HF110 - Hayatım Futbol
Transcription
HF110 - Hayatım Futbol
27ARALI K2 01 3-SAYI 1 1 0 BİRİ BİTER, BİRİ BAŞLAR Yayın Koordinatörü İlker Yılmaz Editörler Emre Çelik Rafet Baran Eryılmaz Yazarlar Emre Özcan Güner Çalış İsmail Şayan Mustafa Demirtaş Orhan Uluca Salih Demirci Uğur Karakullukçu İyisiyle kötüsüyle bir seneyi daha geride bıraktık. Fenerbahçe ve Galatasaray’ın Avrupa arenasındaki başarıları, Galatasaray’ın Terim yönetiminde üst üste ikinci şampiyonluğu, akabinde Terim-Aysal krizi, sadece düzenlemekle kaldığımız U20 Dünya Kupası gibi seneye damga vuranlar olarak öne çıktı. Avrupa’da ise Bayern Münih’in hegemonyası ve Sir Alex’in vedası tarih sayfalarındaki yerlerini aldılar. Bizler ise bu sayıda, yıla her açıdan damga vuran olayları, oyuncuları ve takımları sıraladık. Seneye damga vuran olayların yanı sıra şimdiden ufak çaplı bir kaosa sebebiyet veren Tarık Çamdal kimdir sorunu sizlerle paylaştık. Çok kısa bir sürede Beşiktaş’ın unutulmazları arasına girmeyi başaran İlhan Mansız ve San Marino’nun çoktan unutulan yıldız adayı Marco Macina’yı hatırlatarak maziye daldık. Bütün bunların dışında da kendimizden bir parça, Flying Dutchman’in bütün dergiyi bir araya getirdiği artık klasikleşen gece de sayfalarımızdaki yerini aldı. Mutlu yıllar, Emre Çelik [email protected] [email protected] #110 BU SAYIDA YILIN ENLERi Türkiye’nin en iyileri, en kötüleri, sürprizleri Avrupa’nın en iyileri, en kötüleri, sürprizleri Yıla damga vuran transferler Skibbe Getirdi, Sağlam Pişirdi Transferiyle olay olan Tarık Çamdal beklentileri karşılar mı? Marco Macina Kötü şakalardan arınmış alternatif bir San Marino hikayesi Unutulmaz: İlhan Mansız Ondan sonra Beşiktaş’ta ne kral çıktı ne de 20 golü geçen Maç Bahane Varol Döken bu kez yılın mekanında yılın buluşmasını yazdı Yılın Enleri HF110 TÜRKiYE’DE YILIN ENLERi Yılın Futbolcusu: Didier Drogba İstanbul’a adım attığında tarihin en sükseli transferlerinden biriydi ancak bir senesi geride kalmak üzereyken ortaya koydukları bir doz sansasyondan daha fazlası oldu. Geliş amacına uygun olarak Schalke 04’ün geçilip Real Madrid’e Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali’nde kafa tutulmasını sağlarken, kadro dengesi bozulan takımı bir arada tutup Galatasaray’ın Avrupa Ligi’nde yarı finali görmüş bir Fenerbahçe’nin önünde şampiyon olmasına büyük katkı sağladı. Bu sezon da Şampiyonlar Ligi’nde takımının Real Madrid ve Juventuslu gruptan çıkmasını sağlayan isimlerden biri olan Drogba yılın en başarılı isimlerinden. Yılın Takımı: Galatasaray Bundan 3 sene önce gerçek anlamda dibi gören takımın üst üste iki sene şampiyonluk yaşamasının dışında Türkiye tarihinde Şampiyonlar Ligi’nde üst üste iki sezon gruptan çıkma başarısını gösteren tek takım haline dönüşmesi yeterince etkileyici bir hikayeyken bu serüvenin önemli bir bölümünü oluşturan 2013’te Galatasaray’dan başka bir takım seçmek haliyle mümkün olmadı. Lige kötü başlamış olabilirler ama hoca değişikliğiyle birlikte bu geriye gidişe hakları var. Yılın Teknik Direktörü: Fatih Terim 46 puanla lig bitiren bir takımı bir sezon sonra şampiyonluğa götürüp ertesi sezon 6 yıl boyunca Şampiyonlar Ligi’nden uzak kalmış Galatasaray’a çeyrek final oynatan Fatih Terim, Galatasaray için başarı garantisi olduğunu bir kez daha gösterdi. Ünal Aysal’la yaşadığı problemler nedeniyle kulüpten ayrılması bir yana milli takımla imkansız bir görevi başarmanın kıyısına gelmesi de onun bu yıl diğer tüm meslektaşlarından birkaç adım öne çıkmasını sağladı. Terim, en iyi Türk teknik direktör sıfatını bir süre daha taşıyacak gibi görünüyor. Yılın Çıkış Yapan Futbolcusu: Caner Erkin Manisa’daki çıkışının sonrası sönmüştü. RusyaGalatasaray-Rusya rotasından kesin dönüş Fenerbahçe ile oldu. Sol bekteyse bilmişlerin satırları zaten hazırdı: “Caner’den sol bek olmaz!” Liverpool ve İspanya’nın sol açığının 30’undan sonra sol bek oynamayı öğrenmeye gösterdiği çaba büyük ders. Bundan ne derece etkilendi bilinmez ama Caner geçen sezonun ikinci yarısında Kocaman’la genelde sol önde başlattığı çıkışı yeni sezonda Yanal’la da devam ettirdi. Açık ara ligin en başarılı sol beki. Ve 2012 performansı ile 2013 performansı arasına en büyük farkı koyan oyuncu oldu. Yılın Genç Yeteneği: Oğuzhan Özyakup Aslında o, klasik tabirle ‘genç yetenek’ olma durumunu çoktan aştı. Oğuzhan Özyakup, Beşiktaş’ın yaşı da oldukça genç olan gerçek bir yıldızı. Çünkü o sahadayken, Beşiktaş’ın resmi tamamen değişiyor. Orta sahadan çıkan toplar, yakalanan gol pozisyonları daha çok akıl ürünü kaynaklı olabiliyor. Topu almadan önce ne yapacağına karar veriyor olması, onun en büyük farkı. Ve o kararı sahada uygulayabilmesi için yeteneklerinden cevap alabiliyor. Oğuzhan, yarattığı etkiyle bu kategoride neredeyse rakipsiz... Yılın Olayı: Terim-Aysal gerginliği Fatih Terim ile Ünal Aysal’ın ilişkilerinden bir gerginlik hep vardı ancak ülke gündemini meşgul edecek kadar şiddetli bir boşanma süreci yaşayacaklarını kimse tahmin etmemişti. Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final görmüş, şampiyonluk serisi yakalamış, kulüp efsanesi bir hocanın Eylül ayında işinden olması alışılageldik bir durum değil. Yıpranmış ilişkilerin bu düzeyde gürültü çıkaran, ağır bir ayrılığa yol açması Türk futbolunda sezonun en önemli kırılmasını yarattı. Yılın Tenekesi: Batuhan Karadeniz Yeniden Beşiktaş’a dönüşü ile film zaten başa sarmıştı, fakat Batuhan’dan umudu kesmeyen birileri her zaman var. Bu kez onun üzerine bahis oynayan Trabzonspor olurken sonuç değişmedi. Kadro dışı kalan 1991 doğumlu santrfor, asla sürprize mahal vermeyerek kendisi hakkında kesin yargı koyanları bir kez daha yanıltmadı. Geçmiş güzel tecrübelerden yolan çıkarak yeni bir Burak Yılmaz hayali kuran Trabzonspor ise malumu bir kez daha ilan etti: Buradan köye yol olur, Batuhan’dan olmazmış. Yılın Hakemi: Halis Özkahya Halis Özkahya mı? Şu maçta bunları yapan hakem yılın hakemi olabilir mi allasen? Peki, ey okuyucu sen söyle; kim olsun yılın hakemi? Sen her kimi söylersen ben de onun ‘katlettiği’ bir maçı öne sürerim; ödeşiriz. Aksi ise mümkün değil, üzerinde uzlaşılmış bir ‘iyi hakem’ henüz rast gelmedi. Futbolun en prestijli maçlarını yönetebilecek klasmandaki Cüneyt Çakır için de aynı şeyler geçerliyken bilhassa geçen sezonun ikinci yarısında öne çıkan Halis Özkahya, bizim için yılın hakemi oldu. Yılın Demeci: Arveladze’nin her röportajı Türkiye’de teknik direktörlük kariyerinin 4. sezonunu geçiren Şota Arveladze, futbol oynarken ayaklarına hükmettirdiği kıvrak zekasını bu kez Kasımpaşa takımında ve basın toplantılarında sergiliyor. Verdiği her röportajda mutlaka insanların gülebileceği bir şeyler söyleyebilen Arveladze, kesinlikle düşündürmeyi de başarıyor. Muhabirlerin hoş olmayan sorularına birçok teknik adam sert çıkışla karşılık verirken Gürcü Hoca en moralsiz halinde bile gayet sakin karşılayıp verdiği cevaplarla hem güldürüyor hem de üzerine bolca düşünmemizi sağlıyor. Yılın Çıkış Yapan Takımı: Akhisar Belediyespor Geçtiğimiz sezonun ilk maçını kazandıkları zaman teknik direktör Hamza Hamzaoğlu, “İyi oynamadık ama kazandık.” demeciyle başladı. İlk devre boyunca iyi oynadıkları pek çok maçı bitirici forvet eksikliği nedeniyle kaybederken futbol camiasının ortak algısı düşmesi neredeyse kesin olan takım Akhisar Belediyespor olmuştu. Ne geleceğini riske sokup borçlanarak transfer yaptılar ne de puan almak için ‘Çanakkale Geçilmez’e başvurdular. İyi oyunlarını sürdürüp Gekas transferi ile sonuca giderek harika bir çıkış yakalayıp ligde kalırken Türkiye’nin en büyüğünden en küçüğüne bütün takımlarına saha içi ve dışı örnek olmayı başararak en büyük alkışı onlar topladı. Yılın kaybedeni: Fenerbahçe Geçen sezon Türk futbol tarihinin bir sezonda en fazla maça çıkan takımı olan Fenerbahçe 3 kulvarı da sonuna kadar umutla zorlarken, bilhassa sona doğru maç yoğunluğuyla gelen sakatlıklar ve cezalılar takımın Mayıs’ta nefesini darlaştırınca sadece Türkiye Kupası kazanılabildi. Avrupa Ligi’nde oynadığı biri seyircisiz maçtan kaynaklanan 2 seyircisiz maç var! Yeni sezonda da TFF Başkanı “o iş bitti” diye böbürlenip teşekkür beklediğini söylerken UEFA’dan gelen 2 yıllık ceza ayrı darbe… Sarı-lacivertliler şu an mutlu ve lider ama beklenen bir Yargıtay kararı var. Yılın Enleri HF110 AVRUPA’DA YILIN ENLERi Yılın Futbolcusu: Franck Ribery Bayern Münih’in tarihi sezonunun yıldızı hiç şüphe yok ki Franck Ribery oldu. Kritik noktalarda ve önemi yüksek büyük maçlarda attığı goller ve asistten ziyade çizgiye inip çarptırarak attırdığı gollerle dikkatleri çekti. Geçtiğimiz sezon ligde çift basamaklı gol ve asist sayısına ulaşan Fransız yıldız, ülkesinin Dünya Kupası’na katılımında da önemli rol oynadı. Kazanılan beş kupada istikrarlı yıldız performansıyla fark yarattı. Golleri, asistleri ve durdurulamaz kenar aksiyonlarının yanı sıra tüm takımı etkileyen yılmaz, savaşçı ve pes etmeyen saha içi karakteri sürekli ‘kazanan’ Bayern Münih yaratımında başrolü oynadı. 2013 yılının en yetenekli futbolcusunun kim olduğu tartışılır belki ama en iyi performansı gösteren oyuncunun Ribery olduğu tartışılmaz. Yılın Takımı: Bayern Münih 2013 yılı içerisinde Almanya Süper Kupası hariç muhtemel bütün kupaları kaldıran Bayern Münih, rekorları alt üst eden tarihi bir performans sergiledi. 2013 yılının Şampiyonlar Ligi’ni ve Lig Kupası’nı kaldırması bir yana, bir yıl boyunca ligde yenilgi yüzü görmezken evindeki bütün maçları kazanarak toplamda 41 maçlık yenilgisizlik serisiyle Hamburg’un rekorunu da kırıp ligde yine rekor kıracak şekilde haftalar öncesinden şampiyonluğunu ilan etti. İlk defa bir Alman takımı, üç kupayı da aynı yıl müzesine götürürken 2013 yılında alınması muhtemel 99 puanın 93’ünü alarak rekorlarına bir yenisini daha ekledi. Son olarak müzesinde eksik olan FIFA Dünya Kulüpler Kupası’nı da Fas’ta kazanan Bayern Münih, tarihinin ‘daha iyisi olamayacak’ şekilde en iyi sezonunu yaşadı. Yılın Teknik Direktörü: Diego Simeone 2011’de şaşalı günlerini mumla arayan Atleti’de tribünler, Manzano’nun yerine Aragones’i istese de yönetimin tercihi Simeone olmuştu. Arjantinli, hoca olarak Avrupa’ya ilk defa geliyordu, görece tecrübesizdi ama eldeki isimlerle 1,5 yılda Avrupa’nın en iyi takım savunması yapan ekiplerinden birini yarattı. Falcao gidince “Acaba?” dense de ‘sistem’ takır takır işlemeye devam etti. Heynckes, Bayern ile Avrupa’ya damga vursa da Simeone, kaostan yarattıkları ve La Liga’daki ‘iki takımlı lig’ algısını kırdığı için ödülü bizce hak ediyor. Yılın Çıkış Yapan Futbolcusu: Aaron Ramsey Mesut Özil’in varlığı tüm Arsenal takımını bir tık yukarı çıkardı, ama Aaron Ramsey başka. Genellikle orta sahada pozisyon alan iki merkez oyuncusunun biri olan Galli futbolcu, bu sezonun Christmas fikstürüne dek çıktığı 16 lig maçında 8 gol attı ve 6 asist yaptı. Top tekniği ve oyun bilgisi ile Avrupa’nın en iyilerinden biri olan Ramsey, sonbaharda müthiş bir çıkış gösteren Arsenal’in itici gücü oldu. Üstelik tüm bunları futbol sahasında yaşanabilecek en ağır sakatlıklardan biri atlatarak başardı. Yılın Genç Yeteneği: Paul Pogba İki sezon önce Bosman’la Manchester United’dan ayrılıp Juventus’a transfer olan Pogba’nın Alex Ferguson ve eski kulübü hakkındaki açıklamaları pek hoş karşılanmamıştı. Ama Juventus’ta çok çabuk bir şekilde ana rotasyonun bir parçası haline gelen Pogba, Pique’den sonra bir kez daha Ferguson’u haksız çıkaran isim oldu. U-20 Dünya Kupası’nın MVP’si, Andrea Pirlo’nun sözleşmesinin bitiminden endişe duymayan bir Juventus ortaya çıkardı ki bu durum tek başına onun önemini ortaya koyuyor. Yılın Olayı: Alex Ferguson’un emekliliği Tam 27 yıl sonra Manchester United’ın kulübesinde başka bir hoca göründü, çünkü yarım asrı deviren Alex Ferguson emekli olmak istedi. Futbolun en güçlü adamlarından biri olarak ancak kendi isteğiyle ayrılacağı koltuğunu bırakmak için doğru zamanın geldiğine kanaat getirdi ve işini David Moyes’a devretti. Miras olarak kulübün kazancına göre çok düşük maaş alan bir oyuncu grubu, her sene kar eden bir kulüp ve 13’ü Premier League şampiyonluğu, 2’si Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu olmak üzere 38 kupa bıraktı. Yılın Tenekesi: Milan Geçtiğimiz sezona da çok kötü girdikten sonra yeni yılla birlikte durumu toparlayan ve Şampiyonlar Ligi biletini alan Milan’ın bu sezonun başında tam anlamıyla dibe vuruşu aslında Allegri sorunundan çok daha ötede. Zlatan Ibrahimovic ve Thiago Silva’nın takımdan ayrılmasıyla ortaya çıkan mecburi vasatlaşma ekonomik yönden çok zorlanan kulübün önünde büyük bir problem. Kısa vadede iyiye gitme şansları yok ve Galliani’nin de açıkladığı gibi belki de Milan’ın geleceği altyapıda. Yılın sürprizi: Bosna - Hersek Zaten küçük bir ülkeydi. İç savaştan sonra herkes bir tarafa dağılmıştı. Onları tekrar bir araya getiren unsurların en başı, Bosna-Hersek Milli Takımı oldu ve elbette ki Dünya Kupası yolu. Çok iyi oyunculara sahip olsalar da onların Brezilya biletini peşinen alacağını kimse beklemiyordu. Bu yaz, Bosna halkı bir rüya yaşayacak. Ve o rüyayı yerinde görmek isteyen birçok insanın evini satıp, Brezilya’ya gitmek istediği söyleniyor. Galiba onları farklı yapan ve Dünya Kupası’nda da en dikkat edilecek özellikleri bunlar olacak: Tutku ve inanmışlık! Yılın kaybedeni: Benfica Yolu Türkiye’den de geçen ve Fenerbahçe’yi kıran kırana bir turun sonucunda eleyip Avrupa Ligi finaline çıkan Benfica, ahını aldığı Fenerbahçelilerin gazabına uğradı denebilir. Fenerbahçe ile oynadıktan sonra önce Porto’ya 93’inci dakikada yediği golle şampiyonluğu veren Benfica, Avrupa Ligi ve Portekiz Kupası finallerini de son dakikalarda yediği gollerle kaybederek destansı bir sezonu çöpe atıp tarihi bir hayal kırıklığı yaşadı. Yılın ikinci yarısına da iyi girmeyip Şampiyonlar Ligi gruplarından elenen Benfica için 2013 tam bir kabustu. Emre Çelik Yılın Enleri HF110 SENEYE DAMGA VURAN TRANSFERLER Avrupa’da liglerin dengelerini alt üst eden bu üç adamın yeni takımlarına yaptıkları katkıyı mercek altına aldık. Futbolu keyifli kılan faktörlerden biri, belki de en büyüğü hiç şüphesiz transferler. Sezonlara ara verildiği anlarda kulüplerin bir oyuncu için kapışması, bazı transferlerin gündeme tek başına aylarca damga vurması, ödenen çılgın meblağlar, transferlerle yapılan reklam anlaşmaları, oyuncu lansmanları bazen o denli öne çıkıyor ki tek bir transfer bile futbolun önüne geçiyor. Geride bıraktığımız sene içerisinde bu tip üç transfere şahit olduk: Gareth Bale, Neymar ve Mesut Özil Neymar (Sao Paulo’dan Barcelona’ya) Brezilya medyasının da abartısıyla ilk defa 2010’un sonlarında “Pele’nin son vârisi” olarak, gösterilen Neymar, yaklaşık 2,5 sene boyunca Real Madrid’e gidecek yoksa Barcelona’ya mı gidecek sorusunu sordurup, ortalığı yeterince birbirine kattıktan sonra olaylı bir şekilde - sponsoru Nike’ın da etkisiyle - Barcelona’yı tercih etti. Fakat transferin ardından yaşananlar da en az transfer kadar konuşuldu. Önce Barça cephesi, Real Madrid’in son dakikada astronomik ve rekor bir teklifle Neymar’ı ikna etmeye çalıştığını ama başarılı olamadığını açıkladı. Doğal olarak Florentino Perez bu iddiaları yalanlayıp Neymar için devreye bile girmedik dese de Neymar’ın ailesinden gelen “Real Madrid daha fazla para verdi ama dünyanın en iyisini seçtik” açıklaması hem Perez’i yalancı çıkardı, hem de Real Madrid’in bu transferi gölgede bırakmak adına Gareth Bale transferine ağırlık vermesine yol açtı. Neymar, sadece Real Madrid-Barcelona ekseninde değil, Avrupa’ya uyum sağlayıp sağlayamayacağı konusunda da fazlasıyla tartışıldı. Kimi onun pas oyunu temelli tiki-taka’ya adapte olamayacak kadar bencil olduğunu iddia etti, kimileri ‘yeni Robinho’ benzetmesiyle birlikte abartıldığını öne sürdü. Cruyff da dahil kimileri Messi ile birlikte olmayacağını belirtti, kimi ise Neymar’ın en az Romario ve Ronaldinho gibi Barcelona’ya katkı vereceğini iddia etti. Transferiyle dünyanın en çok konuşulan oyuncularından biri olan Neymar, hâl böyle olunca da sezon başından itibaren mercekle takip edildi. “Bu geminin kaptanı Messi.” diyerek adaptasyon için elinden geleni yapacağını gösteren Neymar, Martino tarafından ilk 11’e kademe kademe monte edildi. Sezon başında bocalasa da özellikle Messi’nin sakatlığının ardından ana sahneye çıkıp takımını taşıyan isimlerin başında gelen Neymar, şimdilik gördüğü ilgiyi hak ettiğini kanıtlama yolunda ilerliyor. Gareth Bale (Tottenham’dan Real Madrid’e) Geçtiğimiz sezon sergilediği performansla Tottenham’ı tek başına sırtlayıp Premier Lig’de Sezonun En İyi Oyuncusu seçilen Gareth Bale’in Tottenham’dan kopmasına kesin gözüyle bakılıyordu ve öyle de oldu. Neymar’ı ezeli rakibi Barcelona’ya kaptıran Florentino Perez, tıpkı geçen sezon Modric transferinde olduğu gibi biraz geç kalsa da, bir futbolcu için ödenen en yüksek miktarı kulübün kasasından çıkardı ve kendi dönemindeki ikinci los Galacticos’a en değerli parçayı kattı. Fakat tıpkı Neymar’da olduğu gibi Bale’in transferinin ardından da “Acaba Ronaldo ile uyum sağlayabilecek mi, La Liga’ya adapte olabilecek mi ve bir takımda iki yıldız nasıl anlaşacak?” gibi onlarca soru soruldu. Kulübün transferin hemen ardından yaptığı ve hiç kimsenin inanmadığı “Bale’e 100 milyon avro ödemedik. Dünyanın en pahalısı Ronaldo.” açıklaması da bu merakları daha da artırdı ve zaten fazlasıyla konuşulan transferin iyice gündeme oturmasını sağladı. Fakat Bale de tıpkı Neymar gibi zekice bir açıklamayla “Burada patron Cristiano Ronaldo. Dünyanın en iyi oyuncusu o.” diyerek Real Madrid’e gelirken takıma faydalı olabilmek için egolarından sıyrıldığı yönünde konuştu. Neymar gibi İspanyol medyasının mercekle üzerine eğildiği Bale ise Brezilyalının aksine sezon başında daha büyük sansasyon yarattı ama bunun sebebi oynadığı futboldan ziyade sakatlığı oldu. Menisküs sakatlığından dolayı sezona geç giren Bale, hemen ardından bağlarından sakatlandı; İspanya medyası da doğal olarak “kronik sakatlığı var” damgasını yapıştırdı. Real bu iddiaları reddetse de Bale’in oynamadığı her bir maç ayrı bir olay oldu. Fakat bütün bu iddialara rağmen Galli yıldız son derece iyi bir futbolla sahalara döndü. İçlerinde Galatasaray maçının da bulunduğu, Sevilla galibiyetiyle başlayıp Valladolid galibiyetine kadar devam eden süreçte bütün iddiaları unutturdu ama tekrar sakatlanmasıyla birlikte istikrarsızlığı tekrar gündeme geldi. Şurası bir gerçek ki Bale henüz istenen seviyede değil ama toparlanırsa performansıyla toparlanmazsa da istikrarsızlığıyla gündemi uzunca bir süre daha meşgul edecek. Mesut Özil (Real Madrid’den Arsenal’e) Real Madrid’in takım içi kavgalarla, hoca-oyuncu atışmalarıyla, Barcelona ve Atletico Madrid’in kupayla kapattığı sezonu eli boş bitirmesiyle son derece çalkantılı geçirdiği 2012-13 sezonunun ardından yönetim ile Mourinho anlaşarak yolları ayırınca herkes artık sakin bir Real Madrid bekliyordu. Fakat Carlo Ancelotti, ilk olarak 201213 sezonunda Deportivo maçında devre arası oyundan alınmasının ardından “Sahada olmazsam olmaz” mesajını veren Mesut Özil’i planlarında düşünmediğini açıklayınca ortalık bir anda tekrar karıştı. Mesut Özil’in transferin son günü, hatta son saatlerinde de beklenmedik bir biçimde Arsenal’in yolunu tutması ve ardından iki takımda bıraktığı etkiyle yaz transfer dönemine ve hatta bu sezona damga vurmayı başardı. Real Madrid’de Ancelotti önce “Bale alındığı için Mesut’u sattı. Performansa göre değil.” iddiasıyla karşılaştı. Ardından Real cephesinden gelen Mesut’un ‘kadın düşkünlüğü iddiası’ gönderme damga vurdu. Mesut ise en iyi cevabı sahada vererek yıllardır kupa alamayan, daha da kötüsü inançsız bir takıma dönüşmeye başlayan Arsenal camiasındaki havayı tek başına değiştirerek kulübünü kazanan ve şampiyonluğa oynayan bir ekibe dönüştürdü. Etrafındaki isimlerin de kalitesini en az birer seviye yukarı çekti. Real Madrid ise Mesut’un yerini bir türlü dolduramadı. Ancelotti, ‘oynatan’ Mesut yerini ‘oynayan’ Isco’yla kapatma girişiminde başarısız oldu. Dahası Mesut’un gidişinin ardından sürekli bir biçimde “Di Maria forma için savaştı ama Mesut bunu göze alamadı” diyen Ancelotti’nin açıklamalarının üzerine Arjantinlinin devre arasında ayrılacağı iddiası da Mesut transferinin sürekli gündeme gelmesine yol açtı. Gerçekleştiği günden bu yana hem La Liga’yı hem de Premier Lig’i doğrudan etkileyen Mesut transferi ve etkileri, görünene göre uzunca bir süre daha konuşulmaya devam edecek. Rafet B. Eryılmaz Büyüteç HF110 SKIBBE GETiRDi SAĞLAM PiŞiRDi Eskişehirspor’da bu sezon ortaya koyduğu performansla ligin en çok konuşulan isimlerinden biri olan Tarık Çamdal, kariyerinde büyük bir adım atmaya hazırlanıyor... Türk takımlarının gurbetçi oyuncuları transfer ederken çok da bilinçli hareket ettiklerini söylemek mümkün değil. 2011 yazında Michael Skibbe yönetiminde sezona hazırlanan Eskişehirspor, Tarık Çamdal’ı kadrosuna kattığında çoğu futbolsever bu oyuncuyu pek tanımıyordu. Gözler Dede başta olmak üzere şöhretli yabancılara çevrilmişti. Hiç kimse iki sezon sonra 91’li Tarık’ın Dede’nin mevkisinde oynayacağı futbolla milli takıma kadar yükseleceğini tahmin etmiyordu haliyle. yaşı nedeniyle sol bekte oluşan boşluğu başka bir oyuncuyu transfer etmek yerine Tarık’la doldurmaya karar verdi. Bu kararı alırken genç oyuncunun hızından ve çalışkanlığından etkilendiğine şüphe yok. Ayrıca sayıları giderek artan ters ayaklı kanat oyuncularına karşı sağ ayaklı Tarık’ın oynaması da bir avantaj sağlayacaktı. Nitekim Tarık, kendine duyulan bu güveni boşa çıkartmayıp, herkesi etkileyen bir futbol izletmeyi başardı. Altyapısından yetiştiği 1860 Münih’in A takımda pek fazla forma şansı bulamayan Tarık, Türkiye’ye geldiğinde bir sağ kanat oyuncusuydu. İlk sezonunda forma şansı bulduğu tek maçta sağ bekte oynayan genç oyuncu, takip eden sezonda Ersun Yanal tarafından genelde açıkta kullanıldı. Bu kadar az forma şansı bulmasına rağmen çalışmayı elden bırakmayan oyuncunun A2 takımla çıktığı maçlarda kendini hazır tutması kariyeri açısından büyük önem taşıyordu. Bu hazır olma durumu Ertuğrul Sağlam’ın göreve geldiği 2013-14 sezonunda ona sunulan fırsatları değerlendirmesine yardımcı oldu. Dede gibi bir deneyim abidesinden sonra sol bekte oynamanın yarattığı baskıyla iyi başa çıktığına şüphe yok. Üstelik Özgür Çek ve Serol Demirhan gibi o mevkide ondan daha fazla maç oynamış oyuncuları da geride bırakmayı başardı. Almanya’da aldığı altyapı eğitiminin faydasını gördüğünü kendisi de itiraf ediyor. Eski bir açık oyuncusu olarak da rakiplerinin neler yapacaklarını çok iyi tahmin ediyor. Dede’nin faydaları Sağlam, Dede’nin yaşadığı sakatlık ve ilerleyen Brezilyalı oyuncunun Tarık’a katkılarını yadsımamak lazım. Genç oyuncu, idollerinden biri olarak kabul ettiği Dede’den aldığı tavsiyeleri Tam Saha’ya verdiği röportajda detaylıca anlatıyor. Egosunu törpülemeyi başarmış bir yıldız olan Dede’nin “Sol bek oynamak, sağ bek oynamaktan farksız. Her ortan mutlaka 10 numara olacak diye bir şart da yok. Beş ortandan üçü mutlaka takım arkadaşınla buluşur. Üstelik senin sol ayağın da kötü değil.” şeklindeki sözleriyle Tarık’ı çok daha iyi bir futbolcu yaptığına eminiz. Çalışmanın meyvesi Tarık’ın bu kadar göze çarpmasının en önemli nedenlerinden biri de düşmeyen temposu. Genç oyuncunun A2 takımda oynadığı dönemleri yakından takip eden Eskişehirli gazeteciler Oğuz Öztürk ve İsmail Genç de Tarık’ın bu özelliğini vurguluyorlar. Çalışkanlığıyla sivrilen Tarık’ın yüksek tempoda oynamasını sağlayacak kondisyona daima sahip olduğunu belirtiyorlar. Bu sayede kariyerinde hiç oynamadığı bir mevkide bu kadar başarılı olmasını açıklıyorlar. Bu fikirlere katılmamak elde değil. Altyapı eğitimini Almanya’da alması da bu konuda ona büyük avantaj sağlıyor. Teknik direktörünün “Forma değil, adalet dağıtıyoruz” diyen Ertuğrul Sağlam olması da harcadığı çabaların karşılık bulduğunu görmesi açısından çok önemli. Çalışmayı bu kadar seven bir oyuncunun, bu şartlar altında milli takıma yükselip, adını İstanbul ekipleriyle andıracak konuma gelmesi de gayet normal. Peki ya sonra? Orta vadedeki hedefini milli takımda düzenli olarak forma giymek olarak belirleyen Tarık’ın önünde ciddi bir yol ayrımı var. Sezon sonunda kırmızısiyahlı ekiple bitecek olan sözleşmesi hakkındaki transfer spekülasyonlarını artırıyor. İstikrarlı bir form grafiği yakalayan genç oyuncunun, bunu gideceği takımda da sürdürmesi gerekiyor. Onunla yakından ilgilenen Galatasaray’da aynı şekilde oynayıp oynayamayacağı en büyük merak konusu elbette. Sezonlardır sol bek sıkıntısı çeken Galatasaray’a transfer olması halinde Tarık’ın gelişimini sürdürebileceğini söyleyebiliriz. Yüksek temposu, farklı mevkilerde oynayabilmesi ve çalışkanlığıyla Mancini’nin 3-5-2’sinde çok çeşitli şekillerde kullanılabilir. Fakat zayıf fiziği ve hava toplarında yetersiz kalması en büyük eksikliği olarak göze çarpıyor. Bu sezon Fenerbahçe’ye deplasmanda 1-0 kaybettikleri maçta Kuyt’ın onun üstünden kafayı vurarak golü atması bu eksikliğinin en önemli göstergesi. Dolayısıyla Tarık’tan dörtlü savunmanın bekleri yerine 3-5-2’nin kanatlarında Unutulmaz Mustafa Demirtaş HF110 SON KRAL iLHAN MANSIZ Beşiktaş’tan, memleketten, hatta kısa da olsa dünyadan bir zamanlar İlhan Mansız adında bir yıldız geçti. Ancak onun yıldızlığı, yeteneklerinden daha çok karakteriyle parlıyordu Yıllardan 1999, aylardan Nisan… Beşiktaş, Dolmabahçe’de Samsunspor ile karşılaşıyor. Ertuğrul, Oktay, Şifo, Amokachi… Hava hafif yağmurlu, soğuk, sokaklar çamur. Ama Beşiktaşlıyı tribünlere çekmek için bolca neden var. Zaten rivayetlere göre Beşiktaş severdi böyle havaları. Çamura bulanınca o forma, başka bir güzel olurdu. Sahada Balıkçı Mehmet’in Beşiktaş’ından izler vardı. Hani o maç boyunca bastırmaktan ‘Kartal’ lakabına alan Beşiktaş... Ama top bir türlü girmiyordu. Kaleci Allum’u geçse, stoper Ercan uçup köşeden çıkarıyordu! Evet… Erol Ersoy’un çizgide topun elle kesilmesini es geçtiği meşhur maç. Samsunspor maçın çoğunluğunda sadece savunma yapmıştı, hele de takım 10 kişi kalınca… Son 15 dakikada bir genç girmişti oyuna, 17 numaralı formasıyla. Amacı, ileride top tutup, pres yapıp, takıma biraz zaman kazandırmaktı. Heyecanlıydı, istekliydi de… Ama rüzgârdan savruluyordu, topu kapsa dahi birkaç saniye sonra çimlere yapışıyordu. Ve o genç, bundan sadece üç yıl sonra yine aynı forma numarasıyla Dünya Kupası’nda sahne alacaktı. Hatta Roberto Carlos’un üstünden topukla çalım atıp, utancından faul yaptıracak; attığı altın golle ülkenin görüp görebileceği en başarılı dereceye taşıyacaktı. Üç sene, bunca gelişim için çok kısaydı hatta imkânsızdı. Çünkü o, her omuz yediğinde yer çekimi kuvvetini ispatladığı dönemde 23 yaşındaydı. Geç kalmış gibiydi. Ama atladığımız bir şey… O, sıradan biri değildi. İlhan Mansız’dı! Çizgi roman santrforu Bir forvet düşünün. Hem güçlü olsun, topu aldığında stoperlerle boğuşabilsin. Sırtı dönükken ona pası atan, topu tekrar geri alabilsin. Ama aynı zamanda golcülüğünü de unutmasın. Hem ayak içini çalıştırsın hem de yeri geldiği vakit, hareketli topla çok sert şutlar atabilsin. Saha dışında marjinal olsun. Saha içinde karizma… O forma, onda başka şekilde dursun. Kısacası, bir çizgi roman karakteri gibi santrfor olsun. İlhan Mansız, böyle bir oyuncuydu. Dünya futbolunda çok kısa görünmesine rağmen ikon olmayı başarmış, Uzak Doğu’dan uçak dolusu turisti Beşiktaş maçlarına çekmişti. O zamanlar çok normal gözüküyordu. Ama bunun pek olağan şey olmadığını, geçen yıllar gösterecekti. Beşiktaş’a imza atarken, o kalem aynı zamanda ‘büyük takım sendromu, uyum sorunu, baskı altında kalma’ ve benzeri klişelerin de üzerini çiziyordu. Çünkü İlhan, büyük bir oyuncuydu. Yeteneklerinin bile çok üzerinde, sağlam karaktere sahipti. Daha ilk yılında, takımda da ona mermi değil pas atabilecek belki de tek oyuncunun Tümer olmasına rağmen gol kralı oldu. Oysa Beşiktaş’ta krallık, pek ulaşılabilen bir şey değildi. Daha önce bu forma altında bunu iki isim başarmıştı zaten: Güven Önüt ve Feyyaz Uçar. Sonrasında Beşiktaş’ta ne yirmi golü geçen oldu, ne de krallık yarışında adından söz ettiren. Dört mevsimi yaşayan golcü Aslında onun attığı gollerin altında yatan güzellik, sayısına nazaran çok çeşitli hallerde atılmış olması. Sakatlıklarla boğuştuğu yıllarda zaten adedi azalmıştı ama verdiği tat hep aynıydı. Her bir golü ayrı incelik, ayrı yetenek kokardı. Senegal’e altın golü atarken bazen sadece ‘dokunması’ gerekirdi, onu yapardı. Bazen de 2530 metreden öyle bir füze çıkarırdı ki şut sesiyle topun filelerle buluştuğu andaki muhteşem sesi aynı anda duyardık. O gol sevinçlerini, hırsıyla harmanlayıp dışarı taşırırdı kimi zaman. Korner direğini tekmelediği bile olmuştu ama o yapınca itici gözükmüyordu. Aksine, işin sonunda o direğe tekme atınca, işte o zaman gol sayılması gerekiyordu sanki… Biraz sakatlıkların etkisi, biraz da futbolun kapıya dayanan ‘pazarlamacı’ karakteri sebebiyle; geç ama çok hızlı tırmandığı merdivenlerden, çok erken ve yine çok hızlı inmeye başladı. Ve bir gün, kendi tabiriyle “Tekrardan Beşiktaş’ta forma giyemeyeceğini anlayınca” futbolu bıraktı. Zamanla futbolu da, Beşiktaş’ı da çok özleyecek olsa da İnönü’ye pek uğramadı. Katıldığı bir televizyon programında, ona bunun nedenini sordular. İlhan’ın cevabı şuydu; “Bazen sahada takım kötü oynar, taraftarlar da yüzünü bizim gibi eski oyunculara dönebilir. Sahaya tepkilerini öyle gösterir. Ben o şekilde bir şeye sebebiyet vermek istemiyorum.” Çok ince bir düşünce gibi geliyor değil mi? Evet, öyleydi İlhan Mansız. Sırtında 26 yazan forması, onun şaşalı oyunculuğunun bir sembolüydü. Ama bazen o formanın altından, hatalı gol yiyen arkadaşının, Fevzi’nin adı da çıkabilirdi. Memleketin havalanmayı en çok eden ama içindeki mütevazı çocuğun her zaman baskın çıktığı bir yıldızıydı. Profil Güner Çalış HF110 ALTERNATiF SAN MARINO HiKÂYESi MARCO MACINA San Marino ve futbol deyince akla kötü şakalardan başka bir şey gelmiyor. Marco Macina’nın hikayesiyse biraz bunlardan farklı. Marco Macina, bir süredir San Marino’da bir turizm ofisinde çalışıyor. Futbol dünyasından izole olmak için en doğru yerde, bir zamanlar hayal edilenden bambaşka bir hayat yaşıyor. Macina, Serie A’da boy göstermeyi başarmış iki San Marinoludan biri. Bu mütevazı ülkenin gördüğü en kusursuz yetenek. 24 yaşında kramponlarını asmasa, kim bilir, belki San Marino futbolu dahi farklı bir hüviyete bürünebilirdi. “16-20 yaşlarındayken Mario’dan daha fazla çılgınlık yaptığıma eminim. Belki insanlardan daha iyi saklanıyorduk ya da daha akıllıydık, bilemiyorum.” diyordu Roberto Mancini. Mario Balotelli’yle olan ilişkisinde, kendi gençliğinden örnekler veriyordu. “Ama” diyordu, “Mario’ya benzeyenler arasında, bir kişiyi, Marco Macina’yı, kesinlikle ayrı tutmam gerekir.” Onu, gördüğü en klas futbolcu olarak tanımlıyordu. İkilinin tanışıklıkları çok eskiye, Bologna günlerine dayanıyor. Burada, henüz 14 yaşındayken yolları kesişen Macina ve Mancini, çok geçmeden genç takım Allievi’ye yükselecek ve kazanmadık maç bırakmayan takımın sihirli gol ayaklarını oluşturacaklardı. Onları Bologna’nın Brezilyalıları olarak çağırıyorlardı. Takım kaptanı Mancini, pas becerisi ve oyun vizyonuyla sivrilen saf bir oyun kurucuydu. Macina’ysa ele avuca sığmayan, istediğinde her rakibi çalımlayabilen bir kanat oyuncusu. 16 yaşına geldiklerinde, artık Bologna’nın A takımında oynuyorlardı. Bologna’nın tarihinde ilk kez küme düştüğü 198182 sezonu, çok farklı seyredecek iki kariyerin de başlangıcıydı. Takımdaki forvet oyuncularının yokluğunda süre bulmaya başlayan 17 yaşındaki Mancini, gün geçtikçe yerini sağlamlaştıracak ve 9 gol attığı sezonda takımın en golcü oyuncusu olacaktı. Son maçta kendi sahasında kaybederek dramatik bir şekilde küme düşen Bologna, para eden oyuncularını elinden çıkarma yoluna gidiyor ve Mancini, 15 senesini geçireceği Sampdoria’nun yolunu tutuyordu. Daha sönük bir sezon geçiren Macina ise sonraki iki sezonu diğer Serie B takımlarında geçirecekti. Macina, ters giden kariyerinden söz açıldığında ‘şanssızlık’ diyor. “Futbol kariyerimin en önemli anlarında sürekli şanssızlıklarla karşılaştım.” Kendi hatalarının olduğunun farkında, fakat olayların yansıtılmasında medyanın abartmasının da bir o kadar payı olduğunu düşünüyor. Erken ulaşılan ünün elbet kaçınılmaz sonuçları oluyor. Çok da haksız sayılmayabilir. Artık 21 yaşına gelen Macina, kiralık ve gölgede geçen iki seneye karşın hâlâ el üstünde tutulan bir yetenekti. Milan’ın hocası Nils Liedholm tarafından isteniyordu. 1985 yılıydı ve belki de Milan’a transfer olmak için seçebileceği en talihsiz sezondu. Öyle ki, 1980’de karıştığı şike skandalından sonra iki lig arası git gellerle sarsılan Milan, Macina’nın transfer olduğu sene yepyeni bir döneme giriyordu. 1986 yılının Mart ayında, Silvio Berlusconi adlı bir girişimci Milan’ı satın alacaktı. Önünde Paolo Rossi, Pietro Paolo Virdis gibi forvetlerin olduğu, Berlusconi’yle beraber yeni bir harcama dönemine girmeye hazırlanan Milan’da, Macina gibi bir gencin filizlenmesi hiç de kolay olmadı. O yıl yalnızca 5 maçta oynayabildi. Bologna’daki oda arkadaşı Roberto Mancini içinse işler bir hayli yolunda gitmişti. Başkan Paolo Mantovani’nin yarattığı aile havası içinde yönetilen Sampdoria, şaşaalı Milan’dan farklı bir kulüptü. Mancini, gençliğindeki hırçınlıklarını törpülemek bir yana dursun, Sampdoria organizasyonu içinde başlı başına kült bir karakter hâline geliyordu. O günleri anan Macina, “belki benim de Mantovani gibi bir baba figürüne ihtiyacım vardı.” diyecekti. Bir fikre göre, Serie A’nın en rekabetçi olduğu zamanda Sampdoria’yla şampiyonluk yaşayan Mancini, çok daha yükseklere çıkabilir; daha önemlisi, daha başka bir futbolcu olarak anılabilirdi. Allievi’de 37 gol atan oyun kurucu, Bologna A takımına yükseldiğinde bir forvete dönüştürülmeye çalışılmış ve bu dayatma, bir türlü peşini bırakmamıştı. Bologna’dan hocası Tarcisio Burgnich, elindeki forvet oyuncularının yetersizliğinden dolayı bu yola gittiğini söylerken, kariyeri boyunca orta saha olarak oynatılsa yeni bir Michel Platini olabileceğinden bahsediyordu. Mancini daha sonraları antrenörlük tezi olarak ‘il trequartista’, yani oyun kurucuyu yazacaktı. Ertesi sene Gullit, Van Basten gibi yıldızları transfer eden ve Arrigo Sacchi’yle futbol tarihini baştan yazmaya hazırlanan Milan’da Marco Macina’ya yer yoktu. Alt lig kulüplerinden Reggiana’ya kiralanacaktı. Bir sonraki sezon gittiği Ancona’ysa futbol kariyerinin son kulübü oldu. Çok ciddi bir diz sakatlığı geçirdiği o sene, sadece 5 maç oynayabilecekti. Daha kötüsü, Milan’daki kontratının son senesiydi. Futbola bir sene ara vermeye karar veren Macina, San Marino milli takımındaki birkaç maç hariç, bir daha geri dönemedi. Bazı güzel sözler işitse de onu gerçekten isteyen bir kulüp yoktu. “Roberto (Mancini) ve ben, Bologna’da en iyi yıllarımızı geçirdik. O anılar hiçbir zaman unutulmayacak.” Varol Döken Maç Bahane HF110 YILIN EN iYi BULUŞMASI Flyıng Dutchman Blog Editörümüz İlker, yıl bitiyor biz de Hayatım Futbol dergisi olarak yılın en’lerini seçelim isimli inanılmaz yaratıcı fikriyle gelince ben de o zaman ben de yılın en iyi mekanını seçmeliyim diye bir heyecanlandım. Sonra baktım tam da o bu tarihlerde Flying Dutchman bloğunun kurucusu Fırat Topal kardeşimiz geliyor, konsepti hemen Fenerbahçe kırdığında icat edilen rekorlar gibi yılın en iyi buluşmasına kıvırdım. Yılın en iyi buluşması yılın en iyi mekanında da diyebilirmişim. Fırat’ın seksi fotoğrafları için tıklayınız (ne diyeceğini bilemeyince galeri dayayan gazetecilik ekolü) Sonuç olarak tarihi 20 Aralık Cuma, mekanı Pera Balık olarak rezerve ettik, ne zaman gelecek o büyük gece tezahüratlarıyla Fırat Bey’i beklemeye başladık. Blog demekten dilimde tüy bitti Bir zamanlar burası hep blog’du cümlesiyle özetleyelim durumu zira bu konuda söylenmedik kelam bırakmadık. Sanal hayatımın en etkileşimli en güzel dönemlerinden biri olan kişisel bloglar döneminde, en çok yorum bıraktığım, nice tartışmalara girdiğim hatta kişisel internet tarihimin en şaşırtıcı durumunu (Joe diyince anlayan anlar) yaşadığım sevgili Flying Dutchman’ın geleneksel buluşması vakti gelip çatınca hemen atladım tabi. Yalnız amma uzun cümle oldu, başını unuttum. Neyse Fırat Amsterförübürü’den mesajı ge-li-yo-ruz diye 1 ay önceden çaktı, bana mekanı ve buluşmayı ayarlamak kaldı. İki senedir benim kutsal mekanım Pera’da toplanıyorduk orası artık Dutchman buluşmalarının da ana mekanı oldu. Pera’yı bu köşede daha önce defalarca anlatıp yazmıştım. Güzel mekan, samimi mekan, yeri merkezi mekan, fiyat/performans açısından Taksim’de bana göre en iyi mekan. Zaten burayı okuyup da gitmeyen kalmamıştır. Salih ne yaşar ne yaşamaz İlk Flying Dutchman buluşmasını hatırlıyorum da yıllar su gibi geçmiş. Tuncay ile ayarladığımız Umut Ocakbaşı, o zaman daha kimse birbirini tanımadığı için herkese tek tek dağıttığım isim tag’leri, Fasulyeden tayfasının geceye çöküşü, ölümüne Seinfeld tartışması, gece gidilen nargileci… Hey gidi hey tam 4 sene olmuş. Tabi o arada bloglar ilgiyi kaybetmiş, birçok yazar yazmayı bırakmış, yorumlar azalmış. Bir Fırat temposunu hiç kaybetmemiş. Adam habire yazıp duruyor, nasıl bir motivasyonsa arkadaş. O motivasyon bende olsa en güzel yatağı bulmak için harcarım. Alt metin, adam yatmıyor yazıyor, helal olsun. Neticede tarihte her şey olması gerektiği gibi olur; bloglar da görevini yaptı, insanları birbiriyle konuşturdu, buluşturdu, kaynaştırdı yeri geldi öpüştürdü falan… Blogların devamı olan bir nevi mikroblog sitesi twitter üzerinden ilişkiler devam etti. Bu yüzden 4. buluşmamız artık birbirini çok iyi tanıyan insanlar arasında oldu, ortam daha samimi, ortak konular daha fazla oldu. Kadroya gel Başta Fırat Efendi olmak üzere, blog tayfasından Tolga’sından Gökhan’ına, kardeşi blog kategorisinden Tubik ile Cenk’ine, sürpriz torbadan Efendi Lig’ine, Hayatım Futbol’un İsmailli, İlkerli, Uğurlu, Alperli, Orhanlı, Rafetli as kadrosundan uvertürümüz Ali Murat Bach Hamarat’ına gerçekten dev bir kadromuz vardı. Serhal ve Tuncay hastalık ve sakatlıktan kontenjanından, Emre iş durumundan yoktu da Salih neden yoktu? Salih neden gelmedi, Salih şalgamı mı beğenmedi hâlâ sır benim için. Salih ne olur geri dön, Salihhhh. Sohbete gel Eskişehirspor ve Gençlerbirliği taraftarlıklarının yanında, yılbaşında Belgrad planlarıyla bir kez daha gözlerimi yaşartan gençlerden Rafet (diğeri Oğuz gelemedi ama selamını aldım) ile açtığımız ‘Sırp kızlar başkaa abi’ muhabbeti ne zaman Schopenhauer’a döndü bilemiyorum. 3 tane 100’lük, 4 şişe şarap harcanan masada ne edebiyatı kaldı ne klasik müziği, Preston’dan girildi Oğuz Atay’dan çıkıldı. Salih gelmediği için masadaki Premier League ve Kore tuzu biraz eksikti. Preston yerine yedek kulübesinden Brezilya Ligi’nin alt kademelerine kadar inildi ama ben gerisini hatırlamıyorum. Hatırlamıyorum derken sahiden hatırlamıyorum. Zira 1 haftalık diyetinin bedelini 2 şişe şarapta yamulmak olarak ödedim. Fırat’a selam bloga devam Ortada maç olmayınca köşe biraz boşa çıkıyor. Maç Bahane’nin bu sayısını bloglara ve onların özelinde Flying Dutchman’a saygı olarak alın. Ya da nasıl alırsanız alın, sanki okuduğunuz var! (bir anda gelen celallenmeler serisi volüm bilmem kaç). Tüm geceye katılanlara ve Fırat’a buradan teşekkür ediyor, en yakın zamanda görüşmek üzere diyorum. Bloglara yazabildiğiniz kadar yazın, twitter’a artık laf edecek halimiz yok, vizyonsuzluğun neresinden dönersek kârdır dedik, unuttuk. Seneye güreşiriz Sizin için nasıl geçti bilmem ama içinden Gezi geçen bir yılın benim için unutulur olması mümkün değil. Yine de yeni yıl ve çift sayılar iyidir. 2014 için ekstra bir beklentiniz var mı bilmiyorum, en azından futbol açısından ben Fenerbahçe için şampiyonluk bekliyorum. Sizin de böyle dilekleriniz varsa iyi yalvaran kazansın. 2014’te yenilenen yüzüyle bambaşka bir Maç Bahane ile karşınızda olacağım. Şaka lan şaka, yine cebimde para olduğu gün yazıp işime gelmediği gün yatacağım. Geçen benim berbere sordum abi Maç Bahane diye bir köşe varmış, futbol izlenebilecek en güzel mekanları tanıtıyormuş, hiç okudun mu dedim, yooo dedi. Bugüne bugün esnaf beni tanımıyorsa, bana yolda çay ısmarlamıyor, saçımı bedavaya kesmiyorsa bu sizin de ayıbınızdır. Yeni yıla bu ayıpla girin! İletişim: twitter.com/dokenvarol Flying Dutchman Blog: vliegendenederlander.blogspot.com Pera Balık: İstiklal Cad. İpek Sk. No:11 Beyoğlu - 0212 251 63 40 www.perabalik.com.tr