milli parkların kültür varlıkları açısından değerlendirilmesi: beyşehir
Transcription
milli parkların kültür varlıkları açısından değerlendirilmesi: beyşehir
T.C. KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI KÜLTÜR VARLIKLARI VE MÜZELER GENEL MÜDÜRLÜĞÜ MİLLİ PARKLARIN KÜLTÜR VARLIKLARI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ: BEYŞEHİR GÖLÜ MİLLİ PARKI ÖRNEĞİ UZMANLIK TEZİ Makbule Burcu BİLİR Nisan – 2012 ANKARA T.C. KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI KÜLTÜR VARLIKLARI VE MÜZELER GENEL MÜDÜRLÜĞÜ MİLLİ PARKLARIN KÜLTÜR VARLIKLARI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ: BEYŞEHİR GÖLÜ MİLLİ PARKI ÖRNEĞİ UZMANLIK TEZİ Makbule Burcu BİLİR Tez Danışmanı Arkeolog Naki BAYAR Nisan – 2012 ANKARA Makbule Burcu BİLİR tarafından hazırlanan MİLLİ PARKLARIN KÜLTÜR VARLIKLARI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ: BEYŞEHİR GÖLÜ MİLLİ PARKI ÖRNEĞİ adlı bu tezin Uzmanlık Tezi olarak uygun olduğunu onaylarım. Naki BAYAR (Danışman) Bu çalışma, jürimiz tarafından oy birliği / oy çokluğu ile Kültür ve Turizm Uzmanı Tezi olarak kabul edilmiştir. Adı ve Soyadı İmzası Başkan : _____________________________________ …………… Üye : ________________________________________ …………… Üye : ________________________________________ …………… Üye : ________________________________________ …………… Üye : ________________________________________ …………… Tarih : ......../….…/………… Bu tez, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Turizm Uzman Yardımcılarının Uzmanlık Tezlerini Hazırlarken Uyacakları Yazım Kuralları Yönergesiyle belirlenen tez yazım kurallarına uygundur. KÜLTÜR VE TURİZM UZMANLIK TEZİNİN ÇOĞALTILMASI VE YAYIMI İÇİN İZİN BELGESİ Tezi Hazırlayanın Adı Soyadı : Makbule Burcu BİLİR Tez Konusu : Milli Parkların Kültür Varlıkları Açısından Değerlendirilmesi: Beyşehir Gölü Milli Parkı Örneği Tez Danışmanı : Naki BAYAR Kültür ve Turizm Uzmanlık Tez çalışmamın, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yayımlanarak Milli Kütüphane ve İhtisas Kütüphanesinde her türlü elektronik formatta arşivlenmesini ve kullanıma sunulmasını kabul ediyorum. / / Makbule Burcu BİLİR Kültür ve Turizm Uzman Yardımcısı SINAV YETERLİK KOMİSYONUNA BEYAN Bu belge ile bu uzmanlık tezindeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplayıp sunduğumu; ayrıca, bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi beyan ederim. / / 2012 Makbule Burcu BİLİR Kültür ve Turizm Uzman Yardımcısı ÖNSÖZ Ülkemizin coğrafi konumuyla birlikte öne çıkan önemli özelliklerinden ikisi olan doğal ve kültürel zenginliklerini koruyarak gelecek kuşaklara aktarmak hızla değişen dünyada biz insanoğluna daha fazla sorumluluk yüklemektedir. Birbiriyle iç içe geçmiş bu değerler, son yüzyılda, tüm dünyada ve ülkemizde gittikçe artan bir tahribata maruz kalmakta; aynı şekilde korumaya yönelik araştırmalarla, çeşitli uluslararası düzenlemelerin sayısında da artış görülmektedir. Tüm dünyada korunan alanlarla ilgili gittikçe benimsenen bir yöntem olan ekoturizm, ülkemiz içinde doğal ve kültürel değerlerimizin sürdürülebilirliği açısından izlenmesi gereken yol olmalıdır. Bu tez çalışmasında, Kızıldağ ve Beyşehir Gölü Milli Parkı olarak koruma altına alınmış olan Beyşehir Gölü incelenmiştir. Hititler’den, Selçuklular’a; Eşrefoğlu Beyliği’nden Osmanlı’ya kadar pek çok döneme tanıklık etmiş olan milli park alanı ve yakın çevresindeki kültür varlıklarının bir bütün olarak ele alınmasının gerekliliği vurgulanarak, bu konuda çeşitli öneriler getirilmiştir. Beyşehir Gölü çevresi ve milli park alanlarındaki kültür varlıklarının değerlendirilmesini konu alan bu tez çalışmamda değerli fikir ve önerileriyle yol gösteren tez danışmanım Naki BAYAR’a, çalışmam sırasında kolaylık gösteren amirlerim Sayın Nilüfer ERTAN ve Sayın Zülküf YILMAZ’a, Genel Müdürlüğümüzce alanda yapılan çalışmalarla ilgili bilgi ve belge paylaşımında bulunan çalışma arkadaşlarıma, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’ndeki arşiv çalışmam esnasında yardımlarını esirgemeyen Şube Müdürü Nihan ARPA ile bana destek olan aileme teşekkürlerimi sunarım. M. Burcu BİLİR Kültür ve Turizm Uzman Yardımcısı i İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ..................................................................................................................... .. i İÇİNDEKİLER ........................................................................................................ ii SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ ......................................................... vii TABLOLAR, RESİMLER VE ŞEKİLLER DİZİNİ ...........................................viii GİRİŞ ....................................................................................................................... . 1 BİRİNCİ BÖLÜM MİLLİ PARKLAR 1. GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MİLLİ PARKLAR ........................................... . 3 1.1 Dünyada Milli Park Kavramı ve Tarihsel Gelişimi ....................................... . 3 1.1.1 Milli Park ve Doğa Koruma Olgusunun Ortaya Çıkışı ............................. 5 1.1.2 Milli Parkların Tarihsel Gelişim Süreci ................................................... . 6 1.1.3 Doğa Koruma Konusundaki Uluslararası Gelişmeler .............................. . 8 1.1.4 Uluslararası Hukuk Düzenlemeleri .......................................................... . 9 1.2 Dünya’dan Milli Park Örnekleri .................................................................... 11 1.3 Türkiye’de Milli Park Kavramı ...................................................................... 14 ii 1.3.1 Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Dönemi Gelişmeleri .................. 15 1.4 Milli Parklarda Yönetim Planlaması .............................................................. 19 1.4.1 Doğa Koruma Kategorileri ....................................................................... 21 1.4.2 Uzun Devreli Gelişme Planı .................................................................... 23 İKİNCİ BÖLÜM BEYŞEHİR GÖLÜ 2. BEYŞEHİR GÖLÜNDEKİ MİLLİ PARKLAR .............................................. 28 2.1 Beyşehir Gölü Mili Parkı ............................................................................... 28 2.1.1 Coğrafi Konum ........................................................................................ 30 2.1.2 İklim Verileri ............................................................................................ 31 2.1.3 Jeolojik Yapı ............................................................................................ 32 2.1.4 Hidrojeolojik Yapı ................................................................................... 34 2.1.5 Su Kullanımı ............................................................................................ 35 2.1.6 Limnolojik Özellikler ............................................................................... 36 2.1.7 Toprak Kabiliyeti ..................................................................................... 37 2.1.8 Ekolojik Yapı ........................................................................................... 37 2.1.9 Biyolojik Yapı .......................................................................................... 38 2.1.10 Demografik ve Sosyo-ekonomik Yapı ................................................... 39 2.2 Kızıldağ Milli Parkı ....................................................................................... 40 2.2.1 Coğrafi Konum ........................................................................................ 41 iii 2.2.2 İklim Verileri ............................................................................................ 42 2.2.3 Jeolojik Yapı ............................................................................................ 43 2.2.4 Ekolojik Yapı ........................................................................................... 44 2.2.5 Biyolojik Yapı .......................................................................................... 45 2.2.6 Demografik ve Sosyo-ekonomik Yapı ..................................................... 45 2.2.7 Rekreasyonel Kaynak Değerleri .............................................................. 46 2.2.8 Yasal Düzenlemeler ................................................................................. 48 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM BEYŞEHİR’İN TARİHİ 3. BEYŞEHİR GÖLÜ VE CİVARININ TARİHİ ................................................ 49 3.1 Höyükler ......................................................................................................... 58 3.2 Eflatunpınar Hitit Anıtı .................................................................................. 61 3.3 Başlıca Eskiçağ Kentleri ................................................................................ 65 3.3.1 Mistia (Fasıllar) ........................................................................................ 65 3.3.2 Karalya (Beyşehir) ................................................................................... 69 3.3.3 Gurgurum (Gökçimen) ............................................................................. 69 3.3.4 Pappa Tiberiapolis (Yunuslar) ................................................................. 69 3.3.5 Parlais ....................................................................................................... 70 3.3.6 İmea (İmen) .............................................................................................. 71 3.4 Eskiçağ Kaleleri ............................................................................................. 71 iv 3.4.1 İbrim Kalesi .............................................................................................. 71 3.4.2 Bayındır Dikmen Kalesi ........................................................................... 72 3.5 Kervansaraylar ............................................................................................... 73 3.5.1 Altunapa Hanı .......................................................................................... 74 3.5.2 Konya Kızılören Hanı .............................................................................. 75 3.5.3 Kuruçeşme Hanı ....................................................................................... 76 3.6 Kubad Abad Sarayı ........................................................................................ 77 3.6.1 İlk Bilimsel Kazılar .................................................................................. 79 3.6.2 Kubad Abad Külliyesi .............................................................................. 80 3.6.3 Çiniler ....................................................................................................... 85 3.7 Beyşehir’deki Tarihi Yapılar .......................................................................... 91 3.7.1 Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ............................................................... 91 3.7.2 Eşrefoğlu Süleyman Bey’in Türbesi ........................................................ 96 3.7.3 Yarım Türbe (Osmanlı Türbesi) .............................................................. 97 3.7.4 Bedesten ................................................................................................... 97 3.7.5 Hamam ..................................................................................................... 99 3.7.6 İsmail Ağa (Aka) Medresesi .................................................................... 99 3.7.7 Taş Köprü ................................................................................................. 99 v DÖRDÜNCÜ BÖLÜM BEYŞEHİR GÖLÜ MİLLİ PARKI İÇİN ÖNERİLER 4.BEYŞEHİR GÖLÜ’NÜN KÜLTÜR VARLIKLARI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ ......................................................................................101 4.1 Beyşehir Gölü’nde Sürdürülebilir Turizm .....................................................101 4.2 Beyşehir Gölü Milli Parkı İçin Kültür Varlıkları Yönetim Planı Hazırlanması .............................................................................................................106 DEĞERLENDİRME VE SONUÇ .........................................................................107 KAYNAKÇA ...........................................................................................................112 EKLER .....................................................................................................................117 ÖZET ........................................................................................................................119 ABSTRACT .............................................................................................................121 ÖZGEÇMİŞ .............................................................................................................123 vi SİMGELER VE KISALTMALAR Age. Adı geçen eser Agm. Adı geçen makale Bkz. Bakınız Ha Hektar ABD Amerika Birleşik Devletleri DSİ Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ICOMOS International Counsil on Monuments and Sites (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) IUCN International Union for Conservation of Nature (Dünya Koruma Birliği) KHK Kanun Hükmünde Kararname UDGP Uzun Devreli Gelişme Planı UNDP United Nations Development Programme (Birleşmiş Miletler Kalkınma Programı) UNEP United Nations Environment Programme (Birleşmiş Milletler Çevre Programı) UNESCO United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu) STK Sivil Toplum Kuruluşu WCPS World Confederation of Productivity Science (Dünya Korunan Alanlar Komisyonu) WWF World Wide Fund for Nature (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) vii TABLOLAR, RESİMLER VE ŞEKİLLER CETVELİ Birinci bölümün tablo, resim ve şekilleri Tablo 1.1 Ülkelere Göre Dünyadaki Milli Park Sayıları ....................................... 4 Tablo 1.2 Anadolu’da Mevcut Kullanımların Karşılaştırması ............................. 14 Tablo 1.3 Ülkemizde Korunan Alanlarla İlgili Yasal Düzenlemeler ................... 17 İkinci bölümün tablo, resim ve şekilleri Tablo 2.1 Beyşehir Gölü Milli Parkı İdari Birimler ............................................. 39 Şekil 2.1 Kızıldağ Milli Parkının Bölge Ulaşım Ağındaki Yeri .......................... 42 Üçüncü bölümün tablo, resim ve şekilleri Tablo 3.1 Beyşehir’de Tespit Edilmiş Höyükler ve Dönemleri ........................... 60 Resim 3.1 Eflatunpınar Hitit Anıtı ....................................................................... 63 Resim 3.2 James Mellaart Tarafından Yapılan Önerme ...................................... 63 Resim 3.3 A)John Henry Haynes’in Eflatun Pınar Fotoğrafı: Uzaktan ............... 64 Resim 3.3 B) John Henry Haynes’in Eflatun Pınar Fotoğrafı: Yakından ............ 64 Resim 3.4 A) Fasıllar Anıtı: Genel Görünüş ........................................................ 67 Resim 3.4 A) Fasıllar Anıtı: Önden Görünüş ....................................................... 67 Resim 3.4 A) Fasıllar Anıtı: Yandan Görünüş ..................................................... 67 Resim 3.5 Kubad Abad Külliyesi ........................................................................ 81 Resim 3.6 A)Kubad Abad Kalıntıları: Havadan Görünüm .................................. 81 Resim 3.6 A)Kubad Abad Kalıntıları: Gölden Görünüm .................................... 82 Resim 3.7 A)Kubad Abad Çinilerinden Örnekler: Kuş Kompozisyonları .......... 90 viii Resim 3.7 B)Kubad Abad Çinilerinden Örnekler: “Es Sultan” Yazılı Çift Başlı Kartal .............................................................................................................................. 90 Resim 3.8 Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii Doğu ve Ön Cephesi Çizimi ........... 93 Resim 3.9 Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ve Külliyesi Genel Görünüm .......... 93 Resim 3.10 Eşrefoğlu Süleyman Bey Türbesi ..................................................... 98 Resim 3.11 Bedesten ............................................................................................ 98 Resim 3.12 İsmail Aka Medresesi ..................................................................... 100 Dördüncü bölümün tablo, resim ve şekilleri Resim 4.1: Kızıldağ ve Beyşehir Gölü Milli Parkları UDGP’lerine göre güzergahlar ............................................................................................................................. 106 ix GİRİŞ Ülkemiz, bulunduğu coğrafi konum itibariyle çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. Bu uygarlıklardan günümüze gelen kalıntıları korumak ve gelecek nesillere aktarmak bizlerin görevidir. Kültürel ve doğal zenginliklerimizin bir arada korunması için ilan edilen milli parklar da bu amaca hizmet eden önemli alanlardır. Ancak yürürlükte olan farklı yasal düzenlemelerle kültürel ve doğal değerlerimizi korumaya yönelik yapılan çalışmalar yetersiz kalmaktadır. Pek çok idari birimin yetki alanına giren, farklı mevzuatların uygulanmasını gerektiren ve bir çok meslek grubundan uzmanın bir arada çalışmasını zorunlu kılan milli parklar kültür varlıkları açısından iyi yönetilememektedir. En çok insan eliyle tahribata uğrayan bu değerleri korumada, en büyük rol, yine insanoğluna düşmektedir. Çözüme yönelik atılacak adımlarda kilit nokta merkezi otorite ile yerel idare ve yerli halkın birlikte hareket etmesidir. Kapsamlı olarak hazırlanan Uzun Devreli Gelişme Planları’nın yanı sıra, alt ölçekte kültür varlıklarının yönetimine ilişkin bir plan da hazırlanmalı ve zaman kaybetmeksizin uygulamaya geçirilmelidir. Bu tez çalışması için ülkemizin 3. büyük gölü olan Beyşehir Gölü seçilmiştir. İki ayrı milli park altında korumaya alınan Gölün, UDGP’leri hazırlanmış; ancak etrafındaki alanda ve üzerindeki adalarda bulunan kültür varlıklarının yönetimi ile değerlendirilmesine yönelik alt planlar hazırlanmamıştır. Ancak alanın büyüklüğü ve konunun genişliği nedeniyle konu kültür varlıkları ekseninde değerlendirilmiştir. 1 Tezin ilk bölümünde konuyla ilgili kavramların yanı sıra dünyada ve ülkemizde milli park kavramının tarihsel gelişimi ile uluslararası alandaki yaklaşımlar ve yapılan düzenlemelerden bahsedilerek çeşitli milli park örnekleri verilecektir. İkinci bölümde ise Beyşehir Gölü’nü koruma altına alan Beyşehir Gölü ve Kızıldağ Milli Parklarının coğrafi konumu, iklim verileri, su kullanımı ile jeolojik, ekolojik, biyolojik, demografik ve sosyo-ekonomik yapıları hakkında genel bilgi mümkün olduğunca özetlenerek, havzanın özelliğini ve değerini vurgulamaya yetecek şekilde aktarılacaktır. Üçüncü bölüm Beyşehir Gölü ve havzasındaki önemli kültür varlıklarının detaylı bir incelemesi olacaktır. Hititlerden, Selçuklular’a ve Eşrefoğullarına kadar pek çok uygarlığın önemli eserler bıraktığı yörede bu güne kadar farklı akademisyenlerin tek tek yapmış olduğu çalışmalar, göl ve çevresinin bir bütün ele alındığı bir araştırma olarak sunulacaktır. Sonuç bölümünde ise Beyşehir Gölü ve çevresindeki kültür varlıklarının değerlendirilmesi, milli parkla birlikte bir bütün halinde ele alınarak korunması, tanıtılması amacıyla sürdürülebilir turizm modellerini hedef alan bir kültür varlıkları yönetim planının gerekliliği anlatılarak, örnek strateji ve hedefler belirlenecektir. 2 BİRİNCİ BÖLÜM MİLLİ PARKLAR 1. GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MİLLİ PARKLAR Hızla artan nüfus ve buna bağlı talep çeşitliliğinin doğal kaynaklar üzerinde oluşturduğu baskılar, plansız ve sağlıksız büyüme ve ortaya çıkardığı çevre sorunları, insanoğlunu, bu kaynakların tahrip edilmeden gelecek kuşakların ihtiyaçlarını da karşılayabilmesini sağlayacak yönetim arayışlarına itmiştir. Bugün doğal ve kültürel kaynakları korumak üzere çeşitli koruma yöntem ve sistemlerini geliştirme çabaları artarak sürmektedir. Bu çabaların en gelişmişi, hiç şüphe yok ki uluslararası düzeyde kabul görmüş korunan alan sistemlerinden biri olan milli parklardır. 1.1 Dünyada Milli Park Kavramı ve Tarihsel Gelişimi Doğal alanların tahribatı, kaçak ve bilinçsiz avlanma sonucu canlıların hızla yok olması, “Milli Park” kavramının doğmasına yol açmıştır. Milli park kavramı, tehdit altındaki doğal alanların korunması için yasal bir araç olarak ortaya atılmıştır. Kısa sürede benimsenen bu kavram neticesinde doğal olarak korunacak alanlar belirlenmiştir. Bu tür alanlar için fiziksel sınırların çizilebilir olması, koruma sınırlarının tespitini kolaylaştırmış, planlı ve kontrollü eylemler için olanak sağlamıştır. 3 Milli Park Tanımı, 1948 yılında doğal çevreyi, yaban hayatını ve biyolojik çeşitliliği korumak amacıyla kurulmuş bir örgüt olan IUCN (Dünya Koruma Birliği)’ence yapılmıştır. Merkezi İsviçre’de bulunan bu örgüt, 81 ülke ve 775 sivil toplum örgütünü, binlerce bilim adamı ve uzmanla beraber aynı çatı atında buluşturmaktadır. Türkiye’nin 16.04.2004 yılında üye olduğu IUCN’e göre milli parklar: “Bir veya birden fazla ekosistemin ekolojik bütünlüğünü bugün ve gelecekteki nesiller için korumak, doğal çevrenin işgalini ve sömürülmesini engellemek ve çevreyle uyumlu biçimde bilim, eğitim, rekreasyon ve ziyaretçi aktivitelerinin gelişimini tesis etmek amaçları için ayrılmış (kara/deniz) doğa parçaları” dır. 1 Dünyadaki bazı ülkelerin milli park sayıları, bu alanların yüzölçümü ve ülke yüz ölçümüne oranları aşağıdaki tabloda gösterilmektedir. Görüldüğü gibi Avustralya, Kanada ve ABD dünyada milli park sayılarına göre ilk üç sırayı almaktadır. Bu parkların toplam yüzölçümlerine bakılarak sıralama yapıldığında ABD, Çin ve Kanada ilk üçte yer almaktadır. Ancak asıl dikkat edilmesi gerek en öneli ölçüt milli parkların sayısı ya da toplam yüzölçümlerinden ziyade, ülkenin ne kadarının milli park olarak korunduğu olmalıdır. Bu açıdan bakıldığında Brezilya, ABD ve Japonya sırasıyla birinci, ikinci ve üçüncü olan ülkelerdir. Tablo 1.1. Ülkelere Göre Dünyadaki Milli Park Sayıları.2 Ülke Adı Milli Park Sayısı (Adet) Milli Parkların Toplam Alanı (ha) Milli Parkların Ülke Yüzölçümüne Oranı (%) 805 54.317.500 15,5 Avustralya 2.295 43.695.300 7,5 Azerbaycan 12 74.300 4,6 ABD 1 http://www.iucn.org/about/work/programmes/pa/pa_products/wcpa_categories/pa_categoryii/ Erişim Tarihi: 23.03.2012 2 M. Yücel, D. Babuş, “Doğa Korumanın Tarihçesi ve Türkiye’deki Gelişmeler”, Doğu Akdeniz Ormancılık Araştırma Müdürlüğü DOA Dergisi, S.11, 2005, s. 151-175. 4 Brezilya 312 20.972.600 18 Bulgaristan 54 75.100 10,1 Çin 54 44.939.300 7,8 1.816 45.636.200 6,3 Yunanistan 13 79.200 3,2 İran 16 1.619.800 6,5 İspanya 34 160.400 9,2 Japonya 53 637.800 14,0 Pakistan 5 714.500 9,2 Rusya 108 25.203.200 7,6 Türkiye 40 848.119 0,8 Dünya 5.617 238.973.319 10.8 Kanada 1.1.1 Milli Park ve Doğa Koruma Olgusunun Ortaya Çıkışı Dünyada doğa koruma geçmişi çok eski zamanlara dayansa da şimdi kullanılan kimi kavram ve uygulamaların kökeninin 19. yüzyıl başlarına kadar gittiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Doğanın korunması, yaygın olarak sanıldığının tersine, çevre kirliliğinin gündemi meşgul etmeye başlamasıyla ortaya çıkmış bir konu değildir. Doğa korumanın şimdiki değerlendirmelerden farklı olarak eski çağlarda kutsal alanların ve bazı hayvanlar ile yaşam alanlarının korunmasıyla başladığı söylenebilir. Asırlarca evvel Doğu Çin'de ormanların bünyesinde fazlaca değiştirilmek suretiyle meydana getirilmiş küçük parklar, tırnaklı memelilerin üreme ve teşhir edilmelerine tahsis edilmişti. Orta çağ Avrupa'sında parklar, birer derebeylik müessesesi idi ve 5 bunlar otlatma ve kesimin kat'i olarak yasaklandığı, imtiyazlı kişilerin av rezervi olarak kullandıkları, bugünkü tanımıyla "bakir bölgeler" di.3 Dünya Doğayı Koruma Vakfı'nın (WWF) 1995 yılı raporunun sonucuna göre; kutsal yerler muhtemelen gezegendeki en eski habitat koruma yöntemidir. İki bin yıldan daha önce Platon; Eski Yunan'daki Attika Tepesinin ormandan yoksun bırakıldığını ve ardından üretken su sistemlerini ve toprak örtüsünü kaybettiğini yazmıştır. Hatta bu duruma "hastalıktan mahvolmuş bir vücudun iskeleti" benzetmesini yapmıştır. Aynı çağlarda, Hindistan'da ilk korunan orman alanı ilan edilmiştir. Bu alan modern milli park ve rezervlerin ilk örneğini teşkil etmektedir. Yine Hindistan'da İmparator Ashoka, belli memeli, kuş ve balık türlerinin korunmasını da sağlayan ilk avcılık yasalarını yürürlüğe koymuştur.4 1250 yılında da İngiltere'de kartal, doğan, atmaca ve balıkçıl kuşlarının korunması istenmiş, 1343 yılında Dortmund'da (Almanya) tarım alanları ve otlakların ağaçlandırılması belirli yasalara bağlanmıştır. Bir alanın sahip olduğu peyzaj güzelliği, flora ile faunası ve halkın belirli bir süre için de olsa yararlanması amacıyla koruma altına alınması fikri ise Hollanda'da doğmuştur. 1576 yılında Prens ve Vali, Lahey ormanının korunması konusunda anlaşmışlardır. İngiltere'de 18. ve 19. yüzyıllarda belli sayıda korunan alan kurulduğunu ve bunların özünde, üst tabakaların avcılığı için yaban hayvanlarının korunması amacının bulunduğunu araştırmacılar belirtmektedir. Yine Amerika'da 1900’lerin başlarında, halkın girişine kısıtlı ya da tamamen yasaklanmış her biri 2500 hektardan küçük, 500 kadar yaban hayatı koruma rezervi ayrılmıştır.5 1.1.2 Milli Parkların Tarihsel Gelişim Süreci Milli Park kavramını ilk ortaya atan Amerikalı bir sanatçı olan George Catlin’dir. Kızılderililerin yaşadığı bölgelere seyahat ederek buralarda çizimler yapan 3 H. John Coolidge, “Milli Parklar Tarihinde Kaydedilen Uluslararası Önemli Gelişmeler”, Tarım Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü Teknik Haberler Bülteni, S: 16, 1965, s. 97. 4 R. George Wright, National Parks and Protected Areas, USA, 1996, s. 23. 5 R. George Wright, age., s.23. 6 Catlin, 1832 yılında yaptığı seyahatlerde batıya doğru yayılımın vahşi doğa üzerinde oluşturacağı etkilerden endişe ederek “insan ve diğer canlıların doğalarının güzelliğinin tüm vahşiliği ve tazeliği içerisinde, büyük bir park alanında, ulusun parkı’nda devletin yüce hükümleri altında korunması gerektiğini” söylemiştir.6 Bu şekilde dikkat çeken süreç 1 Mart 1872 tarihinde Yellowstone’a korunan alan statüsünü veren kongre kararının çıkmasını sağlamıştır. Böylece ilk kez “insanların yararlanacağı ve eğleneceği bir milli park ve eğlence yeri” ifadesi Yellowstone ile resmi olarak kayıtlara geçmiştir. Bundan sonra ABD’de, yine Yellowstone 1891 yılında ilk ulusal orman rezervi ilan edilmiş, bunu 1903 yılında Florida’daki Pelikan Adası’nın vahşi yaşamı koruma alanı ilan edilmesi takip etmiştir. 25 Ağustos 1916 yılında İçişleri Bakanlığına bağlı olarak Milli Parklar İdaresi’nin kurulmasını sağlayan Organik Yasası’nın kabulüne kadar, ABD’de, bu konuda yetkili bir birim de kurulmamıştır. Yine de tüm milli parklar ve anıtlar bu birime bağlı değildi. 1933 yılında tüm anıtların ve doğa koruma alanlarının devrine kadar Tarım Bakanlığı’na bağlı Orman İdaresi ile Ordu’nun da sorumlu olduğu korunan alanlar vardı. Bugün ABD’de milli park ilan etme yetkisi kongrede olmakla birlikte Başkanın da korunan alan ilan edebilmesi 1906’daki yasaya göre mümkündür. 19 ayrı başlıkta sıralanan kriterlere göre milli park ilan edilebilen ABD’de 49 eyalette 83 milyon dekar alanı kaplayan 376 milli park alanı bulunmaktadır.7 Anlaşılacağı üzere ABD doğa koruması alanında ilk ciddi adımları atan ülkedir. Yellowstone’dan sonra ilan edilen diğer iki milli parktan biri, 1879 tarihinde koruma altına alınan Avustralya’da “Royal Milli Parkı”; diğeri ise 1887 yılında Yeni Zelanda’da kurulan “Tongariro Milli Parkı”dır. Avrupa kıtasındaki ilk örgütlenmeler ise 18. Yüzyıl başında ormanların korunması kaygısını dile getiren bilim adamlarının çabalarıyla başlamıştır. "Sürdürülebilirlik" kavramının ilk kez ortaya çıktığı Almanya'da, Drachenfels Ormanı'nın bir bölümünün 1829'da koruma altına alındığı görülmektedir. Ormanlara yönelik duyarlılıkların artışı, 1827'de Fransa'da, 1853'de Avusturya'da ve 1919'da ise 6 7 http://usparks.about.com/library/weekly/aa012598.htm Erişim Tarihi: 23.03.2012 http://usparks.about.com/library/weekly/aa012598.htm Erişim Tarihi: 23.03.2012 7 İngiltere'de ormanların korunması için kapsamlı orman yasalarının çıkarılmasına neden olmuştur.8 Dünyada olduğu gibi ülkemizde de milli park, sürdürülebilirlik ve muhafaza gibi kavramların ilk olarak ormancılıkta ortaya çıkması tesadüf değildir. Milli parklar gelişmekte olan ülkelerde özellikle Asya'da 20. yüzyılın ikinci çeyreğinde ilan edilmeye başlanmıştır. Dünyanın değişik yerlerinde İkinci Dünya savaşına kadar 619 korunan alan oluşturulmasına rağmen 1950-1990 yılları arasında 3000'den fazlası, ağırlıklı olarak yeni bağımsızlığını kazanan ülkelerde ilan edilmiştir. Bugün ise sahip olduğu 128 milli park ve toplamda 600’ü aşkın koruma alanı ile dünyada sayı ve alan olarak ilk sırada yer alan Avustralya’dır. 1974 yılında çıkardıkları “Milli Parklar ve Yaban Hayatı Kanunu” ile milli park kavramını tanımlamış, ölçütler belirlemiş ve müdahale biçimleri ortaya koymuş olan Avustralya, yine aynı kanun kapsamında oluşturduğu “Milli Parklar ve Yaban Hayatı Hizmetleri” Kurumu ile faaliyetlerini sürdürmektedir.9 1.1.3 Doğa Koruma Konusunda Uluslararası Gelişmeler 1913 yılında Bern'de 13 ülkenin katıldığı ilk "Uluslararası Doğa Koruma Konferansı" yapılmış ve bu konferansta ilk defa "Uluslararası Doğa Koruma Komisyonu" oluşturulmuştur. Birinci Dünya Savaşı sıralarında uluslararası çalışmalarda bir duraklama gözlenmiştir. Terminolojiyi oluşturmadaki ilk çaba, 1933 yılında Londra'daki Uluslararası Fauna ve Flora Koruma Konferansında ortaya konmuş ve burada dört tür korunan alan ortaya çıkmıştır: Milli park, mutlak doğa koruma alanı, fauna ve flora koruma alanı, avcılık ve toplayıcılığa yasak alanlar. Bu sözleşme, nesli tehlike altındaki veya nadir türlerin korunduğu ve bir kıtanın tümünü kapsayan ilk sözleşmedir. 8 Oğuz Kurdoğlu, “Dünyada Doğayı Koruma Hareketinin Tarihsel Gelişimi ve Güncel Boyutu”, Artvin Çoruh Üniversitesi Ormancılık Fakültesi Dergisi, S:8(1), 2007, s.62. 9 http://www.nationalparks.nsw.gov.au Erişim Tarihi: 16.02.2012 8 Günümüzde doğa korumacılığın temel politika ve sistemlerin belirleyicisi durumundaki IUCN ise 1948'de kurulmuştur. IUCN'den başka uluslararası alanda doğa koruma konusunda önemli çalışmalar yapan "Uluslararası Kuşları Koruma Komitesi" (ICBP) 1922 yılında Londra'da, "Uluslararası Su Kuşlarını Araştırma Bürosu" (IWRB) 1947 yılında yine Londra'da, "Doğal Hayatı Koruma Vakfı" (WWF) 1961 yılında, "Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Avrupa Komitesi" (CDSN) 1967 yılında kurulmuşlardır.10 1972 yılında ise gene UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu) öncülüğünde, olağanüstü evrensel değerlere sahip alanların "Dünya Miras Alanları" olarak belirlenmesi için hazırlanan Uluslararası Sözleşme yürürlüğe girmiştir. Aynı yıl, 1972'de İsveç'in başkenti Stockholm'de bundan sonra çevre hareketinde dönüm noktası olacak "Birinci Dünya Çevre Konferansı" gerçekleştirilmiştir. Stockholm Deklarasyonu, "çevre hakkı" konusunda uluslararası düzeydeki ilk ve en önemli belge olma niteliğini taşımaktadır.11 1992 yılında ise Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı (UNCED) Brezilya'nın Rio de Janerio kentinde yapılmıştır. Hayati önemi nedeniyle konferansa 179 Hükümet Başkanı ve üst düzey kişiler olmak üzere 18 000 kişi katılmıştır. Konferans, çevre koruma ile kalkınmanın birbirinden ayrı gerçekleşemeyeceğini ortaya koymuştur. 1.1.4 Uluslararası Hukuk Düzenlemeleri Yirminci yüzyılın son çeyreği, bozulan çevresel değerlerin korunmasına yönelik adeta hukuki düzenlemeler bombardımanı şeklinde geçmiştir. Geçen süre 10 11 M. Yücel, D. Babuş, agm., s. 151-175. Oğuz Kurdoğlu, agm., s. 64. 9 içinde içerik olarak gerçekten önemli ve doyurucu uluslararası çevre sözleşmeleri hazırlanmış ve çok sayıda ülke tarafından imzalanmıştır.12 Bu süreçte çıkan ve Türkiye'nin neredeyse tamamını taraf olarak imzalamış olduğu uluslararası sözleşmeler şunlardır: • Paris-1950: Kuşların Himayesine Dair Milletlerarası Sözleşme (1966). • Ramsar Sözleşmesi-1971: Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme (1994). • Stockholm-1972: Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı. • Paris Sözleşmesi-1972: Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunmasına Dair Sözleşme (1982). • Marpol-1973/79:Denizlerin Gemiler Tarafından Kirletilmesinin Önlenmesine Ait Uluslararası Sözleşme (1990). • Barcelona-1976: Akdeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunmasına Ait Sözleşme (1980). • Washington (CITES)-1973: Nesli Tehlike Altındaki Yabani Bitki ve Hayvan Türlerinin Uluslararası Ticaretine Ait Sözleşme (1996). • Bern-1979: Avrupa'nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi (1984). • Granada-1985: Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi. • Viyana-1985: Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana Sözleşmesi (1990). • Basel-1989: Tehlikeli Atıkların Sınırlar ötesi Taşınımının ve Bertarafının Sağlanması Hakkında Sözleşme (1994). • Bükreş-1992: Karadeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi. • 1992 Valetta: Arkeolojik Mirasın korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi. • Strasbourg-1992: Avrupa Kentsel Şartı. • Rio-1992: Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (1996). 12 U. Kalelioğlu ve N. Özkan, Türkiye’nin Taraf Olduğu Uluslararası Çevre Sözleşmeleri, İzmir: İzmir Barosu Yayınları, 2000. 10 • Rio-1992: Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı Rio Deklarasyonu. • Uzun Menzilli Sınırlar ötesi Hava Kirlenmesi Sözleşmesi. 1983. • Akdeniz'de Özel Koruma Alanlarına İlişkin Protokol. 1988. 1.2 Dünya’dan Milli Park Örnekleri Milli park alanları konusunda dünyada öncü konumda bulunan ABD bu konuda günümüzdeki uygulamalarıyla da örnek teşkil etmektedir. ABD’de koruma konusunda en büyük paya sahip olan kuruluş, 1916’da İçişleri Bakanlığına bağlı olarak çalışmaya başlayan National Park Services (NPS)’dir. Milli Park alanına giren bir ziyaretçi ilk olarak ziyaretçi merkezine gelir ve biletini alarak merkezi gezer. Bütün ziyaretçi merkezlerinde, ait oldukları milli park ile ilgili dia, kitap, kartpostal, kaset, tişört, anahtarlık, yaka iğnesi, fincan gibi küçük hediyelik eşyaların yanında Milli Park Servisi ve ülkenin diğer bütün milli parklarını anlatan kitaplar ile haritaların satıldığı satış bölümleri bulunmaktadır. Bu ziyaretçi merkezlerinde bulunan bir başka bölüm, ait oldukları milli parkın dünü, bugünü, gezilecek yerleri ile ilgili tanıtım filminin izlendiği bölümdür. New Mexico Eyaleti’ndeki “El Morro Milli Parkı” 1906’da ulusal anıt olarak ilan edilmiştir. 65 hektarlık bir alanı kaplayan milli park içinde XIII. – XIV. yüzyıllardan kalma, o dönemlerde 200 Kızılderili’nin yaşadığı Atsinna adlı bir yerleşme bulunmaktadır. Parkın kuruluşunda etken olan kalıntılar ise 1600 ve 1800’lü yıllardan kalma kaya üzerine yazılmış eski valiler, subaylar ve göçmenlerin yazdıkları yazılardır. Ayrıca park alanı içinde yaşayan bazı hayvanların, örneğin bir yılanın değiştirdiği derisi ya da kurumuş bir örümcek gibi parçaları ve bilgileri sergilenmektedir. 11 Yine New Mexico’da bulunan “Pecos Milli Parkı” nda bölgenin geleneksel mimarisiyle inşa edilmiş bir ziyaretçi merkezi bulunmaktadır. %49’u çöl olan Teksas Eyaleti’ndeki “Big Bend Milli Parkı” pek çok memeli, sürüngen, kuş, böcek, balık ve bitki türüne ev sahipliği yapması ve doğal oluşumları barındırması sebebiyle 1944’de milli park ilan edilmiştir. Park içerisinde gezi güzergâhı üzerinde bulunan levhalarla bu parkın pek çok hayvana ev sahipliği yaptığı hatırlatılmakta ve o hayvanlarla ilgili bilgi verilmektedir. Bunun bir örneği de ülkemizde “Dilek Yarım Adası Milli Parkı” nda uygulanmaktadır. Yine park içinde yapılan kazılar sonucu açığa çıkarılan 10-12 bin yıl önce yaşamış hayvanlara ait kemiklerde ziyaretçi merkezinde sergilenmekte ve kazı alanı da gezdirilmektedir. Aynı eyalette başka bir milli park da “Fort Davis” dir. 1854de özellikle San Antonio-El Paso yolu ile Batı Teksas’a ziyaret edenleri korumak için o bölgeye gelen askeri birliğin yerleşme alanıdır. Adı İç Savaş’ta Güney Eyaletleri Konfederasyonu Başkanı Jefferson Davis onuruna verilmiş ve 1963 yılında milli park olmuştur. Park içerisindeki o dönem binalarının pek çoğu onarılarak ziyarete açılmıştır. Yatakhane işlevi gören binanın içinde eşyalar, hatta o dönemin giysileri de sergilenmektedir. 1854-1891 yılları arasında subay konutu olarak kullanılan ve bugün eşyalarıyla birlikte ziyarete açık olan bir binada, yakın kasabada yaşayan gönüllü bir hanımın, her gün yaptığı kurabiye ve şekerlemeler ile ziyaretçilere o dönemin geleneksel kıyafetleri içerisinde ikram da bulunması oldukça farklı bir sergileme yaklaşımıdır. Benzer bir değişik uygulama da kurulan bir ses düzeni yardımı ile o dönemki askeri birliğin eğitim sırasındaki komutlarının ve marşlarının ziyaretçilere dinlettirilmesi ve at üstünde veya yaya halde o dönem kıyafetleriyle etrafta gönüllülerin ya da görevlilerin dolaşmasıyla da ziyaretçilerin geçmişe bir yolculuk yapmalarının sağlanmasıdır. Söz konusu milli parkta anılan aktivitelerin çoğu gönüllüler sayesinde olmaktadır. Lise öğrencileri, öğretmenler ve emekliler, özellikle yaz aylarında veya boş zamanlarında milli parklarda rehberlik hizmetinde, park arşivlerinde veya 12 marangozluk gibi işlerde ücretsiz veya az bir ücret karşılığında çalışmaktadır. ABD’de gönüllü rehberlik sistemi birçok resmi ve özel müzede de uygulanmaktadır. Milli parklarda koruma, Milli Park Servisi’nin koruma ile ilgili bölümlerince sağlanmaktadır. Örneğin ABD Milli Park Servisi Güneybatı Bölge Ofisi, güneybatıdaki 6 eyalette bulunan mili parklar, park içindeki arkeolojik ve doğal SİT alanları, mimari anıtların korunması ve parkların işletilmesinden sorumludur. Bu bölümde mimar, arkeolog, mimarlık tarihçisi, restoratör ve sergileme uzmanları birlikte çalışmaktadır. Bölge ofisinde çalışan her uzmanın sorumlu olduğu bir veya birden fazla park ve tescilli yapı bulunmaktadır. Uzmanlar düzenli olarak bu parkları gezerek sorunları tespit etmekte, yapılacak işleri parklardaki uzmanlara bildirmekte, takviye eleman gerekiyorsa bulmakta ve yapılar fazla yıpranmadan onarılmalarını sağlamaktadır. Milli Park Servisi ile pek çok özel ve resmi kurum bazı projelerde ortak çalışmaktadır. Bu kurumlardan bazıları ICOMOS ( Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi), National Trust for Historic Preservation, National Endowment for the Arts, Preservation Act, Americans for Historic Preservation, The National Council of Architects, Advisory Council of Historic Preservation, American Institute of Architects Committe of Historic Preservation ve ABD Ordusudur. Bunların yanı sıra her eyaletin koruma ile ilgili kurumları da vardır. Koruma denilince yalnızca yapılan restorasyonlar akla gelmemelidir. Korumada öncelikli olan her yaş grubundan insana koruma bilincinin aşılanmasıdır. Bütün bu kurumlardaki elemanlar koruma bilincinin hemen oluşmadığının farkında olarak çalışmaktadırlar. Mimarlar odasına ait Octagon binasının restorasyonunda, bodrum katta biriken toprağın temizlenmesi sırasında yakındaki anaokulunun öğrencilerinden yardım istenmesi ve çocukların kova ve kürekleriyle bu işi büyük keyifle yapmış olmaları güzel bir örnektir.13 13 Doç. Dr. Nur Urfalıoğlu, “Amerika Birleşik Devletleri Milli Parklarında Koruma Ve Sergileme”, 4. Müzecilik Semineri (İstanbul, 16-18 Eylül 1998) Bildirileri, İstanbul: Askeri Müze ve Kültür Sitesi Yay., 1998, s.21-23 13 1.3 Türkiye’de Milli Park Kavramı Ülkemiz; Avrupa, Asya ve Afrika arasında doğal bir köprü olması, jeolojik yapısının farklılığı, çeşitli iklim kuşaklarına ve ekolojik zenginliklere sahip olması gibi nedenlerle biyolojik çeşitlilik açısından çok zengindir. Doğal kaynakların çeşitliliği ve zenginliği, Anadolu’nun dünya üzerinde ilk yerleşim merkezlerinden biri olmasına sebep olmuş ve böylece kültürel zenginliğin artmasıyla birlikte doğal kaynakların da azalma süreci başlamıştır. Tablo 1.2’de görüldüğü gibi, günümüzden 12.000 yıl önce Anadolu’nun orman varlığı % 72 civarındayken, bu sayı 1/3 oranında azalma ile günümüzde %22 seviyelerine inmiştir. Diğer taraftan tarım ve yerleşim alanlarındaki artış ise %38 dolaylarında olmuştur. Tablo 1.2. Anadolu’da Mevcut Kullanımların Karşılaştırması.14 Sulak Alanlar Tarım Yerleşim ve Diğerleri Orman Bozkır Alpin Kuşak M.Ö. 10 000 72 17 5 6 - - Günümüzde 22 35 4 1 31 7 Dünyadaki tarihsel gelişmelere bakıldığında bazı türlerin ortadan kaybolması normal olarak düşünülmelidir. Her zaman için bazı türler ortadan kaybolurken, bazıları da yeni oluşmuştur. Bu bir evrim sonucudur. Ancak son yüzyıllarda insan etkisinin yoğun bir şekilde devreye girmesiyle bu süreç tersine dönmüştür. İnsan faaliyetleri sonucu bazı türler yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalırken, bazılarının nesli çoktan tükenmiştir. Anlatılan bu olumsuz etkiden ülkemizde payını almaktadır. 14 M. Yücel, D. Babuş, agm., s. 166. 14 Bu nedenle de ülkemizde milli parklarla ilgili düzenlemelere gidilmiştir. Türkiye’de milli park, 1983 yılında çıkarılan 2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu çerçevesinde tanımlanmaktadır. Kanun, Türkiye’deki milli ve milletlerarası düzeyde değerlere sahip, milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı, tabiatı koruma alanlarının seçilip belirlenmesine, özellik ve karakterleri bozulmadan korunmasına, geliştirilmesine ve yönetilmesine ilişkin konuları düzenlemektedir. Kanun’da milli park: “Bilimsel ve estetik bakımından, milli ve milletlerarası ender bulunan tabii ve kültürel kaynak değerleri ile koruma, dinlenme ve turizm alanlarına sahip tabiat parçaları” olarak tanımlanmaktadır. 15 1.3.1 Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Dönemi Gelişmeleri Eldeki verilere göre potansiyel olarak %70’i ormanlarla kaplı olması gereken Anadolu’nun günümüzdeki orman varlığı toplam alanının ¼’üne yakındır. Böylesi olumsuz bir tabloda Anadolu’da yaşamış ve hüküm sürmüş bütün medeniyetlerin payı vardır. Diğer taraftan doğanın gerçek anlamda ve belli yasal düzenlemeler çerçevesinde korunması için yapılan çalışmaların tarihi oldukça yenidir. Gerçi 19. yüzyıl içinde orman varlığının korunması için bazı girişimler olmuş ve yasal önlemler alınmıştır; ancak bu önlemlerin alınmasında da doğal dengeyi korumadan çok, yararlanma düşüncesi ağır basmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk bilinçli koruma Fatih Sultan Mehmet zamanındadır. 15. Yüzyıl ortalarında, bazı derelerin Haliç’i çamurla doldurmaması için akarsuyun havzalarında hayvan otlatılmasını, tarım yapılmasını ve inşaatı yasaklamış, dik yamaçlara ayrık otu ektirerek toprağın sıkı bir şekilde tutulmasını temin ettirmiştir. 1870 yılında ise Avrupa’daki gelişmelerle paralel olarak, ormancılığı düzenlemek ve ormanları korumak için Orman nizamnamesi yürürlüğe girmiştir.16 15 16 2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu, T.C. Resmi Gazete, Sayı: 18132, 11/08/1983, madde 2. Oğuz Kurdoğlu, agm., s. 61-62. 15 Daha sonra 5 Mayıs 1937 tarihinde kabul edilen 3167 Sayılı “Kara Avcılığı Kanunu” (1 Temmuz 2003 tarihinde yeniden düzenlenmiştir) ile Türkiye’de yabani olarak yaşayan faydalı ve zararlı hayvanların her türlü vasıta ile avlanmaları hüküm altına alınmıştır.17 Bugünkü anlamda koruma bölgelerinin gündeme gelmesi 1940’lı yıllara rastlamaktadır. İlk kez Prof. Selahattin İnal 1948 yılında yayınladığı “Doğa Koruma Karşısında Biz ve Ormancılığımız” adlı eserinde milli park ifadesini kullanmıştır. 31 Ağustos 1956 tarih ve 6831 sayılı “Orman Kanunu”nun 4 ve 25. maddeleri ile milli park terimi Türk mevzuatına girmiş, Türkiye’de milli park alanları belirlenmeye başlamış ve Zeki Bayer’ in girişimiyle “Milli Parklar Şubesi” kurulmuştur.18 09.08.1983 tarih ve 2873 sayılı “Milli Parklar Kanunu”, bu tür alanlar için özel bir yasa olarak yürürlüğe girmiştir. 12.12.1986 tarihli “Milli Parklar Yönetmeliği” de bu yasanın tamamlayıcısı niteliğindedir. Ülkemizde korunan alanlarla ilgili yasal düzenlemeler aşağıdaki tablolarda gösterilmeye çalışılmıştır. Doğal güzellikler, içinde yaşayan canlı türlerinin çeşitliliği, sayıca çokluğu ve antik uygarlıkların kalıntıları, milli parkların belirlenmesinde başlı başına birer etken olmuşlardır. Bugün Türkiye’de 40 adet milli park bulunmaktadır. Bu alanlar ülkemiz içerisinde yaklaşık 874.616 hektar alan kaplamaktadır.19 İlk milli parkımız 1958 yılında ilan edilen “Yozgat Çamlığı Milli Parkı”dır. 17 M. Yücel, D. Babuş, agm., s. 151-175. G. Akdoğan, “Milli Parklar ve Memleketimizde Bu Konudaki Gelişmeler”, Ankara Üniversitesi Ziraat Yıllığı, yıl 16, 1996, s. 27. 19 http://www.milliparklar.gov.tr Erişim Tarihi: 08.10.2011 18 16 Tablo 1.3. Ülkemizde Korunan Alanlarla İlgili Yasal Düzenlemeler.20 Yasal Düzenlemenin Adı Kabul Tarihi Resmi Gazete No Tarihi Sayısı Orman Kanunu 08.02.1937 3116 18.02.1937 3537 Kara Avcılığı Kanunu 05.05.1937 3167 13.05.1937 3603 Orman Kanunu 31.08.1956 6831 08.09.1956 9402 Su Ürünleri Kanunu 22.03.1971 1380 04.04.1971 13799 Turizmi Teşvik Kanunu 12.03.1982 2634 16.03.1982 17635 Anayasa 18.10.1982 2709 20.10.1982 17844 Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu 21.07.1983 2863 23.07.1983 18113 Çevre Kanunu 09.08.1983 2872 11.08.1983 18132 Milli Parklar Kanunu 09.08.1983 2873 11.08.1983 18132 Orman Kanunu 23.09.1983 2896 27.09.1983 18174 Orman Genel Müd. Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun 31.10.1985 3234 08.11.1985 18922 Akdeniz’de Özel Koruma Alanlarına İlişkin KHK 07.10.1988 23.10.1988 19968 Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı Kurulmasına Dair KHK 19.10.1989 383 13.11.1989 20341 Kıyı Kanunu 04.04.1990 3621 17.04.1990 20495 Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunu 23.07.1995 4122 26.07.1995 22355 Kültür ve Turizm Bak. Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun 16.04.2003 4848 29.04.2003 25093 Çevre ve Orman Bak. Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun 01.05.2003 4856 08.05.2003 25102 Kara Avcılığı Kanunu 01.07.2003 4915 11.07.2003 25165 Orman Kanunu 05.11.2003 4999 18.11.2003 25293 17.06.2004 5192 03.07.2004 25511 Orman Kanunu 20 88/1311 M. Yücel, D. Babuş, agm., s. 170. Bazı yasa ve kararname adları kısaltılarak yazılmıştır, bazı yasalarda günümüzde yürürlükten kaldırılmıştır. 17 Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kurulana kadar milli park özelliğine sahip olduğu tespit edilen alanlar, Genelkurmay Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı ve Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının görüşleri alınarak Çevre ve Orman Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu Kararı ile Milli Park olarak belirlenmekteydi. Sonrasında, milli park olarak belirlenen alanlarda her türlü uygulamanın yürütülmesi ve uzun devreli gelişme planlarının yapılması “Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nce yapılmaktaydı. 17/08/2011 tarih ve 28028 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Kuruluşu Hakkındaki 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de milli parklarla ilgili şu ifadeler yer almaktadır.21 Madde 10: MADDE 13/A – (1) Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır: a)Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak alanlar ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların tescil, onay ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tescil etmek. c) Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, doğal sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların kullanma ve yapılaşmaya yönelik ilke kararlarını belirlemek ve her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak, değiştirmek, uygulamak veya uygulanmasını sağlamak. Madde 17: (4) Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımı tarihinden önce ilan edilmiş olan milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları ve sulak alanlardaki kamuya ait alanların mevcut halleriyle yönetilmesine ve işletilmesine ilişkin iş ve işlemler, Bakanlıkça onaylanan her tür ve ölçekteki çevre düzeni planı ile nazım ve uygulama imar planı kararlarına uygun olarak Orman ve Su İşleri Bakanlığınca yürütülür.” 21 Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname, KHK/648, T.C. Resmi Gazete, Sayı: 28028, 17/08/2011, Madde 13/a, 16, 30. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/08/20110817-1-1.htm Erişim Tarihi: 24.03.2012 18 Madde 30: “a) Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları ve sulak alanların tespiti, bunlardan Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca tescil edilenlerin korunması, geliştirilmesi, tanıtılması, yönetilmesi, işletilmesi ve işlettirilmesi ile ilgili işleri yürütmek ve denetlemek.” Bu KHK, Kültür ve Turizm Bakanlığının yetkisi dahilinde olan doğal sitlere ilişkin iş ve işlemler de, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde yeni kurulan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne devredilmiştir. Anılan KHK ile milli parklara ilişkin yetki söz konusu Genel Müdürlüğe verilmekle birlikte, bu tez çalışmamızın konusu olan Beyşehir Gölü Milli Parkı ile Kızıldağ Milli Parklarının Bakanlıkça onaylanmış mevcut planları doğrultusunda yönetilmeleri hususu Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünce yürütülmeye devam edilmektedir. 1.4 Milli Parklarda Yönetim Planlaması Bilinen nedenlerle hızla bozulan yaşam alanları, doğanın korunması anlayışında ve politikaların oluşturulmasında köklü değişikliklere neden olmuştur. İlk doğa koruma anlayışı doğadan temel ihtiyaçları karşılamak amacını güderken, günümüzde bu anlayış çok yönlü yararlanma ilkesine oturtulmaktadır. Yine ilk doğa koruma anlayışının, sahip olunanın korunması güdüsüyle oluşmasına karşın, günümüzde doğaya, tüm insanlığın ortak mirası olarak bakılmakta ve evrensel varlık boyutu kazandırılmaktadır. Yüzyıllar boyu değişerek gelen doğal kaynak kullanım/yönetim yaklaşımlarının, gelecekte yine farklı durumlardan etkileneceği ve kaynaklara farklı değerlerin verileceği açıktır. Bu zıtlık doğal kaynak yönetimini de etkilemekte, korunan alanların seçiminde anlaşmazlıklara yol açabilmektedir. 19 ya da benimsenmesinde çeşitli Genel olarak bakıldığında doğal kaynak yönetimini etkileyen üç temel unsurun varlığından söz edilebilir:22 Bunlardan birincisi, bilimin büyüyen politik gücünün varlığıdır. Bilimin politik süreç içindeki artan etkisi; karmaşık problemlerin artışı, küresel olarak orman, peyzaj ve ekosistem üzerindeki olumsuz etkiler, detaylı veri tabanı eksikliği gibi nedenlerden kaynaklanmaktadır. İkinci unsur, insanların doğal kaynaklara verdikleri değerlerin farklılaşması olarak görülmektedir. Bu çeşitlilik zamanın ve mekanın bir fonksiyonudur. Doğal alanların bilimsel ve tedavi edici değerleri konusunda toplumdaki anlaşmazlık düzeyi düşük iken, estetik değerler gibi öznel konularda anlaşmazlık düzeyi ise yüksek olmaktadır. Gerçekten de bir kişinin çok güzel bulduğu bir peyzaj, başka bir kişi için sıkıcı bir görüntü olarak algılanabilmektedir. Üçüncü unsur ise yeryüzü peyzajında olumsuz insan etkilerinin büyümesi olarak görülmektedir. Gerçekten de insan etkisinin uzağında kalmış olduğu düşünülen ancak birkaç ekosistem ya da bölge olduğu konusunda bir fikir birliği bulunmaktadır. Bugün dünyada gittikçe artan bir şekilde, ulusal ve uluslararası platformlarda, milli parklar ve diğer korunan alanlarda doğal kaynakların yönetilmesinin aracı olan “yönetim planları”nın hazırlanması ve uygulanması yaklaşımı benimsenmektedir. Korunan alalar için yönetim planları; biyolojik çeşitliliğin nasıl korunacağı ve doğal kaynakların nasıl yönetileceğini tanımlayan ve doğal kaynağı yönetirken yapılacak, yapılmayacak faaliyetler ve sınırlı çerçevede yapılacak faaliyetler arasında mantık ilişkisini (kim, nerede, nasıl, ne zaman, ne yapacak) kuran üst ölçekli planlardır. Yönetim Planları bu hedeflere ulaşabilmek için başından sonuna kadar planlama sürecine, tüm ilgili tarafları dahil etmektedir. Bu nedenle yönetim planları, 22 Oğuz Kurdoğlu, agm., s. 65. 20 doğal ve kültürel kaynak değerlerini sürdürülebilir kılmayan tehditleri dikkate almadan ve ilgi grubu katılım stratejilerini tüm plan üretme sürecince kullanmaktadır. Bugün korunan alanlar için katılımcı yönetim planları, dünyada, tüm sürece ilgili tarafların katılımı temeli üzerinde anlaşmaya varılmış, uygulanabilir planlar olarak görülmektedir. 1.4.1 Doğa Koruma Kategorileri Dünyada çeşitli doğa koruma sistemleri kullanılmaktadır. Ancak üzerinde en fazla durulan sistem, canlı doğal kaynakların korunmasıdır ve bu korumanın üç temel amacı vardır ki bunlar aynı zamanda dengeli kalkınmanın da temel unsurlarıdır: • Gerekli ekolojik süreçlerin ve yaşam destek sistemlerinin korunması (toprak koruma, suların temizliği vb.), • Türlerin ve ekosistemlerin sürdürülebilir kullanımı (balıkçılık, yaban hayatı, ormanlar, otlatma gibi faaliyetler ve kaynaklarının korunması), • Genetik çeşitliliğin korunması (bir türe ait farklı popülasyonlar arasında görülen öz niteliklerinin korunması). Korunması gerekli doğal alanları koruma statüsüne alma ve ne tür bir koruma biçiminin uygulanacağını belirleme, söz konusu alanların yönetimi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu konuda ilk sınıflandırmanın yapıldığı 1933 yılından günümüze kadar uluslararası örgütlerin bir takım sınıflandırmalar yaptığı görülmektedir. Bugün dünyada uluslararası düzeyde en yaygın kabul gören yerinde (in-situ) koruma kategorileri, IUCN'in koruma alanları ile UNESCO'nun biyosfer rezervleri 21 ve dünya miras alanlarıdır. Dünya Doğayı Koruma Stratejileri bir antlaşma ya da sözleşme değildir. Genel bir deklarasyondur. 1948 yılında kurulan IUCN, Dünya Korunan Alanlar Komisyonu (WCPA) ile birlikte 6 alt komisyondan oluşmaktadır. 1969 yılında yapılan genel kurulda milli park terimini tanımlamış ve son 30 yıldır ise bir alt komitesi olan Milli Parklar ve Korunan Alanlar Komitesi aracılığı ile uluslararası anlamda önerilerden oluşan korunan alanlar rehberini hazırlamaktadır. Korunan alan sınıfları 1994 yılında IUCN'in yayınladığı raporla şimdiki halini almıştır. IUCN’in yönetim biçimlerine göre korunan alanlar için yapmış olduğu sınıflandırma 6 kategoriden oluşmaktadır:23 Kategori 1a: Mutlak Korunacak Doğa Kategori 1b: Bakir Alanlar Kategori 2 : Milli Park Kategori 3 : Doğa Anıtı Kategori 4 : Habitat/Tür Yönetim Alanı Kategori 5 : Korunacak Peyzaj Kategori 6 : Kaynak Koruma Yönetim Alanları 2. kategoride yer alan oldukça geniş alana sahip milli parkların, işler bir ekosisteme sahip olabilmeleri için çevreyle uyumlu bir yönetim biçimi benimsenmiş olması gerekmektedir. IUCN’e göre milli parkaları diğerlerinden ayıran 3 temel özellik vardır.24 1. Alan, büyük doğal bölgelerin temsilci örnekleri ile manevi, bilimsel, eğitsel, turistik özellikleri barındıran, yerli bitki ve hayvan türlerini içeren coğrafi çeşitliliğe sahip habitatları içermelidir. 2. Alan, yerli türlere ve topluluklara, minimal yönetim müdahalesi ile ekolojik fonksiyonlarını ve süreçlerini muhafaza ederek uzun vade de kalıcılık sağlayacak büyüklükte ve ekolojik kalitede olmalıdır. 23 http://www.iucn.org/about/work/programmes/pa/pa_products/wcpa_categories/ Erişim Tarihi: 24.03.2012 24 http://www.iucn.org/about/work/programmes/pa/pa_products/wcpa_categories/pa_categoryii/ Erişim Tarihi: 24.03.2012 22 3.Biyolojik çeşitliliğin bileşimi, yapısı ve işlevi, doğal ya da yerli olmayan türlerin, nispeten düşük olan istilasının riskine rağmen düzeltilebilir durumda olmalıdır. Türkiye’de milli park olarak ayrılan alanların sahip olması gereken nitelikler “Milli Parklar Yönetmeliği” nce belirlenmiştir:25 1.Tabii ve kültürel kaynak değeri ile rekreasyonel potansiyeli, milli ve milletlerarası seviyede özellik ve önem taşımalıdır. 2.Kaynak değerleri, gelecek nesillerin miras olarak devralacakları ve sahip olmaktan gurur duyacakları seviyede önemli olmalıdır. 3.Kaynak değerleri tahrip olmamış veya teknik ve idari müdahalelerle ıslah edilebilir durumda olmalıdır. 4.Saha büyüklüğü, kaynak değerleri kesafeti yönünden, özel haller ve adalar dışında, en az 1000 hektar olmalı ve bu alan bütünüyle koruma ağırlıklı zonlardan meydana gelmelidir. İdari ve turistik amaçlı geliştirme alanları bu asgari saha büyüklüğünün dışındadır. 1.4.2 Uzun Devreli Gelişme Planı Milli park alanları, doğal kaynak değerleri bakımından yeryüzünde nadir bulunan alanlardır. Bugün bu alanlar da, diğer doğal alanlar gibi insan baskısı sonucu kaynak değerlerini kaybetme riskiyle karşı karşıyadır. Korunmaya ihtiyacı olan bu alanları korumak, gelecek nesillere bırakabilmek, insanları bilinçlendirmek ve doğal çevreyi sevdirmek amacıyla dünyada ve ülkemizde planlama çalışmaları yürütülmektedir. Türkiye ve dünya örnekleri karşılaştırıldığında, bu tür alanlara yönelik planlama yaklaşımları temelde aynı olup planlama sürecinde bazı farklılıkların ortaya çıktığı görülmektedir. 25 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu ile 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 25. Maddesinin uygulanmasını düzenleyen yönetmelik. Sayı: 19309, 12/12/1986, Madde 6 http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/20780.html Erişim Tarihi: 24.03.2012 23 “Milli Parklar Yönetmeliği”nin 11. Maddesi gereği mili parklar için yapılması zorunlu kılınan Uzun Devreli Gelişme Planı (UDGP): Korunan alanın sahip olduğu kaynak değerlerinin korunması, geliştirilmesi ve uzun dönemde devamlılığının sağlanması için teknik, idari, sosyal ve ekonomik seçeneklerin belirlendiği, birbiri ile zaman ve yer ölçeğinde ilişkilendirildiği bütüncül ekosistem yaklaşımlı bir plandır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kuruluşuna kadar olan süreçte 2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu’nun 4. Maddesi gereği korunan tüm alanlar için planlama esasları “milli park olarak belirlenen alanların özellik ve nitelikleri göz önünde tutularak, koruma ve kullanma amaçlarını gerçekleştirmek üzere, kuruluş, geliştirme ve işletmelerini kapsayan gelişme planı, ilgili Bakanlıkların olumlu görüşleri ve gerektiğinde fiili katkılarıyla Çevre ve Orman Bakanlığınca hazırlanır ve yürürlüğe konur”du. Bu doğrultuda, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından “Uzun Devreli Gelişme Planı ve Yönetim Planı Genel Teknik Şartnamesi” hazırlanmıştır. Bu şartnameye göre:26 “Uzun Devreli Gelişme Planı: Ekolojik planlama yaklaşımı ile özellik ve nitelikleri göz önünde tutularak, Milli Park ve Tabiat Parkı statüsündeki alanların korunması, kaynak değerlerinin devamlılığının sağlanması, geliştirilmesi, yönetimi ve tanıtılması ile ilgili planlama esaslarını,; bu planda öngörülen koruma ve gelişim bölgelerinde her türlü yerleşme ve diğer kullanım kararları ve yerleşim birimlerinin gelişme alanları için yapılacak her ölçekteki uygulama imar planları ile uygulama projeleri ve uygulama programlarına esas oluşturan, bunlara ilişkin karar ve hükümleri belirleyen, bilimsel raporuyla bir bütün olan ve 1/25.000 veya alanın büyüklüğüne göre gerektiğinde daha alt ölçekli fiziki planı ifade etmektedir.” Aynı şartnamede 2007 yılında bazı değişiklikler yapılmıştır. Önceki yıllarda, planların uygulamasına yönelik hiçbir düzenleme bulunmazken, getirilen yenilikçi karar ile yıllık, beş yıllık ve planlama süresine uygun eylem planlarının hazırlanması istenmektedir. Eylem planları; eylemi, sorumlu birimi, uygulama yerini, uygulama zamanını, nasıl ve niçin uygulanacağını, çıktıları, başarı göstergelerini ve 26 Umut Cırık, “Milli Parklar ve Uzun Devreli Gelişme Planları”, Planlama Dergisi, S:2007/1, 2007, s.47. 24 izleme/değerlendirme yöntemlerini içermektedir. Yine başka bir önemli düzenleme tüm ilgi gruplarının (yerel halk, STK, üniversite, diğer kamu kurum ve kuruluşları vb.) planlama sürecine dahil edilmesidir. Planın amacının ve planlama sürecinin anlatılması, sorun tanımlamasının yapılması ve sorunların çözümüne yönelik önerilerin tartışılması amacıyla, planlama çalışmalarına başlamadan ve her aşamanın sonunda tüm ilgi gruplarının katılacağı toplantıların düzenlenmesi zorunluluk haline getirilmiştir.27 Doğal çevre; jeolojik, jeomorfolojik, hidrojeolojik, toprak, ekolojik, biyolojik ve iklim yapısı ile bir bütündür. Bu planlama yaklaşımının en önemli amacı doğal çevrenin korunması ve sürekliliğinin sağlanması ise; doğal çevrenin tüm özelliklerinin birbirleri ve doğal çevreyi kullanan insanın gerçekleştirdiği sosyoekonomik ve kültürel faaliyetlerle ilişkilendirilmesi zorunludur. Bu nedenle, milli park alanlarında pek çok uzmanlık alanının katılımının sağlandığı bir planlama süreci tanımlanmaktadır.28 UDGP’ler 3 aşamalı bir süreçte hazırlanmaktadır: 1.Analitik Etüd: Doğa koruma alanlarında yapılan planlama çalışmalarının sağlıklı ve uygulanabilir olması için, doğal ve kültürel kaynak değerlerinin saptanmasının yanı sıra bölge halkının sosyo-ekonomik ve demografik özelliklerinin belirlenerek, alandan yararlanma biçimi ve beklentilerinin ortaya konulması gerekmektedir. Bu aşamada arazi ve literatür çalışmalarından elde edilen veriler toplanarak mevcut durum ortaya konulmakta ve halihazır haritalara aktarılarak bilgi paftaları oluşturulmaktadır. Doğal yapıya ilişkin olarak alanın topoğrafyası, jeolojik ve hidrojeolojik yapısı, iklim verileri, toprak yapısı ve arazi kullanım kabiliyeti vb. özellikleri araştırılır. Florası, vejetasyonu, ekosistem özellikleri, habitat sınıflandırması, endemik ve nesli tehdit/tehlike altındaki türleri belirlenir. Amfibiler, balıklar, 27 Umut Cırık, agm., s.48. UDGP hazırlanırken şehir plancısı, orman mühendisi, jeoloji mühendisi, sedimentelog, jeomorfolog, çevre mühendisi, harita mühendisi, ziraat mühendisi, su ürünleri mühendisi, biyolog, mimar, peyzaj mimarı, arkeolog, sanat tarihçisi, antropolog, sosyolog gibi meslek gruplarının mensuplarının ortak çalışma yapması muhtemeldir. 28 25 sürüngenler, kuşlar, memeliler ve omurgasızlar olmak üzere tüm fauna unsurları ve ekolojik açıdan hassas ve önemli alanların tespitine yer verilir. Alan içinde bulunan arkeolojik kalıntılar, alanın bulunduğu bölgenin tarihsel gelişimi ve önemi açıklanır. Plan alanı sınırları içerisinde ve alan ile etkileşim halinde olan yerleşim yerlerinde yaşayan insanların; aile yapısı, eğitimi, okuryazarlık oranı, folklorik yapısı, demografisi ve geçim kaynakları gibi özellikleri araştırılır. Plan alanı ve yakın çevresindeki su, hava ve topraktaki her türlü kirlilik durumu sebepleri ve etkileri ile plan alanı içerisindeki mevcut alt yapımı durumu dikkate alınır. 2.Sentez ve Değerlendirme: Bu bölümün amacı korunan alanın neden önemli olduğunu tanımlamak ve anlatmaktır. Korunan alana ait kaynak değerlerin tanımlandığı ve bu değerlerin birbiriyle ilişkilendirildiği, sorun ve olanakların tanımlanmasının yapıldığı bölümdür. Aynı zamanda yasal, doğal, antropojenik sınırlayıcılarla birlikte tehdit ve fırsatlar da bu bölümde ele alınır. 3.Planlama: Bu aşamada koruma-kullanma dengesi içerisinde milli park alanın da yer alabilecek aktiviteler belirlenmekte UDGP’nin hedefleri, amaçları ve planlama kriterleri doğrultusunda fiziki plan kararları (1/25.000) geliştirilmektedir. Alanın ana kaynak değerleri, kaynak değerlerinin hassasiyeti, nadirliği, onarılabilirliği, endemizm, risk faktörleri, ekosistem bütünlüğü, peyzaj çeşitliliği, türler için uygun ortam alanı genişliği, geleneksel kullanımlar ve sosyo-kültürel değerler, mülkiyet durumu, yasal, çevresel, antropojenik ve fiziki faktörler, diğer sınırlayıcı ve alana özel muhtemel diğer unsurlar dikkate alınarak “Bölgeleme” yapılır. Mutlak Koruma Alanı: Alanın ana kaynak değerleri ile hassas alanların ve doğal yapısı bozulmamış ekosistemlerin bulunduğu alanlar sadece bilimsel, araştırma ve izleme amacıyla ekosistem bütünlüğü ve kaynakların devamlılığının sağlanması için mutlak koruma alanı olarak ayrılır. 26 Sınırlı Kullanım Alanı: Doğal yapısı kısmen müdahale görmüş, ekoturizm amaçlı faaliyetler, geleneksel tarım, otlatma, balıkçılık gibi sürdürülebilir kullanımın bütünleştiği; insan etkisinin azaltılması ve ziyaretçi bilgilendirme için bu bölgelerin çevresinde ve/veya bitişik olarak belirlenmiş kontrol noktaları olan, sınırlı kullanımlara izin verilen alanlardır. Kontrollü Kullanım Alanı: Yerleşim yerleri, sosyal alt yapı tesisleri, yoğun ekonomik faaliyetlerin yapıldığı ve bu yerleşim yerlerinde yaşayan insanların hayatlarını idame ettirmek amacıyla geçmişten günümüze kadar yararlanmış oldukları ve özellikle özel mülkiyete konu alanlar, belirlenecek kurallar ve ilkeler dahilinde olası gelişmelere ve kullanımlara izin verilebilecek alanları kapsar. “Plan Hükümleri”ile plan kararlarının hangi şartlarla uygulanacağı tanımlamaktadır. Plan hükümleri iki genel başlık altında hazırlanmaktadır. Genel Hükümler: Alanın tamamına ilişkin düzenlemeleri, Özel Hükümler: Alanda yapılan bölgeleme bazında düzenlemeleri içermektedir. Bir UDGP’nin altında; Ekosistem tabanlı fonksiyonel orman amenajman programı, ekoturizm planı, ekolojik tarım planı, eğitim ve bilinçlendirme programı, gönüllük programı vb. alt planlar yer alabilir. UDGP plan hükümleri; plan, proje ve programları için yol gösterici, yönlendirici ve kesin tanım içeren özellikte düzenlenir. 27 İKİNCİ BÖLÜM BEYŞEHİR GÖLÜ 2. BEYŞEHİR GÖLÜNDEKİ MİLLİ PARKLAR Ülkemizim en büyük üçüncü doğal gölü olan Beyşehir Gölü’nün kuzey ve kuzey-batı kısımları Isparta ili sınırları içerisinde kalmaktadır. 1969 yılında hem göl, hem de batı Torosların uzantısı olan Dedegöl dağlarının eteklerindeki sedir ormanları, bu alanın bir kısmının “Kızıldağ Milli Parkı” adıyla koruma altına alınmasını sağlamıştır. Aradan geçen zaman içerisinde kontrolsüz insan etkisi, sulama için aşırı su akıtılması gibi nedenlerle göl ve barındırdığı yaşam tehlike altına girince 1993 yılında hem mevcut “Kızıldağ Milli Parkı”nın alanı genişletilmiş, hem de gölün Konya İli’ne bağlı kalan kısmı “Beyşehir Gölü Milli Parkı” ilan edilmiştir. Böylece tüm göl ve kıyıları 2 ayrı milli park adı altında korunmaya çalışılmıştır. 2.1 Beyşehir Gölü Milli Parkı Yurdumuzun Van ve Tuz Gölleri’nden sonra üçüncü büyük gölü olan Beyşehir Gölü ‘Göller Bölgesi’ olarak bilinen irili ufaklı birçok göl içerisinde, ekonomik konumunun yanında doğal güzelliği ile göze çarpan göllerden biridir. Göl, Toroslar arasında kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanan bir çukurluk içerisinde yer alır. Denizden 1.121 m yükseklikte olup 68.893 ha yüzölçümüne sahiptir. Birçok yayında olduğu gibi, yöre halkı da Göl içinde yaklaşık 60 civarında ada olduğunu söylemektedir. Gölde yer alan ada sayısı, su seviyesine bağlı olarak değişmektedir. Halihazır haritalar da gösterilen adaların sayısı yapım yıllarına bağlı olarak 28 değişmekte, kurak mevsimde yapılan haritalarda ada sayısı artış göstermektedir. Projede kullanılan 1991 tarihli topografik haritalarda 64 adet ada görülmektedir. Beyşehir Gölü, İç Anadolu ile onun güneyindeki Toros Dağları arasında bir geçiş alanıdır. Toros Dağları kuzeyinde bulunan Konya Ovası, Konya ile Niğde arasında ve dik dağ yamaçlarının hemen dibinde, arada bir geçiş alanı olmadan uzanan tipik bir İç Anadolu düzlüğü olmasına karşın, Beyşehir Gölü’nün içinde bulunduğu havza bir ara basamak halinde, dağlarla ovalar arasına girmiştir. Bu tipik özelliği ile havza kendine özgü bir doğal karakter kazanmış ve bir yandan güneyindeki yüksek dağların doğal kaynaklarından yararlanırken, öte yandan kuzeyindeki geniş ova düzlüklerinin doğal özelliklerini devam ettirmiştir. Bu konumun en önemli yanlarından birisi, bu ortamda yaşayan bitki, hayvan ve insanların Torosların su kaynaklarını sınırsız bir şekilde kullanma olanağının bulunması, bir diğeri de bu ortamın, iklim etkileri, bitki ve su varlıkları ile doğal özelliklerinin Konya Ovası ve hatta daha kuzeyine genişletme olanağının bulunmasıdır. Beyşehir Gölü, çevresinde yer alan sulak alanlar, adalar, ormanlar ve barındırdığı farklı ekosistemler ile yörenin başlıca içme-kullanma-sulama suyu kaynağı olması gibi özellikleri nedeniyle, gerek doğal hayatın gerekse insan yaşamının devamlılığı açısından büyük öneme sahiptir. Ülkemizin en büyük tatlı su gölü olan Beyşehir Gölü, eskiden beri bu özelliği nedeniyle bölgede daima bir cazibe merkezi olmuş, ilk çağlardan itibaren çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış, insanları yakın çevresine çekerek civarında ve hatta göl içerisindeki bazı adalar da dahil olmak üzere irili ufaklı pek çok yerleşim merkezinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. 29 Orman Bakanlığı tarafından korunmak amacıyla; Beyşehir Gölü29 ve Kızıldağ Milli Parkı olmak üzere iki ayrı isimde birbirini tamamlayacak şekilde Milli Park ilan edilmiş olan alanın göz önüne alınan özellikleri şunlardır: Gölün, yöre halkı için; içme suyu temini, sulu tarım yapılması, yaz aylarında yüzme ve balık avlanması gibi özellikleri nedeniyle vazgeçilmez bir konumda olması, Coğrafi konumu, çevredeki yeryüzü şekilleri ile farklı ekosistemlere sahip olması, Göl ve içerisindeki çeşitli büyüklüklerde yaklaşık 60 civarındaki adanın, kuşlar için üreme, beslenme, yumurtlama ve güvenle kuluçka yapmaya olanak sağlaması, Beyşehir Gölü Havzası Zoocoğrafik açıdan İç Anadolu, Toroslar ve Batı Anadolu dağlarının kesişim noktasında bulunması ve çok farklı habitat tiplerini kapsaması nedeniyle faunaya ait çok sayıda tür için doğal bir yaşam alanı oluşturması.30 Ancak alanın varlığını ve içinde yaşayan türlerin devamını tehdit eden faktörler de mevcuttur. Bunlar: farklı balık türlerinin aşılanması, su kanallarının yapılması, dipte otlanma, kontrolsüz saz kesimi, bitki sökümü, ağaç kesimi, erozyon, tarımsal faaliyetler, anız yakılması, mevcut balıkçılık teknikleri, kaçak kara avcılığı, yoğun rekreasyonel faaliyetler, altyapı yetersizliği, katı atıklar, sintine suları, taş ve kum ocakları, yapılaşmadır. 2.1.1 Coğrafi Konum Beyşehir Gölü Milli Park alanı İç Anadolu Bölgesi içinde yer alan Konya il sınırları içinde yer almaktadır. Milli park sınırı, kuzeyde Konya Isparta il sınırına kadar uzanmakta, gölün kuzey kesimi Kızıldağ Milli park alanı içinde kalmaktadır. 29 93/4020 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, T.C. Resmi Gazete, Sayı: 21502, 20/02/1993, UDGP 23.09.2008 tarihinde Çevre ve Orman Bakanlığınca onanarak yürürlüğe girmiştir. 30 Beyşehir Gölü Milli Parkı’na ait bilgiler Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü Arşivi’nden derlenen bilgiler doğrultusunda hazırlanmıştır. 30 İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerinin geçiş bölgesinde yer alan Beyşehir Gölü yüzey su toplama havzası içinde kuzeybatı-güneydoğu aksında konumlanmıştır. Milli park alanı 38°,125’ kuzey ile 37°,50’ güney enlemi, 31°,125’ batı ile 32°,25’ doğu boylamı coğrafi koordinatları arasındadır. Milli park alanı yaklaşık 88.750 ha büyüklüğü ile, göl yüzey alanının yaklaşık 68893 ha olduğu göz önüne alındığında, yüzey su toplama havzası göl alanının yaklaşık 6 katı büyüklüğündedir. Ulaşılabilirliği yüksek olan Milli Park alanı, kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanan Konya-Isparta, güneyde Konya-Antalya karayolu ile ülke ulaşım ağına bağlanmaktadır. Milli Park alanı doğu-batı ve kuzey-güney yönünde uzanan birçok ulaşım aksının kesişim noktasında yer almaktadır. Milli Park alanı ve içinde bulunduğu havza alanının sahip olduğu doğal özellikleri nedeniyle, çok eski dönemlerden itibaren yerleşim yeri olması, antik yol güzergâhlarının havza alanı içinden geçmesi, eski dönemlerde de ulaşım olanaklarının yüksek olduğunu göstermektedir. Zengin doğal, kültürel ve arkeolojik özellikleri nedeniyle, Milli Park alanında ayrıca, doğal ve arkeolojik sit alanları gibi özel statü verilen alanlar da bulunmaktadır. Doğal özellikleri nedeniyle Beyşehir Gölü içmesuyu rezervuarı olarak da tanımlanmaktadır. 2.1.2 İklim Verileri Beyşehir Gölü Milli Parkının içinde yer aldığı Beyşehir Gölü Yüzey Su Toplama Havzası “kurak-yarı nemli” ve birinci mezotermal iklim tiplerine girer. Konya kapalı havzasının batısındaki orman ve funda örtüsüne sahip Göller Bölgesi 31 ile güneyindeki Toros Dağları yarı nemli kategoride, geri kalan bütün kesimi ise yarı kurak kategoride yer almaktadır. Konya İlinin Akdeniz Bölgesine giren kesiminde kalmakla birlikte, Torosların ardında, Göller Yöresinde, başka deyişle Akdeniz ile Orta Anadolu’nun geçiş kesiminde yer aldığında; yörenin göl dolaylarında, Gecikmiş Akdeniz veya Akdeniz Ardı İklimi özellikleri görülür. Ancak, gölün yumuşatıcı ikliminden uzak dağlık kesimlerde, karasal İç Anadolu İklimi özelliği baskındır. Beyşehir İlçe merkezinde meteoroloji istasyonu kuruludur. 2.1.3 Jeolojik Yapı İnceleme alanı, Beyşehir Milli Parkı sınırları içinde kalan yaklaşık 88.750 ha büyüklükte bir alandır. İç Anadolu Bölgesi ve Akdeniz Bölgesi olmak üzere iki farklı coğrafik bölge arasında kalan Beyşehir Gölü havzası, jeomorfolojik evrim ve jeolojik yapı açısından da geçiş bölgesi olma özelliği taşımaktadır. Stratigrafi: Batısında Anamas Dağları Grubu (Anamas-Akseki Otokton Birimleri), doğusunda Sultandağları Grubu (Otokton Birimler), kuzeyinde ve güneyinde Beyşehir-Hoyran-Hadim Napları Grubu (Allokton Birimler) yüzeylenir. Beydağları (Karacahisar) Otoktonu ve Antalya Napları, alanının (çok küçük bir bölge hariç) dışında ve batı sınırında kalmaktadır. Bölgede ayrıca Neootokton birimler olarak Miyosen-Kuvaterner aralığında çökelmiş kaya birimleri yer alır. Otokton birimler yerli kaya, allokton birimler ise, komşu havzalarda oluşan ancak sürüklenme (bindirme) ile gelen yabancı kayalar olup, Nap ise örtü anlamı taşımaktadır. Depremsellik: Alan, 1, 2 ve 3’ncü derece deprem bölgesi içinde kalmaktadır. Kuzeybatı kısımları 1.derece, güneydoğu kısımları 3.derece, aradaki bölge ise 2.derece deprem bölgesi içinde kalmaktadır. MTA tarafından hazırlanan Türkiye Diri (Aktif) Fay Haritasına göre Beyşehir Gölü’nün kuzeybatısında, göl kenarına kadar uzanan aktif bir fay vardır. KB-GD 32 yönlü yaklaşık 27 km Uzunluğundaki bu diri fay, Belceğiz’in 5 km Kuzeybatısındaki Kızıloluk mevkisinden başlar, Belceğiz’in 1,5 km batısından, Sarıkabalı ve Gedikli yerleşimlerinin içinden geçerek (dağ kenarından) İğdeli Ada’nın karşı sahiline kadar devam eder. Beyşehir Gölü fayı olarak adlandırılan bu fayın güneydoğuya doğru diri (aktif) olarak bir uzantısı mevcut değildir. MTA’nın bu diri fay haritasında bölgedeki diğer faylar görülmediğine göre, bunlar ölü fay olarak düşünülmektedir. Jeomorfoloji: Beyşehir Gölü çevresi, İç Anadolu ile onun güneyindeki Toros Dağları arasında bir geçiş alanıdır. Toros Dağları kuzeyinde bulunan Konya Ovası'nın, Konya ile Niğde arasında ve dik dağ yamaçlarının hemen dibinde, arada bir geçiş alanı olmadan uzanan tipik bir İç Anadolu düzlüğü olmasına karşın, Beyşehir Gölü’nün içinde bulunduğu havza bir ara basamak halinde, dağlarla ovalar arasına girmiştir. Bu tipik özelliği ile havza kendine özgü bir doğal karakter kazanmış ve bir yandan güneyindeki yüksek dağların doğal kaynaklarından yararlanırken, öte yandan kuzeyindeki geniş ova düzlüklerinin doğal özelliklerini devam ettirmiştir. Bu konumun en önemli yanlarından birisi, bu ortamda yaşayan bitki, hayvan ve insanların Torosların su kaynaklarını sınırsız bir şekilde kullanma olanağı bulunması ve hatta bu ortamın, iklim etkileri, bitki ve su varlıkları, doğal özelliklerini Konya Ovası ve hatta daha kuzeyine genişletme olanağının bulunmasıdır. Beyşehir Ovası, kuzeyden bölgenin en yaşlı formasyonlarından oluşan Sultandağları; güneybatısından genellikle Mezozoik kalkerlerinden oluşan Anamas Dağ sırası ve şariyaj naplarından oluşan Derebucak platoları ve Seyran Dağları; doğudan Erenler Dağı volkanik kompleksi ile çevrili, dışa akışlı bir havzadır. Bu havzanın ortası genellikle Pliyosen yaşlı göl akarsu formasyonlarıyla dolu olup, ortasında sığ fakat geniş bir göl bulunur. Bu gölün güneydeki Toros Dağları’na doğru karstik, batıya doğru da alüvyal gidegenleri vardır. Bu haliyle Beyşehir, kendine özgü bir karakteri olan tam bir yaşam alanı kompleksidir. 33 2.1.4 Hidrojeolojik Yapı Beyşehir Gölü Milli Parkı Hidrolojik yapısını Beyşehir Gölü Sulakalanı Yüzey Su Toplama Havzası’nın hidrolojik yapısı içerisinde değerlendirmek gerekmektedir. Havza, morfolojik olarak kapalı bir havza görünümünde olmakla birlikte, yüzey suyu yönünden doğudaki Çarşamba Suyu ile önce Suğla Ovası’na, daha sonra sırasıyla Konya Ovası ile Tuz Gölü’ne sularını drene etmektedir. Havza Türkiye'nin en önemli karst bölgelerinden biri olan Batı Toroslar içinde yer almaktadır. Bu Batı Toroslar bölgesinde karstlaşma deniz seviyesinden 2500-3000 m yükseklerden, deniz altında 150-200 m derinliğe kadar her yerde gelişmiştir. Bu bölgedeki yüksek dağlar, derin ve dar vadiler, göller, dolinler, polyeler, estavelleler (alıcı verici kaynaklar), ponorlar (polyelerdeki bazı derelerin döküldüğü mağara veya derin çukurluklar) düdenler, büyük debili kaynaklar, yeraltı dereleri (hatta yeraltı ırmakları), mağaralar vb. karst morfolojisinin en belirgin özelliklerini göstermektedir. Bu karstik bölgede yüzey suyu akımlarını, Türkiye'nin birçok bölgesinden çok farklı olarak yeraltı suları kontrol etmektedir. Bölgenin bir çok yerindeki yüzey suyu akımları içinde yeraltı suyu katılımları oldukça büyük oranlarda bulunmaktadır. Yeraltı suyunun hızının yüzey suyuna göre yavaş olması doğal olarak yeraltında büyük değerlerde yeraltı suyu rezervlerinin oluşmasını sağlamaktadır. Diğer bir ifadeyle herhangi bir bedel ödemeksizin doğa yeraltında çok büyük su depolanmasına olanak sağlamaktadır. Bugün Oymapınar Barajı altında kalan ve tek gözden çıkan Dumanlı kaynağı minumum 20-25 m3/sn lik debisiyle tek başına orta büyüklükte bir baraj kadar su depolama kapasitesine sahip bulunmaktadır. Bu karstik bölgede yeraltı sularının drenaj alanları yüzey suyu drenaj alanlarına bağlı olmaksızın çok büyük alanları kaplamaktadır. Beyşehir Gölü yüzey su toplama alanındaki yeraltı suyu drenaj alanı da Batı Toroslarda çok geniş alanlar kaplayan karstik bölgedeki diğer yeraltı suyu drenaj alanları gibi yüzey sularından çok farklı bir drenaj alanına sahip bulunmaktadır. Beyşehir Gölü yüzey su toplama alanındaki yeraltı sularının drenaj alanı, güneyden Gembos ve Eynif polyelerini de içine aldıktan sonra Manavgat ve Köprüçay havzalarına kadar uzanmaktadır. Hatta bu alan içine Suğla Ovası ve onunla yakın ilişkisi nedeniyle Akseki Havzası da dahil 34 edilebilir. Bu durumda yeraltı suyu drenaj alanı, yüzey suyu drenaj alanının en az 2-3 katı büyüklüğünde bir alanı içermektedir. Havzada yapılacak çalışmalarda Türkiye'nin en büyük doğal tatlı su kaynağını oluşturan Beyşehir Gölü ile onun su bilançosu kilit görev görmektedir. Beyşehir Gölü, Sultandağları ile Anamas Dağları arasında, kuzeybatı-güneydoğu doğrultusundaki iki fay grubu arasındaki grabende oluşmuş tektonik bir göldür. Kuzeybatı-güneydoğu doğrultusundaki uzunluğu 45 km yi bulmaktadır. Doğu-batı doğrultusundaki en geniş yeri 24 km ye ulaşmaktadır. Gölün 1125 m kotundaki yüzey alanı 730.3 km2 dir. En derin yeri 10 metre, ortalama derinliği 8.5 metredir. Göl güneyinden, daha güneydeki havzaların beslenim alanında kalan Mesozoyik yaşlı kireçtaşlarıyla (genellikle Jura-Kretase yaşlı) irtibatlı bulunmaktadır. Gölün güneyindeki bu kireçtaşları yağışlı zamanlarda yeraltı suyu seviyelerinin yüksekliğine bağlı olarak gölü beslerken, yağışın olmadığı zamanlarda da gölün sularını daha güneydeki havzalara drene etmektedir. İşte bu özellikleri nedeniyle yeraltı suları Beyşehir Gölü su bilançosunun çıkartılmasında temel görev görecektir. 1125 m kotunda, 730.3 km2 bir alan kaplayan Beyşehir Gölü, Türkiye'nin Van (sodalı) ve Tuz Gölünden (tuzlu) sonra üçüncü büyüklükteki ve içme suyu kalitesinde tatlı su taşıyan en büyük doğal gölüdür. 2.1.5 Su Kullanımı Gerek Beyşehir Gölü’nden su alınarak gerekse yeraltı suyundan sığ ve sondaj kuyularıyla içme ve sulama amacıyla oldukça fazla miktarda su kullanılmaktadır. Havzada vatandaşlar tarafından açılmış binden fazla sığ kuyu bulunmaktadır. Ayrıca DSİ, İller Bankası ve Köy Hizmetleri Genel Müdürlükleri’nce çok sayıda sondaj kuyusuyla yeraltı suyundan su alınarak içme ve sulama amacıyla yararlanılmaktadır. 35 İçmesuyu Projeleri: Beyşehir Gölü Havzasında başlıca içmesuyu kaynakları göl suyu ve yeraltı suyudur. Beyşehir yerleşiminin içmesuyu gereksinimi göl suyundan karşılanmakta olup, diğer yerleşimler içmesuyu kaynaklardan ve büyük oranda keson ya da derin sondaj kuyularından sağlamaktadırlar. Sulama Projeleri: Havzada gerek vatandaşlar, gerekse kamu kuruluşlarınca açılmış çok fazla sayıda kuyular ile yeraltı suyundan yararlanılarak sulama yapılmaktadır. Vatandaşlar tarafından açılmış binden fazla sığ kuyu bulunmaktadır. Ayrıca, Beyşehir Gölü’nden su alınarak sulama yapılması için DSİ ve Köy Hizmetleri Müdürlüğünce geliştirilmiş projeler de bulunmaktadır. Havza alanı, DSİ Konya IV. ve Isparta XVIII. bölge sınırları içinde kalmaktadır. DSİ IV. Bölge Müdürlüğü tarafından yürütülen 5 büyük su projesi ve 4 küçük su projesi olmak üzere toplam 9 su projesi vardır. DSİ XVIII. Bölge tarafından ise 2 büyük su projesi yürütülmektedir. Köy Hizmetleri Bölge Müdürlüğü’nce 4 adet sulama projesi ve 8 adet gölet ve sulaması projesi olmak üzere 12 adet proje yürütülmektedir. Köy Hizmetleri tarafından sulama ve gölet sulama projeleri dışında, 32 adet pompaj yapılmış ve toplam 2.269 ha alan sulanmaktadır. 2.1.6 Limnolojik Özellikler Bu kapsamda, su kimyası ve su kalitesi ile ilgili, Beyşehir Gölü, geçmişte yapılan sürekli su kalitesi gözlemleriyle oligotrofik yapıda, oldukça temiz, içmesuyu ve su ürünleri amaçlı kullanıma uygun bir özellik göstermektedir. Göl suyunun kimyasal kompozisyonu zaman içinde buharlaşma ya da yağışa bağlı olarak zenginleşme ya da seyrelmeye uğramakta olup, yılın her döneminde genel olarak yüksek kaliteye sahiptir. Göl suyunda analizi yapılan parametreler 36 açısından çok belirgin bir kirlenme gözlenmemektedir. Bununla birlikte aşırı alg üremesi gibi kirlenme izleri özellikle tarımsal drenaj dönüş ve diğer atıksuları içeren akarsu ağzı yakınlarında gözlenmektedir. Bu bakımdan en dikkat çekici alan gölün Şarkikaraağaç ovasına yakın olan Homat Burnu dolayındaki kesimidir. 2.1.7 Toprak Kabiliyeti Alanda, alüvyal, kırmızı kestanerengi topraklar, kırmızı kahverengi akdeniz toprağı, kırmızı kahverengi topraklar, kolüvyal topraklar olmak üzere 5 ana toprak grubu bulunmaktadır. Arazi tipleri olarak da kıyı kumulu ve sazlık-bataklık yer almaktadır. 2.1.8 Ekolojik Yapı Alanı iklimsel olarak değerlendirdiğimizde, Akdeniz iklimi ile İç Anadolunun kurak ikliminin kesiştiği bölgede yer almasından dolayı, Milli Park alanının iklimsel özelliği kendine has bir durum arz etmektedir. Vejetasyon haritasına da bakıldığında iğne yapraklı, yaprak dökenlerden otsu bitkilere doğru bir geçiş gözlenmektedir. İki iklim kuşağı arasında kalan bu bölge biyolojik çeşitlilik açısından zenginlik göstermektedir. Milli Park alanı karasal ve sucul olmak üzere iki ana ekosisteme sahiptir. Ekolojik yapı, karasal ve sucul ekosistem başlıkları altında ve bu ekosistemler içerisinde tespit edilen alt ekosistemlere göre aktarılmıştır: A- Karasak Ekosistem: Ormanlık Alanlar 37 Makilik Alanlar Kültür Alanları B- Sucul Ekosistem: Akarsular Göl Sazlık ve Bataklık Alanlar 2.1.9 Biyolojik Yapı Flora: Milli Park alanının floristik yapısı, içinde yer aldığı Beyşehir Gölü yüzey su toplama havzası bazında yapılan çalışmaya göre değerlendirilmiştir. Alanda 102 familya’ya ait 491 cins, 1353 tür, 179 alttür ve 55 varyete tespit edilmiştir. Beyşehir Milli Parkı sınırları içinde 85 familya’ya ait 305 cins, 545 tür, 140 alttür ve 55 varyete tespit edilmiştir. Vejetasyon: Yapılan arazi çalışmaları sonucunda, Milli Park alanında maki, orman, step ve göl vejetasyonu olmak üzere dört tip vejetasyon tespit edilmiştir. Faunası: Omurgasız faunası (planktonlar, böcekler), omurgalı faunası (balıklar, kuşlar), iki yaşamlı sürüngen ve memeliler (amphibia, kaplumbağalar, yılanlar, kertenkeleler, böcekçiller, yarasalar, tavşanlar, kemiriciler, yırtıcılar, toynaklılar) olmak üzere 3 ana grupta incelenebilir. 38 2.1.10 Demografik ve Sosyo-Ekonomik Yapı Konya il sınırı ile Beyşehir ve Hüyük ilçe sınırları içinde kalan Milli Park alanında ikisi Hüyük ilçesine, beşi Beyşehir ilçesine bağlı olmak üzere 9 yerleşim birimi yer almaktadır. Ayrıca yine Beyşehir ilçesinin beldesi olan Yeşildağ’a bağlı iki mahalle bulunmaktadır. Tablo 2.1. Beyşehir Gölü Milli Parkı İdari Birimler.31 YERLEŞİMLER BEYŞEHİR İLÇESİ Akburun Çiftlikköy Gölkaşı (Kıstıfan) Gölyaka (Hoyran) (B) Karadiken Kurucaova (B) Kuşluca (Hordu) HÜYÜK İLÇESİ Budak Tolca Statüsü İlçe Merkezi Muhtarlık Muhtarlık Muhtarlık Belediye Muhtarlık Belediye Muhtarlık İlçe Merkezi Muhtarlık Muhtarlık Milli Park alanında yer alan yerleşimlerin ekonomisi de genelde tarımsal üretime dayalıdır. Ana geçim kaynağı, tarım, hayvancılık ve balıkçılıktır. Tarım, hayvancılık ve balıkçılık genelde birlikte yürütülen ekonomik faaliyetlerdir. Havza genelinde de tarımsal faaliyetlerin yanı sıra balıkçılık faaliyetleri genelde göl kıyısında veya yakın olarak konumlanmış yerleşimlerde yoğunluk kazanırken, gölden uzaklaştıkça balıkçılık faaliyetleri giderek yok olmakta, yerini hayvancılığa bırakmaktadır. Kentsel yerleşimlerde tarımsal aktivitenin yanı sıra hizmet sektörü (ticaret, kişisel hizmetler ve idari hizmetler vb.) ile ekonomik faaliyetler çeşitlenmektedir. Havzada, tarımsal faaliyetler dışında yürütülen diğer ekonomik faaliyetler ise, işçi, icar, memur ve halıcılıktır. 31 T.C. Konya Valiliği İl Çevre Müdürlüğü, “Beyşehir Gölü Sulakalanı Yüzey Su Toplama Havzası Yönetim Planı Raporu”, Tüstaş Sınai A.Ş. Genel Müdürlüğü, 2007, 39 2.2 Kızıldağ Milli Parkı Kızıldağ Milli Parkı, 09.05.1969 tarihinde, 2316 hektar olarak Milli Park ilan edilmiştir. 11.01.1993 tarihinde alanı genişleterek 59400 hektar ve yine aynı isimle Milli Park olarak ayrılmıştır.32 Kızıldağ Milli Parkı içinde bulundurduğu doğal ve kültürel kaynakları sebebiyle bölgesel ve ülkesel ölçekte önemli bir konumda bulunmaktadır. Kızıldağ Milli Parkı’nın ana kaynak değerlerini oluşturan doğal ve kültürel potansiyellerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:33 Kalker ve karstik yer şekillerden oluşan jeolojik yapısı, Göle bakan yamaçlardaki karaçam, ardıç ormanları, iç bölgelerde kalan karaçam, sedir, toros göknarı, titrek kavak, ardıç, meşelerden oluşan saf veya karışık ormanlar, dereboyu vejetasyonları, Orta ve Batı Toroslar’ın 2987 m. yükseklikle zirvesini oluşturan Dedegöl Dağı, bu dağın yamaçlarında 10 ay eksik olmayan kar örtüsü, Dedegöl Dağı’nın kuzeydoğusunda bulunan, 20 km. den fazla uzunluğu olduğu tahmin edilen Pınargözü Mağarası ve buradan çıkan Çay Deresi, Sindel, Küre, Karamık, Körkuyu, İncebel, Malanda yaylaları Yaylalarda yılın belli dönemlerinde konaklayan Honamlı Yörükleri, Ulaşım kolaylığı (Isparta 121 km, Konya 156 km, Eğirdir 91 km), Dağcılık faaliyetleri için 1840m yükseklikteki Büyüksivri Tepe, Günübirlik rekreasyonel kullanıma uygun Beyşehir Gölü kıyı şeridi, Yoğunlukla sedir ağacından oluşan bitki örtüsü. 32 93/4020 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, T.C. Resmi Gazete, Sayı: 21502, 20/02/1993. Kızıldağ Milli Parkı’na ait bilgiler Süleyman Demirel Üniversitesi Orman Fakültesi’nin hazırlamış olduğu Kızıldağ Milli Parkı Analitik Etüt çalışmaları verileri ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü Arşivi’nden derlenen bilgiler doğrultusunda hazırlanmıştır. 33 40 2.2.1 Coğrafi Konum Kızıldağ Milli Parkı Batı Akdeniz Bölgesi’nde Isparta İli sınırları içerisinde kalmaktadır. Beyşehir Gölü’nü kuzey ve batısından çevreleyen Kızıldağ Milli Parkı coğrafi konum olarak 370 38I 32II - 380 03I 21II kuzey enlemleri ve 310 14I 59II - 310 29I 58II doğu boylamları arasında yer almaktadır. Kuzeyde Şarkikaraağaç İlçesi merkezi, Beyköy, Şarkikaraağaç-Beyşehir asfaltı; doğuda Beyşehir Gölü; güneyde Beyşehir ilçesi Kurucuova Beldesi sınırından, Geriş sırtı, Gavur Tepe, Tozan Tepe, Kuzgun Tepe, Yeropkunu Sırtı, Karakaya Tepe, Dedegöl (Dedegöl) Tepe; batıda, Üzümkarı Sırtı, Melikler Yayla, orman yolunu takiben Dörtkardeşler Tepe, Mehmetkırı Tepe, Hacıbey Yayla, Alınoluk Tepe, Höyük Tepe, 2334 rakımlı Kızıldağ Tepe, Bozyamaç Tepe, Tuzlabeli Tepe, Çiçeklidağ Tepe, Çiçek Tepe, Yoncalı Tepe, Büyükkaş Tepe, Kızıltepenin batısındaki boyundan Belceğiz köyünün doğusundan yola inen, Belceğiz-Yeniköy yolu, Yeniköy dışarıda kalacak biçimde 1531 rakımlı tepe, tekrar Yeniköy-Çeltek yoluna inip, kuzeye doğru bu yolu takip edip, Fakılar köyü dışarıda kalacak biçimde çevrelenmiştir. Milli park, kuzeyinden geçen Isparta-Konya karayolu ile ülke ulaşım ağına bağlanmaktadır. Kızıldağ Milli Parkı ulaşılabilir bir konumdadır. Konya-Isparta karayolu Milli Parkın kuzeyinden geçer. Demiryolu batıda Eğirdir ve kuzeyde Akşehir’e kadar gelmektedir. Isparta hava alanının Şarkikaraağaç’a uzaklığı yaklaşık 145 kilometredir. 41 Şekil 2.1. Kızıldağ Milli Parkının Bölge Ulaşım Ağındaki Yeri. (Kaynak: Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü) 2.2.2 İklim Verileri Uzun yıllar ortalama aylık verilere göre bölgede yağışların %29’u (185.3 mm) ilkbahar, %7’si (42.8 mm) yaz, %21’i (133.2 mm) sonbahar ve %43’ü de (270.3 mm) kış mevsiminde gerçekleşmektedir. Uzun yıllar aylık ortalama sıcaklıklara göre bölgede en soğuk ay Şubat (ortalama: 0.7 C, en az: -7.2 C), en sıcak ay ise Temmuz’dur (ortalama: 22.2 C, en çok: 24.6 C). Bu veriler ışığı altında Milli Park alanının nemli ya da yarı nemli bir iklim kategorisinde yer aldığı söylenebilir. 42 2.2.3 Jeolojik Yapı Havza alanı yüzyıllar boyunca geçirdiği morfolojik evrim sonucunda sayısız doğal özelliklere sahip olmuştur. Eş zamanlı tektonik ve volkanik olaylar sonucunda, gölün oluştuğu vadinin önünün tıkanması ile Beyşehir Gölü meydana gelmiştir. Farklı yükseltiler nedeniyle her yönde değişebilen görüntülere sahip alanda Beyşehir Gölü Ana öğedir. Beyşehir Gölü’nün bu özelliğini, göle tezat teşkil eden Anamas Dağı yükseltisi tamamlamaktadır. Beyşehir Gölü, girintili çıkıntılı kıyılarında oluşan küçük koylar, kumsallar, sazlık alanlar ve kimi zaman dik inen yükseltiler ile çok çeşitli özelliklere sahip küçük bir denizi andırmaktadır. Gölde hemen hemen hepsi ayrı doğal ve arkeolojik değerlere sahip olan irili ufaklı adalar bulunmaktadır. Bu adaların korunması gerekmektedir. Stratigrafi: Milli Park alanında bulunan yaşlıdan genç birimlere göre sıralanmış formasyonlar; Çaltepe Formasyonu (Alt - Orta Kambriyen) Sultandede Formasyonu (Kambriyen-Üst Devoniyen) Fele Formasyonu (Triyas) Feletepe Formasyonu (Lias-Dogger) Anamasdağ Formasyonu (Jura-Eosen) Gölgeli Formasyonu (Paleosen-Eosen) Deliklitaş Kireçtaşı (Triyas) Kızıldağ Ofiyolit Karmaşığı (Alt-Üst Lütesiyen-Miyosen) Bağkonak Formasyonu (Miyosen-Pliyosen) Yamaç molozu-taraça-birikinti konileri ve alüvyon (Kuvaterner) olarak sıralanmaktadır. 43 Depremsellik: Çalışma alanının; Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından 1996 yılında hazırlanan Türkiye Deprem Bölgeleri Haritasına göre, kuzey kısımları birinci derece güney kısımları ise ikinci derece deprem bölgesinde yer almaktadır. İnceleme alanı ve çevresinde tarihsel dönemlerde birçok deprem olmuştur. Jeomorfoloji: Milli Park sahası, Akdeniz Bölgesi'nin Batı Toros dağları bölümünde ve bu bölümün Göller Yöresi'nde bulunmaktadır. Beyşehir Gölü (1121.5 m) yörenin önemli depresyon alanını oluşturur. Beyşehir ve Suğla göllerinin içinde yer aldığı Beyşehir Gölü havzasının bir kısmı Kızıldağ Milli Parkı içinde yer almaktadır. Toroslar’ın batı bölümünü meydana getiren dağ sıralarının uzantıları, aynı zamanda ana tektonik hatlar doğrultusuna uymaktadır. Kabaca birbirlerine paralel olan bu doğrultular, güneydoğu-kuzeybatı ve kuzey-güney yönündedir. Havzanın karakterini belirleyen bu dağ silsilesinin morfolojik karakterini belirlemek için dağlık kesim, Anamas Dağları Bölümü ve Depresyon Bölümü ise Beyşehir Çanağı ve Gölü olarak 4 bölümde toplanabilir 2.2.4 Ekolojik Yapı Milli Park alanı karasal ve sucul olmak üzere iki ana ekosisteme sahiptir. Ekolojik yapı, karasal ve sucul ekosistem başlıkları altında ve bu ekosistemler içerisinde tespit edilen alt ekosistemlere göre aktarılmıştır: A- Karasal Ekosistem: Orman Ekosistemi Çayır Ekosistemi Çalı Ekosistemi Kayalık Ekosistemi 44 Mağara ve Yeraltı Ekosistemi İnsan Eli ile Oluşturulan Ekosistem B- Sucul Ekosistem: Daima Akan Dere ve Nehir Ekosistemi Mevsimsel Akan Dere ve Nehir Ekosistemi Tatlısu, Göl Ekosistemi Sazlık ve Bataklık Ekosistemi Tatlısu Kaynağı Ekosistemi 2.2.5 Biyolojik Yapı Flora: Isparta ili sınırları içerisinde kalan Kızıldağ Milli Parkı’ndan 2005 yılında yapılan arazi çalışmalarının değerlendirilmesi ve değişik araştırıcılar tarafından gerek park sınırlarından gerekse parka yakın alanlarda yapılan floristik çalışmalardan faydalanılarak floristik liste oluşturulmuştur. Arazi çalışmaları sonucunda toplanan bitkiler, Hacettepe Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Botanik Ana bilim Dalı bünyesinde bulunan Hasan Peşmen Herbaryumunda (HUB) koruma altına alınmıştır. Bu çalışmada, 100 familyaya ait 444 cins, 1124 tür, 101 alttür ve 28 varyete tespit edilmiştir. 2.2.6 Demografik ve Sosyo-Ekonomik Yapı Kızıldağ Milli Parkı Isparta İl sınırları içinde kalmaktadır. Milli Park sınırlarına giren yerleşmeler: Yenişarbademli İlçesi 45 Karakaya Köyü Gedikli Köyü Kumluca Mahallesi (Gedikli Köyü) Yenice Mahallesi (Yenişarbademli) Pınarbaşı Mahallesi (Yenişarbademli) Sarıkabalı Köyü Kızıldağ Milli Parkı alanının sosyo-ekonomik yapısının, alanının Şarkikaraağaç ve Yenişarbademli Belediyelerinin sosyo-ekonomik yapısı ile ilişkili olduğu gözlenmektedir. Her iki ilçenin de 3.gelişmişlik grubunda yer aldığı, bu gruptaki yerleşmelerin ise tarım ve hayvancılık ağırlıklı bir ekonomik yapı sergilediği anlaşılmıştır. Havzadaki köylerin başlıca geçim kaynağı, tarım ve hayvancılıktır. Göle kıyısı bulunan, Gedikli, Gölkonak, Karayaka, Yenişarbademli yerleşmelerinde balıkçılık da yapılmaktadır. 2.2.7 Rekreasyonel Kaynak Değerleri Milli Park alanı Beyşehir Gölü Milli Parkı ile iç içe olması ve zengin topografik yapıya sahip olması nedeniyle planlı-düzenli olmamakla birlikte çeşitli rekreasyonel faaliyetlere hizmet etmektedir. Bunun yanı sıra tüm yıl boyunca gerçekleştirilebilecek etkinlikler için de farklı olanaklar sunmaktadır. Melikler Yaylası, Karaçam ormanlarıyla çevrelenmiş ve sırtını Dedegöl dağına dayamıştır. Dedegöl Dağı aynı zamanda çevredeki su kaynakları açısından da zengindir. Her yıl Mayıs ayının sonunda bölge, dağcılık kulüplerinin organizasyonu çerçevesinde, dağcılar bu yaylada çadır kurarlar ve dağa tırmanırlar. Dedegöl dağındaki yüksek kayalar yırtıcı kuşlar için önemli bir üreme ve beslenme alanıdır. Farklı ağaç türü, strüktür ve flora kompozisyonuna sahip meşcerelerden oluşan farklı tipteki orman alanlarında çeşitli kuş ve memelilerin barınmasına uygun habitatlar 46 ortaya çıkmaktadır. Böylece habitat mozaikleri kısa mesafede değişen tür çeşitliliğine yol açmaktadır. Göl kıyılarının bir bölümünün sığ ve bitkilerle kaplı olması içinde irili ufaklı adalar su kuşlarının yuvalanmaları ve kuluçkaya yatmaları için büyük önem taşır. Bunun yanında tarım alanları ve ormanlık alanların farklı kuş türlerinin isteklerine cevap verebilmesi kuş faunasının artmasını sağlamaktadır. Yenişarbademli yöresi flora ve vejetasyon açısından oldukça zengindir ve bu zenginliğe paralel olarak, çok sayıda odun dışı orman ürünleri veren odunsu ve otsu bitkiler bulunmaktadır. Pınargözü Mağarası’na, Isparta’dan 100 km’lik Eğridir-Aksu yolu üzerinden bir buçuk saatte ulaşılır. Mağaradan çıkan su, oluşturduğu küçük çağlayanlarla eşsiz manzaralar sunar. Etraftaki abidevi karaçamlar bu mekânı daha da güzelleştirmektedir. Buradaki kullanımların da plansız olduğu gözlenmiştir. Ayrıca yapılan görüşmelerde buradaki atık kaldırma çalışmasının da yetkililer arasında soruna yol açtığı bilgisine ulaşılmıştır. Burası aynı zamanda su kaynağı açısından Dedegöl Dağı’na tırmanan dağcılar içinde önemli bir noktadır. Kızıldağ Milli Parkı’nın en önemli özelliği olan doğal peyzajın rekrerasyonel açıdan değerlendirilebilmesi için koruma esaslı plan kararları üretilmelidir. Milli Park’ın girişinde 1200-1300 metrelik mevkide oksijen açısından oldukça zengin Cedrus libani ormanları bulunmaktadır. Bu ormanların altında 50 çadır kapasiteli özel işletilen bir çadır kamp alanı, 5 adet bungalov ve 20 adet prefabrik bina bulunmaktadır. Bu alan özellikle sağlık turizmine hizmet vermektedir. Milli Park’taki kullanım sıklığı genel olarak bu alanda ve Pınargözü Kaynağı’ndaki piknik alanındadır. Yaylalardaki kullanım sıklığı sadece yaylacılardan ibarettir.. Çadır sayısı ise değişken olmakla beraber alanda en az 20-30 çadır turizm döneminde mevcut olmaktadır. Bu alanda önemli bir atık sorunu olduğu ve yapıların çevreye uyumsuz olduğu gözlenmiştir. Milli Park giriş kapısı çevresinde kullanımlar yoğunlaşmaktadır. Mevcut tesisler ise genelde bu alanda bulunmaktadır. Milli Park çoğunlukla sağlık turizmine hizmet vermektedir. Mevcut kullanılan yürüyüş parkuru güzergahı dışında Milli Park orman alanı içinde yaya dolaşımı açısından zorluk olduğu gözlenmiştir. Bunun en 47 önemli nedeni de Park’ın değişken ve yüksek arazi yapısıdır. Yürüyüş parkurunda genellikle bilgilendirme tabelaları bulunmamaktadır. 2.2.8 Yasal Düzenlemeler Farklı kurum ve kuruluşların yetki alanlarının çakışması, farklı yasa ve yönetmelikleri geçerli kılmaktadır. Bu durumda Milli Park alanının tamamını kapsayacak şekilde yapılacak planın birden fazla yasa ve yönetmeliğe uygunluğu söz konusu olacaktır. İlgili yasa hükümlerinin ortak noktası kirlenmeye, bozulmaya karşı gerekli önlemlerin alınması, kullanım yöntemi ve şartlarının saptanması ve cezai yaptırımlarına ilişkin hükümlerin belirlenmesidir. Milli Parklar Kanunu’nu diğer yasalardan ayıran temel özellik, milli parkın kaynak değerlerinin korunmasına öncelik veren mekânsal kullanım kararlarının getirilmesidir. Mekânsal kullanım kararlarının oluşturulmasında da Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği bağlayıcıdır. Sonuç olarak her türlü kararın alınmasında ve uygulanmasında ki temel problem; ülkemizde birçok konuya ilişkin mevzuatın, aynı konuda farklı kuruluşlara bazen çakışan ve çelişen yetkiler veren çok sayıdaki yasa, yönetmelik ve tüzüğe bölünmüş olmasıdır. Dolayısıyla yetki karmaşası yaşanmakta ve uygulayıcılar bu sayede, zaman zaman işleri sürüncemede bırakmaktadırlar. 48 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM BEYŞEHİR’İN TARİHİ 3. BEYŞEHİR GÖLÜ VE CİVARININ TARİHİ Tez çalışmasının önceki bölümlerinde kısaca aktarılan, Milli Park alanında ve içinde yer aldığı havzada, insan yerleşimleri tarih öncesi devirlere kadar geriye gitmektedir. Neolitik dönemden itibaren bölgenin yerleşim gördüğü tespit edilen höyüklerden anlaşılmaktadır. Milli Park alanının dışında, doğusunda kalan insanlığın kültürel evriminde yiyecek üreticiliğine geçiş gibi önemli bir dönüm noktası ile karakterize edilen Neolitik döneme ait Erbaba Höyüğü günümüzden yaklaşık 7500 yıl öncesine aittir. Milli Park alanlarının yer aldığı Beyşehir Gölü yüzey su toplama havzası, sahip olduğu doğal özellikleri nedeniyle, çok eski dönemlerden itibaren çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. Antik yol güzergâhlarının havza alanı içinden geçmesi de, havzanın eski dönemlerdeki önemini ortaya koymaktadır. Hitit imparatorluk çağının sonlarından itibaren bölgedeki yerleşmelerin, güvenlik kaygısıyla ovalardan ziyade, dağlık bölgelere ve geçitlere kaydığı görülmektedir. M.Ö. II. Binde Kiçi Muhsine’den Beyşehir’e giden yol, Kızılören Höyüğü ile ayrılmış olmalıydı. Böylece Kızılören Höyüğü ve Balkayalar Kalesi ile Beyşehir’e ulaşan yol, Eflatunpınar ile Isparta yönüne, Fasıllar Köyü yolu ile de Antalya’ya ulaşmış olmalıydı. Çünkü Roma Döneminde Mistia şehri ile birleştirilen Fasıllar Köyü’nün bulunduğu alanın kuzeydoğusu Konya, batısı Beyşehir, güneyi Antalya’ya açılan önemli bir yol kavşağı idi. Ancak Eflatunpınar Hitit anıtının batı kesiminin hemen gerisinde Beyşehir Gölü ve Toros Dağları’nın uzantısı sarp ve 49 geçilmez Dedegöl (Anamas) Dağı başlamaktaydı. Dolayısıyla bu kesimden güneye (Antalya) inmek, Dedegöl (Anamas) Dağı yüzünden zordu. Ancak Isparta yönünden geçmek daha kolay olmalıydı. Ayrıca Beyşehir Gölü’nün güneybatı noktasında ovalık alandan hemen sonra başlayan dağlık kesime uzanan yolları M.Ö. VIII yüzyılda İbrim, M.Ö. IV. yüzyılda da Bayındır Dikmen Kalelerinin kontrol ettiği anlaşılmaktadır.34 İlk çağda, Ege Bölgesi’ni Suriye'ye bağlayan, İzmir'den başlayan antik yol, Konya'dan gelen ve Yalvaç'tan gelen antik yol, Kıreli yakınlarında birleşerek, bugün olduğu gibi, gölün doğu kıyısı boyunca devam ederek Beyşehir'e ulaşan yolun bir kolu, Suğla Gölü'nden geçerek Karaman yakınından Akdeniz'e, diğer kolu da bugün olduğu gibi Akseki üzerinden Side'ye ulaşmaktadır. Beyşehir Gölü ve yakın çevresi, antik dönemde Pisidya olarak tanımlanan bölge içinde yer almıştır. Protogeometrik Dönem’den itibaren Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrıldığı M.S. 395 yılına kadar geçen zaman diliminde Anadolu’nun diğer bölgeleri gibi Pisidia Bölgesi de Yunan ve Roma yerleşmelerini içinde barındırmıştır. Pisidia Bölgesi Roma Dönemi boyunca farklı eyaletlere ve farklı coğrafyalara dahil edilmiştir. “Pisidia” adı, ancak Diocletianus döneminde başlı başına bir eyaletle ilişkili olarak karşımıza çıkmaktadır. Strabon’un Geographika adlı eserinde söz ettiği etnik ve linguistik dağılıma göre Pisidia Bölgesi kuzey ve kuzeybatıda Phyrigia, doğuda Lycaonia, batıda Milyas ve Kabalis, güneyde Pamphylia, güneydoğuda İsauria ve Kilikia bölgeleri ile sınırlanmaktaydı. Ancak Diocletianus döneminde kurulan Pisidia eyaleti Lykaonia bölgesini de kapsamıştı.35 34 G. Karauğuz, H.İ. Kunt, Eskiçağ Kaleleri-Orta Anadolu’nun Güney Kesimi-, Konya: Çizgi Kitabevi Yayınları, 2004, s.2-3. 35 Bilge Hürmüzlü, “Pisidia’da Gömü Gelenekleri Işığı Altında Kültürlerarası İlişkiler”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, S.15, Mayıs 2007, s.1-22. 50 Antik dönemde gemi yapımında kullanılan sedir ağacı36 Pisidia için özellikle önemliydi. Bölge coğrafyasının bağcılık ve zeytincilik için de elverişli olduğu antik kaynaklardan bilinmektedir. Pisidialıların kendine özgü bir dilleri ve Yunan alfabesine yakın bir alfabeleri vardı. Sırasıyla Frig ( M.Ö. 9. yy sonları), Lydia (M.Ö. 6. yy) ve (M.Ö. 546) Pers egemenliğine girmiş, Frig krallığı döneminde başlayan görece karanlık dönem Pers egemenliğinin ortalarına dek sürmüştür. Pisidialıların adını ilk kez Ksenophon Kyros’un kendisine karşı geldikleri için ceza seferi düzenlemesi sebebiyle anmaktadır. Yörenin coğrafi dokusu üzerinde de geçmiş kültür ve uygarlıkların belirli izler bıraktıkları görülmektedir. Friglerin Anadolu tarihinde esas olarak dinsel yönden çok önemli bir role sahip oldukları söylenebilir. Neolitik dönemden başlayarak Anadolu'da varlığı tespit edilen ana tanrıça tapınımını, Kybele adı altında en belirgin ve olgun hale getirerek doruğa çıkartan Frigler, hem kendi çağdaşlarına hem de daha sonraki Hellenistik Çağ ve Roma dönemi insanlarına ve de Hıristiyanlığa bu inanç geleneğini aktarmışlardır. Gerçekten Friglerin bölgedeki varlıklarını kanıtlayan, sağında ve solunda birer aslan bulunan ve altında doğurganlık sembolü olan tavşanların bulunduğu bir iskemle üzerinde oturarak tasvir edilen Kybele (Sibel) heykelleri bölgedeki harabelerde ortaya çıkarılmıştır. Beyşehir çevresinde rastlanılan pek çok aslan heykelinin Friglere veya onların bu inanç motiflerini kendi inanç sistemleriyle bağdaştıran Greklere ve Romalılara ait olduğu belirtilmektedir. Lidyalıların ise yörede çok fazla iz bırakmadıkları anlaşılmaktadır. Belirlenebilen tek Lidya kalıntısı bir küp mezardır. Bazı araştırıcılar yörede bu uygarlıktan kalma herhangi bir tarihsel eser ya da abideye rastlanmadığını belirterek, bunu Lidya devletinin savaşçı bir kavim olması, dolayısıyla mimari alanında çok fazla gelişmemiş oluşu ile açıklamaktadırlar. 36 Sedir ağacı ormanları bugün de oldukça önemlidir. Kızıldağ Milli Parkı ilanında önemli bir etken olmuşlardır. 51 Pisidia bölgesi, M.Ö. 188’de Apemeia barışı ile Pergamon Krallığına, daha sonra da Roma’ya bağlanır. Sula döneminde, M.Ö. 78-74 yılları arasında Publius Servilius Vatia eyaletin valisi olmuş, bu dönemde Pisidia’da Orondialılar’ın (Beyşehir çevresinde yaşayan dağ kavimleri ) toprakları zapt edilmiş ve geçici huzur sağlamıştır. Bölgeyi Romalılaştırmak için çeşitli koloniler kurulmuştur. Bunlar eskiden beri askeri merkez olan Pisidia Antiokheiası’ndan dört bir yöne yayılan Via Sebaste yol şebekesi ile birbirine bağlanmıştır. Agustus’un belirlediği Romalılaştırma siyaseti sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Tiberius döneminde ( MS 14-37) Via Sebaste (Psidia’da tespit edilen mil taşlarının büyük kısmı ve beş köprü kalıntısı bu yol üzerindedir) üzerinde Pappa Tiberiopolis (Yunuslar Köyü); Claudius döneminde ( M.S. 41-54) Claudeikonion (Konya), Misthia (Beyşehir) ve Laodikeia Katakekaumene (Ladik) kolonileri kurulmuştur. 37 Bugünkü Afyon, Isparta, Burdur ve Konya illerinin kısmen içinde bulunduğu Pisidia bölgesinde (Roma dönemi Pisidia eyaleti kapsamında), gezginlerin kayıtları, kazı çalışmaları ve yüzey araştırmaları ışığında, çeşitli dönemlerde kurulmuş irili ufaklı pek çok yerleşim yeri saptanmış olmasına rağmen bunların adları ve işlevleri tam olarak belirlenememiş, adları antik kaynaklardan ve yazıtlardan bilinen bazı yerleşim yerlerinin de tam konumlandırması araştırmaların yetersizliği nedeniyle yapılamamıştır. Bölgede Helenistik dönemin başlangıcıyla birlikte çeşitli kentler kurulmuş ve İskender’in halefleri arasındaki mücadele zamanında bu kentler daha çok savunma amaçlı bir yapılaşma ile yüksek yerlerde kurulma eğilimi göstermiş, ardından gelen Pax Romana (Augustus ile başlayıp 300 yıl sürmüş) ile daha düzlük alanlara 37 Senem Özden, “Pisidia Bölgesi’nde Yunan ve Roma Dönemlerine Ait Kültür Varlıkları”, Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri (TAY) Klasör 7 (Pisidia ve Karia Bölgeleri Yunan-Roma Dönemi), İstanbul: Ege Yayınları, 2007, s. 8. 52 geçilmiş, savunma yapılarında kullanılan malzemeler yeni yapılarda tekrardan kullanılmıştır. Bölgeyi ziyaret eden 2 imparator Traianus ve Hadrianus için anıtsal yapılar ve tapınaklar inşa edilmiştir. Surlar önemini yitirdiğinden daha bütünleşik bir yaşam başlamış ve köy hayatı yaygınlaşmıştır. Hıristiyanlık ile tapınakların bazıları yıkılmış, bazilikalar kiliseye dönüştürülmüştür. M.S. 3. yüzyılın sonlarında Got ve Sasani akınları, depremler ve veba bu devri sona erdirmiştir. Diocletianus ise onarım çalışmaları yaptırmıştır.38 Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra bölgedeki kentlerin sadece bazıları varlığını koruyabilmiştir. Beyşehir civarında antik dönemden bilinen en eski yazıt Beyşehir-Seydişehir arasındaki Amblada kenti yakınlarındaki Kızılcaköy’den bulunan II. Attalos (M.Ö. 159-138) devrine ait yazıttır. Bunun haricinde Papa Tiberiopolis (Yunuslar Köyü)’de Tiberius (M.S. 14-37), Vespasian (M.S.69-79), Philip I (M.S. 244-249) ve Akçalar’da da Gordian (M.S. 238-244) dönemlerine ait yazıtlara rastlanmıştır.39 Bölge antik devir heykeltıraşlık eserleri açısından incelendiğinde özellikle mezar stelleri, ostotek gövdeleri ve lahitler üzerindeki kabartmalarda üzüm yetiştiriciliği ve süvari betimlemelerinin oldukça sık tasvir edildiği dikkati çekmiştir. Üzümün Dionysos kültüyle ilişkisi düşünüldüğünde yörede Roma devri sonuna kadar Dinysos tapınımı olduğunu söylemek mümkündür. Süvari betimlemeleri ise bölgenin doğusunda yaşadıklarına inanılan Homanadlar’la ilgili olabilir. Benzer süvari betimlemeleri Geç Roma döneminde diğer bölgelerde de oldukça fazladır. Rastlanılan açıkhava tapınakları ile yazıtlardan ilk dönemlerden itibaren ana tanrıça kültünün bu bölgede de var olduğu anlaşılmaktadır.40 Anadolu'ya dalga dalga yayılan Türkmen toplulukları tarafından 12. yüzyıldan itibaren mesken edinilmeye başlandığı kaynaklarda belirtilen Beyşehir Gölü çevresi, bu yüzyılda bir müddet Doğu Roma ile Anadolu Selçuklu devleti arasında nüfuz mücadelelerine sahne olmuştur. Ancak Miryokefalon Savaşı (1176) 38 Senem ÖZDEN, agm., s.11-12 www.mehmetbildirici.com/download/roma_yazit_2006.pdf Erişim Tarihi: 12.01.2012 40 Asuman Baldıran, Beyşehir ve Civarı Heykeltraşlık Eserleri, Konya: Çizgi Kitabevi Yayınları, 2009, s.55-57. 39 53 sonrasında Selçuklu hakimiyetinin büyük ölçüde tesis edildiği ve böylece Türk ve Müslüman unsurun yörede belirginleştiği söylenebilir. 13. yüzyıldan itibaren bölge tam manasıyla merkezleri Konya olan Anadolu Selçukluları'nın hükümdarlığı altına girmiştir. Gazneliler gibi, Orta Asya’da Aral Gölü’ne dökülen Amu Derya ve Sir Derya ırmaklarının arasında, büyük ve o zamanlar bereketli bölgede, başlangıcı pek net bilinmeyen Türk toplulukları olan Oğuzlardan türeyen bir guruptur Selçuklular. Bir ara Gazneliler ile çatışmak zorunda kalmışlar ve M.S. 1040 yılında yapılan Dandanakan savaşında onları yenmişlerdir. Bu onları, Türk-İslam dünyasının en büyük gücü haline getirmiştir.41 Anadolu kapıları ise 1071 Malazgirt zaferiyle Selçuklu imparatoru Alp Arslan’a açılmıştır. Sultan Sancar’ın 1157’de ölümüyle, ağırlık merkezi İran olan Büyük Selçuklu İmparatorluğu dağılmış, Anadolu’da oluşan yeni Selçuklu devleti ise 150 yıl daha devam etmiştir. Anadolu Selçuklular’ı büyük hanedan ailesinden gelmekle birlikte, fatih komutanlardan birinin kurduğu beylik olarak 1077’de tarih sahnesine çıkmıştır. Merkezi İran’da bulunan Büyük Selçuklular’dan ayırmak amacıyla, Anadolu’nun o zamanki adı olan “Roma ülkesi” ile ilişkili biçimde bunlara “Rum Selçukluları” denilmiştir. Onların sisteminde sultan neredeyse, orası başkent idi. Bu bakımdan Danişmendliler’den aldıkları Sivas ve Kayseri de, antik İconium’da yeniden imar edip yarattıkları Konya da başkentleri olmuştur.42 Alaaddin Keykubad 1219 yılında, 28 yaşındayken tahta çıkmıştır. Çeşitli kaynaklarda “Büyük Sultan” olarak nitelenen Alaaddin Keykubad 17 yıl süren saltanatında, siyasal ve askeri başarıları yanında, Selçuklu Anadolu’sunu ekonomi ve kültür alanında yücelten hizmetlerde bulunmuştur. Çok önem verdiği ekonomik siyaset nedeniyle giriştiği seferler, ülkede ticaret yollarının güvenliğini sağlamış, yaygın bir programla kurduğu kervansaraylarla bunu kalıcı hale getirmiş, gelişmeyi hızlandırmıştır. Bilim, kültür ve sanat insanlarını hep destekleyip yüreklendirmiştir. 41 42 Rüçhan Arık, Kubad Abad, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2000, s.16. Rüçhan Arık, age., s.17-18. 54 Moğol istilası yüzünden ülkeden kaçan Türkistan, İran ve daha birçok çevreden bilginleri, sanatçıları da korumasına almıştır. Aydın ve uygar ortamın gelişmesine katkıda bulunmuş, kentleri eğitim ve sağlık kurumlarıyla donatmış, etrafına sanat değeri taşıyan surlar çevirtmiştir. Halife tarafından “Sultan-ül-azam” (büyük sultan) unvanı ve İslam dünyasının en büyük hükümdarı olarak adlandırılmıştır. Altın, gümüş ve değerli taşların ithalini gümrükten muaf tutmuş, ticaret ve tüccar eşyası devlet sigortası altına almıştır. Yalnız birkaç merkezi değil ülkenin her yerini imar etmek için gayret göstermiştir.43 Alaaddin Keykubad Kubad Abad Sarayı’nın tadını çıkarmaya ne kadar fırsat buldu orası belli değildir. Buradaki yaşantısı edebiyata ve tarihin entrika sayfalarına geçen sultan, onun başarısız oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev’dir. Gıyaseddin tahta geçince, Alaaddin’in karizmatik otoritesi ve dahiyane politik becerisiyle Anadolu’nun dışında tuttuğu Moğol felaketini adeta ülkeye davet etmiş, 1243 tarihinde Sivas yakınlarında Kösedağ’da onlarla giriştiği savaşı kaybederek Selçuklu birliğinin sonunu hazırlamış, ondan sonra vaktinin çoğunu Kubad Abad ve Alanya saraylarında geçirmiş; Alanya sarayında belki de babası gibi zehirlendiği için aniden ölmüştür. Bu sırada Moğollar giderek Anadolu’ya egemen olmaya başlamış, yağma ve tahribe ilaveten, siyasal ve toplumsal istikrarı yok etmişlerdir. 13. yüzyılın ikinci yarısı trajik gelişmelere sahne olurken, bir yandan da Selçuklular’ın uç beyleri, yerel güçler, bağımsız devletçikler gibi harekete girişmişlerdir. Gurgurum vilayeti diye bilinen bölgede yaman bir Türkmen beyi olan Eşrefoğlu Süleyman Bey, 13. yüzyılın sonlarına doğru hızla yerel bir kral konumuna tırmanmış, vilayetin merkezi de ona bağlı olarak “Bey Şehri” olmuştur, yani bugünkü Beyşehir. Eşrefoğulları Karamanlılar ve Antalya bölgesinde egemen olan Hamitoğulları, hem Selçuklular’a, hem de Moğollar’a karşı çıkışlar yapmışlardır. 43 Rüçhan Arık, age., s.40-41. 55 Bu uygarlıkların hepsinin Kubad Abad’a yolu düşmüş, hem yapıcı hem de yıkıcı etkileri olmuştur. Zamanla vilayet merkezi konumundaki Kubad Abad beldesi gerilemiş, köyleşmiş, beylerin yerine eşkıyanın uğrak yeri olmuş, sonuçta da unutulmuştur. 1243’te Moğol istilasına uğrayan yerleşim daha sonra Eşrefoğulları’nın merkezi olmuştur. Bugünkü Beyşehir İlçesi ve yakın çevresi (yakın dönemde ilçe olan Hüyük ve Derebucak dahil), 13. yüzyılın son çeyreğinde Eşrefoğulları Beyliği'nin siyasal denetimi altına girmiş ve beyliğin başşehri yapılmıştır. Eşrefoğulları Beyliği dönemi 1277-1326 yılları arasındadır. En parlak dönemini yaşayan Beyşehir, beyliğin ikinci başkenti olmuştur. Kuruluşu ile ilgili kesin bilgi yoktur. Yaklaşık 50 yıllık hakimiyet süresinde Anadolu'nun en parlak beyliklerinden biri olmuştur. Eşrefoğlu Süleyman Bey, Viranşehir denilen bir beldenin etrafına 1387'de Gıyas-ed-din Mesut-II zamanında bir kale yaptırmıştır. Beyşehir’in adını almasında Eşrefoğulları Beyliği'nin kurucusu Seyfeddin Süleyman Bey'in payı vardır. O dönemde Süleymaniye ya da Süleymanşehir denen beylik başkentinin adı, zamanla Beğşehri, Beyşehri ve Beyşehir adını almış ve bu adla uzun Osmanlı dönemini de geçirerek günümüze kadar gelmiştir.44 Eşrefoğulları Beyliği döneminde, Anadolu Selçuklu Mimarisi’nin en görkemli eseri olan Eşrefoğlu Camii, Eşrefoğlu Seyfeddin Süleyman Bey tarafından yaptırılmıştır. Bu döneme ait Beyşehir’de bulunan eserler ise; Eşrefoğlu Türbesi (1302 yılında Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından yaptırılan türbe, caminin kesik olan kuzeydoğu köşesinde yer almaktadır. Türbenin kubbesi mozaik çini süslemesi ile çini sanatının en görkemli örneklerinden biri sayılmaktadır), Dokumacılar Hanı (caminin kuzeybatısında yer alan hanı 1297 yılından önce Eşrefoğlu Süleyman Bey'in yaptırdığı anlaşılmaktadır, bu yapı sonradan kapalı çarşı olarak kullanılmıştır),45 Çifte Hamam (caminin kuzeybatısında yer alan yapının Eşrefoğlu Süleyman Bey 44 45 Bilal Eyüboğlu, Dünden Bugüne Beyşehir, 1979, s.28. Bilal Eyüboğlu age., s.7. 56 tarafından 13.yy.'ın sonunda yaptırılmış olabileceği düşünülmektedir),46 Kale (687 yılında Eşrefoğlu Süleyman Bey'in buyruğuyla yaptırılmıştır),47 Demirli Mescit, Bayındır Camii ve Bolvadin Çarşı Camii sayılabilir. Bölgenin hakimiyeti, Eşrefoğlu Beyliği’nden Osmanlı Devleti’ne geçinceye kadar olan dönemde ise, Haliloğlu İsmail Ağa tarafından 1369 yılında yaptırılan Taşmedrese'nin sadece kapısı, duvarları ve türbesi kalmıştır. Eşrefoğulları Beyliği’nin dağılmasından sonra uzun süre sahibini arayan bir belde durumuna düşen Beyşehir, kısa bir dönem Hamitoğulları'nın denetiminde kaldıktan sonra 100 yıla yakın Karamanoğulları ile Osmanlıların nüfuz mücadelelerine zemin olmuş ve her iki siyasal güç arasında el değiştirdiği istikrarsız bir dönemden sonra 1466'da Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı denetimine kalıcı olarak geçmiştir. Osmanlı döneminde, 1476'da Beyşehir, Karaman İli’nin vilayeti konumundadır. Osmanlı döneminde başlangıçta vilayet merkezi olan Beyşehir, daha sonra Karaman eyaletine bağlı yedi sancak merkezinden biri olarak, Seydişehir ve Beyşehir merkezden oluşan iki kazası ve yedi nahiyesi olan bir idari yapıya sahip olmuştur. 1872 yılında Beyşehir'de belediye kurulmuştur. Osmanlı döneminde bir sancak olarak oldukça önemli bir yerleşim durumuna gelmiş olan Beyşehir, Osmanlı medeniyetinin zihniyet dünyasını oldukça iyi yansıtan görünümüyle tipik bir Osmanlı-İslam kenti olarak 20. yüzyıla ve Cumhuriyet dönemine ulaşmıştır. Uzun Osmanlı döneminin Beyşehir'in toplumsal zihniyet dünyasında iz bırakmıştır. Günümüzde beldenin kültürel, ekonomik ve idari bir rekabet içinde olduğu Seydişehir, o dönemde Beyşehir'e bağlı, yani bir anlamda tâbi durumdadır. Osmanlı döneminde bazı türbe, vakıf ve camilerin yapıldığı, İçerişehir Kalesi ile Bezistanı onarılmış olup, devlet tarafından yapılan tek eser sulama şebekesidir. 46 47 Bilal Eyüboğlu age., s.7. Bilal Eyüboğlu age., s.8. 57 Sulama şebekesi, daha sonra Sadrazam olan Konya Valisi Avlonyalı Ferit Paşa tarafından 1908-1914 yılları arasında Konya Ovası Sulama Şebekesi ile birlikte yaptırılmıştır. Sulama şebekesi için yaptırılan, regülatör hem baraj, hem de köprü görevi görmektedir. Cumhuriyet döneminde idari olarak Konya ve Isparta Vilayetleri arasında bölünmüş olan Beyşehir Gölü çevresi, bir yandan bu bölünmüşlükten kaynaklanan ve hâlâ etkileri gözlenebilen idari-politik sorunların yanı sıra, modernleşme sürecinin özellikle 1950'lerden günümüze doğru hızlanan bir tempoda seyretmesiyle belirlenen sosyo-ekonomik ve kültürel değişme ve buna bağlı ortaya çıkan sorunlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. 3.1 Höyükler Yörenin en erken dönemlerden itibaren yerleşim gördüğünün en büyük kanıtı civarda çokça rastlanan höyüklerdir. Bunlardan en eskisi ve önemlisi olan Erbaba Höyüğü, Neolitik devirde “karma besin ekonomisi” olarak tanımlanan, hem tahıl ekiminin hem de hayvan evcilleştirilmesinin bir arada gerçekleştirildiği üretim etkinliğinin en alt tabakalardan itibaren "gelişkin" düzeyde ortaya çıktığı tespit edilmektedir. Erbaba bu özelliğiyle kendi bölgesindeki Çatalhöyük, Hacılar, Suberde ve Can Hasan gibi Neolitik yerleşimlerden ayırt edilmektedir. Bunun yanı sıra Anadolu'da Diyarbakır çevresindeki Çayönü'den sonra taş mimarinin görüldüğü ikinci Neolitik yerleşim olarak da Erbaba kaydedilmektedir. İnsanlığın kültürel evriminde, yiyecek üreticiliğine geçiş gibi önemli bir dönüm noktası olarak karakterize edilen Neolitik döneme ait Erbaba Höyüğü Milli Park alanının doğusunda yer almaktadır. Erbaba bugün göl kenarında bulunan eski adı ile Kıstıfan yeni adı ile Gölkaşı Köyü’ne oldukça yakın bir mesafede (2,5 km) bulunmaktadır. Beyşehir Gölü çevresinde Neolitik dönemden izlere rastlanan, Milli park alanının dışında kalan, ancak kazı çalışmalarına tâbi tutulmayıp yalnızca yüzey 58 araştırmalarıyla yetinilmiş iki buluntu yeri, Hüyük İlçesi’ne bağlı Çukurkent yakınlarındaki Çukurkent Höyüğü ile Yeşildağ yerleşimi çevresindeki Yeşildağ Höyüğü’dür.48 Neolitik dönemi takip eden Kalkolitik ve Tunç Çağları’na tarihlenen yerleşim buluntularına da göl havzası içerisinde rastlanmaktadır. Yeşildağ (eski adı, Kaşaklı veya Kaşıaklı) yerleşimi çevresinde yer alan Kaşaklı Höyüğü'nün, Neolitik'in yanısıra Geç Kalkolitik döneme tarihlendiği belirtilmektedir. Erken Tunç Çağı'na tarihlenen buluntu ve yerleşimler de Beyşehir-Suğla gölleri arasındaki yüzey araştırmalarında ortaya çıkmıştır. Araştırmacıların yaptıkları yüzey araştırmaları sonucunda, Beycesultan’ın kültürel yayılımı çerçevesinde Beyşehir ve Konya Ovası’nda Orta Bronz Çağı seramiklerinin yoğunluğu dikkat çekicidir. Ancak Geç Bronz Çağı’nda özellikle Beyşehir Gölü ve çevresindeki kültürel yayılımı belirgin olmadığı söylenmesine karşılık Bayat, Eflatunpınar ve Çavuş gibi pek çok höyüğe ait malzemeler Hitit İmparatorluk Çağı’nı yansıtması açısından önemlidir. Beyşehir sınırları içerisinde Sadıkhacı Beldesi’nin 2 km batısında Bayat Höyük malzemeleri Aşağı Pınarbaşı, Beycesultan V. ve Seçme Höyük malzemeleri ile benzerlik gösterir.49 Öte yandan Kulu ve Şerefli Koçhisar civarındaki Koloni Çağı malzemeleri Beyşehir ve Çumra Havzası’nda çok yoğun şekilde görülür.50 Yine Eski Hitit yerleşim merkezlerinin Kızılırmak kavsi içinde pek çok höyükle temsil edildiği belirtilmiştir. Ayrıca bu kültür Kulu ve Beyşehir’deki merkezlerde çok yoğun bir şekilde gözlemlenmiştir.51 Tablo 3.1’de görüldüğü gibi Beyşehir’e bağlı yerleşimlerde tespit edilen pek çok höyük bulunmaktadır. 48 Bilal Eyüboğlu age., s.9-10. G. Karauğuz, H.İ. Kunt, age., s. 28. 50 G. Karauğuz, H.İ. Kunt, age., . 4. 51 G. Karauğuz, H.İ. Kunt, age., s. 5. 49 59 Tablo 3.1. Beyşehir’de Tespit Edilmiş Höyükler ve Dönemleri.52 Adı Asur Ticaret Kolonileri Çağı Eski Hitit Çağı Hitit İmparatorluk Çağı X Demir Çağı Tolca Höyük X X Kıreli Höyük X X Bayat Höyük X X X X Eflatunpınar H. X X X Eflatunpınar Anıtı X Fasıllar X Hozat (Sürütme Çiftliği) X Kesilmiş Höyük X X Kaşaklı (Yeşildağ) Höyük X Karahisar Höyük X X Liz Höyük X X Burun Höyük X X Armutlu Höyük X X Salur Höyük X X Ördekci Höyük X X Çavundur Höyük X X Karaçayır Höyük X X Beyşehir (Yassıviran) H. Çavuş Höyük X X X X Görünmez Höyük X X Höyük 52 X X G. Karauğuz, H.İ. Kunt, age., s. 37-47. 60 3.2 Eflatunpınar Hitit Anıtı Beyşehir-Şarkikaraağaç yolunun 16. Km’sinden sonra yoldan 9 km içeride kalır. Sadıkhacı Beldesine bağlıdır. Hitit Devleti (M.Ö.1450-1190) döneminde yapılmış olan kutsal bir Hitit anıtıdır. Anıt biçimine bakılarak 4.Tudhaliye dönemine tarihlenmektedir. Boğazköy Hitit kabartmalarıyla ilgisi olduğu düşünülen anıtın, göğü taşıyan ve gökle yer arasında ilişki kuran tanrıları canlandırdığı ileri sürülmektedir.53 Yüksekliği 7 m’yi bulmaktadır. Tek başına olmayıp, kendine bağlantılı olarak önünde yer alan, düzgün kesme taşlardan yapılmış bir havuzla bütünlük arz etmektedir. Güneye bakan yüzü 19 kabartma ile süslenmiş, bunların 5 adeti 1996-2000 yılları arasında Konya Müze Müdürlüğünce yürütülen kazı çalışmaları sırasında en alt sırada ortaya çıkarılmıştır. Sakallı, elleri göğüslerinde kavuşturulmuş, sivri külahlı, iri kulaklı, badem gözlü ayakta durur vaziyettedirler. İki baştakinin dağ sırası gibi betimlenen eteği dağ tanrıları, resim 3.1’de de görüleceği gibi, ortadakilerin eteklerinde yer alan delikler ise yeraltı suyu tanrıları olduklarını düşündürmektedir. Havuzun kanalları dinsel törenler sırasında açılıp kapatılarak ortadaki 3 tanrının eteklerinden ve havuz kenarındaki deliklerden fıskiye şeklinde su akması sağlanıyordu. Bu oldukça etkileyici bir görüntü yaratıyor olmalıydı. Ayrıca anıtla bağlantılı olarak, havuz kuzey duvarının, havuza bakan cephesinde, anıtın sağında ve solunda ellerini göğsünde kavuşturmuş tahtta oturur durumda, yuvarlak serpuşlu pınar tanrıçaları ortaya çıkarılmıştır. Tamamlanmamış halde bulunan bloklar anıtın tamamlanmadığı izlenimini vermektedir. Bunlar yazılı kaynaklardan bildiğimiz pınar tanrıçalarının ilk karşılaşılan heykeltıraşlık betimlemeleridir. Havuzun arkasından devam eden kanallara ilişkin çalışmalar, yakında mülkü bulunan şahsın kendine su temin etmek için yaptığı tahribatın anlaşılmasıyla sonuçsuz kalmıştır. 53 İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleriyle Konya Tarihi, Konya 1964, s.140. 61 Eflatunpınar ve Fasıllar dışında Hitit kabartmalarında önden tasvire pek rastlanmamaktadır. Bunun yerine insan ve hayvan kabartmaları genellikle profilden tasvir edilmişlerdir.54 Bu nedenledir ki Fasıllar Hitit tanrı kabartması ile Eflatunpınar anıtı Hitit dünyası ve sanatı açısından ünik örneklerdir. M.Ö. 13. yüzyıla tarihlenen Eflatunpınar anıtının tepesinde James Mellaart’a göre 50 km ötedeki Fasıllardaki heykellerin bulunması gerekiyordu. Mellaart tarafından yapılan önerme resim 3.2’de görülmektedir. Genellikle basit kutsal pınarlardan geriye iz kalmamıştır ama Eflatunpınar gibi, akıp giden bir pınarı işaret eden bir kaya anıtı, sıradan açıkhava tapınaklarının gelişmiş bir örneği olabilir.55 Bu ve diğer nedenlerle anıtın çevresinde ciddi ve acil bir kamulaştırma çalışmasını takiben, kutsal kaynağı ve olması muhtemel kutsal yol ile ruhban sınıfına ait yaşam mekanlarını bulmak üzere ciddi bir arkeolojik kazı yapılmalı ve en kısa sürede bilgilendirme tabelaları, yön levhaları eklenerek rehabilite edilecek yol ile Beyşehir ve oradan Fasıllar ile bütünlüğü sağlanmalıdır. Eflatunpınar’ı bilim dünyasına ilk duyuran J. W. Hamilton olmakla beraber56, bu tez çalışması sırasında, Amerikalı bir fotoğrafçı ve araştırmacı olan John Henry Haynes’in, asıl amaçlarından birisi 1884 yılında ziyaret etmiş olduğu Eflatunpınar’a yeniden ziyaret etmek ve fotoğraflamak olan Columbia Üniversitesi tarafından desteklenen, 1887 tarihli gezisiyle ilgili detaylara ve bugün Ağa Han Koleksiyonunda bulunan belki de anıtın en eski fotoğrafına ulaşılmıştır. (Bkz. resim 3.3) Haynes ölçümler yaptığı Eflatunpınar ile ilgili şu notu düşmüştür: “Fotoğraflar çektim ve dev sütunu ölçtüm. Sütunun zirvesine kadar güvenli şekilde tırmanıp aşağı inmek zor oldu benim için.” 54 Ekrem Akurgal, age., s.113. J.G. Macqueen, Hititler ve Hitit Çağında Anadolu, Ankara: Arkadaş Yayınevi, 2001, s.125. 56 http://www.kulturvarliklari.gov.tr/belge/1-41259/konya-oren-yerleri.html Erişim Tarihi: 30.03.2012 55 62 Resim 3.1. Eflatunpınar Hitit Anıtı.57 Resim 3.2. James Mellaart tarafından yapılan önerme.58 57 58 T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Eflatunpınar Hitit Anıtı Broşürü Ekrem Akurgal, Anadolu Uygarlıkları, 5. B., İstanbul: Net Turistik Yayınları, 1995, s.114. 63 Resim 3.3. John Henry Haynes’in Eflatunpınar Fotoğrafı: A) Uzaktan.59 Resim 3.3. John Henry Haynes’in Eflatunpınar Fotoğrafı: B) Yakından. 59 Robert Ousterhout, “John Henry Haynes’in 1884-1887’de Anadolu Gezileri ve Fotoğrafları”, Çev. Kemal Atakay, Osman Hamdi Bey ve Amerikalılar, Ed. Renata Holod, İstanbul: Pera Müzesi Yayını 2011, s.56-57. 64 Anıtla ilgili olarak, Konya Müze Müdürlüğünce 1996-2000 yılları arasında gerçekleştirilen kazı ve temizlik çalışmalarını mütakkip, Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 15.10.2010 tarih ve 4098 sayılı kararı ile Eflatunpınar Anıtı ve önündeki havuzun acilen korunmasına yönelik olarak projede getirilen önerilerin onaylanarak uygulamanın ilgili Müze Müdürlüğü uzmanları denetiminde çevre düzenlemesi yapılmasına karar verilmiştir. Eflatunpınar Anıtı Proje kapsamında alanın I. Derece Arkeolojik Sit alanı olması sebebiyle yapısal yük getirmeyen detaylarda yürüyüş yolları, ahşap köprüler, dinlenme ve seyir amaçlı ahşap kütük banklar tasarlanmıştır. Söz konusu alana ait Koruma Amaçlı İmar Planı hazırlanabilmesi için gerekli kamulaştırma çalışmalarının yapılmasının ardından, çevre düzenleme projesinin revize edilmesinin gerektiği düşünülmektedir. Ancak anıt çevresinde kamulaştırma yapılabilmesi için 2003 yılında makam onayı alınmasına rağmen bütçe yetersizliği nedeniyle bugüne kadar gereken işlemler yapılamamıştır. 3.3 Başlıca Eskiçağ Kentleri Beyşehir Gölü civarında kurulmuş olan antik yerleşimlerden bazılarının bugünkü yerleri bilinmektedir. Detaylı kazı çalışmaları yapılmamış olsa da bölgede, sayılı araştırmacının gerçekleştirmiş olduğu yüzey araştırmaları sayesinde bazıları hakkında, sınırlı da olsa bilgi sahibi olabiliyoruz. 3.3.1 Mistia (Fasıllar) Beyşehir-Seydişehir karayolunun 5 km doğu yönüne ayrılan asfalt yolu takiben 11 km sonra ulaşılmaktadır. Hitit devrinin yanı sıra Roma dönemi kalıntıları da görülebilmektedir. 65 Kurtbeşiği Anıtı: Yöre halkı tarafından “Kurtbeşiği” diye adlandırılan 72 ton ağırlığındaki Hitit anıtı Fasıllar Köyü’nün 150 m kadar batısında yamaçta yatık vaziyette durmaktadır. 2,25 x 2,75 x 8.30 m ölçülerindeki heykel üst üste iki tanrı ile alttaki tanrının yanındaki birer çift aslandan ibarettir. Üstte ana tanrı Teşub yukarı kaldırdığı sağ koluyla güneş kursu tutmakta ve sol ayağını alttaki tanrıya uzatmaktadır. Başında dört dilimli bir taç vardır. Altta daha küçük olarak betimlenen tanrının iki yanında aslanlar durmaktadır. Tek başına duran heykellerden günümüze pek bir şey kalmamıştır. Fasıllardaki bir yamaçta terk edilmiş vaziyette duran ve muhtemelen tamamlanmamış olan 3 boyutlu figür sanatçıların yetenekleri konusunda fikir vermekten uzaktır.60 1960’larda taşınması için yol açılma çalışmalarına başlanmış; fakat yöre halkının tepkisi üzerine bu fikirden vazgeçilmiştir.61 Bugün ise etrafı çevrilip korunaklı hale getirilerek mevcut yerinde korunması fikri hakimdir. Lukianos Anıtı: Köyün üstünde doğu-batı yönünde uzanan kayalık düz setin yamacına oyulmuştur. 280 m yükseklik ve 420 cm genişliğindedir. Oldukça derin, yuvarlak tonoz kemerli nişin her iki yanına Attik-İon sütun kaidesi, yivsiz sütun gövdeleri ve Korinth başlıklı sütun yerleştirilmiştir. Sağdaki sütun kırıktır. Niş kemeri üzerinde tek satırlık Grekçe bir yazıt vardır. Nişin sağında, sağ bacağını yukarıya kaldırmış başı nişe doğru koşum takımları işlenmiş at figürü yer alır. Niş ve at figürünün alt kısmındaki çıkıntılı silmeden tek satırlık bir yazıt görülür. Yazıtta Lukianos’un genç yaşta öldüğü anlatılmaktadır. Bu mezar anıtının sağ alt kısmındaki kaya kütlesi üzerindeki 9 satırlık yazı da bu anıtla ilişkilidir. 62 60 J.G. Macqueen, age., s.155,163. Bilal Eyüboğlu, age., s.12-13. 62 Asuman Baldıran, age., s.20. 61 66 Resim 3.4. Fasıllar Anıtı: A) Genel Görünüş Resim 3.4. Fasıllar Anıtı: B) Önden Görünüş, C) Yandan Görünüş Bulunan yazıt ve kalıntılara göre burada kurbanlar kesilip sunuların yapıldığı, muhtemelen de kanalda kurbanların kanlarının akıtılmış olduğu anlaşılmaktadır. Anıtın yapım tarihi en erken M.S. 3. yüzyıldır. 67 Dioskurlar Kabartması: Lukianos Anıtı’nın karşısında yer alan yükseltide oldukça aşınmış durumda, kayalık alanda, iki yanında birer at ve atların önünde ayakta duran, dizginleri tutan süvariler görülmektedir. Grek mitolojisinde bu tür kabartmalar Dioskurlar kabartması olarak bilinir. Burada Zeus’un oğlu olan Dioskurlar mızrak taşır vaziyette atları ile sunağın etrafında görülmektedirler. Her iki figüründe üst kısmındaki boşlukta asma dalları ve üzüm salkımları seçilmektedir. Soldaki Dioskurun arkasında 6 satırlık Grekçe yazıtta: “(bu anıt) Samothrakeliler’in kendini gösteren ve hiçbir zaman fethedilmeyen tanrıları Dioskurlar’a (adandı)” yazmaktadır. Yazı karakterine göre bu anıtta M.S. 2-3. yüzyıllara tarihlenmektedir.63 Bunların haricinde atribütleri nedeniyle Zeus olduğu düşünülen himation giymiş figürün bulunduğu anıt, 2 adet Men kültüyle bağdaştırılabilecek basamaklı anıt, bu görüşü destekleyecek yazıtlı mezar ve bunların haricinde pek çok mezar görülmüştür. Bu mezarlarda hem kremasyon, hem de inhumasyon gömü uygulandığı, pek çoğunun yerli kayaya oyulduğu ama harici lahit mezarların da bulunduğu, tamamlanmamış mezarlar olduğu, pek çoğunun tabula ansatalar içerisinde yazıtlarının bulunduğu, ayrıca mezar kapaklarının, biri hariç, kayıp olduğu tespit edilmiştir.64 Bu kapakların bazıları sonradan başka yapılarda kullanılmıştır. İşlikler: Nekropol alanı içerisinde saptanan işlikler 7 adettir. Dikdörtgen formlu ezme yeri (tekne) ve buradaki sıvının aktığı büyük biriktirme havuzundan oluşmaktadır. Bu işliklerin yerleşimden uzakta toplu olarak bulunmaları ticari amaçla kullanıldıklarını düşündürmektedir. Üzümle ilgili kabartmaların çokluğu dikkate alındığında bunların şarap üretmek için kullanıldıkları varsayılabilir.65 Köyün kuzeyinde bir kısmı ayakta kalmış polygonal duvar örgüsü sistemi Roma Dönemi özellikleri gösterir. 63 Asuman Baldıran, age., s.21. Asuman Baldıran, age., s.22-37. 65 Asuman Baldıran, age., s.38. 64 68 3.3.2 Karalya (Beyşehir) Eski çağlarda Beyşehir Gölü'nün adı Karalis ve Beyşehir'in adı da Karalleia da yazılan Karalia idi. Prof. Ramsay, “Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası” adlı eserinde, Karalia Kenti’nin Beyşehir Gölü'nün güneydoğu kıyısında, Suğla Gölü'ne akan ırmağın ağzında olabileceğini Orendeisler’in kentlerinden birisi olduğunu belirtmekte; kentin Türkler döneminde de önemini koruyarak 14.yy'ın başlıca kentlerinden birisi olduğunu yazmaktadır.66 Roma döneminin bu önemli kenti daha sonraları Viranşehir, Eşrefoğullarıyla birlikte ise Beyşehri adını almıştır.67 3.3.3 Gurgurum (Gökçimen) Gurgurum kentinin yeri tam olarak bilinmemektedir. Bugünkü Gökçimen Köyü’nün civarında olduğu tahmin edilmektedir. Eşrefoğulları Beyliği’nin ilk başkenti olan Gurgurum, Beyşehir Gölü’ne de adını vermiş, Buhayrei Gurgurum adını almıştır. İşlek bir yol üzerinde bulunan kent; aynı zamanda, Konya-Beyşehir yoluna da adını vermiş ve yol, Antiki Gurgurum olarak anılmıştır. Selçuklular ve Osmanlılar döneminde de, önemini kaybetmeyen kentten günümüze halkın Rum Kuyuçeşmeleri olarak adlandırdığı bir çift kuyuçeşme kalmıştır. 3.3.4 Pappa Tiberiopolis (Yunuslar) Konya-Beyşehir Karayolu’nun 60. km’sinde yer alan günümüzde Yunuslar Köyü olan alanda kurulduğu sanılmaktadır. Konya ve Yalvaç’tan gelen antik yol olan Via Sebaste Kıreli civarında birleşmekteydi. Bu antik yol Pappa Tiberiopolis 66 67 Bilal Eyüboğlu, age., s.15. Bilal Alperen, Beyşehir ve Tarihi, Konya: Büyük Sistem Dersanesi Matbaası, 2001, s.20. 69 yerleşiminden geçmekteydi. Kent Romalıların yol üzerine kurduğu koloni yerleşimlerinde birisidir, Kentte bulunan M.S. 14-37 yılları arasına, Tiberius dönemine tarihlenen yazıt da bunu doğrulamaktadır. Antik kentin en önemli buluntusu 1958 yılında bulunan Herakles lahdidir. Lahit günümüzde Konya Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir. Sidemara tipi olan lahit, kapağıyla birlikte 8 ton ağırlığındadır. Lahit kapağı çok önceleri açılmış ve kapakta bulunan iki figür zarar görmüştür. Bu tarz yatak şeklindeki kapaklar M.S. 23. yüzyıllarda yaygındır. Yapılan incelemeler sonucu lahdi M.S. 220-260 arasına tarihlemek mümkündür. Lahdi çevreleyen yüksek kabartmalarda Herakles’in 12 işi tasvir edilmiştir. Ayrıca baş kısmında ölü ve eşi yatar vaziyette etraflarını çevreleyen eroslarla birlikte betimlenmiştir. İçinde bir kadın ve bir erkek iskeletine rastlanmıştır.68 Hristiyanlıkla birlikte kentin piskoposluk merkezlerinden biri halini almış olması muhtemeldir. Yunuslar Han’ından eser kalmamıştır (bu mevki 1980 tarihli haritalarda hanyeri olarak tanımlanmakta).69 3.3.5 Parlais Yeri tam olarak bilinmeyen yerleşim ile ilgili bilgiler Prof. Ramsay’in eserinde verilmektedir. Konya ve Yalvaç’tan Side’ye ulaşan antik Roma yolu üzerinde bulunduğu belirtilmekte olup, kent kalıntılarının Yeşildağ yakınlarında, yol üstünde olduğu söylenmektedir. Ancak son yapılan araştırmalar bunun doğru olmadığını göstermiştir.70 68 Mehmed Önder, “Konya’da Yeni Bulunan Bir Roma Lahdi”, Arkitekt, C:1958, S:1958-02 (291), s.70-71. 69 Bilal Alperen, age., s.22. 70 Louis ROBERT, “Anadolu’nun Eski Çağ Şehirleri [Elektronik Versiyonu]”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Dergisi, 1948, C:6, S:5, s.531-542 70 3.3.6 İmea (İmen) Kentin İmen Köyü yakınında kurulduğu belirlenmiş olup günümüze yerleşimden, köy içinde yer alan konutların içinden de girilebilen, yeraltı tünelleri ile höyükler kalmıştır. 3.4 Eskiçağ Kaleleri Kale yerleşmelerinin gerçekte kendi içinde mekânsal ve işlevsel boyutta kademelenme gösteren bütünsel bir yerleşme ve ulaşım ağının parçası olduğu kabul edilmiştir. Söz konusu kalelerin mekânsal ve demografik farklılıklarının ya da benzerliklerinin, dönemim özgün koşulları içinde işlevsel boyutta sahip olduğu niteliklere dayalı olarak değişkenlik göstermektedir. 3.4.1 İbrim Kalesi Bu kale Beyşehir’e 23 km. uzaklıkta ve Yeşildağ (Kaşaklı) Kasabası’nın 7 km kuzeydoğusunda aynı adı taşıyan dağ üzerinde yer almaktadır. İç kale ve dış surlar olmak üzere iki bölümden oluşmakta olan kale, polygonal duvar örgü sistemi ile inşa edilmiştir; fakat hiçbir kule yapısına rastlanılamamıştır. Halen ayakta olan sur duvarının yüksekliği 3,60m’dir. Kaleye giriş, bugün hala izlenebilen araba yolundan da anlaşılacağı üzere batıdan, diğeri ise muhtemelen güneydoğudan olmalıdır. Yüzeyde çeşitli seramik buluntular görülebilmektedir.71 71 G. Karauğuz, H.İ. Kunt, age., s.14-15. 71 Örgü sistemi, taş yüzeylerinin işleniş şekli ve işçilik sitili açılarından İbrim kalesi M.Ö. VIII. yüzyıla tarihlendirilebilir.72 Ortalama 700-800 nüfus kapasiteli ve yaklaşık 2 ha mekânsal büyüklüğe sahip olduğu belirlenen İbrim Kalesinin dönemin üretim organizasyon ve faaliyetleri boyutunda belirli ve tanımlı bir tarımsal artı bölgeye sahip olmakla birlikte sınırlı ekonomik gelişmişlik ya da başka deyişle küçük ölçekli artı ürün mekanizmasına ulaşmış bir yerleşmedir. 3.4.2 Bayındır Dikmen Kalesi Beyşehir’e 40 km mesafede ve Yeşildağ Kasabası’nın 7 km kuzeyinde aynı adı taşıyan dağ üzerinde bulunan bu kale İbrim Kalesi’nin batısında kalır. İç kale ve dış surlar olmak üzere iki bölümden oluşur ve bunda da hiçbir kule yapısına rastlanmamıştır. Dış kalenin her yanının kayalık ve ağaçlarla çevrili, iç kaleninse sık bitki örtüsüyle kaplı olması burada çalışmayı güçleştirmiştir ve yüzeyden buluntu elde edilemediği gibi kalıntı izlerini takip emekte çok güç olmuştur.73 Bayındır Dikmen Kalesi de duvar örgü sisteminin bazı kısımlarından yola çıkılarak M.Ö. IV. yüzyıla tarihlendirilebilir. Ortalama 1100-1300 nüfus ve 3,5 ha mekânsal büyüklüğe sahip olduğu saptanan Bayındır Dikmen Kalesi’nin olası daha küçük boyutta kale yerleşmelerini de kapsayan tarımsal art bölgeye ve gelişmiş artı ürün mekanizmasına sahip, tarımsal ürünlerin denetim ve dağıtım faaliyetlerinin organize edildiği dönemin siyasalyönetsel örgütlenmeleri boyutunda yönetici merkezi olarak adlandırabileceğimiz bir yerleşim birimi olduğu düşünülmektedir.74 72 G. Karauğuz, H.İ. Kunt, age., s.32. G. Karauğuz, H.İ. Kunt, age., s.15-16. 74 G. Karauğuz, H.İ. Kunt, age., s.35. 73 72 3.5 Kervansaraylar Konya-Eğirdir-Isparta Selçuklu Kervanyolu üzerindeki hanlar 1200-1210 yılları arasında, Beyşehir civarındaki hanlar ise 1290 yılında yapılmıştır Selçuklu Kervanyolu, bugünkü Konya-Beyşehir karayolunun 69. km’sinden, Yunuslar Köyü yakınından ayrılmaktadır. Yenidoğan yerleşimine ait Aşlık (Harçlık) Pazarı, Deve Küllüğü, Kahvenin Önü, Çift Soğlası, Kışla Mevki’lerini takip eden ve halk arasında Uluyol adıyla anılan kervanyolu, Karaali ve Selki yerleşimlerini aşarak Kıreli yerleşimine ulaşmaktadır. Tarihi kervan yolunun Konya’dan güneye devam eden kesimi Seydişehir, Gencek hattını izleyerek Gembos Ovası’ndan geçerek Akdeniz’e ulaşmaktadır. Konya Seydişehir arasında Pamukçu, Seyfettin Ferruh, Hatunsaray ve Girvet Han olmak üzere dört adet han bulunmaktadır. Gencek’den Akdeniz’e ulaşan kervan yolu üzerinde Tol (Dalkatran), Başbademli, Ortapayam, Ebuhasar, Tesbili, Tol, Burma (Atkılı), Mutbel (Beldibi) ve Kargı Han olmak üzere dokuz adet han bulunmaktadır. Gencek’den Dumanlı-İslibucak Mevkisini takip ederek Kubad-Abad’a ulaşan kervan yolu üzerinde Malanda Han yer almaktadır. Bu güzergah göl kıyısını takip ederek Beyşehir’e ulaşmaktadır. Diğer bir güzergahda Kıreli, Şarkikaraağaç Gelendost üzerinden Eğirdir Gölü’nün güney kıyılarını takip ederek Eğirdir, Isparta ve Burdur’dan geçerek Antalya’ya ulaşmaktadır. Yunuslar Hanı ile Kıreli Hanı arasında 3 adet han daha bulunmaktaydı. 73 3.5.1 Altunapa Hanı Konya-Beyşehir karayolunun 17. km’sinde, Başarakavak yoluna sapıldıktan yaklaşık 1 km sonra, 1960 yılında tamamlanan Altınapa Baraj Gölü’nün sahası içerisindedir. Adını banisi olan Şemseddin Altunaba’dan almaktadır. Bulunduğu mevkii mevcut vakfiyeye göre Selçuklu döneminde (1202 yılında) “Arkıt” adını taşımaktadır. Konya-Beyşehir-Antalya kervanyolunun Selçuk döneminden bilinen mevcut ilk durağıdır.75 13. yy. başına tarihlendirilen hanın Recep 598/ Mart-Nisan 1202 tarihli bir vakfiyesi vardır. Kitabesi bulunamadığından vakfiyeye göre tarihlendirilir. Selçuklu Sultanı II. Süleyman Şah’ın tahta geçtiği yıllarda devlet adamları arasında yer alan Şemseddin Altınapa tarafından yaptırılmıştır. Aynı güzergâhtaki Kızılören ve Kuruçeşme Hanları ile Konya-Akşehir kervanyolu üzerindeki Dokuzun Hanı ile malzeme, teknik ve plan şeması bakımından benzerlik gösterir. Plan tipi klasik olup (avlu+kapalı bölüm), mescidi vardır. Doğu-batı doğrultusunda aynı büyüklükte 3 sahınlı kapalı bölüm ve avludan oluşmaktadır. Avlunun güneyinde revaklı bir bölüm ile kuzeyinde dikdörtgen planlı kapalı bir bölüm, güneydoğu köşesindeki eyvanın üzerinde merdivenlerle çıkılan mescidi vardır. Mekanların üzeri sivri tonozla örtülmüştür.76 Anadolu Selçuklularının genellikle 12 – 13. yüzyılda inşa edilmiş avlulu ve kapalı kısmı bulunan hanlarının en erken örneklerindendir. Kapalı kısmı büyük ölçüde koruna gelmiştir. Kaplı kısmın taç kapısı süslemesizdir. Taş, mermer ve devşirme malzeme kullanılmış. Kullanılan harcın niteliği tam bilinmemekle beraber basit küllü-killi bir harç olmadığı baraj sularına direnmesinden anlaşılmaktadır. Şu an baraj suları altında kaldığı için onarımı mümkün görünmemektedir. 75 Prof. R. Duran, “Altınapa Hanı”, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, Ed. Hakkı Acun, Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2007, s.77-86. 76 Prof. R. Duran, agm., s.480. 74 3.5.2 Konya Kızılören Hanı Konya’nın merkez Meram ilçesine bağlı Kızılören Köyü’nün yakınında yer almaktadır. Hanın kurulduğu yer tarihi ipek yolunun Konya-Beyşehir-Antalya güzergahında yer almaktadır. Açık avlu (servis), kapalı (barınak) bölümü olan hanlar gurubuna girmektedir. Kitabesine göre 1206 yılında I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında “Emir Kutluğ veya Kandemir” tarafından yaptırılmıştır.77 1980’lerde kitabesi çalınmış/kaybolmuş, definecilerce çokça tahrip edilmiştir. Köy ve Han ismini yörenin toprak renginden almaktadır. Han yakınlarında bulunan Kızılören Höyüğü’nde yapılan araştırmalarda neolitik ve Tunç çağı buluntuları ele geçmiştir. Ayrıca eski bir Bizans yerleşmesi ile kervansarayın önünden geçen yol 12 km batıdaki Hitit, Bizans ve Selçuklu dönemlerinden izler taşıyan Asarkale(Baklaya)’nin yanından geçmektedir. Bu da çok eski bir yol ağının yakınında kurulduğunu gösterir. 350-400 m doğusundaki malzeme ve işçilik bakımından benzer olan dikdörtgen planlı, sivri tonoz örtülü, iki sahınlı küçük hanın işlevi tartışılır olmakla birlikte aynı dönemde inşa edilmiş bir Menzil-Postacı Hanı ya da cami olduğu düşünülmektedir. Kervansaray bugünkü Konya-Beyşehir karayolunun 45. km sinde ve hemen yolun güneyinde yer almaktadır. Doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen bir alan üzerine kurulmuştur. Esas cephesi batıdadır. Klasik (kapalı bölüm+avlu) planlı olup, mescit ve çeşmeye sahiptir. Yapı, doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı üç sahınlı kapalı bölüm ile kare planlı avludan oluşur. Kapalı bölümün üzeri sivri tonozlarla örtülüdür. Avlulu bölümün kapısı ayrı bir yapı gibidir ve iki katlıdır. Üst kattaki üç odadan birisi mescittir. 77 Prof. H. Karpuz, “Altınapa Hanı”, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, Ed. Hakkı Acun, Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2007, s.89-102. 75 Handa, diğer hanlarda olmayan kapalı bölüm yanında iki oda ve girişte iki katlı bir giriş bölümünün zemin katında bir tek açıklıklı bir revak vardır. Üst kattaki mescit odasının altındaki bu haç tonoz örtülü mekanın bir çeşme olduğu düşünülmektedir.78 Civardaki kızıl renkli tüf taşı ağırlıklı inşa malzemesi olup, çok az devşirme malzeme ve mermer kullanılmış. Yer yer ahşap hatıllara yer almıştır. 13. yüzyıl başlarında Anadolu Selçuklu Devleti’nde siyasi otoritenin güçlenmesine, fetihlerin artmasına paralel olarak ipek yolu üzerindeki ticari faaliyetler de artmıştır. Bu gelişmeye paralel olarak başkent Konya’yı çevre şehirlere ve uzak limanlara bağlayan yolla üzerinde yolcuların, tüccarların ihtiyaçlarını karşılayan kervansaraylar yapılmıştır. Kızılören Hanı’da avlu ve kapalı bölümlü hanlar arasında önemli bir yere sahiptir ve bu nedenle restore edilmiştir. 3.5.3 Kuruçeşme Hanı Konya-Beyşehir karayolunun 40. km’sindeki han, 1208 tarihinde yapılmıştır. Anlaşıldığına göre 13. yy başlarında bölgedeki ticari faaliyet artmıştır. Belki de 4 km mesafeli Kızılören Hanı ile aynı anda inşa edilmiştir Klasik (kapalı bölüm+avlu) planlıdır. Doğu- batı doğrultusunda dikdörtgen planlı yapı, sivri tonoz örtülü üç sahınlı bir kapalı bölümle, aynı genişlikte ve neredeyse aynı büyüklükte bir avlulu bölümden oluşur. Avlunun güneydoğu köşesinde mescidi bulunmaktadır.79 78 79 Prof. H. Karpuz, agm., s.511. Prof. H. Karpuz, agm., s.513. 76 3.6 Kubad Abad Sarayı Genellikle haklarında, bu köklü uygarlıklar ülkesi olan Anadolu’yu kaba kuvvetle ele geçiren barbarlar şeklinde bir imaj yaratılan Selçuklular’ın, gerçekte nasıl insanlar olduklarını, nitelik ve düzeylerini bize en iyi anlatabilecek varlıkların ve ortamların başında onların sarayları gelebilir. Sarayı tanımak bir kültürü en yüksek düzeyde tanımak demektir. Selçukluların Orta Asya’da, Türkmenistan’da, İran’da, Türkiye’de Sivas ve Kayseri’den Alanya’ya kadar pek çok yerde, pek çok sarayı olmuştur. Selçuklu çağının ünlü tarihçisi İbn-i Bibi, Kubad Abad’ın kuruluşunu şöyle anlatıyor: “I. Alaaddin Keykubad’ın Antalya-Alanya seferinde, o zamanki adıyla Buhayre-i Gurgurum (yani bugünkü Beyşehir Gölü) kıyısında konakladı. Burada sür gibi tatlı, suyu yeşil renkli bir göl vardı. Üzeri kadifenin kıvrımları gibi dalgalarla dolu göle hayran olan sultan, mimar Saadettin Köpek’e, güzellikte cennete benzeyecek bir saray yapılmasını buyururken, parlak zekâsıyla binanın planını çizerek onun üzerinde açıklamalar yaptı ve sarayı resmetti. Onun üzerine Saadettin Köpek güzel görüntü yerleri, iç açıcı havuzları bulunan, kemerinin kavsi yüksek göğün çatısıyla yarışan, çok süslü, geniş ve çok eşyaya sahip olan köşkleri, kısa bir zamanda Sultanın emrine uygun olarak yaptı.” Sultan Alaaddin Keykubad adına beldenin ulu camii yapılmış, yazıtında yaptıran olarak “…vali bi Kubad Abad Bedrettin Sutaş…” (yani Kubad Abad’da vali Bedrettin Sutaş) belirtilmiştir. Bu yazıttan yola çıkarak Sultanın çevresindekilerden Bedrettin Sutaş’ı, önce inşaat işleriyle görevlendirmiş, saray külliyesi tamamlandıktan sonra da burada gelişmeye başlayan beldeye vali olarak atamış olduğu düşünülmektedir. Burası İbn-i Bibi’nin tanımladığı kadar güzel bir mikro klima bölgesidir. Burada köylülerin “toprak tol” dediği bir prehistorik höyük ve “tol” dedikleri Kubad Abad saray sitesinin kalıntıları yan yana yatmaktadır. 77 Kubad Abad kenti zamanla önemini yitirerek gerilemiş, bölge ağzıyla “Şarköy” diye anılmaya başlanmış, şimdilerde ise adı Yenişar Bademli olmuştur. Eski Kubad Abad kentinin yoğunluk merkezi zamanla köy mezarlığına dönüşmüş, sonra çevredeki başka mezarlıklar yapılınca burası çalı ve taş yumağı olarak ovanın ortasında kalmıştır. Onun en yakınındaki Kürtler Köyü’nün insanları, burada buldukları yazıtı alıp yeni yaptıkları kendi camilerinin kapısına monte etmişlerdir. Bu Kubad Abad Ulu Camii’nin yazıtıdır ve Bedrettin Sutaş’ın buranın valisi olarak Sultan Alaaddin Keykubad adına 1235’de yaptırdığı anlatılmaktadır.80 Tıpkı Kayseri ve Alanya sarayları çevrelerinde olduğu gibi hem bölgenin güzelliklerinin tadını çıkararak av partileri düzenlemeye, hem de bir çeşit gözetleme karakolu işine yarayan çeşitli köşklerin, göldeki adalardan yakındaki yaylalara kadar yayıldığı tespit edilmiştir. Bu bölgenin benzer bir kullanımı Bizans kilise örgütü tarafından da uygulanmıştır. Kız Kalesi ve başka adalara dağılmış manastır şubeleri, küçük inziva yerleri olan birtakım binalar tüm çevreye yayılmıştır. Anamas eteklerinde Göle ve Kubad Abad’a bakan bir yamaçta orman içinde hazırlanmış bir terasa oturtulan köşk kalıntısına halk “Malanda” demektedir. Buradan güneybatı yönünde dağın bel verdiği taraflara doğru ilerleyince, İç Anadolu ve Akdeniz bölgeleri arasında o çağın en önemli geçit yolu olan, halkın “Emriddin Beli” dediği geçide ve buradaki Selçuklu karayoluna rastlanmaktadır. Gerek göldeki adalara, gerek çevredeki yaylalara dağılmış köşkler hep Kubad Abad’la bağlantılıdır. Bunlardan Kız Kalesi denen adayla, yayladaki Malanda, ana külliye birlikteliği sanat açısından da en belirgin olanlarıdır.81 Bugün Gölyaka (Hoyran) ve çevre köylerde, anıtsal Selçuklu taş dekorasyon parçalarını evlerin kapısına monte edilmiş veya binek taşı olarak yatırılmış olarak görmek mümkündür. 80 81 İbrahim Hakkı Konyalı, age., s.185. Rüçhan Arık, age., s.50. 78 3.6.1 İlk Bilimsel Kazılar Kubad Abad’ın keşfedilişi konusunda İbrahim hakkı Konyalı ile zamanın Konya Müze Müdürü Zeki Oral arasında bir polemik yaşanmıştır. Zeki Oral’ın Kubad Abad’la ilgili ilk yayını yapmış olduğu bir gerçektir; fakat İbrahim Hakkı Konyalı’nın 1964 yılına kadar basımı geciken kitabının daha öce yazılmış olduğu da yadsınamaz. M. Z. Oral 1949-1950 bu keşfini yaptıktan sonra ilk araştırmalara giriş ve bu çalışmaların sonuçlarını yayınlar. Ancak ne yöntem, ne yaklaşım, ne de bilimsel ayrıntılar açısından yeterli bilgi vermemiştir. Bununla birlikte bulduğu parçalar bilim çevresinde büyük yankı yapmaya yetmiştir. Prof. Dr. K. Otto-Dorn, 1965’de Kubad Abad’da ilk bilimsel kazıyı başlatmıştır. Bu aynı zamanda esas amacı Türk kültürüne yönelik arkeolojik çalışma olan ilk profesyonel kazıdır. 1965 yılı kazıları Büyük Saray’da yoğunlaşmıştır. Burada alçı dekorasyon ve çini buluntuları önemli ölçüde in situ olarak ele geçmiştir. Böylece sansasyon yaratan o resimli çinilerin, yıldız biçimli levhalarla haç biçimli olanlarının nasıl bir düzende duvarı kapladığı da anlaşılmıştır. 1967’de Mehmet Önder kazıyı sürdürmüş, pek çok ilginç çini buluntu elde etmiş ama bundan sonra 13 yıl boyunca Kubad Abad kaderine terk edilmiştir. Artık üzerine ilgi çekilmiş olan saray kalıntısı kaçınılmaz olarak eskisinden daha çok kurcalanarak, daha çok tahrip edilmiştir. Prof. Dr. Rüçhan Arık başkanlığındaki kazılar ise 1980’de başlamıştır.82 İlk beş yıl çalışmalar 1908’de demiryolu güzergahı için Anadolu’da araştırmalar yapan Graf von Schweinitz’in bir orta çağ harabesi olduğunu söylediği ve fotoğrafını yayınladığı Kız Kalesi’nde, daha sonra Küçük Saray’da devam etmiştir. Bunun yanı 82 Rüçhan Arık, age., s.47. 79 sıra hem karada hem de göldeki çevrenin örenlerini, kalıntılarını da araştırmışlardır. İrili ufaklı adalarda tarih öncesine uzanan tek tük buluntularla birlikte, Roma, Bizans ve özellikle Selçuklu kalıntıları saptanmıştır. 3.6.2 Kubad Abad Külliyesi Beyşehir Gölü’nün güneybatı kıyısında, Torosların bir kolu olan Anamas Dağları’nın eteklerinde küçük bir alüvyon ovasında, göle doğru çıkıntı yapan kayalık tepe ile Toprak Tol denen bronz çağı höyüğü çevresine yayılmaktadır. Eski adıyla Hoyran (Gölyaka) denilen, Beyşehir’e bağlı beldenin 3 km. kadar kuzeyindedir. En kuzeyde Büyük Saray, onun güneyinde Küçük Saray ve daha da güneyde su seviyesinde tersane veya kayıkhane vardır. Bunların çevresinde, kimi ören dolayısıyla oluşmuş, kimi doğal engebelerle küçük pavyonlar ve daha büyükçe yapıların izleri bir topluluk meydana getirmektedir. Bunlar aralarında iç avlu duvarları, yürüyüş rampaları ve su tesisatının izleriyle, bir liman ve bazı yıllar su içinde kalan kıyı tesisleri fark edilmektedir. (Bkz. Resim 3.5) Batıda Anamaslar’daki yaylalardan, içinde çifte künkler bulunan sağlam harçlı duvarlar şeklindeki suyollarıyla siteye taze akan su sağlanmıştır. Bu suyolları zamanla tahrip olunca, kaybolan suları günümüzde külliyenin çevresinde halkın kaynak sandığı şekilde yeryüzüne çıkmaktadır. Bugün tersanenin de güneyinde kalan Gürlevi adlı küçük baraj, sarayın eskiden var olan “av parkı” için yaylalardan getirilen suyla yapılmış olmalıdır. 80 Resim 3.5. Kubad Abad Külliyesi.83 Resim 3.6. Kubad Abad Kalıntıları A) Havadan Görünüm.84 83 84 Rüçhan Arık, age., s. 19. Rüçhan Arık, age., s. 57. 81 Resim 3.6. Kubad Abad Külliyesi B) Gölden Görünüm. Büyük Saray Kubad Abad Külliyesi’nin bu en büyük yapısı, sitenin en kuzeyinde, 50 x 55 m kadar genişlikte ve göle uzanan bir teras üzerinde kurulmuştur. Kabataslak 3 ana bölüm ayırt edilebilir. Batıda Külliye alanı içine doğru yayılan avlu, ortada kapalı saray binası, doğuda göle uzanan teras, batıdan bakınca tipik ön avlu izlenimini veren kısım, içten, batı kenarı boyunca uzanan hücreler ve güney kenarındaki daha büyük iki mekânla kuşatılmıştır. Avlunun içinde, kuzeydoğu köşesinde, bina ile sura yaslanan kare prizma sayılabilecek ince kule gibi bir yapı yıkıntısında, künklerden çok farklı, çağdaş madeni borular gibi çok düzgün ve ince toprak boruların düşey doğrultuda yerleştirildiği görülmüştür. Bunun dışarıdan getirilen tatlı suyu saraya taksim için kurulan bir maksem kulesi olduğu kabul edilebilir. Bir odada sonraki dönemler yapıldığı sanılan garip bir tuğla sedir, pişmiş toprak borulardan bacası olan soba gibi çok büyük bir küp ortaya çıkarılmıştır. Bazı odaları tabanları taş döşelidir. Divan denilen odanın tavanı, üst kat yok ise, 82 hamamlardaki gibi, tonoz veya kubbeye açılan gözlerden aydınlatıldığı akla gelmektedir. İster kapalı salon, ister üstü açık iç avlu şeklinde olsun, Gazneli saraylarından ve tüm Orta Asya-İran anıtsal yapılarından beri belirginleşen, görkemli ana eyvan ve önünde hol veya şeref avlusu birleşimi, burada da yapı ve hacim düzeni kavramının temelini oluşturmaktadır.85 Küçük Saray Kareye yakın, oldukça muntazam bir plan gösteren yapının dış yüzleri düzgün yontma taşlarla kaplıdır. Bugün ancak doğu ve batı yüzlerinde, çok az sayıda görebildiğimiz bu kaplama taşları, zaman içinde köylüler tarafından koparılarak kendi inşaatlarında kullanılmak üzere götürülmüştür. Küçük Saray’da tabanlar tuğla ve muntazam taşla kaplanmıştır.86 Gaznelilerden beri tanıdığımız taht mekânı olan eyvan ile önündeki şeref avlusu veya salonundan oluşan bir eksenin iki yanında diğer mekânları yerleştirmekte sağlanan mimari kompozisyon, Büyük Saray’da olduğu gibi burada da karşımıza çıkmaktadır. Küçük Saray sanki biraz daha küçük ölçülü olmakla birlikte, aynı temel hacim düzeniyle tasarlandığı bellidir. Bu temel yapı fikri daha sonra Orta Asya’daki han, cami ve medreselerden sonra Anadolu’daki Türk mimarisinde de uygulanmış, Osmanlıların 18-19. yüzyıl konutlarına kadar uzanmıştır. Küçük Saray kimilerine göre Saadettin Köpek’e aittir. Kendisi Alaaddin Keykubad’ın Emir-i Şikar’ı (av veziri) ve mimarı idi. Sanatçı yeteneği de bulunan Köpek aynı zamanda iyi bir savaşçı ve deneyimli bir komutandı. Buna karşılık saray ileri gelenlerine, emirlere zulmeder, çeşitli entrikalarla değerli devlet adamlarının ölümüne yol açardı. Köpek Alaaddin Keykubad’ın oğlu olduğu ve Selçuklu soyundan geldiğine dair bir öyküye dayanarak hırs ve kompleksle yaşamıştı.87 85 Rüçhan Arık, age., s.51-55. Rüçhan Arık, age., s.59. 87 Rüçhan Arık, age., s.60. 86 83 II. Gıyasedin Keyhüsrev babası Alaaddin Keykubad’ın yerine geçmiş olmasına rağmen Saadeddin Köpek ona yeterince saygı göstermemiş, örneğin törelere aykırı olduğu halde silah kuşanmış vaziyette sultanın huzura çıkmıştır. Saray halkı Köpek’ten çok korkuyordu. Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev daha fazla dayanamayıp gizlice Sivas’ta oturan Emir-i Candar’ı (özel koruma komutanı), Hüsamettin Karaca’yı bu duruma çözüm bulması için çağırttı ve Köpek’i ortadan kaldırma planı yaptılar. 1238 yılında bir eğlence sırasında kendisine kurulan pusu sonucu Saadeddin Köpek’in öldürülmüş olduğu düşünülmektedir. Sultan onun öleceğine inanmayan halkın içi rahatlasın diye, parçalanmış bedenini kafese koyup yüksek bir yere asarak teşhir ettirdiyse de bu olay sırasında kafesi tutan ipin koparak halktan birinin ölümüne sebep olması, İbn-i Bibi’nin aktardığına göre, Sultanın “O alçağın kötü ruhu öbür dünyadan gelip insanlara zarar veriyor” demesine neden olmuştur. Küçük Saray’ın Köpek için yapılmış olması ihtimal dahilinde olmakla birlikte çevrede sıkı bir arkeolojik tarama yapılması gereklidir. Şimdiden saray yerleşkesine on dakika ile yarım saat mesafelerde göldeki adalarda ve çevredeki ormanlık yaylalarda, Selçuklu tarzı çini kırıkları, köşk, hatta ana yol kalıntıları bulmaktayız. Bu çevrenin Selçuklu Anadolu’suyla ilgili imajı değiştirmesi beklenmektedir. Birkaç yüzyıllık zaman içinde terk edilmiş kalmanın yol açtığı doğal diyebileceğimiz tahribatın ardından, yakın zamanlarda yeniden canlanan yaşam ve nüfus ile daha da hızlı bir yıpranmaya uğramış; insanlar taşlarını, çivilerini, duvar hatıllarını sökmüş; içlerine kapatılan hayvanlar tekmelemiş, çinileri sırf eğlence olsun diye vahşice kırılmış, zaman zaman eşkıyadan çoban ve balıkçılara kadar birçoklarının eklemeleri de işe karışmış, sonunda o güzellikler topluluğundan günümüze, anlayıp açıklaması zor zavallı yıkıntılar kalmıştır. Yörenin yaşlılarıyla yapılan görüşmeler de şöyle öyküler aktarılmıştır: “Yakın zamana kadar bu yapının duvarlarında çinileri duruyordu. Bunların şavkı göle ve 84 göğe vururdu. Biz bunları gavur boncuğu diye sapanla düşürüp kırardık. Bazılarını da suda kaydırmak için fırlatırdık.”88 3.6.3 Çiniler İbn-i Bibi Kubad Abad hakkında yazarken bunları söylüyor, “…duvarlarının güzelliği kıskançlıktan gök kuşağının rengini solduran firuze ve lacivert renklerdeki döşemeleri…” Büyük Saray’ın duvarlarını süsleyen göz kamaştırıcı firuze (turkuvaz), lacivert çiniler onun tanımına çok uygundur. Selçuklu sanatında yalnızca saraylarda kullanılan ve mimariye renk katan zengin figürlü çinilerin yaratıcıları, güçlerini, simgeler dünyasıyla birleştirerek Selçuklu resim sanatının dinamizmini ve estetiğini oluşturmuşlardır. Küçük Saray’ın çinileri, Büyük Saray’ınkilerin aksine, ne yazık ki duvarlarda değil, yapının dışındaki göçüklerde bulunmaktadır. Bunlar sekiz köşeli yıldız ve haç biçimli çini levhalardır.89 Çoğu büyük saray çinileriyle aynı teknik, tarz ve konuya sahiptir. Bunların yıldız biçimli olanları hemen hemen aynı tarzın örnekleridir. Haç biçimli olanları ise tamamen yeni bir desen kategorisi meydana getirmektedir. Bunlar alışılmış stilize bitkisel desenlerin yanı sıra, siyah gölge gibi kuşlar, balıklar, yazı ve değişik bitkisel desenler içermektedir. Ama en göze çarpan özellik bunların birçoğunda yine siyah gölge gibi, fakat yıldız levhalardaki kadar arma etkisi bırakan çift başlı kartallar işlenmiş olmasıdır. Sanat tarihinde, Kubad Abad ve Anadolu çinileri açısından olduğu kadar, genel İslam seramik sanatında ilk kez görülmeleri açısından da heyecan verici bir olaydır.90 88 Rüçhan Arık, age., s.62. Rüçhan Arık, age., s.73. 90 Rüçhan Arık, age., s.75. 89 85 Bu konudaki en ünlü örnekler olarak şu eserleri belirtebiliriz: Tahran Ulusal Müzesi’nde bulunan, İran-Kaşan’dan 13. yüzyıl sonu ve 14 yüzyıl başına tarihlenen kobalt mavisi yazı ve bantların çevrelediği figürlü ve bitkisel bezemeli lüster yıldız çiniler ve turkuvaz sırlı, kabartma hayvan figürleriyle süslü haç levhaların oluşturduğu bir kompozisyon; Berlin İslam Sanatı Müzesi’nde, yine Kaşan’dan 14. yy başına tarihlenen yine kobalt mavisi yazı bantlarının çevrelediği figürlü ve bitkisel bezemeli lüster yıldız çiniler ile turkuvaz sırlı, kabartma desenli haçların oluşturduğu bir diğer kompozisyon; yine Berlin İslam Sanatı Müzesi’nde Kaşan’dan (Damgan) 1266-7 tarihli lüster yıldız ve bitkisel motiflerle geyik, tavşan ve başka hayvan figürlerinin işlendiği haç çinilerden oluşan bir kompozisyon; Paris Louvre Müzesi’nde bulunan Kaşan’dan 1267 yılına tarihlenen lüster tekniğindeki figürlü yıldız ve kuş, ördek, panter, geyik ve bitkisel motiflerle bezeli haçlardan oluşan bir kompozisyon. Bu sonuncusunda haçlar dikine değil çapraz olacak şekilde yerleştirilerek kompozisyon hazırlanmıştır. İran, Kaşan örnekleri 13. yüzyıl sonu 14. yüzyıl başına aittirler; fakat Kubad Abad sarayının yapım tarihi 1235/1236 olduğundan Kaşan örneklerinden yarım yüzyıl daha erken yapılmışlardır. Bunlar büyük olasılıkla Kubad Abad’da oluşturulan şantiye fırınlarında imal edilmişlerdir. Son yıllarda yapılan kazılarla bu fırınlarda açığa çıkartılmıştır. Kubad Abad Büyük ve Küçük Saray çinileri, ilginç bir resim üslubuyla Selçukluların simgeler dünyasını yansıtan ikonografiyi kaynaştırıp bir masal atmosferi yaratmıştır. Bu masal dünyasının en önemli figürü, sarayın ve sultanın simgesi çift başlı kartal tüm heybetiyle karşımıza çıkmakta, diğer kuşlar adeta bunun çevresinde uçmaktadırlar. M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren Orta Asya’da gelişen ve tüm Asyalı kavimlerle Türklerin de paylaştığı hayvan üslubu denen göçebe sanatının uzantıları, tema ve ikonografi bakımından bu çinilerin kökeninde yer tutar. Devamlı doğayı, en başta da hayvanları gözlemek gereken göçebe yaşamda, doğa güçleriyle ilgili olarak gelişen inançlar ve destanlarda, hayvanlar da birçok kavram ve değerlerin, çeşitli hayali 86 olayların simgeleri haline gelmekteydi. Yüzyıllar süren bu tür adetler, zamanla dünya görüşü değişip geliştiği için eskisi gibi inanç yüklü olmasa da, halkın belleğinde yer etmiş olduğundan, en azından folklorik özellik niteliğinde devam etmekteydi. Böylece Türkler, hem süsleyici, hem koruyucu tılsımı olan bu simgeleri, yeni Müslüman kültürleri ile sentezleyerek uzun süre korumuşlardır. Orta Asya Türk mitolojisinde, doğayla ilgili inançlar ve şamanlıkla bağlantılı olarak kartal, koruyucu ruh sayılmaktaydı. Kartalın aynı zamanda güç simgesi, göklerin hakimi olduğunu, koruyan ve egemenlik kuran iki ruhun ya da iki iktidarın güç birliği durumlarında, bu iki kez arttırılmış gücün çift başlı kartalla simgelendiğini anlatmaktadır. Bu masal dünyasının kuşlarına Kubad Abad’dan başka saraylarda da rastlıyoruz. Örneğin Diyarbakır Artuklu Sarayı’nda çıkan turkuvaz sır altına siyah boyayla işlenen çift başlı kartal, Artuklu Sultanı Melik Mahmud’un arması olmalıdır. Aspendos’daki I. Alaaddin Keykubad zamanında düzenlenen konaklama köşkünde bulunan çiniler arasında da çift başlı kartal figürü görülmektedir.91 Bunlardan bazılarının göğüs kısmında “es-sultan”, “es-sultani”, “elmuazzam”, “el-saadet” gibi Aladdin Keykubad’ın unvanları yazar, bazılarının göğüs kısmında ise yazı yerine noktalar vardır.92 Av hayvanları arasında ördek, balıkçıl ve daha cinsi belirlenemeyen pek çok kuş, Kubad Abad çinilerinin alışılmış motifleridir. Sanatçının gözlem gücünü yansıtan, doğaya bağlı, gerçekçi sayılacak özellikler gösteren bir üslupla resmedilmişlerdir. Hem sır altı, hem lüster tekniğinde yıldızlar olarak her iki saray binası kazılarında pek çok örnekler bulunmuştur. Bu figürlerin çoğu tek başına, stilize yapraklar, uçlarında çiçek benzeri stilize motiflerle helezonlar oluşturan kıvrık dallar vb. soyut bitkisel bezemeler üzerinde yer alırlar ve genellikle profilden 91 92 Rüçhan Arık, age., s.79. Rüçhan Arık, age., s.80-82. 87 gösterilmişlerdir. Bunların çoğu, Kubad Abad yöresinde bugün görmekte olduğumuz kuşlara ve bitkilere benzeyen biçimlerdir.93 Kubad Abad çinilerinde resmedilen masal dünyasının yaratıklarına, sirenlere, sfenkslere, grifon ve ejderlere bakalım. Siren (simug, harpi), başı insan, gövdesi kuş olarak tasvir edilen bir yaratıktır. Olağanüstü güçlerini bizi korumak için kullanır. Orta Asya’da Tuğrul da denen Kaf Dağı’nda yaşayan bu masal yaratığı, İslami destanlarda da çaresizlere yardıma koşan melek olarak yer bulmuştur. M. Önder, bu nitelikler sultanlarda bulunduğu için bu figürleri sultan simgesi olarak da düşünebileceğimizi söylemektedir. Konya Kılıçarslan Köşkü’nün alçılarında, I. Alaaddin Keykubad’ın yaptırdığı Konya surlarının taş kabartmalarında da karşımıza çıkmaktadır.94 Grifon da masal dünyasının çok güçlü, fakat tasvirine ender rastlanan kahramanlarından biridir. Hayvan (genellikle aslan) vücutlu, kulakları kartala benzeyen kuş başlı, kanatlı yaratıklardır.95 Türk tarihinde İslamdan önceki dönemlerde de, sonra da, minyatür, seramik ve diğer el sanatlarından anıtsal mimariye kadar her dalda insan figürlü tasvirler hem simgesel, hem de günlük yaşamla ilgili konu ve içeriklerle işlenmiştir. İnsan figürlü tasvirlere daha önce Kılıçarslan Köşkü’nde de rastlanmıştır. Kubad Abad’ın insan figürlü çinilerinde konu bakımından en geniş grup, cepheden görünen ve yabancı yayınlarda “Türk oturuşu” diye ün salan biçimde bağdaş kurarak oturan sultan ve saray ileri gelenlerinin tasvirleridir. Bu Köktürk Devleti’nde kağana özgü bir oturuş şeklidir. Bunun yanı sıra İbn-i Bibi’ye göre “Selçuklu sultanları “ellerinde kadehler pembe, gül kırmızısı şaraplarla dolu olarak, içki alemlerine günlerce devam ederdi” Her iki saray binası da bulunan bağdaş kuran figürler kompozisyon bakımından birbirine benzer. Çoğu çininin tam ortasında yer 93 Rüçhan Arık, age., s.103. Rüçhan Arık, age., s.120. 95 Rüçhan Arık, age., s.130. 94 88 alır. İki yanlarında nar veya haşhaş bitkileriyle çerçevelenirler. Bazı figürler bunları tutmakta, bazılarının yana uzanan ellerinde kadeh, mendil, nar veya haşhaş meyvesi, çiçek bulunmakta; diğer elini de dizinin üzerinde tutmaktadır. Kimisi yan durarak oturmuş, hemen hepsinde başlar ¾ cepheden işlenmiştir. Bu oval yüzlü, dolgun yanaklı, iri badem gözlü, ufak ağızlı tipler, ana çizgileriyle Orta Asya Türk tipini temsil ederler. Kolları tirazlı kaftanlarında çeşitli benekler, çizgiler, soyut çiçek gibi motifler vardır. Bazılarının dizlerine iri yuvarlaklar yerleştirilmiştir.96 Başlarında çeşitli başlıklar bulunur. Birkaç levhada bağdaş kuran figür ellerinde birer balık tutmaktadır. Ayakta duran ve çeşitli işler yapan insan figürleri de vardır. Her iki saray binasında da bulunan çinilerde işlenen insan figürlerinin cinsiyetini anlamakta zorluk çekilmektedir. Uzun saçlı ve sakalsız olarak resmedilmiş olabilmekteler. Orta Asya’da Türk delikanlılarının saç uzattıkları bilinmekte. Bazılarınınsa erkek olduğu bellidir. Örneğin çember sakallı olan, bunun Alaaddin Keykubad’ın portresi olduğu da ileri sürülmektedir. Kadın olduğu anlaşılan figürlerden biri başında meyve sepeti taşıyan, başı yaşmakla/peçeyle örtülü bir kadın; diğerinde ise kadınların kullandıkları yaşmak omuzlarına kadar inmektedir. Çinileri üzerinde betimlenen figürlerin kıyafetleri, o zamanki giyim kuşam anlayışıyla ilgili bize fikir vermektedir.97 Kırık parçalar halinde ele geçen levhalar üzerinde yuvarlak madalyonlar oluşturan şeritler içinde de Farsça yazılar işlenmiştir. Bu yazılar henüz tam olarak okunamamıştır. Sökülebildiği kadarıyla, Şehname’den parçalar olabilecekleri izlenimini vermişleridir. Buluntuların bir kısmında kufi yazı da tespit edilmiştir.98 96 Rüçhan Arık, age., s.132-134. Rüçhan Arık, age., s.136-144. 98 Rüçhan Arık, age., s.151-152 97 89 Resim 3.7. Kubad Abad Çinilerinden Örnekler A) Kuş Kompozisyonları.99 Resim 3.7. Kubad Abad Çinilerinden Örnekler B) “Es Sultan” Yazılı Çift Başlı Kartal.100 99 Rüçhan Arık, age., s. 92. Rüçhan Arık, age., s. 78. 100 90 Geometrik şekiller, damalı motifler ile palmiye, çam gibi görünen ağaç motifi ana konu olan çinilerden başka, geometrik veya bitkisel bir örgü gibi başlayıp, yıldızın kollarına simetrik olarak dağılan stilize dallar ve yaprakların oluşturduğu desenlerle süslü çinilerde vardır. Anadolu Selçukluları’nın mozayik çinileri Beylikler ve hatta Osmanlılarda 15. yüzyılın dördüncü çeyreğine kadar devam etmişse de saray ve köşklerde kullanılan çiniler Selçuklular ile sona ermektedir.101 3.7 Beyşehir’deki Tarihi Yapılar Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ve Külliyesi, Gölün 100 m kadar kuzeyinde İçerişehir102 denilen yerde Eşrefoğlu mahallesindedir. Bezzaniye Hanı ve hamamıyla bir külliye halindedir. Yarım türbe, medrese ve bugünkü bedesten sonraki dönemlere aittir.103 15.04.2011 tarihinde Unesco Geçici Dünya Mirası listesine girmiştir.104 3.7.1 Eşrefoğlu Süleyman Bey Cami Vakfiyesi 2 satırlık uzun bir yazı halinde caminin taç kapısı üzerindedir. Vakfın gelir kaynakları ve şartları sıralanmış, Emir Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından H.696 / M.1296 tarihinde yapıldığı yazılmıştır. Bu vakfiyedeki gelir kaynağı olarak verilen bazı yerler bugün harap haldeyken, bazılarının yerleri dahi bilinmemektedir. Diğer yerlerde yer alan yazıtlarla birlikte 1296-1299 yılları arasında yaptırıldığı düşünülmektedir. 101 Prof. Dr. Oktay Aslanapa, Türk Sanatı: Başlangıcından Beylikler Devrinin Sonuna Kadar (cilt I-II), Ankara: Kültür Bakanlığı, 1990, s.305. 102 H.699 yılında, Selçuklu Sultanı Keykavus zamanında Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından camiden önce bir kale yaptırılmıştır. Bir kısmı halen ayakta olan bu kale kapısından içte kalan tarafa bugün hala İçerişehir denmektedir. 103 Yaşar Erdemir, Beyşehir Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ve Külliyesi, Konya: Beyşehir Vakfı Yayınları, 2005, s.19-20. 104 http://whc.unesco.org/en/tentativelists/5611/ Erişim Tarihi: 01.04.2012. 91 1900, 1934, 1937, 1941, 1956, 1962, 1965 ve 1978 yıllarında çeşitli onarımlar görmüştür. 1996 yılında harimin zemini açılarak demir ve beton kirişlerle takviye edilmiştir. Taç kapının önüne bir saçak konmuş ve eski kapıyı içine alıp koruyacak şekilde yeni bir kapı yapılmıştır. Kuzey-güney doğrultusunda uzanan caminin kuzey ve doğu duvarları dik kesişmeyip, köşenin kesilerek bir kenar daha ilave edilmek süratiyle 5 cepheli yapılmıştır. Anadolu’da ahşap direkler üzerine oturan, ahşap düz tavanlı camilerin sağlam kalabilen en büyüğü ve en zenginidir. Doğu cepheye bitişik cephesi, mihrap önünden yükselen konik külahı, aydınlık penceresi, güney-batıda cami duvarlarından daha yüksek tutulan bey mahfili, minaresi, taç ve tali kapılarıyla dikkati çeker. (Bkz. Resim 3.8 ) Benzer örnekleri Ankara Arslanhane Camii ile Afyon Ulu Camii’dir.105 Taç kapısı 10,10 m yüksekliğiyle Beylikler devrinin anıtsal portalları arasındadır. Mukarnas dolgulu kavsarası, yan mihrabiyeleri ve süsleme bordürleriyle Selçuklu taş portaları geleneğini devam ettirir. Kemeri üzerinde yukarıda bahsi geçen 2 satır Arapça sülüs yazı vardır. Çift kanatlı ahşap kapı 3 bölümlüdür ve en üstteki kısımda Zümer suresinin 73. Ayeti yazılıdır. Maalesef bu panolar bu gün yerinde değildir. Ocak 1996 yılında çalınan panolar Suğla mevkiinde bulunarak müftülüğe teslim edilmiş ve sonrasında minberin altındaki kilitli dolapta muhafazaya alınmıştır. Ancak Mayıs 1996 tarihinde yeniden çalınmışlardır. Kopenhag David Koleksiyonunda olduğu tespit edilen panolar Temmuz 1996’da ülkemize iade edilmiştir.106 Önce Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne, sonradan da Ankara Vakıf Eserleri Müzesi’ne teslim edilmişlerdir. Bazı parçaları yenilenen kapının tokmakların da koruma amaçlı sökülmüştür. Kapının üzerinde ustanın ismi bugün silik olmakla birlikte hala okunur halde,“amel-i İsa” olarak kazınmıştır.107 105 http://whc.unesco.org/en/tentativelists/5611/ Erişim Tarihi: 01.04.2012. Hüseyin Karaduman, Türkiye’de Eski Eser Kaçakçılığı, Ankara: ICOM, 2007, s.140-141. 107 Yaşar Erdemir, age., s.28. 106 92 Resim 3.8. Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii Doğu ve Ön Cephesi Çizimi.108 Resim 3.9. Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ve Külliyesi Genel Görünüm.109 108 109 Yaşar Erdemir, age., 2005, s.20. Yaşar Erdemir, age., 2005, s.20. 93 Çarpık süslü cephe ile caminin kuzey duvarı arasının kütüphane olduğu söylense de bugün bunu kanıtlayabilecek deliller mevcut değildir. Çeşitli yayınlarda bahsi geçen bu kütüphane bazı araştırmacılara göre camiden sonra yapılmış ve 6 asır boyunca kullanılmıştır.110 Taç kapının hemen yanında yer alan minaresi tek şerefelidir. Minarenin kaidesi ile portal arasında sebil vardır. Sebilin yapımında antik dönemden kabartmalı bir mermer kullanımı dikkat çekicidir. Harim, mihrap duvarına dik olarak yerleştirilen sütunlarla yedi sahına ayrılmıştır. Örtüsü ahşap kirişlemeli düz tavandır. Yanlarda daha yüksek ve geniş olan orta sahına bir aydınlık feneri açılmış, güney ucu mihrap önünde kargir kubbe ile kapatılmıştır. Kuzeydeki son cemaat yeri ile üstündeki kadınlar mahfili, güneybatıda bey mahfili ve ortada müezzin mahfeli yer alır. Zeminde ise seki, “karlık” tabir edilen iç avlu, çilehane denen sığınak ve parmaklıklı ön bölüm göze çarpar. Kıble duvarlarına çini mihrap oyularak, bitişiğine minber konmuş, alt pencerelere de oymalı kapaklar geçirilmiştir.111 Son cemaat yeri 5 m genişliğinde olup taç kapıdan sonra gelen bir koridordan ibarettir. Çinili kapı da denilen iç kapının üstünde yapının inşa tarihini veren 2 kitabe yer alır. Buradaki tarih taç kapıdan 3 yıl sonrasını verdiği için yapının 3 yılda tamamlandığı anlaşılmaktadır.112 Batıda kalan 3 bölümün ahşap parmaklıkları oldukça zarif işlenmiştir. Ayrıca ahşap pencere kapaklarının işlemesi de çok özenlidir. Kıble duvarının ortasında yer alan çini mihrap, yüzeyini kaplayan çini parçalarının oluşturduğu geometrik ve bitkisel motiflerin yanı sıra, yazı kuşakları, mukarnas dolgu ve rozetlerle Beylikler döneminin en zengin uygulamalarından olup 110 Dr. İlhan Akçay, “Orta Anadolu’da Bazı Kitaplıklar”, Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni, C:14, S. 1-2, 1965, s.21-23. 111 Yaşar Erdemir, age., s.33. 112 Yaşar Erdemir, age., s.36. 94 Selçuklu devri mihraplarıyla yarışacak niteliktedir. Üslup bakımından Konya ile benzetilir.113 Minberin sağına bitişik olan mihrap klasik tip orta boy bir mihraptır.Çift kanatlı kapısı, 9 basamağı, korkuluk, yan aynaları ve şerefesi mevcuttur. Ceviz ağacından kündekari tekniğiyle oymalı ve kakmalı olarak yapılmış, ayrıca yıldız ve geometrik parçalara, kakma ve eğrikesim tekniği uygulanmıştır. Zaman zaman onarım görmüş olan minberin bazı parçaları eksiktir. Üzerinde Ayet-el Kürsi ile amel-i isa yazıları okunmaktadır. Ayrıca kufi yazı ile “Allah, Muhammed, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali” yazmaktadır.114 Ahşap direkler taş kaidelere oturtulmuştur. Başlıklar mukarnas parçalardan oluşur ve pek çoğu silinmiş ve yıpranmış olmakla birlikte bazı yerlerde hala kırmızı, sarı ve mavi ile renklendirilmiş palmet ve rumi yapraklar seçilebilmektedir. Cami genelinde çeşitli renklerle değişik şekil ve kompozisyonlarda süsleme uygulanmıştır. Caminin halıları ise Selçuklu dönemi açısından ayrı bir öneme sahiptir. Halıların çoğu 1932-1934 yılları arasında yerlerinden alınarak Konya Müzeleri ile İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne götürülmüştür. Motif, renk kompozisyon açısından 13. yüzyıl halıcılığının günümüze kalmış nadir örneklerindendirler ve Konya halılarıyla benzerlik gösterirler. Çok tahrip olmuş, hatta parçalar halinde günümüze ulaşabilmiş olan bu halıların dokumasında ana renk kırmızı olup, lacivert, sarı ve beyaz renklere de yer verilmiştir. Yüzeyleri baklava dilimi, yıldız ve çokgenlerin yanı sıra kufi yazı çeşitleri, fantastik motifler ile stilize çiçek ve yapraklarla donatılmıştır. Bu halılara dikkati ilk 1895’de Beyşehir’e gelen F. Sarre çekmiştir; fakat asıl bilgiyi 1931 yılında ilk yayını yapan Riesfstahl ile öğreniyoruz. Bu eserlerden Konya’da sergilenen 9 adetinden sadece 1 kilim ile 1-2 parça halı 113 114 Yaşar Erdemir, age., s.41. Yaşar Erdemir, age., s.46-48. 95 Osmanlı dönemine aittir. 115 Diğer taraftan İngiltere ve Almanya’da ki iki özel koleksiyonda Beyşehir halılarının parçalarının olduğu da iddia edilmiştir.116 Caminin bugün Etnoğrafya Müzesi’nde bulunan kandili pirinçten yapılmış olup 3 bölümden oluşmaktadır. Dövme tekniğiyle yapılıp, delik işi tekniğiyle süslenen eserler arasında Anadolu’ya, özellikle Konya’ya maledilen tek örnektir. 117 Delik işinin yanı sıra kabartma ve yaldız teknikleri de uygulanmış; fakat yaldızlar dökülmüş, boyun kısmından bir parça da kopmuştur. Üzerindeki yazıdan 1280-1281 yıllarında Nusaybinli Muhammed oğlu Ali usta tarafından Konya’da yapıldığı anlaşılmaktadır. Gövdenin üzerine kabartma tekniğiyle yapılan 3 adet boğa başının boynuzlarındaki deliklerden tavana asılmaktadır. Boyun kısmında Nur Suresinin 35. ayeti yazılıdır.118 3.7.2 Eşrefoğlu Süleyman Bey’in Türbesi Caminin doğu duvarına bitişik ve harime bir pencere ile bağlantılıdır. Altta cenazelik, üstte sekizgen gövde, yukarıda içte kubbe, dışta konik külahtan oluşmaktadır. Kesme taş kaplaması 1965 yılındaki restorasyon sırasında tamamen yenilenmiştir. Kapı kanatları orijinal değildir; fakat orijinal kapı kanatlarındaki yazıdan 1301 yılında Emir Süleyman Bey tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Kubbe tuğla örtülü olmakla beraber iç kısmı döneminin en güzel çinileriyle kaplıdır. Ne yazık ki, bugün bu kaplamanın yarıdan fazlası dökülmüştür. Mozayik tekniğiyle yapılan ve plakalar halinde kaplanan çini tekniği araştırmacıların ilgisini çekmektedir. (Bkz. Resim 3.9) Türbenin içinde bulunan 3 sandukanın Emir Süleyman Bey, eşi ve oğluna ait olduğu söylenmekte ise de bunların üzerinde yazı veya tarih oktur. Zaten orijinal 115 Yaşar Erdemir, age., s.76-79. Oktay Aslanapa, One Thousand Years of Turkish Carpets, İstanbul: Eren Yayıncılık, s.26-28. 117 Yaşar Erdemir, age., s.80. 118 M. Zeki Oral, “Eşrefoğlu Camiine Ait Bir Kandil”, Belleten, C:XXIII, S.89, 1959, s. 114-118. 116 96 hallerinde de değillerdir, pek çok kez elden geçtikleri ve ilk hallerindeki özellikleri kaybettikleri bellidir.119 3.7.3 Yarım Türbe (Osmanlı Türbesi) Süleyman Bey türbesinin 1,80 m kuzeyinde yer alır ve halk arasında “Araplar Türbesi” olarak bilinen kare planlı düzgün kesme taşlarla kaplanmış kübik bir yapıdır. Üstü açık bırakılmış veya sonradan çökmüştür. Kitabesinden Osmanlı Dönemi’nde inşa edildiği anlaşılmaktadır. Doğuya bakan ön cephesine bir pencere ve kapı açılmıştır. Türbenin ortasında yer alan taş lahitin üzerinde hiçbir yazı ve baş şahidesi yerinde olmadığı için kime ait olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte caminin ahşap müezzin mahfilini yaptıran Mustafa Bey’in babasına ait olması ihtimali yüksektir.120 3.7.4 Bedesten Caminin kuzeyinde kalan yapının batısında Eşrefoğlu hamamı vardır. Diğer yapılar gibi İçerişehir’dedir. Kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen bir alana oturur, 6 kubbeyle örtülü orta alanın etrafında 34 adet dükkân sıralanmıştır. Doğu, batı ve güney olmak üzere 3 girişi vardır. Harap bir vaziyetteyken 1976-1977 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilerek kullanılır hale getirilmiş ve kiraya verilmiştir. Külliyenin yapılarından birini teşkil eden 6 kubbeli bedesten vakfiyede adı geçen Bezziye Hanı’nın yerine yapılmıştır. Batı kapısı üzerinde bulunan ve bugün türbeye kaldırılmış olan kitabesinde Osmanlı Dönemi’nde tamir gördüğü yazılıdır. Bu tamir sırasında orijinal haline sadık kalınıp kalınmadığı araştırmacılar için bir merak konusudur.121 (Bkz. Resim 3.11) 119 Yaşar Erdemir, age., s.81-86. Yaşar Erdemir, age., s.87. 121 Yaşar Erdemir, age., s.88-90. 120 97 Resim 3.10. Eşrefoğlu Süleyman Bey’in Türbesi.122 Resim 3.11. Bedesten.123 122 123 Yaşar Erdemir, age., s.81. Yaşar Erdemir, age., s.86. 98 3.7.5 Hamam Eski kale kapısıyla cami arasında, bedesten’in hemen yanında yer almaktadır. Herhangi bir yazıtı yoktur; fakat cami vakfiyesinde adı geçtiği ve civarda başka hamam kalıntısı olmadığı için camiden önce yapıldığı varsayılmaktadır. Kadınlar ve erkekler için iki ayrı bölümü olan çifte hamamın ya da Eşrefoğlu hamamının günümüze bir kısmı korunagelmiştir. Soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan bölümlerinden oluşmuş olmalıdır. 3.7.6 İsmail Ağa (Aka) Medresesi Halk arasında “taş medrese” olarak bilinen yapı caminin hemen batısındadır. Yakın zamanda Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore ettirilerek yıkılmaktan kurtarılmışsa da portali ve türbesi dışındaki bölümler orijinalliğini kaybetmiştir. Tek tarih belirten potalındaki yazıttır. İ. Hakkı Konyalı’ya göre bu yazıtta tamir gördüğü ifade edilmektedir.124 Mevcut kalıntılarından 2 eyvanlı ve açık avlulu bir plana sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ana eyvanın solunda İsmail Aka’nın türbesi yer alır. (Bkz. Resim 3.12) 3.7.7 Taş Köprü Konya ovasını sulamaya yönelik olarak yapılmıştır. Bu konudaki ilk proje Kanuni zamanında gündeme gelmişse de köprünün yapımı sonradan sadrazam olan Konya Valisi Avlonyalı Ferit Paşa zamanında olmuştur. 1907 yılında AnadoluBağdat demiryolu inşaat şirketi namına Holzman’ın etütlerine dayanılarak Anadolu- 124 Yaşar Erdemir, age., s.95. 99 Osmanlı Demiryolu Ortaklığına 1907 yılında ihalesi yapılır. 1908-1914 yılları arasında yapımı tamamlanan köprü 850000 altına mal olmuştur. Osmanlı Devleti’nin kurduğu ilk sulama projesidir. Kuzey-güney yönünde uzanan köprünün 15 adet kapağı baraj görevi de görmesini sağlar.125 Resim 3.12. İsmail Aka Medresesi.126 Beyşehir’in hoş görünümüyle simgesi olma özelliği uzun yıllar korumuş olmasına karşın, artan araç trafiğini karşılamak amacıyla 1997 yılında yapılan yeni köprü görüntüsünü kapatmış ve atıl bir vaziyette kalmasına neden olmuştur. Bunlardan başka Kale kapısı, Demirli Mescit, Bayındır Camii, Hacı Armağan Camii, Çarşı Camii, 1915’de gelen Çeçen göçmenlerin yaptığı cami de tarihi değere sahip yerler arasındadır. 125 126 Bilal Alperen, age., s.110-112. Yaşar Erdemir, age., s.94. 100 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM BEYŞEHİR GÖLÜ MİLLİ PARKI İÇİN ÖNERİLER 4. BEYŞEHİR GÖLÜNÜN KÜLTÜR VARLIKLARI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ 4.1 Beyşehir Gölü’nde Sürdürülebilir Turizm Turizmin doğal çevre faktörlerine olan bağımlılığı nedeniyle, turizm endüstrisinin uzun dönemde sürdürülmesi için dikkatli bir biçimde planlanması ve yönetilmesi gerekir. Sürdürülebilir turizmde esas olan, korunması gereken doğal, arkeolojik ve kentsel alanları, geleceğin turizm alanları olarak, turizmin olumsuz etkisinden koruyarak, hem kullanılmasını hem de gelecek nesillere aktarılmasını sağlamaktır. Turizmin gelişimini yok etmeden, çevrenin korunması ve mekânların planlanması sağlanarak, sürdürülebilir bir yapı geliştirilebilir. Turizmde sürdürülebilirlik, arzı belirleyen kaynakların sonsuz olmadığı hususu göz önüne alınarak; kaynakların optimum kullanımını gerektirir. Yani sürdürülebilirlik bir yandan doğanın ve yeniden üretilmeyen varlıkların korunmasını, diğer yandan bunların rasyonel kullanımını bir arada dengeli bir biçimde sağlamalıdır. Ekoturizm; doğayı ve kültürel kaynakları anlayarak korumayı destekleyen, düşük ziyaretçi etkisi olan ve yerel halka sosyoekonomik fayda sağlayan, bozulmamış doğal alanlara çevresel 101 açıdan sorumlu seyahat olarak tanımlanabilmektedir.127 Diğer taraftan; turizm pazarında, doğaya dayalı turizm olarak tarif edilen ekoturizm, sürdürülebilir kalkınma aracı olarak görülmektedir. Ekoturizm, dışsal olarak enerji ve hammadde tasarrufunu sağlayacak yeni pazarlar yaratır. Yerel yönetimlerin denetimi altında, çevreye saygılı yapılaşmada yerel mimari özelliklerin korunmasına, arkeolojik kalıntı ve tarihsel yapıların özgün ortamla uyumunun bozulmamasına özen gösteren bu turizm biçimi; yeni yapılanma yerine, var olan yapıların yeniden kullanımını özendirir ve yöresel ekonomik uğraşları korumaya ve geliştirmeye yardımcı olur. Kısacası turizmin kaynağı olan değerleri koruyarak kendi geleceğini ve devamlılığını güvence altına almasını sağlar. Bir turizm faaliyetinin ekoturizm olarak adlandırılabilmesi için: Etkisinin en düşük düzeyde olması Çevresel ve kültürel bir bilinç oluşturması Ziyaretçiler ve ev sahipleri için pozitif etki oluşturması Koruma için doğrudan finansal katma değer katması Yerel halk için finansal gelişim ve yarar sağlaması Politik, çevresel ve sosyal anlamda ev sahibi ülke için duyarlılığı artırması gerekmektedir.128 Ekoturizme katılan gruplar genellikle küçük, 25 kişiden fazla olmaz. Dolayısıyla buralardaki turizm işletmeleri de en fazla 100 yataklı, orta veya küçük ölçekteki işletmelerdir.129 UNEP’in (Birleşmiş Milletler Çevre Programı) araştırmasına göre ekoturizm hızla büyümekte olan bir sektördür ve bunda en büyük pay dünya genelinde artan çevre bilincidir. 127 http://www.ecotourism.org/what-is-ecotourism Erişim Tarihi: 01.04.2012. http://www.ecotourism.org/what-is-ecotourism Erişim Tarihi: 01.04.2012. 129 http://www.canbekin.com/FileUpload/ks192554/File/ekoturizm.pdf Erişim Tarihi: 01.04.2012. 128 102 Bu tez çalışmasında inceleme konusu olan Beyşehir Gölü ve civarındaki kültür varlıkları için hem eko turizm hem de kültür turizmi önerilebilir. Zaten bu kavramları birbirinden ayrı düşünmemek gerekir. Kültür turizmi bir bölgedeki tüm tarihi eserleri, arkeolojik eserleri, tarihi dini merkezleri, müzeleri, festival ve özel günler ile yöresel el sanatlarını kapsayabilen bir turizm çeşididir. Kültürel turistlerin profili ise yapılan bir araştırmaya göre: Diğer turistlerden daha fazla kazanan, Tatildeyken daha fazla harcayan, Genel halktan daha eğitimli, Yaş ortalaması genellikle 50 yaş üstü olan, Kitle turistlerinden genellikle ayrı, bireysel veya küçük gruplar içinde seyahat eden, Seyahat zamanları genellikle nisandan başlayıp eylül ayına kadar olan döneme yayılabilen, Tatildeyken bölgede daha fazla zaman harcayan kişilerden oluşmaktadır.130 Yukarıda detaylı şekilde açıklanmaya çalışılan ekoturizm ve kültür turizmi Beyşehir Gölü’nün kalkınmasında izlenecek rota olmalıdır. Dünyanın önemli tatlı su rezervlerinden birisi olan Beyşehir Gölü, jeolojik ve ekolojik anlamda öneminin yanı sıra, tarihi ve arkeolojik değerleriyle ön plana çıkma potansiyeline sahiptir. Anadolu’nun tarihi gelişimine uygun olarak pek çok döneme tanıklık etmiş olan yöre, özellikle Hititler, Anadolu Selçuklular’ı ve Beylikler dönemine ait ünik eserleriyle dikkat çekmektedir. Ancak ülkemizde önemi pek de anlaşılamamış olan bu alan son yüzyılda etkisini gittikçe arttıran tahribata karşı yasalarla koruma altına alınmış olmasına rağmen halkın eğitim ve bilinç düzeyi geliştirilemediğinden halen tehdit altındadır. Yerel halkın eğitimi, ev pansiyonculuğu gibi turistik aktivitelere yönlendirilmesi, çeşitli el sanatları aktivitelerinin tanıtımı ve yaygınlaştırılmasının 130 Umut Özdemir, “Ülkemizde Turizmin Çeşitlendirilmesi Kapsamında Tarihi Yolların Değerlendirilmesi: Büyük İskender’in Anadolu’daki Sefer Yolu Örneği”, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Yayımlanmamış Uzmanlık Tezi, Ankara: 2009, s. 27. 103 sağlanması bu konuda gelir düzeyini arttırarak kendiliğinden sürdürülebilir bir koruma etkisi oluşturacaktır. Ayrıca merkezi yönlendirme ile çeşitlendirilecek turizm aktivitelerinin de planlaması bu sürdürülebilir kavram çerçevesinde yapılmalıdır. Özellikle Kızıldağ Milli Parkı sınırları içinde kalan mağaraların literatürdeki önemi düşünüldüğünde mağaracılık, Göldeki adaların kuş yaşamı açısından değeri bakımından kuş gözlemciliği, gölün kendisinde gerçekleştirilecek yüzme, kürek, kano, rüzgar sörfü gibi aktiviteler, çevredeki dağlık yapıyı düşünerek dağcılık, trekking, paraşüt, yelken kanat gibi aktiviteler ile fotoğrafçılık ve sedir ormanlarının barındırdığı yüksek oksijen seviyesi ile astım hastaları için tedavi edici etkisi açısından sağlık turizmi, öncelikli teşvik edilip planlaması yapılacak turizm türleridir. Bütün bu aktiviteler mümkün olduğu kadar motorsuz taşıtlar ile yapılacak şekilde planlanmalıdır. Örneğin Gölün tüm çevresinde bisiklet turları yapılmasının sağlanması için mevcut yollarda iyileştirme yapılması şarttır. Ancak bu konuda UDGP’de bağlayıcı hükümler mevcuttur. Yine de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, motorlu taşıt kaynaklı hava kirliliği ve iklim değişikliğine neden olan kirleticilerin azaltılması amacıyla, bisiklet yollarının yaygınlaştırılmasına yönelik hazırlanan projeleri desteklemesine yönelik olarak aldığı karar bir fırsat olarak değerlendirilip yararlanılmalıdır.131 Bütün aktiviteler Göl ve çevresi için planlanırken küçük ölçekli ev pansiyonculuğunun haricindeki turistik konaklama tesisleri için Beyşehir’in merkez seçilmesi; buraya turlarla gelecek büyük grupların, daha küçük gruplar halinde göl çevresindeki günübirlik turlara yönlendirilmesi daha uygun olacaktır. Beyşehir tarihi kent merkezinde Eşrefoğlu Camii ve Külliyesinin gezilmesinin, yemek ve alışveriş için 1. gün; Fasıllardan başlayıp Eflatunpınar’a, oradan da Kubad Abad’a gidecek ve Yeşildağ’daki tarihi evleri ve Leylekler Vadisiyle ile Göl çevresindeki turu tamamlayacak olan 2. gün aktiviteleri Beyşehir konaklamalı gerçekleştirilebilir. 131 Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 07.03.2012 tarih ve B.09.0.ÇYG.0.12.02.00-125.02/1230 sayılı yazısı. 104 Burada dikkat edilmesi gereken husus bu tür turizm aktivitelerinin ana katılımcı grubu olan kültürel benimsenmesidir. turist Örneğin profiline yemek uygun esnasında, bir konaklama otobüslerde veya anlayışının konaklama alanlarında yüksek sesli müzik bu grubu oldukça rahatsız etmektedir. Bunun yerine yerel ve otantik dokunun korunmuş olduğu kültürel etkinlikler daha ilgi çekicidir. Daha küçük sayıdaki bisiklet, dağcılık ve trekking grupları için ev pansiyonculuğu ve butik otel kavramı özendirilmelidir. Bu gruplar için UDGP kapsamında belirlenmiş olan mevcut güzergahların (Bkz. Resim 4.1) kullanılabilirliğinin arttırılması için tanıtım broşürleri ve haritaları, yerel rehberlik hizmeti, yönlendirme ve tanıtım levhaları ile yol işaretleri oldukça önemlidir. Ancak milli park alanında bu konuda yapılmış bir çalışma yoktur. Dünyada ve ülkemizde bu konuda çalışmalar yapmış olan uzmanlardan oluşturulacak olan bir çalışma grubunun rota belirleme, işaretleme, harita çıkartma, basılı materyalleri hazırlama, internet ortamında tanıtımını sağlama ve bilinirliği arttırmaya yönelik çalışmaları yapmak üzere bir araya getirilmesi gerekmektedir. Bu sayede kağıt üzerinde kalmış olan planlamaların bazılarının hayata geçirilebileceği düşünülmektedir. Bakanlığımızca da desteklenen kültür yolu çalışmaları kapsamında ülkemizde Likya Yolu, Aziz Paul Yolu, Kaçkar Dağları Yolu, Küre Dağları Rotaları, Sultanlar Yolu, Yenice Ormanları, Hazreti İbrahim Kültür Yolu, Evliya Çelebi Yolu, Eskipazar Yolu, Frig Yolu, Hitit Yolu, İstiklal Yolu adlarında eşitli rotalar oluşturulmuştur.132 Benzer rotaların Konya-Beyşehir arasında “Kervansaraylar Yolu”, Fasıllar ve Eflatunpınar Arasında “Hitit Yolu”, göl çevresinde “Eşrefoğlu Yolu” ve Yalvaç (Pisidia Antiokheia), Yunuslar köyü (Pappa Tiberiopolis), Fasıllar köyü (Mistia) arasında “Via Sebaste” olarak düzenlenebileceği düşünülmektedir. Kültür yolları konudaki uluslararası çalışmaları yürüten iki kurumdan biri Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi-Kültür Yolları Komitesi (ICOMOS-CIIC), diğeri ise Avrupa Kültür Yolları Enstitüsüdür.133 Ancak Avrupa Konseyi’nin kriterleri de belirlenen yolların seçilmesinde ve tanıtılmasında önemlidir. Dolayısıyla 132 133 Türkiye'nin Kültür Yolları Broşürleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü Umut Özdemir, age., s. 30-34. 105 bu alanda yapılacak bir çalışmada uluslararası kriterler gözetilerek fon sağlanması amacıyla bir proje üretilebilir. Resim 4.1. Kızıldağ ve Beyşehir Gölü Milli Parkları UDGP’lerine göre güzergahlar.134 4.2 Beyşehir Gölü Milli Parkı İçin Kültür Varlıkları Yönetim Planı Hazırlanması Milli park ilan edilerek koruma altına alınan bir alanın içinde yaşayan yerel halkı birlikte mevcut yaşam alanlarını, mülkiyet durumunu, gelişimini, hatta ekonomik yönelimini belirleyen, kısacası alanın sürdürülebilir bir korumacılık 134 Kızıldağ ve Beyşehir Gölü Milli Parkı UDGP’leri kapsamındaki kararların Google Earth programına işlenmesiyle elde edilmiştir. 106 anlayışıyla yönetimini sağlayacak en üst ölçekte kararların belirlendiği UDGP’lerin kısa süre içerisinde tamamlanarak, uygulanır vaziyete gelmesi korunan alanlarda hayati önem arz etmektedir. Çünkü yasayla koruma altına alınan alan, insan etkisinden soyutlanamayacağı için hızla yürürlüğe konacak düzenlemelerle, alanda çok katılımlı bir yönetimin oluşturulması zamanın yıkıcı etkisine karşı atılacak ilk ve en önemli adımdır. Maalesef Beyşehir Gölü için durum böyle olmamıştır. Beyşehir Gölü Milli Parkı 1993 yılında ilan edilmesine rağmen UDGP’si ancak 2008 yılında yürürlüğe girebilmiştir. Bu sürecin uzamasında mevcut mevzuata göre görüşü alınması gereken kurumlarla süren yazışmalardaki gecikme ve fikir ayrılıklarının yanı sıra kavramın ülkemizde yeni olmasının da etkisi vardır. Ancak yaşanan bürokrasi ve mevzuat karmaşası, yerel halkın milli park ile bütünleşerek koruma bilincinin gelişmesini sağlamak yerine, alanın milli park oluşunu kendi refah düzeyleri için bir tehdit olarak algılamaları durumuna dönüşmüştür. Bu bilinçsiz, eğitimsiz ve kontrolsüz grup, alanın geleceği için en önemli tehditlerin başında gelmektedir. Ne yazık ki bu süre Bakanlığımız denetimi altında olan kültür varlıkları açısından da verimli kullanılamamış, hali hazırda tespiti ve tescili yapılmış kültür varlıkları ile sit alanlarının milli park, dolayısıyla Beyşehir Gölü ile bütünleştirilerek araştırılması, korunması, tanıtılması ve sürdürülebilirliklerinin sağlanması konularında UDGP kapsamında hazırlanacak bir yönetim planı oluşturulamadığı gibi, önerisi dahi yapılmamıştır. UDGP hazırlanması sürecinin uzamasının diğer bir olumsuz tarafı da geçen süre zarfında milli park ilan edilmesiyle pek çok açıdan sınırlanan yerel yönetimlerin, kendi bağımsız projelerini oluşturmuş ve uygulamış olmalarıdır. Ne yazık Beyşehir İlçesi’nin sahil şeridinde park ve rekreasyon alanı olarak yapılan uygulama estetik açısından çirkin olduğu gibi, kısıtlı bakış açısıyla hazırlandığından ihtiyaçlara cevap verebilecek nitelikte de değildir. Bu ve benzer uygulamalar zaman ve para kaybı olmalarının yanı sıra, hem alanın bütünlüğünü ve karakterini tehdit etmekte hem de gelecekte kentin tarihi dokusunu koruyarak geliştirilecek 107 sürdürülebilir bir kültür turizmi oluşturmak için yapılacak girişimleri de baltalamaktadır. Bu nedenlerle en kısa sürede “Beyşehir Gölü ve Kızıldağ Milli Parkları Kültür Varlıkları Yönetim Planı” hazırlanarak yürürlüğe konmalıdır. Ancak bunun öncesinde Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, DSİ, Konya ve Isparta Valilikleri, bağlı kaymakamlıklar, belediyeler, vb. pek çok idari birime bölünmüş olan alanda işleyişin kolaylaştırılabilmesi için ortak bir protokol imzalanarak yazışma yerine alanda görev yapacak bir acil müdahale ekibiyle plan ve programlama yapılmasının daha verimli ve gerçekçi olacağı varsayılmaktadır. Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün iki ayrı isimde milli park olarak ilan etmiş olduğu alanın, kendi uzmanlarınca da pek çok kez belirtildiği üzere tek isimle milli park ilan edilmesi; alt yönetim planları oluşturulmadan hazırlanmış UDGP kararlarının revize edilmesinin de gerekli olduğu düşünülmektedir. UDGP ler, üst ölçekli ve yasal bir yönlendirme dokümanı niteliğindedir. Bu planlar; teknik, yönetsel, sosyal ve ekonomik gelişme olanaklarının araştırıldığı, sınandığı ve sonuçta ekosistemin gözetilerek bütünleştirildiği dokümanlardır. Ancak, plan sunumunda daha çok mekânsal önlemlere ağırlık vermektedir. Bu yönlendirmede, planla getirilen “bölgelemeler” ve bunların her birisi için geliştirilen kararlar baskın rol oynamaktadır. Yönetim Planlarının (YP) kurgusu ve ele alınış biçimi UDGP lerden daha farklıdır. Her şeyden önce bu planlar kuramsal olarak; amaç, hedef, eylem ve öneri bütünlüğü içinde döngüler yapan stratejik izlence ya da yol haritası olarak da tanımlanabilmektedir. Gelecek; çok sektörlü, uygulamayı sağlayacak araçlar tanımlanarak, kurumsal ve yönetsel görev ya da yükümlülükler belirlenerek kurgulanmaktadır. Ayrıca Yönetim Planları; stratejik amaçları ve varılmak istenilen hedefleri, mevcut kurumsal yapı, kapasite ve kısıtları da gözeterek; program ve faaliyetleri ayrıntısında ortaya koymaktadır. Bu bağlamda faaliyetlerin zamanlaması önem taşımaktadır. Öte yandan, mekânsal önlemler kadar, finansman ve mali 108 düzenlemeler ve yasal dayanakların ışığı altında kurumsal yapıda alınması gereken önlemler de yönetim planlarında ele alınmaktadır. “Katılımcılık” bu planların belirleyici özelliğidir. Bu durum, plana gerçekçilik kazandırmaktadır. Nihayet, bu yaklaşımda; “başarının ölçülmesi”, “izleme - yönlendirme” ve “geri besleme” düzenekleri kurularak plan canlı tutulmaktadır. Beyşehir Gölü için hazırlanacak bir kültür varlıkları yönetim planı da kültürel ve doğal değerlerin yanı sıra sosyo-ekonomik durum ile birlikte ele alınmalıdır. Planın misyon ve vizyonu açık ve net bir biçimde ortaya konmalıdır. Örneğin: Vizyon: “Beyşehir Gölü Milli Parkı ve yakın çevresinin bütün doğal ve kültürel değerleri ile korunduğu, bölgede yaşayan insanların yerleşim, eğitim, sağlık, ulaşım, geçim, mülkiyet gibi sorunlarının çözüldüğü, kaynakların sürdürülebilir kullanımından elde edilen gelirlerin öncelikli olarak yerel halkın refahı için kullanıldığı, alanda yaşayanların da yönetime katıldığı bir yer istiyoruz.’’ Misyon: “Beyşehir Gölü Milli Parkı ender kültürel değerlerinin gelecek nesillere aktarılması için katılımcı uygulanabilir korunan alan yönetim planını yapmak, alandaki kültürel çeşitliliği korumak ve kültürel kaynak yönetimine yönelik kalıcı örnekler geliştirebilmek” Stratejik hedefleri ile amaçları yanlış anlamaya izin vermeyecek şekilde ortaya konmalıdır. Örnek strateji ve hedefler şunlar olabilir: Strateji: Kubad Abad Saray Kompleksinin Korunması Amaç :Kubad Abad saray kompleksinin kazı, restorasyon ve çevre düzenleme projelerinin yapılarak; yönetim planına entegre edilmesi ve uygulanması Strateji: Geleneksel Mimarinin Korunması Amaç :Geleneksel mimariyi gelecek kuşaklara aktarmak Strateji: Kültürel Yaşamın Korunması 109 Amaç :Geleneksel yaşamı eko-turizm aracılığıyla tanıtmak ve bu tür çalışmaları desteklemek Strateji: Kültürel Değerler Hakkında Eğitim ve Bilinçlendirme Çalışmaları Yapmak Amaç: 1-Eşrefoğlu Camii ve Külliyesi ile ilgili bilgilendirme çalışmalarını gerçekleştirmek Amaç:2-Yöre halkını geleneksel ve kültürel değerlerin önemi hakkında bilinçlendirerek gönüllü rehberliğe yöneltmek Strateji: Eko-turizmi Teşvik Etmek Amaç : 1-Sahanın 1 yıl içinde eko turizm potansiyelini belirlemek Amaç : 2-Sahanın eko-turizm planını yapılandırmak Strateji: Eko-turizm Hakkında Eğitim ve Bilinçlendirme Çalışmaları Yapılması Amaç : 1-Yerel halk içinden seçilen park kılavuzlarını eğitmek Amaç : 2-Yerel halkı Eko-turizm konusunda bilinçlendirmek Strateji: Yerel Topluluklarının, İlgi Gruplarının Katılımını Artırmak Amaç : 1-2 Yıl içinde yerel toplulukların, ilgi grubu temsilcilerini belirlenmek ve temsil mekanizmasını yapılandırmak Strateji: Parkın Katılımcı Yönetim Sistemini Oluşturmak Amaç : 1- Alanın katılımcı yönetimin planını yapılandırmak Amaç : 2- Parkın idari sistemini oluşturulmak Strateji: Finans Sistemini Kurmak Amaç : 1-Park giderleri sistemi belirlemek ve yapılandırmak Amaç :2- Park gelirleri sistemini yapılandırmak 110 Buna bağlı olarak arkeolojik ve doğal sit alanlarının bulunduğu ve kültürel değerleri yönetim planında da yoğun olarak çalışılan kesimin bölgeleme amaçları aşağıdaki gibi açıklanmalıdır. Bölgenin (zonun) kullanımından kaynaklanan anlaşmazlık ve zararlı etkileri ortadan kaldırmak için, yöre halkının ve diğer ilgi gruplarının kullanımını organize etmek. Beyşehir Gölü Milli Parkı’nın tarihsel geçmişi, doğal kaynakları ve güzellikleri konusunda bilgilenmeleri ve alanda eğlenebilmeleri için olanak sağlamak. Yöre halkına, kültürel ve doğal yapısı değişmemiş bir yerde; gelir getirici faaliyetler ve eğitim yapma fırsatları sunulması. Alanın taşıma kapasitesi ve koruma hedefleri doğrultusunda, ziyaretçi hareketlerini ölçebilir hale getirmek. Alanda yaşayanların alternatif gelir kaynaklarına yönelmelerini ve gelir elde etmelerini sağlamak. Alanın fiziksel özellikleri, florası, faunası, peyzaj ve doğal değerleri, kültürel değerleri, arkeolojik değerleri ve mevcut durumları, geleneksel mimarisi ile sosyal yapısı ve yerleşme özellikleri mevcut UDGP verileri ile güncel bilgiler derlenerek özet halinde sunulduktan sonra GZTF (güçlü-zayıf-tehdit-fırsat) analizi yapılmalıdır. Yerel halk tarafından benimsenecek, yerel yönetimlerin katılımcı olacağı çok yönlü, detaylı, geri bildirimleri takip edilip, ihtiyaç dahilinde revize edilecek bir yönetim planı uygulandığı takdirde önümüzdeki yıllarda Beyşehir, sahip olduğu tarihi ve arkeolojik değerleriyle Türkiye’nin marka kentlerinden biri haline gelebilecektir. 111 DEĞERLENDİRME VE SONUÇ Dünyada doğayı koruma kavramının ortaya çıkışı 19. yüzyılda olmuş, bundan sonra bu alanda ilkler yaşanmaya başlanmış, çeşitli sivil toplum örgütleri kurulmuş, uluslararası sözleşmeler imzalanmıştır. 1970’lerden sonra bu konudaki çalışmalar yoğunlaşmış, bugün kullanılmakta olan pek çok terim ve sınıflandırma bu dönemde tanımlanmıştır. Ülkemizde ise, Osmanlı İmparatorluğu döneminde birkaç yasal düzenleme yapılmışsa da, asıl 1950’li yıllarda dünyadaki gelişmelere paralel olarak pek çok yasal düzenleme yürürlüğe girmiş, ayrıca birçok uluslararası sözleşmeye taraf olarak imza atılmıştır. ABD’de, Yellowstone Milli Parkı, dünyada ilan edilen ilk milli park olmuştur. Bu konuda ABD, Kanada ve Avusturya gibi ülkeler hem ilk gelişmelere imza atmalarıyla hem de günümüzdeki uygulamalarıyla örnek teşkil etmektedirler. Ülkemizde ise 1958 yılında ilan edilen Yozgat Çamlığı ilk milli parkımız olma özelliğini taşımaktadır. O günden bu güne kadar toplam 40 adet milli park ilan edilen ülkemizde de uluslararası kategorilerle paralel korumacılık anlayışı benimsenerek milli park alanları için uzun devreli gelişme planları (UDGP) hazırlanmaya başlanmıştır. UDGP’ler, üst ölçekli ve yasal bir yönlendirme dokümanı niteliğindedirler. Ülkemizin en büyük 3. Gölü konumunda olan Beyşehir gölü, dünya standartlarında önemli bir tatlı su rezervidir. Gölün geçiş sistemi olma özelliği iklimi, jeolojik, ekolojik, biyolojik, demografik yapısına kadar pek çok alana yansımaktadır. Kültürel ve doğal değerleri ile gölün korunarak gelecek kuşaklara aktarılması için yasal anlamda korunmaya alınması kaçınılmaz olmuştur. Bu nedenlerle önce 1960 107 yılında gölün Isparta İli sınırları içerisindeki kısmı Kızıldağ Milli Parkı olarak ilan edilmiş, 1993 yılında Kızıldağ Milli Parkı’nın sınırları genişletilmiş; gölün kalanı ise Beyşehir Gölü Milli Parkı olarak koruma altına alınmıştır. Göl ve çevresi doğal anlamda olduğu kadar kültür varlıklarıyla da dikkat çekicidir. İnsan yerleşiminin neolitik dönemde başladığı anlaşılan alanda; Hititler, Frigler, Lidyalılar, Romalılar, Selçuklular ile Eşrefoğulları, Karamanoğulları, Hamitoğulları Beylikleri ve Osmanlılar tarafından kullanılmış ve yerleşilmiş olan göl ve çevresinde, bugün bu medeniyetlerin izlerini hala görebilmek mümkündür. Hitit heykeltıraşlık sanatı için ünik olan Fasıllarda, 7 ton ağırlığındaki dev Hitit tanrı kabartması ile Eflatunpınar’daki kutsal Hitit havuzu ve anıtı; Büyük Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’ın çinilerinin güzelliği dillere destan, entrikaları efsanelere konu olmuş sarayı Kubad Abad; 50 yıl gibi kısa bir süre hüküm sürmüş olmalarına rağmen Eşrefoğulları Beyliği’nin, hem yapıldığı dönemde hem de günümüzde, Beylikler dönemine ait en önemli eserlerden birisi olarak kabul gören Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ve türbesi, regülatör kapaklarıyla baraj görevi de üstlenen, Osmanlı’nın ilk sulama projesi olarak bilinen taş köprü, alanın öne çıkan kültürel değerleridir. Ekoturizm; doğayı ve kültürel kaynakları anlayarak korumayı destekleyen, düşük ziyaretçi etkisi olan ve yerel halka sosyoekonomik fayda sağlayan, bozulmamış doğal alanlara çevresel açıdan sorumlu seyahat olarak tanımlanmakta ve bu nedenle de ekoturizm Beyşehir Gölü tanıtımı ve turizm aktiviteleri için tercih edilmesi gereken turizm türü olmalıdır. Dünyanın önemli tatlı su rezervlerinden birisi olan Beyşehir Gölü, jeolojik ve ekolojik anlamda öneminin yanı sıra kültürel mirasıyla ön plana çıkma potansiyeline sahiptir. Anadolu’nun tarihi gelişimine uygun olarak pek çok döneme tanıklık etmiş olan yöre, özellikle Hititler, Anadolu Selçuklular’ı ve Beylikler dönemine ait ünik eserleriyle dikkat çekmektedir. Ancak ülkemizde önemi pek de anlaşılamamış olan bu alan son yüzyılda etkisini gittikçe arttıran tahribata karşı yasalarla koruma altına alınmış olmasına rağmen halkın eğitim ve bilinç düzeyi geliştirilemediğinden halen tehdit altındadır. Yerel halkın 108 eğitimi, ev pansiyonculuğu gibi turistik aktivitelere yönlendirilmesi, çeşitli el sanatları aktivitelerinin tanıtımı ve yaygınlaştırılmasının sağlanması bu konuda gelir düzeyini arttırarak kendiliğinden sürdürülebilir bir koruma etkisi oluşturacaktır. Sürdürülebilir bir koruma anlayışı temelinde yerel halkın bilinçlendirilmesi ve değerlerine sahip çıkmaları çok önemlidir. Beyşehir Gölü Milli Parkının ilanından sonra UDGP’nin hazırlanması ve yürürlüğe girmesinde yaşanan gecikme nedeniyle bu süreç Beyşehir için tersine işlemiştir. En kısa zamanda hazırlanacak proje ve programlarla halkın bilinçlendirilmesi yönünde eğitim çalışmaları başlaması alan için dışarıdan yapılacak her türlü müdahaleden daha önemlidir. Ayrıca merkezi yönlendirme ile çeşitlendirilecek turizm aktivitelerinin de planlaması bu sürdürülebilir kavram çerçevesinde yapılmalıdır. Özellikle Kızıldağ Milli Parkı sınırları içinde kalan mağaraların literatürdeki önemi düşünüldüğünde mağaracılık, göldeki adaların kuş yaşamı açısından değeri bakımından kuş gözlemciliği, gölün kendisinde gerçekleştirilecek yüzme, kürek, kano, rüzgar sörfü gibi aktiviteler, çevredeki dağlık yapıyı düşünerek dağcılık, trekking, paraşüt, yelken kanat gibi aktiviteler ile fotoğrafçılık ve Sedir ormanlarının barındırdığı yüksek oksijen seviyesi ile astım hastaları için tedavi edici etkisi açısından sağlık turizmi öncelikli teşvik edilip planlaması yapılacak turizm türleridir. Bütün bu aktiviteler mümkün olduğu kadar motorsuz taşıtlar ile yapılacak şekilde planlanmalıdır. Gölün çevresinde ve tarihi kalıntılar arasındaki yollarda iyileştirme yapılması şarttır. Ancak UDGP kararları bu noktada bağlayıcı olduğundan, kararlarda revizyona gidilmesi yönünde Orman ve Su İşleri Bakanlığı’yla görüşmelere başlanmalıdır. Gölün bütün olarak korunması, tanıtılması ve bir çekim merkezi haline gelmesi için tekne, bisiklet gibi alternatif güvenli yollara ihtiyaç vardır. Bütün aktiviteler göl ve çevresi için planlanırken küçük ölçekli ev pansiyonculuğunun haricindeki turistik konaklama tesisleri için Beyşehir’in merkez seçilmesi; buraya turlarla gelecek büyük grupların, daha küçük gruplar halinde göl çevresindeki günübirlik turlara yönlendirilmesi daha uygun olacaktır. 109 Planlanan aktivite, tur güzergahı ve konaklama seçeneklerinde dikkat edilmesi gereken husus ana katılımcı grup olan kültürel turist profiline uygun bir anlayışın benimsenmesidir. Daha küçük sayıdaki bisiklet, dağcılık ve trekking grupları için ev pansiyonculuğu ve butik otel kavramı özendirilmelidir. Bu gruplar için UDGP kapsamında belirlenmiş olan mevcut güzergahların kullanılabilirliğinin arttırılması için tanıtım broşürleri ve haritaları, yerel rehberlik hizmeti, yönlendirme ve tanıtım levhaları ile yol işaretleri oldukça önemlidir. Ancak milli park alanında bu konuda yapılmış bir çalışma yoktur. Dünyada ve ülkemizde bu konuda çalışmalar yapmış olan uzmanlardan oluşturulacak olan bir çalışma grubunun rota belirleme, işaretleme, harita çıkartma, basılı materyalleri hazırlama, internet ortamında tanıtımını sağlama ve bilinirliği arttırmaya yönelik çalışmaları yapmak üzere bir araya getirilmesi gerekmektedir. Bu sayede kağıt üzerinde kalmış olan planlamaların bazıları hayata geçirilebileceği düşünülmektedir. Bakanlığımızca da desteklenen kültür yolu rotalarının Konya-Beyşehir arasında “Kervansaraylar Yolu”, Fasıllar ve Eflatunpınar Arasında “Hitit Yolu”, göl çevresinde “Eşrefoğlu Yolu” ve Yalvaç (Pisidia Antiokheia), Yunuslar köyü (Pappa Tiberiopolis), Fasıllar köyü (Mistia) arasında “Via Sebaste” olarak düzenlenebileceği düşünülmektedir. Millipark alanı ve yakın çevresi Bakanlığımız denetimi ve kontrolü altında olan kültür varlıkları açısından da verimli kullanılamamış, hali hazırda tespiti ve tescili yapılmış kültür varlıkları ile sit alanlarının milli park, dolayısıyla Beyşehir Gölü ile bütünleştirilerek araştırılması, korunması, tanıtılması ve sürdürülebilirliklerinin sağlanması konularında UDGP kapsamında hazırlanacak bir yönetim planı oluşturulamadığı gibi, önerisi dahi yapılmamıştır. Bu sebeple en kısa zamanda misyonu ve vizyonu anlaşılabilir; stratejik hedefleri ve amaçları açık; uygulanabilir bir “Beyşehir Gölü Kültür Varlıkları yönetim Planı” hazırlanması yönünde çalışmalara başlanması gerekli görülmektedir. 110 Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün iki ayrı isimde milli park olarak ilan etmiş olduğu alanın, kendi uzmanlarınca da pek çok kez belirtildiği üzere tek isimle milli park ilan edilmesi; alt yönetim planları oluşturulmadan hazırlanmış UDGP karalarının revize edilmesinin de gerekli olduğu düşünülmektedir. Eşrefoğlu Camii ve civarının daha kapsamlı olarak projelendirilerek tarihi kent dokusuyla bütünleşmiş bir yaşam alanı olabilmesi sağlanırsa Beyşehir’e marka değeri katacağına ve cazibe merkezi haline geleceğine inanılmaktadır. 111 KAYNAKÇA AKÇAY, İ., “Orta Anadolu’da Bazı Kitaplıklar”, Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni, C:14, S. 1-2, 1965, s.21-25. AKDOĞAN, G., “Milli Parklar ve Memleketimizde Bu Konudaki Gelişmeler”, Ankara Üniversitesi Ziraat Yıllığı, Yıl: 16, 1996, AKURGAL, Ekrem, Anadolu Uygarlıkları, 5. b., İstanbul: Net Turistik Yayınları, 1995. ALPEREN, Bilal, Beyşehir ve Tarihi, Konya: Büyük Sistem Dersanesi Matbaası, 2001. ARIK, Rüçhan, Kubad Abad, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2000. ASLANAPA, Oktay, One Thousand Years of Turkish Carpets, İstanbul: Eren Yayıncılık, 1988. ASLANAPA, Prof. Dr. Oktay, Türk Sanatı: Başlangıcından Beylikler Devrinin Sonuna Kadar (Cilt I-II), Ankara: Kültür Bakanlığı, 1990. BALDIRAN, Asuman, Beyşehir ve Civarı Heykeltraşlık Eserleri, Konya: Çizgi Kitabevi Yayınları, 2009. CIRIK, U., “Milli Parklar ve Uzun Devreli Gelişme Planları”, Planlama Dergisi, Sayı:2007/1, 2007, s.45-50. 112 COOLIDGE, J.H., “Milli Parklar Tarihinde Kaydedilen Uluslararası Önemli Gelişmeler”, Tarım Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü Teknik Haberler Bülteni, Sayı: 16, 1965, s. 97. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname, KHK/648, T.C. Resmi Gazete, Sayı: 28028, 17/08/2011, http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/08/20110817-1-1.htm, Erişim Tarihi: 24.03.2012. DURAN, Prof. R., “Altınapa Hanı”, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, Ed. Hakkı Acun, Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2007, s.77-86. ERDEMİR, Yaşar, Beyşehir Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ve Külliyesi, Konya: Beyşehir Vakfı Yayınları, 2005, s.19-20. EYÜBOĞLU, Bilal, Dünden Bugüne Beyşehir, 1979. HÜRMÜZLÜ, B., “Pisidia’da Gömü Gelenekleri Işığı Altında Kültürlerarası İlişkiler”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı.15, 2007, s.122. KALELİOĞLU, U., ÖZKAN, N., Türkiye’nin Taraf Olduğu Uluslararası Çevre Sözleşmeleri, İzmir: İzmir Barosu Yayınları, 2000. KARADUMAN, Hüseyin, Türkiye’de Eski Eser Kaçakçılığı, Ankara: ICOM, 2007. KARAUĞUZ, G., KUNT, H.İ., Eskiçağ Kaleleri -Orta Anadolu’nun Güney Kesimi-, Konya: Çizgi Kitabevi Yayınları, 2004. 113 KARPUZ, Prof. H., “Altınapa Hanı”, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, Ed. Hakkı Acun, Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2007, s.89-102. KONYALI, İbrahim Hakkı, Abideleri ve Kitabeleriyle Konya Tarihi, Konya: 1964. KURDOĞLU, O., “Dünyada Doğayı Koruma Hareketinin Tarihsel Gelişimi ve Güncel Boyutu”, Artvin Çoruh Üniversitesi Ormancılık Fakültesi Dergisi, Sayı: 8(1), 2007, s.59-76. MACQUENN, J.G., Hititler ve Hitit Çağında Anadolu, Ankara: Arkadaş Yayınevi, 2001. ÖZDEN, S., “Pisidia Bölgesi’nde Yunan ve Roma Dönemlerine Ait Kültür Varlıkları”, Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri (TAY) Klasör 7 (Pisidia ve Karia Bölgeleri Yunan-Roma Dönemi), İstanbul: Ege Yayınları, 2007, s. 1-12. ORAL, M. Z., “Eşrefoğlu Camiine Ait Bir Kandil”, Belleten, C:XXIII, Sayı:89, 1959, s. 113-118. OUSTERHOUT, R., “John Henry Haynes’in 1884-1887’de Anadolu Gezileri ve Fotoğrafları”, Çev. Kemal Atakay, Osman Hamdi Bey ve Amerikalılar, Ed. Renata Holod, İstanbul: Pera Müzesi Yayını 2011, s.56-57. ÖNDER, M., “Konya’da Yeni Bulunan Bir Roma Lahdi”, Arkitekt, C:1958, S:1958-02 (291), s.70-71. ÖZDEMİR, Umut, “Ülkemizde Turizmin Çeşitlendirilmesi Kapsamında Tarihi Yolların Değerlendirilmesi: Büyük İskender’in Anadolu’daki Sefer Yolu Örneği”, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Yayımlanmamış Uzmanlık Tezi, Ankara: 2009. 114 ROBERT, L., “Anadolu’nun Eski Çağ Şehirleri [Elektronik Versiyonu]”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Dergisi, 1948, C:6, S:5, s.531-542 T.C. KONYA VALİLİĞİ İL ÇEVRE MÜDÜRLÜĞÜ, “Beyşehir Gölü Sulakalanı Yüzey Su Toplama Havzası Yönetim Planı Raporu”, Tüstaş Sınai A.Ş. Genel Müdürlüğü, 2007. T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI, Eflatunpınar Hitit Anıtı Broşürü. Türkiye'nin Kültür Yolları Broşürleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü URFALIOĞLU, Doç. Dr. Nur, “Amerika Birleşik Devletleri Milli Parklarında Koruma Ve Sergileme”, 4. Müzecilik Semineri (İstanbul, 16-18 Eylül 1998) Bildirileri, İstanbul: Askeri Müze ve Kültür Sitesi Yay., 1998, s.21-23. WRIGHT, R.George, National Parks and Protected Areas, USA, 1996. YÜCEL, M., BABUŞ, D., “Doğa Korumanın Tarihçesi ve Türkiye’deki Gelişmeler”, Doğu Akdeniz Ormancılık Araştırma Müdürlüğü DOA Dergisi, Sayı:11, 2005, s.151-175. 2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu, T.C. Resmi Gazete, Sayı: 18132, 11/08/1983. 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu’nu ile 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 25. Maddesinin uygulanmasını düzenleyen yönetmelik, Sayı: 19309, 12/12/1986, http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/20780.html, Erişim Tarihi: 24.03.2012 93/4020 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, T.C. Resmi Gazete, Sayı: 21502, 20/02/1993. 115 http://www.iucn.org/about/work/programmes/pa/pa_products/wcpa_categories/ pa_categoryii/ http://usparks.about.com/library/weekly/aa012598.htm http://www.milliparklar.gov.tr http://www.iucn.org/about/work/programmes/pa/pa_products/wcpa_categories/ http://www.iucn.org/about/work/programmes/pa/pa_products/wcpa_categories/ pa_categoryii/ www.mehmetbildirici.com/download/roma_yazit_2006.pdf http://www.kulturvarliklari.gov.tr/belge/1-41259/konya-oren-yerleri.html http://whc.unesco.org/en/tentativelists/5611/ http://www.ecotourism.org/what-is-ecotourism http://www.canbekin.com/FileUpload/ks192554/File/ekoturizm.pdf 116 ÖZET Dünyada doğayı koruma kavramının ortaya çıkışı 19. yüzyılda olmuş. 1970’lerden sonra bu konudaki çalışmalar yoğunlaşmış, bugün kullanılmakta olan pek çok terim ve sınıflandırma bu dönemde tanımlanmıştır. Ülkemizde ise, 1950’li yıllarda dünyadaki gelişmelere paralel olarak pek çok yasal düzenleme yürürlüğe girmiş, ayrıca birçok uluslararası sözleşmeye taraf olarak imza atılmıştır. ABD’de, Yellowstone Milli Parkı, dünyada ilan edilen ilk milli park olmuştur. Ülkemizde ise 1958 yılında ilan edilen Yozgat Çamlığı ilk milli parkımız olma özelliğini taşımaktadır. Bugün 40 adet milli park ilan edilen ülkemizde de uluslararası kategorilerle paralel korumacılık anlayışı benimsenerek milli park alanları için uzun devreli gelişme planları (UDGP) hazırlanmaktadır. UDGP’ler, üst ölçekli ve yasal bir yönlendirme dokümanı niteliğindedirler. Ülkemizin en büyük 3. Gölü konumunda olan Beyşehir gölü, dünya standartlarında önemli bir tatlı su rezervidir. Barındırdığı türler, kültürel ve peyzaj değerleri ile gölün korunarak gelecek kuşaklara aktarılması için 1993 yılında, Isparta İli sınırları içerisindeki kısmı Kızıldağ Milli Parkı, Konya İli sınırları dahilindeki kesimi ise Beyşehir Gölü Milli Parkı olarak koruma altına alınmıştır. Göl ve çevresi doğal anlamda olduğu kadar kültür varlıklarıyla da dikkat çekicidir. İnsan yerleşiminin neolitik dönemde başladığı anlaşılan alanda; Hititler, Frigler, Lidyalılar, Romalılar, Selçuklular ile Eşrefoğulları, Karamanoğulları, Hamitoğulları Beylikleri ve Osmanlılar tarafından kullanılmış ve yerleşilmiş olan göl ve çevresinde, bugün bu medeniyetlerin izlerini hala görebilmek mümkündür. 119 Hitit heykeltıraşlık sanatı için ünik olan Fasıllardaki dev Hitit tanrı kabartması ile Eflatunpınar’daki kutsal Hitit havuzu ve anıtı; Büyük Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’ın sarayı Kubad Abad; Eşrefoğulları Beyliği’nin en önemli eserlerinden birisi olan kabul gören Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ve türbesi, Osmanlı’nın ilk sulama projesi olarak bilinen Taş Köprü alanın öne çıkan kültürel değerleridir. Yukarıda belirtilen nedenlerle Beyşehir Gölü ve civarının korunması, sürdürülebilir bir yönetim anlayışıyla gelecek kuşaklara aktarılması gereklidir. Son yasal mevzuata göre 3 Bakanlığın yetki alanına giren doğal sit, kültür varlıkları ve milli parklar için ortak çalışma grupları oluşturulmalıdır. Beyşehir Gölü içinde çoğunlukla sahada gözlem yaparak yerel yönetimlerle ve halkla iç içe olacak, farklı disiplinlerden ve kurumlardan insanlar bir araya getirilmelidir. Bu çalışma neticesinde oluşacak fikirlerin de en kısa zamanda uygulamaya geçirilmesi şarttır. Ekoturizm anlayışını da içinde barındıran bir “kültür varlıkları yönetim planı” oluşturulması, Beyşehir Gölü ve etrafında değeri tam anlaşılmamış ve tanıtımdan yoksun kalmış tarihi eserlerimizin değerlendirilmesi için kilit öneme sahiptir. Böyle bir çalışmanın başlatılmasının ülkemizin kültürel ve doğal zenginlikleri açısından bir örnek teşkil etmesi temenni edilmektedir. Anahtar Sözcükler: - Milli Park ve Kültür Varlıkları - Beyşehir Gölü Milli Parkı - Kubad Abad - Eşrefoğlu Camii - Eflatunpınar - Fasıllar 120 ABSTRACT ‘The concept of protecting and preserving nature was established on the 19th century. In the 1970s works on issue have been increased and may of the definitions and classifications were made during these years. In our country, many international aggreements were signed and many laws have been designed and made effective in 1950s, in parallel with the developments over the world. The very fisrt national park over the world is Yellowstone National Park in the U.S.A. In our country, it is the Yozgat Forest which has announced as national park in 1958. Today, there are 50 national parks in our country, and preservation for long period plans (PLPP) being designed in paralel with the international categories. The PLPPs are higher scope and legally guiding documents. Beysehir Lake, being the third largest lake of our country, is an important fresh water reserve. Due to its endemic soecies, its cultural values and its landscape, it was decided in 1993 that it is preserved for the future generations with its Kizildag National Park belonging to Isparta and Beysehir National Park belonging to Konya cities. The lake and its surrondings are worth attraction not only for its natural values but also for its cultural assets. It is possible to find evidences of neolithic age settlements and trace back Hittities, Phyrigians, Lydians, Romans, Suljuks, alongwith Esrefogullari, Karamanogullari, Hamitogullari state’s settelements and indeed the Ottomans as well. 121 The most prominent cultural and archaeological values of the area are: the Hitite giantic god sculpture at Fasillar, the Kubad Abad Palace of Seljukian Sultan Alaaddin Keykubad, Esrefoglu state’s Suleyman Bey Mosque with its memorial grave and –as known- the very first watering Project the Stone Bridge. For all above mentioned reasons, it is vital that the natural and cultural heritage of Beysehir lake region is to be preserved and passed on to the future generations. In paralel with the latest legislations, there needs to be established working groups in relation with the seperate responsible Ministries to work on natural preservation areas, cultural heritage areas and national parks. For Beysehir lake, field observations have to be made and responsible workers should be broght togetter from several related field to work together with the regional administiration and the public. This joint work should be enable common ideas and plans which must be applied and realised. It is required to have a “cultural heritage manegement plan” involving eco-tourism aspect, for it is essential to maintain and make use of the underestimated historical heritage of Beysehir Lake. It is sincerely hoped that such a Project would set an example for our country in means of maintaining cultural and natural heritage. Key Words: - National Park and Cultural Heritage - Beysehir Lake National Park - Kubad Abad - Esrefoglu Mosque - Eflatunpinar - Fasillar 122 ÖZGEÇMİŞ Makbule Burcu BİLİR 24.01.1977 tarihinde Ankara’da doğdu. 1995 yılında Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Klasik Arkeoloji bölümünü kazandı ve 2000 yılında mezun oldu. Daha önce özel sektörde de mesleği ile ilgili çalışan BİLİR, 2009’dan bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünde Kültür ve Turizm Uzman Yardımcısı olarak görev yapmaktadır. Makbule Burcu BİLİR iyi derecede İngilizce bilmektedir. Temel ilgi alanları fotoğrafçılık, çini sanatı ve kültür gezileridir. 123