milli parkların kültür varlıkları açısından değerlendirilmesi: beyşehir

Transcription

milli parkların kültür varlıkları açısından değerlendirilmesi: beyşehir
T.C.
KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI
KÜLTÜR VARLIKLARI VE MÜZELER GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
MİLLİ PARKLARIN KÜLTÜR VARLIKLARI AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ:
BEYŞEHİR GÖLÜ MİLLİ PARKI ÖRNEĞİ
UZMANLIK TEZİ
Makbule Burcu BİLİR
Nisan – 2012
ANKARA
T.C.
KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI
KÜLTÜR VARLIKLARI VE MÜZELER GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
MİLLİ PARKLARIN KÜLTÜR VARLIKLARI AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ:
BEYŞEHİR GÖLÜ MİLLİ PARKI ÖRNEĞİ
UZMANLIK TEZİ
Makbule Burcu BİLİR
Tez Danışmanı
Arkeolog
Naki BAYAR
Nisan – 2012
ANKARA
Makbule Burcu BİLİR tarafından hazırlanan MİLLİ PARKLARIN KÜLTÜR
VARLIKLARI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ: BEYŞEHİR GÖLÜ MİLLİ
PARKI ÖRNEĞİ adlı bu tezin Uzmanlık Tezi olarak uygun olduğunu onaylarım.
Naki BAYAR (Danışman)
Bu çalışma, jürimiz tarafından oy birliği / oy çokluğu ile Kültür ve Turizm
Uzmanı Tezi olarak kabul edilmiştir.
Adı ve Soyadı
İmzası
Başkan : _____________________________________
……………
Üye : ________________________________________
……………
Üye : ________________________________________
……………
Üye : ________________________________________
……………
Üye : ________________________________________
……………
Tarih : ......../….…/…………
Bu tez, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Turizm Uzman Yardımcılarının
Uzmanlık Tezlerini Hazırlarken Uyacakları Yazım Kuralları Yönergesiyle belirlenen
tez yazım kurallarına uygundur.
KÜLTÜR VE TURİZM UZMANLIK TEZİNİN ÇOĞALTILMASI
VE YAYIMI İÇİN İZİN BELGESİ
Tezi Hazırlayanın Adı Soyadı
:
Makbule Burcu BİLİR
Tez Konusu
:
Milli Parkların Kültür Varlıkları Açısından
Değerlendirilmesi: Beyşehir Gölü Milli Parkı
Örneği
Tez Danışmanı
: Naki BAYAR
Kültür ve Turizm Uzmanlık Tez çalışmamın, Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından yayımlanarak Milli Kütüphane ve İhtisas Kütüphanesinde her türlü
elektronik formatta arşivlenmesini ve kullanıma sunulmasını kabul ediyorum.
/
/
Makbule Burcu BİLİR
Kültür ve Turizm Uzman Yardımcısı
SINAV YETERLİK KOMİSYONUNA
BEYAN
Bu belge ile bu uzmanlık tezindeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve
etik davranış ilkelerine uygun olarak toplayıp sunduğumu; ayrıca, bu kural ve
ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları
andığımı ve kaynağını gösterdiğimi beyan ederim.
/
/ 2012
Makbule Burcu BİLİR
Kültür ve Turizm Uzman Yardımcısı
ÖNSÖZ
Ülkemizin coğrafi konumuyla birlikte öne çıkan önemli özelliklerinden
ikisi olan doğal ve kültürel zenginliklerini koruyarak gelecek kuşaklara
aktarmak hızla değişen dünyada biz insanoğluna daha fazla sorumluluk
yüklemektedir. Birbiriyle iç içe geçmiş bu değerler, son yüzyılda, tüm dünyada
ve ülkemizde gittikçe artan bir tahribata maruz kalmakta; aynı şekilde
korumaya yönelik araştırmalarla, çeşitli uluslararası düzenlemelerin sayısında
da artış görülmektedir. Tüm dünyada korunan alanlarla ilgili gittikçe
benimsenen bir yöntem olan ekoturizm, ülkemiz içinde doğal ve kültürel
değerlerimizin sürdürülebilirliği açısından izlenmesi gereken yol olmalıdır.
Bu tez çalışmasında, Kızıldağ ve Beyşehir Gölü Milli Parkı olarak
koruma altına alınmış olan Beyşehir Gölü incelenmiştir. Hititler’den,
Selçuklular’a; Eşrefoğlu Beyliği’nden Osmanlı’ya kadar pek çok döneme
tanıklık etmiş olan milli park alanı ve yakın çevresindeki kültür varlıklarının
bir bütün olarak ele alınmasının gerekliliği vurgulanarak, bu konuda çeşitli
öneriler getirilmiştir.
Beyşehir Gölü çevresi ve milli park alanlarındaki kültür varlıklarının
değerlendirilmesini konu alan bu tez çalışmamda değerli fikir ve önerileriyle yol
gösteren tez danışmanım Naki BAYAR’a, çalışmam sırasında kolaylık gösteren
amirlerim Sayın Nilüfer ERTAN ve Sayın Zülküf YILMAZ’a, Genel
Müdürlüğümüzce alanda yapılan çalışmalarla ilgili bilgi ve belge paylaşımında
bulunan çalışma arkadaşlarıma, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel
Müdürlüğü’ndeki arşiv çalışmam esnasında yardımlarını esirgemeyen Şube
Müdürü Nihan ARPA ile bana destek olan aileme teşekkürlerimi sunarım.
M. Burcu BİLİR
Kültür ve Turizm Uzman Yardımcısı
i
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ..................................................................................................................... .. i
İÇİNDEKİLER ........................................................................................................ ii
SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ ......................................................... vii
TABLOLAR, RESİMLER VE ŞEKİLLER DİZİNİ ...........................................viii
GİRİŞ ....................................................................................................................... . 1
BİRİNCİ BÖLÜM
MİLLİ PARKLAR
1. GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MİLLİ PARKLAR ........................................... . 3
1.1 Dünyada Milli Park Kavramı ve Tarihsel Gelişimi ....................................... . 3
1.1.1 Milli Park ve Doğa Koruma Olgusunun Ortaya Çıkışı ............................. 5
1.1.2 Milli Parkların Tarihsel Gelişim Süreci ................................................... . 6
1.1.3 Doğa Koruma Konusundaki Uluslararası Gelişmeler .............................. . 8
1.1.4 Uluslararası Hukuk Düzenlemeleri .......................................................... . 9
1.2 Dünya’dan Milli Park Örnekleri .................................................................... 11
1.3 Türkiye’de Milli Park Kavramı ...................................................................... 14
ii
1.3.1 Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Dönemi Gelişmeleri .................. 15
1.4 Milli Parklarda Yönetim Planlaması .............................................................. 19
1.4.1 Doğa Koruma Kategorileri ....................................................................... 21
1.4.2 Uzun Devreli Gelişme Planı .................................................................... 23
İKİNCİ BÖLÜM
BEYŞEHİR GÖLÜ
2. BEYŞEHİR GÖLÜNDEKİ MİLLİ PARKLAR .............................................. 28
2.1 Beyşehir Gölü Mili Parkı ............................................................................... 28
2.1.1 Coğrafi Konum ........................................................................................ 30
2.1.2 İklim Verileri ............................................................................................ 31
2.1.3 Jeolojik Yapı ............................................................................................ 32
2.1.4 Hidrojeolojik Yapı ................................................................................... 34
2.1.5 Su Kullanımı ............................................................................................ 35
2.1.6 Limnolojik Özellikler ............................................................................... 36
2.1.7 Toprak Kabiliyeti ..................................................................................... 37
2.1.8 Ekolojik Yapı ........................................................................................... 37
2.1.9 Biyolojik Yapı .......................................................................................... 38
2.1.10 Demografik ve Sosyo-ekonomik Yapı ................................................... 39
2.2 Kızıldağ Milli Parkı ....................................................................................... 40
2.2.1 Coğrafi Konum ........................................................................................ 41
iii
2.2.2 İklim Verileri ............................................................................................ 42
2.2.3 Jeolojik Yapı ............................................................................................ 43
2.2.4 Ekolojik Yapı ........................................................................................... 44
2.2.5 Biyolojik Yapı .......................................................................................... 45
2.2.6 Demografik ve Sosyo-ekonomik Yapı ..................................................... 45
2.2.7 Rekreasyonel Kaynak Değerleri .............................................................. 46
2.2.8 Yasal Düzenlemeler ................................................................................. 48
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
BEYŞEHİR’İN TARİHİ
3. BEYŞEHİR GÖLÜ VE CİVARININ TARİHİ ................................................ 49
3.1 Höyükler ......................................................................................................... 58
3.2 Eflatunpınar Hitit Anıtı .................................................................................. 61
3.3 Başlıca Eskiçağ Kentleri ................................................................................ 65
3.3.1 Mistia (Fasıllar) ........................................................................................ 65
3.3.2 Karalya (Beyşehir) ................................................................................... 69
3.3.3 Gurgurum (Gökçimen) ............................................................................. 69
3.3.4 Pappa Tiberiapolis (Yunuslar) ................................................................. 69
3.3.5 Parlais ....................................................................................................... 70
3.3.6 İmea (İmen) .............................................................................................. 71
3.4 Eskiçağ Kaleleri ............................................................................................. 71
iv
3.4.1 İbrim Kalesi .............................................................................................. 71
3.4.2 Bayındır Dikmen Kalesi ........................................................................... 72
3.5 Kervansaraylar ............................................................................................... 73
3.5.1 Altunapa Hanı .......................................................................................... 74
3.5.2 Konya Kızılören Hanı .............................................................................. 75
3.5.3 Kuruçeşme Hanı ....................................................................................... 76
3.6 Kubad Abad Sarayı ........................................................................................ 77
3.6.1 İlk Bilimsel Kazılar .................................................................................. 79
3.6.2 Kubad Abad Külliyesi .............................................................................. 80
3.6.3 Çiniler ....................................................................................................... 85
3.7 Beyşehir’deki Tarihi Yapılar .......................................................................... 91
3.7.1 Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ............................................................... 91
3.7.2 Eşrefoğlu Süleyman Bey’in Türbesi ........................................................ 96
3.7.3 Yarım Türbe (Osmanlı Türbesi) .............................................................. 97
3.7.4 Bedesten ................................................................................................... 97
3.7.5 Hamam ..................................................................................................... 99
3.7.6 İsmail Ağa (Aka) Medresesi .................................................................... 99
3.7.7 Taş Köprü ................................................................................................. 99
v
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BEYŞEHİR GÖLÜ MİLLİ PARKI İÇİN ÖNERİLER
4.BEYŞEHİR
GÖLÜ’NÜN
KÜLTÜR
VARLIKLARI
AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ ......................................................................................101
4.1 Beyşehir Gölü’nde Sürdürülebilir Turizm .....................................................101
4.2 Beyşehir Gölü Milli Parkı İçin Kültür Varlıkları Yönetim Planı
Hazırlanması .............................................................................................................106
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ .........................................................................107
KAYNAKÇA ...........................................................................................................112
EKLER .....................................................................................................................117
ÖZET ........................................................................................................................119
ABSTRACT .............................................................................................................121
ÖZGEÇMİŞ .............................................................................................................123
vi
SİMGELER VE KISALTMALAR
Age.
Adı geçen eser
Agm.
Adı geçen makale
Bkz.
Bakınız
Ha
Hektar
ABD
Amerika Birleşik Devletleri
DSİ
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
ICOMOS
International Counsil on Monuments and Sites (Uluslararası Anıtlar ve Sitler
Konseyi)
IUCN
International Union for Conservation of Nature (Dünya Koruma Birliği)
KHK
Kanun Hükmünde Kararname
UDGP
Uzun Devreli Gelişme Planı
UNDP
United Nations Development Programme (Birleşmiş Miletler Kalkınma
Programı)
UNEP
United Nations Environment Programme (Birleşmiş Milletler Çevre Programı)
UNESCO
United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization (Birleşmiş
Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu)
STK
Sivil Toplum Kuruluşu
WCPS
World Confederation of Productivity Science (Dünya Korunan Alanlar
Komisyonu)
WWF
World Wide Fund for Nature (Doğal Hayatı Koruma Vakfı)
vii
TABLOLAR, RESİMLER VE ŞEKİLLER CETVELİ
Birinci bölümün tablo, resim ve şekilleri
Tablo 1.1 Ülkelere Göre Dünyadaki Milli Park Sayıları ....................................... 4
Tablo 1.2 Anadolu’da Mevcut Kullanımların Karşılaştırması ............................. 14
Tablo 1.3 Ülkemizde Korunan Alanlarla İlgili Yasal Düzenlemeler ................... 17
İkinci bölümün tablo, resim ve şekilleri
Tablo 2.1 Beyşehir Gölü Milli Parkı İdari Birimler ............................................. 39
Şekil 2.1 Kızıldağ Milli Parkının Bölge Ulaşım Ağındaki Yeri .......................... 42
Üçüncü bölümün tablo, resim ve şekilleri
Tablo 3.1 Beyşehir’de Tespit Edilmiş Höyükler ve Dönemleri ........................... 60
Resim 3.1 Eflatunpınar Hitit Anıtı ....................................................................... 63
Resim 3.2 James Mellaart Tarafından Yapılan Önerme ...................................... 63
Resim 3.3 A)John Henry Haynes’in Eflatun Pınar Fotoğrafı: Uzaktan ............... 64
Resim 3.3 B) John Henry Haynes’in Eflatun Pınar Fotoğrafı: Yakından ............ 64
Resim 3.4 A) Fasıllar Anıtı: Genel Görünüş ........................................................ 67
Resim 3.4 A) Fasıllar Anıtı: Önden Görünüş ....................................................... 67
Resim 3.4 A) Fasıllar Anıtı: Yandan Görünüş ..................................................... 67
Resim 3.5 Kubad Abad Külliyesi ........................................................................ 81
Resim 3.6 A)Kubad Abad Kalıntıları: Havadan Görünüm .................................. 81
Resim 3.6 A)Kubad Abad Kalıntıları: Gölden Görünüm .................................... 82
Resim 3.7 A)Kubad Abad Çinilerinden Örnekler: Kuş Kompozisyonları .......... 90
viii
Resim 3.7 B)Kubad Abad Çinilerinden Örnekler: “Es Sultan” Yazılı Çift Başlı Kartal
.............................................................................................................................. 90
Resim 3.8 Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii Doğu ve Ön Cephesi Çizimi ........... 93
Resim 3.9 Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ve Külliyesi Genel Görünüm .......... 93
Resim 3.10 Eşrefoğlu Süleyman Bey Türbesi ..................................................... 98
Resim 3.11 Bedesten ............................................................................................ 98
Resim 3.12 İsmail Aka Medresesi ..................................................................... 100
Dördüncü bölümün tablo, resim ve şekilleri
Resim 4.1: Kızıldağ ve Beyşehir Gölü Milli Parkları UDGP’lerine göre güzergahlar
............................................................................................................................. 106
ix
GİRİŞ
Ülkemiz, bulunduğu coğrafi konum itibariyle çeşitli uygarlıklara ev sahipliği
yapmıştır. Bu uygarlıklardan günümüze gelen kalıntıları korumak ve gelecek
nesillere aktarmak bizlerin görevidir. Kültürel ve doğal zenginliklerimizin bir arada
korunması için ilan edilen milli parklar da bu amaca hizmet eden önemli alanlardır.
Ancak yürürlükte olan farklı yasal düzenlemelerle kültürel ve doğal değerlerimizi
korumaya yönelik yapılan çalışmalar yetersiz kalmaktadır. Pek çok idari birimin
yetki alanına giren, farklı mevzuatların uygulanmasını gerektiren ve bir çok meslek
grubundan uzmanın bir arada çalışmasını zorunlu kılan milli parklar kültür varlıkları
açısından iyi yönetilememektedir.
En çok insan eliyle tahribata uğrayan bu değerleri korumada, en büyük rol,
yine insanoğluna düşmektedir. Çözüme yönelik atılacak adımlarda kilit nokta
merkezi otorite ile yerel idare ve yerli halkın birlikte hareket etmesidir. Kapsamlı
olarak hazırlanan Uzun Devreli Gelişme Planları’nın yanı sıra, alt ölçekte kültür
varlıklarının yönetimine ilişkin bir plan da hazırlanmalı ve zaman kaybetmeksizin
uygulamaya geçirilmelidir.
Bu tez çalışması için ülkemizin 3. büyük gölü olan Beyşehir Gölü seçilmiştir.
İki ayrı milli park altında korumaya alınan Gölün, UDGP’leri hazırlanmış; ancak
etrafındaki alanda ve üzerindeki adalarda bulunan kültür varlıklarının yönetimi ile
değerlendirilmesine yönelik alt planlar hazırlanmamıştır.
Ancak alanın büyüklüğü ve konunun genişliği nedeniyle konu kültür varlıkları
ekseninde değerlendirilmiştir.
1
Tezin ilk bölümünde konuyla ilgili kavramların yanı sıra dünyada ve
ülkemizde milli park kavramının tarihsel gelişimi ile uluslararası alandaki
yaklaşımlar ve yapılan düzenlemelerden bahsedilerek çeşitli milli park örnekleri
verilecektir.
İkinci bölümde ise Beyşehir Gölü’nü koruma altına alan Beyşehir Gölü ve
Kızıldağ Milli Parklarının coğrafi konumu, iklim verileri, su kullanımı ile jeolojik,
ekolojik, biyolojik, demografik ve sosyo-ekonomik yapıları hakkında genel bilgi
mümkün olduğunca özetlenerek,
havzanın özelliğini ve değerini vurgulamaya
yetecek şekilde aktarılacaktır.
Üçüncü bölüm Beyşehir Gölü ve havzasındaki önemli kültür varlıklarının
detaylı bir incelemesi olacaktır. Hititlerden, Selçuklular’a ve Eşrefoğullarına kadar
pek çok uygarlığın önemli eserler bıraktığı yörede bu güne kadar farklı
akademisyenlerin tek tek yapmış olduğu çalışmalar, göl ve çevresinin bir bütün ele
alındığı bir araştırma olarak sunulacaktır.
Sonuç bölümünde ise Beyşehir Gölü ve çevresindeki kültür varlıklarının
değerlendirilmesi, milli parkla birlikte bir bütün halinde ele alınarak korunması,
tanıtılması amacıyla sürdürülebilir turizm modellerini hedef alan bir kültür varlıkları
yönetim planının gerekliliği anlatılarak, örnek strateji ve hedefler belirlenecektir.
2
BİRİNCİ BÖLÜM
MİLLİ PARKLAR
1. GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MİLLİ PARKLAR
Hızla artan nüfus ve buna bağlı talep çeşitliliğinin doğal kaynaklar üzerinde
oluşturduğu baskılar,
plansız ve sağlıksız büyüme ve ortaya çıkardığı çevre
sorunları, insanoğlunu, bu kaynakların tahrip edilmeden gelecek kuşakların
ihtiyaçlarını da karşılayabilmesini sağlayacak yönetim arayışlarına itmiştir. Bugün
doğal ve kültürel kaynakları korumak üzere çeşitli koruma yöntem ve sistemlerini
geliştirme çabaları artarak sürmektedir. Bu çabaların en gelişmişi, hiç şüphe yok ki
uluslararası düzeyde kabul görmüş korunan alan sistemlerinden biri olan milli
parklardır.
1.1 Dünyada Milli Park Kavramı ve Tarihsel Gelişimi
Doğal alanların tahribatı, kaçak ve bilinçsiz avlanma sonucu canlıların hızla
yok olması, “Milli Park” kavramının doğmasına yol açmıştır. Milli park kavramı,
tehdit altındaki doğal alanların korunması için yasal bir araç olarak ortaya atılmıştır.
Kısa sürede benimsenen bu kavram neticesinde doğal olarak korunacak alanlar
belirlenmiştir. Bu tür alanlar için fiziksel sınırların çizilebilir olması, koruma
sınırlarının tespitini kolaylaştırmış, planlı ve kontrollü eylemler için olanak
sağlamıştır.
3
Milli Park Tanımı, 1948 yılında doğal çevreyi, yaban hayatını ve biyolojik
çeşitliliği korumak amacıyla kurulmuş bir örgüt olan IUCN (Dünya Koruma
Birliği)’ence yapılmıştır. Merkezi İsviçre’de bulunan bu örgüt, 81 ülke ve 775 sivil
toplum örgütünü, binlerce bilim adamı ve uzmanla beraber aynı çatı atında
buluşturmaktadır.
Türkiye’nin 16.04.2004 yılında üye olduğu IUCN’e göre milli parklar:
“Bir veya birden fazla ekosistemin ekolojik bütünlüğünü bugün ve
gelecekteki nesiller için korumak, doğal çevrenin işgalini ve sömürülmesini
engellemek ve çevreyle uyumlu biçimde bilim, eğitim, rekreasyon ve
ziyaretçi aktivitelerinin gelişimini tesis etmek amaçları için ayrılmış
(kara/deniz) doğa parçaları” dır. 1
Dünyadaki bazı ülkelerin milli park sayıları, bu alanların yüzölçümü ve ülke
yüz ölçümüne oranları aşağıdaki tabloda gösterilmektedir. Görüldüğü gibi
Avustralya, Kanada ve ABD dünyada milli park sayılarına göre ilk üç sırayı
almaktadır. Bu parkların toplam yüzölçümlerine bakılarak sıralama yapıldığında
ABD, Çin ve Kanada ilk üçte yer almaktadır. Ancak asıl dikkat edilmesi gerek en
öneli ölçüt milli parkların sayısı ya da toplam yüzölçümlerinden ziyade, ülkenin ne
kadarının milli park olarak korunduğu olmalıdır. Bu açıdan bakıldığında Brezilya,
ABD ve Japonya sırasıyla birinci, ikinci ve üçüncü olan ülkelerdir.
Tablo 1.1. Ülkelere Göre Dünyadaki Milli Park Sayıları.2
Ülke Adı
Milli Park Sayısı
(Adet)
Milli Parkların Toplam
Alanı (ha)
Milli Parkların Ülke
Yüzölçümüne Oranı
(%)
805
54.317.500
15,5
Avustralya
2.295
43.695.300
7,5
Azerbaycan
12
74.300
4,6
ABD
1
http://www.iucn.org/about/work/programmes/pa/pa_products/wcpa_categories/pa_categoryii/
Erişim Tarihi: 23.03.2012
2
M. Yücel, D. Babuş, “Doğa Korumanın Tarihçesi ve Türkiye’deki Gelişmeler”, Doğu Akdeniz
Ormancılık Araştırma Müdürlüğü DOA Dergisi, S.11, 2005, s. 151-175.
4
Brezilya
312
20.972.600
18
Bulgaristan
54
75.100
10,1
Çin
54
44.939.300
7,8
1.816
45.636.200
6,3
Yunanistan
13
79.200
3,2
İran
16
1.619.800
6,5
İspanya
34
160.400
9,2
Japonya
53
637.800
14,0
Pakistan
5
714.500
9,2
Rusya
108
25.203.200
7,6
Türkiye
40
848.119
0,8
Dünya
5.617
238.973.319
10.8
Kanada
1.1.1 Milli Park ve Doğa Koruma Olgusunun Ortaya Çıkışı
Dünyada doğa koruma geçmişi çok eski zamanlara dayansa da şimdi
kullanılan kimi kavram ve uygulamaların kökeninin 19. yüzyıl başlarına kadar
gittiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Doğanın korunması, yaygın olarak sanıldığının tersine, çevre kirliliğinin
gündemi meşgul etmeye başlamasıyla ortaya çıkmış bir konu değildir. Doğa
korumanın şimdiki değerlendirmelerden farklı olarak eski çağlarda kutsal alanların
ve bazı hayvanlar ile yaşam alanlarının korunmasıyla başladığı söylenebilir.
Asırlarca evvel Doğu Çin'de ormanların bünyesinde fazlaca değiştirilmek suretiyle
meydana getirilmiş küçük parklar, tırnaklı memelilerin üreme ve teşhir edilmelerine
tahsis edilmişti. Orta çağ Avrupa'sında parklar, birer derebeylik müessesesi idi ve
5
bunlar otlatma ve kesimin kat'i olarak yasaklandığı, imtiyazlı kişilerin av rezervi
olarak kullandıkları, bugünkü tanımıyla "bakir bölgeler" di.3
Dünya Doğayı Koruma Vakfı'nın (WWF) 1995 yılı raporunun sonucuna
göre; kutsal yerler muhtemelen gezegendeki en eski habitat koruma yöntemidir. İki
bin yıldan daha önce Platon; Eski Yunan'daki Attika Tepesinin ormandan yoksun
bırakıldığını ve ardından üretken su sistemlerini ve toprak örtüsünü kaybettiğini
yazmıştır. Hatta bu duruma "hastalıktan mahvolmuş bir vücudun iskeleti"
benzetmesini yapmıştır. Aynı çağlarda, Hindistan'da ilk korunan orman alanı ilan
edilmiştir. Bu alan modern milli park ve rezervlerin ilk örneğini teşkil etmektedir.
Yine Hindistan'da İmparator Ashoka, belli memeli, kuş ve balık türlerinin
korunmasını da sağlayan ilk avcılık yasalarını yürürlüğe koymuştur.4 1250 yılında
da İngiltere'de kartal, doğan, atmaca ve balıkçıl kuşlarının korunması istenmiş, 1343
yılında Dortmund'da (Almanya) tarım alanları ve otlakların ağaçlandırılması belirli
yasalara bağlanmıştır. Bir alanın sahip olduğu peyzaj güzelliği, flora ile faunası ve
halkın belirli bir süre için de olsa yararlanması amacıyla koruma altına alınması fikri
ise Hollanda'da doğmuştur. 1576 yılında Prens ve Vali, Lahey ormanının korunması
konusunda anlaşmışlardır. İngiltere'de 18. ve 19. yüzyıllarda belli sayıda korunan
alan kurulduğunu ve bunların özünde, üst tabakaların avcılığı için yaban
hayvanlarının korunması amacının bulunduğunu araştırmacılar belirtmektedir. Yine
Amerika'da 1900’lerin başlarında, halkın girişine kısıtlı ya da tamamen yasaklanmış
her biri 2500 hektardan küçük, 500 kadar yaban hayatı koruma rezervi ayrılmıştır.5
1.1.2 Milli Parkların Tarihsel Gelişim Süreci
Milli Park kavramını ilk ortaya atan Amerikalı bir sanatçı olan George
Catlin’dir. Kızılderililerin yaşadığı bölgelere seyahat ederek buralarda çizimler yapan
3
H. John Coolidge, “Milli Parklar Tarihinde Kaydedilen Uluslararası Önemli Gelişmeler”, Tarım
Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü Teknik Haberler Bülteni, S: 16, 1965, s. 97.
4
R. George Wright, National Parks and Protected Areas, USA, 1996, s. 23.
5
R. George Wright, age., s.23.
6
Catlin, 1832 yılında yaptığı seyahatlerde batıya doğru yayılımın vahşi doğa üzerinde
oluşturacağı etkilerden endişe ederek “insan ve diğer canlıların doğalarının
güzelliğinin tüm vahşiliği ve tazeliği içerisinde, büyük bir park alanında, ulusun
parkı’nda devletin yüce hükümleri altında korunması gerektiğini” söylemiştir.6 Bu
şekilde dikkat çeken süreç 1 Mart 1872 tarihinde Yellowstone’a korunan alan
statüsünü veren kongre kararının çıkmasını sağlamıştır. Böylece ilk kez “insanların
yararlanacağı ve eğleneceği bir milli park ve eğlence yeri” ifadesi Yellowstone ile
resmi olarak kayıtlara geçmiştir. Bundan sonra ABD’de, yine Yellowstone 1891
yılında ilk ulusal orman rezervi ilan edilmiş, bunu 1903 yılında Florida’daki Pelikan
Adası’nın vahşi yaşamı koruma alanı ilan edilmesi takip etmiştir. 25 Ağustos 1916
yılında İçişleri Bakanlığına bağlı olarak Milli Parklar İdaresi’nin kurulmasını
sağlayan Organik Yasası’nın kabulüne kadar, ABD’de, bu konuda yetkili bir birim
de kurulmamıştır. Yine de tüm milli parklar ve anıtlar bu birime bağlı değildi. 1933
yılında tüm anıtların ve doğa koruma alanlarının devrine kadar Tarım Bakanlığı’na
bağlı Orman İdaresi ile Ordu’nun da sorumlu olduğu korunan alanlar vardı. Bugün
ABD’de milli park ilan etme yetkisi kongrede olmakla birlikte Başkanın da korunan
alan ilan edebilmesi 1906’daki yasaya göre mümkündür. 19 ayrı başlıkta sıralanan
kriterlere göre milli park ilan edilebilen ABD’de 49 eyalette 83 milyon dekar alanı
kaplayan 376 milli park alanı bulunmaktadır.7
Anlaşılacağı üzere ABD doğa koruması alanında ilk ciddi adımları atan
ülkedir. Yellowstone’dan sonra ilan edilen diğer iki milli parktan biri, 1879 tarihinde
koruma altına alınan Avustralya’da “Royal Milli Parkı”; diğeri ise 1887 yılında Yeni
Zelanda’da kurulan “Tongariro Milli Parkı”dır.
Avrupa kıtasındaki ilk örgütlenmeler ise 18. Yüzyıl başında ormanların
korunması kaygısını dile getiren bilim adamlarının çabalarıyla başlamıştır.
"Sürdürülebilirlik" kavramının ilk kez ortaya çıktığı Almanya'da, Drachenfels
Ormanı'nın bir bölümünün 1829'da koruma altına alındığı görülmektedir. Ormanlara
yönelik duyarlılıkların artışı, 1827'de Fransa'da, 1853'de Avusturya'da ve 1919'da ise
6
7
http://usparks.about.com/library/weekly/aa012598.htm Erişim Tarihi: 23.03.2012
http://usparks.about.com/library/weekly/aa012598.htm Erişim Tarihi: 23.03.2012
7
İngiltere'de ormanların korunması için kapsamlı orman yasalarının çıkarılmasına
neden olmuştur.8 Dünyada olduğu gibi ülkemizde de milli park, sürdürülebilirlik ve
muhafaza gibi kavramların ilk olarak ormancılıkta ortaya çıkması tesadüf değildir.
Milli parklar gelişmekte olan ülkelerde özellikle Asya'da 20. yüzyılın ikinci
çeyreğinde ilan edilmeye başlanmıştır. Dünyanın değişik yerlerinde İkinci Dünya
savaşına kadar 619 korunan alan oluşturulmasına rağmen 1950-1990 yılları arasında
3000'den fazlası, ağırlıklı olarak yeni bağımsızlığını kazanan ülkelerde ilan
edilmiştir. Bugün ise sahip olduğu 128 milli park ve toplamda 600’ü aşkın koruma
alanı ile dünyada sayı ve alan olarak ilk sırada yer alan Avustralya’dır. 1974 yılında
çıkardıkları “Milli Parklar ve Yaban Hayatı Kanunu” ile milli park kavramını
tanımlamış, ölçütler belirlemiş ve müdahale biçimleri ortaya koymuş olan
Avustralya, yine aynı kanun kapsamında oluşturduğu “Milli Parklar ve Yaban
Hayatı Hizmetleri” Kurumu ile faaliyetlerini sürdürmektedir.9
1.1.3 Doğa Koruma Konusunda Uluslararası Gelişmeler
1913 yılında Bern'de 13 ülkenin katıldığı ilk "Uluslararası Doğa Koruma
Konferansı" yapılmış ve bu konferansta ilk defa "Uluslararası Doğa Koruma
Komisyonu" oluşturulmuştur. Birinci Dünya Savaşı sıralarında uluslararası
çalışmalarda bir duraklama gözlenmiştir.
Terminolojiyi oluşturmadaki ilk çaba, 1933 yılında Londra'daki Uluslararası
Fauna ve Flora Koruma Konferansında ortaya konmuş ve burada dört tür korunan
alan ortaya çıkmıştır: Milli park, mutlak doğa koruma alanı, fauna ve flora koruma
alanı, avcılık ve toplayıcılığa yasak alanlar. Bu sözleşme, nesli tehlike altındaki veya
nadir türlerin korunduğu ve bir kıtanın tümünü kapsayan ilk sözleşmedir.
8
Oğuz Kurdoğlu, “Dünyada Doğayı Koruma Hareketinin Tarihsel Gelişimi ve Güncel Boyutu”,
Artvin Çoruh Üniversitesi Ormancılık Fakültesi Dergisi, S:8(1), 2007, s.62.
9
http://www.nationalparks.nsw.gov.au Erişim Tarihi: 16.02.2012
8
Günümüzde doğa korumacılığın temel politika ve sistemlerin belirleyicisi
durumundaki IUCN ise 1948'de kurulmuştur. IUCN'den başka uluslararası alanda
doğa koruma konusunda önemli çalışmalar yapan "Uluslararası Kuşları Koruma
Komitesi" (ICBP) 1922 yılında Londra'da, "Uluslararası Su Kuşlarını Araştırma
Bürosu" (IWRB) 1947 yılında yine Londra'da, "Doğal Hayatı Koruma Vakfı"
(WWF) 1961 yılında, "Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Avrupa Komitesi"
(CDSN) 1967 yılında kurulmuşlardır.10
1972 yılında ise gene UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Kurumu) öncülüğünde, olağanüstü evrensel değerlere sahip alanların "Dünya Miras
Alanları" olarak belirlenmesi için hazırlanan Uluslararası Sözleşme yürürlüğe
girmiştir. Aynı yıl, 1972'de İsveç'in başkenti Stockholm'de bundan sonra çevre
hareketinde
dönüm
noktası
olacak
"Birinci
Dünya
Çevre
Konferansı"
gerçekleştirilmiştir. Stockholm Deklarasyonu, "çevre hakkı" konusunda uluslararası
düzeydeki ilk ve en önemli belge olma niteliğini taşımaktadır.11
1992 yılında ise Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı (UNCED)
Brezilya'nın Rio de Janerio kentinde yapılmıştır. Hayati önemi nedeniyle konferansa
179 Hükümet Başkanı ve üst düzey kişiler olmak üzere 18 000 kişi katılmıştır.
Konferans, çevre koruma ile kalkınmanın birbirinden ayrı gerçekleşemeyeceğini
ortaya koymuştur.
1.1.4 Uluslararası Hukuk Düzenlemeleri
Yirminci yüzyılın son çeyreği, bozulan çevresel değerlerin korunmasına
yönelik adeta hukuki düzenlemeler bombardımanı şeklinde geçmiştir. Geçen süre
10
11
M. Yücel, D. Babuş, agm., s. 151-175.
Oğuz Kurdoğlu, agm., s. 64.
9
içinde içerik olarak gerçekten önemli ve doyurucu uluslararası çevre sözleşmeleri
hazırlanmış ve çok sayıda ülke tarafından imzalanmıştır.12
Bu süreçte çıkan ve Türkiye'nin neredeyse tamamını taraf olarak imzalamış
olduğu uluslararası sözleşmeler şunlardır:
•
Paris-1950: Kuşların Himayesine Dair Milletlerarası Sözleşme (1966).
•
Ramsar Sözleşmesi-1971: Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak
Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme (1994).
•
Stockholm-1972: Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı.
•
Paris Sözleşmesi-1972: Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunmasına
Dair Sözleşme (1982).
•
Marpol-1973/79:Denizlerin
Gemiler
Tarafından
Kirletilmesinin
Önlenmesine Ait Uluslararası Sözleşme (1990).
•
Barcelona-1976: Akdeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunmasına Ait
Sözleşme (1980).
•
Washington (CITES)-1973: Nesli Tehlike Altındaki Yabani Bitki ve
Hayvan Türlerinin Uluslararası Ticaretine Ait Sözleşme (1996).
•
Bern-1979: Avrupa'nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma
Sözleşmesi (1984).
•
Granada-1985: Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi.
•
Viyana-1985: Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana Sözleşmesi
(1990).
•
Basel-1989: Tehlikeli Atıkların Sınırlar ötesi Taşınımının ve Bertarafının
Sağlanması Hakkında Sözleşme (1994).
•
Bükreş-1992: Karadeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi.
•
1992
Valetta:
Arkeolojik
Mirasın
korunmasına
İlişkin
Avrupa
Sözleşmesi.
•
Strasbourg-1992: Avrupa Kentsel Şartı.
•
Rio-1992: Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (1996).
12
U. Kalelioğlu ve N. Özkan, Türkiye’nin Taraf Olduğu Uluslararası Çevre Sözleşmeleri, İzmir:
İzmir Barosu Yayınları, 2000.
10
•
Rio-1992: Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı Rio
Deklarasyonu.
•
Uzun Menzilli Sınırlar ötesi Hava Kirlenmesi Sözleşmesi. 1983.
•
Akdeniz'de Özel Koruma Alanlarına İlişkin Protokol. 1988.
1.2 Dünya’dan Milli Park Örnekleri
Milli park alanları konusunda dünyada öncü konumda bulunan ABD bu
konuda günümüzdeki uygulamalarıyla da örnek teşkil etmektedir. ABD’de koruma
konusunda en büyük paya sahip olan kuruluş, 1916’da İçişleri Bakanlığına bağlı
olarak çalışmaya başlayan National Park Services (NPS)’dir.
Milli Park alanına giren bir ziyaretçi ilk olarak ziyaretçi merkezine gelir ve
biletini alarak merkezi gezer. Bütün ziyaretçi merkezlerinde, ait oldukları milli park
ile ilgili dia, kitap, kartpostal, kaset, tişört, anahtarlık, yaka iğnesi, fincan gibi küçük
hediyelik eşyaların yanında Milli Park Servisi ve ülkenin diğer bütün milli parklarını
anlatan kitaplar ile haritaların satıldığı satış bölümleri bulunmaktadır. Bu ziyaretçi
merkezlerinde bulunan bir başka bölüm, ait oldukları milli parkın dünü, bugünü,
gezilecek yerleri ile ilgili tanıtım filminin izlendiği bölümdür.
New Mexico Eyaleti’ndeki “El Morro Milli Parkı” 1906’da ulusal anıt olarak
ilan edilmiştir. 65 hektarlık bir alanı kaplayan milli park içinde XIII. – XIV.
yüzyıllardan kalma, o dönemlerde 200 Kızılderili’nin yaşadığı Atsinna adlı bir
yerleşme bulunmaktadır. Parkın kuruluşunda etken olan kalıntılar ise 1600 ve
1800’lü yıllardan kalma kaya üzerine yazılmış eski valiler, subaylar ve göçmenlerin
yazdıkları yazılardır. Ayrıca park alanı içinde yaşayan bazı hayvanların, örneğin bir
yılanın değiştirdiği derisi ya da kurumuş bir örümcek gibi parçaları ve bilgileri
sergilenmektedir.
11
Yine New Mexico’da bulunan “Pecos Milli Parkı” nda bölgenin geleneksel
mimarisiyle inşa edilmiş bir ziyaretçi merkezi bulunmaktadır.
%49’u çöl olan Teksas Eyaleti’ndeki “Big Bend Milli Parkı” pek çok
memeli, sürüngen, kuş, böcek, balık ve bitki türüne ev sahipliği yapması ve doğal
oluşumları barındırması sebebiyle 1944’de milli park ilan edilmiştir. Park içerisinde
gezi güzergâhı üzerinde bulunan levhalarla bu parkın pek çok hayvana ev sahipliği
yaptığı hatırlatılmakta ve o hayvanlarla ilgili bilgi verilmektedir. Bunun bir örneği de
ülkemizde “Dilek Yarım Adası Milli Parkı” nda uygulanmaktadır. Yine park içinde
yapılan kazılar sonucu açığa çıkarılan 10-12 bin yıl önce yaşamış hayvanlara ait
kemiklerde ziyaretçi merkezinde sergilenmekte ve kazı alanı da gezdirilmektedir.
Aynı eyalette başka bir milli park da “Fort Davis” dir. 1854de özellikle San
Antonio-El Paso yolu ile Batı Teksas’a ziyaret edenleri korumak için o bölgeye gelen
askeri birliğin yerleşme alanıdır. Adı İç Savaş’ta Güney Eyaletleri Konfederasyonu
Başkanı Jefferson Davis onuruna verilmiş ve 1963 yılında milli park olmuştur. Park
içerisindeki o dönem binalarının pek çoğu onarılarak ziyarete açılmıştır. Yatakhane
işlevi gören binanın içinde eşyalar, hatta o dönemin giysileri de sergilenmektedir.
1854-1891 yılları arasında subay konutu olarak kullanılan ve bugün eşyalarıyla
birlikte ziyarete açık olan bir binada, yakın kasabada yaşayan gönüllü bir hanımın,
her gün yaptığı kurabiye ve şekerlemeler ile ziyaretçilere o dönemin geleneksel
kıyafetleri içerisinde ikram da bulunması oldukça farklı bir sergileme yaklaşımıdır.
Benzer bir değişik uygulama da kurulan bir ses düzeni yardımı ile o dönemki askeri
birliğin eğitim sırasındaki komutlarının ve marşlarının ziyaretçilere dinlettirilmesi ve
at üstünde veya yaya halde o dönem kıyafetleriyle etrafta gönüllülerin ya da
görevlilerin dolaşmasıyla da ziyaretçilerin geçmişe bir yolculuk yapmalarının
sağlanmasıdır.
Söz konusu milli parkta anılan aktivitelerin çoğu gönüllüler sayesinde
olmaktadır. Lise öğrencileri, öğretmenler ve emekliler, özellikle yaz aylarında veya
boş zamanlarında milli parklarda rehberlik hizmetinde, park arşivlerinde veya
12
marangozluk gibi işlerde ücretsiz veya az bir ücret karşılığında çalışmaktadır.
ABD’de gönüllü rehberlik sistemi birçok resmi ve özel müzede de uygulanmaktadır.
Milli parklarda koruma, Milli Park Servisi’nin koruma ile ilgili bölümlerince
sağlanmaktadır. Örneğin ABD Milli Park Servisi Güneybatı Bölge Ofisi,
güneybatıdaki 6 eyalette bulunan mili parklar, park içindeki arkeolojik ve doğal SİT
alanları, mimari anıtların korunması ve parkların işletilmesinden sorumludur. Bu
bölümde mimar, arkeolog, mimarlık tarihçisi, restoratör ve sergileme uzmanları
birlikte çalışmaktadır. Bölge ofisinde çalışan her uzmanın sorumlu olduğu bir veya
birden fazla park ve tescilli yapı bulunmaktadır. Uzmanlar düzenli olarak bu parkları
gezerek sorunları tespit etmekte, yapılacak işleri parklardaki uzmanlara bildirmekte,
takviye eleman gerekiyorsa bulmakta ve yapılar fazla yıpranmadan onarılmalarını
sağlamaktadır.
Milli Park Servisi ile pek çok özel ve resmi kurum bazı projelerde ortak
çalışmaktadır. Bu kurumlardan bazıları ICOMOS ( Uluslararası Anıtlar ve Sitler
Konseyi), National Trust for Historic Preservation, National Endowment for the Arts,
Preservation Act, Americans for Historic Preservation, The National Council of
Architects, Advisory Council of Historic Preservation, American Institute of
Architects Committe of Historic Preservation ve ABD Ordusudur. Bunların yanı sıra
her eyaletin koruma ile ilgili kurumları da vardır. Koruma denilince yalnızca yapılan
restorasyonlar akla gelmemelidir. Korumada öncelikli olan her yaş grubundan insana
koruma bilincinin aşılanmasıdır. Bütün bu kurumlardaki elemanlar koruma bilincinin
hemen oluşmadığının farkında olarak çalışmaktadırlar. Mimarlar odasına ait Octagon
binasının restorasyonunda, bodrum katta biriken toprağın temizlenmesi sırasında
yakındaki anaokulunun öğrencilerinden yardım istenmesi ve çocukların kova ve
kürekleriyle bu işi büyük keyifle yapmış olmaları güzel bir örnektir.13
13
Doç. Dr. Nur Urfalıoğlu, “Amerika Birleşik Devletleri Milli Parklarında Koruma Ve Sergileme”, 4.
Müzecilik Semineri (İstanbul, 16-18 Eylül 1998) Bildirileri, İstanbul: Askeri Müze ve Kültür Sitesi
Yay., 1998, s.21-23
13
1.3 Türkiye’de Milli Park Kavramı
Ülkemiz; Avrupa, Asya ve Afrika arasında doğal bir köprü olması, jeolojik
yapısının farklılığı, çeşitli iklim kuşaklarına ve ekolojik zenginliklere sahip olması
gibi nedenlerle biyolojik çeşitlilik açısından çok zengindir.
Doğal kaynakların çeşitliliği ve zenginliği, Anadolu’nun dünya üzerinde ilk
yerleşim merkezlerinden biri olmasına sebep olmuş ve böylece kültürel zenginliğin
artmasıyla birlikte doğal kaynakların da azalma süreci başlamıştır. Tablo 1.2’de
görüldüğü gibi, günümüzden 12.000 yıl önce Anadolu’nun orman varlığı % 72
civarındayken, bu sayı 1/3 oranında azalma ile günümüzde %22 seviyelerine
inmiştir. Diğer taraftan tarım ve yerleşim alanlarındaki artış ise %38 dolaylarında
olmuştur.
Tablo 1.2. Anadolu’da Mevcut Kullanımların Karşılaştırması.14
Sulak
Alanlar
Tarım
Yerleşim
ve
Diğerleri
Orman
Bozkır
Alpin
Kuşak
M.Ö. 10 000
72
17
5
6
-
-
Günümüzde
22
35
4
1
31
7
Dünyadaki tarihsel gelişmelere bakıldığında bazı türlerin ortadan kaybolması
normal olarak düşünülmelidir. Her zaman için bazı türler ortadan kaybolurken,
bazıları da yeni oluşmuştur. Bu bir evrim sonucudur. Ancak son yüzyıllarda insan
etkisinin yoğun bir şekilde devreye girmesiyle bu süreç tersine dönmüştür. İnsan
faaliyetleri sonucu bazı türler yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalırken, bazılarının
nesli çoktan tükenmiştir. Anlatılan bu olumsuz etkiden ülkemizde payını almaktadır.
14
M. Yücel, D. Babuş, agm., s. 166.
14
Bu nedenle de ülkemizde milli parklarla ilgili düzenlemelere gidilmiştir.
Türkiye’de milli park, 1983 yılında çıkarılan 2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu
çerçevesinde tanımlanmaktadır. Kanun, Türkiye’deki milli ve milletlerarası düzeyde
değerlere sahip, milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı, tabiatı koruma alanlarının seçilip
belirlenmesine, özellik ve karakterleri bozulmadan korunmasına, geliştirilmesine ve
yönetilmesine ilişkin konuları düzenlemektedir. Kanun’da milli park:
“Bilimsel ve estetik bakımından, milli ve milletlerarası ender bulunan tabii
ve kültürel kaynak değerleri ile koruma, dinlenme ve turizm alanlarına sahip
tabiat parçaları” olarak tanımlanmaktadır. 15
1.3.1 Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Dönemi Gelişmeleri
Eldeki verilere göre potansiyel olarak %70’i ormanlarla kaplı olması gereken
Anadolu’nun günümüzdeki orman varlığı toplam alanının ¼’üne yakındır. Böylesi
olumsuz bir tabloda Anadolu’da yaşamış ve hüküm sürmüş bütün medeniyetlerin
payı vardır. Diğer taraftan doğanın gerçek anlamda ve belli yasal düzenlemeler
çerçevesinde korunması için yapılan çalışmaların tarihi oldukça yenidir. Gerçi 19.
yüzyıl içinde orman varlığının korunması için bazı girişimler olmuş ve yasal
önlemler alınmıştır; ancak bu önlemlerin alınmasında da doğal dengeyi korumadan
çok, yararlanma düşüncesi ağır basmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk bilinçli koruma Fatih Sultan Mehmet
zamanındadır. 15. Yüzyıl ortalarında, bazı derelerin Haliç’i çamurla doldurmaması
için akarsuyun havzalarında hayvan otlatılmasını, tarım yapılmasını ve inşaatı
yasaklamış, dik yamaçlara ayrık otu ektirerek toprağın sıkı bir şekilde tutulmasını
temin ettirmiştir. 1870 yılında ise Avrupa’daki gelişmelerle paralel olarak,
ormancılığı düzenlemek ve ormanları korumak için Orman nizamnamesi yürürlüğe
girmiştir.16
15
16
2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu, T.C. Resmi Gazete, Sayı: 18132, 11/08/1983, madde 2.
Oğuz Kurdoğlu, agm., s. 61-62.
15
Daha sonra 5 Mayıs 1937 tarihinde kabul edilen 3167 Sayılı “Kara Avcılığı
Kanunu” (1 Temmuz 2003 tarihinde yeniden düzenlenmiştir) ile Türkiye’de yabani
olarak yaşayan faydalı ve zararlı hayvanların her türlü vasıta ile avlanmaları hüküm
altına alınmıştır.17
Bugünkü anlamda koruma bölgelerinin gündeme gelmesi 1940’lı yıllara
rastlamaktadır. İlk kez Prof. Selahattin İnal 1948 yılında yayınladığı “Doğa Koruma
Karşısında Biz ve Ormancılığımız” adlı eserinde milli park ifadesini kullanmıştır. 31
Ağustos 1956 tarih ve 6831 sayılı “Orman Kanunu”nun 4 ve 25. maddeleri ile milli
park terimi Türk mevzuatına girmiş, Türkiye’de milli park alanları belirlenmeye
başlamış ve Zeki Bayer’ in girişimiyle “Milli Parklar Şubesi” kurulmuştur.18
09.08.1983 tarih ve 2873 sayılı “Milli Parklar Kanunu”, bu tür alanlar için
özel bir yasa olarak yürürlüğe girmiştir. 12.12.1986 tarihli “Milli Parklar
Yönetmeliği” de bu yasanın tamamlayıcısı niteliğindedir.
Ülkemizde korunan alanlarla ilgili yasal düzenlemeler aşağıdaki tablolarda
gösterilmeye çalışılmıştır.
Doğal güzellikler, içinde yaşayan canlı türlerinin çeşitliliği, sayıca çokluğu ve
antik uygarlıkların kalıntıları, milli parkların belirlenmesinde başlı başına birer etken
olmuşlardır. Bugün Türkiye’de 40 adet milli park bulunmaktadır. Bu alanlar ülkemiz
içerisinde yaklaşık 874.616 hektar alan kaplamaktadır.19 İlk milli parkımız 1958
yılında ilan edilen “Yozgat Çamlığı Milli Parkı”dır.
17
M. Yücel, D. Babuş, agm., s. 151-175.
G. Akdoğan, “Milli Parklar ve Memleketimizde Bu Konudaki Gelişmeler”, Ankara Üniversitesi
Ziraat Yıllığı, yıl 16, 1996, s. 27.
19
http://www.milliparklar.gov.tr Erişim Tarihi: 08.10.2011
18
16
Tablo 1.3. Ülkemizde Korunan Alanlarla İlgili Yasal Düzenlemeler.20
Yasal Düzenlemenin Adı
Kabul
Tarihi
Resmi Gazete
No
Tarihi
Sayısı
Orman Kanunu
08.02.1937
3116
18.02.1937
3537
Kara Avcılığı Kanunu
05.05.1937
3167
13.05.1937
3603
Orman Kanunu
31.08.1956
6831
08.09.1956
9402
Su Ürünleri Kanunu
22.03.1971
1380
04.04.1971
13799
Turizmi Teşvik Kanunu
12.03.1982
2634
16.03.1982
17635
Anayasa
18.10.1982
2709
20.10.1982
17844
Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanunu
21.07.1983
2863
23.07.1983
18113
Çevre Kanunu
09.08.1983
2872
11.08.1983
18132
Milli Parklar Kanunu
09.08.1983
2873
11.08.1983
18132
Orman Kanunu
23.09.1983
2896
27.09.1983
18174
Orman Genel Müd. Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun
31.10.1985
3234
08.11.1985
18922
Akdeniz’de Özel Koruma
Alanlarına İlişkin KHK
07.10.1988
23.10.1988
19968
Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı Kurulmasına Dair
KHK
19.10.1989
383
13.11.1989
20341
Kıyı Kanunu
04.04.1990
3621
17.04.1990
20495
Milli Ağaçlandırma ve Erozyon
Kontrolü Seferberlik Kanunu
23.07.1995
4122
26.07.1995
22355
Kültür ve Turizm Bak. Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun
16.04.2003
4848
29.04.2003
25093
Çevre ve Orman Bak. Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun
01.05.2003
4856
08.05.2003
25102
Kara Avcılığı Kanunu
01.07.2003
4915
11.07.2003
25165
Orman Kanunu
05.11.2003
4999
18.11.2003
25293
17.06.2004
5192
03.07.2004
25511
Orman Kanunu
20
88/1311
M. Yücel, D. Babuş, agm., s. 170. Bazı yasa ve kararname adları kısaltılarak yazılmıştır, bazı
yasalarda günümüzde yürürlükten kaldırılmıştır.
17
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kurulana kadar milli park özelliğine sahip
olduğu tespit edilen alanlar, Genelkurmay Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı,
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı ve
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının görüşleri alınarak Çevre ve Orman Bakanlığının
teklifi üzerine Bakanlar Kurulu Kararı ile Milli Park olarak belirlenmekteydi.
Sonrasında, milli park olarak belirlenen alanlarda her türlü uygulamanın yürütülmesi
ve uzun devreli gelişme planlarının yapılması “Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel
Müdürlüğü’nce yapılmaktaydı.
17/08/2011 tarih ve 28028 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
giren, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Kuruluşu Hakkındaki 648 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname’de milli parklarla ilgili şu ifadeler yer almaktadır.21
Madde 10:
MADDE 13/A – (1) Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün
görevleri şunlardır:
a)Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları,
sulak alanlar ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların tescil, onay
ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tescil
etmek.
c) Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları,
doğal sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri ve benzeri
koruma statüsü bulunan diğer alanların kullanma ve yapılaşmaya yönelik
ilke kararlarını belirlemek ve her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve
uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak, değiştirmek, uygulamak veya
uygulanmasını sağlamak.
Madde 17:
(4) Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımı tarihinden önce ilan edilmiş
olan milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları ve
sulak alanlardaki kamuya ait alanların mevcut halleriyle yönetilmesine ve
işletilmesine ilişkin iş ve işlemler, Bakanlıkça onaylanan her tür ve ölçekteki
çevre düzeni planı ile nazım ve uygulama imar planı kararlarına uygun
olarak Orman ve Su İşleri Bakanlığınca yürütülür.”
21
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun
ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname,
KHK/648, T.C. Resmi Gazete, Sayı: 28028, 17/08/2011, Madde 13/a, 16, 30.
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/08/20110817-1-1.htm Erişim Tarihi: 24.03.2012
18
Madde 30:
“a) Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları ve
sulak alanların tespiti, bunlardan Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca tescil
edilenlerin korunması, geliştirilmesi, tanıtılması, yönetilmesi, işletilmesi ve
işlettirilmesi ile ilgili işleri yürütmek ve denetlemek.”
Bu KHK, Kültür ve Turizm Bakanlığının yetkisi dahilinde olan doğal sitlere
ilişkin iş ve işlemler de, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde yeni kurulan
Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne devredilmiştir. Anılan KHK ile
milli parklara ilişkin yetki söz konusu Genel Müdürlüğe verilmekle birlikte, bu tez
çalışmamızın konusu olan Beyşehir Gölü Milli Parkı ile Kızıldağ Milli Parklarının
Bakanlıkça onaylanmış mevcut planları doğrultusunda yönetilmeleri hususu Orman
ve Su İşleri Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünce
yürütülmeye devam edilmektedir.
1.4 Milli Parklarda Yönetim Planlaması
Bilinen nedenlerle hızla bozulan yaşam alanları, doğanın korunması
anlayışında ve politikaların oluşturulmasında köklü değişikliklere neden olmuştur.
İlk doğa koruma anlayışı doğadan temel ihtiyaçları karşılamak amacını güderken,
günümüzde bu anlayış çok yönlü yararlanma ilkesine oturtulmaktadır. Yine ilk doğa
koruma anlayışının, sahip olunanın korunması güdüsüyle oluşmasına karşın,
günümüzde doğaya, tüm insanlığın ortak mirası olarak bakılmakta ve evrensel varlık
boyutu kazandırılmaktadır. Yüzyıllar boyu değişerek gelen doğal kaynak
kullanım/yönetim yaklaşımlarının, gelecekte yine farklı durumlardan etkileneceği ve
kaynaklara farklı değerlerin verileceği açıktır. Bu zıtlık doğal kaynak yönetimini de
etkilemekte,
korunan
alanların
seçiminde
anlaşmazlıklara yol açabilmektedir.
19
ya
da
benimsenmesinde
çeşitli
Genel olarak bakıldığında doğal kaynak yönetimini etkileyen üç temel
unsurun varlığından söz edilebilir:22
Bunlardan birincisi, bilimin büyüyen politik gücünün varlığıdır. Bilimin
politik süreç içindeki artan etkisi; karmaşık problemlerin artışı, küresel olarak orman,
peyzaj ve ekosistem üzerindeki olumsuz etkiler, detaylı veri tabanı eksikliği gibi
nedenlerden kaynaklanmaktadır.
İkinci unsur, insanların doğal kaynaklara verdikleri değerlerin farklılaşması
olarak görülmektedir. Bu çeşitlilik zamanın ve mekanın bir fonksiyonudur. Doğal
alanların bilimsel ve tedavi edici değerleri konusunda toplumdaki anlaşmazlık düzeyi
düşük iken, estetik değerler gibi öznel konularda anlaşmazlık düzeyi ise yüksek
olmaktadır. Gerçekten de bir kişinin çok güzel bulduğu bir peyzaj, başka bir kişi için
sıkıcı bir görüntü olarak algılanabilmektedir.
Üçüncü unsur ise yeryüzü peyzajında olumsuz insan etkilerinin büyümesi
olarak görülmektedir. Gerçekten de insan etkisinin uzağında kalmış olduğu
düşünülen ancak birkaç ekosistem ya da bölge olduğu konusunda bir fikir birliği
bulunmaktadır.
Bugün dünyada gittikçe artan bir şekilde, ulusal ve uluslararası platformlarda,
milli parklar ve diğer korunan alanlarda doğal kaynakların yönetilmesinin aracı olan
“yönetim planları”nın hazırlanması ve uygulanması yaklaşımı benimsenmektedir.
Korunan alalar için yönetim planları; biyolojik çeşitliliğin nasıl korunacağı ve
doğal kaynakların nasıl yönetileceğini tanımlayan ve doğal kaynağı yönetirken
yapılacak, yapılmayacak faaliyetler ve sınırlı çerçevede yapılacak faaliyetler arasında
mantık ilişkisini (kim, nerede, nasıl, ne zaman, ne yapacak) kuran üst ölçekli
planlardır. Yönetim Planları bu hedeflere ulaşabilmek için başından sonuna kadar
planlama sürecine, tüm ilgili tarafları dahil etmektedir. Bu nedenle yönetim planları,
22
Oğuz Kurdoğlu, agm., s. 65.
20
doğal ve kültürel kaynak değerlerini sürdürülebilir kılmayan tehditleri dikkate
almadan ve ilgi grubu katılım stratejilerini tüm plan üretme sürecince
kullanmaktadır.
Bugün korunan alanlar için katılımcı yönetim planları, dünyada, tüm sürece
ilgili tarafların katılımı temeli üzerinde anlaşmaya varılmış, uygulanabilir planlar
olarak görülmektedir.
1.4.1 Doğa Koruma Kategorileri
Dünyada çeşitli doğa koruma sistemleri kullanılmaktadır. Ancak üzerinde en
fazla durulan sistem, canlı doğal kaynakların korunmasıdır ve bu korumanın üç temel
amacı vardır ki bunlar aynı zamanda dengeli kalkınmanın da temel unsurlarıdır:
•
Gerekli ekolojik süreçlerin ve yaşam destek sistemlerinin korunması
(toprak koruma, suların temizliği vb.),
•
Türlerin ve ekosistemlerin sürdürülebilir kullanımı (balıkçılık, yaban
hayatı, ormanlar, otlatma gibi faaliyetler ve kaynaklarının korunması),
•
Genetik çeşitliliğin korunması (bir türe ait farklı popülasyonlar arasında
görülen öz niteliklerinin korunması).
Korunması gerekli doğal alanları koruma statüsüne alma ve ne tür bir koruma
biçiminin uygulanacağını belirleme, söz konusu alanların yönetimi açısından büyük
önem taşımaktadır. Bu konuda ilk sınıflandırmanın yapıldığı 1933 yılından
günümüze kadar uluslararası örgütlerin bir takım sınıflandırmalar yaptığı
görülmektedir.
Bugün dünyada uluslararası düzeyde en yaygın kabul gören yerinde (in-situ)
koruma kategorileri, IUCN'in koruma alanları ile UNESCO'nun biyosfer rezervleri
21
ve dünya miras alanlarıdır. Dünya Doğayı Koruma Stratejileri bir antlaşma ya da
sözleşme değildir. Genel bir deklarasyondur.
1948 yılında kurulan IUCN, Dünya Korunan Alanlar Komisyonu (WCPA) ile
birlikte 6 alt komisyondan oluşmaktadır. 1969 yılında yapılan genel kurulda milli
park terimini tanımlamış ve son 30 yıldır ise bir alt komitesi olan Milli Parklar ve
Korunan Alanlar Komitesi aracılığı ile uluslararası anlamda önerilerden oluşan
korunan alanlar rehberini hazırlamaktadır. Korunan alan sınıfları 1994 yılında
IUCN'in yayınladığı raporla şimdiki halini almıştır.
IUCN’in yönetim biçimlerine göre korunan alanlar için yapmış olduğu
sınıflandırma 6 kategoriden oluşmaktadır:23







Kategori 1a: Mutlak Korunacak Doğa
Kategori 1b: Bakir Alanlar
Kategori 2 : Milli Park
Kategori 3 : Doğa Anıtı
Kategori 4 : Habitat/Tür Yönetim Alanı
Kategori 5 : Korunacak Peyzaj
Kategori 6 : Kaynak Koruma Yönetim Alanları
2. kategoride yer alan oldukça geniş alana sahip milli parkların, işler bir
ekosisteme sahip olabilmeleri için çevreyle uyumlu bir yönetim biçimi benimsenmiş
olması gerekmektedir. IUCN’e göre milli parkaları diğerlerinden ayıran 3 temel
özellik vardır.24
1. Alan, büyük doğal bölgelerin temsilci örnekleri ile manevi, bilimsel,
eğitsel, turistik özellikleri barındıran, yerli bitki ve hayvan türlerini içeren
coğrafi çeşitliliğe sahip habitatları içermelidir.
2. Alan, yerli türlere ve topluluklara, minimal yönetim müdahalesi ile
ekolojik fonksiyonlarını ve süreçlerini muhafaza ederek uzun vade de
kalıcılık sağlayacak büyüklükte ve ekolojik kalitede olmalıdır.
23
http://www.iucn.org/about/work/programmes/pa/pa_products/wcpa_categories/ Erişim Tarihi:
24.03.2012
24
http://www.iucn.org/about/work/programmes/pa/pa_products/wcpa_categories/pa_categoryii/
Erişim Tarihi: 24.03.2012
22
3.Biyolojik çeşitliliğin bileşimi, yapısı ve işlevi, doğal ya da yerli olmayan
türlerin, nispeten düşük olan istilasının riskine rağmen düzeltilebilir
durumda olmalıdır.
Türkiye’de milli park olarak ayrılan alanların sahip olması gereken nitelikler
“Milli Parklar Yönetmeliği” nce belirlenmiştir:25
1.Tabii ve kültürel kaynak değeri ile rekreasyonel potansiyeli, milli ve
milletlerarası seviyede özellik ve önem taşımalıdır.
2.Kaynak değerleri, gelecek nesillerin miras olarak devralacakları ve
sahip olmaktan gurur duyacakları seviyede önemli olmalıdır.
3.Kaynak değerleri tahrip olmamış veya teknik ve idari müdahalelerle
ıslah edilebilir durumda olmalıdır.
4.Saha büyüklüğü, kaynak değerleri kesafeti yönünden, özel haller ve
adalar dışında, en az 1000 hektar olmalı ve bu alan bütünüyle koruma ağırlıklı
zonlardan meydana gelmelidir. İdari ve turistik amaçlı geliştirme alanları bu
asgari saha büyüklüğünün dışındadır.
1.4.2 Uzun Devreli Gelişme Planı
Milli park alanları, doğal kaynak değerleri bakımından yeryüzünde nadir
bulunan alanlardır. Bugün bu alanlar da, diğer doğal alanlar gibi insan baskısı sonucu
kaynak değerlerini kaybetme riskiyle karşı karşıyadır. Korunmaya ihtiyacı olan bu
alanları korumak, gelecek nesillere bırakabilmek, insanları bilinçlendirmek ve doğal
çevreyi
sevdirmek amacıyla dünyada ve
ülkemizde planlama çalışmaları
yürütülmektedir. Türkiye ve dünya örnekleri karşılaştırıldığında, bu tür alanlara
yönelik planlama yaklaşımları temelde aynı olup planlama sürecinde bazı
farklılıkların ortaya çıktığı görülmektedir.
25
2873 sayılı Milli Parklar Kanunu ile 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 25. Maddesinin uygulanmasını
düzenleyen
yönetmelik.
Sayı:
19309,
12/12/1986,
Madde
6
http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/20780.html Erişim Tarihi: 24.03.2012
23
“Milli Parklar Yönetmeliği”nin 11. Maddesi gereği mili parklar için
yapılması zorunlu kılınan Uzun Devreli Gelişme Planı (UDGP): Korunan alanın
sahip olduğu kaynak değerlerinin korunması, geliştirilmesi ve uzun dönemde
devamlılığının sağlanması için teknik, idari, sosyal ve ekonomik seçeneklerin
belirlendiği, birbiri ile zaman ve yer ölçeğinde ilişkilendirildiği bütüncül ekosistem
yaklaşımlı bir plandır.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kuruluşuna kadar olan süreçte 2873 Sayılı
Milli Parklar Kanunu’nun 4. Maddesi gereği korunan tüm alanlar için planlama
esasları “milli park olarak belirlenen alanların özellik ve nitelikleri göz önünde
tutularak, koruma ve kullanma amaçlarını gerçekleştirmek üzere, kuruluş, geliştirme
ve işletmelerini kapsayan gelişme planı, ilgili Bakanlıkların olumlu görüşleri ve
gerektiğinde fiili katkılarıyla Çevre ve Orman Bakanlığınca hazırlanır ve yürürlüğe
konur”du. Bu doğrultuda, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü
tarafından “Uzun Devreli Gelişme Planı ve Yönetim Planı Genel Teknik Şartnamesi”
hazırlanmıştır. Bu şartnameye göre:26
“Uzun Devreli Gelişme Planı: Ekolojik planlama yaklaşımı ile özellik ve
nitelikleri göz önünde tutularak, Milli Park ve Tabiat Parkı statüsündeki
alanların korunması, kaynak değerlerinin devamlılığının sağlanması,
geliştirilmesi, yönetimi ve tanıtılması ile ilgili planlama esaslarını,; bu
planda öngörülen koruma ve gelişim bölgelerinde her türlü yerleşme ve
diğer kullanım kararları ve yerleşim birimlerinin gelişme alanları için
yapılacak her ölçekteki uygulama imar planları ile uygulama projeleri ve
uygulama programlarına esas oluşturan, bunlara ilişkin karar ve
hükümleri belirleyen, bilimsel raporuyla bir bütün olan ve 1/25.000 veya
alanın büyüklüğüne göre gerektiğinde daha alt ölçekli fiziki planı ifade
etmektedir.”
Aynı şartnamede 2007 yılında bazı değişiklikler yapılmıştır. Önceki yıllarda,
planların uygulamasına yönelik hiçbir düzenleme bulunmazken, getirilen yenilikçi
karar ile yıllık, beş yıllık ve planlama süresine uygun eylem planlarının hazırlanması
istenmektedir. Eylem planları; eylemi, sorumlu birimi, uygulama yerini, uygulama
zamanını, nasıl ve niçin uygulanacağını, çıktıları, başarı göstergelerini ve
26
Umut Cırık, “Milli Parklar ve Uzun Devreli Gelişme Planları”, Planlama Dergisi, S:2007/1, 2007,
s.47.
24
izleme/değerlendirme yöntemlerini içermektedir. Yine başka bir önemli düzenleme
tüm ilgi gruplarının (yerel halk, STK, üniversite, diğer kamu kurum ve kuruluşları
vb.) planlama sürecine dahil edilmesidir. Planın amacının ve planlama sürecinin
anlatılması, sorun tanımlamasının yapılması ve sorunların çözümüne yönelik
önerilerin tartışılması amacıyla, planlama çalışmalarına başlamadan ve her aşamanın
sonunda tüm ilgi gruplarının katılacağı toplantıların düzenlenmesi zorunluluk haline
getirilmiştir.27
Doğal çevre; jeolojik, jeomorfolojik, hidrojeolojik, toprak, ekolojik, biyolojik
ve iklim yapısı ile bir bütündür. Bu planlama yaklaşımının en önemli amacı doğal
çevrenin korunması ve sürekliliğinin sağlanması ise; doğal çevrenin tüm
özelliklerinin birbirleri ve doğal çevreyi kullanan insanın gerçekleştirdiği sosyoekonomik ve kültürel faaliyetlerle ilişkilendirilmesi zorunludur. Bu nedenle, milli
park alanlarında pek çok uzmanlık alanının katılımının sağlandığı bir planlama süreci
tanımlanmaktadır.28 UDGP’ler 3 aşamalı bir süreçte hazırlanmaktadır:
1.Analitik Etüd: Doğa koruma alanlarında yapılan planlama çalışmalarının
sağlıklı ve uygulanabilir olması için, doğal ve kültürel kaynak değerlerinin
saptanmasının yanı sıra bölge halkının sosyo-ekonomik ve demografik özelliklerinin
belirlenerek, alandan yararlanma biçimi ve beklentilerinin ortaya konulması
gerekmektedir. Bu aşamada arazi ve literatür çalışmalarından elde edilen veriler
toplanarak mevcut durum ortaya konulmakta ve halihazır haritalara aktarılarak bilgi
paftaları oluşturulmaktadır.
Doğal yapıya ilişkin olarak alanın topoğrafyası, jeolojik ve hidrojeolojik
yapısı, iklim verileri, toprak yapısı ve arazi kullanım kabiliyeti vb. özellikleri
araştırılır. Florası, vejetasyonu, ekosistem özellikleri, habitat sınıflandırması,
endemik ve nesli tehdit/tehlike altındaki türleri belirlenir. Amfibiler, balıklar,
27
Umut Cırık, agm., s.48.
UDGP hazırlanırken şehir plancısı, orman mühendisi, jeoloji mühendisi, sedimentelog,
jeomorfolog, çevre mühendisi, harita mühendisi, ziraat mühendisi, su ürünleri mühendisi, biyolog,
mimar, peyzaj mimarı, arkeolog, sanat tarihçisi, antropolog, sosyolog gibi meslek gruplarının
mensuplarının ortak çalışma yapması muhtemeldir.
28
25
sürüngenler, kuşlar, memeliler ve omurgasızlar olmak üzere tüm fauna unsurları ve
ekolojik açıdan hassas ve önemli alanların tespitine yer verilir. Alan içinde bulunan
arkeolojik kalıntılar, alanın bulunduğu bölgenin tarihsel gelişimi ve önemi açıklanır.
Plan alanı sınırları içerisinde ve alan ile etkileşim halinde olan yerleşim yerlerinde
yaşayan insanların; aile yapısı, eğitimi, okuryazarlık oranı, folklorik yapısı,
demografisi ve geçim kaynakları gibi özellikleri araştırılır. Plan alanı ve yakın
çevresindeki su, hava ve topraktaki her türlü kirlilik durumu sebepleri ve etkileri ile
plan alanı içerisindeki mevcut alt yapımı durumu dikkate alınır.
2.Sentez ve Değerlendirme: Bu bölümün amacı korunan alanın neden önemli
olduğunu tanımlamak ve anlatmaktır. Korunan alana ait kaynak değerlerin
tanımlandığı ve bu değerlerin birbiriyle ilişkilendirildiği, sorun ve olanakların
tanımlanmasının yapıldığı bölümdür. Aynı zamanda yasal, doğal, antropojenik
sınırlayıcılarla birlikte tehdit ve fırsatlar da bu bölümde ele alınır.
3.Planlama: Bu aşamada koruma-kullanma dengesi içerisinde milli park
alanın da yer alabilecek aktiviteler belirlenmekte UDGP’nin hedefleri, amaçları ve
planlama kriterleri doğrultusunda fiziki plan kararları (1/25.000) geliştirilmektedir.
Alanın ana kaynak değerleri, kaynak değerlerinin hassasiyeti, nadirliği,
onarılabilirliği, endemizm, risk faktörleri, ekosistem bütünlüğü, peyzaj çeşitliliği,
türler için uygun ortam alanı genişliği, geleneksel kullanımlar ve sosyo-kültürel
değerler, mülkiyet durumu, yasal, çevresel, antropojenik ve fiziki faktörler, diğer
sınırlayıcı ve alana özel muhtemel diğer unsurlar dikkate alınarak “Bölgeleme”
yapılır.
Mutlak Koruma Alanı: Alanın ana kaynak değerleri ile hassas alanların
ve doğal yapısı bozulmamış ekosistemlerin bulunduğu alanlar sadece bilimsel,
araştırma ve izleme amacıyla ekosistem bütünlüğü ve kaynakların devamlılığının
sağlanması için mutlak koruma alanı olarak ayrılır.
26
Sınırlı Kullanım Alanı: Doğal yapısı kısmen müdahale görmüş,
ekoturizm amaçlı faaliyetler, geleneksel tarım, otlatma, balıkçılık gibi
sürdürülebilir kullanımın bütünleştiği; insan etkisinin azaltılması ve ziyaretçi
bilgilendirme için bu bölgelerin çevresinde ve/veya bitişik olarak belirlenmiş
kontrol noktaları olan, sınırlı kullanımlara izin verilen alanlardır.
Kontrollü Kullanım Alanı: Yerleşim yerleri, sosyal alt yapı tesisleri,
yoğun ekonomik faaliyetlerin yapıldığı ve bu yerleşim yerlerinde yaşayan
insanların hayatlarını idame ettirmek amacıyla geçmişten günümüze kadar
yararlanmış oldukları ve özellikle özel mülkiyete konu alanlar, belirlenecek
kurallar ve ilkeler dahilinde olası gelişmelere ve kullanımlara izin verilebilecek
alanları kapsar.
“Plan Hükümleri”ile plan kararlarının hangi şartlarla uygulanacağı
tanımlamaktadır. Plan hükümleri iki genel başlık altında hazırlanmaktadır.
Genel Hükümler: Alanın tamamına ilişkin düzenlemeleri,
Özel
Hükümler:
Alanda
yapılan
bölgeleme
bazında
düzenlemeleri
içermektedir.
Bir UDGP’nin altında; Ekosistem tabanlı fonksiyonel orman amenajman
programı, ekoturizm planı, ekolojik tarım planı, eğitim ve bilinçlendirme programı,
gönüllük programı vb. alt planlar yer alabilir. UDGP plan hükümleri; plan, proje ve
programları için yol gösterici, yönlendirici ve kesin tanım içeren özellikte düzenlenir.
27
İKİNCİ BÖLÜM
BEYŞEHİR GÖLÜ
2. BEYŞEHİR GÖLÜNDEKİ MİLLİ PARKLAR
Ülkemizim en büyük üçüncü doğal gölü olan Beyşehir Gölü’nün kuzey ve
kuzey-batı kısımları Isparta ili sınırları içerisinde kalmaktadır. 1969 yılında hem göl,
hem de batı Torosların uzantısı olan Dedegöl dağlarının eteklerindeki sedir
ormanları, bu alanın bir kısmının “Kızıldağ Milli Parkı” adıyla koruma altına
alınmasını sağlamıştır. Aradan geçen zaman içerisinde kontrolsüz insan etkisi,
sulama için aşırı su akıtılması gibi nedenlerle göl ve barındırdığı yaşam tehlike altına
girince 1993 yılında hem mevcut “Kızıldağ Milli Parkı”nın alanı genişletilmiş, hem
de gölün Konya İli’ne bağlı kalan kısmı “Beyşehir Gölü Milli Parkı” ilan edilmiştir.
Böylece tüm göl ve kıyıları 2 ayrı milli park adı altında korunmaya çalışılmıştır.
2.1 Beyşehir Gölü Milli Parkı
Yurdumuzun Van ve Tuz Gölleri’nden sonra üçüncü büyük gölü olan
Beyşehir Gölü ‘Göller Bölgesi’ olarak bilinen irili ufaklı birçok göl içerisinde,
ekonomik konumunun yanında doğal güzelliği ile göze çarpan göllerden biridir. Göl,
Toroslar arasında kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanan bir çukurluk içerisinde yer
alır. Denizden 1.121 m yükseklikte olup 68.893 ha yüzölçümüne sahiptir. Birçok
yayında olduğu gibi, yöre halkı da Göl içinde yaklaşık 60 civarında ada olduğunu
söylemektedir. Gölde yer alan ada sayısı, su seviyesine bağlı olarak değişmektedir.
Halihazır haritalar da gösterilen adaların sayısı yapım yıllarına bağlı olarak
28
değişmekte, kurak mevsimde yapılan haritalarda ada sayısı artış göstermektedir.
Projede kullanılan 1991 tarihli topografik haritalarda 64 adet ada görülmektedir.
Beyşehir Gölü, İç Anadolu ile onun güneyindeki Toros Dağları arasında bir
geçiş alanıdır. Toros Dağları kuzeyinde bulunan Konya Ovası, Konya ile Niğde
arasında ve dik dağ yamaçlarının hemen dibinde, arada bir geçiş alanı olmadan
uzanan tipik bir İç Anadolu düzlüğü olmasına karşın, Beyşehir Gölü’nün içinde
bulunduğu havza bir ara basamak halinde, dağlarla ovalar arasına girmiştir. Bu tipik
özelliği ile havza kendine özgü bir doğal karakter kazanmış ve bir yandan
güneyindeki yüksek dağların doğal kaynaklarından yararlanırken, öte yandan
kuzeyindeki geniş ova düzlüklerinin doğal özelliklerini devam ettirmiştir. Bu
konumun en önemli yanlarından birisi, bu ortamda yaşayan bitki, hayvan ve
insanların Torosların su kaynaklarını sınırsız bir şekilde kullanma olanağının
bulunması, bir diğeri de bu ortamın, iklim etkileri, bitki ve su varlıkları ile doğal
özelliklerinin Konya Ovası ve hatta daha kuzeyine genişletme olanağının
bulunmasıdır.
Beyşehir Gölü, çevresinde yer alan sulak alanlar, adalar, ormanlar ve
barındırdığı farklı ekosistemler ile yörenin başlıca içme-kullanma-sulama suyu
kaynağı olması gibi özellikleri nedeniyle, gerek doğal hayatın gerekse insan
yaşamının devamlılığı açısından büyük öneme sahiptir.
Ülkemizin en büyük tatlı su gölü olan Beyşehir Gölü, eskiden beri bu
özelliği nedeniyle bölgede daima bir cazibe merkezi olmuş, ilk çağlardan itibaren
çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış, insanları yakın çevresine çekerek civarında
ve hatta göl içerisindeki bazı adalar da dahil olmak üzere irili ufaklı pek çok yerleşim
merkezinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
29
Orman Bakanlığı tarafından korunmak amacıyla; Beyşehir Gölü29 ve Kızıldağ
Milli Parkı olmak üzere iki ayrı isimde birbirini tamamlayacak şekilde Milli Park
ilan edilmiş olan alanın göz önüne alınan özellikleri şunlardır:
 Gölün, yöre halkı için; içme suyu temini, sulu tarım yapılması, yaz aylarında
yüzme ve balık avlanması gibi özellikleri nedeniyle vazgeçilmez bir konumda
olması,
 Coğrafi konumu, çevredeki yeryüzü şekilleri ile farklı ekosistemlere sahip olması,
 Göl ve içerisindeki çeşitli büyüklüklerde yaklaşık 60 civarındaki adanın, kuşlar
için üreme, beslenme, yumurtlama ve güvenle kuluçka yapmaya olanak sağlaması,
 Beyşehir Gölü Havzası Zoocoğrafik açıdan İç Anadolu, Toroslar ve Batı Anadolu
dağlarının kesişim noktasında bulunması ve çok farklı habitat tiplerini kapsaması
nedeniyle faunaya ait çok sayıda tür için doğal bir yaşam alanı oluşturması.30
Ancak alanın varlığını ve içinde yaşayan türlerin devamını tehdit eden
faktörler de mevcuttur. Bunlar: farklı balık türlerinin aşılanması, su kanallarının
yapılması, dipte otlanma, kontrolsüz saz kesimi, bitki sökümü, ağaç kesimi, erozyon,
tarımsal faaliyetler, anız yakılması, mevcut balıkçılık teknikleri, kaçak kara avcılığı,
yoğun rekreasyonel faaliyetler, altyapı yetersizliği, katı atıklar, sintine suları, taş ve
kum ocakları, yapılaşmadır.
2.1.1 Coğrafi Konum
Beyşehir Gölü Milli Park alanı İç Anadolu Bölgesi içinde yer alan Konya il
sınırları içinde yer almaktadır. Milli park sınırı, kuzeyde Konya Isparta il sınırına
kadar uzanmakta, gölün kuzey kesimi Kızıldağ Milli park alanı içinde kalmaktadır.
29
93/4020 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, T.C. Resmi Gazete, Sayı: 21502, 20/02/1993, UDGP
23.09.2008 tarihinde Çevre ve Orman Bakanlığınca onanarak yürürlüğe girmiştir.
30
Beyşehir Gölü Milli Parkı’na ait bilgiler Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli
Parklar Genel Müdürlüğü Arşivi’nden derlenen bilgiler doğrultusunda hazırlanmıştır.
30
İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerinin geçiş bölgesinde yer alan Beyşehir Gölü yüzey
su toplama havzası içinde kuzeybatı-güneydoğu aksında konumlanmıştır.
Milli park alanı 38°,125’ kuzey ile 37°,50’ güney enlemi, 31°,125’ batı ile
32°,25’ doğu boylamı coğrafi koordinatları arasındadır.
Milli park alanı yaklaşık 88.750 ha büyüklüğü ile, göl yüzey alanının yaklaşık
68893 ha olduğu göz önüne alındığında, yüzey su toplama havzası göl alanının
yaklaşık 6 katı büyüklüğündedir.
Ulaşılabilirliği yüksek olan Milli Park alanı, kuzeybatı-güneydoğu yönünde
uzanan Konya-Isparta, güneyde Konya-Antalya karayolu ile ülke ulaşım ağına
bağlanmaktadır. Milli Park alanı doğu-batı ve kuzey-güney yönünde uzanan birçok
ulaşım aksının kesişim noktasında yer almaktadır.
Milli Park alanı ve içinde bulunduğu havza alanının sahip olduğu doğal
özellikleri nedeniyle, çok eski dönemlerden itibaren yerleşim yeri olması, antik yol
güzergâhlarının havza alanı içinden geçmesi, eski dönemlerde de ulaşım
olanaklarının yüksek olduğunu göstermektedir.
Zengin doğal, kültürel ve arkeolojik özellikleri nedeniyle, Milli Park alanında
ayrıca, doğal ve arkeolojik sit alanları gibi özel statü verilen alanlar da
bulunmaktadır. Doğal özellikleri nedeniyle Beyşehir Gölü içmesuyu rezervuarı
olarak da tanımlanmaktadır.
2.1.2 İklim Verileri
Beyşehir Gölü Milli Parkının içinde yer aldığı Beyşehir Gölü Yüzey Su
Toplama Havzası “kurak-yarı nemli” ve birinci mezotermal iklim tiplerine girer.
Konya kapalı havzasının batısındaki orman ve funda örtüsüne sahip Göller Bölgesi
31
ile güneyindeki Toros Dağları yarı nemli kategoride, geri kalan bütün kesimi ise yarı
kurak kategoride yer almaktadır. Konya İlinin Akdeniz Bölgesine giren kesiminde
kalmakla birlikte, Torosların ardında, Göller Yöresinde, başka deyişle Akdeniz ile
Orta Anadolu’nun geçiş kesiminde yer aldığında; yörenin göl dolaylarında, Gecikmiş
Akdeniz veya Akdeniz Ardı İklimi özellikleri görülür. Ancak, gölün yumuşatıcı
ikliminden uzak dağlık kesimlerde, karasal İç Anadolu İklimi özelliği baskındır.
Beyşehir İlçe merkezinde meteoroloji istasyonu kuruludur.
2.1.3 Jeolojik Yapı
İnceleme alanı, Beyşehir Milli Parkı sınırları içinde kalan yaklaşık 88.750 ha
büyüklükte bir alandır. İç Anadolu Bölgesi ve Akdeniz Bölgesi olmak üzere iki farklı
coğrafik bölge arasında kalan Beyşehir Gölü havzası, jeomorfolojik evrim ve jeolojik
yapı açısından da geçiş bölgesi olma özelliği taşımaktadır.
Stratigrafi: Batısında Anamas Dağları Grubu (Anamas-Akseki Otokton
Birimleri), doğusunda Sultandağları Grubu (Otokton Birimler), kuzeyinde ve
güneyinde Beyşehir-Hoyran-Hadim Napları Grubu (Allokton Birimler) yüzeylenir.
Beydağları (Karacahisar) Otoktonu ve Antalya Napları, alanının (çok küçük bir bölge
hariç) dışında ve batı sınırında kalmaktadır. Bölgede ayrıca Neootokton birimler
olarak Miyosen-Kuvaterner aralığında çökelmiş kaya birimleri yer alır. Otokton
birimler yerli kaya, allokton birimler ise, komşu havzalarda oluşan ancak sürüklenme
(bindirme) ile gelen yabancı kayalar olup, Nap ise örtü anlamı taşımaktadır.
Depremsellik: Alan, 1, 2 ve 3’ncü derece deprem bölgesi içinde kalmaktadır.
Kuzeybatı kısımları 1.derece, güneydoğu kısımları 3.derece, aradaki bölge ise
2.derece deprem bölgesi içinde kalmaktadır.
MTA tarafından hazırlanan Türkiye Diri (Aktif) Fay Haritasına göre Beyşehir
Gölü’nün kuzeybatısında, göl kenarına kadar uzanan aktif bir fay vardır. KB-GD
32
yönlü yaklaşık 27 km Uzunluğundaki bu diri fay, Belceğiz’in 5 km Kuzeybatısındaki
Kızıloluk mevkisinden başlar, Belceğiz’in 1,5 km batısından, Sarıkabalı ve Gedikli
yerleşimlerinin içinden geçerek (dağ kenarından) İğdeli Ada’nın karşı sahiline kadar
devam eder. Beyşehir Gölü fayı olarak adlandırılan bu fayın güneydoğuya doğru diri
(aktif) olarak bir uzantısı mevcut değildir. MTA’nın bu diri fay haritasında bölgedeki
diğer faylar görülmediğine göre, bunlar ölü fay olarak düşünülmektedir.
Jeomorfoloji: Beyşehir Gölü çevresi, İç Anadolu ile onun güneyindeki Toros
Dağları arasında bir geçiş alanıdır. Toros Dağları kuzeyinde bulunan Konya
Ovası'nın, Konya ile Niğde arasında ve dik dağ yamaçlarının hemen dibinde, arada
bir geçiş alanı olmadan uzanan tipik bir İç Anadolu düzlüğü olmasına karşın,
Beyşehir Gölü’nün içinde bulunduğu havza bir ara basamak halinde, dağlarla ovalar
arasına girmiştir. Bu tipik özelliği ile havza kendine özgü bir doğal karakter
kazanmış ve bir yandan güneyindeki yüksek dağların doğal kaynaklarından
yararlanırken, öte yandan kuzeyindeki geniş ova düzlüklerinin doğal özelliklerini
devam ettirmiştir. Bu konumun en önemli yanlarından birisi, bu ortamda yaşayan
bitki, hayvan ve insanların Torosların su kaynaklarını sınırsız bir şekilde kullanma
olanağı bulunması ve hatta bu ortamın, iklim etkileri, bitki ve su varlıkları, doğal
özelliklerini Konya Ovası ve hatta daha kuzeyine genişletme olanağının
bulunmasıdır.
Beyşehir Ovası, kuzeyden bölgenin en yaşlı formasyonlarından oluşan
Sultandağları; güneybatısından genellikle Mezozoik kalkerlerinden oluşan Anamas
Dağ sırası ve şariyaj naplarından oluşan Derebucak platoları ve Seyran Dağları;
doğudan Erenler Dağı volkanik kompleksi ile çevrili, dışa akışlı bir havzadır. Bu
havzanın ortası genellikle Pliyosen yaşlı göl akarsu formasyonlarıyla dolu olup,
ortasında sığ fakat geniş bir göl bulunur. Bu gölün güneydeki Toros Dağları’na doğru
karstik, batıya doğru da alüvyal gidegenleri vardır. Bu haliyle Beyşehir, kendine
özgü bir karakteri olan tam bir yaşam alanı kompleksidir.
33
2.1.4 Hidrojeolojik Yapı
Beyşehir Gölü Milli Parkı Hidrolojik yapısını Beyşehir Gölü Sulakalanı
Yüzey Su Toplama Havzası’nın hidrolojik yapısı içerisinde değerlendirmek
gerekmektedir. Havza, morfolojik olarak kapalı bir havza görünümünde olmakla
birlikte, yüzey suyu yönünden doğudaki Çarşamba Suyu ile önce Suğla Ovası’na,
daha sonra sırasıyla Konya Ovası ile Tuz Gölü’ne sularını drene etmektedir. Havza
Türkiye'nin en önemli karst bölgelerinden biri olan Batı Toroslar içinde yer
almaktadır. Bu Batı Toroslar bölgesinde karstlaşma deniz seviyesinden 2500-3000 m
yükseklerden, deniz altında 150-200 m derinliğe kadar her yerde gelişmiştir. Bu
bölgedeki yüksek dağlar, derin ve dar vadiler, göller, dolinler, polyeler, estavelleler
(alıcı verici kaynaklar), ponorlar (polyelerdeki bazı derelerin döküldüğü mağara
veya derin çukurluklar) düdenler, büyük debili kaynaklar, yeraltı dereleri (hatta
yeraltı ırmakları), mağaralar vb. karst morfolojisinin en belirgin özelliklerini
göstermektedir. Bu karstik bölgede yüzey suyu akımlarını, Türkiye'nin birçok
bölgesinden çok farklı olarak yeraltı suları kontrol etmektedir. Bölgenin bir çok
yerindeki yüzey suyu akımları içinde yeraltı suyu katılımları oldukça büyük
oranlarda bulunmaktadır. Yeraltı suyunun hızının yüzey suyuna göre yavaş olması
doğal olarak yeraltında büyük değerlerde yeraltı suyu rezervlerinin oluşmasını
sağlamaktadır. Diğer bir ifadeyle herhangi bir bedel ödemeksizin doğa yeraltında çok
büyük su depolanmasına olanak sağlamaktadır. Bugün Oymapınar Barajı altında
kalan ve tek gözden çıkan Dumanlı kaynağı minumum 20-25 m3/sn lik debisiyle tek
başına orta büyüklükte bir baraj kadar su depolama kapasitesine sahip
bulunmaktadır. Bu karstik bölgede yeraltı sularının drenaj alanları yüzey suyu drenaj
alanlarına bağlı olmaksızın çok büyük alanları kaplamaktadır. Beyşehir Gölü yüzey
su toplama alanındaki yeraltı suyu drenaj alanı da Batı Toroslarda çok geniş alanlar
kaplayan karstik bölgedeki diğer yeraltı suyu drenaj alanları gibi yüzey sularından
çok farklı bir drenaj alanına sahip bulunmaktadır. Beyşehir Gölü yüzey su toplama
alanındaki yeraltı sularının drenaj alanı, güneyden Gembos ve Eynif polyelerini de
içine aldıktan sonra Manavgat ve Köprüçay havzalarına kadar uzanmaktadır. Hatta
bu alan içine Suğla Ovası ve onunla yakın ilişkisi nedeniyle Akseki Havzası da dahil
34
edilebilir. Bu durumda yeraltı suyu drenaj alanı, yüzey suyu drenaj alanının en az 2-3
katı büyüklüğünde bir alanı içermektedir.
Havzada yapılacak çalışmalarda Türkiye'nin en büyük doğal tatlı su
kaynağını oluşturan Beyşehir Gölü ile onun su bilançosu kilit görev görmektedir.
Beyşehir Gölü, Sultandağları ile Anamas Dağları arasında, kuzeybatı-güneydoğu
doğrultusundaki iki fay grubu arasındaki grabende oluşmuş tektonik bir göldür.
Kuzeybatı-güneydoğu doğrultusundaki uzunluğu 45 km yi bulmaktadır. Doğu-batı
doğrultusundaki en geniş yeri 24 km ye ulaşmaktadır. Gölün 1125 m kotundaki
yüzey alanı 730.3 km2 dir. En derin yeri 10 metre, ortalama derinliği 8.5 metredir.
Göl güneyinden, daha güneydeki havzaların beslenim alanında kalan Mesozoyik
yaşlı kireçtaşlarıyla (genellikle Jura-Kretase yaşlı) irtibatlı bulunmaktadır. Gölün
güneyindeki
bu kireçtaşları
yağışlı
zamanlarda
yeraltı
suyu seviyelerinin
yüksekliğine bağlı olarak gölü beslerken, yağışın olmadığı zamanlarda da gölün
sularını daha güneydeki havzalara drene etmektedir. İşte bu özellikleri nedeniyle
yeraltı suları Beyşehir Gölü su bilançosunun çıkartılmasında temel görev görecektir.
1125 m kotunda, 730.3 km2 bir alan kaplayan Beyşehir Gölü, Türkiye'nin
Van (sodalı) ve Tuz Gölünden (tuzlu) sonra üçüncü büyüklükteki ve içme suyu
kalitesinde tatlı su taşıyan en büyük doğal gölüdür.
2.1.5 Su Kullanımı
Gerek Beyşehir Gölü’nden su alınarak gerekse yeraltı suyundan sığ ve sondaj
kuyularıyla içme ve sulama amacıyla oldukça fazla miktarda su kullanılmaktadır.
Havzada vatandaşlar tarafından açılmış binden fazla sığ kuyu bulunmaktadır. Ayrıca
DSİ, İller Bankası ve Köy Hizmetleri Genel Müdürlükleri’nce çok sayıda sondaj
kuyusuyla yeraltı suyundan su alınarak içme ve sulama amacıyla yararlanılmaktadır.
35
İçmesuyu Projeleri: Beyşehir Gölü Havzasında başlıca içmesuyu kaynakları
göl suyu ve yeraltı suyudur. Beyşehir yerleşiminin içmesuyu gereksinimi göl
suyundan karşılanmakta olup, diğer yerleşimler içmesuyu kaynaklardan ve büyük
oranda keson ya da derin sondaj kuyularından sağlamaktadırlar.
Sulama Projeleri: Havzada gerek vatandaşlar, gerekse kamu kuruluşlarınca
açılmış çok fazla sayıda kuyular ile yeraltı suyundan yararlanılarak sulama
yapılmaktadır. Vatandaşlar tarafından açılmış binden fazla sığ kuyu bulunmaktadır.
Ayrıca, Beyşehir Gölü’nden su alınarak sulama yapılması için DSİ ve Köy
Hizmetleri Müdürlüğünce geliştirilmiş projeler de bulunmaktadır.
Havza alanı, DSİ Konya IV. ve Isparta XVIII. bölge sınırları içinde
kalmaktadır. DSİ IV. Bölge Müdürlüğü tarafından yürütülen 5 büyük su projesi ve 4
küçük su projesi olmak üzere toplam 9 su projesi vardır. DSİ XVIII. Bölge tarafından
ise 2 büyük su projesi yürütülmektedir.
Köy Hizmetleri Bölge Müdürlüğü’nce 4 adet sulama projesi ve 8 adet gölet
ve sulaması projesi olmak üzere 12 adet proje yürütülmektedir. Köy Hizmetleri
tarafından sulama ve gölet sulama projeleri dışında, 32 adet pompaj yapılmış ve
toplam 2.269 ha alan sulanmaktadır.
2.1.6 Limnolojik Özellikler
Bu kapsamda, su kimyası ve su kalitesi ile ilgili, Beyşehir Gölü, geçmişte
yapılan sürekli su kalitesi gözlemleriyle oligotrofik yapıda, oldukça temiz, içmesuyu
ve su ürünleri amaçlı kullanıma uygun bir özellik göstermektedir.
Göl suyunun kimyasal kompozisyonu zaman içinde buharlaşma ya da yağışa
bağlı olarak zenginleşme ya da seyrelmeye uğramakta olup, yılın her döneminde
genel olarak yüksek kaliteye sahiptir. Göl suyunda analizi yapılan parametreler
36
açısından çok belirgin bir kirlenme gözlenmemektedir. Bununla birlikte aşırı alg
üremesi gibi kirlenme izleri özellikle tarımsal drenaj dönüş ve diğer atıksuları içeren
akarsu ağzı yakınlarında gözlenmektedir. Bu bakımdan en dikkat çekici alan gölün
Şarkikaraağaç ovasına yakın olan Homat Burnu dolayındaki kesimidir.
2.1.7 Toprak Kabiliyeti
Alanda, alüvyal, kırmızı kestanerengi topraklar, kırmızı kahverengi akdeniz
toprağı, kırmızı kahverengi topraklar, kolüvyal topraklar olmak üzere 5 ana toprak
grubu bulunmaktadır. Arazi tipleri olarak da kıyı kumulu ve sazlık-bataklık yer
almaktadır.
2.1.8 Ekolojik Yapı
Alanı iklimsel olarak değerlendirdiğimizde, Akdeniz iklimi ile İç Anadolunun
kurak ikliminin kesiştiği bölgede yer almasından dolayı, Milli Park alanının iklimsel
özelliği kendine has bir durum arz etmektedir. Vejetasyon haritasına da bakıldığında
iğne yapraklı, yaprak dökenlerden otsu bitkilere doğru bir geçiş gözlenmektedir. İki
iklim kuşağı arasında kalan bu bölge biyolojik çeşitlilik açısından zenginlik
göstermektedir.
Milli Park alanı karasal ve sucul olmak üzere iki ana ekosisteme sahiptir.
Ekolojik yapı, karasal ve sucul ekosistem başlıkları altında ve bu ekosistemler
içerisinde tespit edilen alt ekosistemlere göre aktarılmıştır:
A- Karasak Ekosistem:

Ormanlık Alanlar
37

Makilik Alanlar

Kültür Alanları
B- Sucul Ekosistem:

Akarsular

Göl

Sazlık ve Bataklık Alanlar
2.1.9 Biyolojik Yapı
Flora: Milli Park alanının floristik yapısı, içinde yer aldığı Beyşehir Gölü
yüzey su toplama havzası bazında yapılan çalışmaya göre değerlendirilmiştir. Alanda
102 familya’ya ait 491 cins, 1353 tür, 179 alttür ve 55 varyete tespit edilmiştir.
Beyşehir Milli Parkı sınırları içinde 85 familya’ya ait 305 cins, 545 tür, 140 alttür ve
55 varyete tespit edilmiştir.
Vejetasyon: Yapılan arazi çalışmaları sonucunda, Milli Park alanında maki,
orman, step ve göl vejetasyonu olmak üzere dört tip vejetasyon tespit edilmiştir.
Faunası: Omurgasız faunası (planktonlar, böcekler), omurgalı faunası
(balıklar, kuşlar), iki yaşamlı sürüngen ve memeliler (amphibia, kaplumbağalar,
yılanlar, kertenkeleler, böcekçiller, yarasalar, tavşanlar, kemiriciler, yırtıcılar,
toynaklılar) olmak üzere 3 ana grupta incelenebilir.
38
2.1.10 Demografik ve Sosyo-Ekonomik Yapı
Konya il sınırı ile Beyşehir ve Hüyük ilçe sınırları içinde kalan Milli Park
alanında ikisi Hüyük ilçesine, beşi Beyşehir ilçesine bağlı olmak üzere 9 yerleşim
birimi yer almaktadır. Ayrıca yine Beyşehir ilçesinin beldesi olan Yeşildağ’a bağlı
iki mahalle bulunmaktadır.
Tablo 2.1. Beyşehir Gölü Milli Parkı İdari Birimler.31
YERLEŞİMLER
BEYŞEHİR İLÇESİ
Akburun
Çiftlikköy
Gölkaşı (Kıstıfan)
Gölyaka (Hoyran) (B)
Karadiken
Kurucaova (B)
Kuşluca (Hordu)
HÜYÜK İLÇESİ
Budak
Tolca
Statüsü
İlçe Merkezi
Muhtarlık
Muhtarlık
Muhtarlık
Belediye
Muhtarlık
Belediye
Muhtarlık
İlçe Merkezi
Muhtarlık
Muhtarlık
Milli Park alanında yer alan yerleşimlerin ekonomisi de genelde tarımsal
üretime dayalıdır. Ana geçim kaynağı, tarım, hayvancılık ve balıkçılıktır. Tarım,
hayvancılık ve balıkçılık genelde birlikte yürütülen ekonomik faaliyetlerdir. Havza
genelinde de tarımsal faaliyetlerin yanı sıra balıkçılık faaliyetleri genelde göl
kıyısında veya yakın olarak konumlanmış yerleşimlerde yoğunluk kazanırken,
gölden uzaklaştıkça balıkçılık faaliyetleri giderek yok olmakta, yerini hayvancılığa
bırakmaktadır. Kentsel yerleşimlerde tarımsal aktivitenin yanı sıra hizmet sektörü
(ticaret, kişisel hizmetler ve idari hizmetler vb.) ile ekonomik faaliyetler
çeşitlenmektedir. Havzada, tarımsal faaliyetler dışında yürütülen diğer ekonomik
faaliyetler ise, işçi, icar, memur ve halıcılıktır.
31
T.C. Konya Valiliği İl Çevre Müdürlüğü, “Beyşehir Gölü Sulakalanı Yüzey Su Toplama Havzası
Yönetim Planı Raporu”, Tüstaş Sınai A.Ş. Genel Müdürlüğü, 2007,
39
2.2 Kızıldağ Milli Parkı
Kızıldağ Milli Parkı, 09.05.1969 tarihinde, 2316 hektar olarak Milli Park ilan
edilmiştir. 11.01.1993 tarihinde alanı genişleterek 59400 hektar ve yine aynı isimle
Milli Park olarak ayrılmıştır.32 Kızıldağ Milli Parkı içinde bulundurduğu doğal ve
kültürel kaynakları sebebiyle bölgesel ve ülkesel ölçekte önemli bir konumda
bulunmaktadır.
Kızıldağ Milli Parkı’nın ana kaynak değerlerini oluşturan doğal ve kültürel
potansiyellerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:33

Kalker ve karstik yer şekillerden oluşan jeolojik yapısı,

Göle bakan yamaçlardaki karaçam, ardıç ormanları, iç bölgelerde kalan karaçam,
sedir, toros göknarı, titrek kavak, ardıç, meşelerden oluşan saf veya karışık
ormanlar, dereboyu vejetasyonları,

Orta ve Batı Toroslar’ın 2987 m. yükseklikle zirvesini oluşturan Dedegöl Dağı,
bu dağın yamaçlarında 10 ay eksik olmayan kar örtüsü,

Dedegöl Dağı’nın kuzeydoğusunda bulunan, 20 km. den fazla uzunluğu olduğu
tahmin edilen Pınargözü Mağarası ve buradan çıkan Çay Deresi,

Sindel, Küre, Karamık, Körkuyu, İncebel, Malanda yaylaları

Yaylalarda yılın belli dönemlerinde konaklayan Honamlı Yörükleri,

Ulaşım kolaylığı (Isparta 121 km, Konya 156 km, Eğirdir 91 km),

Dağcılık faaliyetleri için 1840m yükseklikteki Büyüksivri Tepe,

Günübirlik rekreasyonel kullanıma uygun Beyşehir Gölü kıyı şeridi,

Yoğunlukla sedir ağacından oluşan bitki örtüsü.
32
93/4020 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, T.C. Resmi Gazete, Sayı: 21502, 20/02/1993.
Kızıldağ Milli Parkı’na ait bilgiler Süleyman Demirel Üniversitesi Orman Fakültesi’nin hazırlamış
olduğu Kızıldağ Milli Parkı Analitik Etüt çalışmaları verileri ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Doğa
Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü Arşivi’nden derlenen bilgiler doğrultusunda
hazırlanmıştır.
33
40
2.2.1 Coğrafi Konum
Kızıldağ Milli Parkı Batı Akdeniz Bölgesi’nde Isparta İli sınırları içerisinde
kalmaktadır. Beyşehir Gölü’nü kuzey ve batısından çevreleyen Kızıldağ Milli Parkı
coğrafi konum olarak 370 38I 32II - 380 03I 21II kuzey enlemleri ve 310 14I 59II - 310
29I 58II doğu boylamları arasında yer almaktadır.
Kuzeyde Şarkikaraağaç İlçesi merkezi, Beyköy, Şarkikaraağaç-Beyşehir
asfaltı; doğuda Beyşehir Gölü; güneyde Beyşehir ilçesi Kurucuova Beldesi
sınırından, Geriş sırtı, Gavur Tepe, Tozan Tepe, Kuzgun Tepe, Yeropkunu Sırtı,
Karakaya Tepe, Dedegöl (Dedegöl) Tepe; batıda, Üzümkarı Sırtı, Melikler Yayla,
orman yolunu takiben Dörtkardeşler Tepe, Mehmetkırı Tepe, Hacıbey Yayla,
Alınoluk Tepe, Höyük Tepe, 2334 rakımlı Kızıldağ Tepe, Bozyamaç Tepe, Tuzlabeli
Tepe, Çiçeklidağ Tepe, Çiçek Tepe, Yoncalı Tepe, Büyükkaş Tepe, Kızıltepenin
batısındaki boyundan Belceğiz köyünün doğusundan yola inen, Belceğiz-Yeniköy
yolu, Yeniköy dışarıda kalacak biçimde 1531 rakımlı tepe, tekrar Yeniköy-Çeltek
yoluna inip, kuzeye doğru bu yolu takip edip, Fakılar köyü dışarıda kalacak biçimde
çevrelenmiştir.
Milli park, kuzeyinden geçen Isparta-Konya karayolu ile ülke ulaşım ağına
bağlanmaktadır. Kızıldağ Milli Parkı ulaşılabilir bir konumdadır. Konya-Isparta
karayolu Milli Parkın kuzeyinden geçer. Demiryolu batıda Eğirdir ve kuzeyde
Akşehir’e kadar gelmektedir. Isparta hava alanının Şarkikaraağaç’a uzaklığı yaklaşık
145 kilometredir.
41
Şekil 2.1. Kızıldağ Milli Parkının Bölge Ulaşım Ağındaki Yeri.
(Kaynak: Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü)
2.2.2 İklim Verileri
Uzun yıllar ortalama aylık verilere göre bölgede yağışların %29’u (185.3
mm) ilkbahar, %7’si (42.8 mm) yaz, %21’i (133.2 mm) sonbahar ve %43’ü de
(270.3 mm) kış mevsiminde gerçekleşmektedir.
Uzun yıllar aylık ortalama sıcaklıklara göre bölgede en soğuk ay Şubat
(ortalama: 0.7 C, en az: -7.2 C), en sıcak ay ise Temmuz’dur (ortalama: 22.2 C, en
çok: 24.6 C). Bu veriler ışığı altında Milli Park alanının nemli ya da yarı nemli bir
iklim kategorisinde yer aldığı söylenebilir.
42
2.2.3 Jeolojik Yapı
Havza alanı yüzyıllar boyunca geçirdiği morfolojik evrim sonucunda sayısız
doğal özelliklere sahip olmuştur. Eş zamanlı tektonik ve volkanik olaylar sonucunda,
gölün oluştuğu vadinin önünün tıkanması ile Beyşehir Gölü meydana gelmiştir.
Farklı yükseltiler nedeniyle her yönde değişebilen görüntülere sahip alanda
Beyşehir Gölü Ana öğedir. Beyşehir Gölü’nün bu özelliğini, göle tezat teşkil eden
Anamas Dağı yükseltisi tamamlamaktadır. Beyşehir Gölü, girintili çıkıntılı
kıyılarında oluşan küçük koylar, kumsallar, sazlık alanlar ve kimi zaman dik inen
yükseltiler ile çok çeşitli özelliklere sahip küçük bir denizi andırmaktadır.
Gölde hemen hemen hepsi ayrı doğal ve arkeolojik değerlere sahip olan irili
ufaklı adalar bulunmaktadır. Bu adaların korunması gerekmektedir.
Stratigrafi: Milli Park alanında bulunan yaşlıdan genç birimlere göre
sıralanmış formasyonlar;
 Çaltepe Formasyonu (Alt - Orta Kambriyen)
 Sultandede Formasyonu (Kambriyen-Üst Devoniyen)
 Fele Formasyonu (Triyas)
 Feletepe Formasyonu (Lias-Dogger)
 Anamasdağ Formasyonu (Jura-Eosen)
 Gölgeli Formasyonu (Paleosen-Eosen)
 Deliklitaş Kireçtaşı (Triyas)
 Kızıldağ Ofiyolit Karmaşığı (Alt-Üst Lütesiyen-Miyosen)
 Bağkonak Formasyonu (Miyosen-Pliyosen)
 Yamaç molozu-taraça-birikinti konileri ve alüvyon (Kuvaterner)
olarak sıralanmaktadır.
43
Depremsellik: Çalışma alanının; Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından
1996 yılında hazırlanan Türkiye Deprem Bölgeleri Haritasına göre, kuzey kısımları
birinci derece güney kısımları ise ikinci derece deprem bölgesinde yer almaktadır.
İnceleme alanı ve çevresinde tarihsel dönemlerde birçok deprem olmuştur.
Jeomorfoloji: Milli Park sahası, Akdeniz Bölgesi'nin Batı Toros dağları
bölümünde ve bu bölümün Göller Yöresi'nde bulunmaktadır. Beyşehir Gölü (1121.5
m) yörenin önemli depresyon alanını oluşturur. Beyşehir ve Suğla göllerinin içinde
yer aldığı Beyşehir Gölü havzasının bir kısmı Kızıldağ Milli Parkı içinde yer
almaktadır.
Toroslar’ın batı bölümünü meydana getiren dağ sıralarının uzantıları, aynı
zamanda ana tektonik hatlar doğrultusuna uymaktadır. Kabaca birbirlerine paralel
olan bu doğrultular, güneydoğu-kuzeybatı ve kuzey-güney yönündedir. Havzanın
karakterini belirleyen bu dağ silsilesinin morfolojik karakterini belirlemek için dağlık
kesim, Anamas Dağları Bölümü ve Depresyon Bölümü ise Beyşehir Çanağı ve Gölü
olarak 4 bölümde toplanabilir
2.2.4 Ekolojik Yapı
Milli Park alanı karasal ve sucul olmak üzere iki ana ekosisteme sahiptir.
Ekolojik yapı, karasal ve sucul ekosistem başlıkları altında ve bu ekosistemler
içerisinde tespit edilen alt ekosistemlere göre aktarılmıştır:
A- Karasal Ekosistem:

Orman Ekosistemi

Çayır Ekosistemi

Çalı Ekosistemi

Kayalık Ekosistemi
44

Mağara ve Yeraltı Ekosistemi

İnsan Eli ile Oluşturulan Ekosistem
B- Sucul Ekosistem:

Daima Akan Dere ve Nehir Ekosistemi

Mevsimsel Akan Dere ve Nehir Ekosistemi

Tatlısu, Göl Ekosistemi

Sazlık ve Bataklık Ekosistemi

Tatlısu Kaynağı Ekosistemi
2.2.5 Biyolojik Yapı
Flora: Isparta ili sınırları içerisinde kalan Kızıldağ Milli Parkı’ndan 2005
yılında yapılan arazi çalışmalarının değerlendirilmesi ve değişik araştırıcılar
tarafından gerek park sınırlarından gerekse parka yakın alanlarda yapılan floristik
çalışmalardan faydalanılarak floristik liste oluşturulmuştur. Arazi çalışmaları
sonucunda toplanan bitkiler, Hacettepe Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü,
Botanik Ana bilim Dalı bünyesinde bulunan Hasan Peşmen Herbaryumunda (HUB)
koruma altına alınmıştır. Bu çalışmada, 100 familyaya ait 444 cins, 1124 tür, 101
alttür ve 28 varyete tespit edilmiştir.
2.2.6 Demografik ve Sosyo-Ekonomik Yapı
Kızıldağ Milli Parkı Isparta İl sınırları içinde kalmaktadır. Milli Park
sınırlarına giren yerleşmeler:

Yenişarbademli İlçesi
45

Karakaya Köyü

Gedikli Köyü

Kumluca Mahallesi (Gedikli Köyü)

Yenice Mahallesi (Yenişarbademli)

Pınarbaşı Mahallesi (Yenişarbademli)

Sarıkabalı Köyü
Kızıldağ
Milli
Parkı
alanının
sosyo-ekonomik
yapısının,
alanının
Şarkikaraağaç ve Yenişarbademli Belediyelerinin sosyo-ekonomik yapısı ile ilişkili
olduğu gözlenmektedir. Her iki ilçenin de 3.gelişmişlik grubunda yer aldığı, bu
gruptaki yerleşmelerin ise tarım ve hayvancılık ağırlıklı bir ekonomik yapı
sergilediği anlaşılmıştır. Havzadaki köylerin başlıca geçim kaynağı, tarım ve
hayvancılıktır. Göle kıyısı bulunan, Gedikli, Gölkonak, Karayaka, Yenişarbademli
yerleşmelerinde balıkçılık da yapılmaktadır.
2.2.7 Rekreasyonel Kaynak Değerleri
Milli Park alanı Beyşehir Gölü Milli Parkı ile iç içe olması ve zengin
topografik yapıya sahip olması nedeniyle planlı-düzenli olmamakla birlikte çeşitli
rekreasyonel faaliyetlere hizmet etmektedir. Bunun yanı sıra tüm yıl boyunca
gerçekleştirilebilecek etkinlikler için de farklı olanaklar sunmaktadır.
Melikler Yaylası, Karaçam ormanlarıyla çevrelenmiş ve sırtını Dedegöl
dağına dayamıştır. Dedegöl Dağı aynı zamanda çevredeki su kaynakları açısından da
zengindir. Her yıl Mayıs ayının sonunda bölge, dağcılık kulüplerinin organizasyonu
çerçevesinde, dağcılar bu yaylada çadır kurarlar ve dağa tırmanırlar. Dedegöl
dağındaki yüksek kayalar yırtıcı kuşlar için önemli bir üreme ve beslenme alanıdır.
Farklı ağaç türü, strüktür ve flora kompozisyonuna sahip meşcerelerden oluşan farklı
tipteki orman alanlarında çeşitli kuş ve memelilerin barınmasına uygun habitatlar
46
ortaya çıkmaktadır. Böylece habitat mozaikleri kısa mesafede değişen tür
çeşitliliğine yol açmaktadır. Göl kıyılarının bir bölümünün sığ ve bitkilerle kaplı
olması içinde irili ufaklı adalar su kuşlarının yuvalanmaları ve kuluçkaya yatmaları
için büyük önem taşır. Bunun yanında tarım alanları ve ormanlık alanların farklı kuş
türlerinin isteklerine cevap verebilmesi kuş faunasının artmasını sağlamaktadır.
Yenişarbademli yöresi flora ve vejetasyon açısından oldukça zengindir ve bu
zenginliğe paralel olarak, çok sayıda odun dışı orman ürünleri veren odunsu ve otsu
bitkiler bulunmaktadır. Pınargözü Mağarası’na, Isparta’dan 100 km’lik Eğridir-Aksu
yolu üzerinden bir buçuk saatte ulaşılır. Mağaradan çıkan su, oluşturduğu küçük
çağlayanlarla eşsiz manzaralar sunar. Etraftaki abidevi karaçamlar bu mekânı daha
da güzelleştirmektedir. Buradaki kullanımların da plansız olduğu gözlenmiştir.
Ayrıca yapılan görüşmelerde buradaki atık kaldırma çalışmasının da yetkililer
arasında soruna yol açtığı bilgisine ulaşılmıştır. Burası aynı zamanda su kaynağı
açısından Dedegöl Dağı’na tırmanan dağcılar içinde önemli bir noktadır. Kızıldağ
Milli Parkı’nın en önemli özelliği olan doğal peyzajın rekrerasyonel açıdan
değerlendirilebilmesi için koruma esaslı plan kararları üretilmelidir.
Milli Park’ın girişinde 1200-1300 metrelik mevkide oksijen açısından
oldukça zengin Cedrus libani ormanları bulunmaktadır. Bu ormanların altında 50
çadır kapasiteli özel işletilen bir çadır kamp alanı, 5 adet bungalov ve 20 adet
prefabrik bina bulunmaktadır. Bu alan özellikle sağlık turizmine hizmet vermektedir.
Milli Park’taki kullanım sıklığı genel olarak bu alanda ve Pınargözü Kaynağı’ndaki
piknik alanındadır. Yaylalardaki kullanım sıklığı sadece yaylacılardan ibarettir..
Çadır sayısı ise değişken olmakla beraber alanda en az 20-30 çadır turizm döneminde
mevcut olmaktadır. Bu alanda önemli bir atık sorunu olduğu ve yapıların çevreye
uyumsuz olduğu gözlenmiştir.
Milli Park giriş kapısı çevresinde kullanımlar yoğunlaşmaktadır. Mevcut
tesisler ise genelde bu alanda bulunmaktadır. Milli Park çoğunlukla sağlık turizmine
hizmet vermektedir. Mevcut kullanılan yürüyüş parkuru güzergahı dışında Milli Park
orman alanı içinde yaya dolaşımı açısından zorluk olduğu gözlenmiştir. Bunun en
47
önemli nedeni de Park’ın değişken ve yüksek arazi yapısıdır. Yürüyüş parkurunda
genellikle bilgilendirme tabelaları bulunmamaktadır.
2.2.8 Yasal Düzenlemeler
Farklı kurum ve kuruluşların yetki alanlarının çakışması, farklı yasa ve
yönetmelikleri geçerli kılmaktadır. Bu durumda Milli Park alanının tamamını
kapsayacak şekilde yapılacak planın birden fazla yasa ve yönetmeliğe uygunluğu söz
konusu olacaktır.
İlgili yasa hükümlerinin ortak noktası kirlenmeye, bozulmaya karşı gerekli
önlemlerin alınması, kullanım yöntemi ve şartlarının saptanması ve cezai
yaptırımlarına ilişkin hükümlerin belirlenmesidir.
Milli Parklar Kanunu’nu diğer yasalardan ayıran temel özellik, milli parkın
kaynak değerlerinin korunmasına öncelik veren mekânsal kullanım kararlarının
getirilmesidir. Mekânsal kullanım kararlarının oluşturulmasında da Su Kirliliği
Kontrolü Yönetmeliği bağlayıcıdır.
Sonuç olarak her türlü kararın alınmasında ve uygulanmasında ki temel
problem; ülkemizde birçok konuya ilişkin mevzuatın, aynı konuda farklı kuruluşlara
bazen çakışan ve çelişen yetkiler veren çok sayıdaki yasa, yönetmelik ve tüzüğe
bölünmüş olmasıdır. Dolayısıyla yetki karmaşası yaşanmakta ve uygulayıcılar bu
sayede, zaman zaman işleri sürüncemede bırakmaktadırlar.
48
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
BEYŞEHİR’İN TARİHİ
3. BEYŞEHİR GÖLÜ VE CİVARININ TARİHİ
Tez çalışmasının önceki bölümlerinde kısaca aktarılan, Milli Park alanında ve
içinde yer aldığı havzada, insan yerleşimleri tarih öncesi devirlere kadar geriye
gitmektedir. Neolitik dönemden itibaren bölgenin yerleşim gördüğü tespit edilen
höyüklerden anlaşılmaktadır. Milli Park alanının dışında, doğusunda kalan insanlığın
kültürel evriminde yiyecek üreticiliğine geçiş gibi önemli bir dönüm noktası ile
karakterize edilen Neolitik döneme ait Erbaba Höyüğü günümüzden yaklaşık 7500
yıl öncesine aittir.
Milli Park alanlarının yer aldığı Beyşehir Gölü yüzey su toplama havzası,
sahip olduğu doğal özellikleri nedeniyle, çok eski dönemlerden itibaren çeşitli
uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. Antik yol güzergâhlarının havza alanı içinden
geçmesi de, havzanın eski dönemlerdeki önemini ortaya koymaktadır.
Hitit imparatorluk çağının sonlarından itibaren bölgedeki yerleşmelerin,
güvenlik kaygısıyla ovalardan ziyade, dağlık bölgelere ve geçitlere kaydığı
görülmektedir. M.Ö. II. Binde Kiçi Muhsine’den Beyşehir’e giden yol, Kızılören
Höyüğü ile ayrılmış olmalıydı. Böylece Kızılören Höyüğü ve Balkayalar Kalesi ile
Beyşehir’e ulaşan yol, Eflatunpınar ile Isparta yönüne, Fasıllar Köyü yolu ile de
Antalya’ya ulaşmış olmalıydı. Çünkü Roma Döneminde Mistia şehri ile birleştirilen
Fasıllar Köyü’nün bulunduğu alanın kuzeydoğusu Konya, batısı Beyşehir, güneyi
Antalya’ya açılan önemli bir yol kavşağı idi. Ancak Eflatunpınar Hitit anıtının batı
kesiminin hemen gerisinde Beyşehir Gölü ve Toros Dağları’nın uzantısı sarp ve
49
geçilmez Dedegöl (Anamas) Dağı başlamaktaydı. Dolayısıyla bu kesimden güneye
(Antalya) inmek, Dedegöl (Anamas) Dağı yüzünden zordu. Ancak Isparta yönünden
geçmek daha kolay olmalıydı.
Ayrıca Beyşehir Gölü’nün güneybatı noktasında ovalık alandan hemen sonra
başlayan dağlık kesime uzanan yolları M.Ö. VIII yüzyılda İbrim, M.Ö. IV. yüzyılda
da Bayındır Dikmen Kalelerinin kontrol ettiği anlaşılmaktadır.34
İlk çağda, Ege Bölgesi’ni Suriye'ye bağlayan, İzmir'den başlayan antik yol,
Konya'dan gelen ve Yalvaç'tan gelen antik yol, Kıreli yakınlarında birleşerek, bugün
olduğu gibi, gölün doğu kıyısı boyunca devam ederek Beyşehir'e ulaşan yolun bir
kolu, Suğla Gölü'nden geçerek Karaman yakınından Akdeniz'e, diğer kolu da bugün
olduğu gibi Akseki üzerinden Side'ye ulaşmaktadır.
Beyşehir Gölü ve yakın çevresi, antik dönemde Pisidya olarak tanımlanan
bölge
içinde
yer
almıştır.
Protogeometrik
Dönem’den
itibaren
Roma
İmparatorluğu’nun ikiye ayrıldığı M.S. 395 yılına kadar geçen zaman diliminde
Anadolu’nun diğer bölgeleri gibi Pisidia Bölgesi de Yunan ve Roma yerleşmelerini
içinde barındırmıştır. Pisidia Bölgesi Roma Dönemi boyunca farklı eyaletlere ve
farklı coğrafyalara dahil edilmiştir. “Pisidia” adı, ancak Diocletianus döneminde
başlı başına bir eyaletle ilişkili olarak karşımıza çıkmaktadır. Strabon’un
Geographika adlı eserinde söz ettiği etnik ve linguistik dağılıma göre Pisidia Bölgesi
kuzey ve kuzeybatıda Phyrigia, doğuda Lycaonia, batıda Milyas ve Kabalis, güneyde
Pamphylia, güneydoğuda İsauria ve Kilikia bölgeleri ile sınırlanmaktaydı. Ancak
Diocletianus döneminde kurulan Pisidia eyaleti Lykaonia bölgesini de kapsamıştı.35
34
G. Karauğuz, H.İ. Kunt, Eskiçağ Kaleleri-Orta Anadolu’nun Güney Kesimi-, Konya: Çizgi
Kitabevi Yayınları, 2004, s.2-3.
35
Bilge Hürmüzlü, “Pisidia’da Gömü Gelenekleri Işığı Altında Kültürlerarası İlişkiler”, SDÜ Fen
Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, S.15, Mayıs 2007, s.1-22.
50
Antik dönemde gemi yapımında kullanılan sedir ağacı36 Pisidia için özellikle
önemliydi. Bölge coğrafyasının bağcılık ve zeytincilik için de elverişli olduğu antik
kaynaklardan bilinmektedir. Pisidialıların kendine özgü bir dilleri ve Yunan
alfabesine yakın bir alfabeleri vardı.
Sırasıyla Frig ( M.Ö. 9. yy sonları), Lydia (M.Ö. 6. yy) ve (M.Ö. 546) Pers
egemenliğine girmiş, Frig krallığı döneminde başlayan görece karanlık dönem Pers
egemenliğinin ortalarına dek sürmüştür. Pisidialıların adını ilk kez Ksenophon
Kyros’un kendisine karşı geldikleri için ceza seferi düzenlemesi sebebiyle
anmaktadır.
Yörenin coğrafi dokusu üzerinde de geçmiş kültür ve uygarlıkların belirli
izler bıraktıkları görülmektedir. Friglerin Anadolu tarihinde esas olarak dinsel
yönden çok önemli bir role sahip oldukları söylenebilir. Neolitik dönemden
başlayarak Anadolu'da varlığı tespit edilen ana tanrıça tapınımını, Kybele adı altında
en belirgin ve olgun hale getirerek doruğa çıkartan Frigler, hem kendi çağdaşlarına
hem de daha sonraki Hellenistik Çağ ve Roma dönemi insanlarına ve de
Hıristiyanlığa bu inanç geleneğini aktarmışlardır. Gerçekten Friglerin bölgedeki
varlıklarını kanıtlayan, sağında ve solunda birer aslan bulunan ve altında doğurganlık
sembolü olan tavşanların bulunduğu bir iskemle üzerinde oturarak tasvir edilen
Kybele (Sibel) heykelleri bölgedeki harabelerde ortaya çıkarılmıştır. Beyşehir
çevresinde rastlanılan pek çok aslan heykelinin Friglere veya onların bu inanç
motiflerini kendi inanç sistemleriyle bağdaştıran Greklere ve Romalılara ait olduğu
belirtilmektedir.
Lidyalıların ise yörede çok fazla iz bırakmadıkları anlaşılmaktadır.
Belirlenebilen tek Lidya kalıntısı bir küp mezardır. Bazı araştırıcılar yörede bu
uygarlıktan kalma herhangi bir tarihsel eser ya da abideye rastlanmadığını belirterek,
bunu Lidya devletinin savaşçı bir kavim olması, dolayısıyla mimari alanında çok
fazla gelişmemiş oluşu ile açıklamaktadırlar.
36
Sedir ağacı ormanları bugün de oldukça önemlidir. Kızıldağ Milli Parkı ilanında önemli bir etken
olmuşlardır.
51
Pisidia bölgesi, M.Ö. 188’de Apemeia barışı ile Pergamon Krallığına, daha
sonra da Roma’ya bağlanır. Sula döneminde, M.Ö. 78-74 yılları arasında Publius
Servilius Vatia eyaletin valisi olmuş, bu dönemde Pisidia’da Orondialılar’ın
(Beyşehir çevresinde yaşayan dağ kavimleri ) toprakları zapt edilmiş ve geçici huzur
sağlamıştır.
Bölgeyi Romalılaştırmak için çeşitli koloniler kurulmuştur. Bunlar eskiden
beri askeri merkez olan Pisidia Antiokheiası’ndan dört bir yöne yayılan Via Sebaste
yol şebekesi ile birbirine bağlanmıştır.
Agustus’un belirlediği Romalılaştırma siyaseti sonraki dönemlerde de devam
etmiştir. Tiberius döneminde ( MS 14-37) Via Sebaste (Psidia’da tespit edilen mil
taşlarının büyük kısmı ve beş köprü kalıntısı bu yol üzerindedir) üzerinde Pappa
Tiberiopolis (Yunuslar Köyü); Claudius döneminde ( M.S. 41-54) Claudeikonion
(Konya), Misthia (Beyşehir) ve Laodikeia Katakekaumene (Ladik) kolonileri
kurulmuştur. 37
Bugünkü Afyon, Isparta, Burdur ve Konya illerinin kısmen içinde bulunduğu
Pisidia bölgesinde (Roma dönemi Pisidia eyaleti kapsamında), gezginlerin kayıtları,
kazı çalışmaları ve yüzey araştırmaları ışığında, çeşitli dönemlerde kurulmuş irili
ufaklı pek çok yerleşim yeri saptanmış olmasına rağmen bunların adları ve işlevleri
tam olarak belirlenememiş, adları antik kaynaklardan ve yazıtlardan bilinen bazı
yerleşim yerlerinin de tam konumlandırması araştırmaların yetersizliği nedeniyle
yapılamamıştır.
Bölgede Helenistik dönemin başlangıcıyla birlikte çeşitli kentler kurulmuş ve
İskender’in halefleri arasındaki mücadele zamanında bu kentler daha çok savunma
amaçlı bir yapılaşma ile yüksek yerlerde kurulma eğilimi göstermiş, ardından gelen
Pax Romana (Augustus ile başlayıp 300 yıl sürmüş) ile daha düzlük alanlara
37
Senem Özden, “Pisidia Bölgesi’nde Yunan ve Roma Dönemlerine Ait Kültür Varlıkları”, Türkiye
Arkeolojik Yerleşmeleri (TAY) Klasör 7 (Pisidia ve Karia Bölgeleri Yunan-Roma Dönemi),
İstanbul: Ege Yayınları, 2007, s. 8.
52
geçilmiş, savunma yapılarında kullanılan malzemeler yeni yapılarda tekrardan
kullanılmıştır. Bölgeyi ziyaret eden 2 imparator Traianus ve Hadrianus için anıtsal
yapılar ve tapınaklar inşa edilmiştir. Surlar önemini yitirdiğinden daha bütünleşik bir
yaşam başlamış ve köy hayatı yaygınlaşmıştır. Hıristiyanlık ile tapınakların bazıları
yıkılmış, bazilikalar kiliseye dönüştürülmüştür. M.S. 3. yüzyılın sonlarında Got ve
Sasani akınları, depremler ve veba bu devri sona erdirmiştir. Diocletianus ise onarım
çalışmaları yaptırmıştır.38 Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra
bölgedeki kentlerin sadece bazıları varlığını koruyabilmiştir.
Beyşehir civarında antik dönemden bilinen en eski yazıt Beyşehir-Seydişehir
arasındaki Amblada kenti yakınlarındaki Kızılcaköy’den bulunan II. Attalos (M.Ö.
159-138) devrine ait yazıttır. Bunun haricinde Papa Tiberiopolis (Yunuslar Köyü)’de
Tiberius (M.S. 14-37), Vespasian (M.S.69-79), Philip I (M.S. 244-249) ve
Akçalar’da da Gordian (M.S. 238-244) dönemlerine ait yazıtlara rastlanmıştır.39
Bölge antik devir heykeltıraşlık eserleri açısından incelendiğinde özellikle
mezar stelleri, ostotek gövdeleri ve lahitler üzerindeki kabartmalarda üzüm
yetiştiriciliği ve süvari betimlemelerinin oldukça sık tasvir edildiği dikkati çekmiştir.
Üzümün Dionysos kültüyle ilişkisi düşünüldüğünde yörede Roma devri sonuna kadar
Dinysos tapınımı olduğunu söylemek mümkündür. Süvari betimlemeleri ise bölgenin
doğusunda yaşadıklarına inanılan Homanadlar’la ilgili olabilir. Benzer süvari
betimlemeleri Geç Roma döneminde diğer bölgelerde de oldukça fazladır.
Rastlanılan açıkhava tapınakları ile yazıtlardan ilk dönemlerden itibaren ana tanrıça
kültünün bu bölgede de var olduğu anlaşılmaktadır.40
Anadolu'ya dalga dalga yayılan Türkmen toplulukları tarafından 12.
yüzyıldan itibaren mesken edinilmeye başlandığı kaynaklarda belirtilen Beyşehir
Gölü çevresi, bu yüzyılda bir müddet Doğu Roma ile Anadolu Selçuklu devleti
arasında nüfuz mücadelelerine sahne olmuştur. Ancak Miryokefalon Savaşı (1176)
38
Senem ÖZDEN, agm., s.11-12
www.mehmetbildirici.com/download/roma_yazit_2006.pdf Erişim Tarihi: 12.01.2012
40
Asuman Baldıran, Beyşehir ve Civarı Heykeltraşlık Eserleri, Konya: Çizgi Kitabevi Yayınları,
2009, s.55-57.
39
53
sonrasında Selçuklu hakimiyetinin büyük ölçüde tesis edildiği ve böylece Türk ve
Müslüman unsurun yörede belirginleştiği söylenebilir. 13. yüzyıldan itibaren bölge
tam manasıyla merkezleri Konya olan Anadolu Selçukluları'nın hükümdarlığı altına
girmiştir.
Gazneliler gibi, Orta Asya’da Aral Gölü’ne dökülen Amu Derya ve Sir Derya
ırmaklarının arasında, büyük ve o zamanlar bereketli bölgede, başlangıcı pek net
bilinmeyen Türk toplulukları olan Oğuzlardan türeyen bir guruptur Selçuklular. Bir
ara Gazneliler ile çatışmak zorunda kalmışlar ve M.S. 1040 yılında yapılan
Dandanakan savaşında onları yenmişlerdir. Bu onları, Türk-İslam dünyasının en
büyük gücü haline getirmiştir.41 Anadolu kapıları ise 1071 Malazgirt zaferiyle
Selçuklu imparatoru Alp Arslan’a açılmıştır.
Sultan Sancar’ın 1157’de ölümüyle, ağırlık merkezi İran olan Büyük Selçuklu
İmparatorluğu dağılmış, Anadolu’da oluşan yeni Selçuklu devleti ise 150 yıl daha
devam etmiştir. Anadolu Selçuklular’ı büyük hanedan ailesinden gelmekle birlikte,
fatih komutanlardan birinin kurduğu beylik olarak 1077’de tarih sahnesine çıkmıştır.
Merkezi İran’da bulunan Büyük Selçuklular’dan ayırmak amacıyla, Anadolu’nun o
zamanki adı olan “Roma ülkesi” ile ilişkili biçimde bunlara “Rum Selçukluları”
denilmiştir. Onların sisteminde sultan neredeyse, orası başkent idi. Bu bakımdan
Danişmendliler’den aldıkları Sivas ve Kayseri de, antik İconium’da yeniden imar
edip yarattıkları Konya da başkentleri olmuştur.42
Alaaddin Keykubad 1219 yılında, 28 yaşındayken tahta çıkmıştır. Çeşitli
kaynaklarda “Büyük Sultan” olarak nitelenen Alaaddin Keykubad 17 yıl süren
saltanatında, siyasal ve askeri başarıları yanında, Selçuklu Anadolu’sunu ekonomi ve
kültür alanında yücelten hizmetlerde bulunmuştur. Çok önem verdiği ekonomik
siyaset nedeniyle giriştiği seferler, ülkede ticaret yollarının güvenliğini sağlamış,
yaygın bir programla kurduğu kervansaraylarla bunu kalıcı hale getirmiş, gelişmeyi
hızlandırmıştır. Bilim, kültür ve sanat insanlarını hep destekleyip yüreklendirmiştir.
41
42
Rüçhan Arık, Kubad Abad, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2000, s.16.
Rüçhan Arık, age., s.17-18.
54
Moğol istilası yüzünden ülkeden kaçan Türkistan, İran ve daha birçok çevreden
bilginleri, sanatçıları da korumasına almıştır. Aydın ve uygar ortamın gelişmesine
katkıda bulunmuş, kentleri eğitim ve sağlık kurumlarıyla donatmış, etrafına sanat
değeri taşıyan surlar çevirtmiştir. Halife tarafından “Sultan-ül-azam” (büyük sultan)
unvanı ve İslam dünyasının en büyük hükümdarı olarak adlandırılmıştır. Altın,
gümüş ve değerli taşların ithalini gümrükten muaf tutmuş, ticaret ve tüccar eşyası
devlet sigortası altına almıştır. Yalnız birkaç merkezi değil ülkenin her yerini imar
etmek için gayret göstermiştir.43
Alaaddin Keykubad Kubad Abad Sarayı’nın tadını çıkarmaya ne kadar fırsat
buldu orası belli değildir. Buradaki yaşantısı edebiyata ve tarihin entrika sayfalarına
geçen sultan, onun başarısız oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev’dir. Gıyaseddin tahta
geçince,
Alaaddin’in
karizmatik
otoritesi
ve
dahiyane
politik
becerisiyle
Anadolu’nun dışında tuttuğu Moğol felaketini adeta ülkeye davet etmiş, 1243
tarihinde Sivas yakınlarında Kösedağ’da onlarla giriştiği savaşı kaybederek Selçuklu
birliğinin sonunu hazırlamış, ondan sonra vaktinin çoğunu Kubad Abad ve Alanya
saraylarında geçirmiş; Alanya sarayında belki de babası gibi zehirlendiği için aniden
ölmüştür.
Bu sırada Moğollar giderek Anadolu’ya egemen olmaya başlamış, yağma ve
tahribe ilaveten, siyasal ve toplumsal istikrarı yok etmişlerdir. 13. yüzyılın ikinci
yarısı trajik gelişmelere sahne olurken, bir yandan da Selçuklular’ın uç beyleri, yerel
güçler, bağımsız devletçikler gibi harekete girişmişlerdir. Gurgurum vilayeti diye
bilinen bölgede yaman bir Türkmen beyi olan Eşrefoğlu Süleyman Bey, 13. yüzyılın
sonlarına doğru hızla yerel bir kral konumuna tırmanmış, vilayetin merkezi de ona
bağlı olarak “Bey Şehri” olmuştur, yani bugünkü Beyşehir. Eşrefoğulları
Karamanlılar ve Antalya bölgesinde egemen olan Hamitoğulları, hem Selçuklular’a,
hem de Moğollar’a karşı çıkışlar yapmışlardır.
43
Rüçhan Arık, age., s.40-41.
55
Bu uygarlıkların hepsinin Kubad Abad’a yolu düşmüş, hem yapıcı hem de
yıkıcı etkileri olmuştur. Zamanla vilayet merkezi konumundaki Kubad Abad beldesi
gerilemiş, köyleşmiş, beylerin yerine eşkıyanın uğrak yeri olmuş, sonuçta da
unutulmuştur.
1243’te Moğol istilasına uğrayan yerleşim daha sonra Eşrefoğulları’nın
merkezi olmuştur. Bugünkü Beyşehir İlçesi ve yakın çevresi (yakın dönemde ilçe
olan Hüyük ve Derebucak dahil), 13. yüzyılın son çeyreğinde Eşrefoğulları
Beyliği'nin siyasal denetimi altına girmiş ve beyliğin başşehri yapılmıştır.
Eşrefoğulları Beyliği dönemi 1277-1326 yılları arasındadır. En parlak dönemini
yaşayan Beyşehir, beyliğin ikinci başkenti olmuştur. Kuruluşu ile ilgili kesin bilgi
yoktur. Yaklaşık 50 yıllık hakimiyet süresinde Anadolu'nun en parlak beyliklerinden
biri olmuştur. Eşrefoğlu Süleyman Bey, Viranşehir denilen bir beldenin etrafına
1387'de Gıyas-ed-din Mesut-II zamanında bir kale yaptırmıştır.
Beyşehir’in adını almasında Eşrefoğulları Beyliği'nin kurucusu Seyfeddin
Süleyman Bey'in payı vardır. O dönemde Süleymaniye ya da Süleymanşehir denen
beylik başkentinin adı, zamanla Beğşehri, Beyşehri ve Beyşehir adını almış ve bu
adla uzun Osmanlı dönemini de geçirerek günümüze kadar gelmiştir.44 Eşrefoğulları
Beyliği döneminde, Anadolu Selçuklu Mimarisi’nin en görkemli eseri olan Eşrefoğlu
Camii, Eşrefoğlu Seyfeddin Süleyman Bey tarafından yaptırılmıştır.
Bu döneme ait Beyşehir’de bulunan eserler ise; Eşrefoğlu Türbesi (1302
yılında Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından yaptırılan türbe, caminin kesik olan
kuzeydoğu köşesinde yer almaktadır. Türbenin kubbesi mozaik çini süslemesi ile çini
sanatının en görkemli örneklerinden biri sayılmaktadır), Dokumacılar Hanı (caminin
kuzeybatısında yer alan hanı 1297 yılından önce Eşrefoğlu Süleyman Bey'in
yaptırdığı anlaşılmaktadır, bu yapı sonradan kapalı çarşı olarak kullanılmıştır),45
Çifte Hamam (caminin kuzeybatısında yer alan yapının Eşrefoğlu Süleyman Bey
44
45
Bilal Eyüboğlu, Dünden Bugüne Beyşehir, 1979, s.28.
Bilal Eyüboğlu age., s.7.
56
tarafından 13.yy.'ın sonunda yaptırılmış olabileceği düşünülmektedir),46 Kale (687
yılında Eşrefoğlu Süleyman Bey'in buyruğuyla yaptırılmıştır),47 Demirli Mescit,
Bayındır Camii ve Bolvadin Çarşı Camii sayılabilir.
Bölgenin hakimiyeti, Eşrefoğlu Beyliği’nden Osmanlı Devleti’ne geçinceye
kadar olan dönemde ise, Haliloğlu İsmail Ağa tarafından 1369 yılında yaptırılan
Taşmedrese'nin sadece kapısı, duvarları ve türbesi kalmıştır.
Eşrefoğulları Beyliği’nin dağılmasından sonra uzun süre sahibini arayan bir
belde durumuna düşen Beyşehir, kısa bir dönem Hamitoğulları'nın denetiminde
kaldıktan sonra 100 yıla
yakın Karamanoğulları ile Osmanlıların nüfuz
mücadelelerine zemin olmuş ve her iki siyasal güç arasında el değiştirdiği istikrarsız
bir dönemden sonra 1466'da Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı denetimine
kalıcı olarak geçmiştir. Osmanlı döneminde, 1476'da Beyşehir, Karaman İli’nin
vilayeti konumundadır. Osmanlı döneminde başlangıçta vilayet merkezi olan
Beyşehir, daha sonra Karaman eyaletine bağlı yedi sancak merkezinden biri olarak,
Seydişehir ve Beyşehir merkezden oluşan iki kazası ve yedi nahiyesi olan bir idari
yapıya sahip olmuştur. 1872 yılında Beyşehir'de belediye kurulmuştur.
Osmanlı döneminde bir sancak olarak oldukça önemli bir yerleşim durumuna
gelmiş olan Beyşehir, Osmanlı medeniyetinin zihniyet dünyasını oldukça iyi yansıtan
görünümüyle tipik bir Osmanlı-İslam kenti olarak 20. yüzyıla ve Cumhuriyet
dönemine ulaşmıştır. Uzun Osmanlı döneminin Beyşehir'in toplumsal zihniyet
dünyasında iz bırakmıştır. Günümüzde beldenin kültürel, ekonomik ve idari bir
rekabet içinde olduğu Seydişehir, o dönemde Beyşehir'e bağlı, yani bir anlamda tâbi
durumdadır.
Osmanlı döneminde bazı türbe, vakıf ve camilerin yapıldığı, İçerişehir Kalesi
ile Bezistanı onarılmış olup, devlet tarafından yapılan tek eser sulama şebekesidir.
46
47
Bilal Eyüboğlu age., s.7.
Bilal Eyüboğlu age., s.8.
57
Sulama şebekesi, daha sonra Sadrazam olan Konya Valisi Avlonyalı Ferit Paşa
tarafından 1908-1914 yılları arasında Konya Ovası Sulama Şebekesi ile birlikte
yaptırılmıştır. Sulama şebekesi için yaptırılan, regülatör hem baraj, hem de köprü
görevi görmektedir.
Cumhuriyet döneminde idari olarak Konya ve Isparta Vilayetleri arasında
bölünmüş olan Beyşehir Gölü çevresi, bir yandan bu bölünmüşlükten kaynaklanan ve
hâlâ etkileri gözlenebilen idari-politik sorunların yanı sıra, modernleşme sürecinin
özellikle 1950'lerden günümüze doğru hızlanan bir tempoda seyretmesiyle belirlenen
sosyo-ekonomik ve kültürel değişme ve buna bağlı ortaya çıkan sorunlarla uğraşmak
zorunda kalmıştır.
3.1 Höyükler
Yörenin en erken dönemlerden itibaren yerleşim gördüğünün en büyük kanıtı
civarda çokça rastlanan höyüklerdir. Bunlardan en eskisi ve önemlisi olan Erbaba
Höyüğü, Neolitik devirde “karma besin ekonomisi” olarak tanımlanan, hem tahıl
ekiminin hem de hayvan evcilleştirilmesinin bir arada gerçekleştirildiği üretim
etkinliğinin en alt tabakalardan itibaren "gelişkin" düzeyde ortaya çıktığı tespit
edilmektedir.
Erbaba bu özelliğiyle kendi bölgesindeki Çatalhöyük, Hacılar,
Suberde ve Can Hasan gibi Neolitik yerleşimlerden ayırt edilmektedir. Bunun yanı
sıra Anadolu'da Diyarbakır çevresindeki Çayönü'den sonra taş mimarinin görüldüğü
ikinci Neolitik yerleşim olarak da Erbaba kaydedilmektedir. İnsanlığın kültürel
evriminde, yiyecek üreticiliğine geçiş gibi önemli bir dönüm noktası olarak
karakterize edilen Neolitik döneme ait Erbaba Höyüğü Milli Park alanının
doğusunda yer almaktadır. Erbaba bugün göl kenarında bulunan eski adı ile Kıstıfan
yeni adı ile Gölkaşı Köyü’ne oldukça yakın bir mesafede (2,5 km) bulunmaktadır.
Beyşehir Gölü çevresinde Neolitik dönemden izlere rastlanan, Milli park
alanının dışında kalan, ancak kazı çalışmalarına tâbi tutulmayıp yalnızca yüzey
58
araştırmalarıyla yetinilmiş iki buluntu yeri, Hüyük İlçesi’ne bağlı Çukurkent
yakınlarındaki Çukurkent Höyüğü ile Yeşildağ yerleşimi çevresindeki Yeşildağ
Höyüğü’dür.48 Neolitik dönemi takip eden Kalkolitik ve Tunç Çağları’na tarihlenen
yerleşim buluntularına da göl havzası içerisinde rastlanmaktadır. Yeşildağ (eski adı,
Kaşaklı veya Kaşıaklı) yerleşimi çevresinde yer alan Kaşaklı Höyüğü'nün, Neolitik'in
yanısıra Geç Kalkolitik döneme tarihlendiği belirtilmektedir. Erken Tunç Çağı'na
tarihlenen buluntu ve yerleşimler de Beyşehir-Suğla gölleri arasındaki yüzey
araştırmalarında ortaya çıkmıştır.
Araştırmacıların yaptıkları yüzey araştırmaları sonucunda, Beycesultan’ın
kültürel yayılımı çerçevesinde Beyşehir ve Konya Ovası’nda Orta Bronz Çağı
seramiklerinin yoğunluğu dikkat çekicidir. Ancak Geç Bronz Çağı’nda özellikle
Beyşehir Gölü ve çevresindeki kültürel yayılımı belirgin olmadığı söylenmesine
karşılık Bayat, Eflatunpınar ve Çavuş gibi pek çok höyüğe ait malzemeler Hitit
İmparatorluk Çağı’nı yansıtması açısından önemlidir. Beyşehir sınırları içerisinde
Sadıkhacı Beldesi’nin 2 km batısında Bayat Höyük malzemeleri Aşağı Pınarbaşı,
Beycesultan V. ve Seçme Höyük malzemeleri ile benzerlik gösterir.49
Öte yandan Kulu ve Şerefli Koçhisar civarındaki Koloni Çağı malzemeleri
Beyşehir ve Çumra Havzası’nda çok yoğun şekilde görülür.50
Yine Eski Hitit yerleşim merkezlerinin Kızılırmak kavsi içinde pek çok
höyükle temsil edildiği belirtilmiştir. Ayrıca bu kültür Kulu ve Beyşehir’deki
merkezlerde çok yoğun bir şekilde gözlemlenmiştir.51
Tablo 3.1’de görüldüğü gibi Beyşehir’e bağlı yerleşimlerde tespit edilen pek
çok höyük bulunmaktadır.
48
Bilal Eyüboğlu age., s.9-10.
G. Karauğuz, H.İ. Kunt, age., s. 28.
50
G. Karauğuz, H.İ. Kunt, age., . 4.
51
G. Karauğuz, H.İ. Kunt, age., s. 5.
49
59
Tablo 3.1. Beyşehir’de Tespit Edilmiş Höyükler ve Dönemleri.52
Adı
Asur Ticaret
Kolonileri Çağı
Eski Hitit Çağı
Hitit
İmparatorluk
Çağı
X
Demir Çağı
Tolca Höyük
X
X
Kıreli Höyük
X
X
Bayat Höyük
X
X
X
X
Eflatunpınar H.
X
X
X
Eflatunpınar Anıtı
X
Fasıllar
X
Hozat (Sürütme
Çiftliği)
X
Kesilmiş Höyük
X
X
Kaşaklı (Yeşildağ)
Höyük
X
Karahisar Höyük
X
X
Liz Höyük
X
X
Burun Höyük
X
X
Armutlu Höyük
X
X
Salur Höyük
X
X
Ördekci Höyük
X
X
Çavundur Höyük
X
X
Karaçayır Höyük
X
X
Beyşehir
(Yassıviran) H.
Çavuş Höyük
X
X
X
X
Görünmez Höyük
X
X
Höyük
52
X
X
G. Karauğuz, H.İ. Kunt, age., s. 37-47.
60
3.2 Eflatunpınar Hitit Anıtı
Beyşehir-Şarkikaraağaç yolunun 16. Km’sinden sonra yoldan 9 km içeride
kalır. Sadıkhacı Beldesine bağlıdır. Hitit Devleti (M.Ö.1450-1190) döneminde
yapılmış olan kutsal bir Hitit anıtıdır. Anıt biçimine bakılarak 4.Tudhaliye dönemine
tarihlenmektedir. Boğazköy Hitit kabartmalarıyla ilgisi olduğu düşünülen anıtın,
göğü taşıyan ve gökle yer arasında ilişki kuran tanrıları canlandırdığı ileri
sürülmektedir.53 Yüksekliği 7 m’yi bulmaktadır. Tek başına olmayıp, kendine
bağlantılı olarak önünde yer alan, düzgün kesme taşlardan yapılmış bir havuzla
bütünlük arz etmektedir. Güneye bakan yüzü 19 kabartma ile süslenmiş, bunların 5
adeti 1996-2000 yılları arasında Konya Müze Müdürlüğünce yürütülen kazı
çalışmaları sırasında en alt sırada ortaya çıkarılmıştır. Sakallı, elleri göğüslerinde
kavuşturulmuş, sivri külahlı, iri kulaklı, badem gözlü ayakta durur vaziyettedirler. İki
baştakinin dağ sırası gibi betimlenen eteği dağ tanrıları, resim 3.1’de de görüleceği
gibi, ortadakilerin eteklerinde yer alan delikler ise yeraltı suyu tanrıları olduklarını
düşündürmektedir. Havuzun kanalları dinsel törenler sırasında açılıp kapatılarak
ortadaki 3 tanrının eteklerinden ve havuz kenarındaki deliklerden fıskiye şeklinde su
akması sağlanıyordu. Bu oldukça etkileyici bir görüntü yaratıyor olmalıydı. Ayrıca
anıtla bağlantılı olarak, havuz kuzey duvarının, havuza bakan cephesinde, anıtın
sağında ve solunda ellerini göğsünde kavuşturmuş tahtta oturur durumda, yuvarlak
serpuşlu pınar tanrıçaları ortaya çıkarılmıştır. Tamamlanmamış halde bulunan bloklar
anıtın tamamlanmadığı izlenimini vermektedir. Bunlar yazılı kaynaklardan
bildiğimiz pınar tanrıçalarının ilk karşılaşılan heykeltıraşlık betimlemeleridir.
Havuzun arkasından devam eden kanallara ilişkin çalışmalar, yakında mülkü
bulunan şahsın kendine su temin etmek için yaptığı tahribatın anlaşılmasıyla
sonuçsuz kalmıştır.
53
İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleriyle Konya Tarihi, Konya 1964, s.140.
61
Eflatunpınar ve Fasıllar dışında Hitit kabartmalarında önden tasvire pek
rastlanmamaktadır. Bunun yerine insan ve hayvan kabartmaları genellikle profilden
tasvir edilmişlerdir.54 Bu nedenledir ki Fasıllar Hitit tanrı kabartması ile Eflatunpınar
anıtı Hitit dünyası ve sanatı açısından ünik örneklerdir.
M.Ö. 13. yüzyıla tarihlenen Eflatunpınar anıtının tepesinde James Mellaart’a
göre 50 km ötedeki Fasıllardaki heykellerin bulunması gerekiyordu. Mellaart
tarafından yapılan önerme resim 3.2’de görülmektedir.
Genellikle basit kutsal pınarlardan geriye iz kalmamıştır ama Eflatunpınar
gibi, akıp giden bir pınarı işaret eden bir kaya anıtı, sıradan açıkhava tapınaklarının
gelişmiş bir örneği olabilir.55 Bu ve diğer nedenlerle anıtın çevresinde ciddi ve acil
bir kamulaştırma çalışmasını takiben, kutsal kaynağı ve olması muhtemel kutsal yol
ile ruhban sınıfına ait yaşam mekanlarını bulmak üzere ciddi bir arkeolojik kazı
yapılmalı ve en kısa sürede bilgilendirme tabelaları, yön levhaları eklenerek
rehabilite edilecek yol ile Beyşehir ve oradan Fasıllar ile bütünlüğü sağlanmalıdır.
Eflatunpınar’ı bilim dünyasına ilk duyuran J. W. Hamilton olmakla beraber56,
bu tez çalışması sırasında, Amerikalı bir fotoğrafçı ve araştırmacı olan John Henry
Haynes’in, asıl amaçlarından birisi 1884 yılında ziyaret etmiş olduğu Eflatunpınar’a
yeniden ziyaret etmek ve fotoğraflamak olan Columbia Üniversitesi tarafından
desteklenen, 1887 tarihli
gezisiyle ilgili
detaylara
ve bugün
Ağa Han
Koleksiyonunda bulunan belki de anıtın en eski fotoğrafına ulaşılmıştır. (Bkz. resim
3.3) Haynes ölçümler yaptığı Eflatunpınar ile ilgili şu notu düşmüştür: “Fotoğraflar
çektim ve dev sütunu ölçtüm. Sütunun zirvesine kadar güvenli şekilde tırmanıp aşağı
inmek zor oldu benim için.”
54
Ekrem Akurgal, age., s.113.
J.G. Macqueen, Hititler ve Hitit Çağında Anadolu, Ankara: Arkadaş Yayınevi, 2001, s.125.
56
http://www.kulturvarliklari.gov.tr/belge/1-41259/konya-oren-yerleri.html
Erişim
Tarihi:
30.03.2012
55
62
Resim 3.1. Eflatunpınar Hitit Anıtı.57
Resim 3.2. James Mellaart tarafından yapılan önerme.58
57
58
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Eflatunpınar Hitit Anıtı Broşürü
Ekrem Akurgal, Anadolu Uygarlıkları, 5. B., İstanbul: Net Turistik Yayınları, 1995, s.114.
63
Resim 3.3. John Henry Haynes’in Eflatunpınar Fotoğrafı: A) Uzaktan.59
Resim 3.3. John Henry Haynes’in Eflatunpınar Fotoğrafı: B) Yakından.
59
Robert Ousterhout, “John Henry Haynes’in 1884-1887’de Anadolu Gezileri ve Fotoğrafları”, Çev.
Kemal Atakay, Osman Hamdi Bey ve Amerikalılar, Ed. Renata Holod, İstanbul: Pera Müzesi
Yayını 2011, s.56-57.
64
Anıtla ilgili olarak, Konya Müze Müdürlüğünce 1996-2000 yılları arasında
gerçekleştirilen kazı ve temizlik çalışmalarını mütakkip, Konya Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 15.10.2010 tarih ve 4098 sayılı kararı ile
Eflatunpınar Anıtı ve önündeki havuzun acilen korunmasına yönelik olarak projede
getirilen önerilerin onaylanarak uygulamanın ilgili Müze Müdürlüğü uzmanları
denetiminde çevre düzenlemesi yapılmasına karar verilmiştir. Eflatunpınar Anıtı
Proje kapsamında alanın I. Derece Arkeolojik Sit alanı olması sebebiyle yapısal yük
getirmeyen detaylarda yürüyüş yolları, ahşap köprüler, dinlenme ve seyir amaçlı
ahşap kütük banklar tasarlanmıştır. Söz konusu alana ait Koruma Amaçlı İmar Planı
hazırlanabilmesi için gerekli kamulaştırma çalışmalarının yapılmasının ardından,
çevre düzenleme projesinin revize edilmesinin gerektiği düşünülmektedir. Ancak anıt
çevresinde kamulaştırma yapılabilmesi için 2003 yılında makam onayı alınmasına
rağmen bütçe yetersizliği nedeniyle bugüne kadar gereken işlemler yapılamamıştır.
3.3 Başlıca Eskiçağ Kentleri
Beyşehir Gölü civarında kurulmuş olan antik yerleşimlerden bazılarının
bugünkü yerleri bilinmektedir. Detaylı kazı çalışmaları yapılmamış olsa da bölgede,
sayılı araştırmacının gerçekleştirmiş olduğu yüzey araştırmaları sayesinde bazıları
hakkında, sınırlı da olsa bilgi sahibi olabiliyoruz.
3.3.1 Mistia (Fasıllar)
Beyşehir-Seydişehir karayolunun 5 km doğu yönüne ayrılan asfalt yolu
takiben 11 km sonra ulaşılmaktadır. Hitit devrinin yanı sıra Roma dönemi kalıntıları
da görülebilmektedir.
65
Kurtbeşiği Anıtı: Yöre halkı tarafından “Kurtbeşiği” diye adlandırılan 72 ton
ağırlığındaki Hitit anıtı Fasıllar Köyü’nün 150 m kadar batısında yamaçta yatık
vaziyette durmaktadır. 2,25 x 2,75 x 8.30 m ölçülerindeki heykel üst üste iki tanrı ile
alttaki tanrının yanındaki birer çift aslandan ibarettir.
Üstte ana tanrı Teşub yukarı kaldırdığı sağ koluyla güneş kursu tutmakta ve
sol ayağını alttaki tanrıya uzatmaktadır. Başında dört dilimli bir taç vardır. Altta
daha küçük olarak betimlenen tanrının iki yanında aslanlar durmaktadır.
Tek başına duran heykellerden günümüze pek bir şey kalmamıştır.
Fasıllardaki
bir
yamaçta
terk
edilmiş
vaziyette
duran
ve
muhtemelen
tamamlanmamış olan 3 boyutlu figür sanatçıların yetenekleri konusunda fikir
vermekten uzaktır.60
1960’larda taşınması için yol açılma çalışmalarına başlanmış; fakat yöre
halkının tepkisi üzerine bu fikirden vazgeçilmiştir.61 Bugün ise etrafı çevrilip
korunaklı hale getirilerek mevcut yerinde korunması fikri hakimdir.
Lukianos Anıtı: Köyün üstünde doğu-batı yönünde uzanan kayalık düz setin
yamacına oyulmuştur. 280 m yükseklik ve 420 cm genişliğindedir. Oldukça derin,
yuvarlak tonoz kemerli nişin her iki yanına Attik-İon sütun kaidesi, yivsiz sütun
gövdeleri ve Korinth başlıklı sütun yerleştirilmiştir. Sağdaki sütun kırıktır. Niş
kemeri üzerinde tek satırlık Grekçe bir yazıt vardır. Nişin sağında, sağ bacağını
yukarıya kaldırmış başı nişe doğru koşum takımları işlenmiş at figürü yer alır. Niş ve
at figürünün alt kısmındaki çıkıntılı silmeden tek satırlık bir yazıt görülür. Yazıtta
Lukianos’un genç yaşta öldüğü anlatılmaktadır. Bu mezar anıtının sağ alt kısmındaki
kaya kütlesi üzerindeki 9 satırlık yazı da bu anıtla ilişkilidir. 62
60
J.G. Macqueen, age., s.155,163.
Bilal Eyüboğlu, age., s.12-13.
62
Asuman Baldıran, age., s.20.
61
66
Resim 3.4. Fasıllar Anıtı: A) Genel Görünüş
Resim 3.4. Fasıllar Anıtı: B) Önden Görünüş, C) Yandan Görünüş
Bulunan yazıt ve kalıntılara göre burada kurbanlar kesilip sunuların yapıldığı,
muhtemelen de kanalda kurbanların kanlarının akıtılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Anıtın yapım tarihi en erken M.S. 3. yüzyıldır.
67
Dioskurlar Kabartması: Lukianos Anıtı’nın karşısında yer alan yükseltide
oldukça aşınmış durumda, kayalık alanda, iki yanında birer at ve atların önünde
ayakta duran, dizginleri tutan süvariler görülmektedir.
Grek mitolojisinde bu tür kabartmalar Dioskurlar kabartması olarak bilinir.
Burada Zeus’un oğlu olan Dioskurlar mızrak taşır vaziyette atları ile sunağın
etrafında görülmektedirler. Her iki figüründe üst kısmındaki boşlukta asma dalları ve
üzüm salkımları seçilmektedir. Soldaki Dioskurun arkasında 6 satırlık Grekçe
yazıtta: “(bu anıt) Samothrakeliler’in kendini gösteren ve hiçbir zaman
fethedilmeyen tanrıları Dioskurlar’a (adandı)” yazmaktadır. Yazı karakterine göre
bu anıtta M.S. 2-3. yüzyıllara tarihlenmektedir.63
Bunların haricinde atribütleri nedeniyle Zeus olduğu düşünülen himation
giymiş figürün bulunduğu anıt, 2 adet Men kültüyle bağdaştırılabilecek basamaklı
anıt, bu görüşü destekleyecek yazıtlı mezar ve bunların haricinde pek çok mezar
görülmüştür. Bu mezarlarda hem kremasyon, hem de inhumasyon gömü uygulandığı,
pek çoğunun yerli kayaya oyulduğu ama harici lahit mezarların da bulunduğu,
tamamlanmamış mezarlar olduğu, pek çoğunun tabula ansatalar içerisinde
yazıtlarının bulunduğu, ayrıca mezar kapaklarının, biri hariç, kayıp olduğu tespit
edilmiştir.64 Bu kapakların bazıları sonradan başka yapılarda kullanılmıştır.
İşlikler: Nekropol alanı içerisinde saptanan işlikler 7 adettir. Dikdörtgen
formlu ezme yeri (tekne) ve buradaki sıvının aktığı büyük biriktirme havuzundan
oluşmaktadır. Bu işliklerin yerleşimden uzakta toplu olarak bulunmaları ticari amaçla
kullanıldıklarını düşündürmektedir. Üzümle ilgili kabartmaların çokluğu dikkate
alındığında bunların şarap üretmek için kullanıldıkları varsayılabilir.65
Köyün kuzeyinde bir kısmı ayakta kalmış polygonal duvar örgüsü sistemi
Roma Dönemi özellikleri gösterir.
63
Asuman Baldıran, age., s.21.
Asuman Baldıran, age., s.22-37.
65
Asuman Baldıran, age., s.38.
64
68
3.3.2 Karalya (Beyşehir)
Eski çağlarda Beyşehir Gölü'nün adı Karalis ve Beyşehir'in adı da Karalleia
da yazılan Karalia idi. Prof. Ramsay, “Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası” adlı eserinde,
Karalia Kenti’nin Beyşehir Gölü'nün güneydoğu kıyısında, Suğla Gölü'ne akan
ırmağın
ağzında
olabileceğini
Orendeisler’in
kentlerinden
birisi
olduğunu
belirtmekte; kentin Türkler döneminde de önemini koruyarak 14.yy'ın başlıca
kentlerinden birisi olduğunu yazmaktadır.66 Roma döneminin bu önemli kenti daha
sonraları Viranşehir, Eşrefoğullarıyla birlikte ise Beyşehri adını almıştır.67
3.3.3 Gurgurum (Gökçimen)
Gurgurum kentinin yeri tam olarak bilinmemektedir. Bugünkü Gökçimen
Köyü’nün civarında olduğu tahmin edilmektedir. Eşrefoğulları Beyliği’nin ilk
başkenti olan Gurgurum, Beyşehir Gölü’ne de adını vermiş, Buhayrei Gurgurum
adını almıştır. İşlek bir yol üzerinde bulunan kent; aynı zamanda, Konya-Beyşehir
yoluna da adını vermiş ve yol, Antiki Gurgurum olarak anılmıştır. Selçuklular ve
Osmanlılar döneminde de, önemini kaybetmeyen kentten günümüze halkın Rum
Kuyuçeşmeleri olarak adlandırdığı bir çift kuyuçeşme kalmıştır.
3.3.4 Pappa Tiberiopolis (Yunuslar)
Konya-Beyşehir Karayolu’nun 60. km’sinde yer alan günümüzde Yunuslar
Köyü olan alanda kurulduğu sanılmaktadır. Konya ve Yalvaç’tan gelen antik yol
olan Via Sebaste Kıreli civarında birleşmekteydi. Bu antik yol Pappa Tiberiopolis
66
67
Bilal Eyüboğlu, age., s.15.
Bilal Alperen, Beyşehir ve Tarihi, Konya: Büyük Sistem Dersanesi Matbaası, 2001, s.20.
69
yerleşiminden geçmekteydi. Kent Romalıların yol üzerine kurduğu koloni
yerleşimlerinde birisidir, Kentte bulunan M.S. 14-37 yılları arasına, Tiberius
dönemine tarihlenen yazıt da bunu doğrulamaktadır.
Antik kentin en önemli buluntusu 1958 yılında bulunan Herakles lahdidir.
Lahit günümüzde Konya Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir. Sidemara tipi olan
lahit, kapağıyla birlikte 8 ton ağırlığındadır. Lahit kapağı çok önceleri açılmış ve
kapakta bulunan iki figür zarar görmüştür. Bu tarz yatak şeklindeki kapaklar M.S. 23. yüzyıllarda yaygındır. Yapılan incelemeler sonucu lahdi M.S. 220-260 arasına
tarihlemek mümkündür. Lahdi çevreleyen yüksek kabartmalarda Herakles’in 12 işi
tasvir edilmiştir. Ayrıca baş kısmında ölü ve eşi yatar vaziyette etraflarını çevreleyen
eroslarla birlikte betimlenmiştir. İçinde bir kadın ve bir erkek iskeletine
rastlanmıştır.68
Hristiyanlıkla birlikte kentin piskoposluk merkezlerinden biri halini almış
olması muhtemeldir. Yunuslar Han’ından eser kalmamıştır (bu mevki 1980 tarihli
haritalarda hanyeri olarak tanımlanmakta).69
3.3.5 Parlais
Yeri tam olarak bilinmeyen yerleşim ile ilgili bilgiler Prof. Ramsay’in
eserinde verilmektedir. Konya ve Yalvaç’tan Side’ye ulaşan antik Roma yolu
üzerinde bulunduğu belirtilmekte olup, kent kalıntılarının Yeşildağ yakınlarında, yol
üstünde olduğu söylenmektedir. Ancak son yapılan araştırmalar bunun doğru
olmadığını göstermiştir.70
68
Mehmed Önder, “Konya’da Yeni Bulunan Bir Roma Lahdi”, Arkitekt, C:1958, S:1958-02 (291),
s.70-71.
69
Bilal Alperen, age., s.22.
70
Louis ROBERT, “Anadolu’nun Eski Çağ Şehirleri [Elektronik Versiyonu]”, Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Dergisi, 1948, C:6, S:5, s.531-542
70
3.3.6 İmea (İmen)
Kentin İmen Köyü yakınında kurulduğu belirlenmiş olup günümüze
yerleşimden, köy içinde yer alan konutların içinden de girilebilen, yeraltı tünelleri ile
höyükler kalmıştır.
3.4 Eskiçağ Kaleleri
Kale yerleşmelerinin gerçekte kendi içinde mekânsal ve işlevsel boyutta
kademelenme gösteren bütünsel bir yerleşme ve ulaşım ağının parçası olduğu kabul
edilmiştir.
Söz konusu kalelerin mekânsal ve demografik farklılıklarının ya da
benzerliklerinin, dönemim özgün koşulları içinde işlevsel boyutta sahip olduğu
niteliklere dayalı olarak değişkenlik göstermektedir.
3.4.1 İbrim Kalesi
Bu kale Beyşehir’e 23 km. uzaklıkta ve Yeşildağ (Kaşaklı) Kasabası’nın 7
km kuzeydoğusunda aynı adı taşıyan dağ üzerinde yer almaktadır. İç kale ve dış
surlar olmak üzere iki bölümden oluşmakta olan kale, polygonal duvar örgü sistemi
ile inşa edilmiştir; fakat hiçbir kule yapısına rastlanılamamıştır. Halen ayakta olan
sur duvarının yüksekliği 3,60m’dir. Kaleye giriş, bugün hala izlenebilen araba
yolundan da anlaşılacağı üzere batıdan, diğeri ise muhtemelen güneydoğudan
olmalıdır. Yüzeyde çeşitli seramik buluntular görülebilmektedir.71
71
G. Karauğuz, H.İ. Kunt, age., s.14-15.
71
Örgü sistemi, taş yüzeylerinin işleniş şekli ve işçilik sitili açılarından İbrim
kalesi M.Ö. VIII. yüzyıla tarihlendirilebilir.72 Ortalama 700-800 nüfus kapasiteli ve
yaklaşık 2 ha mekânsal büyüklüğe sahip olduğu belirlenen İbrim Kalesinin dönemin
üretim organizasyon ve faaliyetleri boyutunda belirli ve tanımlı bir tarımsal artı
bölgeye sahip olmakla birlikte sınırlı ekonomik gelişmişlik ya da başka deyişle
küçük ölçekli artı ürün mekanizmasına ulaşmış bir yerleşmedir.
3.4.2 Bayındır Dikmen Kalesi
Beyşehir’e 40 km mesafede ve Yeşildağ Kasabası’nın 7 km kuzeyinde aynı
adı taşıyan dağ üzerinde bulunan bu kale İbrim Kalesi’nin batısında kalır. İç kale ve
dış surlar olmak üzere iki bölümden oluşur ve bunda da hiçbir kule yapısına
rastlanmamıştır. Dış kalenin her yanının kayalık ve ağaçlarla çevrili, iç kaleninse sık
bitki örtüsüyle kaplı olması burada çalışmayı güçleştirmiştir ve yüzeyden buluntu
elde edilemediği gibi kalıntı izlerini takip emekte çok güç olmuştur.73 Bayındır
Dikmen Kalesi de duvar örgü sisteminin bazı kısımlarından yola çıkılarak M.Ö. IV.
yüzyıla tarihlendirilebilir.
Ortalama 1100-1300 nüfus ve 3,5 ha mekânsal büyüklüğe sahip olduğu
saptanan Bayındır Dikmen Kalesi’nin olası daha küçük boyutta kale yerleşmelerini
de kapsayan tarımsal art bölgeye ve gelişmiş artı ürün mekanizmasına sahip, tarımsal
ürünlerin denetim ve dağıtım faaliyetlerinin organize edildiği dönemin siyasalyönetsel örgütlenmeleri boyutunda yönetici merkezi olarak adlandırabileceğimiz bir
yerleşim birimi olduğu düşünülmektedir.74
72
G. Karauğuz, H.İ. Kunt, age., s.32.
G. Karauğuz, H.İ. Kunt, age., s.15-16.
74
G. Karauğuz, H.İ. Kunt, age., s.35.
73
72
3.5 Kervansaraylar
Konya-Eğirdir-Isparta Selçuklu Kervanyolu üzerindeki hanlar 1200-1210
yılları arasında, Beyşehir civarındaki hanlar ise 1290 yılında yapılmıştır
Selçuklu Kervanyolu, bugünkü Konya-Beyşehir karayolunun 69. km’sinden,
Yunuslar Köyü yakınından ayrılmaktadır. Yenidoğan yerleşimine ait Aşlık (Harçlık)
Pazarı, Deve Küllüğü, Kahvenin Önü, Çift Soğlası, Kışla Mevki’lerini takip eden ve
halk arasında Uluyol adıyla anılan kervanyolu, Karaali ve Selki yerleşimlerini aşarak
Kıreli yerleşimine ulaşmaktadır. Tarihi kervan yolunun Konya’dan güneye devam
eden kesimi Seydişehir, Gencek hattını izleyerek Gembos Ovası’ndan geçerek
Akdeniz’e ulaşmaktadır. Konya Seydişehir arasında Pamukçu, Seyfettin Ferruh,
Hatunsaray ve Girvet Han olmak üzere dört adet han bulunmaktadır.
Gencek’den Akdeniz’e ulaşan kervan yolu üzerinde Tol (Dalkatran),
Başbademli, Ortapayam, Ebuhasar, Tesbili, Tol, Burma (Atkılı), Mutbel (Beldibi) ve
Kargı Han olmak üzere dokuz adet han bulunmaktadır.
Gencek’den Dumanlı-İslibucak Mevkisini takip ederek Kubad-Abad’a ulaşan
kervan yolu üzerinde Malanda Han yer almaktadır. Bu güzergah göl kıyısını takip
ederek Beyşehir’e ulaşmaktadır.
Diğer bir güzergahda Kıreli, Şarkikaraağaç Gelendost üzerinden Eğirdir
Gölü’nün güney kıyılarını takip ederek Eğirdir, Isparta ve Burdur’dan geçerek
Antalya’ya ulaşmaktadır.
Yunuslar Hanı ile Kıreli Hanı arasında 3 adet han daha bulunmaktaydı.
73
3.5.1 Altunapa Hanı
Konya-Beyşehir karayolunun 17. km’sinde, Başarakavak yoluna sapıldıktan
yaklaşık 1 km sonra, 1960 yılında tamamlanan Altınapa Baraj Gölü’nün sahası
içerisindedir. Adını banisi olan Şemseddin Altunaba’dan almaktadır. Bulunduğu
mevkii mevcut vakfiyeye göre Selçuklu döneminde (1202 yılında) “Arkıt” adını
taşımaktadır. Konya-Beyşehir-Antalya kervanyolunun Selçuk döneminden bilinen
mevcut ilk durağıdır.75
13. yy. başına tarihlendirilen hanın Recep 598/ Mart-Nisan 1202 tarihli bir
vakfiyesi vardır. Kitabesi bulunamadığından vakfiyeye göre tarihlendirilir. Selçuklu
Sultanı II. Süleyman Şah’ın tahta geçtiği yıllarda devlet adamları arasında yer alan
Şemseddin Altınapa tarafından yaptırılmıştır. Aynı güzergâhtaki Kızılören ve
Kuruçeşme Hanları ile Konya-Akşehir kervanyolu üzerindeki Dokuzun Hanı ile
malzeme, teknik ve plan şeması bakımından benzerlik gösterir.
Plan tipi klasik olup (avlu+kapalı bölüm), mescidi vardır. Doğu-batı
doğrultusunda aynı büyüklükte 3 sahınlı kapalı bölüm ve avludan oluşmaktadır.
Avlunun güneyinde revaklı bir bölüm ile kuzeyinde dikdörtgen planlı kapalı bir
bölüm, güneydoğu köşesindeki eyvanın üzerinde merdivenlerle çıkılan mescidi
vardır. Mekanların üzeri sivri tonozla örtülmüştür.76 Anadolu Selçuklularının
genellikle 12 – 13. yüzyılda inşa edilmiş avlulu ve kapalı kısmı bulunan hanlarının
en erken örneklerindendir.
Kapalı kısmı büyük ölçüde koruna gelmiştir. Kaplı kısmın taç kapısı
süslemesizdir. Taş, mermer ve devşirme malzeme kullanılmış. Kullanılan harcın
niteliği tam bilinmemekle beraber basit küllü-killi bir harç olmadığı baraj sularına
direnmesinden anlaşılmaktadır. Şu an baraj suları altında kaldığı için onarımı
mümkün görünmemektedir.
75
Prof. R. Duran, “Altınapa Hanı”, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, Ed. Hakkı Acun,
Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2007, s.77-86.
76
Prof. R. Duran, agm., s.480.
74
3.5.2 Konya Kızılören Hanı
Konya’nın merkez Meram ilçesine bağlı Kızılören Köyü’nün yakınında yer
almaktadır. Hanın kurulduğu yer tarihi ipek yolunun Konya-Beyşehir-Antalya
güzergahında yer almaktadır. Açık avlu (servis), kapalı (barınak) bölümü olan hanlar
gurubuna girmektedir. Kitabesine göre 1206 yılında I. Gıyaseddin Keyhüsrev
zamanında “Emir Kutluğ veya Kandemir” tarafından yaptırılmıştır.77 1980’lerde
kitabesi çalınmış/kaybolmuş, definecilerce çokça tahrip edilmiştir.
Köy ve Han ismini yörenin toprak renginden almaktadır. Han yakınlarında
bulunan Kızılören Höyüğü’nde yapılan araştırmalarda neolitik ve Tunç çağı
buluntuları ele geçmiştir.
Ayrıca eski bir Bizans yerleşmesi ile kervansarayın
önünden geçen yol 12 km batıdaki Hitit, Bizans ve Selçuklu dönemlerinden izler
taşıyan Asarkale(Baklaya)’nin yanından geçmektedir. Bu da çok eski bir yol ağının
yakınında kurulduğunu gösterir.
350-400 m doğusundaki malzeme ve işçilik bakımından benzer olan
dikdörtgen planlı, sivri tonoz örtülü, iki sahınlı küçük hanın işlevi tartışılır olmakla
birlikte aynı dönemde inşa edilmiş bir Menzil-Postacı Hanı ya da cami olduğu
düşünülmektedir.
Kervansaray bugünkü Konya-Beyşehir karayolunun 45. km sinde ve hemen
yolun güneyinde yer almaktadır. Doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen bir alan
üzerine kurulmuştur. Esas cephesi batıdadır.
Klasik (kapalı bölüm+avlu) planlı olup, mescit ve çeşmeye sahiptir. Yapı,
doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı üç sahınlı kapalı bölüm ile kare planlı
avludan oluşur. Kapalı bölümün üzeri sivri tonozlarla örtülüdür. Avlulu bölümün
kapısı ayrı bir yapı gibidir ve iki katlıdır. Üst kattaki üç odadan birisi mescittir.
77
Prof. H. Karpuz, “Altınapa Hanı”, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları, Ed. Hakkı Acun,
Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2007, s.89-102.
75
Handa, diğer hanlarda olmayan kapalı bölüm yanında iki oda ve girişte iki katlı bir
giriş bölümünün zemin katında bir tek açıklıklı bir revak vardır. Üst kattaki mescit
odasının altındaki bu haç tonoz örtülü mekanın bir çeşme olduğu düşünülmektedir.78
Civardaki kızıl renkli tüf taşı ağırlıklı inşa malzemesi olup, çok az devşirme
malzeme ve mermer kullanılmış. Yer yer ahşap hatıllara yer almıştır.
13. yüzyıl başlarında Anadolu Selçuklu Devleti’nde siyasi otoritenin
güçlenmesine, fetihlerin artmasına paralel olarak ipek yolu üzerindeki ticari
faaliyetler de artmıştır. Bu gelişmeye paralel olarak başkent Konya’yı çevre şehirlere
ve uzak limanlara bağlayan yolla üzerinde yolcuların, tüccarların ihtiyaçlarını
karşılayan kervansaraylar yapılmıştır. Kızılören Hanı’da avlu ve kapalı bölümlü
hanlar arasında önemli bir yere sahiptir ve bu nedenle restore edilmiştir.
3.5.3 Kuruçeşme Hanı
Konya-Beyşehir karayolunun 40. km’sindeki han, 1208 tarihinde yapılmıştır.
Anlaşıldığına göre 13. yy başlarında bölgedeki ticari faaliyet artmıştır. Belki de 4
km mesafeli Kızılören Hanı ile aynı anda inşa edilmiştir
Klasik (kapalı bölüm+avlu) planlıdır. Doğu- batı doğrultusunda dikdörtgen
planlı yapı, sivri tonoz örtülü üç sahınlı bir kapalı bölümle, aynı genişlikte ve
neredeyse aynı büyüklükte bir avlulu bölümden oluşur. Avlunun güneydoğu
köşesinde mescidi bulunmaktadır.79
78
79
Prof. H. Karpuz, agm., s.511.
Prof. H. Karpuz, agm., s.513.
76
3.6 Kubad Abad Sarayı
Genellikle haklarında, bu köklü uygarlıklar ülkesi olan Anadolu’yu kaba
kuvvetle ele geçiren barbarlar şeklinde bir imaj yaratılan Selçuklular’ın, gerçekte
nasıl insanlar olduklarını, nitelik ve düzeylerini bize en iyi anlatabilecek varlıkların
ve ortamların başında onların sarayları gelebilir. Sarayı tanımak bir kültürü en
yüksek düzeyde tanımak demektir. Selçukluların Orta Asya’da, Türkmenistan’da,
İran’da, Türkiye’de Sivas ve Kayseri’den Alanya’ya kadar pek çok yerde, pek çok
sarayı olmuştur.
Selçuklu çağının ünlü tarihçisi İbn-i Bibi, Kubad Abad’ın kuruluşunu şöyle
anlatıyor:
“I. Alaaddin Keykubad’ın Antalya-Alanya seferinde, o zamanki adıyla
Buhayre-i Gurgurum (yani bugünkü Beyşehir Gölü) kıyısında konakladı.
Burada sür gibi tatlı, suyu yeşil renkli bir göl vardı. Üzeri kadifenin
kıvrımları gibi dalgalarla dolu göle hayran olan sultan, mimar Saadettin
Köpek’e, güzellikte cennete benzeyecek bir saray yapılmasını buyururken,
parlak zekâsıyla binanın planını çizerek onun üzerinde açıklamalar yaptı ve
sarayı resmetti. Onun üzerine Saadettin Köpek güzel görüntü yerleri, iç
açıcı havuzları bulunan, kemerinin kavsi yüksek göğün çatısıyla yarışan,
çok süslü, geniş ve çok eşyaya sahip olan köşkleri, kısa bir zamanda
Sultanın emrine uygun olarak yaptı.”
Sultan Alaaddin Keykubad adına beldenin ulu camii yapılmış, yazıtında
yaptıran olarak “…vali bi Kubad Abad Bedrettin Sutaş…” (yani Kubad Abad’da vali
Bedrettin Sutaş) belirtilmiştir. Bu yazıttan yola çıkarak Sultanın çevresindekilerden
Bedrettin
Sutaş’ı,
önce
inşaat
işleriyle
görevlendirmiş,
saray
külliyesi
tamamlandıktan sonra da burada gelişmeye başlayan beldeye vali olarak atamış
olduğu düşünülmektedir.
Burası İbn-i Bibi’nin tanımladığı kadar güzel bir mikro klima bölgesidir.
Burada köylülerin “toprak tol” dediği bir prehistorik höyük ve “tol” dedikleri Kubad
Abad saray sitesinin kalıntıları yan yana yatmaktadır.
77
Kubad Abad kenti zamanla önemini yitirerek gerilemiş, bölge ağzıyla
“Şarköy” diye anılmaya başlanmış, şimdilerde ise adı Yenişar Bademli olmuştur.
Eski Kubad Abad kentinin yoğunluk merkezi zamanla köy mezarlığına dönüşmüş,
sonra çevredeki başka mezarlıklar yapılınca burası çalı ve taş yumağı olarak ovanın
ortasında kalmıştır. Onun en yakınındaki Kürtler Köyü’nün insanları, burada
buldukları yazıtı alıp yeni yaptıkları kendi camilerinin kapısına monte etmişlerdir. Bu
Kubad Abad Ulu Camii’nin yazıtıdır ve Bedrettin Sutaş’ın buranın valisi olarak
Sultan Alaaddin Keykubad adına 1235’de yaptırdığı anlatılmaktadır.80
Tıpkı Kayseri ve Alanya sarayları çevrelerinde olduğu gibi hem bölgenin
güzelliklerinin tadını çıkararak av partileri düzenlemeye, hem de bir çeşit gözetleme
karakolu işine yarayan çeşitli köşklerin, göldeki adalardan yakındaki yaylalara kadar
yayıldığı tespit edilmiştir. Bu bölgenin benzer bir kullanımı Bizans kilise örgütü
tarafından da uygulanmıştır. Kız Kalesi ve başka adalara dağılmış manastır şubeleri,
küçük inziva yerleri olan birtakım binalar tüm çevreye yayılmıştır.
Anamas eteklerinde Göle ve Kubad Abad’a bakan bir yamaçta orman içinde
hazırlanmış bir terasa oturtulan köşk kalıntısına halk “Malanda” demektedir.
Buradan güneybatı yönünde dağın bel verdiği taraflara doğru ilerleyince, İç Anadolu
ve Akdeniz bölgeleri arasında o çağın en önemli geçit yolu olan, halkın “Emriddin
Beli” dediği geçide ve buradaki Selçuklu karayoluna rastlanmaktadır.
Gerek göldeki adalara, gerek çevredeki yaylalara dağılmış köşkler hep Kubad
Abad’la bağlantılıdır. Bunlardan Kız Kalesi denen adayla, yayladaki Malanda, ana
külliye birlikteliği sanat açısından da en belirgin olanlarıdır.81
Bugün Gölyaka (Hoyran) ve çevre köylerde, anıtsal Selçuklu taş dekorasyon
parçalarını evlerin kapısına monte edilmiş veya binek taşı olarak yatırılmış olarak
görmek mümkündür.
80
81
İbrahim Hakkı Konyalı, age., s.185.
Rüçhan Arık, age., s.50.
78
3.6.1 İlk Bilimsel Kazılar
Kubad Abad’ın keşfedilişi konusunda İbrahim hakkı Konyalı ile zamanın
Konya Müze Müdürü Zeki Oral arasında bir polemik yaşanmıştır. Zeki Oral’ın
Kubad Abad’la ilgili ilk yayını yapmış olduğu bir gerçektir; fakat İbrahim Hakkı
Konyalı’nın 1964 yılına kadar basımı geciken kitabının daha öce yazılmış olduğu da
yadsınamaz. M. Z. Oral 1949-1950 bu keşfini yaptıktan sonra ilk araştırmalara giriş
ve bu çalışmaların sonuçlarını yayınlar. Ancak ne yöntem, ne yaklaşım, ne de
bilimsel ayrıntılar açısından yeterli bilgi vermemiştir. Bununla birlikte bulduğu
parçalar bilim çevresinde büyük yankı yapmaya yetmiştir.
Prof. Dr. K. Otto-Dorn, 1965’de Kubad Abad’da ilk bilimsel kazıyı
başlatmıştır. Bu aynı zamanda esas amacı Türk kültürüne yönelik arkeolojik çalışma
olan ilk profesyonel kazıdır.
1965 yılı kazıları Büyük Saray’da yoğunlaşmıştır. Burada alçı dekorasyon ve
çini buluntuları önemli ölçüde in situ olarak ele geçmiştir. Böylece sansasyon yaratan
o resimli çinilerin, yıldız biçimli levhalarla haç biçimli olanlarının nasıl bir düzende
duvarı kapladığı da anlaşılmıştır.
1967’de Mehmet Önder kazıyı sürdürmüş, pek çok ilginç çini buluntu elde
etmiş ama bundan sonra 13 yıl boyunca Kubad Abad kaderine terk edilmiştir. Artık
üzerine ilgi çekilmiş olan saray kalıntısı kaçınılmaz olarak eskisinden daha çok
kurcalanarak, daha çok tahrip edilmiştir.
Prof. Dr. Rüçhan Arık başkanlığındaki kazılar ise 1980’de başlamıştır.82 İlk
beş yıl çalışmalar 1908’de demiryolu güzergahı için Anadolu’da araştırmalar yapan
Graf von Schweinitz’in bir orta çağ harabesi olduğunu söylediği ve fotoğrafını
yayınladığı Kız Kalesi’nde, daha sonra Küçük Saray’da devam etmiştir. Bunun yanı
82
Rüçhan Arık, age., s.47.
79
sıra hem karada hem de göldeki çevrenin örenlerini, kalıntılarını da araştırmışlardır.
İrili ufaklı adalarda tarih öncesine uzanan tek tük buluntularla birlikte, Roma, Bizans
ve özellikle Selçuklu kalıntıları saptanmıştır.
3.6.2 Kubad Abad Külliyesi
Beyşehir Gölü’nün güneybatı kıyısında, Torosların bir kolu olan Anamas
Dağları’nın eteklerinde küçük bir alüvyon ovasında, göle doğru çıkıntı yapan kayalık
tepe ile Toprak Tol denen bronz çağı höyüğü çevresine yayılmaktadır. Eski adıyla
Hoyran (Gölyaka) denilen, Beyşehir’e bağlı beldenin 3 km. kadar kuzeyindedir.
En kuzeyde Büyük Saray, onun güneyinde Küçük Saray ve daha da güneyde
su seviyesinde tersane veya kayıkhane vardır. Bunların çevresinde, kimi ören
dolayısıyla oluşmuş, kimi doğal engebelerle küçük pavyonlar ve daha büyükçe
yapıların izleri bir topluluk meydana getirmektedir. Bunlar aralarında iç avlu
duvarları, yürüyüş rampaları ve su tesisatının izleriyle, bir liman ve bazı yıllar su
içinde kalan kıyı tesisleri fark edilmektedir. (Bkz. Resim 3.5)
Batıda Anamaslar’daki yaylalardan, içinde çifte künkler bulunan sağlam
harçlı duvarlar şeklindeki suyollarıyla siteye taze akan su sağlanmıştır. Bu suyolları
zamanla tahrip olunca, kaybolan suları günümüzde külliyenin çevresinde halkın
kaynak sandığı şekilde yeryüzüne çıkmaktadır. Bugün tersanenin de güneyinde kalan
Gürlevi adlı küçük baraj, sarayın eskiden var olan “av parkı” için yaylalardan
getirilen suyla yapılmış olmalıdır.
80
Resim 3.5. Kubad Abad Külliyesi.83
Resim 3.6. Kubad Abad Kalıntıları A) Havadan Görünüm.84
83
84
Rüçhan Arık, age., s. 19.
Rüçhan Arık, age., s. 57.
81
Resim 3.6. Kubad Abad Külliyesi B) Gölden Görünüm.
Büyük Saray
Kubad Abad Külliyesi’nin bu en büyük yapısı, sitenin en kuzeyinde, 50 x 55
m kadar genişlikte ve göle uzanan bir teras üzerinde kurulmuştur.
Kabataslak 3 ana bölüm ayırt edilebilir. Batıda Külliye alanı içine doğru
yayılan avlu, ortada kapalı saray binası, doğuda göle uzanan teras, batıdan bakınca
tipik ön avlu izlenimini veren kısım, içten, batı kenarı boyunca uzanan hücreler ve
güney kenarındaki daha büyük iki mekânla kuşatılmıştır.
Avlunun içinde, kuzeydoğu köşesinde, bina ile sura yaslanan kare prizma
sayılabilecek ince kule gibi bir yapı yıkıntısında, künklerden çok farklı, çağdaş
madeni borular gibi çok düzgün ve ince toprak boruların düşey doğrultuda
yerleştirildiği görülmüştür. Bunun dışarıdan getirilen tatlı suyu saraya taksim için
kurulan bir maksem kulesi olduğu kabul edilebilir.
Bir odada sonraki dönemler yapıldığı sanılan garip bir tuğla sedir, pişmiş
toprak borulardan bacası olan soba gibi çok büyük bir küp ortaya çıkarılmıştır. Bazı
odaları tabanları taş döşelidir. Divan denilen odanın tavanı, üst kat yok ise,
82
hamamlardaki gibi, tonoz veya kubbeye açılan gözlerden aydınlatıldığı akla
gelmektedir.
İster kapalı salon, ister üstü açık iç avlu şeklinde olsun, Gazneli saraylarından
ve tüm Orta Asya-İran anıtsal yapılarından beri belirginleşen, görkemli ana eyvan ve
önünde hol veya şeref avlusu birleşimi, burada da yapı ve hacim düzeni kavramının
temelini oluşturmaktadır.85
Küçük Saray
Kareye yakın, oldukça muntazam bir plan gösteren yapının dış yüzleri düzgün
yontma taşlarla kaplıdır. Bugün ancak doğu ve batı yüzlerinde, çok az sayıda
görebildiğimiz bu kaplama taşları, zaman içinde köylüler tarafından koparılarak
kendi inşaatlarında kullanılmak üzere götürülmüştür. Küçük Saray’da tabanlar tuğla
ve muntazam taşla kaplanmıştır.86
Gaznelilerden beri tanıdığımız taht mekânı olan eyvan ile önündeki şeref
avlusu veya salonundan oluşan bir eksenin iki yanında diğer mekânları
yerleştirmekte sağlanan mimari kompozisyon, Büyük Saray’da olduğu gibi burada da
karşımıza çıkmaktadır. Küçük Saray sanki biraz daha küçük ölçülü olmakla birlikte,
aynı temel hacim düzeniyle tasarlandığı bellidir. Bu temel yapı fikri daha sonra Orta
Asya’daki han, cami ve medreselerden sonra Anadolu’daki Türk mimarisinde de
uygulanmış, Osmanlıların 18-19. yüzyıl konutlarına kadar uzanmıştır.
Küçük Saray kimilerine göre Saadettin Köpek’e aittir. Kendisi Alaaddin
Keykubad’ın Emir-i Şikar’ı (av veziri) ve mimarı idi. Sanatçı yeteneği de bulunan
Köpek aynı zamanda iyi bir savaşçı ve deneyimli bir komutandı. Buna karşılık saray
ileri gelenlerine, emirlere zulmeder, çeşitli entrikalarla değerli devlet adamlarının
ölümüne yol açardı. Köpek Alaaddin Keykubad’ın oğlu olduğu ve Selçuklu
soyundan geldiğine dair bir öyküye dayanarak hırs ve kompleksle yaşamıştı.87
85
Rüçhan Arık, age., s.51-55.
Rüçhan Arık, age., s.59.
87
Rüçhan Arık, age., s.60.
86
83
II. Gıyasedin Keyhüsrev babası Alaaddin Keykubad’ın yerine geçmiş
olmasına rağmen Saadeddin Köpek ona yeterince saygı göstermemiş, örneğin
törelere aykırı olduğu halde silah kuşanmış vaziyette sultanın huzura çıkmıştır.
Saray halkı Köpek’ten çok korkuyordu. Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev
daha fazla dayanamayıp gizlice Sivas’ta oturan Emir-i Candar’ı (özel koruma
komutanı), Hüsamettin Karaca’yı bu duruma çözüm bulması için çağırttı ve Köpek’i
ortadan kaldırma planı yaptılar. 1238 yılında bir eğlence sırasında kendisine kurulan
pusu sonucu Saadeddin Köpek’in öldürülmüş olduğu düşünülmektedir.
Sultan onun öleceğine inanmayan halkın içi rahatlasın diye, parçalanmış
bedenini kafese koyup yüksek bir yere asarak teşhir ettirdiyse de bu olay sırasında
kafesi tutan ipin koparak halktan birinin ölümüne sebep olması, İbn-i Bibi’nin
aktardığına göre, Sultanın “O alçağın kötü ruhu öbür dünyadan gelip insanlara
zarar veriyor” demesine neden olmuştur.
Küçük Saray’ın Köpek için yapılmış olması ihtimal dahilinde olmakla birlikte
çevrede sıkı bir arkeolojik tarama yapılması gereklidir. Şimdiden saray yerleşkesine
on dakika ile yarım saat mesafelerde göldeki adalarda ve çevredeki ormanlık
yaylalarda, Selçuklu tarzı çini kırıkları, köşk, hatta ana yol kalıntıları bulmaktayız.
Bu çevrenin Selçuklu Anadolu’suyla ilgili imajı değiştirmesi beklenmektedir.
Birkaç yüzyıllık zaman içinde terk edilmiş kalmanın yol açtığı doğal
diyebileceğimiz tahribatın ardından, yakın zamanlarda yeniden canlanan yaşam ve
nüfus ile daha da hızlı bir yıpranmaya uğramış; insanlar taşlarını, çivilerini, duvar
hatıllarını sökmüş; içlerine kapatılan hayvanlar tekmelemiş, çinileri sırf eğlence
olsun diye vahşice kırılmış, zaman zaman eşkıyadan çoban ve balıkçılara kadar
birçoklarının eklemeleri de işe karışmış, sonunda o güzellikler topluluğundan
günümüze, anlayıp açıklaması zor zavallı yıkıntılar kalmıştır.
Yörenin yaşlılarıyla yapılan görüşmeler de şöyle öyküler aktarılmıştır: “Yakın
zamana kadar bu yapının duvarlarında çinileri duruyordu. Bunların şavkı göle ve
84
göğe vururdu. Biz bunları gavur boncuğu diye sapanla düşürüp kırardık. Bazılarını
da suda kaydırmak için fırlatırdık.”88
3.6.3 Çiniler
İbn-i Bibi Kubad Abad hakkında yazarken bunları söylüyor, “…duvarlarının
güzelliği kıskançlıktan gök kuşağının rengini solduran firuze ve lacivert renklerdeki
döşemeleri…” Büyük Saray’ın duvarlarını süsleyen göz kamaştırıcı firuze
(turkuvaz), lacivert çiniler onun tanımına çok uygundur.
Selçuklu sanatında yalnızca saraylarda kullanılan ve mimariye renk katan
zengin figürlü çinilerin yaratıcıları, güçlerini, simgeler dünyasıyla birleştirerek
Selçuklu resim sanatının dinamizmini ve estetiğini oluşturmuşlardır.
Küçük Saray’ın çinileri, Büyük Saray’ınkilerin aksine, ne yazık ki duvarlarda
değil, yapının dışındaki göçüklerde bulunmaktadır. Bunlar sekiz köşeli yıldız ve haç
biçimli çini levhalardır.89 Çoğu büyük saray çinileriyle aynı teknik, tarz ve konuya
sahiptir. Bunların yıldız biçimli olanları hemen hemen aynı tarzın örnekleridir. Haç
biçimli olanları ise tamamen yeni bir desen kategorisi meydana getirmektedir. Bunlar
alışılmış stilize bitkisel desenlerin yanı sıra, siyah gölge gibi kuşlar, balıklar, yazı ve
değişik bitkisel desenler içermektedir. Ama en göze çarpan özellik bunların
birçoğunda yine siyah gölge gibi, fakat yıldız levhalardaki kadar arma etkisi bırakan
çift başlı kartallar işlenmiş olmasıdır.
Sanat tarihinde, Kubad Abad ve Anadolu çinileri açısından olduğu kadar,
genel İslam seramik sanatında ilk kez görülmeleri açısından da heyecan verici bir
olaydır.90
88
Rüçhan Arık, age., s.62.
Rüçhan Arık, age., s.73.
90
Rüçhan Arık, age., s.75.
89
85
Bu konudaki en ünlü örnekler olarak şu eserleri belirtebiliriz:
Tahran Ulusal Müzesi’nde bulunan, İran-Kaşan’dan 13. yüzyıl sonu ve 14
yüzyıl başına tarihlenen kobalt mavisi yazı ve bantların çevrelediği figürlü ve bitkisel
bezemeli lüster yıldız çiniler ve turkuvaz sırlı, kabartma hayvan figürleriyle süslü haç
levhaların oluşturduğu bir kompozisyon; Berlin İslam Sanatı Müzesi’nde, yine
Kaşan’dan 14. yy başına tarihlenen yine kobalt mavisi yazı bantlarının çevrelediği
figürlü ve bitkisel bezemeli lüster yıldız çiniler ile turkuvaz sırlı, kabartma desenli
haçların oluşturduğu bir diğer kompozisyon; yine Berlin İslam Sanatı Müzesi’nde
Kaşan’dan (Damgan) 1266-7 tarihli lüster yıldız ve bitkisel motiflerle geyik, tavşan
ve başka hayvan figürlerinin işlendiği haç çinilerden oluşan bir kompozisyon; Paris
Louvre Müzesi’nde bulunan Kaşan’dan 1267 yılına tarihlenen lüster tekniğindeki
figürlü yıldız ve kuş, ördek, panter, geyik ve bitkisel motiflerle bezeli haçlardan
oluşan bir kompozisyon. Bu sonuncusunda haçlar dikine değil çapraz olacak şekilde
yerleştirilerek kompozisyon hazırlanmıştır.
İran, Kaşan örnekleri 13. yüzyıl sonu 14. yüzyıl başına aittirler; fakat Kubad
Abad sarayının yapım tarihi 1235/1236 olduğundan Kaşan örneklerinden yarım
yüzyıl daha erken yapılmışlardır. Bunlar büyük olasılıkla Kubad Abad’da oluşturulan
şantiye fırınlarında imal edilmişlerdir. Son yıllarda yapılan kazılarla bu fırınlarda
açığa çıkartılmıştır.
Kubad Abad Büyük ve Küçük Saray çinileri, ilginç bir resim üslubuyla
Selçukluların simgeler dünyasını yansıtan ikonografiyi kaynaştırıp bir masal
atmosferi yaratmıştır. Bu masal dünyasının en önemli figürü, sarayın ve sultanın
simgesi çift başlı kartal tüm heybetiyle karşımıza çıkmakta, diğer kuşlar adeta bunun
çevresinde uçmaktadırlar.
M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren Orta Asya’da gelişen ve tüm Asyalı kavimlerle
Türklerin de paylaştığı hayvan üslubu denen göçebe sanatının uzantıları, tema ve
ikonografi bakımından bu çinilerin kökeninde yer tutar. Devamlı doğayı, en başta da
hayvanları gözlemek gereken göçebe yaşamda, doğa güçleriyle ilgili olarak gelişen
inançlar ve destanlarda, hayvanlar da birçok kavram ve değerlerin, çeşitli hayali
86
olayların simgeleri haline gelmekteydi. Yüzyıllar süren bu tür adetler, zamanla dünya
görüşü değişip geliştiği için eskisi gibi inanç yüklü olmasa da, halkın belleğinde yer
etmiş olduğundan, en azından folklorik özellik niteliğinde devam etmekteydi.
Böylece Türkler, hem süsleyici, hem koruyucu tılsımı olan bu simgeleri, yeni
Müslüman kültürleri ile sentezleyerek uzun süre korumuşlardır.
Orta Asya Türk mitolojisinde, doğayla ilgili inançlar ve şamanlıkla bağlantılı
olarak kartal, koruyucu ruh sayılmaktaydı. Kartalın aynı zamanda güç simgesi,
göklerin hakimi olduğunu, koruyan ve egemenlik kuran iki ruhun ya da iki iktidarın
güç birliği durumlarında, bu iki kez arttırılmış gücün çift başlı kartalla
simgelendiğini anlatmaktadır.
Bu masal dünyasının kuşlarına Kubad Abad’dan başka saraylarda da
rastlıyoruz. Örneğin Diyarbakır Artuklu Sarayı’nda çıkan turkuvaz sır altına siyah
boyayla işlenen çift başlı kartal, Artuklu Sultanı Melik Mahmud’un arması olmalıdır.
Aspendos’daki I. Alaaddin Keykubad zamanında düzenlenen konaklama
köşkünde bulunan çiniler arasında da çift başlı kartal figürü görülmektedir.91
Bunlardan bazılarının göğüs kısmında “es-sultan”, “es-sultani”, “elmuazzam”, “el-saadet” gibi Aladdin Keykubad’ın unvanları yazar, bazılarının göğüs
kısmında ise yazı yerine noktalar vardır.92
Av hayvanları arasında ördek, balıkçıl ve daha cinsi belirlenemeyen pek çok
kuş, Kubad Abad çinilerinin alışılmış motifleridir. Sanatçının gözlem gücünü
yansıtan, doğaya bağlı, gerçekçi sayılacak özellikler gösteren bir üslupla
resmedilmişlerdir. Hem sır altı, hem lüster tekniğinde yıldızlar olarak her iki saray
binası kazılarında pek çok örnekler bulunmuştur. Bu figürlerin çoğu tek başına,
stilize yapraklar, uçlarında çiçek benzeri stilize motiflerle helezonlar oluşturan kıvrık
dallar vb. soyut bitkisel bezemeler üzerinde yer alırlar ve genellikle profilden
91
92
Rüçhan Arık, age., s.79.
Rüçhan Arık, age., s.80-82.
87
gösterilmişlerdir. Bunların çoğu, Kubad Abad yöresinde bugün görmekte olduğumuz
kuşlara ve bitkilere benzeyen biçimlerdir.93
Kubad Abad çinilerinde resmedilen masal dünyasının yaratıklarına, sirenlere,
sfenkslere, grifon ve ejderlere bakalım. Siren (simug, harpi), başı insan, gövdesi kuş
olarak tasvir edilen bir yaratıktır. Olağanüstü güçlerini bizi korumak için kullanır.
Orta Asya’da Tuğrul da denen Kaf Dağı’nda yaşayan bu masal yaratığı, İslami
destanlarda da çaresizlere yardıma koşan melek olarak yer bulmuştur. M. Önder, bu
nitelikler sultanlarda bulunduğu için bu figürleri sultan simgesi olarak da
düşünebileceğimizi söylemektedir. Konya Kılıçarslan Köşkü’nün alçılarında, I.
Alaaddin Keykubad’ın yaptırdığı Konya surlarının taş kabartmalarında da karşımıza
çıkmaktadır.94
Grifon da masal dünyasının çok güçlü, fakat tasvirine ender rastlanan
kahramanlarından biridir. Hayvan (genellikle aslan) vücutlu, kulakları kartala
benzeyen kuş başlı, kanatlı yaratıklardır.95
Türk tarihinde İslamdan önceki dönemlerde de, sonra da, minyatür, seramik
ve diğer el sanatlarından anıtsal mimariye kadar her dalda insan figürlü tasvirler hem
simgesel, hem de günlük yaşamla ilgili konu ve içeriklerle işlenmiştir. İnsan figürlü
tasvirlere daha önce Kılıçarslan Köşkü’nde de rastlanmıştır.
Kubad Abad’ın insan figürlü çinilerinde konu bakımından en geniş grup,
cepheden görünen ve yabancı yayınlarda “Türk oturuşu” diye ün salan biçimde
bağdaş kurarak oturan sultan ve saray ileri gelenlerinin tasvirleridir. Bu Köktürk
Devleti’nde kağana özgü bir oturuş şeklidir. Bunun yanı sıra İbn-i Bibi’ye göre
“Selçuklu sultanları “ellerinde kadehler pembe, gül kırmızısı şaraplarla dolu olarak,
içki alemlerine günlerce devam ederdi” Her iki saray binası da bulunan bağdaş kuran
figürler kompozisyon bakımından birbirine benzer. Çoğu çininin tam ortasında yer
93
Rüçhan Arık, age., s.103.
Rüçhan Arık, age., s.120.
95
Rüçhan Arık, age., s.130.
94
88
alır. İki yanlarında nar veya haşhaş bitkileriyle çerçevelenirler. Bazı figürler bunları
tutmakta, bazılarının yana uzanan ellerinde kadeh, mendil, nar veya haşhaş meyvesi,
çiçek bulunmakta; diğer elini de dizinin üzerinde tutmaktadır. Kimisi yan durarak
oturmuş, hemen hepsinde başlar ¾ cepheden işlenmiştir. Bu oval yüzlü, dolgun
yanaklı, iri badem gözlü, ufak ağızlı tipler, ana çizgileriyle Orta Asya Türk tipini
temsil ederler. Kolları tirazlı kaftanlarında çeşitli benekler, çizgiler, soyut çiçek gibi
motifler vardır. Bazılarının dizlerine iri yuvarlaklar yerleştirilmiştir.96
Başlarında çeşitli başlıklar bulunur. Birkaç levhada bağdaş kuran figür
ellerinde birer balık tutmaktadır. Ayakta duran ve çeşitli işler yapan insan figürleri de
vardır.
Her iki saray binasında da bulunan çinilerde işlenen insan figürlerinin
cinsiyetini anlamakta zorluk çekilmektedir. Uzun saçlı ve sakalsız olarak
resmedilmiş olabilmekteler. Orta Asya’da Türk delikanlılarının saç uzattıkları
bilinmekte. Bazılarınınsa erkek olduğu bellidir. Örneğin çember sakallı olan, bunun
Alaaddin Keykubad’ın portresi olduğu da ileri sürülmektedir. Kadın olduğu anlaşılan
figürlerden biri başında meyve sepeti taşıyan, başı yaşmakla/peçeyle örtülü bir kadın;
diğerinde ise kadınların kullandıkları yaşmak omuzlarına kadar inmektedir. Çinileri
üzerinde betimlenen figürlerin kıyafetleri, o zamanki giyim kuşam anlayışıyla ilgili
bize fikir vermektedir.97
Kırık parçalar halinde ele geçen levhalar üzerinde yuvarlak madalyonlar
oluşturan şeritler içinde de Farsça yazılar işlenmiştir. Bu yazılar henüz tam olarak
okunamamıştır. Sökülebildiği kadarıyla, Şehname’den parçalar olabilecekleri
izlenimini vermişleridir. Buluntuların bir kısmında kufi yazı da tespit edilmiştir.98
96
Rüçhan Arık, age., s.132-134.
Rüçhan Arık, age., s.136-144.
98
Rüçhan Arık, age., s.151-152
97
89
Resim 3.7. Kubad Abad Çinilerinden Örnekler A) Kuş Kompozisyonları.99
Resim 3.7. Kubad Abad Çinilerinden Örnekler B) “Es Sultan” Yazılı Çift
Başlı Kartal.100
99
Rüçhan Arık, age., s. 92.
Rüçhan Arık, age., s. 78.
100
90
Geometrik şekiller, damalı motifler ile palmiye, çam gibi görünen ağaç motifi
ana konu olan çinilerden başka, geometrik veya bitkisel bir örgü gibi başlayıp,
yıldızın kollarına simetrik olarak dağılan stilize dallar ve yaprakların oluşturduğu
desenlerle süslü çinilerde vardır.
Anadolu Selçukluları’nın mozayik çinileri Beylikler ve hatta Osmanlılarda
15. yüzyılın dördüncü çeyreğine kadar devam etmişse de saray ve köşklerde
kullanılan çiniler Selçuklular ile sona ermektedir.101
3.7 Beyşehir’deki Tarihi Yapılar
Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ve Külliyesi, Gölün 100 m kadar kuzeyinde
İçerişehir102 denilen yerde Eşrefoğlu mahallesindedir. Bezzaniye Hanı ve hamamıyla
bir külliye halindedir. Yarım türbe, medrese ve bugünkü bedesten sonraki dönemlere
aittir.103 15.04.2011 tarihinde Unesco Geçici Dünya Mirası listesine girmiştir.104
3.7.1 Eşrefoğlu Süleyman Bey Cami
Vakfiyesi 2 satırlık uzun bir yazı halinde caminin taç kapısı üzerindedir.
Vakfın gelir kaynakları ve şartları sıralanmış, Emir Eşrefoğlu Süleyman Bey
tarafından H.696 / M.1296 tarihinde yapıldığı yazılmıştır. Bu vakfiyedeki gelir
kaynağı olarak verilen bazı yerler bugün harap haldeyken, bazılarının yerleri dahi
bilinmemektedir. Diğer yerlerde yer alan yazıtlarla birlikte 1296-1299 yılları
arasında yaptırıldığı düşünülmektedir.
101
Prof. Dr. Oktay Aslanapa, Türk Sanatı: Başlangıcından Beylikler Devrinin Sonuna Kadar (cilt I-II),
Ankara: Kültür Bakanlığı, 1990, s.305.
102
H.699 yılında, Selçuklu Sultanı Keykavus zamanında Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından camiden
önce bir kale yaptırılmıştır. Bir kısmı halen ayakta olan bu kale kapısından içte kalan tarafa bugün
hala İçerişehir denmektedir.
103
Yaşar Erdemir, Beyşehir Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ve Külliyesi, Konya: Beyşehir Vakfı
Yayınları, 2005, s.19-20.
104
http://whc.unesco.org/en/tentativelists/5611/ Erişim Tarihi: 01.04.2012.
91
1900, 1934, 1937, 1941, 1956, 1962, 1965 ve 1978 yıllarında çeşitli
onarımlar görmüştür. 1996 yılında harimin zemini açılarak demir ve beton kirişlerle
takviye edilmiştir. Taç kapının önüne bir saçak konmuş ve eski kapıyı içine alıp
koruyacak şekilde yeni bir kapı yapılmıştır.
Kuzey-güney doğrultusunda uzanan caminin kuzey ve doğu duvarları dik
kesişmeyip, köşenin kesilerek bir kenar daha ilave edilmek süratiyle 5 cepheli
yapılmıştır. Anadolu’da ahşap direkler üzerine oturan, ahşap düz tavanlı camilerin
sağlam kalabilen en büyüğü ve en zenginidir. Doğu cepheye bitişik cephesi, mihrap
önünden yükselen konik külahı, aydınlık penceresi, güney-batıda cami duvarlarından
daha yüksek tutulan bey mahfili, minaresi, taç ve tali kapılarıyla dikkati çeker. (Bkz.
Resim 3.8 ) Benzer örnekleri Ankara Arslanhane Camii ile Afyon Ulu Camii’dir.105
Taç kapısı 10,10 m yüksekliğiyle Beylikler devrinin anıtsal portalları
arasındadır. Mukarnas dolgulu kavsarası, yan mihrabiyeleri ve süsleme bordürleriyle
Selçuklu taş portaları geleneğini devam ettirir. Kemeri üzerinde yukarıda bahsi geçen
2 satır Arapça sülüs yazı vardır.
Çift kanatlı ahşap kapı 3 bölümlüdür ve en üstteki kısımda Zümer suresinin
73. Ayeti yazılıdır. Maalesef bu panolar bu gün yerinde değildir. Ocak 1996 yılında
çalınan panolar Suğla mevkiinde bulunarak müftülüğe teslim edilmiş ve sonrasında
minberin altındaki kilitli dolapta muhafazaya alınmıştır. Ancak Mayıs 1996 tarihinde
yeniden çalınmışlardır. Kopenhag David Koleksiyonunda olduğu tespit edilen
panolar Temmuz 1996’da ülkemize iade edilmiştir.106 Önce Anadolu Medeniyetleri
Müzesi’ne, sonradan da Ankara Vakıf Eserleri Müzesi’ne teslim edilmişlerdir. Bazı
parçaları yenilenen kapının tokmakların da koruma amaçlı sökülmüştür. Kapının
üzerinde ustanın ismi bugün silik olmakla birlikte hala okunur halde,“amel-i İsa”
olarak kazınmıştır.107
105
http://whc.unesco.org/en/tentativelists/5611/ Erişim Tarihi: 01.04.2012.
Hüseyin Karaduman, Türkiye’de Eski Eser Kaçakçılığı, Ankara: ICOM, 2007, s.140-141.
107
Yaşar Erdemir, age., s.28.
106
92
Resim 3.8. Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii Doğu ve Ön Cephesi Çizimi.108
Resim 3.9. Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ve Külliyesi Genel Görünüm.109
108
109
Yaşar Erdemir, age., 2005, s.20.
Yaşar Erdemir, age., 2005, s.20.
93
Çarpık süslü cephe ile caminin kuzey duvarı arasının kütüphane olduğu
söylense de bugün bunu kanıtlayabilecek deliller mevcut değildir. Çeşitli yayınlarda
bahsi geçen bu kütüphane bazı araştırmacılara göre camiden sonra yapılmış ve 6 asır
boyunca kullanılmıştır.110
Taç kapının hemen yanında yer alan minaresi tek şerefelidir. Minarenin
kaidesi ile portal arasında sebil vardır. Sebilin yapımında antik dönemden kabartmalı
bir mermer kullanımı dikkat çekicidir.
Harim, mihrap duvarına dik olarak yerleştirilen sütunlarla yedi sahına
ayrılmıştır. Örtüsü ahşap kirişlemeli düz tavandır. Yanlarda daha yüksek ve geniş
olan orta sahına bir aydınlık feneri açılmış, güney ucu mihrap önünde kargir kubbe
ile kapatılmıştır. Kuzeydeki son cemaat yeri ile üstündeki kadınlar mahfili,
güneybatıda bey mahfili ve ortada müezzin mahfeli yer alır. Zeminde ise seki,
“karlık” tabir edilen iç avlu, çilehane denen sığınak ve parmaklıklı ön bölüm göze
çarpar. Kıble duvarlarına çini mihrap oyularak, bitişiğine minber konmuş, alt
pencerelere de oymalı kapaklar geçirilmiştir.111 Son cemaat yeri 5 m genişliğinde
olup taç kapıdan sonra gelen bir koridordan ibarettir.
Çinili kapı da denilen iç kapının üstünde yapının inşa tarihini veren 2 kitabe
yer alır. Buradaki tarih taç kapıdan 3 yıl sonrasını verdiği için yapının 3 yılda
tamamlandığı anlaşılmaktadır.112
Batıda kalan 3 bölümün ahşap parmaklıkları oldukça zarif işlenmiştir. Ayrıca
ahşap pencere kapaklarının işlemesi de çok özenlidir.
Kıble duvarının ortasında yer alan çini mihrap, yüzeyini kaplayan çini
parçalarının oluşturduğu geometrik ve bitkisel motiflerin yanı sıra, yazı kuşakları,
mukarnas dolgu ve rozetlerle Beylikler döneminin en zengin uygulamalarından olup
110
Dr. İlhan Akçay, “Orta Anadolu’da Bazı Kitaplıklar”, Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni,
C:14, S. 1-2, 1965, s.21-23.
111
Yaşar Erdemir, age., s.33.
112
Yaşar Erdemir, age., s.36.
94
Selçuklu devri mihraplarıyla yarışacak niteliktedir. Üslup bakımından Konya ile
benzetilir.113
Minberin sağına bitişik olan mihrap klasik tip orta boy bir mihraptır.Çift
kanatlı kapısı, 9 basamağı, korkuluk, yan aynaları ve şerefesi mevcuttur. Ceviz
ağacından kündekari tekniğiyle oymalı ve kakmalı olarak yapılmış, ayrıca yıldız ve
geometrik parçalara, kakma ve eğrikesim tekniği uygulanmıştır. Zaman zaman
onarım görmüş olan minberin bazı parçaları eksiktir. Üzerinde Ayet-el Kürsi ile
amel-i isa yazıları okunmaktadır. Ayrıca kufi yazı ile “Allah, Muhammed, Ebu
Bekir, Ömer, Osman, Ali” yazmaktadır.114
Ahşap direkler taş kaidelere oturtulmuştur. Başlıklar mukarnas parçalardan
oluşur ve pek çoğu silinmiş ve yıpranmış olmakla birlikte bazı yerlerde hala kırmızı,
sarı ve mavi ile renklendirilmiş palmet ve rumi yapraklar seçilebilmektedir. Cami
genelinde çeşitli renklerle değişik şekil ve kompozisyonlarda süsleme uygulanmıştır.
Caminin halıları ise Selçuklu dönemi açısından ayrı bir öneme sahiptir.
Halıların çoğu 1932-1934 yılları arasında yerlerinden alınarak Konya Müzeleri ile
İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne götürülmüştür. Motif, renk kompozisyon
açısından 13. yüzyıl halıcılığının günümüze kalmış nadir örneklerindendirler ve
Konya halılarıyla benzerlik gösterirler. Çok tahrip olmuş, hatta parçalar halinde
günümüze ulaşabilmiş olan bu halıların dokumasında ana renk kırmızı olup, lacivert,
sarı ve beyaz renklere de yer verilmiştir. Yüzeyleri baklava dilimi, yıldız ve
çokgenlerin yanı sıra kufi yazı çeşitleri, fantastik motifler ile stilize çiçek ve
yapraklarla donatılmıştır. Bu halılara dikkati ilk 1895’de Beyşehir’e gelen F. Sarre
çekmiştir; fakat asıl bilgiyi 1931 yılında ilk yayını yapan Riesfstahl ile öğreniyoruz.
Bu eserlerden Konya’da sergilenen 9 adetinden sadece 1 kilim ile 1-2 parça halı
113
114
Yaşar Erdemir, age., s.41.
Yaşar Erdemir, age., s.46-48.
95
Osmanlı dönemine aittir.
115
Diğer taraftan İngiltere ve Almanya’da ki iki özel
koleksiyonda Beyşehir halılarının parçalarının olduğu da iddia edilmiştir.116
Caminin bugün Etnoğrafya Müzesi’nde bulunan kandili pirinçten yapılmış
olup 3 bölümden oluşmaktadır. Dövme tekniğiyle yapılıp, delik işi tekniğiyle
süslenen eserler arasında Anadolu’ya, özellikle Konya’ya maledilen tek örnektir. 117
Delik işinin yanı sıra kabartma ve yaldız teknikleri de uygulanmış; fakat yaldızlar
dökülmüş, boyun kısmından bir parça da kopmuştur. Üzerindeki yazıdan 1280-1281
yıllarında Nusaybinli Muhammed oğlu Ali usta tarafından Konya’da yapıldığı
anlaşılmaktadır. Gövdenin üzerine kabartma tekniğiyle yapılan 3 adet boğa başının
boynuzlarındaki deliklerden tavana asılmaktadır. Boyun kısmında Nur Suresinin 35.
ayeti yazılıdır.118
3.7.2 Eşrefoğlu Süleyman Bey’in Türbesi
Caminin doğu duvarına bitişik ve harime bir pencere ile bağlantılıdır. Altta
cenazelik, üstte sekizgen gövde, yukarıda içte kubbe, dışta konik külahtan
oluşmaktadır. Kesme taş kaplaması 1965 yılındaki restorasyon sırasında tamamen
yenilenmiştir. Kapı kanatları orijinal değildir; fakat orijinal kapı kanatlarındaki
yazıdan 1301 yılında Emir Süleyman Bey tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Kubbe tuğla örtülü olmakla beraber iç kısmı döneminin en güzel çinileriyle kaplıdır.
Ne yazık ki, bugün bu kaplamanın yarıdan fazlası dökülmüştür. Mozayik tekniğiyle
yapılan ve plakalar halinde kaplanan çini tekniği araştırmacıların ilgisini
çekmektedir. (Bkz. Resim 3.9)
Türbenin içinde bulunan 3 sandukanın Emir Süleyman Bey, eşi ve oğluna ait
olduğu söylenmekte ise de bunların üzerinde yazı veya tarih oktur. Zaten orijinal
115
Yaşar Erdemir, age., s.76-79.
Oktay Aslanapa, One Thousand Years of Turkish Carpets, İstanbul: Eren Yayıncılık, s.26-28.
117
Yaşar Erdemir, age., s.80.
118
M. Zeki Oral, “Eşrefoğlu Camiine Ait Bir Kandil”, Belleten, C:XXIII, S.89, 1959, s. 114-118.
116
96
hallerinde de değillerdir, pek çok kez elden geçtikleri ve ilk hallerindeki özellikleri
kaybettikleri bellidir.119
3.7.3 Yarım Türbe (Osmanlı Türbesi)
Süleyman Bey türbesinin 1,80 m kuzeyinde yer alır ve halk arasında “Araplar
Türbesi” olarak bilinen kare planlı düzgün kesme taşlarla kaplanmış kübik bir
yapıdır. Üstü açık bırakılmış veya sonradan çökmüştür. Kitabesinden Osmanlı
Dönemi’nde inşa edildiği anlaşılmaktadır. Doğuya bakan ön cephesine bir pencere ve
kapı açılmıştır. Türbenin ortasında yer alan taş lahitin üzerinde hiçbir yazı ve baş
şahidesi yerinde olmadığı için kime ait olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte
caminin ahşap müezzin mahfilini yaptıran Mustafa Bey’in babasına ait olması
ihtimali yüksektir.120
3.7.4 Bedesten
Caminin kuzeyinde kalan yapının batısında Eşrefoğlu hamamı vardır. Diğer
yapılar gibi İçerişehir’dedir. Kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen bir alana oturur,
6 kubbeyle örtülü orta alanın etrafında 34 adet dükkân sıralanmıştır. Doğu, batı ve
güney olmak üzere 3 girişi vardır. Harap bir vaziyetteyken 1976-1977 yılları arasında
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilerek kullanılır hale getirilmiş ve
kiraya verilmiştir. Külliyenin yapılarından birini teşkil eden 6 kubbeli bedesten
vakfiyede adı geçen Bezziye Hanı’nın yerine yapılmıştır. Batı kapısı üzerinde
bulunan ve bugün türbeye kaldırılmış olan kitabesinde Osmanlı Dönemi’nde tamir
gördüğü yazılıdır. Bu tamir sırasında orijinal haline sadık kalınıp kalınmadığı
araştırmacılar için bir merak konusudur.121 (Bkz. Resim 3.11)
119
Yaşar Erdemir, age., s.81-86.
Yaşar Erdemir, age., s.87.
121
Yaşar Erdemir, age., s.88-90.
120
97
Resim 3.10. Eşrefoğlu Süleyman Bey’in Türbesi.122
Resim 3.11. Bedesten.123
122
123
Yaşar Erdemir, age., s.81.
Yaşar Erdemir, age., s.86.
98
3.7.5 Hamam
Eski kale kapısıyla cami arasında, bedesten’in hemen yanında yer almaktadır.
Herhangi bir yazıtı yoktur; fakat cami vakfiyesinde adı geçtiği ve civarda başka
hamam kalıntısı olmadığı için camiden önce yapıldığı varsayılmaktadır. Kadınlar ve
erkekler için iki ayrı bölümü olan çifte hamamın ya da Eşrefoğlu hamamının
günümüze bir kısmı korunagelmiştir. Soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan
bölümlerinden oluşmuş olmalıdır.
3.7.6 İsmail Ağa (Aka) Medresesi
Halk arasında “taş medrese” olarak bilinen yapı caminin hemen batısındadır.
Yakın zamanda Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore ettirilerek yıkılmaktan
kurtarılmışsa da portali ve türbesi dışındaki bölümler orijinalliğini kaybetmiştir. Tek
tarih belirten potalındaki yazıttır. İ. Hakkı Konyalı’ya göre bu yazıtta tamir gördüğü
ifade edilmektedir.124 Mevcut kalıntılarından 2 eyvanlı ve açık avlulu bir plana sahip
olduğu anlaşılmaktadır. Ana eyvanın solunda İsmail Aka’nın türbesi yer alır. (Bkz.
Resim 3.12)
3.7.7 Taş Köprü
Konya ovasını sulamaya yönelik olarak yapılmıştır. Bu konudaki ilk proje
Kanuni zamanında gündeme gelmişse de köprünün yapımı sonradan sadrazam olan
Konya Valisi Avlonyalı Ferit Paşa zamanında olmuştur. 1907 yılında AnadoluBağdat demiryolu inşaat şirketi namına Holzman’ın etütlerine dayanılarak Anadolu-
124
Yaşar Erdemir, age., s.95.
99
Osmanlı Demiryolu Ortaklığına 1907 yılında ihalesi yapılır.
1908-1914 yılları
arasında yapımı tamamlanan köprü 850000 altına mal olmuştur. Osmanlı Devleti’nin
kurduğu ilk sulama projesidir. Kuzey-güney yönünde uzanan köprünün 15 adet
kapağı baraj görevi de görmesini sağlar.125
Resim 3.12. İsmail Aka Medresesi.126
Beyşehir’in hoş görünümüyle simgesi olma özelliği uzun yıllar korumuş
olmasına karşın, artan araç trafiğini karşılamak amacıyla 1997 yılında yapılan yeni
köprü görüntüsünü kapatmış ve atıl bir vaziyette kalmasına neden olmuştur.
Bunlardan başka Kale kapısı, Demirli Mescit, Bayındır Camii, Hacı Armağan
Camii, Çarşı Camii, 1915’de gelen Çeçen göçmenlerin yaptığı cami de tarihi değere
sahip yerler arasındadır.
125
126
Bilal Alperen, age., s.110-112.
Yaşar Erdemir, age., s.94.
100
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BEYŞEHİR GÖLÜ MİLLİ PARKI İÇİN ÖNERİLER
4.
BEYŞEHİR
GÖLÜNÜN
KÜLTÜR
VARLIKLARI
AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ
4.1 Beyşehir Gölü’nde Sürdürülebilir Turizm
Turizmin doğal çevre faktörlerine olan bağımlılığı nedeniyle, turizm
endüstrisinin uzun dönemde sürdürülmesi için dikkatli bir biçimde planlanması ve
yönetilmesi gerekir. Sürdürülebilir turizmde esas olan, korunması gereken doğal,
arkeolojik ve kentsel alanları, geleceğin turizm alanları olarak, turizmin olumsuz
etkisinden koruyarak, hem kullanılmasını hem de gelecek nesillere aktarılmasını
sağlamaktır. Turizmin gelişimini yok etmeden, çevrenin korunması ve mekânların
planlanması
sağlanarak,
sürdürülebilir
bir
yapı
geliştirilebilir.
Turizmde
sürdürülebilirlik, arzı belirleyen kaynakların sonsuz olmadığı hususu göz önüne
alınarak; kaynakların optimum kullanımını gerektirir. Yani sürdürülebilirlik bir
yandan doğanın ve yeniden üretilmeyen varlıkların korunmasını, diğer yandan
bunların rasyonel kullanımını bir arada dengeli bir biçimde sağlamalıdır.
Ekoturizm; doğayı ve kültürel kaynakları anlayarak korumayı destekleyen,
düşük ziyaretçi etkisi olan ve yerel halka sosyoekonomik fayda sağlayan,
bozulmamış
doğal
alanlara
çevresel
101
açıdan
sorumlu
seyahat
olarak
tanımlanabilmektedir.127 Diğer taraftan; turizm pazarında, doğaya dayalı turizm
olarak tarif edilen ekoturizm, sürdürülebilir kalkınma aracı olarak görülmektedir.
Ekoturizm, dışsal olarak enerji ve hammadde tasarrufunu sağlayacak yeni
pazarlar yaratır. Yerel yönetimlerin denetimi altında, çevreye saygılı yapılaşmada
yerel mimari özelliklerin korunmasına, arkeolojik kalıntı ve tarihsel yapıların özgün
ortamla uyumunun bozulmamasına özen gösteren bu turizm biçimi; yeni yapılanma
yerine, var olan yapıların yeniden kullanımını özendirir ve yöresel ekonomik
uğraşları korumaya ve geliştirmeye yardımcı olur. Kısacası turizmin kaynağı olan
değerleri koruyarak kendi geleceğini ve devamlılığını güvence altına almasını sağlar.
Bir turizm faaliyetinin ekoturizm olarak adlandırılabilmesi için:
 Etkisinin en düşük düzeyde olması
 Çevresel ve kültürel bir bilinç oluşturması
 Ziyaretçiler ve ev sahipleri için pozitif etki oluşturması
 Koruma için doğrudan finansal katma değer katması
 Yerel halk için finansal gelişim ve yarar sağlaması
 Politik, çevresel ve sosyal anlamda ev sahibi ülke için duyarlılığı artırması
gerekmektedir.128
Ekoturizme katılan gruplar genellikle küçük, 25 kişiden fazla olmaz.
Dolayısıyla buralardaki turizm işletmeleri de en fazla 100 yataklı, orta veya küçük
ölçekteki işletmelerdir.129
UNEP’in (Birleşmiş Milletler Çevre Programı) araştırmasına göre ekoturizm
hızla büyümekte olan bir sektördür ve bunda en büyük pay dünya genelinde artan
çevre bilincidir.
127
http://www.ecotourism.org/what-is-ecotourism Erişim Tarihi: 01.04.2012.
http://www.ecotourism.org/what-is-ecotourism Erişim Tarihi: 01.04.2012.
129
http://www.canbekin.com/FileUpload/ks192554/File/ekoturizm.pdf Erişim Tarihi: 01.04.2012.
128
102
Bu tez çalışmasında inceleme konusu olan Beyşehir Gölü ve civarındaki
kültür varlıkları için hem eko turizm hem de kültür turizmi önerilebilir. Zaten bu
kavramları birbirinden ayrı düşünmemek gerekir. Kültür turizmi bir bölgedeki tüm
tarihi eserleri, arkeolojik eserleri, tarihi dini merkezleri, müzeleri, festival ve özel
günler ile yöresel el sanatlarını kapsayabilen bir turizm çeşididir. Kültürel turistlerin
profili ise yapılan bir araştırmaya göre:

Diğer turistlerden daha fazla kazanan,

Tatildeyken daha fazla harcayan,

Genel halktan daha eğitimli,

Yaş ortalaması genellikle 50 yaş üstü olan,

Kitle turistlerinden genellikle ayrı, bireysel veya küçük gruplar içinde seyahat
eden,

Seyahat zamanları genellikle nisandan başlayıp eylül ayına kadar olan
döneme yayılabilen,

Tatildeyken bölgede daha fazla zaman harcayan kişilerden oluşmaktadır.130
Yukarıda detaylı şekilde açıklanmaya çalışılan ekoturizm ve kültür turizmi
Beyşehir Gölü’nün kalkınmasında izlenecek rota olmalıdır. Dünyanın önemli tatlı su
rezervlerinden birisi olan Beyşehir Gölü, jeolojik ve ekolojik anlamda öneminin yanı
sıra, tarihi ve arkeolojik değerleriyle ön plana çıkma potansiyeline sahiptir.
Anadolu’nun tarihi gelişimine uygun olarak pek çok döneme tanıklık etmiş olan
yöre, özellikle Hititler, Anadolu Selçuklular’ı ve Beylikler dönemine ait ünik
eserleriyle dikkat çekmektedir. Ancak ülkemizde önemi pek de anlaşılamamış olan
bu alan son yüzyılda etkisini gittikçe arttıran tahribata karşı yasalarla koruma altına
alınmış olmasına rağmen halkın eğitim ve bilinç düzeyi geliştirilemediğinden halen
tehdit altındadır. Yerel halkın eğitimi, ev pansiyonculuğu gibi turistik aktivitelere
yönlendirilmesi, çeşitli el sanatları aktivitelerinin tanıtımı ve yaygınlaştırılmasının
130
Umut Özdemir, “Ülkemizde Turizmin Çeşitlendirilmesi Kapsamında Tarihi Yolların
Değerlendirilmesi: Büyük İskender’in Anadolu’daki Sefer Yolu Örneği”, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Yayımlanmamış Uzmanlık Tezi, Ankara: 2009, s.
27.
103
sağlanması bu konuda gelir düzeyini arttırarak kendiliğinden sürdürülebilir bir
koruma etkisi oluşturacaktır.
Ayrıca merkezi yönlendirme ile çeşitlendirilecek turizm aktivitelerinin de
planlaması bu sürdürülebilir kavram çerçevesinde yapılmalıdır. Özellikle Kızıldağ
Milli Parkı sınırları içinde kalan mağaraların literatürdeki önemi düşünüldüğünde
mağaracılık, Göldeki adaların kuş yaşamı açısından değeri bakımından kuş
gözlemciliği, gölün kendisinde gerçekleştirilecek yüzme, kürek, kano, rüzgar sörfü
gibi aktiviteler, çevredeki dağlık yapıyı düşünerek dağcılık, trekking, paraşüt, yelken
kanat gibi aktiviteler ile fotoğrafçılık ve sedir ormanlarının barındırdığı yüksek
oksijen seviyesi ile astım hastaları için tedavi edici etkisi açısından sağlık turizmi,
öncelikli teşvik edilip planlaması yapılacak turizm türleridir. Bütün bu aktiviteler
mümkün olduğu kadar motorsuz taşıtlar ile yapılacak şekilde planlanmalıdır.
Örneğin Gölün tüm çevresinde bisiklet turları yapılmasının sağlanması için
mevcut yollarda iyileştirme yapılması şarttır. Ancak bu konuda UDGP’de bağlayıcı
hükümler mevcuttur. Yine de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, motorlu taşıt
kaynaklı hava kirliliği ve iklim değişikliğine neden olan kirleticilerin azaltılması
amacıyla, bisiklet yollarının yaygınlaştırılmasına yönelik hazırlanan projeleri
desteklemesine yönelik olarak aldığı karar bir fırsat olarak değerlendirilip
yararlanılmalıdır.131
Bütün aktiviteler Göl ve çevresi için planlanırken küçük ölçekli ev
pansiyonculuğunun haricindeki turistik konaklama tesisleri için Beyşehir’in merkez
seçilmesi; buraya turlarla gelecek büyük grupların, daha küçük gruplar halinde göl
çevresindeki günübirlik turlara yönlendirilmesi daha uygun olacaktır. Beyşehir tarihi
kent merkezinde Eşrefoğlu Camii ve Külliyesinin gezilmesinin, yemek ve alışveriş
için 1. gün; Fasıllardan başlayıp Eflatunpınar’a, oradan da Kubad Abad’a gidecek ve
Yeşildağ’daki tarihi evleri ve Leylekler Vadisiyle ile Göl çevresindeki turu
tamamlayacak olan 2. gün aktiviteleri Beyşehir konaklamalı gerçekleştirilebilir.
131
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 07.03.2012 tarih ve B.09.0.ÇYG.0.12.02.00-125.02/1230 sayılı
yazısı.
104
Burada dikkat edilmesi gereken husus bu tür turizm aktivitelerinin ana katılımcı
grubu
olan
kültürel
benimsenmesidir.
turist
Örneğin
profiline
yemek
uygun
esnasında,
bir
konaklama
otobüslerde
veya
anlayışının
konaklama
alanlarında yüksek sesli müzik bu grubu oldukça rahatsız etmektedir. Bunun yerine
yerel ve otantik dokunun korunmuş olduğu kültürel etkinlikler daha ilgi çekicidir.
Daha küçük sayıdaki bisiklet, dağcılık ve trekking grupları için ev
pansiyonculuğu ve butik otel kavramı özendirilmelidir. Bu gruplar için UDGP
kapsamında
belirlenmiş
olan
mevcut
güzergahların
(Bkz.
Resim
4.1)
kullanılabilirliğinin arttırılması için tanıtım broşürleri ve haritaları, yerel rehberlik
hizmeti, yönlendirme ve tanıtım levhaları ile yol işaretleri oldukça önemlidir. Ancak
milli park alanında bu konuda yapılmış bir çalışma yoktur. Dünyada ve ülkemizde bu
konuda çalışmalar yapmış olan uzmanlardan oluşturulacak olan bir çalışma grubunun
rota belirleme, işaretleme, harita çıkartma, basılı materyalleri hazırlama, internet
ortamında tanıtımını sağlama ve bilinirliği arttırmaya yönelik çalışmaları yapmak
üzere bir araya getirilmesi gerekmektedir. Bu sayede kağıt üzerinde kalmış olan
planlamaların bazılarının hayata geçirilebileceği düşünülmektedir.
Bakanlığımızca da desteklenen kültür yolu çalışmaları kapsamında ülkemizde
Likya Yolu, Aziz Paul Yolu, Kaçkar Dağları Yolu, Küre Dağları Rotaları, Sultanlar
Yolu, Yenice Ormanları, Hazreti İbrahim Kültür Yolu, Evliya Çelebi Yolu,
Eskipazar Yolu, Frig Yolu, Hitit Yolu, İstiklal Yolu adlarında eşitli rotalar
oluşturulmuştur.132 Benzer rotaların Konya-Beyşehir arasında “Kervansaraylar
Yolu”, Fasıllar ve Eflatunpınar Arasında “Hitit Yolu”, göl çevresinde “Eşrefoğlu
Yolu” ve Yalvaç (Pisidia Antiokheia), Yunuslar köyü (Pappa Tiberiopolis), Fasıllar
köyü (Mistia) arasında “Via Sebaste” olarak düzenlenebileceği düşünülmektedir.
Kültür yolları konudaki uluslararası çalışmaları yürüten iki kurumdan biri
Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi-Kültür Yolları Komitesi (ICOMOS-CIIC),
diğeri ise Avrupa Kültür Yolları Enstitüsüdür.133 Ancak Avrupa Konseyi’nin
kriterleri de belirlenen yolların seçilmesinde ve tanıtılmasında önemlidir. Dolayısıyla
132
133
Türkiye'nin Kültür Yolları Broşürleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü
Umut Özdemir, age., s. 30-34.
105
bu alanda yapılacak bir çalışmada uluslararası kriterler gözetilerek fon sağlanması
amacıyla bir proje üretilebilir.
Resim 4.1. Kızıldağ ve Beyşehir Gölü Milli Parkları UDGP’lerine göre
güzergahlar.134
4.2 Beyşehir Gölü Milli Parkı İçin Kültür Varlıkları Yönetim Planı
Hazırlanması
Milli park ilan edilerek koruma altına alınan bir alanın içinde yaşayan yerel
halkı birlikte mevcut yaşam alanlarını, mülkiyet durumunu, gelişimini, hatta
ekonomik yönelimini belirleyen, kısacası alanın sürdürülebilir bir korumacılık
134
Kızıldağ ve Beyşehir Gölü Milli Parkı UDGP’leri kapsamındaki kararların Google Earth
programına işlenmesiyle elde edilmiştir.
106
anlayışıyla yönetimini sağlayacak en üst ölçekte kararların belirlendiği UDGP’lerin
kısa süre içerisinde tamamlanarak, uygulanır vaziyete gelmesi korunan alanlarda
hayati önem arz etmektedir. Çünkü yasayla koruma altına alınan alan, insan
etkisinden soyutlanamayacağı için hızla yürürlüğe konacak düzenlemelerle, alanda
çok katılımlı bir yönetimin oluşturulması zamanın yıkıcı etkisine karşı atılacak ilk ve
en önemli adımdır.
Maalesef Beyşehir Gölü için durum böyle olmamıştır. Beyşehir Gölü Milli
Parkı 1993 yılında ilan edilmesine rağmen UDGP’si ancak 2008 yılında yürürlüğe
girebilmiştir. Bu sürecin uzamasında mevcut mevzuata göre görüşü alınması gereken
kurumlarla süren yazışmalardaki gecikme ve fikir ayrılıklarının yanı sıra kavramın
ülkemizde yeni olmasının da etkisi vardır. Ancak yaşanan bürokrasi ve mevzuat
karmaşası, yerel halkın milli park ile bütünleşerek koruma bilincinin gelişmesini
sağlamak yerine, alanın milli park oluşunu kendi refah düzeyleri için bir tehdit olarak
algılamaları durumuna dönüşmüştür. Bu bilinçsiz, eğitimsiz ve kontrolsüz grup,
alanın geleceği için en önemli tehditlerin başında gelmektedir.
Ne yazık ki bu süre Bakanlığımız denetimi altında olan kültür varlıkları
açısından da verimli kullanılamamış, hali hazırda tespiti ve tescili yapılmış kültür
varlıkları ile sit alanlarının milli park, dolayısıyla Beyşehir Gölü ile bütünleştirilerek
araştırılması,
korunması,
tanıtılması
ve
sürdürülebilirliklerinin
sağlanması
konularında UDGP kapsamında hazırlanacak bir yönetim planı oluşturulamadığı
gibi, önerisi dahi yapılmamıştır.
UDGP hazırlanması sürecinin uzamasının diğer bir olumsuz tarafı da geçen
süre zarfında milli park ilan edilmesiyle pek çok açıdan sınırlanan yerel
yönetimlerin, kendi bağımsız projelerini oluşturmuş ve uygulamış olmalarıdır. Ne
yazık Beyşehir İlçesi’nin sahil şeridinde park ve rekreasyon alanı olarak yapılan
uygulama estetik açısından çirkin olduğu gibi, kısıtlı bakış açısıyla hazırlandığından
ihtiyaçlara cevap verebilecek nitelikte de değildir. Bu ve benzer uygulamalar zaman
ve para kaybı olmalarının yanı sıra, hem alanın bütünlüğünü ve karakterini tehdit
etmekte hem de gelecekte kentin tarihi dokusunu koruyarak geliştirilecek
107
sürdürülebilir bir kültür turizmi oluşturmak için yapılacak girişimleri de
baltalamaktadır.
Bu nedenlerle en kısa sürede “Beyşehir Gölü ve Kızıldağ Milli Parkları
Kültür Varlıkları Yönetim Planı” hazırlanarak yürürlüğe konmalıdır. Ancak bunun
öncesinde Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Kültür ve
Turizm Bakanlığı, DSİ, Konya ve Isparta Valilikleri, bağlı kaymakamlıklar,
belediyeler,
vb.
pek
çok
idari
birime
bölünmüş
olan
alanda
işleyişin
kolaylaştırılabilmesi için ortak bir protokol imzalanarak yazışma yerine alanda görev
yapacak bir acil müdahale ekibiyle plan ve programlama yapılmasının daha verimli
ve gerçekçi olacağı varsayılmaktadır. Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel
Müdürlüğü’nün iki ayrı isimde milli park olarak ilan etmiş olduğu alanın, kendi
uzmanlarınca da pek çok kez belirtildiği üzere tek isimle milli park ilan edilmesi; alt
yönetim planları oluşturulmadan hazırlanmış UDGP kararlarının revize edilmesinin
de gerekli olduğu düşünülmektedir.
UDGP ler, üst ölçekli ve yasal bir yönlendirme dokümanı niteliğindedir. Bu
planlar; teknik, yönetsel, sosyal ve ekonomik gelişme olanaklarının araştırıldığı,
sınandığı ve sonuçta ekosistemin gözetilerek bütünleştirildiği dokümanlardır. Ancak,
plan sunumunda daha çok mekânsal
önlemlere ağırlık vermektedir. Bu
yönlendirmede, planla getirilen “bölgelemeler” ve bunların her birisi için geliştirilen
kararlar baskın rol oynamaktadır.
Yönetim Planlarının (YP) kurgusu ve ele alınış biçimi UDGP lerden daha
farklıdır. Her şeyden önce bu planlar kuramsal olarak; amaç, hedef, eylem ve öneri
bütünlüğü içinde döngüler yapan stratejik izlence ya da yol haritası olarak da
tanımlanabilmektedir. Gelecek; çok sektörlü, uygulamayı sağlayacak araçlar
tanımlanarak, kurumsal ve yönetsel görev ya da yükümlülükler belirlenerek
kurgulanmaktadır. Ayrıca Yönetim Planları; stratejik amaçları ve varılmak istenilen
hedefleri, mevcut kurumsal yapı, kapasite ve kısıtları da gözeterek; program ve
faaliyetleri ayrıntısında ortaya koymaktadır. Bu bağlamda faaliyetlerin zamanlaması
önem taşımaktadır. Öte yandan, mekânsal önlemler kadar, finansman ve mali
108
düzenlemeler ve yasal dayanakların ışığı altında kurumsal yapıda alınması gereken
önlemler de yönetim planlarında ele alınmaktadır. “Katılımcılık” bu planların
belirleyici özelliğidir. Bu durum, plana gerçekçilik kazandırmaktadır. Nihayet, bu
yaklaşımda; “başarının ölçülmesi”, “izleme - yönlendirme” ve “geri besleme”
düzenekleri kurularak plan canlı tutulmaktadır.
Beyşehir Gölü için hazırlanacak bir kültür varlıkları yönetim planı da kültürel
ve doğal değerlerin yanı sıra sosyo-ekonomik durum ile birlikte ele alınmalıdır.
Planın misyon ve vizyonu açık ve net bir biçimde ortaya konmalıdır. Örneğin:
Vizyon: “Beyşehir Gölü Milli Parkı ve yakın çevresinin bütün doğal ve
kültürel değerleri ile korunduğu, bölgede yaşayan insanların yerleşim, eğitim, sağlık,
ulaşım, geçim, mülkiyet gibi sorunlarının çözüldüğü, kaynakların sürdürülebilir
kullanımından elde edilen gelirlerin öncelikli olarak yerel halkın refahı için
kullanıldığı, alanda yaşayanların da yönetime katıldığı bir yer istiyoruz.’’
Misyon: “Beyşehir Gölü Milli Parkı ender kültürel değerlerinin gelecek
nesillere aktarılması için katılımcı uygulanabilir korunan alan yönetim planını
yapmak, alandaki kültürel çeşitliliği korumak ve kültürel kaynak yönetimine yönelik
kalıcı örnekler geliştirebilmek”
Stratejik hedefleri ile amaçları yanlış anlamaya izin vermeyecek şekilde
ortaya konmalıdır. Örnek strateji ve hedefler şunlar olabilir:
Strateji: Kubad Abad Saray Kompleksinin Korunması
Amaç :Kubad Abad saray kompleksinin kazı, restorasyon ve çevre düzenleme
projelerinin yapılarak; yönetim planına entegre edilmesi ve uygulanması
Strateji: Geleneksel Mimarinin Korunması
Amaç :Geleneksel mimariyi gelecek kuşaklara aktarmak
Strateji: Kültürel Yaşamın Korunması
109
Amaç :Geleneksel yaşamı eko-turizm aracılığıyla tanıtmak ve bu tür çalışmaları
desteklemek
Strateji: Kültürel Değerler Hakkında Eğitim ve Bilinçlendirme Çalışmaları Yapmak
Amaç: 1-Eşrefoğlu Camii ve Külliyesi ile ilgili bilgilendirme çalışmalarını
gerçekleştirmek
Amaç:2-Yöre halkını geleneksel ve kültürel değerlerin önemi hakkında
bilinçlendirerek gönüllü rehberliğe yöneltmek
Strateji: Eko-turizmi Teşvik Etmek
Amaç : 1-Sahanın 1 yıl içinde eko turizm potansiyelini belirlemek
Amaç : 2-Sahanın eko-turizm planını yapılandırmak
Strateji: Eko-turizm Hakkında Eğitim ve Bilinçlendirme Çalışmaları Yapılması
Amaç : 1-Yerel halk içinden seçilen park kılavuzlarını eğitmek
Amaç : 2-Yerel halkı Eko-turizm konusunda bilinçlendirmek
Strateji: Yerel Topluluklarının, İlgi Gruplarının Katılımını Artırmak
Amaç : 1-2 Yıl içinde yerel toplulukların, ilgi grubu temsilcilerini belirlenmek ve
temsil mekanizmasını yapılandırmak
Strateji: Parkın Katılımcı Yönetim Sistemini Oluşturmak
Amaç : 1- Alanın katılımcı yönetimin planını yapılandırmak
Amaç : 2- Parkın idari sistemini oluşturulmak
Strateji: Finans Sistemini Kurmak
Amaç : 1-Park giderleri sistemi belirlemek ve yapılandırmak
Amaç :2- Park gelirleri sistemini yapılandırmak
110
Buna bağlı olarak arkeolojik ve doğal sit alanlarının bulunduğu ve kültürel
değerleri yönetim planında da yoğun olarak çalışılan kesimin bölgeleme amaçları
aşağıdaki gibi açıklanmalıdır.

Bölgenin (zonun) kullanımından kaynaklanan anlaşmazlık ve zararlı etkileri
ortadan kaldırmak için, yöre halkının ve diğer ilgi gruplarının kullanımını
organize etmek.

Beyşehir Gölü Milli Parkı’nın tarihsel geçmişi, doğal kaynakları ve
güzellikleri konusunda bilgilenmeleri ve alanda eğlenebilmeleri için olanak
sağlamak.

Yöre halkına, kültürel ve doğal yapısı değişmemiş bir yerde; gelir getirici
faaliyetler ve eğitim yapma fırsatları sunulması.

Alanın taşıma kapasitesi ve koruma hedefleri doğrultusunda, ziyaretçi
hareketlerini ölçebilir hale getirmek.

Alanda yaşayanların alternatif gelir kaynaklarına yönelmelerini ve gelir elde
etmelerini sağlamak.
Alanın fiziksel özellikleri, florası, faunası, peyzaj ve doğal değerleri, kültürel
değerleri, arkeolojik değerleri ve mevcut durumları, geleneksel mimarisi ile sosyal
yapısı ve yerleşme özellikleri mevcut UDGP verileri ile güncel bilgiler derlenerek
özet halinde sunulduktan sonra GZTF (güçlü-zayıf-tehdit-fırsat) analizi yapılmalıdır.
Yerel halk tarafından benimsenecek, yerel yönetimlerin katılımcı olacağı çok
yönlü, detaylı, geri bildirimleri takip edilip, ihtiyaç dahilinde revize edilecek bir
yönetim planı uygulandığı takdirde önümüzdeki yıllarda Beyşehir, sahip olduğu
tarihi ve arkeolojik değerleriyle Türkiye’nin marka kentlerinden biri haline
gelebilecektir.
111
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Dünyada doğayı koruma kavramının ortaya çıkışı 19. yüzyılda olmuş, bundan
sonra bu alanda ilkler yaşanmaya başlanmış, çeşitli sivil toplum örgütleri kurulmuş,
uluslararası sözleşmeler imzalanmıştır. 1970’lerden sonra bu konudaki çalışmalar
yoğunlaşmış, bugün kullanılmakta olan pek çok terim ve sınıflandırma bu dönemde
tanımlanmıştır.
Ülkemizde ise, Osmanlı İmparatorluğu döneminde birkaç yasal düzenleme
yapılmışsa da, asıl 1950’li yıllarda dünyadaki gelişmelere paralel olarak pek çok
yasal düzenleme yürürlüğe girmiş, ayrıca birçok uluslararası sözleşmeye taraf olarak
imza atılmıştır.
ABD’de, Yellowstone Milli Parkı, dünyada ilan edilen ilk milli park
olmuştur. Bu konuda ABD, Kanada ve Avusturya gibi ülkeler hem ilk gelişmelere
imza atmalarıyla hem de günümüzdeki uygulamalarıyla örnek teşkil etmektedirler.
Ülkemizde ise 1958 yılında ilan edilen Yozgat Çamlığı ilk milli parkımız olma
özelliğini taşımaktadır. O günden bu güne kadar toplam 40 adet milli park ilan edilen
ülkemizde de uluslararası kategorilerle paralel korumacılık anlayışı benimsenerek
milli park alanları için uzun devreli gelişme planları (UDGP) hazırlanmaya
başlanmıştır. UDGP’ler, üst ölçekli ve yasal bir yönlendirme dokümanı
niteliğindedirler.
Ülkemizin en büyük 3. Gölü konumunda olan Beyşehir gölü, dünya
standartlarında önemli bir tatlı su rezervidir. Gölün geçiş sistemi olma özelliği iklimi,
jeolojik, ekolojik, biyolojik, demografik yapısına kadar pek çok alana yansımaktadır.
Kültürel ve doğal değerleri ile gölün korunarak gelecek kuşaklara aktarılması için
yasal anlamda korunmaya alınması kaçınılmaz olmuştur. Bu nedenlerle önce 1960
107
yılında gölün Isparta İli sınırları içerisindeki kısmı Kızıldağ Milli Parkı olarak ilan
edilmiş, 1993 yılında Kızıldağ Milli Parkı’nın sınırları genişletilmiş; gölün kalanı ise
Beyşehir Gölü Milli Parkı olarak koruma altına alınmıştır.
Göl ve çevresi doğal anlamda olduğu kadar kültür varlıklarıyla da dikkat
çekicidir. İnsan yerleşiminin neolitik dönemde başladığı anlaşılan alanda; Hititler,
Frigler, Lidyalılar, Romalılar, Selçuklular ile Eşrefoğulları, Karamanoğulları,
Hamitoğulları Beylikleri ve Osmanlılar tarafından kullanılmış ve yerleşilmiş olan göl
ve çevresinde, bugün bu medeniyetlerin izlerini hala görebilmek mümkündür.
Hitit heykeltıraşlık sanatı için ünik olan Fasıllarda, 7 ton ağırlığındaki dev
Hitit tanrı kabartması ile Eflatunpınar’daki kutsal Hitit havuzu ve anıtı; Büyük
Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’ın çinilerinin güzelliği dillere destan,
entrikaları efsanelere konu olmuş sarayı Kubad Abad; 50 yıl gibi kısa bir süre hüküm
sürmüş olmalarına rağmen Eşrefoğulları Beyliği’nin, hem yapıldığı dönemde hem de
günümüzde, Beylikler dönemine ait en önemli eserlerden birisi olarak kabul gören
Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ve türbesi, regülatör kapaklarıyla baraj görevi de
üstlenen, Osmanlı’nın ilk sulama projesi olarak bilinen taş köprü, alanın öne çıkan
kültürel değerleridir.
Ekoturizm; doğayı ve kültürel kaynakları anlayarak korumayı destekleyen,
düşük ziyaretçi etkisi olan ve yerel halka sosyoekonomik fayda sağlayan,
bozulmamış doğal alanlara çevresel açıdan sorumlu seyahat olarak tanımlanmakta ve
bu nedenle de ekoturizm Beyşehir Gölü tanıtımı ve turizm aktiviteleri için tercih
edilmesi gereken turizm türü olmalıdır. Dünyanın önemli tatlı su rezervlerinden birisi
olan Beyşehir Gölü, jeolojik ve ekolojik anlamda öneminin yanı sıra kültürel
mirasıyla ön plana çıkma potansiyeline sahiptir. Anadolu’nun tarihi gelişimine uygun
olarak pek çok döneme tanıklık etmiş olan yöre, özellikle Hititler, Anadolu
Selçuklular’ı ve Beylikler dönemine ait ünik eserleriyle dikkat çekmektedir. Ancak
ülkemizde önemi pek de anlaşılamamış olan bu alan son yüzyılda etkisini gittikçe
arttıran tahribata karşı yasalarla koruma altına alınmış olmasına rağmen halkın
eğitim ve bilinç düzeyi geliştirilemediğinden halen tehdit altındadır. Yerel halkın
108
eğitimi, ev pansiyonculuğu gibi turistik aktivitelere yönlendirilmesi, çeşitli el
sanatları aktivitelerinin tanıtımı ve yaygınlaştırılmasının sağlanması bu konuda gelir
düzeyini arttırarak kendiliğinden sürdürülebilir bir koruma etkisi oluşturacaktır.
Sürdürülebilir bir koruma anlayışı temelinde yerel halkın bilinçlendirilmesi
ve değerlerine sahip çıkmaları çok önemlidir. Beyşehir Gölü Milli Parkının ilanından
sonra UDGP’nin hazırlanması ve yürürlüğe girmesinde yaşanan gecikme nedeniyle
bu süreç Beyşehir için tersine işlemiştir. En kısa zamanda hazırlanacak proje ve
programlarla halkın bilinçlendirilmesi yönünde eğitim çalışmaları başlaması alan için
dışarıdan yapılacak her türlü müdahaleden daha önemlidir.
Ayrıca merkezi yönlendirme ile çeşitlendirilecek turizm aktivitelerinin de
planlaması bu sürdürülebilir kavram çerçevesinde yapılmalıdır. Özellikle Kızıldağ
Milli Parkı sınırları içinde kalan mağaraların literatürdeki önemi düşünüldüğünde
mağaracılık, göldeki adaların kuş yaşamı açısından değeri bakımından kuş
gözlemciliği, gölün kendisinde gerçekleştirilecek yüzme, kürek, kano, rüzgar sörfü
gibi aktiviteler, çevredeki dağlık yapıyı düşünerek dağcılık, trekking, paraşüt, yelken
kanat gibi aktiviteler ile fotoğrafçılık ve Sedir ormanlarının barındırdığı yüksek
oksijen seviyesi ile astım hastaları için tedavi edici etkisi açısından sağlık turizmi
öncelikli teşvik edilip planlaması yapılacak turizm türleridir. Bütün bu aktiviteler
mümkün olduğu kadar motorsuz taşıtlar ile yapılacak şekilde planlanmalıdır.
Gölün çevresinde ve tarihi kalıntılar arasındaki yollarda iyileştirme yapılması
şarttır. Ancak UDGP kararları bu noktada bağlayıcı olduğundan, kararlarda
revizyona gidilmesi yönünde Orman ve Su İşleri Bakanlığı’yla görüşmelere
başlanmalıdır. Gölün bütün olarak korunması, tanıtılması ve bir çekim merkezi
haline gelmesi için tekne, bisiklet gibi alternatif güvenli yollara ihtiyaç vardır.
Bütün aktiviteler göl ve çevresi için planlanırken küçük ölçekli ev
pansiyonculuğunun haricindeki turistik konaklama tesisleri için Beyşehir’in merkez
seçilmesi; buraya turlarla gelecek büyük grupların, daha küçük gruplar halinde göl
çevresindeki günübirlik turlara yönlendirilmesi daha uygun olacaktır.
109
Planlanan aktivite, tur güzergahı ve konaklama seçeneklerinde dikkat
edilmesi gereken husus ana katılımcı grup olan kültürel turist profiline uygun bir
anlayışın benimsenmesidir.
Daha küçük sayıdaki bisiklet, dağcılık ve trekking grupları için ev
pansiyonculuğu ve butik otel kavramı özendirilmelidir. Bu gruplar için UDGP
kapsamında belirlenmiş olan mevcut güzergahların kullanılabilirliğinin arttırılması
için tanıtım broşürleri ve haritaları, yerel rehberlik hizmeti, yönlendirme ve tanıtım
levhaları ile yol işaretleri oldukça önemlidir. Ancak milli park alanında bu konuda
yapılmış bir çalışma yoktur. Dünyada ve ülkemizde bu konuda çalışmalar yapmış
olan uzmanlardan oluşturulacak olan bir çalışma grubunun rota belirleme, işaretleme,
harita çıkartma, basılı materyalleri hazırlama, internet ortamında tanıtımını sağlama
ve bilinirliği arttırmaya yönelik çalışmaları yapmak üzere bir araya getirilmesi
gerekmektedir. Bu sayede kağıt üzerinde kalmış olan planlamaların bazıları hayata
geçirilebileceği düşünülmektedir.
Bakanlığımızca da desteklenen kültür yolu rotalarının Konya-Beyşehir
arasında “Kervansaraylar Yolu”, Fasıllar ve Eflatunpınar Arasında “Hitit Yolu”, göl
çevresinde “Eşrefoğlu Yolu” ve Yalvaç (Pisidia Antiokheia), Yunuslar köyü (Pappa
Tiberiopolis), Fasıllar köyü (Mistia) arasında “Via Sebaste” olarak düzenlenebileceği
düşünülmektedir.
Millipark alanı ve yakın çevresi Bakanlığımız denetimi ve kontrolü altında
olan kültür varlıkları açısından da verimli kullanılamamış, hali hazırda tespiti ve
tescili yapılmış kültür varlıkları ile sit alanlarının milli park, dolayısıyla Beyşehir
Gölü
ile
bütünleştirilerek
araştırılması,
korunması,
tanıtılması
ve
sürdürülebilirliklerinin sağlanması konularında UDGP kapsamında hazırlanacak bir
yönetim planı oluşturulamadığı gibi, önerisi dahi yapılmamıştır.
Bu sebeple en kısa zamanda misyonu ve vizyonu anlaşılabilir; stratejik
hedefleri ve amaçları açık; uygulanabilir bir “Beyşehir Gölü Kültür Varlıkları
yönetim Planı” hazırlanması yönünde çalışmalara başlanması gerekli görülmektedir.
110
Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün iki ayrı isimde milli
park olarak ilan etmiş olduğu alanın, kendi uzmanlarınca da pek çok kez belirtildiği
üzere tek isimle milli park ilan edilmesi; alt yönetim planları oluşturulmadan
hazırlanmış
UDGP
karalarının
revize
edilmesinin
de
gerekli
olduğu
düşünülmektedir.
Eşrefoğlu Camii ve civarının daha kapsamlı olarak projelendirilerek tarihi
kent dokusuyla bütünleşmiş bir yaşam alanı olabilmesi sağlanırsa Beyşehir’e marka
değeri katacağına ve cazibe merkezi haline geleceğine inanılmaktadır.
111
KAYNAKÇA
AKÇAY, İ., “Orta Anadolu’da Bazı Kitaplıklar”, Türk Kütüphaneciler Derneği
Bülteni, C:14, S. 1-2, 1965, s.21-25.
AKDOĞAN, G., “Milli Parklar ve Memleketimizde Bu Konudaki Gelişmeler”,
Ankara Üniversitesi Ziraat Yıllığı, Yıl: 16, 1996,
AKURGAL, Ekrem, Anadolu Uygarlıkları, 5. b., İstanbul: Net Turistik Yayınları,
1995.
ALPEREN, Bilal, Beyşehir ve Tarihi, Konya: Büyük Sistem Dersanesi Matbaası,
2001.
ARIK, Rüçhan, Kubad Abad, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2000.
ASLANAPA, Oktay, One Thousand Years of Turkish Carpets, İstanbul: Eren
Yayıncılık, 1988.
ASLANAPA, Prof. Dr. Oktay, Türk Sanatı: Başlangıcından Beylikler Devrinin
Sonuna Kadar (Cilt I-II), Ankara: Kültür Bakanlığı, 1990.
BALDIRAN, Asuman, Beyşehir ve Civarı Heykeltraşlık Eserleri, Konya: Çizgi
Kitabevi Yayınları, 2009.
CIRIK, U., “Milli Parklar ve Uzun Devreli Gelişme Planları”, Planlama Dergisi,
Sayı:2007/1, 2007, s.45-50.
112
COOLIDGE, J.H., “Milli Parklar Tarihinde Kaydedilen Uluslararası Önemli
Gelişmeler”, Tarım Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü Teknik Haberler
Bülteni, Sayı: 16, 1965, s. 97.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname
ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Hükmünde Kararname, KHK/648, T.C. Resmi Gazete, Sayı: 28028,
17/08/2011,
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/08/20110817-1-1.htm,
Erişim Tarihi: 24.03.2012.
DURAN, Prof. R., “Altınapa Hanı”, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları,
Ed. Hakkı Acun, Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2007, s.77-86.
ERDEMİR, Yaşar, Beyşehir Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ve Külliyesi, Konya:
Beyşehir Vakfı Yayınları, 2005, s.19-20.
EYÜBOĞLU, Bilal, Dünden Bugüne Beyşehir, 1979.
HÜRMÜZLÜ, B., “Pisidia’da Gömü Gelenekleri Işığı Altında Kültürlerarası
İlişkiler”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı.15, 2007, s.122.
KALELİOĞLU, U., ÖZKAN, N., Türkiye’nin Taraf Olduğu Uluslararası Çevre
Sözleşmeleri, İzmir: İzmir Barosu Yayınları, 2000.
KARADUMAN, Hüseyin, Türkiye’de Eski Eser Kaçakçılığı, Ankara: ICOM,
2007.
KARAUĞUZ, G.,
KUNT, H.İ., Eskiçağ Kaleleri -Orta Anadolu’nun Güney
Kesimi-, Konya: Çizgi Kitabevi Yayınları, 2004.
113
KARPUZ, Prof. H., “Altınapa Hanı”, Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansarayları,
Ed. Hakkı Acun, Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2007, s.89-102.
KONYALI, İbrahim Hakkı, Abideleri ve Kitabeleriyle Konya Tarihi, Konya:
1964.
KURDOĞLU, O., “Dünyada Doğayı Koruma Hareketinin Tarihsel Gelişimi ve
Güncel Boyutu”, Artvin Çoruh Üniversitesi Ormancılık Fakültesi Dergisi, Sayı:
8(1), 2007, s.59-76.
MACQUENN, J.G., Hititler ve Hitit Çağında Anadolu, Ankara: Arkadaş Yayınevi,
2001.
ÖZDEN, S., “Pisidia Bölgesi’nde Yunan ve Roma Dönemlerine Ait Kültür
Varlıkları”, Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri (TAY) Klasör 7 (Pisidia ve Karia
Bölgeleri Yunan-Roma Dönemi), İstanbul: Ege Yayınları, 2007, s. 1-12.
ORAL, M. Z., “Eşrefoğlu Camiine Ait Bir Kandil”, Belleten, C:XXIII, Sayı:89,
1959, s. 113-118.
OUSTERHOUT, R., “John Henry Haynes’in 1884-1887’de Anadolu Gezileri ve
Fotoğrafları”, Çev. Kemal Atakay, Osman Hamdi Bey ve Amerikalılar, Ed. Renata
Holod, İstanbul: Pera Müzesi Yayını 2011, s.56-57.
ÖNDER, M., “Konya’da Yeni Bulunan Bir Roma Lahdi”, Arkitekt, C:1958,
S:1958-02 (291), s.70-71.
ÖZDEMİR, Umut, “Ülkemizde Turizmin Çeşitlendirilmesi Kapsamında Tarihi
Yolların Değerlendirilmesi: Büyük İskender’in Anadolu’daki Sefer Yolu Örneği”,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü,
Yayımlanmamış Uzmanlık Tezi, Ankara: 2009.
114
ROBERT, L., “Anadolu’nun Eski Çağ Şehirleri [Elektronik Versiyonu]”, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Dergisi, 1948, C:6, S:5, s.531-542
T.C. KONYA VALİLİĞİ İL ÇEVRE MÜDÜRLÜĞÜ, “Beyşehir Gölü Sulakalanı
Yüzey Su Toplama Havzası Yönetim Planı Raporu”, Tüstaş Sınai A.Ş. Genel
Müdürlüğü, 2007.
T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI, Eflatunpınar Hitit Anıtı Broşürü.
Türkiye'nin Kültür Yolları Broşürleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel
Müdürlüğü
URFALIOĞLU, Doç. Dr. Nur, “Amerika Birleşik Devletleri Milli Parklarında
Koruma Ve Sergileme”, 4. Müzecilik Semineri (İstanbul, 16-18 Eylül 1998)
Bildirileri, İstanbul: Askeri Müze ve Kültür Sitesi Yay., 1998, s.21-23.
WRIGHT, R.George, National Parks and Protected Areas, USA, 1996.
YÜCEL, M., BABUŞ, D.,
“Doğa Korumanın Tarihçesi ve Türkiye’deki
Gelişmeler”, Doğu Akdeniz Ormancılık Araştırma Müdürlüğü DOA Dergisi,
Sayı:11, 2005, s.151-175.
2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu, T.C. Resmi Gazete, Sayı: 18132, 11/08/1983.
2873 sayılı Milli Parklar Kanunu’nu ile 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 25.
Maddesinin uygulanmasını düzenleyen yönetmelik, Sayı: 19309, 12/12/1986,
http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/20780.html, Erişim Tarihi: 24.03.2012
93/4020 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, T.C. Resmi Gazete, Sayı: 21502,
20/02/1993.
115
http://www.iucn.org/about/work/programmes/pa/pa_products/wcpa_categories/
pa_categoryii/
http://usparks.about.com/library/weekly/aa012598.htm
http://www.milliparklar.gov.tr
http://www.iucn.org/about/work/programmes/pa/pa_products/wcpa_categories/
http://www.iucn.org/about/work/programmes/pa/pa_products/wcpa_categories/
pa_categoryii/
www.mehmetbildirici.com/download/roma_yazit_2006.pdf
http://www.kulturvarliklari.gov.tr/belge/1-41259/konya-oren-yerleri.html
http://whc.unesco.org/en/tentativelists/5611/
http://www.ecotourism.org/what-is-ecotourism
http://www.canbekin.com/FileUpload/ks192554/File/ekoturizm.pdf
116
ÖZET
Dünyada doğayı koruma kavramının ortaya çıkışı 19. yüzyılda olmuş.
1970’lerden sonra bu konudaki çalışmalar yoğunlaşmış, bugün kullanılmakta olan
pek çok terim ve sınıflandırma bu dönemde tanımlanmıştır.
Ülkemizde ise, 1950’li yıllarda dünyadaki gelişmelere paralel olarak pek çok
yasal düzenleme yürürlüğe girmiş, ayrıca birçok uluslararası sözleşmeye taraf olarak
imza atılmıştır.
ABD’de, Yellowstone Milli Parkı, dünyada ilan edilen ilk milli park
olmuştur. Ülkemizde ise 1958 yılında ilan edilen Yozgat Çamlığı ilk milli parkımız
olma özelliğini taşımaktadır. Bugün 40 adet milli park ilan edilen ülkemizde de
uluslararası kategorilerle paralel korumacılık anlayışı benimsenerek milli park
alanları için uzun devreli gelişme planları (UDGP) hazırlanmaktadır. UDGP’ler, üst
ölçekli ve yasal bir yönlendirme dokümanı niteliğindedirler.
Ülkemizin en büyük 3. Gölü konumunda olan Beyşehir gölü, dünya
standartlarında önemli bir tatlı su rezervidir. Barındırdığı türler, kültürel ve peyzaj
değerleri ile gölün korunarak gelecek kuşaklara aktarılması için 1993 yılında, Isparta
İli sınırları içerisindeki kısmı Kızıldağ Milli Parkı, Konya İli sınırları dahilindeki
kesimi ise Beyşehir Gölü Milli Parkı olarak koruma altına alınmıştır.
Göl ve çevresi doğal anlamda olduğu kadar kültür varlıklarıyla da dikkat
çekicidir. İnsan yerleşiminin neolitik dönemde başladığı anlaşılan alanda; Hititler,
Frigler, Lidyalılar, Romalılar, Selçuklular ile Eşrefoğulları, Karamanoğulları,
Hamitoğulları Beylikleri ve Osmanlılar tarafından kullanılmış ve yerleşilmiş olan göl
ve çevresinde, bugün bu medeniyetlerin izlerini hala görebilmek mümkündür.
119
Hitit heykeltıraşlık sanatı için ünik olan Fasıllardaki dev Hitit tanrı
kabartması ile Eflatunpınar’daki kutsal Hitit havuzu ve anıtı; Büyük Selçuklu Sultanı
Alaaddin Keykubad’ın sarayı Kubad Abad; Eşrefoğulları Beyliği’nin en önemli
eserlerinden birisi olan kabul gören Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ve türbesi,
Osmanlı’nın ilk sulama projesi olarak bilinen Taş Köprü alanın öne çıkan kültürel
değerleridir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle Beyşehir Gölü ve civarının korunması,
sürdürülebilir bir yönetim anlayışıyla gelecek kuşaklara aktarılması gereklidir. Son
yasal mevzuata göre 3 Bakanlığın yetki alanına giren doğal sit, kültür varlıkları ve
milli parklar için ortak çalışma grupları oluşturulmalıdır. Beyşehir Gölü içinde
çoğunlukla sahada gözlem yaparak yerel yönetimlerle ve halkla iç içe olacak, farklı
disiplinlerden ve kurumlardan insanlar bir araya getirilmelidir. Bu çalışma
neticesinde oluşacak fikirlerin de en kısa zamanda uygulamaya geçirilmesi şarttır.
Ekoturizm anlayışını da içinde barındıran bir “kültür varlıkları yönetim planı”
oluşturulması, Beyşehir Gölü ve etrafında değeri tam anlaşılmamış ve tanıtımdan
yoksun kalmış tarihi eserlerimizin değerlendirilmesi için kilit öneme sahiptir. Böyle
bir çalışmanın başlatılmasının ülkemizin kültürel ve doğal zenginlikleri açısından bir
örnek teşkil etmesi temenni edilmektedir.
Anahtar Sözcükler:
-
Milli Park ve Kültür Varlıkları
-
Beyşehir Gölü Milli Parkı
-
Kubad Abad
-
Eşrefoğlu Camii
-
Eflatunpınar
-
Fasıllar
120
ABSTRACT
‘The concept of protecting and preserving nature was established on the 19th
century. In the 1970s works on issue have been increased and may of the definitions
and classifications were made during these years.
In our country, many international aggreements were signed and many laws
have been designed and made effective in 1950s, in parallel with the developments
over the world.
The very fisrt national park over the world is Yellowstone National Park in
the U.S.A. In our country, it is the Yozgat Forest which has announced as national
park in 1958. Today, there are 50 national parks in our country, and preservation for
long period plans (PLPP) being designed in paralel with the international categories.
The PLPPs are higher scope and legally guiding documents.
Beysehir Lake, being the third largest lake of our country, is an important
fresh water reserve. Due to its endemic soecies, its cultural values and its landscape,
it was decided in 1993 that it is preserved for the future generations with its Kizildag
National Park belonging to Isparta and Beysehir National Park belonging to Konya
cities.
The lake and its surrondings are worth attraction not only for its natural
values but also for its cultural assets. It is possible to find evidences of neolithic age
settlements and trace back Hittities, Phyrigians, Lydians, Romans, Suljuks,
alongwith Esrefogullari, Karamanogullari, Hamitogullari state’s settelements and
indeed the Ottomans as well.
121
The most prominent cultural and archaeological values of the area are: the
Hitite giantic god sculpture at Fasillar, the Kubad Abad Palace of Seljukian Sultan
Alaaddin Keykubad, Esrefoglu state’s Suleyman Bey Mosque with its memorial
grave and –as known- the very first watering Project the Stone Bridge.
For all above mentioned reasons, it is vital that the natural and cultural
heritage of Beysehir lake region is to be preserved and passed on to the future
generations. In paralel with the latest legislations, there needs to be established
working groups in relation with the seperate responsible Ministries to work on
natural preservation areas, cultural heritage areas and national parks. For Beysehir
lake, field observations have to be made and responsible workers should be broght
togetter from several related field to work together with the regional administiration
and the public. This joint work should be enable common ideas and plans which
must be applied and realised. It is required to have a “cultural heritage manegement
plan” involving eco-tourism aspect, for it is essential to maintain and make use of the
underestimated historical heritage of Beysehir Lake. It is sincerely hoped that such a
Project would set an example for our country in means of maintaining cultural and
natural heritage.
Key Words:
-
National Park and Cultural Heritage
-
Beysehir Lake National Park
-
Kubad Abad
-
Esrefoglu Mosque
-
Eflatunpinar
-
Fasillar
122
ÖZGEÇMİŞ
Makbule Burcu BİLİR 24.01.1977 tarihinde Ankara’da doğdu. 1995 yılında
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Klasik Arkeoloji bölümünü
kazandı ve 2000 yılında mezun oldu. Daha önce özel sektörde de mesleği ile ilgili
çalışan BİLİR, 2009’dan bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğünde Kültür ve Turizm Uzman Yardımcısı olarak görev
yapmaktadır. Makbule Burcu BİLİR iyi derecede İngilizce bilmektedir. Temel ilgi
alanları fotoğrafçılık, çini sanatı ve kültür gezileridir.
123