hedeflere önemli ölçüde ulaştığımızı gösteriyor. Yeni dönemde de, aynı heyecanla,
Türkiye’nin başka yerlerinde başka türlere can veriyor
olmaktan mutluyuz. Bundan sonra da kaynak oluşturma çabalarımıza devam ederek, gelecekte daha fazla
projeye destek olacağız. Bu amaçla arkamızda duran tüm bağışçılarımıza teşekkür ederiz,” diye konuştu.
Destek almaya hak kazanan projeler, WWF-Türkiye’nin vereceği proje
uygulama eğitiminin ardından, Mart ayında faaliyetlerine başlayacak.
a
tions of individuals and corporations has been transferred
to actualize projects of 4 local civil society organisations
active in Turkey for protection of the nature.Projects to
be supported have been selected in January 30 2014, after being evaluated by a Selecting Committee consisting
of members of universities, civil society organisations,
mass media, corporations of public and private sector.
General Manager of WWF-Turkey, Tolga Bastak said “A
waste number of species are under threat with their
natural habitat in Turkey which has a natural heritage to be proud of with regards to biological diversity. To protect this natural heritage of our country, locals have to claim their own values. As WWF-Turkey,
we are happy to support the effort that civil society
organisations give to protect biological heritage of
their own region.”, while stating that local projects are vital for the future of protection of the nature in our country.
Bastak who also emphasize that there are countless nature protection projects requiring support in every corner
of Turkey, says “The point reached by means of completed projects shows that we considerably achieved
the targets determined when we started Turkey’s
Life Donation Program. In this period, we are happy
to regenerate other species in other areas of Turkey
with the same excitement. In future, we will continue to establish funds and support more projects
ÇEVRE / ENVIRONMENT
We thank our donators backing us for this purpose.”
Projects which are selected to be funded will go in action
in March after project application training given by
WWF-Turkey.
Ortaç Onmuş / WWF-Turkey
Tepeli Pelikan - Dalmatian Pelican
PROJELER
Ağaçbaşı Turbalıkları Doğal ve Tarihi Değerleri Koruma Derneği, Trabzon
Tepeli Pelikan’ı Koruyalım Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD), Aydın
a
PROJECTS
Agacbasi Turbaries
Protection of Natural and Historical Values Association,
Trabzon
Protect Dalmatian Pelicans
Protection of Ecosystem and Nature Lovers Association
(EKODOSD), Aydın
Muş’ta Toy ve Telli Turna Koruma Projesi Muş Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma Tarih ve Sanat Derneği, Muş
Project of Great Bustards and Demoiselle Cranes
Protection in Mus
Protection of Culture Natural Assets, History and Art
Association of Mus, Mus
Avrupa’nın Devleri (Akkuyruklu Kartal ve Kuğu) Demirköy Doğayı Kültürel Değerleri Koruma ve Tanıtma Derneği
(DEKAT), Kırklareli
Giants of Europe (White-tailed Eagles and Mute Swans)
Protection and Presentation of Nature, Cultural Values
Association of Demirkoy, Kirklareli
Telli Turna-Demoiselle Cranes-Gernant
www.wwf.org.tr
ANILAR / MEMORIES
Peninsula Stories
ANILAR / MEMORIES
Damarlarında deniz
dolaşan bir adam
Ali Ilgın
Anlatmıyor, sanki yeniden yaşıyor o günleri…
“Bir arkadaşımla mı gittim, yalnız mı, emin değilim. Rıhtımda son
hazırlıklarını yapan Erol teknesinin çevresinde dolandım bir süre.
Kaptanı görür görmez, dalgıç lazım mı, diye sordum.”
Sonra?..
Kaptan onca telaş içinde şöyle bir bakıp “Ustan kim senin?” diye
sordu. Dudaklarımdan “Durmuş Kaptan” adı dökülüverdi.
O, Durmuş Kaptan’la hiç çalışmamış; ama babasını ziyarete geldiğinde birkaç kez görmüşlüğü var.
Muslu Kaptan, belki acemi de olsa bir çalışana gereksinimi
olduğundan, belki de Durmuş Kaptan’ı çok iyi bildiğinden; “Geç!”
demiş, başıyla.
Ali “Düşlerimi avuçlarında hissettim bir anda.” diyor. “İşe alınmıştım. Üstelik de dalgıç olarak.”
Ama siz dalgıç değilsiniz…
Gülüyor…
Çok iyi hatırlıyorum. İlk dalışımı Gümbet burnunda yaptım. Üstelik
palet falan da kullanmadım. Anlamasınlar diye taşlara tutuna
tutuna gittim. Dışarı çıktım gözlerim dışarı fırlamış. Çarşıda bir
kuyumcu vardı; gözlük de satardı. Akşam ona gittim bir siyah
gözlük aldım. Babam da Bodrum’a gelmiş. Beni görünce: “Oo
Ali Bey! Sünger ağası olmuş, gözlük takmaya başlamışsın.” dedi.
“Bozuntuya vermedim tabii.” diyor.
A man with full of sea in his veins
Ali, çocukluğundan beri hep denizci olmak istemişti. Geçen yaz
Hüseyin Karakaya’nın “Füsun Kardeşler” teknesinde güverte işlerinde çalışmıştı. Deniz yelini bağrında hisseden herkes gibi onun
da denizden kopması artık olanaksızdı. Oysa onun amacı farklıydı:
“Çocukken, yün örülen şişlerden zıpkın yapar, balık avlardık.
Denize her dalışımda başka başka büyülenirdim. Bu yüzden ben,
dalgıç olmak istiyordum.” diyor ve biraz durakladıktan sonra
devam ediyor:
“Çocukken en çok sünger ağalarına hayrandım. Büyüyünce hep
onlar gibi olmak isterdim.”
Sünger ağası?
O zamanlar en çok para süngercilerde vardı. Lokantalarda hep
onlar olur, düğünlerinde onlar para savururdu. Giyim kuşamları,
biz köylülerden çok farklıydı.
Ali’nin babası, çiftçiydi. Ancak tarla tokat yetersiz ve verimsiz
olduğundan, bu yöreden topladığı ırgatlarla Milas, Yatağan, Söke
ovalarına tütüne, pamuğa giderdi. Kışları da köylerde öteberi
satardı. Ali, ilkokulu bitirince birkaç yıl babasına yardım etmişti.
Dedim ya ben tarla işi sevmezdim. Babamla çalıştım; ama benim
aklım fikrim denizdeydi.
Bu fırsatı nasıl yakaladınız peki?
1966’da. Yani Füsun Kardeşler’de çalıştığımın ertesi yılı. Yaşım
neredeyse 18 olacak. Ben hâlâ dalgıç olma sevdama uzağım ve
çok mutsuzum. Yeni bir sünger mevsimi daha başlamıştı.
Ali has always wanted to be a sailorman since his childhood. He worked at Huseyin Karakaya’s boat named “Füsun
Kardeşler” last year, doing some deck stuff. As with everyone
who feels the sea breeze on his chest, he could no way stay
away from the sea. However, his intention was different:
“We used to make spear gun out of knitting needles and go
fishing when we were kids. Whenever I dived into sea, I used
to be amazed in different ways. That is why, I wanted to be a
diver” he says and continues after a little pause:
“I was fond of sponge masters the most when I was a kid. I
always wanted to be like them when I grew up.”
Sponge master?
Back then, the most money used to be in the hands of spongedivers. Always they used to be at restaurants, or blow money
around at their ceremonies. Their outfits were different from
us, villagers.
Ali’s father was a farmer. However he used to go to the lowlands of Milas, Yatagan and Soke to reap tobacco or cotton
with the farm laborers he picked up around this area, as the
land was insufficient and unproductive. He used to sell various things at villages in winters. Ali had helped his father
for a couple of years after being graduated from elementary
school.
“As I said, I never liked the land job. I worked with my fa-
Süngeri öğrenmek çok mu zordur?
Arkadaşların çıkardıkları süngerlere bakıyor, onlara çaktırmadan
süngerleri yırtıyor, süngerlerin uslu mu, deli mi olduklarını ayırt
etmeye çalışıyor; yine de emin olamıyorum. Süngerlerden birini
aldım, gizlice şortumun içine koydum, onunla daldım. Hiç ölü
süngerle diri sünger aynı olur mu? Sünger denizde simsiyahtır.
Böyle sarı bir renk alması sonradan, işlenince olur. Dedim ya,
o zaman hiçbir şey bilmiyordum. Bu da pek işime yaramadı. Bu
arada Gökova’ya açılmıştık. İçimde bir korku: “Ya kaptan, benim
dalgıç olmadığımı anlar da buralarda bırakırsa!”
Öyle bir şey olmadı değil mi?
Her dalışımda süngerleri görüyorum; ama ben, hangilerini alacağımı bilmediğimden eli boş çıkıyorum. Arkadaşlar, “niye süngersiz
geliyorsun” diye sorduklarında, onlara ya “sünger görmediğimi”
söylüyor ya da ben “sünger değil, balık avlamayı seviyorum” diyo-
ther; but I always thought about nothing but sea,” says he.
So how did you get this opportunity?
In 1966, I mean, the one year after I worked at Füsun
Kardeşler. I was almost 18. I was still far from my passion of
being a diver and was so unhappy. Another sponge season
had arrived.
He not only tells, but feels deeply nostalgic as if he lives those
days again…
“I am not sure if I went there with a friend of mine or by
myself. I wandered around the boat named Erol whose final
preparations are about to be over on the deck. As soon as I
saw the captain, I asked if there was a need for a diver.”
And then?..
Being in a rush, the captain casted a glance and asked:
“Who is your master?” All of a sudden, I just said “Captain
Durmuş”.
He never worked with Captain Durmuş, but saw him a
couple of times when he visited his father.
Captain Muslu said “Ok!”, nodding his head, partly because
he may need a labourer despite of being amateur, and partly
because he knows Captain Durmuş well.
“I felt like I held my dreams in my palms,” says Ali. “I got
hired. Moreover, as diver.”
But you are not a diver…
He laughs…
“I remember very well. I dived at Gümbet for the first time.
Moreover, I did not use flipper, neither. I went forward,
holding the rocks and stones, so that no one understands.
I hauled out, with my eyes being out of stalks. There was a
jeweler at the bazaar; he used to sell eyeglasses, too. I went to
him in the evening and bought a pair of black eyeglasses. My
dad also came to Bodrum. When he saw me, he said: “Oh,
Mr. Ali! Now that you became a sponge master, starting to
wear eyeglasses.” “I, of course, put a bold face on,” says he.
Is it difficult to learn sponge?
“I used to look at the sponges that my fellows took out of
sea, tear them stealthily, try to distinguish if they are wellbehaved or crazy; but still I could not be sure anyway. I took
one of the sponges, put into my swimsuit secretly, and dived
with it. Can a dead sponge ever be the same as a live sponge?
Sponge is as black as pitch in the sea. It acquires this yellow
color after being processed. As I mentioned, I did not know
anything back then, which was not useful for me at all. By
the way, we sailed to Gökova. I had a fear: “What if the captain understands that I am not a diver and leaves me here!”
That did not happen, right?
I used to see sponges whenever I dive, but come out emptyhanded, as I didn’t know which one I should take. When my
fellows asked me why I came out empty-handed, I told them
that I did not come across sponges or I preferred fishing to
sponge-diving; but as I was amateur, the captain did not give
me spear gun.
One day, I dived again. Then I recognized that the captain
was pulling the hose continuously. I asked why they were
ANILAR / MEMORIES
rum; ama acemi olduğum için kaptan bana zıpkın da vermiyor.
Yine bir gün daldım. Bir ara farkına vardım; kaptan hortumu
durmadan asılıyor. Ben ne çekiyorsunuz diye kızıyorum. Onların
benim ne kadar derine daldığımı bildiklerinden haberim yok. Çevrem sünger dolu. Onları yırtarak akıllı olup olmadıklarını anlamaya
çalışıyor; yırtılanları kesip apoşa alıyorum. Artık işi kavradım diye
düşünüyordum ki arkadaşlar çıkardığım süngerleri seçip bir denize
atmaya başladılar. Kaptan; bırakın, kendisi ayıklayıp öğrensin,
dedi. O an, eyvah, acemiliğim anlaşılacak diye korktum; ama
toparlandım: ‘Atın atın! Ben kızdım da aldım onları’ dedim.”
Bunca olaydan sonra senin acemi olduğunu anlamışlardır.
Güldü, alnındaki terleri sildi.
“Anladılar anladılar.” dedi ve ekledi. “Aradan bir hafta on gün
geçmişti. Muslu Kaptan, “Ulan namussuz, beni bile kandırdın sen.
Acemi olduğunu anlayamadım.” dedi.”
Başını öne eğdi: “Ben” dedi, “bu arada Muslu Kaptan’ın Durmuş
Kaptanla ikiz kardeş olduğunu da öğrenmiştim.”
Ali, bu sürede süngeri tanımış, dalgıç olabileceğini kaptanına
kanıtlamıştı. Artık, adının önüne dalgıç sözcüğü de eklenerek
anılacaktı.
Ali, 18 yaşına girince ehliyet de alır. Bu arada Erol teknesi, el değiştirmiştir. Tekneyi alan kişi, Ali’yle çalışmak ister. Ali kabul eder,
askere gidene dek, o teknede çalışır.
Bodrumlu diğer denizci gençler gibi onun da askerliğini denizci
olarak yapmış olacağını düşünmüştüm; yanıldım.
“Ben askerliğimi Erzincan’da yaptım” dedi ve devam etti. “Amcam
muhtardı. Bu nedenle şube reisi zaman zaman bize gelirdi, kendisini tanırdım. Yoklamaya gittiğimde, ‘senden sağlam bahriyeli olur’
deyince, ‘asla istemem’ dedim. ‘Ben şoför olacağım.’ O zamanlarda şoförlük, milletvekilliği gibi bir şeydi. Hele makam şoförünün
forsundan yanından geçilmezdi. Bunun sonucunda karacı oldum.”
Bu sözler, aslında onun dalgıçlığı seçmesindeki gerekçeleri bir kez
daha açıklıyordu.
Ali Ilgın, 1970 yaz sonu askerden döner. Hemen Yaşar
Koyunbaba’nın “Dörttepe” teknesinde bir ay dalgıçlık yapar. Teknede onun deyimiyle dördü de acar dalgıç olan dört Ali vardır. Ali
Ilgın artık usta dalgıç olduğunu, “Dalgıçlar acar olunca, kaptanın
da keyfi yerinde olur. Çünkü acar dalgıç hem becerikli hem hırslı
ANILAR / MEMORIES
pulling, getting pissed off. I had no idea that they knew how
deep I dived. I was surrounded by sponges. I tore them apart,
trying to understand if they were well-behaved and cut
and put the torn ones below decks. I was starting to think
that now I comprehended the job, when I realized that my
fellows selected the sponges I took out of the sea and started
to throw them back to sea again. Captain said: “Leave him
alone, let him pick and learn by himself”. Then I feared that
they would understand I was an amateur, but I pulled myself
together: “Yes, throw them back! I got pissed off and took
them out.”
After all these happenings, they must have understood that
you are an amateur.
He laughs and wipes the sweats on his forehead.
“They sure understood,” says he and adds to his words: “A
week or so passed. Captain Muslu said: “Even I was deceived
by you, shady boy. I could not understand that you were an
amateur.””
He hangs his head down: “I” says he, “learned that Captain
Muslu was actually twin brother of Captain Durmuş, by the
way.”
During this time, Ali becomes familiar with the sponges and
proves himself to his captain that he can be a diver. Now he
was going to be called as diver beside his name.
When he was 18, he obtains his driving license, too. By the
way, Erol the Boat was handed over. The buyer wanted to
work with Ali. Ali agreed and worked at that boat until his
obligatory military service.
As with other sailor boys from Bodrum, I thought that he
carried out his military service as sailorman; I was wrong.
“I carried out my military service in Erzincan” says he, and
continues: “My uncle was village headman. For this reason,
chief of branch used to visit us from time to time, I knew him.
When I went to roll-call, he said: “You sure will be a good
naval officer”, and I said, “no way, I definitely do not want
that,” and added: “I am going to be a driver.” Back then,
being a driver was like being a deputy. Especially personal
chauffeur had such a big force that you would not come near
him. As the result, I became the member of land forces.”
In fact, these words explained the reasons why he chose to be
a diver once again.
Ali Ilgın came back from army at the end of summer of 1970
and as soon as he came back, he dived on Yaşar Koyunbaba’s
boat named “Dörttepe” for one month. There were four Alis
on the boat, all of whom were bold divers, with Ali’s own
words. Ali Ilgın tries to explain that now he was a master
diver, saying “When divers are bold, the captain also enjoys
this, as a bold diver is both talented and ambitious.”
Ali shakes hands with Koyunbaba for half price of the
sponges he has dived for. He does a good job; but then as he
thinks that he cannot make a good deal of money, he starts to
work at Hüseyin Karakaya’s boat named “Nur” the following year.
One of the most important discussion subjects among sailor-
olur.” diyerek anlatmaya çalışıyor.
Ali, Koyunbaba’yla, çıkardığı süngerin yarı parasına anlaşmıştır.
İyi iş yapmıştır; ama iyi para kazanamadığını düşündüğü için bir
sonraki yıl Hüseyin Karakaya’nın Nur teknesinde çalışmaya başlar.
Bodrum’da denizciler arasındaki en önemli tartışma konularından
biri denizde süngerin olup olmadığıdır. Kimilerine göre sünger
bitmiştir. Kimileri ise bu görüşe şiddetle karşı çıkar:
Süngerin bittiğini düşünen biri, bir sohbette bu görüşünü söyleyecek olsa, özellikle eski süngercilerden biri hemen söze dalar ve
sorar:
“Kalimnoslular süngeri bu denizden çıkarmıyor mu?”
Konuşmaya kulak misafiri olan biri öteden söze karışır:
“Daldın da mı, yok diyorsun?”
Kafalar kaldırılıp o yana bakılır.
Soru hemen yapıştırılır:
“Sen daldın da mı, var diyorsun?”
Tartışma böyle uzar gider…
Bu kez Ali Ilgın’a ben sordum:
“Sizce, denizlerimizde sünger bitti mi?”
Tereddütsüz yanıtlıyor:
“Denizde sünger bitmez. Denizlerimizde sünger kakılı. İnanmayan
Sedir Adası çevresine Tuzla’ya dalsın. Dolarlar, Eurolar denizin
dibinde duruyor.”
Siz denize nasıl dalardınız?
“Ben forma dalgıçlığı yapmadım. Sevmezdim de. Nargileyle dalardım. 80 metreye kadar daldığım olmuştur.”
Sözün burasında duruyor. Geçmişi yeniden yaşar gibi anlatıyor.
“Dalgıçlık zordur; ama bizim dalgıçlığımız çok daha zordu. Bizim
yoksulluğumuz, bizimle birlikte denizin dibinde dolaşırdı. Çıplak
dalardık. Deniz haşaratları dalar, kayalar çizer. Vurgun, desen her
an ensemizdedir.”
Bir zaman tünelinde yolculuğu anlatır gibi, anlatıyor:
“Ben çok vurgun yedim. Yeryüzünde benim kadar çok vurgun
yiyen var mıdır bilmem? Denizden çıktığımda ağrılardan duramazdım; ama ertesi gün tekrar dalardım. Vurgun yüzünden aylarca
tedavi olduğum zamanlar oldu. Bu arada doğru dürüst dalmayı,
kendimi tedavi etmeyi de öğrendim. Birçok kişi aksonaya dayanamadığı için sakat kalır. Vurgun yediğimi anlamışsam, aksona
için kendimi denizin dibine bağlatırdım. O öyle zor bir durumdur
ki, su insanı haşat eder. 7-8 saat suda kaldığımı bilirim. Çok kez
uykum gelirdi. Arkadaşlar, gelip beni uyarırlardı. Sorun denizin
dibinde kalmak değil, yukarı kurallarına uygun çıkabilmekte. Ben
çok acı çalışırdım. Benim dalgıçlarım da oldu. Hiçbirine bir şey
olmadı. Çünkü onların sağlığı için çok titizlenirdim. Bana kimse yol
göstermedi. Ben ne öğrendiysem kendim öğrendim.”
Onu dinlerken, gözümün önünden okuduğum, dinlediğim vurgun
hikâyeleri geçiyor. Kendi kendime:
“ Her işte olduğu gibi bu işin eğitiminde de yaya kalmışız.” diye
söylenirken o anlatmaya devam ediyor:
“Bizim gençliğimizde kaptanlar, bu vurgunu bahane eder, yemek
vermezlerdi. Hiç unutmam, Nur teknesinde çalışırken tencerenin
dibinde kalan birkaç kaşık fasulyeyi kaşıklamış ardından da denize
dalmıştım. Daha on metre gitmemiştim ki kaptan Turgut Söğütçü,
beni geri çekti ve bir daha dalmama izin vermedi. Bence vurgun,
men in Bodrum is the presence or absence of sponges in the
sea. According to some, there are no sponges left anymore,
while some strongly rejects this opinion:
If someone who thinks that there are no sponges left in the
sea happens to express this opinion in a conversation environment, especially one of the old sponge-divers interrupts
his words and asks:
“Do not people from Kalymnos take sponge out of this sea?”
Another one who overhears the conversation interrupts from
a distance, saying:
“So you have dived, and say that there ARE NOT ANY?”
People raise their heads and looks at the other side.
The question is responded quickly with another question:
“So you have dived, and say that there ARE MANY?”
Discussion goes on like that…
This time I myself asked Ali Ilgın:
“Do you think that sponges are consumed in our seas?”
He replies with no hesitation:
“Sponge does not run out in the sea. Our seas are full of
sponges. Those who do not believe can dive around Sedir
Island, into Saltpan. Dollars and Euros are at the bottom of
the sea.”
How would you dive into sea?
“I did not dive in uniforms. I never liked it at all anyway. I
used to do hookah diving. I even dived up to 80 meters.”
He pauses right this part of his word. He tells as if he is
experiencing the past right there once more.
“Being a diver is a tough job; but ours was much more difficult. Our poorness used to wander with us at the bottom
of the sea. We used to dive naked. Sea bugs attack, the rocks
scratch. The bends issue is always on our necks.”
He sounds as if he is passing through a time tunnel, telling
about his journey:
“I was crippled by the bends many times. I don’t know if
there is someone on the earth who was crippled by the bends
as much as me. When I got out of the sea, the pains used to
kill me; but I used to dive again on the next day. There were
many times that I received treatment for the bends that had
lasted for months. During those times, I learned how to dive
duly and treat myself, too. Many people become permanently
disabled as they cannot stand the action. If I realized that I
was crippled by the bends, I used to make myself be bound to
the bottom of the sea for axone. It is such an awful situation
that the water ruins you. I remember that I have stayed in
water for 7 to 8 hours. I used to feel asleep most of the time.
My fellows used to come to warn me. The problem is not
staying at the bottom of the sea, but ascending yourself according to the rules. I used to work too hard. I had my own
divers, but no one experienced such bad events, as I used to
take a good care of their health. No one guided me. I learned
whatever I learned all by myself.”
While listening to him, I recall the bends stories that I’ve
read and listened. As I mumble by myself, saying:
“As with every job, we stayed behind in training of this job,”
ANILAR / MEMORIES
yemek yemekten olmaz, güçsüzlükten olur. Ben Kalimnos’ta da
çalıştım. Kaptan Karga, hannos çorbasını ocaktan hiç indirmezdi.
‘Vre yiyin ki güçlü olasınız.’ derdi. Ben de tekne sahibi olduğumda
aynı şeyi yaptım.”
“Karga” sözcüğü dikkatimi çekmişti; sözünü kestim.
“Yorgos Andanov. Allah rahmet eylesin çok ekmeğini yedim.” dedi.
“Ona karga derlerdi. Karga, ‘Hırsız’ demek. Kendi kayığından bile
sünger çaldığı için kayığına 100 metre sokulması bile yasaklanmıştı bir ara.”
İnsanın kendi malını çalması… Olacak şey mi? Benim konuya ne
kadar uzak olduğumu anlıyor ve konuyu:
“Süngerin o kadar çok hilesi vardır ki; işin içinde değilseniz bir
yıllık emeğiniz boşa gider. O yüzden dalgıçlık kadar süngercilik de
zordur.” diye açıklamaya çalışıyor.
Ali Ilgın, askerden geldiği yıl, amcasının üvey kızıyla evlenir. Ancak
eşi daha yirmi yedi günlük evliyken rahatsızlanır, ameliyat olur ve
bütün kışı hastalıklarla uğraşarak geçirir. Yaz başında Hüseyin
Karakaya’nın “Nur” teknesinde dalgıçlık yapar. Bir sonraki yıl ise
ekmeğini adalarda aramaya karar verir. Kalimnos’a geçer. Önce
Andanov’un teknesinde daha sonra da iki başka Yunan teknesinde
1974 Kıbrıs Harekatı’na dek dalgıçlık yapar.
Ali Ilgın, “Ben iş ve işçi bulma kurumu aracılığıyla gittim. Çok
iyi para kazandım. Acar dalgıç olduğum için % 40 -45’e kadar
ANILAR / MEMORIES
he keeps on telling:
“While we were young, the captains used to use this bends
as an excuse and did not use to give food to us. I never forget;
while I was working at the Boat Nur, I ate a couple of spoons
of beans left at the bottom of the pan and then went to diving.
I did not go even 10 meters; Turgut Söğütçü pulled me back
and never allowed me to dive again. In my opinion, the bends
occur as the result of weakness, not of eating food. I worked
at Kalymnos, too. Captain Karga never took the hannos soup
off the stove. He used say, “Vre, eat to be strong”. And I did
the same when I owned a boat.
The word “Karga” attracted my attention; I interrupted.
“Yorgos Andanov. God rest his soul, he provided a great deal
of help for me to earn my living,” says he, “He was called
Karga. Karga means “Thief”. Once, he was prohibited from
coming closer than 100 meters to even his own boat as he
steals sponges even from his own boat.”
A person who is stealing his own property… It’s incredible!
He understands how I am no conversant about the subject
and tries to explain by saying: “The sponge has so many
tricks that if you are not in the loop, your one-year effort is
wasted. That is why; being a sponge-diver is as difficult as
being a diver.”
pay alırdım. Açık söylemek gerekirse ben bu işin nasıl yapılması
gerektiğini orada öğrendim. Elbisesiz dalmak yasaktı orada. Liman
başkanlığı, kaptanları dalgıçların beslenmelerinden bile sorumlu
tutardı.”
“Dönüş nasıl oldu?”
“Kıbrıs çıkarması yapıldığı günlerde biz Girit açıklarındaydık. Marşlar çalınmaya başlayınca, biz korktuk. En iyisi tekneyi kaçırmak,
diye düşündük. Çıngar çıkarsa ne yapacağımızı planladık. Ama
onlar durumu anladılar, ‘bizim de çoluk çocuğumuz var’ deyip bizi,
bizim adalara bıraktılar.”
“Çıkarma olmasaydı ya ölürdüm oralarda, ya çok zengin olarak
dönerdim. O yıllarda dolar bulundurmak falan yasaktı. Ben çantalar
dolusu drahmi getirirdim. Bodrum’dan ve İzmir’den arsalar aldım,
ev yaptım.” diye özetliyor o yılları.
“Peki, çoluk çocuk?” diye soruyorum.
Sanırım deniz gurbetçilerinin kadınlarının ve çocuklarının en kapsamlı ve en kısa cümlesiyle yanıtlıyor sorumu:
“Adalara bir gidip döndüm, Mustafa; bir daha gidip döndüm Ebru
doğmuştu.” diyor.
Ali Ilgın, Adalardan 1974 Temmuz’unda dönünce Muhsin
Demirkıran’ın teknesinde çalışmaya başlar. Ama çalışma ortamını
beğenmez, Bodrum’a döner şansını dolmuşçulukta dener. Fakat
denizden kopamayacağını anlar bu kez Mehmet Bayezıt’ın teknesiyle denizlere açılır.
“Silifke burnunun açıklarında bir bango (topuk) vardır. Orada her
bir dalgıç çalışamaz. Çünkü çok güçlü akıntı vardır. Dikkat etmezsen bir anda kendini birkaç mil ötede bulursun. O gün belimde
ağrı olduğu için kurşunsuz dalmıştım. 50-60 metrede çalıştım.
Süngerin ağırlığı o işi görür diye düşünmüştüm. Olmadı, vurgun
yedim. Oradan otobüsle İstanbul’a gittim.”
“Ne kadar zamanda iyileştiniz?
“Uzun sürdü. Orada çok iyi tedavi aldım. Ama birkaç yıl sürdü
iyileşmem. İlk 6 ay araba kullanamadım. Ayağım frene basmıyordu. 1977’de Milas’a gittim bir nargile kahvesi açtım; ama
yapamadım. Bu arada az çok iyileşmiştim. Dolmuşumla Ilbıra’ya
maden ocağına işçi taşırdım. O günlerde nerede denizi görsem
içim acırdı; dayanamazdım.”
Ali Ilgın, deniz hasretine dayanamaz ve Bodrum’a döner. Burada
yine bir süre dolmuşçuluk ve inşaatçılıkla uğraşır.
Yaşar gelir bir gün. “Ali, biraz çalışalım” der. O babasıyla kardeşiyle ortak aldığı arabasını bir akaryakıt istasyonuna park eder,
kimselere haber vermeden Yaşarın peşine düşer. Yaşar’a Kıbrıs’a
gitmeyi önerir. O yıl çok sünger çıkarmış ve çok para kazanmıştır.
Ali Ilgın, bir yıl sonra Mehmet Bayezıt’la Bozburun yapımı “Katır”
adlı bir tekne alır. Ancak tekneyi hantal bulur, sevemez.
“Katır’ı almışız, Bozburun’dan geliyoruz. Adaboğazı’ında yanımızdan 8,5 metre bir tirhandil geçti. Tekne, o kadar çok hoşuma gitti
Ali Ilgın got married to the step-daughter of his uncle in
the year when he came back from military service. However,
his wife got ill when they had just been married for twenty
seven days, she had an operation and he spent all winter
with illness. He dived at Nur, Hüseyin Karakaya’s Boat, in
the beginning of summer. The next year, he decided to try to
earn his living on islands. He went to Kalymnos. He dived
firstly at the Boat of Andanov, and then at other two Greek
boats until the Cyprus Operation in 1974.
Ali Ilgın says: “I went there via Public Employment Agency.
I made a good deal of money. As I am a bold diver, I used to
have a share of up to 40 to 45%. Frankly speaking, I learned
how to do this job when I was there. It was forbidden to dive
without suits there. Port authority used to hold the captains
responsible even for the diets of the divers.”
“How did you return?”
“During Cyprus operation, we were in the offshore of Crete.
When marching started, we were afraid. We thought that it
would be the best for us to take the boat away. We planned
what we would do if a quarrel occurred. But they understood
our situation and left us on our islands, saying that they had
kids, too.”
He summarizes those years, saying “If the landing did not
occur, I would die there, or come back as a rich man. Back
then, you would not keep dollars. I used to bring drachmas
which are full of bags. I bought lands at Bodrum and İzmir,
and built houses.”
“How about kids?” I ask.
He answers my question with probably the most extensive
and the shortest sentence of the wives and kids of the sailormen:
“I went to islands and came back once, then I had Mustafa;
in another time, I went there and came back, then I had my
daughter Ebru,” he says.
Ali Ilgın starts to work at the Muhsin Demirkıran’s Boat
when he came back from Islands in July 1974. But he doesn’t
like the working atmosphere, goes back to Bodrum and tries
his chance as minibus driver. However, he understands that
he cannot stay away from the sea and sails with Mehmet
Bayezıt’s boat this time.
“There is a sand bank at the offshore of Seleucia cape. No divers dive there, as there is a very strong current. If you do not
pay attention, you may find yourself a couple of miles away.
That day, I dived without lead as I had a backache. I worked
in 50 to 60 meters. I thought that the weight of sponge could
equal to it. It didn’t and I was crippled by the bends. Then I
went back to Istanbul by bus.”
BODRUMLU SÜNGERCİLERİN MİLADI, 1986’DIR...
SÜNGER VEBASI, SÜNGERCİLERİN EKMEK KAPISINI YAVAŞ YAVAŞ KAPATIR...
The milestone of Sponge-divers from Bodrum, is 1986.
Because of the sponge plague, the sponge-divers started to lose their jobs one by one.
ANILAR / MEMORIES
ki, ‘olursa teknem, böyle olsun’ dedim. Birkaç gün sonra Mehmet
geldi. Muzaffer Barut’un teknesinin satılık olduğunu söyledi. Sözünü ettiği tekne benim Adaboğazı’nda gördüğüm tekneydi. Hemen
gittik, onu satın aldık. Üstüne yeni bir pancar motor koyduk”.
Ali Ilgın, o günden sonra 4 yıl boyunca çok sevdiği “Rasgele 2”
adlı bu tekneyle Bozcaada’dan Samandağ’a dek, denizlerimizde
ekmek peşinde dolaşacaktır.
O, Rastgele2’nin ilk yılını: “İyi çalıştık, iyi sünger çıkardık; iyi de
para kazandık. Ama Ömer Dizdar’ın tutumundan hoşlanmamıştım.
Mehmet’e, ‘ya Ömer Dizdar’dan ayrılalım, ya da ortaklığı bozalım’
dedim. Mehmet, ortaklığı bozmayı tercih etti.” diyerek anlatıyor.
İkinci yıl Ali Ilgın, tek başına çalışır. İşler yolunda gider. Bir sünger
tüccarıyla ön bağlantı yapmadığı için malını Arif Karakaya’ya daha
yüksek fiyattan satar. Bu, onun önünü açar. İyi dalgıçlar, daha çok
para kazanmak için onunla çalışmayı tercih ederler.
Ali Ilgın, 1984 yılında Tıkır Tıkır Cumhur’un 11.5 metre boyundaki “Uçan Çelik”ini 4500 Liraya Döşemeci Ali’yle ortak satın
alır. Ancak bir ay geçmeden ‘ben bu işten anlamıyorum’ diyerek
Döşemeci Ali ortaklıktan ayrılır.
“Uçan Çelik”, bir turist teknesidir. Ali Ilgın, onu süngerci teknesine
çevirtir ve tekneye “Rasgele3” adını vermek ister. Ancak teknenin
tescili “Rasgele 5” olarak gelir.
Diğer Bodrumlu süngerciler gibi onun da miladı 1986’dır. Bazılarının Çernobil felaketinin sonucu olarak değerlendirdiği sünger
vebası, süngercilerin ekmek kapısını yavaş yavaş kapatır.
Ali Ilgın, 1987’de salyangoz avcılığı için rotayı kuzeye çevirir. Üç yıl
boyunca Marmara ve Karadeniz’de salyangoz avcılığı yapar. Hatta
işler o kadar ilerler ki, başka tekneler de kiralar. Bir ara 40-50
arası çalışanı olmuştur.
Salyangoz avcılığı, sünger avcılığından çok farklı bir şey olmalıydı.
“Salyangoz bir ihracat ürünüdür. Eskiden denizlerimizde gerçekten
çok salyangoz vardı. Biz bir günde tekneyi doldurur, akşama da
gemiye teslim ederdik. Gemi bizim işverenimiz olan firmanındı.
Firma salyangozları Japonya’ya ihraç ediyordu.”
Salyangozun bazı ülkelerde sevilen bir yiyecek olduğunu biliyordum; ama bunun karada yaşayan salyangoz olduğunu düşünüyordum.
“Siz de yediniz mi?”
“Yedim” diyor ve “Pilakisini, yahnisini, yumurtasını salatasını…
her türlü yemeğini yedim. Ama hayatımda hiç böyle kuvvetli bir
yiyecek tatmadım.” diye ekliyor.
Ali Ilgın, iş büyük olsa da salyangozun kazancından memnun
değildir. Bu durumu:
“Karadeniz’in havası malum, sürekli yağar. Fırtına, dalga, akıntı
derken su bulanır. Üstelik o su buz gibidir. Giysi de eldiven de olsa
20 dakikada buz kesersin. Bu nedenlerle işe düzenli çıkamazsın,
çıksan da verimli çalışamazsın. Hal böyleyken onca işçiyi beslemek
zorundasın. Vazgeçtim, Bodrum’a döndüm.” sözleriyle açıklıyor.
Ali Ilgın, Bodrum’a dönmesine dönmüştür; ama denizden ekmeğini
çıkarabileceği süngercilik artık tarihe karışmış gibidir. Bu kez,
kendisi gibi acar dalgıçlardan bir ekip kurar ve zıpkın balıkçılığı
yapmaya başlar. Yaptığı iş kaçak avlanmadır. Adı “Katliamcı”ya
çıkmıştır.
“Yaptığım iş kaçaktı; ama biz katliam yapmıyorduk. Günde 80-100
ANILAR / MEMORIES
“How long did your recovery take?”
“It took a long time. I had a good treatment there. But it took
a couple of years for me to recover. I couldn’t drive car for
the first 6 months. My foot could not step on the brake pedal.
I went to Milas in 1977 and opened a nargileh café. By the
way, I was more or less healed. I used to carry workers to
mine in Ilbıra by my minibus. Back then, it hurt me whenever I see the sea, I couldn’t stand.”
Ali Ilgın, and goes back to Bodrum. Here, he feels a deep
longing for sea and comes back to Bodrum. Here he works in
minibuses and in construction works again for a while.
One day Yaşar comes. “Ali, let’s work a little bit”, says he.
He parks his car, which he has bought in cooperation with
his father and brother, in a gas station and follows Yaşar
without informing anyone. Yaşar suggests that they go to
Cyprus. He takes many sponges out of sea and makes a great
of money that year.
Ali Ilgın buys a boat named “Katır” made in Bozburun with
Mehmet Bayezıt one year later. But he finds the boat cumbersome and does not like it.
“We bought Katır, and were coming back from Bozburun.
A tirhandil with a length of 8.5 meters passed near us in
Adaboğazı. I liked the boat so much that I said to myself “If
I am going to have a boat, it should be this.” Mehmet came
a few days later and said that Mehmet Barut’s boat was on
sale. That was the boat that I saw in Adaboğazı. We went
immediately and bought it. We added a new Pancar Motor
on it.”
After that, Ali Ilgın would work for a living in his beloved
boat named “Rasgele 2”, sailing in the seas from Bozcaada to
Samandağ for 4 years.
He tells about the first year of Rastgele2: “We worked hard,
we did good sponge fishing; and we made a good deal of
money, too. But I disliked the attitude of Ömer Dizdar. I told
Mehmet to leave Ömer Dizdar or to dissolve the partnership.
Mehmet preferred to dissolve partnership.
The second year, Ali Ilgın works alone. Things go well. He
sells his goods to Arif Karakaya for a higher price as he had
not made a pre-connection with a sponge merchant. This
smooths the way for him. The good divers prefer to work for
him to make more money.
Ali Ilgın buys the Tıkır Tıkır Cumhur’s boat named “Uçan
Celik”, with a length of 11.5 meters in partnership with Ali
the Upholsterer. However Ali the Upholsterer retires from
partnership not even one month later, saying “I don’t understand this job”.
“Uçan Çelik” is a tourist boat. Ali Ilgın converts it into a
sponge-diver boat and intent to name it as “Rasgele3”. But
the name of the boat is registered as “Rasgele 5”.
As with other sponge-divers from Bodrum, his milestone is
1986. Because of the sponge plague, which is associated with
Chernobyl disaster by some, the sponge-divers started to lose
their jobs one by one.
Ali Ilgın turns his face to north in 1987 for snail hunting.
kilo balık vururduk. Normalden küçük balıklarla uğraşacak olsak
o kadar balığı vuramazdık. Bizi Lagoz, orfoz gibi büyük balıklar
ilgilendirirdi.” diyerek savunuyor kendisini
Ali Ilgın, 1992’de Yalıkavak’ta tersanede tekneden düşer. Ölümden dönmüştür; ama vücudunda yedi kırık vardır. Bu kaza, onun
dalgıçlığının da sonunu getirir. Bundan sonra gemilerde yatlarda
kaptanlık yaparak yaşamını sürdürecektir.
Ona bir daha geriye dönme olanağınız olsaydı ne yapardınız, diye
soruyorum.
“Rasgele2’yi satın alırdım ve hayatımın bundan sonraki günlerini
onunla geçirirdim.” diyor.
Hüzünlü bir hikâyenin izinde yürür gibi anlatıyor:
“Onunla çok tehlikeler atlattım. Kemer’de battım. Ama onun sayesinde mal mülk sahibi oldum. Şimdi onun rutubet kokan yataklarını
bile özlerim. Onu, o kadar çok seviyordum ki satmaya kıyamadım.
Satarsam, birinde gördüğümde dayanamam diye, gözümün önünde
olsun diye, bacanağımın oğluna verdim. Tekneyi severdi, garibandı.
Ne yazık ki tapusunu alır almaz sattı. Yerine bir kamyon aldı. O
günden bu yana da konuşmam onunla.”
Ömrünün neredeyse 50 yılını denizlerde geçiren, denizin bin cefasını çekmesine karşın son nefesine dek denizlerde geçirmeye hazır
bu deniz emekçisini dinlerken kendi kendime defalarca sordum:
“Bu denizin albenisi, büyüsü nedir böyle? Bu deniz, heyecanları
böyle capcanlı nasıl tutabiliyor? “
Eminim ki biz kara insanlarının bu soruların yanıtlarını verebilmesi
çok zor!
O da birçok Bodrum deniz emekçisi gibi yoksullukların denize
itelediği bir köylü çocuğuydu. Yarım asırdan sonra damarlarında
hâlâ deniz tutkusu dolaşması denizin cömertliğinin, enginliğinin ve
bizi hayata bağlama gücünün göstergesi değil midir?
He hunts snails in Marmara and Black Sea for three years.
He even progressed so much that he rents other boats, too.
Once, he had 40 to 50 employees.
Snail hunting must have been very different from spongefishing.
“Snail is an export product. We used to have really great deal
of snails in our seas before. We used to fill the boat within
one day and present them to the ship in the evening. The ship
belonged to our employer company. The company used to
export the snails to Japan.”
I knew that the snail was a favorite food in some countries;
but I thought that those snails were land snails.
“Have you ever eaten?”
“Yes, I have,” he says and adds: “I have eaten every kind
of meal made of snail, including pilaki, gallimaufry, egg,
salad… But I have never eaten such a strong food in my
life”.
Ali Ilgın was not content with the money he earned from
snails, though the business is big. He explains this situation
by saying:
“You know the weather of Black Sea, it constantly rains. The
water gets turbid because of storms, waves, currents, etc.
Moreover, that water is freezing. You freeze as hard as stone
within 20 minutes even if you wear thick clothes and gloves.
For this reason, you cannot sail for snail hunting regularly,
even if you do, you cannot work productively. While this is
case, you have to consider feeding the workers. I gave up and
went back to Bodrum.
Ali Ilgın went back to Bodrum, but sponge-diving, which he
carries out for earning his life, was almost history. This time,
he sets a team consisting of bold divers like him and starts to
carry out fishing with spear gun. What he does is poaching,
and he is named “Slaughterer”.
He defends himself, saying “What I did was illegal; but we
did not slaughter. We used to catch 80 to 100 fish per day.
If we happened to deal with smaller fish, we would not catch
that amount of fish. We were more interested in big fish such
as Grouper.”
Ali Ilgın falls from the boat at the shipyard in Yalıkavak in
1992. He escapes death but has seven bone fractures in his
body. His diving life ends as the result of this accident. After
that he continues his life by working at boats and ships as
captain.
I asked to him what he would do if he had a chance to go
back.
He says, “I would buy Rasgele2 and spend the rest of my life
on that boat.”
He tells as if he follows the tracks of a sad story:
“I escaped many dangers when I was on it. I sank in Kemer.
But I am a man of property, thanks to it. Now I miss even its
damp-smelling beds. I loved it so much that I could not sell
it. I gave it to the son of my wife’s sister’s husband so that it
will always be in front of my eyes, thinking that if I sold it, I
would not help myself when I saw it in the hands of someone
else. He used to love the boat, but he was poor. Unfortunately, he sold it as soon as he obtained title deeds, and bought a
truck instead. I haven’t talked to him anymore since then.”
While listening to this sea-laborer, who has spent almost 50
years of his life on the seas and still is ready to be on the sea
until his last breathe despite of all his sufferings he had on
the sea, I asked myself over and over again:
“What is this charm, this magic of the sea? How can this sea
keep the interests alive like that?“
I am sure that it is very difficult for us, the landers, to give
answers of these questions!
Like many sea laborer from Bodrum, he was also a peasant
child, who was forced to sea because of poorness. Now that
he still keeps his passion for the sea in his veins, isn’t it an
indication of the generosity, vastness and the power of the sea
that makes us hold on to life?
YAŞAM / LIFE
YAŞAM / LIFE
Gelecek Nesile Devir
Recirculation To Future Generations
Dokunmayın denizimize,
ormanımıza, akarsularımıza...
Take your hands off from our
seas, forests, and streams...
Can Pulak
Yapmayın! Kıymayın Gökova’ya. O güzelim koyları bozmayın, izin
vermeyin yapılaşmaya. Görsel değerlerimizin fotoğraflarıyla oynamayın. Dokunmayın denizimize, ormanımıza, akarsularımıza. Koca
koca iş makinalarını sokmayın buralara. Kaçırmayın hayvancıklarımızı, bozmayın huzurlarını.
Hayatında denize ayağını sokmayanlar, denizle dost olamayanlar,
doğayla barışık yaşamayı bilemeyenler, tanrının yarattığı o muhteşem güzellikleri fark edemeyenler zarar vermesinler Gökova’ya,
Hisarönü’ne, Dalyan’ın İztuzu’na, Kisebükü’ne, Adalıyalı’ya…
Kisebükü’nde inşaat başlarsa, arkası çorap söküğü gibi gelir.
Kimse tutamaz diğer koyları. Yeşilin ve mavinin betona yenik
düşmesini kimse önleyemez. Deniz turizminden, mavi yolculuktan
bahsedemeyiz artık.
Her yeri otelle doldurursak, her yere peynir kalıbı gibi siteleri
kondurursak, Gökova’ya ticari gemi limanları yapmaya kalkışırsak,
sadece mavi yolculuğu değil, amatör denizciliğimizi de, deniz
sevdamızı da öldürürüz.
Türkiye koskoca bir ülke…
Başka yer kalmadı mı ki, gözbebeğimiz gibi korumamız gereken
yerleri betona ikram ediyoruz. Buraları 30 yıldır iyi kötü korundu.
Şimdi Özel Çevre Koruma Kurumunu da yok ettik. Ne olacak peki,
kim koruyacak buraları?
Kıyı planları yapılıyor, sektörün görüşünü alan yok. Planı yapanların
denize ilgisi ve sevgisi yok. Öyle olunca denizlerimiz, sahillerimiz,
koylarımız Allah’a emanet gibi duruyor. Bu işler bilgi ister, vizyon
ister, plan için cetvel kalem yetmiyor ki…
Deniz turizmi farklı bir şey, termal turizmi daha farklı… Hepsini
genel turizm torbasının içine atar ve sallayıp durursak, o zaman
duvara vururuz.
Gökova’da limanın işi ne?
Ne yükleyeceğiz buradan gemilere?
Öyle bir üretim, fabrikalar filan yok ki orada. Muğla’nın mermerini
yollayacak, Gökova’dan başka yer bulamadılar mı? Zaten Termik
santralle büyük zarar verdik Gökova ve çevresine. Bari bir de ticari
gemiler için yapacağımız limanla zararı büyütmeyelim.
Mavi yolculuğu, deniz turizmini küçümsemeyin. Türkiye’nin
denizlerinde, 50 bin yatak kapasitesinden fazlası var. Karadaki
otelin yatağını ortalama 60-70 TL’ye satarsınız ama denizdeki
güzel bir teknenin yatağını 100 - 150 Euro’ya pazarlayabilirsiniz.
Ayrıca binlerce yerli ve yabancı özel tekne huzurla ve özgürce
dolaşır Gökova’yı, koylarını ve köylerini. İkmal yaparlar buralarda,
restoranlarında yemek yerler, köyleri gezer çoğu.
Bir yeri, bir bölgeyi korumak demek, her şeyi yasaklamak, o güzellikleri yaşamak isteyenleri kısıtlamak demek değildir. Ama planlı,
programlı yapmalıyız her şeyi.
Gökova, Hisarönü gibi yerleri ve koylarını bakir bırakmalıyız. Bu
güzellikleri sadece bizim değil, gelecek kuşağın da aynı değerde
ve güzellikte yaşamasına fırsat tanımalıyız.
Don’t! Don’t sacrifice Gökova. Don’t ruin those beautiful
bays; don’t allow the constructions in the area. Don’t play
around with our visual values. Take your hands off from
our seas, forests, and streams. Don’t allow heavy construction equipments enter those areas. Don’t make the
animals run away, don’t disturb their peace.
Don’t let the people who never step once into the sea,
never had a friendship with it, doesn’t know how to live in
peace with nature, and doesn’t know the beauty of what
god created, scathe to Gökova, Hisarönü, Dalyan İztuzu,
Kisebükü and Adalı…
Once the construction begins in Kisebükü, then the rest
of the actions will come. Nobody will stand up for rest of
the bays. No one will preserve green and blue to become
concrete. We will not be able to talk about sea tourism and
blue voyage anymore.
If we built hotels everywhere, construct building concepts
like cheese hoops, try to make commercial ship port to
Gökova, we are not only going to finish the blue voyage
but also amateur seafaring and our love of sea.
Türkiye is a huge country…
Don’t we have other places to construct buildings instead
of ruining the places that we have to protect. For about 30
years these places retained. Now we also shatter the “Special Environment Protection Agency”. From now on what
will going to happen, who will preserve these areas?
Costal plans were made without asking the sector’s
opinion. The plan makers have no sea of love or interest.
For that reason our seas, shores seems to be like in god’s
hands. For making a planning you don’t only need a pencil and ruler, you also need knowledge and vision…
Sea tourism is a different kind of thing; thermal tourism
is much more… If we put those all together and shake the
bag, than we will toss to the wall.
Is there a need of ship port in Gökova?
What are we going to load to those ships?
There is no such production, no factories there. Can’t
they find anywhere better than Gökova to ship Muğla’s
marble? They already damage Gökova and round with
thermal plant. Don’t make the damage bigger with a ship
port for commercial vessels.
Do not under estimate blue voyage and sea tourism. Türkiye’s seas have a capacity more that 50 thousand beds.
You can commercialize the bed at land around 60 to 70
TL, but at the sea the price goes up like 100 to 150 Euros
per bed for a beautiful boat. On the other hand lots of local
and foreign flag boats are sailing at Gökova and its bays
with peace and freedom.
BAŞKA YER KALMADI MI Kİ, GÖZBEBEĞİMİZ GİBİ KORUMAMIZ GEREKEN YERLERİ BETONA İKRAM EDİYORUZ!
Don’t we have other places to construct buildings instead of ruining the places that we have to protect.
YAŞAM / LIFE
İztuzu / Dalyan
Dünyada bir marka haline gelen mavi yolculuğa en küçük bir zarar
vermemeliyiz. Tekne sahibini, denizciyi, yaşam gücünü denizden
ve doğadan alanları küstürmemeli, ürkütmemeli, aksine teşvik
etmeliyiz.
Bir dünya şaheseri olan İztuzu’na kaplumbağa hastanesi yapacaklar. O bölgede insanların gideceği doğru dürüst bir hastane
yokken, kaplumbağalara bu özel muamele niye ki? Dokunmayın
hayvanlara, bırakın kendi hallerine. Dünyayı kendimize güldürmenin âlemi var mı? Orada kaplumbağalar için prefabrik bir çalışma
merkezi, hatta havuzlar da yapılmıştı. Anlaşılan şimdi, betondan
büyük bir hastaneyle, lojmanlar da yapacaklar. Böylece orayı da
berbat edecekler. Farkındalar mı bilmiyorum ama eğer öyleyse,
kaplumbağalar da çok gülüyordur bu işe…
Her neyse, aman denizlerimizi, koylarımızı, sahillerimizi, kumsallarımızı iyi koruyalım ve önüne gelenin sığ projelerine ve çıkarlarına
kurban etmeyelim.
DÜNYADA BİR MARKA HALİNE GELEN MAVİ YOLCULUĞA
EN KÜÇÜK BİR ZARAR VERMEMELİYİZ.
We should not give any harm to blue voyage
which is known as a brand in the world.
Boats are taking supplies from there, visiting its restaurants, visiting its towns.
To preserve an area does not mean to ban everything,
limiting the person who wants to be a part of that beauty.
For that reason we have to do everything within a plan.
We should not leave Gökova and Hisrönü bays to its faith.
Those natural beauties are not only ours; we should let
the next generations able to see and live in those beautiful
areas. We should not give any harm to blue voyage which
is known as a brand in the world. We should not frighten
the boat owners, sailors, our natural heritages and people
who gets their life energy from sea
They are going to make a turtle hospital to the world’s
masterwork İztuzu. There is no convenient hospital for
people who live there, so why turtle hospital is a need?
Take your hands off the animals, let them live in their
environment. There is no need to make the world laugh
to us. They already made a prefabricated working place
and even a pool. Now it seems that, they are going to built
there a big concrete hospital and mass houses. So that then
they can able to ruin there too. I don’t know if are they
aware of, but most probably even the turtles are laughing
at them….
What so ever please protect our seas, bays, shores and
beaches. Don’t let them ruin with shallow projects and
benefits.
ÇEVRE / ENVIRONMENT
SULAK ALANLAR, HERKESİN DOĞAYLA İÇ İÇE EĞLENİP, DİNLENEBİLECEĞİ REKREASYON ALANLARIDIR
Wetland Fields are Recreation Ares Which Everyone in the Midst of Nature can have Fun and Relax
Sulak Alanlarımız
Ve Gölköy
Our Wet Lands And Gölköy
Sulak alanlar; yeryüzündeki başka hiçbir ekosistemle karşılaştırılmayacak ölçüde işlev ve değere sahip, yeryüzünün en zengin ve
en üretken ekosistemlerini oluştururlar.
6.000 yıl boyunca insan topluluklarının, uygarlıklarını nehir vadileri
ve sulak düzlüklerde kurmaları rastlantı değildir. Mezopotamya ve
Anadolu‘daki ilk yerleşimler de sulak alanlar çevresinde kurulmuştur. Sulak alanlar tarih boyunca insan topluluklarının hayatta
kalmaları ve gelişmeleri için kritik önem taşımıştır.
Sulak alanlar, tropik ormanlardan sonra biyolojik çeşitliliğin en
yüksek olduğu ekosistemlerdir. Yalnız bulundukları ülkenin değil,
tüm dünyanın doğal zenginlik müzeleri olarak kabul edilirler.
Ekolojik doğal döngü zincirinin en önemli halkası sulak alanlar,
Wetlands are rich productive ecosystems which cannot be
comparing with another ecosystem at earth surface.
The communities built civilizations near to the rivers and
watery areas for about six thousand years and this is not
a coincidence. Also the civilizations at Mesopotamia and
Anatolia built near wetland areas. Wetlands are critically special for communities for centuries to survive and
develop.
Because of the biological variety of the species, wetlands
are an important ecosystem after tropical forests. They are
not only their countries but also world’s natural wealth
museums.
bitki ve hayvanlar için uygun yaşam, beslenme, üreme ve barınma
ortamlarıdır. Dünyada avlanan balıkların üçte ikisi sulak alanlarda
ürer.
Tortu ve zehirli maddeleri alıkoyarak, süzgeç görevi yaparlar, suların doğal arıtım alanlarıdır ve ormanlar kadar oksijen üretirler.
Bulundukları bölgenin nem düzeyini ayarlar, iklimini etkiler ve
ılımanlaştırırlar. Yeryüzündeki su rejiminin merkezidir. Taban
sularının zenginleşmesini sağlar, su baskınlarını engeller. İnsanoğlunun başarısız olduğu taşkın kontrolü görevini üstlenen doğal
alanlarımızdır. Sulak alanlar küresel ısınmaya karşı ormanlar kadar
önemlidir.
“Sıtma hastalığının taşıyıcısı sivrisineği yok etmek için bataklıkların
kurutulması gerekir” fikrinden yola çıkarak, 1950 yılında “BATAKLIKLARIN KURUTULMASI VE BUNDAN ELDE EDİLECEK TOPRAKLAR HAKKINDA KANUN” ile yasallaşan “sulak alan kıyımı”, sıtma
hastalığının yok edilmesi ile sona ermedi.
Kaçak ve aşırı yer altı suyu kullanımı, yağışın sulak alanlara
ulaşmasını engelleyen bentler ve barajlar, sazlıkların kesilmesi,
tarım amaçlı kurutmalar, sanayi kirliliği, aşırı yapılaşma ve küresel
ısınmayla da yağışların azalması gibi nedenlerle, Türkiye sulak
alanlarının yarıdan fazlasını kaybetti.
Hatay - Amik Gölü: Altı yılda 75 bin metrekarelik göl kurutuldu.
Burdur - Kestel Gölü: Tarım arazisi kazanmak amacıyla kurutuldu.
Kahramanmaraş - Gavur Gölü: 7 bin 125 hektar alanı kurutulmuştur.
Konya - Suğla Gölü: Tarımsal amaçlı kurutuldu.
Konya - Samsam Gölü: Suyu drene edilerek kurutuldu.
Konya - Hotamış Sazlığı: Sazlık büyük ölçüde kurudu.
Konya - Akşehir Gölü: 350.000 m²’den büyük olan göl alanı,
30.000 m²’ye, en derin yeriyse 1 m’ye kadar düştü.
Konya - Eşmekaya Sazlığı: Alanın tamamı kurudu.
Afyon/Bolvadin - Eber Gölü: Sulama için çekilen su, gölün su
seviyesinin düşmesine neden oluğundan risk altında.
Eber Gölü /Afyon
Eber Lake /Afyon
SULAK ALANLAR, TROPİK ORMANLARDAN SONRA BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİN EN YÜKSEK OLDUĞU EKOSİSTEMLERDİR
Because of the biological variety of the species, wetlands are an important ecosystem after tropical forests.
Wetlands are ecological natural cycle’s most important
chain. These lands are suitable environment for animals
and plants for feeding, breeding and sheltering. Two-third
of the fishes which are hunting is breeding in those lands.
Feces and poisonous materials withhold and filtered by wetlands. These lands are natural purification areas and they
can produce as much oxygen as forests.
Also wetlands, adjusts the moisture level of the area, effects
the climate and moderate it. They are the centre of the
world’s water regime. They make the groundwater richer
and safeguard lands for floating. Those are natural places to
control floating which humans cannot manage to do so. On
the other hand wetlands are important for global warming
as forests are.
With the idea of “To destroy mosquito carrier of malaria,
swamps must be dried” at the year 1950, “Draining of
Swamps and Lands Obtained from this Action Law” legalized and “wetland slaughter” didn’t end up after shattering
the malaria.
Illegal and extreme usage of underwater, strophes and barrages which blocks the rain waters to reach wetlands, drying lands for agricultural usage, industrial air pollution,
extreme structuring and reducing of the downfall because
of the global warming, Türkiye loss half of its wetlands.
Hatay - Amik Lake: In 6 years, 75 thousand square meters lake are drained.
Burdur - Kestel Lake: Drained for agricultural usage.
Kahramanmaraş - Gavur Lake: 7 thousand 125 hectare
drained.
Konya - Suğla Lake: Drained for agricultural usage.
Konya - Samsam Lake: Drained.
Konya - Hotamış Reeds: The reeds drained almost completely.
Konya - Akşehir Lake: Lake area was 350.000 m²’, it is
Meke Gölü / Konya
Meke Lake / Konya
ÇEVRE / ENVIRONMENT
Konya - Beyşehir Gölü: Göl kıyılarında kumullaşma başladı.
Kirlilik ve aşırı su çekilmesi gölü tehdit ediyor, risk altında.
Kayseri – Palas Gölü: Palas Ovası’nda sulu tarıma geçilmesi ve
yeraltı suyunun kuyular açılarak çekilmesi sonucu göl, HaziranAğustos aylarında tamamen kuruyor.
Tuz Gölü: %50 küçüldü.
Meke Gölü: Dünyanın nazar boncuğu olarak nitelendirilen ve
5 milyon yıl önce oluşan gölü birkaç yıl içinde bataklık haline
getirdik.
Sulak alanların kıymetini anlayan ülkeler, 1971 yılında “RAMSAR” anlaşmasıyla sulak alanları koruma altına almaya başladı.
Türkiye 22 yıl sonra,1993’te RAMSAR antlaşmasına imza attı ve
ancak 12 yıl sonra, 2005’te “Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği” ni çıkartılabildi.
Bu ihmalkârlığın yanı sıra, sulak alanların kaybedilmesinde en
büyük etken olan “Devlet Su İşleri (D.S.İ)”, bu yönetmeliğe
“yürütmenin durdurulması” istemiyle dava açacak kadar cahillik
sergiledi.
Özet olarak Türkiye, son 50 yılda 2,5 milyon hektarlık sulak alanın
yarısından fazlasını, yani Marmara Denizi’nden daha büyük bir
yüzölçümüne karşılık gelen 1 milyon 400 bin hektarlık doğal sulak
alanını kaybetti.
Türkiye şimdilerde, “kaybedilen sulak alanlarını nasıl geri alabilirim” projeleri yürütmesine karşın, “ küçük ölçekli sulak alanlarımızı
da nasıl yok ederim” projelerine ve planlamalarına devam etmekte.
Muğla/Fethiye - Karaot Sulak Alanı: Çekek ve tersane yapmak için
planlandı.
ÇEVRE / ENVIRONMENT
now 30.000 m²; depth of the lake is almost 1 meter.
Konya - Eşmekaya Reeds: Area completely dried.
Afyon/Bolvadin - Eber Lake: Because of the usage of
watering, lakes water level decreasing, lake is under risk.
Konya - Beyşehir Lake: Lake’s ashore become sandy. Pollution and extreme drawdown are threats. The lake is under
risk.
Kayseri – Palas Lake: Because of the agricultural usage
of water, between June and August the lake dries.
Tuz Lake: Run down about 50%.
Meke Lake: This Lake is world’s evil eye talisman and
formed 5 million years ago. In a couple of years the lake
became a swamp because of us.
Countries which appreciate the wetlands established “RASMAR” at 1971 and started to take wetlands under protection. After the 22 years of establishment Rasmar, Türkiye
signed the agreement at 1993. At 2005 Türkiye published
“Preserving Wetlands Regulation”.
Beside this remissness, The State Water Affairs (D.S.İ)
litigated to supersedes of this law.
In conclusion, at the last 50 years Türkiye, has lost 2,5 million hectares wetland, that means a bigger area than sea of
Marmara which is 1 million 400 thousand hectares, natural
wetland of Türkiye.
Right now, Türkiye has some projects about preserving the
wetlands but on the other hand also have projects on how to
drain the wetlands.
Bodrum’daki, Gölköy Beldesi, ismini bu gölün varlığından alır.
Yerli halk bu göle “Akdeniz” ismini vermiş.
Bodrum’s Gölköy town’s name is coming from this lake.
Native population calls this area “Mediterranean”
TUZLA SULAK ALANI HALA BİR ÇOK KUŞ VE ÜREYEN BALIK ÇEŞİDİNE SAHİP
Tuzla wetland has still owns variety of bird species and breeding fishes
Muğla/Milas - Tuzla Sulak Alanı: Üzerine Havaalanı yapıldı,
tam ortasından yol geçirildi, içine golf sahası yapıldı, yol kenarında
yapılaşma devam ediyor ve konutlarla alan boğuluyor.
Muğla/Dalaman - Dalaman Sulak Alanı: İçine marina
yapılmak isteniyor.
SULAK ALANLARA GEREKEN KORUMAYI
YEREL BOYUTTA DA SAĞLAYAMIYORUZ!
Muğla/Bodrum - Gölköy Sulak Alanı:
Bodrum’daki, Gölköy Beldesi, ismini bu gölün varlığından alır.
Yerli halk bu göle “Akdeniz” ismini vermiş. Bu göl, parçası olduğu
354 dekarlık sulak alana da isim verir. Adı “Akdeniz Kovalığı”dır.
Sulak alana verilen kovalık ismi, bu alanda deniz börülcesi ile
birlikte yetişen ve yöre halkının kurutup hasır ördüğü bir bitkiden
gelir.
Sulak alan çevresindeki yamaçlardan süzülen yağmur suları ve yer
altı su kaynakları, batısındaki yüksek taban suyuna ihtiyaç duyan
sazlıklar ve hurmalıkları besleyen gölü oluşturur.
Gölköy Sulak Alanımız, Dünyada Bağdat, Girit Adası ve Datça
Yarımadası’nda akrabaları bulunan endemik hurma topluluğunu
barındırır.
Gölköy hurma ağaçları, ülkemizde doğal ortamda bulunan üç
hurma türünden ikisinin, yani Datça Hurması (Phoenix Theophrasti
Greuter) ile Bağdat Hurması (Phoenix Dactylifera)’nın ortak özelliklerini taşımasının yanı sıra, farklı morfolojik özellikleri de taşıyan ve
koruma altına alınan endemik bir türdür.
Yerel yönetimlerin bu değerimiz hakkında gerekli bilgi ve bilince
sahip olmamaları nedeniyle, bu değerli sulak alanın kurutularak ve
hurma ağaçlarının yakılarak yok edilmesiyle farklı amaçlar için arsa
kazanma girişimleri, çevre örgütlerinin çabalarıyla engellenerek bu
güne kadar korunabilmiştir.
Sulak alan niteliği ve endemik hurma popülasyonuna ev sahipliği
Muğla/Fethiye - Karaot Wetland Field: Planed to be a
slipway and a shipyard.
Muğla/Milas - Tuzla Wetland Field: An airport, a road,
a golf course build on it. Structuring still continues at the
field and there are lots of houses around the area.
Muğla/Dalaman - Dalaman Wetland Field: Planed to
build a marina.
ALSO WE CAN’T MANAGE TO PROTECT THE
WETLANDS AT LOCAL EXTENT!
Muğla/Bodrum - Gölköy Wetland Field:
Bodrum’s Gölköy town’s name is coming from this lake.
Native population calls this area “Mediterranean” Also
this lake is known by its 354 decares wetland. Its name is
“Mediterranean’s Bucket. “ This name given to wetland
which is come from a plant grows with sea beans. Locals
mats with this plant. Around the wetlands, rainwater
draining from the surrounding hillsides and groundwater
sources in the west which needs high ground water feeding,
reeds and betel nut trees creates the lake.
After Baghdad, Crete Island and Datça Peninsula, Gölköy
wetland is the only place that betel nut species grows.
In our country three types of betel nut grows. One of them
is Datça betel nut (Phoenix Theophrasti Greuter) , the other
one is Baghdad betel nut (Phoenix Dactylifera). Gölköy’s
betel nut holds those two types characteristics. Also this
betel nut has different morphological features and it’s under
protection as endemic specie.
Local government has got no knowledge and awareness
about this wetland and betel nuts and their attempt of firing
up the trees of betel and drying the wetland were stopped by
environmental organizations.
yapması nedeniyle çok daha büyük bir öneme sahip
olan bu alanın, mutlak korunması gerekir. Ancak
bilinçsizce yapılan müdahaleler, yollar ve çevresindeki yapılaşma, sulak alanın daralmasına, bir
kısmının çoraklaşmasına, su seviyesinin düşmesine
ve sudaki tuzluluğun artmasına neden oluyor.
Hala birçok kuş ve üreyen balık çeşidine sahip olan,
kısmen 3.derece arkeolojik, kısmen de 1.derece
doğal sit olan bu doğa harikası sulak alanın, korunarak rehabilite edilmesi için biz çevreci ve duyarlı
vatandaşlar tüm gücümüzle çabalıyoruz.
Sürekli gelişen teknoloji bize doğanın önemini
unutturmuş gibi görünebilir. Ancak doğa sıklıkla
bu umursamazlığımızı ve yanlış uygulamalarımızı
yüzümüze tokat gibi vuruyor.
GERÇEK OLAN, YAŞAMAK İÇİN DOĞAL EKOSİSTEMLERİN DESTEĞİNE MUHTAÇ OLDUĞUMUZ
2025 yılında dünyada her üç kişiden ikisinin kuraklıkla karşı karşıya kalabileceğini ve 2040 yılında
Türkiye’nin çölleşeceği alarmını veren bilime kulak
kabartmalıyız.
“2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü” idi. Gerekli
gereksiz birçok günü kutlarız ama Sulak Alanlar
Günü’nde yetkililerden tek bir kelime bile duymadık.
Boşa çırpınmalardan vazgeçip, gelecekte yönetimi
ve kamuoyunu oluşturacak olan yeni kuşaklara,
sulak alanların önemini anlatma yolunu seçmeliyiz.
Sağlıcakla Kalın, saygılarımla.
This area should have a priority to preserve
because of the endemic betel nut trees population. But the insensibly constructions, attempts
and roads around this environment make this
place become a desert, narrowing the wetland,
decreasing the water level and increasing the
saltiness of the water.
Gölköy wetland has still owns variety of bird
species and breeding fishes. Also this area
known as; 3. level archeological site and 1. level
of natural protected area. That’s why as acting
responsibility citizen and environmentalist we
have to try to preserve and rehab this wetland.
Because of the technology which rapidly developing, we may forget the importance of the
nature. But nature holds again this recklessness
and wrong usage to us many times.
The Truth is; We Need Natural Ecosystem’s
Support to Live On
We should over hear the voice of science, which
declares at year 2025 in the world two people
out of three will face with aridity and at year
2040 Türkiye will become a desert. 2nd of February was the day of “World’s Wetlands Day”.
We are celebrating all kind of days, but from
authorities we never heard of anything about
this day. We should stop to flog a dead horse
and teach our future generations the importance
of the wetlands. Because our next generation
is going to be the future’s oversight and public
opinion. Peace out! With all my respects.
KÜLTÜR-SANAT / ART AND CULTURE
KÜLTÜR-SANAT / ART AND CULTURE
Erdal
Alantar
Renklerin
Ölümsüz
Dünyasında
At the world of immortal colors
Soyut resmin duayen isimlerinden, Paris ekolünün son temsilcileri
arasında gösterilen Erdal Alantar, 82 yaşında hayatını kaybetti.
Ardında ölümsüz eserler ve büyük izler bırakan Alantar, Bodrum’a,
denizine ve Büyükada’ya sevdalı bir sanatçıydı.
29 Ocak 1932’de İstanbul’da doğan Erdal Alantar, 1949 yılında
başladığı İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde
Halil Dikmen ve Cemal Tollu atölyelerinde çalıştı. 1956’da mezun
olan Alantar, 1954-55 senesinde Piyanist Sevinç Alantar ile
akademide tanışıp, evlendi. Akademi’den mezun genç ressam,
1958’de İtalya’ya giderek, Floransa Güzel Sanatlar Akademisine
girdi. Floransa ve Roma’da fresk üzerine çalışmalar yaptı.
1963’ten itibaren eserleri Paris galerilerinde sergilenmeye başladı.
Erdal Alantar, kendisinden önce Abidin Dino ve Fikret Mualla’nın
da gitmiş olduğu gibi, resim yapmak için resmin kaynağı, başlangıç noktası olan Paris’e gitmeye karar verdi ve 1959’da Paris’e
yerleşti. Paris’te Delacroix’in eski atölyesinin yanında bir oda kiralayan Alantar, Deux Magots kahvesinde Poliakoff la, Coupole’de
ise Giacometti’yle tanıştığında, L’Ecole de Paris’in son günleriydi. 1963’ten itibaren eserleri Paris galerilerinde sergilenmeye
başladı. Bunu Hollanda, Türkiye, Almanya, İsviçre sergileri izledi.
Paris’teki ilk günlerinde bir fabrikada çalışıp, hayatını kazanan
Erdal Alantar’ın eserlerinde fabrika günlerinin bıraktığı izlenimleri
görmek mümkün…
Abstract painting cognoscenti and the last Paris echoless
Erdal Alantar passed away at 82 years old. Mr. Alantar
left behind an immortal work of art and leave mark, was a
man who in loved with Bodrum, its sea and Büyükada.
Erdal Alantar was born in January 29th 1932. He studied
at İstanbul faculty of fine arts academy, painting department at 1949. He worked at Halil Dikmen and Cemal
Tollu’s ateliers. Mr. Alantar met with pianist Sevinç
Alantar between the years of 1954-55 at the academy and
got married with her. He graduated from school at 1956.
At the year of 1958 he went to Italy and began to work at
Firenze faculty of fine arts academy. At Firenze and Rome
he worked on frescos.
At the year of 1963, his arts began to exhibit at Paris
galleries. As Abidin Dino and Fikret Mualla, also Erdal
Alantar decided to go to Paris which is the painting’s
source and origin, and settled there in the year of 1959.
Mr. Alantar rented a room near to the Delacroxin’s ex
atelier. It was the last days of Paris at L’Ecole when he
met with Poliakoff at Deux Magots and with Giacometti
at Coupole. At the year of 1963, his paintings began to
exhibit at Paris galleries. After Paris exhibition, his paintings exhibited at Holland, Türkiye, Germany and Switzer-
KÜLTÜR-SANAT / ART AND CULTURE
KÜLTÜR-SANAT / ART AND CULTURE
land. At the first days that he lived in Paris, he worked at a
factory for living, that’s it is possible to see the impression
of the factory in his paintings…
Mr. Alantar participate lots of international Biennial’s
and exhibits. At Ancona Graphic Arts Biennial, he
awarded with second place medallion at the year of 1968,
at France “Val de Marne” first place at year of 1970, at
1980 “La Ville de Bayeux” award and at 1993 “The Best
Composition” award. Between the years of 1972-98 he
began to teach plastic arts at France. In 59 years, he had
personal exhibits, group exhibits and biennials more than
130. His expositions also displayed at İstanbul, Ankara,
İzmir, Bodrum also in France, Germany, Denmark, Romania, Canada and India. His paintings displayed at lots
of museums and personal collections at overseas.
He took example Michelangelo…
At 1960’s Erdal Alantar inspired by intangible expressionism for his paintings and he took example Michelangelo. He painted his arts in company with Mozart,
Beethoven, Chopin, Berlioz and Wagner. With the inspiration of action paintings, his large format works is filled
with energy and the visual projection of the music. The
compositions which painted with instinctive brushstrokes
are creating a harmony with the musical notes. With the
Ottoman’s tughras and calligraphy rhythm, inside motion
serpentine color zones, baroque inspired spirals and moving cloudy clusters intangible expressionism principles he
painted his stretcher. At the stretcher, with the oil paint
method, the black base of the paintings, with one brush
stroke you may see the colors from red to blue, green,
purple and much more.
Declined the Captivity of Figures,
Colors and Shapes…
Alantar, birçok uluslararası Bienal ve sergiye katıldı. 1968’de
Ancona Grafik Sanatlar Bienali’nde ikincilik madalyonu, 1970’te
Fransa’da “Val de Marne” birincilik ödülü, 1980’de “La Ville de
Bayeux” ödülü ve 1993’te “En İyi Komposizyon” ödülünü aldı.
1972-98 yılları arasında Fransa’da Plastik Sanatlar Öğretmenliği
yaptı. 59 yılda 130’un üzerinde kişisel sergi, grup sergisi ve bienallere katılan sanatçı İstanbul, Ankara, İzmir, Bodrum kentlerinin yanı sıra Fransa, Almanya, Danimarka, Romanya, Kanada,
Hindistan gibi ülkelerde sergiler açtı. Yurtdışında sayısız müze ve
özel koleksiyonda eserleri bulunuyor.
Michelangelo’yu örnek alıyordu…
60’lı yıllarda Soyut dışavurumculuk akımından etkilenerek çalışmalarını sürdüren Erdal Alantar, kendine Michelangelo’yu örnek
aldığını söylüyor. Alantar, Mozart, Beethoven, Chopin, Berlioz ve
Wagner eşliğinde barok fırça darbeleriyle eserlerini yapmıştır.
Eylem resminin (action - painting) etkisinde gelişen büyük boyutlu
yapıtları muhteşem bir enerji ve müziğin görsel yansımalarını da
taşıyor. İçgüdüsel fırça darbeleriyle oluşturduğu kompozisyonlar
müziğin notalardan bütüne ulaşan uyumunu da andırıyor. Osmanlı
tuğralarının ve hat sanatının kaligrafik ritminden yola çıkarak iç
devinimi andıran kıvrımlı renk kuşaklarını, barok etkili sarmaları ve
haraketli bulut kümelerini soyut dışavurumculuk ilkeleri doğrultusunda tuvale aktarmıştır. Tuval üzerine yağlı boya tekniğindeki
resimlerinde siyah zemin ağırlıklı olarak kırmızıdan maviye, yeşile,
mora ve daha birçok ayrı rengin tonlarını tek bir fırçada toplamayı
başarmıştır.
Figürlerin, renklerin ve biçimlerin tutsaklığını reddetti.
Geniş mekânlarla ilişkilendirilen büyük boyutlu resimlerinde olduğu
gibi, küçük boyutlu eserlerinde de izleyiciyi tuvalin içine çeken bir
hareket gözlenir. Tuval üzerine dijital baskıyla gerçekleştirilen el
ayrıntısı üzerine yerleştirdiği fırça vuruşları, sanatçının günümüz
olanaklarından yararlanarak gelişimini sürdüren sanat düşüncesinin yansımasıdır.
Kendisini bütün renklerden, bütün figürlerden, bütün biçimlerden
arındıran ve onların sınırlarına tutsak kalmayı daha en başında
reddeden bir sanat düşünürüdür O. Boya, fırça ve tuval arasındaki
sırları çözüp, onların evreninde kendisine nefes kesici bir dünya
yaratan usta ressam Erdal Alantar’ın resimleri, birçok uluslararası
sanat uzmanının fikrince “fırça ve boya ile yapılmış olamaz.”
As the large format paintings of his which binding with
large places, also his small format paintings absorbs you
inside of the stretcher. With the digital printing, the artist
painted the stretcher with detailed hand brush strokes.
This is reflection of developing art by today’s resources.
He was an art thinker who purged himself from all the
colors, all the figures, all the shapes and declined to trap
in their lines since the begging of his art. He reviled the
secrets of the paints, brush and stretcher and built himself
an amazing place in their universe. For lots of overseas
authorities the breath taking Erdal Alantar’s art works
seems to be “not painted with brush and paint”.
HABERLER / NEWS
Fuarın Göz Kamaştıran
Tekneleri
The Dazzling Boats of The Expo
Karada yapılan dünyanın ikinci en büyük tekne ve
yat fuarı olan CNR Avrasya Boat Show Uluslararası Deniz Araçları, Ekipmanları ve Aksesuarları
Fuarı’na 400 firma ve 1.000’e yakın marka katıldı.
Toplamda 85 bin metrekare alanda düzenlenen fuarda mega yat,
tekne ve yelkenlilerin yanı sıra tekne aksesuarları ve yapım malzemeleri, marina donanımları, su sporları donanımları, deniz giyim ve
aksesuarları gibi ürünler de sergilendi.
Fuarın en pahalısı bir İngiliz
İngiltere’de üretilen ve dünyanın pek çok denizinde bulunan
Princess 82, Avrasya Boat Show 2014’ün en büyüğü. 25,5 metre
boyunda ve 5,74 eniyle göz kamaştıran tekne Türkiye’de de ilk kez
sergileniyor. Şimdiye kadar Türkiye’de düzenlenen tüm fuarlarında
en büyük teknesi özelliğini taşıyan Princess 82 aynı zamanda en
pahalı olanı. 3.6 milyon sterlin olan tekne 55 ton ağırlığında ve 11
metre yüksekliğinde. 1’i personele ayrılan toplam 5 kabini olan
mega yat, her biri 1624 beygir gücünde 2 Mercedes motoruna
sahip. Mega yatın başka bir özelliği de en dalgalı denizde bile sarsıntıyı yolculara hissettirmeyen sabitleyici cihazlara sahip olması.
3 milyon Euro ‘luk ‘yerli tekne’ var
Yerli üretim en pahalı ve en lüks tekne ise Tuzla’dan. Numarine
78’Fly çağın teknolojisini modern çizgilerle birleştirerek yapıldı.
İngiliz ve İspanyol kraliyet ailelerinin okyanusları geçen teknelerini
dizayn eden dünyaca ünlü yat tasarımcısı Thomas Spadolini’nin
imzası olan tekne 24 metre uzunluğunda. 6 metre genişliğindeki
Numarine 78 Fly, 11 metre yüksekliğinde. 41 ton ağırlığında ki
süper yat, 1200 beygir gücünde 2 motora sahip. Concept Marine
tarafından satılan Türk malı teknenin fiyatı yaklaşık 3 milyon Euro.
En büyük yelkenli bir Alman
Türkiye’de tersane yatırımı yapmayı planlayan Alman Hanse, fuarın
en büyük yelkenlisini tanıttı. Hanse 575; 17.15 metre boyuyla dikkat çekiyor. 5.20 metre genişliğindeki tekne yelkenlerini açtığında
11 knot hıza erişiyor. 151 metrekare yelken alanı olan tekne,
350 bin Euro’dan başlayan fiyatlarla satışta. Tam bir denizci olan
Hanse 575, Trio Yatçılık tarafından Türkiye’ye getiriliyor.
HABERLER / NEWS
AZİMUT 64 / MAGELLANO 43 / MAGELLANO 53
Dünyaca ünlü motoryat markası Azimut standında, Azimut Benetti Grubu’nun İtalya dışında ilk defa üretim yaptığı Magellano
43’ün yanı sıra, Azimut 64 ve Magellano 53 de yer aldı.
The worldwide known motor yacht brand Azimut, also
exhibit the boat which manufactured outside of Italy.
Magellano 43, Azimut 64 and Magellano 53 in exhibit.
400 companies and 1.000 brands attended to CNR
International Boat Marine Equipment and Accessories Show which is the world’s second biggest boat
expo that takes place at land.
The square meter of the expo land was 85 thousand. At the
expo land the visitors had been able to see mega yachts,
boats and sailing boats. The other exhibit items were; boat
accessories, construction equipments, marine equipments
and water sport gears, swim suits and accessories.
Expo’s Most Expensive one is British
The Princess 82 which manufactured in England was the
Eurasia’s Boat Show’s biggest boat. The length of the boat
is 25, 5 meters with a beam of 5, 71 meters. The boat displayed in Türkiye for the first time. Princess 82 is not only
the biggest boat which displayed in Türkiye but also the
most expensive one. The price of this boat is 3, 6 million
sterling. The boats weight is 55 tons and length of 11 meters; this mega yacht has 5 cabins in total which 1 one of
them belongs to crew. The boat has two Mercedes engines
with 1624 horse power. The yachts most important asset
is, while cruising even in the wavy seas, with the help of
stabilizer equipments voyagers never feels the joggles.
“Local Boat” Which Costs 3 million Euros
In the expo, the most expensive and local production
was from Tuzla. Numarine 78’Fly is a combination of
our century’s technology and modern design. Thomas
Spadolini who is a designer of England’s Loyal Navy and
Spain’s Loyal Navy, also designed Numarine 78’Fly. The
length of the boat is 24 meters with a beam of 6 meters.
Numarine 78’Fly is boat with 11 meters height and its
weight is 41 tons. It has got two motors with 1200 horse
power. The boat is for sale from Concept Marine with a
price of 3 million Euros.
The Biggest Sail Boat is a German
Mr. Hanse from Germany, who wants to make a big
investment in shipyard area at Türkiye, introduced the
biggest sail boat in expo. Hanse 575 is a sailing boat
Denizlerin çevreci tasarımı
Greenline’ın J&J Design imzası taşıyan son modeli 48 Hybrid,
14,99 metre boyunda ve 4,80 metre genişliğinde… Flybridge’inde ve kıç havuzluğunda oturma ve güneşlenme alanları bulunan
48’in solar panelleri ön güvertede, kumanda mahallinin önünde
yer alıyor. Salon ve kuzinesi ana güvertede bulunan yatın tümü
banyolu üç kamarası ve bir de mürettebat kamarası mevcut. Elektrik motoruyla da seyir yapabilen 48’in, iki adet 220 beygirlik Volvo
Penta dizel motoruyla en yüksek hızı 16, elektrik motoruyla ise
6 knot. 13 bin 200 kg ağırlığındaki yatın yakıt kapasitesi 1.500,
temiz su kapasitesiyse 600 litre.
Baş döndürücü Euphoria 54’ün Dünya Lansmanı
Sirena Marine, 3 stantta, 3 ayrı marka yelkenli tekne ve motoryatla
CNR Avrasya Boat Show’a imza attı. Suna ve İnan Kıraç’ın kızları
İpek Kıraç yönetimindeki, Türkiye’nin ilk seri yelkenli tekne üreticisi, Kıraça Grubu şirketlerinden Sirena Marine, üst segmente odaklanan lüks performans yelkenli teknesi baş döndürücü Euphoria
54’ün Dünya Lansmanı gerçekleştirdi. Euphoria serisinin tasarımı
dünyaca ünlü teknelerin efsane tasarımcısı Germán Frers’e ait.
Sirena Marine bünyesinde yer alan, Türkiye’nin ilk seri üretim yelkenli markası Azuree serisi, tüm ürün yelpazesiyle bir arada farklı
bir stantta fuar ziyaretçileriyle buluştu. Dünyaca ünlü motoryat
markası Azimut standında ise, Azimut - Benetti Grubu’nun İtalya
dışında ilk defa üretim yaptığı Sirena Marine’in Bursa, Orhangazi’deki fabrikasında üretilen Magellano 43’ün yanı sıra, Azimut 64
ve Türkiye’de ilk kez sergilenen Magellano 53 de yer aldı.
stand out with its length; it is 17, 15 meters. The beam of
this boat is 5, 20 meters and when the boat starts sailing
reaches a speed of 11 knots. The sail area of this boat is 151
square meters and for sale with the introductory price of
350 thousand Euros. In Türkiye Trio Yachting is selling
Hanse 575.
Eco Design of the Seas
48 Hybrid, is a design of Greenline’s J&J Design Company with a length of 14, 99 meters and with a beam of 4,
80 meters…In 48, there are sitting sets and sunbathing
places at the fly bridge and at stern pool. Solar panels are
at fore deck in front of the control desk. The boat has 3 cabins with bathrooms and 1 cabin for the crew. Saloon and
dutch oven is at the main deck. The 48 can also sail with
electrical engine. It has got two Volvo Penta engines with
220 horse power. The top speed of the boat is 16 knots with
Volvo Penta engines and with the electrical engine it is 6
knots. The yachts weight is 13 thousand and 200 kilograms. The fuel tank capacity is 1,500 and the fresh water
capacity is 600 liters.
The Head Spinning Euphoria 54’s World Launching
At CNR Eurasia Boat Show, Sirena Marine shined out
with 3 booths, 3 different brands of sailing boats and
motor yachts. Sirena Marine is a subsidiary company of
Kıraça Group. Kıraça Group is under the directorship of
HABERLER / NEWS
İpek Kıraç who is the daughter of Suna and İnan Kıraç.
Sirena Marine is Türkey’s first mass production sailing
boat manufacturer. Euphoria 54 is a boat focusing on top
segment with its luxury performance, made its’ world
launching. The designer of the boat is worldwide known
designer Germán Frers.
Azuree is Sirena Marine’s first sailing boat mass production. Also the brand met with the visitors with its all product range in other both at the expo.
The worldwide known motor yacht brand Azimut, also
exhibit the boat which manufactured outside of Italy.
Magellano 43 manufactured by Sirena Marine at their
Orhangazi Factory in Bursa. The other boats in exhibit
were Azimut 64 and Magellano 53. That was the Magellano 53’s first exhibition in Türkiye.
Tebrikleri Hak Eden Aile Teknesi
Fuarda ödüllü teknelerini sergileyen Tezmarin, distribütörü olduğu
Beneteau, Lagoon, Monte Carlo Yachts, CNB, Pirelli ve Technohull markaların toplamda 80 adedi bulan ürünlerini 4 ayrı stant
alanında yaklaşık 50 personeli ile fuar ziyaretçilerine tanıttı. 6 adet
yelkenli, 8 adet motorlu, 1 adet 70 feetlik motoryat, 4 adet dıştan
takma ve 3 adet ribs ile fuarda gövde gösterisi yapan Tezmarin’in
fuar alanına taşıdığı teknelerin en büyüğü 21,5 m ile MCY 70.
Beneteau Oceanis 38, en prestijli ödül organizasyonu olan
Avrupa’da Yılın Yelkenlisi Ödülleri’nde, “Aile Gezi Teknesi”
kategorisinin birincisi olmuştu. Oceanis 38 Daysailer, Weekender
ve Cruiser olmak üzere 3 ayrı versiyona sahip bir tekne. Modern
Oceanis serisinin en küçük boyu Oceanis 38 gövde yapısı, kokpitteki geniş yaşam alanı ve modern çizgileri ile Oceanis serisinin
tüm özelliklerini barındırıyor. Tekne, lego parçalarıyla oynar gibi
modüler bir yapıya sahip ve zamanla değişen ihtiyaçlara cevap
verebilir nitelikte.
Family Boat which Deserves the Congratulations
Tezmarin exhibit the boat which is an award winning.
Tezmarin is the distributor of Beneteau, Lagoon, Monte
Carlo Yachts, CNB, Pirelli and Technohull. In total, 80
different products exhibit to the visitors in four different
booth areas with the 50 Tezmarin personnel. Tezmarin
showed of strength at the fair with; 6 sailing boats, 8 motor driven, one 70 feet long motor yacht, 4 of stern drive
and with 3 ribs. Tezmarin’s biggest boat in the expo was
MCY 70 with the length of 21,5 meters.
Considered to be the “Nautical Industry’s Oscar” the
European Yacht of the Year, Beneteau Oceanis 38 won
the ‘Family Cruiser’ award. Oceanis 38 has three diffrent
versions; Daysailer, Weekender and Cruiser. Oceanis 38 is
the undersized in the Modern Oceanis series. Its structure, extensiveness of cockpits’ living area and modern
style reserves as in Oceanis series. The boat has a structure like a lego and can be developed under the circumstances of your needs in time.
Oceanis 38 gövde yapısı,
kokpitteki geniş yaşam
alanı ve modern çizgileri
ile Oceanis serisinin tüm
özelliklerini barındırıyor.
Oceanis 38... Its structure,
extensiveness of cockpits’
living area and modern
style reserves as in
Oceanis series.
SÖYLEŞİ / INTERVIEW
Denizin Tatlı Cadıları
Sweet Witches Of The Sea
Mart sayısını hazırlarken, 8 Mart Kadınlar Günü’ne özel ne
yapabiliriz sorusu akılımızda uçuşurken, The Marmara BAYK Kış
Trofesi’nde yarışan Zagun isimli teknenin ekibi bir anda dikkatimizi
çekti... Zagun teknesinin, tamamı kadınlardan oluşan ekibi, tam
da aradığımız, Kadınlar Günü’ne yakışan röportaj olacaktı. Trofenin
ikinci ayağı için Milta Bodrum Marina’ya gelen ekiple tanışıp, yarış
öncesinde sohbet ediyoruz.
Teknenin Skipper’ı olan Yasemin Akyıl, oldukça mütevazı bir yaklaşımla, “Teknenin kaptanlığını yapıyorum ama oldukça demokratik
bir sistem var teknede. Tüm kararları arkadaşlarımla konuşup
alıyoruz. Tabii ki yarışla ilgili kararlarda ben daha çok devredeyim.
Egosuz bir tekne bizimki.” diyerek konuşmaya başlıyor. 1994 yılın-
While we were preparing our magazine’s March issue,
we were thinking what we can do about Women’s Day at
8th of March and all of a sudden the ZAGUN team who
are going to race at The Marmara BAYK Winter Trophy
drown our attention. Zagun Sailing Boat’s team was team
that we exactly want to interview with for the Women’s
Day. Before the race, team arrived to Milta Bodrum
Marina and we had a chance to meet and interview with
them.
Yasemin Akyıl who is the Skipper of the boat says that;”
I am the Captain of the boat but the system in our boat
is very much democratic. We are making decisions all
together, but mainly I am the one who is in charge of
dan bu yana yelken sporuna emek veren Akyıl, Milli Takım’da yer
alarak yurt dışında da ülkemizi başarıyla temsil etmiş bir Yelken
Antrenörü, RYA Yachtmaster Yelken ve Yatçılık Eğitmeni…
Aynı teknede, erkek egemen bir spora meydan okuyan, 7 kişilik bu
neşeli ekip, dördü Ankara, ikisi İstanbul ve biri de İzmir’den gelen
kadınlardan oluşuyor. Her biri ya özel şirketlerde, ya da kendi
şirketlerinde yöneticilik yapıyor. Dolayısıyla, sadece denizde değil,
karada sürdürdükleri iş yaşantılarında da erkeklere adeta meydan
okuyorlar.
İlk akla gelen, 7 kadının aynı tekne içerisinde nasıl zaman geçirdiği
oluyor. Acaba teknede kıskançlıklar, bağrışmalar, panik ortamı mı
var? Tekneye binilir binilmez, hemen müzik tesisatını kuruyorlar.
Cep telefonundan yanlarında taşıdıkları küçük hoparlörleriyle tekne
iç müzik yayınına başlıyorlar. Etraf derlenip toparlanıyor, yarışa hazırlık yapılıyor. Çantadan çıkarılan balon, el birliğiyle yeniden katlanıp, yarışa hazır hale getiriliyor. Tam bir düzen ve titizlik hâkim…
“Sea Witches” yazan tişörtlerini sorduğumda, Tuba Gencer’den
aldığım cevap da oldukça anlamlı. “Deniz Cadıları ismi bizim 4 yıl
önce oluşturduğumuz bir fikirdi. Sadece kadınlardan oluşan bir
taking decisions for the race. We are a team without an
ego. “Miss Akyıl is a Sailing Trainer, RYA Yacht master
Sailing and Yachting Instructor, and she is sailing since
the year of 1994. Also she represents our country with
national team at overseas.
The team of 7 ladies; four of them are from Ankara, two
of them are from İstanbul and one of them is from İzmir,
are challenging to the sport which male dominant. Each of
them is the executives of the companies they are working
for. For that reason they are not only challenging men at
the sea but also at the land.
The first question comes up in our minds is;”How 7
women can spend their days in a boat?” Is there any
jealousy, screaming or panicking? When they aboard, the
first thing that they do is to set up the music system. The
cell phone connects to their little loudspeakers. They are
tiding up the boat and begin to clear up the boat for the
race. Sea-balloon gets out from the bag and all together
they are preparing it for the race. Exact layout and rigor
SÖYLEŞİ / INTERVIEW
SÖYLEŞİ / INTERVIEW
Kadın, her zaman, her yerde kadınlık özelliklerini sergiliyor.Gerek mücadeleci yapılarıyla, gerek titizlikleriyle,
gerekse ojeleriyle.
Women are always women under any circumstances,
with their crusader souls, rigor and nail polishes.
ekip kuralım istiyorduk. Erkeklerle yarıştığınızda, size çok önemli
olmayan görevleri veriyorlar. Hatta çoğu zaman sadece trapeze
çıkıyorsunuz ve aslında hiç bir şey öğrenemiyorsunuz. Kıyıda köşede kalmış bir süs gibi oluyorsunuz. O nedenle biz de kendimize
Sea Witches adını vererek, yelkene gönül vermiş kadınları bir
araya getirdiğimiz bir topluluk oluşturduk. Aslında “cadılık” kadın
olduğumuz için kullanılan bir ifade değil. İnanışa göre, denizciler
rüzgâr için veya işlerinin rast gitmesi için cadı olarak adlandırılan
kadınların yaptıkları ve denizde kendilerini koruduklarına inandıkları mendilleri, iplerle yapılmış düğümleri satın alırlarmış. Biz de
bundan esinlenerek, kendimize bu ismi verdik. Yelken yapan tüm
kadınları birer deniz cadısı olarak düşünüyoruz.” diyor. Cümlesi
biter bitmez hep bir ağızdan, “Bizim cadılığımız, tatlı cadı.” diyerek
gülüşüyorlar.
Teknede cadılık yok, ego yok, erkek yok. Tek başlarına yedi
mücadeleci kadın, aslında kendileri için de oldukça büyük olan
bu teknede hem yarışıyorlar, hem de aslında gönülden bağlı
oldukları yelken sporunu daha iyi öğrenmek için çalışıyorlar. Kendi
dominates the boat… When I asked them about their “Sea
Witches” written t-shirts, the answer that Tuba Gencer
gives is really meaningful. “The name of “Sea Witches”
was created by us four years ago. We wanted to gather a
team which only involves women. When you are racing
with the men, they are giving you duties which are not
important. All the time the only thing that you do is to
climb to trapeze and actually you learn nothing about
sailing. You became an ornament baby of the boat. That’s
why we gathered a group of women together who devotes
their life on sailing under the name of Sea Witches. The
word that we are using “Witch” is not just because we are
women. As an ancient belief, the sailors buy the handkerchiefs or the knots made by ropes to help them about
the wind or prosper at the sea from the women known as
witches. That’s the reason we called ourselves Sea Witches. We are seeing all women who are sailing as witches.”
As soon as the sentence finishes they’re all yelling “Our
witchcraft is a sweet one.”
At the boat there is no witchcraft, no ego, and no man.
Those seven combatant women, lives and races in a boat
that is too big for them. And they are trying to learn the
sailing sport as much as they can. They can talk about
changing the crane arm or a conversation which only
contains sailing terms. When we asked them about the
differences between the men and women teams they states
that; in our boat we never curse. We are handling things
with soft words. By the way we don’t have any ego. We are
a team of peace and consistent.”
When we asked them about their allegation at the races,
they are stating that they have none and include that;”this
year is a training for us. Our boat is pretty much big. But
for the next year we are going to change our boat and we
want to make our first step as assertive.” The seven brave
women renewal their records in every race and try to get
AYNI TEKNEDE, ERKEK EGEMEN BİR SPORA MEYDAN OKUYAN 7 KİŞİLİK BU NEŞELİ EKİP, DÖRDÜ
ANKARA, İKİSİ İSTANBUL VE BİRİ DE İZMİR’DEN GELEN KADINLARDAN OLUŞUYOR.
The team of 7 ladies; four of them are from Ankara, two of them are from İstanbul and one of
them is from İzmir, are challenging to the sport which male dominant.
56 • Milta Bodrum Marina • 2014
aralarında yelken vinç kolunu değiştirmekten söz edip, tamamı
denizcilik terimlerinden oluşan cümleler de kurabiliyorlar. Onlara
erkek takımı ve kadın takımı arasındaki farklar sorulduğunda,
“Bizim teknede asla küfür edilmez. Her şey tatlı dille, güzel sözle
halledilir. Zaten egomuz da yok. Sakin, huzurlu ve uyumlu bir
ekibiz.“ diyorlar.
Yarışlarda ne kadar iddialılar diye sorunca oldukça sakin şekilde
bu sene için bir iddialarının olmadığını söyleyip ekliyorlar. “Bu sene
bizim için bir antrenman niteliğinde. Teknemiz oldukça büyük.
Ama önümüzdeki yıl tekneyi değiştirerek iddialı bir ekip olmaya
ilk adımı atacağız.” Her yarışta kendi rekorlarını yenileyen 7 cesur
kadın, bir yandan da rakip takımları tanıyıp önümüzdeki yıla daha
da hazırlandıklarını belirtiyorlar.
Ayşegül Küçükgöçmen, 2004 yılında başladığı yelkene, bir süre
ara verse de geri döndüğü için çok mutlu olduğunu ifade ediyor.
“Her şeyden önce yelken, severek yapılması gereken bir spor.
Oldukça zorlukları var. Çok güç harcanan, her türlü hava koşuluna göğüs germeniz gereken bir spor. Ama insana kattıkları da
anlatmakla bitmez.” diyor.
Sadece yarışlar değil, yarış dışı geziler de yapıyorlarmış. Buralarda
da ilginç anıları olduğundan bahsediyorlar. “Yelken yapan kadınlar
bir araya gelip, geçen yaz Gümüşlük’ten yola çıkarak, Leros’a,
oradan da Kalymnos’a geçtik. Deli gibi bir hava vardı. 40 knot
havayla yol aldık. Sonrasında demir taradı vs. Yandaki tekneyi
açmaza almak için halat bağlıyoruz, derken bir Hollandalı geldi,
teknenin erkeğini arar gibi, “Siz yalnız mısınız?” diye sordu. Aslına
bakarsanız bütün dünyada erkek sporu veya hobisi olarak görülen
to know their opponents much better till the next year.
Ayşegül Küçükgöçmen says that she started racing at
2004, afterwards she gave a little break and now she is so
happy to return sailing again. She says that;”First of all
sailing is a sport which you should do by fondly. There
are so many difficulties. You have to effort an extreme
power and cope with bad weather conditions. But the
benefits that you are gaining are limitless.”
They are not gathering around only for races but also
for trips. They are saying that they had some interesting
moments. They are sharing one of their memories with
us;”As women who are sailing we came together and
start sailing from Gümüşlük to Leros, and then we pass
to Kalymnos. The weather was so bad. We had to sail with
40 knots. And then the anchor drags… We were trying to
hawser the boat. All of a sudden a Dutch gentleman shows
up, and trying to find out the man of the boat, he asked
“Are you alone?” Sailing sport is known as men’s sport
and hobby all around the world, but we are thinking that
we take our place as women. If you ask “Isn’t it difficult?”
the answer will be” it is.” On boat everything depends on
power but we are handling quite well.
The difficulties that they are facing are not only about
power. Also when they want to hire a boat, another type of
difficulties comes up. The rental companies are not relying
on women and rent the boat to them. At this point they are
saying that;”Most of the men who sailed for about only a
Teknede cadılık yok,
ego yok, erkek yok. Tek
başlarına yedi mücadeleci kadın, aslında
kendileri için de oldukça
büyük olan bu teknede
hem yarışıyorlar, hem de
aslında gönülden bağlı
oldukları yelken sporunu
daha iyi öğrenmek için
çalışıyorlar.
At the boat there is
no witchcraft, no ego,
and no man. Those
seven combatant
women, lives and
races in a boat that
is too big for them.
And they are trying
to learn the sailing
sport as much as they
can.
2014 • Milta Bodrum Marina • 57
SÖYLEŞİ / INTERVIEW
yelkencilikte, biz de kadınlar olarak yerimizi aldık. Ama gerçekten
zor olmuyor mu? derseniz, oluyor. Sonuçta birçok şey güce dayalı
ama üstesinden de geliyoruz.”
Ne de olsa; ellerinin hamuruyla erkek işine karışmışlardı. Yaşadıkları zorluklar sadece güçle sınırlı değil. Tekne kiralamak istediklerinde de sorunlar yaşıyorlar. Kiralama şirketleri, güvenip de sadece
kadınlara tekne kiralamıyorlarmış. Bu noktada tepkilerini de dile
getiriyorlar. “Bir sürü erkek, 1 sene yelken yaptıktan sonra, neyi
yapıp yapamadığına bakılmaksızın, deneyimi sorgulanmaksızın,
parasını verip istediği tekneyi kiralayabiliyor. Bu ne kadar doğru?”
gibi bir soruyu da iletmeden edemiyorum.
Yedeklerle toplam 9 kişiden oluşan, genelde ise 7 kadın olarak
yarışan Zagun teknesinde en büyük kadınsal kaygıyı şöyle dile
getiriyor Arzu Yıldırım; “Bizim sadece oje kaygımız var. Ne saç, ne
kıyafet, ne de çanta önemli bizim için. Biz yarışa hazırlanmak için
ojelerimizi sürüyoruz. Kendimizi iyi hissetmenin motivasyonumuzu
daha da yükselttiği aşikâr. Ben mesela asla kırmızı ojelerimden vaz
geçmem. Bana güç veriyorlar.”
Önemli olan yelken yapıp yapmadıkları değil. Önemli olan, başka
kadınların da bu mücadele ruhuna imrenip, farklı dallarda, farklı
başarılara imza atmalarının önünü açmak için gösterdikleri örnek
çaba. Bu arada değinmeden edemeyeceğim. Teknenin tek erkeği,
Beagle cinsi 4 aylık köpekleri Happy. Skipper, Yasemin Akyel’in
sadık dostu, teknenin de maskotu.
PRUVANIZ NETA, RÜZGARINIZ KOLAYINA OLSUN!
year, can rent a boat without questioning any experience;
they pay for the boat and rent it. How fair is that?”
With the refills the team includes 9 ladies but usually they
are sailing as 7 ladies with the sailing boat named Zagun.
Arzu Yıldırım states that their biggest concern is;”We
only have a nail polish apprehension. Not the hair, not the
outfit nor the handbag is important for us. While we are
preparing for race we put on our nail polishes. To be feeling good is our biggest motivation. For example myself, I
can never give up from my red nail polishes. They give me
strength.
Women are always women under any circumstances, with
their crusader souls, rigor and nail polishes. The important thing is not whether
they can sail or not. The
important thing is; they
are showing other women
that they can achieve
everything. By the way
I want to mention that
the only man aboard is
“Happy” who is a Beagle
of 4 months. He is Yasemin Akyel’s buddy and
boat’s mascot.
FAIR WINDS AND
FOLLOWING SEAS!
The Marmara Bayk
Kış Trofesi’nde Yeni Bir
Mücadele Başladı
A New Tackle Started at
The Marmara Bayk
Winter Trophy
HABERLER / NEWS
Bodrum’da 2014 yılı yat yarışlarına The Marmara BAYK Kış
Trofesi’nin ilk ayağı ile start verildi. The Marmara BAYK Kış Trofesi,
gördüğü büyük ilgi nedeniyle çoktandır “yerel” bir etkinlik olmaktan
uzaklaşıp ulusal özellik kazanmanın gururunu yaşıyor. Marmaris
ve Ankaralı yelkencilerin yanı sıra İstanbul’daki skipper’ların büyük
bölümü de yarış nedeniyle Bodrum’a akın ettiler.
The Marmara-Bayk Kış Trofesi I. Ayak Yarışı’nda, IRC A ve IRC B
Sınıfları, ilk gün, Kıstak adasını iskelede, Tavşanburnu şamandırasını ise sancakta bırakarak, 17 millik Bodrum-Bodrum offshore
rotasını 9-12 knot esen rüzgârla tamamladı. İkinci gün ise IRC A
ve IRC B Sınıfları 9-15 knot esen rüzgârla şamandıra rotada yarışı
tamamladı.
400’e yakın sporcunun yarıştığı l. Ayak yarışlarının ödülleri 8
Şubat’ta Bodrum Marina Yacht Club ’de düzenlenen ödül töreniyle
sahiplerini buldu. Ödüller Bayk Komodoru Ömer Karacalar, Teb
Özel Bankacılık Pazarlama Müdürü Hayri Telekoğlu, Teb Özel Bankacılık Danışmalık Hizmetleri Müdürü Orhan Kaya, The Marmara
Bodrum Müdürü Onur İslam ve Başhakem Rıza Bayrı tarafından
verildi.
Kıran Kırana Mücadele
Toplam 52 teknenin yarıştığı The Marmara BAYK Kış Trofesi’nde ikinci ayak
“bol hasarlı” tamamlandı. İlk gün Alvimedica 2, balon mandarı kopunca yarıştan
çekildi, ancak ikinci gün mücadele kıran kırana geçti.
A Pitched Battle
The second leg race of The Marmara Bayk Winter Trophy had “lots of damages”. First day the
boat named Alvimedica 2, scratched when the
balloon halyard breaks off, but at the second day
the race was a pitched battle.
Bodrum welcomed the year 2014 with The Marmara
Bayk Winter Trophy’s first leg start. The Marmara Bayk
Trophy became more than a “local” race because of the attention it attracts and proud to be gained national characteristics. Not only the sailors from Ankara and Marmaris,
but also most of the skippers from İzmir attended the race
at Bodrum.
The Marmara Bayk Winter Trophy’s first leg course for
IRC A and IRC B classifications; first day as Kıstak Island
aport, Tavşanburnu ballcock starboard, boats finished the
17 miles Bodrum-Bodrum offshore route with a 9 to 12
knot wind. For the second day IRC A and IRC B classifications finished the raced with 9 to 15 knot wind with the
route of starboard.
For about 400 racers attended to the race. On the 8th
of February the award ceremony took place at Marina
Yacht Club. The awards had been given to the winners by
Bayk Commodore Ömer Karacalar, TEB Private Banking
Marketing Manager Hayri Telekoğlu, TEB Private Banking Consultancy Manager Orhan Kaya, The Marmara
Bodrum Hotel Manager Onur İslam and Chief Referee
Rıza Bayrı.
HABERLER / NEWS
HABERLER / NEWS
The Marmara Bayk Kış Trofesi
1.Ayak Sonuçlar
The Marmara Bayk Winter Trophy
I. Leg’s Results
IRC A 1
1.TEB ÖZEL FARR A WAY-LEVENT ÖZONUR
2.PROTEL MATMAZEL -TOKA YELKEN
3.FARFARA TEKNESİ ERHAN UZUN
IRC A 2
1.ANYWAY -BORA TURAN-ORHAN TÜKER
2.OAKLEY MATADOR -CÜNEYT BÜYÜKUÇAK
3.DEFİNE -YÜCEL ÖZBEK
IRC A 3
1.FORTUNA -KAAN SUBAŞI
2.EXIT- EMRE DERMAN
3.DYO MARİNE/ARES -AKIN AKBALIK
IRC B 1
1.LADY DENİZ-OSMAN YİĞİT
2.AURORA FIRST-ÖMER DİRİM
3.DELFINIUS- ÇAĞRI ALKAYA
IRC B 2
1.MİHO -MURAT OKAY
2.ARVENTO ARSIZ- HASAN SEL
3.MİRA/ION YACHTING -LEMİ HALUK ÖCAL
Iı. Ayak Yarışlarında Kıran Kırana Mücadele
The Marmara ve TEB Özel Bankacılık sponsorluğunda Bodrum
Açıkdeniz Yelken Kulübü (BAYK) tarafından düzenlenen The Marmara BAYK Kış Trofesi, II.Ayak yarışları ise 9 Şubat’ta tamamlandı.
The Marmara-Bayk Kış trofesi II. Ayak yarışında, IRC A Sınıfları ilk
gün, Orak Adasını iskelede, Tavşanburnu şamandırasını ise sancakta bırakarak, 19 millik Bodrum-Bodrum offshore rotada, IRC B
Sınıfları ise Kıstak adasını iskelede, Tavşanburnu şamandırasını ise
sancakta bırakarak 17 millik Bodrum-Bodrum offshore rotada 8
knot esen rüzgârla yarışı tamamladı. İkinci gün ise IRC A sınıfları 4
tur orsa-pupa rotada, IRC B sınıfları ise 3 tur orsa-pupa şamandıra
rotada yarışı tamamladı.
Toplam 52 teknenin yarıştığı The Marmara BAYK Kış Trofesi’nde
ikinci ayak “bol hasarlı” tamamlandı. İlk gün Alvimedica 2, balon
mandarı kopunca yarıştan çekildi, ancak ikinci gün mücadele kıran
kırana geçti. İlk yarışta 9 knot’lık güneyli rüzgarın yönü Pazar günü
de aynı olmakla beraber 17-18 knot’a kadar yükseldi. Sağanaklarda 21-22 knot’ın görüldüğü kaba dalgalı parkurda ekiplerdeki hırs
ve heyecan doruktaydı.
TEB Özel-Farr Away, fodepar olacağını anlayıp kafasını açarak
A Pitched Battle At 2Nd Leg Race
With the organization of Bodrum Offshore Sailing Club
(BAYK), The Marmara Bayk Winter Trophy’s II. leg
races completed at 9th of February with the sponsorship
of The Marmara Hotel and TEB Private Banking. At
The Marmara Bayk Winter Trophy’s II. Leg races; IRC
A classifications raced first day as; Orak Island aport,
Tavşanburnu buoy starboard with the length of 19 miles
Bodrum-Bodrum offshore route, IRC B classification raced
Kıstak Island aport, Tavşanburnu buoy starboard with
r-the length of 17 miles Bodrum-Bodrum offshore. Both
classifications raced with 8 knot wind. On the second
day IRC A classifications toured 4 times boom-guy tackle
route, IRC B classifications toured 3 times boom-guy
tackle starboard and completed the races.
The second leg race of The Marmara Bayk Winter Trophy
had “lots of damages”. First day the boat named Alvimedica 2, scratched when the balloon halyard breaks off, but
at the second day the race was a pitched battle. At the first
race south wind was about 9 knots, on Sunday the wind
Marmaris ve Ankaralı yelkencilerin yanı sıra İstanbul’daki skipper’ların büyük bölümü de yarış nedeniyle Bodrum’a akın ettiler.
Not only the sailors from Ankara and Marmaris, but also
most of the skippers from İzmir attended the race at Bodrum.
kendini hattın gerisine atmak isterken, IRC A-3’ten Armador’a
sancak kıç omuzluğundan çarptı. Bordası delinen Armador, su
almaya başlayınca, Bodrum Deniz Kurtarma botları gözetiminde
Ağanlar Tersanesi’ne götürülerek karaya alındı. Darbeyi kafadan
alınca baş istralyası kopan TEB Özel-Farr Away ise marinaya döndü. II. Ayak yarışlarının ödülleri ise 1 Mart tarihinde yine Marina
Yacht Club’da düzenlenen törenle sahiplerine verildi.
gone up to 17 to 19 knots. At the gust the wind blew up
to 21 to 22 knot. At that wavy race course, the team’s passions and thrills was worth to be seen.
When TEB PRIVATE- Farr Away team realized that they
are going to be fedopar, they tried to bow open to stay
away from the line but they hit Armador’s quarter from
IRC A-3. When the broadside of the Armador was pierced
with collision force, boat began to take water. Under the
supervising of Bodrum Marine Rescue boat, Armador
taken to Ağanlar Shipyard and taken to the dry dock area.
When the main tackle of TEB Private- Farr Away broke
away because of the collision force, boat returned to the
marina. The winners received their awards at 1st of March
with the award ceremony which take place at Marina
Yacht Club.
HABERLER / NEWS
Yarış... Eğlen... Ve Kazan! / Race... Fun... And Win!
400’e yakın sporcunun yarıştığı l. Ayak yarışlarının ödülleri Bodrum Marina Yacht Club’da düzenlenen
törenle sahiplerini buldu. Ödüller BAYK Komodoru Ömer Karacalar, TEB Özel Bankacılık Pazarlama
Müdürü Hayri Telekoğlu, TEB Özel Bankacılık Danışmalık Hizmetleri Müdürü Orhan Kaya, The Marmara Bodrum Müdürü Onur İslam ve Başhakem Rıza Bayrı tarafından verildi.
The Marmara Bayk Kış Trofesi
Iı. Ayak Sonuçlar
For about 400 racers attended to the race. The award ceremony took place at Marina Yacht Club.
The awards had been given to the winners by BAYK Commodore Ömer Karacalar, TEB Private
Banking Marketing Manager Hayri Telekoğlu, TEB Private Banking Consultancy Manager
Orhan Kaya, The Marmara Bodrum Hotel Manager Onur İslam and Chief Referee Rıza Bayrı.
The Marmara Bayk Winter Trophy
2. Leg’s Results
IRC A 1
1.FLYING BOX/ LEMON ARKAS- ALİ AZRET MAMÇU
2.PROTE/ MATMAZEL- TOKA YELKEN EKİBİ
3.BOREAS/ İZMİR SAILING ACADEMY –KAAN
ÖZGÖNENÇ
IRC A 2
1.ANYWAY- BORA TURAN/ORHAN TÜKER
2.DEFİNE-YÜCEL ÖZBEK
3.TRUVA -ATTİLA YENER
IRC A 3
1.FORTUNA 2-KAAN SUBAŞI
2.EXIT-EMRE DERMAN
3.YEDİÇERİLER-FEYYAZ ÜNAL
IRC B 1
1.AURORA FIRST -ÖMER DİRİM
2.LADY DENİZ-OSMAN YİĞİT
3.DELFINIUS-ÇAĞRI ALKAYA
IRC B 2
1.ICEBERK/ ICE YACHTING-MEHMET ŞÜKRÜ YILMAZ
2.MİHO- MURAT OKAY
3.ARYA-ALİ NASMAN
Bodrum Deniz Kurtarma’ya Tam Not
Boyu iki metreye ulaşan dalgalarla boğuşup sürekli parkurun bir ucundan diğerine koşturan, hasarlı teknelere yardıma giden, denize düşenleri kurtararak
kıyıya taşıyan Bodrum Deniz Kurtarma, The Marmara BAYK Kış Trofesi’nde
yine formunun zirvesindeydi.
Bodrum Marine Rescue Gets Full Marks
Bodrum Marine Rescue was a prime once again at The Marmara
Bayk Winter Trophy. The team struggle with the waves which were
about 2 meters long during the race. They helped to the damaged
boats and rescue the people who fell into the sea during the race.
PORTRE/ PORTRAIT
Tuncel
Kurtiz
“Mezarıma iki şişe şarap, sevdiğim filmlerimi
ve bitiremediğim kitaplarımı koysunlar”
“To my grave put two bottles of
wine, my favorite movies and my
books that I couldn’t finish”
Oyunculuk nedir ki? Öğretilir mi? Bir metot mudur, yoksa bir
duygu mu? Okuduğun bir kitap mıdır, yaşadığın hayat mı? Coğrafyan mıdır, kimyan mı? Bedreddin’in dediği gibi, ‘Her insan bir
kâinattır. Her insanda milyarlarca yıldız vardır, fakat gizlidir. İnsan
onu ancak kendisi bulup çıkarabilir.’ Bu sözlerle anlatıyordu 50 yılı
aşan oyunculuk deneyimini Tuncel Kurtiz… 77 yaşında aramızdan
ayrıldı. Zamansız, telaşlı bir vedaydı O’nunki… Sahneye, perdeye
ve alkışa o kadar yakışıyordu ki, gidişiyle milyonları üzdü.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı
Bölümü’nü bitiren Kurtiz’in tiyatro yılları, 1959’da Dormen Tiyatrosuyla başladı. 1960’lı yıllarda Yılmaz Güney ile kurduğu dostluk,
usta oyuncuyu sinema ile buluşturdu. Çocuksu bakışları, muzip
gülümseyişlerinin ardındaki derinliği, bilgeliği yansıttı perdeye…
What is acting? Can it be teachable? Is it a method or is it
an emotion? Is it a book that you read or is it the life that
you’re living? Is it your geography or is it your chemistry? As Bedreddin said; ‘Each person is a universe. In
each person there are billions of stars which are hidden.
Only that person can find them and make them come out.’
Those are the words that Tuncel Kurtiz describes himself
with…He died at the age of 77. The loss of him was untimely and his farewell was so hurried… He was matching
with stage, screen and clasps so much because of that the
loss of him makes millions sad.
Kurtiz graduated from İstanbul University’s English Culture and Literature department. His started to acting in
PORTRE/ PORTRAIT
Burçak Evren, Tuncel Kurtiz’in yaşam öyküsünü anlattığı kitabında
şu ifadeleri kullanıyor usta oyuncu için: “O’nun kişiliği ve ondan
güç alan eğitilmiş ve de eğitilmeye gerek duymayan yeteneği,
yönetmenler için adeta bir tsunami gibidir. Ne ondan kaçabilir, ne
de karşı koyabilirsiniz. Büyüklüğü, görünüşü ve hiçbir koşulda sınır
tanımayan o kendine özgü çocuksu ama gürleyen özgürlüğü ezer
geçer sizi… Siz mi onu yönetiyorsunuz, yoksa o mu sizi yönetiyor
bilinmez…”
‘Sürü’ filminin Hamo’su, ‘Umut’ filminin Cabbar’ı olarak tanınmaktan hoşlanırdı en çok… Günü kurtaran televizyon dizilerinin
popülist tiplemeleriyle anılmaktan haz etmezdi… Ne Ramiz Dayı
olmayı severdi, ne Cemal Ağa… Gerçekten değer verdiği filmlerle
anılmak istiyordu Kurtiz… Nitekim, Türk sinemasının ‘başyapıtı’ sayılan pek çok eserde emeğini koydu ortaya. Ama
en çok davudi sesi ve şiirleriyle, bir de literatürümüze
yerleştirdiği ‘Ramiz Dayı’ replikleriyle tanındı…
Oysa derin, anlamlı ve bir o kadar epik bir
yaşam hikâyesi vardı.
Tuncel Kurtiz’in sinema ile tanışıklığı 1964
yılında İlhan Engin’in yönettiği “Şeytanın
Uşakları” filmiyle başladı. Sonrası Yılmaz Güney’le yol arkadaşlığı… Yılmaz
Güney’in hem dostu, hem de filmlerinin
vazgeçilmez karakteriydi… O’nunla tanışıklığıysa 1957 yılına dek uzanıyordu.
Genç Tuncel, o sıralar Felsefe öğrencisi…
Elinde bir bavul kitapla turluyor kampüste…
İçinde James Joyce’tan tutun da
Faulkner’e, Cahit Sıtkı’ya,
Orhan Veli’ye kadar
tonlarca kitap var okunacak!.. Derslere zar
zor giriyor, o da canı
isterse!.. Çoğunlukla
okul kantininde
kitap okuyarak
vakit geçiren bir
aydın delikanlı…
Cep Tiyatrosu’na
gidiyor o sıralar
zaman zaman…
Yanında Metin
Serezli, Necdet
Ayberk, Doğan
Avşar… Bir
ara Yılmaz
Güney geliyor
tiyatroya, asistan
olarak... “Asabi bir çocuktu.
Komünistti. Ben de komünisttim. Ama komünizmin de ne
olduğunu bilmiyorduk” diye
anlatıyor Kurtiz ilk tanışmalarını…
PORTRE/ PORTRAIT
theater in 1959, at Dormen Theather. The friendship that
he made with Yılmaz Güney was in the years of 1960’s.
He reflected his childhood looks and his hoaxer smile to the
screen… Burçak Evren who wrote a book about Tuncel Kurtiz’s life, use those words to describe the master
player; “His personality and his talent which never needed
to be educate, was a tsunami for the directors. Neither you
can run from it nor you can stand in front of it. You can
overwhelmed by his greatness, his appearance and his one
of a kind limitless childish under any conditions and his
rumble freedom…You can never know if he is directing
you or you are directing him…”
In film “Flock”’s Hamo, in film “Hope”’s Cabbar was
the roles that he most like to recognize
with…He didn’t like to be known by
the TV series populist characters
which made for save the day…
Neither he like to play Ramiz Dayı
nor Cemal Ağa…He just wanted to
be known by the films that he mind
for…Thus, he worked at so many
movies which known as Turkish Film
Industry’s masterpiece. But he gained
recognition with his bass voice, his poetries and with Ramiz Dayı’s lines which
are passes to our literature… Though his
life story was deep, meaningful and an
epical one.
Tuncel Kurtiz’s acquaintance
started with cinema at year
of 1964 in the film of
“Devil’s Butlers”.
After, the companionship with Yılmaz
Güney…He was
Yılmaz Güney’s best
friend and also an
irrevocable character for his films…
Yılmaz Güney and
Tuncel Kurtiz first
met in 1957. In
that time young
Tuncel was a
philosophy student… With a
suitcase of books
he was touring
around in the
campus… In
that suitcase
there were varieties of books to
be read; writ-
Yılmaz bir köylü çocuğu… Tuncel ise dedesi ‘paşa’, babası
‘kaymakam’, dayısı ‘vekil’ olan bir yeni yetme!.. O sıralar kendisini
‘Kafka’ filan zannedermiş!.. Öylesi bir özgüven var anlayacağınız… Her iki genç de hikâyeler yazıyormuş o günlerde… Yılmaz
Güney işçilerin, köylülerin yaşamını satırlara döktürürken, bizim
Tuncel, Sait Faik misali martılarla konuşurmuş yazılarında…
Böyle başlıyor dostlukları… Sonrası hapis ve sürgün yılları… Ama
dostluk baki…
1965 yılında sinemada kesişiyor yolları bu kez. Her ne kadar
tiyatroyu sevse de biraz hatır gönül, biraz da maddi ihtiyaçlar
nedeniyle kamera karşısına geçiyor usta oyuncu… İçinden geldiği
gibi oynuyor, alışkanlık üzere…Senaryo hak getire!.. Stüdyoda,
çalakalem yazıyor Yılmaz Güney yüreğinden geldiği gibi… Kurtiz
de oynuyor, o koca yüreğinden estiği gibi!.. “Ben konservatuar
eğitimi filan almadım” diyor ünlü aktör: “La Strada’yı seyrettikten
sonra sabaha kadar dolaştım. Sinema hastasıydım. Tiyatro devam
ediyordu ama sinema oyunculuğunu bir türlü benimseyemiyordum. Ama ne zaman ki ‘Umut’ geldi… “Ben bu filmde oynamak
istiyorum” dedim. Askerdim o zaman. Yıldırım Aktuna benim arkadaşımdı. Deli olduğumu biliyordu zaten. Deli raporu verdi bana!..
Gittim, ‘Umut’ filmini çektik Yılmaz’la… Sonra Cannes’a götürdük.
Anlatmakla bitmez.”
Ne anlatmakla, ne de yazmakla biter böylesi bir yaşam öyküsü…
Cannes’da büyük beğeni toplayan ‘Umut’ filmini Türkiye’den yurt
dışına kaçırdıkları için dönemiyor memlekete usta oyuncu… İsveç
macerası işte öyle başlıyor. Tarih 12 Mart 1971…
Stockholm’de Gönenç Ertem (Kurtiz) ile evlenen ünlü sanatçı,
Türkiye’de darbe döneminde kapısına kilit vurulan ‘Halk Oyuncuları’ adlı tiyatro topluluğunu bu kez İsveç’te kuruyor… Kimi kelimelerle, kimi notalarla anlatır ya duygularını… Kimileriyse Tuncel
Kurtiz gibi sahnenin tozunu yutarak özümseyebilir ancak yaşamı…
İşte bu aşk, İsveç’de bambaşka deneyimlere yelken açmasına yol
açtı ünlü oyuncunun… Seneler sonra Türkiye’ye döndüğünde,
Stockholm’de tanıştığı Konyalı Hasan Gül’ün hayat hikâyesini
oynayacaktı. “Gül Hasan” filmi 1981 yılında Antalya Altın Portakal
Film Festivali’nde “En İyi Senaryo” ödülünü getirecekti Kurtiz’e…
Kurtiz’in İsveç’te geçirdiği yıllara dair pek bilinmeyen bir başka
yönü ise; Nazım Hikmet’i anma gecelerinde okuduğu şiirlerdi.
Stockholm’de, buram buram memleket kokulu şiirlerle kâh hüznü,
kâh coşkuyu yaşatmıştı dinleyicilerine… Bu arada filmografisine
almaya bile gerek görmediği İsveç filmleri ve dizileri, uzun gurbet
yıllarında teselli oldu ünlü aktöre…
Son yıllarda televizyon dizilerinde aldığı rollerle, sinemaya ‘vakit
geçirmek’ kaygısından öte yaklaşmayan kesimlerin bile aşina
olduğu bir görüntü, daha da ötesi bir ‘ses’ti O… Muhteşem Yüzyıl
dizisinde Ebu Suud Efendi, Ezel adlı dizide ise Ramiz Dayı (Karaeski) rolleriyle belleklere silinmemecesine kazındı…
Filmografisinde salt Yeşilçam yoktu Kurtiz’in, Peter Brook’un
Mahabharata’sında,Jack Hunter and the Lost Treasure of
Ugarit’te, İtalyan yapımı A Cavallo Della Tigre’de ve Fransız Vive La
Mariéet’de oyunculuğuyla göz dolduran bir isimdi. Hele ödüller…
‘Yaşamın Kıyısında, Şellale, Akrebin Yolculuğu’… Ama aklında
hep Şeyh Bedreddin vardı büyük oyuncunun… İlk, babasının eski
sandığında bulmuştu Nazım Hikmet’in Bedreddin Destanı’nı…
PORTRE/ PORTRAIT
PORTRE/ PORTRAIT
ten by James Joyce, Faulkner, Cahit Sıtkı, Orhan Veli…
He attended to classes if he wants to! He was a teenager
who spent his time in the canteen with reading his books.
From time to time he goes to the intimate theatre with
his friends like, Metin Serezli, Necdet Ayberk, Doğan
Avşar…A while later Yılmaz Güney showed up to the
theater as an assistant…”He was a short-tempered guy
and a communist. I was a communist too. But we didn’t
know what communism was.”That’s how Tuncel Kurtiz
tells their first acquainting with Yılmaz Güney... Yılmaz
was a peasant’s son…Tuncel’s grandfather was a “pasha”,
his father was a “district governor” and his uncle was
a “representative.” He was so self reliance that he was
thinking himself like ‘Kafka’! Both of them were writing
stories in that time… While Yılmaz Güney was writing
about villagers’ life’s, Kurtiz was talking with seagulls
like Sait Faik in his writings…That’s how their friendship
begun. Then the jail and exile years…But their friendship
never ended…
This time Tuncel Kurtiz crosses with Yılmaz Güney in the
year of 1956 at cinema industry. Kurtiz was a playgoer
but because of the others’ feelings and money need, master
player pose for the cameras…As a habit he acts as he likes.
Ignoring the film script! In studio Yılmaz Güney was
free translation as his heart tells him...And Kurtiz acting
as his big heart want him to be...He stated that; “I never
had a conservatoire education. After I watched La Strada,
I walked around till morning. I was addicted to cinema.
Theater acting was going on but somehow I couldn’t adopt
myself acting at cinema. When “Hope” script arrived…I
said I want to be in that movie.” I was a soldier in that
time. Yıldırım Aktuna was my friend. He already knew
that I was insane. He gave me a certificate of insanity! I
went to shoot the film “Hope” with Yılmaz. Then we present the film at Cannes. A soon as telling. “
You cannot finish a life story like this by telling or reading…The film acclaim in Cannes and just because Yılmaz
and Kurtiz carry out the film to Cannes they couldn’t
return to Türkiye… That’s how the Sweden journey began
for them. Date was March 12, 1971.
At Stockholm Kurtiz got married with Gönenç Ertem
( Kurtiz ) and he opened the gates of “Public Players”
theater which closed in Türkiye during the time of revolution, in Sweden. Some people can express their feeling
with words, some of them with musical notes…People like
Tuncel Kurtiz can express their feeling with considerable
stage experience…This love allowed Tuncel Kurtiz to sail
away to other experiences…He met with a man name of
Hasan Gül from Konya in Sweden. When he returned to
Türkiye, he was going to play his life in cinema. In 1981
“Rose Hasan” won the “Best Script” at Antalya Golden
Orange Film Festival….
Also in Sweden Kurtiz were reading Nazım Hikmet’s poets at the poetry nights. With the poetries filled with smell
O ritmi, perdeye yansıtmak istiyordu. “Benim hayalim” diyordu…
“Ben her gece bir film çekerim. Belki bunu çekemem ama uğraşacağım. Belki de çekerim. Daha yetmiş dört yaşındayım, henüz
gencim.” Gençti… Ama hayalini gerçeğe dönüştüremedi.
Bir röportajında “Nasıl hatırlanmak istersiniz?” sorusuna şöyle
yanıt veriyordu:
“Hiç umurumda değil, ne derlerse desinler… Bakın en çabuk
Türkiye’de gömerler ölüyü. Ben ölüme inanmıyorum. Belki bahar
ülkesine açılan kapıdır ölüm. Hepimiz bu kapıdan geçeceğiz. Nedir
ki bu dünya? Daha bunu yanıtlayamıyoruz ki, ölümün yok oluş
olduğunu nereden bileceğiz? Şamanların yaptığı gibi ölünce mezarıma iki şişe şarap, sevdiğim filmlerimi ve bitiremediğim kitaplarımı
koysunlar. O yolculukta onları bitireyim.”
of their country, Kurtiz made his audiences to felt sometimes sorrow and sometimes enthusiasm at Stockholm. At
those long exile days in Sweden, Kurtiz also played as an
actor in movies and TV series which he never putted to his
filmography.
In recent years, he was a well know image and a voice even
for those who goes to cinema just to spend their time…
In the TV series “Muhteşem Yüzyıl” he played Ebu Suud
Efendi, in “Ezel” he played Ramiz Dayı and with those
memorable scenes he earned himself a precious place in
our minds…
In his filmography there are not only Turkish movies,
but also Peter Brook’s Mahabharat, Jack Hunter and the
Lost Treasure of Urgait and in Italy A Cavallo Della
Tigre and in France Vive La Mariéet films. What about
his trophies…”The Edge of Heaven”, “Şellale”, Akrebin
Yolculuğu”… But he always wanted to play Sheik Bedreddin. The first time that he met with Nazım Hikmet’s Sheik
Bedreddin Saga was in his dad’s old trunk. He wanted to
reflect that rhythm to the screen. He said that;”It is my
dream”… “Every night I shoot a film. Maybe I cannot
shoot this one but I will try. Maybe I can do it. I am only
seventy-four years old, I am still young.”He was young…
but he couldn’t manage to make his dream come true.
In one of his interviews, the reporter asked him; “How
would you like to be remembered?”And the answer was;
“I don’t care, they can say whatever they want…Türkiye is really fast in burying the deaths. I don’t believe
in death. Maybe dying is a door which opens to a spring
garden. All of us are going to pass from that gate. What
is this world? Still we can’t explain this question, how
can we know that death is a vanishing? As Shamans
asked for, to my grave put two bottles of wine, my favorite
movies and my books that I couldn’t finish. So I can finish
them in that journey.”
GEZİ / TRAVEL
GEZİ / TRAVEL
Bodrum’un 20 Mil Doğusunda Bulunan Çökertme, Gökova’nın Güney Koylarına
Gitmeyi Düşünen Tekneler İçin İyi Bir Ara Duraktır
Çökertme Is Located 20 Miles East Of Bodrum And It Is A Good Spot For
Way Station To The Sailors Who Are Going To Gökova’s Southern Bays.
Çökertme
Gökova’ya yolu düşen teknelerin gidişte veya dönüşte soluklanmak üzere durduğu şirin bir koydur Çökertme. Bütün kış sessizce, yazın gelecek deniz sever misafirlerini düşler. Bodrum’un 20
mil doğusunda bulunan Çökertme, Gökova’nın güney koylarına
gitmeyi düşünen tekneler için iyi bir ara duraktır. Bodrum’a
dönüşteyse tatlı yorgunluğumuzu atmamız için elinden geleni
yapmaya çalışır. Bu güzel koy, mavi gezginlere iki seçenek sunar.
Koyun batısına demirleyip, kayalara koltuk aldınız mı, kendinize
özel bir cennet yaratıp gözlerden ırak dinlenirsiniz. Ya da koya
girer girmez (özellikle ilk defa geliyorsanız şaşırabilirsiniz) botların
üzerinde tonoz şamandırasıyla sizleri karşılayan sahildeki lokantaların yardımsever personeli belirir. Siz bunlardan birine karar
verip, manevranıza başladığınızda, bir müddet sonra teknede
tanımadığınız birini görürseniz şaşırmayın. Çökertme geleneklerinde teknenin tonozunu onlar alır. Bu seçenek, teknesine su ve
elektrik alıp akşam ne yemek yapmasam diye düşünen yatçılar
için iyi bir fırsattır. Dönüşte bu molanın önemi daha da artar
çünkü çöplerimiz birikmiş, vücudumuz tuzlanmış, (Su tasarrufu
çok önemli. Bu sebepten kavga bile çıkabilir. Hatırlayınız; duş
kullanımı…) ayaklar karayı özlemiştir.
Tekne turizminin revaçta olmadığı dönemlerde sadece burayı
bilen mavi yolculara mütevazı ev sahipliği yapan şirin koy, doğal
olarak yıllar içerisinde oldukça popüler bir duruma ulaşmış.
Bunun neticesinde daha çok mekân açılmış, açılan mekânlar
rekabet içerisine girmiş, eskinin geleneksel ve yöresel hizmeti
While sailing to Gökova, Çökertme is a bay which sailors can
have a rest during the departure or in return of their route. The
place waits for the sailors all winter long, for them to come back
at summer season. Çökertme is located 20 miles east of Bodrum
and it is a good spot for way station to the sailors who are going
to Gökova’s southern bays. Also on the way back to Bodrum
from Gökova, it is nice bay to relieve tiredness. This beautiful
bay proffers two options; you can anchor to the west side of
the bay and make it your own paradise by setting chairs on to
the rocks. The other option is; you can enter inside of the bay.
Inside of the bay, if you are there for the first time you can be
amazed,because the employees of the ashore restaurants are welcoming you with their own vault buoys. While you are making
your maneuver don’t be surprised if you see someone strange in
your boat, because in tradition of Çökertme vault has been taken
by them. This option is a good one for the sailor who thinks to
get water and electricity to the boat but not thinking to do any
supper. This is much more good opportunity for us while we
are returning to Bodrum. Because the garbage in our boat will
be pile up, our body will cover with salty water,( water saving
is really important that you can even argue about. Remember;
using the shower…) and our foot will miss the land.
At the time when boat tourism was not popular, this little cute
bay was only known by the blue voyagers, but over time, this
place become quite popular. As a result of this many other
places began to run business there. Because of the competition,
yerini şehir işletmeciliğine bırakmış. İşte bu sebepten, yukarıda
espriyle bahsettiğimiz tonoz kapmaca, ciddi boyutlara ulaşmış,
daha sonra gerekli müdahaleler sonucu bölgeler belirlenmiş,
nispeten sakinlik sağlanmış. Belki birçok yatçının haklı olarak
rotasından çıkardığı Çökertme, eski şirin günlerine dönmenin çabası içinde... Kardeşim Ahmet’in tavsiyesiyle yılların
alışkanlığını bırakıp, bağlandığımız Çökertme Restoran bize bu
izlenimi veren mekân… Özellikle iskelenin sağlamlığı ve tonoz
halatlarının yeni olması hemen dikkatimizi çekti. İskele teknelere
rahat bağlama imkânı verdiği gibi, aynı zamanda oldukça geniş
güneşlenme platformuna da sahip. Bu, teknenin prenseslerini
yakından ilgilendiren bir konu!
İskele ve tonoz halatlarındaki düzenin, karada da devam etmesi,
yatçılara hizmet verecek temiz, mütevazı yerleri görmek bizi
mutlu etti. Çünkü özellikle tekneyle gezenlerin bir iskeleye bağlandığında görmek istediği tablo bellidir: Temiz, doğal, güvenli bir
yer ve iyi hizmet...
Mekânın sahibi Hasan Bey uzun seneler yurt dışında kaldıktan
places put aside the old conventional and regional service and
begin to do business as city management. Because of that reason, as we mentioned with humor above that vault taken made
a serious consequences. With necessary interference, the areas
of the restaurants set by, that way a little more calmness gained
in the bay. Most probably some sailors taken out Çökertme from
their route, but this little bay is trying to return its old good
days… By the advice of my brother Ahmet, we break a habit and
belay our boat to a restaurant named Çökertme and this is the
place that makes us think that some of the things are changing...
The first think took our attention was port side’s stability and
vaults were brand new. To wharf the boat is so easy; also on the
other hand the sunbathing place is quite big. This is a topic that
the princess of the boats interested!
To see the layout of the port, vaults and the places that provide
clean and neat services at land also made us happy. Because
the picture of the sailors wants to see when they wharf, clean,
natural, safe and a good quality environment…
The owner of the restaurant Mr. Hasan lived in overseas for a
long time. When he came to Çökertme for a trip, he felt in love
GEZİ / TRAVEL
sonra gezmek için geldiği Çökertme’ye aşık olup, önce lokantanın arkasındaki butik oteli, sonra da sahildeki yeri alıp, hayalini
gerçekleştirmeye karar vermiş. Mekâna yaptığı yatırımların yasal
izinlerini alıp (özellikle iskele için), hem estetik hem de sağlamlık
konusunda titiz davranmış. Her uğradığımızda heyecanla sıraya
koyduğu projelerden bahsetmesini zevkle dinliyoruz. Sanırım iş
sadece para kazanmaktan ibaret değil. Amatör ruh şart… Projelerden bir tanesi; eğer telsiz ruhsatı alabilirse, şu tonoz sallama
işinden kurtulmak... Gerçekleşen projeleriyse; şarap evi ve fırın...
Yoğurt, tereyağı ve peynirleri kendileri üretiyor, balıklarıysa
kendileri tutup herkesin göreceği temiz mutfakta pişiriyorlar. Arka
taraftaki bostandaysa mevsiminde ne varsa o... Eğer tanrının
sevdiği kullardansanız, Hasan Bey’in çiğköftesi (ücretsiz olup,
herkese ikram edilir ama günü belli değil) piyangosu size çıkar.
Personel güler yüzlü (zaten herkes akraba), yardım sever,
bağlanmanıza yardımcı olan Mehmet’ten, servis yapan tüm
çalışanlara kadar herkes saygılı ve yardımsever... Yemek konusunda ısrar yok. Her şeyin fiyatını size bildiriyorlar. Sabahları 2
km uzaklıktaki Kayaönü Köyü’ne yürüyüş yapıp, döndüğünüzde
Şengül Hanım’ın yaptığı gözlemeler akıl karıştırır. Fazla yememek
lazım... Mutfak şefi Çağlar Usta’nın ızgara balıklarıysa tam
kıvamında pişiriliyor.
Mekân kışın da açık… Yolunuz düşerse şöminenin önünde güzel
vakit geçirilir.
Sabah güzel duygularla Çökertme ‘den ayrılırken, böyle
mekânların kalıcı olmasını ve uzun seneler deniz sevenlere
hizmet verip, çoğalmasını hayal ediyoruz.
Bu sayının yemek tarifi teknemizde çok kısa sürede hazırlanabilen Tavada Otlu Börek...
Yağmurların başlamasıyla çıkan ve yaza kadar devam otlar kış
için harika mezeler ve börekler için oldukça lezzetli malzemeler...
Cuma günü kurulan pazara erkenden gidip, bu nefis şeyleri
bulabilirsiniz.
GEZİ / TRAVEL
to this place. He says that; he first buy the boutique hotel back
of the restaurant then he owns the ashore and decided to make
his dream come true. He gets all the legal permissions (especially for the dock) for the place and stickles about solidness and
aesthetic of the place. We really enjoy listening to his projects
for the future when we visit him. I think everything is not about
earning money. The spirit of amateur is a must… One of his
project is, if he can get the radio authorization, he wants to stop
that vault thing…The projects that came to life is wine house
and bakery…
They are producing butter and chesses of their own. Also they
are fishing and cooking that fish in the kitchen where everybody
can see. At the orchard you can eat whatever you want that the
season offers you… If you are lucky enough, you can taste Mr.
Hasan’s çiğköfte. (Its free of charge and a treat for everyone, but
the day is unclear)
From Mehmet who is wharfing you, to all personnel are friendly
(everyone is related) and helpful. There is no insisting on
choosing what to eat; they are telling you the prices of the foods.
There is a village called Kayaönü from 2 km. away from the
restaurant. In the morning you can prefer to take a walk there
and when you come back the pancakes that Ms. Şengül made
can confuse your mind. Be careful not to eat a lot…Mr. Çağlar
is the chef and his grilled fishes are just so fine.
This place is also opens at winter…If you want to go there at
this time; you can spend a great day by the fireplace.
In the morning while we are sailing away, we dream of those
kind of places can remain and multiply.
This issues’ recipe is a roll which you can easily do it in your
boat; Herb Rolls in Frying pan…
With the beginning of the rainy days the herbs began to grow
and we can able to get them from everywhere in Bodrum. They
are quite delicious for appetizers and also for rolls for the winter… On Friday’s you can go to the local bazaar early and can
buy those herbs.
HERB ROLLS IN FRYING PAN
TAVADA OTLU BÖREK
Eğer tanrının sevdiği
kullardansanız, Hasan
Bey’in çiğköftesi
(ücretsiz olup, herkese
ikram edilir ama günü
belli değil) piyangosu
size çıkar.
If you are lucky
enough, you can
taste Mr. Hasan’s
çiğköfte. (Its free of
charge and a treat for
everyone, but the day
is unclear)
Malzemeler
Çeşitli otlar: Isırgan, körmen (köremen), kazyak (kazayağı), gelincik, arapsaçı ya da hepsinin karışık olarak satıldığı böreklik ot...
Kaşar loru
3 tane yufkadan 2 tava börek olur.
Zeytinyağı
Hazırlanışı
Yufkaları ortadan ikiye bölün. 6 adet yarım ay şeklinde yufkanız
olacak. Yufkayı açıp, içine az zeytinyağı gezdirin. Düz kısmına
yıkayıp doğradığınız otları, onun üstüne kaşar lorunu koyun ve rulo
yapın. Tavaya yuvarlak olacak şekilde dizin. Orta ateşte kızartıp,
bir tabak yardımıyla ters yüz edin (hamsi yapar gibi). Her iki tarafı
kızardığında, alıp kenara koyun ve 10 dakika dinlendirip, servis
edin. Çiğden pişen otlar hem sağlıklı hem de lezzetli...
Afiyet olsun…
Ingredients
Variety of herbs: nettle, broadleaf wild leak, lesser water
parsnip, poppy, baby’s tear or the mixed of herbs that the
farmers are selling for making rolls…
Kaşar loru (it’s kind of a ricotta but with yellow cheese
made of sheep’s milk)
From 3 filo pastry you can make 2 pan fry rolls
Olive oil
Preparation
Cut the filo pastry in to two from the centre. You will have
6 semi lunar shape filos. Sparkle a little bit of olive oil on
each of them. First add all the herbs and at the top of it add
the cheese and roll the filo. Put the filo rolls into the fry
pan with the shape that makes round. Begin to cook it at
the medium heat. When the bottom side gets crispy turn
it over with a help of a plate. (Like cooking the anchovy)
When the both sides get crispy, turn of the heat and leave
it to rest for about ten minutes. The herbs that are cooking
from raw are healthy and also delicious.
Bon Appetite…
HABERLER / NEWS
Dünyanın dört köşesinde denizciler, bu yılın yarışlarına hazırlanıyor. Açık deniz ve sahile yakın şamandıra yarışları da dahil olmak
üzere pek çok şampiyona, yarış tutkunlarını bekliyor. 2014 yılının
yoğun yarış takvimini merak edenler için, ajandamıza göz atmakta
fayda var!
Fastnet Challenge, Porsmouth, İngiltere, 9 Mayıs
TP52 Dünya Şampiyonası, Porto Cervo İtalya 10-14 Haziran
Solitaire Du Figaro, Deauville-Les Sables D’Olonnes,
İngiltere-Fransa, 8 Haziran-2 Temmuz
Fransa Yelken Turu, Dunkerque-Nice, Fransa, 4-27 Temmuz
Maxi Yacht Rolex Cup
Porto Cervo, İtalya, 31 Ağustos-6 Eylül
ISAF Yelken Dünya Şampiyonası, İspanya, 8 Eylül-21 Eylül
Rolex Farr 40 World Championship, San Francisco, ABD,
15-18 Ekim
Route Du Rhum, St Malo, Fransa-Guadeloupe, 2 Kasım
Rolex Sydney Hobart Yacht Race, Sydney Hobart Avustralya,
26 Aralık-1 Ocak 2015
Bodrum’a Dünyanın Yelkencisi Gelecek!
Great Numbers Of Sailors Will Come To Bodrum
Türkiye Yelken Federasyonu Bodrum ve Marmaris’te kurmayı planladığı olimpik kamp tesisleri için Gençlik ve Spor Genel
Müdürlüğü’nden haber bekliyor. Federasyon yetkilileri, yer tahsisi
için Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’ne başvurdu. TYF Başkanı Serhat
Belli, bu konuda yeni bir gelişme yaşandığını belirterek “Bodrum
ve Marmaris’te Gençlik ve Spor Bakanlığı’na geçecek
bazı tesisler olduğunu öğrendik. Bu tesis ve arazilerin
Genel Müdürlüğe intikalinden sonra, Federasyon olarak
talip olacağız. Her iki ilçede birer tane
olimpik milli takım tesisi yapacağız” dedi.
Bodrum Era Yelken Kulübü Başkanı Erman Aras,
hem Bodrum hem de Marmaris’te kurulacak milli
takım kamp yerlerinin büyük başarıları da beraberinde getireceğini söyledi. Aras, “Bu sayede,
Bodrum ve Marmaris, yelken sporunda
Türkiye’nin stratejik noktaları haline gelecektir” diye konuştu. Bodrum’da kurulacak
milli takım kampının yelken kulüplerini çok ileri bir
seviyeye taşıyacağını belirten Erman Aras, “Bu
aynı zamanda, Türkiye’deki diğer kulüplerin, milli sporcularla birlikte Bodrum’a
gelip, bizim çocuklarımızla antrenman
yapması anlamına gelecektir” diye konuştu.
Türkiye Sailing Federation awaiting news from General
Directorate of Youth and Sport for the olympic camp facilities that they are planning to construct at Bodrum and
Marmaris. Federation authorities applied for space assignment to Provincial Directorate of Youth and Sports. The
president of Türkiye Sailing Federation Serhat Belli says
that there is new developments on that issue, he also added
that; “We have learned that there are some facilities which
are going to be owned by Ministry of Youth and
Sport. After the transition of this facilities and
lands to Ministry, as Federation we will aspire to
those areas. We will construct olympic national
team facilities for both districts.” The president of
Era Sailing Club’s president Erman Aras stated
that the national team facilities at Bodrum and
Marmaris will also bring lots of success. Aras also
said that; “Building those facilities will make Bodrum and Marmaris a strategic position for sailing
at Türkiye. The olympic camp which will going to
be built in Bodrum will carry the sailing clubs to
an advance level. Also this means that clubs from
other cities in Türkiye are going to have a chance
to work out with Türkiye’s national sailors.”
2014 Dünya Yarış Takvimi
World Race Schedule For 2014
All around the world sailors are getting ready for this year’s
races. Including offshores and littoral buoy races, championships are awaiting for sailing devotees. For the ones who are
curious about 2014’s races, take a look at our agenda!
Fastnet Challenge, Porsmouth, England, 9th of May
TP52 Dünya Şampiyonası, Porto Cervo Italy 10th /14th of
June
Solitaire Du Figaro, Deauville-Les Sables D’Olonnes, England – France 8th of June / 2nd of July
Fransa Yelken Turu, Dunkerque-Nice,France, 4th / 27th July
Maxi Yacht Rolex Cup
Porto Cervo, Italy 31th August / 6th September
ISAF Sailing World Championships, Spain 8th of September/
21st of September
Rolex Farr 40 World Championship, San Francisco, USA,
15th / 18th October
Route Du Rhum, St Malo, France-Guadeloupe, 2nd of
November
Rolex Sydney Hobart Yacht Race, Sydney Hobart Australia,
26th December / 1st of January 2015
MARİNAMIZDAN / OUR MARINA
MARİNAMIZDAN / OUR MARINA
Ufuk Akalin 10 Yildir Milta Bodrum
Marina Bünyesinde Çalışıyor.
Ufuk Akalın Is Working At Milta Bodrum
Marina For About Ten Years.
Ufuk Akalın: Milta Marina Çekek Saha Sorumlusu / Milta Marina Dry-Dock Area Supervisor
“Prensibimiz Çevreye Sıfır Zarar”
“Our Principle Is Zero Error To The Environment”
H
epimiz onlarla günde en az bir kez karşılaşıp, yan yana
geçiyoruz. Ama gerçekte kimler, görevleri nedir çoğumuz
bilmiyoruz. Her biri güler yüzlü, pozitif çalışanlarımızı sizinle
buluşturmaya, onların hikâyelerine sayfalarımızda yer vermeye
başladık. Çukurova Üniversitesi Alman Dili Eğitimi mezunu olan
Ufuk Akalın ve 4 kişilik ekibi de, kış boyunca teknelerimizi emanet
ettiğimiz çekek alanımızda mucizeler yaratan kahramanlarımız…
“Ben Ufuk Akalın, Çekek Saha Sorumlusuyum. Biz ekip olarak,
marinadaki teknelerin lift yardımıyla denizden karaya alınıp, güvenli
bir şekilde muhafaza edilmesi, taşeron firmalarca tekneye gerekli
zehirli boya, onarım gibi işlemler yapıldıktan sonra, tekrar güvenli
bir şekilde denize indirilmesini sağlıyoruz. “
Kısaca bu şekilde tanımlasa da, Ufuk Akalın ve ekibi, risk grubu
yüksek bir işin altına imzasını atıyor.
“Oldukça hassas, sıfır hatayla çalışmamızı gerektiren bir iş yapıyoruz. Sadece bir kişi değil, ekip olarak pür dikkat olmak zorundayız.
Acele etmeden, sakin, mümkün mertebe panik yapmadan çalışmamız gerekiyor. Araç trafiği var, yaya trafiği var, etrafta bazen
çok sayıda karaya çekilmiş tekne oluyor. Bunların her biri bizim
bir kat daha özenli olmamızı gerektiriyor. Sadece kendimize değil,
çevremize karşı da sorumluyuz. Maksimum dikkat bizim işimizin
olmazsa olmazıdır.“
Ufuk Akalın 10 yıldır Marina bünyesinde çalışıyor. İlk yıllar Ön Büro
görevlisi olarak çalışmış. Sonrasında çekek saha sorumlusu olarak
çalışmaya başlamış. “İşim tam bir organizasyon ve koordinasyon
gerektiriyor. Ön Büro’da da benzer bir çalışma disiplini olduğundan, bana böyle bir teklif geldiğinde kolayca yapabileceğimi hissettim ve kabul ettim.” diyerek, her iki görevin de temel ilkelerinin
aynı olduğunu savunuyor.
Mavi bayrak sahibi bir marinada çalışmanın, özellikle çekek sahasında uyulması gereken kurallarından da bahsediyor Ufuk Akalın.
Çekek alanında “Çevreye Sıfır Zarar” prensibiyle hareket ediyoruz.
Toz torbası taktırmadan, kimseyi çalıştırmıyoruz. Eğer etrafa uçuşarak, çevreye zarar verecek bir çalışma varsa, brandalarla tekne
çevresini izole ediyoruz. Teknelerin altı yıkandığında zehirlisi denize
asla akıtılmıyor. Kapalı devre özel kanallar vasıtasıyla arıtmaya
giden suyu dönüştürerek, tekrar alt yıkamada kullanıyoruz. Filtreler
dolduğunda da belediyenin kimyasal atık toplayan araçlarına
yükleniyor. Motorlardan çıkan yağlarıysa yine özel bir depolama
yöntemiyle topluyoruz. Atık su ve sintine için de özel depolama
alanlarımız var. Hepsi toplandıktan sonra, bunları bizden alan
anlaşmalı kurumlarımız var. Mavi Bayrağın gerekliliklerini yerine
getirmez, denizlerimizi şimdiden korumazsak, sonrasında gelecek
nesillere temiz bir deniz bırakamayacağız.“
W
hile visiting the marina, all of us come across
with the employees of the marina, but most of
us do not know what their job description is. We
have decided to introduce our pleasant employees to you by
sharing their stories with you in our magazines’ issues.
In this month’s issue we are introducing you, Ufuk Akalın
who graduated from Çukurova University, German Culture and Literature department and his team of 4. Those
are the people; we entrusts our boats through the winter
and watch them create miracles in our dry-dock...
“My name is Ufuk Akalın and I am Dry-Dock Area Supervisor. As a team, our job is to lift the boats from the sea
to the dry dock area in the marina by travel lift and secure
our clients’ boat while the subcontractor firms performing
the works such as antifouling and maintenance. After refitting process finishes, we launch the boat back to the sea.”
Ufuk Akalın and his team describe their duty like this, but
their job holds higher risks than this description.
Our job is so delicate and we have to do our job with zero
error. We all have to be careful. While we are proceeding
we shouldn’t hurry and proceed with calmness and without panicking. The reason why we should be so careful
is; inside of the marina there is traffic of cars and people
and sometimes the number of the boats on the hard can
be many. For all of those reasons that I said we should be
careful as twice as we should be. Our responsibility is not
only to ourselves but also to our environment. Maximum
attention is our jobs’ first priority.
Ufuk Akalın is working at Milta Marina for about ten
years. His first department was Front Office; afterwards he
started to work as a Dry Dock Area Supervisor. He says
that; my job needs organization and coordination, this
principle is very important for both Front Office and Yard
Area. When I received the job offer, I trusted myself that I
can do this job and accept the offer.
Ufuk Akalın also mentions that to work in a marina which
earned a Blue Flag has some rules that they should obey.
In the yard, they are working with “Zero Error to the
Environment” principle. He says that; “The boats which
are under refitting procedure should use the dust bag. If
there is any refitting may harm the environment around,
we isolating the boats with awnings. Also while we pressure washing the bottom of the boats, we make sure that
the poisonous antifoul water never gets into the sea. With
the special closed circuit, we are filtering and recycling this
water to wash the bottom of the boats again. When the filters loaded, we call the municipality to pick up the chemical wastes. For the bilge, waste water and boat engine oil
we have a special storage system. When our storages are
full, the special companies that we are working with are
picking up these wastes. If we don’t precede the obligations
of Blue Flag rules and protect the sea then we cannot be
able to bequeath a clean sea to our next generations.
Ufuk Akalın ve 4 kişilik ekibi, kış boyunca teknelerimizi emanet ettiğimiz
çekek alanımızda mucizeler yaratan
kahramanlarımız…
Those are the people; Ufuk
Akalın and his team, we entrusts
our boats through the winter and
watch them create miracles in
our dry-dock...
Hüseyin Çelik-Ufuk Akalın-Mehmet Ali Ertaş-Dündar Ural
MARİNAMIZDAN / OUR MARINA
Milta Bodrum Marina Dergisi
Artık Web Sayfamızda
Milta Bodrum Marina’da gerçekleştirdiğimiz etkinlikler, yarışlar ve
makalelerin yer aldığı; bunun yanı sıra sektörümüzün gelişmelerini
takip edebileceğiniz Milta Bodrum Marina Dergisine artık www.
miltabodrummarina.com adresinden ulaşabilirsiniz.
Milta Bodrum Marina Magazine Online
The Milta Bodrum Marina Magazine, containing articles
and news of activities and competitions, is now available
online at www.miltabodrummarina.com Readers can also
follow any developments taking place within our sector.
Milta Bodrum Marina Personeline
Doğum Günü Sürprizi
Birthday Surprise For Milta
Bodrum Marina Employees
Milta Bodrum Marina’da, yeni yaşına giren personelimizin doğum
günü heyecanına marina ailesi olarak, bir sürprizle ortak olduk.
Keyifli bir doğum günü kutlamasının ardından personele, Bodrum
Sağlık Vakfı Seramik Atölyesi’nde engelli bireyler tarafından yapılan, seramik duvar rölyefler hediye edildi.
Ocak ayında doğan personel için yapılan doğum günü kutlamasında, engelli bireylerin eğitim ve rehabilitasyon süreçlerine katkıda
bulunmak amacıyla yapılan seramik yelkenliler armağan edildi. Yıl
boyunca her ay düzenli olarak gerçekleştirilecek kutlamalarda, bu
özel hediyeler, yeni yaşını kutlayan Milta Bodrum Marina çalışanlarına sunulmaya devam edilecek.
As Milta Bodrum Marina we congratulate our employees’ birthdays who born in January, with a surprise.
After a pleasant birthday celebration, the employees received their gifts which are made at Bodrum Health
Foundation Ceramic Workshop by the handicapped.
To contribute the handicapped citizens’ education and rehabilitations, our employee’s received ceramic sailboats as a birthday present. All year, we
will continue to celebrate Milta Bodrum Marina employees’ birthdays and give them those special gifts.
SPOR / SPORT
SPOR / SPORT
T
Teknede Spor
Sports On The Boat
Gönenç BENİBOL
Milta Bodrum Marina Fitness Görevlisi / Fitness Duty
TEKNEDE SPOR YAPMAK, DAHA FAZLA ZORLUKLA KARŞILAŞMAK DEMEKTİR
Doing sports on a boat means meeting more difficulties than the usual
Spor; hareket etmek üzerine şekillenmiş insan vücudu için
en barışçıl aktivitedir. Fazla kilolarımızdan kurtulup, hareketliliğimizi koruyup, sağlıklı ve dinç yaşayarak iç barışımızı
dışarıya da aktarabiliriz. Vücudumuzu tanıyıp sporu nasıl
yapacağımızı bilirsek, spor yapmak için her ortamı ve her
yaşı değerlendirebiliriz. Vücudumuzu her yerde, her şekilde
hareket ettirebiliriz.
Sporting is the most friendly activity designed upon
movement. Sporting helps us to our inner peace is
exposed when we live healthily and heartily and also
it helps us to get rid of excess weight. If we get to
know our body and decide how to do sports, we can
seize upon our age and every setting to do sports at.
We can move our body in all possible ways.
eknede spor yapmak biraz daha fazla zorluklarla karşılaşmak
demektir. Spor yaparken, bir dirence karşı koymaya çalışmak,
kendi vücut ağırlığıyla spor yapmaktan daha ağırdır.
Tekneniz yelkenli veya motor yat ise (eğer mega yat değilse), teknede
spor yapmak için kısıtlı alanınız var demektir. Teknede uzun yolculuklardan sonra kasılmış kaslarınızı gevşetmek veya çalışmayan kas
guruplarınızı çalıştırmak çok önemlidir. Teknelerin, dengenin az bulunduğu ortamlar olduğunu kabul edersek vücudumuzu dengede tutmak,
tekneden düşmemek ilk dikkat etmemiz gereken konudur.
Neden Stretching (açma- germe-esnetme)?
Kasların sağlıklı çalışması, ihtiyaç duydukları oksijeni taşıyacak olan
kalp damar sisteminin verimli çalışmasına dayanır. Temel esnetme
hareketleri bu amaca hizmet eden ilk basamaktır.
Yelken sırasında uzun süre kaslarınızı kasılı tutmanız gerekebilir. Bu
direnç, kaslarda laktik asit salgılanmasına neden olur. Zaman zaman
kaslarınızdaki ağrının nedeni de bu asit oluşumudur. Asidin vücuttan
atılmasının iki sağlıklı yolu vardır; Terlemek ve Stretching.
Nasıl?
Stretching her ortamda yapılabilir.
Stretching yaparken dikkat etmeniz gereken en önemli nokta vücudunuzun en üstünden başlayıp en alta kadar bütün kaslarınızı zorlamadan
bu sırayla gerdirmenizdir. Amaç hırçın bir şekilde kasları yıpratıp
sağlığınıza zarar vermek değil, yorucu bir seyir sonrasında kaslarınıza
ihtiyacı olan rahatlamayı verebilmektir.
Her bir gerdirme hareketi sırasında, nefes dengesine de dikkat ederek,
10 kez nefesinizi burundan alıp ağızdan vermenize dikkat çekmek
isterim.
Vücudunuzda altı hareket bölgesi vardır.
Boyun,
Omuzlar,
Kollar,
Bel bölgesi,
Kalça,
Bacaklar
Her bir hareket bölgesi için 4’ er hareket vardır.
6 hareket bölgesi x 4’er hareket =24 hareket
(Çünkü insanın 4 yönü vardır)
24 hareketi 10’ar kez nefes alarak yaptığınızı düşünürsek 240 nefes
eder. 240 nefesin her biri 5 saniye tutsa, toplamda en az 20 dk.
stretching süreniz vardır. Verimli olması için bu sürenin tamamlanması
gerekir.
KAZANIM
Bütün vücudun esnetilmesi kan dolaşımını düzene sokmaya, sıkışmış
sinirler varsa onları gevşetmeye, nefes alış verişi düzenlemeye, ciğerlerin tam kapasite çalışmasına, oksijenin hücrelere ulaşmasına, salgı
bezlerinin sağlıklı çalışmasına olanak sağlayacaktır.
Denizin üzerinde olmak başlı başına bir spordur. Sürekli hareket etmek
teknenin işleyişi ve seyrini daha verimli kılar. Vücudunuzun sağlıklı ve
dengeli olma durumu, kullandığınız teknenin de sağlıklı kararlarla, dengeli ve doğru bir şekilde istenilen düzeyde seyrini sağlayacaktır. Seyir
öncesi ve sonrası yapacağınız 20 dakikalık bir esnetme antrenmanı,
vücudunuzun sağlıklı seyrini getirecektir. Bu döngüyü sürdürmek, yaptığınız sporun ve sizin ömrünüzü uzatacaktır. Sağlıklı seyirler dileğimle.
D
oing sports on a boat means meeting more difficulties than the usual. While doing sports, it is more
difficult trying to withstand resistance than doing
sports against your own weight.
If your boat is a sailboat or a motor yacht (not a mega one),
it means you have limited space for doing sports. It is very
important for you to exercise so that you move your muscles
and relax them after long journeys. Boats are places where
you can lose your balance easily. Therefore, it is important
that you be careful not to fall off the boat.
Why Stretching?
Muscles get their oxygen they need from the circulatory
system; so if the circulatory system works healthily, so do the
muscles. Basic stretching movements serve for this purpose.
During sailing you may have to keep your muscles stiff. This
resistance causes lactic acid to be secreted. The reason for
the pain in your muscles from time to time is this secretion.
There are two healthy ways to get rid of this acid. Sweating
and Stretching.
How?
Stretching can be done in any environment.
The most important thing while stretching is that you must
stretch your muscles starting from the top to the bottom and
stretch all your muscles in this order without forcing. The
aim is not to damage your health by forcing your muscles
while stretching but to relax them after a tiring voyage.
With every stretching movement, I would advise you to
breathe in from your nose and let go from your mouth 10
times.
Your body has six movement points.
The neck, Shoulders, Arms, Waist, Hips, Legs.
There are four moves for each point of movement.
6 points x 4 moves = 24 movements (because people have 4
directions)
If we assume you do these 24 moves, breathing 10 times, then
it means you will breathe 240 times and each breath takes 5
seconds and you will spend 20 minutes of stretching. This
duration needs to be completed if you want the session to be
productive.
Personal Gain
Stretching will help regulate your blood circulation, remove
nerve compression, regulate breathing, increase lung capacity, allow oxygen into cells and activate glands in your body.
Being at sea is a sport itself. Constant movement renders
increased productivity on boat. If your body is healthy and
balanced, then the boat you are sailing on will be managed
through healthy decisions. A 20-minute stretching exercise
that you will do before and after sailing will make your body
work healthily. Keeping this circle on will make your life
longer.
Wishing you a healthy and a constant journey.
DON’T FORGET YOUR GIFT!
Yelkenci Çantası- Sea Mate
Sailor Bag- Sea Mate
Fiyat / Price
429,00 TL
westmarine
Size bir önerimiz var!
Third Reef Bayan Yelken Ceketi
Sailor Jacket for Women
We’ve got an idea for you!
Fiyat / Price
215,20 TL
westmarine
Pro Visor Şapka
Pro Visor Hat
Ekmek Sepeti
Bread Basket
Fiyat / Price
68,00 TL
westmarine
Fiyat / Price
85,00 TL
westmarine
MC13 Balıkçı Şapka
MC13 Fisherman Hat
Fiyat / Price
44,00 TL
westmarine
Yastık
Amalfi Parfüm
Amalfi Perfume
Fiyat / Price
59,99 TL
mavi
Sony Hoparlör
Speaker /Sony
Fiyat / Price
494,98 TL
westmarine
Sidekick Karabinalı
Çok Fonksiyonlu Çakı
Sidekick Multi-functional Jacknife with
carabine
Fiyat / Price
157,50 TL
westmarine
HEDİYESİZ OLMAZ!
Cushion
Fiyat / Price
102,00 TL
nyn marin dekorasyon
Çizme
Mücevher kutusu
Waders
Jewellery box
Fiyat / Price
59,00 TL
Nine West
Fiyat / Price
38,15 TL
mudo.concept
Erkek kol saati
Wristwatch for men
Fiyat / Price
1.127,20 TL
Diesel
Alet Takımı
49 Parça
Şişme Tabanlı Şişme Bot
Set of Tools
Rubber Boat
Fiyat / Price
80,98 TL
westmarine
Fiyat / Price
1590,00 TL
westmarine
SİNEMA / MOVIE
KİTAPLIK / BOOKSHELF
Yazar: Prof. Dr. İskender Pala
Efsane – Bir ‘Barbaros’ Romanı
Author: İskender Pala, PhD
The Legend – a novel by “Barbaros”
Legends sometimes come from the sea Sometimes
from love and fire.
Those that come from love and fire, Turn into a light
sometimes and illuminate the times…
Writing the legend is included in the legend just as
much as making it up.
You can’t find an era on maps.
You have to sail into the deep, to people
and to the sea of history.
Maximum ideals can be kept in whirlpools.
In this book İstanbul, Madrid, Rome and the Mediterranean are surrounded by the tongue of love.
The Mediterranean is drawn again
with the pen of love. Sword crashed into sword,
ore to steel and wealth to poverty. And there was
always a road from the hearts to the seas.
Deep seas turned into satin for
great loves and woven.
İskender Pala put into words an era and the
legends of that era. He told about Barbaros
Hayrettin Paşa… Then bringing a basket of roses,
He told about the three bitten apples.
Efsaneler bazen denizden,
Bazen aşktan ve ateşten gelirler.
Aşktan ve ateşten ve denizden
gelenler, Bazen ışık olurlar ve bütün
zamanı aydınlatırlar…
Efsane kurmak kadar, efsaneyi
yazmak da efsaneye dâhildir.
Bir çağı haritalarda bulamazsınız.
Derine, insana ve tarihin denizlerine
açılmak gerekir.Girdaplarda yüksek
idealler saklanabilir.
Bu kitapta İstanbul, Gırnata, Madrid,
Roma ve Akdeniz; aşk diliyle kuşatıldı.
Akdeniz, aşk kaleminin haritasıyla
yeniden çizildi.
Kılıç kılıca, cevher çeliğe çarptı,
varlık da yokluğa.
Ve hep bir yol vardı kalplerden denizlere.
Derin denizler, büyük aşklar için atlas
olup dokundu.
İskender Pala, bir çağı ve o çağın efsanelerini dile döktü.
Barbaros Hayreddin Paşa’yı…
Sonra, bir gül sepeti getirdi. Isırılmış üç elmayı anlattı.
TÜRKİYE’DE EN ÇOK OKUNAN KİTAPLAR
DÜNYADA EN ÇOK OKUNAN KİTAPLAR
Bestsellers in Turkey
Bestsellers in The World
1- Allah De Ötesini Bırak
Uğur Koşar
1-
The Fault in Our Stars
By John Green
2- Hayal
Ayşe Kulin
2-
3- Sabah Uykum
Ahmet Batman
Unbroken: A World War II Story of Survival,
Resilience and Redemption
By Laura Hillenbrand
3-
4- Bukre
Kahraman Tazeoğlu
Rush Revere and the First Patriots
By Rush Limbaugh
4-
The Monuments Men: Allied Heroes, Nazi Thieves
and the Greatest Treasure Hunt in History
By Bret Witter
5-
The Traitor’s Wife: A Novel
By Allison Pataki
5- Böğürtlen Kışı
Sarah Jio
6- Suçlamalara Karşı Gerçekler
İlker Başbuğ
6-
7- Ustam ve Ben
Elif Şafak
Divergent
By Veronica Roth
7-
8- İstanbul Kırmızısı
Ferzan Özpetek
The Goldfinch
By Donna Tartt
8-
9- Mihmandar
İskender Pala
The Book Thief
By Markus Zusak
9-
10- Galiz Kahraman
İhsan Oktay Anar
Frozen Little Golden Book
By RH Disney
10-
The Sixth Extinction: An Unnatural History
By Elizabeth Kolbert
Hayallerinizin
çok ötesinde
bir hikâye
The Story is More
Than You Imagined
İncil’den esinlenen destansı bir Amerikan filmi Nuh-Büyük Tufan
filminin yönetmenliğini Darren Aronofsky yapıyor, senaryosuysa yine
Aronofsky ve Ari Handel’e ait. “Nuh’un Gemisi” adlı eserden beyaz perdeye uyarlanan film, cesaret, fedakârlık ve umudun destansı
öyküsünden esinleniyor.
“Gladyatör”, “Akıl Oyunları” ve “Robin Hood” filmlerinden
aşina olduğumuz ünlü Hollywood yıldızı Russell Crowe’un başrolünde oynadığı filmde, usta aktör Anthony Hopkins’i de Nuh’un
Büyükbabası Methuselah rolünde izleyeceğiz. Yeni nesil, Hopkins’i
“Kuzuların Sessizliği”, “Hannibal” ve “İhtiras Rüzgârları”
filmlerinden hatırlayacaktır. Efsane, Büyükbaba Methuselah’ın
Nuh’un gördüğü bir rüyayı yorumlamasıyla başlıyor. Rüyasında;
suda boğularak öldüğünü gören Nuh, Methuselah’a bu rüyanın anlamını sorduğunda şöyle yanıt alıyor: “İnsanoğlu bu dünyayı yozlaştırdı ve şiddetle doldurdu, işte bu yüzden yok edilmeli!” Ancak Nuh,
çoktan bir gemi inşa etmeye başlamıştır bile!.. Eşinin erkek kardeşi
Tubal-Cain’in de düşmanlığını kazanan Nuh, bu gemiyi yapacağını,
en azından bunu denerken öleceğini söyler. Ve hikâye başlar…
Nuh-Büyük Tufan, Bir Rüya İçin Ağıt ve Siyah Kuğu’nun yazar
ve yönetmeni Darren Aronofsky’nin çocukluk hayaliymiş!..
Aronofsky, 13 yaşından bu yana Nuh ve onun gemisi ile ilgili bir
film çekmeyi hayal ettiğini söylüyor… Ünlü yönetmene göre Nuh,
karanlık ve oldukça komplike bir karakter… 125 milyar dolarlık
dev bütçesiyle yılın en büyük prodüksiyonlarından biri olarak kabul
edilen Nuh-Büyük Tufan, 3 Nisan 2014 tarihinden itibaren vizyonda
olacak. Kadrosuysa oldukça güçlü. Russell Crowe’un yanı sıra,
Nuh’un eşi Naameh rolünde Jennifer Connelly’yi, kızı Ila rolünde
Emma Watson’ı ve oğlu Ham rolündeyse Logan Lerman’ı izliyoruz. Bu arada merak edenler için hemen ekleyelim; filmde tek bir
gerçek hayvan bile kullanılmamış!..
American biblical epic film Noah will be in movie theaters
on April 3, 2014! The film, directed by Darren Aronofsky,
screenplay written by Aronofsky and Ari Handel. The film
inspired by the epic story of Noah’s Ark, which includes
courage, sacrifice and hope.
Russell Crowe star as Noah, known for his roles in ‘Gladiator’, ‘A Beautiful Mind’ and ‘Robin Hood’, and Anthony
Hopkins appears as grandfather Methuselah , known for
his roles in ‘Silence of the Lambs’, ‘Hannibal’ and ‘The
Legends of the Fall’. Noah dreamed himself while drowning and asks Methuselah the meaning of this dream. He
tells Noah; “Mankind corrupted this world and filled it
with violence, so they must be destroyed.” Noah begins
to build an ark and gain his wife’s brother Tubal-Cain’s
hatred. Noah tells Tubal-Cain that he will build the ark or
he will die while trying. And the story begins…
Noah is the childhood dream of producer Darren Aronofsky who directed ‘Black Swan’ and ‘Requiem for a
Dream’, states that when he turns to 13, making a movie
about Noah, was his biggest dream. According to him,
Noah’s character is complicated and dark…
With $125 million budget, the film known as the biggest production for the year 2014 and will meet with the
audiences at 3th of April in Turkey. The cast includes;
Jennifer Connelly (Naameh, his wife); Emma Watson (Ila,
his daughter); and Logan Lerman (Ham, his son). Also for
your attention; no real animals were used in production
at all!
KONUŞAN ÇİZGİLER
MIHAITA PORUMBITA-ROMANYA (Romania) -2003
Talking Drawings
20. Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması-TÜRKİYE / 20. Aydin Dogan International Cartoon Contest-TURKEY
pa n e r a i . c o m
.
TASARIM V E TEKNOLOJI.
luminor 1950 regatta 3 days
chrono flyback titanio (ref. 526)
Boutique İstanbul
l
Abdi Ipekci Caddesi No: 2/2
l
Nişantaşı
l
Tel: 0212 291 59 59

Similar documents

ÇiFTE VATANDAŞLIĞA CEZA KANUNU

ÇiFTE VATANDAŞLIĞA CEZA KANUNU Organizasyonu gerçekleştiren Rus Türk İşadamları Birliği (RTİB) son derece güzel bir programa imza attı. Emeği geçenleri gerçekten kutlamak lazım. Her yıl katılımı biraz daha fazla artırıyorlar. Bi...

More information

jale nejdet erzen - Ankara Antikacılık

jale nejdet erzen - Ankara Antikacılık imgeler sonsuz mekanlar, farklı dünyalar sunsa da, fotoğrafın doğası gereği, var olan bir şeyin temsili ya da tekrarıdır ve ekrana bağlı olduğumuz sürece vardır; ekran söndüğü anda varlığı yok olur...

More information