istanbul`da yaşamak/haberler
Transcription
istanbul`da yaşamak/haberler
a cy pe pe cy a cy pe a Y A R I Ş M A I) AMAÇ: Tüm sanatçılara açık olan Esbank XIV. Yunus Emre Resim Yanşması'nın amacı, Türkiye'de sanatın aydınlık yüzüne seçkin eserler kazandırılmasına, farklı eğilimlerin ve disiplinlerin çokseslilik anlayışıyla gelişmesine katkı sağlamaktır. "Yansımalar" teması çerçevesinde, sanatsal gelişimin en iyi örneklerini seçerek sergilemek, Ödüllendirmek, Türk resim sanatının bugününe ve yarınlarına destek olmaktır. II) SEÇİCİ KURUL: (Alfabetik sırayla) Doç. Dr, Ali AKAY Mimar Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümü Mustafa ATA Mimar Sinan Üniversitesi Resim Ana Sanat Dalı Başkan Yardımcısı Prof, Tomur ATAGÖK Yıldız Teknik Üniversitesi Yüksel Sabana Merkezi Güzel Sanatlar Bölümü Prof. Zahit BÜYÜKİŞLEYEN Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Prof. Tayfun ERDOĞMUŞ Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Hasan Bülent KAHRAMAN Sabana Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Bölümü Yılmaz MAZLUMOĞLU Esbank TAŞ. Yönetim Kurulu Üyesi cy a III) ÖDÜLLER: 1) Yanşma sonucunda dereceye giren 5 kişiye, her bin 1,500.000,000 (birrnilyarbeşyüzmilyon) TL değerinde olan basan ödülü ve ÖDÜL PLAKETİ verilecektir. Ödül alan yapıtlar Esbank tarafından satın alınmış gibi işlem görecektir. 2) Yarışma sonucunda sergilenmeye değer görülen yapıtlar, birer SERTİFİKA ile belgelenecektir. 3) Ayrıca bazı yapıtlar, sanatçıların katılma formunda belirttikleri bedel üzerinden satın alınabilir ve/veya Özel Ödül ile ödüllendirilebilir. Ödül alan ve sergilenmeye değer görülen tüm yapıtlar renkli bir katalogda derlenecek, ödül alan sanatçılar için katalogda özel tanıtım sayfalan yer alacaktır. pe IV) ÖDÜL TÖRENİ VE SERGİ: • Yanşma sonucunda yapıtları ödül alan ve sergilenmeye değer görülen sanatçılar için 15 Mayıs 1998 Cuma günü İstan bu I-Beşiktaş Dolmabahçe Kültür Merkezi'nde bir ödül töreni düzenlenecek, sanatçılar ve yapıtları basma ve sanat dünyasına tanıtılacaktır, • Yanşma sergisi ise 15-30 Mayıs 1998 tarihlerinde yine aynı yerde sanatseverlerin beğenisine sunulacaktır, • Yarışma sergisi, istanbul'daki sergiyi takiben ülke çapında en az 9 ili kapsayan bir dizi sergi ile 1998-1999 sezonunda Anadolu turnesine çıkacaktır, V) KATILMA KOŞULLARI: 1) Ölçü, teknik ve kullanılan malzeme konusunda herhangi bir sınırlama yoktur. Yapıtların, yanşma amacına uygun olması ve sanat galerilerinde sergilenmeye hazır halde olması gerekmektedir. 2) Sanatçılar yarışmaya en fazla üç yapıtla katılabilirler. 3) Yapıtlann daha önce herhangi bir yarışmaya katılmamış, sergilenmemiş, ödül almamış ve hiçbir şekilde teşhir edilmemiş olması gerekmektedir. 4) Seçici Kurul'da görev alanlar ile Esbank'ta çalışanlar ve yakınlan yanşmaya katılamazlar. VI) YAPITLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ: a) Ön Eleme: 1) Ön eleme, yapıtların 35 mm'lik dialanndan yapılacaktır. Ön elemeye yapıtlann orijinallerini gönderen sanatçılar yarışma dışı bırakılacaktır. 2) Dialar slayt makinesinde gösterime hazır halde, çerçeveli olarak teslim edilecektir. Belirtilen ölçüye ve özelliklere uymayan dialar yarışma dışı bırakılacaktır, 3) Sanatçılar, her bir yapıt için (isteğe bağlı olarak) fazladan üç dia gönderebilirler. Fazladan gönderilen bu üç dianın, yapıtın detaylannı göstermesi gerekir, 4) Dıa çerçeveleri üzerine, yarışma şartnamesiyle birlikte tarafınıza ulaşmış "dıa etiketleri" yapıştırılacaktır. Dia etiketlerinin eksiksiz doldurulması ve etiket üzerine, yapıtın gösterilme yönünü belirten bir ok işareti konulması gerekmektedir, 5) Yanşmaya birden fazla yapıtla katılan sanatçılar, yapıtlannı gösteren dialara bir sıra numarası vermelidirler. 6) Dia eti keti erin deki bilgilerle, katılma formunda belirtilen bilgilerin birbiriyle aynı olması gerekmektedir. Yapıt adlan, numaralan vb. bilgilerin etikette ve katılma formunda aynı olmaması halinde, yapıtlar yarışma dışı bırakılacaktır. Ş A R T N A M E S İ 7) Yanşmaya katılacak dialar, tarafınıza ulaşmış matbu zarfların içine yerleştirilerek, APS ile taahhütlü olarak gönderilmeli veya Yarışma Merkezi'ne dia alındı makbuzu karşılığı elden teslim edilmelidir. 8) Diaların, tarafınıza ulaşmış matbu zarfların içine yerleştirilmesi ve zarf üzerinin eksiksiz doldurulması mecburidir. Zarf üzeri doldurulmamış ve/veya başka bir zarf ile gönderilmiş dialar sahiplerine iade edilmeyecektir. 9) Dialann son teslim tarihi 20 Mart 1998'dir, Postadan kaynaklanan gecikmeler de dahil olmak üzere, başka herhangi bir nedenden dolayı belirtilen tarihten sonra tarafımıza ulaşmış dialar kesinlikle yarışma dışı kalacaktır. 10) Ön eleme, 21 -22 Mart 1998 tarihlerinde istanbul'da toplanacak Seçici Kurul tarafından yapılacak, yanşma sonuçlan sanatçılara posta ile yazılı olarak bildirilecektir. b) Son Eleme: 1) Yapıtlan son elemeye katılmaya hak kazanan sanatçılar yapıtlannın orijinallerini, kendilerine yazı ile belirtilmiş adrese teslim edeceklerdir. 2) Yapıt onjinalleri makbuz karşılığında elden teslim edilecek veya harcamalar kendilerine ait olmak üzere kargo İle gönderilecektir, 3) Orijinal yapıtların arkasına, okunaklı şekilde yazılmış aşağıdaki bilgileri içeren bir etiket eklenecektir: a) Sanatçının: Adı-soyadı, yazışma adresi ve telefon numarası. b) Yapıtın: Adı, boyutu, tekniği, yapım tarihi ve fiyatı. 4) Yapıt orijinallerinin son teslim tarihi 17 Nisan 1998 Cuma günüdür. Kargo gecikmesi de dahil olmak üzere, başka herhangi bir nedenden dolayı belirtilen tarihten sonra tarafımıza ulaşmış yapıtlar değerlendirmeye alınmayacaktır. 5) Son eleme, 18-19 Nisan 1998 tarihlerinde İstanbul'da toplanacak Seçici Kurul tarafından yapılacaktır. Yarışma sonuçları basın aracılığıyla ilan edilecek ve ayrıca sanatçılara posta ile yazılı olarak duyurulacaktır. VII) DİA VE YAPITLARIN İADESİ: 1) Ön değerlendirme sonucunda elenen ve son değerlendirmeye alınmayan yapıtlann dialan en geç 24 Nisan 1998 Cuma gününe dek sanatçılar tarafından geri alınmalıdır. Belirtilen tarihe kadar geri alınmamış dialardan Esbank sorumlu değildir. 2) Son değerlendirme sonucunda ödül almaya ve sergilenmeye değer görülmeyen yapıtların orijinalleri en geç 25 Mayıs 1998 Pazartesi gününe dek sanatçılar tarafından geri alınmalıdır. Belirtilen tarihe kadar geri alınmamış orijinal yapıtlardan Esbank sorumlu değildir, 3) Sergilenmeye değer görülen yapıtların orijinalleri İstanbul ve Anadolu sergileri bitiminde Esbank tarafından sanatçılara iade edilecektir. VIII) DİĞER KOŞULLAR: 1) Dialar ve orijinal yapıtlar, Esbank'a teslim edildiği tarihten itibaren, geri alınıncaya kadar Esbank'ın sorumluluğundadır. Diaların ve orijinal yapıtların elden ya da kargo ile Esbank'a teslim edilmesine kadar geçen süre içinde ve Esbank'tan geri alınması sonrasında meydana gelebilecek hasarlardan Esbank sorumlu değildir. 2) Sergilenmeye değer görülen yapıtlar, uzman kuruluşlarca taşınacak ve sergilenecektir. Anadolu turnesi boyunca yapıtlar, Esbank tarafından "taşıma sigortası" ve sanatçının belirttiği fiyat üzerinden "eser sigortası" kapsamına alınacaktır, 3) Yapıtın sergilenmesi esnasında, sergiyi gezenler tarafından yapıta verilebilecek zararlar sigorta kapsamında değildir ve Esbank'ın hiçbir sorumluluğu yoktur. Böyle bir durumda, serginin gerçekleştiği galerinin müdüründen, imzalı "Hasar Tutanağı" alınacak ve sanatçıya beyan edilecektir. 4) Yanşmaya katılan sanatçılar, yapıtlannın duyuru amacıyla medyada kullanılmasını kabul ederler, 5) Yanşmaya katılan sanatçılar, yukarıdaki tüm koşullan kabul etmiş sayılırlar, Dia gönderme ve yazışma adresi: ESBANK XIV. YUNUS EMRE RESİM YARIŞMASI YARİŞMA MERKEZİ: Esbank TAŞ. Reklam ve Halkla ilişkiler Müdürlüğü Adres: istiklal Cad. Odakule İş Merkezi Kat 12 Galatasaray 80050 İstanbul Tel : (0-212) 251 72 70 (19 hat) Dahili: 2621, 2622, 2623, 2624, 2625 Faks : (0-212) 252 74 09 İSTANBUL BÜYÜKSEHÎR BELEDİYESİ TARİH SAAT 2 Mart P.tesi 20.30 3 Mart Salı 20.30 HARBİYE M. ERTUĞRUL SAHNESİ REŞAT NURİ SAHNESİ FATİH Tel: (0.212) 240 77 20 Tel: (0.212) 526 53 80 ÜSKÜDAR M. CELAL SAHNESİ Tel: (0.216) 333 03 97 KADIKÖY H.TANER SAHNESİ Tel: (0.216) 349 04 63 GAZİOSMANPAŞA SAHNESİ Tel: (0.212) 578 60 67 HARBİYE CEP TİYATROSU Tel: (0.212) 240 77 20 Everest My Lord Evlilik (Saat: 15.OO-2O-30) 15.00 Diğerlerinin Adı Ali Kuyruklu Yıldız Altında Ahududu Huzur Gülme Komşuna!.. (Orta O.) 20.30 Diğerlerinin Adı Ali Kuyruklu Yıldız Altında Ahududu Huzur Gülme Komşuna!.. (Orta O.) 5 Mart Perş. 20.30 Diğerlerinin Adı Ali Kuyruklu Yıldız Altında Ahududu Huzur Gülme Komşuna!.. (Orta O.) Evilk (Saat;! 5.O0) 6 Mart Cuma 20.30 Diğerlerinin Adı Ali Kuyruklu Yıldız Altında Ahududu Huzur Gülme Komşuna!.. (Orta O.) Evlilik (Saat. 15.001 11.00 Büsküvi Adam (Ç.O) Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O.) Küçük Nasrettin (Ç.O.) <\h Karagöz Vah Karagöz (Ç.O.) 15.00 Diğerlerinin Adı Ali Kuyruklu Yıldız Altında Ahududu Huzur Gütme Komşuna!.. (Orta 0.) 20.30 Diğerlerinin Adı Ali Kuyruklu Yıldız Altında Ahududu Huzur Gülme Komşuna!.. (Orta O.) 11.00 Büsküvi Adam (Ç.O) Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O.) Küçük Nasrettin (Ç.O.) Mı Karagöz Vah Karagöz (Ç.O.) 15.00 Diğerlerinin Adı Ali Kuyruklu Yıldız Altında 18.30 Diğerlerinin Adı Ali Kuyruklu Yıldız Altında 9 Mart P.tesi 20.30 Everest My Lord 10 Mart Salı 20.30 4 Mart Çarşamba 7 Mart Cumartesi 8 Mart Pazar Krala Oyun (Ç.O.) Krala Oyun (Ç.O.) Ahududu Huzur Gülme Komşuna!.. (Orta O.) Ahududu Huzur Gütme Komşuna!. (Orta O.) Evlilik (Saati5.00-20.30) Godot'yu Beklerken Ahududu Koca Sinan Eski Fotoğraflar Kuyruklu Yıldız Altında 20.30 Godot'yu Beklerken Ahududu Koca Sinan Eski Fotoğraflar Kuyruklu Yıldız Altında 12 Mart Perş. 20.30 Ahududu Koca Sinan Eski Fotoğraflar Kuyruklu Yıldız Altında Evlilik (Saat: 15.00) 13 Mart Cuma 20.30 Godot'yu Beklerken Ahududu Koca Sinan Eski Fotoğraflar Kuyruklu Yıldız Altında Evlilik (Saat: 15.00) 11.00 Büsküvi Adam (Ç.O) Alaaddin'in Sihirli Lambası (Ç.O.) 15.00 18.30 15 Mart Pazar 11.00 15.00 18.30 16 Mart P.tesi 20.30 17 Mart Salı 20.30 18 Mart 15.00 Çarşamba 20.30 19 Mart Perş. 20.30 20 Mart Cuma 20.30 11.00 21 Mart Cumartesi 22 Mart Pazar Küçük Nasrettin (Ç.O.) Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O.) Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O.) pe cy 14 Mart Cumartesi Godot'yu Beklerken a 11 Mart Çarşamba 15.00 Godot'yu Beklerken Ahududu Koca Sinan Eski Fotoğraflar Kuyruklu Yıldız Altında Godot'yu Beklerken Ahududu Koca Sinan Eski Fotoğraflar Kuyruklu Yıldız Altında Büsküvi Adam (Ç.O) Alaaddin'in Sihirli Lambası (Ç.O.) Küçük Nasrettin (Ç.O.) Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O.) Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O.) Godot'yu Beklerken Ahududu Koca Sinan Eski Fotoğraflar Kuyruklu Yıldız Altında Godot'yu Beklerken Ahududu Koca Sinan Eski Fotoğraflar Kuyruklu Yıldız Altında Everest My Lord '•B.G.B. Daha-Vasati Dört Kişi (Saat: 15.00-20.00) Kafkas Tebeşir Dairesi Gülme Komşuna!.. (Orta O.) Lüküs Hayat Ibiş'in Rüyası Derya Gülü Kafkas Tebeşir Dairesi Gülme Komşuna i.. (Orta O.) Lüküs Hayat Ibiş'in Rüyası Derya Gülü Kafkas Tebeşir Dairesi Gülme Komşuna!.. (Orta O.) Lüküs Hayat Ibiş'in Rüyası Derya Gülü "B.G.B. Daha Vasati Dört Kişi (Saat: 15.00) Derya Gülü "B.G.B. Daha-Vasati DÖrt Kişi {Saat: 15.00) Kafkas Tebeşir Dairesi Büsküvi Adam (Ç.O) Gülme Komşuna!.. (Orta O.) Lüküs Hayat Alaaddin'in Sihirli Lambası (Ç.O.) Küçük Nasrettin (Ç.O.) Ibiş'in Rüyası Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O.) Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O) Kafkas Tebeşir Dairesi Gülme Komşuna!.. (Orta O.) Lüküs Hayat Ibiş'in Rüyası Derya Gülü 20.30 Kafkas Tebeşir Dairesi Gülme Komşuna!.. (Orta O.) Lüküs Hayat Ibiş'in Rüyası Derya Gülü 11,00 Büsküvi Adam (Ç.O) 15.00 Kafkas Tebeşir Dairesi Gülme Komşuna!.. (Orta O.) Lüküs Hayat Ibiş'in Rüyası Derya Gülü 18.30 Kafkas Tebeşir Dairesi Gülme Komşuna!.. (Orta O.) Lüküs Hayat (20.30) Ibiş'in Rüyası Derya Gülü 15.00 23 Mart P.tesi 20.30 24 Mart Salı 20.30 Everest My Lord Alaaddin'in Sihirli Lambası (Ç.O.) Küçük Nasrettin (Ç.O.) Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O.) Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O.) — — "B.G.B Daha - Vasati Dört Kişi (Saat:15.0O-2G.3Û) 15.00 Lüküs Hayat Eski Fotoğraflar Derya Gülü Evlilik Halay 20.30 Lüküs Hayat Eski Fotoğraflar Derya Gülü Evlilik Halay 26 Mart Perş. 20.30 Lüküs Hayat Eski Fotoğraflar Derya Gülü Evlilik Halay 'B.G.B. Daha • Vasati Dört Kişi (Saat: 15.00) 27 Mart Cuma 20.30 Lüküs Hayat Eski Fotoğraflar Derya Gülü Evlilik Halay 'B.G.B. Daha -Vasati Dört Kişi (Saati 5.00) 15.00 Lüküs Hayat Eski Fotoğraflar Derya Gülü Evlilik Halay 20.30 Lüküs Hayat Eski Fotoğraflar Derya Gülü Evlilik Halay 15.00 Lüküs Hayat Eski Fotoğraflar Derya Gülü Evlilik Halay 18.30 Lüküs Hayat (20.30) Eski Fotoğraflar Derya Gülü Evlilik 25 Mart Çarşamba 11.00 28 Mart Cumartesi 29 Mart Pazar 11.00 Halay Savaşkan Gedik, Nihal Kuyumcu, Halkla İlişkiler Müdürü: Gülsün Yurtdışı: 100 DM/50$ Müdürü: Tiyatro Yapım Yayıncı Emre Koyuncuoğlu, Hülya Nutku, Paydak İdari Sekreter: Nuray Tiyatro lık Tic. ve San. Ltd. Şti adına: Handan Salta, Rengin Uz,Yılmaz Aysar Mustafa Onay Arıburnu Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Yayın Demirkanlı Genel Yönetmeni: Dikmen Gürün Yazarlar: Ahmet Cemal, Reklâm Müdür: Nuray ve San. Ltd. Şti. Firuzağa Mah. Lale Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir-80060 Kılıç, Reklâm Hukuk Danışmanı: Fikret İlkiz Erdoğan Ofset Hazırlık: Tiyatro Kulübü-Satış-Abone: Çocuk Tiyatrosu Proje Sorumlusu: Duygu Atay Tiyatro Yayıncılık Tic. Erkut Handan Sedat Bilgin Tijen Dizgi: Sorumlusu: Redaksiyon: A. Nalân Özübek Bulunanlar: Teknik Saadettin Ahmet Levendoğlu. Katkıda Müdürü: Yapım Yapım İstanbul Telefon: (0.212) 293 72 77 ftBC (0.212) 252 94 14 Abone Posta Çeki: Tiyatro Yapım 655 248 Bedeli: 5.000.000. - Kurumlar Banka Hesap No: T. İş Bankası Abone Bedeli: 6.000.000.- TL Cihangir Şb. 197245 Baskı: Stil Matbaası MART 9 SAYI 79 400.000.- T İ Y A T R O D E R G İ S İ | 9 EDİTÖRDEN Dikmen Gürün/ S. 7 HABERLER/S 9 BU AY SAHNEDEKİLER/ S 12 ÖZEL HABER: "EĞİTİM PROGRAMINA ÇAĞRI Mustafa Demirkanlı I S.16 cy a ULUSLARARASI İSTANBUL ÇOCUK TİYATROSU FESTİVALİ VE EĞİTİM PROGRAMI pe BAKIŞ: BRECHT VE ENSEMBLE Yılmaz Onay / S. 18 PERDE ARASI Ahmet Cemal/ S. 23 STAND UP COMEDY TİYATRO MUDUR? Hülya Nutku/ S. 24 İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu / S. 31 INTERNATIONAL İSTANBUL CHILDREN'S TH EATRE FESTİVAL AND WORK-SHOP SÖYLEŞİ: DÜNYAYA "BALKON'DAN BAKMAK Rengin Uz/ S. 32 SÖYLEŞİ: GÜLRİZ SURURİ'NİN SÖYLEYECEKLERİ VAR... Rengin Uz/ S. 35 ELEŞTİRİ: "BAŞIMIZ DİK YÜRÜYORUZ ÇÜNKÜ GIRTLAĞIMIZA KADAR BOKA BATTIK!" Handan Salta / S 38 pe cy a ELEŞTİRİ: KOZALAK Emre Kovuncuoğlu / S. 40 ELEŞTİRİ: BÜSKÜVİ ADAM Nihal Kuyumcu / S 44 AMATÖR TİYATROLAR BİLDİRİSİ: Yılmaz Onay/ S. 47 ELEŞTİRİ: "BENİM GİBİ DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ ZAMAN MESELE YOK" MU? Dilek Öztekin / S. 48 İNCELEME: FEMİNİST TİYATRO ( I I ) Tijen Savaşkan Gedik / S. 50 TİYATRODAN ÖNCE... TİYATRODAN SONRA... / S 57 EDİTÖRDEN Dikmen Gürün Dergimiz sayfalarında bu ay yine ilgi çekeceğine inandığımız inceleme yazıları, eleştiriler ve söyleşilerin yanı sıra Mustafa Demirkanlı'nın kişisel gayretleriyle kotarma yolunda olduğu " 1 . Uluslararası İstanbul Çocuk Tiyatrosu Festivali ve Eğitim Programı" da yer alıyor. Demirkanlı ile dergide çalışmaya başladığım yıl, 1994'te tanıştık ve daha ilk tanıştığımız gün bu tasarısından uzun uzun söz etmişti... O günden bu yana çok şeyler yaşandı Tiyatro... Tiyatro... ailesi içinde. Güzellikler, zorluklar hep çakıştı. a Zorluklar aşıldı, aşılıyor. Şimdi ise aşılması gereken yeni bir zorluk söz pe cy konusu Tiyatro... Tiyatro... için. Elbette bu zorluk bir takım güzellikleri de beraberinde getirecek. " 1 . Uluslararası İstanbul Çocuk Tiyatrosu Festivali ve Eğitim Programı" çalışmalarını bu alana yoğunlaştırmış tiyatro insanları için sağlıklı bir tartışma ortamı hazırlayacak kuşkusuz. Öncelikle İstanbul Üniversitesi Tiyatro Bölümü Başkanı Zehra Ipşiroğlu ve onunla Eğitimde Tiyatro programında çalışan öğrencileri ve İzmir 9 Eylül Üniversitesi de Mustafa Demirkanlı'ya el veriyorlar. Umalım ki Kültür Bakanlığı'nın kısıtlı maddi katkılarının yanı sıra Festival diğer kuruluşlardan da destek alarak geleceğe umutla bakabilir 0 HABERLER... Kocaeli Fuarı bu yaz uluslararası bir festivale ev sahipliği yapacak. I. Uluslararası Kocaeli Sokak Tiyatroları Festivali, Kocaeli Kültür Sanat ve Ticaret Fuarı '98 kapsamında, 15 Temmuz - 15 Ağustos 1998 tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Tüm profesyonel ve amatör tiyatro gruplarının başvurusuna açık olan festivale katılacak projeler, İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmenliği ve Kocaeli Fuar Müdürlüğü tarafından seçilecek. Geçtiğimiz yıl başlattığı "Afife" Tiyatro Ödülleri ve tiyatroların altyapı sorunlarını çözümleme yolunda attığı önemli adımlarla dikkatleri çeken Halk Sigorta sanata destek yelpazesini genişletiyor. 1998 yılının Cumhuriyetin 75. yılı, Türk Balesi'nin 50. yılı ve Halk Sigorta'nın kuruluşunun 55. yılı olması nedeniyle bu üç anlamlı yıldönümünün buluşmasını kutlamak amacıyla; Türk tiyatro tarihinde sahneye ilk çıkan müslüman Türk kadını olarak önemli bir yeri olan Afife Jale'nin yaşamını konu alan "Afife" adlı bir bale eserini Türk izleyicisine sunmaya hazırlanıyor. "Afife" balesinin sanat danışmanı; Haldun Dormen, müzik danışmanı; Rengim Gökmen, besteci; Turgay Erdener ve koreograf; Beyhan Murphy. Juliette Binoche Tiyatro da pe cy Açık havada ve fuar ortamında sergilenecek olan performansların mali giderleri ve sanatçıların fuarda bulundukları tarihler arasındaki gereksinimleri fuar müdürlüğü tarafından karşılanacak. Halk Sigorta ve "Afife" Balesi a I. Uluslararası Kocaeli Sokak Tiyatroları Festivali Konuya ilişkin bilgiler ve festival yönetmeliği, İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu ve Kocaeli Fuar Müdürlüğü'nden temin edilebilir. Kartal Sanat İşliği Tiyatrosu Kendi Salonunda Kartal Sanat İşliği Tiyatrosu, 97-98 sezonunda perdelerini ilk kez kendi yerleşik sahnesinde açtı. "...On dört yıldır sürdürdüğümüz tiyatro yürüyüşümüz sonunda, yerleşik salonumuza kavuştuk." Bir kültür merkezi mantığıyla oluşturulan salonda sanatın tüm alanlarına açık etkinliklerle de izleyicilerin karşısında olacaklar. 10 Ünlü Fransız sinema oyuncusu Juliette Binoche 28 Mart tarihine kadar Londra'da Almeida Tiyatrosu'nda geçen yıl Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nin konuğu olan yönetmen Jonathan Kent'in sahneye koyduğu Pirandello'nun "Çıplak" oyununda başrolü oynuyor. Film çekimleri nedeniyle çok kısa bir süre için sahnede kalacak oyunun Mart sonunda bir haftalık bir Paris turnesi de söz konusu. "Çıplak"ın biletleri şimdiden tükenmiş durumda. Moskova Sanat Tiyatrosu New York'ta Moskova Sanat Tiyatrosu, Amerika'ya ilk ziyaretini 1922'de yapıyor ve bu ziyaret Amerikan tiyatro dünyasını adeta sarsıyor. İkinci turne 1965 yılında gerçekleşiyor ve Marlon Brando, Paul Nevvman, Dustin Hoffman gibi sanatçılar pek çok şeyler öğreniyorlar onlardan. Ve 1998'de, Şubat'ın son haftasında Moskova Sanat Tiyatrosu üçüncü kez uzandı yeni dünyaya. Oleg Efremov'un yorumladığı Anton Chekhov'un "Üç Kızkardeş"ini üç gün süreyle sergiledi. Topluluk ülkenin belli başlı sanat merkezlerini de dolaşıyor. Paul Simon Müzikali Broadway'de Amerikan pop müziğinin son 30 yıldır adından en çok söz ettiren isimlerinden biri olan Paul Simon "Capeman" adlı müzikali ile Broadvvay'de fırtınalar estiriyor. Eleştirmenlerin bir kısmı "müzikal harika, ama gösteri hayır" derken, bir kısmı da Portoriko'lu Salvador Agron'un 1950'lerde geçen öyküsünü yere göğe koyamıyor. Her iki kesimin de birleştikleri ortak nokta Bob Crovvley'in çarpıcı sahne tasarımı. Bob Crovvley'i 9. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali izleyicisi "Kral Lear'ln Aya Irini'ye oturtulan dekorlarından anımsayacaktır. Hikaye Okuma Nursen Karas'ın "Paralı Yağmur", "Kalıpsız Deve", Tuzlu Yağmurlar", "Türkü Olan Kadınlar", "Konuşmak: Yaşamın Yarısı", "Kuyruğuna Kuşlar Konan" ve "Kara Kediler" isimli hikayelerinden oluşan kolajı, Esen Özman'ın düzenlemesiyle, Esen Özman Zeynep Erkekli ve Nursen Karas Ak "Hikaye Okuma" etkinliği adı altında 10 Mart saat 19.00'da Fransız Kültür Merkezi'de sergiliyorlar. "Konuşmak: Yaşamın Yarısı" adlı programda peçeli ve bikinili kadınlarımız arasındaki geçiş dönemi kadınının yaşamından, bir tema bütünlüğü içindeki hikâyelerle kesitler veriliyor. HABERLER... TOBAV'ın Opera ve Bale Ödülleri Sahiplerini Buldu Jüri özel ödülleri de, opera dalında geçen yıl kaybettiğimiz soprano Zehra Yıldız'a, bale dalında ise uzun yıllar bale sanatına üstün hizmetler vermiş olan Meriç Sumen, Oytun Turfanda, Rengin Taş ve Özkan Aslan'a verildi. pe cy a TOBAV 1996-97 Opera ve Bale Ödülleri, 24 Şubat 1998'de Cumhurbaşkanlığı Köşkünde düzenlenen bir törenle sahiplerini buldu. Ödül töreninde bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; "Sanatın ve kültürün toplumun tüm tabakalarına yayılmasını, Fülüt), ışık tasarımcısı Vedat Hızel (Dudaktan Kalbe, Tosca)'ya verildi. Bale Ödülleri de Şef Rauf Abdullayev, koreograf Andre Prokovsky, kadın dansçı Arzu Dirin, erkek dansçı Volkan Ersoy, dekor tasarımcısı Alexander Vassiliev, kostüm tasarımcısı Mine Erberk, ışık tasarımcısı Fuat Gök'e verildi. nüfusu bir milyonu aşan her ile bir kültür merkezi yapılması gerektiğini" ifade ettikten sonra, 50. yılını kutladığımız balenin bu zaman zarfında çok yol aldığını ve her geçen gün daha çok geliştiğini, belirtip bale ve opera sanatına emeği geçen herkese teşekkür etti. Doç. Şinasi Özel, Ahter Dönmez, Prof. Dr. Sadettin Ünal, Sevgi Başman, Oğuz Elbaş, Funda Gökgücü, Müride Aksan, Muammer Öz, Gülsen Karakadıoğlu ve Tarık Ünlüoğlu'ndan oluşan seçici kurulun belirlediği Opera ve Bale Başarı Ödüllerini; Şef Rengim Gökmen (La Boheme), yönetmen Murat Göksu (La Boheme), solistler Sim Tokyürek ve Esin Talınlı (Maskeli Balo), solist Eralp Kıyıcı (Maskeli Balo), dekor tasarımcısı Savaş Camgöz (La Boheme, Maskeli Balo), kostüm tasarımcısı Nursun Ünlü (Dudaktan Kalbe, Maskeli Balo, Sihirli Denizbank Özel Ödülleri ise; Devlet Çoksesli Çocuk Korosu Şefleri Sevim Ünal ile Sadettin Ünal'a ve Ankara Devlet Opera ve Balesi Orkestrası'na verildi. Aynı günün akşamı Devlet Konukevi'nde verilen akşam yemeğinde "Sanata Evet" yazılı pastayı TOBAV Genel Başkanı Tamer Levent ile Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş birlikte kestiler. Haydi Çocuklar Tiyatroya İzmit'te Kocaeli Bölge Tiyatrosu'nun öncülüğünde gerçekleştirilen "Haydi... 5.000 Çocuk Tiyatroya" etkinliği çalışmaları "Genç Kocaelililer Derneği" "Kocaeli Otomobil Dünyası" tarafından başlatıldı. Etkinliğin oyun sponsorları; "Günpaş", Kotaş", "Ek-Can", "Ekşioğlu", "Kurtlar Otomotiv", "Marmara Oto Lastik", "Tetik Lastik", "Ümit Oto Lastik", "M.Adnan Menlik Ltd. Şti." ve "İzmit Rotary Kulübü", tanıtım sponsorları ise; "Stom Mağazası", "Özen Kağıt Anbalaj" firmalarının katkılarıyla gerçekleşiyor. Yeni Bir Tiyatro Topluluğu Tiyatro dünyasına yeni bir topluluk daha katıldı. Yapımcılığını Temmuz Prodüksiyon'un üstlendiği "Kelaynak Kabare" topluluğu'nun ilk oyun "Dingildek ilişkiler" adını taşıyor. "Hastane", "Yasemince" ve "Başka istanbul Yok" dizilerini kaleme alan Ali Erdoğan'ın yazıp, Pekcan Koşar'ın sahneye koyduğu kaberede başlıca rolleri Zihni Göktay, Funda Postacı, Ali Erdoğan, Nejmi Aykar, Sezai Aydın, Hayat Atan, Tilbe Salim gibi deneyimli tiyatrocular paylaşıyor. Suat Arıkan "Anlat Şehrazat'ta İstanbul Devlet Opera ve Balesi sanatçılarından Suat Arıkan "Anlat Şehrazat" kadrosuna katıldı. Müşfik Kenter ile dönüşümlü olarak Şehriyar ve Ömer Ün-Neman rollerini paylaşacak olan Arıkan son yıllarda "Salome" ve "Tosça" gibi yapımlarda izleyicinin beğenisini kazanmıştı. Söyleşi Adnan Tönel, Dünya Tiyatrolar Günü'nde, Kabataş Kültür Merkezi' kırmızı salon'da "Uluslararası Platformda Tiyatrosuzluk" konulu bir söyleşi gerçekleştirecek. Etkinlik ücretsiz olarak izlenebilinir. 11 BU AY SAHNEDEKİLER Tiyatro: Bursa Devlet Tiyatrosu Yazan: Tayfun Türkili Yöneten: Fikret Tartan Dekor-Kostüm Tasarım: Hüseyin Mumcu Işık Tasarımı: Adnan Açıkdüşünenler Oynayanlar: Cihan Büyükışık, Ayşe Akınsal, Melike Aydınoğlu Ergüzen, Kemal Okur, Erem Nala, Hikmet Orhon, Emin Gümüşkaya, Celal Bıyıklı, Veysel Kamış, Sabahattin Kılınç, Aşkın Kürşat, Ümit Kılıçel, Cengiz Erdem, Uğur Gümüşkaya, Deniz Orakçı, Cüneyt Kınık, Kamil Atlıman, Macit Doğan, Zeki Bıçakçı, Didem İşler, Filiz Mete. Toplumda yıllarca hizmet vermiş, yurtdışında görev yapmış, kültür düzeyi yüksek, artık emekli olup mütevazı yuvasında sakin bir yaşam sürmekte olan eski büyükelçi Rauf Bey ve onun sevgili eşi Muazzez Hanım'ın yaşamdan tek beklentileri çocuklarının ara sıra kendilerini ziyarez etmesi bir de sağlık afiyettir. cy a Tiyatro: istanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yazan: Necati Cumalı Yöneten: Nedret Denizhan Dekor Tasarım: Atıl Yalkut Kostüm Tasarım: Fügen Yazıcı Işık Tasarım: Murat İşçi Müzik: Hakan Elbir Oynayanlar: Sevinç Erbulak, Ersan Uysal, Burak Davutoğlu Derya Gülü çocuk yaşta kendinden çok büyük hatta babasından bile büyük bir adama verilen Meryem'in aşk nefret, özgürlük duyguları arasında gidiş gelişin öyküsüdür. pe Meryem alkolik balıkçı kocası Haşim ile teknede yaşamakta ondan kurtulmak için çıkış aramaktadır. Kocası ile birlikte çalışan ve kendisine ilgi duyan Sinan'ın "kaçalım" teklifini bile "imkânsız" bulan Meryem'e göre tek çıkış kocasını öldürmektir. Ancak o zaman özgürleşebilecek ve yaşamına koparıldığı yerden devam edebilecektir. Seri cinayetler işlenen, çete bağlantılı yargısız infazlar yaşanan ya da mafya hesaplaşmalarına tanık olunan bu ülkede, bir gün, evlerinin kapısı çalınır, içeriye bond çantalı fötr şapkalı, sırtına bıçak saplanmış bir adam girer ve onların gözü önünde düşüp ölür. Olaylar öyle gelişir ki yaşlı karı-koca serüvenin içine girmek zorunda kalır... Tiyatro: Ali Poyrazoğlu Yazan: Bili Naughton Çeviren: Ali Poyrazoğlu Yöneten: Ali Poyrazoğlu Sahne Tasarımı: Barış Dinçel Kostüm Tasarım: Mudo Oynayanlar: Ali Poyrazoğlu, Suzan Aksoy, Özdemir Çiftçioğlu, Levent Can, Özden Ayyıldız, Ebru Ayyıldız, Onur Şenay, Berrak Kuş Ali Poyrazoğlu oyunu sahneleyiş nedenini şöyle açıklıyor. "Eski Çamlar Bardak Oldu"yu, toplumun en ufak birimi olan aileden topluma bakan, hoşgörü, anlayış, soğukkanlılık önerdiği için, demokrasi kavramına farklı kuşakların bakışını sergileyip tartışılması gereken sorular soran bir güldürü olduğu için sahneliyoruz." 12 Tiyatro: Bursa Devlet Tiyatrosu Yazan: Nezihe Araz Yöneten: Murat Karasu Sahne Tasarımı: Ethem Özbora Giysi Tasarımı: Gülhan Kırçova Işık Tasarımı: Adnan Açıkdüşünenler Oynayanlar: Feyha Çelenk Kurtuluş savaşı tarihimizin meçhul askerleri Kuvay-ı Milliye Kadınları. Onların yaşam öykülerini, kim olduklarını ne ders kitaplarında bulabilirsiniz, ne de sanatta. Ne bir oyun, ne bir opera yazılmıştır destan üstüne. Nezihe Araz, bu konudaki boşluğu doldurmuştur ve Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın, bağımsızlığın kazanılması sırasında ve sonrasında ve sonraki yıllarda sürekli takdir ettiği, ön plâna çıkartmaya özen gösterdiği "analarımızı, bacılarımızı" bu oyunda sane ışıklarına getirerek, bir kez daha anmamızı sağlıyor onları. Tiyatro: Bursa Devlet Tiyatrosu Yazan: Aziz Nesin Yöneten: Cihan Büyükışık Dekor-Kostüm Tasarımı: Hüseyin Mumcu Işık Tasarımı: Adnan Açıkdüşünenler Oynayanlar: Emin Gümüşkaya Oyun, bir apartmanın çatı katında tek başına yaşayan bir adamın, çevresindeki canlı ya da cansız herşeye bir ad vererek onlarla olan ilişkisini, iletişimini anlatmaktadır. Bireyin yalnızlığını ortaya koyan bu oyunla, toplumdan kendini soyutlamış olan insanlara da bir mesaj verilmektedir. Tiyatro: Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Yazan: Moliere Çeviren: O. Veli Kanık Yöneten: Nesrin Kazankaya Dekor Tasarım: Gürel Yontan Işık Tasarım: Selim Yıldız Moliere'in 1664'de "Tartuffe"ü yazdığı yıldan itibaren neredeyse ölümüne dek çektiği acılar, çağımızda ürkütücü bir tırmanışa geçen din-yobazlık, radikal kör hedefler ve bu bağlamda oluşturulan cepheler olgularıyla büyük benzerlikler taşımaktadır. Asıl tehlikeli olanın inanç bazında algınlıklar ve karşı çıkışlar olmayıp, belli hedeflerde kilitlenmiş örgütlü hareketler olduğunu, oyun tarih içindeki kendi macerasıyla kanıtlıyor. pe cy a Tiyatro: Tiyatro Oyunevi Yazan: Sofokles Çeviren: Güngör Dilmen Yöneten: Mahir Günşiray Sahne Tasarım: Claude Leon, Selim Birsel Işık Tasarım: Yüksel Aymaz Müzik: Turgay Erdener Oynayanlar: Ayşe Selen, Ayşe Lebriz, Dikmen Seymen, Ece Eroğlu, Tümay Nazik, Evren Yazıcı, Alev Cınbarcı, Banu Akgün. Bir kadını oynamak için "kadın gibi" oynamak gerekiyorsa, bu, içinizdeki "kadın"ın örtülmesi ve hapsedilmesi demek değil midir? Bir erkeği oynamak için "erkek gibi" oynamak gerekiyorsa, bunun için erkek olmaya gerek var mıdır? "Oynamak" isteyenler belirli bir oyunu oynamak gerekiyorsa, bu, onların oynama isteğini kısıtlar mı? "Biz" diyebilmek için "onlar"a ihtiyaç var mıdır? Bölücülüğün buradan başladığı düşünülebilir mi? Tiyatro: Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları Yazan: Jelena Kohout Çeviren: Hale Kuntay Yöneten: Macit Koper Oynayanlar: Hadi Çaman, Tolga Çevik, Recep Yener, Emel Pala, Şahin Şeker, Ertuğrul Özdal, Füsun Erbulak. Oyunun kahramanı yalnız bir adam. Bu adamın, tek dostu köpeğiyle arasındaki ilginç, duyarlı ilişki konu alınıyor. Yalnızlığıyla başa çıkabilmek için köpeğine konuşmayı öğretiyor adam ya da kendi içine dönerek, kendisini irdeleyerek içindeki köpeği açığa çıkarıyor. 13 "Balkon" insanın varlık, yaşama, kimlik nedenleri üzerine bir oyun. "Balkon" dünyanın kendisi, yönetmen Başar Sabuncu'ya göre. Daha doğrusu kerhane dünyanın kendisi, Balkon da kerhanenin balkonu. Toplumsal yaşama başladığından itibaren insanın gerçekliğini yitirdiğini düşünüyor Genet. Ona göre insanlar maskelerle dolaşıyorlar. "Git-Gel Dolap" Studio Oyuncuları'nın ilk Harold Pinter yorumu. Bu yorumda oyun örgüsünün içinde barındırdığı şiddetin yanı sıra, oyuncular da oyun alanı içerisinde rejinin şiddetine maruz kalıyorlar. Seyirci ise performatif olanla eğlenirken aynı zamanda da kendi hayat gerçeğiyle göz göze geliyor. Tüm bu gerçekle teknoloji ve süslemeden kaçınılarak doğrudan teatral insan (oyuncu) malzemesiyle yansıtıyor. pe cy Tiyatro: Studio Oyuncuları Yazan: Samuel Beckett Çeviren: Reha Erdem Yöneten: Şahika Tekand Dekor Tasarım: Esat Tekand Oynayanlar: Akın Cinbarcı, Sevtap Insel, Sedat Kalkavan, Uğur Koza, (Güven İnce) Tiyatro: Studio Oyuncuları Yazan: Harold Pinter Çeviren: Ergun Sav Yöneten: Şahika Tekand Dekor Tasarım: Esat Tekand Oynayanlar: Sedat Kalkavan, Yiğit Özşener. (Akın Cınbarcı, Hakan Milli, Sara Alkan, Savaş Mutlu, Ulushan Ulusman) a Tiyatro: Tiyatro Stüdyosu Yazan: Jean Genet Çeviren: Başar Sabuncu Yöneten: Başar Sabuncu Dekor Tasarım: Duygu Sağıroğlu Kostüm Tasarım: Sevim Çavdar Müzik: Selik Atakan Oynayanlar: Zuhal Olcay, Haluk Bilginer, Ahmet Levendoğlu, Derya Alabora, Salih Sarıkaya, Bülent Yarar, Şebnem Sönmez, Celal Perk, Güven Kıraç, Alptekin Serdengeçti, Sema Keçik. "Oyun Sonu"nda topluluğun daha önceki ürünlerinde olduğu gibi sistem ve sistemin içerisindeki insanın tragedyası sorgulanıyor. Oyuncu sahne üzerinde (oyun alanında) oyun sürecinde tüm olup bitene gönüllü olarak maruz kalırken hem fiziksel hem düşünsel olarak bir ip canbazının durumuyla örtüşüyor. Bu performatif oyunculuk ile iki ayrı gerçeklik olan hayat ve sahne, teatral eğlence öğesinin öne çıkarılmasıyla oyun düzleminde sunuluyor. 14 BU AY SAHNEDEKİLER Yazan: Max Aub Çeviren: Memet Baydur Uyarlayan-Yöneten: Cezmi Baskın Oynayan: Cezmi Baskın Tiyatro: Studio Oyuncuları Yazan: Samuel Beckett Çeviren: Hamdi Koç Yöneten: Şahika Tekand Dekor Tasarım: Esat Tekand Oynayanlar: Nükhet Akkaya, Sara Alkan, ItırArditi, Mehmek Atak, Cem Bender, Yaman Çeri, Kıvanç Ergun, Murat Ergun, Banu Fotacan, Sevtap insel, Mark Levitas, Tümay Nazik, Yeşim Özsoy, Şafak Sözen, Karin Yereçyan, (Telma Berberyan, Sanem Öge, Ahmet Sarıcan) pe cy a Memet Baydur'un çevirisiyle Max Aub'un "Örnek Suçlar" adlı kitabından uyarlanan "Tek Kişilik Kalabalık Cinnet Gösterisi"; ölümün anlamsızlığını, trajikomikliğini, kısalığını, kötü kokusunu, haksızlığını anlatırken, ilk bakışta absürt denebilecek gündelik cinayetlerden yola çıkarak, bugün içinde yaşadığımız cinnet toplumunun güleryüzlü eleştirel bir sergilenişi. Tiyatro: Kenterler Yazan: Eric-Emmanuel Schmitt Çeviren: Serap Babür Yöneten: Mehmet Birkiye Dekor Tasarım: Osman Şengezer Kostüm Tasarım: Behremet Kervangül Işık Tasarım: Yüksel Baydın Oynayanlar: Müşfik Kenter, Bekir Aksoy Helen adlı bir kadını seven, Norveç'te ıssız bir adada tek başına yaşayan Nobel ödüllü Abel Znorko ile onunla bir söyleşi yapmak üzere evine gelen gazeteci Erik Larsen arasında geçer. Aşkın ve sevginin felsefesinin irdelendiği, zaman zaman seyirciyi hayrete düşüren diyaloglar üzerine kurulan oyunda, sıradışı insanların, sıradışı öykülerinden bir kesit sunulmakta. Studio Oyuncuları, 4 sezon sonra Beckett'in "Beş Kısa Oyunu"nu yeniden yorumluyor. Bu yorumda da oyun alanında oyunu işletme ilkesi performanslarla fiile geçiyor, tüm olup bitenin doğrudan insan-oyuncu malzemesiyle var edilmesi öngörülüyor. O an ve alanda ortaya çıkan performatif oyunculuk da seyredeni ve oynayanı bir cins sirk içersine alıyor. 15 ÖZEL HABER " 1 . Uluslararası İstanbul Çocuk Tiyatrosu Festivali ve Eğitim Programının 1. Aşaması Nisan'da Başlıyor "EĞİTİM PROGRAMI"NA ÇAĞRI Mustafa Demirkanlı pe cy a Türkiye'de, çocuk tiyatrosu alanında yeni bir say fa açacağına inandığımız " 1 . Uluslararası İstan bul Çocuk Tiyatrosu Festivali ve Eğitim Progra mı" önümüzdeki ay, yaklaşık 3 ay sürecek olan maratonuna başlıyor. Üç aşamada gerçekleşecek olan maratonun 1. aşaması olan "Eğitim Programı", 13 Nisan 23 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecektir. Ti yatro eğitimli, profesyonel tiyatroculara açık olan "Eğitim ProgramT'na katılmak isteyenler şu şekilde belirlenecektir; a) Azami 25 kişi ile sınırlı olan katılımcılar için kurumlara belirli kontenjanlar ayrılmıştır. Kurum lar, kendi çocuk tiyatrosu birimlerini kurmaya yönelik çalışmalar yapmak istiyorlarsa, ki isteme lidirler, bu birimleri oluşturacağını düşündüğü elemanlarını çocuk tiyatrosunda uzmanlaşmaya yönelik ek bir ihtisas programından geçmek üze re dergiye bildireceklerdir. b) Halen çocuk tiyatrosu yapan özel çocuk tiyat roları, birer elemanını bu programı izlemek üze re belirleyip bildirebilirler. c) Konservatuvarların veya diğer tiyatro eğitimi veren kuruluşların son sınıf öğrecileri veya yeni mezunlarından çocuk tiyatrosu yapmak, çocuk tiyatrosunda uzmanlaşmak isteyenler doğrudan başvurarak yapılacak ön elemeye katılabilirler. Katılımcılardan istediğimiz, 6 hafta ve haftada 6 gün sürecek "Eğitim Programı"nın tamamına katılmalarıdır. Bugüne kadar gözardı edilmiş olan çocuk tiyat rosu eğitiminin ve uygulamalarının bu program dan sonra daha özenli, dikkatli ve daha donanımlı olarak gerçekleştirileceğine inanmak tayız. Her şeyin bu programla çözüleceğine inanmadığımız gibi, ilk yıldan elimizde kalmasını beklediğimiz tek somut şey ise; çocuk tiyatrosu ayrı bir uzmanlık alanıdır, eğitimi ve uygulaması 16 da ayrıdır ve büyüklere yapılan tiyatrodan çok daha dikkat, özen ve sorumluluk ister. 2. Aşama: "Türkiye Çocuk Tiyatroları Kurultayı". 1-3 Mayıs 1998 tarihleri arasında, Alaçatı'da gerçekleştirilecek olan kurultay çalışmaları da son aşamasına gelmek üzeredir. Katılımcıları belirlemek üzere yaklaşık iki aydır yaptığımız çalışma tamamlanmak üzeredir. İlgili tüm kurum, kuruluş ve kişilere yazarak katılmasını önerdikleri isimleri ve kurultay çalışma prog ramına yönelik eleştiri ve katkılarını istedik. Bize ulaşan isimler ve bizim saptadığımız isimlerin yine de eksik olacağından duyduğumuz kuşku devam etmektedir. Sizlerden de katılmasını önereceğiniz isimleri bekliyoruz. 3. Aşama: Festivalin gösteri bölümü 8-21 Haziran tarihleri arasında İstanbul'da 15 ayrı mekânda gerçekleşecektir. Şu ana kadar açılış oyunları da dahil olmak üzere 8 yabancı topluluk belirlenmiş, son 2 topluluğun belirlen me çalışmaları devam etmektedir. Festivale Türkiye'den katılacak toplulukları belirlemek için oyunları izleme çalışmaları da devam etmekte dir. " 1 . Uluslararası istanbul Çocuk Tiyatrosu Festivali ve Eğitim Programı" sadece çocukların değil, hepimizin. Bizim başlattığımız bu çalışmada bize en güçlü desteklerden biri de genç arkadaşlarımızdan gelecektir. Festivalde bizlerle çalışmak isteyen gönüllü gençlere kapımız ardına kadar açık. Gelin, görüşelim. Burada sunduğumuz, "Eğitim Programı"nı inceledikten sonra katılım konusundaki bizlerle temas kurabilirsiniz. "Eğitim Programına" katılım ücretsizdir, önemli olan çocuk tiyatrosu alanında uzmanlaşmak istemeniz. EĞİTİM PROGRAMI Dramaturgi ve Tiyatro Pedagojisi: Tarih: 13-18 Nisan 1998 (6 gün) Programı yürütenler: Stefan Fischer-Fells ve Kirştin Hess (Grips Tiyatro) Seminerin ana başlıkları: • Çocukların günlük yaşamlarından çıkarak, doğru bir gözlemle saptanmış çocuk oyunlarını kullanmak (Araştırma aşaması) • Çocuk oyunlarını, çocuk gerçeği ile sahnelemeye çalışmak. (Dramaturgi aşaması) • Çocuk oyunları, çocuklarla oluşur. Çocuk oyunları çocuklara ti yatroya gitme zevkini vermelidir. • Çocuk oyunları, verdikleri etki açısından kontrol edilmelidir. (Pedagojik açıdan, oyundan önce ve sonrayı kapsayan çalışmalar.) pe cy Oyun Yazımı Semineri Tarih: 20-24 Nisan 1998 (5 gün) Programı yürüten: Anja Tuckermann (Grips Tiyatro) Seminerin ana başlıkları: • İstediğim ana konuyu nasıl bulabilirim? • Nasıl yazmaya başlamalıyım? Teori -II: Çocuklar ve gençlerle tiyatro. a. Sahneleme aşamasında tiyatro pedagojisinin kullanımı. • Ön çalışma sırasında. • Prova sürecinde. • Oyunda. • Anne-babalar ve çocuklar için yardımcı materyal. (Metin örnekleri) b. Gençlerle tiyatro yapmanın hedef ve biçimleri. • Sonuç çıkarıcı yöntemlerle kendi için oynama bilincinin geliştirilmesi. • Oyun kulübü. • Çocuk oyunu çalışması. ("Çoktan Kaçtı" oyununun video kasetli çalışması) • Bertolt Brecht'in öğretici oyun teorisi. • Derste tiyatro oyunu: "Evet diyen/Hayır diyen" • "Mezbahaların Aziz Johanna'sı". Gençlerle yapılan araştırma çalışması sonucu oluşan sahneleme. (Video örnekli) a Fischer-Fells, bu programa dramaturgları, tiyatro bilimcilerini ve pedagogları sahne uygulaması da yapmak üzere bekliyor. a. Yaş gurupları ve konuları. b. Messmer'in gerçekleştirdiği rejilerden, video örnekleri ile fantazi oyunlardan gerçekçi oyunlara uzayan bir skala ve tartışması c. "Başka türlü bir seyirci" için ve onlarla oynamak. Katılımcı ve uzaklaştırıcı tarzlar. ( San Fransisko Pantomim Gurubu, Commedia dell'Arte, TV Komedisi, Rap ve Soul müzikleriyle bir müzikal, video ve tekst örnekleriyle tartışılacak.) ayrıca, çeşitli tekniklerle oyun yazımı konusunda ön bilgiler verilecektir. Tuckermann'ın programında Grips Tiyatrosu'nda sahnelenen iki oyununun yazım aşamaları ve yazımdan sonra leri bir dramaturgi tekniğiyle nasıl sahneleme aşamasına geldiği örneklerle anlatılacaktır. Çocuk Tiyatrosunda Dekor-Kostüm: Tarih: 27 Nisan 1998(1 gün) Programı yürüten: Yrd. Doç. Dr. Deniz Mutlu (9 Eylül Üniversitesi) Çocuk Tiyatrosunda Işık: Tarih: 28 Nisan 1998(1 gün) Programı yürüten: Öğretim Görevlisi Abdullah Uyan (9 Eylül Üniversitesi) Çocuk Tiyatrosunda Hareket: Tarih: 29 Nisan 1998(1 gün) Programı yürüten: Yrd. Doç. Dr. Nevin Eritenel (9 Eylül Üniversitesi) Teori ve Pratik Olarak Çocuk Tiyatrosu Yapmak: Tarih: 4-9 Mayıs 1998 Programı yürüten: Matthias Messmer (Carrousel Çocuk Tiyatrosu) Seminiren ana başlıkları: Pratik-a: • Çocuklar tiyatroyu nasıl yaşıyorlar? • Ne anlıyorlar? Oyunla gerçeği nasıl yaşıyorlar? Pratik-b: • Çocuklar ve gençlerle birlikte tiyatro yapabilmek için gerekli olan deneme ve biçimlerin anlatılarak, pratik olarak oluşturulması. Teori-I: Çocuklar ve gençler için tiyatro. Çocuk Tiyatrosu Yapmak: Tarih: 11-22 Mayıs 1998(11 gün) Programı yürüten: Herman Vinck Seminerin ana başlıkları: Kursiyerler 3 ayrı gurupta, grupların birbirinden bağımsız olarak çalışmalarıyla başlayacak. Gruplar ayrı temalar işleyecek. Seminer sırasında alınacak sonuçlara göre guruplar, konularını değiştirecek ve her katılımcının aynı konularda da çalışması sağlanacaktır. 3 gurup şöyle oluşacaktır; 1) Bilinen bir yazarın, bilinen bir oyunu seçilir. Bu oyunun bazı sahneleri üstüne doğaçlamalar yapılır. 2) Diyaloglar masa başında yazılır ve ardından sahneye taşınır. Reji konsepti oluşturulur. 3) Yine bilinen bir oyundan, bilinen bir sahne seçilir metin çözümlemesi, alt-metin okuması yapılır. Grips Tiyatro Neden Doğdu, Neler Yaptı?: Tarih: 23 Mayıs 1998 Konuşmacı: Volker Ludvvig (Grips Tiyatro Genel Sanat Yönetmeni) "Eğitim Programı"nın son gününde Grips Tiyatro'nun kurucu larından olan ve Genel Sanat Yönetmenliğini sürdüren Ludvvig 27 yıllık Grips deneyimini anlatacak, katılımcıların sorularını yanıtlayacaktır. 17 BAKIŞ" BRECHT VE ENSEMBLE Yılmaz Onay 100. Doğum yıldönümünde Brecht, pe cy a ülkemizde de çeşitli biçimlerde anılıyor. Basında Brecht'in değişik yönleri üzerinde duruluyor. Aslında amaç yalnızca bir anma olmamalı. Böyle bir vesileyle belli sorunları tartışmaya açmak, özellikle Brecht gibi bir sanat adamının niteliklerine çok daha uygun herhalde. Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nde de "sorun" deyince öncelikle akla tiyatro sorunlarının gelmesi doğal. Bu bakımdan ben, Brecht'le de bağlantılı olarak tiyatromuzda "Ensemble" sorununa eğilmeyi düşündüm. Kaldı ki, yalnız başına bu soruna eğilmek bile tiyatro ve sanat alanının pek çok sorununu ele almayı gerektirmekte. "Berliner Ensemble" Bilindiği gibi "Berliner Ensemble", Brecht'in Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nin başkenti olan Berlin'de kendi oluşturduğu ve ölümüne kadar da çalışmasını birlikte sürdürdüğü topluluk tiyatrosunun adıdır. Brecht'in ölümünden sonra da bu tiyatro, Demokratik Almanya'nın Federal Almanya tarafından "özelleştirilmesi"ne dek, Brecht geleneğine bağlı olarak tutumunu korumuştur. Bu "koruma"nın sanatsal açıdan eksikleri, fazlaları, yanlışları, doğruları, her sanat yönetmenin dönemine göre ayrı bir tartışma konusu olabilir. Ama en azından "Ensemble" yapısının korunması, başlıbaşına önem taşıyor. Çünkü Brecht dramaturjisi, Brecht yöntemi, Brecht oyunları ve genelde Brecht tiyatrosu için "Ensemble" yapısı, olmazsa olmaza bir koşuldur. Yani "Ensemble tiyatrosu" yapısı, zaten tiyatro sanatının doğasına en uygun yapı olmakla birlikte, Brecht tiyatrosu için çok özel bir anlam taşımakta. Nitekim Brecht, Demokratik Almanya'da kendi topluluğunu kurma olanağına kavuşana dek, oyunlarının sahnelenişinde yakındığı pek çok noktayla karşılaşmış, oynanma anlaşmaları zaman zaman sorunlu geçmiş, birçoğu gerçekleşmeden kalmış, bu yüzden kuramını anlatabilme bir yana, oluşturmada bile kesintilere uğramış ve bunları "Çalışma GünlüğüTnde hep dile getirmiştir.(1> Ayrıca yayınlanmasına başlanan "Toplu Yapıtları"ndaki ayrıntılı-açıklamalarda da bu durum enine boyuna görülmektedir/ 2 ) Çünkü Brecht, yalnızca oyun yazıp, oynansın da nerede nasıl olursa olsun ben ünleneyim ve telifimi alayım yeter, diyen ve giderek üstü kapalı da olsa ister istemez o "piyasa" taleplerine göre yazmayı kabullenecek bir yazar değil. Bu yüzden zaten "Berliner Ensemble" döneminden önce oyunlarının oynanışı da sanılandan çok az olmuştur. Brecht, tiyatroyu ve genel olarak sanatı yalnızca biçim ve içeriğin değil, "biçim, içerik ve işlevin" diyalektik bütünlüğü içinde gören bir sanat adamı olduğu için ona kendi "Ensemble"i gerekiyordu. Buna da ancak Demokratik Almanya'da kavuşabildi. Gottfried von Einem'e yazdığı bir mektupta: "Yeni tiyatroyu kurma çabası yeni tiyatro için yazmama vakit bırakmıyor", demişti.*3) Brecht'in Demokratik Almanya döneminde fazla oyun yazmamış olmasını ters yorumlayanlara bundan güzel yanıt olamaz herhalde. Çünkü Brecht'in dünyada da böylesine etkili ve önde gelen bir sanat adamı olarak kabul edilmesinde "Berliner Ensemble" olanağının ve deneyiminin payı büyüktür. Kendisinin de yönetiminde hazırlanan "Tiyatro Çalışması" kitabında pe cy a "Enseble Tiyatrosu" Aslında Brecht Berlin'de kendi tiyatrosunu kurarken, yalnız sosyalist ülkelerde değil, Federal Almanya'da da ödenekli tiyatrolar "Ensemble tiyatrosu" yapısındaydı, yani "belli bir kentte, belli bir salon kompleksinde faaliyet gösteren, tam ödenekli sürekli topluluk" tarzındaydı ve Almanya bugün de bu modeli çok değerli bir kazanım olarak korumakta. Peter Stein'ın bu savını*6) son dönemde "Theater Heute" dergisinde yapılan tartışma ve soruşturma da doğruladı. Bu yapının önemli nitelikleri şunlar: 1- Sürekli olarak belli bir kentte ve belli bir tiyatro kompleksinde tiyatro yapıldığı için, seyirci ilişkisinde de süreklilik var. Yani hedef seyirci perspektifi konabiliyor. Seyirci alışverişi irdelenip repertuvar, yöntem vb. sanatsal tutum öğeleri buna göre saptanabiliyor. Ama aynı topluluk, kendi özerk planlamasıyla başka kentlere, başka ülkelere turne düzenleyerek, seyirci yelpazesini ve sanatsal alışveriş ilişkilerini hem ulusal, hem uluslararası düzeyde de genişletebiliyor. Bunun için herhangi bir "merkez"den onay alması gerekmiyor, çünkü böyle bir merkez yok. Ulusal veya uluslararası herhangi bir turne anlaşmasını tam özerkçe kendisi bağlayabiliyor. Tek bağlayıcı husus, bütçesi. Yani planlamalarını bütçesine göre yapmak durumunda kuşkusuz ya da sanatsal plan ve uygulamalarının önem ve başarısını kanıtlayarak daha fazla bütçe sağlaması gerekiyor. pe Dolayısıyla, hele Brecht'i anıyorsak bu sorumluluk iki kat daha fazla olmalı. Onun oyunlarını oynamak da zordur ama günümüzdeki işlevi yönünden pekâlâ seçilen oyunları var. (Örneğin I.B. Şehir Tiyatroları'nda "Kafkas Tebeşir Dairesi"nin sahnelenmesi ve başarı 20 T h e a t a e r ) o l u y o r . Eyalet b ü t ç e s i n d e n , y a n i D e v l e t ' t e n alıyorsa " D e v l e t Tiyatrosu" (Staatstheater) oluyor. B ö y l e c e ü l k e d ü z e y i n e yayılmış t e k m e r k e z l i işleyişte b i r t e k d e ğ i l , h a t t a e ğ e r b i r d e n f a z l a b i n a k o m p l e k s i varsa aynı k e n t i n içinde bile bir t e k d e ğ i l , b i r b i r i n d e n t a m a m e n bağımsız , y a l n ı z a k e n d i m e r k e z i i ş l e y i ş i n d e ç o k sayıda d e v l e t v e şehir t i y a t r o l a r ı b u l u n u y o r . B u n l a r , d e v l e t i n veya b e l e d i y e n i n t i y a t r o y a ayırdığı t o p l a m t a h s i s a t ı n paylaşımında b i r b i r l e r i y l e yarışıyorlar k u ş k u s u z . A m a b u yarış a y n ı z a m a n d a h e m u l u s a l , h e m d e uluslararası a r e n a d a s a n a t s a l b a ş a r ı yarışı d a o l u y o r ister cy İşte bugün de Brecht'in tiyatroda yeterince değerlendirilebilmesi için onun yöntemini belki yalnızca benimsemekle de kalmayıp, bizzat o yöntemin diyalektiği gereği (yani bir anlamda Brecht'in "gerçekçilik" ilkeleri gereği) daha da geliştirilecek "Ensemble" çalışmasına ihtiyaç var. Her "Ensemble", Brecht yöntemini benimsemeyebilir. Hatta kimi sanat yöntemeni "Brecht'i beğenmiyorum" da diyebilir. Bu da tartışmanın bir kanadıdır. Oysa şu sıralar kimi yayın organlarında şaşırtıcı ifadelere rastlıyoruz: Birisi Brecht'i bir türlü sevmiyormuş, bunu itiraf etmeye de cesaret edemiyormuş. Ama sonra bilmem hangi eğlenceli uygulamasını izlemiş, çok da "yerli" bulmuş ve pek hoşlanmış. Hah, demiş, meğer Brecht buymuş, şimdiye dek yanlış tanıtmışlar. Kahrolsun onlar!.. Bundaki hangi yanlışı düzeltmeli şimdi? Bir defa sevmediğini itiraf etmeye niye cesaret edememiş o arkadaş? Hükümet zoru mu vardı? Yoksa entelektüel zoru mu vardı? Entelektüel zoru vardıysa bunun altında ezilmek yeni bir "entelektüel" hastalığı değil mi?(5) Ama hiç kuşkum yok bu arkadaş örneğin bugün de "Robert VVİlson'un yaptığının neresi sanat, bir türlü anlayamadım", demeye cesaret edemiyordu. Oysa ben, yalnızca "anlayamadım" da demiyorum, düpedüz: "Robert VVİlson'un yaptığı, sanat filân değil", diyorum meselâ. Ama bunu derken de herkesle tartışmayı göze alıyorum. Hele acele başlanmış Robert VVİlson taklitleri içinde biri de kalkıp onun adını kullanarak "yerli'leştirmiş bir sulu güldürü yapmaya kalkarsa, "hah meğer VVİlson buymuş" demeyi hiç düşünemem. Bir sanatı veya sanatçıyı beğeniyorsam, gerçekten "onu" tanır, bilir ve beğinirim, beğenmiyorsam da yine tanıyıp bilme sorumluluğumu yerine getirerek, yapayalnız kalacağımı dahi bilsem bunu açıkça söylemekten, tartışmaktan çekinmem. Entelektüellik budur. kazanması). Öte yandan oyun yazarken veya sahnelerken, oynarken, onun yöntemini uygulamak da zordur ama zor olduğu kadar da güzeldir, yeter ki uzun soluk ve uzun vadeli bir süreç gerektiren bu anlayışın uygulanabileceği bir "Ensemble" olsun. Buna karşılık, daha "Ensemble" yapısının bile bulunmadığı koşullarda bu iş iyice zor olur. Dolayısıyla Brecht meselesinden daha temel anlamda, öncelikle ödenekli tiyatrolarımızın "Ensemble" yapısına kavuşmaları gerekiyor. Şimdi bu vesileyle "Ensemble tiyatrosu" meselesine girelim dilerseniz. a bu Ensemble çalışmasının sıcak ve ayrıntılı örnekleri bulunuyor.*4) istemez. Bütçesini aldıktan sonra da onu ö z e r k ç e k u l l a n ı y o r . Gişe g e l i r l e r i v e başkaca sağlayacağı gelirler de bir " m e r k e z " e g i t m i y o r , yalnızca o b i r i m i n kendi bütçesine dahil oluyor. 3 - Her t a m ö d e n e k l i " E n s e m b l e " t i y a t r o s u n u n y ö n e t i m i , k e s i n l i k l e süresiz d e ğ i l , b e l l i s ü r e l i a n l a ş m a y l a , s e ç i l e n veya atanan sanat y ö n e t m e n l e r i n c e y ü r ü t ü l ü y o r . Dolayısıyla b i r s a n a t y ö n e t m e n i d ö n e m i n d e bir t i y a t r o o sanat y ö n e t m e n i n i n s o r u m l u l u ğ u n d a ve o n u n sanatsal t u t u m u n a g ö r e bir " E n s e m b l e " o l a r a k işliyor. A n l a ş m a n ı n y e n i l e n m e s i veya uzatılması da başarısına b a ğ l ı , u y g u l a m a y ı h e d e f l e d i ğ i planları için d a h a fazla b ü t ç e k o p a r m a s ı d a başarısına b a ğ l ı , t a b i i g i ş e g e l i r i n i arttırması ve başka destek gelirler sağlaması d a . . . 4- K a d r o , yani "Ensemble"in bileşimi s ü r e k l i . Böylece belli bir sanatsal t u t u m u n gerektirdiği uzun soluklu ve u z u n vadeli birlikte çalışma m ü m k ü n o l u y o r . A m a b u süreklilik, m e c b u r i bir d o n d u r u l m u ş l u k d e m e k d e ğ i l . Sanat Yönetmeninin insiyatifiyle belli t o l e r a n s l a r a o l a n a k var " E n s e m b l e ' l e r arası k o n u k s a n a t ç ı alışverişine o l a n a k v a r ; v e t a b i i başarıyı artırıcı e k s a n a t ç ı alımı d a s a n a t y ö n e t m e n i n i n i n s i y a t i f i n d ı a m a işine y e t e r i n c e s a h i p ç ı k m a y a r a k veya başarı g ö s t e r m e y e r e k h e m sanat yönetmeninin, h e m de "Ensemble'ln başarısını d ü ş ü r e n s a n a t ç ı i ç i n g e r e ğ i n i n yapılması d a . . . B u a n l a m d a s o n z a m a n d a " S c h a u b ü h n e " g i b i (Stein'ın k u r u p uzun süre yönettiği dünyaca ünlü 2- Tam ödenekli her "Ensemble" tiyatro, yani bizde kullanılan deyimle her "birim tiyatro", bütçesini belediyeden alıyorsa "Belediye Tiyatrosu" (Staedtisches bir t i y a t r o n u n sanat y ö n e t m e n i A n d r e a B r e t h ' i n y a k ı n m a s ı v e istifası i l g i n ç t i r : Tel bir bina k o m p l e k s i n d e b u l u n a n bir b ü y ü k s a l o n , bir k ü ç ü k salon ve bir de a modelin kaçınılmaz bileşeni olan "Ensemble Tiyatrosu" yapısını ortadan kaldırıp, merkezi bir yapıyla "alaturkalaştırmak"tan geliyor. Eleştirisini yaparken, modelin aslını ve doğrusunu bilip ona göre yapmakta fayda var. Çünkü bunun yine batıdaki karşıt modeli "prodüksiyon tiyatrosu" işleyişi. Evet, yine tam ödenekli, ama her seferinde tek bir prodüksiyon için ödenek veriliyor. Salon belli değil. Ayrı salon işletmeleri var. Her sezon değişik "prodüksiyonlar geliyor. Prodüksiyon'un provaları da ayrı "prova" salonlarında yapılıyor. Yine tiyatronun "Ensemble" doğasına ve hele Brecht anlayışıyla bakarsak bir de üstelik belirli bir "işlev" hedefine, yani seyirci perspektifine kökten aykırı, tam bir parçalanmadır bu yapı. Fiziksel olarak da daha provadan prömiyere geçerken bile var olan sürekli bir "göçebe'liğin getirdiği plastik parçalanış. Yani sahne ve salon fiziğinin en zengin buluşlarla kullanma olanağını kökten yok etme. Ha, bu koşulların kendi getirdiği "yeni" buluşlar yok mu? Var elbet. Sübvansiyonu al, yani tam ödeneği al, seyirci gelsin veya gelmesin, hasbel kader geldiyse de beğensin veya beğenmesin, hep birlikte çıplak krala büyülü giysileri varmış gibi "zekice" bakan "kapalı" oturumlarla sen kendini tatmin etmiş olursun, ama bunun adını pe cy stüdyodan oluştuğu halde ve yalnızca bu salonlar için gereken asgari bir kadro bulunduğu halde Andrea Breth, bu çapta bir işleyişi tek bir sanat yönetmeni yönetemez diye istifa etmişti. ("Ensemble tiyatrosu Birim tiyatro" modeline bir ölçek olabilir, diye bu örneği verdim. Hamburg'da bir "Ensemble Tiyatrosu" olan Deutsches Schauspielhaus'un, kadrosu ise 40 sanatçı). Dolayısıyla bu modelin uygulandığı Almanya'da, yönetilmesi ve 100'ü çok aşan toplu bir "torba" kadrodan her seferinde dağıtılması, hiç mi hiç düşünülemez. Çünkü böyle bir durumda "Ensemble" diye bir şeyin sözü bile edilemez olduğu gibi, sanatsal tutum, süreklilik, birimler arasında yarış, "Ensemble"in uzun vadeli seyirci perspektifi vb. tiyatro sanatının doğasının gerektirdiği boyutların hiç biri kalmaz. Andrea Breth'in istifasına neden olan ölçeği düşündüğümüzde, böyle bir merkezi işleyişi Almanya'da kimsenin havsalasının bile almayacağı hemen anlaşılır. Hele bir de bunun tüm ülke ölçeğinde bir merkezlilik olduğunu düşünün. Olacak iş değil, dersiniz. Dolayısıyla "memurlaşma", "kerhen iş yapma", "iş yapmadan maaş alma", derecesine varan arızalar, aslında "tam ödenekli"liğin kendisinden gelmiyor. O tabii ki açıkça "tatmin" diye koymazsın, buna "ben seyirci için yapmıyorum" gibi çok "yüksek sanat" havaları veren, ama hiç de yeni filan olmayan şeyler yaparsın, geçer gider. Bunları anlıyorum da, bütün bunları yapanların bile koro halinde "Brecht" demelerini anlayamıyorum. Örneğin Brecht için "ben seyirciyi düşünmem" savından daha yabancı bir şey olamaz. Dolayısıyla bütün bunlar Brecht'i lanetleyerek yapılabilir pekâlâ, kimse yasak koymuyor, koyamaz da. Peki niye illa Brecht? Berliner Ensemble'in Bugünü Geçtiğimiz İstanbul Tiyatro Festivali'nde Heiner Müller'in "Berliner Ensemble"de sahnelediği "Arturo Ui"yi izledik. Sonra bize anlatıldı ki Heiner Müller, hem Bertolt Brecht'in hem de Robert VVİlson'un "yönteıruni birlikte uygulamış. Şimdi değerli yazar Heiner Müller, iş rejiye gelince başaramayacağını gördüğü için mi böyle bir edebiyata başvurdu, bilemiyorum. Çünkü o rejinin hiçbir yerinde ne Robert VVİlson vardı, ne de maalesef Brecht. Peki niçin illa bir Brecht sahnelemek? Ve bunu Müller istemeyerek yaptıysa, -çünkü Müller'in kendi yazarlığında da tüm savlarına karşın Brecht yoktur- niçin 21 a pe cy Brecht'ten"kurtulamamak" ve üstelik oyunun yanına VVİlson'u yamamak? O oyunun ayrıntısına girmek yazıyı çok uzatacak, bu nedenle bir tek örnekle yetiniyorum Ui'yi oynayan VVuttke, yaptığı bir şaklabanlığa salon gülünce bu hareketi onbeş kez tekrarlıyordu. Bizim salon da Allaha şükür, yirmibeş kez tekrarlasa yine gülecek. Peki VVuttke bunu Almanya'da yapıyor mu? diye Berliner Ensemble dramaturglarına sordum. Ve Alman seyirci de her seferinde gülüyor mu, diye ekledim. Hem oyunun, hem de VVuttke'nin Ui'sinin Almanya'da epey eleştiri de aldığını söylemekle yetindiler. (Alman basınında çıkan eleştirilerden de bilinen bir şeydi bu ). Şimdi de 100. yıl vesilesiyle Robert VVİlson, yine Berliner Ensemble'da Brecht'in üstelik bir öğreti oyunu, "Okyanus Uçusu"nu sahneliyor. Ayrıca sezon başında da yine Berliner Ensemble'da bula bula Brecht'in yine 22 öğreti oyunlarından, onun hayattayken oynanmasına izin vermediği (sekter bulduğu için) "önlem" oyunu sahnelendi. Ne demek oluyor bütün bunlar? Demokratik Almanya yıkıldıktan sonra Berlin Senatosu, Brecht'in tiyatrosunu ne yapacağını bilemedi. Onun sanat anlayışını ve o "Ensemble"i sürdürmeyi kesin istemedikleri belliydi de bunu üstü kapalı nasıl yapacaklardı? işte böyle yaptılar. Sürekli "Brecht" dendi, ama yalnızca adı kaldı. Önce sanat yönetmeni değiştirildi, hatta bu görev beş "ünlü"ye birden verilerek işlemez hale getirildi. Ama bu arada "Ensemble"in yok edilmesi başarıldı. Şimdi Peyman geliyor sanat yönetmeni olarak, ama kendi kadrosuyla, yani kendi "Ensemble"iyle tiyatronun adının bile "Berliner Ensemble" olarak kalıp kalmayacağı belli değil, deniyor. Tek dileğim, hiç değilse bunu yaparken yüksek sesle "Brecht" demeyi sürdürmesinler. Biz onun "Ensemble" anlayışını kendi pratiğimiz için böylesine verimli bir tartışmada değerlendirmeye çalışırken ve onun daha cesaretle seçilmiş bir oyununu her şeye karşın başarılı biçimde seyirciyle buluştururken, orada kendi kurduğu tiyatronun kalıntısı içinde Brecht gibi bir gerçekçinin adının "yalan" söylercesine kullanılması, çok aykırı ve bir o kadar da ilginç geliyor bana. Çünkü bunun nedenleri, "Ensemble" meselesinin çok daha derinlerinde yatıyor. 0 (1) "Brecht'le Yaşamak-Çalışma Günlüğü", Broy Yayınları 1995, İstanbul. (2) Bertolt Brecht, Toplu Oyunları, TEM Yapım, Mitos Boyut Yayınları, İstanbul. (3) "Brecht'le Yaşamak", age, s.210. (4) "Tiyatro Çalışması", Bertolt Brecht-Berliner Ensemble, Mitos Boyut Yayınları 1994, İstanbul. (5) Nitekim bu hastalık ve bu ezilme, bugün "kent" edebiyatımızın akıl almaz bir çoğunluğu zavallıca bir kompleks ve güya kendini gizlediğini sanan iflah olmaz bir solcu düşmanlığı tarzında. Neredeyse kalıplaşmış bir tipleme ve tematikle sürekli önümüze gelmekte, kendi sanatlarının böylesine cılızlaşıp yeteneksizleşmesi pahasına. "Biz neymişiz de haberimiz yokmuş" diyesi geliyor gerçek solcuların! (6) "Yönetmen Peter Stein", Aziz Çalışlar, Mitos Boyut Yayınları 1996, İstanbul, s. 130-131. PERDE ARASI Ahmet Cemal Oynamak Varken Neden Okunsun ? Virgül dergisinin Ocak sayısında Sayın Kerem Karaboğa, Bütün Oyunları'yla Brecht başlıklı geniş bir değerlendirme yazısı yazmış. Brecht'i ve bugün taşıdığı önemi ayrıntılı biçimde irdeleyen Karaboğa, Bertolt Brecht'in MitosBOYUT yayınlarınca ülkemizde yayımlanmakta olan "Bütün Oyunları" dizisinin de geniş bir tanıtımını yaptığı yazısının bir yerinde şöyle diyor: "A/e var ki, ilgi çekmesi, tartışma yaratması ve en azından tiyatrocular arasında 'en çok satanlar' zirvesine tırmanması beklenebilecek Bütün Oyunları, sanılanın aksine, kitapçı raflarında kaderine terk edilmiş durumda. Yayın Yönetmeni Yılmaz Öğüt'e, basılan ciltlerin (...) satış durumlarının nasıl olduğunu sorduğumuzda, kuşe kâğıda ve hard-cover basılan (dolayısıyla maliyeti yüksek tutulan) kitapların diğer yayınların satış grafiğine ulaşamadığını öğreniyoruz; üstelik, gerek kültür-sanat dergilerinde, gerekse kültür sayfasına yer veren gazetelerde, tiyatro yayıncılığımız için önemli bir olay sayılması gereken çeviri girişimi konusunda dişe dokunur herhangi bir yazıya rastlama olanağı bulamıyoruz. Peki ama, bu suskunluk ya da görmezlikten gelme tavrı neden?" pe cy a Yukarıdaki satırlardan yola çıkarak konuya ilişkin görüşlerimi belirtmezden önce, bir başka örnek üzerinde durmak istiyorum. Yüzyılımızın en önemli düşünürlerinden biri sayılan VValter Benjamin, 1992 yılına kadar ülkemizde de sözü çok edilen ve üzerine epey yazılan "ünlülerden" biriydi. Ben de ülkemizin düşünce gündeminde bunca yer etmişliğinden(!) cesaret alarak, Benjamiri'm başyapıtı olan Pasajlar'\ dilimize çevirdim. Kitap 1992 yılında, Yapı Kredi Yayınları'ndan "Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi'nde çıktı. Genel beklenti, o zamana kadar ülkemizde onca dillerden ve kalemlerden düşürülmemiş olan VValter Benjamin hakkındaki asıl tartışmaların bu kitabın yayınından sonra başlamasıydı. Çünkü ne yazık ki tamamlanamadan kalmış olan Pasajlar, tamamlanabilmiş ve - dilimize aktardığım bölümleriyle, gerçekten de bu büyük düşünürün felsefesinin genel bir yansıması niteliğindeydi. Ama beklenen olmadı. Pasajların yayımlanmasının ardından, tek tük birkaç yazıdan sonra, Benjamin'e ilişkin olarak Türkiye'de bir "suskunluk dönemi" başladı. Beni ilk başta çok şaşırtan bu durumun açıklamasını en özlü biçimde dile getiren, Enis Batur oldu; bir konuşmamızda bana şöyle dedi: "Şimdi Benjamin'in aslı çıktı; artık ona atfen bir şeyler atabilmek kolay değil..." Brecht için de durum, bundan farklı değil. Daha önceki yazılarımda da değinmiştim: Türkiye'de, yalnız tiyatro alanında değil, fakat genel olarak sanatta ne yazık ki hâlâ egemen olan görüş, uygulamanın okumayı gerektirmediği yolunda. Eğer el beceriniz varsa, sanatçı olabilirsiniz. Beden ve ezberleme beceriniz varsa, çıkıp oynayabilirsiniz. Oynamak varken, okumak neden? Kerem Karaboğa'nm saptaması çok doğru. Şu anda üç cildi yayımlanmış olan Brecht'in "Bütün Oyunlan"na asıl ilgi doğrudan tiyatroyla ilgilenenlerden değil, fakat onların dışında kalan çevrelerden geliyor. Üstelik "Bütün Oyunları", yalnızca oyunların çıplak metinleriyle de sınırlı olmayan bir baskı. Her oyunun çevirisiyle birlikte - Almanya'daki Suhrkamp Yayınevi ile yapılan sözleşme gereği - bütün dramaturji notları, metinlerin oluşum öyküleri, Brecht'in çeşitli tarihlerde yaptığı değişiklikler, gösterimlerin yankıları ve değişik zamanlardaki değerlendiriliş biçimleri vb. gibi malzeme de olduğu gibi dilimize çevriliyor. Gelgelelim satış için bütün bunlar yeterli değil. Böyle bir baskının satabilmesi, birincil olarak, "ilgilenenlerin" bütün yukarıda yazılanları "merak etmeleri" koşuluna bağlı. Ülkemizde eksik olan da aslında bu: İnsanlar, genelde "neyi oynadıklarını" merak etmiyorlar. Bunu merak edecek yerde, "verilen rolü oynamakla" yetiniyorlar. Durum böyle olmasaydı eğer, on yıllardır bunca "oyuna" gelir miydik?Q 23 BAKIŞ STAND UP COMEDY TİYATRO MUDUR? Hülya N u t k u pe cy a 1988'de stand up kavramıyla karşılaştığımızda, belki toplumca bu kavramı tartışmak aklımıza gelmedi. Rüstem Batum gösterisini yaptı, bitirdi ve bu kavram geldiği gibi kaldı. Ama ardından bizler Rüstem Batum'u daha çok televizyondaki talk shovv'u ile tanıdık. Tabii bu arada bir başka talk shovv'cunun Cem Özer'in, sonraları da Uğur Yücel, Yılmaz Erdoğan, Mehmet Esen, Yalçın Menteş, Leyla Tekül, Cem Yılmaz, Adnan Tönel ve Ceyhun Canbazoğlu, Cenk ve Erdem ikilisinin, kimi zaman Ferhan Şensoy'un, bu işi ilk yapan kişi olarak adlandırılan Orhan Boran'ın, "ben bunu yıllardır yapıyorum" diyen Mehmet Ali Erbil'in, televizyon dışında bunu yapmamakla birlikte Okan Bayülgen'in adını anar olduk. Daha sonraları bu kavramı tartışmaya başladık. Aklımıza birçok soru takıldı. Örneğin bu bir monolog mudur? Tekli konuşmaya dayanan bu gösteri zaman zaman seyirciye yöneltilen aparlar - laf atmalarla - mı gelişmeli? Bu bir beceri, hüner işi midir? Nereye kadar taklidi mimesis'i- öngörür? Bu ustalık— virtüözite- isteyen bir şey midir? Kısacası tiyatrocuların işi midir, yoksa karizmasıimajı- olan her zeki adam bunu yapabilir mi? Buna bir sohbet birlikteliği denebilir mi? Belki de kolayca "televizyondaki talk shovv'ların sahneye taşınmasıdır" diyebilir miyiz? Bu gösterilerde bir kanava ya da bir senaryo, sinopsis, -format- yeterli midir? Kolaj tekniğine ve oyunlaştırmaya ne kadar dayanır? Merak öğesi, gerilim bu gösterilerde nasıl sağlanır? Kişileştirmenin ilkeleri nelerdir? Seyirlik bir gösteri midir? Bu bir shovv mu, kabare mi? Gece klubü, bar, gazino, eğlence merkezi gösterisi midir? Bu son soruya "Evet!" yanıtı vereceğimiz sırada gösterilerin çoğunun 24 tiyatro sahnesine taşınması sonucunda bizler de şu soruyu sormak zorunda kaldık; STAND UP TİYATRO MUDUR? 1930'larda Amerika'da başlayan stand up 1990'larda Türkiye'de patladı ve kavramın tartışılması da buna bağlı olarak gündeme oturdu. Belki de stand up comedy tiyatro mudur sorusu bu anlamda bir fantezi... Çünkü yanıtı hazır... Hayır, değildir... Bu kuşkusuz net bir yanıt... Ama bir yanıyla da Ferhan Şensoy'un dediği gibi "Sahne dekordur, tiyatro insandır' mantığıyla yönelince tartışmak şart oluyor. Bu kavramla bizleri Rüstem Batum tanıştırmakla birlikte, tadını çıkaran Cem Yılmaz oldu. Belki de tek kişiyle yapılan gösterilerin tümüne birden stand up demeye başladık. Acaba bunu yapanların tümü de bu kavrama oturduklarını kabul ediyorlar mı? İşte bunu tartışmaya açmakta yarar var. Örneğin Yılmaz Erdoğan bu tanımlamayı şiddetle reddediyor. Ersan Özer Gazete Pazar'ın Kültür başlıklı bölümünde şöyle diyor: "1989 yılına kadar bir Mr. Brovvn'u koltuğunda çay içen zevcesini yanına çağırırken, 'Please stand up Mrs. Brovvn come here' demesinden, bir de Bob- Marleyin zenci hemşehrilerine 'Uyanın da, ayaklanın' çağrısı yaptığı 'Get up, stand up, stand up' şarkısından bilirdik biz bu stand up'ı. Meğer Redhouse'un dediği gibi sadece 'ayağa kalkmak' demek değilmiş, başka bir anlamı varmış; bunu da 1988 yılının Aralık ayında gazetelerde yer alan bir ilandan öğrendik. Rüstem Batum, İki Ters Bi Düz Laflar ve hemen yanında stand up comedy kavramı... O zaman sorduk, soruşturduk ne ola bu stand up diye? Amerika'da 'comedy club' Yılmaz Erdoğan denilen yerlerde bir adamın çıkıp arka arkaya sıraladığı esprilerle milleti gülmekten perişan etme işiymiş meğer..." a Bob Hope, Johnny Carson ve Alan King'i ekliyor. cy Bize bu kavramı ithal olarak getiren Rüstem Batum, bizde bu işi ilk yapanın kendisi olmadığını söylüyor ve daha önce bu işi yapanlar vardı diyerek bu işin ustası olarak Orhan Boran'ı örnek olarak veriyor. Celal Şahin, Balardan, Ateş Böcekleri, Nokta ile Virgül hepsi bu işi yapıyordu ona göre... Rüstem Batum sadece yapılanın adını koyduğunu söylüyor ama Haldun Dormen bu işi ilk yapanın Ferhan Şensoy olduğunu belirtiyor, diğerlerinin kabare yaptığını açıklıyor. Bu ilk tartışması Yılmaz Erdoğan'ı kızdırmış olmalı ki yepyeni bir isim atıyor ortaya ve bu işi ilk yapan Hasan Tahsin'dir diyor. pe Doğaldır ki bu kavramın ilk kullanımında insanlar ne olduğunu algılıyamamış, hatta dalga bile geçmişler. Rüstem Batum ise "Kavramın Türkçesi yok, tek tek çevrildiğinde anlamlı bir şey çıkmıyor" diyerek bu ilanı Ingilizcesiyle verdiğini söylüyor. Cem Özerin Cem Özerk, Geçerken Uğradım gösterilerinden sonra Laf Ebesi başlıklı iki bölümlük shovv'una 'Ayaküstü komedi" açıklamasını koyması belki de kavrama Türkçe'de bir karşılık arama çabası olarak değerlendirilebilir. Öte yandan Ferhan Şensoy stand up'a karşılık "Ayaküstü işemek" diyor. Bluejean'li Türk gençliğinin itibar ettiği bu gösterileri "fast food comedy" olarak değerlendiriyor. Stand up comedy yaptığını iddia edenleri de pop sanatçılarına benzetiyor ve onlara "pop komikler" adını veriyor. Stand up comedy, Amerika'da 1930'lara ve vodvil tiyatrolarına uzanan bir gösteri biçimi Amerika'da Robin VVİlliams, Eddie Murphy, VVoody Ailen gibi isimlere değin hepsi stand up çemberinden geçerek bugünlere gelmişler. Özen Yula bu konudaki inceleme yazısında bu isimlere Anlaşılan o ki kavramda bir karmaşa var. Kim bunu icra eden adam, bu adama hikâye anlatıcı anlamına gelen "story teller" denebilir mi? Hayır! Yapılan işte her zaman öykü olması zorunluluğu yok. Tek kişilik oyun, monodram ya da konulu oyun denilebilir mi? Hayır! Çünkü bu anlamda tiyatral değil. Modern meddah mı? Sanmam! Çünkü meddahlıkta oyunculuk donanımı gerektiği kadar, taklitten çok dramatize edilen bir öykünün canlandırma çabası ve meddahlığın başlıbaşına bir felsefeye sahip olan bir etkinlik olması söz konusu... Öyleyse tek kişilik oyunlar, konusu ve oyuncusuyla farklı, içeriğiyle farklı, meddahlık ise felsefesi, otantik öğeleri ve aktarıma, göstermeci tutumuyla farklı bir yapı arz ediyor. Stand up konusunda Yalçın Menteş, Rüstem Batum için "Amerika'da yaşamış olmak, Türkiye'ye gelip stand up kelimesini kullanmak ona ilk unvanını vermez. Biz meddahız. Meddahların geçmişi de 16. yüzyıla kadar gider" diyor. (16. yüzyıl bence tarih olarak tartışılmalı!) Bu adlandırmaların daha büyük karmaşalara yol açacağına inanıyorum. (Bu arada Rüstem Batum, Yalçın Menteş, Cem Yılmaz gibi birkaç kişinin tiyatro oyunculuk eğitimi almamış olmalarını da vurgulamak istiyorum.) Stand up tiyatro mudur? sorusuna yılların deneyimli oyuncusu ve tek kişilik oyunların ustası Müşfik Kenter "Ben stand up filan bilmem. Ben tiyatro bilirim, tek kişilik oyun bilirim" diye yanıt veriyor. Rüstem Batum ise stand up'ın tiyatro olmadığını söyleyerek "Türkiye'deki tiyatrocuların % 99'u bu işi beceremez zaten" diyor. "Sit dovvn comedy" adı altında gösteri yapan Adnan Tönel ve Ceyhun Canbazoğlu ikilisinden Adnan Tönel şöyle diyor: "Birinci Dünya Savaşı'nda cephedeki askerlerin kendi aralarında eğlenirken buldukları espri demeti stand up... Ama bunun ismi konulmuyor o zaman. Amerika menşeili ESPRİ 25 Yılmaz Erdoğan'ın bu düşünceleri akla hemen Kanal E'de Necef Uğurlu'nun en büyük stand up'çı diye adlandırdığı Reha Muhtar'ı getiriyor, "her nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsan" gibi anlaşılmaz açıklamaların habercisini... Yine aynı tarihte, 27 Ocak 1997'de Dr. Stressin (Nedim Saban'ın) konuğu olan Nejat Uygur ise 1956'larda stand up yaptığını söyleyerek şunları ekliyor: "Şimdilerde yapmak istiyorum. Ama eşim ve oğullarım tek başına yapma, yorulursun diyor" Nejat Uygur'un bu esprili yaklaşımında onun her zaman var olan uzak açısını ve yabancılaşmayı vurgulayan yanını görüyoruz. Toplumda herkes bir şey söylüyor stand up için, 3 Ocak 1997 perşembe Kanal D'de Alkışlar programında Cebimdeki Kelimelerin oyuncusu Yılmaz Erdoğan stand up'ı tanımlarken "Tek kişilik geyik, Türkçesi meddah" diyor ve "Vay terbiyesiz bu da koskoca herif ve stand up yapıyor diye bakıyorlar" diyerek şikâyetini dile getiriyor. pe cy Adeta DJ'lerin, belki de televizyonda talk show yapanların bir yanıyla stand up'a yaklaştığı gibi bir görüş var. Oysa tiyatronun bundan farklı bir şey olduğunu çoğu kabulleniyor. Örneğin 27 Ocak 1997 pazartesi gecesi Interstar'da Dr. Stressin konuğu olan Yılmaz Erdoğan "Televizyon seyircisi rahat, zahmetsiz, oturduğu yerden zap yaparak 'Bakalım kimler varmış!' diyerek olmadık yerde bizi harcar" diyor ve devam ediyor; "Oysa tiyatro seyircisi gayret sarf ederek hangi tiyatroya gitsek, kim ne oynuyor diyerek oyun seçer, hazırlanır, tiyatroya gelir, zahmete girer bu seyirci benim için daha kıymetlidir." tanık', 'skandal', 'korkunç itiraf gibi tanımlamalar. Örneğin 'Sayın katil' diyorlar. Katil sayın olur mu? Böyle bir şey olur mu? O zaman tüm değerler kayboluyor ve bazı şeyler önemini kaybediyor" diyor. a AKSİYON bu. Zaman içinde bunu radyo DJ'leri kullanageliyor. Yaptıkları iş de yarı yarıya stand up oluyor. Fakat görsellik de barındıran bir gösteri stand up. "Eylül 1996'da Negatif de Dilek Girgin Canla söyleşisinde bunları söylüyor ve şunları ekliyor: "Entelektüel olmak gerekiyor bu iş için ama bu espriye yatkın bir entelektüellik...- AKTÜEL MİT'LERİN TOKATLANMASI gibi bir konsepte haiz. Onu dinleyen kitle motive olacak. Gözleminin iyi olması lazım." Ardından stand up'ın tiyatro olmadığını kabul eden Adnan Tönel: "Tiyatronun bir rutini vardır, stand up'ın yoktur. Bilet kesilmez stand up'a. İnsanın yaşadıklarının mizahi bir dille aktarılmasıdır." der. Belki de belli bir rutini olmaması ve bilet kesilmemesi bakımından Cem Yılmaz'ın "Leman Bar dönemi" bu anlama tam olarak oturuyor. Yılmaz Erdoğan, "ülkede çete furyası var ama stand up furyası yok, üstelik keşke olsa!" diyor. "Biri bir yere çıkıp hikâye anlatıyorsa, birileri de dinliyorsa iş bitmiştir." diyor ve "okul bitiren tiyatrocu arkadaşların kısa yoldan meşhur olmak istediklerini, bunu isteyenlerin tiyatro yapmaması gerektiğini çünkü tiyatronun zor olduğunu, bir saat önce tiyatroya gelmek gerektiğini ve ciddi bir iş olduğunu" söylüyor. Üstelik tiyatroda televizyonda kazanıldığından daha az kazanıldığını bilmeleri gerektiğini vurguluyor. Ardından da televizyonun eleştirisini getiriyor: "Televizyon toplumun değerlerini belirlemeye başlarsa o zaman "Küçük Amerika", medya toplumu oluyoruz. Haberi süsleme ya da canlandırmalar; 'Sürpriz 26 Bu noktada devreye başka bir problem giriyor, stand up yapmak için olgun yaş ve birikim şartı ileri sürülüyor kimilerince, örneğin 1973 doğumlu olan Cem Yılmaz bu konuda en çok eleştiri alanlardan biri, o ise bu yanı hiç önemsemiyor. Üstelik 5 milyara aldığı kırmızı arabasıyla bir klip te dikkati çekmiş olmasına aldırmayarak, bu işi para için yapmadığını vurguluyor. Eylül 1996'da Negatif de Dilek Girgin Canla olan söyleşi de "Stand up comedy nedir bilmiyorum. Hiç de umurumda değil. Ben şu anda stand up yapmıyorum ki, karikatür çiziyorum dergide, stand up'la ilgili bir şey konuşulduğunda benim adımın geçmesi gerekmiyor ki... Bana ne yaaa..." diyor ve ekliyor: "Hikâye anlatıyorum ama seyirciye seyirlik bir şey sunabildiğim için izleniyorum. Bunun için para kazanıyorum, kime hesap vermek zorundayım ki..." Acaba bu sözlerden sonra en iyi stand up'cının Cem Yılmaz olduğunu söyleyen Rüstem Batum yanılıyor mu? diye düşünüyor insan... Bir yanıyla haklı Cem Yılmaz "karikatür çiziyorum" derken... Cem Yılmaz son olarak Aktüel dergisinden ödül aldı. Ödül töreninde "fiziksel görünümünün bu ödülü almada ölçüt olmadığına sevindiğini" söyledi. Kazıtılmış kafası ve ilginç sakalı ile imajını belirleyen Cem Yılmaz, sözlü karikatür yaparken kendisini de karikatürize bir tipleme içinde modern İbiş havasına sokarak izleyiciye sempatik geliyor. Ersan Özerin Pazar Gazetesi'nde "Stand up nedir?" sorusuna yanıtı ise şöyle Cem Yılmaz'ın: "İşte enerjik, hızzlı, bir şey be aabi..." 21 Ocak 1997 salı akşamı İzmir'de İsmet İnönü Kültür Merkezi'nde Ferhangi Şeyler adlı oyunun ardından kendisiyle yaptığımız görüşmede Ferhan Şensoy stand up komedi yapan Cem Yılmaz'ı oyunculuk kökenli olmadığı için eleştirirken, bu konuda Yılmaz Erdoğan'a hem yazdığı, hem de oyuncu olması nedeniyle daha bir hoşgörüyle yaklaştığını söylüyordu. Ama bu kişilerin kendisini güldürmediğinden yakınıyordu. Yine 9 Şubat 1997 pazar akşamı TRT 2'de Stüdyo İzmir'in Tiyatro Saati programında konuk olan Ferhan Şensoy stand up'ın tiyatro olmadığını üstelik bunu yapanların kimi pop sanatçıları gibi kalıcı olmadıklarını söylüyor, eğer böyle bir şey varsa bunun da kendisinin oynadığı Ferhangi Şeyler olduğunu belirtiyordu. 1980'lerin ortalarında başlayan Ferhangi Şeyler bir rekora doğru gidiyor ve bu oyun belki de oynadığı diğer oyunlarından daha fazla 1985'te yapılan İstanbul Beyoğlu'ndaki Ses Tiyatrosu'nun hayata geçmesi, onarılması gibi bir hizmete katkıda bulunuyordu. Bir yanıyla stand up'lar diğer yanıyla tek kişilik oyunlar, tiyatronun kollektivizmini öldürüyor mu? sorusunun yanıtını toplumbilimsel bir tahlille açıklanması gereğini gözardı edemeyiz. 1980 sonrası kapatılan salonların iş hanı ya da pasaja dönüştürülmesi, gündelik politikalarla tiyatronun, sanatın gündem dışına itilme çabaları, medyanın gündemi, dikkati farklı noktalara çekmesi, enflasyon sonucu turne ve tiyatro yapma giderlerinin artması, devlet yardımının yetersizliği sonucu örneğin Genco Erkal gibi bir usta, Dostlar Tiyatrosu'nu tek kişilik oyunlarla cy a pe büyük bir seyirci potansiyeline ulaştırdığını ama medyatik olmanın da eleştiri hedefi olmak gibi bir dezavantaj getirdiğini" vurguluyor. "Normal konuşma çizgisi içinde küfürler koymuşsun diye eleştirenlerin dikkate alarak kimi küfürleri çıkardığını" belirtiyor. Örneğin Halamın Stand up'ları için özellikle üniversite gençliğini kazanmaya çalıştığını, ama öğrenciye fazla gelen 750.000-500.000 bilet ücretini 350.00'e indirmek zorunda kaldığını açıklıyor. (Fransızların güldürü anlayışından da yararlanan Ferhan Şensoy'un üniversite öğrencilerine ulaşmadaki başarısının burada hakkını vermek gerekiyor.) Göksel Özköylü'nün Radikal'de 15 Aralık 1996'da yaptığı söyleşide"Kimler stand up comedy yapabilir? Bu işin eğitim var mı?" sorusunu Rüstem Batum şöyle yanıtlıyor; "Bu ayrı bir yetenek, herkesin yapabileceği bir şey değil. Türkiye'deki tiyatro oyuncularının % 99'u bu işi yapamaz. Çok iyi bir tiyatro oyuncusu bile fena halde çuvallayabilir. Ben de onun oynadığı Hamlet'i bile oynayamam." diyor. (Burada 'bile' sözcüğüne bir anlam veremedim!) "Bu işte başarılı olanların hepsi kendi tekstlerini yazan kendi karakterleri ile ortaya çıkan ve müthiş rahat olabilen insanlar. Bin kişinin karşısında evdeymiş gibi rahat olabilmek gerekiyor. Bu işin okulu yok." Özköylü'nün "Diğer komedyenleri nasıl buluyorsunuz?" sorusunu ise Rüstem Batum şöyle yanıtlıyor: "iyi yapan da var, kötü yapan da. Yılmaz Erdoğan'ı başarılı buluyorum, ama bazılarını hiç anlamıyorum." Kendisine Cem Yılmaz ve Okan Bayülgen sorulunca da şöyle diyor: "Okan Bayülgen'in stand up yaptığı rivayeti nereden çıktı bunu bilen yok. Okan Bayülgen kerameti kendinden bir yaratık bence. Adamın bundan önce deneyip de bir günde yayından kaldırılan programında canlı yayında kamera karşısındayken aynı zamanda programa yönetmen olarak adını yazdığını bile gördük. Bu kadarı megalomaniyi de aşıyor. Çocuk her konuda uzman, televizyonun Mahir Kaynak'ı..." pe cy a yaşattı. Ferhan Şensoy tiyatrosunu onarmayı başardı. Müşfik Kenter, Kenterler Tiyatrosu'na katkıda bulundu ve hepsi de oyunculuğu daima ön planda tuttular... Oysa stand up'ta sunulanın, sunan tarafından anında tüketildiğini görüyoruz. Metinlerin skeçlerden oluşması, laf atmalarla gelişmesi ve art arda gelen espriler... Üstelik o an gülüyorsunuz ama ertesi gün dostunuza, arkadaşınıza aktarabileceğiniz birkaç espri aklınızda kalıyor, onu aktardığınız zaman da o an'ın getirdiği paylaşım ortamı ve atmosfer kaybolduğu için esprinin içi de boşalmış oluyor. Ya da oyunculuk anlamında televizyondan örnek vermek gerekirse Bir Demet Tiyatro'dakl Mükremin Abi'yi kabaca taklit edebiliyorsunuz ama Medeni Haller'dekl kabadayı, ama aynı zamanda kılıbık olan adamı oynayan Haluk Bilginer'in oyunculuğunu değil taklit etmek, onu izlemeyi ve hayran olmayı seçiyorsunuz. Nasıl bir komedi anlayışı bu... Ayaküstü yapıldığı bir gerçek ama komedinin çıkış noktası nerede; Rüstem Batum "Amerikan kokmasına rağmen kendisinin, daha çok Fransız komiklerinden yararlandığını belirtiyor. Çünkü Fransızların daha çok kelime oyunu yaptığını ve absürd olduğunu, bunun da kendisini etkilediğini" söylüyor. Üstelik "televizyonun kendisi Cem Yılmaz 28 Öte yandan bu acımasız eleştirileri getiren Rüstem Batum'un Halamın Stand up'ları gösterisini izleyen Dilek Girgin Can, Aralık'ta Negatif'de şöyle tanıtıyor ve eleştiriyordu: " mahut gala akşamı, sanıyorum ki Rüstem Batum izleyicilerin sinir katsayılarını ölçmek istedi. Çünkü gösterisi 25 dakika geç başladı. Ara ise 35 dakika idi." "En kibar tabiri ile ayıp" edildiğini belirten Can, üstelik başladıktan sonra "sivri dilli" diye lanse edilen bu gösteride sivri dilli eleştiriye de rastlanmadığını yalnızca Batum'un "sevimli ve heyecanlı" olduğunu ve stand up'ın her şeye rağmen "zor iş" olduğunu belirtiyor. Sonuçta seyirciyi eken Rüstem Batum stand up'ın şartları nelerdir? sorusunu akla getiriyor. Bu koşulları anlatıcı geleneğine bağlayan Özen Yula, Stand up'a ilişkin araştırma yazısında "Amerikan tarzı Stand up'da gezgin ozanların konuşma tarzına" değinir ve şöyle der: "Panayırlarda unlu mamul satıcılarının, ilaç iksir tanıtan satıcıların, satıcı ağzı konuşmalarının ve Barnum'un gelişinden önce 1830-40'ların Amerikası'ndaki sirk palyoçoluğunun iletişim tarzının stand up komedi'de sözel biçimin belirlenmesinde büyük etkisi olduğu görülmektedir." (insanın aklına Red Kit'te gördüğümüz tenteli arabalardaki gezici düzenbaz iksir satıcıları geliyor.) Özen Yula "Amerikan tarzındaki stand up komedyenin soru- yanıt yöntemiyle seyircileri hakkında genel bilgi edinmeye çalıştığını, bazen de söz oyunuyla seyircinin üstün bir konumda, kimi zaman da seyircinin kendisini altettiğini ortaya koyarak aynı düzeye indirdiğini" belirtiyor." Ya da, başka bir yolla oluşturulan gülünç kimlik sunuluyor. Seyirciye, geçmiş, yaşam tarzı, düşünce ve davranışlarından söz ederek sıradisiliğini kabul ettirir. Sonuçta da bu kimliğe bağışlayıcı bakılmasını sağlar." Bir diğer yolla "tersinlemeler, değişik anlatım yöntemiyle türlü 'gag'lerle seyircisini günlük yaşamla, fantezi arasında gezdirir." Özen Yula anlatıma dayanan gelenekte stand up'ın farklı bir boyut taşımasının önemine değinir. (Burada bir iksir dağıtıcısı tavrıyla seyirciye yönelen Huysuz Virjin'e hoşgörüyle yaklaşıyor olması onun kendi kişiliğini kabul ettirmede stand up'dan acaba anlıyor mu? sorusunu akla getiriyor!) Yeni bir tarz olan Stand up hakkında ahkâm kesmek istemediğini, şu anda bu işi yapmadığını belirten Okan Bayülgen, Stand up'ın yükselen değerler arasında yeraldığını söyler. Bu işi meddah Uğur Yücel ustaca kullanmalılar yani taklitten çok görevci, işlevsel yanı öne almayı ilke edinmelidirler... (Bu noktada Yalçın Menteş'in "araştırmacı tiyatrocu" diye kendisini tanımlamasını gözden geçirmesi gerekir diye düşünüyorum.) a Buraya kadar irdelemeye çalıştığımız stand up olayını, kendi kendisini yavaş yavaş tüketen yanıyla bir yana bırakarak, tiyatro tadı vermesi bakımından tek kişilik oyun, gülmece ve sanatın ülkemizde şu anki durumu konusunda Genco Erkal'ın söylediklerine değinmek istiyorum. Kendisine Nâzım Hikmet, Brecht ve Aziz Nesin gibi kişileri oyunlarında ana kişi olarak seçen Genco Erkal, onları salt duygu olarak değil, dünyaya bakışları, sosyolojik ve politik yanlarıyla da ortaya koyduğunu ve oynarken de bu yansımaya dayandığını söylüyor. Bunun da bir seçme nedeni olduğunu vurguluyor. pe cy geleneğine bağlar ve "O vaktin köyünün kahvesi bugünkü mega köyünün kahvesi Hisar gösterisi..." der. En başarılı örnek olarak Uğur Yücel'i gösterir. Stand up yapanların mahallenin delisi gibi feylesof olduklarını vurgular. Cem Yılmaz'ı da başarılı bulan Bayülgen, Yılmaz Erdoğan ve Cem Özer'i feylesofça bulmaz. "Git gül - çık durumu var onlarda.." diyor. Kendisinin henüz bu işe girmeme nedeni "Bunun için backround, zekâ, kültür birikimi ve çok sıkı bir kafa gerektiğine inanıyorum." diyerek açıklıyor. Belki de bu açıklamaların ışığında Cem Özer işe feylesofça bir görünüm kazandırmak için stand up ya da sit dovvn komediye 'yastık altı" ya da "yastıküstü" hikâyeleri eklemektedir. Bugün yapılan, tüketim toplumunda bu anlık espri üretimi ve seyircinin kolaya kaçması, sonucu hemen kabullenmesi ve giderek bireysel olarak ruhsuzlaşan seyircinin dürtüklenmesinde duygulandırmaktan çok espriyle tüketmek daha kolay bir yol ve yöntem olarak karşımıza çıkıyor. Meddah ve modern meddah tanımı sonucunda ortaya çıkabilecek tabloda Özdemir Nutku şu uyarıyı yapma gereksinimi duyuyor; 1- Model alanlar sahneye meddahın mumyasını getirmemeli, meddahın estetiğini çok iyi anlamları gerekli, 2Çağdaş özle ilgilenip seçtikleri konularla güncel olana hizmet etmeliler. Uygarlık ve vahşetin yan yana olduğu dünyamızdaki çelişkileri daha iyi yansıtmalılar. 3- içi kof taklitlerle yetinmeyip başlı başına sanat olan öyküyü öne alıp, öykü içindeki taklitleri Cumhuriyet Gazetesi'nde yer alan Esra Aliçavuşoğlu'nun yaptığı söyleşide Genco Erkal gülmeceye olan düşkünlüğünü belirterek; "Evet, gülmeceye çok düşkünüm, ama incelikli gülmeceye, kaba saba gülmeceye yakın hissetmiyorum kendimi (...) Örtülü gülmeceyi seviyorum. Bu yüzden kendim de çok eğleniyorum oynarken. Çünkü çok komik olan bir şeyi çok ciddi bir şeymiş gibi sunmak oyuncunun da içinden kıpır kıpır gülmesi çok keyifli bir şey. Ama sahneye çıkıp iki küfür sallarsanız ya da belden aşağı espri yaparsanız garantidir her türlü seyirci güler. Bu yoldan giderek insanları güldürmek çok kolay, fakat ucuz bir yol." (Ülkemizde kolay yoldan güldürmenin bazı olumlu ve olumsuz örneklerini Egemen Bostancı'nın tiyatro anlayışında bir arada görme olanağı bulduğumuzu düşünüyorum. Öte yandan hiç unutamadığım Derin Bir Soluk Al adlı oyunda kokteyl sahnesinde her an rastlanabilecek bir sarhoş sahnesinin Haluk Bilginer'in ustalığı ile ne denli yüceldiğini de örneklemeden geçemeyeceğim.) Yine aynı söyleşide sanatın ülkemizde çok sorunlu olduğunu söyleyen Genco Erkal şöyle devam ediyor: "Örneğin kahraman kültür bakanlarımız var. 'Evrensel kültür yoktur, opera toplumumuza mal olmamıştır.' diyerek kavram karmaşası yaratan bir insanın Kültür Bakanlığı koltuğunda oturması çok büyük bir talihsizliktir. Böyle bir Kültür Bakanlığı'nın düzenlediği sanat ortamından ne beklenebilir? Ama şunu da söyleyebilirim, sanat her zaman muhalif kimliği ile var olmuştur, insanlar, baskıya rağmen neleri, nasıl söyleyebilirim diyerek düşündüklerinde daha yaratıcı oluyorlar." Bu nedenle bu toplumun açıklanmasını, aydınlamasını istediği sorunlar olduğu bir gerçek... Üstelik bu sorunların her gün boyut değiştirerek yeni sorunlar ve sorular getirdiğini belirten Ferhan Şensoy "Her sabah bir Kafka kahramanı gibi uyanıp 'Neredeyim?, Hangi ülkedeyim?, Kimim lan ben?' sorularıyla afallamış olarak çişe gittiğini" söylüyor. Belki de adam olmamışlığın göstergesinin insanın kendi kendisiyle alay etmemesinden kaynaklandığını belirtiyor. Mert Ali Başarır'ın Yeni Yüzyıl'da Şensoy'la yaptığı söyleşide onun şu sözü, anlatmak isteğim açısından önemli: İNSAN KENDİSİYLE ALAY EDEBİLMEK ERDEMİNE ERİNCE ADAM OLUYOR... 29 Alay hedefi olarak çoğunlukla seyirciyi seçen stand up'çıların belli bir karizmaya sahip oldukları muhakkak... ama önce kavramın içini ne kadar doldurup dolduramadıkları ya da yapmak istedikleri işin bu kavramla örtüşüp örtüşmediği konusunda kendilerine sormaları gerekiyor. Bir bakıma önce kendi kendilerine alaycı yaklaşarak bu işin erdemine erebileceklerini düşünüyorum. Yoksa cilalı imaj devrinde yaşadığımızı toplumda karizması olan olmayan herkes biliyor. Bir de bu işi yapanların kendi aralarında ortak bir tanım ve tavır birlikteliğini tartışmaları gerektiğine inanıyorum, (inceleme boyunca onların yalnızca birbirlerini beğenmediklerine tanık oluyoruz.) Acımasız dünyada Birinci Dünya Savaşı sırasında cephedeki askerlerin kendi aralarında eğlenirken buldukları espri demeti olan stand up tarzı, bizler için "Yaşam kavgası cephesinde" bir anlık kazanmak istediğimiz moral ya da yıkılmaya açık, geçici bir gecekondu, korumaktan uzak bir sığınak olmaktan öteye gidemeyecektir. Ama yine de dikkat Cem Yılmaz saçlarını uzatıyor... NOT: Bu yazı son cümle hariç 1997 yılının 27 Mart Dünya Tiyatro Günü'nde kaleme alınmıştır. Bu satırların yazarı 1997'de sıkı ve zorunlu bir televizyon izleyicisi ve gazete okuru olmuştur. Stand up comedy tiyatro olmasa da yazarımız "Tiyatro Eleştirmenleri Birliğinden 1998 yılında "En iyi Tiyatro Eleştirmeni Ödülü"nü beklemektedir. Çünkü artık o medyatik olmanın nimetlerinden yararlanmak istiyor ve belli bir karizması olduğuna da inanıyor. Ama yine de kitap listelerinde "best seller" olarak Yılmaz Erdoğan ve Cem Yılmaz'ın yer almasını bir üniversite öğretim üyesi olarak kıskanıyorum O pe cy a 1997'de TRT 2 kanalında "Ne Var Ne Yok" programına konuk olan Cem Yılmaz çevrenin kendisi için, "Çocuk meşhur oldu, şimdi sıra popçu olup kaset doldurmaya geldi" gibi bir mantıkla bakmasını eleştiriyor ve ardından soruları yanıtlarken stand up'a bir süre ara verip film çevireceğini söylediği gibi, bir de Leman'da çıkan karikatürlerinden oluşan bir albüm çıkaracağını belirtiyor. Film...Klip... Albüm ya da kitap... Bence bu bir moda ve sanatçının olgunlaşması ve sanatsal basamakları aşması değil, bu medyatik arayışların, sıçramaların bir sonucu olsa gerek... Aksi takdirde; KRYOLAN Profesyonel Makyaj Malzemeleri ACADEMİE Profesyonel Cilt Bakım Ürünleri FREED Dans ve Bale Malzemeleri DANSKIN Dans, Bale ve Spor Kıyafetleri SHOW & KARNAVAL Malzemeleri ve Aksesuarları PROFESYONEL SİHİRBAZLIK Malzemeleri KOSTÜM ve MASKOTLAR Sakal, Bıyık, Peruk Yapım Malzemeleri VİRA KOZMETİK SAN. ve TIC. A.Ş. Merkez: Fener Kalamış Cad. No: 26/13 Kat: 3 81030 Kızıltoprak-lstanbul Tel: (0-216) 347 30 70-347 7160 Fax: (0-216) 337 05 25 Şube: Kastel iş Merkezi No: 36 Beyoğlu-istanbul (Atlas Sineması Pasajı Kuyumcular ve Antikacılar Çarşısı) Tel: (0-212) 293 36 37 İZDÜŞÜM Levendoğlu "Nafile" Bir Uğraş (mı?) Kimi tiyatro sözcüklerine dokun (dur) malar yapayım dedim, bu yazıda. Yanlış türetilmiş, yanlış kullanılan, yanlış anlama kaymış, kısaca "yanlış" sözcükler. Yanlış olmalarına karşın, tiyatro ortamında ve tiyatro yazarlarının/eleştirmenlerinin çoğunca yaygınlıkla kullanılan, kullanılagelmiş sözcükler. a Tipleme: (Yakın dönemin bir yanlışlık ürününden başlayalım:) "Le-me" eki genellikle "ad"dan ("isim"den) ya da "sıfaf'tan "eylem" (fiil) türetmede kullanılır; "yük"leme (k), "oflama (k), "el'leme (k), "kötü"leme (k) örneklerinde olduğu gibi. Yani, var olan bir şeyin ya da bir nitelemenin bir eyleme dönüşmesi söz konusudur. "Tipleme" sözcüğü ile anlatılmak istenen "bir tip yaratmak" olduğuna göre, burada "var olmayan" bir şeyin "le-me" eki ile "eylem"e (bu aşamada "eylem gövdesi"ne) dönüştürülmesi söz konusudur ve bu yanlıştır. Ama yanlışlık burada bitmemekte, çünkü yapı olarak "eylem" (fiil) gövdesine dönüştürülen sözcük, gerçekte yine "ad" (isim) olarak kullanılmakta: "(Filanca oyuncu, filanca rolde) başarılı bir tipleme yaratmış." "Eylem" (fiil) olarak ise kullanılmamakta: "(Filanca oyuncu, filanca rolü) başarılı tipledi." benzeri bir kullanım yok. Bu türetme yanlışlarının ötesinde, yanlış, sözcük kavramının çarpıtılmasına da uzanıyor. "Tiyatro Terimleri Sözlüğü" "tip"i "insanları genellemesine yansıtan, kendine özgü kişiliği olmayan (...) oyun kişisi" olarak tanımlıyor. Oysa eleştiri yazılarında kimi zaman en boyutlu kişilikleri içiren rollerin bile "tipleme" sözcüğüyle karşılandığı görülebiliyor: "(Filanca oyuncunun) Hamlet tiplemesi (...)" örneği gibi. Her yanından yanlışlık dökülen "uyduruk" bir sözcük, özetle. cy Sergilemek: Bu da tiyatro dilimize yaklaşık son yirmi yıldır "musallat olmuş", "sahnelemek" anlamına-yanlış- kullanılan, özenti ürünü bir sözcük. Yanlışlığı, kavramsal: Sahnelenen şey, yani oyun, "canlı"dır, devingendir, her seferinde (her gösteride) yeniden yaratılır. "Sergi" ise -her ne kadar son yıllarda tecimsel alanda, sergilenen cansız malzemeye insan öğesi (manken vb.) ekleniyorsa d a - kavram olarak yine de "cansız"dır, durağandır, yeniden yaratılma süreci içermez. pe Ahmet Dram: Kökü geçmişe doğru uzanan bir anlam kaymasına uğrayarak yanlış kullanılagelmiş bir sözcük. Özü Yunanca "drama" olan, Avrupa dillerinde, "drama", "drame", "dramma" biçimlerine dönüşen sözcük, dilimize de "dram" olarak girmiş. Özgün anlamı "sahnede oynanmak üzere yazılmış oyun", "yazılı tiyatro yapıtı olarak oyun", giderek "genel olarak oyun" (ve bu anlamda genel olarak "tiyatro" teriminin karşılığı.) Ancak dilimize ve tiyatro anlayışımıza yerleşişi "ciddi, duygulu, giderek insanoğlunun sarsıntılarını, yıkımlarını anlatan, bu konumuyla da 'komedi'nin karşıtı olan tiyatro türü" anlamında olmuş. Öyle ki "komedi" ile "dram" adlı tiyatrolarımız kurulmuş, tiyatro yazarlarımız kavramı bu içerikle algılamışlar, Konservatuvarlar genelinde kaç kuşaktır bu böyle belletilmiş. Bu anlam kaymasına Tiyatro Terimleri Sözlüğü "(3.) Halk dilinde ciddi oyun" biçiminde küçük bir ışık tutuyor. Gündelik konuşma bağlamında "başa gelen kötülükler, felâketler" anlamında geliştiğini de biliyoruz. (Hani TV kanallarımızda her akşam duyduğumuz "... ailesinin dramı" ya da "... hazin dramı" gibi.) Anlamının kaymaya uğramasının kökenine ilişkin aydınlatıcı bilgiyi, kitaplığımdaki önemli sayıda Türkçe kuramsal tiyatro yapıtından biri, Aziz Çalışlar'ın Tiyatro Ansiklopedisi veriyor: "Aydınlanma dönemini yaşayan Fransa'da, Diderot'un geliştirdiği (...) burjuva drama kuramı"yla drama kavramının bu kültürde "duygulu ya da ciddi oyun" anlamına (da) kaydığını görüyoruz. Tiyatro terimlerinin çoğunu Fransızca'dan alan Türkiye'de "dram"ın "ciddiyetinin" hikmeti bu. Birkaç önemli yanlış kullanımı daha örnekleyecektim, "mimik" başta olmak üzere, ama yerimi aştım bile. Belki bir başka yazıya... Yoksa Türkçe'nin yozlaşma ivmesinin her gün arttığı günümüz ortamında bu tür "masum" yanlışlara el atmak fazla "akademik" kalan "nafile" bir uğraş mı?© 31 SÖYLEŞİ Tiyatro Stüdyosu, 7 Mart'ta perdesini, Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nde, yüzyılımızın en aykırı yazarlarından Jean Genet'nin "Balkon" oyunu ile açıyor. Başar Sabuncu'nun çevirisi ve rejisi ile ülkemizde ilk kez sahnelenecek olan, günümüze de göndermeler yapan "Balkon" bizi, "Yaşamda herkes bir maske takar" diyen, tüm dünyayı bir genelev gibi gören anarşist, hırsız ve eşcinsel Tiyatro Stüdyosu, Genet'nin En Karakteristik Oyununu Sahneliyor. Dünyaya "Balkon"dan Bakmak a "Hızmetçiler"dir. Yazarın, tüm dünyayı bir genelev gibi gördüğü "Balkon" oyununu ilk kez seyirci ile buluşturmanın, bir özel tiyatro olarak yürekli bir işe soyunmanın keyifli ve sancılı heyecanı yaşanıyor şimdi Tiyatro Stüdyosu'nda. Ortaköy Kültür Merkezi'nde yapılan provanın ancak sonuna yetişebildiğimde, yorgun yüzlü oyuncularla karşılaştım fuayede. Tiyatro Stüdyosu'nun asal kadrosu olan, Zuhal Olcay, Haluk Bilginer, Ahmet Levendoğlu ve Celal Perk'e, bu oyun için. Derya Alabora, Salih Sarıkaya, Bülent Yarar, Şebnem Sönmez, Güven Kıraç, Alptekin Serdengeçti ve Sema Keçik katılmış. Yönetmen Başar Sabuncu'nun acelesi vardı, söyleşimize katılamadı. Birkaç oyuncu da öyle. Ben de orada bulunanlara, Genet, "Balkon" ve "Balkon"daki rolleri ile ilgili düşüncelerini sordum, işte yanıtları : Rengin pe cy Genet'nin dünyasına götürmekle kalmayacak bugünün Türkiye'sine de ayna tutacak. Kurulduğu günden beri çağdaş tiyatronun seçkin yapıtlarını sunmayı amaçlayan Tiyatro Stüdyosu, bu kez de toplum dışı bir yaşam sürerken, çağımızın en çok tartışılan yazarlarından biri olan Jean Genet'nin, Türkiye'de hiç oynanmamış bir eserine, "Balkon"a el attı. Evlilik dışı bir çocuk olarak dünyaya gelen Genet, daha on yaşında hırsızlık yaparken yakalandı. Yazmaya 32 yaşındayken hapishanede başladı. 1947'de, yaşam boyu hapis cezasına çarptırıldığında .aralarında Sartre ve Cocteau gibi yazarların da bulunduğu bir kurulun Fransa Cumhurbaşkanına başvurması sonucu affedildi. Hırsız, anarşist, asi, eşcinsel, kendi deyimi ile fahişe Jean Genet'nin bizde en bilinen en çok sahnelenen oyunu 32 Uz Derya Alabora(Carmen) - Oyun bir genelevde geçiyor. Müşteriler gelip yaşamlarında oynamak istedikleri rolleri oynuyorlar. Kerhanede bir mama bir de mamadan sonra gelen kız var, Carmen . Ben onu oynuyorum. Mamayla aralarında bir cinsel ilişki de var. Mama başka bir role geçtiği zaman Carmen de onun rolünü oynuyor. Kızlar aynı zamanda odalarda oyun kuruyorlar. Örneğin yargıç rolüne girmek isteyen adamı o role büründürmek için bir oyun oynanıyor orada. Kendi kimliğinden çıkıp oradaki adam yargıç rolünü oynamak istiyorsa, orospu da hırsız oluyor onun karşısında. General rolünü oynamak istediğinde atını oynuyor. Piskopos rolü için biri günahkar kadını oynuyor. Kerhanede oynanan bu oyun, gerçek yaşama dönüşür gibi bir duruma geliyor. Genet zaten dünyayı bir kerhane olarak görüyor, orospuluğu yüceltiyor. Onun için ne kadar toplum değerlerinin dışına itilmiş değerler varsa, ahlaksal olarak aşağılanan olgular onların hepsini yüceltiyor. Zuhal Olcay (Irma, kraliçe) - Irma, kerhanede herkesin fantezilerine, olmak istedikleri kişilerle ilgili fantezilerine, onların bu fantezilerini yaşamasına olanak tanıyor. Oyuncuları ile hizmetkârları ile, bizzat kendisi de dahil olarak. Bu fantezilere alan, olanak sağlıyor. Zaman zaman Irma da o oyunların içine giriyor. Mesela kraliçe oluyor. Daha fazla ipucu vermeyim, finali çok şey çağrıştırıyor. Bir anlamda biz Genet'nin "Balkon"unu oynamakla Tiyatro Stüdyosu olarak bir cesaret örneği veriyoruz. Bence seyircinin algısını gerçekten küçümsememek lazım. Ben asla iyimserlikten değil ama çok tat alacaklarını düşünüyorum. Bütün bu kelimelerin, metnin altındaki dip metni keşfettikçe, çok büyük tat alacaklar. Bana göre bir kere izlemek de yeterli değil. Nasıl ki bir kere okumak yetmiyorsa. Ben özenilmesi. Sonsuza dek anıtlaşmak istiyor. Bu uğurda mücadele veriyor sürekli. Sonunda da ulaşıyor amacına. Çünkü biri gelip genelevde onu oynamak istiyor. Genelevde gelip oynamak istemek o makamın yüceliğini belirtiyor. Yani bu insanlar gelip, baş piskopos, yargıç, general oynamak istiyorlar, polis şefi oynamak isteyen yok. Sonunda biri çıkıyor, ilginç ki onu yapan da devrimci bir çocuk. Polis şefliğine özenip onu taklit ediyor. Sonunda artık genelev protokolüne geçtiği için de anıtlaşıyor. Adı sonsuza dek yaşayacak, bir anıt olarak tarihteki yerini alıyor. Amacı da buydu zaten ve onu gerçekleştirmiş oluyor. Genet oyunla ilgili çok detaylı notlar almış. Ama biz birebir onun vasiyetine uygun oynamıyoruz. Bence Genet'nin anısına çok uygun bir şey yapıyoruz, o da olsaydı hiç umursamızdı. Onun bize verdiği ipucundan yani oyundan yola çıkarak burda başka bir şey yaratıyoruz. a Haluk Bilginer (Polis şefi) - Polis şefi, genelevi koruyan polis şefi ve hatta patronu.Tek amacı, makamının, yani polis şefi suretinin insanlarca tanınıp pe Ahmet Levendoğlu (Baş piskopos): Oyunda üç tane ana müşteri yar, general, baş piskopos ve yargıç. Ben baş piskoposu oynuyorum. Bunlar oyunun içinde zaman zaman yönetmenin "suret" dediği suretleri giyiniyorlar çıkarıyorlar. Kendi kişiliklerini demiyorum aslında tehlikeli bir noktaya getireceği için ama, piskopos, yargıç ve general kisvelerini giyiniyorlar ve onlardan soyunuyorlar. Gelgit içinde geçiyor rolleri, başka müşteriler de var herhanede tabii ama biz bu üçünü yakından tanıyoruz. Balkon, tek bir tümceye indirgenebilirse, tüm dünya bir genelev, bir kerhanedir gibi bir söyleme gelip dayanıyor. Genet'nin kendi dünyası olduğu için bunu yücelterek yapıyor. Bu da metnin ironik yanı tabii. Tersinlemeyi içeriyor olması da Genet'nin özelliği, damgası olan bir öge. Net bir biçimde Genet ne ise onu yazıyor. Ne olduğu da malum, hırsız, eşcinsel, bir fahişenin oğlu kendi de fahişelik yapmış, hapis yatmış, hapisten kaçma girişimi de var. Oyunun dekor ve kostümleri çok çarpıcı olmak durumunda. Duygu Sağıroğlu bir anlamda dekoru çok yalın bir anlayışla ele aldı. Yalınlığı yitirmeden çarpıcılığı ortaya koyma gibi bir çizgiye gitti. Sevim Çavdar'ın hazırladığı kostümler ise oyunun gerektirdiği zenginlik ve özende. Bütün rollerin birkaç tane kostümü var. cy metni okuyunca dehşete düştüm, ben ne yapacağım dedim ve hiçbir şey yapmadım. Provaların başlamasını bekledim. Bu arada oyuncusunuz ister istemez düşünüyorsunuz ama böyle sistematik olarak alayım şu karakteri inceleyim böyle bir şey yok. Zaten böyle bir şeye ihtiyacı yok Genet'nin. Yönetmen ve hepimiz Genet'nin dünyasını anlamaya çalıştık. Zamanla da sanıyorum doğru noktayı bulduk. Şebnem Sönmez (Fahişe, köle) - Ben de kerhane personelinden olan fahişelerden birini oynuyorum. Sonuçta bu oyundaki bütün rol kişileri, kerhanenin ayakta kalmasına hizmet edercesine, kendi rollerini oynamaya çabalayan, kendilerini belirli bir makamda görmek için çabalayan rol kişileri. Hiç bir çıplak gerçeklikten bahsetmek mümkün değil. Fahişeler şöyle değerlendirilebilinir, bütün müşterilerin fantezilerini gerçekleştirmek için orada bulanan çok profesyonel manivelalar, kaldıraçlar. Onları o mertebeye yükseltmeye veya o makamda olduklarını gerçekten hissetmeye çalışan profesyonel oyuncular. Genet diyor ki, şeytan rolden role girmesiyle ayırt edilebilir, oyuncuların en büyüğüdür. Belki fahişeleri de bu şekilde tanımlayabiliriz oyunun kendi söylemi içinde. Aslında "Balkon" oyunu, yazarının Genet olmasıyla da bütün oyunlardan ayrılabilen bir yapıya sahip. Hangi oyunda oynamış olursak olalım 33 bugüne kadar, bu herkes için çok yeni bir şey. Benim için artı zorluğu ve şaşırtıcılığı var. İşte bu cümlede söze Haluk Bilginer giriyor ve çok yerinde bir saptama yapıyor: " Yıldırım Türker'in geçenlerde Radikal'de dediği gibi koskoca bir oturak alemine dönüştü Türkiye ve bu insanlar her dönüşte üzerlerinden bir tül daha attıkça gerçekliğini kaybediyor herşey. Son iki örnek üzerine yazılmış ama ama Türkiye'nin genelini anlatması açısından benim çok hoşuma gitti. Bu Kumkapı'da birinin ölümüne neden olan bir oturak alemine dönüşmüş gerçekten, bir cinnet yaşanıyor. Tiyatro Stüdyosu perdesini 7 Mart'ta, yani kendi tiyatro binalarının, Odeon'un yandığı tarihten tam iki yıl sonra açıyor. Yangın, binasız kalmak, devletin ve yerel yönetimin el ele vererek kendilerine zorluk çıkartması, yapılan haksızlıklar, sanata ve sanatçıya sahip çkılmaması, sayıları 757 bulan mahkemeler onları yıldırmadı. Şimdi bu oyun tokat gibi inmeyecek mi bazıların suratına ? Bu sorumu Haluk Bilginer yanıtlıyor - Onların sanatla ya da tiyatroyla falan pek ilgisi olmadığı için, her zaman düşündüklerini düşünecekler. "Histeri"yi çalışıyorduk tiyatromuz yandığı zaman . Ama biz yine de "Histeri"yi oynadık, bütün Türkiye'yi dolaştık. Şimdi "Balkon"u çıkarıyoruz. Bizim ilk 5 oyunumuzda da salonumuz yoktu. Ama çok büyük bir engel aşılacaktı salomuz bitseydi, 2 yıldır salonumuz olacaktı. Bundan sonra olacak. Çünkü çok önemli bir şey, bir özel tiyatronun yerleşik bir binasının olması. Birçok işi kolaylaştırıyor, hep göçebe gibi yaşadık. pe cy a Alptekin Serdengeçti (Cellat, pezevenk, devrimci) - 12 yıl Devlet Tiyatrosunda çalıştıktan sonra istifa ettim. Daha önce de Özel tiyatroda çalıştım. Ama üç yıl oyunculuğu bıraktıktan sonra "Balkon"la başlamak önce zorlayıcı, sonra keyifli oldu. Çünkü son derece profesyonel bir kadro. Herkes yerli yerinde gittiği için ben kendi oynadığıma konsantre olabilme şansına sahibim. Yargıçla birlikte sahneye ilk cellat olarak çıkıyorum. Irma'yla olan sahnede, pezevengi oynuyorum. Daha sonra da devrimcilerden birini. Pekçok alternatifi deneme şansımız oldu, onun için keyifli bir çalışma, içinizde var olanı çıkarmaya çalışmak yerine bilmediğiniz bize çok yabancı olduğunu düşündüğümüz şeyleri zorlanarak da olsa çıkarıyorsunuz. Kendi adıma çok keyifli bir çalışma oluyor. Ama sonra kendini gerçekleştirdiği andan itibaren kurumlaştığını düşünüyor. Yazarın ifade ettiği gibi aslında oyun, imge ve yanılsamaların yüceltilmesi. En temelde bu var. Oyunun kendi doğasından, Genet olmasından kaynaklanan temel zorluklar var. Bence bir anlamda, kişisel olarak söylüyorum, Türkiye'de yaşanan, travesti, taklit duruma da çok yakışıyor, denk düşüyor. Bir şeyin taklidi daha fazla değer kazanmaya başladı bu süreçte Türkiye'de. Sema Keçik (Fahişe, kısrak) - Beni Başar Sabuncu çağırdı bu oyuna. Uzun yıllar yurtdışında, Viyana'daydım. Döndükten sonra Yunus Emre Kültür Merkezi'nde çalıştım. İki yıldır dışarıda özel projelerde görev aldım. Ben de kerhane personelindenim. Generalin kısrağıyım. Generali general yapmak adına çalışıyor ve çabalıyorum. Celal Perk (Devrimci Roger) - Haluk Bilginer'in oynadığı polis şefini, kerhane protokolüne sokan, onu mitleştirerek, onu anıtlaştıran devrimciyi oynuyorum. Genet'nin sözüyle, devrimi yarıda bırakan devrimciyi oynuyorum. Genet, bütün devrimlere çıkış noktasına kadar katılıyor. Yapılanmaya başladığı ana önem veriyor. 34 kadınla, ölen adamın karısı. Şimdiki kisvelerini görüyoruz, daha öncekileri gördük. İnanılmaz bir şey. Tokat gibi, herşey gerçekliliğini bitirmiş durumda Türkiye'de. Koskoca salonumuzun olmaması bizi engelledi ama aynı zamanda da kamçıladı. Bu tiyatronun yaşama başlaması, Harold Pinter'in "Aldatma" oyunu ile oldu. Bir özel tiyatro için "Allah allah bunlar şaşırdı mı acaba ne yapıyorlar" dedirtecek bir oyundu. O riski göze alarak, doğru olanı, kaliteli olanı, güzel olanı sunmak amacıyla her zaman özel tiyatrolarının tarihlerinde varolagelen seyirci kaygısını bir yana iterek, şunu düşünerek, kaliteli bir şey varsa seyirci mutlaka gelip bulacaktır onu işte böyle yola çıktık ve yanıltmadığımızı da gördük. Doğru ve güzel bir şeyi seyirci gelip buluyor biryerlerden. Siz "Balkon "u nerelerde yakalayabilirim diyorsanız... Oyun 7-29 Mart tarihleri arasında Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nde sahnelenecek. Nisan ve mayıs aylarında, Ankara, İzmir, Bursa, İzmit, Eskişehir, Adana ve Mersin'e turneye çıkacak. Yayla Sanat Merkezi, Bakırköy Yunus Emre Kültür Merkezi'nde de perde açacak. Bu arada yalnız Tiyatro Stüdyosu'nun değil, bizim de dileğimiz, önümüzdeki tiyatro sezonuna "Balkon"un Odeon'da, çoktan hakettiği kendi yerleşik salonunda perde açması... SÖYLEŞİ doluştuk, eh bir ayda 4 hafta sonu, bir haftada da bir tek pazar var. Bu altı tiyatro , ne zaman oynayalım, dekorumuzu nereye koyalım, bir bardak, bir bardak su alır, ikinci bir bardağı nereye dökeceksin? Böylece bu tiyatroya giren bütün tiyatrolar, hepimiz döküldük. Beş yıl süren bir seşsizlikten sonra, Gülriz Gururi kendi yazdığı, Engin Cezzar'ın sahneye koyduğu "Söyleyeceklerim var" adlı müzikli oyunla perdesini açtı. Sanatçı, kariyerindeki "Sokak Kızı ama", "Keşanlı Ali destanı", "Kaldırım Serçesi" gibi kilometre taşı Müzikallerden ve oyunlardan seçmeler sunarken, Türk tiyatrosu'nun 80 yıllık geçmişinin de kısa bir özetini veriyor, tiyatroda kaç yılının dolduğunu bir sır gibi saklıyor. Her zaman oyuncunun yaşı olmadığını söylüyor. Zaten her oyununda da bunu kanıtlıyor. 12 yaşında sahneye çıktığını cy a - Karaca'dan sonra bir de Kadıköy Halk Eğitim Merkezi maceranız oldu sanıyorum... Kantodan kabareye, dramdan müzikale Gülriz Sururi'nin Söyleyecekleri Var... açarsın perdeni" diye bitirmişti. Şimdi yeniden söyleyecekleri var, onun için açıyor perdesini. Özlemiş seyircisini, hasret gideriyor. Eski oyunlarından, müzikallerinden bölümler sunuyor. Memleket meselelerine değiniyor. Tatlı tatlı sohbet ediyor. Keyifli bir nostalji yaşatıyor. Bir retrospektif sergi izlermiş gibi, bir tiyatrocunun geçmişine yolculuğa çıkarıyor bizi... Gülriz Sururi ile, kimbilir kaçıncı söyleşimizi bu kez " Tiyatrocu"nun yolunun düştüğü Akatlar Kültür Merkezi'nde yapıyoruz. Sanki aradan beş yıl geçmemiş gibi, bıraktığımız yerden pe biliyoruz, 25., 30, 40. sanat yılını kutlamadığını da... Kendini önemsiyor, yaptığı işi önemsiyor. 'Söyleyeceklerim Var" in başlangıç ve final şarkısı, Piaf'ın "Hiç mi Hiç Pişman Olmadım Hiç"indeki gibi uzun ve parlak tiyatro geçmişinde pişmanlıkları yok denecek kadar az. O, Keşanlı Ali"nin unutulmayan Zilha'sı, Ferhat ile Şirin"in Mehmene Banu'su, Sokak Kızı lrma"nın Tatlı İrma'sı, "Kaldırım Serçesi"nin Piaf ı Gülriz Sururi... Tiyatro sahnesine, annesi ilk Türk primadonnası Suzan Lutfullah'ın karnında çıkan Gülriz Sururi... 1977 yılında kaleme aldığı anılarını "Varsa söyleneyecek sözün başlıyoruz sohbete. Rengin Uz Gülriz Hanım, siz sahne için yaratılmış bir sanatçısınız. Tiyatroya neden bu kadar uzun bir süre ara verdiniz ? - Ben çok acı bir duygu içinde bıraktım tiyatroyu. Nurettin Sözen dönemiydi. Karaca Tiyatroda iki tiyatro oynayacaktık. Ben çok emek verdim Karaca Tiyatrosu'nun oluşmasına. Dalanla beraber çok uğraştım, sonuçta da iki özel tiyatro oynayacaktık orada. İktidar değişince benim yüreğime su serpildi, çok daha iyi anlaşabileceğim bir yönetim gelecektir diye. Hayır öyle olmadı, sosyal adalet dağıtmayı ulufe dağıtmakla bir tuttular. Karaca Tiyatro'ya bir iki derken tam altı tiyatro - Evet, o zaman Milli Eğitim Bakanı Koksal Toptan'dı ve Halk Eğitim Merkezi de Milli Eğitim Bakanlığına bağlı idi. Orada girmek istedim, Karaca'daki aynı şey aynen başıma geldi. O tiyatronun sofitasını ben yaptırttım, zaman kaybettim, o kadar uğraştım. Sonra perde açma vakti geldiğinde gene 6 tiyatro olduk. Bütün bu yarış arasında hiçbir tiyatronun yaşamasına, para kazanmasına imkan yok. Bazı turne tiyatroları bile, biz burada da varız demek için iki günlüğüne gelip perde açtılar. Biz harcandık, yok olduk. O zaman acı bir biçimde, perişan bir halde turneye çıktık, İzmir'de ve Ankara'da çok iyi iş yaptık da batmadan bırakabildik. Bu beş yıl içinde ahdettim, salon sorunu çözülmedikçe ben dönmeyeceğim diye. -Ama döndünüz... Size tiyatroyu bıraktıran bu salon sorunu kökünden çözülmedi ama siz yine de dayanamayıp perdenizi açtınız... - Ahdimi tutamayacak kadar bir tiyatro aşığı olduğumu bir kez daha öğrenmiş oldum. Şimdi çok konforlu güzel bir salonda oynuyorum. Ama yine zor koşullar altında, zor dediysem , Akatlar Kültür Merkezi de da çok amaçlı bir salon olduğu için her gün dolu. Bana çok büyük bir 35 - Siz de birçok özel tiyatro gibi salon sorunundan bu kadar çektiğinize göre, yıllar içinde zor da olsa "Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu" kendi salonuna sahip olamaz mıydı? - Bu gayet basit. Aradan geçen zaman içinde, Karaca'da oynadığım o yılları, günleri, oyunları saymak istemiyorum. Kuşaklarla aramda bir zaman açıldı. Beni tanımayan bir iki kuşak seyirci var gibi geliyor bana. İki değilse de bir mutlaka var. İstedim ki onlar beni tanısın. Oynayacağım bir tek prodüksiyonla tanıtamam kendimi, bir sene bunu, öbür sene onu... Ben onlarla genç kuşakla buluşmak istedim. Kariyerimden belli oyunlarla, oyunculuk kapasitelerimin ne olduğunu göstererek bir şeyler yapmak istedim. Herhangi bir müzikalde bunu veremeyecektim. - "Söyleyeceklerim Var"ı yazarken oyun seçiminiz nasıl oldu? Gülriz Sururi ile en çok özdeşleşmiş oyunları tercih etmişsiniz gibi geliyor izleyince... almıştım herhalde. O güne kadar orospu dendiği zaman hep kötü kadın imajı vardı sahnede. İlk defa Irma çıktı bir melek gibi. Zaten öyle yazılmış, bizde de ilk kez öyle oynandı. Keşanlı da çok önemli kariyerimde. Haldun bey de çok önemli bir insan yaşamımda. Hiç bıkmadan çok severek oynadığım roller, Keşanlı Ali Destanı'ndaki Zilha ve Kaldırım Serçesi'nde Piaf'tır. Hiç sıkılmadan, her gece, saat gelse de sahneye çıksam dediğim iki roldür bunlar. Edith Piaf sesinin dışında, müthiş bir kişilik, ciddi bir kahraman. Büyük imkansızlıklar içinde çalışmış, ülkesi adına büyük fedekarlıklar yapmış. Kariyerim içinde belki de en iyi oynadığım rol diyebilirim Irma için. Özellikle son yılları için Piaf diye çok yabancı, Fransız izledi oyunu burda, inanamadılar, kulise koşup tebrik ettiler. pe cy - Salon sahibi olmayı bir tek Yıldız Kenter başardı. Ferhan Şensoy'u da belki buna katabiliriz ama o mülk sahibi değil. Yıldız Kenter çok büyük fedekarlıklarla yaptı bunu, zor günler, geceler geçirdi. Biz, "Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu" olarak çok büyük prodüksiyonlar yaptık. Engin de ben de, tiyatroyu çok sevdik ama yaşamayı da çok sevdik. Onun için böyle bir bina işine soyunmamıza imkân yoktu. Bir de biz aldığımızı hep oyuncularımıza verdik. En iyi maaş vermiş özel tiyatro olarak tarihe geçtik. Bunu Güngör Dilmen'den de dinleyebilirsin, sanat çevrelerinde, başkalarından da. Biz birçok şeyden vazgeçerek bir şey inşa edecek tipte insanlar olmadık. Olmamayı da çok doğru buluyorum bugün. Bir dönem, 25 yıl borcu bitmeyen bir salonda, Yıldız Kenter'in sağlığını kaybettiği bile oldu. Değer miydi? Bunu kendi bilecek ama ben bunu yapmazdım. Tamamen bir seçim meselesi, ben hayatımı bir binaya vererem. seçilmiş bir retrospektif sunmayı tercih ettiniz? a anlayış göstererek şubat ayında 3 hafta verdiler. Mart'ın son iki haftasında da burada oynayacağız. Ben havada tavada, bir abam var atadım nerde olsa yatarım misali buraya geldim. Hiç değilse burada oynadığımız günler belli, bu çok önemli. Karaca Tiyatro'da da böyle olsaydı ben tiyatromu kapamazdım, - Beş yıl aradan sonra yeniden perde açarken, neden yeni bir prodüksiyon değil de, eski oyunlarınızdan 36 - Evet biraz öyle oldu. Ama sadece öyle de çıkmadım yola. Bazı şarkılar metni doğurdu, bazı metin o şarkıyı istedi. Çok özgür bıraktım kendimi yazarken. Anılarımı yazarken de öyleydim. Hiç bir düzeltme yapmadım. Bir tek şarkı değiştirdim onun yerine başkasını koydum o kadar. - Oyunu izleyince anlıyoruz ki, " Sokak Kızı Irma", "Keşanlı Ali Destanı" ve"Kaldırım Serçesi" kariyerinizdeki önemli kilometre taşları. Bu müzikaller sizin için ne ifade ediyor? - Evet, bu saydığın üç müzikal de önemli benim için. İlk önce Irma geliyor. Karakter olarak Irma'da bir şey yok. Irma'da, o günün gençliği, sempatikliği ile çok saf, çok masum bir sokak kızı gerçekleştirdiğim için ödül - Benim izlenimime göre siz müzikallerden büyük bir keyif alarak oynuyorsunuz... - Müzikal zaten sevilmeden oynanmaz. Bir Amerikan deyimi var "Kendini eğlendirmezsen, eğlendiremezsin"der. Ben buna inanıyorum. Çok büyük sese de inanmıyorum. Müthiş bir operacı olabilir ama müzikal oynamasına imkan yoktur. O müzikalite başka bir şey. Ben müzikalitesi olmayan operacılar tanıyorum. Yani, müzikal için salt oyuncu olmak yetmediği gibi salt sesi olmak da yetmez. Müzikal bir ruh, bir kıvraklıktır. Ayrıca ben kendimi çok şanslı hissediyorum, prodüksiyonumda bana eşlik eden Hakan Vanlı müzikal bir insan çıktı. - "Söyleyeceklerim Var'da kendi sanat yaşamınızdan örnekler verirken, Türk Tiyatrosunun da 50li yıllardan bugüne bir panaromasını çiziyorsunuz Bulvar komedisinden kabareye, dramdan müzikale. Siz Türk Tiyatrosunun bu zamanların tanıklık etmiş bir oyuncu olarak kendinizi en çok han türe yakın hissediyorsunuz}, - Çok karışık. Bir "Teneke", "Kurban", "Ferhat ile Şirin" bunlar ağır oyunlar diyebileceklerim. Aslında Devlet Tiyatrosu stili klasik b oyun da oynamak istedim ama vakit kalmadı. Mehmer Banu'yu tercih ettim. Belki "Antonius ve Kleopatra" olabilirdi. Ama aşk temasının içinde böyle ağır bir sahneyi Nazım'ın dilinden vermeyi tercih ettim. Sonra bir "Zilli Zarife". Ben den çok zevk aldım. Yarın bir şey oyna deseler, "Kaldırım Serçesi", "Keşanlı Ali", yine gündeme gelebilir gibi. çok değişik türlerde ödüller aldım kesinlikle tür ayırmıyorum; iyi oyun, iyi rol, bana uygun ro Uzun bir süre dram oynamışsam, arkasından bir müzikal oynamaya bayılabilirim. Keşke haftada iki gün birini, iki gün birini oynasam. - Seyirci ile yeniden yüzyüze bu buluşma sizi heyecanlandırdı mı? - Ah ne kadar güzel bir duygu Rengin anlatamam, büyük bir mutluluk.İnanılmaz güzel bir şey. İnsanlarla sohbet ediyoruz, konuşuyoruz. Ben aslında toplulukta konuşabilen bir tip değilim Böyle bir şey yapmışlığım da yoktu (Gülriz Sururi, seyircilerin arasına inerek, onların aşk konusundaki fikirlerini soruyor, karşılık hoş bir sohbet ortamı doğuyor). Gülriz olarak konuşmak beni hep ürkütürdü. Yaptığım "Söyleyeceklerim Var"ın haşarısında Engin Bey'le katışmanızın da büyük payı par tabii. Hem birlikte yaşanmış, çalışılmış, paylaşılmış oyunlarda yine birlikte olmak mutlaka hoş olmuştur. - Bundan sonrası için kafanızda oluşan yeni projeler var mı ? - Ben bu oyunla 2000 yılına gireceğime inanıyorum.Bu bir duygu. 2000 yılına kadar da inşallah birilerinin kulağına kar suyu kaçar, benim bu kadar konuşmalarımı duyanlar "Gülriz hanım buyrun falanca salonun şu günlerini size veriyoruz" derler. Böyle ümitlerim var hala. Bu kadar kültür ve sanatı program dışı tutan yönetimlere karşı, gene de bir gün birinin bana böyle bir şey diyeceğini ümit ediyorum. Aksi halde çok zor. Kaç yıldır yapmak istediğim büyük bir prodüksiyon var, onu gerçekleştirmek istiyorum. Ama adını vermek istemiyorum çünkü çalıyorlar. Bunların hiçbiri olmazsa, Şehir Tiyatrosuna, Devlet Tiyatrosunda konuk olarak projemi yaparım ama onu istemiyorum. Demin de dediğim gibi bu oyun 2000 yılını görecek. Söyleyeceklerim biraz değişebilir, artabilir, içeriği değişir, yeni şarkılar eklenir. Ama söyleyeceklerimin politakası değişmez tabii. Bir nevi "Söyleyeceklerim 1999", pe cy Bunu, Engin'in dışında kimsenin sahneye koymasını düşünemezdim. Artı ben Endim sahneye koymayı düşünüyordum. Sonra konuşurken, Engin istediğini hissettirdi. Ben doğrusu teklif etmeyi düşünmemiştim. Benim de aklım başıma geldi. Bazı sanatçılar bunu yapıyor, çeviriyor, oynuyor, yönetiyor falan. Sonuçta dışardan başka bir göz olmadığı için bazı hatalar oluyor. Ben bu hatayı yapmayayım dedim. Engin, gerçekten dışardaki gözüm olarak çok önemliydi, çok iyi oldu. Tam eskisi gibi didişerek, sevişerek, tartışarak çalıştık. a televizyon programı beni rahatlattı. Senin de gördüğün gibi seyirciler de benimle konuşmaya başlıyorlar, birbirleriyle konuşuyorlar, beğendiklerini alkışlıyorlar. biraz ediyorlar, kendi Birlerini söylüyorlar. Bu, beni müthiş keyiflendiriyor. "Söyleyeceklerim 2000" yapabilirim/'Söyleyeceklerim Var"ı, İstanbul'un çeşitli yerlerinde oynamaya çalışacağım. Anadolu turnesi, İzmir ve Ankara turneleri olacak 15 gün. Yazın Bodrum Kalesinde oynayacağız. Beni yıllardan beri Amerika'daki Türk kolonisi davet eder. Ama kalabalık oyunlar olduğu için şimdiye kadar gidemedim. Şimdi ben onların ucunu bulursam, bu kez üç kişi biz kalkıp gideriz. Böylece orada yaşayan Türkler hem aşina olduktan müzikleri dinler,hem de genç kuşakla tanışırız." - Bundan sonraki randevumuz kimbilir hangi salonun hangi köşesinde olacak Gûlriz hanım? Arayı bu kadar uzatmayalım diyorum... ELEŞTRİ " BAŞIMIZ DİK YÜRÜYORUZ ÇÜNKÜ GIRTLAĞIMIZA KADAR BOKA BATTIK!" Handan Salta Deli olmak nasıl bir özgürlük sağlayabilir? Bu "gidişata" akıllı yanıt vermenin yetersiz kaldığı bir durumda delilik ne gibi bir yarar sağlayabilir? Dokunulmazlığı olan, üstelik yasalarla da korunan bir delinin kimsenin söylemeye cesaret edemeyeceği şeyleri söylemesi, üstelik bu sözleriyle dokunulmazların maskesini indirmesi karşısında nasıl bir tepki verirdiniz? pe cy a Bu deli Dario Fo, yani Nobel ödüllü bir deli olunca çok keyif aldığımı itiraf etmeliyim. Dünyanın çivisi çıktı dedirtecek birçok olayla hemen her gün karşılaşmamıza rağmen Fo'nun Nobel alması bu cümleye farklı bir içerik kazandırıyor. Halk tiyatrosu geleneğiyle beslenen, ironik, fantastik, groteks öğeler taşıyan ve her dem eleştirel tavrıyla ulusal sınırların ötesine ulaşan Fo-Rame Tiyatrosu'nun aldığı bu ödül aykırı, ayrıksı, "potansiyel muhalefet" bir sesin "ödül"lendirilmesi anlamında önemli. 1969'da gerçekleşen, bombalama suçlamasıyla gözaltına alınan bir "anarşistin" emniyet müdürlüğünün camından düşüp, ülkemizde de neredeyse sıradan bir olay gibi algılanan bir şekilde "kazara ölmesini" konu alan oyun, devlet tiyatrosunca Murat Karasu'nun rejisiyle bu sezon oynanmaya başladı. Fo'nun 1970'te sahnelediği "Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü" adlı oyunu günümüz Türkiyesi'ne hiç de yabancı gelmeyen bir dolu izlek içeriyor. Anarşistin öldüğü binaya getirilen ve dolandırıcılıkla suçlanan, defalarca elektro şok yemiş 'oyunculuk hastası' bir anarşistin ölümü üzerine yargıç rolüne girerek araştırma yapması oyunun temel kurgusunu oluşturuyor. Delinin kendi kimliğini saklamak için kılık değiştirme, başkasının yerine geçme, yanlış anlamaya yol açma, tekmeleşme, el kol 38 hareketleri yapmasında fars ve halk tiyatrosunun özellikleri görülüyor. Deli, anarşistin ölümüne ilişkin emniyet müdürü ve komiserlerin her söylediğinin üzerine giderek mantığa aykırı açıklamaların dayanaksızlığını ortaya çıkarırken hem sözleriyle hem de hareketleriyle polislerin gülünç duruma düşmesini sağlar. Polislerin her söylediklerinin kendilerine tuzak olması sonucu düştükleri durum bir yana, onları sorgulayanın "raporlu" deli olması ikinci bir komiklik unsuru oluşturur. İnsanlığın salt özgürlüğe kavuşmasını sağlayan konumun delilik olduğunu söyleyen Erasmus'a da göz kırpan bu durum, delilik—soytarılık ilişkisi bağlamında Shakespeare'in soytarılarını da anımsatır. En bilgece söylenmiş sözleri onun soytarıları söylememiş midir? Dördüncü kattan düşüp kazara ölen anarşistin bize yabancı gelmeyen bir olgu olduğunu söylemiştik. Böylesi durumlarda getirilen açıklamaların ne denli akla uygun olabileceğini de hepimiz tahmin edebiliyoruz. Sorgulama yöntemleri ve anarşistin ölüm saatine ilişkin tutanaklardaki çelişkilerin düzeltilmesinde ne gibi yalanlar söylenebileceğini de. Kaçıncı güç olduğu soru işareti olan medyanın bu konuda neler söyleyebileceğini de. Ancak, gerçeğin olanca yalınlığıyla ortaya çıkmasından sonra neler bekleyebiliriz sorusuna da Susurluk coğrafyasındaki insanların ve Italya'daki Fo'nun verecek iyimser bir yanıtı ne yazık ki yok. Anarşistin ölüm nedeni ve yapılan sorguların yöntemi ortaya çıktığında ve gazeteciler durumu öğrendiğinde bile herhangi bir değişim beklemek hayâl gibi görünüyor. Yalnızca sistemin baskıcı ve insani olmaktan uzak oluşu değil, Özenli bir çalışma ve yaratıcı tiplemelerle çok daha belirgin hâle getirilecek oyun kişileri çok daha derinlikli bir boyut kazanabilirdi. Oysa oyunculukta televizyon kültürüne göz kırpan, çağrışımları daha dar bir alanı kapsayan bir yorumla karşı karşıyayız. Komiserle müdür oyunun sonunu nasıl olsa bildiklerini ima edercesine rahat davranarak, soruşturmaya uğrayan memurlar gibi değil de tiyatroda komiserle müdür rolü oynayan oyuncular gibiler. Ancak polis memuru tiplemesinde Iştar Gökseven iyi bir gözlem ve ironiyle desteklenmiş, emirlere harfiyen uyan, amirlerini kurtarmak için kör gözüm parmağına türü yalanlar söylemekten çekinmeyen bir polis memuru kompozisyonu yaratmada çok başarılı. Nahif bir yanının olduğu sıkça hatırlatılan polis memuru bu özelliğiyle zaman zaman çok sevimli bile görünüyor. Gazeteci kompozisyonu için aynı şeyleri söylemek ise mümkün değil. Kendisine ün ve para getirebileceği beklentisiyle ya da gerçekleri ortaya çıkarmak gibi mesleki ve toplumsal bir nedenle anarşist olayını araştıran, hatta bu konuda elinde birtakım veriler bulunan bir gazetecinin sahnedeki görüntüsü ve tavrı haberin mutfağında olan birini değil de sunum aşamasında her şeyin hazırca önüne geldiği bir spikeri çağrıştırıyor. Rejiye ilişkin birkaç noktaya değinmek istiyorum. Deli, oyunun ikinci perdesinde politik gruplar içinde polislerin olduğu cy a yarattığı yanılsamayla nasıl gözümüzü boyadığı ya da yıldırdığını en iyi özetleyen sözleri Fo söylüyor; Başımız dik yürüyoruz çünkü gırtlağımıza kadar boka battık! pe Sahnelemede oyunun Türkiye'deki izleyici için güncel olmasının altı hoş buluşlarla çizilmiş; İtalya seninle gurur duyuyor sloganı, anarşistin tabanları yağlayıp kaçtığını soran deliye tabanları yoktu diyen komiser gibi. Halk tiyatrosu özelliklerini koruma ya da bize taşıma ve oyunculukte ise birtakım sorunlar gözlemleniyor. Oyunculuğa baktığımızda bir yandan utanma ve korku duygularından bütünüyle arınmış, şimdiye değin oynamadığı yargıç rolünü başarıyla oynamak için elinden gelen çabayı gösteren, diğer yandan da Fo tarafından deliliği seçmesi sağlanan bir "deli" bulmayı umuyoruz. Ancak delilikle bilgeliğin sınırlarında dolaşan, söylediği en komik sözlerde bile acıtan bir şeyler bulacağımız bir deli göremiyoruz. Deli tiplemesi içinde incelikli gözlemlerle delinin sakar olmak zorunda olmadığı, tam tersine yaman bir satranç oyuncusuna benzediği gibi - salondaki izleyicinin kahkahasını da, oyundan alacağı keyfi de birkaç kat artıracak potansiyelin harcandığı izlenimine kapılıyoruz. Oyunun hızlı temposuna rağmen fark edilen dil sürçmeleri ise bir süre sonra can sıkıcı olmaya başlıyor. iddiasına kanıt olarak salonda izleyicilerin arasında bile polislerin olduğunu gösterir. Bu sırada oyunun başından beri sahnede gördüğümüz Komiser Bertozzo delinin sözlerini doğrulamak üzere salondan sahneye seslenir. İzleyici, 'Bu işte bir terslik olmalı bu adam gizli ajan olamaz' derken, Deli 'yok canım o da bizim tiyatronun oyuncularından' deyince yine aynı izleyici kendisini haklı olarak aptal yerine konmuş hissediyor. Oyunun ikinci perdesinde skandalları ortaya çıkarmanın da aslında bir yararı olmadığını, çünkü sistemin o skandallarla kendini var ettiğini söyleyen Deli, bu sözleriyle Fo'nun oyunla hesaplaşmasını da sahneye taşır. Ancak oyunun sonlarına doğru Bertozzo kılık değiştirmiş delinin kim olduğunu anlar ve müdür ve komisere onun deli olduğunu anlatmaya çalışır. İşte tam bu sırada bağırıp çağırma, itiş kakış arasında Deli'nin skandallar ve sistemin işleyişi hakkında gazeteciye söyledikleri karambole geliyor. Böylece oyunun ikinci perdesinin ana işlevi olan "sorumluları biliyoruz, hatalar da ortada ama bütün bunların ortaya çıkması ne işe yarayacak?" sorusunun tartışılması da ister istemez göz ardı ediliyor. Biçimi ve içeriğiyle gündeme çok iyi oturan "Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü", sahnelemedeki sözünü ettiğimiz aksaklıklar sonucu yakalaması gereken düzeyi yakalayamıyor 0 39 ELEŞTRİ Emre Koyuncuoğlu KOZALAK BEKO'dan Dans Tiyatrosu altbaşlığıyla sunulan "Kozalak", Huyla Aksular'ın koreografisini yapıp sahneye koyduğu bir gösteri. İki perde olarak izlenilen "Kozalak"da Işık Yenersu tarafından seslendirilen metin, Kürşat Başar imzasını taşıyor. a Gösteri çocukluktan beri beraber yaşamış büyümüş iki balerinin ilişkisini alıyor. Balerinlerden biri diğerine bir mektup yollayıp, hayatında neler olup bittiğini anlatıyor. Mektup seslendirilirken, sahnede flash-back'lerle gelişen olaylardan bazı bölümler izleniyor. Balerinlerin büyük bale prodüksiyonlarında canlandırdıkları karakterleri izlerken, bir yandan da gösterinin otobiografik özellikleri olduğunu keşfediyorsunuz. pe cy "Kozalak"ın en ilgi uyandıran yanı, Türkiye'nin iki başdansçının özel bir proje için bir araya gelmiş olmaları. Huyla Aksular ve Sibel Sürel'i izlemenin ayrıcalığı kesinlikle bu gösteriye baştan; beklenen, merak edilen olma özelliğini veriyor. Ancak "Kozalak"ı seyrettiğinizde bir çok noktada büyük hayâl kırıklıkları yaşıyorsunuz. İlk olarak mekân seçimine değinmek istiyorum. "Karmen"den, "Antonio ve Kleopatra"dan, "Fındıkkıran"dan "Giselle"den bazı sololar sunan dansçıların sahneyi diyagonal kullandıkları zaman bile iki şipagatlık alanı olmamaları ancak yine de art arda şipagatların koreografide kullanımı mekânsal bir problemin ortaya çıkmasına neden oluyor. Aynı zamanda gösteri boyunca farklı zamanların mekânsal görüntülerini yaratmak adına sürekli bir dekor trafiğinin sahnede yaşanması, seyirciye ulaşması düşünülen estetik bütünlüğün kırılmasına ve sahne büyüsünün bozulmasına neden oluyor. Burada belki de gösterinin en büyük eksiği ortaya çıkmakta; yönetmen eksikliği ya da bu konuda uzman bir dış gözün eksikliği. "Uzman'lıktan bahsederken; dans tiyatrosu kavramına girmek istiyorum. Dans tiyatrosu, ne danstır, ne de tiyatro, şu kadar dans şu kadar tiyatro gibi tek bir formülü de yoktur. Dansla anlatamadığını 40 metinle tamamlamak da değildir. Öncelikle dans tiyatrosunun kendine has bir gösteri dili vardır. Özgündür. Örneklerine baktığımızda aslında her ülkede farklı bir yapıya oturmuş olduğunu da görebiliriz. Ancak yine de izlerken danstan, baleden ya da tiyatrodan sahne dili olarak farklı olduğunu ve özgünlüğünü hemen fark edeceğiniz bir gösteri sanatıyla karşı karşıya olduğunuzu anlamanız zor olmayacaktır. "Kozalak"da; üç farklı sanatsal anlatım biçimi yapısal olarak iç içe geçmeden yan yana daha doğrusu birbirine yapıştırılarak kullanılmış; mim, dans ve seslendirilmiş metin. Bu nedenle izlenilen eserde görsel ve estetik kopukluklar oluşuyor. İnsan düşünmeden edemiyor; Türkiye'de birkaç grubun belli bir seyirciye ulaştırabildiği dans tiyatrosuna bir örneği BEKO'nun sponsor olduğu ve daha geniş bir seyirci kitlesi potansiyeli taşıyan iki usta dansçımızın ayrıca ünlü bir yazar ve bir oyuncunun isimlerinin olduğu böyle bir gösteri neden bir dans tiyatrosu koregrafıyla çalışılmadı? Dekoruyla, kostümüyle, yönetmeniyle ve aynı zamanda koreografisiyle neden daha detaylı bir çalışma yapılmadı? Türkiye'de dans tiyatrosunun geçmişi bir elin parmakları kadar bile değildir. Aynı zamanda bu sanatın iyi örneklerini bulmak*da bir hayli zor. Ülkemizde uluslararası bazı etkinliklerde ya da festivallerde dans tiyatrosu örnekleri görebiliyoruz. O yüzden hele hele sponsoru olan yani destek almış bir çalışmada; kanımca çok daha dikkatli ve hassas olunması gerektiğine inanıyorum. Yalnızca ismin yani paketin sattığı gösterilerin örneklerini Türk tiyatrosunda çok görüyoruz. Bu yaranın dans sanatında da ortaya çıkmaması için çok dikkat edilmesi gerekiyor. Aynı zamanda da sanata destek veren ve sanat dünyamızda bazı yenileklere öncülük eden sponsor kuruluşların belki de bundan sonra yapılan işin sonuçlarını değerlendirerek daha dikkatli "sanatsal" seçimlerde bulunmaları ve isim yerine işe yandaşlık etmeleri gerekmekte© cy a pe ELEŞTRİ II DOĞRUYU YALNIZCA ACI Ç E K E N L E R SÖYLER Özlem Hemiş Öztürk Bireylerin ve ulusların geçmişle hesaplaşmaları acılı bir süreçtir. Geçmişi süslemek ya da hiç yaşanmamışcasına unutmaya çalışmak varken gerçeklerle yüzleşmeye ne gerek var? Ulus olarak bizler hep böyle yapmadık mı? Geçmişimizi 'şanlı zaferlerle' anmak, tutarsız politikalardan kaynaklanan kayıpları ise 'kötü niyetli' 'çıkar sahibi ülkeler'e yüklemek 'resmi tarihimizin' genel tavrıdır. İçinde yaşadığımız çağda görgü tanığı olduğumuz pek çok skandal, yolsuzluklar bizden sonraki kuşaklara daha farklı aktaramayacaktır. Hatta tarih kitaplarında ne Susurluk'tan, ne 'dünya lideri'ne a kayıtsız şartsız teslimiyetimizden, ne de insan hakları ve Güneydoğu sorunundan bahsedilmeyecektir. pe cy Alman ulusu II. Dünya S a v a ş ı sırasında büyük bir sınavdan geçti ve o günlerle hesaplaşma gündemden kolaylıkla inmiyor. Ulusun hesaplaşması bireye, 'kurban' ve 'kurban eden'e değin bir çok açıdan ele alınıyor. Geçmişle hesaplaşmadaki özeleştirel tutum bugünü aydınlatan, benzer aymazlıklara karşı gelecek nesilleri uyanık tutan bir uyaran niteliği taşıyor. Bu hesaplaşmayı sürekli gündemde tutan sanatçılardan biri George Tabori. II. Dünya Savaşı'nı bir musevi, bir gazeteci, bir gizli servis üyesi olarak farklı yönlerden yaşayan ve Brecht'le Amerika sürgünü sırasında tanışıp onun etkisiyle tiyatroya yönelen sanatçı hesaplaşmasını gerek yönetmen gerekse yazar olarak sürdürüyor. Kendi deyimiyle Musevilerin geleneğinden olan, en acı verici şeyleri bile komik ve tuhaf yanını bulgulayarak bakmak 1) yapıtlarında kara güldürüyü doğuruyor. Tabori'nin yapıtlarını biçimlendiren anlayışa göre "...gülmece bir bakıma bir can kurtaran simidi, gerçekten kaçış değil, gerçeğin ta kendisidir."2 Gerçek nedir? Yalan olmayan, doğru olan şey. Doğru nedir? Gerçek, yalan olmayan. Yalan nedir? Aldatmak amacıyla bilerek ve gerçeğe aykırı olarak söylenen söz. Gerçek olmayan, asılsız, uydurma. Ya da "Bir Casusa Ağıf'ın oyun kişisi Murdoch'un tanımıyla "gerçeğin tersi"... 42 Doğru ve yalanın, gerçekle düşgücünün birbirine geçtiği, ihanet edenle ihanet edilenin birbirine karıştığı hatta tüm bu kavramların sahne üzerinde birer birer önemini yitirdiği bir oyun "Bir C a s u s a Ağıt". Metnin başında yazarın Shakespeare'den alıntıladığı "Doğruyu yalnızca acı çekenler söyler" sözcüğü finale kadar bir bulmacanın anahtar cümlesini oluşturur. Yazar tasarısını İngiliz Gizli Servisi'nin üç ajanının bir yeraltı garajında ajanlara özgü ritüelleri gerçekleştirerek biraraya gelmeleriyle, bir parodi havasında başlatır. Ancak gerçek ve yalanın içiçeliği, ortada bulunan somut ihanetin kaynağının belirsizliği ve kurban durumundaki Margaret'in bile hiç de suçsuz olmadığı bir dünyada kara güldürü gittikçe can acıtıcı bir ağıta dönüşür. Yahudi ajan Zucker, İngiliz yüksek rütbeli subay Murdoch ve ajan Margaret arasındaki ilişki metinde Faust, Mefisto ve Margaret ilişkisine yer yer göndermelerde bulunur. Zucker'in kendini göreve kaptırması, kilise diliyle kodlandırılmış ajanlık faaliyetlerinde ajan Tanrı ve ajan Şeytan'ın arasında bir dava konusu olması, Murdoch'un insanlıktan uzak tavırlarıyla Zucker'i yönlendirmesi, onunla bir kedifare oyunu oynaması, Margaret'in dilini yitirmesine neden olan ihanetin kim tarafından gerçekleştirildiğinin bilinememesi; zaman zaman bizi Goethe'nin "Fausf'una götüren göndermeler. Oyunun sonunda tüm kavramların yok oluşunu izlerken bir yandan da şeytanla insanın birbirine kaynaşmasını görürüz. İstanbul Devlet Tiyatrosu Aziz Nesin Sahnesi'nde görme olanağı bulduğumuz "Bir C a s u s a Ağıt" özellikle "Faust" göndermelerinin altını çizerek ya da kilise diliyle kodlandırılan ajanlık faaliyetlerinden yola çıkarak uzamı bir kilise atmosferine taşıyor. Perde açıldığında Murdoch büyük şamdanlarla aydınlatılmış bir kiliseye, bir sis perdesi içinden girer. Etkiliyici bir a dinlemeyen Murdoch'un sözde sağır, 'gerçekleri göremeyen Zucker'in kör olduğu son bölümde, oyun boyunca step dansıyla girilen 'düello' tekerlekli sandalyelerin dansına dönüşür. "İnandırıcı bir yalan" anlatırken ölen Zucker, yaşamı boyunca hep Murdoch'a kaptırdığı sevgilisi Margaret'i artık kendi yanına çekmiştir. cy müzik... Murdoch/Mefisto yürüdükçe şamdanlar yana çekilerek ona yol vermektedir. Ardından da işini çok ciddiye alan Zucker gelir. Şamdanların "500 yıldır acı çeken" Zucker'le bir ilişkisi yoktur. Onlar belki de ateşin efendisi 'şeytan'dan çekinmektedir. Zucker hâlâ eski günlerdeki gibi casusane tavırlar içerisindedir. Buluşmayı o istemiştir. Fonda İsa'nın çarmıha gerilmiş bir heykelinin de bulunduğu kilisede buluşmak Murdoch'un pek hoşuna gitmemiştir. pe Tabori oyuncu yaratıcılığına büyük önem veren bir tiyatro adamı. Oyun taslaktır düşüncesinden yola çıkarak oyunun düşünsel taslağını metinden çok, oyunculuğa dayandırıyor. Oyuncudan beklentisi oyuncuların eski alışkanlıklarından kurtularak sanata farklı bir açıdan yaklaşması, oyuncunun benliğini oyuna katarak özelin genele dönüştürülmesi.!3) Insanlığıyla, yahudiliğiyle, geçmişi ve belirlemeye çalıştığı geleceğiyle hesaplaşan Zucker'de Civan Canova etkileyici bir oyun çıkarıyor. Adım adım (step dansıyla) Zucker'in Murdoch'a yaklaşmasını, Murdoch'un geri çekilmesini, devreye Margaret girdiğinde oyunun donmasını, terapi bölümünde mizahın doruğa çıkmasını ve ardından Zucker'in çöküşünü izleriz. Metinde grotesk olan, kara güldürüyü getiren noktalar daha çok kabareye dönüşür. Cinsellik ve iktidar sorunu ön plânla taşınır. Metinde Bombay'dan İstanbul'a Kahire'den Avrupa'nın herhangi bir noktasına gidip gelen renkli Bond yaşantısının içler acısı yönleri ortaya çıkar. Yorumda da bu renkli yaşantının herkese özgü değil yalnızca 'iktidar'da olmayı bilenlere nasip olduğunun altı çizilir. Gerçekle yalan o kadar iç içedir ki yönetmen gerçek olduğunu saptadığı bölümleri, kilisenin günah çıkarma kabinlerinde söyletmeyi tercih ederek izleyiciye yol gösterir. Metindeki arabanın yerini bir tabut alır. Bu tabut bir terapi masası ya da Margaret ile Zucker'in 'seviştiği' yer olur. Karşısındakini Cüneyt Çalışkur'un yorumunda özellikle Murdoch'un soğuk bir İngiliz ajanından çok Mefisto yönü üzerinde durduğu görülüyor. Nihat İleri bu yönde beklenen oyunu özellikle Terapi bölümünde çıkarıyor. Ancak Zucker ve Murdoch'un tekerlikli sandalyelerle adeta ölüm dansı yaptıkları bölümde ikisi arasındaki farkın ortadan kalkmaya başlaması ve 'ağıtın' belirmesi için 'şeytan'ın sahnede fazla yer kapladığını söylenebilir. Metinde, Margaret "Fausf'a en yakın noktada ele alınan oyun kişisidir. Nahif bir yönü vardır. İhanete uğramış ve kullanılmıştır. "Fausf'taki tanrı inancının yerini solculuk, feminizm gibi çeşitli 'izm'ler almıştır. Yorumda ise daha çok iki ajan arasında 'meta'ya indirgenmiş ve onun yaşadığı değişim salt kostümle ve Amerikan filmlerindeki Rus ajanı kadınlar gibi, karikatürize edilerek ele alınmış. Sahne üzerinde sürekli olarak cinsel kullanıma araç olan Margaret olduğundan daha zor bir rol haline getirilmiş. Alışılagelen oyunculuğa olanak tanımayan bu yorumda Sema Çeyrekbaşoğlu da zorlanmış görünüyor. Margaret'in ele alınırken 'meta'ya indirilerek onun saflığı ve idealizmi yalnızca metindeki "beyaz bir gül gibi" tanımlaması ile sınırlı kalınca finalde beklenen etki yarıtılamıyor. Margaret'in sözleri ve seçimi önemini yitiriyor. Dolayısıyla oyun Zucker öldüğünde bitiyor. Her yeni okuma, her yeni yorum o metinden yola çıkan yeni bir düşüncedir, gösterilenin alımlayanla kurduğu ilişki gerçek bir hesaplaşmadan sonra başarıya ulaşabilir. Burada da, genelde Cüneyt Çalışkur'un yorumu, oyunculuklar, sahne tasarımı ve müzikte gösterilen özen bu titiz hesaplaşmanın bir uzantısı olarak Tabori'nin metnini izleyicisiyle buluşturuyor. 1) Ipşiroğlu, Zehra, Bitmeyen Hesaplaşma: George Tabori'nin Tiyatrosu, Tiyatroda Yeni Arayışlar, Düzlem Yayınlan, 1992, İstanbul. 2) Kalkan, Hasibe, Geçmişle Hesaplaşmak, 7. Uluslararası İst. Tiyatro Festivali Kitapçığı, 1995, 43 ELEŞTİRİ Nihal Kuyumcu BÜSKÜVİ ADAM İBŞT bu yıl bir çeviri oyunla çocukların karşısına çıkıyor. David VVood'un bir oyunu. "Bisküvi Adam". a Oyunu Esin Eden çevirmiş, Aliye Uzunatağan yönetmiş. pe cy "Bisküvi Adam" paylaşma, yardımlaşma, dostluk gibi konuları işliyor. Oyun bir evin mutfağında, tezgâh üstündeki rafta geçiyor. Tuz Bey, Biber Hanım, Guguklu Saat, Poşet Çay Hanım, bir fare oyunumuzun kahramanları ve elbette Bisküvi Adam. Guguklu Saat'in sesi kısılır. Kendi deyimiyle boğazına bir kurbağa oturmuştur. Gerektiği gibi saat başlarında ses çıkaramamaktadır. Zavallı, bir yandan görevini yerine getirememenin sıkıntısını yaşarken, diğer yandan da çöpe atılma tehlikesiyle karşı karşıya. Eğer sesi düzelmezse evde oturanlar onu artık işe yaramadığı gerekçesiyle çöpe atacaklar. Bunun üzerine Tuz Bey, Biber Hanım ve Bisküvi Adam ona yardım etmek, onu çöpe atılmaktan kurtarmak için çare aramaya başlarlar. Çare üst raftaki bal kavanozundadır. Ama bir sorun var. O da üst rafta tek başına demliğinde yaşayan kimseyle görüşmeyen, hiçbir şeyini paylaşmayan, aksi Poşet Çay Hanım. Bisküvi Adam uzunca bir savaşımdan sonra balı elde eder ama bu arada başka sorunlar çıkar. Bir Fare dadanır mutfağa. Onu birlik olarak mutfaktan kovalar, Guguk Bey, Poşet Hanımın da yardımıyla iyileşir. Mutfakta yeni dostluklar kurulur. Konusu ve ilginç dekoruyla hoş bir oyun gibi görünse de, şeytan ayrıntıda gizlidir 44 diyerek önce metne dalıyoruz. Şehir Tiyatrosu'ndan alınan metinde hedeflediği yaş grubuyla ilgili herhangi bir bilgi yer almamakla birlikte yönetmen, oyunun 5 ile 13 yaş arasındaki çocuklara seslendiğini söyledi. Şimdi bu iki yaş grubunun özelliklerine bir bakalım. "7 yaşlarına kadar düşüncenin mantık dışı olduğu çocuk, anlık görünür koşullara son derece bağımlıdır. Zihinsel planlama olanaklı da olsa, bilgi, sistemli biçimde işlemez. Belirli zamanda bir durumun yalnızca bir yönünü ele alma yeteneğine sahiptir."1 Bu nedenle oyunların daha az karmaşık olması, tam bir iletinin, görselliğin ön plana çıkarılarak sunulması önemlidir. Sözden çok hareketin olması, kısa basit diyaloglar, çok kısa olan dikkat sürelerine karşın, çocukların oyunu anlamalarına, ilgiyle takip etmelerine yardımcı olur. "12 yaşlara kadar bilgiyi sistemli mantıklı biçimde işleyebilirler ama bunu yanlızca bilgi somut olarak verildiği zaman yapabilirler. Soyut bilgiler verildiğinde yetersiz kalırlar. Bu çağdaki çocuklar somut bir dönüşümü zihinsel olarak tersine çevirebilirler ve belirli bir zamanda durumun birçok yönünü ele alabilirler."2 Açıklamalardan da anlaşılacağı gibi bu iki grubu aynı oyunda hedef almak yerine ancak alt sınır hedef alındığında oyun amacına ulaşabilir. Çünkü "yetişkinlerin ve çocukların aynı anda a cy olduğunu eklemem gerekiyor, ancak; arkada da olsa bir bölümünü sahnede göreceğimiz rafın yer aldığı dolabın tamamının resmi, çocukların hepsinin anlayabileceği biçimde daha açık ve belirgin olması gerekirdi. pe hoşlandığı, ilgisini çeken oyun iyi bir çocuk oyunudur." 3 Küçüklerin algılama biçimleri ve kapasiteleri, fiziksel yetkinliklerin bir yere kadar algılamalarına izin verdiği için eğer göz önüne alınmazlarsa bir süre sonra sahneden kopacaklar, olanları kavrayamayacak, verilmek istenenleri anlayamayacaklardır. Bu nedenle çocuk oyunlarında altı yaş grubu sınırının belirlenmesi önemlidir. Oyunda 5 yaşındakiler düşünülerek neler yapılmış? Diyaloglar mı azaltılmış? Olay örgüsünde mi sadeleştirmeye gidilmiş? Sahne salon ilişkisi mi ön plana çıkarılmış? Hiçbiri. Oyun metnine, bir iki diyalogun çıkarılması dışında, sadık kalındığını görüyoruz. Perde açılıyor ve karşımıza üzerinde "bazı yuvarlak ve kare şekillerin" olduğu beyaz ikinci bir perde çıkıyor. Bu tarifi oyun arasında çevremde oturan çocuklardan aldım. Hiçbirisi ortadaki renkli mutfak rafının tamamının resmi olan bölümü fark etmemişti. (Hatta grubun başındaki öğretmen de renkli bölümün dolabın resmi olduğunu anlamamıştı.) Yerimin biraz arkada Perde tamamen açıldığında kocaman bir raf ile karşılaşıyoruz. Dev boyutlarda kavanozların ve şirin bir demliğin yer aldığı büyütülmüş bir mutfak rafı. Oyunumuz baştan sona burada geçiyor. Kahramanlarımızdan Tuz Bey, içinde taşıdığı tuz nedeniyle bir gün denizlere yelken açma hayaliyle yaşayan, bulunduğu yeri bir gemi gibi gören, ama yine de ayakları yere basan temkinli bir tip. Biber Hanım heyecan arayan, içinde bulunduğu monotonluğun farkında olan birisi. Bisküvi Adam hareketli canlı, yardımsever, yardım etmek için her şeyi göze alan. Guguk Bey ise kibar, çalışkan bir isviçreli, Poşet Çay Hanım kendini demliğe kapatmış, kimseye yaklaşmayan, kimsenin kendisini sevmediğini düşünen, bundan dolayı da biraz aksi bir kadın... Sahi bir de bıçkın faremiz "Micky Rambo" var. Aslında pek de cesur olmayan ama öyle görünmek isteyen "Amerikan gangsteri" kötü adam görünümündeki bir fare. Oyundaki tipleri karşıtlıklarla düşündüğümüzde bir yanda iyi Tuz Bey, Biber Hanım, Guguk Bey, Bisküvi Adam, diğer yanda ise (sadece başlangıçta da olsa) Poşet Çay Hanım ve Fare. Ev sahipleri ise (Büyükler) hepsinin üstünde bir baskı unsuru olarak yer alıyor. Poşet Çay Hanım'ın oyunun sonuna doğru aslında hiç de kötü olmadığını, aralarında bir iletişim sorunu olduğunu anlıyoruz. Ancak bunun anlaşılması için ortak düşmanın ortaya çıkması gerekiyor. Ortak düşman (yani fare) ortaya çıkıncaya kadar aşağıdakiler için hiçbir şey yapmayan, Guguk Bey'in hastalığına seyirci kalan, hatta memnun bile olan Poşet Çay Hanım, ortaya çıkan fareyle birlikte zorunlu olarak alt rafa iniyor ve Guguk Bey'e yardım ediyor. Bu durumda Poşet Çay Hanım yine bencilliğini ortaya koymuyor mu? Yani, onu diğerlerine yaklaştıran, Bisküvi Adam'ın ısrarcı girişimiyle doğan iletişim, 45 Bütün bu sözler otoriter yönetimlerin gizli uyarılarını barındırıp, pekiştirmiyor mu? Onları desteklemiyor mu? Bazı şeyler açıkça dile getirilir, bazı şeyler de farkına vardırmadan üstü kapalı olarak verilir. Ancak, hiç kimsenin üstü kapalı olarak da olsa bilinçli olarak çocuklara bu düşünceleri empoze etmek isteyeceğine inanmıyorum. En azından inanmak istemiyorum. Sorun olarak değerlendirilen bir başka sahne de Poşet Çay Hanım'ın Bisküvi Adam'ın falına bakması. Bu sahnenin iki nedeni olabilir; biri, Bisküvi Adam'ı oyalamak, üst rafta biraz daha kalmasını sağlamak, diğeri gerçekten çay falından söz etmek. Eğer oyalamak için olsaydı söylenenler gerçekleşmesi güç, hatta olanaksız şeyler olurdu. Söylediklerinin birer birer çıkması hatta oyunun sonunda falda çıkanların bir kez daha dile getirilmesi, vurgulanması çay falının ciddi bir yanının olduğu gibi bir şey düşündürüyor. Bu haliyle David VVood'un yaşadığı toplumda sorun olmayabilir, ama medyumların, falcıların televizyonlarda, gazetelerde boy gösterdiği, insanları sömürdüğü ve medyanın buna alet olduğu günümüzde bu sahneler biraz daha kuşkuyla karşılanmalıydı. pe cy Bunun yanı sıra oyundaki tipler arasında genel olarak egemen iki korku var. Biri çöpe atılmak, diğeri yenmek. Bisküvi Adam'ın varlık nedeni yenmek. Oysa yenmeyi kendisi için büyük bir tehdit olarak görüyor. Bisküvi Adam'ın yenmeyi bir tehdit olarak görmesi, Poşet Çay Hanım'ın da diğer poşetlerin çok önceden kullanılmasına karşın kendisinin kullanılmadığından yakınması çelişmiyor mu? Guguklu Saat'in bozulduğu zaman çöpe atılması doğaldır ama pişirilen bir bisküvinin yenmemesi, dolabın bir kenarına bırakılması doğal değil. Nitekim soru sorduğumuz birkaç çocuk Bisküvi Adam'ın rafın bir kenarında durduktan sonra çöpe atılacağını söylediler. (Aslında oyun hakkında en doğru şeyleri çocuklar görüyorlar galiba) yaramadıkları zaman" mı bir şeyleri çöpe atıyorlar? a geç farkına varılan dostluk anlayışı yerine, bir düşmana karşı kendini savunma ihtiyacı. Fare üst rafa çıkmasaydı, çıkamasaydı Poşet Çay Hanım olanlara belki de yine seyirci kalacaktı. Çünkü daha önce Bisküvi Adam'ın yalvarmalarına karşı koydu, onu yanında istedi ama, Guguk Bey'in onu sesiyle rahatsız ettiği gerekçesiyle balını paylaşmayı reddetti. Oyunun bir yerinde Biber Hanım'ın üstüne basa basa şunları söylediğine tanık oluyoruz. "Bisküvi Adam aramıza hoş geldin, yıllardır bu kadar heyecanlı anlar yaşamamıştık, ama biz büfe halkı olarak kendi iyiliğimiz için hiçbir zaman büyüklerimizle çatışmamalıyız (...) Çok acımasız olabilir onlar." der. Öncelikle "Büyüklerimiz" sözcüğüne takılıyoruz. Ana metinde ne şekilde yer alıyor bilemiyoruz ama, büyüklerimiz Türkçe'de genellikle devlet büyüklerinden, yöneticilerinden söz ederken kullanılır ve Biber Hanım'ın bu sözleri geçmişten bugüne toplulumumuzda var olan, her fırsatta dile getirilen "kendi iyiliğimiz için ses çıkarmamalıyız" düşüncesini hatırlattı. Bu doğru mu? Bizler kendi iyiliğimiz için hiçbir zaman büyüklerimizle çatışmamalı mıyız? Bugüne kadar yaşadıklarımızda sadece kendi iyiliğimizi istememizin rolü yok mu? Sırasında çatışmak gerekmez mi? Öte yandan Biber Hanım da "İstemedikleri bir şey oldu mu, büyüklerimiz onu çöpe atarlar, sonra da atılanlardan bir daha haber alınmaz." der. Gerçekten orada söz ettiği büyükler "istemedikleri bir şey olduğu zaman" mı, yoksa "işe 46 Fare oyunun bir yerinde "sizi pis kokmuş fareler sizi!" diye diğerlerine kızar. Bu sözcükler insanların kullandığı, fareleri genel anlamda aşağılama içeren sözcükler. Bir farenin başkalarına kızgınlık ifadesi olarak bu sözleri kullanması biraz garip değil mi? Oyunun akışı içinde fareye karşı seyirciler de katılarak bir tuzak kurulur. Tuzak için gereken yiyecek, hayali bir bonbon şekeri de olabilecekken nedense tiyatro salonuna yiyecekle girilmemesi gerektiği göz ardı edilerek seyircilerden gerçek yiyecek istenir... (İzlediğimiz oyun sırasında seyircilerden gelen "bisküvi" sıkıntı yaratarak, oyuncuların "ismini söyleyemeyeceğimiz şey" ya da benzeri bir şeyler söylemelerine neden oldu.) Hayali olarak çocuklardan bonbon şekeri istenmesi daha kolay, daha doğru bir yaklaşım olurdu. Öte yandan farenin tuzağa düşürülmesi sırasında bütün salona yalan söyletiliyor. Fare "bu bir tuzak değil, değil mi?" gibi sorular soruyor ve bütün salon hep bir ağızdan "değil" diye cevap veriyor, yalan söylüyorlar. Bu sahnelerdeki soru cevapların yerine, keşke çocuklar fareyi sadece sesleriyle yönlendirselerdi. Bütün salon hep bir ağızdan yalan söylemek durumuyla karşı karşıya bırakılmasaydı. Oyunun sahnelenmesine gelince oyuncuların canlı, hareketli oyunculuklarıyla tüm salona ulaşma çabaları açıkça görülüyor. Eller üstünde yürüme, çember atma gibi becerilerini sergilemeleri çocukların çok hoşuna gitti. Arka sıralardaki övgü dolu seslerin yükselmesine neden oldu. Guguk Bey'in oyunun başında guguk sesinde çok zorlanıp, sesi çatallaşarak çıkarken şarkısına başlamasıyla birden sesinin açılması, hatta "iyi ki sesi kısık, ya bir de olmasaydı" dedirtmesi, şarkısını normal sesle söylerken sadece gırtlağındaki kurbağadan söz ederken zorlanması bir çelişki değil mi? Müzikli danslı kısımlarda play-back yerine bir enstrüman kullanılması daha sıcak bir ortam oluşturabilirdi. Yapılan ilginç dekorda farklı boyutlarda bir dünya yaratılmış. Kocaman kavanozlar, kocaman demlik, tabaklar ve fincanlar. Hatta bu farklı boyutlar bir köşede duran mektup zarfı ve mutfak havlusu ile daha da iyi vurgulanmış. Ancak arkadaki pencerede sabah olduğunda da ay ve yıldızların gitmemesi gözden kaçan bir ayrıntı olmalı. Son olarak İBŞT'nin bir çeviri oyunla çocukların karşısına çıkmasını yerli oyun kıtlığı çekilen günümüzde olumlu bir yaklaşım olarak değerlendiriyoruz. Gönül isterdi ki oyun seçilirken kendi içinde, günümüz toplumunun özellikleri göz önüne alınarak değerlendirilsin, aksayan yanlar ayıklansın ona göre çocukların karşısına çıkarılsın© 1. "Çocuk ve Ergen Gelişimi" M. Gander, H. Gardiner, yayıma hazırlayan Prof. Dr. Bekir Coşkun, İmge Kitabevi, 2. baskı, 1995, say. 317 2. A.g.e. say. 317 3. "Theatre for Young" Alan England, 1990, s.8 Düzeltme ve özür: Nihal Kuyumcu'nun Ocak-Şubat 1998 sayısında yayımlanan "Ah Karagöz! Neden Fuayede Değil de Salondasın" başlıklı yazısında iki dizgi hatası vardır, doğrularını iletir, yazardan ve okurlardan özür dileriz. "Bu şekildeki sergilemenin unutulma sürecini hızlandıracağına inanmıyorum" Doğrusu inanıyorum. "Fuayede 150 çocuğun hepsi ilgiyle izlerken salonda belki 500 çocuk ilgiyle izliyor, sonuç olarak aynı yere varılıyor." Doğrusu, "Fuayede 150 çocuğun hepsi ilgiyle izlerken salonda da 500 çocuğun ancak 150'si ilgiyle izliyor, sonuç olarak aynı yere varılıyor." AMATÖR TİYATROLAR BİLDİRİSİ Yılmaz Onay AMATÖR TİYATROLAR ÇEVRESİ İÇİN 27 MART DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ BİLDİRİSİ Sevgili Dostlar, Sizler için 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü bildirisini yazmamın istendiği bu yıl, güzel bir rastlantıyla aynı zamanda Brecht'in doğumunun da yüzüncü yılı. izin verirseniz size onunla birlikte seslenmek istiyorum: "Sanatçı, yalnızca topluma karşı sorumluluk taşımakla kalmaz, toplumu da sorumluluğa çeker". Brecht, Amerika sürgününde "Çalışma Günlüğü"ne bu notu düşerken İkinci Dünya Savaşı'nın en korkunç günleriydi ve İngiltere, Hitler ordularına karşı "İkinci cepheyi" açmamakta hâlâ direniyordu. Altı ay sonra günlüğüne "ve halklar kan ağlıyor", "İngiltere'nin hâlâ savaşmaması yüzünden", notlarını düşerken Brecht'in sürgünde olduğu aynı ABD, kırk altı yıl sonra şimdi o İngiltere ile en yakın ittifak halinde küçücük Irak'a saldırma kararını "Yeni Dünya Düzeni" adına pervasızca alabilmekte. Üstelik Başkanın seks skandallarıyla sarsılan kendi popülaritesinin yeniden yükselmesi için, deniyor. Açık açık! Asıl başka insanların hayatıyla oynanan böyle bir "skandal"a karşı insanlığın ayağa kalkması beklenmeli değil mi? Oysa göz göre göre oynanan böylesine akıl almaz "demokrasi" ve "insan hakları" oyununu dünya, kılı kıpırdamadan izleyebiliyor, televizyon karşısında atari oynar gibi. Çünkü üstüne bombalar yağdırılacak Irak halkı herhalde "insan" değil onlara göre, çünkü dünyada tek diktatör "Saddam", hatta Hitler'e benzertilircesine. Öbür yanda binlerce insanın hayatına mal olan faşist Mobutu diktatörlüğünü yıllarca destekleyenlerden kimse hesap sormuyor, din maskeli faşist petrol diktatörleri hâlâ desteklenmekte. Ama savaşmayı öğrenmek istemeyecek kadar şaşırtıcı derecede gerçek barışçı Azerbeycan halkının barışa kavuşması için hâlâ bir dünya desteği yok. Ve "sanat", modernlik bahanesiyle anlaşılmazlık gevezeliği içinde oyalanarak susuyor. cy ARKADAŞLAR a Brecht'in notuyla doğrudan karşıtlık örneği olan bu insanlık dışı "savaş oyunu", daha ben bu bildiriyi kaleme alırken her gün hızla gelişmekte. 27 Mart günü nereye varır bilemem. Kaldı ki, hem dünyada hem kendi ülkemizde daha nice uygarlık ve insanlık "dram"ları oynanmakta. Ve "sanat", hem burada hem orada hâlâ sorumsuzca kendini ve kendi gibilerini oyalamakla yetiniyor. pe Sizlere, tiyatro sanatının "büyülü yüceliği" gibi sözlerle dolu bir bildiri sunamadığım için üzülmem mi gerek bilmiyorum. Aslında işin o yanlarının gerçeği üstüne her şey zaten sizin de bilginizde. Ve inanıyorum ki siz de asıl sanatın toplumdan sürgün edilmesi sorununu sizlerle paylaşmamı istersiniz. Mesele elbette yalnızca dünyayı eleştirerek avunmak değil. Ama ülkemizdeki sorunlarla siz zaten dünyada kimsenin hesap soramayacağı ağırlıkta boğuşmaktasınız ve bedelini de çok ağır ödüyorsunuz. Ama sanatın ve sanatçının, düz bildirim olarak değil, "toplumu da sorumuluğa çekici" sanatsal etki olarak, "sorumluluğu taşıyan" eser gücüyle yapması gereken ne? Elbette modern olmak zorunluluğu var. Ama sanat için, gerek ülkemizin yaşadığı sorunlara ve gerekse "yeni dünya düzeni"nin gelecek yüzyıla da damgasını vurmaya hazırlanan evrensel ikiyüzlülüğüne karşı en zengin içerik, biçim ve işlev olanaklarını seferber ederek hümanist bir mücadeleye girmekten daha modern ne olabilir? Bu kolay değil kuşkusuz. Çünkü bunu başarmak için, gerçekten sanatçı olmak ve sanatsal gücüne, zekâsına, yetkinliğine güvenini yitirmemiş olmak, sürekli değişen koşullara göre sürekli değişen, çok yönlü "modern"i gerçekten sorumlulukla arayabilme yürekliliği gerekiyor. Modernlik adına günümüzde bunun tam tersi yaşanmakta: Sanatçı topluma karşı hiçbir sorumluluk taşımaz, hele toplumu sorumluluğa çekmek hiç de sanatın işlevi olamaz, çünkü sanat ve sanatçı "özgürdür", deniyor neredeyse. Dünyadaki ve ülkemizdeki pek çok ağdalı ve dolambaçlı laf yığınının tercümesi budur ve "özgürlük" savının tam tersine böylece sanat, politik "ikiyüzlülük"e düpedüz entegre olmaktadır. Yine Brecht'in notlarıyla sesleneyim size: "Edebiyatın, uygulamada her şeyi belirleyen olayların merkezinden nasıl da uzağa düştüğü, ilginç bir durum doğrusu", "Hiçlikten bir şeyler çıkarmaya çalışmak kadar sanata yabancı bir iş olamaz"... Bu notların üstünden yarım yüzyıl geçti. Ama sanat, "bunalma"nın ötesine geçemediği gibi, asıl önemlisi, hep aynı yolda kendini yinelemekle ihtiyarladığından, o akımların genç dönemindeki güzellikleri de yitirdi ve bunun adı artık "sanatın kendi bunalımı" oldu. Peki bütün bunlara karşı biz mi mücadele edeceğiz, diyeceksiniz belki. Evet. Kimse kalmadıysa elbette siz. Ama kuşkusuz dünyada ve ülkemizde aynı çaba içinde olanlarla, profesyonellerle, kuramcılarla, gereken herkesle işbirliği yaparak. Bu anlamda açıktır ki, "amatör'lük de, romantize edilecek bir "heveslilik" değil, tam tersine tiyatronun bağımsızlığı adına daha da zor olanı "iş edinme"dir. Üstelik bilin ki, sanatınızın ustalığı, kalitesi, modern niteliği, yetkinliği, toplumu ve sanat dünyasını etkileyecek düzeye yaklaştıkça, önünüze çıkacak engeller daha bile artacaktır. Burada sözü yine Brecht'e bırakarak sizleri selamlıyorum: "Bu yıllarda insan bir çalışmayı bitirdiğinde, doğal olmayan bir değerlendirilmezliğin o yok edici suskunluğu ortaya çıkıyor ki, bunu aşmak şart oluyor... Kimse uğramadığı sürece yine de dayanılabilir bir şey, ama bir de uğrayıp havalara baktılar mı, işte o zaman felâket!" İnsanlığın ve toplumumuzun barış dolu günleri için ve o zaman gerçekten sanatla dolacak yaşam için, başarılar diliyorum O 47 ELEŞTİRİ "BENİM GİBİ DÜŞÜNDÜĞÜN ZAMAN MESELE YOK" MU? Dilek Öztekin Üç eski arkadaş; Marc, Yvan, Serge. Görünürde ayakları yere basan, iki kere ikiyi hep dörde eşitlemeye çalışan Marc'tır. Günden güne sanatsal beğeni düzeyi a yükselen, varlıklı, kültürlü sanatsever kimliği Serge'e aittir. Yvan ise; Delidolu, uzlaşmacı, hayatı seven bir çerçeveyle sunmuştur kendini. Bu üç adam, gün geliyor, cy değişen bir gerçekle çarpışıveriyorlar. Yıllar geçtikçe vardıkları noktaların; hangi sıklıkla, hangi koşullara bağlı kalarak ve dahası NİÇİN kesiştiğini sorgulamadıklarını bir anda fark ediyorlar. Anlaşılan, bu üçlü içinde Marc Yvan'ı çözebilmiş değil, Serge, Marc'ın gözündeki yansımasını, Yvan ise değişip duran bu ilişkiler yumağını. Bu kombinasyonlar çoğaltılabilir -selâmda da ustaca anımsatıldığı gibi-. pe Zaman zaman, soluk almadan koşuşturup yetiştirmeye çalıştığımız yaşantılarımız içinde karşılaşmıyor muyuz benzeri bir durumla? 'iyi ama, ben neyi atladım' dediğimiz olmuyor mu? İlişkilerimizde, varacağımız noktaya ihanet ediyor, yaşantılarımızın yüzeysel alanını büyüttükçe büyütüyor ama bir de bakıyoruz ki, 'Hay Allah, doğru ya yaşamın bir de derinliği vardı...' Oyunları, Moliere ödülü almış olan yazar Yasmine Reza'nın 'Sanat' adlı oyunu da bana bir mola verdirdi, 'iletişimsizliğin' neden-sonuçlarını; zaman zaman yaraya parmak basarak, zaman zaman da üzerine pudra sürüp tatlı tatlı kaşınmamıza izin vererek ortaya koyuyor Reza. Oyun, dağılmadan, dengeli bir yoğunlukla, bir 'durum'un sorgulanmasına tanık ediyor bizi. Kişilerin bu 'durum'u, olayların akışı içinde sorgulamaları da zaman zaman komiğe olanak veriyor. Bu hesapsızlık, içtenliği getiriyor, gerektiriyor ve hem Gencay Gürün'ün rejisinde hem de 48 oyunculuk anlayışında bunu bulabiliyorsunuz. Görünürdeki Marc, Yvan ve Serge'in, galiba atladıkları en önemli nokta 'kendilerine' dair... işte bu noktada oyunun en güçlü hareket alanlarından birini oluşturan kişilik çözümlemelerinde, Füsun Akatlı'nın büyük pay sahibi olduğunu görüyoruz. Akatlı, oyun kişileri hakkında şunları söylüyor: "Marc, gerçekten de göründüğü kadar haklı mıdır? Yoksa arkadaşlarının hayranlığıyla beslenen egosunu derinden yaralayan tabloda, aslında onun kompleksleri, iç fırtınaları mı yansımaktadır? Varlıklı, kültürlü, seviyeli bir sanatsever olan Serge, acaba satın aldığı pahalı tablodan çok, pek önem verdiği çağdaş entelektüel imajına mı ödemiştir o fiyatı? Ya Yvan? iddiasız, uçuk, çevresine neşe saçan, delidolu Yvan? Onun yumuşak, hassas ve biraz ezik kişiliğinin altında acaba sağduyulu, barışçı ve iç dünyası sanıldığından karmaşık bir başka Yvan mı vardır?" Akatlı'nı yönetmen yardımcılığını üstlendiği oyunu sahneye koyan, Gencay Gürün. Gürün, sade, kaliteli, oyunculuğa dayalı bir yorum getirmiş. Gürün'ün yorumunun bir başka özelliği ise, kısa sahnelerin sayıca fazla ve art arda olduğu bu oyunu, durağanlık tuzağını aşarak dinamik, temposu yüksek bir oyuna dönüştürmesi. Gürün'ün rejisinin oyunculuğa dayalı olduğunu belirttik, karşımızda da 'oyunculuk' denince durulacak üç ad zaman mesele yok... ' 'Hem, insanlar, Nilgün Gürkan'ın kostüm seçimlerinin, oyun kişilerine ait psikolojik, sosyolojik ve ekonomik özellikleri incelikle belirttiğini değinerek, son sözümüzü söyleyelim: Sanıyorum sorun; 'be n'in ve 'sen'în ve Marc 'in tüyleri ürperten iki cümlesi var aklımda: 'Benim gibi düşündüğün kişileri üzerinden izleyiciye yansıtıveren cy a sürekli, kendini yeniden doğuran bir oyunculuk anlayışı ile bir buçuk saatlik bir lezzet sunuyorlar. pe Ar: Marc'ti Cihan Ünal, Yvan'da Cüneyt Türel ve Serge'de Can Gürzap. oyunun gerektirdiği doğallığı tam devamında s anan bu üç oyuncu, dinamik var yorumla başlatıp bitiriyorlar oyunu, sannede ge'eksiz hiçbir şey yer almıyor, oki oyund; enerjisiz, boş bir alan almadığı g bi. Bu da yönetmenin gördüğü ve oyuncuların yaşama geçirdiği 'bütünlük' adına önemli bir noktayı oluşturuyor. Üç usta 'gelişime açık olmanırj' eleştirildiği bir oyundan, kendilerine bağladığın ümitlerden başka nedir ki...' kim/ne olduğunu kavrayabilmek. Kişi kendini keşfettikten sonra, gelişimden de korkmaz elbet. 'Sanat', bu noktada kişiyi dürtükleyen, sorgu sürecine oyun nitelikle bir oyun İNCELEME Tijen Savaşkan Gedik Sahneye Koyma Yöntemleri ve Oyunlar FEMİNİST TİYATRO" bilinçlendirme ya da bilinç yükseltme, feminist (ya da materyalist feminist) bir retorik olarak kullanılabilir. Kadının, var olan erkek egemen temsil biçimine meydan okuyan bazı retorikler şunlar; cinsel rolleri tersine çevirme ya da gelenekst basmakalıp rolleri taşlama ve hiciv yoluyla sergilemek, tarihse figürleri rol modeli olarak sunmak ya da kadının doğrudan baskı altındaki durumunu gözler önüne sermek. Bunların cinsiyetle ilgili olanları toplumdaki yaygın toplumsal cins temelli geleneğe meydan okumak ve gözardı etmek, tarihle ilgili olan olumlu kadın imgeleri yaratmak için tarihe başvurm eğiliminden kaynaklanıyor. Sonuncusu ise söz edilen baskıyı eleştirel bir bakışla gösterebilmeyi hedefliyor. pe cy a Yeni Bir Estetiğe Doğru Feminist tiyatro kapsamına giren üretimlerin, çağdaş tiyatro ile ilgili literatür içinde ve antolojilerde çok az yer alması ve diğer yaygın üretimlerle farklı kategoriler içinde incelenmesi-örneğin özel ilgi alanlarındaki yazar ve grupların tiyatrosu gibi - hâlâ bu alandaki geleneksel akademik tavrın ve yaklaşımın yanlılığını sergiliyor. Diğer taraftan, bazıları bunun feminist tiyatro emekçilerinin kendi eğilimleriyle çelişmediği, çünkü zaten genel kabul gören akımları ve estetik kriterleri reddederek sanat ölçütlerini başka şeylerin belirlediği alternatif düzlemde algılanmak istediklerini savunuyor. Ancak, bu görüş literatürler içinde gerçekten 'önemli' ve 'söz edilmeye değer' üretimlerin bile yalnız metin düzleminde araştırılması ve yazınsal-dramatik olanın öne çıkması sonucu, performans içeriği, biçimi, sahneye konma potansiyeli analiz edilmediğinden erkek egemen eleştiri içinde yazılı metin düzleminde kısırlaştırılıyor. Bu anlamda belgelenme problemi ve kayıt dışı kalma, günümüzde de önemli bir sorun. Kadınların tiyatroda kendi yaşantısı ve deneyimini yansıtma ya da kendi alanını yaratma isteği belki tiyatro tarihi kadar eski. Bu nedenle, 70'lerden sonra ciddi bir kayıt tutma ve belgeleme çabası çok anlamlı. Çünkü erkek egemen kültür içindeki ayrımcı yaklaşımlar nedeniyle, geçmişteki kadın kültürleri ve üretimleri gibi bugünküler de kayıtsız ve belgesiz kalabilir. Feminist gruplar performansın okunmasına öncelikle, oyunun hangi bölgede, mekânda, nasıl bir seyirci karşısında - sınıf, cins, toplumsal konum vb- bilet ücreti politikası, hatta yalnız anneler için tiyatro içinde çocuk bakımı olanaklarının var olup olmadığı gibi ölçütlerle başlıyorlar. Bütün bu bağlamlarla birlikte hem performansı hem de metni birlikte kuramsallaştırmak istiyorlar. Bu yüzden kendilerine özgü yöntemleri ve çalışma prensipleri var. Feminist oyunlar genellikle kollektif bir yapı içinde feminist ya da sosyalist-feminist küçük gruplar tarafından, bazen de bunların bir oyun yazarıyla işbirliği sonucu üretiliyor. Bu gruplar içinde yaygın anlamıyla lider ya da yönetmen yok. Seyirciyi edilginleştiren ve oyunlarda belli normlara uymayı gerektiren bir retorikten de söz edilemez. Ancak 50 Feminist tiyatroların biçim anlayışında da bazı genel kriterlerden söz edilebilir. Kadının yaşamı ve deneyimlerini yansıtabilecek, parçalı, kesikli, sembolik olanı hem dil düzleminde hem de anlam düzleminde zorlayan, günümüze dek birikmiş tiyatral gelenekleri kendi amaçlan için dönüştürebilen ya da yeniden yapılandıran oldukça açık bir biçim anlayışı belirgin. Ayrıca, öyküleme ve kronolojik zamanı kıran bir yapı ve doğaçlamalara dayanan atölye çalışmalarından çıkan, kişisel deneyimlerin önem kazandığı ve referans olabildiği yeni buluşlar bu tiyatroların bazı biçimsel özelliklerini belirliyor. İletişim açısından ise grupların çalışma biçimi, öncelikle araştırma döneminde oyuncu bireylerin kendi feminist inançlarını sorgulayarak başlıyor. Oyun içinde feminist mesaj ortaya çıkıyor. Daha sonra seyirci ile işbirliği yoluyla bu mesaj sahnede gösterilirken, performansın kendisi, oyuncuları daha ileri düzeyde ikna ediyor. Ancak çoğu zaman oyunların sonu açık ya da yeni sorular üretebilecek biçimde esnek bırakılabiliyor ve boş alanlar yaratılıyor. Oyun sonrası ise hem seyirciler hem de oyuncular, tartışmalar sonucu feminist (ya d sosyalist-feminist) fikirleri değerlendirip ikna olabiliyorlar. Ancak, tiyatro sonrası toplumsal pratik de çok önemli. Seyirci ile hiyerarşik olmayan bir işbirliği ve iletişim, onu tiyatro dışında en azından düşünsel düzlemde eyleme geçirebilme mekanizmaları oluşturabiliyor. Çok kısaca, feminist tiyatro üretimlerinin aşamalarını bu anlamda değerlendirirsek, araştırma ve prova döneminin a pe cy Monstrou Regiment Grubu'nun ilk oyunu "Scum" (1976) Paris komününü çamaşırcı kadınların gözünden anlatan bir oyun. özellikle oyunculuk açısından profesyonel olmaktan çok politik niteliği, performansın, oyunun türü ne olursa olsun asla star merkezli olmayıp grup performansına dayanması ve seyirci merkezli olması gerekliliğinden sonra, oyun sonrası tartışmalarda, seçilen feminist konuma uygun biçimde, seyirci ilgisinin tiyatro dışına taşırılması önemli hedefler arasında. Feminizm bir strateji gibi düşünüldüğünde, değişim için bir proje olarak, her tür feminist dinamik yaklaşımın birlikte değerlendirilmesi gereği anlam kazanıyor. Bunun için tiyatro üretimlerinde beş önemli kriterden söz edilebilir. Bunlar; seyircinin rolünün önemi, çalışma pratiği ve tiyatro çalışanlarının bakışlarıyla uygulama aşamalarında gelişen kuramların önemi (bunlar genellikle küçük kadın grupları olabiliyor), yalnızca yerleşik, geleneksel yazın kuramları değil, Feminist tiyatroyu değerlendirebilecek yeni yolların geliştirilme zorunluluğu, feminist fikirlerin oluşturduğu tiyatral biçim ve yapıların değişken niteliğinin tanınması ve kabulü ve son olarak, feminist yaklaşım ve fikirlerin çeşitliliğinin önemi ve kabulü. Feminist Oyunlar Feminist oyunlar, yazının birinci bölümünde söz edilen kuramların ve konumların metin ve performans düzleminde üretilmiş uygulamaları olarak değerlendirilebilir. Ancak, genelde kuramların, yaşantı ve deneyimlerden çıktığı gerçeğinden hareketle bazı kadın yazarların ve grupların üretimleri de feminist tiyatro kriterlerini büyük ölçüde yakalayabiliyor. Dolayısıyla, bu alanda bilinçli bir seçim ve üretim stratejisiyle birlikte kendiliğinden oluşan bazı eğilimler de söz konusu. Ayrıca, zaman zaman feminist kuramcıların kendilerinin oyun yazma etkinliği de kuramların ve bakış açılarının sahne denemeleri olarak feminist oyun üretimlerine katkıda bulunuyor. Son olarak, var olan oyunların feminist bir bakış açısıyla yeniden yorumlanması ya da uyarlanması da bu alandaki çalışmalara katkıda bulunabilir. Feminist oyunlardan söz etmeden önce, bu oyunların üretim sürecinin ve stratejisinin en az ortaya çıkan üretimler kadar önemli olduğu bir kez daha vurgulanmalı. Gruplardaki kollektif bilinç ve araştırma döneminin önemi, eğer varsa, hiyerarşi ve otorite ilişkilerine dayanmayan yazar ve yönetmen kavramının uygulamaya geçirilmesi, seyircinin rolünün birincil önemi ve sahnenin diğer maddi koşulları, performansların da kuramın önemli bir parçası olarak algılanmalarını gerektiriyor. Feminist oyunlar, gerek içerikleri ve ele aldıkları sorunlar gerekse bunları irdeleme biçimleri gözönüne alındığında son derece çeşitli ve değişken olabiliyorlar. Bu nedenle, bu bölümde söz edilecek oyunların çok sınırlı olması ve yalnızca tek bir ülkeden seçilmesi, daha önce açıklanan feminist konumları (burjuva-liberal, radikal—kültürel ve materyalist-sosyalist) belirleyiciliğin yanı sıra, örnekleme sorunu açısından, bazı önemli feminist oyun kriterlerinin daha fazla ön plana çıkmasını gerektiriyor. Bu anlamda, örneğin materyalist-feminist bir oyun içindeki öznel alanların irdelenmesi, söz edilen kategorilerin geçişkenliklerini ve esnek sınırlarını da görmemize yardım ediyor. Sonuç olarak, feminist oyunların metin ve performans düzleminde bazı sorunlara hem biçimsel hem de anlam üretme düzeyinde nasıl yaklaştığına ilişkin örnekler bu yazının içeriğini oluştururken, ingiltere'den seçilen sosyalist-feminist ve radikal feminist konum içinde değerlendirilebilecek birkaç oyun temel alınarak, feminist oyunların performans politikalarını belirleyen kimlik sorunu, temsil biçimi, vücut yazımı, seyirci algısı, sahne dili ve politik tavır gibi bazı önemli unsurlara, bu oyunların nasıl çözümler buldukları araştırılacak. Birinci bölümde kısaca örneklenen (Nel Dunn, Steaming, 1981) ve burjuva—liberal konum içinde değerlendirilen feminist oyun örnekleri ise, belli bir alternatif arayışları olmaksızın, var olan performans estetikleri ve realizmin geleneksel öyküleme yapısı ve oynama biçimlerine dayandığından bu bölümün dışında tutulacak. Yirmi bir kısa epizodik sahneden oluşan tarihsel anlatı ve bunu kıran ve çağdaş kostümlü oyuncuların doğrudan seyirciye seslendiği yedi şarkı, geçmişle bugünü, geleneksel tarihsel yorumlarla, kadınlar üzerindeki baskının çağdaş görünümlerini yan yana algılatabilmeye yönelik ve kadınların 20. yy'da kendi konumlarını bir kez daha sorgulamasını sağlayan ilginç bir sentez oluşturur. Örneğin, tarihsel anlatı içinde kısmen dramatik gerilimin arttığı bölümlerden hemen sonra, hedef seyirci kitlesi şarkılar yoluyla yabancılaştırılarak hemen günümüze döndürülür ve kendi konumunu sorgulamaya davet edilir. Cadılara Ağıt şarkısı feminist bir sorgulamayı hedeflerken, kadınların eylemlerinin bugün hâlâ 'onlar' tarafından kontrol edildiğini ima ediyor. a Çağdaş ingiliz kadın oyun yazarlarından Caryl Churchill'in materyalist-sosyalist bakış açısıyla ürettiği ve yazarın önemli bir dönemini temsil eden, Vinegar Tom (1976), Cloud Nine (1978) ve Top Girls (1980-82), her biri-farklı dramaturjiler ve sahne buluşları gerektiren konu ve sorunları irdeleyen oyunlar. Ancak temelde, toplumsal cins (gender) analizini tarihsel, sosyo-ekonomik bağlamlar içinde ve sınıf baskısıyla kadın üzerindeki baskının diyalektiğini birlikte kavrayarak irdelemeye çalıştıklarından aynı konumda değerlendirilebilirler. Diğer yandan, bu oyunların genellikle iki önemli sosyalist feminist grupla ('Joint Stock' ve 'Monstrous Regiment') birlikte kollektif olarak üretilmesi hem geleneksel, otoriter yazar kavramının sorgulanması hem de feminist oyunların üretim süreçleri için bir alternatif oluşturması açısından da önemli. toplumsal anlamda marjinal kabul edilen çok yoksul ve güçsüz dört kadının cadılıkla suçlanma ve asılarak öldürülme süreçleri ve bunun nedenlerini ortaya çıkaran epik bir kurgu ve göstermeci bir oyunculukla yeniden değerlendirilir. Marjinal olarak nitelenen bu kadınların konumuyla, dini ve ekonomik güç yapıları birlikte düşünülerek, cadılıkla özdeşleştirilen kötülük, histeri ve ruhun şeytan tarafından ele geçirilmesi söylenceleri, yerini yoksulluk, ezilmişlik, aşağılanma ve önyargıya bırakır. Suçlanan kadınlar, ekonomik üretimi olmayan yaşlı bir dul, evlilik dışı bir çocuğu olan ve aşk anlayışı toplumun genel geçer ahlâk anlayışıyla çelişen genç bir kadın, bitkilerden ilaç ve merhem yaparak, tıp mesleğinin ilk icracıları sayılan ancak bu hizmet için değişen değerleri reddederek para almayıp hâlâ armağan kabul ederek yaşamını idame ettiren ve erkeklerin profesyonel meslek yaklaşımlarına tehdit oluşturan kadınlardan biri ve yoksulluk yüzünden artık bakamayacağı çocuğunu düşüren bir başka kadındır. pe cy ikinci grupta, gene çağdaş ingiliz kadın oyun yazarlarından Deborah Levy'nin, 'R.C.S. VVomen's Group' tarafından sahnelenen Heresies (1986) adlı oyunu alternatif sahne dili, simgesel anlamlandırma süreçleri, zaman kavramı ve öyküleme biçimine farklı yaklaşımı ve Fransız Feminist Kuramının çeşitli alanlardaki bulgularından yararlanmasıyla radikal—kültürel feminist tiyatro için bir örnek oluşturuduğu gibi feminist tiyatroların birçok biçimsel kriterini de yakalıyor. Vinegar Tom, Cloud Nine ve Top Girls Churchill'in Brecth tiyatrosundan büyük ölçüde etkilendiği ve sosyalist-feminist bir grup olan 'Monstrous Regiment'la birlikte atölye etkinliği içinde ürettiği Vinegar Tom, onun bilinçli olarak kadın ve toplumsal konteks üzerine yoğunlaştığı ilk oyunlardan biridir. Bu oyundan sonra, Brecht dramaturjisi bu oyundaki kadar belirleyici olmamakla birlikte, çıkış noktası korunmak suretiyle, özel alanların da irdelenebileceği daha çarpıcı tekniklere ve sahne buluşlarına yönelen ve her oyundaki farklı problematiklere göre değişen farklı dramaturjilerle zenginleştirilmiş ve değişik yönlere doğru geliştirilmiştir. Vinegar Tom'da ele alınan tarihsel çerçeve, 17. yy. geçiş dönemi Ingilteresi'nde toplumsal çalkantılar, sınıfsal değişimler ve profesyonel meslek kavramının oluşmaya başladığı dönemdir. Ancak toplumun alt katmanlarında yaşanan korkunç yoksulluk, oyuna damgasını vuran temel izlektir. Tüm bu etkenlerin birleşimi, ülkedeki son büyük 'Cadı Avı' ve'Cadılık' olgusuna da farklı bir yaklaşımla ışık tutar. Böyle bir atmosfer içinde değişimin getirdiği tüm olumsuzluklar ve yoksulluk, kadınların, tarihte benzeri görülmemiş biçimde günah keçisi olarak seçilip, cadılıkla suçlanmalarına ve inanılmaz işkencelere maruz kalarak yok edilmelerine yol açmıştır. Kısaca, tarihte yaşanan bu histerik dönem, oyunda 52 Cadılar nereye gitti şimdi? Kimler bugünkü cadılar? İşte buradayız. Bu akşam aynaya bakın. Acaba o zamanlar sizi asacaklar mıydı? Sorun bakalım kendinize, ya şimdi nasıl durduruyorlar sizi? Diğer yandan, Yakılacak Ne Var? şarkısı seyirciye politik bağlamlar içinde tarihe daha makro düzeyde bir bakış sağlıyor. Böylece, kadınlarla birlikte diğer baskı altındaki gruplar ya da marjinal kabul edilenler hakkındaki önyargıları gündeme getirerek ırçılık, kadın düşmanlığı ve her türlü ayrımcılığın aynı bağlam içinde düşünülmesini ve nedenlerini sorgulatıyor. Bu aşamada kuram içinde söz edilen Kristeva'nın kadının marjinal konumuyla ilgili değerlendirmeleri de anlam kazanıyor. Ne yapacağız şimdi? Açlığa, hastalıklara ve ölüme karşı Yapacak hiçbir şey yok. Yakacak bir şeyler bulmalı! Sorunlarınızı da yakıp yok edecek Bazen cadılar... deliler... ya da kimi seçerdiniz? Zenciler? Kadınlar? Çoğu zaman da Yahudiler. Mutluluk gelecek miydi yok olduklarında ? Diğer taraftan oyunda, daha yüksek sınıftan gelen ve benzer marjinal konuma sahip bir başka kadın, yalnızca sınıfsal konumu nedeniyle cadılık suçlamalarından ve ölümden kurtulur. Ancak bu kez bedel, orta ve üst sınıf kadınların a pe cy Joint Stock topluluğunun ChurchiH'in "Cloud Nine" adlı oyunundan bir sahne. denetimi ve toplumsallaştırmasını simgeleyen, vücuttan fazla kanı alarak 'normale' döndürme gibi, erkek tıbbının ilginç uygulamalarından birini sahne üzerinde bir gestusa dönüştürerek sağlanır. Kendi sınıfından zengin bir adamla evlenmek istemeyen zengin toprak sahibinin genç kızı, saçma ve doğal olmayan istek ve eylemlere yol açan bu 'hastalıktan' kurtulması için kanının bir miktarı profesyonel erkek doktorlar tarafından alınarak fiziksel ve psikolojik baskı ve korku sonucu zengin adamla evlendirilir. Sahne üzerinde gerçekçi biçimde izlenen bu eylem tiyatral olarak kurallara direnenlerin şiddetle cezalandırılacağını da ima eden bir sahne efekti olarak da algılanır. Ancak, ölümden kurtulma, üst sınıf kadının erkek ekonomisi içinde hiçbir şey üretemeyen nesne konumunu değiştirmediği gibi büyük oranda destekler de. Çünkü emekçi sınıf, kadınlardan beklenenin tersine, 'hiçbir şey yapmayan bir kadına sahip olmak zengin bir erkeğin onurunun bir parçasıdır.' Gestuslar, oyun boyunca toplumsal ve ekonomik olanla cinsiyete ilişkin bağlamları birleştirecek biçimde birkaç kez daha kullanılır. Örneğin, orta sınıf evli bir erkeğin, alt sınıftan ve evlilik dışı bir çocuğa sahip marjinal konumdaki kadınla birlikte olmak için ona iki elma götürmesi, materyalist feminist bir gestustur. İlk elma cinsel sömürünün ve cinselliğin karşılığı olarak kadına verilecek bir bedel ve ayrıca erkeğin gücünü vurgularken, ikincisi kadının beslemesi gereken bir çocuğu olduğu için toplumun ekonomik ilişkilerini ortaya çıkaran başka bir simgedir. Sonuç olarak iki elma, toplumsal-ekonomik ve cinsel olanı birlikte algılatan feminist bir gestus işlevi görür. Oyuna diğer bir yaklaşım ise tiyatral anlamda, yeni bir iletişim için birinci bölümde söz edilen temsil biçimi, kadın söylemi, vücut yazımı, sembolik olanı kırma düzlemi üzerine olabilir. Bu oyunda doğrudan izlenemeyen bu uygulamalar Churchill'in bu alandaki başarısını farklı biçimde gündeme getirir. Çünkü Churchill, bu oyun için gene tarihsellik, sınıf ideolojisi ve kadının bedensel konumunu, bir üst yapı kurumu olan cinsel politikayla bağları açısından bir yere oturtmaya çalışır. Örneğin , Vinegar Tom'da cadılıkla suçlanan kadınlar bedenlerinden nefret eder çünkü içinde bulundukları toplumsal yapı, bedenlerini hem maddi hem de cinsel anlamda sömürür. Sonuçta, kadının ekonomik ve toplumsal konumu onun kendi bedenini acılarla ve belli sınırlarla tanımlamasını gerektirir. Diğer yandan, sahnede cadı avını temsil eden, kadınların vücuduna iğne batırarak cadılıklarını ispat etmek, asmak ya da kan alma sahneleri oyunda sadece vahşeti ve işkenceyi değil, kadın bedenini aşağılama yoluyla marjinal olanı yok etme ya da kontrol etmeyi de simgelemelidir. Doğal olarak, böyle bir oyunda alternatif bir vücut yazımından ya da Cixous'un 'kadın yazımı' kavramdan söz etmek imkânsızdır. Ancak, oyunda önemli olan bunu imkansız kılan koşulların ortaya çıkartılıp gösterilmesidir. Daha sonraki oyunlarda hem bu uygulamalar hem de sembolik olanı kırma düzlemleri farklı biçimlerde gerçekleşir. Oyunculuk düzleminde ise, rol ve oyuncu özdeşliğini kıran basmakalıp kişileştirmelerin yerini, tarihsel anlatı içinde sürekli farklı rollere bürünen ya da çağdaş görünümlü şarkıcılara dönüşen oyuncular alır. Böylece, seyirci algısı açısından oyuncuların bedeni de düşünen ve üreten sosyo-politik 53 gerçekliklere dönüşür. Son olarak, bedensel temsil, özellikle bu oyunun sembolik yapısi içinde, tepkiyi yok etmek için insanları zararsız bedenlere dönüştürerek disiplin ve kontrolü sağlayan görünmez sistemin gücünü vurgulayarak, bunu rituel bir gösteriye dönüştürüp kızgın kalabalıkları sakinleştirmek için bir yol olarak da kullanılır. Bu anlamda sembolik olana alternatif bir beden temsili, oyunun dramaturjisi içinde yer bulamaz ve oyun feminist bağlamda öncelikle tepki platformu oluşturan bir basamak görevi görür. Oyundaki temsil ve kimlik sorunu, bu baskıcı toplumsal yapı içinde bu biçimde ilginç ve ironik bir sahne diliyle çözüldükten sonra yerlilerin dışardaki sürekli isyanına gönderme yapılırken ev içinde katı otoriteye rağmen, cinsel ve duygusal karmaşa ve gerilim de paralel biçimde sergilenir. Oyunda ayrıca, kadınların, mistik, karanlık, marjinal, güçsüz, düşük statülü konumuyla Afrika'nın ve yerlilerin benzer yanları vurgulanır. Genet'nin cinsel baskı ile sömürge (kolonel) baskısı arasında kurduğu ilişkiye de böylece gönderme yapılır. Aradaki fark yalnızca kontrol mekanizmalarının kadınlar için daha yumuşak yöntemler ve toplumsal kurumlar yoluyla, oysa yerliler için oldukça sert biçimde düzenlenmiş olması ve sınıfsal farkların vurgusudur ki bu da ezilenlerin dayanışmasına izin vermez. Birinci perde, içeride ve dışarda düzeni boşuna sağlamaya çalışan Clive'ın simgelediği, idealize edilmiş moral değerlerin içi boş görüntüsünün, toplumsal gerçeklikten ne denli farklı olduğunu ortaya çıkaran ve cinsel devrimin ilk çekirdeklerinin bu dönemde oluşmaya başladığını kanıtlayan kuramsal ve dramaturjik dinamiklerle örülüdür. Perdenin sonunda siyah kölenin kendi ailesinin katledildiğini öğrendiği zaman, efendisini vurma girişimi, uzlaşılmaz bir politik tepkiyi ortaya çıkarırken, aile içinde lezbiyen dadıyla eşcinsel aile dostunun evlendirilmesindeki ironi, toplumsal olarak empoze edilen kurumların, düzeni devam ettirmek için ne denli önemli olduğunu kanıtlar. Bu yolla erkek, sembolik düzende eski statüsünü kazanırken, Victorien idealler de kurtarılmış olur. Kadın ise yalnızca bu amaca hizmet etmek için nesne konumunda bir partnerdir. pe cy a Tüm bunlara bağlı olarak, oyununun son sahnesi, 19. yy. Edvvard dönemi Ingilteresi'nde bir vodvil seyirine dönüşerek üçüncü bir zaman kullanımıyla Brechtvari yabancılaşma ironik biçimde daha da zenginleştirilir. Cadılık ve cadı avcılığını, yazdıkları kitapla kuramsallaştıran iki teolog, stand-up komedi biçimindeki komik performanslarıyla kadınlar üzerindeki baskıyı ideolojik olarak temellendirirken, 17. yy'ın maddi koşulları ve 20. yy'ın bilinci arasında kalan başka bir zaman boyutunu da sahneye getirerek bu ideolojinin sürekliliğini vurgular. Ancak daha da önemlisi, oyun, sahnede süren vahşeti bir vodvil seyri içinde, izleyicilerin pasif konumunu suç ortaklığına doğru çekerek tarihsel anlatı içindeki ürkütücü deneyimleri, tiyatroda, müzikholde ya da bir infazı izleyen bir topluluktaki pasif politik konumla aynı paralelde değerlendirerek seyircinin kendi konumunu ideolojik anlamda sorgulamasını da hedefler. İçinde cadıların olmadığı bu oyunun politik son mesajı ise cadılıkla suçlanan kadınlardan birinin asılmadan önce söylediği 'tüm bu yaptıklarından sonra keşke cadı olabilseydim' tümcesinde somutlanır. ifade edilir. Siyah kölenin beyaz oyuncu tarafından canlandırılması ise, onun beyaz değerleri tümüyle içselleştirdiğini ifade eden bir gösterge olarak kullanılır. Diğer yandan cinsler arasındaki benzerlikleri yok etmeye çalışan ve onları kesin sınırlarla birbirinden ayıran bu ideolojiye karşın, Clive'ın oğlu zaman zaman kız çocukların ilgi alanında olabilecek etkinlikleri sonucu kendini baskı altında tanımlamaya çalışır. Ancak, kişiliği babasının ve toplumun geleneksel rol beklentisinden farklı olan çocuk, bir kadın oyuncu tarafından canlandırılır. Evin küçük kızı ise, kız çocuğunun sembolik düzendeki konumunu kanıtlar nitelikte yanlızca bir oyuncak bebek tarafından simgelenir. "Cloud Nine", Churchill'in 'Joint Stock' tiyatro grubuyla birlikte üç haftalık bir atölye çalışması sonucu yazdığı, cinsel politikaya ilişkin bir oyundur. Ancak, oyun sosyalizmle feminizmin mutlu evliliğini de destekler niteliktedir. Viktorya dönemi Ingilteresi'nde, Afrika'daki ırkların sömürüsüyle cinsel doğanın sömürüsünü, ırkların birbiriyle hiyeraraşik ilişkisiyle Viktorya dönemindeki aile içi hiyerarşik ilişkileri paralel biçimde sergileyerek, sınıf, toplumsal cins ve ırklar arasında imtiyaz ilişkilerini, farklı biçimde yabancılaştıran bir sahne diliyle ve fars biçiminde irdelerken, özel alanla kamu alanının paralelliğini de vurgular. Cinsellik, toplumsal cins ve güç arasındaki ilişkiler, kişisel olanın politik olduğunu ve bireysel olanla toplumsal olanın ilişkisini de açığa çıkarır. Oyunun ilk perdesi, Viktorya döneminde, Afrika'daki bir İngiliz sömürgesinde geçer. Sömürgenin yöneticisi Clive, beyaz ırkın, emperyalizmin, toplumsal, politik yapıların ve erkek egemen otoritenin temsilcisidir. Tüm bu idelalleri hem Afrikalı yerlilere hem de kendi ailesine empoze ederek cins ve ırklar üzerindeki baskıyı kuramsallaştırmaya çalışır. Ancak, hemen başta karakterlerin kendilerini seyirciye tanıttığı ön oyunda, Clive'ın ideal bir kadın ve eş olarak gördüğü Betty'nin, bir erkek oyuncu tarafından, kendisine çok sadık olan kölesinin ise beyaz bir oyuncu tarafından canlandırıldığını görürüz. Clive'ın temsil ettiği sömürge ideolojisi ve cinsel politikayı sürdüren toplumsal idealler ve tanımlar görsel ve tiyatral olarak yapı çözücü yöntemle seyirciye bu biçimde yabancılaştırılır. Böylece, erkeğin ideal olarak tanımladığı bir kadın imgesinin kadın bedeninde bulunamayacağı, biyolojik bedenin, kadına toplumsal olarak empoze edilen cins (gender) kavramıyla ayrıştırılması yoluyla 54 Diğer yandan, ikinci perdede aradan yüzyıl geçmesine karşın karakterler yalnızca yirmi beş yıl yaşlanmışlardır. Dekor, günümüz Ingilteresi'dir. Kronolojik zamanı bu biçimde kırma, seyirciye, daha özgür ve demokratik bir toplumsal konteks içinde karakterlerin özel durumunu bir kez daha görme şansı verir. Bu defa baskıcı ile baskı altındakiler arasındaki çelişki o denli keskin olmadığından, Clive ve siyah.köle bu perdede yer almaz. Betty, Clive'dan ayrılmaya karar vermiştir ve bu defa bir kadın oyuncu tarafından canlandırılır. Clive'ın oğlu bir eşcinsel, oyuncak bebek tarafından temsil edilen kızı ise çağdaş bir evlilik modeli içinde bir annedir. Bireysel ve aile ilişkileri, cinsel seçimler daha özgür ve rahat biçimde açık bir park atmosferinde sergilenir. Patriarkal aile, çocuk yetiştirme, toplumsal cins (gender) tanımları mutlak bir otorite tarafından belirlenmediğinden zaman zaman tersyüz edilerek sergilenir. Bu defa sadece bir kız çocuk erkek oyuncu tarafından temsil edilmektedir. Ancak hem özgürlük hem de geçmişin kalıntıları yan yana yaşandığından belirsizlik, bireysel düzlemde kaosları, farklı denemeleri sorgulamaları da gündeme getirir. Oyun, cinsel özgürlük, otonomi ve kendi bedeninin ve varlığının bilincinde olabilmeyi, Betty örneğinde olumlu biçimde sergilerken, erkek değerlerini içselleştiren bir görüntüden gerçek bir kadına dönüşen Betty'nin bilincinde 'eğer var olan seçenekler içinde doğru bir yol yoksa, yenilerini yaratabilmeliyiz' tümcesinde anlam kazanır. a Ancak, Churchill, çok perspektifli bu oyunu kurarken bıraktığı boş alanlarla, toplumsal bağlamların bireysel olana etkisini irdelerken, salt bireysel özgürlük ve görece demokratikleşmiş kurum ve ilişkilerin gerek kapitalizme gerekse patriarkinin 20. yy'da aldığı görünümlere doğrudan bir tehdit oluşturmadığını da gösterir. Cinselliğine ve bireysel özgürlüklerine sahip bireylerin, sınıfsal konumları nedeniyle toplumdaki ekonomik ve sosyal statülerini pek değiştirmediği gerçeği başka bir yorum düzeyi olarak algılanabilir. Ancak oyunun sonunda birinci perdede, erkek bedenindeki Betty'nin, ikinci perdede kendini gerçekleştirmiş bir kadın olan Betty ile kucaklaşması, yeni sorular üretir. Kesin politik çözümlerden ve geleceği şimdiden belirleyen mesajlardan kaçınan Churchill, bu sonla belki de kişisel olanın politiğini bir kez daha vurgularken kadın bedeninin politik bir gerçeklik olarak düşünülmesini ve tarih içinde gizlenmiş farklı biçimlerdeki kadın imgelerinin bütünsel bir özneye kavuşma özlemini ima eder. ve tavırlarının) ve başarılarının ardından, ödedikleri korkunç bedelleri de paylaşarak tarihteki döngüselliği ortaya çıkarırlar. Örneğin, Pope Joan erkek kılığına girerek Papa olmayı başarabilmiş son derece kültürlü ve bilgili bir kadındır. Ancak, şanssız bir biçimde hamile kalması ve halkın arasında doğum yapması, taşlanarak öldürülmesine neden olmuştur. Benzer biçimde diğer bütün kadınlar çok acı ve inanılmaz bedeller ödemiştir. Ancak diyaloglar ilerledikçe ve içkinin etkisiyle, üst üste konuşmalar, yarım tümceler ya da bedensel kontrolün kaybolduğu düzlemlerde, hem dil hem de sembolik görüntü parçalanarak ardındaki enerji açığa çıkmaya başlar. Papa, Latince konuşurken saçmalamaya daha sonra da kusmaya başlar. Erkek egemen kültürü simgeleyen bu dili kusması ilginç bir görsellik sağlarken, anlam düzleminde de kadınların anlattığı parçalı öyküler içinde sembolik olan gülünç duruma düşürülür. Taşlanarak öldürülmesinin kadınlar arasında yarattığı üzüntünün ardından, Pope Joan'un bu olaydan sonra, Papa seçimlerinde uygulanan ve Papa'nın delik bir koltuğa oturtulduktan sonra cinsiyetinin sınanması uygulamasını anlatması, Papalık kurumunun kutsal sembolik anlamını zorlar. Sonuçta, kadınların konumunun, tarih boyunca yüksek konumlarda bile pek değişemediği gerçeğiyle, acı kayıplarının yanı sıra, sürekli birbirini kesen 'ben' sözcüğü kollektif özne konumu alarak belli bir dayanışma ve semboliği kırma düzlemlerini yan yana algılamamızı sağlar. Bu anlamda, radikal—kültürel bir söylemden söz edilebilir. Diğer iki sahne ise gerçekçi biçimde düzenlenmiş olup feminizmin tanımına ilişkin politik bağlamları irdeler. Oyuncular ise Marlene dışında kollektif kadın özneyi çağrıştıran aynı oyuncuların çağdaş görünümleridir. Marlene'in çalışma ortamı ve ilişkililerini açığa çıkaran bir büro atmosferi içinde, sistemin acımasız rekabete dayanan varlığı, onun Thatcher politikasını içselleştirmiş kimliğinde sergilenir. Kronolojik olarak daha sonra gelmesi gereken bu sahne Marlene'in, bu rekabet ortamında yok olmaya mahkûm alt sınıf, eğitimsiz ve çok zeki olmayan kuzeninin ziyareti ile, yüksek konumlardaki kadınlarla bu genç kız arasındaki karşıtlığı vurgulaması açısından önemlidir. Ayrıca, bu sahnedeki tuzaklar, bir erkeğin yerini alabilecek kadar yükselen Marlene'nin iş ortamında insani ilişkilerden verdiği taviz ve acımasızlığı ortaya çıkarmayan bir dramaturji ile kolayca alkışlanacak bir feminist retorik sergileyebilir. pe cy "Top G/'r/s" oyunundaki toplumsal ve tarihsel çerçeve bu kez Thatcher dönemi Ingilteresi'nde, iş dünyası içinde üst düzey bir konuma ulaşan bir kadının öyküsü etrafında, tarih boyunca erkek egemen tüm engelleri aşmış görünen özel kadınların öyküsüdür. Oyundaki temel izlek ise bu defa patriarki değil feminizmin kendi tanımına ilişkin bir sorgulama ve bunun sonucu sosyalizmle organik bağlantısının kurulmasıdır. Eğer feminizm, iki aşamalı bir tanımsa, ilk iki oyun tarih boyunca baskının başlangıcı, boyutları ve kültürel olarak bilinç yükseltme ve bireysel alanların irdelenmesi işlevini yüklenir. Ancak, bu aşamalardan sonra toplumsal ekonomik yapının köktenci bir biçimde değiştirilmesi zorunluluğu, feminist performanslarında bu anlamda sahnede modeller üretebilmesini gündeme getirir. Top Girls bu bağlamda sosyalizmden kopuk bir feminizmin ya da kadının kurtuluşunun, burjuva kapitalist konjonktür içindeki imkânsızlığının ipuçlarını veren bir oyundur. Ancak, çok farklı dramaturjilerin sentezi olan bu oyun, düşsel biçimde kurgulanan ilk sahnede, sembolik olana hem dil hem anlam düzeyinde müdahale ederken, kadın yazımı ve söylemi kavramı için ilk basamağı oluşturur. Kronolojik zamanı kırarak geleneksel öykülemeye müdahale ise politik mesajı ortaya çıkaran gerçekçi sahneler içinde kullanılır. Tüm bu karışık teknikler, temelde üç farklı öykü olarak da düşünülebilecek oyunun, aynı öykünün seyirciyi etkileştiren bir algı oluşturacak biçimde farklı açılardan düzenlenmiş biçimidir. İlk sahne, Marlene'nin üst düzey pozisyonunu kutlamak üzere geçmişten gelen ve toplumsal birçok engeli aşarak istedikleri konuma gelebilmiş tarihi ya da kurgusal beş kadının lüks bir restoranda, bir akşam yemeğinde buluşmasıdır. Her biri farklı kültürleri ve dönemleri temsil eden bu kadınlar, sahnenin başındaki sembolik görüntülerinin (konumlarını yansıtan giysi Son sahne, kronolojik olarak ilk sahnedir ve bir yıl önce geçer. Marlene'nin Londra'nın yoksul işçi sınıfı bölgelerinden birinde ailesini ziyareti, onun sınıfsal geçmişini ortaya çıkarırken, şu anda geldiği konumu ancak kendi kız kardeşini (metaforik feminist anlamını da kapsıyor) sömürerek elde ettiğini de gözler önüne serer. Çünkü, genç yaşta hamile kalmış ancak yükselme hırsı ve bu hayattan kurtulma isteğiyle, öz çocuğunun maddi ve manevi tüm sorumluluğunu, o zamanlar evli olan yoksul ablasına bırakarak şehre gitmiş, bir daha da dönmemiştir. Kuzeni olan genç kız, gerçekte kendi kızıdır ve gelecek için bu sistem içinde hiç bir umudu yoktur. Sahnenin sonuna doğru sınıfsal kutuplar ve bakış açıları gittikçe keskinleşirken iki kadın arasında kardeşliğin anlamı da tümüyle yiter. Diğer yandan Marlene'in bireysel çabaları öne çıkaran , 'herkes, eğer aptal tembel ya da korkak değilse başarır, tezi ironik biçimde 'korkuyorum' diye uyanan ve pek zeki olmayan öz kızında nesnellesin Bu biçimiyle oyun, 55 kadınların seçeneklerini sorgulamadan çok sistemin işleme biçimini sergileyerek, çağdaş feminizm kavramını daha geniş bir bağlam içinde sorgulamamızı da sağlar. "Heresies", Deborah Levy'nin 'R. C S VVomen Group' tarafından sahnelenen ve radikal—kültürel feminist tiyatroya örnek olabilecek bir oyunudur. Oyun içinde 'Fransız Feminist Kuramı'nda geçen kavramlar büyük oranda sahnede somutlanmaya çalışılır. Örneğin, kadının metonimik özne konumu (nesne konumu yüzünden, sürekli gidip gelen özne durumu) ya da gerçek özneye ulaşma süreci izlenebilir. Bu arada, kadının erkekten farklı biçimde yaşadığı yaşam deneyimi kendi öyküsünü oluşturma düzleminde gerçekleşmeye çalışır. Son olarak, kadın yazımı kavramı ve imgesel ya da Kristeva'nın semiotik olarak nitelendirdiği alan da bu oyunda ilginç bir sahne dili ve oyunculukla görseleşir. Zaman kavramı da sahnede yan yana, geçmiş ve gelecek olarak görselleşir. Sonuçta mimarın karısı, kızını iki yaşlı kadına teslim ederek, doğduğu yer olan ve batı dünyasına göre daha doğuyu temsil eden Macaristan'a gitmeyi başarır. Son sahne, imgesel (semiotik) olana gönderme yaparak piyanist yaşlı kadının ilginç müziği ve tüm kadınların sahnede oluşturduğu etkileyici imgeyle kapanır. Müzik, denizin, yunusların ve rüzgârın sesini ortaya çıkaran klasik disiplinlerle, avant-garde'ın ve batılı olmayan müzik aletlerinin rezonaslarını taşıyan eklektik bir müziktir. Melodik olmaktan çok atonal, zaman zaman huzursuz, nükteli ve ayinsel çizgilere sahiptir ve beş dakika sürer. Yukarıda söz edilen oyunlar, feminist oyunların çok çeşitli ve değişken konu ve biçimsel uygulamalarına sadece birkaç örnek. Bu nedenle, bu tiyatroların bütününü temsil etmekten uzak. Bu bağlamda, feminist tiyatroların, ancak her kültür tarafından yeniden ve farklı biçimlerde üretilebilecekleri gerçeği bir kez daha vurgulanmalı. Toplumsal ve politik bağlamda, batıdan farklı gündemleri ve deneyimleri olan ülkemizde, kadınların kendi alanlarını araştırma ve yansıtma serüveni, erkek egemen yapı, sınıfsal konumlar, din baskısı ve farklı görünümler sergileyen otoriter yapıların oluşturduğu bu çerçeve içinde tiyatral bağlamda da irdelenebilir. Böylece, Türkiye'li kadınların sahnedeki kimlik sorunu, temsil biçimi, erkek egemen imgeleri ve kültür içinde tarih boyunca geliştirebildikleri alt kültür ve tepki alanları yeni bir bakış açısıyla düşünülebilir. pe cy a Oyun gerçekte erkek öznenin kadın nesnesini arama öyküsü içinde birçok arama öyküsünün örüntüsü biçimindedir. Bir mimarın, eski eşi ve kızını bulma çabası, geleneksel erkek öyküsünün özelliklerini simgelerken, kadının kendi yaşamını ve özne konumunu araştırma öyküsüyle çarpışır. Bu arada diğer kadınların kendilerini erkeğin nesnesi konumundan kurtaracak olan kendi öykülerini kurma çabaları da örüntünün parçalarını oluşturur. Aranan eşe yardım eden iki yaşlı kadın, bir kompozitör ve bir eğitimci, geçmişi, dil öncesi semiotik olanı simgelerken, eski bir piyano, danteller ve rüzgâr çanları bu imgeyi sahnede somutlar. Mimarın, geleceği ve sembolik olanı temsil eden çelik konstrüksiyonlu, cam ve yapısal dünyası ise aynı sahne üzerinde farklı bir imge yaratır. Geçen zaman, Kristeva'nın deyimi ile iki yaşlı kadının varlığıyla döngüsel ve monumental olarak okunabilir. Onlar kadının geçmişte kültür tarafından dilsiz bırakılmış deneyimlerinin de simgesi olarak erkeğin öyküsünün zamansal çizgiselliğine direnirler. Çünkü mimarın (erkeğin) öyküsünde gelecek, sessizlik yıkım ve kadın öznenin yok oluşunu simgeler. biçiminden de kurtaran bir bedensel temsil biçimi olarak yorumlanabilir. Diğer yandan, yazarın performansı, realizmin kapalı yapısından kurtarmak için, sembolik dilden daha fazla oyuncuların bedensel dilini ortaya çıkarmaya ve bu yolla bir performans dili elde etmeye yönelik çabaları da gözden kaçmaz. Sonuçta, "Heresies"de kullanılan dil, imge, müzik ve semboliği kıran ve bozan metin parçalarının birleşimi gibidir. Ancak, mimarın eşi ve kızını aramasıyla bağıntılı sahneler, bu semiotik anları birden keserek sembolik patriarkal olanın baskısını hissettirir ancak onları yokedemez. Mimarın eski eşi, kendini kısmen erkek ekonomisi içindeki nesne konumundan özgürleştirmeye çalışıp diğer kadınların da yardımıyla, yeni bir alan bulabilme çabası verirken. Mayonez takma adlı bir kadın (sürekli erkek şiddetine maruz kaldığı için bu adla çağırılır) evli ve mimarın da metresi olarak bu ekonomi içinde tam bir meta konumu sergiler. Bedensel olarak dağılmış imgesi, erkeğin nesnesi kalabilmek için her zaman zayıf ve güzel olma zorunluluğu yüzünden, beslenmesindeki bozukluk ve sürekli saçlarının dökülmesiyle belirir. Oyunun sonunda, tüm kadınların birlikte olduğu sahneye en son o katılır ancak artık tümüyle saçsızdır. Bu imge sahnede kadını, erkek egemen seyir 56 Dünya Kadınlar Günü'nün kutlandığı şu günlerde, Türkiye'li kadınların kendi alanlarını ve deneyimlerini alternatif bir estetik içinde yansıtabilecekleri, Türkiye'de feminist oyunların üretilebilmesini dilemek ve bunların çağdaş Türk tiyatrosuna katkılarını düşleyebilmek belki ülkemizdeki kültürel atmosferin çoraklığı içinde fazla iyimser. Ancak olanaksız değil O Kaynakça CHURCHILL, Caryl, Vinegar Tom, Cloud Nine Plays One Methuen, London, 1985 Top Girls, Methuen London, 1991. FITZSIMMONS, Linda, File on Churchill, Methuen, London, 1989 KRITZER, Amelia Hovve, The plays of Carly Churchill, MacMillan, London (1991) LEVY, Deborah Heresies Two Plays Deborah Levy, London, Methuen, 1987. Feminis Tiyatro (I): Düzeltmeler Tarihte Gizli Kalan başlığı altındaki son pragrafta; koyu ile yazılan bölüm atlanmıştır, düzeltir özür dileriz. Ortaçağa kadar giden bu araştırmalarda bulunan isimler ve yapıtların tarihe gömülme nedenleri, kadınların iyi tiyatro yapamayacağı önyargısıyla birlikte, profesyonel eleştiri mekanizmasının özellikle oyunlardaki kadın karakterleri değerlendirirken erkek psikolojisini kriter kabul eden Aynı paragrafta Hrotsvitvo'nun doğrusu Hrotsvitvon Gandersheim olacaktır. Fransız Feminist Kuramı başlığı altındaki 9. paragrafta Plaeton doğrusu Platon'dur. Aynı paragrafın 5. paragrafında koyu ile yazılan bölüm atlanmıştır. Bu çalışmalardan çıkan sonuçlardan biri, sembolik düzenin örgütlenmesi içinde kadının erkek için bir değişim ve arzu nesnesi olduğu ve erkeğe göre 'diğer' ve 'ikincil olarak bu ikili ve yanlı karşıtlıklar dizgesinde yerini aldığıdır. Cixous, Derrida'dan esinlenerek kadın erkek karşıtlığı içinde kadının erkeğe göre zayıf, duygusal edilgen vb. birçok sıfatla özdeşleştirilmesinin, dilde, bu sıfatlara ikili karşıtlıklar dizgesi içinde nasıl anlam kazandırdığını tartışır. Tiyatro'dan Önce... Tiyatrodan Sonra... İNİDİRİM YAPAN KURULUŞLAR Meşrutiyet Cad. No: 33 Galatasaray-lst Tel: (0212)293 93 26 FLAMİNGO BAR-REST. İndirim: %10 Receppaşa Cad. No: 15/B Taksim-lst Tel: (0212) 235 78 54 Alt kattaki Akşam Barımızda nefis içecekler üst kattaki Restaurantımızda zengin mutfak çeşitleri ile özel günlerinizde tüm beklentilerinize yanıt verecek ve dostlarınızla unutamayacağınız saatler yaşamak istermisiniz? Böyle bir ortamı bulamadıysanız o halde; biz bu ortamı size yaşatacağız... Not: Salı günü saat 9.00'da Fasıl GALATA BAR/MEYHANE İndirim: %8 Orhan Apaydın Sk. No:11 Beyoğlu-lst. Tel: (0212) 293 11 39 Her akşam fasıl eşliğinde nefis yemekleriyle sizlerle. GARİBALDİ İndirim: %10 İstiklal Cad. Oda Kule yanı No:1 Beyoğlu-lst Tel: (0212) 249 68 95 Nostaljik bir ortamda güzel vakit geçirmek için tek adres Garibaldi. GOLDEN KYLIN CHINESE RESTAURANT İndirim: %15 Receppaşa Cad. No: 5 Taksim-lst Tel: (0212) 256 36 45 Uzak Doğu'dan gelen esinti rüzgârianyla hoş bir ortamda hakiki Çin Mutfağını ta dabilirsiniz. GOODFELLAS BAR-REST. İndirim: %15 a Bahariye Cad. Miralay Nazım Sk. No:34 Bahariye-lst. Tel: (0216) 337 49 20 Fransız Cafelerinin kendine özgü havasında, günün her saati hoş vakitler geçirebilirsiniz. CAFE SIĞINAK İndirim: %15 Caferağa Mah. Muvakkithane Cad. No:30/4 Kadıköy-lst. Tel: (0216) 349 18 94 Yozlaşma, iletişimsizlik, üretkensizlik ve sevgisizlik yağmurunun sağnak haline geldiği bu topraklarda sığınabilecek bir yer ararsanız Sığınak Cafe'deyiz. ÇATI RESTAURANT İndirim: % 8 İstiklal Cad. Orhan. A. Apaydın Sk. No: 20/7 Beyoğlu-lst Tel: (0212)251 00 00 DARÜZZİYAFE İndirim: %15 Şifahane Sk. No: 6 Süleymaniye-lst Tel: (0212) 511 84 14 Türk Musikisi'nin sihirli nağmelerini dinleyerek mutfağımızın eşsiz lezzetlerini tarihi bir mekânda tadabilirsiniz. Not: C. tesi akşamları saat 8.00-10.00 arası Canlı Fasıl EL MARIACCHI İndirim: %10 Mim Hotel içi Fulya Bayırı Ferah Sk. No: 16 Ihlamur-lst Tel: (0212) 231 28 07 Meksika mutağının tadına doyulmaz yemeklerini tattınız mı? Tatmadıysanız o halde El Marıacchı'ye sizleri bekliyoruz. FEHMİ BABA ET LOKANTASI İndirim: %10 cy Tel: (0216) 349 55 69 Karides Güveç'te, Balık ve çeşitli et yemeklerinin sunulduğu zengin menüsü ile sabaha karşı tadına duyamayacağınız İşkembe Çorbasıyla son bulan unutamayacağınız bir gece için her Çarşamba, Cuma, Ctesi günleri I. T. Û. Devlet Konservatuvarı Yüksek Lisans öğrencilerinin yaptığı Fasıl ve Türk Sanat müziği eşiliğinde nezih bir ortamda leziz yemeklerimizi tadarak hoş saatler geçirebilirsiniz... Not:: Kredi Kartı geçerli değildir. BAHAR LOKANTASI İndirim: %10 Istinye Cad. No: 134 Istinye-lst Tel: (0212) 277 85 55 BAY BALIKÇI İndirim: %10 Kefeliköy Cad. No: 14 Kireçburnu-lst Tel: (0212)262 36 64 Balık deyince ilk akla gelen Bay Balıkçının taze balık ve deniz ürünlerini bulabileceğiniz bir mekân. CAFE LA PORTE İndirim: %15 Miralay Nazım Sk. No: 15 Bahariye-lst. Tel: (0216)418 08 59 Alışılagelmişin dışında zengin menüleriyle sıcak bir sevgi ortamında buluşalım. CAFE LEBON İndirim: %10 İstiklâl Cad. No: 445 Beyoğlu-lstanbul Tel: (0.212) 252 54 60 CAFE SHOP İndirim: %10 pe SANAT RESTAURANT İndirim: %10 Balık Pazarı Nevizade Sk. No.23 Beyoğlu-lstanbul Tel: (0212) 244 13 09 Memnun kalan konuk her zaman hatırlar, memnun kalmayan konuk asla unutmaz. A L A TURKA RESTAURANT İndirim: %10 Cami Meydanı Hazine Sk. No: 8 Ortaköy-lstanbul Tel: (0212) 258 79 24 Ortaköy'ün ilklerinden. Meydanın ve boğazın otantik atmosferinde Türk mutfağının en güzel örneklerini sunuyor. Üst katında yer alan ODA "Kişiye Özel Salon" ise her türlü grup organizasyonları, seminer, konferans, toplantı, doğum günleri, kahvaltılar için sadece "SİZE ÖZEL" ALA-TURKA MEŞK REST. İndirim: %10 Çarşıarkası Sk. No: 32. 1. Levent-lst Tel: (0212)283 45 63 Sıcacık bir ortamda özlediğiniz tatlarla an-nenizin mutfağı kadar özenli, sevgi dolu sofralarda Al-Turka Meşk sizin için alâsıyla. ASİTANE RESTAURANT İndirim: %10 Kariye Camii Sk. No: 18 Edirnekapı-lst Tel: (212)534 84 14 Osmanlı Saray Mutfağının doyumsuz lezzetlerini UDİ'nin hoş nağmeleri eşliğinde tatmak için Asitane de buluşalım. AŞİYAN RESTAURANT İndirim: %10 Kalamış Yat Limanı Kalamış-lst SERAGLİO BAR TOBAV İSTANBUL D A N I Ş M A N Psikolojik Hizmetler Merkezi Alanur Özalp Uzman Klinik Psikolog Harikulade ortam ve manzara Her gün canlı süper müzik Salacak Sahil Yolu No: 41 Üsküdar Tel: (0216) 341 04 03 334 40 46 Bomonti Fırın Sk. No: 43 Şişli-lst Tel: (0212) 233 00 36 Şafak Yaprak & Orkestrası eşliğinde her Salı, Perşembe, Cuma, C. tesi günleri, Canlı Caz Müzik dinleyebilirsiniz. CAFE KİKKA İndirim: %10 Abdulkadir Noyan Sk. No: 17/18 Erenköy-lst Tel: (0216)411 15 20 Cafe Kikka'da kahve cehennem kadar karanlık, ölüm kadar güçlü aşk kadar tatlıdır. KHALKEDON RESTAURANT-BAR İndirim: %10 Münir Nurettin Selçuk Cad. Kalamış Spor Tesisleri Kadıköy-lst. Tel: (0216) 349 58 72 Altı yıl boyunca adıyla özdeşleşmiş, Bizans harabeleri dekoruyla hizmet veren Khalkedon Bar bahçesindeki Viking dekoruyla; restaurant bölümü ile Grup Tempo eşliğinde yemek yemeniz ve eğlenmeniz için Kalamış'ta. LA BOHEME - ŞAMATA GARDEN İndirim: %10 Yalı Sk. No:3 Beşiktaş-lst. Tel: (0212) 261 75 20 Boğaz manzaralı yazlık restaurant ve barımızda canlı müzik eşliğinde uluslararası mutfağımızdan seçmeleri tadabilirsiniz. LE SELECT İndirim: %20 Manolya Sk. No: 21 Levent-lst Tel: (0212) 268 21 20 Uluslararası Mutfağı ile Le Select DENİZ ÜRÜNLERİNDE EN İYİSİ Sahil Yolu No: 41 Üsküdar (Kız Kulesi karşısı) Tel: (0216) 341 04 03 - 334 40 46 Nefis Yemekler - Canlı Müzik Sanatçıların ye sanatseverlerin buluştuğu yer. Adres: Sıraselviler Cad. No: 47 Taksim Sahnesi Yanı Taksim-lst. A L O TOBAV: (0212) 252 60 86 Dostça bir destek veya profesyonel yardıma ihtiyaç duyduğunuz her an... Samanyolu Sok. 81/12 Şişli-lstanbul Tel: (0212) 231 30 17 Fax: 241 63 68 57 İSTANBUL'DA YAŞAMAK ayrı bir mekân. MOLIERA CAFE-BAR İndirim: % 20 a Lamartin cad. No: 23/1 Taksim Tel: (0.212) 256 92 80 PANE VİNO İndirim: %10 İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi) Bağarası Sk. No: 2/A Bebek -ist Tel: (0212) 248 84 65 Kuzey İtalya mutfağının mevsime göre üç ayda bir değişen leziz yemekleri ve sürpriz specıalleri özel Grappa içeceği eşliğinde. Not:: Pazar günleri kapalıdır. PARSİFAL İndirim: %15 Kurabiye Sk. No: 13 Beyoğlu -İst Tel: (0212) 245 25 88 Vejeteryenler, ağzının tadını bilenler ve küçük bir serüvene hazır herkes için Parsifal Beyoğlu'nda. RAQUETE RESTAURANT-BAR İndirim: %10 Sadi Gülçelik Spor Sitesi Istinye Tel: (0212) 276 50 87 RİSTORANTE İTALİANO İndirim: %7 Cumhuriyet Cad. No: 6 Elmadağ Tel: (0212) 247 86 40 ROUTE CAFE 66 İndirim: %15 Osmanağa Man. Süleymanpaşa Sk. No: 13 Bahariye-İst Tel: (0216)336 24 66 Geçmişten gelen geleceğin adı. Not: İndirim Alışveriş Merkezi için de geçerlidir. SAHAF CAFE - KÜLTÜR MERK. İndirim: % 15 Mühürdar Cad. Dumlupınar Sk. No: 12 Kadıköy-lst Tel: (0216)414 42 06 Kitabevi ve cafenin ötesinde sanatsal-kültürel etkinliklerde bulunan Sahaf Cafe şimdi de Ergün-Özcan Tamer Karaboğalı'nın katkılarıyla okuma tiyatrosu her pazartesi saat 18.30'da sizlerle SAPPHO İndirim: %10 Bekar Sk. No: 14 Beyoğlu -İst Tel: (0212) 245 06 68-69 SEAPORT İndirim: % 10 Yalıboyu Cad. No: 36 Beylerbeyi Tel: (0216) 321 14 93 SICAK RESTAURANT indirim: %10 Keskin Kalem Sk. No: 37 Esentepe -İst Tel: (0212) 267 38 56 Akdeniz mutfağının seçme yemekleriyle sıcak bir ortamda yemek yemek ister misiniz? TANDOORI RESTAURANT İndirim: % 20 Alkent Sitesi Tepecik Yolu Etiler -İst Tel: (0212) 257 84 79 Türkiye'de ilk ve tek Pakistan Hint Mutfağı. TEGİK RESTAURANT İndirim: %10 Receppaşa Cad. No: 20 Taksim-lst Tel: (0212) 254 66 99 Kore Mutfağının yanı sıra Çin ve Japon Mutfaklarından da örnekler sunan Uzak Doğu Mekânı. Kore Mutfağını tanımak isteyenlere özel menü öneriliyor. Koreden getirilen özel pişerme üniteli masalarda yer alıyor. T-BONE STEAK HOUSE REST. İndirim: %15 İndirim: % 5 (kredi kartı indirimi) Küçük Bebek Cad. No: 16K. Bebek-lstTel:(0212)287 05 11 Fransız ve İtalyan Mutfağının sizlere sunduğu lezzetli ve değişik yemeklerle hoş bir ortamda hafta sonu canlı müzik eşliğinde güzel saatler geçirebilirsiniz. TIFFANYT-R-M İndirim: % 5 Bağdat Cad. 167/3 Küçükyalı-lst. Tel: (0212) 262 36 64 Balık deyince ilk akla gelen Bay Balıkçının taze balık ve deniz ürünlerini bulabileceğiniz bir mekân THE CHİNA RESTAURANT İndirim: % 10 (Gece) İndirim: % 5 (Gece, kredi kartı indirimi) İndirim: %15 (Gündüz) İndirim: %10 (Gündüz, kredi kartı indirimi) Lamartin Cad. No: 17 Taksim-lst Tel: (0212) 250 62 63 Sizlere ilk defa Çin mutfağının lezzetlerini tattıran, 40 yıldır aynı yerde; aynı kalite ile evinizdeymiş gibi rahat, huzurlu bir şekilde Çin mutfağını sevenler veya Çin mutfağının tatlarını merak edenler için hizmetinizde. VAGABONDO'S RESTAURANT İndirim: %10 İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi) Köybaşı Cad. No: 278 Yeniköy -İst Tel: (0212) 299 00 54 YANYALI RESTAURANT İndirim: %10 Söğütlüçeşme Cad. Yağlıkçı İsmail Sk. No:1 Kadıköy-lst. Tel: (0216) 336 33 33 1919'dan beri Anadolu yakasında Türk mutfağını yaşatan Yanyalı; nostaljik salonu, seçkin kadrosu ile damak zevkine hitap eden W0'e yakın yemek çeşidiyle hizmet vermektedir. AFA KİTABEVİ İndirim: %20 istiklâl Cad. Bekar Sok. No: 17 Beyoğlu-lstanbul Tel: (0.212) 249 22 18 AKYÜZ KİTABEVİ İndirim: %10 Kadıköy İş Merkezi Kadıköy-Tel: (0.216)336 90 81 BAKIRKÖY KİTAP SARAYI İndirim: %15 Mektupçu Sk. Hacer Apt. No: 8 Bakırköy-lstanbul Tel: (0.212) 542 48 83 pe cy LITTE CHİNA İndirim: % 10 1. Plaj Yolu No: 3 Caddebostan -İst Tel (0216) 363 50 90 2. Tepecik Yolu Alkent Alışveriş Merkezi Etiler-lst Tel: (0212) 263 17 15 3. Cevdet Paşa Cad. No:226/5 Bebek Litte China'larda sunulan yemekler Çin'in "Cantonese" bölgesinin özel yemekleri, bu mutfağı bilenler ve merak edenler için... LITTE İTALY BAR-REST. İndirim: %10 İstiklal Cad. Örs Turistik İş Merkezi No: 251-253 K a t l / 7 - 8 Beyoğlu -İst Tel (0212) 243 17 18 MANDRA TAVERNA İndirim: %10 Ergenekon Cad. No: 73/B Pangaltı-lstanbul Tel: (0.212) 241 47 36 MESERRET CAFE-BAR-RESTAURANT İndirim: %10 Çavuşoğlu İş Merkezi No: 131/4 Tepebaşı -İst Tel: 244 39 55 Gün Batımında Haliç sakin bir ortamda sohbet olanağı hafif müzik. Çar, Cuma, C. tesi günleri akustik canlı müzik, günlük gazete, dergi, kitap okuma olanağı grup toplantıları ve grup yemekleri için DORMEN TİYATROSU Volkswagen'in katkılarıyla. Biletler Tiyatro Gişesi, TAKSİM, AKMERKEZ ve SUADİYE Vakkorama'larda satılmaktadır. Öğrenci ve Öğretmen indirimlidir. Perşembe 21.15 ve Cumartesi 18.00 seansları indirimlidir. ERGENEKON CAD. NO:98 PANGALTI Tel: 241 58 27 37 İSTANBUL'DA YAŞAMAK Tel: (0.216) 337 96 05 MEFİSTO KİTABEVİ İndirim: %15 İstiklâl Cad. No: 173 Beyoğlu-lstanbul Tel: (0.212) 293 19 09 D A N I Ş M A N Samanyolu Sok. 81/12 Şişli-lstanbul Tel: 231 30 17 Fax: 241 63 68 TİYATROLAR Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu Oğuzhan Cad. No:1 9 Fındıkzade Tel: (0.212) 635 95 87 Bakırköy Belediye Tiyatrosu Yunus Emre Kültür Merkezi Tel: (0.212) 661 19 41 BKM Oyuncuları Beşiktaş Kültür Merkezi Hasfırın Sok. No: 75 Beşiktaş Tel: (0.212) 260 11 56 Dormen Tiyatrosu Ergerekon cad. No: 98 Pangaltı Tel: (0.212) 241 27 37 Dostlar Tiyatrosu Muammer karaca Tiyatrosu Tel: (0.212) 252 59 35 H. Çaman Yeditepe Oyuncuları Teşvikiye Cad. No: 160 Tel: (0.212) 225 71 98 Kenter Tiyatrosu Halaskargazi Cad. No: 35 Harbiye Tel: (0.212) 246 35 89 Tiyatro Bakış Efe Sanatevi, Bahçeler Sok. No:20 Mecidiyeköy Tel: (0.212) 212 94 82 Tiyatro Günbay Kocamustafapaşa Çevre Tiyatrosu Tel: (0.212) 585 59 35 Tiyatro İstanbul İstek Vakfı Atanur Oğuz Lisesi Tiyatro Salonu - Balmumcu Tel: (0.212) 275 21 10 Tiyatro Ti Martı Sanat Evi Baro Han No:330 Beyoğlu Tel: (0.212) 244 18 00 TiyatroKare Abide-i Hürriyet Cad. No:227 Şişli Tel: (0.212) 230 16 18 Tiyatroom Beşiktaş Kültür Merkezi Tel: (0.212) 260 11 56 Yayla Sanat Merkezi Maltepe Sahil Yolu, Süreyyapaşa Tesisleri Maltepe Tel: (0.216) 383 99 20-21 İST. DEVLET TİYATROLARI AKM Büyük Salon Tel: (0.212) 245 25 90 Azizi Nesin Sahnesi Tel: (0.212) 245 25 90 AKM Oda TiyatrosuTel: (0.212) 245 25 90 Taksim Sahnesi Tel: (0.212) 249 69 44 İST. BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ŞEHİR TİYATROLARI Harbiye M. Ertuğrul Sahnesi Tel: (0.212) 240 77 20 Harbiye Cep Tiyatrosu Tel: (0.212) 240 77 20 Fatih R. Nuri Sahnesi Tel: (0.212) 526 53 80 Üsküdar M. Celal Sahnesi Tel: (0.216) 333 03 97 Kadıköy H. Taner Sahnesi Tel: (0.216) 349 04 63 Gaziosmanpaşa Sahnesi Tel: (0.212) 578 60 67 a • Dünya Capitol Kitabevi İndirim: %5 Tophanelioğlu Cad. Altunizade Üsküdar-lstanbul Tel: (0.216) 391 18 80 • Dünya Svviss Otel Kitabevi İndirim: %5 Swiss Oteli Maçka Maçka-lstanbul Tel: (0.212)259 02 26 • Dünya Hilton Oteli Köşk Kitabevi İndirim: %5 Hilton Oteli Elmadağ Harbiya-lstanbul Tel: (0.212) 233 00 94 • Dünya Holliday İn Crovvn Plaza Kitabevi İndirim: %5 Holliday İn Oteli Ataköy-lstanbul Tel: (0.212) 559 11 95 • Dünya Maltepe Kitabevi İndirim: %5 Maltepe Sahil Yolu S Plajı İstasyon yanı Maltepe-lstanbul Tel: (0.216) 442 09 50 • Dünya Borsa Kitabevi İndirim: %5 I.M.K.B. Binası Maslak-lstanbul GENÇLİK KİTABEVİ İndirim: %10 Mühürdar Cad. No: 68 Kadıköy-lstanbul cy 3EYAZ ADAM KİTABEVİ İnndirim: %15 İstanbul Cad. Mor Sümbül Sk. No: 1/A Bakırköy-lst. Tel: (0.212) 561 20 92 EVRİM KİTABEVİ ndirim: %10 Kadıköy İş Merkezi No: 78-106 Kadıköy-lstanbul Tel: (0.216)347 49 63 DÜNYA AKTÜEL KİTABEVLERİ Dünya Tünel Kitabevi İndirim: %5 İstiklal Cad. No: 496 Beyoğlu-lstanbul Tel: (0.212) 249 10 06 Dünya Bebek Kitabevi İndirim: %5 Cevdet Paşa Cad. No: 232/1 Bebek-lstanbul Tel: (0.212) 265 71 03 Dünya Nişantaşı Kitabevi İndirim: %5 Teşvikiye Cad. No: 164/3 Nişantaşı-lstanbul Tel: (0.212) 247 05 90 Dünya Kadıköy Kitabevi İndirim: %5 Kadıköy İş Merkezi Kadıköy-lstanbul Tel: (0.216) 347 79 06 • Dünya Cağaloğlu Kitabevi İndirim: %5 Narlıbahçe Sk. No: 13 Cağaloğlu-lstanbul Tel: (0.212) 513 50 79 BAKIŞ pe TİYATRO "... Atatürk'ü canlandıran, tiyatro sahnelerinin büyük ustası Haluk Kurtoğlu, diyebilirim ki hayatının oyununu oynuyor'" Erdoğan Sevgin Sabah 14.11.1997 Nezihe Araz Saat Dokuz Sıfır Beş 19, 20, 2 1 , 27, 28 29 Mart Saat: 21.00 Yöneten: Hakan Altıner Müzik: Cem İdiz 12, 13, 14 Mart Saat: 21.00 15 Mart Saat: 15.00 25, 26 Mart Saat: 21.00 KOMEDİ 2BÖLÜM NEILSIMON Türkçesi: Betül Mardin Yön.: Göksel Kortay Göksel Kortay • Alp Oyken • Özlem Savaş • Hakan Gerçek EFE SANAT EVİ • Ortaklar cad. Bahçeler sok. No: 20 Mecidiyeköy • Tel: 212 94 82 59 İSTANBUL'DA YAŞAMAK TİYATRO İ S T A N B U L Yön.: Gencay Gürün Çev.: Gencay Gürün 5, 6, 7,8, 12, 13, 14, 15 Mart Yön.: Engin Gürman Çev.: Gencay Gürün 19, 20, 21, 22 Mart Yön.: Gencay Gürün Çev.: Cemil Büyükutku 26, 27, 28, 29 Mart İstek Vakfı Atanur Oğuz Lisesi Tel: 275 21 10 • 213 10 76 İstek Vakfı Atanur Oğuz Lisesi Tel: 275 21 10 • 213 10 76 İstek Vakfı Atanur Oğuz Lisesi Tel: 275 21 10 • 213 10 76 Cumartesi 15.30 Seansı İndirimlidir. pe cy a Seanslar: Perşembe-Cuma 21.00 C.tesi 15.30-21.00 Pazar 15.30 Telefonla rezervasyon yaptırabilirsiniz. 60 İSTANBUL'DA YAŞAMAK Achill Turizm Seyahat Acentası 'Turizmde Yeni Bir Soluk' MART PROGRAMLARI 1 Mart: Haliç Turu Yemekli 5.500.000 8 Mart: İznik Gölü Yemekli 5.750.000 14 Mart: Anadolu Yakası Eserleri Yemekli 5.500.000 15 Mart: Tarihi Surlar ve Kapılar Yemekli 6.000.000 15 Mart: Uludağ Yemekli 5.250.000 21-22 Mart: Sapanca-Abant-Yedigöller Herşey dahil 16.500.000 22 Mart: Yürüyüş Turu - Nüzhetiye Yemekli 4.500.000 28 Mart: Konserli İstanbul Turu Yemekli 5.250.000 29 Mart: Abant - Gölcük Yemekli 5.500.000 KURBAN BAYRAMI TURLARI 3-12 Mart:(9 Gece) Nemrutlu Gap Adıyaman, Şanlıurfa, Elazığ, Malatya, Kayseri 75.000.000 3-12 Mart:(9 Gece) Doğu Akdeniz Silifke, İçel, Adana, Antakya, Gaziantep 64.000.000 3-11 Mart:(8 Gece) Göller Bölgesi ve Antalya Burdur, Eğridir, Kovada, Köprülü Kanyon, Antalya 56.500.000 3-11(8 Gece) Mart: Pamfilya Alanya, Side, Köprülü Kanyon, Antalya 56.500.000 6-12 (8 Gece) Mart: Güney Ege Kuşadası, Pamukkale, Bodrum 47.000.000 7-12 (5 Gece) Mart: Batı Karadeniz Kastamonu, Cide, Amasra, Safranbolu 37.500.000 Oteller Kuşadası Macellan *** 25.000.000 Bodrum Mavsolos ** 18.500.000 *Yukarıdaki fiyatlar %5 indirilmiş peşin fiyatlardır. Ayaz ** 21.750.000 * Tüm turlarımızda geziler, YP konaklama, ulaşım Side Bella Karaelmas*** 33.750.000 giriş ücretleri, rehberlik dahildir. Alanya Liberty*** 31.000.000 * Taksit ve kredi kartı imkânı Achill Turizm Seyahat Acentası Bahariye Caddesi Ali Suavi Sokak No: 6/1 Altıyol-lstanbul Tel: (0216) 418 97 73 a R e z e r v a s y o n l a r ı n ı z ı M a s t e r v e Visa k a r t l a r ı ile y a p t ı r a b i l i r s i n i z pe cy HADİ ÇAAAAN Y E D İ T E P E OYUNCULARI 5, 6, 7, 13, 14, 20, 21, 27, 28 Mart Saat: 21.00 8, 29 Mart Saat: 15.30 Hadi Çaman Tiyatrosu Teşvikiye Cad. 160. Nişantaşı-lstanbul Tel: (0212) 225 71 98 • 246 17 77 EFES Pilsen'in 61 İSTANBUL'DA YAŞAMAK/HABERLER Esbank, yarışma sonucunda dereceye giren ilk 5 kişinin her birisine 1.500.000 TL (Birbuçukmilyar) başarı ödülü veriyor. Yarışmanın sergisi ise, ödül töreninden sonra 11 ili kapsayan Anadolu turnesine çıkacak. Yarışmaya katılmak isteyen sanatçılar, yarışma şartnameleri ve katılma formlarını 20 Mart'a kadar tüm Esbank şubelerinden, sanat galerilerinden, kitabevlerinden çeşitli cafelerden ve yarışma merkezinden temin edebilecektir. Esbank'ın 1984 yılından bu yana düzenlemekte olduğu Yunus Emre Resim Yarışması, ülkemizde düzenlenen resim yarışmaları arasında, seviyesini ve prestijini koruyarak gelenekselleşebilen ve en çok katılımı olan yarışma özelliğini yıllardır korumaktadır. Yarışma, sanatın özündeki sürekli gelişme ve kendini yenileme devimine paralel olarak, aynı şekilde kendini yenilemiş ve geliştirmiş, dialardan yapılan çok aşamalı değerlendirmelerden katılma koşullarına dek evrensel boyutta gelişmeleri takip etmiş ve uluslararası standartları ülkemize taşımayı başarmıştır. Yunus Emre Resim Yarışması aynı zamanda, sanatsal gelişmeleri takip etmenin sadece büyük metropollerde yaşayan insanlara özgü bir ayrıcalık olmadığının bilinciyle, sergisini son beş yıldır Anadolu'ya yayıyor. Bu yıl yarışma sergisini 11 ili kapsayan bir turneyle Anadolu'da yaşayan sanatseverlerle buluşturacak olan yarışma, Türk sanatının bugünlerine ve yarınlarına destek olmayı da sürdürüyor. Söz konusu işbirliği, aynı zamanda Türkiye'nin önde gelen kurum ve kuruluşlarıyla da sağlanmış durumda. Güzel Sanatlar/Bates Reklâm Ajansı da, tasarım ve tanıtım konusundaki sponsorluğuyla bu kuruluşların arasında yer almakta. Şubat 1997'de, Tomur Atagök ve Oğuzhan Özcan'ın girişimleriyle kurulan Türkiye'nin sanal ortamdaki bu ilk müzesi mimarlık, resim, heykel, müzik, dans, tiyatro, sinema, fotoğraf, grafik, seramik, el sanatları, endüstri tasarımı, tekstil, müzecilik, moda, multimedia/VVeb tasarımı gibi çeşitli bölümlerden oluşuyor. Müzenin sayfa tarasımlarını ise Güzel Sanatlar/Bates hazırlamış bulunuyor. Ayrıca sanatçılar ve akademisyenlerin, söz konusu müzeye yazı ve sergileriyle katılması da yine Güzel Sanatlar/Bates tarafında gerçekleştirilen afiş, broşür ve ilânlarla talep ediliyor. 3 Mart 1998 Saat:20.00 SERMET PİYANOĞLU ÜÇLÜSÜ Hüseyin Sermet (piyano), Ertuğrul Köse (korno), Bahar Bircik (keman), Reyent Bölükbaşı (viyolonsel) "Brahms/Piyano, Keman ve Viyolonsel için Üçlü Brahms/Piyano, Keman ve Korno için Üçlü/Mi bemol Majör/ Op.40" Bilet Fiyatları: 1.000.000-800.000 4 Mart 1998 Saat: 20.00 BESTEKAR SULTANLAR "BEYAZID'DEN VAHİDETTİN'E TÜRK MUSİKİSİNİN ŞAH ESERLERİ" Bilet Fiyatları: 800.000-600.000 TL. 6 Mart 1998 Saat: 20.00 ÖNDER FOCAN GROUP Bilet Fyatian: 1.500.000-1.000.000 TL 7 Mart 1998 Saat: 20.00 HASAN CİHAT ÖRTER KONSERİ Bilet Fiyatları: 1.500.000-1.000.000 TL. 9 Mart 1998 Saat: 20.00 BELÇİKA KRALİYET BÜYÜK ARMONİ ORKESTRASI Şef: Norbert NOZZY Solist: Muhiddin Dürrüoğlu DEMİRİZ (piyano) Bilet Fiyatları: 2.500.000-2.000.000 TL. CRR Konser Salonu 11 Mart 1998 Saat: 20.00 FREDDY CİNUÇEN TANRIKORUR Bilet Fiyatları: 800.000-600.000 TL. 13 Mart 1998 Saat: 20.00 FREDDY COLE "Nat King Cole'un kardeşi Freddy Cole, blues ve caz severleri sarsmaya geliyor..." Bilet Fyatlan: 2.000.000-1.500.000 TL Sanatçılarımız, yüksek performanslarıyla destek vermeyi sürdürdükçe Esbank Yunus Emre Resim Yarışması da Türk sanat yaşamındaki yerini korumaya ve üstlendiği görevi yerine getirmeye devam edecektir. Son yıllarda yarışmaya yurtdışından katılımların çoğalması. Yunus Emre Resim Yarışması'nın uluslararası platformlara taşınma hazırlıklarının bir habercisi olarak da değerlendirilebilinir. Türk Sanatı, Güzel Sanatlar/Bates'in Katkısıyla, Internet'te Türk resim sanatında son noktayı sorgulamak ve resim sanatındaki gelişmelerin en iyi örneklerini seçmek amacıyla sanat dünyasında yer edinmiş Yunus Türk sanat ve kültürüne artık, dünyanın neresinde olursa olsun, isteyen herkes anında ulaşabilecek. Çünkü Türk sanat ve kültürü şimdi, IMOT 62 IMOT, Web ortamında kurulmuş olan ve Internet kullanıcılarına yönelik sanal bir müze. Amacı, sanal ortamda, Türk sanat ve kültürüyle ilgili bir kaynak merkezi oluşturmak ve böylece tüm Internet kullanıcılarının bu konudaki bilimsel kaynaklara doğrudan ulaşmasını sağlamak. IMOT bu amaç doğrultusunda, 1998 yılı içerisinde tam 16 ayrı sanat dalında, 100'ü aşkın makale ve sergi yayınlamayı hedefliyor. Bunun için de kültür ve sanat dünyamızın 90'ı aşkın akademisyen ve sanatçısıyla işbirliğini başlatmış bulunuyor. 2 Mart 1998 Saat: 20.00 YUMI NARA "Kabareler'den Seçmeler" Piyanist: Doç. Erol Erdinç Bilet Fiyatı: 1.000.000-800.000 TL. a Tüm sanatçılara açık olan yarışmanın teması YANSIMALAR! Ölçü, teknik, kullanılan malzeme konularında hiçbir sınırlama getirilmeyen yarışmanın ilk elemesi dialardan yapılacak. bir kanıtlayıcısı. Son yıllarda düzenlenen yarışma sonuçlarına bakıldığında, dereceye giren ve sergilenmeye değer bulunan "resimlerin", kimi kez bir performans, kimi kez bir enstalasyon kimi kez de bir asamblaj olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Bu sağlamda yarışma bir yandan da Türk resim sanatı nereye gidiyor? sorusunun iyi bir cevaplayıcısı konumunda. Bu yıl 14. sü gerçekleşen Yunus Emre Resim Yarışması, önceki yıllardan farklı olarak ilk kez tematik içeriğiyle sanatçıların katılımına sunuluyor: Yansımalar! Yansımalar gibi geniş bir tema çerçevesinde sanatçıları özgür bırakan, ölçü, teknik ve kullanılan malzeme konularında hiçbir kısıtlama getirmeyen Yunus Emre Resim Yarışması'nın ön elemeleri yine yapıtların dialarından yapılıyor. (Interactive Museum Of Turkey - Interaktrf Türkiye Müzesi) ile Amerika'da Web Sitesi'nde. cy Esbank'ın düzenlediği Yunus Emre Resim Yarışması için son başvuru tarihi 20 Mart'ta sona eriyor. Emre Resim Yarışması, ülkemizdeki "resim sanatı" anlayışındaki değişikliğin, resim sanatının iki boyutlu çalışmalardan uzaklaştığının ve artık farklı disiplinler ve eğilimlerle beslenerek kendine yeni bir söylem geliştirdiğinin iyi pe Resim Yarışmalarındaki EnYüksek Ödül Yine Esbank'tan.. Genel Sanat Yönetmeni: Arda Aydoğan Orkestra Şefi: Fahrettin Kerimov Sahneye Koyan: Hüseyin Atakişiyev Bilet Fiyatları: 2.000.000 TL. 15 Mart 1998 Saat: 20.00 OSMANLI HAREM MUSİKİSİ Bilet Fiyatları: 1.000.000300.000 TL. 16 Mart 1998 Saat: 20.00 AMERİKAN YAYLI SAZLAR DÖRTLÜSÜ Bilet Fiyatları: 1.500.000-1.000.000 TL 17 Mart 1998 Saat: 20.00 İDİL BİRET "PİYANO RESİTALİ" Bilet Fiyatları: 1.500.000 TL 18 Mart Saat: 20.00 NECDET YAŞAR Bilet Fiyatları: 800.00O600.000 TL. 21 Mart Saat: 20.00 İSTANBUL BÜYÜKŞEHIR BELEDİYESİ CEMAL REŞİT REY SENFONİ ORKESTRASI Solistler: Lee Chin Siovv (Keman) Arda Aydoğan (Bas) Bilet Fiyatları: 2.000.000-1.500.00 TL. 22 Mart 1998 Saat: 20.00 KENT ORKESTRASI KONSERİ Şef: Kamil Coşkun Bilet Fiyatları: 600.000-500.000 TL. 23 Mart 1998 Saat: 20.00 KEVIN GALLEGHER "GİTAR RESİTALİ" Bilet Fiyatları: 1.500.00-1.000.000 TL. 24 Mart 1998 Saat: 20.00 VENEDİK MADRİGALİSTLERİ Bilet Fiyatları: 1.500.000-1.000.000 TL. 26 Mart 1998 Saat: 20.00 SINGFONIKER Bilet Fiyatları: 1.500.000-1.000.000 TL. 27 Mart 1998 Saat: 20.00 ÖZSOY OPERASI Özel Temsil 28 Mart 1998 Saat: 20.00 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Cemal Reşit Rey Opera ve Orkestrası "ÖZSOY" Operası / A. Adnan Saygun Libretto: Münir Hayri Egeli Genel Sanat Yönetmeni: Arda Aydoğan Orkestra Şefi: Fahrettin Kerimov Sahneye Koyan: Kenan Işık Koro Şefi: Çiçek Kurra Kanter Dekor/ Kostüm: Figen Koyuncuoğlu Bilet Fiyatları: 2.500.000-2.000.000 TL 29 Mart 1998 Saat: 20.00 BURDUR'DA ZİYAFET Bilet Fiyatları: 800.000-600.000 TL. 1 Mart 1998 Saat: 20.00 SARBAND TOPLULUĞU Bilet Fiyatları: 1.000.000-800.000 TL. 14 Mart 1998 Saat: 20.00 ARŞIN MALALAN Müzikal Komedi, 2 Perde Ü. Hacıyov 30 Mart 1998 NURİ İYİCİL "Kemal Resitali" Piyano: Metin Ülkü Vıtalı—Charlıer: "Chaconne" keman ve Piyano için Sol minör Ekrem Zeki Ün: Keman-Piyano Sonatı Maurice Ravel: Keman-Fiyano Sonat Syzmanovvskt: Keman- Piyano Sonatı Op.9 Bilet Fiyatları: 800.000-600.000 TL. a cy pe pe a cy
Similar documents
İndir - Güzel Sanatlar Fakültesi
karşısına çıkar; fırtınalarda ayrılan aileler birbirine kavuşur; yıllar yılı dargın olanlar barışır vb. (2). Shakespeare’in oyun yazarlığında önemli bir yön değişikliğinin göstergesi olan romance’l...
More informationAnsiklopedik Sözlük - Prof. Dr. İsmail Ersevim
“ABD Büyükelçiliği yasal olarak müdahale edebilir ve suçlu vatandaşların, avuçlarına ufak bir şaplak yemekle paçayı kurtaracakları Birleşik Devletlere iade edilmesini isteyebilirdi.” (D. Brown, “Da...
More informationamber.08 - amberPlatform
Crations ile işbirliği yapıyoruz. Gamers sergisi M2F ile birlikte oluşturuldu. Tema etrafındaki etkileşimli enstalasyonlardan oluşan sergimizin yanı sıra amber’08’de yer alan ikinci sergi olan Game...
More information