Pdf Olarak Görüntüle - Genetiği Değiştirilmiş Din

Transcription

Pdf Olarak Görüntüle - Genetiği Değiştirilmiş Din
1
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
GEZEGENLER ARASI BAŞARILI DENEYLER YAPMIŞ ASTROFİZİKÇİLER
KEHFİ ve ER-RAKİM EKİBİ
YAŞAYAN CANLI HEYKEL - SFENKS
YEDİ UYURLAR!
Çok iyi biliyorum rahatsız olacaklar, ancak yine de yazıyorum, yazmak zorundayım;
Asırlardır Müslümanları uyutan ithal edilmiş, Yüce ALLAH’IN QUR’AN’I ile herhangi bir ilgisi-alakası olmayan,
insan icadı uydurma masallarla adına da ‘din’ dedikleri zehirle beyinleri uyuşturan, epifiz bezini körelten
LOBİLER, yabancıların hizmetkârlığını yapan içerideki yerli LOBİLER de bu kitaplardan rahatsız olacaklar,
hoşlanmayacaklar…
Umarım onlarda doğru olanı idrak edip gerçeğe yönelikler…
Amacımız; hizmet edebildiğimiz kadar insanlığa faydalı olmak, asırlardır uyuyan ve uyutulan Müslüman Türkleri
uyanabilirlerse uyandırmaktır temel çabamız.
İndependent inventor scientist & investigative writer
Buharalı Bir Türk
Notary in Turkey and in USA / noter tasdiklidir.
Yayınlanan bu kitapların tüm hakları yazara aittir.
http://www.genetigidegistirilmisdin.com/
2
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
QUR’AN’I ANLAMAYA VE BİLİMSEL ÇALIŞMALARIMA BAŞLAMA
KOORDİNATLARIM…
Küçük te olsa herhangi bir saplantı, şartlanma, fanatik dogmalardan uzak, eski tekerlemelerin
etkisinde kalmadan, dedelerimizden öğrendiğimiz doğru veya yanlış masalların varsa üzerimdeki
etkilerini silerek, öğrendiğim Bilimsel değerlerin ışığında, saf, tertemiz, tarafsız, cennet talebi
veya cehennem korkularını tamamen silip, temeline ve tavanına samimiyeti, felsefeyi oturtarak
AKILLA ve SEVMEKLE ANCAK başarabileceğimi anlamıştım.
Bana zorla, baskılarla giydirilmiş pas kokan gömleği çıkarmaya kara vermiştim.
Sordum; QUR’AN’IN en önemli evrenselliği, doğruluğu nedir? Çünkü bu sorunun gerçek
cevabının bana beni öğreteceğini anlamıştım.
Ben önce BENDEKİ O BEN’İ, KENDİMİ keşfetmeliydim… Süfli olan ben; bendeki gerçek olan O
AMENU olması gereken Ben’i bulmadan, bende var olan fakat ben olmayan O yabancıyı, O
gizli düşmanı nasıl bulabilirdim ki?...
Şartsız ve şüphesiz, tavizsiz ve matematik netlikle doğru adresi bulmalıydım. Bu arayışımda
kendime karşı da gerçekten acımasızdım…
Cevabını QUR’AN/HAKKA/40-48 suresi öğretti, tüm açıklığı ile hakikati…
Yine QUR’AN’DA buldum en doğru cevabı…
[Muhakkak ki o, gerçekten Kerim Resûl'ün sözüdür.
O, bir şairin sözü değildir ne de az inanıyorsunuz.
Ve bir kâhinin de sözü değildir, ne de az düşünüyorsunuz. (Resûle şair veya kâhindir diye iftira
ediliyordu. Bu KÂHİN sözcüğünü akıldan çıkarmadan bu kitap boyunca anımsamalıyız).
İndirilmiştir Âlemlerin Rabbi tarafından. (Dikkat! ‘Sizin Rabbiniz’ denmedi ‘Âlemlerin’ denildi)
VE EĞER, (Resul) UYDURMUŞ OLSAYDI BİZE KARŞI BAZI SÖZLERİ.
ELBETTE ONU (Resulü) SAĞINDAN TUTUP ALIRDIK.
SONRA MUTLAKA ONUN (Resulün) CAN DAMARINI KESERDİK.
Bu üç ayeti okuyabildikleri kadar okusunlar. Enginliklerindeki öğretiyi ve tehdidi anlamak için
okusunlar… Bu ayetin ses tonunu duysunlar…
Ayrıca sizden hiçbiriniz ondan (Resulden) engelleyiciler olamazdınız.
Ve muhakkak ki O (QUR’AN), gerçekten muttakiler (takva sahipleri; inanan bilim adamları) için
bir öğüttür.]
Hakka suresi 8 ayette kısa ancak özün de özünü açıklayan ayette Nebi veya Muhammed
denmedi, Resul (elçi) denildi. Bu çok önemli ve çok, çok ciddi bir ayrıntıdır.
Örümcek kafalı diyemeyeceğim, haksızlık olur, çünkü örümcekler gerçek mühendislerdir,
harikalar yaparlar… Asla bal veya ıslak tuğla imal etmez ona programlanmış olan bilgiyi uygular
ve asla hata da yapmazlar.
3
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Bunlar ne kafalı insanlardır ki gözlerinin önündeki QUR’AN’A değil de Emevi-Abbasî masallarıyla,
rivayetmatik insan icadı hadislerle din yapar, cennete bilet satarlar.
QUR’AN’DA, Hz. Muhammed’e ait bir tek kelime yoktu… Olmaması gerektiğini de açıkça
anlamıştım…
Şu anda birçok okuyucu da şaşırdı değil mi? Diğer bütün peygamberlere, Meryem’e, hatta
firavuna ait pek çok söylemler de vardı… Ancak Hz. Muhammed’e ait bir tek kelime yoktur.
[“ (insanlara söyle) De, ben diğer resûllerden farklı olarak herhangi bir şey ortaya çıkarmış
değilim. Ve bana ve size ne yapılacağını ben bilemem. Ben sadece bana vahyedilene tâbî
olurum. VE BEN APAÇIK BİR UYARICIDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLİM. Ahkaf 9] Ayetteki ‘bid’an’
kendinden bir şeyler katan, ekleyen, kendiliğinden farklı şeyler ortaya çıkaran, farklı şeyler
söyleyen demektir…
‘Muhammed şunu dedi, Muhammed bunu dedi, Muhammed şöyle dedi’ şeklinde bir tek
kelime, sözcük yoktu. Sadece ‘Onlara de ki, onlara söyle ki’ şeklinde Yüce ALLAHIN Qur’an’ı
eğitim-öğretim süreci vardı.
Hayretler içinde kalmıştım, dehşete düştüm. Nasıl olurda asırlardır bunu kimse dile getiremedi
diye. Bu çok, çok önemli bir ayrıntıdır…
Defalarca okudum, yanlış bir şey mi yapıyorum veya anlamadığım veya atladığım bir şeyler mi
var diye. QUR’AN’I tekrar tekrar okuyarak 60 sene harcadım… Anladım; beni Yüce ALLAHA
lütfettiği AKILLA kul yapan O onurlu yolda sapmadan nasıl yürüyeceğimi…
Kendi kanaatimce: QUR’AN’IN, YÜCE ALLAHIN KELİMELERİ OLDUĞUNUN BİR NUMARALI
KANITI BU OLSA GEREK… Qur’an’da Hz. Muhammed’e ait bir tek kelime YOK!...
Bu arada bildirmek isterim; Muhammed Qur’an’ı sağdan soldan topladı, Sümerlerden kopyaladı
da yazdı diyen aydınlığı oynayan karanlık cüppeli cahillerin de dikkatine!...
Zamanla öğrendim ki QUR’AN’DA Hz. Muhammende ait bir tek kelimenin dahi olmaması
gerektiğini de yine QUR’AN’DAN…
[Ve işte böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Ve sen, kitap nedir ve îmân nedir
bilmiyordun. Şura 52]
Anladılar mı acaba?!...
Hz. Muhammed bütün insanlığa gönderilmiş en üstün ahlak sahibi RESUL (elçi) idi…
Resulün görevi nedir diye sordum?
Elçiliktir…
Elçinin görevi nedir?
Haberi, mesajı ekleme veya eksiltme yapmadan tebliğ etmektir…
Sordum, kime tebliğ etmektir?
Mesaja hiç bir ek veya eksiltme veya yorum yapmadan muhatabına iletmektir.
Anlamıştım açıkça, Hz. Muhammed neden veda hutbesinde üç kez;
4
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
“Şahit ol Ya Rab, Şahit ol Ya Rab, Şahit ol Ya Rab!...” dediğini….
Benim sözlerimin peşinden gidin demedi, size sözlerimi miras bırakıyorum demedi “Ey İnsanlar!
Size ALLAHIN Kitabını bırakıyorum, ALLAHIN ipine sarılın” dedi, ‘Benim sözlerime’ demedi…
Bilerek bildim ki; Hz. Muhammed Yüce ALLAHIN mesajlarını eksiksiz olarak bütün insanlığa
tebliğ etmeye layık görülmüş en yüksek ahlak sahibi, Âlemlere Rahmet olarak gönderilmiş
Allah’ın Kulu, Elçisi ve en üstün ahlak sahibi insandı.
[Artık hatırlat, sen sadece hatırlatıcısın. QUR’AN, Gaşiye 21]
[Sen sadece bir yol göstericisin. QUR’AN, Ra’d 7]
Yüce ALLAH’IN mesajlarını insanlığa tebliğe layık olmanın ne yüce bir şan, ne yüce bir onur
olduğunu da anladım; yine QUR’AN’DAN.
Ulaşabildiğim her şeyimle odaklandım Yüce ALLAHIN QUR’AN’INA. Her tekrar okuduğumda bilgi
kalitesinin daha da yükseldiğini ve alenen gördüm ki; QUR’AN KENDİ İÇİNDE KENDİNİ
ÖĞRETEREN İLAHİ OKULDU…
QUR’AN’I her yeniden okuduğumda, bir önceki bilgimin çok eksik olduğunu, her yeniden
okuduğumda daha da enginliklere açıldığımı huşu veren idrakle yaşadım.
Bu nedenle, fitnenin kaynağı Emevi, Abbasî uydurma imalatları olan hadis denen şeylerin
(sayıları mahdut gerçek hadisleri kast etmiyorum) hiç bir güvenilirliği olamayacağını, hatta
QUR’AN’I örttüğünü, QUR’AN’A bilerek veya bilmeyerek ihanet ettiğini daha henüz başlarken
tespit etmiştim.
Yüreğim, ölüme mahkûm edilmiş küçücük bedenim, ölümsüz ruhum sevinçle, onurla dolmuştu,
uçuyordum sevinçten göklerin göklerinde…
Gördüm ve anladım, bizzat şahit oldum QUR’AN’I anlamak için yegâne dayanağın AKIL ve
QUR’AN olduğuna…
Gerçeklere bakmak değil, baktığımı görebilmek için karanlıkları aydınlatanın AKIL, QUR’AN,
Tevrat ve İncil, İmamı Azam Ebu Hanife olduğunu, İbni Rüşt, İbni Arabi’nin Fusüs-El Hikem
olduğunu, Buharalı Zemahşeri olduğunu açıkça gördüm.
QUR’AN, kendini kendi içinde açıklayan, beynimizdeki EPİFİZ bezini tetikleyen, akıl, zekâ ve
anlayış kalitesini en yüksek seviyelere çıkaran enerji kaynağı, bir tür matematik üstü matematik
olarak gördüm… Hanif olan netliği gördüm, yaşadım, hatta O’na AKILLA dokundum…
Üstelik Hz. Muhammedin bir tek kelime de olsa asla bir şey söylememesi gerektiğini en şedit bir
kanunla ihtar edildiğini de QUR’AN/Hakka 40-48 ayetlerinden açıkça öğrendim...
5
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
QUR’AN’I anlamak için Hadislere başvurmayı, haşa ve haşa, YÜCE ALLAHI sanki acizlikle
suçlamak veya Yüce ALLAHA acizlik nispet etmek gibi bir şey olarak da algıladım…
Sanki Yüce ALLAH bir şeyleri unuttu veya anlatamadı da Hz. Muhammed’e mi kapattırıyor O
açığı diye algıladım. Bu benim şahsı kanaatimdir ve kimseyi de bağlamaz.
QUR’AN’I anlamak için herhangi bir şeye başvurmanın Yüce ALLAHI alenen aşağılamak gibi bir
cehalet, terbiyesizlik, ihanet, çirkinlik, hainlik gibi şeyler olduğunu açıkça gördüm…
[Ve (Allah), akıl etmeyen (akılını kullanmayan) kimselerin üzerine pislik atar. QUR’AN, Yunus, 100]
Sordum: QUR’AN anlaşılamaz bir kitap mıdır diye?
[Muhakkak ki yaptık Biz (hazırladık, düzenledik) O'nu Arapça Qur’an. Umulur ki AKIL edersiniz
böylece. Zuhruf 3] Ayette geçen ‘leallekum’ ‘umulur ki, umut edilir ki, belki’ gibi anlamlarındadır
ve bu ifade her detayı ve benim de önerilerimi açıkça ortaya koymaktadır…
[ Ve işte böylece Biz, onu apaçık ayetler (halinde) indirdik. Ve muhakkak ki Allah,
dilediği/dileyen kimseyi hidayete (yönünü doğru olana) ulaştırır. Hacc 16]
Sordum: bana bir tek hadis göstersinler ki O hadis QUR’AN’I açıklamak veya yorumlamak için
söylenmiş olsun? Bunu düşünmek bile şirktir…
Buldum cevabını yine QUR’AN’DA, Kıyame 14-19:
Hayır, insan kendi nefsine basirdir (şahittir). Ve mazeretlerini beyan etse bile. O'na acele
ederek, O'nunla (çabuk ezberleyeyim diye Cebrail’in programlaması esnasında) dilini depretip
hareket ettirme. MUHAKKAK Kİ O'NUN TOPLANMASI VE OKUNMASI BİZE AİTTİR.
Öyleyse O'nu okuduğumuz zaman, artık O'nun okunuşuna tâbî ol.
SONRA (zamanı geldiğinde) O'NUN AÇIKLANMASI MUHAKKAK Kİ BİZE AİTTİR.
Soralım; gerçeğin gerçeği daha başka nasıl açıklanır ki? Yüce ALLAHIN bu açık,
apaçık ayetlerinden sonra hala mı hadislerin peşinden gidilecek?
QUR’AN kendi içinde kendisini öğretmektedir, yeter ki BÜYÜK TEMİZ AKILI kullanalım…
Soralım; bu 6 ayette açıkça öğretilen QUR’AN’IN ışığında mı yürüyeyim, yoksa Emevi-Abbasî
mirası uydurma hadislerinin peşinden mi gideyim?
Bu apaçık ayeti anlamayan ve hala uydurma masalların peşinden giden her kim se sadece
fitnedir, fasıktır, QUR’AN’IN düşmanıdır, Müslümanların içine sızmış yabancı misyonerlerdir.
Asırlarca Müslümanların üçüncü sınıf olmalarının yegâne temel nedeni de budur.
Ben, Müslüman bir Türküm, hadis düşmanı filan değilim. Sadece Yüce ALLAHIN önerdiği gibi
İNSAN İNSANI olmaya çabalayan mütevazı bir ilim adamıyım…
Sadece ALLAH rızası için yazdığımız bu kitaplardan faydalansalar iyi…. Çok iyi ederler…
6
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Sayıları mahdut bir kaç gerçek hadis kişilerin insan insanı olmalarında yardımcı olabilir…
Ancak QUR’AN’I açıklamak için ASLA!... BUNUN AKSİNİ DÜŞÜNMEK BİLE ŞİRKTİR.
]Yemin ederim, öğüt alsınlar diye biz bu QUR’AN’DA insanlar için her türlü misali (farklı farklı
açıklamaları örnekleriyle) verdik. ZUMER-27]
[ Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra Rab'lerine haşrolunacaklar. EN’AM-38.]
[Artık Allah'tan başka bir hakem mi arayayım? Size Kitabı açıklanmış (tafsilatlı) olarak indiren
O'dur. En’am-114] (hakem mi arayayım; yüce ALLAHIN ayetlerini anlamak için, ALLAH’IN
QUR’AN’DA detaylarıyla açıkladıklarını bir kenara bırakıp da (haşa ve haşa) insanların dediğinin
peşinden gitmek anlamdadır).
[Andolsun ki, biz, bilmediklerinizi size AÇIK SEÇİK BİLDİREN ayetler indirdik. NUR SURESİ-46]
İşte! Her okuduğumda kemiklerimin içine kadar korkudan titrediğim bu Bakara 159 ayetidir.
Her bilen, her bilgin Müslümanın ateşten daha çok korkması gereken bu ayettir;
[ Muhakkak ki beyyinelerden (deliler, kanıtlar, ayetler, mucizeler) indirdiğimiz şeyleri ve hidayeti
(doğru olan yolu, ölmeden önce ruhu Allah'a ulaştırmayı öğreten en doğru yöntemi) Kitap'ta
insanlara açıklamamızdan sonra GİZLEYENLERE (saklayanlara, örtenlere), İŞTE ONLARA, ALLAH
LÂNET EDER VE LÂNET EDİCİLER DE ONLARA LÂNET EDER. Bakara 159]
Karanlık cüppeli, iblisin taifesi bu ayetleri okumadıklarını, anlamadıklarını asırlardır çarpık
yollarda yürüyerek zaten kanıtlamışlardır.
ALLAH Resul’ünün kızı Fatıma’yı hamileyken meydanda sopalarla döverek öldüren, Halife Ömer
ve Aliyi ve Osman’ı öldüren, Kâbe’yi mancınıklara yakan, Fitnenin kaynağı Emevi Abbasî
uydurma hadislerin bu kristal dine getirdiği zararı ve hala bu zararın devamını menfaat için
devam ettiren ihanetleri açıklamazsak; Kitap'ta insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenlere
(saklayanlara, örtenlere, yanlış bilgi verenlere, QUR’AN’DA olamayan bilgileri QUR’AN’DANMIŞ
gibi yayanlara), İŞTE ONLARA, ALLAH LÂNET EDER VE LÂNET EDİCİLER DE ONLARA LÂNET
EDER. Bakara 159…
Bu ayetin şaka olduğunu mu zan ederler acaba?! Bu tehdidi ALLAH bildirmektedir, ALLAH!!!...
Bu ayetin ses tonu beni dehşetler içinde bırakır…
Biz yüce ALLAH’IN kitabının ve bize lütfettiği AKLIN ve AKILLA anlaşılacak QUR’AN’IN
yolundayız. Kabul etmek veya etmemek onların sorunudur.
Torununun, torununun da torunundan rivayet ve rivayet ve hala rivayet edilir ki: ALLAH Resulü
şunu söyledi, bunu söyledi!!!... Böyle din mi olur? Yüce ALLAH’IN QUR’AN’I böylemi anlaşılır?
‘Şefaat (aracı, kayırıcı, iltimas etmek demektir) Ya Muhammed’ diye çığırmak ne anlama
gelmektedir, şirk midir değilimdir? Bakalım Yüce ALLAH QUR’AN’DA ne diyor bu konuda;
7
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Yoksa onlar, Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Onlar bir şeye (bir güce) malik
olmasalar ve akıl etmeseler de mi?" De ki: "ŞEFAATİN TAMAMI, HEPSİ ALLAH'A MAHSUSTUR.
Zumer 43,44]
‘Şefaat ya Muhammed, Şefaat ya şeyh’ diye mezarlıklarda çığıran hokkabazlara bildiriyorum,
bu ayetleri tekrar tekrar okusunlar…
‘Şefaat Ya Muhammed, Şefaat Ya Şeyh ’ diye çığırmanın şirk olduğu daha açık nasıl anlatılır?…
[Şefaat edenlerin ŞEFAATİ (iltimasları, torpilleri) onlara bir yarar sağlamaz. Müddesir 48]
[ De ki: “Allah'ın dilemesi hariç, ben kendime fayda veya zarar verecek güce malik değilim.
Eğer ben gaybı bilseydim, hayrı mutlaka çoğaltırdım, bana bir kötülük dokunmazdı. Ben ancak
mü'min olan kavim için uyaran ve müjdeleyiciyim. QUR’AN Araf, 188]
Bundan daha açık nasıl anlatılır özellikle uydurulmuş hadislerle QUR’AN’IN açıklanamayacağı?!
Haşa ve Haşa ve Haşa!.. Yüce ALLAH QUR’AN’INI kullarına açıklamaktan aciz midir?
Ancak Hz. Peygamberimin AKLA hitap eden insani tavsiyeleri ve O’nun O muhteşem örnek, O
güzel ahlakı; zihnimden, elimden hiç bırakmadığım, bırakamayacağım ışığımdır. O kutsal,
görkemli adını telaffuz etmek bile bana huzur verirken.
Benim ciddiyetle üzerinde durduğum, Emevi Abbasî ve günümüzde de tüm hızıyla devam
eden sahtekârlıklarla Peygamberin İlahlaştırılmasının şirk olduğudur… Peygamber ne
ALLAH’IN ortağıdır ne de danışmanıdır… Çok sevgili kuludur. Bu nedenle âlemlere RAHMET
olarak gönderilmiş Nebidir, Resuldür…
Bulmuştum aradığım cevabı erken gençliğimde “Dükkânına Sağ ayağınla girersen bereket gelir,
Sol ayağınla girersen para kazanamazsın” tekerlemesini ilk duyduğumda “Sol tarafı başka Allah
mı yarattı?” sorulu cevabıma karşılık yediğim okkalı şamarı hala anımsarım…
Bu SAĞ ve SOL ifadelerinin gizemlerini de seneler sonra, DNA sarmallarının sağ spiral olduğunu,
fasulyeden tutunuz istisnasız tüm sarmaşıkların da sağ spiral yaparak yukarı tırmandığını
gördüğümde, bu deneyi Kuzey (Tokatta) ve Güney yarım küre (Johannesburgda) da, ABD de,
Meksika’da, Kanada’nın kuzeyinde, Çinde de defalarca yaptım ve sonucun şaşmadan aynı
olduğunu gördüm ve zamanla bilimin enginliklerine girdikçe anladım ki;
QUR’AN EVRENSELDİR,
QUR’AN BİLİMLER BİLİMİDİR,
QUR’AN, ALLAH’IN ÂLEMLERE RAHMET OLARAK VAHYETTİĞİ KELİMELERİDİR.
8
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Bu deneyi, yüzlerce kez, yüzlerce ayrı yerlerde, ayrı ülkelerde bu sarmaşık, fasulye vb. sağ
spiralleri incitmeden açtım ve SOL tarafa sardım…
Sabah gördüğüm manzara karşısında dehşetlere düşmüştüm. Bitki(ler) benim yaptığım SOL
spirali dağıtmış yeniden SAĞ spiral yapıyordu…(*)
Bitkinin genetiğine programlanmış net bilgi, onu sağ spiral yaparak hayatını sürdürmeyi
öğretmişti. [(Musa) “Rabbimizdir O bizim, herşeye yaradılışındaki amacı programlayan sonra da
amacına (hedefine) ulaştırandır” dedi. QUR’AN, Ta-Ha, 50]
Seneler sonra öğrendim, bu gezegende yaşayan her canlının DNA sarmal yapısı sağ spiral olarak
karşıma çıktı. (**)
Çok iyi biliyoruz ki; Kâbe’de tavaf edenler, Kâbe’nin etrafında dönerek dua eden insanların da
aynı yönde, sağ spiral yönünde dönerler.
QUR’AN’IN istediği bir tek gerçek vardı karşımda: Büyük temiz akılla anlaşılmak…
Öğrenebildiğimiz kadar önce kendimizi, dünyalarımızı, evrenleri öğrenmek,
Faydalı olabildiğimiz kadar daha çok faydalı olmak,
Sevmek, bilerek, samimiyetle sevmek,
Karşılık beklemeden samimiyetle en sevdiğimiz şeylerden başkalarına vermek,
Ölmeden önce ruhumuzu Yüce ALLAHA ulaştırmak…
Sadece ve yalnızca Yaratana samimi kul olmayı öğrenmek, samimi kul olarak yaşamak ve
yaşatmak…
(*) QUR’AN ışığında bu deney ve gözlemin enginliğini bilim tarihinde daha önce de yapanlar olmuş olabilir ancak ben bu deney ve gözlem içeriğinin bu
şekilde açıklanmasına hiç bir yerde rastlamadım.
(**) hatırladığım kadarıyla, bir tek organik asit molekülü sol spiral yapmaktadır ki O da bitki değil moleküler bir asittir.
9
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
QUR’AN’I anlamanın biricik, mütevazı ve AKILLI bir yöntemi olduğuna karar verdim; okumak için
değil, anlamak için idrak ederek okumak gerekliydi, cennet talebi veya cehennem korkusuyla
değil. Çocukluğumuzdan gelen bastırılmış, kalıplaşarak limitlenmiş, sorgusuz sualsiz mutlak
itaat, soru sormaya kapalı tekerlemelerle değil…
Yüce ALLAHIN sevgisini kazanamamanın korkusu olmalıdır bilim adamında, cehennem değil.
Rahman ve Rahim olan Yüce ALLAH zulüm edici değildir ki…
Qur’an okurken Qur’an’a müsaade ediniz ki; size kendisini yaşatarak öğretsin…
Umarım bu cümlemin enginliğini kavrarlar. QUR’AN’DAN faydalanmak isteyen her fert bu
mütevazi tavsiyemi herşeyden önde tutmasını dilerim…
Küçük Akılla, AKIL yürütmenin; herhangi bir olguyu net olarak kavrayamamış olmanın
göstergesi olduğunu da anladım. Küçük akılla QUR’AN’I yorumlamaya kalkanlar, Emevi Abbasî
masallarının peşinden giderek Müslümanları asırlardır üçünü sınıfa indirmeyi başarmışlardır.
Küçük akıl da ne demektir, BÜYÜK AKILDA’MI var diye sorulacaktır.
Elbette var… Birazdan kavrayarak öğreneceğiz bu gerçeği.
AKIL, A-K-L kökünden Sanskritçeden Urdu ve Arapçaya aynı şekilde geçmiş, sıkı sıkıya
bağlamaktan mastardır.
Gerçeğe ulaşabilmenin, Yüce ALLAH’I samimiyetle ve bilerek sevmekten, olabildiğince
sevmekten başladığını gördüm, yaşadım ve hissettim. Etrafımda, yaşadığım her ortamda
ALLAH’I hissettim, ALLAH’I yaşadım. Gerçekten duygulandım ve şahit oldum: bana benden de
yakındı… Dehşetlere düşmüştüm, ancak tanımlanamaz şekilde de mutluydum… Tarifi imkânsız
mutluluklardı içinde bulunduğum hazineler, hepsi benimdi… Evreni, maddeyi keşif etmenin,
işlevlerini anlamanın, icat etmenin değerlerini, Büyük AKILLA gerçek sevgiyi bulmayı başardım…
İnsanlarla paylaşmak içinde bu kitapları hiç bir karşılık beklemeden yazıyorum.
Sadece ihanet etmek için, saltanatlarının devamı için özel olarak hazırlanmış Emevi, Abbasî
masallarıyla, şahsa mahsus tefsirlerle, uydurma hadislerle değil; Yüce ALLAH’IN yine QUR’ANDA
öğrettiği yöntemle anlayarak okumak gerektiğini gördüm. QUR’AN’IN kendi içinde kendini en
yüksek kalitede öğreterek açıkladığını gördüm…
Para kazanmak için hazırlanmış, şahsa mahsus meal ve tefsirlerin QUR’AN’A köklüce olmasa bile
kısmen zarar verebileceği de bütün açıklığı ile zaten ortadadır.
QUR’AN, insan beynindeki bilgi iletişim bankasını yüksek seviyelere çıkaran matematik bir
bütündür. QUR’AN’I anlayarak okumak, anlamak için okumak ve tekrar okumak insanı ve EPİFİZ
bezinin işlevlerini en yüksek seviyelere getirmektedir.
10
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Boşluklar içinde olan saf ve AKLINI kullanmayan cahil insanların YÜCE ALLAH’I bırakıp, Allah’ın
makamına Resulleri ve Nebilik, Resullük makamlarına da kendi şeyhlerini, dervişlerini
oturttuğunu ve kendilerini de bu maskaralara alenen köle ettiklerini gördüm. Bu maskaraları
yaratanın aslında aklını kullanmayan o cahil insanlar olduğunu da gördüm.
Boşluklar içinde olan insanların cehaletlerinden çıkar sağlayacağını anlayan şeytani düşünceli
hokkabazlar da, kurdukları tuzaklarla bu insanları aşağılayıp esir etmişler ve Ateizm doğmuş…
Gördüm açıkça, bu dehşetengiz çarpıklıkların temelinde ve doğuşunda ve yaygınlaşmasında
sebep olan hususları:
1. Çarpıklıkların bilinçli olarak üretilmesi,
2. Okumamak, cehalet, bilgisizlik, araştırmamak,
3. Kültür etkileşimi, başkalaşım sevdası,
4. İslâm öncesinden gelen ve kabuk bağlayarak artan gelenek ve görenekler,
5. Eski dinlerden kalan yine insan icadı mistik gelenekler, alışkanlıklar, ritüeller,
6. Okumadan, çalışmadan, üretmeden oturarak çok sevap kazanmak veya Dinle alakası
olmamasına, farz olmamasına rağmen insan icadı şeylere meyil etme düşünceleri,
[ Muhakkak ki Allah haddi aşanları (aşırıya kaçanları) sevmez. Maide 87]
7. Çoğunlukla İnsanların, kendisi okumadan her nasılsa kafasına sarık geçirmiş
hazretlerin pembe yalanlarını, safsatalarını dinleyerek hareket etmesi.
Benim şahsi fikrimdir ki; Ateizmi doğuran sadece iblisin hizmetkârları, dini kullanarak çıkar
peşinde olanlardır. Her dinin “ben şöyle böyle, falan filan etiketli büyük, en büyük din
adamıyım” diye çığırıp ortaya çıkanların bu çarpıklığın yegâne sorumlusu olduğunu
görmekteyim.
QUR’AN’DA din adamı kategorisi, imam, hoca, şeyh, derviş, papaz, haham yoktur. Böyle bir
müessese, böyle bir makam yoktur, her insan kendisi okumalıdır…
Ben din adamıyım diye çığıranlar bilge olsalardı, QUR’AN’IN, Tevrat ve İncilin öğrettiği
kalitede gerçek din adamları olsalardı; bu düşmanlıklarda neyin nesidir?!...
Aldanan ve aldatılanlar içinde akademik eğitim almış, adlarının önünde de yarım metre filanfülen profesör etiketli hazretleri(!) de gördüm.
Eskiden taşlara putlara tapardı AKLINI kullanamayan boşluklar içindeki insanlar, çağımızda
gördüm ki aynı Fi-RA-Vun gibi hayallerini, heveslerini, cehaletlerini İlah edinmiş kanlı-canlı
şeyhlere tapıyorlar, Yüce ALLAH’A değil.
QUR’AN’DA gördüm ki Yüce ALLAH yarattığı insanlarına; insan insanı olmalarını, aklını kullanan,
vakur, takva sahibi bilge, seven ve Kendisinden başkasına boyun eğmeyen, Rabbinin sevgisini
bilerek kazanmayı, AKLINI, BÜYÜK AKLINI kullanan, icat eden, keşfeden, başkalarına faydalı
olan, hak ederek kazanmayı öğretiyordu, kendisine esir veya köle olmalarını değil…
11
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Gördüm ki Yüce ALLAH insanlarını, yarattıklarını çok, ama çok seviyordu, Cennetlerinin
biletini veriyordu.
Oysa şeyhler, tarikatlar, cemaatler, ayrılıkçı dinciler, dervişler de sadece kendisine köle olanların
parasını, hayatını, şahsiyetini alıyor ve karşılığında da cehaletleriyle birlikte cehenneme
biletlerini veriyordu.
Yüce Allaha Hamd ederek başladım, bu yüce değerleri idrak etmek benim için büyük nimetlerdi,
gerçeğin ışığını görmeyi başardım, bana gerçeklerin kapılarını açmıştı Yüce QUR’AN.
Şu aşağıda sıraladığım kısacık ancak önemli temel ilkeleri iki kez okuyup anladığımızda ancak bu
kitabın içeriğini ve enginliklerini amacı doğrultusunda anlayacağımızı bildirmek isterim.
47 ülkede yaptığım engin araştırmalarla ulaştığım net sonuçlar bana gösterdi ki:
a. QUR’ANIN, en temiz modelini tesis ederek önerdiği Demokrasi dediğimiz erdemi kendi
arzularına uyduran sinsi azınlıklar,
b. Uydurulmuş, şahsa mahsus Demokrasiye uyan ve uyuşturulmuş zavallı çoğunluklar,
aa. QUR’AN’I, genetiğini bozarak dini, dinleri kendi sapıklıklarına uyduran sinsi işportacılar,
bb. QUR’AN’A, hanif olarak dinin temiz gerçeğine AKILLA uyan samimi azınlıklar…
Emevi ve Abbasî dinciliğinin iktidar ve saltanat oyunlarının 21. Y. Yıl versiyonu hakkında: Tarihin
karanlıklarında kalmış bu gerçeği; Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜMÜN temiz anısına atfen
bilgilerinize sunma gereği duydum henüz kitabıma başlarken.
Umarım dikkate alınır. Bir birinden farklı gibi görünen, ancak temelde ve tavanda iç içe oldukları
için kısaca birkaç konuya temas edeceğim ve hedefimizdeki KEHF ve RAKİM gerçeğine birçok
yan bilgilerle, desteklerle ulaşacağız…
Kırk yedi ülkede 60 yıllık bilimsel araştırmalarımda ulaştığım net sonuçta; en kutsal millet olan
Türk ulusunun iflah olmaz üç (3) büyük virüsünü, hastalığını, müzmin ve gizli düşmanını tespit
ettim;
1. Her nasılsa bir şekilde diploma almış DİPLOMALI kara cahiller ki elinde lambası YOK önünü
göremez, ancak aydınlığı oynayan şarlatan aktörler!… Yani monşerlerdir(*)…
2. İkinci virüs genetiği bozulmuş ve işportaya düşürülmüş; akıl, bilimle, QUR’ANLA herhangi bir
ilgisi bulunmayan uydurulmuş DİN. İnsan icadı bu dinin/dinlerin çığırtkanlarıdır ki: bu
uydurulmuş din süngeri ile hemen her cahilin beynini istedikleri tarzda siler süpürür, yıkar ve
yönlendirebilir ve hatta intihara bile götürebilir ve hatta kendi öz evladını kurban ettirecek
kadar da AKIL hastası yapabilirler.
3. Kişinin, sadece bilmediği değil, BİLMEDİĞİNİ DE BİLMEMESİDİR. Bilgi sahibi olmadan fikir
yürüten şarlatanlar ki, bu şarlatanlar yetkilerle de donatılırlar üstelik.
(*) İtiraf etmeliyim; bu ‘monşerler’ ifadesini Sayın Recep Tayyip Erdoğan beyden esinlendim, çünkü tam yerinde kullanmıştı…
12
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Oysa Hz. Muhammed “ işi ehline emanet ediniz ” der.
Bu üç temel arızanın ne olduğunu ve nasıl yok edileceğini belleyemedikleri zaman tarihin
karanlıklarında eriyerek YOK olacaklardır… Bu virüsler önce adaleti yok eder.
Dönüp bakalım arkamıza, binlerce yıllık insanlık tarihine; bu anlattığım kısacık kanıtın
sayısız örnekleriyle doludur tarihler… Tarihin enginliklerine gömülmüş milletleri yok eden
sadece uydurulmuş insan icadı dinciliklerdir, Yüce ALLAH’IN arıduru pak dini değil.
Mustafa Kemal ATATÜRK; Yüce ALLAH’IN arıduru pak dinini dinsiz-imansız din tacirlerinden,
kâhinlerden, şeyhlerden dervişlerden korumak için laiklik denen erdemi tesis etmiştir. Fakat
bu cahil hazretler(!) bu yüce erdemi de anlayamadılar. Onlar gerçekleri örterek anlamamayı
hep yaparlar zaten”!... Çünkü haram olan kazançları kesilecek!...
Doğanın yasaları hiç kimsenin O’nu olmasını arzu ettiği gibi değildirler. O yasalar, O
kurallar olması gerektiği gibidirler. Bize düşen ödev, insan insanı olmanın gereği ve bilimin
erdemi de bu evrensel gerçeklerin nasıllarını, nedenlerini araştırmak ve bulmaktır…
Tarihin enginliklerinde yok olmuş milletlerin YOK olma nedenlerinde en temel iki teknik arıza
tespit ettim:
1) Herhangi şekilde, herhangi insan icadı dini kullanmak ve insanları bir şekilde bu
uydurma dinle etkileyerek, hür iradelerini ve duygularını şahsi çıkarları için kullanan
kısaca kontrol edilmesi.
2) Kişi veya kişilerin hak etmedikleri, layık olmadıkları halde herhangi şekilde zengin
olmaları. EN TEHLİKELİSİ BUDUR.
Bu iflah olamaz hastalıklar, toplumları, milletleri tarihe gömen en korkunç virüslerdir.
Nedenlerini, enginliklerindeki detaylarını ilerde açıklayacağım.
Kısaca diyebilirim ki; Haksız yere, hak etmeden bir şekilde zengin olmuş kişinin/kişilerin ilk
yapacağı şey, kendi savunma mekanizmalarını harekete geçirip ADALETİ satın almasıyla
başlar…
Hak etmeden sahibi olduğu serveti kaybetme korkusu (iblis) ona ilk önce; ADALETİ, DİNİ,
SÖZÜM ONA DİN ADAMLARINI, FETVALARI, İNSANLARIN DUYGULARINI, HATTA
ŞAHSİYETLERİNİ SATIN ALMAKLA BAŞLAMASI GEREKTİĞİNİ EMİR EDER…
Aynı, Emeviler, Abbasiler gibi ALLAH’IN dinini QUR’AN’I kendi saltanatı için KONTROLU altına
alıp, yönlendirebildikleri kadar yönlendirirler… Rivayetin de rivayeti uydurma hadislerle
asırlardır insanları ALLAH’IN tertemiz yollarından kopardıkları gibi.
IŞTE!. İflah olmaz yıkım, hezimet, çökme, yok olama, esaret başladı demektir…
13
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Bu hezimetin ilk darbe vuracağı yer de SADECE AKILLA VAR OLABİLEN BİLİMDİR, gerçeklerin
örtülmesidir, bilimin mahzene kapatılarak pasifize edilmesidir.
QUR’AN bu nedenlerle zenginliğin yığıntı haline getirilmesine şiddetle karşıdır… Çünkü
zenginlik şahsa mahsus değil toplumun müşterek malıdır. QUR’AN’DA SALAT(*) sözcüğü bunu
anlatmaktadır. SALAT namaz demek değildir, en küçük bir yakınlığı bile yoktur. Fakat ibadetlerin
en asilidir, en riyasız olanıdır, en makbul olanıdır. Dinin direği SALATTIR; namaz değildir.
Bu nedenle QUR’AN insana “EY İMAN EDENLER İMAN EDİNİZ” der. İman etmenin, sıradan
tekrarlanan kelimelerle olmadığını, sonsuz bir hedefe ancak YÜCE ALLAHIN yarattıklarının
enginliklerini kavramak ve daha çok, daha-daha çok bilerek iman etmek, yani, saf, tertemiz
düşüncelerle, AKILLA iman etmekten söz edilmektedir.
İman etmişliğin bir tek kanıtı vardır: İDRAK EDEREK VERMEKTİR, VERMEK… YARADANIN
sevgisini kazanmak için karşılık beklemeden paylaşmaktır, samimiyetle vermektir. Bu, idrak
edilerek yapılan hanif davranış insanı AMENU olma yoluna iletir…
İman: tekke köşelerinde sabahlara kadar huuuu çekmek, tesbih çekmek, mezarlıklarda cesetlere
çaput bağlamak değildir ki bu çirkinliklerin kesinlikle QUR’AN’DA yeri yoktur
Zenginin cennete girebilmesi devenin iğne deliğinden geçmesinden de zordur. Bu harika ayetin
enginliklerine giremeyecek, hemen atmaca gibi atlayacak ve deve iğne deliğinden geçer mi,
geçmez mi diye şarlatanlık yapacak ve mistik saplantılarla kendini gerçeklerden uzaklaştıracak
ve QUR’AN aleyhine lakırdı edecek ve kendini aydın zan eden çok karanlık şarlatan tanıdım…
Deveden büyük iğne yaparsak deve delikten neden geçmesin ki? Küçüklük, büyüklük göreceli
kavramlar değilimdir?
Âlemlerin RABBİ olan EKBER ALLAH benim kalbine sığıyor da deve nasıl geçemiyor iğne
deliğinden? (**)
Oysa bu harika ayetin gerçek anlamı bambaşka alanlarda, astrofiziği ilgilendiren bir alandadır ve
bu kitabın konusunun dışındadır…
Çocuktum henüz, sordum AKLIMA: Şeytan ateşten, cehennemden neden korkmaz?
Buldum AKLIMLA QUR’AN’IN enginliklerinde ‘ateşten yaratılmış şey ateşten korkar mı’ diye…
Anlamıştım QUR’AN’DA Yüce ALLAH’IN öğüdünü [“Şeytan size, sizin Onu göremeyeceğiniz
yerden saldırır”. QUR’AN, Araf 27] dediğini…
Sordum AKLIMA ‘ben nasıl olurda göremediğim, bana görünmeyen bir düşmanla savaşırım’
diye?
(*) SALAT sözcüğünün detaylarını 3 numaralı ‘Genetiği bozulmuş din’ kitabımızda açıklamaktayız.
(**) bu konu quantum fiziğinin temelini oluşturacak ve son 100 yıldır öyle olduğunu zan ettiğimiz quantum fiziğini temelinden yenileyecektir. Bu
ayette saf, yalın enerjinin yoğunlaşmadan önce yaratılan ve yoğunlaştıktan sonraki maddeden yaratılan varlıkları anlatmaktadır. Yorumla filan
değil, üstelik öylesine açıkça anlatmaktadır ki, BÜYÜK AKILLA okumak gerekmektedir.
14
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Üstümü, altımı, sağ ve solumu, her tarafımı görüyordum. Bende benim göremediğim,
göremeyeceğim adres neresi olabilirdi ki?
AKLIM bana açıkça öğretti, içimi göremeyeceğimi. Bu net cevap gerçeğin kat’i gerçeği idi…
Anladım, şeytan bende programlıydı, benden gayri bir mahlûk değildi. Hatta şeytan benim
akranımdı, yaşıtımdı, benimle birlikte dumansız saf alevden yaratıldı.
Çünkü YÜCE ALLAH şeytanı alevli ateşten, ateşi oluşturan özden, alevin özünden, saf enerjiden,
ultra aktif enerjiden yarattı; itaati olamazdı.
Beni de bu ultra aktif enerjinin yoğunlaşmış (*) olanından, maddeden yarattı. Çünkü bana önce
isyanı ve sonra da itaati programladı.
Nasıl kurtulurdum O ultra aktif görünmeyen sinsi düşmandan?
Sordum AKLIMA; kısa ve tertemiz bir çaresini gösterdi QUR’AN bana; Onu, yapabildiğim kadar
pasif konuma getirmekti… Çünkü ondan katiyen ve asla tam anlamıyla kurtulmayacağımı da
anlamıştım…
Ben benden nasıl kurtulabilirdim ki ölmeden önce?
Kesin ve muhteşem çaresi elbette ki elimdeydi; O ÇARE, AKLIN GÖZLERİYLE OKUMAM, BÜYÜK
AKILLA ANLAMAM, ANLADIĞIMI İDRAK EDEREK YAŞAMAM VE YAŞATMAM GEREKEN
QUR’AN’DI…
QUR’AN’IN ışığında anlamıştım Chuang Tzu’un ne demek istediğini;
Yalnızca iyi havlamakla, iyi bir köpek olunamaz. Aynı zamanda bir insan, güzel ve yetkin bir
biçimde konuşarak, yakasına falan filan etiketler takarak, kafasına Hint icadı sarık veya cüppe
geçirerek de BİLGE OLAMAZ…
Açıkça anladım, gözle göremeyeceğim çok şeyi AKILLA görebilmeyi öğretiyordu QUR’AN…
(*) ultra aktif enerjinin yoğunlaşmış hali, yani yoğunlaştırılarak kontrol altına alınmış en kritik eşik çizgisindeki hali, yani madde olmuş enerji…
Hz. İbrahim’in ateşte yanmamasının nedeni ve detayları bu cümlenin enginliklerindedir. Ancak bu kitabın konusu değildir…
15
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
GEZEGENLER ARASI IŞIK HIZINA YAKIN HIZLARDA BAŞARILI DENEYLER YAPMIŞ
İŞLERİNDE UZMAN YEDİ (7) ASTROFİZİK MÜHENDİSİ
KEHF ve ER-RAKIM, YEDİ UYURLAR!...
Yedi uyuralar, Kehf ekibini temsil eden kabartma. MS 12 Y. Yılda Venedik’te yapılmıştır, Britanya Müzesi.
Bu kitabın bilimsel içeriği; Yüce Allah'ın vahyi ile Hz. Muhammed’in şahsında tüm insanlara
gönderilen; TÜM İNSANLIK TARİHİ İÇİNDEKİ ÖNEMLİ MESAJLARINDAN BİRSİDİR.
Başka dünyalardan gelen veya zaman sıçraması yapmış IŞIK HIZINA YAKIN hızlarda (bana göre
kesinlikle Gravitasyon hızında *) seyahat etmiş ve başarmış süper akıllı varlıkların yaptıkları
deney, sonuç ve detaylarını içermektedir.
Bu kitap, İŞLERİNİN EHLİ KABİN (mağara) EKİBİ’ yani ASHABI KEHF ve ER-RAKİM EKİBİ / yedi
uyurlar şeklinde anılan ve tüm insanlık tarihlerine geçmiş, istisnasız bütün insanların müşterek
hazinesi olan harika bir gerçeğin gizemlerini açığa çıkarmak için hazırlanmıştır.
Bu konuya 10 yaşlarımda başladım ve 55 senede ancak bu seviyeye getirebildim. Elbette
eksiklerim ve tamamlanması gerekenler olacaktır. Eksiklerimi, hatalarımı telafi edecek, bir adım
daha ileriye götürecek, gelecek nesillere de doğru ipuçlarını bu şekilde verildiği kanaatindeyim.
‘İŞLERİNİN EHLİ KABİN (mağara) EKİBİ’ tanımı sadece bize aittir, tarihte hiç bir şahıs ASHABI
KEHF VE Er-RAKİM sözcüğünün tam anlamını asla kavrayamamış ve detaylarına da asla
girememiştir… Tam tersini yapmış, gerçekleri örtebildikleri kadar da örtmüşlerdir…
Şimdi; on binlerce senelik uyuyan tarihi bir gerçeği açığa çıkaracağız.
(*) 3 numaralı kitabımız.
16
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Bu kitap; QUR’AN, İncil, Tevrat, Mahabharata, Hint, Tamil, Elamlar (anlamı ana vatan demektir),
Akad, Türklerin Kenger soyundan gelen Sümerlerin, Mısır, Tassili tarihlerinin apaçık verilerinin
sadece tarafımızdan deşifre edilerek yazıldığını, dolayısıyla bu kitapta bulunan verilerin, varsa
hataların muhatabının sadece biz olduğunu, siz erdem okuyucularıma henüz başlarken
hatırlatmak istiyorum.
Bu kitapta olabilecek tüm hatalar veya tanımlama hataları tamamen şahsıma aittir. Şayet
varsa gerçek bilimsel bulgular ki; bunu apaçık veriler ve detaylarıyla bu kitapta bulacağız, bu
başarıyı da tüm insanlarla paylaşmak için yazmaktayız.
Bu kitabın içeriğindeki gizemleri bilimsel çerçevede 1957larda anladım, düzenlemesini, düzeni
1970lerde planladım ve 47 ülkede diğer bilimsel alanlardaki araştırmalarımı da devam ettirerek
henüz tam bitiremedim ve devam ediyorum.
17
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
EHL-ÜL KEHFİ ve ER-RAKİM
GEZEGENLER ARASI DENEYLER YAPMIŞ YEDİ GENÇ BİLİM ADAMI
Bu kitabin içeriğindeki verileri erken yaşlarımda Elâzığ Madende yaşarken anlamış ve geniş,
çok geniş bir alanda ciddi eğitimlere ihtiyacım olduğunu da açıkça görmüştüm.
Kehf sözcüğünün herhangi bir mağara değil ciddi bir aracın kabini, büyük odası, konferans
salonu gibi büyükçe kapalı bir oda olduğunu hemen anlamıştım. Çünkü Kehf 10. ayeti bunu
açıkça belirtmekteydi. [Gençler kabinlerine (Kehf) SIĞINDIKLARI zaman şöyle dediler.]
‘girdiler’ denmedi, ‘sığındılar’ dendi… Soralım; insan neden sığınma ihtiyacı duyar? Dışarıda,
açıkta zararlı olan veya olabilecek bir şeylerden emniyette olmak için sığınır… ‘Sığınma’
başka ‘girdiler’ çok başka anlamlardadır…
Asırlardır meal-tefsircileri KEHF sözcüğünü mağara olarak algıladılar. KEHF mağara demek
değildir, çaresizlikten veya bilgisizlikten dolayı mağara denmiş. Onlar bunu hep yaparlar!
Ayette geçen sözcüğün QUR’AN’DAKİ tam şekli “ EHL-ÜL KEHFİ ” dir.
E-H-L kökü aynı zamanda Türkçe de ‘EHİL kişiler, O işin EHLİ kişiler, O işin uzmanı, tecrübeli
mühendisleri vb.‘ anlamlarda kullanılır ki beni bu acımasız çalışmalara sürükleyen, hayatımın
55 senesine mal olan şu sözcükler ve köklerindeki anlamlar oldu;
KEHFİ (kabin, izole edilmiş emniyetli kabin, büyük oda, büyük salon demektir, mağara filan
değildir)
RA’KİM, (yüksekte olan, yerden yukarda duran, yerden yukarda asılı olan demektir)
SFENKS (Yunancası boğazına kadar gömülü anlamında olup, Kıpti dilinde gerçek anlamı
yaşayan heykel, yaşayan görüntü demektir)
RAB, (Yüce ALLAHA nispet edilen eğitici, öğretici, yol gösterici demektir)
RABBİ (Yüce ALLAHIN eğitici, öğretici, yol gösterici sıfatıdır)
RA, (Bu ‘RA’ sözcüğü her şeyin anahtarıdır. Bunun tam ve kesin anlamı insanlık tarihini de
yönlendirecektir ki çok eski Samskrita ve Sanskritçede detaylarına çalışmaktayım.)
Şİ-RA (üzerinde akıllı kimselerin yaşadığı gezegenlerden sadece biridir, 1 numaralı
kitabımızda açıkladık)
İB-RA-HİM, (cumhurun şefkatli babası demektir)
İS-RA-İL, (Hz. Yakup için ‘nefsiyle boğuşup galip gelen’ demektir. Yahudilerde bunu
keyfiyetten “ALLAH ile boğuşup, ALLAHI yenen” anlamında kullanmışlar!!!...)
Fİ-RA-VUN (büyük odanın, büyük salonun hakimi anlamında kendileri icat ettiler)
RA-MSES (günümüzde bu sözcük ‘Remzi’ olarak kullanılmaktadır)
KEPES ANKH, Sfenks, Tut-ANKH-amon bölümünde göreceğiz.
Bu sözcüklerinin gerçek anlamları ve sözcüklerin kaynaklandığı veriler olmuştur.
18
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
QUR’AN’DA üç ayrı mağara anlamında sözcük bulunur;
Fî el gâri; bunu Kervan hanı şeklinde anlayabiliriz. Haydarpaşa garı, üstü kapalı salon gibi.
Magârâtin; bu sözcükte bildiğimiz mağara anlamındadır, Tevbe/40 ayetindeki mağara.
Fecvetin: mağara gibi bir yerin girişi kısmındaki geniş alan, avlu anlamındadır.
‘KEHF’ sözcüğünü de mağara olarak almışlar ancak kesinlikle hatalıdır, yanlıştır.
FÎ KEHFİ-HİM; Bizim konumuzun esası bu sözcüktür ve SADECE BİR KERE VE SADECE BU
SUREDE GEÇER ve özelliği olan, büyük salon, büyük avlusu olan mekân, emniyetli büyük oda,
kabin vb. gibi anlamları vardır, mağara anlamında da değil, düpedüz izole edilmiş emniyetli
kabin anlamındadır ki bu kitap boyunca bunu açıkça göreceğiz.
‘fî kehfi-him’ sözcüğünün de tam anlamı ‘onlara ait olan O büyük oda, onlara ait olan,
özelliği olan O büyük salon veya onların O emniyetli kabini’ anlamındadır.
İşaret zamiri olup bastırılarak ‘fi’ yani ‘O’ kabinin onlara ait olduğu açıkça kalıp-sözcük
olarak cümlenin en başındadır…
Bu kitabın içeriğindeki gerçekleri ‘FÎ KEHFİ-HİM’ anahtar sözcüğünün enginliklerini
kavradığımda başladım inşa etmeye ve insanlığa sunuyorum.
FÎ KEHFİ-HİM; ‘ Işık hızına yakın hızlarda (*) seyahat etmiş (bana göre Gravitasyon hızında)
yedi astrofizikçilerin, İnsana, canlıya zarar verebilecek her tür ışımadan, uzay soğuğunda
donmaktan, kozmik enerjilerden koruyan, emniyetli bir deney kabininde işlerinin ehli yedi
astrofizikçilerin projeleri, işlerinde uzman yedi kişi, uzman yedi mühendis ve köpekleri’
anlamı açıkça, apaçık önümdeydi.
Şayet KEHFİ mağara anlamında olsaydı, neden sadece KEHF suresinde ve QUR’AN’DA sadece
bir kez telaffuz edilmiş? Neden sadece KEHFİ değil de FÎ KEHFİ-HİM olarak işaret zamiriyle
bastırılarak yazıldı? Neden sadece ‘Magârâtin veya Gâri’ denilmedi?
Şayet KEHFİ sıradan bir mağara anlamında olsaydı neden EHL-ÜL KEHFİ ifadesi kullanıldı?
Herhangi bir mağaranın kullanıcılarının ehemmiyeti bu kadar ciddi bir ifadeyle telaffuz edilir
miydi? Ayette gecen EHL-ÜL anlamı, O işte, O işin uzmanları, hakkiyle O işi bilenler ehil
gençler, KEHFİ’Yİ yani O kabini en iyi kullanacak ekip anlamlarındadır.
Şayet KEHFİ sıradan bir mağara anlamında olsaydı ‘FÎ KEHFİ-HİM’; Onlara ait özel olan O
kabin anlamında kullanılır mıydı?
(*) Bu evrende hiç bir cisim ışık hızında seyahate edemez, evrenin fizik kanunları şimdilik buna müsaade etmez, O her neyse artık ışık olur…
Ancak fizik, ışık hızına yakın hızlarda seyahat edilmesini de yasaklayamaz. Henüz bu hızın ne olduğunu kesin rakamlarla bilemiyoruz ve
şimdilik böyle bir deney yapılamadı. Elbet bir gün insan eti yemeyi bir kenara bırakır da QUR’AN’IN öğrettiği gibi insan insanı olmaya
başladığımız zaman başarabiliriz diye düşünürüm.
19
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
BU KİTABİN İÇERİĞİ VE KANITLARI
KEHF ve ER-RAKİM EKİBİ, YEDİ UYURLAR HAKKINDA
DÜNYADA BİLİNEN HER RENK BOYAYA BÜRÜNMÜŞ SAFSATALARI SİLECEKTİR
Bu yedi genç bilimcilerin insanlığa bıraktıkları onbinlerce senelik anıları Mısıra da ulaştı ve
Sfenkse (onbinlerce sene Mısır yerli dilinde ‘’Yaşayan canlı heykel, yaşayan canlı görüntü’
anlamındadır) en yakın yerde konuşlanmalarına sebep oldu… Bu genç (KEHF ekibi)
bilimcilerden kendilerine ulaşan dehşetengiz anılarından hanedanlık tesis edildikten sonra
da Fi-RA-Vun ismini türettiler…
Bilincinde olduğum ve asla kontrol edemeyeceğim bir gerçek vardı karşımda; araştırma,
deney, öğrenmeye, öğretmeye, icat etmeye, keşif etmeye karşı kontrolsüz ihtiraslarım,
durduramadığım enerjim vardı, ancak zamanım YOKTU, ölüm ne zaman, nerede gelir asla
bilinmezdi… Bu bilgileri insanlığa, özellikle genç nesillere ulaştırmalıydım…
Başlangıcındaki cümlelerinde kayda değer anlamı bile olmayan tefsirleri, din adına
uydurulmuş pas kokan hikâyeleri, masalları dinledim. Çünkü, öncelikle hataları, yanlışları
bulmalıydım ki kelimelerin enginliklerindeki enginliklerine girmeliydim. En küçük bir hatanın
beni tekrar başladığım yere getireceğini de biliyordum. Yanlışı, hatalıyı öğrenmeden
doğrunun DOĞRU olduğunu nasıl ve neyle mukayese edebilirdim ki?
Asırlardır bütün Müslümanlar her konuda neden üçüncü sınıf insanlar olmuşlar, neden her
alanda başkaları tarafından kullanılmış, başkaları tarafından yönetilmiş diye sordum? Bu
arızanın kaynağına, bu kanyağın da gerçeğine girmeliydim. Çünkü, tekke köşelerinde elindeki
mikrofonu dahi doğru kullanamayan çığırtkan hazret(!), o mikrofonu icat edenleri de
cehenneme gönderiyordu!… Anlamsız çığırtılarında cenneti tapuladığı açıkça ortadaydı…
QUR’AN meal ve tefsirlerinin pek çoğu; fizik, matematik, astrofizik, kimya, biyoloji, dünya
tarihleri ve felsefe dahi bilmeyen O tefsiri yapanın kendi kültürü, kendi bilgisi ölçülerinde
sadece şahsi kanaatiydi, QUR’AN’IN anlatmak istediği değildi, bu çarpıklığı açıkça gördüm…
QUR’AN’I QUR’AN’IN ÖĞRETTİĞİ GİBİ YİNE QUR’AN’DAN İDRAK EDEREK ÖĞRENMELİYDİM.
Bunun en doğal ve bilgece yolu; duraksamadan mantıklı sorular sormalıydım,
araştırmalıydım, çok okumlaydım, daha çok okumalıydım, daha çok öğrenmeliydim, dünyayı
gezerek, görerek öğrenmeydim….
Doğru cevabı bulmak için doğru ve beni hedefe yöneltecek sorular sormalıydım, lakırdı olsun
diye sormak değil…
Yüce ALLAH neden Kâbe’yi hususi bir nokta olarak tahsis etti merakı beynimi kemiriyordu,
oysa bütün kâinat O’nundu. Hemen Kâbe’ye gittim, gördüm O gerçeği yerinde yakalamıştım
gizemleri.
20
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Okudum, gezdim 47 ülkeyi, gördüm yerinde aradığım birçok gerçeği, anladım ALLAHA ancak
BÜYÜK AKILLA ve İDRAK EDEREK ulaşılacağını…
Gördüm, kesinlikle, enginliklerde duygulandım Yüce ALLAH yarattığı sayısız nimetlerle
elimden tutmuş beni Kendi yoluna kılavuzladığını. Ve hissettim bana benden de yakındı…
Gördüm ki bunun için bana / bize/ insanlığa QUR’AN’I göndermiş Kendisine AKILLA ulaşalım
diye.
Görkemli bilgeliği ile anladım Hz. Muhammed neden “ALLAH öncelikle AKLI yarattı ve Ta-Ha
suresini okudur, İnsanı yarattı ve Yasin suresini okudu.” (*) dediğini.
Yaratmış evrenleri, gidilecek yolları da göstermiş, vermiş elimize lambamızı görelim diye
gözleri de, şaşırmayalım yolumuzu diye QUR’AN’I. Gördüm ki bana düşen sadece yürümeye
başlamaktı.
Takip ettim Hz. İb-RA-Him’in yolunu, nasıl oldu da yüce Allah’ı akılla tanıdığını, ‘ALLAHA
DOSTUM’ diyebildiğini. Bunu anlayabilmenin ve tadabilmenin de onuru lezizdi, ilahi bir
lezzet verdi bana. Her şeyden daha muhteşemdi, asla tadamadım başka yerlerde böyle
müthiş lezzetleri.
Anladım açıkça; QUR’AN, İncil ve Tevrat’ı, kafamdaki organik gözlerle değil, AKLIN gözleriyle
okunmam gerektiğini, AKLIN matematiği ile anlamam gerektiğini.
Anladım ki Yüreğimle, her şeyimle, bilerek, tadarak sevmem gerektiğini Yüce Yaratanımı.
Anladım ki taşıyamayacağım ağırlığın bana yüklenmediğini...
Toplamalıydım kısacık hayatımda taşıyabileceğim kadarını…
Bütün çıplaklığıyla gördüm QUR’AN’DA en küçük bir eğrilik olmadığını, olamayacağını da.
Anladım yüce yaratanımı sevdiğimi, samimiyetle daha çok sevmem gerektiğini.
Öğrendim, idrak ettim bana benden de yakındı,
Öğrendim, bana ilimden küçücük bir miktar verildiğini,
Öğrenip toplamalıydım ölmeden önce alabildiklerimi.
Ancak bu şekilde layık olabilirdim Yaratanımın sevgisine, Yaşayarak anladım neden “EY İMAN
EDENLER İMAN EDİNİZ “ dediğini. Aradım ve buldum İMAN ne demekti? Kesin ve net
cevabını yine QUR’AN öğretti. Sadece İDRAK ederek Yaratanın sevgisini kazanmak için hiç
bir karşılık beklemeden en sevdiğim şeylerden samimiyetle vermekti, paylaşmaktı,
desteklemekti…
Aklını kullanan insanın yüksek kalitede İMAN edebileceğini anladım. AKIL ve ZEKÂ
arasındaki mekanik farkı zaten bulmuştum…
(*) Ta-Ha iki harften oluşan bu üst bilgi (ledün) kombinasyonun anlamını ve neden Ta-Ha denildiğini kesinlikle buldum, sadece RABBIMIN
rızası için ömrüm yeterse açıklayacak ve yazacağım. Bu arada; demek ki ben hadis düşmanı filan değilim.
21
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
İMAN NEDİR NE DEĞİLDİR?
Kısaca değinmek zorundayım. İman, ALLAHA, dine, peygambere şuna buna inanmak filanfulen değildir… Bunların, asırlardır insanlara yutturulan anlamı bu safsataların hiç birisi de
değildir… Lakırdıyla da İMAN olamaz, olmaz da…
[ İnsanlar, "amenna (îmân ettik)" demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zan
ettiler? Ankebut 2]
Bugün veya bu saatte iman eden herhangi bir şahıs bir şekilde bir gün sonra inanmayabilir…
İnanmamış kişi şu veya bu nedenle herhangi bir kararla aniden iman da edebilir…
Bunlar sonu gelmeyen çekişmelerdir ve kelimenin tam anlamıyla gevezeliktir... Üstelik din
adına, dine ciddi zararlar veren kısır çekişmeler ve zırvalamalardır.
İman, herhangi bir kelime veya sıradan bir fiil filan da değildir… Nihai durumda açığa çıkan ve
yaşamın, hayatın her anında bizzat tatbik edilmesi gereken, iman ettiğini kanıtlamak için
idrak ederek, isteyerek, hoşnutlukla ortaya konulan eylemdir…
İdrak ederek yapılan bu eylem sadece ve sadece hiç bir karşılık beklemeden en sevdiğiniz
şeylerden vermektir… KARŞILIK BEKLEMEDEN, SEVEREK, İSTEYEREK VERMEKTİR,
PAYLAŞMAKTIR… Bu eylemin QUR’AN’DA ve uygulamadaki diğer esas tanımı SALATTIR.
İman etmiş şahıs idrak ederek SALAT(*) eder, SALAT etmeyi duraksamadan devam ettirir ve
AMENU yoluna ulaşır… AMENU basamağına ulaşmış insan da, idrak ederek ölmeden önce
RUHUNU ALLAH’A ulaştırma yolundadır… Durmadan dinlenmeden okur, öğrenir ve öğretir,
çalışır, icat eder, daha çok faydalı olmak için yarışır, ta ki son nefesine kadar…
[SEVDİĞİNİZ ŞEYLERDEN İNFÂK ETMEDİKÇE (Allah’ın sevgisini kazanmak amacıyla hiç bir
karşılık beklemeden vermedikçe), ASLA BİRR'E (bir üst seviyeye) NAİL OLAMAZSINIZ.
(Allah'ın size verdiklerinden, Allah için) BİR ŞEY İNFÂK (hem farz olan zekâtı, hem de gönüllü
olarak serveti doğru kaynaklara dağıtmaktır, saçıp savurmak değildir) ETTİĞİNİZ ZAMAN
MUHAKKAK Kİ ALLAH (yapılan eylemin riya mıdır, temiz kalple dürüstçe midir, karşılık
beklemeden mi olduğunu) EN İYİ BİLENDİR. QUR’AN, Ali-İmran 92]
İşte bu eyleme iman denilebilir… Tereddüt etmeden, kısmadan, severek, çekinmeden ve en
sevdiğiniz şeylerden başkalarına verme eylemine SALAT, bu eylemi yaptıran içsel enerjiye de
iman denebilir… Eskimiş elbiseleri, artan yemeği vermek şarlatanlıktır, aldatmacadır, çirkin
bir riyadır, kısaca; S A H T E K Â R L I K T I R…
Hayatı veren hayat verdiği ile dalga geçmez, dikkat etmek gerekir!!!...
Hayat verdiği insanın da dalga geçmesine de izin vermez!!!…
Gerçekten çok dikkat etmek gerekir!!!...
(*) SALAT, namaz demek değildir ‘Destekleşmek, destek vermek, maddi, manevi, canıyla, bilgisiyle toplumu desteklemek’ anlamındadır…
Ancak 1400 senedir insanlara namaz diye yutturulmuştur… Namaz sözcüğü Farsça olup gerçek anlamı ‘Dua etmek, yakarmak, talep etmek’
vb.
22
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
İman sözcüğü hakkındaki tanımlamamın en açık kanıtı yine QUR’AN’DADIR:
[İbrâhîm: “Rabbim, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster.” demişti. (Allah) “İnanmıyor
musun?” dedi. (İbrâhîm de): “Evet (inanıyorum). Fakat kalbimin (*) tatmin olması için.”
dedi. “Öyleyse kuşlardan dört tane (ayrı cinslerden) tut, sonra onları kendine alıştır
(parçalayıp karıştır, emsaç(**) haline getir) her dağın üzerine onlardan bir parça koy, sonra
da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Ve Allah'ın, Azîz (üstün) ve Hakîm olduğunu bil! QUR’AN
Bakara 260]
Bu muhteşem ayette Yüce ALLAH bizlere soru sormamızı, sorgulamamızı en zarif bir üslup
ancak harika bilimsellikle öğretmektedir… Hz. İbrahim ‘ iman ettim, ancak bu yeterli değil
kalbimin tatmin olması gerekiyor, yani bilmem gerekiyor, yani bu işi nasıl yaptığını
görerek, bilerek idrak etmem gerekiyor’ demektedir…
Demek ki geleneksel kandırmacalarla öğretilen Emevi-Abbasî modeli lafla İMAN başka şey,
QUR’AN’IN tanımladığı kalbin enginliklerinde SAMİMİYETLE, BİLEREK – BİLEREK – BİLEREK,
İDRAK EDEREK İMAN çok başka şeylermiş. (***)
[De ki: " Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? QUR’AN, Zumer 9]
(*) QUR’AN’DA kalp her aman beyin anlamında kullanılmıştır. Kalp düşünme ve kontrol etme mekanizması değildir, tam tersine kalbi de
beyin yönetir ve çalıştırır. QUR’AN’DA kalp beyin anlamında kullanılmasının çok başka nedenleri vardır. En azından şunu bilmeliyiz:
heyecanlı bir haberde önce kalbin hızlandığını anında hissederiz fakat beyinin hareketlerini ise asla. Oysa kalbi hızlandıran beyinden
gelen emirlerdir, biyolojik sinyallerdir.
(**) Emsaç, mahiyeti kimyasal analizle anlaşılabilen karışım, kompozisyon demektir.
(***) Bakara 260 ayetinin son üç cümlesi ATOMLARIN nasıl bir geometride olduklarını, hangi temel fonksiyonlarının olduklarını açıklar…
Fonksiyonel tanımını Evrende zaman ve hayat ışıldayan ve titreyen atomlar adli kitabımızda açıklıyoruz. Bugün bilinen atom modeli ve
içindeki tırı vırı her şey safsatadır. Bu nedenle ozon tabakası delindi, bu safsatalarla iklimler alt üst oldu, bu nedenlerle insanlar çaresiz
hastalıklarla ıstırap içindeler… DNA temel yapısı değişmektedir… Çünkü günümüzde de ATOMU gerçekten tanımıyoruz… Gerçekten…
23
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
İŞLERİNDE UZMAN ASTROFİZİKÇİ YEDİ GENÇ BİLİMCİLER
KEHFİ ve ER- RA’KİM
Araştırmalarımda gördüm ki, RAKİM (RA-KİM) sözcüğü ile gereği gibi ilgilenilmemiş, sadece
KEHF arkadaşları diye tutturmuşlar, rengârenk hikâye üstüne hikâyelerin peşinden
koşmuşlar, lakırdıdan öte gitmeyen masallar çıkmış ortaya, istisnasız tamamı aynı hikâye.
Sadece aktörlerin adları ve yaşadıkları şehir farklı… Bu yedi kişilik ekipte olanlara birer isim
takmayı da ihmal etmemişler, sanki doğumlarına şahit olmuşlar gibi!...
Eshâbı Kehf; Eshâbülkehf, Ashâb al Kehf, mağara arkadaşları, Efesin yedi uyuyanı gibi
masallarla bilinen gençler için QUR’AN’DA kullanılan unvanları Ashâb-ı Kehf ve Er-RAKİM’İN
nerede ne zaman yaşadığı, kaç kişi oldukları, isimleri, kaç yıl uyudukları konusunda değişik
yorumlar vardır. Üzerinde en çok tartışılan konu da Kehf ekibinin nerede yaşadığıdır.
RA-KİM ekibinden hemen, hemen hiç söz edilmeden sadece Eshâbı KEHF’ in 33 ayrı ülkede,
şehirde yaşadığını safsata kokan masallardan da öğreniyoruz. Bunlardan üçü Türkiye’dedir,
Afşin, Tarsus ve Efes. Bunların tamamı safsatadır gerçekle herhangi bir yakınlığı da yoktur.
Bilindiği zan edilen KEHFİ masallarının 1 tanesi dahi şayet doğru olsaydı, hatıralarını, anılarını
yansıtan sadece 1 tek yer olması gerekirdi. Şimdilik 33 yerde ve birazdan bu rakam 34 de
çıkacak!!!... Bu da demektir ki; 34 -1 = 33 adet yalan-yanlış pembe hikâyeler var ortalıkta…
Asırlardır Mağara Ehli kişiler anlamında yorumlanmış ki KEHF ve RAKİM aynı kişiler veya aynı
ekip veya aynı şey olduklarını hayal dünyalarına yalan yanlış kazımışlar. Gelecek nesillere de
hiç şans bırakmamışlar araştırmaları için.
Şu veya bu şekilde de QUR’AN’A ihanet etmişler, üstelik ‘Sakın ha! Ya dediğime iman
edersin ya da cehennemi boylarsın’ tehditlerini de ihmal etmeden. Örtmüşler gerçekleri
cehaletle yoğrulmuş cisimleriyle, yakalarında mealci-tefsirci, dinci âlimi-ulema etiketleriyle.
Oysa KEHF ve Er-RAKİM iki ayrı, birbirinden ayrı ekipler veya arkadaşlar veya kimseler veya
iki ayrı gurup olduğu veya iki ayrı olay olduğu açıkça 9. ayettedir. Ayetin ilk tanımı iki ayrı
gurup veya iki ayrı şey var ortada;
[Yoksa sen, ASHABEL KEHF ve ER-RAKÎM'İN, bizim acayip (olağanüstü, extraordinary, garip,
şaşılacak) ayetlerimizden biri olduğunu mu sandın? QUR’AN/Kehf/ 9]
Bu ayette açıkça iki ayrı ekip veya iki ayrı topluluk veya iki ayrı konu var karşımızda, hem de
açıkça. Kehf ve Rakim olarak iki ayrı kimseler, iki ayrı ekip veya olay açıkça ayettedir...
RAKİM; sadece tabeladır, levhadır şeklinde tasvir edilmiş ve QUR’AN tefsirlerine de öylece
geçmiştir. Para kazanmak için QUR’AN meali yapanlar bu tür yanlışlıkları yapmasalar, en
azından “bu konuyu anlayamadım, bunu anlamaya bilgim yetmiyor” deseler önlerinde
eğileceğim…
24
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Gördüm ki ER-RAKİM kelimesine, yükseğe asılan levha, kitabe gibi anlamlar yüklenmiş ve
böylece bu kelime sanki kapı üstündeki tabela olarak anılmaya başlanmış. Bu yakıştırma
doğru olabilir. Çünkü, Keops piramidinin giriş kapısının üzerinde Sanskritçe bir yazı var,
tabela gibi(*). Kitabın sonunda bu konuya geleceğiz.
Oysa Er takısıyla RAKİM sözcüğünün açık anlamı ‘ özelliği gereği yüksekte olan, bir nedenle
yüksekteki, bir görev için veya bir sebep için yer seviyesinden yüksekte olan, yerden
yüksekte havada asılı duran vb.‘ gibi anlamları vardır. ‘Er’ takısı ‘RAKIM’ sözcüğüne kimlik,
ciddiyet, ehemmiyet kazandırır.
ASHABEL KEHFİ VE ER-RAKİM, QUR’AN’IN diliyle kesin ve net anlamı ‘yerden yüksekte
duran, işlerinin ehli olan kabindeki, O aracın (ki bu ahım şahım ciddi bir uzay aracıdır)
içindeki ekip’ demektir.
ASHABEL KEHFİ VE ER-RAKİM hakkındaki tüm pembe masalların kaynağı Aziz Paul denen
adam olsa gerek. Romanın ajanı olarak bütün Anadolu’yu gezmiş, Hz. İsa’dan 150 sene kadar
sonra yaşamış olmasına rağmen yazılarında sanki Hz. İsa’nın asker arkadaşıymış gibi, sanki
bizzat dinlemiş gibi uydurabildiği kadar senaryolar, masallar uydurmuş da uydurmuştur…
Düne kadar ortaçağda ‘İncil’de yok’ diye insanları yakarak öldüren, bugünkü Hristiyanların da
çıkmazların içinde oyalanmasının tek nedeni bu ve benzeri şahısların uydurmalarıdır ki;
‘İNCİL’DEKİ MUHAMMED’ kitabımızı bekleyecekler, umarım doğru olanı öğrenirler…
Emevi Ve Abbasîlerin uydurma hadisleri, insan icadı uydurulmuş dini nasıl tezgâhladıkları
eğitimlerinin kaynağı Aziz Paul’u iyi belledikleri, eğitimi bire bir Paul’un öğretilerinden
aldıkları kanaatim her gelen gün biraz daha netlik kazanmaktadır.
(*) Gerek din adamları, gerekse Mısır bilimcileri “Sanskritçe cümleyle Keops kültünün ne alakası olabilir?’ diye sorup araştırmış olsalardı
bilime çok daha büyük değerler kazandırırlardı.
25
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
KUTSAL KİTAPLARIN VE TARİHİN ENGİNLİKLERİNE
AKLIN IŞIĞIYLA GİRMELİYİZ
Hint kutsal kitaplarından Mahabharatada 15000 seneden de eskilere kadar ulaşan çok, çok
eski metinlerde ‘yedi kişinin, peşlerinde bir köpek olduğu halde riyazet (*) için krallığa ve
dünyaya yüz çevirdikleri’ yazmaktadır.
Bu gerçek haberle de 34 ayrı yer oldu KEHF ev Er-RAKIM’İN yaşadığı veya kaynaklandığı
adres…
Oysa adres hemen karşımızda Giza Sfenksi veya büyük beyaz piramidin altındadır.
Bu hikâye ipek ve eski ipek (Afganistan’dır) yolu, baharat ticaret yollarıyla ve göçlerle, önce
Hindistan’dan Elam, Sümerlere, Akadlar ve Ortadoğu, Dilmun’lar (Bahriyendedir, ben iki
sene yaşadım) ancak en önemli durağı da MISIRA, Alaska ve Amerika’daki Türk asıllı yerlilere
kadar taşındı.
Soralım: bu görkemli anılar Hindistan’a nereden geldi, gerçek kaynağı Hindistan mıdır?
Tufandan da öncesi midir?
Hikâye Hindistan’dan en yakınındaki yere Elam ve komşusu Sümerlere, Dilmunlarla,
Mezopotamya ülkelerine, nihayet her yere dağıldı. Günümüze kadar da bir kült olarak
varlığını devam ettiriyor, ancak masal olarak, hiç bir mantıklı anlam taşımadan.
Şunu da unutmadan devam edeceğiz: istisnasız bütün dinlerin ana vatani Himalayalar, Kuzey
Hindistan’dır. Sanat, müzik, tiyatro, dans, matematik, geometri, felsefe, fizik, biyoloji vb.
bilimlerinin de ana vatani Hindistan’dır. Roma’ya, Eski Yunana da felsefenin temel öğretileri
Hindistan’dan ithaldir. Latince lisan da Etrüsklerin atalarıyla güney Avrupa’ya ithaldir..
Günümüzde bile yüksek matematikçilerin yetiştiği yer Hindistan’dır, haklarını zayi etmemek
erdemdir. SIFIR (0) rakamını bulup matematiğe kazandıranlarda Hintlilerdir, Araplar filan
değildir.
Günümüzde de Arapların entari gibi giydikleri şeyden, hac ibadeti esnasında kullanılan ihram
(Roma senatörleri ve elit burjuvanın giydiği şey ihramın ta kendisidir) denen beyaz renkli
giysiden, ellerinden düşürmedikleri tespihten, elle yemek yeme adetleri, ölen bilge kişilere
ziyaretgâh-türbe yapmak, din önderlerinin kafalarındaki sarık denen şeylere kadar hemen
her şey Hindistan’dan ithal edilmiştir.
Günümüzde de Hintli Budistlerin QUR’AN Isra suresinde şekli, tarzı açıkça anlatılan secde
ibadetleri hala devam etmektedir. Bire bir aynı, tıpkı QUR’AN’IN emir ettiği gibi secde
etmektedirler.
(*) RİYAZET: yüksek bilgiler edinmek, çevresindeki varlıkların enginliklerine girmek, araştırmak, anlamak, nasıllarını, nedenlerini keşfi etmek
vb. Asıl anlamı, Riyazet, genellikle takva, üst bilgi, ve doğruluk, keşif, icat ve ilham sahibi olup başkalarına öğretmek için yapılır. Kişinin
kendisinde saklı olup başkalarına öğretmediği, hayata geçirmediği şeye ne ilim denir ne de takva… Gerçek TAKVA; sahibini hemen
başkalarına öğretmeye yöneltir.
26
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
[Ve çeneleri üstüne kapanırlar. Ve huşûları artarak ağlarlar. De ki: “O'na inanın veya
inanmayın, O'ndan önce (QUR’AN’DAN çok çok önceleri gönderilen kitaplardan, bilgilerden)
KENDİLERİNE İLİM VERİLEN KİMSELER, onlara okunduğu zaman, ÇENELERİ ÜSTÜNE SECDE
EDEREK KAPANIRLAR. Ve derler ki: “Rabbimiz, Sübhan'dır (noksanlıklardan münezzehtir).
Eğer Rabbimiz vaad ettiyse, (o iş) mutlaka hedefini bulmuştur, yerine getirilmiştir (ifa)
edilmiştir. VE ÇENELERİ ÜSTÜNE KAPANIRLAR. Ve huşûları artarak ağlarlar.” QUR’AN/Isra 107108-109]
Çenelerinin üzerine kapanmayı mağrurluklarından dolayı hazım edemeyenler, ukalalıklardan
QUR’AN’DAKİ ÇENE sözcüğünü ‘ALINLARI’ şeklinde tercüme eder veya meal ederler ki; bu
yaptıkları Qur’a’na ihanet etmekten başkaca hiç bir şey değildir. Yüce ALLAH’IN kelimelerini
yerlerinden kaydırırlar. Çene ile alın arasında en az 20 cm mesafe vardır ve kesinlikle iki
ayrı şeydir. Açıp baksınlar Isra suresi 107, 109 ayetleri ne diyor…
Yazıklar olsun onlara ki: QUR’AN’IN gerçek anlamını şahsa mahsus meal-tefsir eder,
insanların beyinlerini yıkarlar. Yüce ALLAH alın sözcüğü yerine çene yazarak yanlışlık mı
yaptı? Haşa ve haşa!...
QUR’AN’IN kesin ve açıkça tanımladığı şekilde ’succeden’ secde eden Hintliler.
Gujaratta bir tapınakta ibadet eden Hintli. Araştırmalarım esnasında bu resimleri bizzat ben çektim. QUR’AN’IN açıkça tarif ettiği secdeyi
bire bir aynen uygulamaktalar, ancak QUR’AN’A iman etmiyorlar. Bu onların sorunu ancak bu gerçek secde etmeyi nereden ve nasıl
öğrendiler ve gerçekten huşu içinde, ağlayarak çeneleri üzerine kapanmaktalar. Buna Bizzat şahit oldum ve resimleri de kendim çektim.
27
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Yüce ALLAH çene ile alın kelimelerini ayırt edemedi mi iki ayette, ardı ardına bastırarak
‘çeneleri üzerine’ demektedir? Üstelik Isra suresinde ki salli yani ibadet, namaz (*) ibadeti
bu surede emredilmiş ve günümüze kadar da birilerinin şahsi arzularına göre
anlatılmaktadır…
QUR’AN’DA; günümüzde beş kez icra edilen namaz kılmanın tarifi veya tarzı veya rekât sayısı
yoktur. Mescitlerde her mezhebin kendine özgü farklı şekilde ve tarzda farklı, farklı namaz
kılması bunun en açık kanıtıdır. QUR’AN’DA âlimler için bu resimlerde gördüğünüz gibi secde
(succeden) olarak Isra 107, 108, 109 ‘huşu içinde ağlayarak çeneleri üzerine yere kapanır
secde ederler’ açıkça ve kesinlikle vardır ve yapılması gereken secde budur.
Isra 107 ve 109 ayetlerinde ‘ li el ezkâni ‘ bir tek anlamı vardır ‘çeneleri üzerine’ demektir,
alınları üzeri değil. ‘ve yahırrûne’ ‘ve yere kapanarak’ veya ‘yere kapanırlar da çeneleri
üzerine secde ederler’ anlamındadır.
Fakat ‘kendilerine ilim verilen’ kimseler demekle yani bilimsel yüksek değerlere sahip ilim
adamalarının yaptığı veya yapması gereken bir ibadet olduğu da ayette açıklanmıştır.
Zaten QUR’AN bu şekilde secde etmeyi her insana önermez. Bu secde tarzı; O mertebeye
ulaşmış insanların kendiliğinden huşu içinde, zevkle yaptığı muhteşem bir ibadettir.
Dikkat edilmesi gereken şu hassas noktayı kısaca açmak isterim: Secde, isteyerek, bilinçli
boyun eğmektir, teslim olmak anlamında değildir, insan silah zoruyla da teslim olabilir.
[Yıldızlar ve ağaçlar, ikisi de secde ederler. Rahman 6] ‘yescudâni, ikisi de secde ederler’
anlamındadır. QUR’AN Meryem 58, ayetlerde de aynı ifadeler açıkça belirtilmektedir.
Succeden; idrak edip bilerek, isteyerek, hoşnutlukla, gerçekten inanarak YARADANA huşu
içinde sevinçle boyun eğmektir. Bu ibadette çene yerine alın şeklinde algılayanlar beni
ilgilendiremez. Bir anda 1400 senelik uydurulmuş senaryoları, nasırlaşmış geleneklerle
yıkanmış beyinleri temizleyemeyiz!...
Succeden; ‘kendilerine ilim verilen’ (bu cümle çok, çok önemlidir) kimseler de ‘li el ezkâni
ve yahırrûne; yüksek ilim sahibi olanlar çeneleri üzerine huşu içinde kapanarak secde
ederler’ demektir. Hz. Muhammedin “Allah’ı koklarcasına secde ediniz“ dediği bu
‘succeden’ olsa gerek.
QUR’AN’I QUR’AN’IN kaliteli seviyede öğrettiği gibi BÜYÜK AKILLA anlamak ve anlatmak
hizmettir, şarlatanlıksa çok başka şeylerdir.
(*) Hint, Sanskritçe kaynaklı ‘namaz’ sözcüğü Farsçada bu kalıpla Türkçeye de geçti. QUR’AN’DA namaz diye bir sözcük yoktur. Allah’ı zikir
edin, devamlı anın, dua ve ibadet anlamında da kullanılan ‘Salli’ vardır. Bu sözcüğün birinci anlamı destekleşmek, ikinci anlamı dua,
etmektir. En makbul olan dua, yani namaz da ‘RABBI zidni ilmen/ Rabbim artır ilmimi, anlayışımı ziyadesiyle.’ diye dua etmektir.
28
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
ISRA suresi 107-109 ayetlerinde ki istenilen secde (succeden) Hintlilerin günümüzde de
devam ederek yaptıkları ibadettir ve bu resimde de Hristiyanların succeden sahnesidir.
Neden bu secde konusunda fazlaca durmaktayım? Neden ISRA 107 ayetteki succeden
(çeneleri üzerine kapanarak secde) benim için önemlidir?
Kanaatim; bir merkeze (ayni KÂBE gibi) yönelip bireysel enerjiyi odaklayıp yüksek enerji (*)
konsantrasyonu yapılıyor. Müslümanlıkta da mescitlerde (Qur’an’da cami sözcüğü yoktur)
toplu olarak bir tek noktaya odaklanmak ve bireysel enerjiyi topluca daha yoğun enerji
seviyelerine çıkarmak için mescitte topluca dua (namaz kılmak) etmek tavsiye edilir.
Bu şekilde secde vücudun biyolojik yapısı için çok faydalıdır. Ben bu tarzda secdeyi
senelerdir yaparım ve duygularım bana en doğru işi yaptığımı söyler.
Yüce ALLAH’IN kimsenin ne secdesine, ne de taklalar atarak ibadet etmesine ihtiyacı yoktur.
O SÜPHANDIR, bütün noksanlıklardan münezzehtir. Yüce ALLAH’IN asla böyle bir şeye
ihtiyacı yoktur. Bu asil davranışa, bu secdeye bizim ihtiyacımız vardır, hem de pek çok…
Günümüzde de icra edilen namazın geldiği asıl kaynak Hindistan ve Himalayalardır. Bu tarzda
ibadet (Farsçası namaz) etmek ilk insanla başlar…
Bu ibadet ritüelleri de on binlerce senedir kullarını Resulsüz, Nebisiz, eğitimsiz bırakmayan
Yüce ALLAHIN öğrettiği ibadet tarz ve şeklidir. Resimdeki bu Budist insanlar günümüzde de
aynı şekilde ibadet ederler. Üstelik aşırı derecede temizlik ve düzen en başta uyulması
gereken kurallardır.
(*) Kâbe ziyaretlerinde eminim pek çok insan algılamış ve fiziki duygularla bile yüksek bilinç seviyesine çıktığını idrak etmiştir. Benim
tespitim: insanların çokluğu, kalabalık olmaları değildi birinci etken. Kâbe’nin bulunduğu noktanın dünyanın eşi, dünyanın paritesi olan bir
diğer gezegendeki Kâbe ile izdüşümünde olmasıydı. İnsanların Kâbe’de bu iki gezegen arasındaki karşılıklı enerji alışverişinden etkilenmeleri
olduğu kanaatindeyim. Bu konuyu 1 numaralı galaksideki süper uygarlık kitabımızda sınırlı olarak açıklamaya çalmıştık.
29
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Gerek günümüzdeki, gerekse bu şekildeki alını yere koyarak namazdan, ibadetten
QUR’AN’DA herhangi bir şekilde söz edilmez diyen hokkabazlar da çoktur.
Fetih suresi 29 ayeti esas anlamalıyız ki: QUR’AN’DA bu şekilde, alını yere koyarak, rükû
ederek, eğilerek, boyun eğerek ibadet şekli kesinlikle vardır. Bu şeklide namaz QUR’AND’AN
çok öncelerinde de vardır. Yaratana idrak edip bilerek itaatin, boyun eğmenin ve teslim
olmanın en açık göstergesidir. Tadını bilenler için onurlu bir ibadettir.
ISRA 107-109 ayetlerindeki succeden ibadeti QUR’AN’A göre, bilimde derinleşmiş olanların
doğrudan doğruya, şartsız, tartışmasız, kesinlikle yapması gereken secde; üstün özellikleri
olan bir ibadettir… Bu, biz insanların iyiliği ve sağlığı ve şahsiyetlerinin gelişimi, üst seviyede
mütevazı, kişisel güvenin yükselmesi, beyine kan akışının sürekliliği vb. gibi birçok nedenden
dolayı önemlidir. Ancak bu secde; üst bilgilerle idrak edenlerin bilerek yaptıkları secdedir,
adet yerini bulsun diye değil… Zaten Ayet bunu açıkça belirtmektedir.
Kısaca değinmek zorunda kaldığım bu konu, ısmarlama, yani ithal edilmiş maskaralıklarla
QUR’AN gerçeğini ayırt etmek ve uyuyanları da uyandırmaktır amacım.
Esas konumuza devam edelim; Sümerler, Elam ve Akadlar ve Hz. İbrahim’e (İbrahim sözcüğü
de B-RA-Him, B-RA-Hma sözcüğünden gelir) ve ALLAH Resulüne kadarki bütün dinlerin ana
vatanı kesinlikle Hindistan’dır. Yüce Allah yüzbinlerce senedir kitapçıklar ve kitaplar ve
Resuller göndererek insanları asla eğitimsiz bırakmamıştır.
[ MUHAKKAK Kİ BU, EVVELKİ SAYFALARDA DA ELBETTE VAR. Ala 18 ]
[ Ve sana kitaptan vahiy ettiğimiz, ONLARIN ELLERİNDEKİNİ TASDİK EDEN GERÇEKTİR.
Muhakkak ki Allah, kullarından mutlaka haberdar olandır, (onları) görendir. FÂTIR 31]
Tevrat ve İncil bozulmuş olsaydı, Yüce ALLAH Qur’an’da bozulmuş şeyi tasdik eder mi?
İnsan Tevrat okuyunca Yahudi mi oluyor? Yahudilik bir Irkın adıdır dinin değil… (*)
(*) Detayları üç numaralı kitabımızdadır.
30
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Birçok bilim adamı gibi benim de kanaatim, NUH tufanı da Doğu, Kuzey doğu Hindistan,
Bengal körfezlerinden başladı. Himalaya dağlarında Hint okyanusu derinlerinde yaşayan pek
çok kabuksu deniz canlılarının fosilleri de bulundu. Ben de henüz (2013 te) döndüm
Hindistan’dan.
Hint, Mahabharata insanlığın en eski destanlarını yazılı olarak içerir ve tarihi kalıntıları,
sayısız kanıtları şimdilik 12 000 ile 32 000 seneye dayanır hatta ÖN TÜRKLER gibi gramerleri
alfabeleri yani, yazıları da vardır.
Yazı ve tarih Sümerlerle başlar diye çığırmak gerçekten cehalettir, gerçekten çirkindir.
Kayıtlı, tescilli belgelerde üstelik orantılı çizimlerle uçak, uzay araçları, hatta nükleer
savaşların dahi anlatımları açıkça görülmektedir. Biz buraya detaylarını alamayacağız, kısa ve
konumuzla ilgili verileri aktaracağız.
Örneğin, Gobi çölünde bulunan şu yazılı doküman bilinen hiç bir lisana ait değildir.
Yaşı hakkında ise en az 10 500 sene kabul edilmektedir.
Sümer tabletlerinde; QUR’AN’DA, İncil ve Tevrat’ta çok benzer verilerin olması, bu İlahi
kitapların Sümerlerden kaynaklandığı demek değildir. Bu şekilde düşünmek şarlatanlığın,
cehaletin (*) karesinin de karesidir…
B-RA-Hma, Ab-RA-M, Eb- RA-Him, Ab-RA-Ham ve son olarak da İb-RA-Him olan bu kelime
değişimi, geldiği yer ve geldiği her kültürdeki, her milletteki anlamı aynı manayı ‘şefkatli
baba, cumhurun merhametli babası’ anlamında ifade edilerek Mekke’ye kadar gelmiştir.
QUR’AN’IN birçok ayetlerinin Sümer, Akad tabletlerinde ki çok yakın benzerlikleri,
QUR’AN’IN doğruluğunun, evrenselliğinin kanıtının daha da üstündeki tescilli kanıtlarıdır.
[Ve sana kitaptan vahiy ettiğimiz, onların ellerindekini tasdik eden gerçektir. Muhakkak ki
Allah, kullarından mutlaka haberdar olandır, görendir. Kuran/Fatır/31]
(*) Lügat Arapçasında ‘Cehalet ‘eğitimsizlik demek değildir. Hevesini, inadını, saplantısını baskılarla öne getiren, direten, yanlışını doğru
diye insanlara kabul ettiren veya doğru olanı inatla kabul etmeyen kişiye cahil denir.
31
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
QUR’AN kendisinden önce gelen, binlerce senelerdir elçilerle gönderilmiş ancak bir şekilde
zaman içinde insanlar bu bilgileri farklı kabilelere taşırken değişik kültürlerinin sonucu birçok
değişimlere, tahrifata uğramış İlahi bilgilerin (kitapların değil, kâhinlerin, şeyhlerin,
dervişlerin harap ettikleri bilgilerin tahrifi söz konusudur. Yüce ALLAH gönderdiği
kitaplarına sahip çıkmaktan aciz değildir) düzeltilmiş halidir. QUR’AN kendisinden önce
gelen sayısız verileri Sümerlerden de önce gönderilmiş verilerin varlığını QUR’AN’NIN kendisi
defalarca açıklamaktadır.
ALLAH Resulüne kadarki bütün dinlerde, O din kitaplarındaki şu veya bu şekilde; rahipler,
kâhinler, dinciler tarafından uğratılmış tahrifatları düzeltmek ve kendinden öncekileri de
tasdik etmek, dini kendine uyduranlar tarafından uydurulmuş safsatalarla masum insanların
yaşamlarının, düşüncelerinin dahi esir edilerek sapık yollarda yaşatılan insanları ve tüm
insanlığı devamlı düştükleri bataklıktan kurtarmak için de QUR’AN gönderilmiştir.
QUR’AN, İncil ve Tevrat asla bozulmamıştır; ‘ben âlimi-ulemayım, bu kitaplar benden
sorulur’ diye işportada oynayan dinci çığırtkanlarının uydurdukları masallar zaten temelinde
her tarafıyla da bozuktur…
Benim üzerinde durduğum açık seçik esas; QUR’AN, İncil ve Tevrat peygamberlerin şahsında
tüm insanlığa gönderilmiştir… Her insan kendisi kendisinden sorumludur… [İnsana (bu
hayatta yaşadığı zaman içindeki) çalışmasından başka bir şey yoktur. Necm 39]
Her insan bizzat kendisi okumalıdır… Şahsa özel olan idrak, şahsiyet, vakaret gibi değerler
başkasının tekeline bırakılamaz… Tahrip edilmiş safsatalarla kimse hayatını, geleceğini
düzene sokamaz…
Hz. Muhammed “Kızım Fatıma! Ben bana ne olacağını bilmiyorum, sakın ha peygamber
kızıyım diye bir hevese kapılıp ta gevşeklik etmeyesin”… demiştir…
En fazla tahribata uğrayan da bilimdir, insanlığın ve bilimin gelişim sürecidir. Bilim geliştiği
sürece insanlık da gelişir… İnsanlık geliştikçe de bilimin alanı genişler… Bilim insanlar,
insanlar da bilim içindir…
QUR’AN’I insanlara tebliğ etmek ve bu tebliğe hakkiyle layık, en temiz, en ahlaklı insan olan
sevgili peygamberim Hz. MUHAMMED memur edilmiştir.
Üstelik akademik eğitim almış üç beş hokkabaz, henüz 1800lerde kazılarda bulunan ve
anlamları da yeni yeni çözülmekte olan Sümer tabletlerini M.S 611 de Hz. Muhammedin
yerden çıkarıp çivi yazılarını çözdüğünü ve QUR’AN yazdığını ve sonra tekrar yerin altına
gömdüğünü mü söylemektedirler? Bu, ucuz, kalitesiz, sevimsiz bir şarlatanlıktır...
Dine ihanet eden din tacirlerinin yaptığı maskaralığın benzeri değildir de nedir bu cehalet?
Oysa; Hint, Elam, Akad, Sümer, Mısır kalıntıları ve daha binlerce tabletler insanlığa, bilime ve
teknolojiye ışıklar tutacaktır. Ne yazık ki bulunan tabletlerin yorumları, sadece Yüce ALLAHA
32
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
ve dinine saldırmak için kullanılan çığırtkanlıktan öteye gitmemektedir. Gençlerin beyinleri
bir şekilde kirli sularla yıkanmaktadır.
Irak, Afganistan, Suriye, Mısır birlerinin can sıkıntısından mı uydurma savaşlarla uydu ülkeler
haline getirildi? Batılılar bu tarihi kalıntılardan her bir sözcüğü ve kalıntıyı mikroskopların
altında incelemektedirler ki teknolojik ipuçları ve bilimsel veriler aranmaktadır…
[ Onlar yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki? Onlardan öncekilerin akıbetleri nasıl oldu
baksınlar. Ve onların (O milletlerin) çoğu, kuvvet ve eserler bakımından yeryüzünde
kendilerinden (Mekkelilerden ve daha sonra gelenlerden) daha üstün kimselerdi. Fakat
kazanmış oldukları şeyler, onlara fayda vermedi. Mu’min 82]
İnsanlık henüz 1700lerde buldu ve 1850lerde başladı Sümer tabletlerini çözmeye; M.S 611
de Hz. Muhammed nasıl olurda Sümer tabletlerinden kopya yaparak kitap yazar?
Bu nasıl bir beyindir, bu nasıl bir vicdandır?
[Fakat onlardan BİLİMDE DERİNLEŞMİŞ (uzmanlaşmış) olanlar ve iman edenler, SANA
İNDİRİLENE VE SENDEN ÖNCE İNDİRİLENLERE DE İMAN EDERLER. (*) Onlar, salatı ikame
eden (destekleşip, vergi vererek, eğiterek toplumun kalitesini yükseltmeyi durmaksızın
devam ettirenler demektir), zekâtı veren, Allah'a ve âhiret gününe iman edenlerdir. İşte
onlara çok büyük bir mükâfat vereceğiz. Nisa/162]
Ayette geçen ‘er râsihûne’ kendi bilimsel alanında derinleşmiş, uzmanlaşmış olanlar
anlamındadır.
Anlayamıyorum! İnsanda nasıl bir beyin olmalıdır ki; bu apaçık ayetlere, içeriğini anlamadan
duvara bakar gibi bakarak anlamsız masallar yükler de ‘Muhammed QUR’AN’I Sümerlerden
aldı’ diyebilirler? Bu nasıl bir beyindir, bu nasıl bir vicdandır anlayamıyorum?
Henüz bir tek tablet veya Sümer kalıntısı bulunmadan günümüzden 1403 sene önce vahiy
edilen QUR’AN bunların varlığını, detaylarını bize kendisi açıklarken. Hatta kendisinden
asırlarca önce, çok daha önce gönderilmiş kitapları da koruyan, doğrulayan, Onları tasdik
ettiğini, önceki kitaplara da kesinlikle inanmamızı, okumamızı, faydalanmamızı ve saygı
duymamızı emir ederken; Nasıl bir beyinle ‘Muhammed QUR’AN’I Sümerlerden almıştır’
derler? Bu, adına da çağdaş dedikleri maskaralığı, bu ucuz şarlatanlığı şiddetle kınıyorum.
Bunlar mı bilim adamı?...
Saygıdeğer Muazzez İlmiye Çığ hanıma saygılar duymaktayım. Bu ne harika çeviriler, bu ne
müthiş çalışmalar yapmış. Tartışmasız takdiri şayan bu çalışmaları insanlık ve bilim tarihleri
elbette yazacaktır. Sayın Muazzez İlmiye Çığ hanımın bulgularını kullanarak dine/dinlere
saldıranların karanlık amaçlı şarlatanlar olduğu kanaatindeyim. Sayın İlmiye Çığ hanımın da
böyle saçma iddialara ortak olduğuna, olacağına da asla inanamam.
(*) asırlardır Müslümanların anlamadıkları, anlamak ta istemedikleri dolayısıyla üçüncü sınıf olunmasının ilk ve tek nedeni de bu
cümledeki mihenk noktasıdır.
33
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Oysa; Türk boylarından KENGER kökenli Sümerlerin de edindiği her bilginin, kültün de
kaynağı Hindistan’dır. En erken 15.000 Yıllık Nükleer Savaşlarda Mahabharata’nın sonunu
getiren akıllara zarar medeniyetlerin, savaşların şiirsel üslupla (*) yazılmış dökümanları ve
kalıntıların birçoğu tercüme edilmiş ve ortadadır.
Hintçe Chaturanga günümüzde ki satranç kelimesinin ve bu oyunun ta kendisidir. Eski-Eski
Hintlilere göre tanrıların lisani Vedic (**) idi; on binlerce (belki yüzbinlerce) sene sonra
Samskrita ve sonra da günümüzde bildiğimiz Sanskritçe olmuştur.
Ne yazık ki yazıyı, tekerleği ilk Sümerler bulmuş filan da değildir. Şimdilik elde edilen
bulgularla tarihi 12 000 seneden de öncelerine dayanan eski Hint medeniyetleri 18 000
belgeyle bunu kökten çürütmektedir. Üstelik Hintliler 12 000 sene kadar önce TEK TANRI
inancını da yaşamışlardır. Üstelik uzay seyahat araçları, uçaklar, helikopterler, savaş
arabaları, yüzlerce orantılı mühendislik çizimleri, resimler ve hatta matematik veriler de
vardır. Hindistan başka bir gezegende değildir dileyen gidip araştırabilir.
Yazıyı, tekerleği Sümerler buldu diye çığıranlar Fransa’da bulunan GLOZEL tabletlerini ve 15
000 senden de yaşlı Mahabharata metinlerini okusunlar ve insanlardan özür dilesinler…
Cezayir’in Tassili mağaralarında bulunan duvar resimlerinin yaşı M.Ö 10 000 olarak biliniyor.
Hani tekerleği ilk kez Sümerler icat etmişti?
(*) QUR’AN tamamen şiirsel bir üslupla gönderilmiştir. Ayrıca ŞAİRLER / ŞUARA 26. suresi de vardır.
(**) Vedic, çok değişik bir matematik olarak Hindistan’da hala bilinmektedir. Bu da bana Evrenin yaratılışının Qur’an’da matematik bir
lisanla bizlere anlatıldığını çağrıştırır. Gerçekten de everene, maddeye ve her hareketine mutlaka ilahi yüksek matematik bir lisan eşlik
eder. Matematikle yaratılmıştır bu harika evren, enerji ve madde [Ve O, matematik işlem yapanların (hesap edenlerin) en hızlısıdır.
Enam 62]
34
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
RA-Ma (Rama) imparatorluğu olarak tanımlanan devletin kuzey Hindistan ve Pakistan’daki
geçmişi en az 15.000 yılıktır. Bu uygarlık çok büyük bir nüfusa sahipti, kültür düzeyi yüksekti,
kalıntılarına günümüzde Pakistan’daki Kuzey ve Batı Hindistan’ın çöllerinde rastlanmaktadır.
RA-Ma, Aydınlanmış Rahip, Öğretici, Eğitici Kral demektir ve kentleri yönetirdi. (*)
RAMA’nın 7 büyük kenti, klasik Hindu metinlerinde “7 Rishi - RİŞİ (**) Kenti” olarak geçer,
antik Hint metinlerinde uçan araçlara “ Vimanalar” denmektedir. Bu metinlere göre
Vimanalar iki katlıdır ve disk-daire biçimindedir, kubbelerinde bir giriş yeri vardır, yani
kelimenin tam anlamıyla bir uçan daire tarifi görmekteyiz.
Vedalar antik Hindu şiirleridir. QUR’AN’I KERİM DE ŞİİR USLUBUYLA GELMİŞTİR. Bilinen en
eski Hindu metinleri olarak tanınırlar. QUR’AN gelmeden önce de Arapların şiir sevdaları yine
Hindistan’dan ithaldir. Vimanalar çeşitli şekil ve boyutlarda iki tür olarak anılmaktadır.
Ahnihotra-Vimana iki motorludur, Elphant-Vimana (***) ise daha gelişmiş büyük bir araca
verilen bir isimdir.
Resimde Hintli bir Rishi- RİŞİ, eski pers dillerinde üretilen şeyh sözcüğünün kaynağı bu RishiRİŞİ sözcüğüdür.
Tipik Hintli bir Rishi
Bu arada; sakal bırakmak sünnet filan değil, on binlerce senedir Hindistan’da hemen her
rahip veya elit konumda olmanın bir göstergesi veya saygınlığı ifade etmek için
yapılmaktadır. Sakal veya sakaldaki kıllar mübarek filan değildir; ‘O kıllar mübarek te edep
yerindeki kıllar neden mübarek değil diye’ sormazlar mı?... Hangi QUR’AN’DA insanın
yüzünde biten kılların mübarek olduğu yazar?
(*) QUR’AN ve Tevrat’taki RAB, RABBI, RABBAY sözcüğü de öğretici, eğitici, aydınlatıcı anlamındadır.
(**) Rishi RİŞİ sözcüğü Hintli rahiplere, din öğreticilerine verilen unvandır… Günümüzdeki şeyh sözcüğü de buradan bozularak gelmiştir.
Ayni RAMSES adının günümüzde Remzi olduğu gibi. Sirius yıldızına verilen isimin bugün Suriye olduğu gibi…
(***) Elphant Hintçe ‘büyük, iri, geniş, cüsseli‘ anlamındaki bu sözcük İngilizceye FİL anlamında ELEPHANT olarak geçmiştir.
35
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Mahabharata bize detaylarıyla nükleer bir savaşı anlatmaktadır. Savaşlarda beni de hayretler
içinde düşündürecek kadar da ilginç, fantastik silahlar ve araçlar kullanılmış. Bunlara epik
Hint metinlerinde de çok sık rastlanmaktadır.
Uydumuz Ayda yapılmış bir savaşta Vimana-Vailix’den söz edilir. Kısacası nükleer bir etkiden,
insanların radyoaktif etkiden öldükleri açıkça metinlerden anlaşılmaktadır. Bulunan
cesetlerin bir kısmı yumruklarını sıkmış halde, caddelerde karbonlaşmış cesetler ve yatan
iskeletler bulunmuştur.
Mohenjo Daro’daki Rishi kentini kazan arkeologlar, caddelerde yatan iskeletler ve radyoaktif
enerjiden etkilenip vücudun (canlıların) karbonlaştıklarını tespit ettiler.
Mohenjo Daro ızgara tabanlı planlanmış mükemmel bir kenttir. Su dağıtım ve kullanılma
tekniği bugün Hindistan ve Pakistan’da kullanılan düzeydedir. Antik kentin caddelerinde
yalnız çok yüksek ısılarda oluşabilecek kristalleşmiş cam, çömlekler vb. bulunmuştur.
NASA’NIN senelerdir uzaya gönderdiği kapsüllerin asıl modeli bu model değil de nedir? Bu
nedenle NASA en çok Hintli ve Pakistanlı matematikçilere, fizikçilere, Sanskritçe dil
uzmanlarına yer verir.
Eski-Eski Hint kaynaklardan gelen uçan araçlar için referans anlatımların resme dökülmüş
şeklidir. Bunların çoğu da, eski Samskrita yani Sanskritçe olduğu için henüz İngilizceye
tercüme edilmemiştir.
36
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Bir kaç yıl önce de Çin Lhasa, Tibet’te bazı eski Sanskrit belgeleri keşfedildi. Tercüme edilmek
içinde Chandrigarh Üniversitesi'nden Dr. Ruth Reyn’a verilen belgelerde yıldızlararası uzay
seyahatleri için talimatlar içerdiği açıklanmıştı.(*)
Bu tarafsızlıkla ve bilgelikle devam edersek daha sağlıklı sonuçlara varacağız ve İnsanlığa da
hizmet etmiş olacağız.
Ne Sümerlerin yaşadığı yerlerde (Batı Hindistan, Güney Iran), ne de Mısırda ALTIN madeni
yoktu… Sümerler Batı Afrika ülkesi Malide yaşayan ilkel bir kabile olan DOGON milletini
kullanarak tonlarca ALTIN elde edip amaçları için bolca kullanmışlardır(**).
Sümerler, Bati Afrika Malide ALTIN madenleri olduğunu nasıl tespit ettiler, bunu nasıl
yapabildiler? Ekvatorun kuzeyindeki Sümer topraklarıyla, ekvatorun güneyinde Mali
arasında kuş uçuşu en az 8000km mesafe var.
Hz. Muhammed QUR’AN’I Sümerlerden almış diyen diplomalı cahiller; bu soruyu sorup bu
hedefteki konuyu takip etselerdi, insanlığa ve tarihe daha sağlıklı hizmet etmiş olurlardı.
Doğruya ulaşabilmek için AKILLI soru sormak başkadır, laf olsun diye sormak çok başka
kavramlardır.
Mali yerli halkı Dogonlara da Sirius Yıldızı hakkında öylesine harika bilgiler aktarmışlar ki:
günümüzde dahi Dogonlardan konu ile ilgili net bilgiler ve kesin doğru verileri
dinleyebilirsiniz. Kabile halinde ve babadan oğula bozulmadan intikal ederek en az 6000
senelik bu hatıra bilgiler, gerçek bir din gibi aktarılır ve bozulmadan günümüze kadar da
gelmiştir. Mali Batı Afrika’dadır başka bir gezegende değildir, gidip gezebilirler…
İşin ne can alıcı tarafı da: Batı Afrika yerli kabilesi olan Dogonların, Sirius A yıldızı, Sirius B
hakkında verdiği bilgilerin hemen hemen aynısını Hint destanlarında görmekteyiz. Bu
destanlarda Büyük beyaz yıldızdan gelen uzay gemisinin Uygur Türklerinin yaşadığı
bölgeye indiğini yazar. ‘Büyük beyaz’ tanımlaması batıl-mistik öğretilerde de Sirius için
kullanılmıştır.
Asya’da Altay-Mogol Türklerinden Buyan Han’ın kızı ALANKOVA ( Alanguva, Alanhova,
Alangova da denir ) adlı bir kadının: gökten çadırına bir nemirse (şey) tünediğini (geldiğini) ve
konuşamaz, hareket edemez hale gelip O şeyden hamile kaldığını, doğan çocuğunda elinde
kan pıhtısı olduğunu, bu çocuğunda Cengiz Hanın 11 göbek dip dedesi olduğunu Türkoloji
bilimlerini kuranlar; Leon Chaun, Wambery, Radlof, Dr. Rıza Nur gibi bilimcilerden
öğreniyoruz.
(*) Ancak bu tür çalışmaların bilimsel detayları insanlara kesinlikle açıklanmaz ve en üst seviyede gizli tutulur. Kimler tarafından mı?
Müslümanlar uyurken(!) ALLAH Resulü’nün “ilim Çin’de de olsa mutlaka gidip alınız” öğretisini çok iyi anlayan ve tatbik eden,
elbette teknoloji hırsızlığının ana vatanı büyükler(!) tarafından…
Umarım bir gün; Hükümet, ŞABANİYE filmleriyle, hıyanet saçan TV Showlarıyla insanların beyinlerini kasıtlı olarak hazırlanmış yayınlarla
yıkayan maskaralığa ‘DUR’ der, ne azından gençleri ŞABAN olmaktan kurtarır, bilimsel değerleri olan gerçek konuları topluma merkezi
kaynaklardan öğreterek asli görevini üslenir.
(**) Kanaatimce Hz. Süleyman’da bolca kullandığı ALTINI Dogonlar’dan temin etmiştir.
37
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Alan (Alun) Moğolca kökenli bir sözcük olup geyik ve güzellik anlamında da kullanılır. Bu,
Alan sözcüğü ışık, nur anlamları olduğu gibi ormanlık alan için de kullanılır. Örneğin: AlTayga; kırmızı ışıklı orman, Kızıl orman demektir.
Asya’dan gelen Hiksosların tesis ettikleri Firavun hanedanlıkları, kendilerine kadar ulaşan
harika verileri, hatıraları kendilerine özgü garip saplantılarla şekillendirmişler. Oysa Siriusta
hayat değil, hayatın molekülü bile bulunamaz.
Son olarak şunu da ilave edelim: 1977'de iki radyo gökbilimci teleskoplarını Sirius yıldız
sistemine bir yapay radyo sinyali alabilir miyiz diye doğrulttular. Hiç bir şey algılamadılar.
Sirius sistemindeki yıldızların yaşı ve enerjisinden edinilen bilgiler ışığında, bu sonuç sürpriz
değildir. Orada yaşamı ortaya çıkarabilecek ve geliştirebilecek hiçbir dünya benzeri gezegen
mevcut olamazdı. Çünkü bir çift yıldız olan Sirius sisteminde; Sirius A, A1, Güneş'imizden
daha sıcak ve daha genç, Sirius B ise beyaz bir cücedir.
Firavunlar hanedanlıkları Sirius’u zaman ve takvimlerini organize etmek için kullanmış
olduklarını biliyoruz, orada hayat olduğunu bildiklerinden değil. Hatta antik Mısırın
kalıntılarında Siriusta hayat olduğunu ima edecek tek kelime dahi yoktur, kim nereden
çıkardı bunu anlayamadım.
Benzer inanışlara Asya Şamanizm’inde ve hanedanlık öncesi eski Mısır mitolojilerinde de
rastlanır. Nebraska da yaşayan Pawnee kabilesinin de Sirius’la ilgili bilgileri görülmektedir.
Wolf (KURT-Skidi) kabilesine göre Sirius “kurt yıldız”dır. Asya’dan göç etmiş Türk asıllı
Alaskada yaşayan Inuit kabilesi de Sirius’u “AY Köpeği” olarak adlandırırlar.
Kısaca; bu aşağıdaki kısa alıntı (*) Mahabharata çevirileri ve diğer Hint destanlarındandır.
Tevrat’ın Hezekiel bölümünde anlatılan dört yöne hızlı giden, tekerleri her yöne dönen
arabalara çok benzeyen bilgiler binlerce yıl eskilerden gelir. Şimdi bu metinlere göre
TEVRATIN çalıntı olduğunu mu çığıracağız? Bunun neresi bilimdir?
Her şeyden önce Hezekiel Tevrat’ta değil Tevrat’ın bir tür tefsir, tarihi hikâyeler
bölümündedir ve Mahabharata, Sümer destanlarından esintilerle doludur. Hezekielin Hz.
Musa’nın 5 kitabı (toplam 176 sayfadır) olan TEVRAT ile en küçük alakası da yoktur.
Bu işaretli paragrafın içeriği kesinlikle doğru olduğu için birebir aldım:
(*) Mahabarata´nın bir bölümü olan Dronaparva´da ve Ramayana´da özelikle belirtilen küre şeklinde bir Vimana vardır. İnanılmaz bir hıza
ulaşmakta ve ardında büyük bir hava akımı (bu egzozdan çıkan duman veya atmosferde aniden donup buzlaşan karbondioksit gaz bulutu
olabilir) bırakmaktadır. Hareketleri bir Tevrat Hezekiel bölümünde tanımlanan araçlar gibidir, her yöne gidebilir, yön değiştirmesi ani çok
hızlıdır, son hızla giderken aniden durup, yine aynı hızla ters yöne gidebilir.
´Samar´ adlı başka bir Hint destanında Vimanalar; demir makineler olarak tanımlanırlar ama yumuşaktırlar ve örgü gibi yüzeyleri vardır;
cıva ile şarj olurlar ve arkalarından kükreyen bir alev püskürür. Daha da ilginci ´Samaranganasutradhara´ adlı antik metinde Vimanalar´ın
nasıl yapıldığı anlatılır ama uygulanması için yeterli çözümleme henüz yapılamamıştır; Cıva ile itici güç sağlanması olasıdır ve
denenmektedir, günümüzde Sovyet döneminin bilim adamları tarafından Türkistan´da ve Gobi Çölü´nde kozmik yön-bulucu araçların
keşfedildiği söylenmiştir. Küresel olan bu araçlar, cam ve porselenden yapılmıştır, konik uçlarının içinde bir damla cıvanın bulunduğu
belirlenmiştir.” D. Hatcher Childress, “Ancient Indian Aircraft Technology-Anti-Gravity Handbook”
38
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Tarih derki; Oğuz Han’ın (*) Ak çadırının sağında 40 altın takuğ (küre), sol tarafında da 40
gümüş takuğ vardı, düşmanlarını kazandibine (konkav) benzeyen aynalarla yok ederdi…
1917 ihtilalinde Buhara ve Semerkant’tan Lenin’in Petersburg’a çalarak taşıdığı 19 tren
konvoyu kitaplar, modeller ve belgeler vardır. İşin en ilginç tarafı da konkav lazer aynalarıyla
ilk lazer silahını da üreten Ruslardı.
Bu gerçek resim, Çin Şhian’da yüzlerce Türk piramidinden büyük olanıdır. Yapım olarak en
erken M.Ö 7000lerdir.
(*) Bu birinci Oğuz Han olmalıdır ancak ithal edilmiş tarihler ve Osmanlı zamanında YOK edilmiş ve ithal edilmiş yanlış yamalak Orta Asya
tarihlerinde de bu ilk Oğuz Han bilinmez ve dile de getirmezler.
39
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
GEREKLİ OLDUĞU İÇİN SÜMERLERE KISA BİR ZİYARETİMİZ OLACAK
Hz. Muhammed QUR’AN’I Sümer tabletlerinden kopyalamıştır diye çığıran, medeniyet,
tekerlek, yazı, Sümerlerle başlar diye çığıranlar!... AÇIKÇA ÖZÜR DİLEMELİDİR…
Sümerleri Profesör Samuel Noah Kramerin 1956larda yazdığı kitaplardan tanımaktayız.
Kramer anlatıyor: 150 yıl kadar önce Sümerler adı verilen bir topluluğun var olduğu bile
bilinmiyordu. Sümercenin çözülmesi Akarca’nın ve eski Persçe'nin çözülmesi ile gerçekleşti.
1800'lerde başlayan bu süreç içerisinde pek çok arkeolog ve dilbilimcinin gösterdiği çabayı
anlatıyor.
Çok tanrılı inanca sahip Sümerlerin tapınaklarına Ziggurat (Sanskritçe kökenli sözcüktür)
denirdi. Zigguratlar yedi katlı olup toplam üç ana bölümden oluşur. İlk katları erzak deposu,
orta katlar okul ve tapınak, son katlar ise rasathane olarak kullanılmıştır. Arapçadaki
Mescit sözcüğü de gerçeğinde bu tarzı ve anlamı içermekteydi.
Günümüze kadar gelen bilgilerden ulaştığımız; Tarih boyunca hiçbir uygarlığın başaramadığı
kadar uzun süren 3000 yıllık bir egemenliği vardır Sümerlerin. M.Ö. 4500 civarında ilk
yerleşim yerlerinin kurulmasından Sümerlerin bir halk olarak varlığının sona erdiği M.Ö
1750'lere kadar uzanan bir süreçtir bu.
İlk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi Sümerler bulmuşlardır. İslam’dan önce ve
günümüzde de Araplar tarafından kullanılan AY takviminin kaynağı bu takvimdir.
Sümerler kendilerinin tanrılara hizmet etmek için yaratıldıklarına kesin olarak inanıyorlardı.
[ Ve Ben, cinleri ve insanları Bana kul olmaları için yarattım. QUR’AN, Zariyat 56] Yüce ALLAHA
idrak ederek, bilerek, sevinçle kul olmak kadar onurlu ne olabilir ki?
40
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Bu yüzden tapınaklar inşa etmek, sunaklar yapmak ve adaklar adamak ve bu yaptıklarını
yazıya geçirme ihtiyacı duyuyorlardı. Bundan amaç tanrılara hizmet ettiklerini göstermekti.
Sümer kral listesinde krallık gökten indiği zaman Eridu krallığın makamı olur ve sonra Tufan'a
kadar 8 kral görürüz. Oysa tufan onbinlerce seneler önce oldu. Bu sekiz kral toplam 5 kentte
241.200 yıl hüküm sürerler(*). Asırlar geçtikçe her gelen yeni idarenin Hüküm süreleri,
rakamsal olarak düşer ve seneler kısalır. Kenger asıllı Sümerlerin kuruluşu ve yok oluşu
toplam 3000 senedir, nasıl olurda 241 000 sene hüküm suren kralları olabilir?
Bir Türk boyu olan Kenger asıllı Sümerlerin, Sümer ülkesine ilk yerleşenlerin Sümerli
olmadıkları kesindir. Bunların MÖ. 3 Binyılda Subirililer olduklarını tarihi metinlerden
öğreniyoruz. QUR’AN Ta-Ha suresinde anlatılan Samiri denen şahıs bu millettendir.
Sümerlerde kentlerinin çoğunun adının tabletlerdeki Sümerce lisanda olmaması birçok
kanıtlardan sadece birisidir. Sümerologlar bu halka Proto-Fırat'lılar demektedir.
Sümerce de; İl, İli, Uruk, Ur gibi pek çok kelime hala günümüz Türkçesinde de
kullanılmaktadır. Kabile, sülale anlamındaki URUK sözcüğü de günümüze YÖRÜK olarak
taşınmıştır. Şimdilik, Sümerce ile Türkçe arasında 168 tane ortak sözcük bulur.
Sümerler için evreni oluşturan öğeler gök ve yeryüzü idi. Evren için “gök-yer” anlamına gelen
“An-Ki” sözcüğü kullanılıyordu. Gök ile yer arasında “ lil ” adı verilen rüzgâr, hava, nefes, ruh
anlamına da gelen ve gözle görülmeyen bir atmosfer vardı. (**)
Güneş, ay, gezegen ve yıldızlar da bu maddeden yapılmış, ama el olarak parlaklık verilmişti.
Bu temel kanılar üzerine geliştirilen Sümer kozmogonisinde başlangıçta “ilksel deniz” vardı.
Bu “ilksel deniz” de nasılsa düz bir yeryüzünün üzerine konmuş ve onunla bütünleşmiş bir
evren (yani “Gök-Yer”) oluşmuştur.
Tevrat Tekvin, Bölüm 1/1. Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. 2. Yer boştu, yeryüzü
şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı`nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu.
Sümerlerde bu oluşma “gök” ile “yer ” in ayrılması biçiminde anlatılır.
[ görmediler mi O kâfir olanlar, semaların ve arzın bitişik olduğunu? SONRA BİZ, O İKİSİNİ
(birbirinden) AYIRDIK. Ve canlı olan her şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmazlar mı? Quran/
Enbiya/30]
Onbinlerce senedir insanlarını öndersiz, bilgisiz bırakmayan Yüce ALLAH, insanlar tarafından
sayısız nedenlerden dolayı bozulmuş çok gerekli bilgileri QUR’AN’LA düzeltmektedir…
Buna da, QUR’AN insanoğlunun son şansı denebilir!…
(*) Bu konu hakkında ilgili alanda çalışan bilimcilerin bu afaki tarihlemeleri zamanımızın tarihlemeleriyle eşleştirmeleri gerekir. Sümerlerin
kullandığı tarih kesinlikle mantığın dışındadır ancak onların tarihleme zamanını biz kendi zaman çizelgemize eşleştirmeliyiz. Böylece daha
mantıklı, inandırıcı ve bilimsel adımlar atılır. Çünkü Sümerlerden de öğreneceğimiz çok şey var.
(**) Eski Yunanda felsefeciler bu “LiL” tanımlamasına ETHER dediler. Işığı taşıyan, Işığın inçinde yayıldığı ortamın cevheri olarak betimlendi
ve günümüzde de fiziğin en temel sorunudur. Işığın maddesel değil, evrende dalga olarak yayıldığını ve fotoelektrik etkininde ışığın dalga
doğasından kaynaklandığını deneylerin net verileriyle tespit etti. Işıldayan ve titreyen atomlar adlı kitabımızda detaylarıyla yazdım.
Günümüzde bilenen, daha doğrusu öyle olduğu zan edilen BOHR ATOM model ve fonksiyonları kesinlikle doğru değildir…
41
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
[ Hanginiz en güzel işler (icatlar, keşifler, ilaçlar, faydalı çalışmalar) yapacak? diye sizi
imtihan etmek için 6 günde(*) semaları (masif cisimleri) ve yeri (katı cisimleri) yaratan O'dur.
Ve O'nun ARŞI SU üzerinde idi. Eğer sen: “Muhakkak ki siz, ölümden sonra diriltileceksiniz”
desen, kâfir (inkâr eden, gerçeği, bilgiyi örten) kimseler mutlaka derler: “Bu ancak apaçık bir
sihirdir”. Qur’an / Hud 7]
Başlangıçtaki “An” (gök baba) ve “Ki” (yer ana)’nın çocuğu olan tanrı (Sümerce ‘dingir’) nasıl
olmuşsa Sümerli elitlerin en büyük tanrısı olmuştur. Enlil sözcüğünü de “tanrıların babası
veya yerin-göğün kralı veya bütün ülkelerin Kralı” anlamlarında kullandılar.
Peru’da mağaralarda İNKALAR iki hörgüçlü deve resimleri çizmişler. Üstelik siyah renkle
boyamayı da ihmal etmemişler. Oysa tarihin hiç bir diliminde güney ve kuzey Amerika’da ve
Peru’da deve yaşamadı!...
Çok iyi biliyoruz, iki hörgüçlü siyah devenin ana vatani Orta Asayadır. Üstelik İNKALAR O
topraklara yeşil ışıklar saçan, parlayan madeni kuşlarla getirildiklerini de tarihlemişlerdir. Bu
arada Zümrütü Anka kuşu öğretilerini de hatırlamak gerekir. Perulular, atalarının bu
topraklara yeşil ışıklar saçan madeni kuşlarla getirildiğini tarihlerine yazmışlar.
Sümer tanrısı An-Ki bir şekilde İN-KA mi oluverdi güney Amerika’ya gidince? En önemli
çarpıklık ta, İnkalara, yazma ve telaffuzu (okunuşu) tamamen farklı olan İngilizce lisandan
dönüşüm tahrifatı edildikten sonraki şekline biz İNKA demekteyiz… İngilizcede yazılış başka
okunuş başkadır. Onlar kendilerine İNKA mı diyorlardı? Elbette hayır. Biz bugün İngilizceden
devşirme ile bu millete İNKA demekteyiz. Sözcüğün kökü, ANPU, AN-Kİ ve değişerek İN-KA
oldu. Bir yıldız adı olan Sirius günümüze Suriye, İngilizcede Syria olarak geldiği gibi…
Binlerce sene önceleri, Tevrat’tan de binlerce sene önce Hintliler en büyük tanrı, en büyük
yaratıcı anlamında ‘İLLAH’ sözcüğünü yaratıcı TEK tanrı olarak kullanmışlardır. Hindistan’da
bu sözcükte şehir vardır “İLLAH-ABAD; dileklerin, bağışlanmanın, tekliflerin, duaların yeri”
demektir. On binlerce senelik şehirdir bu.
Müslüman olmuş Mughal imparatoru Akbar M.S. 1580de bu şehrin adını “ALLAH-ABAD;
Allah’ın bahçesi olarak” olarak değiştirmiştir.
Sümerlerin dinsel kültürlerinin de ana vatanı Hint kültünden esintilerle; Sümerler en büyük
tanrılarına LİL ve zamanla da EN-LİL şeklinde isim vermelerinin tek nedeni eski ancak çok,
çok zengin Hint kültürleri ve geçmişleridir.
Önemli ancak kısa bir konuyu açıklamam gerekiyor. Brahma (Yaratıcı büyük güç anlamında
kullanılırdı) dünyayı yarattıktan sonra ilk kurban sunulan yerin bu nokta, bu şehirde yani,
Prayag (Sanskritçede ‘KURBAN YERİ’ demektir) olduğuna inanılıyor. (**)
(*) Asırlardır insanların kafasını karıştıran bu 6 gün bilinmezini açıklığa kavuşturmak için çalışıyorum, üç numaralı kitabımızdır.
(**) Âdem peygamberin iki oğlunun sunak için kurban kestiği yer burası olsa gerek. Hz. ÂDEM, İnsan bu gezegende yaratıldı, birazdan
QUR’AN’LA öğreneceğiz bu gerçeği…
42
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
On binlerce sene önce bu kentin adı, Prayag’dı. Onbinlerce sene önceleri de bu şehir
kurulduğundan beri, Prayag, sonra İLLAH-ABAD veya İLLAH-ABAS (tanrının şehri
anlamındadır) ve binlerce sene sonra da yeniden adlandırılmış ALLAH-ABAD olmuştur.
Müslümanlıktan çok önceleri de ‘ALLAH’ kelimesi biliniyor ve kullanılıyordu. Örnek; Abdullah
sözcüğü ‘ALLAH’IN kulu’ anlamındadır. Abdullah sözcüğü de QUR’AN gelmeden öncelerinde
de biliniyor ve kullanılıyordu.
Bu kısacık ancak netlikle; Mısır hanedanlıkları, Sümerlerin, Elam ve Akadların vb. da
kültlerinin ana vatanı olarak adres, tartışmasız Hindistan olarak karşımıza çıkmaktadır.
PRAYAG, İLLAH-ABAD, ALLAH-ABAD tarihi ve kültüyle Hindistan'ın kültürel ve dinsel
hayatında en önemli başrol oynamıştır.
Günümüzde de Allah-Abad Hindistan’ın yöneticilerini, bilge şahsiyetlerini yetiştiren en
saygın bir merkezdir.
İbrahim peygamber (yani B-RA-HMA) de tek tanrılı dinlerin ikinci atası olarak tanıyoruz ki; ilk
kez bilinçli olarak Kurban kültürünü getirdi. Kesinlikle Türk asıllı olan İbrahim peygamberin
bu Kurban kültürünü öğrendiği ve benimsediği yer, Onu bu bilgeliğe ulaştıran yer İLLAHABAD ve eski-eski Hint kültürü yani Prayag (Sanskritçede ‘KURBAN YERİ’ demektir) yöresi ve
kültürdür.
QUR’A’NIN bize öğrettiği terminolojiyi saptırmadan takip edersek Tek tanrı insancını Hz.
Nuh’la başladığına ulaşırız…
[ Âlemler içinde Nuh'a selâm olsun. Muhakkak ki o, Bizim mü'min kullarımızdandır. Ve
muhakkak ki, onun dininden olanlardan (biri de) İbrahim’dir. Qur’an, Saffat 79, 81, 83]
43
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
SÜMERLER KENGER SOYUNDAN GELEN TÜRKLERDİR
Hindistan’da Chhattisgarh da Kanker (Kenger) kasabasında Charama mağaralarında renkli
duvar çizimlerinin en erken 10 000 yıl olduğu tespit edildi. Orijinal sözcük Türkçe KENGER
Sümerlerin geldiği yerdir.
Batılılar bilime hizmet etmekle beraber kasıtlı olarak isimleri, sözcükleri orijinalinden farklı
yazar ve telaffuz ederler. Bunu her zaman yapar ve tarihin içine de limon sıkarlar…
Bu mağarayı ve prehistorik duvar resmini ben görmedim, ancak kesinlikle bu çizimde 7
kişinin olduğunu, sağ baştaki resimim yağmur suları ve dış etiketlerden dolayı çok
hırpalandığını ancak köpekleri hakkında net bir çizim olmadığını öğrendim. Boyalar için bitki
kökenli doğal malzeme kullanılmış.
Bu mağara çiziminin ne anlattığı kesin olarak bilinmiyor. Konunun uzmanı Hintli bilimcilerin
tavsiyeleriyle üzerinde fazlaca durmadım.
Hatırlayalım: Hint kutsal kitaplarından Mahabharatada 15000 seneden de eskilere kadar
ulaşan çok, çok eski metinlerde ‘yedi kişinin, peşlerinde bir köpek olduğu halde riyazet için
krallığa ve dünyaya yüz çevirdikleri’ yazmaktadır.
44
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
KRALLAR VADİSİ GİRİŞİNİ BEKLEYEN ANUBİS
BOZ-KURT, GREY WOLF
Firavun hanedanlığından çok önceleri ANİBUS Mısırda yaşayan onlarca ayrı kabileler
arasında itibar edilen zaman sonra da mezar veya yeraltı bekçiliği, bir tür ilah veya tanrı veya
ölümden sonra yol gösterici gibi farklı görevlere getirildiğine değineceğiz.
Mısır Çakalı veya Çakal, özellikle geceleri mezarlıkları gezdiği için kanaatimce bu hayvana
‘mezarlıkları koruyan ve zaman sonra da ölümden sonra yol göstericiliği’ gibi unvanlar da
yakıştırılmış.
Mısıra, Sümerlerden veya diğer milletlerden ithal edilen hikâyelerden etkilenen, bolca para
kazanacağını gören kâhinlerde Mısırda hiç yaşamamış KURT hayvanına en yakın
görünümündeki çakalı baş tacı etmişlerdir. Unutmamak gerekir; Kahinlere değişik
senaryolar, farklı renklerde masallar gerekir ki para kazanabilsinler!...
Çünkü hikâyenin başlangıcındaki hayvan Himalaya KURT’U’DUR. Mısırda kurt yaşamadığına
göre, geceleri mezarları gezen çakalı Kurt’a çok benzediği için logolarına kazıdılar.
Krallar Vadisinde TuthANKHamon mezarında Anubis (Inpew, Yinepu, Anpu farklı telaffuzla
da ifade edildi) adlı bekçilik görevi yapan köpeğinin esas kimliği en eski, en çok tanınan tanrı
olmasıdır. Ağaç ahşap bir kaidedeki yönünün, Anubisi ilk keşfeden Howard Carterin “Anubis
Batıya bakıyordu” notlarından öğreniyoruz.
45
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Bu BATI yönündeki konumunu referans olarak alabilirmiyiz bilemiyorum, çünkü 1922 ye
kadar mezarın en az iki kez soyulduğu da tespit edilmiştir. Acaba soyguncular Anubisin
konumunu değiştirdiler mi?
Soralım: Şayet mezar soyulduysa neden Anubisu da çalmadılar veya harap etmediler? Kim
bilir sadece altın peşinde olan soyguncular, Anubisle ilgilenmediler veya fanatik
saplantılarından dolayı korktular.
Araştırmalarım için Anubis ilk bulunduğu zamanki batıya bakan konumu çok önemlidir. Bu
nedenle üzerinde duruyorum.
Mısır diline Anubis olarak geçen sözcüğün orijini ANPU, yani bir daire, çember anlamında
kullandılar. Bu sözcük Sanskritçe de ANDA şeklinde ELİPS anlamında karşımıza çıkmaktadır.
Eski Mısırlılar çember veya daire demekle kesinlikle yanıldılar ve bu bilginin, kendilerine
kadar ulaşan tahrif edilmiş pek çok bilginin de kaynağının kendilerinin olmadığını, çalıntı
veya ithal bilgi olduğunu da bu çember, daire yanlışlığıyla kanıtlamış oldular.
Bana göre doğru anlam ve tanımı, Sanskritçedeki ANDA, yani elipstir.
Nedeni; Dünya ve tüm gezegenler asla ve asla çember çizemezler, çemberi
tamamlayamazlar. Çünkü merkezindeki Güneş bütün sistemini belirli bir noktaya doğru
kıvırcık saç gibi (QUR’AN’DA buna, hubuki, Kevera’l denir) yani, helezonik devinimle
duraksamadan sürükler. Güneş sabit değildir ki etrafında devinen gezegenler çemberi
tamamlayabilsin!... Bir saniye önceki yerimizde bile değiliz… (*)
Güneş ve tüm gezegenler sadece elipsler (ANDA) çizerek helis, yönü belirli bir yere hubuki
gibi taklalar atarak uzaydaki hedefine ulaşmak için yoluna devam eder. Böylece daire, yani
çember asla tamamlayamaz. Demek ki Sanskritçedeki ANDA yani ELİPS doğru tanımlamadır.
QUR’AN’DAKİ kanıtı [Ve kıvrılarak ilerleyen sarmal yollara sahip olan semaya andolsun. Zariyat
7] Ayetteki ‘hubuki’ kıvırcık saç gibi, helezon gibi demektir.
Anubis, Tuthankhamon’a ait tapınağa (18. Sülale **) yeni Krallığa ait mezarın parçasıdır. Bu
parça sağlam olarak 4 Kasım 1922 tarihinde ilk gördüğünde Howard Carter’a heyecandan
hayatındaki ilk kalp krizi geçirmesine neden olmuş. Bereket versin Anubis mezar
soyguncuları tarafından parçalanmamış.
Nereden ve nasıl esinlendiler birazdan açığa çıkabilir, eski Mısır inancına göre ölümden
sonraki hayatın yani, ahiretin yönü batıdır. Beni ciddiyetle ilgilendiren konu, bu ‘AHİRETİN
YÖNÜ BATI’ saplantısını veya bu inanışı diğer hiç bir kültürde göremiyoruz.
(*) detayları 3 numaralı kitabımızdadır.
(**) 18. Sülale ile başlayan KEHF-RAKIM serüvenini çözeceğimiz bütün detaylar QUR’AN’IN 18. Suresindedir… tesadüf mü acaba?!...
46
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Mısır hanedanlığı (kralları) bu saplantıyı nereden öğrendi? Ölümden sonraki hayatın yönü
neden batı olsun?! Bunu nereden icat ettiler, bunu mutlaka bulmak ve anlamak zorundayız.
Bu batı konumu ifadesi de bu çalışmamız için önemlidir.
Bu fikri ya kahinler uydurdu para sızdırmak için, işleri ne kadar karmaşık hale sokarlarsa o
kadar fazla para!!!... Neden Güney değil de Batı diye sormazlar mı?
Veya bir yerlerden esinledirler ve esinlendikleri kaynak bilgiyi de uydurdukları
senaryolarında renklendirip yanlış değerlendirdiler.
Devam edelim;
[Ve görürsün Güneş doğduğu zaman mağaralarının (kabinin) sağ tarafından geldiğini ve
BATTIĞI ZAMAN SOL TARAFTAN ONLARIN YANLARINDAN GEÇTİĞİNİ. Kehf 17]
Dikkat edilirse: ayette bastırılarak ifade edilen en ciddi konu; Güneşin Batıya kaymasıdır.
Hanedanlık firavunlarına ulaşmış farklı dillerin sayısız tahribatlarıyla, yani etimolojik
değişimleri, anıları, hatıraları hatalı veya eksik veya saplantılı anlamış olmalılar ki;
QUR’AN’DAKİ anlatımın netliği, muhteşemliği, bizlere en doğru bilgileri detaylarıyla
açıklamasına hayran oluyorum.
Sözcükleri yaşayarak okuduğumuz zaman O kadar net ki; Güneş BATTIĞI (karanlık başladığı)
zaman kabinin veya ‘onların yanlarından geçti’ ifadesi Batı yönünün veya karanlığın
önemini veya önemli olduğunu bastırarak vurgulamaktadır.
Cümledeki en önemli detay ‘BATTIĞI zaman yanlarından geçmesi’ dir. Güneşin doğduğu
zaman onların yanına gelmesinin pek önemi yok gibi. Yani QUR’AN, güneşin batması,
karanlığın başladığı, kabindekilerin konumlarını veya koordinatlarını öylesine açık detaylarla
açıklamaktadır ki BATI, Güneş batarken onlara en yakın oluyor veya BATTIĞI zaman son
ışıkların onların yakınından geçtiği veya BATTIĞINDA veya ışıkların çok azaldığı zaman başka
bir olay veya anlamamız gereken başka detaylar var… Veya ‘Battığı’ ifadesindeki bu ayrıntı;
yön olarak da bizlere bir şeyleri anlamamız için kılavuzluk ediyor…
Dikkat edilirse güneşin doğduğu yani ortalığın aydınlandığı pek önemli değil gibi. Önemli
olan, güneşin battığı zamanki konumu ve karanlığın kabindeki ekiple olan ilişkisi çok
önemli. Bastırarak ‘BATTIĞI ZAMAN ONLARIN YANLARINDAN GEÇTİĞİ’ ifadesidir ki, bu çok,
çok önemli bir ayrıntıdır.
Hatırlayalım; Hanedanlıkta, ölümden sonraki hayatın, ahiretin yönü BATI olduğuna
inanıyorlardı!!!…
Benim kanaatim firavunlar epifiz bezinin güneş battıktan sonra, en verimli şekilde de gece
yarısı melatonin ürettiğini bir şekilde öğrendiler… Nasıl mı, kimden mi öğrendiler?
47
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
[VE ANDOLSUN Kİ; AYETLERİMİZİN HEPSİNİ, ONA (Firavuna) GÖSTERDİK. BUNA RAĞMEN
YALANLADI VE DİRENDİ. QUR’AN /Ta-Ha/ 56] Bu en önemli konuyu ilerde daha detaylı
göreceğiz.
Asilik, tanrı olma hastalığı doğasında var ki, herşeyi yanlış, eksik anladıkları gibi bunu da
kendi arzu ettiği doğrultuda yanlış değerlendirdi ve sapıklığı seçti…
Saygıdeğer okuyucum, lütfen beni yanlış anlamayınız; Konuyu değiştirmiyorum, ancak çok,
çok geniş bir alanda analizler yapıyoruz/yapmalıyız… Bu nedenle sanki bir anda konu
değiştiriyorum izlenimi olabilir diye önceden belirtmek istedim.
Devam edelim; Zaman sonra Anubis bedenin çürümesini engelleyen mumyalamanın mucidi
olarak da bilindi. Mumyalanan bir Mısırlının ruhu yargılanır yargılanmaz daha önceden içinde
bulunduğu bedene tekrar girebilirdi. Anubis eğer orada vücudu korumazsa kurtuluş ve
dolayısıyla ahiret olmazdı.
Beyin yıkayan bu tür senaryoları, reklamları hazırlayanlara yani, kâhinlere getirdiği servetleri
tahmin etmek için deha olmaya gerek yoktur. Günümüzde de cennete bilet verenler gibi…
Beş bin veya on bin sene önce kâhinlerin icat ettikleri dincilik senaryoları, bugün de 21 Y.Y da
aynı şekil ve hızda devam etmektedir, sadece aktörlerin unvan, renk ve isimleri farklı!!!...
48
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
TUT-ANKH-AMUN ya da TUT-ANKH-AMON KİMLİĞİ;
Adları
Doğum
adı
Tut-ANKH-aton
Aton`un yaşayan resmi
Kendi
seçtiği
adı
Tut-ANKH-amun
( Heliopolis hümkümdarı,Yukarı Mısır,
Amun`un yaşayan resmi )
Taht
adı
Neb-cheperu-Rê (Neb-xprw-Ra)
Türkçe Tut-ANKH-amun
Hiyeroglif yazılar sağdan soladır İbranice (*) ve Arapça gibi, bazı spesifik konular için de yukardan
aşağıyadır.
ANKH takısını her isminde aktive olarak görmekteyiz. Kitabımızdaki çalışmaların en belirgin kanıtı bu
ANKH sözcüğüdür.
Tut-ANKH-amun’un genetik bozukluğunu, sağ ayağının doğum hatalı olarak kayık olduğunu, kadın
kalçalı olduğu mumyada yapılan analizlerle tespit edildi.
Genç Tut-ANKH-amun kendini tanrı ilan ediyor, fakat mezarına da bir başka tanrı Anubisi bekçi olarak
yerleştiriyor!!!...
(*) İbranice koklu bir lisan değildir, Babil lisani olan ARAMCADAN türemiştir)
49
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Çok erken ancak bu bir sayfadaki ön açıklamaları bildirmek zorundayım. Okuyucularımla
birlikte sindirerek ilerleyeceğiz. Amacımız; ilgi duyan genç nesiller bu mütevazı kitabımızın
nasıl böyle bir başarıya ulaştığını bilerek bilsinler istedim. QUR’AN’I bu metotla okumak,
anlamak için okuyup, sadece ALLAH’IN sevgisi için bilim yapanlara ışık olsun istedim…
Şimdi dikkatle izleyelim; Mısır kalıntılarından bizlere ulaşan sayısız bilgiler, resimler, yazılar,
her detay asla ve hiç bir şekilde netliği olan doğru bilgi veremiyor/vermiyor… Karmaşa içince
karmaşadan öte bir adım dahi atılamıyor. Tutarsızlığın, temelsiz, kuralsız bilgilerin en
gülünç şeklini firavunların miraslarında buluyoruz.
Sadece kalıntıları ve anıları AKLIN ve QUR’AN’IN ışığında anlar ve doğru taşları, doğru yere
koyabilirsek gerçeğe ulaşacağız… Aksi halde piramitlerin altında kalanlara döneriz…
On dokuz yaşında ölen TutANKHamun kendini iki arazilerin, iki toprakların veya iki dünyanın
Tanrısı ilan etti. Ancak bu tanrı kendi mezarına da başka bir tanrıyı bekçi olarak
koydurdu!!!… ‘Bu nasıl bir tanrı’ diye sormazlar mı?
Aile boyu akıl hastası bu sülalelerden kalan taşınmazlar hariç hiç bir bilgi bizi gerçeğe
ulaştıramıyor. Sadece her gün daha derinlere, daha karanlık çıkmazlara sürüklüyor bizleri…
Ancak QUR’AN’IN ışığında bizlere kadar ulaşan firavunlarca hatalı, eksik algılanmış sayısız
kalıntıları, saptırılmış anıları, işaretleri değerlendirirsek, kirliliği temizlemeyi başaracağız…
Yegâne başvurulacak kaynak BÜYÜK TEMİZ AKILLA okuyup anlamamız gereken, en doğru
kanıt ve açıklamalar sadece ve sadece QUR’AN’DA bulunmaktadır… Bu mütevazı kitabımızda
bunu açıkça göreceğiz.
Çünkü Yüce ALLAH firavuna göklerin tüm acayipliklerini, ayetlerini, detaylarını açıkça
gösterdi ve sonra da asiliğinden dolayı YOLDAN SAPTIRDI…
[ Muhakkak ki ben, onun yalancı olduğunu zannediyorum." Ve işte böylece firavuna KÖTÜ
AMELİ (çalışması, gayreti, niyeti) SÜSLENDİ (ona sevdirildi). Ve böylece YOLDAN
SAPTIRILDI. Ve firavunun hilesi hüsrandan başka bir şey olmadı. QUR’AN/Mü'min /36,37.]
1400 senedir Müslümanlar ve insanlar bu en önemli ve apaçık konuyu ve ciddiyetini asla
anlayamamış, asla kavrayamamışlar ‘VE BÖYLECE YOLDAN S A P T I R I L D I’…
Bu kitaptaki konumuzun enginliklerine henüz girerken kısaca değinmek istedim ki bu kitapta;
QUR’AN; hem firavunların içine düştükleri yanlışlıkları, hem astrofizikçi KEHF bilim ekibinin
deneyinin esas kaynağını, deneyin bizlere anlatmak istediği, deneyin başlangıcı ve net
sonucunu, en önemlisi de bu muhteşem bilgilerin biz insanlara ve geleceğimize ne kadar
faydalar sağlayacağını açıkça görmemiz içindir.
QUR’AN kendini QUR’AN’LA öğretiyor, okumasını, anlamasını idrak ederek bilenlere…
Devam edelim;
50
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
TUT-ANKH-AMUN’UN ISLAK TUĞLASI
Mistik inanışlarda insan icadı olan tanrıların bütün bu görev ve unvan değişimleri veya daha
yüksek tanrılık mevkilere terfi etme sevdaları, onlara ulaşan yeni yeni bilgilerden veya yeni
kabilelerin Mısıra getirdiği yeni anılardan, hikâyelerden kaynaklandığını da görmekteyiz.
Servetlerine servet katan kâhinler zaten başrollerdedir ve senaryosunu bizzat yazdıkları yeni
yeni masalları ballandıra-ballandıra başta Firavunlara ve etrafa empoze ederlerdi.
Emevi-Abbasî uydurma masallarının günümüze kadar renklenerek geldiği gibi…
Diğer mezarlarda 4 adet tuğla bulunurken TutANKHamun’un mezarında bulunan ve sihirli
olduğuna inanılan ancak pişirilmemiş ISLAK (*) bir tuğla fazladan vardı. Genellikle diğer
mezarlarda 4 tuğla bulunmaktadır.
Bu pişirilmemiş ıslak tuğlalarla; sanki bütün bu piramitler nasıl inşa edildi, bu devasa tek
parça blok taşları imal eden temel malzemesinin ne olduğu hakkında bizlere şifre veriyor
gibi. Üstelik Islak pişmemiş tuğlanın mezarda bulunmasının nedeni hakkında şimdilik bilimsel
ağırlıklı bir ipucu da yok gibi, ancak sanki bizlere bir şifre bırakılmış gibi bir hali var.
TuthANKHamon ve diğer Fi-RA-Vun’lar nereden öğrendi ölümden sonra sonsuz bir yaşamın
olduğunu ve ölümün yönünün de Batı olduğunu ve bu akıllara durgunluk veren inşaatları
yaptırdılar? Arkalarından kayıp olamayan bu eserleri ve mezarları, sarayları miras bıraktılar.
Bizlere de içinden çıkılmaz karmaşaları ihmal etmeden.
Ölümden sonra hayatın var olduğuna ve ölümün yönünün BATI olduğuna öylesine kesin,
öylesine inançlılar ki; bu muhteşem piramitleri, mezarları yaptırdılar. Bütün firavunlar tüm
hayatlarını sadece; ölümden sonra sonsuz yaşamaya ulaşma sevda ve saplantılarına
adadılar, bol bol monatomik altın tozu tüketip başka da hiç bir şey yapmadılar.
Yaşamım boyunca ben de her insan gibi pek çok Müslüman, Hristiyan, Musevi tanırım,
ölümden sonra hayatın varlığı hakkında şu veya bu şekilde bir kısmı şüphededirler. En
azından az veya çok şüphededirler. Ciddiyetle şüphe içinde olanları da gördüm.
Sadece Hintlileri kesinlikle şartsız şüphesiz inandıklarını gördüm…
İnanın ki; hemen her konuyu, her bir kelimeyi, her bir sözcüğü tarihin ulaşabildiğim en uca
bucaklarında, nerdeyse elektron mikroskoplarının altında inceledim ve kesinlikle ulaştığım
net sonuç:
(*) Islaklığı oluşturan sıvının içeriği henüz tam olarak bilinmiyor veya kasıtlı olarak açıklanmıyor. Karşımdaki müthiş bir gizem var; ISLAK
tuğlaya Fizikçi yaklaşımıyla baktım bu SIVI ateş, yani yeterli sıcaklık ve basınç altında katılaşabileceğini düşündüm. ISI tatbik edilince
büzüşen ve içe kapanan malzeme bileşikleri gibi. Mısırda (şimdilik) 8 milyon köpek mumyası veya iskeleti bulundu. Blok taşların imalatında
bu hayvanlardan elde edilen sıvılar mı kullanıldı diye düşünmekteyim. Araştırmalarım için ricalarıma, çabalarıma karşı her kapıyı kapattılar.
Çünkü ben Müslüman bir Türküm, ferdi araştırmacıydım. ISLAK tuğla O mahzende, kapalı ortamda yani mezarda sonsuza kadar
kuruyamazdı ve öylece günümüze kadar da şifreli bir miras olarak kaldı.
Kimler neden bu ıslak tuğlanın sihirli olduğunu günümüz insanlarına inandırmaya çalışırlar? Bunun kirli, çirkin amaçlı yazarçizerlerin
yaptığını da biliyorum. ISLAK TUĞLA kesinlikle doğru bir miras, ancak sihirli olduğu yalanı ne işe yarar! Kararı bilimsel düşünce verir.
Bilimde sihir, fal, muska-tıska olamaz… Hangi ilacın sihirle elde edildiği görülmüş?
51
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Hiç bir şüpheye, tereddütte mahal bırakmadan açıkça gördüm ki; firavunlar
kesinlikle ve kesinlikle ve tartışmasız KESİNLİKLE fiziki ölümden sonra sonsuz
bir hayatın varlığını bilerek biliyorlar!...
Fakat nasıl?
En kritik, en can alıcı birinci basamağa geliyoruz tüm dikkatimizle devam edelim;
[Ve böylece “Allah'ın vaadinin hak olduğunu (evrenin programlanmış hedefe kesinlikle
ulaşacağını) ve O saat (mutlak son) hakkında şüphe olmadığını” BİLSİNLER DİYE ONLARI
BİLDİRDİK.
‘ONLAR aralarında ONLARIN durumu hakkında tartışıyorlardı’.
Birinci onlar kim ve ikinci onlar kimlerdir? İşte bu noktaya büyük temiz akılla girip eksiksiz
açıklamamız ve bu muhteşem gizemi açıklığa kavuşturmamız gerekmektedir.
“Onların işleri (yaptıkları şeyin) üzerine binalar inşa edin.” dediler. Onların Rabbi, onları en
iyi bilir. Onların işlerinde başarılı olanlar (sözü geçenler) “Onların (Onlara ait O şeyin üzerine
binalar ve binalarında) üzerine mutlaka bir mescit yapacağız. ”dedi. QURAN/KEHF 21]
İlk cümlenin analizini dikkatle yapalım:
[Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve o saat hakkında şüphe olmadığını BİLSİNLER DİYE ONLARI
(yani, Kehf ve Er Rakim ekibinin ve başarılarını) ONLARA (yani, O ASIRDA BU OLAYA ŞAHİT
OLANLARA) BİLDİRDİK.]…
Asırlardır uyuyanlar anlayabildi mi acaba?
Bu muhteşem ayetin muhteşem ilk cümlesi;
“KEHF ekibi ve deneyin yapıldığı zamanda onbinlerce sene önce yaşayanlar bu müthiş
olaya şahit olanlara bu muhteşem olayı, deneyin sonucunu, delilleriyle açıkladık, bizzat
şahitler olarak görmeleri için alenen ortaya koyduk ve sonucunu da olayın ŞAHİTLERİ
OLAN ONLARA bildirdik ki O son saat olacaktır, inansınlar ki fiziki ölümden sonra gerçek ve
sonsuz bir hayat var.” devam edelim,
Lütfen çok dikkat!!!.... M.S 6. Y. Yılda bize gönderilen QUR’AN’LA ‘gerek siz Mekkelilere,
gerekse gelecek nesillere sayısız tahribatlara uğrayarak aktarılmış/aktarılan KEHFİ olayının
aslını, doğrusunu böylece QUR’AN’LA sizlere (Mekkeliler ve gelen nesillere, yani bizlere)
açıklanmaktadır” denmektedir. İlk cümle o kadar muhteşemi ki, o kadar açık ki beni
secdelerin secdesine kapandırıyor!...
QUR’AN’DAKİ her sözcük, her konu mutlaka üç boyutlu ele alınmalıdır. Bunun için de temiz
büyük AKILLA okumak gerekmektedir. Tekkelerde, kiliselerde huuuu çekerek değil…
52
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
QUR’AN, Firavunların ‘Ölümden sonraki hayatın yönü Batıdır’ saplantıları da bu anıların
kendilerine kadar yüzlerce terminalden geçerek ulaşmış lisanların tahribatlarından dolayı da
yanlış, eksik anlamalarından, sonsuz hayata kavuşma ve asilikler kokan saplantılarıdır ki, bu
ayetin ilk cümlesi bütün bu hatalı düşünce ve davranışların doğrusunu bizlere üç cümleyle
öğreterek bildirmektedir.
Bu ilk cümledeki ilk muhatap (BİLSİNLER DİYE ONLARI (yani, 309 sene uyuduğu zan edilen
ve sonra uyandırılan Kehf ve Er-Rakim ekibini) ONLARA BİLDİRDİK )…
‘onlara bildirdik’ denen O insanlar onbinlerce sene önce bu olaya şahitler olarak yaşamış
insanlardı. Bu muhteşem deneyin ilk yapıldığı zamandaki olayları bizlere QUR’AN’LA
bildirirken, bu olaydan kendisine paye çıkarmaya çabalayan Firavunların hastalıklı
saplantılarını da dolaylı olarak bizlere öğreterek anlatmaktadır.
Ayette geçen a'sernâ sözcüğünü kısaca analiz edelim; bir insan hiç ateşte eli yanmamışken
ateşin acı vereceğini nasıl bilir? Asla bilemez, ta ki eli yanıncaya kadar. İşte bu a'sernâ
sözcüğü bildirmek fiilini bizzat görsel ve diğer duyularla inkâr edilemeyecek şekilde
kanıtlarıyla öğretilmesi, yani, gösterilerek, bilerek bilinmesi anlamındadır…
İşte! onbinlerce sene önce Sfenksi (YAŞAYAN HEYKELİ) yapanlar bu ilk cümlede ‘bilsinler
diye’ sözü edilen O insanlardı, eski Mısırın yerlileri veya Firavunlar değildir.
Devam edelim, bu insanlar; Aralarında onların durumu hakkında tartışıyorlardı. “Onların
işleri (yaptıkları O şeyin, onlara ait O şeyin) üzerine binalar inşa edin.” dediler. Onların
Rabbi, onları en iyi bilir. Onların işlerinde başarılı olanlar (sözü geçenler) “Onların (Onlara ait
O şeyin üzerine binalar ve binalarında) üzerine mutlaka bir mescit yapacağız. ”dedi.
QUR’AN/KEHF 21] diyenlerdir… onbinlerce sene önce yaşamış KEHF ekibinin bu müthiş
başarılarına şahit olmuş O zamanın insanlarıydı.
Ayette gecen ‘bunyânen’ bina değil, binalar (*) veya özelliği olan binalar anlamındadır.
‘Mesciden’ kelimesi de özelliği, belirginliği olan tekil ‘bir mescit’ demektir. Ayette ‘mescit’
değil ‘mesciden’ denildi. Bu özel mescit Sfenksin altındaki odalardır, kitabın sonunda
değineceğiz.
Açıkça: Onların işleri veya onların yaptıkları O şeyin, aletlerinin veya O aracın veya onlara bu
başarıyı sağlayan O şeyin üzerine önce BİNALAR ve binaların da üzerine BİR MESCİT, BİR
TAPINAK inşa edin/edeceğiz denilmektedir.
Onların ÖLÜSÜNÜN üzerine denilmedi, Onların MEZARININ üzerine denilmedi; ‘O şeyin,
onların O işlerinin üzerine önce binalar ve üzerine de özel bir mescit inşa edin’
denilmektedir. Kimler bunu önerdi? Elbette onbinlerce sene önce yaşamış ve bu olaya bire
bir şahitler olmuş O insanlardı. İşte O insanlar veya torunları Gizada YAŞAYAN HEYKELİ,
yani Sfenksi yapanlar. Bu son derece önemli ayrıntıları bilgelikle, BÜYÜK TEMİZ AKILLA
anlamak ve analiz etmek gerekmektedir.
(*) Arapçada iki şey için çoğul ifade kullanılmaz, en az üç nesne için çoğul kelime kullanılır. Ayette gecen ‘bunyânen’ ikiden fazla binalar
anlamındadır.
53
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
SORALIM: Neden ASHABI KEYF’İN (işlerinde ehil olan 7 astrofizikçi kabin ekibi) ‘O şeylerinin,
O işlerinin üzerine binalar ve binaların üzerine de mescit yapalım’ dediklerini?
Yine soralım: Bina yapacak, mescit yapacak başka yer mi yok? Neden üzerine, neden yanına
değil? Üstelik bastırılarak ‘O şeyin üzerine binalar ve binaların da üzerine mescit yapalım’
denmektedir. Açıkça görülüyor ki; O şeyin mümkün olan en emniyetli şekilde saklanması
planlanmaktadır.
Bu gezegenin tarihinde herhangi dinin mensupları veya dinler veya ilkel din inançları da
dâhil, herhangi bir millet herhangi bir mezarın veya ölmüş cesedin veya cesetlerin üzerine
ev, tapınak veya mescit veya bina inşa etmişimdir? Buna kim inanır? Mezarın üzerinde
ibadet etmek veya bir şekilde bulunmak veya kısa da olsa yaşamak!!!... Bu olacak şey midir?
Mezarın veya ölmüş birsinin üzerine bina inşa etmek ve içinde bir şekilde yaşamak veya
bulunmak veya ibadet etmek!. Bu deli saçmalığı nerede görülmüştür? Mescit, eğitim,
öğrenim, sosyal toplantı ve tapınak anlamındadır…
Bu ilkel pembe düşünce maalesef asırlardır KEHF hikâyelerinin tamamında aktif olarak
görülmektedir. Öncelikle eski Hintlilerin icadı olan B-RA-HMAN (İbRAhim sözcüğünün
orijinidir) rahipleri için inşa edilen türbelerin içinde ki mezar denirse de, bu sadece O
mezarda bir müddet kalmak için olabilir. Üstelik ‘mezarın veya cesetlerinin üzerine’
denilmedi…
Ayetlerde açıkça ‘binalar ve üzerine de MUTLAKA-KESİNLİKLE bir mescit yapacağız’
denilmektedir. O şeyin üzerine bina, binanın da üzerine mescit!... İşte, KEHF ekibinin
araçlarının saklanacağı en emniyetli şekilde gizleme (kamuflaj) bu yöntemdi…
Üstelik QUR’AN ayetlerinde KEHF ekibinin öldüğü belirtilmedi ki!!!... Kim, nereden çıkardı
KEHF ve Er-RAKIM ekiplerinin, bu yedi astrofizikçi genç bilim adamının öldüğünü?
Ayette apaçık, bütün açıklığı ile “Onların O işleri (yaptıkları şeyin) üzerine binalar inşa edin”
denildi. Asırlardır QUR’AN’I meal-tefsir eden maskaralar da bu sapa sağlam 7 genç bilim
54
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
adamını köpekleriyle birlikte hayal dünyalarında öldürdüler ki dünya genelinde 33 yerde
mezarları vardır!…
Öldüler diyen oldu mu? QUR’AN’DA açıkça ‘onların O işlerinin üzerine binalar yapacağız’
denmektedir, cesetlerinin değil!... QUR’AN’DA Kehf ekibinin öldüğünü ima eden bir tek
kelime var mıdır?
Ayette açıkça geçen ‘ala emri-him’ ilk anlamı ‘onların O işlerinin üzerine’ cümlenin
tamamının içinde de ‘onların konumu, onların O işlerinin bulunduğu yerin üzerine ’
denmektedir.
ASHABI KEHF’IN (7 genç bilimci) O şeyleri her neyse, en mükemmel şekilde asırlarca
muhafaza edilerek saklanması ancak bir tapınağın veya mescidin veya ibadet için tasarlanmış
binanın altına gizlenebilir. En emin yer mescidin, tapınağın altıdır, çok akıllıca bir karar
vermişler!....
Ayette açıkça, bütün açıklığı ile “Onların işlerinin, yaptıkları O şeyin üzerine binalar ve
mutlaka, kesinlikle de o binaların da üzerine özelliği olan bir mescit (*) inşa edelim”
denmektedir.
Diğerleri yani, bu deneye şahit olan insanlar da “Onların O binalarının da üzerine mutlaka
bir mescit yapacağız” dediler.
1960larda bulundu ki: Sfenksin pençelerinin arasındaki tapınakta firavunların güneş tanrısı
RA onuruna, şerefine yapılmış düzinelerce üzeri yazılı sütunlar vardı. Bu harikalardan da
harika değerleri bulmak, insanlığa kazandırmak Müslümanların en asli göreviydi, ancak!!!...
KEHF 20 de ne deniyordu? Muhakkak ki onlar, eğer size karşı galip gelirlerse, sizi taşlarlar
veya sizi kendi dinlerine döndürürler. O ZAMAN ASLA, EBEDİYYEN KURTULUŞA
EREMEZSİNİZ !!!...
Soralım; Nereden kurtulamıyorlar? Ebediyen kurtulamazsınız da ne demektir? Onlar
denilen de kimlerdir? Başkaları daha var gibi…
Elimizde dört ayrı gurup var gibi…
1) Kehf ekibi, yedi genç bilimciler, deneyin asıl kahramanları,
2) Er-Rakim ekibi, deney gözlemcileri, yerden, dünyadan yüksekte bekleyen bir başka ekip,
3) Deneyin başlangıcına değil 309 sene sonra deney bittiği zaman tekrar uyanmalarına şahit
olup zaman sonra da Sfenksi yapanlar…
4) Düşmanlık yapabilecek başkaları da var gibi… Taşlarlar veya kendi dinlerine
dönderirler!!!... Bunlar da kimdir?
(*) Mescit; Çok tanrılı inanca sahip Sümerlerin tapınaklarına Ziggurat denirdi. Zigguratlar yedi katlı olup toplam üç ana bölümden oluşur. İlk
katlar erzak deposu, orta katlar okul ve tapınak, son katlar ise yıldızlara bakmak için rasathane olarak kullanılmıştır. Mezopotamya'da
evler ve tapınaklar, taş az olduğundan kerpiç ve tuğladan yapılmıştır. Hem bu özelliğinden hem de sık sık istilalara uğradığından bu yapılar
günümüze kadar ulaşmamıştır. Ancak zaman gelmiş, Emevi Abbasî melunları insanları uyuşturup, kendi saltanatlarını devam ettirmek için
de mescidi sadece tapınak olarak algılatmışlar...
55
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Devam edelim; Ayrıca, sizi öldürürler diye hiç bir belirti de yok, sadece taşlanma uyarısı, ikazı
var. Taşlanma, taş atmak, taşlarla hücum edebilirler dolayısıyla tedbirli olmaları öneriliyor.
Öldürürler veya öldüler veya öldüklerine dair en küçük bir belirti hala yok!...
Kendi dinlerine dönderirler dendiğine göre, O kavimin bir şekilde dini inançları da var. Ancak
silahları, okları yokmuş ki TAŞ atacaklar!
Sözcüklerin kısa bir analizini yapacağız:
yercumû-kum; taşlarlar, taş atarak incitirler, hırpalanırsınız.
yuîdû-kum; Veya kendi dinlerine, kendi kültürlerine dönderirler, yaşam tarzlarına, kendi
dinlerine döndürürler, sizi hedefinizden, gitmeniz gereken yerden geri çevirirler, geri gelmek
için seyahatinize engel olurlar.
ve len tuflihû izen ebeden; VE BÖYLECE, EBEDİYEN, KATİYEN, ASLA KURTULMAZSINIZ,
KURTULUŞA EREMEZSİNİZ.
Ekibin O işlerine, araçlarına taşla zarar verebilirler diye mi bu son cümledeki en önemli ikaz
“VE BÖYLECE, EBEDİYEN, KATİYEN, ASLA KURTULMAZSINIZ, KURTULUŞA EREMEZSİNİZ.”
bastırılarak öğretilmektedir? Bu cümle bir numaralı kanıtımızdır.
Bu taşlama olayını mantığın süzgecinden geçirmemiz gerekiyor. Çünkü buralara gelecek
kadar yüksek bir teknolojiye, bilgiye sahip bir ekibin, dünyalılara göre 309 sene uyuyup
uyanabilen bir ekibin O araçları öyle üç beş taşla hırpalanacak şey olamaz ve bu şekilde gelen
varlıklarda üç beş taşa pabuç bırakmazlar. Daniken’in pembe hayallerindeki uzaylı varsayım
hikâyeleri gibi pembe hayaller bizi hiç bir yere götüremez.
Aslında üzerinde durulacak ve mutlaka takip edilecek en önemli anahtar açıkça ‘Ve böylece,
ebediyen kurtuluşa eremezsiniz ‘ demekle ‘bu gezegenden artık kurtulamazsınız, geri
kendi topraklarınıza, kendi hayatınıza, kendi dünyanıza veya kendi zamanınıza geri
gidemezsiniz’ cümlesidir.
Ayrıca bu ayetin son cümlesi bastırarak, en belirgin biçimde göstermektedir; ölen kimse
yok… Ancak hayal dünyasında 7 genç bilimciyi gencecik yaşta öldüren pek çok, üstelik
asırlarca bu maskaralıkları devam ettiren mealciler-tefsirciler var.
Ayette hiç bir şekilde ölümden, ölmekten, öldüklerinden kinaye bir kelime dahi YOK…
Bu, uydurulmuş, insan icadı maskaralıklarla ve QUR’AN’LA alakası olmayan hokkabazlıklarla
elbette ki dünya Müslümanları üçüncü hatta dördüncü sınıf olacaklardır…
Kısaca ve açıkça diyebilirim ki; asırlarca en emniyetli şekilde O şeyi saklamak için üzerlerini
binalarla kapatın, üstüne de mescit inşa edin ve adına da MESCİT, TAPINAK deyiverin, yani
binaların üzerine veya üzerinin de üzerine bir de mescit (eğitim, öğretim okulu, tapınak)
yapın anlamları açıkça ortadadır. (*)
(*) Ziggurat tapınak mimarisi de aynı bu tanıma uygun yapılmıştı.
56
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
‘Kendi yaşam tarzlarına, kendi dinlerine dönderirler veya taşlarlar’ bu ilk ifade aslında M.S
6 Y. Yıl bedevi insanına ikaz, korkutma, nasihat amaçlı bir şeyler anlatırken, son cümledeki
ikaz da gelecek nesillere en doğru adresi vermektedir. Ayetteki ilk iki cümlenin içeriği,
üçüncü cümledeki asıl gerçeği M.S 6 Y.Yıl insanları için gizleyen, perdeleyen sözcüklerdir.
Önce binalar sonra binaların da üzerine bir mescit emri ile O şey en yüksek seviyede
emniyete alınmış demektir. Çünkü kimse mescidi, tapınağı yıkmaz, yıkamaz. Herhangi bir
mescidi veya tapınağı yıkmak ender olan bir hadisedir. Bunu sadece Yahudiler yapar.
Ancak bu kitabımızdaki apaçık verilerden sonra yetkililer Mısırda Yaşayan Heykel
(Sfenksin) altını açacak veya deleceğine garanti veririm. En azından tabandan tünelle
girilecek ki; bakalım işlerinin ehli uzman astrofizikçi mühendislerin yani KEHF ve RAKIM
ekibini bu gezegene getiren nedir, yaptıkları deney nedir, O işleri nedir, O şey nedir? (*)
Böylece yaptıkları O görkemli iş nedir insanlık, bilim, teknoloji QUR’AN’IN EVRENSELLİĞİNİ
öğrenebilirse öğrensin… QUR’AN’I kasıtlı veya bilmeden fakat para kazanmak amacıyla yanlış
yamalak meal-tefsir edenler, hesabını YÜCE ALLAHA veriyorlardır ve vereceklerdir.(**)
Albert Einstein’ın zaman değişimi teorisini aldığı yer, çok iyi anladığı QUR’AN’DIR…
QUR’AN Arapçası Hebrew-İbrani kökenli bir lisandır. Yahudi olan Einstein’ın boşandığı hanımı
Mı-Leva da bir matematikçi, fizikçi ve dindar Yahudi bir hanımdı. Hatta O meşhur, enerji
eşittir madde x Işık hızı karesi (E= m.c2) denklemi Mi-Leva hanıma aittir şeklinde ciddi
iddialar da vardır. (***)
Müslümanlar uyurken, tekke köşelerinde huuuuu-huuuuu çekerken Einstein’i ve Mi-leva
hanımı büyükçe takdir ve tebrik etmek en insani görevdir.
İlim maluma, çalışana, çabalaya, üretene tabidir; uyuyanlara, lakırdı yapanlara değil…
[ İnsana (hayatta iken kendi) çalışmasından başka hiç bir şey yoktur. Necm 39]
Hatırlayalım:
Yalnızca iyi havlamakla, iyi bir köpek olunamaz. Aynı zamanda bir insan, güzel ve yetkin bir
biçimde konuşarak, yakasına falan filan etiketler takarak, sırtında karanlık cübbelerle bilge
de olamaz…
(*) Işık hızına yakın hızlarda seyahat edildiğinde seyahat eden canlılar için zamanın çok yavaşladığını, yerdekilere göre de 309 sene geçtiğini
açıkça ortaya koyacağız. Yakalarına profesör etiketi takmış durmadan birbirlerini ısıran QUR’AN mealcileri de Güneş senesi ve AY senesi
diye bu açıklanamamış evrensel değerleri olan bilimsel olayı cehaletleriyle kurtarmaya çalışırlar. Aslında cehaletleriyle QUR’ANI örterler…
(**) 1400 senedir Müslümanların üçüncü sınıf olmalarının yegâne nedendi QUR’AN’I kasıtlı olarak anlamadıklarıdır, anlamak
istemediklerine bizzat şahit oldum… Kanıtımı?
(***) Einstein’ının, Mi-Levaya yazdığı ısrarlı mektuplarında: Grand Unified Theory detaylarını kendisine Amerika da yaşadığı adresse
göndermesini rica ettiği, tarihe geçeceklerini, bunun için İsrail cumhurbaşkanlığını dahi ret ettiğini anlattığı mektupları vardır.
bilim teknik; 1997 ve 1996 tarihleri olabilir.
57
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
TUT-ANKH-AMUN, TAPINAKDAKİ ANİBUS
ASSENA - BOZKURT - ASSENAT
Oldukça ciddi bir konu için tarihin enginliklerinde kısa bir gezinti yapacağız.
İlk İS-RA-İL lakaplı Yakup peygamberin oğlu Yusuf peygamberin hanımının adı ASSENAT’TIR.
Arkaik Türkçede anlamı DİŞİ-BOZKURT demektir. Aynı, babası Yakup ve dedeleri İshak ve dip
dedesi İb-RA-Him gibi Yusuf peygamber de kendi kavminden, kendi kanından, kendi
soyundan olan Türk asıllı ASSENAT isimli hanımla evlenmiştir. Çok eski Hint gelenekleri de
kendi kanından olan evlilikleri kurallaştırmıştır. Bunu göz önünde tutarak devam edeceğiz.
Tutankhomun 18.sülale firavunudur “tanrı RA’NIN oğlu” unvanı verilen Tutankhomun dokuz
yaşında en genç tanrılık koltuğuna oturmuş Fİ-RA-VUN unvanlı genç bir şahıstır.
Müslümanlık öncesi Arapların da, Hindistan’dan ithal edilmiş ve hanedanlıkta da önem
kazanan inanç kalıntılarının etkisiyle EŞŞUA-RA (şairler demektir) isimli bir yıldıza
taptıklarını da biliyoruz. Bu 18. sülale ifadesini de akılda tutarak devam edelim. (*)
Çevirilerde veya her yeni bulunan belgelerle içinden çıkılamaz arşivlerden ayıklayabildiğimiz
kadarı ile görmekteyiz ki başka metinlerde Anibus; Osiris ya da Seth ile bağlantılı olarak
karşımıza çıkıyor. Bozkurt (Anubis) Osiris'in ölümünden sonra onun vücudunun korunması
işini üstleniyor ve böylece ölümden sonraki hayatta yol göstericiliğine de terfi ediyor.
(*)18. Sülale firavunu Tutankhamon’un piramitlerin ve Mısırın bütün gizemlerini çözecek QUR’AN’IN 18. suresidir. Bu da mı tesadüftür?
58
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Her yeni gelen nesil Kâhinler, kendi ürettikleri hayali tanrı makamına getirdikleri Anubis
hakkında etkin, inandırıcı, beyin yıkayıcı dinsel telkinleri, firavunları dahi sapıttıran bu
senaryolardan öylesine müthiş gelirler elde ederlerdi ki zaman zaman halkı firavuna karşı
isyan ettirecek kadar da güçlenirlerdi.
Resimde görüldüğü gibi Kâhinler, her yeni oğul veya torun için yeni yeni tanrılar icat etmiş ve
12 tanrıda karar kılıp her birine ayrı renkler ve unvanlar vermişler.
Bütün bu veriler günümüz bilimsel çabalarımıza az da olsa ışık tutarken, akıldan
çıkarmamamız gereken en önemli konu da; rahiplerin bu uydurulmuş safsatalardan büyük
paralar kazandıkları ve kralları dahi sömürdükleri açıkça ortaya çıkmaktadır. Aynen
günümüzde din tacirliği, şarlatanlığı yaparak, yanlış yamalak QUR’AN tefsiri veya
rivayetmatik hadis masalları ile servet sahibi olanlar gibi. (*)
Paylaşmalıyım; sordum bir gün ‘Gökte başka bir şeytan varsa neden yere inmeye korkuyor’
diye? Şahsi kanaatim ‘yerde kâhinler var, din tüccarları var, efsuncular, şeyhler var; şeytan
bile kendisini kendi yolundan saptırabilirler diye korkup yere inemiyor’ şeklinde
cevapladım…
Eski Mısırlılar için gökyüzündeki en önemli yıldız Sirius oldu. Eski Mısırlılar takvimlerini de
Sirius’un evrelerine göre yapmışlar. Sirius Yıldız Takvimi, baş tanrıça İSİS ile eski Mısırlılar
tarafından yer tespiti veya zaman veya koordinat tespiti için oluşturmuş olabilirler.
Osiris, en basit formu bir hiyeroglifle anlatılan bir taht kaidede göz figürüdür.
Neden böyle bir figürü seçtiler, nasıl olurda insan beynindeki thalamus’u, EPİFİZ bezini bu
kadar eksiksiz benzer şekilde resmedebilir ve bilebilirler? Nasıl olurda bu göz çizimleri sanki
medikal alanda uzmanlaşmış doktorlar tarafından yapılmış kesitini gösteren çizimlerde
thalamus’a benzerliğini bu kadar açıkça anlatabilirler? Bunu nasıl olurda bilebilirler şeklinde
binlerce soru yağmuru olacaktır?
(*) Hz. Muhammed ‘ en çirkin, en bayağı, en kirli kazanç, din kullanılarak veya din adına elde edilen kazançtır’ demiştir. Para kazanmak
için TVlerde, gazetelerde bol bol yalan yanlış vaaz veren heriflere, bol bol Emevi Abbasî uydurmaları hadis çığırtkanlığı yapan şarlatanlara
hatırlatmak gerekir!
59
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Net cevabını yine QUR’AN’DAN öğreneceğiz.
Birazdan göreceğimiz göz sembolünün, insan beyninin en yüksek seviyede emniyete alınmış
ve önemli bölümü olan beyindeki thalamus’a çok yakın benzerliği, fiziki ölçülerinin benzerliği
ve üçüncü göz olarak da binlerce senedir en üst ŞAK-RA (Sanskritçe kökenlidir, CHAKRA)
olarak kabul edilmesi de oldukça ciddi konulardır, ancak konumuzun dışındadır.
Hanedanlık Mısırında Göz, güneşin diski ile eşit RA gücünün bir uzantısı olduğu kabul edilirdi.
Anlayışlarında RA gözü aynı zamanda Mısırlı tanrıçalar Hathor, Sekhmet, Bastet, Wadjet ve
Mut dahil, erkek tanrılardan bağımsız bir varlık olarak ta görünmektedir. Saltanat suren
aileden her önüne gelenin de nedense tanrı olma saplantısını açıkça görmekteyiz… Amon
(Amen, Amun, Ammon, Amoun) hanedanlık zamanında Amen “saklı olan” anlamında
kullanılmış bir sözcüktür.
Dünyada bugüne kadar inşa edilmiş en büyük ve en dikkate değer dini kompleks olan Amon
Tapınağı, modern Luxor kenti yakınlarında ki Karnak tapınaklar şehridir. Tek kelimeyle gerçek
bir mühendislik harikasıdır. Açıların tespitinde sanki lazer ölçü aletler kullanılmış. Hata, üç
eksende de kayma SIFIR, depremlere dayanıklılık en yüksek seviyede; İnanılır gibi değil,
ancak gerçek…
Hatırlayalım; [Ve onların çoğu (imha edilmiş eski milletler) kuvvet ve eserler bakımından
yeryüzünde kendilerinden (Mekkelilerden) daha üstündüler. Mu’min 82]
Bu resim milyonlarcasından sadece bir kanıttır!...
60
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Amon, Teb'in baş tanrısıdır. Orta Krallık Dönemi'nde sadece yerel bir tanrıydı ama Tebliler
Mısır'a hakim olunca unvanı AMEN oldu ve önemli bir tanrı koltuğuna oturuverdi.
Tutarsızlığın farkında olmalıyız: her 10 veya 20 senede tanrı konumu, isimleri, görevleri
durmaksızın değişmektedir.
Eşi Amunet'le birlikte ilk tanrılardan biridir, kutsal hayvanları kaz ve koçtur.
18. Hanedan'dan itibaren Amon Tanrıların da Kralı oldu. 19. ve 20. Hanedanlar Amen’in
“görünmeyen yaratıcı güç” olduğunu cennetteki, dünyadaki, engin derinliklerde ve yer altı
dünyasındaki hayatın temeli olduğunu düşünürlerdi.
Amon "hoşnuttur" anlamına da geliyordu. Daha sonra RA (Amon-RA) ile birleşerek dini
törenlerde adı anılan ve kendisine yücelikler atfedilen Mısırın en güçlü tanrı makamına terfi
etti. Her yeni gelen firavun nesilleri yeni kelimeler, yeni adetler, yeni tanrı unvan ve devamlı
terfi ettiklerini de gözden kaçırmamak gerekir.
Bu karmaşadan da açıkça görmekteyiz ki Mısırlılar yeni kelimeler üreterek bir tür kültürel ve
insan icadı olan yerel dincilik alanlarında da gelişim sürecindedirler.
Tarih boyunca bu yöntemler cahil halkı koyun gibi gütmek ve sömürmek için en ideal yol
olmuştur. Bu çirkinliği insan doğasından silmek için de QUR’AN gönderilmiştir. Ancak bu
çirkinlikler yine de bir şekilde farklı renklerde devam etmektedir.
Bu âmin sözcüğü (Ameeeen!) şeklinde dualardan sonra söylenen bir ifade olarak Ortadoğu
geleneğinde halen yaygın olarak devam eder. Günlük hayatta kullanılan bir başka deyim ise
"Âmin, Allah hoşnut olsun, kabul etsin" şeklinde gerçeğini bilmeden tercüme ederler fakat
kesinlikle bu anlam yanlıştır, uydurmadır. AMON sözcüğünden bozularak günümüze kadar
gelen ÂMİN, AMEN sözcüğünün böyle bir anlamı filan yoktur, sadece AMON-RA’YA yağ
çeken riyakâr kâhinlerce bestelenmiş yakıştırmadır, uydurmadır.
Âmin veya AMON sözcükleri ve anlamları QUR’AN’DA yoktur… Bir gelenek gibi pek çok
Müslüman bu kelimenin de mahiyetini bilmeden kullanır… İsrail oğullarının Mısırdan
çıkarken firavunlar hanedanlıklarından taşıdıkları kültürel bir alışkanlıktır…
Halkın AMON’A saygı gösterilerinde secdeye kapanarak ve seslice ‘AMON, AMON,
AMOOON, AMOOOOOON’ şeklinde müzikal nağmeler eşliğinde söylemleridir…
Oysa her insan kendi lisanında “Allah’ım duamı kabul etmeni dilerim, benden hoşnut
olmanı dilerim, söz veriyorum Senin emir ettiğin gibi iyi bir insan olacağım, QUR’AN’I
okuyacak ve öğrenecek ve dağıtacağım, hırsızlık yapmayacağım, senin rızan için severek
samimiyetle ve karşılık beklemeden vereceğim, bana faydalı ilim ver, Furkan’ımı artırmanı
dilerim vb. ” derse, daha mantıklı ve akıllı bir iş yapmış olur kanaatindeyim. Yüce ALLAH
Türkçeyi de, istisnasız her lisanı da biliyor emin olabilirler, çünkü lisanları da yaratan O’dur.
[Ve O'nun ayetlerindendir ki, gökleri ve yeri yaratmıştır ve LİSANLARINIZ ve renkleriniz
farklıdır. Muhakkak ki bunda, ÂLİMLER için mutlaka âyetler (deliller) vardır. QUR’AN Rum 22]
61
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Bu birleşik İB-RA-HİM, İS-RA-İL, RA, RABBİ kelimelerindeki RA’yı ve kökenlerindeki
anlamlarıyla çözersek, kanaatimce QUR’AN’A, dine, dinlere ve İnsanlığa ciddi seviyede
hizmet etmiş olacağız.
Ab-RA-M, yani İb-RA-Him önce Yıldızlara, Aya ve Güneşe tapındı ve bunların anlamsızlığını
Büyük Akılla İdrak etti.
Mısıra hanımı Hz. Sara ile birlikte geldi, ancak hangi hanedanlık dönemidir ve onlara ne
bilgiler verdi bilemiyoruz. Çünkü 200 000 den fazla kitaplar ve sayısız eşyalar M.S 2. YY da
fanatik Hristiyanlarca yakıldı, arta kalanlarını da Müslümanlar yaktı…
Belli ki tanrı olmak yetmedi Tanrıların da Kralı olmaya heves eden AMON başladı Güneşe
tapmaya zamanla da Güneş tanrısı RA oluverdi. Hem kendisini TANRILARIN Kralı ilan ediyor
hem tanrıya tapınıyor!!!... Bunlar aile boyu akıl hastası değil de nedir?...
Güneşin diski ile eşit RA gücünün kendinde toplandığını zan etti. Adını da AMON-RA olarak
tescilleyip patent aldı… Halkını da kendi önünde AMOM, AMOOON diye bağırtıp secdeye
kapandırdı… Kitabıma alamayacağım kadar çirkin cinsi sapıklıkları ayyuka çıkmıştı….
İB-RA-HİM ve İS-RA-İL ve Şİ-RA sözcüklerindeki ‘RA’ bu konuyu kesinlikle açıklayacak
anahtardır. Umarım ölmeden önce bu gerçek bilgiye ulaşabilirim.
62
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
GÖZDEN KAÇIRMAMAMIZ GEREKEN ÖNEMLİ BİR KONU DA:
Firavun hanedanlıkları her yeni gelen nesille yeni yeni isimler, yeni unvanlar üreterek
sonlarının geleceği güne kadar yaşadılar.
Bu yeni sözcüklerin tamamı başka kültürlerden, kaynaklardan gelen sözcüklerden de alınan
heceler veya anlamları da içermektedir. Bu yeni türetilmiş sözcüklerden birini bile başka hiç
bir millette de göremiyoruz; Fi RA Vun, Amon-RA, TutANKHamon, Akhenaton, Anubis vb…
Bu yeni sözcüklere hâkim olan iki hece var; RA ve ANKH.
ANKH sözcüğü, firavun makamına terfi ettiği zaman kendisini TUTH-ANKH-AMON olarak O
meşhur genel adını aldı veya kâhinler bu süslü isimleri senaryolarına eklediler.
KEPES ANKH sözcüğünün anlamı YAŞAYAN CANLI GÖRÜNTÜ, YAŞAYAN CANLI HEYKEL
olarak yerli halkın hanedanlıktan binlerce sene önce Giza sfenksine verdikleri addır…
ANKH sözcüğünü de Araplar ek yaparak KEPES ANKH Arapça telaffuzu ‘ŞEŞEP ANKH’ yine
aynı anlamda yaşayan canlı heykel olarak biliniyordu…
Yunanlı gezginler yaşayan heykeli İlk gördüklerinde Sfenks dediler, yani boğazına kadar
gömülü demektir… Çünkü sfenks onbinlerce senedir boğazına kadar kumlara sırlarıyla
gömülü olarak Yüce ALLAH’IN takdir ettiği keşfedileceği zamanı bekliyordu…
Firavunlar hanedanlıkları bu harika piramitleri, Karnak tapınaklarını vb. yaptılar denemez.
Yaptırdılar, birileri/başkaları tarafından inşa edilen bu harikaların ve büyük nimetler içinde
yaşadılar…
Bu heykellerin tüm ölçüleri, hatta yüz ifadeleri bile aynı olan heykeller kesinlikle döküm kalıbından çıkmış gibiler!
KEHF, Er-RAKİM, ANKH, YAŞAYAN HEYKEL, SFENKS; devam edelim.
63
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
HANİF
Bana göre anlamı; Büyük Temiz Akılla idrak edip, tertemiz, arıduru netlikle Yaratanı bilerek
bilmektir ‘ olarak tanımlayabildim. Dikkat edilirse; Yaratanı bilmek demedim, ‘NASIL
BİLDİĞİNİ DE BİLMEKTİR’ dedim.
QUR’AN'DA bu kelime insanın, Allah'ın yanı sıra başka bir yaratıcı, güç ve hakikat kaynağını
bilinçli olarak tanımadan, sadece tek olan Allah'ın önerdiği yoluna bilerek, bilgi ile en saf,
pak ve arıduru şeklinde kendisini teslim etmesi olarak tanımladım.
Hanif; bir QUR’AN kavramı olarak tanımlandığında 'kâinatların, evrenlerin tek hâkimi olan
Yaratıcıya, idrak ederek, bilerek arıduru olarak inanıp güvenen, isteyerek bilerek boyun
eğen' anlamını içerir. Böylece başka ilahların varlığını korku veya riyayla değil; bilgi ile idrak
ederek reddeden kişi aynı zamanda kendi kişiliğini bulmuş ve her tür negatiflikten, şeytani
dürtülerden arınarak kendisini korumuş/korunmuştur. Kişi kendisi olmuştur…
Bu sözcük Qur’an'da Allah'ın peygamberleri içinde sadece ve ilk olarak İbrahim peygamber
için kullanılmış ve her şeyi yaratan EŞSİZ TEK YARATICI inancının nasıl gerçekleştiğini onun
şahsında net olarak özetler. Sadece bir olan Allah'a inanmak aynı zamanda insan icadı diğer
tanrı inançlarını veya vasıtaları veya şeyhleri veya dervişleri veya ölmüş cesetlerden medet
ummayı ve bu çirkinlikleri kabul etmemeyi akılla kavrayıp zorunlu kılar.
Bu nedenle tarihi kaynaklara göre, QUR’AN henüz insanlara ulaşmadan önceleri tek tanrı
inancını taşıyan kişilere HANİF adı verilirdi. Bu kişiler İb-Ra-Him peygamberin yolunda
oldukları için bu isimle anılırlardı.
[De ki: "Allah doğruyu söyledi. Öyle ise HANİF (arıduru, pak) olarak İbrahim’in dinine tâbî
olun. Ve o, müşriklerden olmadı." QUR’AN Ali-İmran 95]
[Artık HANİF olarak kendini (veçhini, yönünü) din için ikame et, Allah'ın HANİF fıtratıyla ki;
Allah, insanları onun üzerine (Hanif programı, saflaşma, kristalleşme içgüdüleriyle, arıduru
fıtratıyla) yaratmıştır. Allah'ın yaratmasında değişim olmaz. Kayyum olan (ezelden ebede
kadar yaşayacak) din (yöntem, metot, değiştirilemez kural) budur. Fakat insanların çoğu (bu
gerçekleri) bilmez. QUR’AN, Rum 30]
Tek tanrılı din müessesesini resmi olarak ilk tesis eden Hz. İB-RA-HİM peygamberdir.
Tek tanrı inancı Eski Hint’te de vardı ancak, tarih aksini kanıtlayana kadar Hz. İbrahim gibi
kimse veya hiç bir millet kuralları olan şekliyle tesis etmediğini görüyoruz.
64
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
EPİFİZ
İNSANLIK TARİHİNDEKİ ÜSTÜ ÖRTÜLEN EN ÖNEMLİ GERÇEK
ÜÇÜNCÜ GÖZÜMÜZ - ÇAM KOZALAĞI
Mercimek büyüklüğündeki EPİFİZ, çam kozalağına çok benzediği için İngilizce pineal gland
olarak adlandırılır. EPİFİZ, thalamus bezinin arkasında gizlenmiş önemli bir organdır.
İlluminati ile insanları kontrol etmeye çalışan ve bunu başaran gizli ve karanlık güçlerin,
insanların EPİFİZ bezinin neler yapabileceklerini öğrenmelerini canhıraş şekilde
engellemektedirler. Müslümanlar icat etmesin, mankafa olsunlar, üretmesinler, tekke
köşelerinde huuu çeksinler ve daha yüzlerce vb…
EPİFİZ, omurgalıların beyninde yer alan mercimek tanesi büyüklüğünde bir bezdir. Uyku
paternini ve mevsimsel foto periyotlarını düzenleyen melatonin hormonları salgılar. Fiziki
yapısı çok benzediği için çam kozalağı, pineal gland da denir.
1990ların sonlarında, Jennifer Luke adlı bir bilimci hanım, sodyum floridin EPİFİZ üzerindeki
etkileri konusunda ilk çalışmaları başlattı. Luke, beynin orta-alt bölümünde bulunan EPİFİZ
bezinin, floride için bir hedef olduğunu tespit etti.
Net sonuç: EPİFİZ bezi, bedendeki kemikler de dahil diğer fiziksel organlardan, maddelerden
daha fazla floride absorbe etmektedir, emmektedir.
EPİFİZ bezi tıpkı bir mıknatıs gibi sodyum floridi çeker. Bu da EPİFİZİN kireçlenmesine ve
bedendeki tüm hormonsal işlemin etkin bir şekilde dengelenmesine engel olur.
65
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
EPİFİZ bezi çam kozalağı figürü Roma Katolikliğini temsil eder diye kendilerine de paye
çıkarırlar(!). Sanatta da bir çam kozalağı olarak EPİFİZ, yani yüksek bilinç betimlenir.
Eski Mısırlılar ve Romalılar gibi eski-eski birçok antik toplumlar da EPİFİZİN önemini çok iyi
biliyorlardı ve bir göz sembolü ile çam kozalağı figürü her alanda saygınlığın, bilgeliğin,
yüksek mevkide olanların, elit şahısların kullandığı amblem olmuştur. Bunu, resimlerde
göründüğü gibi örneklemişlerdir.
Mercimek büyüklüğünde olan EPİFİZ, Çam kozalağı (pineal gland), kralların asasında, kraliçelerinde başlarında yerini almıştır, üstelik
binlerce senedir.
Hint, Sümer ve diğer milletler mercimek büyüklüğündeki EPİFİZİN çam kozalağına birebir
benzediğini ve işlevlerini nasıl tespit etmiş olabilirler?
Ayrıca, EPİFİZ vücut, EPİFİZ serebri, EPİFİZ veya "üçüncü göz" olarak ta adlandırılır.
Sezgilerimiz, durugörü, hayal gücümüz, tanrısal coşkular için gereken hormonları EPİFİZ
üretir, doğrudan bağlantılıdır. Bu bezin işlevleri, büyümeyi ve metabolizmayı kapsayan
hormonları salgılamaktır. EPİFİZ, yani bu çakra, hem fiziksel, hem de ruhsal (spritüal)
anlamda doğru olanı görme, pozitifi algılama, faydalıyı sezme ile doğrudan ilişkindir.
66
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
'Bilinçli Farkındalık Merkezi, idrak etmeninde idraki ' olarak da adlandırmaktayım ki üçüncü
göz çakrası yani EPİFİZ, beş duyu ötesi algıların, zaman ve mekânı aşan düşüncelerin
merkezidir.
[ Ve, umulur ki SİZ hidayete erersiniz diye Musa’ya kitap ve FURKAN vermiştik. Bakara 53]
Bilemiyorum neden FURKAN sözcüğüne ‘zafer’ anlamı da vermişler. Mucizelere de FURKAN
denmiş, hatta QUR’A’NA bile Furkan demişler…. Hayır!... Bütün bu yakıştırmalar çaresizlikten
olsa gerek… Kanaatimce gerçeğe yakın ancak toptan, en kestirmeden tanımlama, en bilinen
anlamı; iyiyi kötüyü, faydalıyı zararlıyı ayırt etmek vb. gibi anlamlar içerir demişler. Bu tür
kestirme, eksik uydurmalar insanların beyinlerini, araştırmalarını, enginliklere açılmalarını
engelleyen tekerlemelerdir.
Furkan, şayet ‘iyiyi kötüyü’ ayırt etme olsaydı Yüce ALLAH neden sadece “size iyiyi kötüyü
ayırt etmeniz için bilgi öğrettik” demedi?
Din tacirlerinin asırlardır kendilerine ve insanlara yaptıkları en büyük ZULÜM, en kısa yoldan,
okumadan, öğrenmeden, araştırmadan bir veya iki kelimeyle kütüphaneler dolusu bilgileri
işportaya düşürüp kestirmeden iki sözcükle cevaplayıp okumayanlardan da para çarpmaktır.
Oysa en önemli bilgi, en faydalı olan hazine detaylardadır… Gerçek bilgi detaylarda saklıdır…
67
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
AKIL, İNSAN, EPİFİZ, İDRAK, FURKAN VE YİNE AKIL HAKKINDA
Kısa bir analize başvurmamız gerekiyor; Bu analizimizde şayet varsa her hata sadece
şahsıma aittir… Bu birkaç sayfada ki felsefi analiz hatalıysa sadece bize aittir…
‘umulur ki siz hidayete erersiniz’ Birinci derecede Musa’nın şahsında bütün insanlığa hitap
vardır. Ayetteki hedef şahıs MUSA değil, ‘SİZ’ dendiğine göre, muhatap QUR’AN’DAN sonra
gelen bütün insanlıktır, insanlardır. Çünkü biz bu ayeti QUR’AN’DA okuyor ve öğreniyoruz.
QUR’AN kendisinden önce yaşamışla, yani ölmüşlerle muhatap olmaz. Öncesinden örnekler
vererek bizlere bilgi aktarır. Üstelik Tevrat ve İncil’de FURKAN sözcüğü açıkça yoktur!...
‘Musa’ya kitap’ Musa’ya kitap (Tevrat) levhalar halinde verilmiştir.
Soralım; KİTAP nedir, ne demektir? Kâğıt veya plastikten veya levha halindeki taşlardan
oluşmuş veya sayfalardan oluşan kâğıt tomarı değil, bilgiler içeren okunulacak, bilgi veren
anlamındadır. KİTAPTA, iyi bilgilerde olabilir zararlıda olabilir. Bu, kitabın içeriğine bağlıdır.
Levhalar da bilgi içerdiği için kitap anlamındadır. Evren de açık, apaçık levhadır, kitaptır…
‘kitap ve FURKAN VERMİŞTİK’ geçmiş zaman kipinde kitapla beraber FURKAN denen şey
verildiği açıkça ortadadır. Demek ki FURKAN da mahlûktur, yani yaratılmış şeydir…
Kitaptaki bilgileri okumak ve anlamak için ne gerekir? Işık, göz, okuduğu bilgiyi anlayacak,
bilecek, muhakeme edecek beyin ve program, eğitim vb. gereklidir.
FURKAN, okuduğu kitapta veya hayatın herhangi bir anında, herhangi bir olayın, hadisenin,
bilginin iyi ile iyi olmayanı, faydalı ile olmayanı, güzel ile olmayanını öncelikle idrak etmek ve
devamında iyi veya olmadığını muhakeme ederek karar verme olarak anlayabiliriz. Bu
yaklaşım birinci basamak olabilir…
Pekâlâ; bir şeyin iyi ve iyi olmadığına karar verecek nedir? Keyfiyet mi, tesadüf mü, elbette
değil…
Bir şeyin iyi olup olmadığına daha önce beyinde var olan bilginin aktif hale gelip idrak ve
muhakeme ederek netlikle anlaması olmalıdır derim… Artı yüz derecelik ISININ acı verdiği
beyine kodlanmamış olsaydı, parmağım kaynayan suda acı duyamazdı…
Beyin’de iyiyi iyi olmayandan ayırt edecek bilgi işlem programı olmasaydı, ne idrak
edebilirdik, ne de karar verebilirdik. [O ki, kalem ile öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.
Qur’an, Alak 4,5]
ALAK suresinde sözü edilen KALEM nedir? Elimizdeki kurşun veya mürekkep kalem filan
değildir. Bana göre Kalem; Bilgiyi kalıtımsal hale getiren, işaretlere, figürlere dönüştüren
araçtır, alettir. Parmağımı da kalem gibi kullanabilirim, burnumun ucunu da…
68
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Qur’an’da sözü edilen KALEM, insanın ve canlıların ve her şeyin programıdır, yaratılışta
genlere programın O canlıya ve maddeye yüklenmesidir, yani yazılmasıdır… Yazma fiili
kalemle yapıldığı için, M.S 6 Y. Yıl insanlarına hitaben bildiğimiz KALEM sözcüğü
kullanılmıştır. Qur’an’da sözü edilen kalemin bildiğimiz şeyle alakası yoktur.
ATOMA, kütleye, kütle çekim kuvveti programı yapılmamış, yazılmamış olsaydı, yer veya
kütle bir şeyi çekebilir mi? Elbette çekemezdi.
Dünyaya dönme momentumu bilgisi yüklenmeseydi, dünya şaşmaz bir istikrarda dönebilir
miydi? Elbette dönemezdi.
Göz neden 380nm ve 780nm dalga boyu arasında arasındaki ışık bandının altında veya
üstende göremez? Çünkü Beyin’e yazılmış program bu sınırlarda görmesi içindir.
Gül kokusu insan için iyidir, zevktir, ancak gübre kokusu iyi değildir…
Oysa gübre kokusu da, gübrenin kendisi de böcek için iyidir, zevktir, nimettir...
Böcek, gübrenin kendisi için nimet olduğunu bilir ve faydalanır… Oysa böceklerde epifiz
yoktur, epifiz omurgalılarda vardır.
Dikkat edersek yavaştan; Bilgi başka bir kavram, bilginin kavranması, yani idraki başka bir
kavram olarak karşımıza çıkıyor.
Şimdi kısaca; idrakin nasıl idrak ettiğine, idrak edilme eylemine kısaca ve sadece benim
şahsi tespitlerimle değinmem gerekiyor. Bu kitabın konusu için önemi vardır. Hatalıysam bu
şahsıma aittir, bağışlayınız.
İDRAK VE BENDEKİ EPİFİZ;
Laboratuvarımda çalışıyordum… İcatların, yazıların, deneylerin içindeyim… Elimde QUR’AN,
İncil ve Tevrat, uçsuz bucaksız evren, evrenden daha büyük olan benim algılama, sevk ve
idare kontrol odam, yani beynim, bana yüklenmiş algılarım…
Düşündüm, sordum ‘nasıl bir şey etken oluyor da idrak edebiliyorum?' diye… Düşüncenin
enginliklerinde algılamaya çalıştım… Kendime karşı da çok acımasızdım. Sıfır tavizle ben ve
sıfır tavizle evrenim, bendeki evren, evrendeki ben… Yanılmamak için duyuların çok daha
ötelerine gitmeliydim, duyularımın beni yanıltacağını da biliyorum…
Bir anda şimşekler çaktı O beyin denen evrenimde; ekmek benim için ne kadar önemli bir
nimetse, gübre de böcek için çok büyük bir nimetti…
Aman ALAHIM!!!... Anında O dehşetengiz cevap hemen kendiliğinden geldi önüme; Ben de
ekmek te, böcek ve gübre de aynı ATOMLARDAN yaratılmıştı… Benim varlığımda ne varsa,
ekmekte de, böcek ve gübrede de aynıları vardı…
Bu kadar büyük fark ve bu kadar temel birliktelik!!!... Bu nasıl bir faaliyet olabilirdi?
69
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
O anda anladım düşüncelerimin enginliklerinde FURKAN dediği şeyin beni direk olarak,
aracısız, vasıtasız, hilafsız, en pak yolla en doğru bilgiye, YARATANIMA, en küçük şüpheye,
tereddütte mahal bırakmadan bağlanma, henüz ölmeden önce de görürcesine ALLAH’I’MA
ulaşma bilgileriydi… Fiziki bilgilerin, algıların da çok ötesindeki bilgi ve gerçeklerdi, dedim…
Bu en yüksek seviyede ki coşkuların kaynaklandığı organın, hakkında bilimsel verilerle o
zamanlarda öğrendiğim epifiz bezi olduğunu, bu bezi kozmolojik bir enerjinin sevk ve idare
ettiğini, bu idarenin çok yüksel bilgi algılama ve muhakeme etme organı olduğunu, bu
bilginin de FURKANLA doğrudan ilintili olduğunu gördüm.
Hemen anladım Yüce ALLAH neden Resulüne [Ayrıca sana özgü olarak GECENİN BİR
KISMINDA DA UYAN, QUR'AN OKUMAK İÇİN! Rabbinin seni güzel bir makama ulaştırması
umulur. Qur’an, Isra 79] Ayette geçen ‘fe tehecced’ uykusunu aldıktan sonra uyanmak demektir.
Bu, ALLAH Resulünün eğitimin, öğreniminin en gerekli bir parçasıdır, surecidir, devamıdır.
Epifiz bezi güneş battıktan sonra ve en verimli olarak da gece melatonin üretmeye başlar.
Gündüz, yani ışıkta melatonin üretemez, çünkü epifiz vücut saatini en iyi bilen organdır.
Epifiz, insanın yaşadığı ortam, yer, yani dünya Batıya döndüğünde ortalık karanlık olur ve
epifiz melatonin üretmeye başlar.(*)
Kanaatimce Isra 79; Hz. Muhammed’in QUR’AN’I eksiksiz anlayabilmesi, düşüncelerinde en
küçük bir şüphe veya tereddüt olmaması, kendisine Vahiy edilen bilgileri eksiksiz
sindirebilmesi için Epifizin maksimum seviyede çalışması ve melatonin üretmesi gerekir ki;
FURKAN denilen bilgi kaynağıyla rabıta kurabilsin, eksiksiz bağlantı kurabilsin, eksiksiz idrak
ederek öğrenebilsin…
FURKAN, insanın kendisinde, kendi programının, beynin derinliklerindeki enginliklerde
pozitif bilgi alışverişi sağlar… Furkan’ın en aktif ve en verimli faaliyete geçtiği organ da EPİFİZ
olmalıdır…
Fiziki, maddi bir organ olmadan düşünce bile olamaz, oluşamaz… Taş da fiziki bir maddedir,
ancak tepesine inen çekicin kendisini parçalayacağını bilemez. Bunu parmağımızda bilemez.
Ancak göz görürse bilebilir, muhakeme eder ve savunmaya geçerek çekiçten kurtulur…
Ne kadar derinliklere girersek girelim, sonuçta adres BEYİN ve AKIL olarak karşıma çıktı;
[O ki, kalem ile öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti. Qur’an, Alak 4,5]
Derim ki, Furkan, idrakin de idrakine ulaşabilmiş insana hitap eder, daha üst seviyede idrak
ederek, bilerek bilir ki YARATAN kendisine kendisinden de yakındır, can damarından da
yakındır… Bunu lakırdıyla değil, bilerek bilir…
(*) Hanedanlık kültüründe Anubis Batıya yöneliktir ve ölümün de yönü Batıdır. Bu saplantı da gösteriyor ki; eksik bilgi toplamış veya
öğretileni bir şekilde yanlış öğrenmiş ve epifizin gece melatonin ürettiğini klişe gibi almış, bu eksik bilgiyi de BATI ile yani, güneş battıktan
sora, yani karanlıkla ilintilemiş ve ölümün yönü BATI şeklinde kurallaştırmış olabilir.
Ayrıca şunu da ilave etmek gerekir: kozmolojik enerji, başta Güneşten gelen sonsuz sayıda farklı dalga boylarındaki enerjiler epifizin
üretimini engeller. Bu enerji türleri, karanlık başladığında kısmen kesilir ve epifiz melatonin üretmeye başlar. En verimli üretimi gece
yarısıdır.
70
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
İdrak etmek, bu harika bir değerdir… Fakat benim durduramadığım sorunum nasıl idrak
ettiğimi de idrak etmekti. Bu nedenlerle sıfır tavizle acımasızdım, her bilim adamının
doğası gereği, gerçeğin de gerçeğine ulaşmalıydım…
İşte! ‘bu dehşetengiz güzel olan güzellikler FURKAN olmalıdır’ dedim… Bu güzellikleri bilen,
bu doğrultuda yaşayan insan nasıl olurda iyi olmayanı, zararlıyı hemen algılayamaz?
Bu adımdan hemen sonra bendeki O Furkan’a sorma cesareti buldum ve sordum, çünkü
Yaratanımı en üst bilgiyle bilmeliydim; ALLAH BİLGİ Allah’ı ‘mıdır, yoksa HAYAT Allah’ı
‘mıdır?
ALLAH, bizatihi eksiksiz HAYAT sahibidir, HAY’DIR deriz…
ALLAH, Âlimdir, Bediidir, Latiftir, herşeyi bilendir deriz…
Daha ileri giderek beni de dehşetlere düşüren bir soru daha sordum: ALLAH’IN bizatihi
HAYAT sahibi olabilmesi için O’nun benim algılarımın da ötelerinde BİLGİ sahibi olması
gerekmez mi?… Bilgi olmadan ALLAHIN bizatihi HAYAT’I nasıl olabilir?… Bilgi de HAYAT
olmadan nasıl olabilir?…
Sınırları zorlayarak yine sordum; O bizatihi, kesintisiz ebedi ve ezeli muhteşem HAYATIN
olması için, O hayata eşlik edecek, O hayatı var edecek en yüce BİLGİLER olması gerekir.
Muhteşemlerinde üzerinde en muhteşem bilginin var olabilmesi için de O muhteşem bilgiye
eşlik edecek bizatihi muhteşem HAYAT olması gerekir.
O bizatihi, ezeli ve ebedi HAYAT’INA, Hayat hakkına eşlik edecek, etmesi gereken
muhteşemlerin de üzerinde muhteşem en yüce BİLGİLER olmalıdır…
Soruyu tekrar ele aldım; ALLAH Hayat ALLAH’I’MIDIR, Yoksa Bilgi ALLAH’I’MIDIR?
Bu soruları bana sorduran Akıl, Furkan, İdrak ve yine Akıldı. Sonu olmayan, olamayacak olan
bir çemberdi. İdrak etmiştim O ULAŞAMAYACAĞIM, ULAŞMAMAM GEREKEN ÇİZGİYE…
İşte, idrak etmeninde ötelerine gittiğim ve çaresizlikten, sadece, ALLAH’IN Kendini bize
öğrettiği ölçülerde tasvir ettiği gibi algılamalıyım dedim. Buradan sonra bir adım dahi
atamam, muhakeme de edemem ve etmemem gerektiğini de idrak ettim, farkına
derinliklerde bilerek ulaştım… Çünkü bende bundan daha ileriyi anlayacak program
YOKTU, anlayacak, kavrayacak bilgi yüklenmediğini de açıkça anlamıştım…
‘Allah bizatihi hayatı olan, hayat veren Âlimdir, Onun benzeri hiçbir şey yoktur’ bu gerçeği
AKILLA İDRAK EDEREK İDRAK ETTİM…
[Görme (gözler, algılama duyguları) hassaları onu idrak edemez. Ve O, görme hassalarını
idrak eder. Ve O, lâtiftir, herşeyden haberdardır. En’Am 103]
AKLIM bana durmam gereken çizgiyi idrak ettirdi.
AKLIM bana, bendeki sonsuz gibi zan ettiğimiz programın sınırlarını da idrak ettirdi.
71
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Ve AKLIM bana, O’nun sevgisinin, ilminin, aşkının peşinden son nefesime kadar gidebildiğim
kadar gitmemi idrak ettirdi. Ve AKLIM bana Yüce ALLAH’IN KURALLARINI AŞMAMAMI idrak
ettirdi…
Bu ayetten sonra benim başkaca bir açıklama yapmaya haddim olamazdı;
Ey Amenü olanlar! Allah'a karşı TAKVA sahibi olursanız sizi FURKAN sahibi yapar. Enfal 29]
Demek ki AMENU olan, ALLAH’I bilerek bilmektedir dolayısıyla daha üst seviye bilgiye yani
idrak ederek FURKAN sahibi olmaya aday olarak tanımladım.
Ayette geçen üç en önemli sözcük:
AMENÜ; ölmeden önce ALLAH’A ulaşmayı başaranlar veya ulaşmaya çalışanlar.
TAKVA; bir canlının, insanın içeriden veya dışarıdan kendisine zarar verebilecek her
zararlıdan, zarardan korunma bilgileridir.
FURKAN; ne olduğunu veya olabileceğini son 3 sayfada açıkladığım kanaatindeyim.
ALLAH’I bilmek bir bilgidir, ALLAH’I nasıl olurda bildiğini bilmek daha üst bilgidir… Ancak bu
üst bilgiyle ALLAH’I AKILLA görürcesine bilmek de FURKAN’DIR derim… Çünkü ALLAH bana
bende de yakındır. İşte, bu bilgi netliğiyle idrak eden; insan insanıdır, büyük temiz akılla
yaşayan insandır şeklinde tasvir ettim:
[ Ve andolsun ki insanı Biz yarattık. Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini de biliriz. Ve Biz,
ona CAN DAMARINDAN DAHA YAKINIZ. Kaf 16]
Çünkü bizler ALLAH’TAN emanet olarak can veren, hayat veren RUH taşımaktayız. Artık
müsaade etsinler de YARATANIM bana bende de yakın olsun, [ Artık onu dizayn edip, İÇİNE
RUHUMDAN ÜFLEDİĞİM zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın! Hicr 29]
Amenü olmak demek, işte Fiziki varlığımıza emaneten yüklenmiş bu CAN VEREN RUHU
ölmeden önce arıduru, hanif olarak idrak edip Yüce Allaha ALLAH’IN MURAD ettiği tarzda
ulaştırmaktır… Bunun benim tespitlerimde ki yegâne yolu; insan insanı olmaktır.
Bu en üst bilgiye, bu hanif olan idrake FURKAN demekteyim… Bütünüyle bu düşüncelerin
istisnasız tamamı AKIL denen cevherin içindeydi, hiç bir şeyin AKLIN dışında olmadığını,
olamayacağını idrak ettim… AKIL, sahibini İman sahibi, Amenü ve Furkan sahibi yapar/
yapmayabilir de… AKLINI kullanana bağlı olarak karşıma çıktı…
Beni bu engin analizlere, Bu muhteşem yolculuğa götüren AKILLA başladım ve AKILLA
bitirdim… Çünkü [Ve, AKLINI kullanmayan kimselerin üzerine pislik atarız. Yunus 100]
Dikkat! Ayette, İmanı olmayan denmedi, Amenü olmayan denmedi, Furkan sahibi olmayan
da denmedi… Sadece, AKLINI KULLANMAYAN dendi… İşte! Gerçek olan da bu; AKILDI…
Hatalıysam bağışlayınız.
Bu kısa teshir/tefekkür/felsefe turundan sonra biz üçüncü göz denilen epifiz konumuza
devam edelim;
72
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Epifiz, üçüncü göz olan bu çakranın en önemli fonksiyonu, iç barış ve kişisel-içsel huzuru
doğal bir şekilde ortaya çıkaran odaklanmayı sağlamaktır. BU ÇAKRAYLA BAĞLANTILI
OLARAK ZİHİN, GERÇEĞE, GERÇEK OLANA YÖNELİR.
Bu değerler olmadan kimse ne idrak edebilir, ne de Furkan’ın farkına varabilir…
EPİFİZ: önemli görevlerinin başında organizmanın, biyolojik doğal saatidir. Henüz tam keşif
edilememesine rağmen yaşlanmayı kontrol ederek daha uzun yaşamayı organize eder.
Peygamber Hz. NUH 950 sene yaşadı, Hz. İb-RA-Him Peygamber 176 sene, Sümer krallarının
birçoğunun binlerce sene yaşadıkları (Sümerlerin bu çok abartılı sayma yöntemlerini
günümüzde henüz tam anlayamadık demektir) yazılıdır. Bunun gizemleri sadece EPİFİZ
bezindedir.
EPİFİZ insan için iyi olan/üst bilgiyle iyi olabilecek her hormondan sorumludur.
EPİFİZ bezini ve görevlerini bir şekilde öğrenmiş her elit şahısın veya kralın elinde de çam
kozalağı, pineal gland vardır. Belki de ellerinde çam kozalağı tutarak binlerce sene
yaşayabileceklerini veya bilge olacaklarını yanılgılı olarak zan ediyorlardı. Ancak bu ZAN’NIN
kaynağında kesinlikle doğrular var.
Zihin, ikiliğin, ikilem düşüncenin ötesindeki birlik haline odaklandığında, rasyonel aklın
sınırlamaları aşılmış olur. Kişi, içe doğma, sezgisel biliş gibi psişik halleri deneyimlemeye
başlar. Kendi gerçeğinin farkına vararak, içsel gücünün rehberliğinde, realitesini yaratmada
aktif bir rol oynamaya başlar. Kişilik kalitesini yükselterek kendisi olur.
QUR’AN’IN insandan insan insanı olmasını istediği en gerçekçi başlama kapısı budur, yani
FURKANA ulaşmak. [Ve, umulur ki siz hidayete (idrak, üst bilgi seviyesine) ulaşırsınız diye
Musa’ya kitap ve FURKANI vermiştik. BAKARA/53]
Furkan; disiplinli, pozitif düşünmenin motoru, farkına varmanın, idrak etmenin, farkındalık,
farkında olmak, farkına varmak, idrakin en önemli motorudur.
Doğrudan muhatap olduğu organ EPİFİZ, üçüncü göz, alın çakrası; varlığımızın içsel
boyutlarıyla ve ruhsallık veya ruhsal perspektif denilen yönelimle bağlantılıdır. Bunu
yönlendirmekte insanın kendi elindedir.
Gerçek motivasyonlarımızın kaynağı olan bu çakra (farkındalık), davranışlarımızı ve böylece
yaşamımızı belirleyen üst bilinç seviyesini düzenleyen governordur, yöneticidir, en tepedeki
yöneticidir. (*)
Fonksiyonları; altıncı hissin merkezi, yüksek önsezi, ruhsal, manyetik ve ışık enerjisi,
bağımlılıkları tedaviye, sağlığa, şifaya kavuşturmaktır.
(*) Eflatun Mısır seyahati dönüşünde, buna Kubernetes dedi, günümüze bu sözcük gemilerdeki güverte, hükümet idaresinde governor,
sevk ve idare eden, bilgisayarlar bilimlerinin atası sibernetik şeklinde geçti.
73
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
İyi veya kötü, faydalı veya zararlı, doğru veya yanlış bağımlıklalar bu EPİFİZ bezinin
fonksiyonları ile anlaşılır, organize olur…
Kanaatimdir ki; şeytanın insan cisminde oturmaya ve kontrol etmeye çabaladığı yer burası,
EPİFİZ olsa gerek. İlluminati de bu noktaya saldırır.
Omurgalıların EPİFİZ bezleri gece melatonin salgılar, gündüz bu işi yapamaz, gün boyunca
gece üreyen melatonini kullanır.
[Ve geceyi, size libas (örtü) yapan ve uykuyu dinlenmeniz için icat eden, O'dur. Ve gündüzü
(de) yayılma (çalışma) zamanı yaptı. FURKAN 47]
Dikkat edilirse ‘geceyi, size libas (örtü) yapan’ cümlesi FURKAN suresindedir. Bu da bir diğer
kanıttır; Furkan ve epifiz ve ürettiği melatonin kesinlikle bir bütünün bileşenleridir.
Ayetteki ‘ve ceale’ icat etmek, O işi yapan şeyi icat etmek gibi anlamları vardır. Ceale,
yaratmak ‘halak, halaka, halakakum’ demek değildir.
İcat etmenin, keşfetmenin, yenilik yapmanın gâvur işi olduğuna şartlanmış mealci-tefsirciler
bu ‘ceale, câilun’ sözcüklerini ‘kıldı, yaptı, yarattı’ gibi konuyla alakasız, hatta konunun
içeriğini örten sözcüklerle tercüme edip geçiştirirler, oysa ‘İCAT ETMEK’ demektir.
EPİFİZ bezi omurgalılarda beyinde küçük bir endokrin bezdir. Bu serotonin türevi melatonin,
uyandırma, uyku düzeni ve mevsimsel fonksiyonların modülasyonunu etkileyen bir hormon
üretir. Epifizin şekli küçük bir çam kozalağına çok benzer.
Büyükler(!!!) ve insanlığın düşmanı illuminati yayınları insanlarda EPİFİZ bezinin ve
görevlerinin ve neler yapabileceğini, insanların öğrenmelerini bir şekilde, sinsice
engellemektedirler.(*)
Her insanın EPİFİZ bezi veya üçüncü gözü manevi dünya frekanslarına karşı aktif ve tüm
çevresini bilmek, tanrısal, ilahi coşkular ve birlik duygusunu sağlayan beyinin en
derinliklerinde muhafaza edilen bir bezdir. Ödevi, görevi, faydaları doğrudan doğruya
FURKANLA bağlantılıdır ve FURKANIN yegâne etkileşim içinde olduğu organdır.
EPİFİZ bezi, derin düşünme, yoga ya da çeşitli gizlemli, kült yöntemleri yardımı ile uygun
frekans uygulamalarında halk arasında astral seyahat ya da astral projeksiyon veya uzaktan
izleme olarak ta bilinmektedir.
EPİFİZ bezinin faydaları; Yüksek Bilinçlilik, duygusal ve ruhsal sevginin merkezi, ruhsal
içgörü, geleceği görebilme. Dengelendiğinde zihin (sağ yarımküre) ve beyin (sol yarımküre)
bileşik bir alanda işlev yapar. Ardından içgörü ve kavrayış, idrak etmek, farkındalık ortaya
çıkar ve bunun pratik yaşamda uygulanması günlük bir hal alır. Aynı zamanda olumsuz
eğilimlerden arınma ve bencil tavırların elimine edilmesini de destekler.
(*) Yüce ALLAHIN ilk emri Okuma alışkanlıkları çoğunluğunda SIFIR olan Müslümanların ‘ QUR’AN’I okumasınlar, anlamasınlar, sadece
Emevi, Abbasî uydurma hadislerin, aslı astarı olmayan rivayetlerin ve tarikatların içinde oyalanabildikleri kadar oyalansınlar, uyuyabildikleri
kadara da uyusunlar’ diye çalışır.
74
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
EPİFİZ yetersiz çalışırsa olumsuz etkileri; Endişe, isteri, stres, korku, şok, sinir, depresyon,
konuyu anlamamak, baş ağrıları, konuşma ve kilo problemleri vb….
Daha ileri uygulamalarda ve eski-eski yöntemlerle, fiziksel dünyada düşünceleri ve insanların
hareketlerini kontrol etmek de mümkündür. Evet, tuhaf, ancak iki büyüklerin (!!!)
hükümetleri ve çeşitli gölge-gizli organizasyonlar ciddi seviyelerde araştırmalar yapıyorlar ve
insanların hayal gücünün de ötesinde başarılı oluyorlar.
Hedef ve amaçları: dünyayı kontrol etmek, insanları köleleştirmek, sömüre bildikleri kadar
sömürmektir. Bunu silahla değil, epifiz bezini köreltmekle yapıyorlar…
Epifiz bezi yeterli çalışmayan, melatonin üretemez… Melatonin azlığı sperm sayısını azaltır
ve nüfusun erimesini getirir… Bu kısacık cümlem ne anlatmaktır zannederler?
Bu EPİFİZ bezinin en büyük düşmanı, çalışmasını körelten, neredeyse sıfır aktivasyona
getiren, insanları nefes alan cesetler yapması, başta içilen sularda ve diş macunlarında ki
FLORİDE miktarlarıdır. Floride nörolojik zehirdir ve içilen sularda da xx miktarda vardır.
Binlerce yıllar önce nasıl olurda Sümerler, Hintliler, diğer küçüklü büyüklü yüzlerce milletler,
medeniyetler mercimek büyüklüğündeki EPİFİZ bezini ve fonksiyonlarını, işlevlerini bu kadar
iyi bilebilirler ve kralların elindeki asalarında bile çam kozalağı bulunur? (*)
Bir Sümer kralının elindeki EPİFİZİ, ÇAM KOZALAĞI, PİNEAL GLAND temsil ediyor.
(*) 21 Y. Yılda benim milletimde de adını, işlevlerini veya varlığını dahi bilen pek azdır!!!...
75
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Beyinin en emniyetli yerinde muhafaza edilen mercimek büyüklüğünde EPİFİZ, çam kozalağı, pineal gland.
Uzak doğu ülkelerinde de açıkça görülmektedir. Tapınaklarındaki mimarilerde bile çam
kozalağı mimarisi, EPİFİZ açıkça günümüze kadar ayakta durmaktadır.
Bu kitabin esas konusunu ziyadesiyle uzatacak endişesi ile Kamboçya, Vietnam, Tayland, Sri
Lanka gibi ülkelerde elde ettiğim tarihi verilere giremeyeceğim.
76
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Epifiz doğrudan doğruya FURKANLA bağlantılıdır ve FURKANIN ilk kullandığı organ
olmalıdır. Görme fiilinin ilk oluştuğu organın göz olduğu gibi.
Bu tespit yanlışsa sadece sahsıma aittir. Ancak, medikal alanda çalışan bilim inşalarına
şiddetle tavsiyem bu çok, çok, çok hassas konuyu layıkıyla ciddiyetle araştırılar. Çünkü;
floride, epifiz bezinin bir numaralı düşmanıysa ki kesinlikle düşmanıdır, bu mütevazı önerim
kesinlikle doğrudur demektir.
Osiris’in ASASI
Epifizi sembolize eden çam kozalağı, pineal gland,
77
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
KİTABIN KONUSUNUN BİRAZ DIŞINDA ANCAK İNSANİ BİR ÖDEV OLARAK BU
KISA AÇIKLAMALARI YAPACAĞIM;
Ailelerin, hükûmetlerin en ciddi, en önemli asli ödevi, içinde floride olan her nesnenin
özellikle çocuklardan ve hamile hanımlardan kesinlikle uzak tutulmasıdır.
Müslüman Türk milletinin varlığı ve geleceği ateşli silahlar kullanmadan YOK edilmek
istenmektedir. Müslüman Türk milletinin üretmemesi, bilmemesi, öğrenmemesi için her
ihanet yapılmaktadır. Bunu floride yüklemeleriyle, İlluminatiyle, en tehlikelisi de din adına
şeyh, derviş kılığındaki cemaat misyonerlerinin desteğiyle uydurulmuş insan icadı DİNLE
yapmaktadırlar. Müslüman Türk milletini QUR’AN’IN ve bilimin gerçeğinden
uzaklaştırmaktadırlar. İnsanların bilinç seviyeleri ne kadar düşük tutulursa onları
uydurulmuş pembe masallarla kandırmak, kullanmak, sömürmekte o kadar kolaylaşır.
Mutlaka bilenler vardır. Herkesin dikkat etmesi gereken bu kısa önerimi dikkate almasını
dilerim. Bunu kısa da olsa açıklamak kitabın konusunun dışında olmasına rağmen milli, dini
ve insani bir ödev olarak açıklamam gerekiyordu. Beni bağışlayacağınızı umuyorum.
Kişinin içsel huzuru, bilinçli sükûnet, değişik yaratıcı şuursal düşüncelerin oluşmasına ve
kişinin kendi öz varlığına ulaşmasına olanak veren, farkındalık, farkına varmak, idrak
etmek, kişinin kendi zihnini denetleyebilme olanağı, yaratıcı zekâ kaynağı sadece EPİFİZ
bezinin düzgün işlevlerine, ürettiği melatonin, serotonin hormonlarına bağlıdır.
Bunun başka bir yolunun olduğunu iddia edecek doktorun veya bunun doğru olmadığını
iddia edecek bilim adamının olduğunu zan etmiyorum. Bu önerime bir şekilde karşı çıkan her
fert mutlaka insan, insanlık düşmanıdır, hainidir. Henüz hayattayım ve her alanda da bu
verileri kanıtlamaya hazırım.
Türk milleti ve çocukları zekâ özürlü olsun, yaratıcılığı körelsin diye floride neredeyse
çöreklere bile girecek. Nerede bu bilim adamcıkları, nerede bu doktorculuğu oynayanlar?
EPİFİZ bezi düzgün çalıştığı zaman melatonin, serotonin üretir. Stres, kaygı, endişe ve
korkular azalır, uyku kalitesi artar, ilişkiler düzelir, gelişir, iç huzur kazandırır, yaratıcılık ve
sezgileri uyandırır, öğrenmede odaklanma yeteneği artar, yoğunlaşma yeteneği yükselir,
yüksek tansiyon iner ve kan basıncı azalır, bağışıklık sistemi güçlenir, yorgunluğu giderir, kalp
çarpıntısını hafifletir, daha az yargılayıcı olmayı sağlar, erken yaşlanma sürecini engeller
(DHEA hormonlarıdır), ruhunuzla, kendi özünüzle bağınızı güçlendirir.
Kesinlikle tespit ettim ve bu gezegende hiç bir bilim adamı aksini iddia edemez ki: insan
zekâsının, yaratıcılığının, çabuk ve yüksek seviyede öğrenebilmenin, başarabilmenin
yegâne merkezi EPİFİZ bezi ve düzgün çalışmasıdır.
EPİFİZ bezinin bir numaralı düşmanı da FLORİDE kimyasalıdır. Üzerini anında kalsiyumla
kaplar ve izole eder.
78
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
İkincisi; elbet deki İlluminati yayınları ve QUR’AN dışı dinsel alanlarda uydurulmuş masallar
başrollerdedir.
Üçüncüsü de etrafımızda ve her an içinde yaşadığımız kodlu yayınlar yapan mikrodalga
radyo frekanslarıdır.
Kanaatimce; özellikle MS. 10 ve 18 Y. Yıllar arasında gökten yağmurlar gibi felsefe tabanlı
matematikçiler, klasik batı müziği (bu yüksek matematiktir) bestecileri yağdı. Teoremler,
yüzlerce denklemler, günümüz teknolojisinin muhtaç olduğu hemen her matematik
tanımlamalar, denklemler, fizik biliminin temel deney ve verileri ve açıklamalar, öğretiler
düzenli olarak bu son 4 veya 5 asır içinde yağmurlar gibi yağdı ve bizler bugünkü duruma
geldik.
Bu zaman içinde hiç bir bilim adamı asla, asla diş macunu yani floride içeren şey kullanmadı,
kullanamadı… Çünkü yoktu… Vücudun kendisi yeteri miktarda üretir ve gıdalardan da alarak
gerekli yerlere belirli miktarlarda gönderir. Dışarıdan alınan tam bir zehirdir ve koşarak ilk
gittiği yer EPİFİZ bezidir ve kalsiyumla izole eder.
19 Y. Yıldan sonra asla yeni matematik yaratıcılar çıkamadı. 19 Y. Yıldan sonraki tüm bilim
adamları daha önce ortaya konulan matematiği kullanarak bu günlere gelindi.
Ne zamanki 1901 floride kullanılmaya başlandı ve 1925lerde Naziler insanların beyinlerini
kontrol etmek için bolca ve sadistçe floride kullandılar. Bu denek insanları yürüyen ölüler
gibiydi. Sibirya’da ki deneyleri anlatamayacağım.
19 Y. Yıldan sonra Floride hayatımızın bir parçası oldu ve kullanılmaya başlandı ve artık yeni
matematik teoremler ve klasik müzik besteleyen kimse çıkamadı. Geçmişte oluşan paha
biçilemez bilimsel bulgu ve matematik değerleri bizler bugün kullanarak daha rahat ve
kaliteli yaşamaya çabalıyoruz.
Erken gençliğimde yaptığım deneyi kısaca anlatmak isterim. Hayvanın yemine seyreltilmiş diş
macunu karıştırarak yedirdim. Hatırladığım kadarıyla yaklaşık 30, 35 gün sonra artık
havlamıyor, erkenden kalmıyor ve O erkeksi canlılığı da belirgin olarak düşmüştü. Çünkü
hayvanın biyolojik saati yanlış ve eksik çalışmaya başlamıştı. Diğer detayları anlatmaya
gerek yoktur bu kitabın esas konusu içinde.
Kısaca floride kimyasalı hakkında tanımlama gerekirse: Florine, bilinen en reaktif ve
zehirleyici kimyasal maddedir.
Halojenler gurubundan olan Flor (Fransızca: fluor), atom numarası 9, atom ağırlığı 19,
yoğunluğu 1,265 olan, kokusu ozonu andıran, kahverengimsi sarı renkte, halojenler
grubunun ilk elementidir, kimyadaki simgesi F dir.
1529 yılında Georigius Agricola, kalsiyum florür bileşiği olarak tanımlamıştır. İlk
defa 1886 yılında Henri Moissan tarafından da izole edilmiştir.
79
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Flor en reaktif kimyasal element olup O2 ve asal gazlar da dahil tüm elementlerle tepkimeye
girer. Fazla reaktif olmasının nedeni F-F bağının kolay kopması yani dissiyasyon enerjisinin az
olmasıdır.
Bu özellikleridir ki; EPİFİZ bezini anında kalsiyumla izole ederek işlemez, pasif, melatonin
üretemez duruma getirir.
Canlı intihar girişiminde bulunanların beyinlerindeki Epifiz buna benzer ilaçlarla köreltilir
ve robotik insanlar oluşur. Din tacirleri de müritlerini kullanmada bu ve benzeri çirkin
yöntemleri kullanırlar, zavallılar da transa geçer ve şeyhlerini (haşa ve haşa) yüce ALLAHIN
nerdeyse sekreteri olduğuna inanır veya inandırılır… O konumdaki gence ne verilirse
Allahtan geldiğini zan eder ve yer/yutar…
En insani ödev olduğu için bu aşağıdaki iki sayfalık resmi açıklamayı kitabımıza almak
zorundayım. Tek amacım, mümkün olduğu kadar milletime/insanlığa faydalı olabilmektir.
Şeytan zehiri floride; 19.yüzyılda yaygın bir deyimle 'Şeytan Zehiri' ismiyle bilinen Sodyum
Fluorid fare zehiri olarak kullanılıyordu.
Birçok endüstri kolunun atık ürünü olan ve sodyum silikofluorid ile birlikte elde edilen fluorid
özellikle boksit'den elde edilen alüminyum üretimi endüstrisinin bir atığıdır.
Depolanması oldukça güçtür. Denizlerin dibine depolandığında milyonlarca balığın ve deniz
canlısının ölümüne neden olmakta, eğer toprağa depolanırsa nehirlere ve yeraltı sularına
karışmakta ve toprağı zehirlemektedir.
Metali yiyerek aşındırma, törpüleme özelliği olduğu için sodyum fluorid’in depolanması için
üretilen konteynırlar oldukça pahalıya mal olmaktadır.
20. yüzyılın ikinci yarısında kapitalizm bu zehirli atığın depolanma maliyetinden kurtulmak
için 'fluorid’li diş macunları' masalını ortaya atmış, başta büyük birader (!) olmak üzere
dünya çapında bir dizi üniversitenin diş hekimliği ve halk sağlığı bölümlerinde, diş sağlığı için
fluorid’in faydaları üzerine araştırmalar yönlendirmiş ve sonuçta her ülkede fluorid’li diş
macunları, diş hekimleri kuruluşlarının onayını almıştır.
Arsenikten 15 kat daha kuvvetli! Anti-Fluorid Kampanyası’nın önde gelen sözcülerinden
Massachusetts Tıp Merkezi'nden Dr. Bush, sodyum fluorid’in arsenikten 15 kat daha kuvvetli
zehir olduğunu tespit etti.
Dünyadaki kanser oranının en yüksek olduğu Amerika'da içme sularına fluorid tatbik edilen
bölgelerde kanser oranının iki hatta üç kat daha fazla olduğu ve bu oranın nükleer santral
bölgelerinde oturan insanların kansere yakalanma oranı ile eşdeğer olduğu da açıklanan bir
diğer bilgi. Sodyum fluorid, diş macununun yanı sıra bir de içme suyu ile alındığında vücutta
büyük bir tahribata neden oluyor. Damarlar, sinir sistemi, kemik yapısı ve dişlerde ağır bir
tahribat gerçekleştiriyor.
80
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
ABD'de uygulamanın, kısa adı EPA(*) olarak bilinen kurum aracılığı ile gerçekleştirildiğini ve
EPA'nın, içme sularında fluorid kullanılmasına ilişkin tavsiye raporları verdiğini de
hatırlatmak istiyoruz. EPA hazırladığı bu 'tavsiye' raporlarında endüstri kollarına atıklarını
değerlendirme ve atıklarından para kazanmanın yollarını gösteriyor. Bu atıkların başında ise
sodyum fluorid geliyor. İçme sularına fluorid karıştırılması yasa maddesi böylece devreye
giriyor. Açıkça Amerikalıların 'çevre koruma kurumu’ sermayeyi koruma kurumu olarak
faaliyet gösteriyor.
Fluorid’in kitlesel psikolojik kontrol için kullanımı;
Fluorid kullanımının karanlıkta bırakılmış ilişkiler ağında ise çok daha ürkütücü bilgilerle
karşılaşıyoruz. Fluorid, semap olarak bilinen ve ilaç endüstrisinde sakinleştirici ilaç
üretiminde kullanılan bir malzemeyi içeriyor.
Bu üretimin geliştirilmesi, 2. Dünya Savaşı sırasında Hitler Almanyasında, Yahudileri yok
etmek için Zyklon B adındaki siyanit kökenli gazı üreten Alman kimya fabrikası I.G. Farben'de
gerçekleştiriliyor. I.G. Farben, sodyum fluorid’den sinir gazı üretimi teknolojisini 1939 yılında
ALCOA adlı Amerikan Alüminyum Şirketi'nden alıyor. Nazi bilim adamları fluorid’in içme
suyuna karıştırılması için ilk deneyleri gerçekleştiriyorlar.
Bu deneylerde içme suyundaki fluorid’in beynin belli bir bölgesini uyuşturduğunu ve
bireyin direnme gücünü kırdığını tespit ediyorlar. Bu keşiften sonra fluorid Nazi toplama
kamplarındaki içme sularına karıştırılıyor.
Colgate ve C-I-A arasındaki ilişkiyi buraya almamın sakıncaları var diyebilirim.
Kısaca; CIA'nın kurucularından olan Dulles'in yanında çalışan bir diğer kişi ise Dr. George
Estabrooks, New York'taki Hamilton Üniversitesi Psikoloji Bölüm Başkanı ve ABD
Hükümeti'nin hipnotizma ve davranış psikolojisi danışmanı olarak görev yapıyor. Dr.
Estabrooks'un bir diğer görevi ise diş macunu şirketi Colgate'in yönetim kurulu başkanlığı!
Bu yaratıklarla Firavunları mukayese edersek, elbette firavunlar masum kalır bunların
yanında… Firavunlar kendine ve milletine zulüm etti. Ancak, bu modern firavunlar da tüm
dünyayı eriterek yok etmektedirler. Öyle görülüyor ki semer vurulacak çok, çok büyük
kitleler var bu gezegende!…
(*) EPA, Environmental Protection Agency-Çevre Koruma Kurumu. Bilimsel çalışımlarımdan bir projem için bu departmandan 5 ayrı rapor
almıştım.
81
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
AKHENATON’UN YENİ VE TEK TANRILI İNANCI
Akhenaton’un oğlu Tut-ANKH-amon’un hiç bir başarısı olmamasına rağmen en meşhur
firavundur, on dokuz yaşında da Hititlerle olan bir savaşta aldığı yara ile öldü veya öldürüldü,
kesin bir kanıt yok. Laf aramızda Mısır da elde edilen her veri her şeyiyle tutarsızdır,
temelsizdir.
Tutankamun tahta çıktığı sıralarda babası Akhenaton’un yeni ve TEK TANRILI bir dini (*)
yayma nedeniyle Mısırda politik kargaşalar oldu. Elbette ki tek tanrı inancı Kâhinlerin işine
gelmezdi çünkü para basan ofisleri kapanacak!...
Annesi KIYA, babası Akhenaton, Hindistan’dan birçok terminallerden geçerek kendilerine
kadar ithal edilerek gelmiş, karmaşa dolu çok tanrılı dini sistemini ve kendisinden önce
süregelmiş asırların alışkanlıklarını değiştirmeye çalışıyordu. Bu değişim birçok vatandaşı
özellikle de rahipleri, kâhinleri kızdırmıştı. Genç TutANKHamon’a ise yönetmek için kargaşa
ve öfke içinde bir Mısır kalmıştı.
TutANKHomun tahta geçtikten sonra babasının tek tanrılı güneşe yani Aton’a tapılan yeni
dinini de desteklediğini, ancak kısa bir zaman sonrada fikir değiştirdiğini belgelerin
çevirilerinden öğreniyoruz.
Neolitik çağda, yukarı ve aşağı Mısır’da birbirinden bağımsız hanedanlar öncesi birçok
kabileler, kayda değer özellikleri olmayan medeniyetler yaşamaktaydı. Her medeniyetin
kendine özgü hususi tanrıları ve dinleri vardı… İmal edilen her tanrının da bir adı, unvanı,
görevi, boyadıkları rengi ve fiyatı vardı…(**)
Yeni Krallık 18.Hanedan ile başlar ve ülke sınırlarının en geniş olduğu dönem olarak en
güneyde Nübye çölü ve doğusunda Levant ile sınırlanmış. Bu dönem içinde Hatşepsut,
3.Tutmosis, Akhenaton ve eşi Nefertiti, TutANKHamon ve 2.Ramses’in de içinde bulunduğu
ünlü firavunların hayatları ve bıraktıkları her zaman gizemleriyle araştırma konusu olmuş ve
hala olmaya devam etmektedir.
Diğer ülkelerle olan ilişkiler yeni Krallığa, küçük çaplarda da olsa yeni fikirleri ve yeni din
anlayışlarını ve yeni tanrı fikirlerini ve yeni tanrılar için de yeni unvanlar ve yeni isimlerini
berberinde getirmiştir.
Ülke daha sonra Libyalılar, Nübyeliler ve Asurlular tarafından istila edilmişse de yerli
Mısırlılar bu güçleri kovalamış ve tekrar topraklarına hâkim olmuşlardır. Eski Mısır
medeniyetine ulaşan bütün bu olumsuz, karmaşa dolu düşüncelerinin veya çok tanrılı inanç
hastalığının başlangıcı uzak doğudan ithal edilen efsanelerle gelmektedir.
(*) Akhenatonun ortaya koyduğu bu tek tanrılı dinin mahiyeti, kaynağı vb. hakkında hiç bir malumatımız yoktur. Ancak Hz. İbrahim veya
Yusuf veya Musa peygamberlerin bu konuda ciddi katkısı olduğu kanaatindeyim. Bu konu hakkında da ciddiyetle çalışmaktayım.
(**) Ancak bütün bu kabileler, milletler, ırkları, dilleri, inanış şekilleri farklı olmasına rağmen YAŞAYAN CANLI HEYKEL anlamında Sfenkse
‘KEPES ANKH’ demekteydi…
82
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Bu efsaneler gerçek olayları, gerçek hatıralardan kalıntılar içerirken, eklenti ve eksiltmeleri
ve lisanların tekâmülüyle birçok kelimenin gerçek anlamının bozulduklarını ve ticari bir meta
olarak şarlatanlığa dönüştüğünü de biliyoruz.
Kâhinler bu senaryoların başyazarlarıydı. Mesela; Anubis önce ölülerin bekçisi, daha sonra
bedenin çürümesini engelleyen mumyalamanın mucidi olarak, çok daha sonraları da
ölümden sonra yol göstericiliğine terfi ettiğini biliyoruz… Dolayısıyla kâhinlerin bu işten
kazandığını tahmin bile edemeyiz.
Bunlardan günümüzde de bolca vardır. Bu şarlatanlara inanıp da uğruna hayatlarını
karartanlar, okumayan, bilemeyen, üstelik BİLMEDİĞİNİ DE BİLMEYENLER bu din tacirlerine
inanır ve hayatlarını karartırlar.
83
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
TEK TANRIYA İNANAN VE BU İNANÇ KURALINI YERLEŞTİRMEYE ÇALIŞAN
AKHENATON
Fi-RA-Vun Akhenaton kendisini YAŞAYAN CANLI HEYKELE (Sfenkse) bire bir benzetip tasvir
ettirdiği bu taş oymanın bize anlattığı; en büyük tanrı RA’DAN feyiz, bilgelik ve Işık aldığıdır…
Bu kitabımdaki kanıtlarımı destekleyen en önemli verilerden birisi de bu düz taş oymada
Akhenaton’un güneşe, yani doğuya bakan konumudur ve oymanın açıkça anlattıklarıdır.
Yaşayan canlı heykel (Sfenks) de tam ekinoksa, doğuya bakmaktadır!...
Akhenaton, tek tanrılı inancı yerleştirmeye çalışmış ve TutANKHomunun babasıdır. Birçok
batılı yazarçizer de Akhenaton’un İbrahim peygamber olabileceği konusunda görüş
birliğindedir. Ancak bunu destekleyecek herhangi bir veri veya kelime dahi yoktur...
Ancak Akhenaton da sünnet olmuş ve sünneti Mısırda kurallaştırmıştır!!!...
Son derece ciddi araştırma ve çalışmalarım ışığında diyebilirim ki: İbrahim peygamber,
Akhenaton’un tek tanrı inancını, hanedanlık kültürüne erkek çocukların sünnet olmaları gibi
kuralların oluşmasında rolü olmuş olabilir(*). Mısır yazılarında ve kalıntılarında İbrahim
peygamber hakkında bir tek kelime bulabilsem, ciltler dolusu yazacağım…
Dikkat edilirse Anubisin fiziki konumu Sfenkse bire bir benzetilmiş ve bu taş oymada
Akhenaton da aynı konumu taklit ederek RA’dan feyiz, bilgelik almaktadır…
Bütün bu olumsuz ve içinden çıkılmaz karmaşaları göz önüne alıp QUR’AN ve AKLIN
süzgecinden geçirerek cesaretle gerçeklerin yolunu izleyeceğiz.
Akadlarda ANPU ‘YERALTINDA ÇAKAL BAŞLI’ anlamında kullanılan bir kelimedir ve zaman
sonra da Mısırda yeryüzüne çıkarılan Anubis olarak tanrılığa, zamanla da firavunlara
ölümden sonra yol göstericiliği makamına terfi etti veya ettirdiler.
(*) Bu demek değildir Hz. İbrahim’in görüştüğü firavun Akhenaton’dur. Bu konuda tutarlı bilgimiz ve kanıt henüz yoktur.
84
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Sonsuz bir hayata elindeki zenginlikleriyle kavuşacağı hayalleriyle yanıp tutuşan firavun
hanedanları; Anubis (Boz-Kurt) sözcüğünü ve kimliğindeki O anıları, KEHF ekibinin O
görkemli hatıraları, onlara kadar ulaşan bilgilerin zamanla kâhinler tarafından da ballandıra,
ballandıra renklendirilen senaryoların, hayatlarının her bir molekülüne bile sirayet eden
ihtiraslardır ki; ANPU yani, YERALTINDA ÇAKAL BAŞLI anlamındaki bu sözcükten alır.
ANPU kelimesi hanedanlıkta bozulmadan orijinal anlamıyla birlikte Sümer ve Akadlardan,
doğu milletlerden ithal edilmiştir. AN sözcüğü yukarı Mezopotamya’da da cennet
anlamındadır. Elbette Fi-RA-Vun ‘AN’ sözcüğünü çok sevmiş olmalı, çünkü sonsuz hayatta
gitmeyi planladığı yer!...
Bir devir gelmiş Mısırlılar ‘Anubis’ adıyla andıkları köpeği tanrı kabul etmişler, bir zaman
gelmiş Anubisi ölümden sonra yol gösterici olarak kabul etmişler… Açıkça görülmektedir ki,
karmaşa içinde karmaşa yaşamışlar ve bizlere de bu karmaşayı miras olarak bırakmışlar…
Mısırdaki bu karmaşaları bir müddet için kenara bırakalım ve günümüzdeki şarlatanlıklarla
metçe, dürüstçe mukayese edelim. QUR’AN’I ve gerçekleri anlamamakla veya anlamak
istememekle, şeyhlerin, tarikatların, cemaatlerin, kukuletalarının şatafatlı pembe
yalanlarıyla, bizim kendi arzularımız doğrultusunda, kendi hafızalarımızda yarattığımız
uydurulmuş saplantılarla tarihi ve gerçekleri bizler mi bilerek veya cehaletimizle
saptırmaktayız?
Müsaade etsinler de; beş on bin sene önce kâhinler, firavunlar yapmış çok mu?
O zaman da hedef para ve insanları sömürmekti, günümüzde de aynı değil mi?
QUR’AN’IN en çok üzerinde durduğu bu konu saplantıların, şartlanmışlığın insana
dehşetengiz felaketler getireceğini ve bunun mutlaka tedavi edilmesi öğretilmektedir.
Saplantılar ve şartlanmışlık insanı yeniliğe karşı kör eder, gerçeğe karşı kapıların
tamamının kapatılmasıdır. En kötü hastalık ta budur ve en büyük darbesi de bilime olur.
[Ve muhakkak ki eğer sen onlara, "Gökleri ve yerleri kim yarattı, Güneş ve Ay'ı kim musahhar
(emre amade) kıldı?" diye sorarsan mutlaka, "Allah" derler. O halde nasıl (akıl edemiyorlar
ve gerçeklerden ayrılıp hayal ürünü uydurma şeylere) döndürülüyorlar? Ankebut 61]
[Ve onlara: “Allah'ın indirdiğine tâbî olun” denildiğinde; “Hayır! Biz atalarımızı yapmakta
oldukları düzen üzerinde bulduğumuz şeye (tarikatlara, cemaatlere, karanlık cüppelilerin
peşinden gitmeye, eskiden beri bildiğimiz yola, geleneksel rivayetlere, pembe masallara) tâbî
oluruz.” dediler. Şayet onların ataları hiçbir şeyi akıl etmiyor (atalarınız yanlış, sapık yollarda
olsalar da sizler devamlı hata üstüne hatta yaparak yanlışlara devam mı edeceksiniz, size bu
kadar açık ve net bilgiler gelmişken?) ve hidayete ermemiş olsalar bile mi? Bakara 170]
Müslümanların asırlardır gâvur dedikleri milletlerin sokaklarını temizleme mertebesine
ulaşmasının, sömürülmesinin, kullanılmasının ve bütün Müslüman milletlerin birbirlerini
ısırmalarının bir diğer nedeni de; ŞARTLANMIŞLIK VE SAPLANTILARDIR...
85
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
En az 6 mezhep, en az 50 tarikat, en az 100 cemaat! daha var mı?!... Ancak bunların tamamı
‘ben Müslümanın’ der ve birçoğu da birbirlerini acımasızca keserler…
Bu mudur din? QUR’AN böylemi öğretiyor?
Bilimin ışığında “Hanedanlık Mısırına kimler ne zaman erkek çocukların sünnetini öğretti?’
diye sorup araştırsalar, Müslüman dünyası böylemi olur?!...
Bu gezegende ve insanlık tarihinde sünnet operasyonunu ilk kurallaştıran şahıs, tarih ve yeni
bulgular aksini kanıtlayıncaya kadar Hz. İb-RA-him olduğu kanaatindeyim… Sünnet olma
kuralını Mısır hanedanlıklarında da görmekteyiz.
Hz. İbrahim hangi firavunla, Hz. Musa hangi firavunla konuştu? Aynı zamanda Hz.
Musa’nın hayatında iki ayrı firavun olması gerekiyor. Hani firavunlar olduğunu
bulabilirsek, insanlık tarihi ve geleceği için gerçekten çok önemli bir adım atacağız.
Fi-RA-Vun sözcüğündeki RA’YI her ne kadar firavunlar kültüründe Güneşi tanrı olarak
biliyorsa da, İb-RA-Him sözcüğünden türetti. Fi-RA-Vun sözcüğünün anlamı da ‘büyük
salonun sahibi, büyük odanın hâkimi’ vb. gibi… Bu yeni türetilen sözcükle neden Mısır
kralları kendilerine Fi-RA-Vun dediler birazdan açıkça göreceğiz…
Bu resim Mısır Sakkara’da bulundu.
Gerek dinler, gerekse Ortadoğu, eski Hint tarihlerde ilk kez kendini sünnet eden ve
kurallaştıran Hz. İbrahim peygamberdir. Sünnet âdetini Sümerlerde, Elam ve bir kaç diğer
toplumlarda da görmekteyiz. Eski Hint kültünde rastlayamadım…
Hanedanlık Mısırına erkek çocukların sünnet âdeti ne zaman ve kimler tarafından getirildi?
86
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
QUR’AN ve Tevrat’ta İbrahim peygamberin Mısır seyahati hemen hemen aynı anlatılır ancak
İbrahim peygamberin Mısırda sünnet hakkında bilgi öğrettiği hakkında tek kelime henüz
bulunamadı… Belki de gizlenmektedir…
Mısırda arkeolojik yeni bulgular, bizlere kadar kırpılmadan doğru şekilde intikal ederse daha
sağlıklı bilgileri vereceği umudundayım…
Destekleyici yan bilgilerin ışığında AKIL, QUR’AN ve tarihi verilerle devam edelim;
87
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
GEN NÜKLEOTİD VERİ TABANI VE GERÇEKLER;
Hiksoslar(*) Mısır yerli dilinde anlamı ‘çok uzaklardaki büyük toprakları idare edenler,
yönetenler’ anlamındadır ki günümüzde Çin topraklarında kalmış büyük beyaz piramitleri
yapanlar, yani Ön Türklerdir.
GenBank açık erişim nucleotide data base açık erişim dergisi ‘PLoS ONE’ yeni genetik
araştırmalarda Mısırlı çakalı (Anubis, ANU) GIRİ KURT (BOZ KURT- Canis lupus) ailesinin
Afrika'nın tek üyesi olduğu bulundu. Afrika Kurt’unun asıl kaynağını bulmaya çalışan
araştırmacılar tarafından adlandırılan kurt, en yakın DNA yakınlığı Himalaya KURT’U olduğu
tespit edildi.
Başyazar Dr. Eli Rueness "Biz kendi gözlerimize inanamıyorduk, GenBank'taki verilerle hiç
bir şey uyuşmuyor, Kurt’un DNA’sında bulduğumuz net sonuç Himalaya KURT’U "
olduğunu bir basın açıklamasında belgeledi.
Türklerin gerçek tarihlerini öğrenmelerini engelleyen, asırlardır uyuyan Türklere ithal
edilmiş tarihleri öğreten lobilerde kıyametleri koparmıştı ‘neden açıklandı’ diye.
Dr. Eli Rueness ayrıca; Mısır arkeolojik araştırma projelerinde 2009’dan bu yana çalışan
Mısırolojist Prof. Susanne Bickel (Basel Üniversitesi) tarafından Luxsorda bizzat
mumyalanmış Anibus’tan alınan organik parçalarla HENÜZ YAPILAN GENETİK (*) çalışmalar
açıkça ortaya koydu: Mısır çakalı veya Kurt’u sonradan bu ismi alan aslında ana vatani
merkezi Asya olan BOZKURT- GRAY WOLF olduğudur. Genetik çalışmalar açıkça ortaya
koydu, bu Anubis köpek veya çakal değil, Afrika Kurt’u da değil, Himalaya BOZKURTU
dediğimiz O özel hayvanın ta kendisiydi. (**)
Mısıra bu kültürü getirenlerin ilki Hiksoslardı, yani Ön Türklerdir. Asırlar sonra Hisksoslarla
Mısıra gelen Bozkurt anıları zaman içinde birçok alanda efsaneleştirildi. İnsan icadı olan
tanrılarla ilintili hikâyelere mal edildi ve kâhinlerin senaryolarıyla da ölümden sonra yol
gösterici ve öğretmenliğe de terfi ettirildi. Mısır firavun hanedanlığında da Anibus yol
gösterici olarak tescillendi!!!...
Ön Türklerde de BOZKURT (arkaik Türkçede ASSENA); yol gösteren olarak en dost hayvan,
sembol hayvan olarak hemen her gerçek Türkün kalbinde sevgiyle saygıyla yerleşmiştir,
ayrılamaz dostu olmuştur, tanrı olarak değil.
[ONLARIN KÖPEĞİ, ÖN AYAKLARINI (büyük salonun, mağaranın) GİRİŞ (bölümü veya
avlunun giriş) KISMINA UZATMIŞ VAZİYETTEDİR. Kuran/Kehf 18] Kehf ekibinin odasının hemen
önünde iki ön ayaklarını uzatarak bekleyen BOZKURT’UN ta kendisidir.
(*) HIKSOS, Oğuz HAN’ın Kuzey Afrika’ya, Mısıra geldiğinde tesis ettiği toplumdur. Mısır yerli dilinde HİKSOS “ UZAK, BÜYÜK TOPRAKLARI
YÖNETENLER” anlamındadır. Tevrat’ta OĞĞ diye gecen şahıs bu Oğuz Han olma ihtimali de çok yüksektir.
(**) GEN açık erişim nükleotid veri tabanı; Dileyen genetikçi bakabilir;
www.archaeologynewsnetwork.blogspot.co.uk / 2011-01-26.
Http://news.mongabay.com/2011/0126-hance_africanwolf.html # f8VckJR9S3fcVc8s.99
http://news.mongabay.com/2011/0126-hance_africanwolf.html
88
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Üstelik açıkça, netlikle ayet “Onların köpeği, ön ayaklarını uzatmış vaziyettedir” diyerek
açıkça Sfenksi göstermektedir ki Ayetteki ayrıntılara dikkat ‘ön ayaklarını uzatmış’…
Hatırlayalım; Anubis da aynı konumda, Akhenaton da aynı pozisyonda RA’DAN feyiz
alırken iki ön ellerini uzatmış konumdadır!...
Asırlardır bu ne derin uykudur Müslümanlardaki anlamak mümkün değil!...
M.Ö. 3800lerde kurulmaya başlanan Mısır hanedanlıklarının O bölgede konuşlanmasının,
piramitlerin O bölgede inşa edilmesinin bir tek, şartsız şüphesiz biricik tek nedeni bu
YAŞAYAN CANLI HEYKELDİR, SFENKSTİR.
Yaşı de benim tahminim 15000 seneden de öncedir. Bu tahminim bilimsel kanıta dayanmaz,
ancak üzerinde ciddiyetle çalışmaktayım. Atlantis’in yaşadığı tarihle ilintilidir.
89
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Braizenin 1926 tarihinde ön taraflarını kısmen açtırdığı giriş kısımları… Bu tarihten sonra
Sfenks her gelen sene daha da temizlendi ve günümüzde de çalışılmaktadır.
Ön ayakların hemen üstüyle boyun hizasına kadar ki bölümün derin aşınma izleri açıkça
görünmektedir.
Çünkü YAŞAYAN CANLI HEYKEL (sfenks) piramitlerden hanedanlıklardan onbinlerce sene
önceleri inşa edildi.
Bu konunun detaylarına geliyoruz…
90
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Kâhinler tarafından ticari bir ürüne boyanmış Anubis masala dönüşmüş gerçek kimliğinin
nereden, ne amaçla, kimler tarafından Mısıra geldiği kaynağa ulaşabilirsek pek çok konuyu
varsayımlarla değil, gerçek verilerle aydınlatacağız.
Şimdilik Çin Şian topraklarında onlarcasından biri bu büyük beyaz Türk piramididir. Yapıldığı
tarih en erken M.Ö 7000 zan edilmektedir. Bulunan bazı eşyaların C14 karbon yaş
tespitleriyle bu tarih belgelenmiştir.
En belirgin kanıttır, Ön Türkler Mısıra geldiklerine M.Ö 4000ler veya daha önce, Mısır
yerlileri ‘çok uzaklardaki büyük toprakları idare edenler, yönetenler’ anlamında Ön
Türklere ‘Hiksoslar’ dedi. Çünkü büyük beyaz piramitleri yapanlar yani Mısıra piramit
yapımını anlatan, öğreten ve yapanlar olma ihtimali çok, çok yüksektir. Her detay Sfenksin ve
büyük beyaz piramidin altına girilince görülecektir. Dünyanın cehresi değişecektir bu sfenks
ve piramitler açıldığı zaman…
91
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Arkeoloji ve tarih bilimcileri tarafından dünyadaki piramitlerin yapılma tarihleri şu şekilde
tarihlenmektedir;
Mısır piramitleri: MÖ 3200
Sümer piramitleri: MÖ 4500
Maya Piramitleri; MÖ 4500
Türk piramitleri: MÖ 4500 – bazı bölgelerde MÖ 10.000
Bosna piramidi; Akademik çalışımlarla günümüzden 30 000 sene önce kurulduğu zan
edilmektedir.
YAŞAYAN GÖRÜNTÜ, Giza Sfenksi yaşı; MÖ ???... Şimdilik bilinmiyor (*)…
Henüz yapılan genetik çalışmalar bu sembol hayvanin (çakalın) HİMALAYA BOZ-KURTU
olduğu, ancak hanedanlık Mısırının tanrılık saplantılarıyla da Kurt’a en yakın benzeyen çakal
başlı yarı insan olarak heykelcikler şeklinde imal edildiği de ortadadır. Saltanatlarını
sürdürmek, insanları sömürmek için, senaryodaki logo şeyin canlı bir benzeri objenin
birlikteliği daha etkili olacağını planlamış olabilirler. Çünkü Sfenksin kafasının orijinali KURT
olma ihtimali çok, çok yüksektir.
BOZKURT (ASSENA -grey wolf) günümüzde Kanadada özel haralarda ciddiyetle
araştırılmaktadır. Özellikle de neden insanla sanki ruhsal iletişime girdiği, diğerleri gibi
saldırmadığı, hala bir muammadır. Bildiğimiz Kurt ile HİMALAYA BOZKURT’UN genetik
yapıları, davranışları da çok farklıdır.
Ben 2002 de Montenada bizzat dinleyerek şahit olmuştum beni çok duygulandıran bir olayın
birkaç yıl önce yaşanmış şekline.
Kayıp olan 5 yaşlarında bir erkek çocuğu dağlık ormanda 15 kadar BOZKURT ortalarına almış
ve donmasını engelleyerek yetkililerin gelip çocuğu bulabilmeleri için de akıllara durgunluk
veren bir sahneyi ortaya koymuşlar ve çocuk salimen kurtulmuştu. Çocuğu kurt sürüsünün
içinde gören şerif ve ekibi, hem korkarak hem de hayretle izlemişler; kurtların çocuğu
insanlar geldiğinde hemen terk ettiklerini ve çocuğun kurtulduğundan emin olduktan sonra
da dağlara gittiklerini anlatmışlardı.
Bu harika olayı gazetelerde yazdı, ancak adına BOZKURTLAR değil orman-dağ köpekleri
dendi. Oysa dağ köpekleri acımasızdır ve insana da saldırırlar, özellikle kış aylarında.
Mısırda kurt yaşamadı. Endemik olarak Afrika Kurt’u olması da mümkün değil, üstelik kurtlar
yüksek dağlarda yaşar, sıcak bölgelerde değil. Kutup ayıları, penguenler ekvatorda
yaşayamaz, Bozkurtta Mısırda yaşayamaz.
Firavunlar hanedanlığı başlangıcında KURT masalı maalesef yoktu. KURT (Anubis) bir anda
çıktı ortaya, önce bekçi kabul edildi, sonra tanrı oldu, daha sonra Mumyalama öğretmenliği
ve ölüm ötesi yol göstericiliği, eğitimci veya arkadaş şeklinde de anıldı.
(*) Ancak Sfenksin yaşını çok yaklaşık tespit edecek yeni yöntemler geliştirdim ki: zamanı geldiğinde çalınmaması için ilgili yerlere benim ve
kuracağım ekibin de çalışmanın başında olmamız şartıyla vereceğim. Aksi halde miras olarak layık olan insanlara bırakacağım.
92
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
İster KURT, ister çakal, isterse köpek olsun, bu hayvanın bu şekilde sembolleşmesinin asıl
nedeni nedir, nereden, hangi olaydan dolayı bu kadar yüksek mevkilere getirilmiştir?
Neden başka bir hayvan değil de Himalaya KURT’U?
Bu gizemi de mutlaka bulmamız gerekiyor ki; bu kitap boyunca bu gizemi QUR’AN ve AKLIN
ışığında bulmaya çalışıyoruz.
93
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
TUT-ANKH-AMUN’UN MEZAR ODASININ ÖNÜNDE BULUNAN
ANUBİS
ANUBİS sözcüğü Sümerce ANPU’DAN türetilmiştir.
Şimdi tüm dikkatimizle takip edelim lütfen; [Ve firavun: "Ey ileri gelenler! Ben, sizin için benden
başka bir ilâh bilmiyorum. Ey Haman benim için ISLAK TOPRAK ÜZERİNE ATEŞ YAK (*) . Böylece
bana bir kule yap. Belki ben Musa'nın ilâhına ulaşırım (karşılaşırım veya oraya çıkarım veya O’na
muttali) olurum. Ve ben, onun mutlaka yalancılardan olduğunu zannediyorum." dedi. QUR’AN/ Kasas
/38 ]
Ayette geçen ‘et tîni’ ıslak, balçık, ince kil gibi toprağın ıslak hali anlamlarındadır.
Ayetin sergilediği sahnede, gözden kaçmaması gereken çok önemli beş detay var:
1. Bu ifadelerin Hz. Musa için olduğunu ancak hangi firavuna ait olduğunu bilemiyoruz,
2. Islak kumlarla piramitleri inşa eden blok taşların imalat tekniği hakkında kısaca bilgi var,
3. Musa’nın Rabbini kabul ediyor ve inkâr da etmiyor, ancak yalancı zan ediyor!
4. Yalnız kendisinin tanrı olarak tanınma hastalığı, saplantısı müzmin şekilde devam ediyor!
5. Tekrar göklere çıkmayı yüksek bir kule yaptırarak başaracağını zan ediyor!...
(*) 2014 tarihinde Avusturyalı bilim adamları önemli bir bulguya ulaştı. Amsterdam Üniversitesi araştırmacılarının gizemli Mısır Piramitlerinde
yaptıkları araştırmada ıslak kum bulunduğu ve bu bileşenin piramit yapımına karşı önemli bir ipucu olduğu belirtildi.
Araştırmacıların yaptıkları açıklamalara göre gerekli kum ve su miktarının bileşenlerinde gerekli sertleşmeyi oluşturacağı iddia edildi. Yapılan
deneyler ve gerekli kum su birleşenlerinin test edildiği araştırmada çöl kumunun gerekli su miktarı katılarak baskı ve ISI uygulanması sonucu
bekletilmesi ile normal kuma göre 2 kat daha sert bir birleşene sahip olunduğu gözlendi.
Bu, KUM, SU miktarının bir fonksiyonu olarak, gerekli çekme kuvvetini ve kumun sertliğini belirleyici bir kuvvete sahip olduğu belirtildi. Çok
daha güçlü bir kum kayası elde etmek için belirli bir hacmi olan kum kayaların bir areometre ile ölçülerek uygulanan sertliği ölçüldüğünde
istenilen sertliğe ulaştığı belirtildi. http://dunya.milliyet.com.tr/asirliklik-sir-cozuldu-/dunya/detay/1876111/default.htm
94
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Taban çevresi 230 metre kareye oturmuş, yüksekliği 146,7 metre olan Keops piramidi
Piramitlerde kullanılan bu devasa ölçü ve ağrılıklardaki bloklar, kum taşlarının tamamı burada,
yerinde kumlardan imal edilerek yapıldı, başka yerlerden getirilmedi.
Piramit’in yapımında kullanılan ıslak taşların imalat tekniği. Avusturalyalı bilim adamları ve
Amsterdam Üniversitesi araştırmacılarının gizemli Mısır Piramitlerinde yaptıkları araştırmada
ıslak kum bulunduğu ve bu bileşenin piramit yapımında en önemli bir ipucu olduğu belirtildi.
Araştırmacıların yaptıkları açıklamalara göre; yeterli miktarda kum ve suyun (özel bir sıvının)
bileşenlerinde gerekli sertleşmeyi oluşturduğu gözlendi. Yapılan deneyler gerekli kum ve SIVI
birleşenlerinin test edildiği araştırmada, çöl kumunun gerekli su miktarı katılarak yoğun baskı
uygulanması sonucu bekletilmesi ile normal kuma göre 2 kat daha sert bir birleşene sahip
olunduğu ortaya konuldu.
95
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Özellikle yakalarına bilmem neyin unvanı takmış hazretler(!) asırlardır QUR’AN’IN gerçek
anlamını bir şekilde örtmüşlerdir…
Sadece birkaç mealci (kutlarım O şahısları) QUR’AN/Kasas 38 meallerinde açıkça ‘ISLAK
TOPRAK’ ifadesini kullanmışlar. Diyanet bile ıslak toprak ifadesinden kaçarak Qur’an meal
yapmış!!!... yazık, çok yazık!!!...
Benim üzerinde durduğum en önemli konu QUR’AN’I meal eden şahısların fen bilimleriyle,
dünya tarihleriyle, bilimsel alanda hiçbir şekilde bilgisi olmadığı zaman şahsa mahsus tefsir ve
meal edilen QUR’ANLA sadece insanların beyinleri yıkanır, insanlar yanlış yönlendirilir, yüce
ALLAHIN kitabı alenen örtülür, gerçek bilgiler anlamını yitirir. Yarım yamalak Arapça bilmekle
QUR’AN meal-tefsir edilirse Müslümanlar elbette dördüncü sınıf olurlar…
Aynı eski Mısır tarihlerini yazanlar gibi. Ünlü Egyptologist Wallis Budge kesinlikle kanıtladı:
‘Mısır Sümerlerden, Sümerler de son derece eski ve ortak bir başka kaynaktan esinlendiler ve
aşağı Mezopotamyada kendi yeni kültürlerini türettiler’…
Sümerler kendilerine Atalarının lisanıyla öz Türkçe ‘KENGER’ der.
Günümüzde de, özellikle Mısır piramit masalları üreten tacirleri; yazar olma sevdalısı Batılılara
öylesine garip uydurulmuş bilgiler ithal ederler ki; akıllara zarar… Bolca da para kazanırlar, aynı
ataları kâhinler gibi. Ben de Mısırda bizzat şahit oldum çünkü bana da satmaya kalktılar…
96
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
ORTAK KÜLTÜRÜN EN AÇIK KANITI
Firavunlar nasıl olurda ölümden sonra sonsuz bir yaşamın varlığını kesin bilgilerle bilebilirler?
[ Ve firavun şöyle dedi: "Ey Haman! Benim için yüksek bir kule inşa et. Umulur ki böylece
sebeplere (hedeflere, yollara) ulaşırım. Göklerin sebeplerine (yollarına ulaşırım), böylece
Musa'nın İlah’ına muttali (karşılaşır) olurum. Muhakkak ki ben, onun yalancı olduğunu
zannediyorum." Ve işte böylece firavuna KÖTÜ AMELİ (NİYETİ) SÜSLENDİ. Ve böylece YOLDAN
SAPTIRILDI. Ve firavunun hilesi hüsrandan başka birşey olmadı. QUR’AN/Mü'min /36,37.]
Bu gezgende hiç kimse aksini iddia edemez, düşünemez bile: QUR’AN’IN bu ayeti 2 numaralı
kanıttır; Firavunun daha önce bir şekilde göklere çıkarılmış olduğu veya bir şekilde göklere
çıktığı apaçık ortadadır. Bir numaralı kanıtı bizzat QUR’AN açıkça, netlikle birazdan tekrar
açıklayacaktır.
[Ve firavun: "Ey ileri gelenler! Ben, sizin için benden başka bir ilâh bilmiyorum. Benim için ISLAK
TOPRAK ÜZERİNE ATEŞ YAK. Böylece bana (yüksek) bir kule yap. Belki ben Musa'nın ilâhına
ulaşırım (karşılaşırım veya oraya çıkarım veya O’na muttali) olurum. Ve ben, onun mutlaka
yalancılardan olduğunu zannediyorum." dedi. QUR’AN/ Kasas /38 ]
TutANKHamon’un mezarında bulunan fazladan ıslak tuğla.
Bu tuğlalarla kule yaptırıp göklere ulaşacağı zan eden akıl hastalarıyla karşı karşıyayız!... Bu
konunun detayına birazdan geleceğiz.
97
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Hz. İSA VE HAÇ
Kesinlikle geçmişin enginliklerinden gerçekleri yansıtan Hint Mahabharata dökümanları Elam ve
Sümerleri etkilemiştir. Sümerler, Babil, vb. de Mısır hanedanlığını etkilemiştir… Mısır da
Hristiyanlıkta ciddi etkiler bırakmış… En başta HAÇ ve Hz. İsa’nın ilah yani tanrı olduğu veya
tanrının oğlu olduğu hastalığı gibi… Oysa İncil’de Hz. Isa hiç bir şekilde kendisinin tanrı olduğunu
veya Tanrının oğlu olduğunu ima bile etmez…
Bildiğimiz gibi Hristiyanlar boyunlarında haç vardır ve Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesinin anısı
olarak taşırlar, tam 1669 senedir. Hristiyanlarda HAÇ M.S 345 senesinde İznik konsolundan
sonra inançlarında resmiyet kazanarak kullanıldı (*).
Ben buna saygı duymam gerekir mi bilemem ancak asla kabul edemem. Çünkü böyle sembolik,
çalıntı bir davranış modern insanın onur ve vakaretine yakışmadığı gibi, Hz. İsa’nın O tertemiz
görkemli hatırasına da saygısızlık olduğu kanaatindeyim.
‘Hz. İsa’yı çarmıha değil de kazığa oturtsalardı, Onlarda Hz. İsa’nın anısına hürmeten
kazıklarımı oturacaklardı’ diye sormazlar mı?
Eski Mısırın özellikle son dönemleri Bizans ve Roma kültürleriyle yakından tanıştı. Bu tanışma
Tutankhamunun babasına ve daha öncelerine de dayanır. Plato (Eflatun, MÖ.3 YY) Mısır
seyahati diyaloglarında da anlatır.
Mısır para birimi Dinar, Yunan paralarının adı olan DRAHMİ kelimesinden gelir…
Pekâlâ; Hristiyanların taşıdığı Haç nereden geldi? Hz. İsa haç filan taşımadı, miras olarak ta
bırakmadı…
Tutankhamonun, Kahire Müzesindeki şu resimdeki yüzüğüne bakılırsa Haç’ın nerden
esinlenerek kültür taşımacılığı yoluyla Hristiyanlara geldiği açıkça görülecektir…
Hz. Isa gibi yüce bir şahsiyete de Tanrı veya Lord veya ALLAHIN oğlu denmesinde bu kültürlerin
büyük etkileri vardır.
Oysa bu HAÇ figürü asırlar önce de Asya Türkleri tarafında da erdemli kişilerin sembolü olarak
kullanıldı. Mısıra Hiksoslar kültürünün getirdiği binlerce bilgiden sadece bir tanesidir.
Yüzüğün resmine ilk bakışta hemen sağ üst taraftaki HAÇ açıkça görülecektir. Firavunlar
kültüründe de HAÇ figürü, erdemli veya elit veya bilge şahsiyetin göstergesiydi…
TUTH-ANKH-AMON, anlamı, Mükemmel Tanrı, iki Arazilerin Efendisi (Ntr-nfr, Neb-taui –
demektir ve okuma şekli Arapça gibi sağdan soladır).
(*) Bu son derece önemli ve ciddi konuyu; ‘ İNCİLİDEKİ MUHAMMED’ kitabımızda açıklıyoruz.
98
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
TUTH-ANKH-AMON taşlı yüzüğü. Hz. İsa’dan yaklaşık 2000 yıl önce yaşamış TutANKHamunun
mühür yüzüğündeki HAÇ açıkça ortadadır. Bu yüzüğün TutANKHamuna da biryerlerden miras
kaldığını unutmamak gerekir.
Firavun TUTH-ANKH-AMON’A (TutANKHamuna) GÜNEŞ tanrısı RA’nın oğlu denildi.
Tutankamun RA dan feyiz alan Akhenaton’un oğludur.
Mısırın inandığı ve taptığı güneş tanrısı RA, bu akıl hastalarının icadı tanrı olma saplantılarından
önce toprak piramit şeklindeki bir höyüğü yarattığı, yaptığı söylenir.
RA bütün firavunların babası olarak kabul edilir. Günümüze kadar ulaşan büyük piramitlerin
yapımı için örnek veya model küçük bir piramitten söz ediliyor?
Piramidi RA mı yaptı veya yaptırdı? [Ve muhakkak ki, Şi-RA'nın (Şi-RA Yıldızı'nın) Rabbi O'dur.
QUR’AN/NECM 49]
99
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
TUT-ANKH-AMUN
İKİ ARAZİLERİN MÜKEMMEL TANRISI
Hangi Firavun olduğunu bilemiyoruz ancak bizzat göklere çıkartılmış… Üstelik her şey
gösterilmiş ve hastalıklı hırsı böyle muhteşem bir nimeti tepip iblise yoldaş olmuş…
Tutankhomun babasından miras kalan tek tanrılı dine inandı ve o inancını yaymaya da çalıştı.
Galiba fikir değiştirdi ki kısa bir zaman sonrada RA’NIN oğlu olarak iki arazilerin en mükemmel
tanrılığına terfi ettirildi veya kendisi terfi etti…
QUR’AN’DA muhatap olunan firavun bu genç firavunumdur netlikle bilemiyoruz, ancak;
[ Ve firavun şöyle dedi: "Ey Haman! Benim için yüksek bir kule inşa et. Umulur ki böylece
sebeplere (hedeflere) ulaşırım. Göklerin sebeplerine (yollarına) ulaşırım, böylece Musa'nın
İlah’ına ulaşır (muttali) olurum. QUR’AN/ Mü'min / 36, 37]
Hayatım boyunca en çok kıskandığım; Yüce Allah kimselere, hiç bir peygamberine bile
göstermediği göklerin, evrenlerin, harikalarının HEPSİNİ BİZZAT FİRAVUNA GÖSTERMİŞ;
[ VE ANDOLSUN Kİ; AYETLERİMİZİN HEPSİNİ, ONA (Firavuna) GÖSTERDİK. BUNA RAĞMEN
YALANLADI VE DİRENDİ. QUR’AN /Ta-Ha/ 56]
İŞTE! APAÇIK KANIT BUDUR. Firavun bizzat göklere çıkartılmış… Üstelik her şey gösterilmiş ve
böyle bir nimeti tepip iblise dost olmuş…
Ayette ‘ona anlattık, vahiy ettik, öğrettik’ denmiyor, bizzat ‘HEPSİNİ GÖSTERDİK’ denmektedir.
Cevabını alamayacağım bir sorum var; gördükleri harikalar hayallerinin de ötesindeydi, çok
hoşlandı ve niyetini bozdu, hileye başvurdu iblisle çok yakın bire-bir dostluk kurdu da ondan mı
öğrendi, insanın yaratılışındaki ISLAK BALÇIK, ÇAMUR hammaddesini… sanki biliyor gibi!...
‘Bana hemen tuğla yap’ demesi gerekirken, neden ‘ıslak tuğla üzerinde ateş yak ve tuğla imal
et bana’ dedi?... Ayetlerde her detay muhteşem bir tarzda açıklanmaktadır.
Bana tuğla lazım olduğunda onun Islaklığını, ateşte pişirilmesini, sonra da kurutulmasını ne söz
ederim ne de ustanın işine karışırım. Sadece bana şu kadar tuğla lazım derim.
Klasik, kesinlikle hatalı Türkçeleştirme şekliyle QUR’AN meallerinde;
[ İnsanı, pişirilmiş çamur gibi kuru bir balçıktan Yarattı. Rahman 14 ]
Bizim Türkçeleştirdiğimiz şiirsel üslupla doğrusu budur;
[Yarattı insanı ıslak balçığın ateşte pişirilmiş kupkuru çın-çın ses vereninden. Rahman,14]
Böylece Musa’ya ve Onun İlahına ulaşabilmeyi ISLAK topraktan yapılacak kerpiçler, tuğlalarla
kule yaparak başaracağını zan eden bir sahne var karşımızda… Her zaman olduğu gibi bu
noktada da yegâne dayanağımız AKIL ve QUR’AN’DIR…
100
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
[(Allah) dedi: “nedir seni men eden sana emrettiğim zaman secde etmekten?” İblis: “Ben ondan
hayırlıyım, beni ateşten ve onu ISLAK İNCE TOPRAKTAN (monatomik, elementer ince toprağın
balçık olanından) yarattın” dedi. QUR’AN / A'RÂF 12]
Firavunun ISLAK topraktan (*) kule yaptırma isteğiyle, Yüce ALLAHIN insanı ISLAK BALÇIKTAN,
ISLATILMIŞ TOPRAKTAN yarattığı konusu arasında ciddi bir benzerlik ve bağ var, ancak bu bağ
nedir, nasıldır; üzerinde çalışmaktayım. Firavun bunu nasıl ve nereden öğrenebilir?
Elimdeki hazinenin en önemli anahtarı Ta-Ha, 56 dır:
Ortada kesin, net bir gerçek var: [Ve andolsun ki; ayetlerimizin HEPSİNİ, ONA (Firavuna)
GÖSTERDİK. Buna rağmen yalanladı ve (itaat etmekte) direndi. QUR’AN /Ta-Ha/ 56] (yarattıklarımız,
olaylar, şeyler, evrendeki istisnasız her şey ayettir, Allah’ın yarattığı ayetlerdir)
Açıkça anladığım ve şimdilik tatmin olduğum konu; Firavun bir şekilde gerçekten göklere
çıkarıldı veya bir şekilde hologram gösterildi, adam gibi adam olsun diye. Ancak O hileye
başvurdu ki ["Ve işte böylece FİRAVUNA KÖTÜ AMELİ SÜSLENDİ (yaptığı hatanın, ihanetin
doğru olduğu ona ZAN ETTİRİLDİ). Ve böylece YOLDAN SAPTIRILDI. Ve firavunun hilesi
hüsrandan başka bir şey olmadı. QUR’AN, Mü'min, 37.]
Ayet açıkça bildirmektedir: inadından, ihtirasından niyetini bozdu, hileye başvuran Firavun
kendisi bilinçli olarak sapmadı, SAPTIRILDI, YANILTILDI, TUZAĞA DÜŞÜRÜLDÜ.
Sebebi; Yüce ALLAH’IN ona verdiği bu harika nimetlere teşekkür etmedi, iblise dost oldu ve hile
ile karşılık vermeye çabaladı ve sonu hüsran oldu. Çünkü (Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.
Âli İmran 54)
Hatırlayalım: Yaratan, HAYAT veren, HAY olan Yüce ALLAH yarattığı ile dalga geçmez…
Yaratıp HAYAT verdiğinin Kendisiyle dalga geçmesine de izin vermez…
Hatırlarsanız kitabın başında haddim olmayarak, bildirmek istedim: Sizdeki O siz olmayan O
sinsi düşmanı mutlaka bulun ve onu esir edin, onu asla öldüremezsiniz ancak esir
edebilirsiniz, sakın ona esir olmayın. O sinsi düşmanın bir diğer adı da İHTİRASTIR.
Bu hayatımıza en değerli anlamı verecek temel hazinedir derim. (**)
Firavun bu kadar yüce, bu denli harika nimetlere ulaşmışken, nasıl oldu da bu kadar nankörlük
edebilir, nasıl olurda bir insan böyle bir yanılgıya düşer ve hileye başvurur? Neden böyle bir hata
yaptı? Oysa Yüce ALLAH ona öylesine yumuşak, öylesine merhametli ki; [Firavuna ikiniz gidin.
Muhakkak ki o, azdı. O zaman ona, YUMUŞAK SÖZ SÖYLEYİN. Böylece o, tezekkür eder (anlar)
veya huşû duyar. Ta-Ha 24,43,44]
(*) Hatırlayalım: Tutankhomun’un mezarında bulunan fazladan bir ıslak tuğla vardı!!!... Eminim farkındasınız, her gelen sayfada doğru taşlar
doğru yerlere oturmaktadır…
(**) Bu nedenlere mütevazı duamı paylaşmak isterim “Rabbim, Senin Rızana, ilmine, aşkına tamah edenlerden olayım, dünyanın geçici
menfaatlerine değil…”… bu dua bana gerçekten çok huzur verir…
101
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Descartes ‘insan duygulanan ve durmaksızın isteyen bir varlıktır, bu nedenle yanılgılara her an
açıktır‘ der. Kesinlikle doğru!...
Bu hassas noktaya ışık tutacağını bildiğim ciddi bir sahneyi Ta-Ha suresinden öğrenmemiz
gerekiyor;
QUR’AN. Ta-Ha,
42. Musa! Sen ve kardeşin, âyetlerimle (mucizelerimle, korumam altında) gidin ve Beni
zikretmekte gevşek davranmayın.
43. Firavuna ikiniz gidin. Muhakkak ki o, azdı (taga; bolluklar içinde azarak şımarma anlamında).
44. O zaman ona, yumuşak söz söyleyin. Umulur ki o, tezekkür eder (müzakere edilirse belki
anlar) veya huşû (bilerek, zevkle itaat etmek, tevazuuyla boyun eğmek demektir) duyar.
Ayette görüldüğü gibi Firavuna bir şans daha verilmek isteniyor ki Hz. Musa’dan toleranslı
davranılması istenmektedir.
45. Dediler “Rabbimiz, gerçekten biz, onun bize aşırılık yapmasından veya azgın
davranmasından korkuyoruz.” Demek ki Hz. Musa ve Harun Firavunun sapık, sadist, zalim,
şımarık olduğunu bir şekilde bilmekteler. Bu firavun Hz. Musa’nın yaşlığındaki firavundur. Hz.
Musa’yı yetiştiren değil.
46. “İkinizde korkmayın! Muhakkak ki Ben, sizinle beraberim, işitirim ve görürüm.” dedi.
47. O halde ikiniz ona gidin ve ona şöyle söyleyin: “Muhakkak ki biz, SENİN RABBİNİN iki
elçileriyiz. İsrailoğulları'nı artık bizimle beraber gönder ve onlara azap etme! Sana Rabbinden
âyet (mucize) getirdik. Ve hidayete tâbî olanlara selâm olsun.”
Sen kendini İlah zan ediyorsun ancak biz ‘Seni de yaratan SENİN RABBİNİN iki resûlüyüz’
demektedirler. “O Âlemlerin Rabbidir” demediler… Bu çok önemli bir ayrıntıdır… Firavun ’un
gerçek ihtirası neydi? Tanrı olma ve sonsuz hayata ulaşma hastalığına yakalanmıştı… Bu nedenle
Hz. Musa ‘biz, SENİN RABBİNİN iki elçileriyiz’ dedi, hepimizin veya Âlemlerin demedi.
Ayetin anlamındaki net öneri genel değildir, hususi manada öğretim-eğitim vardır.
48. Muhakkak ki yalanlayanların ve yüz çevirenlerin üzerine azap olduğu bize vahyolundu.
49. (Firavun) dedi: “Öyleyse İKİNİZİN RABBİ kimdir, ya Musa?”
Doğasında var olan asiliğinden Hz. Musa’nın önerisine karşı ‘Benim Rabbim de kimdir’ diye
sorması gerekirken, mağrurluğundan ‘ikinizin Rabbi de kimdir’ demektedir. Oysa Musa
öncelikle ‘Senin Rabbinin elçileriyiz’ dedi…
50. (Musa): “Bizim Rabbimiz, herşeye yaradılışını lütfeden (ihsan eden) sonra da hidayete
erdirendir.” dedi.
51. (Firavun): “ÖYLEYSE EVVELKİ NESİLLERİN DURUMU NEDİR?” dedi.
Şimdi en can alıcı soruyu soralım:
102
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
BU GEZEGENDEKİ EN BÜYÜK VE EN ÖNEMLİ SIR
GİZA SFENKSİNİN ALTINDADIR…
Şimdi en can alıcı soruyu biz soralım: Firavun öncelikle neden kendi geleceğini değil de, geçmiş
nesillerin, milletlerin halini, durumlarını sordu? Doğal olarak bu tip insanlar geleceğini bilmek
ister, fal baktırır veya devamlı geleceğini bilmek ister ki; bu her insanın doğasında da vardır.
Neden öncelikle kendi geleceğini değil de, geçmiş nesilleri, geçmişin halini sordu?
Çünkü; KEHFİ ve Er-RAKİM ekibinden bir şekilde haberdar olan, 309 sene uyuyup sonra uyanan
ve mahiyetini, içeriğini de asla bilmeyen firavun evvelki nesillerin akıbetini sormaktadır. Evvelki
nesillerde işine yarayacak dokuman var mı diye sinsice geçmişi deşelemektedir. Çünkü
firavunun yegâne ihtiraslı saplantısı tanrılık koltuğunda sonsuz yaşamaktır. Bunun en inandırıcı
kanıtı veya mahiyetini tam olarak bilmediği ancak hakkında çok şey duyduğu KEHFİ ekibinin
anılarıdır.
O ANILARIN KANITI DA HEMEN ÖNLERİNDEKİ YAŞAYAN HEYKEL, YAŞAYAN GÖRÜNTÜDÜR
YANİ, SFENKSTİR. MISIR HANEDANLIKLARINDA HER ŞEY, HER İNŞAAT GİZA SFENKSİNE YAKIN
OLMAK İÇİN YAPILDI… BU GEZEGENDEKİ EN BÜYÜK VE EN ÖNEMLİ SIR GİZA SFENKSİNİN
ALTINDADIR…
Çünkü KEHFİ ekibinin 309 sene uyuduğunu zan ediyor ve uyandıklarını yani, 309 senelik
uykudan sonra kalkıp yaşadıklarını da biliyor, elinde Hz. Musa gibi bilge bir fırsat varken geçmiş
nesilleri soruyor. Kendisinin yegâne tek hedefi sonsuz hayata, sonsuz yaşamaya kavuşmaktır.
Sorduğu soru çok isabetli ve sinsice. Geçmişte olan bir olayın, kendisine bir şekilde ulaşmış tam
olmasa da birtakım bilgiler içeren arşivlerdeki bilgilerin doğruluğunu test etmek istemektedir.
Bu nedenle “ÖYLEYSE EVVELKİ NESİLLERİN DURUMU NEDİR?” şeklinde sormaktadır.
Kendisine en doğru bilgiyi verecek olanında, kendisine ‘ayetlerin hepsini gösterdik’ diyen
Yüce ALLAH’IN elçisi Hz. Musa olduğunu da bilmektedir. Eline fırsat geçmişken ilk soracağı
soru elbette geçmiş milletlerin durumudur. Çünkü kendisine kadar ulaşan kırık dökük anıların
yegâne kanıtı hemen önündeki Giza Sfenksidir. Piramitlerin yerleşkesinin de Sfenkse en yakın
olması gerekiyordu ve öyle de oldu…
52. “Onun ilmi, Rabbimin yanında bir kitaptadır. Benim Rabbim yanlış yapmaz ve unutmaz.”
dedi. (Musa kendine yakışır mütevazilikle ‘RABBIMIN sana verdiği nimetleri, saltanatı unuttun,
ancak benim RABBIM unutmaz’ demektedir.)
53. Yeryüzünü size salınan döşek (mehden, beşik gibi salınan, hissedemeyeceğin küçüklükte
ancak hareketli, yerin durmaksızın hareket halinde olduğunu da açıklıyor) yapan, orada sizin için
yollar açan ve semadan SU indiren O'dur (NASA’NIN bizden çaldığı ve 2004de deneyle
kanıtlanan projem budur). Sonra da onunla, farklı farklı bitkilerden çiftler çıkardık.
54. Yiyin (beslenin) ve hayvanlarınızı otlatın! Muhakkak ki bunda, AKIL SAHİPLERİ için elbette
âyetler (deliller, gözünüzün önünde, sayısız kanıtlar, nimetler) vardır.
103
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
55. Sizi, ondan yarattık (DEMEK Kİ BU ÜÇ BOYUTLU MADDİ DÜNYADA YARATILDIK). Ve sizi,
oraya geri döndüreceğiz (fiziki ölümle toprağa karışarak kül olacağız, yaratıldığımız çamuru
oluşturan toprağın özüne döneceğiz). Ve sizi, oradan bir kere daha çıkaracağız (Kıyamet ve
hesap gününe hazırlık için her insan tekrar, parmak uçlarına, atomlarına kadar eksiksiz,
tastamam olarak dirilerek hesap vereceğiz).
Ta-Ha 56. Ve andolsun ki; âyetlerimizin hepsini, ona (Firavuna) gösterdik. Buna rağmen
yalanladı ve (yalanında, asiliğinde) direndi.
Artık bu ayetten sonra da biliyoruz ki firavun her gelen gün aşağıların da aşağısına inmektedir.
57. “Sen bizi, sihrin (içeriği daha önce bilinmedik, etkileyici icat, hayret edilen görsel bilgiye sihir
denilir) ile yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin ya Musa?” dedi.
‘47 ayette ‘Sana Rabbinden âyet (mucize) getirdik’ ifadesini geleneksel anlamda bilinmeyen şey,
yani sihir kabul etmekte ve inadından dolayı bizzat gördüğü göklerin harikalarına şahit olduğu
halde, ayetleri, mucizeleri görmesine rağmen (56, 57 Ayet) inatla inkâr etmeye direndiğini
açıkça görmekteyiz.
58. (Firavun dedi) Öyleyse biz de sana mutlaka onun gibi bir sihir getireceğiz. Şimdi seninle
bizim aramızda bir zaman (buluşma zamanı) bizim ve senin, ihtilâf etmeyeceğimiz uygun bir yer
tayin et (yeri sen seç).
58 ayette, firavun açıkça Musa’nın şahsında Yüce ALLAH’LA rekabete giriyor… Musa’ya senin
getirdiğin sihir gibi bizde sihir getireceğiz demektedir. Musa ne demişti ‘Sana Rabbinden âyet
(mucize) getirdik’… Firavun Musa’ya değil, getirdiğine rakip olduğu senaryosu açıkça ayettedir…
Halkının önünde küçük düşmemek için, pervasızca meydan okumaya başlıyor. Kendinden
eminliğini deklere etmek ve halkını da etkilemek için ilk seçme hakkını da Musa’ya veriyor.
59. (Musa): “Sizin (bizimle) buluşma zamanınız, ziynet (bayram) günü ve insanların toplandığı,
duhan (kuşluk, sabahın erken saatleridir) vakti olsun.” dedi.
Musa çok akıllı seçim yapıyor ki; hem zaman kazanıyor, hem de sabahın en erken kısmında ve
bayram günleri mutlaka kalabalıktır ve her zaman geniş, büyük alanlarda, meydanlarda olur.
Firavunla bire bir değil, gösterinin herkesin önünde yapılmasını planlıyor.
Benim kanaatim, Musa’nın birinci derecede asıl amacı fert olarak Firavunu küçültmek değil,
İsrailoğulları’nın yüksek seviyede güvenini kazanıp kendisine itiraz edilmeden Mısırdan
çıkarmaktır. Çünkü Musa’ya verilen asli görev İsrail oğullarını toptan kurtarmaktır.
60. Böylece firavun döndü (gitti). Arkasından hilelerini (kurduğu tarikatlarda masum insanları
aldattığı ve kendisine köle yaptığı, aletleri, belki kimyasal maddeleri, madrabazlıkları)
topladıktan sonra geldi.
61. Musa onlara şöyle dedi: “Yazıklar olsun size! Allah'a yalanla iftira etmeyin yoksa sizi elim bir
azapla yok eder ve (O'na) iftira eden(ler) heba olmuştur.”
104
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Firavun ne getirdi, elinde neler vardı veya adamlarının elinde neler vardı da Musa bunların
madrabazlıklar olduğunu, yalan olduğunu hemen anladı ve açıklayıverdi?
Üç beş mıknatısla küçük demirlerimi oynatıyordu? Aynalarla Işık oyunlarımı yapıyordu? Antik
Mısırda böyle şeylerin kalıntıları da bulunamadı…
Belki de Sfenksin altındaki odalardan, KEHF ekibinden kalan, O uzay aracından bazı teknolojik
aletler çıkardı, onları mı göstererek halkını köle ettiği gibi Musa’yı da etkilemek mi istiyordu?
Bu mantıklı bir yaklaşım olabilir kanaatindeyim. Çünkü Mısır arkeoloji yetkililerinin insanlardan
çok şeyleri gizlediklerini biliyorum.
Bu kanıtımı destekleyecek en önemli destek, Hz. Musa’nın elindeki ASA’DIR… Hz. Musa erken
gençliğinde Mısırda Sfenkse çok yakın yerlerde saray mensubu olarak yaşadı. Hz. Musa’nın
elindeki O harika ASA Kehf ekibinin araçlarından alınma ihtimali çok, çok, çok yüksektir.
62. Böylece işlerini kendi aralarında görüştüler (tartıştılar) ve gizlice konuştular.
63. “Bu ikisi gerçekten iki sihirbazdır. Sihirleri ile sizi yurdunuzdan çıkarmak ve üstün olan
tarikatınızı (yolunuzu, dininizi) yok etmek istiyorlar.” dediler.
Firavun gösterinin sonucunu çok iyi tahmin ediyor ve halkını sonuca itiraz etmesi için önceden
programlıyor, kısaca manipüle ediyor. Henüz gösteri başlamadan hile başladı demek istiyorum.
64. (Firavun şöyle dedi): “Artık hilelerinizi (sihirlerinizi) toplayın. SONRA SAF-SAF GELİN.
(düzenli şekilde sıraya girmek. Bu, bir tür enerji konsantrasyonu olabilir mi? Enerjiyi bir noktaya
odaklamak için oldukça düzenli bir düzen istemektedir) Ve o gün üstün gelen, felâha (kurtuluşa,
zafere) ulaşmış olur.”
Mısır müzesindeki bu duvar resimde (çizimde) anlatılan kalıntı ‘Ta-Ha 64. (Firavun şöyle dedi):
Artık hilelerinizi (sihirlerinizi) toplayın SONRA SAF-SAF GELİN.’ Ayetindeki SAF SAF ‘düzenli
olarak gelin, sıraya dizilerek meydana, Musa’nın karşısına çıkın’ ifadesini açıkça görüyoruz…
Veya, Hz. Musa ile konuşan bu Firavundu. Veya Hz. Musa ile konuşulmuş olayın anılarını oğlu
veya torunları tarafından duvar kabartmasına aktarıldı, O anıların duvar resimleriyle anlatımının
sergilendiği açıkça ortadadır…
Bu resim müze yetkilileri tarafından tamir edilmiştir. Figürdeki insanların düzenli şekilde
çektikleri iplere dikkat: [ Böylece attıkları zaman onların İPLERİ VE ASALARI, kendisine, onların
sihirlerinden dolayı “hızla hareket ediyor, koşuyor” gibi göründü. Ta-Ha 66]
105
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
[ Artık hilelerinizi (sihirlerinizi) toplayın SONRA SAF-SAF GELİN ]
Aşağıdaki duvar resminin orijinalidir.
Bu duvar çiziminde anlatılan konunun hangi firavuna ait olduğunu ve asıl kaynağını bulursak Hz.
Musa’nın hangi firavunla konuştuğunu da açığa çıkacaktır.
Bu araştırmalar Batı dünyasının tekelindedir (!!!!)…. Hatta bu çizimlerde anlatılan konu için
firavunların blok taş kütlelerin nasıl taşındığı veya nasıl yapıldığını anlattığı da varsayılmış…
Bu varsayım asla doğru olamaz, her tarafıyla bilimle de çelişir. 20 tonluk taşları 147 metre
yükseğe iple taşımak!?... Delikliktir bu tür varsayımlar… Kumların üzerinde tomruklarla taşıma
varsayımı en vahim akıl tutulmasıdır, deliliktir… Tomruklar 100kg ağırlığındaki örneklerimle
kuma gömüldü ve 1 metre bile taşıyamadım… Günümüzde mühendislik dediğimiz olmazları
olduran harika bir bilim dalı var… denemek yasak değil ki!... Biz bu harika kanıtları sadece masa
başında oturarak kazanmadık, bizzat deneylerle gözlemledik…
106
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Bu resmin anlattığı; Hz. Musa ile rekabet veya yarışma hakkında konuşulduğu zaman ki
firavunun söylediği ‘SAF SAF DİZİLİP DÜZENLİ OLARAK GELİN’ sözcüklerini anlatıyor.(*)
Ancak elimde net ve tartışmasız nihai kanıt henüz yok. Ben yaşlandım, tekrar Mısıra gitmem
gerekiyor ancak zamanım olmayabilir, gelecek nesillere de ipuçlarını bu kitaplarımda
gizlemeden veriyorum. Her Müslüman bilimcinin asli ödevidir bu gerçeklerin de gerçeklerini,
enginliklerini araştırıp bulmak ve dinine ve insanlığa hizmet etmektir... Batılılar birçok stratejik
gerçekleri gizlemektedirler, Müslüman âleminde de bu yazıları okuyacak fert YOK!... henüz
uyanmadılar…
65. “Ya Musa, (asanı) sen mi atarsın yoksa önce atan biz mi olalım?” dediler.
66. (Musa): “Hayır, (siz) atın!” dedi. Böylece attıkları zaman onların İPLERİ VE ASALARI,
kendisine, onların sihirlerinden dolayı “hızla hareket ediyor, koşuyor” gibi göründü. Ayette
geçen ‘yuhayyelu’ hayal göstermek, göz yanıltmak, gerçek olmayan gibi anlamlardadır.
Mıknatıs üzerinde süperilerken malzeme olamaz ancak, kuvvetli, belki en az 8000 Gauss
mıknatıslar kullanıldığı veya gözü yanılgıya uğratan, şuuru etkileyen tütsü gibi şeyler kullanıldığı
mümkünümdür? Ancak antik Mısırda bulunan kalıntılarda asla böyle bir şeye de rastlanmadı.
Alüminyum oksit bileşiklerinden elde edilen, insan şuurunu etkileyen, halüsinasyonlar gösteren
gazlarımı kullandı? Bu tahminlerimi destekleyecek bir tek bulgu da yok kalıntılarda.
Unutmayalım, bu olay sabahın çok erken saatlerinde olmaktadır…
‘hızla hareket ediyor GİBİ GÖRÜNDÜ’ ifadesi de yine bir aldatmaca veya hologram veya Doppler
etkisi gibi göz yanıltıcı, temeli olmayan, realiteden uzak ve eğitimsiz insanları aldatan bir gösteri
olduğunu ortadadır. Asırlarca halkı bu tür soytarılıklarla esir edip kullanıyordu…
67. Bu sebeple Musa, kendinde bir korku hissetti.
Hz. Musa korktuğuna göre ortada ciddi bir sahne var demektir. Veya Hz. Musa’nın alışık
olmadığı bir durum var.
68. “Korkma! Muhakkak ki sen, sen üstünsün.” dedik.
Yüce ALLAH Musa ile devamlı rabıta halinde, her canlıyla olduğu gibi.
69. Ve SAĞ ELİNDEKİ ŞEYİ BIRAK (at), ONLARIN YAPTIĞI ŞEYLERİ YUTACAK. Onların yaptıkları
sadece sihirbazların yanıltıcı hilesidir ve sihirbazlar, nereden gelirse gelsinler, felâha (kurtuluşa)
eremezler.
Firavunun malzemelerinin alüminyum, altın veya gümüş olduğunu düşünelim. Musa’ya ‘sağ
elindekini bırak’ denmektedir, başka bir açıklama yok… Ancak sağ elinde ASA olduğunu bu
surenin en başında Tuva’dan ve Araf 107, 108, 109 suresinden biliyoruz… ASA 20 000 Gauss
mıknatıs da(**) olsa, alüminyumu, altını, gümüşü çekemez… Musa’nın sağ elindeki O şey o
malzemeleri nasıl yuttu? Ayette açıkça YUTACAK (telkaf) denmektedir… Asada yüksek vakum
vardı da vakum gücüyle mi çekip yuttu? ASA’NIN Anti-Gravitasyon oluşturduğu, yerçekimini
bir şeklinde izole eden bant yaptığından şüphem yok, ancak detayları nedir!?...
(*) bir kaç sene önce Mısırlı politik bir kuruluş ‘iktidara gelirsek piramitleri yıkacağız’ diye çığırıyorlardı!!!...
(**) günümüzde bu bizim için de imkânsızdır, sadece Talahasside/USA eksi 170 derecede 45 Tesla (45 000 Gauss) mıknatıs Lab koşullarında
yapıldı.
107
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
QUR’AN zanla, varsayımla, pembe uydurma masallarla anlaşılamaz ve anlatılamaz… Gerçekçi,
ayağı yere basan, bilimsel mantıkla, büyük akılla anlaşılır ve anlatılabilir… Bu konuda çok bilgim
olmasına rağmen hassasiyetimden dolayı daha fazla ileri gidemem, QUR’AN söz konusu olunca
kesinlik ve netlik olmalıdır.
ARAF suresinden kısaca 3 ayete başvuracağız; [ Bunun üzerine asasını atınca o açıkça bir YILAN
(ejderha) oldu. Ve elini çekip çıkardığı zaman bakanlar, onun BEYAZ (ışıklar saçar gibi beyaz
aydınlık) olduğunu (sabahın erken saatlerinde aydınlığını görebildiler). Firavun kavminden ileri
gelenler: “Bu gerçekten âlimdir, bilgin (çok iyi bilen) bir sihirbazdır.” dediler. Araf 107, 108, 109]
70. Bunun üzerine sihirbazlar secde ederek yere kapandılar. Biz: “Harun ve Musa'nın Rabbine
îmân ettik.” dediler. Ayetteki ‘succeden’ yüzükoyun çeneleri üzerine yere kapanmak demektir.
Bu resimde ki gibi:
71. (Firavun): “Size izin vermemden önce ona îmân mı ettiniz? Muhakkak ki o, gerçekten size
sihir öğreten, sizin büyüğünüzdür (ustanızdır). Bu durumda mutlaka sizin ellerinizi ve
ayaklarınızı çaprazlama keseceğim. Ve sizi mutlaka hurma ağacına asacağım. Ve böylece
hangimizin azabı daha şiddetli ve daha kalıcı (imiş) gerçekten bileceksiniz.” dedi.
72. “Bize gelen mucizeler karşısında asla seni tercih etmeyiz (üstün tutmayız). Çünkü bizi, O
yarattı. Bu durumda sen, yapacağını yap. Fakat sen, ancak bu dünya hayatında yaparsın.”
dediler.
73. Muhakkak ki biz, hatalarımızı ve O’na karşı sihirden bize zorla (istemeyerek) yaptırdığın
şeylerden (dolayı) bizi, mağfiret etsin (affetsin ve bir daha o çirkin suçları yapmayacağımız için
günahlarımızı sevaba çevirsin) diye Rabbimize îmân ettik. Ve Allah, daha hayırlıdır ve daha
bâkidir (devamlı, kesintisiz hayat sahibidir).
108
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
74. Muhakkak ki kim Rabbine suçlu olarak gelirse, o takdirde mutlaka cehennem onun içindir.
Orada ne ölür, ne yaşar.
75. Ve kim salih ameller (icatlar, keşfiler, ilaçlar, insanlığa faydalı olan her tür işler) yapmışsa ve
O'na (Allah'a) mü'min (samimiyetle inanmış) olarak gelirse o zaman işte onlar, onlar için yüksek
dereceler vardır.
76. İçinde ebedî kalacakları, alt tarafından nehirler akan ADN cennetleri vardır. Ve işte bu,
tezkiye (temizlenmiş, olur belgesi, geçerlidir veya hak sahibidir vesikası) olanların (faydalı
çalışmalar yapanların) mükâfatıdır.
77. Ve andolsun ki Biz, Musa’ya vahyettik ki “Kullarımla GECE (yola) çıkıp yürü! Sonra da
vurarak onlar için kuru bir yol aç! (Firavunun size) yetişmesinden korkma ve endişe etme!”.
Neden GECE yola çıkmayı şart ve ön planda tuttu? Bu kuru yol, Anti-Gravitasyon geçit gecemi
açılıyordu? Bir diğer açıdan düşünürsek ki, şahsi kanaatimdir; epifiz bezinin sadece gece ürettiği
melatonin henüz esaretten kurtulmuş halkın daha olumlu düşünmesi ve dinamik olması,
Musa’ya karşı asilik yapmaması içindir. Negatif düşüncelere saplanıp koyun sürüleri gibi
dağılmasınlar diye yeterli miktarda melatonine ihtiyaçları var… (*)
Bu, geceleyin kuru yol, Anti-Gravitasyon konusunu ulaşabildiğim kadarıyla açıklamak çok
önemlidir. Üst düzeyde bilimsel güvenilir, tatminkâr bir açıklamam var ancak kesin Lab
deneylerini yapamadığım için yazmanın bir anlamı olamaz…
ASA çok şeyi açıklayabilir, ancak ASANIN detayı hakkında da en küçük bir bilgimiz henüz YOK.
Benim için işin en can alıcı tarafı: ASA Musa’da peygamber olmadan önce de vardı. Musa da
erken gençliğinde Mısırda yaşadı ve sonra firar etti. Tuva’da Yüce ALLAH peygamberlikle
ödüllendirdi… TUVA Asya’da Himalayalar kuzeyinde küçük bir Türk ülkesidir ve günümüzde
de Sincan, Sincistan denilen yörelerde MUSA çalısı diye O meşhur çalıyı anmaktadırlar…
[Muhakkak ki Ben, Ben senin Rabbinim. Şimdi ÇIKAR PABUÇLARINI HEMEN. Şüphesiz sen,
mukaddes vadi Tuva'dasın. Ta-Ha 12]
Dünyada bir tane TUVA vardır… Ancak, hayatı boyunca kasabasından çıkmamış, tekke
köşelerinde QUR’AN meal eden hazretler(!) Tuva diye Mısır topraklarında küçük bir vadi
olduğunu ZAN ederler. Oysa Hz. Musa İsrailoğulları’nı kurtardıktan sonra (**) ilk dinlenme
yerine ‘Tuva’ diye isim vermesinin nedeni ilk peygamberliği aldığı yer olan Himalayanlardaki
TUVA’YA olan hürmetinden, saygısından dolayı bu isimi verdi…
(*) Tevrat’ta açıkça yazar esaretten kurtulan bu milletin Hz. Musa’ya karşı asiliklerini… Hatta Hz. Musa Yüce ALLAHA “benim adımı
peygamberlik defterinde sil, yeter ki beni bu ensesi kalın olan kavimden kurtar“ demektedir. İsrailoğulları firavunun baskısından öylesine
deforme olmuşlar ki: gerçekten melatonine, serotonine hayati derecede ihtiyaçları var. QUR’AN ve Tevrat bunu da açıkça yazar..
(**) Sormak gerekir; Hz. Musa’nın ne işi vardı binlerce mil uzakta Himalayalarda? Dönüşte de Medyen’e geldi, Hazar denizi Güney
batısındadır. NEDEN?.... Ta-Ha ve Tuva adli kitaplarımızda açıklamaya çalışıyoruz.
109
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
QUR’AN anlamak için okunur… Açıp birazcık baksalar dünya haritası diye bir şey var,
beğenmedikleri gâvurlar yapmışlar, Tuva neredeymiş görsünler.
Hz. Musa’nın elinin ışıklar saçan, ortalığı aydınlatan, etrafı beyazlatacak tekniği varsa, gece yola
çıkmak Musa ve kavmi için daha avantajlıdır. Çünkü bu avantaj Firavunda yok.
Fakat denizde kuru yol !!!... Âlim olan ALLAH dilerse bu bilimsel gizemi de bir gün bulacağız. (*)
Çok kısa değineceğim; neden ‘Ey Musa şimdi (artık) ÇIKAR PABUÇLARINI HEMEN, çünkü sen
kutsal vadi Tuvadasin’ denildi? (**)
Çünkü yanan (ışıklar saçan) çalıdan (O çalı filan değildir) gelen ışınlar (radiant, yansıyan enerji)
Musa’nın vücudunda depolanmadan toprağa akması içindi…
78. Böylece firavun ordusuyla onları takip etti. Bunun üzerine deniz, onların üzerine öyle bir
kapanışla kapandı ki, onları (tamamen) örterek kapladı. (***)
79. Ve firavun, kavmini dalâlette bıraktı ve (kavmini) hidayete ulaşmaktan men etti.
Bu, kısa, ancak çok gerekli olduğu için başvurduğum verilerden sonra asıl konumuza devam
edeceğiz;
(*) Göreyim ki 100 adet Müslüman Hz. Muhammed’in çizdiği O muhteşem yolda samimiyetle Müslüman Müslümanıdır; ayni gün bu sırları
dökeceğim ortaya… Benimle gitmesin mezara diye çırpındım… Aradım 70 senedir, aradım 47 ülkede…
(**) Utanmaz herifler! QUR’AN meal-tefsirlerinde de “ Musa’nın pabuçları eşek derisindenmiş te ayıp olmasın diye ALLAH pabuçlarını
çıkarttırmış !!!...” diye QUR’AN meal,- tefsir ederler. Merak eden açar bakar tefsirlere… En güzel gözlü eşeği de yaratan ALLAH değilimdir, öyle
olsa bile, neden ayıp olsun ki? Eşek derisinden pabuç yapan bir insan!!!... Gören, bilen, tanışan oldu mu?
(***) Bu 78. Ayetin içeriğinde oldukça ciddi engin çalışmalarım var olmaya var ancak bilimsel net tabana oturtmadan yazmanın anlamsız olacağı
kanaatindeyim. Gelecek nesillerde belki daha doğrusunu bulacak ve insanlığa hizmet edecekler olacaktır. En azından onların önüne set
yapmayayım düşünceleriyle benim bulgularım henüz bilimsel tabana oturmadığı için az da olsa değinmek yersiz olur.
110
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
MISIR HANEDANLIKLARI VE HİKSOSLAR
Dünyamızda, tarihleri hakkında en az bilinen gizemli yer elbette 30 000 seneye ulaşan
Mahabharata verileri ve Mısır hanedanlığıdır. Hanedanlık Mısırı da tahmini başlangıcı M.Ö
3500ler gibi görünüyor. Her yeni bulgu bu rakamları bir şekilde değiştirmektedir. Gerçek
kaynağın adresi nerden bakarsak bakalım, Hiksoslar’ı ve Hindistan’ı göstermektedir. Yeni
bulgularla daha çok içinden çıkılmaz karmaşalara gireceğimiz de kesindir. Hamd olsun ki
elimizde QUR’AN var…
Daha ilginç bir kanıtta, binlerce sene önce Asya’da Ön Türklerden kalma, kasıtlı olarak
öğretilmeyen, yayınlanmayan bu taşa işlenmiş kültürel simgelerdir.
Haç ve yedi mum şamdanı; Yahudilerin olduğu zan edilen ve kutsallık için kullanılan 7 mum
tutucu şamdan sadece KEHFİ ve Er-RAKİM ekibinin 7 genç astrofizikçi mühendislerinin
anılarına atfen kült haline gelmiş ve Yahudilere de Ataları olan Ön Türklerden ithal edilmiştir.
Henüz Hz. İbrahim dahi dogmadan asırlar önce Uygur topraklarında kayaya resmedilmiş bu yedi
şamdan ve haç figürleri KEHF ve RAKİM ekibinin anılarına atfen icat edilmiş ve asırlarca önce
Türkler tarafından kullanılmış ve zaman sonra torunların torunları olan Yahudilere intikal
etmiştir.
Yedi Tuğ, eski Türklerde AT ya da ÖKÜZ kuyruğundan yapılan yedi tuğlu kutsal bayraktır.
Asla unutmamak gerekir;
Türklüğüne yabancılaşmış olan her ferdin Türk Milletine verebilecekleri sadece, sefalet ve
acıdır. Türklüğüne yabancılaşmış kimsenin Müslümanlığı sahtedir, yalandır, riyadır…
Çünkü yaratılmışların, seçilmişlerin en kutsalı Türklerdir…
111
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Özellikle Yahudilerin LEVİ soyu DNA Genetik soy araştırılması ile açıkça ortaya çıkacaktır Türk
asıllı oldukları. LEVİ soyu Hz. Yakup’tan sonra gelen bütün peygamberlerin geldiği genetik
zincirdir.
Ön Türklerin, günümüzde de Asya’da yaşayan Türklerin kutsal değerleri;
BOZ KURT,
ŞAHİN KUŞU,
MAVİ RENKTİR,
ALTIGEN, ALTI KÖŞELİ ÇOLPAN YILDIZI, TEMUR KAZIK,
YEDİ ŞAMDAN…
Sokar, Osirisin kutsal manifestosunda şahin…
Bu kutsal değerleri sezdirmeden Türklerin elinden almak ve uyutmak için her yol denendi ve
günümüzdeki Türklerde başkalaşım everesine girdiler…
Müslümanların Hz. Muhammedin getirdiği harika dine değil, Emevi Abbasî uydurulmuş dinin
tekeline girmeyi yeğledikleri gibi.
112
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Barbaros Hayrettin Paşanın sancağındaki ayet; ["Allah'tan bir yardım ve yakın bir fetih vardır.
Mü'minlere müjde ver" KURAN/Saff /13.]
Uyuyan ve uyutulan Müslüman Türklerin dikkatine sunuyorum. Asla unutmamak gerekir;
Türklüğüne yabancılaşmış olanların, Türk Milletine verebilecekleri sadece, sefalet ve acıdır.
Altı köşeli Çolpan Yıldızı, (günümüzde de Davud yıldızı denmektedir!!!) Türk, Altay, Moğol ve
Buryat mitolojilerinde Gezegenler Tanrısı demektir. Colman, Çolbun, Çolmun, Çulban,
Çolman ve Moğolcada Solbon, Solbun, Sulban olarak da bilinir.
Davut peygamberin bu altı köşeli yıldızdan haberi bile yoktu, nereden Davut yıldızı oluyor ki?
Varmıdır tarihi bir belge veya kanıt? Elbette yoktur… Davut peygamberin Urya isimli
hanımından doğan çok akıllı ve adil olan oğlu Peygamber Süleyman mühür olarak kullandı…
113
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Üsküdar Gülnuş Emetullah valide Sultan Camisinin girişindeki kapıda Süleyman mührü.
Uyuyan ve uyutulan ithal edilmiş tarihlerle kimlikleri yok edilmiş Müslüman Türklerin dikkatine sunuyorum. (*)
Ön Türk Tarihlerinde iç içe geçmiş iki üçgenden oluşan bu altıgen (**) yıldızın ''Yaratan ve
yaratılanı” temsil eder. Ön Türk boylarında bu altı köşeli yıldız ''Temur Kazık'' yani Kuzey
yıldızını simgelemektedir. Daha sonra bu yıldızın adı, bazı Türk boylarınca ''Çolpan Yıldızı''
olarak adlandırılmıştır. Çolpan Yıldızı, tüm Türk boylarınca, Yaradan Tanrı'nın bir lütfu ve
kendilerinin yol göstericisi olarak kabul edilmiş ve ''Temur Kazık'' yani kırmızı renkli (***) sabit
yıldız olarak isimlendirmişlerdir.
MÖ 1400′lerde Firavun Tuthmosis-4 ile başlayarak, bin yıllar boyunca Sfenksi restore etmek için
birçok çalışmalar yapılmıştır. Bu restorasyonlarda Sfenks’in orijinal şeklinin bozularak Kefren’ in
yüzünün ilk yapıldığında koyu kırmızıya boyanmış olduğunu da bugün kesinlikle biliyoruz.
Kefren orijinalini yıktırıp kendi yüzünü yaptırdı ve koyu kırmızıya boyattı.
(*) Lisanlarımız, Kutsal değerlerimiz, Bozkurt’umuz, Renklerimiz, Şahsiyetlerimiz, Tarihlerimiz, Atalarımızın bilimsel çalışmaları, matematiğin
temelleri, Sembollerimiz, gerçek DİN inancımız çalınmışta haberimiz mi yok!!!... İthal edilmiş, özel yöntemlerle hazırlanmış tarih ve ders kitapları
ile, başkalaşım evrelerinde de kaplumbağaya bile yetişilmez…
(**) benim kesin inancım ve birçok nedenden dolayı tespitimdir: Yüce ALLAH yerleri ve gökleri 6 günde yarattı ifadesinin sembole dönüşmüş
halidir bu altıgen. 3 numaralı kitabımızda açıklamaya çalıştık.
(***) Giza Sfenksinin baş kısmının (yüzünün) değiştirildikten sonra ilk renginin de Firavun Kefren tarafından kırmızıya boyandığını kesin verilerle
biliyoruz.
114
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
M.Ö 500lerde Budist rahiplerinin kullandığı dua kutusu.
Kendi bozkurt kutsal değerlerine arkasını dönüp hor bakan, ancak Romus ve Romulus yalanına
da taparcasına meftun olan yeni bir nesil mi geldi?
Romus ve Romulus anıları Asya’nın enginliklerinden Anadolu’dan göç eden Etrüsklerle İtalya’ya
getirilmiştir…
Uyuyan, uyutulan Türklere!
Günümüzdeki birçok bilimciler gibi, Yunan tarihçi Herodot’a göre de Etrüskler Lidya’dan
İtalya’ya göç etmişlerdir, bunun yanı sıra pek çok tarihçi de Etrüskler ile doğu uygarlıklarının
adetleri arasında doğrudan bağ kurmaktadır. Bu sebeplerden dolayı Etrüsklerin kökeninin Doğu
uygarlıklarına dayandığını kanıtlarıyla savunurlar. Etrüsklerin kökeni hakkında yapılan en yeni
çalışma 2004 yılında çeşitli İtalyan üniversitelerinden gelen bir grup genetik bilimci tarafından
yapılmıştır.
Bu araştırma çerçevesinde MÖ 7-3 yüzyıllar arasında yaşamış Etrüsklere ait 80 iskeletten alınan
DNA örnekleri alınarak çok titiz bir çalışma ile günümüzde yaşayan çeşitli milletlere ait DNA’lar
ile karşılaştırılmıştır.
115
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Sonuç olarak Etrüsklerin genetiğinin diğer milletlere göre en çok bugünkü Anadolu Türkleri ile
yakınlık gösterdiği netlikle ortaya konulmuştur. (Vernesi et al. 2004).
Eski Yunan efsanelerinde de sıkça anlatıldığı gibi bu durum antik çağda Anadolu’dan İtalyan
yarımadasına yapılan göçlerle açıklanmıştır.
Tarihin hiç bir sayfasından Romalılara ait Romus-Romulus şeklinde anı veya hatıra yoktur. Bu
İtalya’ya Türk yurtlarından getirilen ve zamanla da Romanın benimsediği, çaldığı ve tekrar
başkalaşım sevdası içindeki Türklere ihraç ettiği hikâyedir.
Kuzey Hindistan rahiplerinden esinlenen antik Roma senatörlerinin giydiği ihram denen beyaz
giysi, Arabistan’a da ihraç edilmiş ve hac görevini yapan hacılar tarafından günümüzde de
kullanılır… Hem de beyaz rengiyle… Kaynağın adresi yine Hindistan’dır!
Oldukça geniş bir alandan faydalanarak gerçek hedefimize devam edelim:
[Ve sana kitaptan vahiy ettiğimiz, ONLARIN ELLERİNDEKİNİ TASDİK EDEN GERÇEKTİR.
Muhakkak ki Allah, kullarından mutlaka haberdar olandır, görendir. Fatır 31]
Tevrat bozulmuş olsaydı Yüce ALLAH QUR’AN’INDA bozuk şeyi tasdik eder miydi? Diye
sormazlar mı? Tevrat okuyan şahıs Yahudi’mi oluyor?
[ " (Resulüm onlara) de ki: eğer doğru söyleyen (bilinçli, bilgin) kimselerseniz, BU İKİSİNDEN
DAHA DOĞRU KİTAP getirin Allah tarafından da, ben ona uyayım. " Kasas 49]
1400 senedir bu şarlatan hazretlerde(!) bu ayeti hem okur hem de ‘Allah bilmez canım, nerden
bilecek ki Tevrat çoktan bozuldu, çünkü benim keyfim böyle istemektedir’ demektedirler.
İşte dine yapılan en büyük ihanetlerden birisi de budur… Bu gezegende hiç bir fert Tevrat’ı ve
İncili anlamak için okumadıkça Qur’an’ı asla anlayamayacaktır. İşte yüzlercesinden bir kanıt
Kasas 49 ayetidir.
[Ve sana (onların) ellerindeki kitapları tasdik edici (doğrulayıcı) ve onu koruyucu olarak bu
Kitab'ı hakk ile indirdik. Artık onların aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana Hakk'tan
gelenden ayrılıp da onların hevâlarına (insan icadı safsatalara) uyma. Sizden hepiniz için bir
şeriat ve AÇIK BİR YOL (*) BELİRLEMİŞTİK. Ve Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı.
Ancak bu sizi, verdikleri ile imtihan (denemek) içindir. O HALDE HAYIRLI (faydalı işler yapmak
için) YARIŞIN! Sizin hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri,
size haber verecek. Maide 48]
Bu ayetleri haşa! ben yazmadım, Yüce ALLAH’IN QUR’AN’I yazmaktadır…
(*) Ayette geçen ‘minhâcen’ AÇIK BİR TEK YOL demektir, yani ‘BİR TEK YOL’ demektir… Bu sözcüğü de tarikatçılık olarak ta algıladılar. Yüzlerce
YOL icat ettiler… BİR TEK YOL YÜCE ALLAHA götürebilir… diğerleri!!!....
116
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Bu maskara hazretlerin(!) QUR’AN’I anlamadan ‘belki de anlamak istemiyorlar(!)’ sadece
ezberleyip para kazanmak için araç olarak kullandıkları, insanlar arasında QUR’AN anlaşılmasın
diye uydurulmuş pembe masallarla ayrılıklar, düşmanlıklar yarattıklarına da tanık olduk…
Benim saf ve hanif olan amacım nedir diye sorarlarsa, teknik anlamda yegâne hedefim; Tevrat
ve İncil’e inananları QUR’AN’IN içinde eritmektir. Tevrat ve İncili onların elinden almaktır…
Benim kişisel hedefim, dinler arası diyalog şarlatanlığı değil, diğer bütün dinleri QUR’AN’IN
içinde şekillendirmektir. Çünkü QUR’AN bana bunu emrediyor… Ve ben, Buharalı Türk bunu
yapacak hüccetteyim, güçte ve bilgi sahibiyim… Hayatımı tereddütsüz bu amaç için
harcadım… Ne olurdu! Bu ince ancak en önemli noktayı 1400 senedir anlayabilselerdi…
Umarım bundan sonra anlarlar…
QUR’AN’IN tam tersini yapmış, bilime felsefeye üretime, icat etmeye düşman olmuş, insanlar
arasında ayrılıklar oluşturmuşlardır. Kasas 49 ayeti: [ " (Resulüm onlara) de ki: eğer doğru
söyleyen (bilinçli, bilgin) kimselerseniz, BU İKİSİNDEN DAHA DOĞRU KİTAP getirin Allah
tarafından da, ben ona uyayım. ] Yüce ALLAH bunu emrediyor bu hazretlerde tam tersini
yapıyor…
Soralım: bunun adı şirk değildir de nedir? Yüce ALLAH QUR’AN’DA ‘BU İKİSİNDEN DAHA DOĞRU
KİTAP’ diye emrediyor, bu maskaralarda Tevrat bozuldu diye yaygara koparıyorlar. Nedenini 3
numaralı kitabımızda açıklıyoruz.
Felsefi ve bilimsel alanda amacım ve hedefim, aynı kültür, aynı lisan kökünden, aynı edebiyat
yapısıyla gelen QUR’AN’IN Tevrat ve İncil’de neyi tamamladığını anlamak ve insanlığa faydalı
olabildiğimce faydalı olmaktır. Tevrat ve İncili Yüce QUR’AN’IN içinde eritmektir…
ABD de kiliselerdeki konferanslarımda iki papaz bilinçli olarak, idrak ederek Müslüman oldu…
Bunları ben Müslüman yapmadım, haşa ve haşa… Ben kimseyi Müslüman yapamam… Bunu
sadece ALLAH yapabilir…
Neden Tevrat ve İncil bozuldu diye Müslümanlar frenlendi? Bunu 3 numaralı kitabımızda açıkça
bulacaklardır…
Konumuza devam edelim;
117
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
BÜYÜK AKILLA ÇÖZÜLMESİ GEREKEN
SON DERECE ÖNEMLİ, SON DERECE CİDDİ GİZEMLER VAR KARŞIMIZDA
Kendisini de yaratan Yüce ALLAHA rakip gören Tuthankamon çocuk yaştayken nereden
esinlendi de kendisini mükemmel tanrı olarak tanımladı veya birileri TutANKHamonu
mükemmel tanrı olarak etrafa reklam etti bilemiyoruz.
Oysa QUR’AN [Allah, Sübhan'dır (anlamı: bütün noksanlıklardan münezzehtir, en
mükemmeldir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir. Qur’an/Isra/1.]
Ve Tuthankamon kendisini iki arazilerin, iki ayrı yerlerin, iki ayrı toprakların efendisi, tanrısı
ilan etti. Henüz 19 yaşından küçük, GEN bozukluğu, ciddi sakatlıkları var, akli dengesini
bilemem!...
Oysa QUR’AN;
[Ve muhakkak ki, Şi-Ra'nın (Şi-Ra Yıldızı'nın) Rabbi de O'dur. QUR’AN/Necm 49]
[O, iki doğunun da RAbbidir ve iki batının da RAbbidir. QUR’AN/ RAHMAN 17]
Genç TuthANKHamon kendisini hem mükemmel tanrı, hem bu dünyanın ve Şİ-RA gezegeninin
tanrısı mı zan etti acaba? Günümüzde de her köşede bolca bulunan cennete bilet verenler gibi…
Bir insan, kral, hükümdar, ne kadar güçlü hükümran olursa olsun; nasıl bir hayale kapılır da “ben
iki yerlerin ve iki ayrı toprakların mükemmel, eksiksiz (gibi anlamlar içeren sözcükle)
tanrısıyım“ diyebilir? Kimler bu genci manipüle etti de iki ayrı toprakların mükemmel tanrısı
olduğunu zan ettirecek kadar hasta ettiler? Oysa babası Akhenaton tek tanrı inancını
yerleştirmeye çalıştı…
Hatırlayalım, Ta-Ha ve Araf surelerinde Musa ile Firavunun diyaloglarını. Musa onlara gerçeği
öğrettikçe Musa’dan RABBIMIZ hakkında öğrendiklerini kullanarak kendisinin tanrı olduğunu
hayal edip, yarım yamalak kopya bilgilerle halkını ve kendisini helak etti…
Nasıl bir şey etken oldu da kendisini tanrı ilan edebildi? Bu sorunun cevabını mutlaka bulmalıyız.
Firavunun LSD mi içti, marihuanama içme gibi herhangi bir alışkanlığına ait kanıt ta bulunamadı.
DMT (Dimethyltryptamine) hormonlarımı yükseldi bilinmez ancak ortada garip ve gerçek olan
çok önemli veriler var… Ve biz bu çarpıklıkların kaynağını mutlaka bulup doğrusunu aydınlığa
çıkaracağız…
TutANKHamuna, özellikle babasına veya dedesine başka milletlerden, birçok başka
kaynaklardan birtakım bilgiler geldi gelmesine, ne yazık ki kâhinlerin de oyunlarıyla bu bilgileri
başka menfaatler için işportaya düşürüp firavunları tanrı olma hastalığına yakalattılar. Fakat
aklıma takılan en önemli soru: 19 yaşında öldüğüne göre daha erken yaşlarında bir genç nasıl bu
kadar pervasızca tanrılık saplantısına kapılabilir? Üstelik babası tek tanrı inancını yerleştirmeye
çalıştı. Bu noktada acımasızca ilk suçlayacağım elbette ki kâhinlerdir…
118
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Bire-bir günümüzdeki hadismatikçilerin uydurma masallarıyla din tacirliği yapıp, insanlar
üzerinde hükümranlık kurdukları gibi, sömürdükleri gibi… Günümüzde de binlercesi vardır ve
aramızda yaşamaktadırlar. Din tacirleri, şeyh denen hazretlerin, kendilerine ulaşmadan asla
ALLAHA ulaşılamayacağını boşluklar içindeki insanlara manipüle ettikleri gibi.
Bu soruların ayrıntılı cevaplarına yaklaştığımız zaman, işlerinde ehil olan astrofizikçi KEHFİ ve
Er-RAKİM ekiplerinin gizemlerinin büyük bir bölümü de gün yüzüne çıkacaktır.
Ancak çok daha önemli bir diğer konu var önümüzde; neden KEHF suresinde Zulkarneyn de (iki
boynuzlu) anlatılmaktadır? Neden aynı surede anlatılmaktadır?
Âlim olan ALLAHIMA Hamd olsun bunu da kesinlikle çözdük ve ömrüm yeterse yazacağım.
Şimdi dikkatle devam edelim:
119
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
FİRAVUN TEKRAR GÖKLERE ÇIKMAK İSTİYOR!
Firavun göklere çıkabilme cesaretini, yüksek bir kuleyle göklere ulaşabileceği gibi bir çılgınlığı,
bu çılgın fikre nereden saplandı; daha önce açıklamıştık. Devam edelim;
[Ve andolsun ki; ayetlerimizin (yarattıklarımız, olaylar, şeyler, evrendeki istisnasız her şey
ayettir, Allah’ın yarattığı ayetlerdir) HEPSİNİ, ONA GÖSTERDİK. Buna rağmen yalanladı ve
(yalanında, asilikte) direndi. QUR’AN /Ta-Ha/ 56]
Kapılar yeteri kadar aralandı; Firavun tekrar, yani ikinci kez, fakat bu sefer kendi başına göklere
çıkmak istemesinin asıl nedeni daha önce çıkarılmış olmasıdır. Bunu da QUR’AN açıkça
yazmaktadır. Daha önce de başka yöntemlerle göklere çıkarıldığı, göklerdeki olağan üstü
harikaları, detayları gördüğü veya hologramla gösterildiği bu ayette açıkça belirtilmektedir.
Dolayısıyla kendine; Hz. İb-RA-Him, veya Hz. Yusuf veya Hz. Musa tarafından bizzat karşı
karşıya geldiklerinde olan diyaloglarında ve asırlar öncesinden de Doğudan, Sümerler ve diğer
kaynaklardan kendisine kadar gelen yeni bilgilere kendi menfaatlerine ters düştüğü için
gördüklerine inanmamakta (Buna rağmen yalanladı) ve tekrar çıkmak istemektedir. (*)
Endişeli korkusu;
1) Tanrılık koltuğu, muhteşem bir saltanat elden gidecek, sonsuz yaşam hayalleri bitecekti.
2) Neden hileye başvurduğu ise: hologram gibi bir ortam hazırlandı veya gösterildi ve gördükleri
gerçekti ancak anlam veremedi veya hayal olduğunu zan etti ve hileye başvurdu, samimiyeti
terk etti, imtihanı kaybetti ve iblise dost oldu…
Bu ayetten anlıyoruz ki LDS, marihuana veya DMT gibi şeylerin müptelası değilmiş…
Şimdi biraz olsun anlaşıldı ki; Firavun neden göklere tekrar çıkmak istediğini ve yüksek bir rasat
yeri yapılması için etrafına emriler yağdırdığı. Rasat yeri için de ıslak toprakları pişirerek,
çamurdan tuğla gibi bir malzemenin kullanılması gerektiğini de ihmal etmeyen imalat
mühendisi oluveriyor.
Bu yüksek kule, toplam yüksekliği 147 metre olan rasat yeri büyük PİRAMİT olmasın?
Firavunların ölümden sonra, kendilerine özgü saplantıları doğrultusunda tekrar dirilme ve
sonsuz bir yaşama kavuşmak gibi sonsuz yaşam gerçeğini kesinlikle bilmesinin temelinde
yatan yegâne gerçek sebep QUR’AN/Ta-Ha/56, KEHF ve Er-RAKİM ekibinin 309 sene uyuyup
sonra yaşama döndükleri (Sümer krallarının onbinlerce sene yaşadıklarını da biliyor) hakkında
bilgi sahibi olmalarından kaynaklanmaktadır.
Çünkü FiRAvun ilk sorusu “öyleyse geçmiş milletlerin hali nedir, bana onlardan haber ver”
olmuştu. Beni de bu harika araştırmalara ulaştıran sorulardan biri de bu sinsi soru olmuştur.
(*) Hatırlayalım Firavun Hz. Musa’ya sormuştu: O halde geçmiş milletlerin hali nedir? Bu sinsi sorudan asıl amacı, KEHF hakkında daha engin
bilgiler edinmektir.
120
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Bu, hastalıklı saplantılarının da tek ve yegâne sebebi ve kanıtı da binlerce senedir önlerinde
duran YAŞAYAN CANLI GÖRÜNTÜ, YAŞAYAN CANLI HEYKEL YANİ, SFENKSDİR.
Onbinlerce senedir uyuyan, binlerce sorunun gerçek cevaplarına bu adımlardan sonra
ulaşacağız.
Bu gezegende Kehf ve Er-Rakim ekibi hakkında ve ölümden sonra sonsuz bir yaşamın olduğunu
eksikleriyle öğrenen ve özenen öncelikle Firavunlar olduğunu da görmekteyim.
Tarihler aksini kanıtlayana kadar, gördüm ki başkaca hiç bir milletin kralı bu hastalığa
yakalanmamış.
Çünkü Yüce ALLAH açıkça [Ve andolsun ki; ayetlerimizin HEPSİNİ, ONA (Firavuna) GÖSTERDİK.]
demektedir.
Bu sayfalara kadar birçok yardımcı bilgilerle geldik. Umarım, bu satırlardan sonra binlerce
asırlık tarih aydınlanacaktır, lütfen izleyelim…
121
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
SEVGİLİ MUSA’NIN HARİKALAR YAPAN ASASINDAN FİRAVUNDA ESİNLENDİ Kİ,
ALDI SAĞ ELİNE ALTIN İMALATI BİR ASA:
Hz. Musa henüz peygamber olmadan önce elinde müthiş gizemleri olan O meşhur ASA vardı…
Bu ASA Firavunu da dize getirdi, denizde Anti-Gravitasyon yol yaptı daha neler kim bilir…
[Ve O nedir SAĞ ELİNDEKİ ey Musa? “O benim ASAMDIR, ben ona dayanırım (yaslanırım). Ve
onunla koyunlarımın üzerine yaprak silkelerim. Benim için onda daha başka menfaatler
(hacetler, faydalar) da vardır.” dedi. KURAN/Ta-Ha/17.18]
Hz. Musa’nın O harikalar yapan ASASI firavunu öylesine etkilemiş ki; kerametin ASADA olduğuna
hükmetmiş, Anubis başlığını da giymiş ve almış sağ eline altından imal edilmiş bir ASA…
Bu asayı eski Hint’te, Sümerler, Hititlerde de görmekteyiz, asalarının tepesinde de EPİFİZ bezi
benzeri çam kozalağı ile! Epifiz bezi, çam kozalağını Osiris elindeki ASA’DA görüyoruz.
ASA, firavunlar hanedanlıklarında (Sümerlerde de) da her zaman, hükümranlığın, gücün,
kutsallığın sembolü olarak elit kesimin elindedir.
Ayetteki ilk iki cümledeki ‘ona yaslanırım ve yaprak silkelerim’ sözcükler öncelikle ve özellikle
M.S 6. Yüzyıldaki kültüre hitap eder. Bu QUR’AN’IN en önemli özelliklerinden biridir.
122
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Asya’dan gelen Hiksoslardan hanedanlık öncesi Mısıra kadar ulaşan bilgiler ne kadar tahrif edildi
bilinmez. Ancak hanedanlık kurulmadan önce de KEHF hakkında Mısır halklarına ve krallarına
kadar ulaşan anılar, bilgiler, asırlarca farklı lisanlardan başka lisanlara geçişlerde ne kadar
eksilmeler ve eklerle abartılmışsalar da yine de bir şekilde O bilgilerin, O anıların sahibiydiler.
Hemen her orta doğu ve doğu kültürlerinde olagelen yedi uyurlar masalları gibi. Çünkü farklı da
olsa her anlatılan hikayelerin, anıların yegâne kanıtı SFENKS hemen önlerindeydi…
Kehf ve Rakim ekibinin serüvenleri her kültürdeki masallar aynı ancak farklı renklerle, farklı
çerçevelerde ve farklı mekânlarda olduğudur. Bu masallar bize fayda sağlamaz…
Önemli birkaç örnek: Efes’in yedi uyurlarının sayısı Grek-Batı geleneğinde de yedi olarak
tarihlenmiştir. Jacques Sarug’a dayandırılan ve Süryanice yazılan vaazda ise bu sayı sekiz olup,
isimleri Hıristiyan kaynaklarında farklı olarak anılmıştır. Belki köpeklerini canlı bir varlık
olmasından dolayı yedi kişiye ekleyerek sayıyı yedi değil sekiz canlı varlık olarak kabul ettiler.
Çünkü KÖPEKLERİ çok, çok önemlidir. (*)
Qur’ân’da gençlerin adları hakkında bilgi verilmemektedir. Batıda yaygın olan uydurulmuş
hikâyelerde Ashabı Kehf; Maksimianos, Malkhos, Markianos, Loannes, Denis, Serapion ve
Konstantinos’tur.
Doğu kültlerinde ise bu adlar; Makselina, Yemeliha, Mernuş, Saznuş, Derbernuş, Meslina ve
Kefeştatayuş olarak geçer. Bütünüyle bu uydurmalar Talmut ve Kabala kaynaklıdır.
Bize kadar gelen hikâyeler ve arkeolojik verileri de elimizde tutarak en güvenilir kaynak olan
QUR’AN’IN ışığında devam edeceğiz.
Bu en önemli ipuçlarından birisi olan verileri kitabımızın hemen başında açıklamamdaki amacım,
okuyucularım her detaya bizzat şahit olsun ve konu detaylarıyla anlaşılsın istedim… Çünkü 47
ülkeyi gezmek, 2000den fazla kitabı karıştırmak her okuyucu için mümkün olamayabilir.
Duygusallıklardan uzak, akıllıca düşünürsek diyebilirim ki; asırlarca veya sonsuz yaşamaya olan
kesin inançları, fiziki ölümden sonra sonsuz hayata kavuşmanın mumyalanarak olabileceği
saplantıları Mısıra pat diye yağmurla veya çöl rüzgârlarıyla gelmedi.
QUR’AN gibi evrensel bir vahiy, Yüce ALLAHIN vahyi, hikâyelerle, masallarla tekke köşelerinde
de meal-tefsir edilemez. Sadece ve kesinlikle AKIL VE AKLIN YÖNETTİĞİ BİLİMLE anlaşılabilir.
(*) Benim tespitlerim; yön bulma (navgiation) kabiliyeti, yaratılışındaki duygusal ve duyusal alıcı sensorlerin kalitesi ve çokluğu, harika görme
yeteneği, yer tespit etme kararlılığı, sadakati ve kozmik frekanslara karşı algılama yetenekleriyle donanımlı yaratılmış hayvan BOZKURT’TUR.
QUR’AN mealcileri Ayrıca bu köpeğe de bir isim takmışlar ve KITMİR adıyla tarihe geçmiştir. (Ana Britannica, 1988:291)
En önemlisi de QUR’AN’DA KEHFİ VE ER-RAKİM anılarının sembol hayvani ASENA, BOZ KURT’TUR.
123
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
QUR’AN’I tefsir edeceğim diye ortaya çıkan maskaralar QUR’AN’I okumadılar galiba!
[Onlar (Mekkeliler), yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, onlardan öncekilerin akıbeti nasıl oldu,
baksınlar. Onlar yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından, kendilerinden (Mekkelilerden)
daha üstündüler. Fakat Allah, onları günahları sebebiyle aldı (yakaladı). Ve onlar için (onları),
Allah'a karşı koruyacak hiç kimse de olmadı. QUR’AN/ Mu’min 21]
[Onlar (kastedilen; Mekkeliler ve bütün insanlardır) yeryüzünde dolaşmadılar mı? Onlardan
öncekilerin akıbeti nasıl oldu baksınlar! Allah onları DUMURA UĞRATTI. Ve onun,
dumura uğrayacakların bir benzeri de kâfirler içindir. QUR’AN / Muhammed 10]
Bu ayette Yüce ALLAH bizim yeryüzünü gezebildiğimiz kadar gezmemizi, gezerek ve okuyarak
öğrenip insan insanı olmamızı istemektedir. Tekke köşelerinde oturup huuu çekerek
QUR’AN meal de edilemez, tefsir de edilmez.
QUR’AN tefsiri yapacağım diye karanlık dehlizlerde Emevi-Abbasî uydurma hayal ürünü
masalları QUR’AN’A mal etmekle de olmaz. Allah’ın hesabı çok çetindir!!!...
Hz. NUH’TAN sonra yaratılmış ve asilikleri nedeniyle moleküllerine veya atomlarına ayrılarak
bu hayattan tamamen silinmiş bir millet için şu ayeti kısaca okuyup, QUR’ANA kimler nasıl
tahribatlar yapmışlar daha aydınlatıcı NET bilgilerle kararı sizler verin;
[Böylece gerçek olarak (hak ettikleri) bir sayha (bu, çok düşük frekansta şok ses dalgaları
olabilir) onları aldı (yakaladı). ONLARI GUSA ETTİK (ZERRELERDEN DE KÜÇÜK TOZLAR
HALİNE GETİRDİK). Artık zalim kavim uzak olsun. QUR’AN / MU'MİNÛN/41]
Arapçada ‘Zerre’ sözcüğü gözle fark edilebilen çok küçük şeycikler, tozcuklar için kullanılır.
Fakat bu ayette geçen ‘Gusaen’ sözcüğü ise; gözle görülemeyen, maddenin, kütlenin en
küçük parçası demektir. Kısaca moleküller veya atomlar demektir.
Cealnâhum; yaptık, icra ettik, yerine getirdik, uyguladık, GUSAEN işini yapan şeyi icat ettik
veya icat ettiğimiz yöntemle GUSAEN yaptık gibi anlamları vardır.
“Fe cealnehum gusaen ” açıkça; biz onları moleküllerine veya atomlarına ayırma işlemini
yaptık, demektir.
Bakınız QUR’AN meallerine, GUSA kelimesini sadece, felaket tellallığı yaparcasına: helak,
yıkılma, öldürmek, yakma-yıkma gibi saçma sapan kelime karşılıkları ile yorumlar yaparlar ve
ayeti hedefinden saptırlar. Yani gerçeği gizlerler, gerçeği gizleyene, örtene ne denir
QUR’AN’DA?... Elbette Kâfir denilir…
Tekrar soralım; gerçeği gizleyene QUR’AN hangi unvanı vermektedir? ‘Kâfir’…
Tohumu toprağa gömen çiftçiye KÂFİR denilir, kelimenin asıl anlamı yani kökü budur. Çünkü
çiftçi tohumu toprağa gömerek gizlemektedir. Bu fiile Arapçada kâfir denilir.
124
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
[Ve onun, dumura uğrayacakların bir benzeri de kâfirler (*) içindir. QUR’AN /
Muhammed 10]
Bu ayet kimlere ihtardır?
Soralım: QUR’AN kiminle muhataptır?
Elbette, öncelikle ona inanıp okuyanla…
Sonra, inanmasa da bir şekilde okuyanla muhataptır…
QUR’AN meali yapacağım diye ortaya çıkan eline suratına bulaştırana, gerçeği bir şekilde
örtene QUR’AN ne der?
Kâfir der… Gerçeği örten, saklayan, gizleyen demektir…
[ Ve onun, DUMURA uğrayacakların (zerrelerden de küçük tozlar haline getirmek)
bir benzeri de kâfirler içindir. QUR’AN / Muhammed 10]
‘benzeri de kâfirler içindir’ ifadesi ‘neden Muhammed suresindedir’ diye sormak hiç mi
akıllarına gelmedi?... Bunun tesadüf olduğunu mu zan ederler?
Bu, beni de dehşetlere düşüren ayet Hz. Muhammedin milletini mi kast etmektedir?
QUR’AN kime vahiy edildi? Bu ayet kime hitap etmektedir? Bu ayetin muhatabı kimlerdir?
Rafta duran QUR’AN kiminle muhatap olabilir ki? QUR’AN öncelikle QUR’AN’I elinde tutanlar
tarafından ihanete uğramaktadır, yabancılar değil… Bu ihanetin canhıraş işgüzarlıklarla
yapıldığı da ortadadır.
Mevcut Müslümanların %10 kadarı QUR’AN’IN bizim öğrettiğimizin %1 miktarını adam gibi
anlasın, anladığını yaşasın ve yaşatsın, dünya cennet olur kanaatindeyim.
QUR’AN hiç kimsenin kızlarına koca, oğullarına iş bulmak, fal baktırmak, mezarlıklarda
okumak için değildir?
QUR’AN İNSAN İNSANI OLMAK İÇİN GÖNDERİLMİŞ MUHAFAZA EDİLEN LEVHADIR…
Rabbim dilerse ölmeden önce QUR’AN mealini-tefsirini tamamlarız. Şayet bu meal-tefsir de
hizaya getirmez ise:
[ Eğer O, dilerse sizi yok eder ve sizin yerinize yeni bir halk getirir. Bu ALLAH’A göre sözü
edilecek bir şey bile değildir. İbrahim 19-20]
Eğer O, dilerse sizi yok eder ve sizin yerinize yeni bir halk getirir.
Eğer O, dilerse sizi yok eder ve sizin yerinize yeni bir halk getirir.
Eğer O, dilerse sizi yok eder ve sizin yerinize yeni bir halk getirir.
Anladılar mı acaba?
(*) Bu ayette açıkça belirtilen kafirler kimlerdir? Ateistler değil, Yahudi ve Hristiyanlar, Mecusiler hiç değil. Bilerek veya bilmeyerek
QUR’AN’I, gerçeği, bilgiyi saklayanlardır, örtenlerdir. QUR’AN kiminle muhataptır? Elbette ona inanan ve okuyanla… Peki bu ayetteki
KAFİRLER ifadesi kimleri hedef almaktadır?
125
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
YAŞAYAN GÖRÜNTÜ - SFENKS
BİNALAR VE ÜZERİNE DE MUTLAKA MESCİT YAPACAĞIZ
En erken 12 000 sene kadar önce yapıldığı şimdilik kesinlik kazanırken YAŞAYAN GÖRÜNTÜ
(sfenks) hakkında hiç bir net bilgi bulunmamaktadır. Kimler ne zaman, ne amaçla yaptı bu
devasa tek parça kireç taşından heykel; bilinmiyor. ALLAHIN yardımıyla bunu bizler
bulacağız.
Bununla beraber, amaçları para kazanmak olan pek çok yazarçizer ve günümüz Mısırında
masal imal eden kâhin soyunun adamları tarafından üretilen bol bol senaryo yazarlar ancak
hiç biriside doğru değildir.
Sfenks, antik yunanda kültürel önem taşımıştır ve sfenks sözcük ismini de Yunancadan
almıştır. Yunanca Sphinks, Sfenks (*).
Sözcüğün gerçek kaynağı eski Mısır yerli lisanında ‘KEPES ANKH’ yani “YAŞAYAN CANLI
GÖRÜNTÜ, YAŞAYAN CANLI HEYKEL” anlamında ve ayrıca Arapça telaffuzu ‘ŞEŞEP ANKH’ dır.
Tutankamun isminin asıl açılımı, heceleri nasıldı? TUTH-ANKH-AMON.
Anlamı, Mükemmel Tanrı, iki Arazilerin Efendisi (Ntr-nfr, Neb-taui ) demektir ve okuma
şekli Arapça, İbranice gibi sağdan soladır.
İsminin ikinci hecesi ANKH yani YAŞAYAN CANLI GÖRÜNTÜ hanedanlık öncesi eski Mısırda da,
KEPES ANKH olarak bilinmekteydi. TutANKHamun’a YAŞAYAN GÖRÜNTÜ anlamında ANKH
unvanı verilmesinin nedeni eski Mısır Kıpti dilinden gelen Sfenksi kasteden sözcüktür.
KEPES ne anlamdadır bilinmiyor ancak çok yakın tahminim Arapça olmayan KEHF
sözcüğünün bir başka versiyonudur. Çünkü on binlerce senedir Mısır yerlileri ve çevre
milletler Sfenkse ‘KEPES ANKH’ demektedirler… Araplar da ‘KEHF, büyük oda’ anlamındaki
sözcüğe ‘mağara’ anlamını layık gördüler. Çünkü Arap kültürlerinde KEHF sözcüğü yoktu.
TUTH-ANKH-AMON adını sfenksin orijinal, on binlerce senelik unvanı olan ANKH’DAN aldı.
Arapça telaffuzu ‘ŞEŞEP ANKH’… Arapça olmamasına rağmen yine yaşayan canlı heykel,
yaşayan canlı görüntü anlamlarında dillerine ‘ŞEŞEP ANKH’ olarak girmiştir. Dinar
kelimesinin Arapçada hiç bir anlamı yoktur, Drahmi sözcüğünden gelir. Ancak yine de para
birimi olarak kullandıkları gibi. Elektrik sözcüğünün Türkçede hiç bir karşılığı ve anlamı
YOKTUR. Ancak O anlam kast edilerek kullanıldığı gibi.
KEHF sözcüğü de QUR’AN’LA Arapçada anlam kazanmıştır. Yine de ‘mağara’ diye yanlış
anlamışlar.
(*) Sfenks, boğazına kadar boğulma, boğazına kadar batmış gibi anlamlardadır. Sfenksi ilk gördüklerine boğazına kadar kumlara batmış bu
devasa heykele sfenks dediler.
126
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Fi-RA-Vun sözcüğü de hanedanlık kurulduğunda Mısır krallarına verilen yeni türetilmiş
sıradan bir unvandır. Zamanla da birileri tarafından tanrı konumunda olan şahıslara verilen
unvan oldu. Birleşik bir kelime olan Fi-RA-Vun isim değil, unvandır.
Eski model idareden Hanedanlık M.Ö 3800lerde kurulduğunda, Eski ve Orta krallıklarda
Firavun sözcüğü YOKTU. Hanedanlık başlangıcı birinci sülale, tarih olarak M.Ö 3100-2686
biliyoruz.
Firavun sözcüğü büyük salon, büyük oda anlamında 12 sülalede de sıradan bir unvan gibi
kullanıldı ancak resmen M.Ö 1353 Akhenaton ile başlar. 18 sülalede FIRAVUN sözcüğünü
resmen krallar için unvan olarak kullandılar.
Firavun 'Büyük Ev, büyük odanın büyük salonu vb.' anlamlarındadır. Bu kelime hanedanlık
başlarken kral veya hükümdarın unvanı için kullanılmadı.
‘Fİ-RA-VUN = BÜYÜK EV, BÜYÜK SALON, BÜYÜK ODA’ anlamında olduğunu belleğimize
kayıt ederek devam edelim ki; bu yeni icat edilen türetilmiş sözcük ve anlamı çok, çok
önemlidir.
Mısır tarihleri hakkında dünyada bilinen en temiz güvenilir çeviri bilgileri sadece %20
geçemez. Büyük bir bölümü henüz araştırılmaktadır, diğer %80 bilimsel alanda veriler de şu
veya bu şekilde kasıtlı olarak büyükler, teknoloji hırsızlıklarıyla meşhur büyükler(!) tarafından
gizlenmektedir. Ben bizzat bunun şahidiyim.
Dürüst olanlarını tenzih ederim, ancak birçok Mısırlı için piramitlerin, tarihin, bilimin hiç bir
değeri olamaz, onun için değer sadece paradır. Birçok batılı yazarçizerin hedefi de etkileyici
hikâyeler yazarak para kazanmak, şöhret olmaktır.
İnsanlığa hizmet eden gerçek bilim adamlarını elbette tenzih eder, önlerinde hürmetle
eğilirim.
Bütün bu olumsuzlukların içinde, sayısız şarlatanlıkların içinde 50 sene harcadım, bu
gerçekleri bulabilmek için. Muradım, insanlığa sadece ALLAH’IN SEVGİSİNİ kazanmak için
hizmet etmektir.
Bütün bu hokkabazlıklara rağmen, kesinlikle inanıyorum ki; bilimin erdemi bilinmezleri bilinir
hale getirecek, insanlığa hizmet edecektir. Çünkü bilim acze düşemez, karanlık cüppeliler
isteseler de…
127
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
YAŞAYAN CANLI HEYKELİN, SFENKSİN YAŞINA NASIL ULAŞIRIZ?
Sfenksin M.O 3100 lerde yapıldı şeklinde tutarsız varsayımlar, öneriler varsa da, bilimsel
çalışmalar her detayı açığa çıkarır.
12 000 veya 10 500 sene önce Yukarı Mısırın, Kuzey Afrika’nın iklim ve bitki örtüsü kesinlikle
bilinmektedir. Tartışılamaz bile, 21.Y. Yılda teknoloji hatırı sayılır saygınlıktadır ve durmadan
da ilerlemektedir.
Kesinlikle biliyoruz; DOĞU YÖNÜNE (ekinoksa) bakar şekilde imal edilmiş sfenksin
yapısındaki aşınmaların nedeni sadece iklimdir, rüzgârın, yağmurun acımasız etkileri, genel
manada iklimlerdir.
Araştırmalarımda ulaştığım verilerle kesin kanaatim; Piramitlerin yaşı ve kimlerin yaptığı
kesinlikle bilinmemektedir. Bilimsel hiç bir kanıt olmamakla birlikte yaklaşık tarihleme
varsayımları vardır. Bunların hiç birisi de gerçeği yansıtmaz.
Şayet yaşayan heykel (Sfenks) piramitlerle yaşıt olsaydı, aynı aşınma derinliklerini
piramidin yüzeyindeki blok taşlarda, özellikle 147 metre yüksekteki taş blokların tepesinde
ve daha derin olarak görmemiz gerekirdi. Piramitler tamamen açıktadır ve sfenks ise
onbinlerce senedir boğazına kadar kumlara gömülüdür. Bazı kısımları açıkta kalmış olabilir ki;
bunu birazdan irdeleyeceğiz.
Piramitlerin yaşını çok, çok yakın tarihleriyle biliyoruz.
128
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Çöl rüzgârlarının etkisi, aşındıran kum fırtınalarıyla piramitler daha kolay ve daha derin
aşınmalıydı. Sfenks ise tek parça kireç taşıdır ve kumların altında asırlardır beklemesine
rağmen kısmen açıkta kalmış olan bölümlerinde derin aşınmaları da açıkça görülmektedir.
Üstelik Giza sfenksi baş kısmı hariç gövdesi asırlardır kumlara gömülüydü, sadece boyun ve
kafa kısımları açıkta, gövde bölümü M.S 1700 sonlarındaki tarihlerde tamamen açığa
çıkarılmaya başlandı…
Gerçi Sfenks kireç taşından, piramidin blokları da sıkıştırılmış kum taşından yapıldı. Aşınma
hızları çok farklı olabilir, bunu da dikkate alarak bilimsel çalışmalar yapılabilir.
Büyük Sfenksi tekrar boğazına kadar kumlara gömen firavun Keops’un oğlu Kefren olarak
bilinir. Çünkü sfenksin orijinal kafası başka bir hayvandı, restore ederek firavun Keops kendi
başını yaptırdığı da bilinmektedir ve bu bilgi kesinlikle doğrudur.
Bu tek parça blok taşa harika ölçülendirmelerle yapılmış Sfenksin ne amaçla yapıldığı, ne işe
yaradığı, neyi temsil ettiği, ne zaman yapıldığı günümüzde de bilinmemekteydi. (*)
Tercümeler ve net kanıtlar göz önüne alındığında Giza Sfenksi aslan değil boğa (apis öküzü)
başlı olmalıdır diyebilir miyiz?
Devam edelim;
(*) tarihleme olarak değil ancak birazdan açığa çıkacaktır.
129
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Sfenksin (yaşayan heykel) boyun hizasındaki düzlem seviyesinin piramitlerin taban
seviyesine çok yakın olduğu resimde de açıkça belirgindir.
Sanki sfenks yer seviyesinden aşağıda olan ve O zamanın mimarları tarafından her nasılsa
varlığı tespit edilmiş kireç taşına bina olarak inşa edilmiş ve bu harika heykel günümüze
kadar intikal etmiştir.
Üç büyük piramit Sfenksi ortalarına alırcasına inşa edildi. Sfenkse en yakın Kefren
piramididir. Sfenksin yüzü milimetrik doğrulukta da DOĞUYA (ekinoksa) bakmaktadır.
Anubis da BATI yönüne bakar konumda bulunmuştu. Hanedanlık Mısırında ölümden sonraki
hayatın yönünün de BATI olduğu saplantıları gündemden hiç düşmezdi.
Ön pençeleri arasında dikey duran bir plaka bulundu.
1830lardaki bu gerçek resim açıkça göstermektedir, kumların yuttuğu Sfenks. Giza YAŞAYAN CANLI HEYKEL
(Sfenks) Dünyadaki en büyük taş heykeli olup; 20.3 m x 19.3 m x 73.5 metre ölçülerindedir.
130
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Napolyon 1789 da Mısırı işgali. Napolyon’un bir yıl kadar süren askerî harekâtı başarısız olmuştu. Fakat Mısırda
3 yıl çalışan Fransız bilim adamlarının elde ettikleri veriler sayesinde Mısır medeniyeti dünyaya tanıtılmıştır.
Bu konuda hayatlarını feda ederek çalışan ve bizlere bugünkü bilgileri ulaştıran tüm bilim adamlarının saygılar
duyuyorum…
131
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
M.Ö 1400′lerde Firavun Tuthmosis 4 ile başlayarak, yıllar boyunca Sfenksi restore etmek için
birçok çalışmalar yapılmıştır. Bu restorasyonlarda Sfenks’in yeni yüzünün (bu yeni yüz
Keferenin yüzüdür) ilk yapıldığında koyu kırmızıya boyanmış olduğu da tespit edildi.
Firavun Tuthmosis sfenksin önünden kumları kaldırmasına rağmen dev heykel kısa süre
sonra kendisini çöl rüzgârlarıyla tekrar kumlar altında buldu. Napolyon 1798′de Mısır’a
geldiğinde Sfenks’in burnu yoktu. M.S 8. yüzyılda, Sfenks’in kutsallığa karşı saygısız bir put
olduğunu düşünen bir Sufinin burnu keski darbeleriyle söküp çıkardığı söylenir. 1858′de
heykelin etrafındaki kumların az bir kısmı Mısır Tarihi Eserler Servisi’nin kurucusu Auguste
Mariette tarafından temizlendi.
1925-1936 yılları arasında Fransız mühendis Emile Baraize, Tarihi Eserler Servisini temsilen
Sfenks ’in etrafını yaptırabildiği kadar kazdı. Antik çağdan sonra ilk kez Büyük Sfenks bir kez
daha gün yüzüne çıktı.
Bu gizemli heykel konusunda birçok Mısır araştırmacısının hemfikir olduğu görüş, dördüncü
hanedanlık firavunlarından Kefren’in M.Ö 2540′larda, bugün Sfenkse çok yakın olan Kefren
piramidi yapılırken sfenksin yüzünün değiştirilerek kendi yüzünü taşıyan yeleli bir aslan
görünüme dönüştürülmesini istediğidir. Kefren’in bu isteği ve icraatı kesinlikle doğrudur.
Akıl hastası Kefren gerçekten bu kepazeliği yaptı ve heykelin başı değiştirildi.
Sfenksi oluşturan taşın diğer bölümlerindeki yüzeyleri ile baş kısmını oluşturan taş
yüzeylerinin belirgin farkı, güneş ışığı bombardımana uğradığı etki, rüzgâr ve yağmurla
uğradığı binlerce senelik erozyon ortadadır. Rüzgâr aşındırması yatay oyuklar yapar,
yağmurun aşındırması düşeydir…
Şartlar elvermediği için bir dizi laboratuvar analizlerini yapamadım, bu nedenle hala derin
üzüntüler içindeyim…
Bu gerçek resim, sfenksin arka ve alt katlarını açıkça göstermektedir. Arka alt kısımlarda
erozyon, aşınma nerdeyse sıfır. Çevreden etkilenmemiş renkler ve aşınmamış kuyruk ve
taban kısımları açıkça ortadadır. Çünkü yaşayan canlı görüntü (sfenks) en az 10000 sene
kumların altında kalmıştır. On taraf, ayakların olduğu yerden tünel açarak hırsızlar girmiş
olabilir ve bu da çok büyük olasılıktır. Hırsızlık veya merak için açılmış tüneller kısa zamanda
çöl fırtınalarıyla tekrar kapanmıştır.
Hanedanlık öncesinde bile sfenksin tabanına kadar açıldığına dair hiç bir belge ve belirti de
yoktur. Sanki yapıldığı günden beri On binlerce senedir kumlarla örtülmüş…
Şahit olduğum ve Mısırda yetkili ağızlardan dinlediklerimden dolay diyebilirim ki;
piramitlerden birinin veya üçünün de altından sfenkse geçiş tünelleri olabilir. Bu çok olası
bir iddiadır diyebilirim. Şahsi doğam gereği net kanıt olmadan da yazmak istemem.
“ONLARIN ÜZERİNE BİNALAR İNŞA EDİN.” dediler. Onların Rabbi, onları en iyi bilir. Onların
işlerinde (çalışmalarında, projeleri veya deneylerinde) başarılı olanlar “ONLARIN (binalarının
132
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
da) ÜZERİNE MUTLAKA MESCİT YAPACAĞIZ.” dedi. QUR’AN/KEHF 21.] Ayette gecen en önemli
anahtar ‘alâ emri-him le nettehızenne’ onların işlerinin üzerine, onların yaptığı O şeyin, O
işlerinin de üzerine mutlaka yapalım…’ sözcükleridir.
Bu gerçek resimde en tabandaki kısımlar çok daha az aşınmış ve orijinal renkler henüz son 10
senedir açıkça ortaya çıkmıştır. Sfenksin kuyruk bölümleri neredeyse henüz imal edilmiş
kadar temizdir. Tabana inildikçe blok taşların yüzeylerinin yıpranmamış oldukları ve
aşınmadan korunduğu açıkça görülmektedir.
Dikkat edilirse; Tabandan boyun hizasına kadar baş kısmı hariç tam 3 kat bina, yani farklı
mimari yapılar var. Tabandan yukarıya kadar üç katmanda da farklı ebatlarda tuğla blok
taşlar kullanılmış.
Önemli olan diğer bir konu; Aslan, Mısır mitolojilerinde hiç bir zaman öyle yükseklerdeki
tanrısal kutsallığa terfi ettirilmemiştir. Oysa aslan, Sümerlerde, Hititlere kadar hemen her
eski toplumda heykel veya kabartma veya insan başlı kabartmalar görmekteyiz, tanrı
konumunda değil.
133
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Az önce değinmiştim; yazarçizerlerin meşhur olma hasatlıkları, Mısırlı kâhin soyunun
hokkabazları da uydurma hikâyelerle aslanı kutsal olarak Mısır mitolojilerine yapıştırırlar. Bu
doğru değildir.
Kefren’in hanedanlığı döneminde şayet aslanın tanrısal kutsallığı olsaydı Kefren bu
heykelin başına dokunur muydu, dokunmaya cesaret edebilir miydi? Firavun Keops’un
oğlu Kefren bu nedenle Sfenksin başını yıktırdı ve kendi yüzüne benzeyen yeni kafa
yaptırdı.
Neden başka bir yerde veya yanında kendi başının heykelini yaptırmadı da Sfenksin gerçek
başını yıktırarak yerine kendi başını yaptırdı?
Ne Giza’da, ne de Mısır tarihlerinin tamamında Kefren’den öncesine ait herhangi bir anıtta
aslanın kutsallığı hakkında destekleyici ne bir ifade var, ne de Mısır'ın herhangi bir yerinde,
kültünde, duvarlarında, aslan başlı Sfenks'in neden yapıldığı ve tarihi hakkında bilgi var!... En
güvenilir kaynağın Mısır piramitlerinde, duvar yazılarında olmalıydı. Ancak sfenksin yaşı ve
ne amaçla yapıldığı hakkında bir tek kelime dahi YOK, YOK…
1991 yılında Amerikalı araştırmacı John Anthony West ve jeolog Dr. Robert Schoch, bu
görkemli anıt üzerinde bir dizi araştırma yaptılar.
Vardıkları sonuçlar önemliydi. Heykelin üzerindeki (kafası mı, gövdemi açıklamadılar!!!)
aşınma izleri, arkeologların inandığı gibi rüzgar ve kumlar değil, uzun ve etkili yağmurlardan
ileri geliyordu ve düpedüz su aşınmasıydı (*).
Mısır'ın bu Giza bölgesi, bundan 5000 yıl önce de çöldü ve yağmur düşmüyordu. Söz konusu
aşınmayı yaratacak düzeyde bir yağmurun en son düştüğü dönem ise en az M.Ö 5000 ve
M.Ö 7000lere hatta çok daha eskilere dayanıyordu.
West ve Schoch, ayrıca ekiplerinde sismik ölçümler yapan cihazlarla çalışan uzmanlara ve
donanıma da sahiptiler.
Bu ekip, West ve Dr. Schoch’un ekibi çok daha şaşırtıcı bir bulguya da ulaştı. Araçları,
Sfenks'in pençelerinin yaklaşık 8-9 metre altında BÜYÜK BİR ODA, SALONUN ve ona açılan
dehlizlerin var olduğunu gösteriyordu!
Mısırlı yetkililer, başta Eski Eserler Müfettişi Dr. Zahi Hawass, bu bulgulara erişildiği
günlerde West ve ekibinin iznini bir anda ve bir günde iptal ettiler (!) ve YAŞAYAN HEYKEL
(SFENKS) ÜZERİNDE ARAŞTIRMA YAPILMASINI YASAKLADILAR!... YASAKLADILAR!...
GERÇEKTEN YASAKLADILAR!...
(*) Günümüzde SUYUN aşındırmasıyla RÜZGÂRIN aşındırmasını hemen ayırt edecek yeterli bilgi ve donanıma sahibiz. Hem
laboratuvarlarda hem de elimizdeki verilerle bunu kesinlikle ayırt edebiliriz.
134
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Ancak, bu harika bulgu basına ulaştı ve West ve Schoch da elde ettikleri bazı bulguları aynı
anda filme aldıklarından, NBC'de yayımlanan bir belgesel yeterli olmasa da birtakım verileri
bilim dünyasına kazandırdılar. (*)
Ben şahsen John Anthony West ve jeolog Dr. Robert Schoch bulgularına netlikle
inanmıyorum. Bilimsel makaleler bunu yazdıkları için kitabıma aldım. Bu şahıslar Sfenksin
altını açmak için harika bir senaryo üretmiş olabilirler diye düşünüyorum.
Çünkü boyun ve ayaklarının hemen üzeri arasındaki mesafe kesinlikle rüzgârla kumların
oluşturduğu aşınmalardır. Ön ayaklar ve arka kuyruk tarafı çok yenidir ve aşınma izi bile
yoktur. Ben bunu bizzat gördüm, inceledim ve netlikle bu cümlelerimi yazmaktayım. Bu
gerçek resimlere de açıkça görülmektedir.
Yaşayan görüntü (Sfenks) tam ve KESİNLİKLE DOĞUYA BAKIYORDU, yani ekinoks (20 Mart ya
da 23 Eylül) anındaki gün doğumu noktasına.(**) Arka planda Kefren piramidi görülmektedir.
Boğaz kısmına kadar olan bölüm birkaç kez açığa çıksa da binlerce senedir kumların altıda ve
boyun bölümü de piramidin taban yani yer seviyesindedir. Bu gerçek resimden de açıkça
anlaşılmaktadır.
Bilerek veya bilmeyerek bilim düşmanlığı yapan birtakım fanatik Mısırlılar bir şekilde sfenksin
yüzünü parçalayabildikleri kadar parçalamışlardır. Böylece cennete gideceklerini zan
etmişlerdi.
(*) Geçenlerde Mısırda politik siyasi bir parti “ iktidara gelirsek Piramitleri yıkacağız, söz veriyoruz” diye çığırıyorlardı. Üstelik bunu da
Müslümanlık adına yapacaklarını çığırdılar. Yüce ALLAH QUR’AN’DA ne emrediyor, bu madrabazlar ne yapıyor?
(**) Ekinoks (gün tün eşitliği ya da ılım olarak da bilinir) Güneş ışınlarının ekvatora dik vurması sonucunda aydınlanma çemberinin
kutuplardan geçtiği an. Gündüz ile gecenin eşit olması durumudur. Yılda iki kez tekrarlanır.
Kuzey Yarıkürede yaklaşık olarak 20 Mart İlkbahar Ekinoks'u - 23 Eylül Sonbahar Ekinoks'udur.
Güney Yarıkürede yaklaşık olarak 20 Mart Sonbahar Ekinoks'u - 23 Eylül İlkbahar Ekinoks'udur.
135
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Bu kabartmada Fi-RA-Vun Akhenaton kendisini YAŞAYAN GÖRÜNTÜNÜN (Sfenksin) duruş
pozisyonuna benzeterek doğuya bakar şekilde yaptırdı veya Akhenaton’in anısına gelen
nesiller yaptı.
Bu oymanın yazıtları Akhenaton’ın en büyük tanrı RA’dan feyiz, bilgelik veya Işık aldığını
tasvir eder. FiRAvun sözcüğünün (büyük salon, büyük oda anlamındadır) Mısır krallarına
unvan olarak resmen verildiği Akhenatonla başlar demiştik.
Akhenaton tek tanrılı inancını getirmeye ve yerleştirmeye çalışan Fi-RA-Vun’dur ve
TUTH-ANKH-AMON’UN babasıdır.
Akhenaton en büyük Tanrı’nın ‘RA’ olduğunu nereden biliyor? Neden kendisini sfenkse
benzeterek bu duvar kabartmasını yaptırdı veya Akhenaton’un anısına gelen nesiller yaptı?
‘RA’ kök ve geniş anlamını birazdan Sanskritçede araştıracağız…
136
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
YAŞAYAN CANLI HEYKEL, YUNANCASI SFENKS DENİLEN BU KELİMENİN
GERÇEK ANLAMI
Sfenks, Yunancada boğma, boğazına kadar batmış boğulma anlamlardadır. Sfenksi ilk gören
Yunanlılar (Eflatun bundan hiç söz etmez nedense, belki de ben rastlayamadım) heykelin
boğazına kadar kumlara gömülü olduğunu görünce sfenks dediler… Yani alt tarafının da
olabileceğini düşünerek ‘boğazına kadar batmış’ veya ‘boğulmuş’ anlamında sfenks dendi.
Kısa ancak önemli bir saygınlığı belirtmemde fayda var. Bugün tüm dünya Mısır
medeniyetlerini ve hiyeroglif yazıların okunmasını, tarihlerini Hiyeroglif yazısının detaylarını
çözen Mısır biliminin babası olarak anılan Fransız dilbilimci dâhi adam JEAN FRANÇOİS
CHAMPOLLİONE’YE borçludur. Bu deha adam henüz 19 yaşında iken 10 dil biliyordu. 20
yaşına geldiğinde Lâtince, Yunanca, İbranice, Habeşçe, Sanskritçe, Avestanca, Pehlevice,
Arapça, Süryanice, Kildanice, Farsça ve Çince biliyor, yazılarını eski Mısır dili olan Koptça dili
(Koptça, Babil’in Aramice resmi dilidir, İbranice de bu dilden türemiştir) ile yazıyordu.
Eski Yunanlılar sfenks (*) kelimesinin “boğmak, boğulmuş” anlamında kullanmışlardır. Çünkü
gördükleri heykel boğazına kadar kumlara gömülüydü. Sözcüğün gerçek kökeninin Mısır
dilindeki ‘SHESEP ANKH’ yani ‘YAŞAYAN CANLI HEYKEL’ anlamlarında Hanedanlıktan
önceleri başka kültürlerde de aynı anlamda kullanıldığını görmekteyiz.
Hem sfenks heykel kültürü, hem de bu isim ‘yaşayan görüntü’ asla Eski Mısır, hatta
hanedanlık öncesi Mısır da dâhil olarak hiç bir kültürden esinlenecek kaynak kelime dahi
yoktur. Her millet YAŞAYAN CANLI HEYKEL anlamında tanımlamış ancak kaynağı orijini
olmayan sözcük…
Neden; yaşayan görüntü, yaşayan heykel anlamında SHESEP-ANKH dediler?
Eski-Eski Mısır, hanedanlık öncesi Mısırda da bu kelime, bütün çevre kabilelerde de sadece
‘SHESEP ANKH’ denmekteydi anlamı da ‘ YAŞAYAN CANLI HEYKEL’ dir…
Aşağı ve yukarı Mısır kültürlerinde ve çevre milletlerinde de bu yapının adı ve unvanı
binlerce ve binlerce sene ve her zaman YAŞAYAN CANLI HEYKEL olmuştur.
YAŞAYAN GÖRÜNTÜ sözcüğü; KEHF ve Er-RAKİM ekibinin hafızalardan silinmeyecek kadar
görkemli bir deney ve neticesindeki başarılı olayın anısına atfen icat ve imal edilmiştir.
SHESEP-ANKH sözcüğü KEHF ve Er-RAKİM ekibinin anılarını, olayın içeriğindeki detaylı
anlamlarını bile tanımlayan SHESEP-ANKH yani YAŞAYAN GÖRÜNTÜ anlamında
kültürlerine kazımışlardır.
Sfenks sözcüğünü YAŞAYAN GÖRÜNTÜ şeklinde icat edip tescillemelerinin tek nedeni de
onlara kadar ulaşan KEHF RAKİM ekibinin 300+9 sene uyuduktan sonra uyanıp yaşadıkları
anılara ithaf edilerek yapılmış olmasıdır. Bu nedenle yaşayan canlı görüntü demişlerdir.
Birazdan göreceğiz, 309 sene uyuyan filan YOK… Ölen de YOK!...
(*) Sfenks sözcüğünü biz bugün Yunanca telaffuzundan ‘sfenks’ olarak öğreniyoruz.
137
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
[Sonra ne kadar süre kaldıklarını, İKİ TOPLULUKTAN hangisinin zamanı daha iyi hesap
edeceğini bilmemiz (sonucu tespit etmemiz) için onları beas ettik, UYANDIRDIK. QUR’AN Kehf/12]
[Onlar kaldılar(*) mağaralarında 300 yıl ve arttı 9 fazlasıyla. QUR’AN Kehf/25] Ayette gecen ‘fî
kehfihim’ Onlara ait o büyük odalarında, büyük salonlarında, O büyük kabinde demektir,
bildiğimiz anlamda mağarada değil…
Bu ayetler tüm görkemiyle Mısır yerlilerinin neden ‘YAŞAYAN CANLI HEYKEL’’ denildiğini de
açıklamaktadır.
309 sene sonra uyanan bu 7 genç kahramanın anılarını duymuş yerli halk da; müsaade
etsinler de ‘YAŞAYAN CANLI HEYKEL’ unvanıyla tarih yazsınlar. Bizi doğru adrese getiren
önemli sözcüklerden biriside budur.
Dünya zamanına göre 300+9 sene uyutulduğu ve kendi zamanlarına göre 1 gün veya bir
günün yarısı zamandan sonra uyandırıldığı ve 309 sene sonra yaşıyor olmaları anılarıdır ki;
Piramitlerin bu bölgede kurulmasının da tek nedeni bu yaşayan canlı heykel ve geçmişte
bıraktıkları silinemez izlerdir…
Bu muhteşem anıların kanıtı, göz önündeki YAŞAYAN CANLI HEYKELE mümkün olduğu
kadar yakın olmaları gerekiyor ve bu nedenlerle piramitleri de burada kurdurdular.
Bizi bu binlerce senedir saklı kalmış harikalardan da harika sonuçlara getiren Kehf
sözcüğünün anlamı ve suresinin 12. ayeti başlama noktamızdı.
Yine sormamız gerekiyor; ‘iki topluluktan’ kimdir bu ikinci topluluk, ekip veya kişiler? Çünkü
iki ayrı araç mı var? İki ayrı ekip, iki ayrı topluluk oldukları da açıkça ortadadır… Kimlerdir bu
ikinciler?
Yoksa bu 7 bilimci gençler ikiye mi ayrıldı? Ayrıldıysa nedeni nedir? Ayetlerde ayrıldıklarını
ima edecek tek kelime dahi YOK. Ancak iki ayrı topluluk yani iki ayrı ekip olduğu da açıkça
ortadadır…
Devam edelim;
(*) Ayette gecen ‘lebisû’ sözcüğü ‘kaldılar’ diye çevrilir ancak gerçek anlam bu da değildir. Gerçek anlamı; libaslarla üzerleri örtülmüş,
libaslar altında aşırı rahat, eksiksiz tam emniyetli, ihtimamla en emniyetli yerde kaldılar şeklinde anlayabiliriz ancak ben de kesin anlamını
tam olarak bilmiyorum, fakat ‘lebisû kaldılar’ demek değildir…
138
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
PİRAMİTLER NEDEN O BÖLGEDE KURULDU?
Piramitlerin bu bölgede kurulmasının da tek nedeni bu YAŞAYAN CANLI HEYKEL yani
Sfenkstir. Hanedanlığın bu heykele mümkün olduğu kadar yakın olmaları gerekiyordu ve
piramitleri de burada kurdular. Belli ki sonsuz yaşamanın sırları burada olmalıydı diye
düşündüler; deli mi yok!?...
Mavi ve kırmızı okla işaretlediğim yerlerin açıklanmasına birazdan geleceğiz.
Sfenks heykeline ‘YAŞAYAN CANLI HEYKEL’ denmesinin tek nedeni de QUR’AN Kehf suresi
detaylarıyla açıklamaktadır (*) Yüce ALLAHIN QUR’AN’INI büyük akılla okuyan ve
düşünenlere… Tekkelerde, kiliselerde huuu çekenlere değil, cennetin biletini satanlara
değil…
(*) QUR’AN, bu ve binlerce ayrı nedenden dolayı “ Bu QUR’AN kendisinden de önce gönderilenlerin doğrulayıcısı, tamamlayıcısı, koruyup
kollayıcısı, tasdik edicisidir” der.
Araştırmadan uyumayı tercih eden Müslümanlarda: Tevrat ve İncil bozulmuştur, orijinali değil diye çığırırlar… ve asla ellerine de almazlar….
Aklımıza soralım: QUR’AN MS. 611 de gelmeye başladı… Kendisinden 611 sene önce İncil ve 4000 sene kadar önce gönderilmiş Tevrat’ın,
diğer küçük kitapçıkların bozulduğunu bilmiyor muydu da, ısrarla onları da okumamızı ve araştırmamızı emir ediyordu?
Gerçi Yüce ALLAHIN ilk emri “OKU, ÖĞREN, ÖĞRET VE DAĞIT” tır, ancak Müslümanlar cenneti kesin garantiye aldıkları için ALLAHIN bu
emrini kulak ardı eder ve okuma gibi bir alışkanlıkları yoktur.
Oysa Hz. Muhammed “ kızım Fatima, Ben bana ne olacağını bilmiyorum, sakın gevşeklik etmeyesin peygamber kızıyım diye” demektedir.
Bu açık ve net ifade de Hz. Muhammed’in O yüksek ahlak ve mütevazılık ve bilgeliğinin bir başka kanıtıdır.
139
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Mısırlıların yıldız kültürlerinde, güneş doğmak üzereyken, ufuk henüz tam aydınlanmamışken
son olarak görülen yıldız ya da takımyıldızın ayrı bir önemi vardır. Bu durumdaki yıldıza
"heliak yükselişte" denir ve Mısır'ın hem takvimini hem de dinini etkileyen çarpıcı bir
olgudur.
Mısır hanedanlığında, derme-çatma, şuradan-buradan toplama ithal kültürlerinde bu
olgunun ciddiyetle önemi vardır. Örnek verecek olursak; Mısır kültüründe Tanrıça İsis'i
simgeleyen Sirius yıldızı, yaz gündönümünde (21 Haziran) şafak öncesi görünmeye başlar ve
bu tarih aynı zamanda Nil'in yıllık taşma dönemlerinin de başlangıcıdır. Bu nedenle Mısırlılar,
yaz gündönümünü "yılbaşı" kabul ederlerdi.
Bauval ve Hancock, bilgisayar simülasyonuyla o tarihlerde Boğa takımyıldızının yükselişte
olduğunu gördüler. Oysa Mısırlılar şekil ve simgelere çok önem verirlerdi ve yaptıkları
anıtlarda buna çok dikkat ederlerdi.
Yani, bu durumda Sfenks'in aslan değil de boğa (öküz, inek) biçiminde yapılmış olması
gerekirdi. İki araştırmacı, bu kez ilkbahar ekinoksunda aslan burcunun heliak yükselişe
geçtiği tarihi araştırdılar ve karşılarına "Orion Gizemindeki o garip yıl yani, MÖ 10.500 çıktı
ortaya.
Bu yaklaşım, Mısırloğlarca hiç bir bilimsel kanıta veya kurala dayanmadan, Sfenks'in yapılmış
olduğu tarih olarak varsayılan M.Ö 2500'de, ilkbahar ekinoksunda ‘heliak yükseliş’ başlayan
takımyıldızın incelenmesini ilginç hale getiriyor.
Bu da açıkça gösterir ki bu şifre olarak karşımızda duran YAŞAYAN GÖRÜNTÜ (sfenks)
ASLAN değil BOĞA (apis öküzü, inek) başlı olması bir ihtimal olabilirdi ve M.Ö 10500lerden
de çok önceleri yapılmış olmalıdır. Çünkü BOĞA (apis öküzü, inek) hanedanlık kurulduktan
çok sonra kutsallaştı… Oysa inek binlerce senedir Hindistan’da zaten kutsaldır…
QUR’AN’IN ikinci suresi BAKARA (inek, öküz) demektir.
Kefren neden sfenksin başını yıkıp kendi başına benzetilmesinde mahsur görmedi???...
Çünkü Kefren’in zamanında boğanın veya aslanın herhangi üst düzeyde bir kutsallığı
yoktu. Fakat apis öküzü Mısır hanedanlık öncesinde de ayrılıkçı bazı toplumlarda
(mezhepler veya tarikatlar gibi) tanrı elçisi şeklinde anılıyor ve tapılıyordu (*). Zaman
sonra geç kalmasına rağmen Kefren de öğrenmiş olabilir veya Kefren’den sonrakilere ithal
edilmiş daha başka bilgilerle öğrenmiş olmalıdır ki APİS ÖKÜZÜ masalını simgeleştirdiler…
(*) Apis Öküzleri, tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak görülürdü. Günümüzdeki Hintliler gibi. Ancak, insanlar adına tanrı ile aracılık
yapan diğer hayvanlardan farklıydı. Apis Öküzü Ptah mabedinin karşısına yapılmış bir mabette, itina ile rahipler tarafından bakılır ve
beslenirdi. Ölünce Mısırlılar tarafından büyük bir matem, yenisinin ortaya çıkması ise büyük sevinç olurdu. Ölen öküzler mumyalanır, bir
firavunun ölümü gibi ihtişamlı cenaze törenleri yapılır ve Saqqara’da bulunan yer altı galerilerindeki lahitlere konulurdu.
Apis Öküzü Osiris ile özdeşleştirilmiş olsa da, öküze tapılması Mısır'ın çok daha erken dönemlerine uzanmaktadır. Çünkü Hindistan’dan ithal
bir uygulamadır. Osiris, eski krallığın son dönemlerinde tapınılmaya başlanan tanrıdır, oysaki Apis Öküzünden ilk hanedanlıktan bile daha
erken dönemlerde bahsedilmiştir. Yine de Apis Öküzüne Osiris olduğu düşünülerek tapılmış ve Osiris'in ruhunun bir simgesi olarak
görülmüştür.
140
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Benim kanaatim; sfenksin, yani YAŞAYAN HEYKELİN başı Boğa veya Aslan da değildi...
Sadece ASSENAT idi yani, Himalaya Kurt’u idi…
Şayet sfenks boğa veya aslan başlı olsaydı Kefren yıkmaya cüret edebilir miydi, bilemem…
Çünkü bu akıl hastalarının tanrı olma sevdaları onlara herşeyi yaptırdı diyebilirim… Sadece
akıl hastalıkları değil, tarihte eşine ender rastlanan cinsi sapıklıklarına Eflatunda değinir.
Bu gerçek resimden de açıkça görülmektedir. Sfenksin yüzü ve diğer tarafları arasındaki aşınmayı ilk bakışta
anlamak için elektron mikroskoplarına ihtiyacımız yoktur. Çıplak gözle bakmakla bile hemen fark edilir; Kafa ve
gövde tamamen farklıdır ve kafa bölümü boyundan itibaren kesinlikle yeni malzemeden imal edilmiştir.
Yaşayan heykel, (sfenks) milimetrik doğrulukta doğuya, yani ekinoksa bakmaktadır.
141
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
YAŞAYAN CANLI HEYKELİN, SFENKSİN AŞINMIŞ BÖLÜMLERİ
Baş kısmının firavun Keops tarafından yapıldığını hiç bir şüpheye mahal bırakmayacak
netlikle, kesinlikle biliyoruz. Kırmızıya boyamayı da ihmal etmemiş.
Hanedanlık öncesi, krallık öncesinde de sfenkse en yakın yerde konuşlanmayı planladılar ve
konuşlandılar.
Üç büyük piramit milimetrik doğrulukla kuzeyden güney batıya doğru kaydırılarak inşa
edilmiştir. Neden ip gibi yan yana veya alt alta yapılmadı? Bu hataları, yanılgıları Kâbe’nin
doğru yerde olduğunun kanıtıdır, ancak bu kitabımın konusu değildir.
Firavun sözcüyü tek tanrı inancını yaymaya çalışan Athenatonla resmiyet kazanmıştır.
YAŞAYAN HEYKELİN, SFENKSİN boyunla ayakların üstü kısımlarının hatırı sayılır şekilde
aşındıkları resimlerde bile açıkça görülmektedir. Bu aşınmalar yataydır yani çöl rüzgârlarının
kum taneciklerinin etkisiyle oluştuğunun tartışmasız kanıtıdır. Çünkü sfenksi oluşturan
yumuşak kireç taşları, piramitlerin yapıldığı sert taşlar çok farklıdır.
Kuyruk ve ayaklar sapasağlam dururken, ön kısımların boyun kısmına kadar olan bölümde
derin aşınma izleri açıkça ortadadır. Demek ki sfenksin ön ayaklara kadar olan bölümleri çok,
çok önceleri ve binlerce sene açıktı. Mavi renkli okla işaretlediğim yerler en açık kanıttır ki:
sfenksin kuyruk ve ön ayakların üstü çok uzun süre açık kalmıştı ve çöl rüzgârlarının etkisiyle
aşındı. Bu kadar derin aşınma kaç bin senede oluşabilir?
142
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Tartışmanın bir faydası YOK, kanıt ortada!... Dileyen gider ve inceler, Mısır O kadar uzak bir
yerde değil…
Kırmızı renkli okla işaretlediğim yerler ve Kehf suresi 21 ayet:
“ONLARIN ÜZERİNE BİNALAR İNŞA EDİN.” dediler. Onların Rabbi, onları en iyi bilir. Onların
işlerinde (çalışmalarında, projeleri veya deneylerinde) başarılı olanlar “ONLARIN (binalarının
da) ÜZERİNE MUTLAKA MESCİT YAPACAĞIZ.” dedi. QUR’AN/KEHF 21.]
Kırmızı okla işaretlediğim yerler bina, inşaat değildir de nedir?
Anladılar mı acaba?
143
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Fi-Ra-Vun Sözcüğünün Anlamı Nedir?
Bu kelimenin anlamı gerçek bir anahtardır ve konumuza en güvenilir ışığı tutacak çok önemli
değer taşımaktadır. Hiç bir tarihçi bu ve benzeri detayları asla araştırmamış, acaba neden?
Mısırda M.Ö 4000ler ve daha öncelerinde kullanılan kral, hükümdar unvanlarını irdelememiz
gerekmektedir. Bakacağız Fi-RA-Vun sözcüğü kendi icatlarımı yoksa kökeni nereden Mısıra
ithal edildi. Bunun cevabını mutlaka bulmalıyız.
Sümer kralları Lugal sözcüğünü unvan olarak kullandılar. Sümer, Lugal sözcüğünün anlamı
‘Uygarlığın kralı veya parlaklığın, aydınlığın efendisi’ demektir.
Sümerler hakkında tarihin enginliklerinde kısa bir tur atacağız;
Sümer ülkesine ilk yerleşenlerin Sümerli olmadıkları kesindir. Bunların M.Ö. 3binyıllarda
Subirili olarak bilindiğine ait net bilgiler var. Sümer kentlerinin çoğunun adının Sümerce
olmaması, başka kültürlerden ithal edildiği kanıtlardan biridir. Sümerologlar bu topluma
Proto-Fırat'lılar diyorlar.
QUR’AN /Ta-Ha/85 suresindeki Samiri bu millettendir. Hebrew dilinde Samiri ‘Zimri’ dir.
Zimri, yani Samir’i Salu prensinin oğlu olduğunu tarihlerden öğreniyoruz.
QUR’AN’IN orijinal dilindeki şekli ‘es sâmiriyyu’ dur. Anlamı; Samire diyarından özel bir
kimliği veya elit şahsiyeti olan şahıs demektir. QUR’AN’DAKİ “Es” takısı bunu gerektirir. Şayet
sıradan bir şahıs olsaydı QUR’AN buna ‘ES’ takısı olmadan sadece ‘Samiriyyu’ derdi.
Sümer hükümdarlarının isimleri ve unvanları listesini şu seklide sıralayabiliriz:
Sümerler kendilerinin tanrılara hizmet etmek için yaratıldıklarına kesin olarak inanıyorlardı.
Bu yüzden tapınaklar inşa etmek, sunaklar yapmak ve adaklar adamak ve bu yaptıklarını
yazıya geçirmek ihtiyacı duyuyorlardı. Amaçları tanrılara hizmet ettiklerini kanıtlamaktı.
Sümer kralları; Eridu, Aluhim, Alalagar, Enmenluanha(*) , Enmengalanna, Dumuzi,
Ensipazıanna, Enmeduranna, Ubartutu.
Ensi, patesi, lugal, lugal-kalma unvanlarını ise Lugal'a bağlı küçük krallara verilen unvandı.
Akadlar Krallarına Midas unvanı verirlerdi.
Hitit kralları, Labarna sözcüğünü unvan olarak kullandılar.
Frigyalılar da krallarına Midas unvanı verirlerdi.
(*) İbranice de Sümer dil ve edebiyat kökünden gelir. Sümercedeki bu Sümer kral unvanı olan Enmenluanha sözcüğü İbranca’ya telaffuz
farklı geçmiş ve Em-manuel olarak da Tevrat ve İncil’de Hz. İsa’nın henüz dogmadan önceki unvanıdır. Manası ‘ALLAH ONUNLA
BERABERDİR’ demektir. Böylece eski eski İbranicenin de kaynaklarını da yavaştan ortaya çıkarmaktayız.
144
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Akadlar, Suriye, Babil, Eblaite, Semitik, Arami veya Neo-Aramik, Amoririte, Canaanite, Afgan,
Pakistan ve Hindistan, Nepal vb. bütün bu küçüklü büyüklü, eski çok-çok daha eski
milletlerde firavun kelimesi en azından benzeri dahi yok…
Eski ve eski-eski Hint medeniyetleri de dâhil hiç bir yerde FiRAvun sözcüğüne yakın veya
telaffuz hatalısına dahi rastlayamıyorum. Görülüyor ki FİRAVUN sözcüğü ilk kez Mısırda
hanedanlık kurulurken icat edildi ve kullanıldı. Firavun sözcüğünün ‘patent hakları
hanedanlık Mısırına aittir’ olarak karşıma çıktı.
Fi-RA-Vun; Arapça Fi-RA-Wn, İngilizce Pha-RA-Oh.
Hanedanlıklar başlarken henüz icat edilen Fİ-RA-VUN sözcüğünün anlamı: büyük kapı,
büyük oda, büyük ev, yüksek kapı, büyük salon, büyük odanın hâkimi, büyük salonun
yöneticisi, büyük odada, büyük salonda, gibi anlamların olduğunu açıkça tespit ettik.
Neden bu anlamları olan yeni bir sözcüğü icat edip tercih ettikleri, birazdan pek çok gerçeği
gün yüzüne çıkararak bize anlatacaktır.
Fi-Ra-Vun sözcüğünün içeriğindeki heceler, tanrı RA anın oğlu (Bu RA unvanı Şİ-RA adlı
gezegenden gelen üç elçi, garaniykden alıntı bir hecedir), büyük odanın yöneticisi vb. gibi
anlamlardadır. Osmanlı yönetiminde de ‘BAB-I ALİ ‘yüce kapı anlamında kullanılması firavun
sözcük anlamının İstanbul’a değişmeden taşınması da manidardır.
Şimdi: Firavun sözcüğünün anlamını bu analiz yöntemiyle bulacağız ve çalışmalarımın
çabalarımın tamamı hakkında güvenilir şekilde açıklamalar getirecek ve karanlıkta kalmış
birçok detayı ve asla araştırılmamış detayların da açığa çıkmasını sağlayacaktır.
İlk defa Firavun sözcüğünü kim ne zaman kullandı? Kesin tarih ve bu yeni kelimenin
kullanılma sebebi dahi bilinmemekteydi.
Mısırlı yerli halk, ne zaman Hiksos sözcüğünü kullandı? Asya’nın büyük topraklarından
gelenlere Hanedanlıklar öncesinde Mısırın kendi yerli halkı ‘HİKSOSLAR’ dedi. Bu şekilde yeni
bir kelimeyi daha sözlüklerine kattılar…
Hiksos sözcüğü ‘UZAK topraklardan gelenler, uzaklardaki büyük alanları-toprakları
yönetenler, idare edenler’ anlamında HİKSOS sözcüğünü Mısıra gelen Ön Türklere atfen eski
Mısırın yerli halkı icat etti ve tescilledi.
Hiksos kelimesi Ön Türklere ait bir kelime de değildir. Bunu sadece eski Mısırın yerli halkı ilk
kez icat etti ve kullandı. Hiksos, yerli, Mısırın yerli halkı olan Kıpti dilinde Hiksos sözcüğü
literatürlerine girmiş oldu.
Firavun kelimesi henüz icat edilmeden, Doğudan, Hiksoslardan, Sümerler ve Tassiliden
Mısıra gelenlerin anlattığı dehşetengiz hikâyeler, dinsel ve diğer konulardan da esinlendiler
145
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
ve Mısır idari yönteminin, krallıkların temellerini bir şekilde tesis ettiler. Kesin tarih
bilemiyoruz, ancak en erken M.Ö 4000 denebilir. Hanedanlığa birkaç yüz sene sonra geçildi.
Bu anlatılan hikâyelerden, zaten çok yakın ilişkiler içinde oldukları Sümerler, Hititler, Akad ve
diğer milletlerden edinilen anılarla Fi-RA-Vun sözcüğünün içindeki en belirgin etken hecesi
RA olarak kalıbına oturdu. RA eski Mısıra da Hindistan’dan, Sanskritçeden geçti.
Fİ-RA-VUN sözcüğü ile insanlık yeni bir kelime daha kazanmış oldu.
Hanedanlık öncesi ithal edilmiş masallarla Mısırlılar ANU ve ENKİ gibi tanrıların başka
Dünyalardan geldiğine inanırlardı. (*)
Firavunlar, aynı zamanda Menes (anlamı, başka bir yerlerden gelen ilahi şahısların, tanrıların
soyu) ilk hanedanlık öncesi hüküm süren yani sözü edilen bu soyun Eski-Eski Mısır
öncesinden de önce 13.420 yıl hüküm sürdüğünü de tarih bilimcilerinden öğreniyoruz.
Firavun öncesi Mısırda kabileler, milletler:
Merimde, kuzeyde yaşadılar; MÖ 5000 – MÖ 4200
Maadi Omari, Kızıl Deniz havzasında yaşadılar; MÖ 4000 - M Ö 3200
Faiyum, Orta Mısırda yaşadılar; MÖ 6000 – MÖ 4000
Badari, Güney Mısırda yaşadılar; MÖ 5500- MÖ 4000
Nagada, En güney bölgesinde yaşadılar; MÖ 4000 MÖ 3200
Bu listedeki hiç bir dilde veya millette FİRAVUN sözcüğüne, hatta benzerine dahi
rastlanamaz. Rastlayan var mı bilemem, ancak ben 55 senedir bulamadım…
En güvenilir çalışma ve çeviriler ebetteki hayatını Mısır gizemlerini bulmaya adamış Fransız
Mısırolojist Emile Amelineau (1850-1915) çalışmalarındadır.
İlk kez, ilk (resmi) hanedanı firavunların mezarlarını deşifre etti. Mısır'ın güneyinde yaptığı
kazılarda eski ilk hanedandan da önce gelişmiş insanların varlığını keşfetti. Özellikle siyah
ırkın insanlarını da keşfetti, (bazen "Aunu" denir). Anu (benzer bir kelime olsa da Annunaki ile
ilgisi yoktur) bilgilerini bize ulaştırdı.
Soru tam olarak önceki M. Önceleri, Menes-Narmer olarak bilinen ilk resmi firavun
görünümü tarih olarak karşımıza MÖ 3200 ler gizemleriyle çıkmaktadır. Çünkü Mısır öncesi
Mısır geçmişte çok büyük bir muamma olmaya devam etmektedir.
Eski Mısırdan yeni firavunlar hanedanlığına geçiş yaklaşık bir kaç on yıldır. O zaman, bir
kaç on yıl içinde, herhangi bir uyarı olmadan, Giza havalisinde aniden, O muhteşem
piramitleri, astronomi bilgileri, teknik beceri ve bilgi yazma, şaşırtıcı derecede mükemmel
bir biçimde ortaya çıktı. Ve hepsi çok hızlı geldi! Bütün bunlar nasıl olabilir?
(*) bir numaralı kitabimiz.
146
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Hanedanlık öncesi Eski-eski Mısır, erken dönemlerde Mısırlılar…
Mısırolojist Emile Amelineau son kazılarından ulaştığı net sonuçlar “ Ulaştığımız ilk somut
kanıtları inceleyelim. Medeniyet işaretleri eşliğinde İnsan fragmanları, eski arkeoloji
bulgular (önümüzdeki aylarda çok eski şeyler daha bulacağız), resmen Mısır'da ortaya
çıkarıldı MÖ 13,000-9000 tarihli ritüel mezarlar, Qadan 250 km güneyindeki Asvanda
bulundu.
Bu insanların sadece basit yerliler olmadığı kuşku götürmez bir gerçektir. Onlarda tarım ve
karmaşık ritüeller, araçlar ve bilgi vardı. Bu yerlilerin Sümerlerden ve onlardan da önce bile
Ubaid çok daha eski olduğunu görebilirsiniz.
İnsanların yeryüzünde medeniyet muhtemelen (İncilde 19. yüzyılda dayatılan saçma bir
iddiadır) Sümer'de başlamadığını açıkça fark etmenin zamanı gelmiştir; her tarafta
geçmişe ışık tutan yeni kanıtlar tarafından belirtildiği gibi hikaye, çok daha kompleks
olduğudur” der. Tarih bilimci Emile Amelineau’a teşekkür ediyor ve saygılar sunuyorum.
Bütün imkânlarımla araştırmalarıma devam ettim ve Mısır medeniyetinin temelini
oluşturduğuna, hatta Eski-Eski Mısıra da kültürel etkileri olduğu yerin, teorik olarak da kabul
edildiği Tassili N’Ajjer / Cezayir’in güney doğularını ve bulgularını da araştırdım, Libya
çöllerinde 6 sene yaşadım.
Hiç bir tarihçi, bilimci iddia edemez veya aksini ortaya koyamaz: MÖ 3500lerden önce Fİ-RAVUN diye bir sözcük krallara verilen bir unvan değildi… Kesinlikle; hanedanlığın kurulma
yıllarında pat diye icat edildi ve literatürlerinde tescillendi.
Kim nereden esinlendi de Fİ-RA-VUN sözcüğünü türetti? Bunu bulmamız gerekiyor.
147
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Cezayir / Tassili N'Ajjer, mağara duvarlarından figürler. Çizimlerin estetik zarafeti insanı
hayran ediyor…
Tassili N'Ajjer, Libya, Nijer güney doğu Cezayir hudut sınırlarında yaklaşık 70 000 km karelik
bir alanı kapsar. Tassili hakkında şimdilik bu kadar veri var elimizde. Yeni keşif edilecek yerler
bugün bilinen sınırları ve bilinenleri köklüce değiştirebilir.
Sabah saat 10 ve öğlenden sonra 4 gibi 10 metre yürünmez bu dehşetengiz sıcakta. Gecenin
soğuğunu da yasamayan bilemez… Bu bölgelerde altı sene yaşadım.
148
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Tasilla Cezayir Hoggar mağaralarından bir duvar cizimi
Cezayir güney doğu Tassili Hoggar dağları. Bu yörelerde 6 sene yaşadım.
Bu gezegendeki en muhteşem kaya resimleri, harika gizemleri içinde barındıran yer ebetteki
Cezayir’in güney doğusundaki Tassili N’Ajjerde Hoggar dağlarıdır. Hoggar dağları ve içerdiği
harikalar 1930’larda kanyon içinde bir polis operasyonundaki girişimde bulundu ve Lhote
tarafından da insanlığa kazandırıldı.
149
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Lhote’nin harika çalışmalarından da Tassili kültüründen herhangi bir sözcük de olsa Fİ-RAVUN sözcüğüne yakın kelime dahi bulamadım.
Cezayir’de yaşayan Tuareglerle konuşma imkânını da bulmuştum. Kendilerini mavi dünyanın
çocukları olduklarına inanan Tuareglerin de hatırlayabildikleri kadarı ile eski dilleri veya
hikâyelerinde olabilir diye çok araştırmama rağmen ‘Fi-RA-Vun’ veya benzeri kelime yoktu.
Geçmişte, geçmişin enginliklerinde en küçük bir ihtimal dahi yoktu Firavun sözcüğü
hakkında. Neden, hangi sebeple büyük salon, büyük oda, büyük mağara anlamlarında
‘Firavun’ sözcüğü icat edildi ve hanedanlığın ilk kralı veya hükümdarına da bu unvan Fi-RaVun olarak verildi?
Sfenks; Yaşayan görüntü, hanedanlıklardan da on binlerce sene önce yine bu Yaşayan
görüntü unvanıyla anıldığını bulduk.
Firavun; Büyük salon, büyük oda, büyük mağara… Kesin tarih bilemiyoruz ancak Hanedanlık
başladığında bu unvanı ve sözcüğü ‘Büyük salon, büyük oda, büyük mağara’ anlamında FiRa-Vun olarak kendileri icat ettiler.
İcat edilmiş ANKH ve Fi-RA-Vun sözcüklerin içerikleri QUR’AN’IN ışığında bizi en doğru
adrese götürecektir.
Firavun hanedanlıkları henüz kurulmadan bu firavun kelimesi de icat edilmeden önce RA
hakkında kendilerini etkileyen ve hayran bırakan, özendiren ve 300+9 sene uyumuş sonra da
uyanmış bir kavimden, ekipten arta kalan anılardan gerçekçi bilgiler edinilmelidir ki: kendi
adını Fİ-RA-VUN olarak tescilledi ve YAŞAYAN GÖRÜNTÜNÜN (Sfenksin) hemen yanında
konuşlandı… En yakın komşusu olmak zorundaydı…. oldu da!…
Neden mi?
Çünkü KEHF-RAKİM ekibinin anılarının kanıtı göz önünde, ortadaki kanıtı YAŞAYAN
GÖRÜNTÜ (Sfenks) hemen önlerindeydi, doğuya bakarak durup duruyordu orada, hem de
on binlerce senedir… Bu bölgeye yerleşmelinin de tek nedeni Sfenksti.
Hiksoslardan, eski Hint kültüründen edinilen bilgilerle hanedanlık bu koordinatı tespit etti.
Bu dehşetengiz olayın, 300 + 9 sene uyuduktan sonra uyanan yedi genç bilimcilerin
anısına, eski Mısır yerli dili ve kültüründe O devasa heykele YAŞAYAN GÖRÜNTÜ denildi.
Zaten bu heykeli de Eski-Eski Ön Türklerin, Hiksosların ataları yapmış olmalılar… KEHF ve
Er-RAKİM anılarını da buralara getiren yine Eski Hint ve Ön Türker Hiksoslardı.
Yaşayan görüntü (Sfenks) ve hanedanlıkları tesis etmeye karar veren ilkler, yani Firavunlar
hanedanlıklarını buraya kurdular ve yapılan her piramidin doğu taraf yüzeyleri kesinlikle aynı
sfenksin baktığı yönde Doğu tarafına bakar şekilde inşa edildi.
150
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Günümüzde dahi KEHF-RAKİM ekibinin 300+9 uyuduğu ZAN edilir. Eski-Eski Mısırda öyle zan
etti ve bugünde pek çok insan bunun doğru olduğunu ZAN etmektedir.
Şu veya bu şekilde fizik bilen her insanda, bu yanlış yamalak cahili cühelanın para kazanmak
için hazırladığı QUR’AN meallerinden hiç bir şey anlamaz ve kişisel hedefini değiştirir ve
ateistliği seçebilir.
Elbette KEHF-RAKİM genç bilimcileri 300+9 sene uyumadılar!…
Nasıl mı?
Birazdan kendiliğinden açığa çıkacaktır ki; 309 sene uyuyan filan YOK…
Açın bakın bütün QUR’AN meallerine ve tefsirlerine; utanmadan, bu gençlerin 300+9 sene
uyuduğu ve sonra uyandırıldığını ve öldüklerini ima ederek çığırılar. YÜCE ALLAH’A ve
QUR’AN’A utanmadan cehaletleriyle iftira ederler. Bilimin ve gerçeklerin de üzerini örterler.
Oysa QUR’AN bu şahsa mahsus meallerin veya tefsirlerin tamamen aksini açıklar… Hem de
apaçık şekilde.
Sadece bu ayetin içeriğindeki en ciddi konu için Yüce ALLAH Resulüne şiddetle ve kesin
emirle: Kehf 22/ Ve gaybı taşlayarak (bilmeden tahminde bulunarak) diyecekler ki: “(Onların
sayısı) üçtür, dördüncü onların köpeğidir.” “Beştir, altıncı onların köpeğidir.” diyecekler. Ve
“Yedidir, sekizinci onların köpeğidir.” diyecekler. De ki: “Onların sayısını en iyi Allah bilir.
Pek azı hariç, onlar bilmezler.” ONLAR HAKKINDA, ZAHİR OLANDAN (sana bu QUR’AN’DA
bildirdiklerimizden, bilinenden) BAŞKA TARTIŞMA (mücadele etme ve kimselere soru
sorma, bir açıklamada bulunma, konu hakkında hüküm verme, fetva verme)! ONLAR
HAKKINDA, ONLARDAN BİRİSİNE (kimseye bir) SORU SORMA (başkalarından da herhangi
bir açıklama da isteme, bu konu hakkında asla konuşma)!...
derken; bu, asırlardır şarlatanlığı oynayan maskaralarda masal üstüne masallar uydurmuş
hatta doğumlarına şahit olmuşlar gibi her birine isim de takıvermişler. Bunlar da yetmemiş
gibi dünyada 34 ayrı yerde mezarlarını da tespit etmişler…
Bu ne kepazeliktir bu ne hokkabazlıktır anlamak mümkün değil!...
151
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
KEHF VE Er-RAKİM EKİBİNİN O ARAÇLARI
YAŞAYAN CANLI GÖRÜNTÜNÜN (Sfenks) ALTINDAMIDIR?
İstisnasız bütün bulguların gösterdiği en güvenilir kanıt var karşımızda: YAŞAYAN HEYKEL
(sfenks) eski Mısırın veya Mısırda yaşamış hiç bir kültürün malı değildir. Şimdilik kimler
tarafından yapıldığı netlikle bilinmiyor ancak Gizada tek parça kireç kayasına inşa edilmiştir.
Sonsuz yaşamanın, ölümden sonra sonsuz hayatın da varlığına kesin olarak inanan ve
bunun gerçekliğini de bilen firavunlar, sfenkse en yakın yerde konuşlandılar.
Öylesine inanmışlar ki, sanki gidip gelmişler gibi, sanki ölümden sonraki yaşamı bizzat
görmüşler gibi.
Net cevabı QUR’AN vermektedir [Ve andolsun ki; ÂYETLERİMİZİN (yarattıklarımız, olaylar,
şeyler, evrendeki istisnasız her şey ayettir, Allah’ın yarattığı ayetlerdir) HEPSİNİ, ONA
GÖSTERDİK. Buna rağmen yalanladı ve (yalanında) direndi. QUR’AN /Ta-Ha/ 56]
Teori filan değil, ulaştığım net sonuç: işlerinin ehli KEHFİ ve Er-RAKİM astrofizik
mühendislerinden kendilerine kadar ulaşmış bilgilerde, 300+9 sene uyutulup ve
uyandırıldıkları ve yaşadıklarına ait bilgileri Ön Türkler Hiksoslardan, Mahabharata
kaynaklı anılardan yakın veya uzak kabilelerden öğrendiler.
Bu öğretilerden sonra ‘onlar 309 sene yasadıysa biz neden yasamayalım” hastalığına
yakalandılar. Heves ve sevdalarını da saplantılı şekilde icra etmeye karar verdiler. Onlar
için en önemlisi, büyük nimetler içinde sonsuz yaşamaktı. Özellikle ellerinde bolca bulunan
monoatomik altın tozlarını yemeklerde tüketirken(!) sonsuza kadar yaşayabilecekleri
hayallerini de reçetelerine eklediler.
Detaylarında yakaladım ve gözden kaçırmayalım; Hanedanlık öncesi hiç bir Mısır kralının
sonsuz yaşama hastalığı, sevdası yoktu… BU SAPLANTI PAT DİYE ÇIKTI ORTAYA!...
Kuracakları piramitler için en önemli yer Gizada yani YAŞAYAN GÖRÜNTÜYE (Sfenkse)
yakın mesafede olmasını planladılar. En mantıklı yer, hatıralarda 309 sene yaşamış
varlıkların koruyucu bekçisi olan BOZKURT’A, YAŞAYAN GÖRÜNTÜYE (sfenkse) en yakın
yer olmalıydı ve böyle oldu.
Çünkü Giza Sfenksi kesinlikle ve kesinlikle Eski-Eski Mısır kültürünün malı da değildir…
Giza Sfenksi hiç bir kültün malı da değil gibi duruyor karşımızda. Sadece KEHFİ ve ErRAKİM’DEN kalan bir mirasın anılarına atfen onbinlerce sene önceleri O insanlar
tarafından yapılmıştır.
Piramitlerde Sfenks hakkında en küçük bir işaret, yazı, çizim, resim yoktur. Eski-Eski çok
daha eski Mısırdaki bulgularda da YOK(*)…
(*) Dilerim bunu Ön Türklerin yaptığını önce ben ve kurmayı planladığım ekibimle fiziki kanıtlarıyla bularak ortaya çıkarırız...
152
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Firavunlar Giza Sfenksi için O bölgede bugün bildiğimiz modelde hanedanlıklarını kurdular,
M.Ö 3800 -3500lerde. Firavunların saplantı haline getirdikleri her şey, Asya’da beyaz
büyük piramitleri inşa eden Ön Türkler Hiksosların, Hint kültürünün öğretileridir. Bunu
dünya Türkolojistleri de itiraf ederken, ne yazık başkalaşım evresine girmiş Türklerin
haberleri dahi yok!!!...
Dr. Hawass başta ve Mısır hükümeti resmi olarak “ BAZI ŞEYLERİ AÇIKLAYAMIYORUZ,
DÜNYA BUNU HENÜZ KALDIRACAK DURUMDA DEĞİLDİR’ diye pek çok konunun üzerini
kapattılar ve pek çok konu maalesef bilinmeyen olarak kalmaktadır. Büyük birader(!)
keyfinden mi Mısıra arka bahçesi muamelesi yapıyor? Sam amca Mısırlıların kara-kaşlarına
mı itibar etti de Mısırı masa başında eline geçirdi?
M.S 1205 de Diyarbakır’da Ebul-Iz isimli deha ilk otomasyon sistemini, dört zamanlı motoru,
bilgisayarların lojik fundemantal çalışma tekniğini anlatmış ve çizmişti ve kitapları da yurt
dışında bulundu!... Aferin asırlardır uyuyanlara!...
Bir başka açıdan bakarsak, bana göre Dr. Hawass çok haklı… Yaşayan görüntünün altından
çıkacak araca sahip olacak, ondan öğrenecek, onu değerlendirecek bir tek Müslüman ülke
varmıdır dünya yüzünde? Müslümanlar birbirinin kanını içmektedirler, ilime bilime zaman mı
var!...
Ne kadar üzücü değil mi? Oysa Yüce ALLAH Qur’an’da: [ (Milletlerin) hepsinin yöneldikleri
istikameti vardır. ARTIK HAYIRLI İŞLERDE YARIŞIN. Nerede olursanız olun, Allah sizin hepinizi
bir araya getirir. Muhakkak ki Allah herşeye kaadirdir. Bakara 148]
Piramitlerin, firavunlar hanedanlıklarının O bölgede kurulmasının tek sebebi sadece Giza taş
bloka işlenmiş dünyanın en büyük heykeli, yani YAŞAYAN GÖRÜNTÜ (Sfenkstir).
West ve Schoch’un toprak altına nüfuz eden elektromanyetik dalgalarla (Groundpenetrating radar) yer ve boşluk ve metal tespit yapabilen cihazlarla yapılan mühendislik
araştırmamaları ve titiz çalışmalar gösterdi; YAŞAYAN GÖRÜNTÜ (SFENKSİN) ALTINDA
ODALAR VE BOŞLUKLAR VAR.
HATIRLAYALIM, [Ve böylece “Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve o saat (kıyamet) hakkında
şüphe olmadığını ” bilsinler diye onları bildirdik. Aralarında onların durumu hakkında niza
(çekişiyorlar, bu konuda doğru olmayan hikâyeler üretip gelecek nesillere intikal etmesi
gereken doğru bilgileri saptırarak gereceği saptırabilirler, münakaşa) ediyorlardı. “Onların
üzerine binalar inşa edin.(*)” dediler. Onların Rabbi, onları en iyi bilir. Onların işlerinde
(çalışmalarında, projeleri veya deneylerinde) başarılı olanlar (dolayısıyla öncelikli söz hakkına
sahip olanlar): “Onların üzerine mutlaka mescit (eğitim öğretim, sosyal yardımlaşma
ve tapınak anlamındadır) yapacağız.” dedi. QUR’AN/KEHF 21.]
(*) sfenksin resminde kırmızı renkli okla işaretlediğim yerler bu binalardır.
153
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Neden PIRAMİT modeli, neden silindir veya kule veya diğer Mısır, eski-eski kültürlerindeki
gibi mimari yapılar değil de, neden aniden PİRAMİT geometrisi? Nereden, kimden
esinlendiler de pat diye piramit geometrisi çıktı ortaya? Mısır toraklarında, kuzeyinde
güneyinde, Afrika’nın tamamında asla böyle bir bina, yapı geometrisi modeli yoktur. Neyi
model aldılar? Nasıl olurda Pi sayısını ve altın oranı kullanabilirler? Hanedanlıklardan bize
miras kalmış mantığı okşayacak bir tek nesne bile YOK!!!... Ondan sora kalk da PI veya
altın oran gibi ciddi sayılar kullanarak piramit yap!... Olacak şeyimdir bu…?
Piramitlerde basit bir pusula dahi bulunamadı... Hatta pusulanın resmi bile YOK… Nasıl
olurda kesin kuzey ve doğu (ekinoks) tespit edilebilir? Nereden, kimden öğrendiler ISLAK
KUMLARLA ATEŞİN ÜZERİNDE TUĞLA BLOKLAR yapmayı? Adamların çizdiği resimlerde,
kabartmalarda derinlik, en küçük bir zarafet bile YOK!…
Firavunlara, hanedanlığından önce eski-eski Mısırda veya komşu ülkelerde yaşamış hangi
medeniyetler bu öğretileri onlara verebilirdi? Birileri bu harika bilgileri Mısırlılara vermiş
olsaydı, kendileri neden yapmadı? Herhangi bir örnek bile yok…
Bu gezegende Mısır piramitlerinden binlerce sene önce Asya’da Ön Türklerin yaptığı
piramitler ve Bosna piramidi vardı…
Biz şimdilik konumuza devam edelim, ancak QUR’AN’IN ışığında BÜYÜK AKLI kullanarak.
Talihsizliktir ki; Dr. Zahi Hawass’ı tanıdım, burada yazamayacağım kadar da çirkin bir şahıstır.
Bu şahsa bu kontrolsüz yetkiler kasten verilmiştir. Ancak yaptıkları ayyuka çıktığı için de 2005
de tutuklanmıştı. Arkasında geçmişin, tarihin enginliklerinde var olan yüksek teknolojileri ve
ipuçlarını arayan, araştıran ve buldukları değerleri de, insanlık için değil sadece kendi
menfaatleri için kullanan süper milletler, büyük biraderin(!) bilimcileri vardır.
Bundan daha vahim olanı da MS 3. Yüzyılda fanatik Hristiyanların Mısırda yaktığı 200 binden
fazla kitap, parşöment, papirüs tomarları ve modeller vardır. İşte! Hz. İbrahim ve Musa
hakkında ve daha binlerce önemli bilgiler bu yangında YOK olmuştur.
Firavunlar hanedanları kendi tarihi anılarının çoğunu yalnızca piramidin duvarlarına değil,
parşömen ve papirüslere yazarak ta belgelemiş olmalılar. Piramitlerin Hristiyan ve
Müslümanlarda yaktılar.
Meksika YUCATAN (*) yarım adasındaki harika piramitler bölgesinde de şahit olmuştum,
Mayalardan yağmalanan altın hazinelerin korsanlar tarafından eritilip, harap edilip İspanyaya
taşındıkları iğrenç anılarına ki beni günlerce ağlatmıştır.
(*) Meksika YUCATAN yarım ada bölgesi, ilk kez ULDUZ HAN tarafından YÜCE TANRI olarak adlandırıldı. YUCATAN piramitlerini de
Asya’daki büyük beyaz piramitleri yapanlar tesis ettiler. Asırlar sonra hispanik lisanlarında YUCA-TAN olarak telaffuz edildi. Bugünde
hispanik dillerinde YUCATAN kelime anlamı yoktur. Bu sadece benim tespitimdir ve bana aittir. Ne Maya dilinde ne de Hispanik dillerinde,
dil kökenlerinde de YUCATAN sözcüğünün anlamı yoktur. Kısaca: YUCATAN ithal edilmiş bir sözcüktür ve eski eski Meksika’ya veya İspanyol
dillerine de ait değildir.
154
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Mısır, Gizza bölgesi deprem riski sıfıra yakındır. Mısırın başka bölgelerinde MS. 365 ve 1068
birçok depremler olmasına rağmen piramitlere bir şeycikler olmamıştır. Bu arazi ve jeolojik
yapısı, kumların, toprağın altında on binlerce sene hemen her metali, aracı, yapıyı
bozulmadan saklayabilecek yapıdadır.
Çünkü ‘Kehf ekibinin işlerinin, O şeyin bulunduğu yere binalar ve üzerine de bir mescit
tapınak yapacağız’ denildi…
Anubis heykelciği de firavunların hanedanlıkla yeni oluşturdukları medeniyetleri de sfenksin
‘GREY WOLF, GRİ KURT, YAŞAYAN GÖRÜNTÜNÜN’ bir uzantısıdır.
Kendi yaptırdığı tapınağında, Firavun da önce tanrı dedi ve Anubise tapındı… Sonra fikir
değiştirdi, baktı ki tanrılık sandalyesi daha güzel, çıktı kendi oturdu… tanrılık veya şeyhlik
iddia etmek parayla değil ya!. Günümüzde bile cennete bilet verenler yok mu?
Kehf ve Rakim ekibinin araçları bu Piramidin altında olmasın?
Veya, Kehf ve Rakim ekibinin aracı Asya’daki büyük beyaz Piramitlerin altında olmasın?
Biz yine de her adımı mutlaka QUR’AN’IN ışığında ve BÜYÜK AKILLA götüreceğiz…
Devam edelim…
Sfenksin kumların altından çıkarıldıktan sonra günümüzdeki görüntüsü.
Sfenksin boyun bölgesi, piramitlerin taban seviyesindedir.
155
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Adıyla Allah’ın Rahman, Rahîm olan…
Bu bölümden sonra QUR’AN ayetlerini mümkün olduğu kadar, yapabildiğim kadarı ile orijinal
şekli şiir üslubuyla Türkçeleştireceğim.
QUR’AN şiir üslubuyla vahiy edilmiştir. QUR’AN’I kendi şiir üslubuyla Türkçeleştirip
okuduğunuz zaman, QUR’AN doğrudan doğruya sizin epifiz bezinize hitap ediyor, anlayışınız
en yüksek seviyeye çıkıyor, gerçek anlamların enginliklerine daha fazla yakınlaşıyorsunuz.
[Hamd O Allah’adır ki, indirdi Kitabı kuluna ve olmadı O'nda bir çarpıklık. QUR’AN/KEHF 1.]
Bize QUR’ANI indiren Allah’tır, ancak bu ilk ayette yüce ALLAH kendi indirdiği QUR’ANDA
sanki Kendine hamd ediyor gibi eksik ifade, tercümelerde veya meallerde de vardır… Bu
hassas noktalarda biz cümlelerin şiirsel devrik cümle yapılarını ve enginliğini anlamalıyız…
Zan veya varsayım veya ukalalıkla değil…
Bu haberi getiren ikinci şahıs, Hz. Muhammed’e birinci kaynaktan gelen mesajı ilham ediyor
ve bizler de QUR’AN’DA okuyor ve öğreniyoruz.
Bu ilk cümlede üç ayrı kaynak var;
1. kanyağın, bilginin, yani kitabın sahibi,
2. kaynağı, bilgiyi, yani kitabı getiren ve
3. kaynağı, bilgiyi alan, yani dinleyip öğrenen ve insanlara tebliğ eden, dağıtan.
Ayetin ilk cümlesi ‘El hamdulillâhillezî enzele‘ şiir üslubuyla kesin anlamı “ hamd O Allah'adır
ki indirdi ” …
İlk bakışta yüce ALLAH Kendi gönderdiği kitabında kendisine HAMD ediyor gibi izlenim
olabilir… Bu ciddi ayrıntıyı klasik meallerle anlayamayız, bu yanlıştır…
Örnek: Yüce ALLAH “Bismillâhir Rahmânir Rahîm” tam şiir üslubuyla karşılığı ‘Adıyla
Allah’ın Rahman, Rahîm olan’ der mi? Bunu bizler söyleyeceğiz. Bu bize öğretilen eğitimin
bir olgusudur. Biz bunu Yüce Peygamberimizden öğrendik… Ona da öğretildi.
2/ (Qur'ân-ı Kerim), kayyum (kıyamete kadar kesintisiz, aksaksız, sapasağlam devam edecek)
olarak, katından şiddetli azapla uyarmak ve salih amel (iyi işler, faydalı işler, insanlığa faydalı
olan çalışmaları) yapan mü'minlere en güzel mükâfatın onların olduğunu müjdelemek için.
3/ kalıcıdırlar Orada ebedî olarak.
Ebedi kalınacak yerler, üç boyutlu, içinde yaşadığımız bu evrene asla benzemeyen başka
boyutlardaki yerlerdir ki: bizler bu başka boyutu ne anlayabiliriz ne de duygulanabiliriz, hayal
bile edemeyiz. Çünkü DNA bilgi iletişim bankamıza üç boyuttan başka boyutu kavrayacak,
idrak edecek, algılayacak bilgi, FURKAN kodlanmadı, kısaca beyinde onay için adres yok...
156
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Örnek verecek olursak: bu gezegende ANNELİK şefkat ve duygusunu hissedecek bir erkek
varımdır? BABALIK duygusunu hissedecek hanım varmadır? Elbette ki yoktur, çünkü DNA
programları kesinlikle farklıdır.
Örnek: bu gezegende hiç bir insan, hiç bir fizikçi iki veya dört boyutlu bir şeyi (O şey her ne
ise) asla, asla ve asla hayal bile edemez, çizemez, anlatamaz ve anlayamaz, hatta fazlasıyla
DMT (Dimethyltryptamine bir tür protein bileşiğidir) alsa bile rüyasında dahi göremez. Çünkü
DNA bilgi iletişim bankasında üç boyuttan başka bir şeyi tanıyacak adres yoktur, böyle bir
bilgi kodlanmamıştır. DNA bankamızda üç boyuttan başka bir geometri, yapı, şey yoktur ve
olamaz da.
Bu konunun detayları ALAK suresindedir, bütün canlıların yaratılışın en temel ve ciddi
konusudur, bununla ilgili yazdığımız kitabımızda açıklıyoruz.
4/ Ve uyarır O kimseleri, dediler ‘Allah bir çocuk edindi’.
5/ Yoktur onların bir ilimleri ona dair ve atalarının da. Çok büyük oldu ağızlarından çıkan bir
kelime! Onlar, (bu konuda ne söylerlerse söylesinler) ancak yalan söylüyorlar.
6/ Bu durumda eğer onlar bu (sana bildirdiğimiz doğru) sözlere inanmazlarsa, onların
arkalarından üzülerek neredeyse kendini helâk edeceksin.
Yüce ahlak ve vicdan sahibi Hz. Muhammed başkalarının gereği gibi inanmamasına,
dünyanın geçici menfaatleri için sonsuz ve harika bir yaşamı tepmelerine öylesine üzülüyor
ki, neredeyse kendini harap ediyor üzüntüsünden.
7/ Muhakkak ki Biz, yeryüzünde olan şeyleri süs (imrenilecek, tamah edinilecek ziynetler)
olsun diye yarattık ki. ONLARIN HANGİSİ DAHA GÜZEL AMEL (çalışıp keşif edecek, icat
edecek, başkalarına faydalı olacak işler) YAPACAKLAR DİYE İMTİHAN ETMEMİZ İÇİN.
İcat etmeyi, imal etmeyi, yenilikler yapmayı, daha iyisini yapmayı başkalarına bırakan
Müslümanlar derin derin uyumayı tercih etmişlerdir, nasıl olsa cennet garanti !...
8/ Ve muhakkak ki onun üzerinde olan şeyleri, kuru toprak yapacak olan elbette Biziz.
Ayette gecen ‘curuzen’ üzerinde nebat, hayat belirtisi bulunmayan çorak, kuru toprak
demektir.
Birinci ayetten 8 ayete kadarki ifadelerin ASHABI KEHF ve Er-RAKİM ile hiç bir alakası yokmuş
gibi görünebilir ilk bakışta gerçekten de yok gibi görünüyor.
Bakmak ile baktığını görmek arasındaki köklü farkı anladığımız zaman çok yakından alakası
olduğunu da öğreneceğiz.
9/ Yoksa sen, ASHAB EL-KEHF VE ER-RAKÎM'İN bizim acayip ayetlerimizden (olağanüstü,
extraordinary, garip, şaşılacak işlerimizden, yarattıklarımızdan) biri olduğunu mu sandın?
157
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
En gizemli kelime de Er RA-Kim’dir. Asırlardır istisnasız bütün QUR’AN mealcilerinin,
tefsircilerinin şeyhlerin, dervişlerin kulak ardı ettiği kelime budur.
Sanskritçede en az 2000 kelime, sözcükler araştırdım, tamamı RA başlıklı. ‘RA’ GENEL
ANLAMI alev, ateş, enerji kökünden bir hece gibi, kısa ancak en temel bir sözcük gibi çıktı
karşıma. (*)
Kehf için (ashâbe el-kehfi) bir tek (kabinde) mağarada çoğul olan kimseler ifadesi kullanıldı.
RA-KİM (ve er Rakîmi) kısa cümlesinde sanki tekil bir şey veya tek özel bir yer veya bir tek
şeymiş gibi anlam var ortada. Eşya, madde, şahıs vb. şeyler değil, sanki bilinmesi istenen bir
koordinat var, sanki bir şeyin yerden yukarda asılı olduğunu ima eden bir şeyler var bu kısa
cümlenin derinliğinde.
QUR’AN’DA üç ayrı mağara sözcüğü vardır:
Gar, üstü kapalı gar, salon gibi yer.
Mağara, bildiğimiz mağara, Hz. Muhammed’in gizlendiği doğal mağara.
Kehf; işte bu sözcüğün önüne ‘i’ harfi gelirse, KEHFİ mağara filan değil, emniyetli kabin gibi
özelliği olan bir büyük salon, büyük Oda, içerisi geniş kabin vb. gibi anlamları içerir.
QUR’AND’AN önce Arap dilinde KEHF sözcüğü kayda değer anlamda mağara filan da değildi.
KEHF sözcüğü QUR’AN’LA birlikte Arapçaya girdi ve yanlış anlam verilerek mağara denildi.
(*) RA sözcüğü ile ‘Nur suresi 35 ayet, Allah’ın Nuru yerleri ve gökleri kaplamıştır’ arasında çok, çok ciddi bir
bağ var. Açıklamaya ömrüm yetmezse bu bilgi bende kalmasın diye kısaca değinmek istedim. NUR
sözcüğünü Işık, aydınlık vb. gibi aslı astarı olmayan anlamlarla tanımlamışlar… NUR; bunların hiç birisi de
değildir…
158
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
10/ GENÇLER MAĞARAYA sığındıkları zaman şöyle dediler: “Rabbimiz, bize Katından bir
rahmet ver ve bize bu işimizde (bu çalışmamızda, bu projemizde) bir çıkış yolu (başarı, bilgi)
hazırla, bize emrimizden mürşit (bizimle çalışacak, bize önder olacak, tecrübeli olan önder
bu konuda uzman bilgin, bir başkan, şef) tayin et.” (*)
Ayette ‘iz evâ’ sokak kültürü ile sığınma anlamını ifade edebilir. Yağmurdan, fırtınadan
korunmak için mağaraya sığındılar denebilir ki, tamamen yanlıştır, pembe masaldır.
Ancak bu sözcük, kendilerini her alanda muhafaza edecek, x veya gamma ışınlarından,
uzaydaki serbest enerji yüklü parçacıklardan, radyasyondan, mor ötesi C bandı kaynaklı (180
nm dalga boyundaki girgin ışınlardır) metabolizmayı parçalayabilen ışınlardan, aşırı soğuk,
aşırı sıcaktan vb. gibi koruyacak bir yere sığınma anlamındadır.
İLEL KEHFİ; mağara filan değil, onlara ait emniyetli O kabin, onların O büyük odası, O büyük
salon, onların muhafazalı O kabini anlamlarındadır.
Bu şahısların GENÇ KİŞİLER oldukları ayetin hemen başında, açıkça ve özellikle belirtildi. Bu
genç kelimesi çok önemlidir, unutmamamız gerekiyor. Ayetin başlama kelimesi zaten
‘GENÇLER’ olarak ortadadır.
Ayette geçen “ilel kehfi” herhangi bilinen anlamda dağlardaki veya herhangi bir mağara
olmadığını, açıkça özel bir oda veya kabin veya ÖZEL GENİŞ EMNİYETLİ bir yer olduğunu
açıklar. “ilel ” takısı, bu mağara diye tasvir edilen yerin onlara ait, onların özel bir yeri, kabini
olduğunu belirtir, herhangi bir mağara filan değildir.
Bu gençlerin “bize bu işimizden (bu çalışmamızda, bu projemizde) bir çıkış yolu (başarı, bilgi)
hazırla” bu denli canhıraş taleplerini gerektiren ne gibi bir işleri, projeleri, hedefleri, yapmak
veya başarmak istedikleri ne vardı diye soralım?
KEHF sözcüğü şayet bildiğimiz mağara anlamında olsaydı “bize bu işimizden (bu
çalışmamızda, bu projemizde) bir çıkış yolu (başarı, bilgi) hazırla” derler miydi?
‘min ledun-ke’ sözcüğü, sadece en büyük Âlim olan Allahtan olabilecek bilimler üstü bilimsel
öğretiler, yüksek bilgiler gibi anlamları vardır.
Kısa bir örnekleme: az önce bir bardak SU içtiniz. Siz mi beyninize emir ve komuta etiniz de
suyun şu kadarı kanıma, şu kadarı kemiklerime, şu kadarı falan yere, şu kadarı da dışarı
atılacak diye siz mi emir ve komuta ettiniz? Elbette ki hayır. Bunu sizin DNA’nıza
programlanmış LEDUN bilimselliği ile ALLAH yaptı, her an da yapmaktadır.
(*) İnsanlık tarihinde hiç bir liderin düşünüp de tüm insanlığa miras olarak bırakamadığı “Hayatta en Hakiki Mürşit İlimdir” hazinesini
bizlere bırakan Mustafa Kemal Atatürk bu hazineyi pat diye cebinden çıkarmadı… Çok iyi bildiği ve devamlı okuduğu QUR’AN’DI kaynağı.
159
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Ayette geçen ‘min ledun-ke’ sözcüğü ‘bizi aşan, bizi aşabilecek bu deneyi bitirmemiz, olası
bir riske girmememiz için ancak Senden gelecek üst bilgiye muhtacız’ denmektedir. (*)
Gençlerin çalışmalarında, bu projelerinde üstelik bir de mürşit, şef, önder, bilge bir kişi,
başmühendis talep etmekteler. Her mütevazı ve bilge bilim adamı gibi planladıkları deneyi
kesinlikle garantiye almak istemekteler. Çünkü, insanlık tarihinde sayısız örnekleri vardır:
bilim ferdi değil, ekip çalışmalarıyla insanlığa fayda getirir. Gerçek bilim insanı şöhret
olmak için değil, ekiple insanlığa faydalı olmak için vardır.
Yapacakları iş, proje öylesine dehşet bir şey ki, kendi güçlerinin yetersiz kalabileceği endişesi,
projeyi riske atmamak için de önce Allahtan hidayet, başarı ve kendilerinden daha bilgin,
tecrübeli yönetici, kendi cinslerinden birine (bu gençler insan ise insan mürşit, başka varlıksa
O varlığın cinsinden Mürşit’e) ihtiyaçları olduğu vurgulanmaktadırlar.
11/ Böylece kabinleri (mağaranın) içinde KULAKLARI ÜZERİNE VURDUK, seneler adedince
yatırdık (uykuda gibi kendilerinde değillerdi anlamındadır).
Ayette geçen ‘Darabna’ vurduk, vurmayla uyuttuk (uyudular) anlamlarındadır. Vurma
sonucunda uyudular gibi anlamlar içermektedir. Türkçeye de geçen bu kelime ‘darbe’ olarak
hala kullanılmaktadır.
Kesin kanaatim odur ki; bu cümlenin tam anlamı ortaya çıkarsa, asırlardır uyuyan ciddi, ama
çok ciddi medikal alanda bilimsel bir gerçek daha açığa çıkacaktır.
(*) Ledün; en üst bilgi veya bilimselliği mağarada mı yapılırmış da KEHF sözcüğüne hemen mağara diye yanlış yamalak yapıştırma
yapmışlar?
160
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Kulağın işlevlerini yapan organik mekanizmaların göz ve thalamus bölgesinin anatomik
yapısıyla, binlerce sene önce Mısırda RA gözünün resimle anlatımı için yapılmış figürlerinin
benzerliği oldukça önemlidir. (*)
Bu cümle mutlaka en belirgin, en doğru şekilde analiz edilip açıklanmalıdır. Bu cümle hemen
her detayın yegane anahtarı gibi karşımda duruyor “Kulağa vurularak uyuyor gibi yattılar,
uyutulmak! ” ilk bakışta çok garip, yadırganacak kadar garip bir ifade!...
Neden kulak, kulağa vurmak ta ne demek? Kulağa vurulunca insanlar uyur mu?
Kanaatimce, bunun ilk sağlıklı adımı, kulağın anatomik alanda çalışma mekanizmalarını
kısaca ele almamız gerekmektedir. Uyumak ile ses dalgaları darbeleri arasındaki ilişki ne
olabilir? Beyinde, doğal uyuma isteği veya doğal olmayan dışarıdan müdahale ile uyuma
merkezi ne olabilir?
Herhangi bir şiddette ses dalgası veya 1 desibel şiddetin milyarda bir dahi olsa mutlaka bir
darbedir, sonik bir vektördür. İnsan kulağı, beyinin programı gereği 200 Hertz ile 20 000
Hertz arasındaki ses dalgalarını algılar ve duyma eylemi gerçekleşir. Bu sınırların altında veya
çok üstündeki frekanslarda ses dalgalarını algılayamadığımız anlamına gelemez… Ancak
beyin bu bandın altındaki veya üstündeki ses dalgalarını değerlendiremez.
(*) Piramitlerde henüz kayda değer teknolojik bir alet bile bulunamadı ancak duvar çizimlerinde bu harika benzerliği ve thalamus ve
epifizin önemini nasıl yapabildiler, bunu nasıl bildiler, bunu kimlerden öğrendiler?
161
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Darbeleri SES olarak algılayıp karar veren merkez elbette beyine yüklenmiş özel
programlardır.
Kulak memesi dışarıda olan insan ve diğer canlılar sesleri, kulak diyaframının üç ayrı; örs,
üzengi ve çekiç birbirine bağlı küçücük kemiklerin bir birlerine uyguladığı darbe ve darbeden
dolayı oluşan vektörler X,Y,Z eksenlerin herhangi birinden de gelse, birbirine uyguladığı
ağırlık olgularıyla ses darbelerini (titreşimleri) duyu sensörlerine iletir. Ve beyindeki
programlı reseptörler darbeleri ses olarak algılar. Analog bilgilerin bio-digital (*) ve daha
birçok karmaşık terminallerden geçip beyinde ses olarak algıladığımızı biliyoruz.
Ancak kulağa darbe uygulayarak veya ses dalgaları, sonik darbelerle ‘uyumak, uyutulmak’
da ne demek?
12/ Sonra ne kadar süre kaldıklarını, iki topluluktan hangisinin zamanı daha iyi hesap
edeceğini bilmemiz (sonucu tespit etmemiz) için onları uyandırdık-beas ettik. (beas, uyuyan
birisini kendi isteği ile değil, dışarıdan müdahale ile uyandırmak demektir).
Bu kadar çile, bu kadar çalışma sadece 7+1 canlının ne kadar uyuduğunu hesaplamak için
midir? Kendilerinden geçmeleri için “kulaklarına darbe yani darbenin etkisi olan ağırlık
uygulandı” uyandırmak (ayıltmak) için de sadece “uyandırdık” denilmektedir.
Hangi büyüklükte olursa olsun, her hangi bir darbe, darbenin yönü ne olursa olsun (x, y, z)
darbenin kaynağı ile tatbik edilen nokta arasına herhangi matematik büyüklükteki bir ağırlık
uygulamasıdır. Zaten kulağın çalışma mekanizmaları üç kemiğin birbirlerine darbeler, ağırlık
uygulamaları tekniği ile çalışır ve biz ses darbelerini duyarız.
Yedi astrofizikçi KEHFİ gençleri Boz-Kurt (köpekleriyle) beraber frekansı ve gücünü şimdilik
bilmediğim sonik darbeler yani ses dalgalarıyla yatırıldı, (bayılmış gibi uyutuldu). (**)
Ayetteki “el hızbeyni” kelimesi iki topluluk, iki ayrı rakip zümre veya iki ayrı gurup, veya iki
ayrı rakip ekip varmış gibi anlamlar içermektedir.
Hatta EL takısıyla HİZBEYNİ kelimesi de, özelliği olan, farklı fikirleri olan iki ayrı topluluk, iki
ayrı ekip, bir birine karşı sanki yarışmada olan veya iki ayrı zıt fikirlerin tartışılması, ben daha
iyisini yaparım, senden iyiyim gibi zıtlıkları da içeren anlamları vardır. HİZBEYNİ sözcüğü
Hizip-karşıt görüşlü anlamındadır ve Türkçeye de geçmiş olan hizip bu kelimenin bir
uzantısıdır.
Ayetlerde baştan beri açıklamaktadır ki; sadece KEHF değil ayrıca Er-RAKİM denen, yüksekte
olan başka bir şey daha var.
(*) umarım bilime yeni bor sözcük kazandırmış oluruz bu bio-digital (biyolojik sayısal) ifademizle. Canlıların metabolizmalarında üç boyutlu
çalışan muhteşem bir matematik işlem var…
(**) günümüz teknolojisinde bu yöntemle bir çalışma varmıdır bilmiyorum, ancak Türk asıllı dehalar dehası Dr. Tesla’nın vardı. Tesla’nın
ölen abisinin adı da DANE idi, Osmanlının toprak kayıplarında Sırbistan’da kaldılar ve asimilasyonla milliyet kimliği de değişti… ALLAH nasip
ederse DNA testlerini de yaptıracağım ve bunu netlikle kanıtlayacağım.
162
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Bir adım daha atalım; birisi bilinmeyen iki ayrı ekip sanki rakipmiş gibi tartışmalı bir projeye
girmişler, sonucu hangisi daha iyi hesap edecek diye. Aynı kategoride yarışan iki ayrı
üniversitenin hangisi kesin sonuç veya deneyden, araştırmadan sonra net sonuca
ulaşacaklarının tespiti gibi bir durumla karşı karşıyayız.
13/ Biz, sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz. Muhakkak ki onlar, RAB'LERINE
âmenû (ölmeden önce Allaha ulaşmayı dileyen veya ruhlarını Allaha ulaştıran) olmuş
gençlerdi. Ve onlara hidayeti (Samimi ve akılcı davranışlarından, çalışmalarından dolayı
bilimsel destekler vererek desteğimizi) artırdık.
14/ Onların kalplerini Bize bağladık (kalpleri üzerine rabıta, bağlantı kurduk). Ayağa
kalktıkları zaman şöyle dediler: “Bizim Rabbimiz, semaların ve arzın Rabbidir. O'ndan
başkasına ilâh olarak asla dua etmeyiz. Öyle yaparsak, andolsun ki haddi aşarak yanlış
söylemiş olurduk.”
Işık hızına yakın hızlarda seyahate eden, deney esnasında uyutulmuş gençlerin kalp atışları,
hayatta olup olmadıkları veya kalp atışlarında aksaklıkların olup olmadığı, kan dolaşımları bir
şekilde uzaktan kumanda ile merkezi kontrol ünitelerine bağlanmış. Dikkat edin lütfen:
ONLARIN KALPLERİNİ BİZE BAĞLADIK, KALPLERİ ÜZERİNE RABITA, BAĞLANTI KURDUK,
denmektedir.
15/ İşte bu bizim kavmimizdir. Onlara açıkça bir SULTAN gelmemesine rağmen Allah'tan
başkasını ilâhlar edindiler. Öyleyse Allah'a yalanla iftira edenden daha zalim kim vardır?
Sultan; çok, çok yüksek seviyede en üst bilgi demektir. Asırlardır bu sözcüğünün de gerçek
anlamını bir türlü ortaya koyamamışlar.
Kimdir bu kavim? Allaha karşı yalan uyduran, ALLAH’DAN başka ilahlar edinen bu kavim de
nerden çıktı şimdi? Ortaya son derece ciddi bir başka belirsizlik daha çıktı!...
16/ Ve siz, Allah'tan başkasına kul olmayarak onlardan ayrıldığınız zaman sığının O özel
kabininize (Kehf-mağaraya!!!). Rabbiniz size rahmetini neşretsin (üzerinize yaysın, size
ulaştırsın, size göndersin). Ve size, refik (yardımcı olarak, arkadaş, destek) olarak işlerinizi
(projenizi, yapmakta olduğunuz işi) kolaylaştırsın.
Bu ayette de KEHFİ mağara anlamında zan edilerek asırlardır yanlış tanımlanan ‘ilel kehfi’
veya ‘illâ el kehfi ‘ geçmektedir ki; kesinlikle bildiğimiz mağara anlamında değildir.
Ayette geçen ‘onlardan ayrıldığınız zaman’ onlar kimlerdir? Bu çok, çok önemli ayrıntıdır ki
mutlaka bulmalıyız.
17/ Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol
taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün (bu ifade kesinlikle ve netlikle sfenksin güneş
döngüsüyle her anki konumunu açıklamaktadır). Ve onlar, onun (emniyetli içerisi geniş özel
kabin odasının, mağaranın) GENİŞ SAHASI (fecvetin; geniş bir odanın girişteki geniş yeri,
girişteki geniş yer, kabinin geniş boşluğu, kabinin, avlunun genişliği anlamındadır) İÇİNDE
163
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
BULUNUYORLARDI. İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o
hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (veya ‘kim Allah'a ulaşmayı dilemezse’ anlamı
da olabilir) artık onun için Velî mürşit (irşat eden, bilge dost) bulunmaz.
‘Ve onlar, onun (kabinin) GENİŞ SAHASI İÇİNDE BULUNUYORLARDI.’ Kabin (mağara) ve
kabinin detaylı tarifi ve ekibin bulundukları yer o kadar önemlidir ki her ayrıntı; kelime,
kelime açıklanmış. Bu mütevazı kitabımdaki çalışmalarımın kanıtlarından birisi de Kehf
17nci ayettir.
‘Güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini’ bu ifade kesinlikle yaşayan
görüntünün (sfenksin) yüzünün baktığı nokta, yani doğu tarafıdır. Piramitleri doğudan batıya
tarayan yöndür. Üstelik güneş ışıklarının her anki konumunu açıkça vermektedir. Yeter ki
BÜYÜK AKILLA analiz edelim. Piramitlerin Doğu ve Batı taraflarını tarayan, çemberi çizen
Güneş, sfenksi tüm gövdeden, başından kuyruğuna kadar taramaktadır. Böylece O büyük
odanın girişi de kuzey ve güney istikametlerindedir. Ve gerçekten günümüzde de aynı bu
koordinatlardadır.
Yüce ALLAHIN QUR’AN’I; bu ayet sfenksin ayaklarının altındaki koridoru açıkça tarif etmekte
ve Müslümanlarda bu kanıtları yıkmak için söz vermekteler!!!....
Ayetin bu kısacık ifadesi dahi ne amaçla yapıldığı, kimler tarafından yapıldığı bilinemeyen
YAŞAYAN CANLI HEYKELIN (sfenksin) kapılarını ardına kadar açmaya başlamaktadır.
KEHFİ- Mağara nerededir, hangi mağara, neden bu mağaranın çok geniş bir yer olduğu
devamlı olarak vurgulanmaktadır diye soracağız. Yedi kişilik bir mağara neden devamlı
olarak ‘mağaranın geniş yerinde’ ifadeleriyle genişlik sözcüğü aktif tutulmaktadır?
KEHFİ-Mağara sfenksin ayaklarını uzatarak beklediği yer; Ve güneşin doğduğu zaman
mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından
geçtiğini görürsün. İfadesinin açıkça ‘’daha açık nasıl anlatılır bilen varsa söylese de kölesi
olsam’’ mağarayı, büyük salonu, büyük odayı, ekibin içinde olduğu büyük kabinin, yani
sfenksin ayaklarının hemen baş altında olduğu açıkça anlatılmaktadır.
18/ Ve onlar, uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırsın. (bu ‘UYANIK SANIRSIN’
ifadesine çok, çok dikkat ediniz lütfen) Ve onları sağa ve sola doğru çeviririz. Onların köpeği,
ön ayaklarını Mağaranın giriş kısmına uzatmış vaziyettedir. EĞER SEN, ONLARA MUTTALİ
OLSAYDIN (YAKINDAN GÖRSEYDİN), MUTLAKA ONLARDAN KAÇARAK (GERİ) DÖNERDİN.
VE MUTLAKA SEN, ONLARDAN ÜRPEREREK KORKUYLA DOLARDIN (DEHŞETE DÜŞER,
ÜRPEREREK ÇOK KORKARDIN).
‘el vasîdi’ mağaranın giriş bölümü, avlu, büyük oda, büyük salon anlamlarındadır.(*) Yani
köpekleri mağaranın girişindedir. İki ön ayaklarını uzatmış vaziyettedir. Aynı sfenksin
bulunduğu konumdur bu ve kesinlikle de doğuya (ekinoksa) bakmaktadır.
(*) Hanedanlar da Fİ-RA-VUN sözcüğünü bu büyük salona olan hayranlıkları ve hastalıklı saplantılarıdır ki; icat edildi ve tescillendi.
164
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Açıkça görmekteyiz: Piramitlerin kesin Doğu ve Batı taraflarını tarayan, yarı çemberi çizen
Güneş ışıkları, sfenksi başından kuyruğuna kadar taramaktadır. Yaşayan heykel (Sfenks) O
Kabinin, O büyük odanın, O mağaranın, yani KEHF ekibinin araçlarının üzerinde
oturmaktadır. On ayaklarını uzatmış sanki bireyleri koruyor…
18/ Uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırsın, Eğer sen, onlara muttali olsaydın
(yakından görseydin), mutlaka onlardan kaçarak (geri) dönerdin. Ve mutlaka sen, onlardan
ürpererek korkuyla dolardın (dehşete düşerek en yüksek seviyede korkardın).
Soralım: gerek ALLAH Resulü, gerekse O devirde yaşamış insanlar, hatta bizler de O devirde
yaşamış olsak, yani dünyalılar herhangi bir yerde, hatta günümüzde bile şu resimdeki gibi
yedi (7) astronotu bir anda görsek ne yapardık?
Uykuda oldukları halde sen onları UYANIK sanırsın (astronotların başlıkları göz kırpmaz,
yani ön pencere kapanmaz), eğer sen, onlara muttali olsaydın (yakından görseydin),
mutlaka onlardan kaçarak (geri) dönerdin ve mutlaka sen, onlardan ürpererek korkuyla
dolardın (dehşete düşerek çok korkardın).
Astrofizikçilerin, astronotların kullandığı Uzay başlığının ön pencereleri kapanmaz da
ondan ‘sen onları uyanık sanırsın’ denilmektedir… Başlığın altındaki insanın uyuyup
uyumadığı bilinemez ve ön gözlem penceresi göz kırpmadığı için de uyanık zan edilir.
165
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Ayet apaçık şekilde; kabinlerinde deney için sonik ses darbeleriyle uyutulmuş uzay başlıklı 7
astronotu anlatmaktadır.
Asırlardır uyuyanlar, binlerce senedir QUR’AN’A muhalif yaşamış küçük akıllılar 18nci ayeti
18 000 defa okusunlar bakalım ne anlayacaklar!!!...
Uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırsın, Eğer sen, onlara muttali olsaydın
(yakından görseydin), mutlaka onlardan kaçarak dönerdin. Ve mutlaka sen, onlardan
ürpererek korkuyla dolardın (dehşete düşerek çok korkardın).
MS 6. YY da, hatta günümüzde bile bir anda bu astronot gibi 7 astronotu bir arada gören bir
şahıs; ürpererek ne kadar korkardı, nasıl bir dehşetle ürperirdi tahmin bile edemeyiz.
BU MÜTEVAZI KİTABIMIZDAKİ EN ÖNEMLİ KANIT BUDUR…
Qur’an meal-tefsiri yapan zararlılara soralım!... Qur’an meal-tefsirlerinde hem ‘uykudalar’
diyor hem de ‘sen onları uykuda sanırsın’ diyor.
KEHFİ gençleri bildiğimiz anlamda uyku, uyuyor olsalardı Yüce ALLAH ‘sen
onları uyanık sanırsın’ der miydi?
Demek ki uykuda değil kendilerinde değillerdi, bilinç kapalıydı, çünkü deney bunu gerektirir.
166
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
‘ve hum rükûdun’ sözcüğü bildiğimiz uyku değildir. Kendinde değiller, kendilerinden geçmiş
şekildeler anlamındadır.
19 / Ve böylece aralarında sorsunlar diye onları uyandırdık. Onlardan konuşan biri şöyle
dedi: “Ne kadar kaldınız? GÜNÜN BİR KISMI VEYA BİR GÜN KADAR DEDİLER.
“Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir, dediler. Artık sizden birisini, sizin bu gümüşle
(QUR’AN’DA para sözcüğü geçmezken meal-tefsir edenler parayı çok sevdiklerinden para
sözcüğünü kullanır) şehre gönderin. Böylece en temiz yiyecek hangisi, baksın (da) ondan size
bir rızık getirsin. Ve tedbirli (dikkatli) olsun. Sakın sizi bir kimseye sezdirmesin, varlığınızı hiç
kimseye hissettirmesin.
Ey âlimi-ulema geçinen Profesör etiketli para kazanmak için QUR’AN meal eden
madrabazlar, yalancılar, ALLAH’IN QUR’AN’INI örtenler; nereden çıkardınız yedi uyurların
309 sene uyuduklarını?
Bu ayet açıkça, netlikle kimsenin 300+9 sene uyumadığını sadece ‘günün bir kısmı veya bir
gün kadar kaldılar’ denmektedir. Özel bir yöntemle kendilerinden geçmiş vaziyettedirler ve
uyandırıldıklarını açıkça yazmaktadır… Ve bunu Yüce ALLAH bildiriyor ALLAH!!!... Siz ne cins
şeylersiniz(!) de asırlardır insanları aldatırsınız? Bunun hesabını nasıl vereceksiniz? Üç beş
kelime Arapça bilmekle QUR’AN gibi en yüksek bilgi hazinesi anlaşılsaydı, Arapların şimdiye
kadar galaksinin öbür tarafına gitmeleri gerekmez miydi?
KEHFİ suresindeki bu 30 Ayetlik bölüm, yani, KEHFİ ve Er-RAKİM ekibinin olayı Arapça bile
anlaşılamamaktadır. Meallere, tercümelere, hangi dilde olursa olsun istisnasız bütün dillerde
bu 30 ayetlik hadise asla tam anlamıyla açıklanamadı, tam tersine örtülebildiği kadar da üstü
örtüldü…
Bol, bol şahsa mahsus QUR’AN mealleriyle, uydurma hadisler veya masallarla asırlardır
insanların beyinleri yıkanmaktadır.
Çalışmalarım ve tespitlerim doğruysa, bilime ve insanlığa ve dinimin bilimsel alanda
anlaşılmasına bir faydası olacak ise mükâfatını sadece RABBIM’DAN dilerim. Hatalıysam
RABBIM’IN Rahmetine, Şefkatine, Affına sığınırım.
Bu ayette en çok dikkat edilmesi ve enginliklerine girerek analiz edilmesi gereken bu iki
sözcük bizim için hayati önem taşımaktadır.
1) ve li yetelattaf; ve dikkat etsin, en ince detayına kadar emrimi icra etsin, tedbirli
olsun.
2) ve lâ yuş'ırenne; ve sakın sizi kimselere sezdirmesin, hissettirmesin, farkına
vardırmasın.
Bu genç bilimcilerin bir şekilde görünmez olunması mı istenmektedir? Bir şekilde hologram
yapılması mı istenmektedir? Gümüşle yemek için bir şeyler satın alacaklar ki; karşımda
devamlı sayısız bilinmeyenler çıkmaktadır.
167
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Sorularım: Neden gümüş? Ayette Para sözcüğü geçmez ancak şahsa mahsus QUR’AN
meallerinde çok sevdikleri para kelimesini çekinmeden sokuştururlar.
Elli senelik çalışmalarla bunun cevabını tespit ettim. Eski-eski Mısırda da gümüş metali
altından daha kıymetliydi. Hayatın akışı gümüşle yapılırken altın monoatomik amaçlar için
yani altın tozu ve başka amaçlar için kullanılır ve firavunlar da yemeklerinde monoatomik
altın tüketirlerdi. Bu aynen Hindistan’da da böyleydi, Mahabharata kültlerinde de altın başka
amaçlar için kullanılırdı. Günlük hayata egemen olan değer, ekonomi gümüşe endeksliydi.
İlk okuyuşta KEHF ve RAKİM ekiplerinin 300+9 sene uyudukları zan edilir ve QUR’AN mealleri
yapılır ve asırlardır insanların beyinleri yıkanır.
Değil 309 sene bir gün veya bir günün yarısı kadar bir zaman geçtiğini QUR’AN ayetleri açıkça
anlatırken QUR’AN tefsircileri de asırlarca 7 kişinin 309 sene uyuduğunu zan ederler. Sonra
da canhıraş bir ihtirasla bu 7 genç bilim adamını öldürüverirler….
Ne ölen var, ne de 300+9 sene uyuyan var!!!...
300+9 sene uyuduktan sonra uyanan bir canlı, hemen yemek yiyemez, yememelidir, su dahi
içmemelidir. Hatırlarsanız “ONLARIN KALPLERİNİ BİZE BAĞLADIK, KALPLERİ ÜZERİNE
RABITA, BAĞLANTI KURDUK” deniyordu, yani serum veya benzeri SIVILARLA
besleniyorlardı…
20/ Muhakkak ki onlar, eğer size karşı galip gelirlerse, sizi taşlarlar veya sizi kendi dinlerine
döndürürler. O ZAMAN ASLA, EBEDİYYEN KURTULAMAZSINIZ.
Kitabımızda ki her çalışmamızı açıkça kanıtlayan, açıklayan ayet/cümle budur;
‘Ebediyen kurtulamazsınız’ demek, bir daha bu dünyadan ayrılmazsınız demek değil midir?
Ayette geçen “len tuflihû; asla kurtuluşa eremezsiniz, asla oradan, bulunduğunuz yerden,
O konumdan kurtulamazsınız, kendi zamanınıza veya kendi gezegeninize dönemezsiniz”
demektir.
21 / Ve böylece “Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve o saat (kıyamet) hakkında şüphe
olmadığını” bilsinler diye onları (n bu büyük başarılarını insanlara bu QUR’AN’LA) bildirdik.
Aralarında onların durumu hakkında niza (çekişiyorlar, bu konuda doğru olmayan hikâyeler
üretip gelecek nesillere intikal etmesi gereken doğru bilgileri, uydurma masallarla gereceği
saptırıyorlar, münakaşa) ediyorlardı. “Onların üzerine binalar inşa edin.” dediler. Onların
Rabbi, onları en iyi bilir. Onların işlerinde galip olanlar (deneyi başarmış sözü geçenler):
“Onların üzerine mutlaka mescit yapacağız.” dedi.
Ayette geçen: nettehızenne aleyhim mescidâ / bunların üzerine, bunlara ait her ne ise O
şeyin üzerine, bunlara ait bir anı olarak veya saklamak için mutlaka önce binalar ve sonra da
binaların üzerine bir de mescit, tapınak yapalım, inşa edelim, saklayalım, kimseler görmesin,
yoksa harap ederler denmektir…
168
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Eminim ki farkındasınız, hala ölen filan YOK !!!... Ne ‘onların mezarının üzerine bina yapın’
diyen var, ne ‘öldüler’ diyen ne de ‘309 sene uyudular’ diyen!!!...
Bildiğiniz gibi kimse mescitlerin, tapınakların altını kazmaz, kutsallığa olan saygı hemen her
millette buna engel olunur. Yapılacak en emniyetli kamuflaj, bu ŞEY (Kehf, mağara filan
değildir; gerçek anlamı bir uzay aracının bulunduğu büyük oda, kabindir) her ne ise
üzerine bir bina inşa edip, binanın da üzerine mescit, tapınak unvanı vermekle asırlarca O
şeyi gizleyebilecekleri ortadadır. Akıllı adamlarmış bu mescit fikrini ortaya atanlar.
22/ Ve gaybı taşlayarak (bilmeden tahminde bulunarak) diyecekler ki: “(Onların sayısı) üçtür,
dördüncü onların köpeğidir.” “Beştir, altıncı onların köpeğidir.” diyecekler. Ve “Yedidir,
sekizinci onların köpeğidir.” diyecekler. De ki: “Onların adedini en iyi Allah bilir. Pek azı
hariç, onlar bilmezler.” Onlar hakkında, zahir olandan (sana bu QUR’AN’DA
bildirdiklerimizden, bilinenden) başka tartışma (mücadele etme ve kimselere soru sorma,
bir açıklamada bulunma, konu hakkında hüküm verme, fetva verme)! Onlar hakkında,
onlardan birisine soru sorma (başkalarından da herhangi bir açıklama da isteme)!...
QUR’AN’DA, QUR’AN edebiyatında, Hz. Muhammed’e Isra 75 ayetinden sonraki en şedit, en
keskin, en tavizi olmayan kesin emir budur “Sakın kimseyle bu konu hakkında hiç bir
şekilde konuşma!” emiri verilmektedir.
Sakın ha! Bu konuda bir tek kelime dahi konuşma, bu konuda hiç bir şekilde münazaraya
girme, bu senin ve senin devrinde yaşayanların anlayacağı konu değildir vb. denmektedir.
Ancak 1400 senedir kahvehane kültürüyle KEHF ve Er-RAKİM olayını, sanki görmüş gibi mealtefsir ettiler, gerçeği örterek saptırdılar… Oysa Yüce ALLAH Resulüne bile ‘Sakın kimseyle bu
konu hakkında hiç bir şekilde konuşma!” emri vermektedir.
KEHFİ ekibinin ve köpeklerinin toplam sayıları o kadar önemlidir ki: QUR’AN ilerde olabilecek
hiç bir masala değer verilmemesi gerektiğini, kesin rakamlarının QUR’AN’DA bu anlatılanlar
olduğunu, bu konuda kimseyle asla bir münakaşaya, tartışmaya girmemesi gerektiğini açıkça
bildirmektedir. Doğru bilgi QUR’AN’DADIR denilmektedir. Ancak yine de ‘Sen bu konu
hakkında asla herhangi bir şekilde konuşma’ şeklinde kesin emir veriyor.
Kısaca ve açıkça; Hz. Muhammedin bu konu hakkında herhangi bir şekilde konuşması dahi
yasaklanmıştır. Aynı Necm suresi vahiy edildiğindeki gibi. (1 numaralı kitabımız)
Çünkü Resulullah’ın zamanına kadar da bu KEHFİ ve Er-RAKİM, yedi uyurlar(!) hakkında
öylesine çok hikâyeler ulaştı ki, her millet kendi hikâyesine itibar ediyor ve bu gençlerin de
kendi ülkelerinde olduğunu zan ediyorlardı. QUR’AN’IN dışında hiç bir hikâyeye itibar
etmemesini, dolayısıyla bizlere de öğretiyordu.
İşin en garip tarafı; ne Tevrat’ta ne de İncil’de KEHFİ ekibi hakkında bir paragraf YOKTUR.
Ancak 34 ülkede yedi uyurlar masalı nasıl yayıldıysa farklı renklerde vardır.
169
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
AKIL, QUR’AN VE BİLİM
Temelinde ve tavanında Emevi Abbasî imalatı hadis denen insan icadı
uydurulmuş şeyler yüce ALLAHIN dinini işportaya düşürmüştür… Bu virüs
temizlenmeden QUR’AN asla ve asla ve asla Müslümanlara ve insanlığa fayda
vermeyecektir… Üçüncü veya dördüncü veya sonuncu sınıf olmaya devam
edeceklerdir…
Hatırlayalım; [ Eğer dilerse sizi yok eder ve yerinize yeni bir halk getirir. Fatır 16] Aklınızı
başınıza alin!!!... Bu ayetin ses tonu beni dehşetler içinde korkutan tehditler içermektedir…
Asırlar önce bilimi ve matematiği, teknolojiyi yabancılara kaptırdılar… Bilim adamının
sağlığında kıymetini bilemediler, deli dediler, mecnun dediler, öldükten sonra da mezarına
çaputlar bağlayarak çürüyen cesetten medet ummaktalar… Yaptığı çirkinliğin şirk olduğunu
da bilmeden veya bilerek…
Asırlardır Emevi Abbasî, insan icadı uydurma masallarıyla yönetilen bir din var ortada…
QUR’AN’IN önerdiği Din YOK…… YOOOOK!!!...
Kim boyuna bir santim ekleyebilir dua ile bilimsel çalışma yapmadan? Varmıdır bir örnek?
QUR’AN’DA ‘zikir’ bilimsel çalışma anlamındadır, ASR suresini adam gibi okusunlar… Zikir
tekke köşelerinde huuuu çekmek değildir. ALLAH’IN yarattığı evreni keşif etmenin diğer adı:
zikirdir. Bilimsel her çalışmanın, araştırmanın adı zikirdir. Yüce ALLAHIN yarattığı çevreyi, her
şeyi ayrıntılarıyla incelemek, araştırmak, her şeyden fayda temin etmek zikirdir…
Umarım bu çirkin yanlıştan hemen dönerler. Ancak çok korkarım ki; QUR’AN’IN O en yüce
bilimselliğini de batıya kaptıracak ve QUR’AN’IN doğrusunu da yine batıdan satın
alacaklardır… Yüreğim kan ağlıyor bu gerçeklerin karşısında, görüyorum her gelen gün bu
gerçeğe daha da yaklaşmaktayız…
Fatiha suresinde her gün defalarca okurlar, ne acıdır ki anlamını da bilmeden!!!...
Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (bizi mürşit seviyesine getirecek bilgiyi, her
konuda yardımı) isteriz. Bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e ulaştır.
O yol ki; üzerlerine nimet verdiklerinin yoludur. Üzerlerine öfke (gadap) duyulmuşların ve
dalâlette kalmışların yolu değil.
Anlamını, derinliğini de bilmeden papağan gibi okur ve hemen kalkar koşa koşa şeyhin
dervişin, insan icadı uydurulmuş hadislerin peşinden gider… Başka bir insana esir eder
kendini, şahsiyetini, her şeyini…
O din çığırtkanları, gençlerin, insanların beyinlerini yıkayarak bolca da para kazanır…
Firavunlar gibi mezarda, gelecek hayatta harcamak için lazım olur diye!...
170
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Yüce ALLAH Âdeme önce kelimeleri programladı, öğretti. Günümüzde günlük kullandığı
kelime adedi 50 sözcüğü geçemeyen nasıl olurda Evrensel değerleri olan QUR’AN’I
anlayabilir ki? Ve QUR’AN hakkında lakırdı edebilir ki?
Yüce ALLAH’IN ilk emri; IK-RA, K-R-A kökünden gelen bu sözcüğün;
Teknik anlamı: Oku, okunulacak, devamlı okunulması gereken,
Felsefi anlamı: Oku, Öğren, Öğret ve Dağıt demektir…
171
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
İNSAN NASIL 300+9 SENE UYUYABİLİR Kİ?
Orijinal şiir üslubuyla tam çevirisi;
[ve kaldılar kabinlerinde 300 seneler ve arttı (fazlalaştı) 9. QUR’AN, Kehf 25]
Genç bilim adamları 300+ 9 sene yaşamadılar, uyumadılar da… UYUTULDULAR ve sadece bir
gün veya bir günün bir kısmı kadar zaman aralığında kulaklarına ağırlık uygulanarak (sonik,
ses dalgaları darbeleridir) uyutuldu ve bir müddet sonra da uyandırıldılar. Uykuda oldukları
sürece de, vücutları sağa sola döndürülüyordu, çünkü süper yüksek hızlarda kan veya vücut
SIVISI yönün aksi tarafına yüksek basınçla yoğunlaşır. Kalp atışları da kesinlikle merkezi bilgi
alış verişi yapan uzaktan kontrol ünitesine bağlıydı ve dünyadaki insana göre aradan tam
300+9 senelik bir dünya zamanı geçti. Artık müsaade etsinler de böyle mükemmel bir aracın
adı İL’EL KEHFİ olsun…
Umarım açıkça görüyorlardır; Hala ölen filan YOK….
Deneyde Dünya zamanına göre 300+9 sene geçmesine rağmen bu 7 genç bir gün veya bir
günün yarısı kadar kaldılar…
Bu genç astrofizikçi mühendisler gezegenler arası uzayda IŞIK HIZINA yakın
hızlarda (bana göre kesinlikle Gravitasyon hızında) seyahat ettiler… Ciddi bir deney
yaptılar ve başardılar…
Albert Einstein’e ait olduğu zan edilen; Işık hızına yakın hızlarda seyahat eden insanın
zamanı yavaşlayacağından, yerdeki insana göre çok daha az yaşlanacağı teorisinin kaynağı
böylece ortaya çıkmıştır… Einstein sahtekârlık mı yapmıştı? Kararı tarihler ve insanlık
verecektir.
Hiç bir cisim, hiç bir şekilde ışık hızına ulaşamaz, ulaştığı zaman o artık ışıktır…
Bu gençlerin Işık hızının altında hangi seviyesinde seyahat ettiklerini bilemem… Deneye
başladıkları yeri bilirsek, dünya arasındaki mesafeyi yaklaşık tayin edebiliriz ve bu şekilde Işık
hızının hangi seviyelerinde seyahat ettiklerini de yaklaşık bulabiliriz. (*)
Dünyada 300+9 senelik Dünya zamanı geçmesine rağmen, gençler bir tek gün veya bir günün
yarısı kadar bir zaman geçirdiler…
300+9 sene Dünyadaki insanlara göre bir zaman olgusudur, gençlere göre de:
Ayette açıkça belirtilmektedir [dediler ki “Ne kadar kaldınız? Günün bir kısmı veya bir gün
kadar. Kehf/19]
(*) Ancak 24 saat devamlı Işık hızının %99 seviyesindeki bir hızla seyahat etmiş olsalar bile:
Bir gün 86400 saniyedir;
86400 x 299 000 km/saniye diyelim = 25 833 600 000 km/gün seyahat ettiler demektir.
Bu mesafe de O kadar büyük bir mesafe veya uzak bir yer olmasa gerek. Işığın 1 yılda aldığı yol; 9467 milyar km’dir.
172
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Demek ki QUR’AN üç beş cahil hokkabazın safsatalarıyla değil, mezarlıklarda okunmak için
değil, muska-tıska yazmak, fal bakmak, para kazanmak amaçlı yanlış yamalak çevirilerle
değil, ancak BÜYÜK TEMİZ AKIL ile okunur ve açıklanırsa anlaşılabilir…
QUR’AN ayeti apaçık ortadadır; 300+9 sene uyuyan da YOK, ölen de YOK!
Bu cümlemden mağrurluk yaptığım zan edilmemelidir… Beni bağışlayınız, Yüreğim kan
ağlıyor bilimin ve insanlığın kayıpları için. Bu gerçekleri 55 sene kadar önceleri erken
gençliğimde keşif etmiştim…
Bugün okuduğunuz bu yazıların hazırlanması hayatımın 60 senesini aldı… Hiç bir karşılık
beklemeden paylaşmayı bana nasip eden Rabbime Hamd ve sena ediyorum, iftihar
ediyorum, onur duyuyorum…
Ancak, maskaralıklarla beyinleri yıkanan gençler için, insanlar için yüreğim kan ağlıyor…
De ki: “Ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir.” Semaların ve arzın gaybı (gizemleri), O'na
aittir. Onu en iyi O işitir, en iyi O görür. ONLARIN, O'ndan başka velisi (dostları) yoktur.
HÜKMÜNE KİMSEYİ ORTAK ETMEZ. Kehf 26.
Asırlardır Müslümanlar Hz. Muhammedi (ki O yüce şahsiyetin zati şahanelerini tenzih
ederim) ve şeyhlerini, tarikatlarını Yüce ALLAHA çoktaaaaaaan ortak etmişler bile!.
Bakınız bütün camilerde ALLAH kelimesi yazan tabelanın hemen yanına Muhammed yazan
tabelayı koyarlar… Böylece günlük hayatta bile, görünüşte bile ALLAHA çoktan ortak
etmişler… Utanmadan sıkılmadan bunu asırlardır yaparlar… Oysa Muhammed tabelası en
azından ALLAH tabelasının altında olmalı değilimdir?
Allahtan korkmadan, utanmadan hala günümüzde de binlerce uydurma hadislerle hem Hz.
Muhammed’e hem de YÜCE ALLAHA iftira ederek sözüm ona dincilik yaparlar…
Kehf 27; Sana, Rabbinin Kitabı’ndan, vahyolunanı oku! O'nun kelimesini
değiştirecek yoktur. Ve O'ndan başka yönelinecek, meyil edilecek yoktur.
Bizimkiler asırlardır şeyhlerine, dervişlerine, cemaatlerine, tarikatlarına meyil etmek şöyle
dursun, şeyhin kirli çoraplarının suyunu içmektedirler…
Konunun tamamını yönlendiren ve en son mührü basan da ”Semaların ve arzın gaybı
(gizemleri), O'na aittir.” ayetidir…
‘Semalarda daha nice kimseler var, nice akıllı yarattıklarımız var, hepsi, herkes Bize aittir,
Biz yarattık’ deniyor… Biraz olsun anladılar mı acaba?
173
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
BENİ DEHŞETLERE DÜŞÜREN İKİ SEÇENEK VAR KARŞIMDA
Genç nesillere eğitim amaçlı olarak bu kısacık düşünce jimnastiğini okuyucularımla
paylaşmak zorundayım. Oldukça ciddi iki yol ayrımındayım. Dehşetler içindeyim, biliyoruz ki
doğru tektir, ikilem olamaz…
Bu genç astrofizikçiler başka gezegenden geldilerse, dünya zamanı ile 300 seneye neden
dünya zamanı 9 sene daha eklediler? Hepsini toptan neden yapmadılar?
Bu gençler başka gezegenden geldilerse “şu bizim kavmimiz ALLAHTAN gerçek bir delil
gelmeden, başka ilahlar edinmişler“ cümlesini nasıl kullanabilirler? Başka gezegenden
gelenler nasıl olurda bu dünyada “işte bu bizim kavmimiz” diyebilirler?
Ancak cümlenin tekniği ‘başka ilahlar edinmişler“ mişli geçmiş zaman kipindedir ve bu cümle
gösteriyor ki gençler 300+9 senelik seyahatten önceleri bir şekilde bu milleti tanımaktalar.
Yaşayan heykeli, Sfenksi ilk yapanları hatırlayalım… Başka ilahlar edinmiş bu millet uyanan
KEHF ekibine bizzat şahit olanların dünya senesiyle 309 sene sonraki torunlarının da
torunları ve torunlarıdırlar.
Diyelim ki Işık hızının %70 seviyesinde ilk seyahatlerini yaptılar ve ikincide de (Çünkü “O
zaman ebediyen kurtulamazsınız” denmektedir. Bu nedenle ikinci seyahati yaptıkları
kesinlikle ortadadır) ikinci 9 senelik seyahati de Işık hızının %98 seviyesindeki hızlarda
yaptılar diyebilir ve bu şekilde çok gerçekçi olmasa da küçük akılla bir yaklaşım yapmış
oluruz… Ben bu açıklamayla asla tatmin olamam…
BİRİNCİ KANAATİM:
Bu yedi genç bilimcilerin ana gemileri yani Er-RAKİM dünyaya 1 günlük Işık hızına yakın
mesafede herhangi bir yerlerdeydi. Çünkü ‘RAKİM’ kelimesinin içeriği beni bu kanaate
getirdi. RAKİM, yüksekte asılı olan, yüksekteki bir şey gibi anlamlardaydı. RAKİM ana
gemisinde bekleyenler de ‘hizip’ denilen ayrı, yani ikinci topluluktu, O ayrı bir ekipti… KEHFİ
de bizzat dünyaya gelen 7 genç ve köpekleriydi… ‘İki topluluktan hangisi’ denilen bu iki
topluluktu. Er-RAKİM’DE canlı varsa (ki mutlaka var) kaç kişi olduklarını bilemiyoruz.
Seyahatleri dünya ile RAKIM ana gemi arasında dünya zamanı ile 300+9 sene sürdü.
Kendi zamanlarıyla 1 gün veya bir günün yarısı. Bu da açıkça göstermektedir ki iki ayrı
seyahat ve zaman olduğu. RAKIM ana gemisi dünyadan 1 günlük Işık hızında ulaşılabilecek
mesafesinde yüksekte (uzay boşluğunda asılı bekleyen terminal gibi) KEHF ekibini
bekliyordu.
QUR’AN hakkında asla ve asla ne varsayım, ne tahmin, ne de rüyalarla açıklamalar
yapılamaz… Bu evrenlerdeki en gerçekçi tek ve yegâne kitap, bilgi hazineleri sadece
MUHAFAZA EDİLEN LEVHADIR, yani QUR’AN’I KERİMDİR…
174
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
İKİNCİ KANAATİM: Bu, ön Türklerin ataları ATLANTİSLİ gençler bu gezegende yaşıyorlardı(*).
Ciddi bilimsel değerlere ulaştılar… Bir şekilde Işık hızında seyahat ettiler… Yerde 309 dünya
senesi zaman geçmesine rağmen onlar için bir gün veya bir günün yarısı zaman geçti… Bir
gün 86400 saniye, bir günün yarısı 43200 saniyedir ve bu çok, çok büyük bir farktır, bunu da
asla gözden kaçırmamak gerekir.
Ayette açıkça ‘bir gün veya bir günün yarısı’ ifadeleri ayrı ayrı vardır. Bu da göz ardı edilemez.
Karşımızda İki ayrı gün-zaman limiti ve iki ayrı sene-zaman dilimi var.
Deney sonrasında uyandıklarında kendi yaşadıkları gezegende veya koordinatlarında ki
zamana kıyasla dünyada zamanın 300 sene geçtiğini gördüler ve dünya zamanı ile 309 sene
önceki kavimlerinin soyundan gelenlerin bu kadar uzun zaman içinde sapıttıklarına şahit
oldular… 1400 sene sonra Hz. Muhammedin yolundan sapanlar gibi.
Bu ikinci seyahatlerinde 9 senelik dünya zamanı geçerken gençler ne yaptılar, nereye gittiler,
neden 9 sene daha eklediler? İşte benim de en önemli sorunum burada?
Bir gün, 24 saat 86400 saniyedir. Işık hızında bile gidilse; 26 milyar km/ gün yol kat edilebilir.
Bu mesafede öyle ahım-şahım uzak bir yer değildir.
ÜÇÜNCÜ KANAATİM; bu Atlantisli bilimci gençler bir şekilde zaman sıçraması deneyimi
yaptılar?
Daha önce yazmıştım: Suriye, Irak, Afganistan hatta Mısır birilerinin can sıkıntısından mı
sudan sebeplerle savaşlara sürüklendiler ve uydu ülkeler haline getirildiler? diye…
Elimizdeki bu aşağıdaki birkaç resimlerden ve kısacık açıklamalardan başka bu konu
hakkındaki tüm radyo, TV ve internet verileri de birinci(!!!) büyükler tarafından silindi ve
kaldırıldı. Bu konu hakkında Jessy Ventura bile herhangi bir bilgi kırıntısı bulamadı.
Afganistan’da savaşan askerlerin bir kısmı eğitimli, profesyonel arkeologlar ve
bilimcilerdir. Hangi ülkelerin arkeologları dersiniz?
Buldukları aracın resmini de çekmişler ancak SEKİZ (8) ASKER BİR ANDA KAYIP OLDU.
ALENEN, AÇIKÇA, BİR ANDA KAYIP OLDULAR, YOK OLDULAR. EN KÜÇÜK BİR İZ BİLE YOK.
(*) bu gençlerin Atlantis (en eski Türkler) olduğunu çok çok iyi biliyorum. Parmağımı noktaya basacak kadarda netlikle karbonlaşmış
kalıntılarının olduğu yerleri de biliyorum. NASA ve SETI yaklaşık 17 sendir istemekteler ve fakat vermeyeceğim. Dünya Atlantis’in akıbetine
gidiyor adlı kitabımda yazıyorum… Zaten bu ayette ATLANTISIN asi olan insanlarının atomlarına ayrıldığını, karbonlaşmış heykeller
olduğuna çok kısaca değinirken ‘DÜNYA ATLANTİS’İN AKIBETİNE GİDİYOR’ adli kitabımda yazıyorum.
175
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Bu gerçek resimleri çeken askerlerden küçük bir gurup.
Altındaki yazı ‘Uzaylılar Israil’i (ve Amerika’yı) kontrol ediyorlar’
Vimana sözcüğü de Sanskrit lisanında uçan araçları, hem de bu araçlardaki büyük odayı,
büyük salonu, büyük giriş yeri gibi anlamları da içermektedir. Fi-RA-vun sözcüğü de bu
anlamdan türetildi. Kehf sözcüğü de aynı anlamdadır…
Japonca çeviride ise Vimana sözcüğü; insan beynindeki büyük alanları, düşüncenin büyük,
süper büyük alanlarını da kast etmektedir.
Bu, araştırma adı altında eski teknoloji hırsızlığına katılan asker kılığındaki bilimcileri
gözleyen veya koruyanlardan çok az bilgiler sızdırıldı.
Çıplak gözle de görülebilen şeffaf bir balon, şeffaf denizanası gibi büyük bir sabun balonu,
sanki içindeki bir şeyleri kaplamış, sanki canlı gibi… Hepsi bu kadar!!!... Ve 8 bilimci asker
kılıklı bilimciler bir anda kayıp oldu. Alenen, açıkça, bir anda kayıp oldular. Herhangi bir iz
YOK! … Hala en küçük bir iz YOK!...
176
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Dr. Ruth Reyna ‘Vimana’ tapınak ya da saray, ya da sarayın büyük salonu anlamlarında
Sanskritçe destanlarda anlatılan mitolojik uçan makineler arasında değişen çeşitli anlamları
olan bir kelimedir, der.
Hatırlayalım: Hint kutsal kitaplarından Mahabharatada 15000 seneden de eskilere kadar
ulaşan çok, çok eski metinlerde ‘yedi kişinin, peşlerinde bir köpek olduğu halde riyazet için
krallığa ve dünyaya yüz çevirdiklerini’ yazmaktadır…
Çok anlamı olan Vimana sadece uçan araç değil, uçan araçların büyük kontrol odası, saray
gibi büyük odası olan uçan araç gibi bir anlamdadır.
Hatırlayalım: Kehf 17; Ve onlar, onun (kabinin) GENİŞ BOŞLUĞU İÇİNDE bulunuyorlardı.
Eski Hint uçan araçlar için referans eski Hint kaynaklarından gelen, birçok tanınmış eski Hint
Destanları vardır ve bunlardan binlerce vardır. Bunların çoğu da, çok eski Sanskritçedir henüz
tercüme edilememiştir.
Bir kaç yıl önce, Çin Lhasa, Tibet’te bazı Sanskrit belgeleri keşfettiler ve tercüme edilmesi için
Chandrigarh Üniversitesi'ne gönderildiği iddia ediliyor. Üniversitesi'nden Dr. Ruth Reyna
belgeler yıldızlararası uzayda bina (veya istasyon veya terminal) inşaatı için mühendislik
talimatları içerildiğini açıklamıştı!
Onların yönteminde tahrikle "anti-yerçekimi" ve "laghima" bilinmeyen güç benzer bir
sisteme dayalı olarak, tüm yerçekimine karşı yeterince güçlü bir merkezkaç kuvvetin
etkisinden söz edilmektedir.
Bir cismin bu gezegenden çıkabilmesi, yer çekiminden kurtulabilmesi için 11,2 km/saniye
hıza ulaşması gerekir. Bu hızda giden bir cisim bir daha yere düşemez.
Hindu Yogilere göre, yerçekiminden kurtarıp havaya kaldırmayı sağlayan kuvvet "laghima"
dir. Dr. Reyna metinde; gemide bu havaya kaldırma tekniğine "Astras" denirdi ve bu
makineler, eski Hintlilere göre, herhangi bir gezegenin üzerine kişiler veya bir müfreze
göndermiş olabileceğini tercümelerden anlamaktadır. Bu tür tercümeler gerçekten müthiş
ve akıllara zarar zorluklar içinde çalışan deha bilim insanları tarafından yapılır. Bizler de
böylece geçmişin enginliklerini anlamaya çabalarız. İstisnasız hepsinin önünde hürmetle
eğilirim.
Biz henüz 1400 senelik QUR’AN’IN %1 anlayamadık, oysa bu dehalar 32 000 senelik
Mahabharata metinlerini tercüme ediyorlar. Belgelerin on binlerce yıllık olduğu
düşünülmektedir.
Mahabharata el yazmaların da "Antima; görünmezlik sırrını kap, öğren”.
Tersi de "Garima; kurşun bir dağ gibi ağır olmak nasıl yapılır bunu da öğren?"
Şeklinde belgelerdeki öğretileri beni dehşete düşürmektedir.
177
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
[Ve tedbirli (dikkatli) olsun. Sakın sizi bir kimseye sezdirmesin, varlığınızı hiç kimseye
hissettirmesin.
Vimana metinlerinde ki "görünmezlik sırrını kap" ifadesi sanki Kehf suresindeki görünmez
olmak veya hologram benzeri [‘SAKIN SİZİ BİR KİMSEYE SEZDİRMESİN, VARLIĞINIZI HİÇ
KİMSEYE HİSSETTİRMESİN’. Qur’an Kehf 19]
Lütfen beni yanlış anlamayınız. Ancak derim ki; QUR’AN öncelikle KONTROL
VE ÇOK ÖZEL SİSTEMİMİZLE Urdu ve Sanskritçeye çevrilmedikçe Müslümanlar
ve bütün insanlık asla bir adım dahi atamayacak. Aynı tekerlemeler,
şarlatanlıklar devam edecek, asırlardır devam ettiği gibi…
Rabbimden diliyor ve umuyorum ömrüm yeter de Hanif duyguları olan,
lakırdıyla değil, gerçekten Allah rızası için yaşayan ve çalışan uzman bir bilim
ekibi kurabilirim…
Felsefe,
Fizik, kuantum fizikçileri,
Astro fizikçiler,
Kimya,
Analitik kimya,
Araştırman biyolojistler,
Tarihçiler, Türkolog, Mısırolojist, Sümerolog vb.
İbranice, Arapça, Sanskritçe, Uygurca dil uzmanları,
Matematik,
Hayal mı kuruyorum acaba!...
178
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
ZAMANDA SIÇRAMALAR
Bunun mümkün olduğunu veya olabileceğini şimdilik bilimsel tabanda güvenilir bir yere
oturtamıyorum. (*)
DÖRDÜNCÜ VE EN ÖNEMLİ KANAATİM VE TESPİTİM:
Bu yedi genç bilimcinin Işık hızına değil, Gravitasyon hızında seyahat ettiğini iddia değil,
kesin biliyorum.
Gravitasyon hızı Işık hızının küpü seviyesinde ortaya çıkacaktır… Bilim dünyası bunu bugün
için kabul etmeyebilir, ancak E D E C E K T İ R… ‘Genetiği bozulmuş din’ adlı, bundan sonraki
kitabımda kısmen açıklamaktayım. Ben Müslüman bir Türküm, elbette benim buluşlarım pat
diye kabul edilemez… Adımın John veya Solomon olması gerekir!!!...
Sorgulayalım; Dünya zamanı ile 300 sene geriye veya 9 sene öne mi seyahat ettiler?
En yakın ve beni biraz tatmin eden; bu gençler ‘İşte bunlar bizim kavmimiz’ dedikleri sfenksi
yapan O kavimin soyunun fertleriydiler. Bir deney yaptılar ve aradan 309 dünya senesi geçti.
Döndüklerinde (uyandırıldıklarında) kendi kavimlerinin soyunun bir bölümünü ilkellikler,
sapıklıklar içinde buldular.
Kendi ata kavimleri 309 sene önce de ilkelse (**) bu gençler bu harika, süper harika
teknolojiye nasıl sahip olabildiler? Çünkü kendileri için sadece bir günlük zaman geçti…
Ancak elimde ikinci büyük hazine Kehf 16 ayetidir: Ve siz, Allah'tan başkasına kul olmayarak
onlardan ayrıldığınız zaman sığının O özel kabininize]. Demek ki gençlerin birlikte yaşadığı
kavimlerinin kötü olanları da var ve onlardan kurtulmaktadırlar.
Dünyada 300 ve 9 sene geçtiği halde Kehf ekibinin deney süresi bir gün veya bir günün yarısı
kadar zaman geçiyor. Bu, kesinlikle gerçektir ve doğrudur.
Ayette geçen ‘bir gün veya bir günün yarısı’ zamanı, bu dünyanın zamanı olma ihtimali çok
yüksek.
Başka gezegenden geldilerse nasıl olurda “işte bu bizim kavmimiz” diyebilirler?
Karşımızda iki ayrı ve iki farklı zaman dilimleri var; 300 sene ve 9 sene… İkinci bir zaman daha
var 24 saat ve 12 saat.
(*) Bir fizikçi olarak ben şahsen bunun olabileceğine de yine fizik kuralları içinde inanmıyorum. Şayet zamanda ileriye gidilebileceği
saçmalığı doğruysa: benim 15 göbek gelecekteki torunlarım şu anda yaşamaktalar ve hayattalar demektir. Bu saçmalık doğruysa torunlarım
nerede yaşıyor, diye sormazlar mı?
(**) Hatırlayalım; Kehf 16/ Ve siz, Allah'tan başkasına kul olmayarak onlardan ayrıldığınız zaman sığının O özel kabininize (Kehfmağaraya!!!). Rabbiniz size rahmetini neşretsin (üzerinize yaysın, size ulaştırsın, size göndersin). Ve size, refik (yardımcı olarak, arkadaş,
destek) olarak işlerinizi (projenizi, yapmakta olduğunuz işi) kolaylaştırsın.
179
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Gerçek anlamda ledünne ilmine muhtacım… Rabbim bu ıstırabımı dindirir umudundayım.
Bu son derece hassas ve bilimsel konu hakkında ne masallara, ne varsayımlara, ne de
tahminlere yer vardır… Gerçeğin enginliklerinde arayacağız ve bunu büyük temiz akılla
mutlaka bulacağız.
Ayette geçen ‘bir gün veya bir günün yarısı’ ve “işte bu bizim kavmimiz” cümleleri KEHF
gençlerinin kesinlikle bu dünyalılar olduğuna ikna olurum.
Bu deney dünyada başladı ve aradan dünya zamanı ile 300+9 sene geçti. Kendileri için bir 24
saat ve 12 saat iki farklı zaman geçti ve tekrar kendi kavimlerinin torunlarının da torunlarını
sapıklıklar içinde buldular.
Bu sayfadan sonra Mısır, Tuva ve Hindistan seyahatlerimden sonra tekrar devam ederim,
ALLAH izin verirse…
180
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
BİRİNCİ ÖZETİMİZ,
İnsanlık var olduğu günden bu yana, her resul, nebi kendi yaşadığı zaman içinde de ciddi
şekilde hırpalanmış, iblisin hizmetkârları ve gelen nesiller halkı şu veya bu şekilde sömürmek
için dini istismar ederek kendi çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Bunu dini tahrif
ederek veya halkı sindirerek veya beyin yıkayarak yapmışlardır/yapmaktadırlar.
İblis ALLAHA verdiği sözü hakkıyla yerine getirmiş, durmaksızın da görevini yapmaktadır.
İnsanların, İnsan insanı olmaları için gönderilmiş ilahi öğütlerin, derslerin içeriği O zaman
içinde de tam anlamıyla anlaşılamamış veya anlaşılanları da birileri tarafından bir şekilde
şahsi çıkarlar ve saltanatları için kullanılmış veya üzeri örtülmüştür. Daha açıkçası gerçekler
topluma hâkim olanlar tarafından tozpembe masallarla alenen örtülmüştür. Güdülen
halkın gözü açılmasın!!!...
Bu, temelinde ve tavanında ihanet kokan çirkinliklerin ilk darbe vurduğu nokta benim için
insan ve bilimin gelişim sürecidir. Şahsen beni ilgilendiren bu değerlerdir.
QUR’AN’I yanık seslerle, kaideli kaideli okunarak cennete gidilemeyeceğini çok çok iyi
bilmekteyim. QUR’AN anlamak içini okunur ve sadece QUR’AN’IN öngördüğü kuralları yaşar
ve yaşatmayı başarırsam, akıbeti takdiri de yine Yüce ALLAHA havale ederim. Cennet talebi
değil, Cehennem korkusuyla da değil… Sadece Yüce ALLAH’IN O yücelerde de yüce sevgisine,
rızasına tamah ederek yaşarım… QUR’AN ne fal kitabıdır ne de mezarlıklarda okumak içindir.
En mükemmel hayat tarzını ALLAH’IN rızasına götüren yolları gösteren, öğreten, kılavuzlayan
muhafaza edilen levhadır. Fal kitabi veya muska kitabı olarak algılanmakla asırlardır
gerçeklerin üzeri örtülmüş, her gelen gün daha derinlere gömülmektedir.
Onbinlerce sene önce yaşamış ve muhteşem deney yapmış KEHF ve Er-RAKİM ekibinin
serüvenlerini açıkça yazan QUR’AN’IN anlaşılamadığı gibi.
İblisin hizmetkârlığını yapanların, felsefe, fizik, astrofizik bilgiler sahibi olmayanların QUR’AN,
İncil ve Tevrat hakkında lakırdı etmeleri, insanların beyinlerini uydurulmuş masallarla yıkayıp
kontrol ettikleri tartışmasız ortadadır.
Yüzbinlerce senedir Yüce ALLAH’IN gönderdiği bilgelerin, Resullerin öğretilerinin asırlar
içinde iblisin hizmetkârları tarafından köklüce kirletilmiş, değiştirilmiş pembe masalların
Gılgamış’a kadar geldiğini de görmekteyiz. Ölümsüzlük iksirinin peşindeydi, yılanın kaptığını
zan etti… Oysa Gılgamış’ın da ataları tek tanrı ve ilahi öğretilerin mensuplarıydı. Zamanla
her milletin saptığı gibi onlarda saptılar/saptırıldılar, günümüzde cennete bilet verenler
gibi…
181
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Neden bu masallarda YILAN hayvanı veya neden daha kapkaççı bir başka hayvan örnek
gösterilmedi diye hiç sormamışlar!... Günümüzde de Hindistan/Kerela eyaletinde bu Yılan
masallarının senaryoları sokaklarda anlatılır.
Binlerce sene içinde pembe masallar haline getirilmiş aslında gerçek olan anıların kaynağı Ön
Türkler ve Kuzey Hindistan’dır. Kenger Türklerinden gelen Sümerler bu pembe masalları yeni
yerleşim yerlerine ve hayatlarına süsleyerek taşıdılar. Mademki KEHF ve Er-RAKIM 309 sene
yaşadılar. ‘ben de yaşarım’ hastalığına yakalandılar ve bu hasis hastalık Mısıra da ticaret
kervanlarıyla ihraç edildi…
Onbinlerce sene önce yaşamış ve deneylerini başarıyla ortaya koymuş KEHF ve Er-RAKIM
ekibinin başarılarına şahit olan millet veya toplum, yine kendi içlerinde yani kendi
kavimlerinin sapıtmış olanlarından kurtarmak için KEHF VE ER-RAKIM’İN O şeylerinin, O
araçlarının, O şeyin üzerine binalar ve binalarında üzerine mescit inşa ettiler. Kendi
kavimlerinin sapıklarından korumak için bu hatırayı temiz, iyi niyetle yaşatmak için Mısırda
YAŞAYAN CANLI HEYKELİ yani Sfenksi inşa ettiler.
İki kez gitmeme rağmen Çin hükûmeti hiç bir şekilde izin de vermedi büyük beyaz piramidi
gezmeme, üstelik tepedeki yetkililere bile ulaşamadım…
Birinci kanaatim: her ne kadar adres Mısırdaki Yaşayan Heykeli (Sfenksi) gösteriyorsa da, bir
diğer adresin BÜYÜK BEYAZ PİRAMİT olduğu kanaatim de canlıdır.
Ben bu noktaya kadar getirebildim, bana bunları lütfeden RABBIMA Hamd ve sena ederim…
Ömrüm yetmezse gelecek nesillere tutarlı ipuçları bırakmak için de bu detayları saklamadan
yazmaktayım. Çünkü hanif olan muradım ALLAH’IN ayetlerini kitaplar haline getirip parayla
satmak değil, RABBIMIN rızasıdır.
QUR’AN’I güzel sesle nağmeler eşliğinde okuyup anlamını da bilmeden hüngür hüngür
ağlayanlara göklerdekiler şaşkınlıkla gülmez mi? onlar QUR’AN’IN ne dediğine değil,
nağmelerin etkisiyle anlamı olmayan ağlamalardır. Cehaletlerine ağlasalar daha mantıklı olur
diye düşünürüm… Neden mi?
[ YEŞİL AĞAÇTAN sizin için ateş yapan O'dur. Böylece siz, ondan yakarsınız. Yasin 80]
Bu hazretlerin(!) hiç mi akıllarına gelmez; ‘Yüce ALLAH yeşil ağacın yakılmasını önerir mi’
diye?
Asırlardır bu yeşil ağaç ifadesinin arf ve mahr olduğunu zan etmiş, bir şekilde de gerçekleri
örtmüşlerdir, ‘ben bunun anlamını bilmiyorum’ deme erdemini gösterememişler.
Bu kâfirlikleri Sümerler, Firavunlar, Elamlar, Yahudiler, Hristiyanlar vb. hemen her millet bir
şekilde yapmıştır, dünya menfaatleri için hala da yapmaktadırlar.
182
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Zatı şahanelerini tenzih ederim, Hz. İsa’ya Tanrının oğlu veya Tanrı denmesinin de kökeninde
Firavunlar ve Sümer ve çok tanrılı Roma kültürü ve masallarının etkisi ortadadır…
Büyük Beyaz Piramit ve YAŞAYAN CANLI HEYKELİN (Sfenksin) altı açıldığında her detay
kesinlikle açığa çıkacaktır. Umarım Müslümanlar bu muhteşem hazineleri çaldırmadan
değerlendirir.
Benim kişisel amacım, durduramadığım ihtirasım da herkesten önce, herşeyden önce
QUR’AN’DA var olduğunu mümkün olduğunca bilimsel tabanda bulup, uyuyanları
uyandırmak ve insanlığa sunmaktır…
Ancak bu iki farklı zamanda 300 ve 9 sene, iki farklı zamanlama bir gün 24 saat ve bir günün
yarısı 12 saat detayını henüz tam olarak çözebilmiş değilim.
Büyük kilidin, büyük anahtarını “O ZAMAN ASLA, EBEDİYYEN KURTULUŞA EREMEZSİNİZ.”
İfadesini açıkladığım zaman bir kapıdan daha içeriye gireceğiz.
Unutulmaması gereken gerçek;
[O (Qur’an) sadece ÂLEMLER için bir zikirdir. Tekvir 27]
QUR’AN sadece bu Dünya için değil, Evren, evrenler içindir…
Yüce ALLAH’IN Resulü de en güzel ahlakın abidesi:
[Ve göndermedik Seni, sadece ÂLEMLER için rahmetten başka. Enbiya 107]
Yüce ALLAH’IN Resulü Hz. Muhammed sadece bu Dünya değil, âlemlere Rahmet olarak
gönderildi.
183
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Kartal başlı Sümer tanrısı, elinde EPİFİZİ sembolize eden çam kozalağı.
Metinlerde; Her iki kolunda da zaman yolcuğu veya zamanda yolculuk saati bulunmaktadır,
der. Bu varlık, kartal başlığı ve elindeki bir cihaz veya aparat ile hayat ağacı tohumlaması
yapıyor.
Bu kabartmanın metinlerinde Sümer tanrıları KAN / İNSAN IRKI soyunu yarattıklarını veya
devam ettirdiklerini yazar.
[QUR’AN, Hucurat 13; Ey insanlar! Muhakkak ki Biz, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Ve
sizi milletler ve kabileler yaptık ki, birbirinizi (soyunuzu, babalarınızı) tanıyasınız. Muhakkak
ki Allah'ın indinde en çok kerim olanınız (ikram olunanınız, en şerefli, makbul olanınız), en
çok TAKVA (bilgi) SAHİBİ olanınızdır. Muhakkak ki Allah, EN İYİ BİLEN ve haberdar olandır.]
Bereket versin ki bu kabartma İngiltere müzesine taşınmış, Sümer Tanrısı Ninurta’yı gösterir.
Fanatik dinciler Sfenksin burnunu top ateşiyle parçaladıkları gibi bunu da YOK ederlerdi.
184
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Metinlerde ve kabartmada anlatılan; Ninurta iki bileğindeki cihazlarını giyinir ve zaman
yolculuğu için kullanır, yolculuğa başlamak için de parmağı ile bir düğmeye basıyor.
Esinlendiği yer kesinlikle KEHF ve Er-RAKİM anılarının kendilerine kadar ulaşmış kırık kırpık
uzantılarıdır.
Babası Enlil ve annesi, Ninlil oldu. Ninurta çok net şekilde görülmektedir duvarda bir
düğmeye basmak için parmağını kullanıyor. Boynundaki haç kolyesi de Hristiyan Katolik
şövalyelerin haç tasarımıyla bire bir eşleşir.
185
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Sümer Tanrısı Ninurta kanat takıp bir başka kılıkta bir elinde çam kozalağı kralın EPİFİZİNE
bilgiler (erdem) enjekte ediyor, diğer elinde SIVI, HAYAT SIVISI yani KAN taşıyan bir aparat
görünmektedir.
Metinlerden anlaşılıyor; genetik müdahalelerle melez insan türleri anlatılıyor.
Bu şatafatlı senaryolarla halkı sömürebildikleri kadar da sömürmüşlerdir, çünkü kendilerini
özel veya tanrısal bir IRK olarak insanlara manipüle eden kâhinler, dervişler, şeyhler gibi...
Günümüzde de böyle şizofren deliler bolca bulunmaktadır. Boşluklar içinde olan saf
insanlarda bizzat kendisi okumadığı için bu hokkabazlara inanmaktadırlar…
186
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
İNSANLIK TARİHİNDE
YEDİ RAKAMI HER ZAMAN KUTSALLIĞA LAYIK GÖRÜLMÜŞ
NEDEN?
Diğer ramaklar üvey evlat mı olmuş diye sormazlar mı? Oysa mükemmel sayıların başında 6
rakamı gelmektedir.
KEHF ekibi konusunda beni de ciddi seviyede düşündüren, ilgilendiren, hatta dehşetlere
düşüren sorum var. Neden 7 genç, neden 5 veya 3 değil de neden 7 genç varlık ve 1 köpek
kombinasyonu?! (bu köpek diye geçen hayvan Assena, Boz-Kurt’tur)...
Eski-eski Hint destanlarından Ramayana ve Mahabharata 32 000 sene öncelerine kadar
dayanan Sanskritçe lisanlardadır. Bu belgelerde anlatılan gerçek anılar zaman içinde Hint
efsanelerinde renkten renge girerek pek çok milletlerde 7 uyurların anıları gerçeklerden
uzaklaşarak masallar şeklinde günümüze kadar gelmiştir. Mutlaka 7 şahıs ve mutlaka bir de
köpekleri var.
KEHF ve Er-Rakim ekiplerinin Sümerlere, birçok milletlere ve Mısıra kadar ulaşan muhteşem
anıların ana vatanı Ön Türkler ve Hindistan’dır…
Bu evrensel değerler içeren deneyin ve gerçek anılarının en güvenilir açıklamaları
QUR’AN’DA olduğu için benim başvuracağım yegâne kaynak QUR’AN’DIR.
Gerek bu konunun, gerekse Hz. Musa, Hz. İbrahim ve Hz. Yusuf’un bizzat yaşadıkları ve Mısır
firavunlarıyla bire bir görüştükleri için; konunun birinci derecede muhatabının da Firavun
hanedanları için başkaları(*) tarafından kurulan piramitlerin yerleştikleri yerin Yaşayan
Heykele (sfenkse) en yakın koordinatta inşa edilmesi de asla gözden kaçırılmaması gereken
ciddiyet içermektedir. Nenden Giza Sfenksine en yakın yerde konuşlandılar, başka yer mi
yok?
KEHF’İN araçlarının Yaşayan Heykelin (Sfenksin) veya Büyük beyaz piramidin altında olması
benim için ikinci derecede önem arz etmektedir. Elbette çok yakında bu gerçek tüm
çıplaklığıyla ortaya çıkarılacaktır.
Benim için birinci derecede önem arz eden değer: Muhafaza edilen Levha ALLAH’IN
kelimeleri olan QUR’AN’IN 1400 senedir anlaşılmadığı ve şu anda da KEHF ekibinin bu
dehşetengiz anılarının QUR’AN’LA açıklanmasıdır.
SUYUN bu gezegene nasıl getirildiğini 1970lerde keşfettim ve 1990 yayınlanan kitabımda da
yazdım ve NASA başta yüzlerce Üniversiteye de bildirdim… Hiç bir Müslüman bana
inanmamıştı ta ki 04 Temmuz 2004 de NASA 83 milyon mil uzağımızdaki bir meteoru
parçalayıncaya kadar… Bakara suresi 74 ayet.
(*) bu ‘başkaları’ dediğim kimseleri, milleti de zaman içinde bulacağız.
187
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Günümüzde yaşayan Müslümanlar ki en az %90’nı yabancı aşkını ifrat derecesinde yaşarken,
kendi içlerinden çıkan bilim adamını bir şekilde kulak ardı eder ve kendi şahsiyetlerini de
küçülterek yabancıların potasında eritirler.
Henüz hiç bir şekilde KARA DELİK gözlenemedi ve tespit de edilemedi. Ancak kesinlikle
mevcut… Bunu hatırladığım kadarıyla 1700lerde Avrupalı bir felsefeci öne sürdü… Acaba bu
adamlar nereden nasıl etkilendi de henüz hiç bir şekilde belirtisi bile olmayan KARA
DELİKLER hakkında teori üretebildi? Patates tarlasından mı topladılar bu müthiş bilgileri?
[ Veya çok derin denizdeki karanlıklar gibidir (dikkat! O devirdeki insanlar anlasın diye
‘denizdeki dip karanlıklar gibi’ denilmekle misal, örnek gösterilmektedir). Onun üstünü,
dalga üstüne dalga kaplar. Onun üzerinde de bulutlar vardır. KARANLIK ÜSTÜNE
KARANLIKTIR, (veya, birbiri üstüne yığılmış karanlıklar anlamı da olabilir) ELİNİ ÇIKARTTIĞI
ZAMAN NEREDEYSE ONU GÖREMEZ. Ve Allah, kime nur kılmazsa (vermezse) artık onun için
bir nur yoktur. Nur 40]
Işığın bile içinden kaçamayacağı KARA DELİK daha nasıl açıklanabilir?
Müslümanlar QUR’AN’I mezarlıklarda okuyup, ALLAHIN ayetleriyle muska tıska yazarken,
cehenneme gönderdikleri gâvurlar kara deliklerin varlığını tarladan domates toplar gibi
toplamadılar… İlim maluma tabidir… Uyuyanlara değil…
Sadece bu ayet hakkında en az 100 kitap yazabilirim ancak konumuzun çok dışındadır.
Kara delikler hakkında temsili bir görüntü, NASA kaynaklıdır.
Kara delikler varsa ki kesinlikle VAR, element üreten beyaz delikler de olmalıdır derim. Bu
fikir hatalıysa bana aittir.
Biz ‘7 rakamı’ konumuza devam edelim;
188
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
KEHF’İN muhteşem deney ve sonuçlarına şahit olan iyi insanlar veya torunları da Mısırda
YAŞAYAN HEYKELİ (sfenksi) inşa ettiler ve O aracı gizlediler… Bunu neden Mısırda yaptıkları
hakkında gerçek bir bilgim yok. Belki büyük beyaz piramidin adresini gizlemek için Mısırda
inşa ettiler ve anılarını da kırpa kırpa Giza yöresine ihraç ettiler.
QUR’AN Hicr 87/ Ve andolsun ki; sana mesânî (ikinci) den 7'yi (7'liyi, 7'li olarak) ve Kur'ân-ul
Azîm'i verdik.
Bu ayetin tam anlamını 1400 senedir kimseler ve ben de dâhil henüz kimse tam açıklığa
kavuşturamadı. Yüce ALLAHIN QUR’AN’I hakkında Zan veya varsayım veya keyfi anlam
veremem, bunu yapamam… Ancak, ne zaman FUSSİLET edilirse, MÜBÎN edilirse
başarabiliriz. Sabırla ve bilgelikle çalışarak başaracağız.
Ancak bu ayette en önemli anahtar ‘Kur'ân-ul Azîm'i’ sözcüğüdür. Qur’an’da her yerde
genellikle QUR’AN derken bu ayette ‘Kur'ân-ul Azîm'i’ denmektedir. Neden?
Fatiha suresi yedi ayettir.
ALLAH Resulü “Şüphesiz bu QUR’AN YEDİ harf (lügati lehçe) üzere indirilmiştir” der. Ve bu
hadis gerçektir.
QUR’AN’DA “yedi gök” tabiri 7 kere, göklerin yaratılışı ifadesi de 7 kere tekrarlanır.
[Görmüyor musunuz, Allah YEDİ kat semaları nasıl yarattı? QUR’AN, Nuh 15]
[Gökleri YEDİ kat olarak yaratan O'dur. QUR’AN, Mülk 3]
[O Allah ki, YEDİ kat gökleri ve yerden de onların misli kadarını yarattı. QUR’AN, Talak12]
YEDİ RAKAMININ KAYNAĞI NEDİR?
Göğün yedi kattır söylemi İslam’dan, semavi dinlerden de önceye dayanır. Antik uygarlıklar
Göğün yedi kat olduğunu söylerler. Şamanizm'in Ural Altay kavimlerinde gök katları yedidir.
Dogonlar'da gök katları 14 tür(*), ve her katını kendilerince bir anlam yüklemiş olabilirler. En
üst katında da büyük NOMMO vardır ve dünyadaki bütün ruhların gözeticisidir aynı
zamanda dünyayı idare eder, yönetir.
Mısır Hanedanlık inanışında RA 7 ruhludur. Bu ifade bana küçükte olsa bir kanıt
değerindedir; Kehf ekibinde 7 astrofizikçilere atfen kâhinlerinde yardımıyla kültlerine
tescillenmiş ve geçmişin gerçek anılarından en azından 7 rakamını aktif tutarak bir parça
doğru bilgiye sahip olmuşlar. Bu da benim için takip edilmesi gereken ipucuydu.
Işık 7 renkten oluşur.
Müzik sesleri 7 notadan oluşur.
KENYA Afrika Kwanzaa kabilesinin bayramları 7 sembollüdür.
(*) öyle tahmin ediyorum ki Dogonlar 7 kat gökleri simetrisiyle birlikte 14 kat olarak yorumladılar… Bu benim tahminimdir belgeye
dayanmaz.
189
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Tibet belgelerinde ‘bilgeliğin, erdemin 7 büyük yolu’ kitapları, öğretileri çok önemlidir.
Hanedanlık ve öncesi Mısır’da; kader tanrıçaları olarak yedi Hathor vardır ve Hathor
Rahibeleri’nin yedi kavanozu vardır, RA’nın yedi kızı yedi tunikleri üzerine yedi düğüm
atmışlardır, RA’nın yedi şahini yedi bilgedir, boğayla (inek, Arapçası bagar, bakara) birlikte
yedi inek doğurganlığı temsil eder. Günümüzde de bu inanış Hindistan’da devam eder.
Ölüm sonrası yedi evi vardır ve bu evler üç katlıdır yedi girişleri vardır. Bu sayı Osiris için
kutsaldır. Mısır’da cennete giden yedi yol ve yedi cennetlik inek vardı ve bu sayının ikiyle
çarpılması sonucu elde edilen ondört yer ölümün diyarındadır.
Fi RA Vun sözcüğünün doğduğu yer burası, sfenksin altındaki büyük salondur;
Mısırda henüz bulunmuş demotik bir metinde Osiris yer altı dünyasının YEDİ SALONUNDA
babasını dolaştırır.
İşte bu yedi salon YAŞAYAN GÖRÜNTÜNÜN (sfenksin) altındaki büyük salonların olduğu
yer burasıdır.
Fi-RA-Uvn da bu unvanını bu büyük salonda gördüğü muhteşemliklerden etkilendi ve KEHF
gençlerinin O görkemli araçlarını gördüğünde ‘ben bu salonun, bu kabinin, bu görkemli
şeyin hâkimiyim’ anlamında icat etti, bu görkemli unvanı çok sevdi ve FiRaVun sözcüğünü
kullanmaya başladı. Salonda gördüğü araçla asırlarca yaşamış KEHFİ gençlerinden zaten
haberdardı ve bu unvanla da ölümsüzlüğe ulaşacağını ZAN etti… Günümüzde boynuna
muska tıska takıp cennete gideceğini ZAN edenler gibi…
Fi-RA-vun bu unvanı yaşayan heykelin altındaki bu büyük salona olan hayranlığından türetti.
[Onların üzerine binalar inşa edin, dediler. Kehf 21] Bina değil, bunyânen (binalar) inşa
edin denildi…
Hatırlayalım: Ve onlar, onun (kabinin) GENİŞ BOŞLUĞU (fecevetin) İÇİNDE bulunuyorlardı.
Kehf 17.
190
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Fecevetin, yani geniş boşluk, işte bu büyük salonlardır.
Bu da KEHF ekibinin araçlarının adresi olarak Mısır Giza yerleşkesindeki Yaşayan Heykelin
(sfenksin) altında olduğunu gösterir, büyük beyaz piramitlerin değil.
Fi-RA-Vun sözcüğünün de ilham alınıp icat edildiği yer Yaşayan Heykelin (sfenksin) altındaki
büyük odalardır.
Belki de bu firavundu yüce ALLAH’IN: [Ve andolsun ki; ayetlerimizin (yarattıklarımız,
olaylar, şeyler, evrendeki istisnasız her şey Allah’ın yarattığı ayetlerdir) HEPSİNİ, ONA
(Firavuna) GÖSTERDİK. Buna rağmen yalanladı ve (yalanında) direndi. QUR’AN, Ta-Ha, 56]
[Muhakkak ki Biz, size, üzerinize şahit olacak bir Resûl gönderdik. Firavuna Resûl (elçi)
gönderdiğimiz gibi. QUR’AN, Müzzemmil: 15]
QUR’AN’DA 7 ayrı ayette kâinatın 6 günde(*) yaratıldığı bildiriliyor.
En eski Hint metinlerinden günümüze kadar pek çok milletlerde bu 7 uyurlar bilinmektedir.
Mutlaka 7 şahıs ve mutlaka bir de köpekleri var.
Mısır metinlerinde okyanus Nun’da yüzen RA’nın kayığında kendisine eşlik eden yedi ilah
vardır.
Belgeler ‘Osiris’in, ışığın yedi derecesi denilen yedi basamaklı merdiveni vardır’ der(**).
Hinduizm’de Brahmanlar’ın Yedi Mücevheri ve tufandan önce yedi tanrısı ve onları koruyan
yedi bilge adamı vardır. Yedi, Hindistan’da yaygın bir kullanıma sahiptir 7 ve 3 ile birlikte
Vedalar’da en sık kullanılan sayıdır.
Ateş Tanrısı Agni ile ilişkilidir. Hinduizm’de ateş arınmanın(***) sembolüdür. Agni’nin yedi
eşi, annesi ve kız kardeşi; yedi alevi, yedi ışığı, yedi dili vardır ve ona yedi katlı şarkılar
adanır.
Güneş tanrısının yedi atı arabasını gökler boyunca çeker. Rigveda, yedi yıldızdan ve tanrıların
içeceği olan cennetle bağlantılı olan soma’dan oluşan yedi dereden söz eder.
Fırtına ve yağmur tanrısı İnd-RA yedi katlıdır ve dünya yedi kısımdır, mevsimler yedi tanedir
ve cennette yedi orman bulunur.
KISACASI: 7 rakamı, dünyanın ve insanın oluşum ve tarihinde önemli bir yer işgal
etmektedir. Her millete ait yüzbinlerce 7 rakamı ve kutsallığı ile ilgili bilgilere rastlayabiliriz.
Ancak hiç bir şekilde bilimsel temeli, mantığı ve nedeni bilinmeden!...
(*) Bu 6 gün gizemini yazmaktayım, bundan sonraki 3 numaralı kitabimizdir.
(**) Galiba Işığın 7 renk tayfından söz ediyor.
(***) Ben de haddim olmayarak cehennemi dezenfektasyon yeri olarak algılamıştım.
191
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Cezayir Tassili Hoggar mağaralarında 7 şahıs
Cezayir Tassili Hoggar mağaralarında mağaralarında bulunan bu duvar resmi derinliği olan
bir çizimdir, yaşı en az 10 000 yıl olarak tescillenmiştir.
KEHF, Yedi uyurları temsil edip etmediğini netlikle bilemiyoruz, çünkü hakkında en küçük bir
yazı veya bu çizimi anlatacak yorumda bulunamadı… Merakımdan bu resmi kitabıma alma
gereği duydum.
192
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
KESİNLİKLE BULMAMIZ VE ANLAMAMIZ GEREKENLER
Her kilidin anahtarı RÂ, İK-RÂ, RÂ-KİM sözcüğüdür.
İK-RÂ, RÂ-Kim, Er-RÂ kim.
Beşinci Hanedanlık zamanında (MÖ 2494 2345) dik gelen öğle güneşinin etkisi ve öncelikle
RÂ / rɑ sözcüğü ile birlikte tanımlandı ve tanrı olarak kabul edildi. İnsanları sömürmek,
köleleştirmek için icat edilmiş etkileyici senaryolardır bu safsatalar.
Ancak bu safsatalar gerçek anıları da kendi içinde taşımaktadır ki biz bunları ayıklamaya
çalışıyoruz. Günümüzdeki; rivayetin de rivayeti hadismatikçilerin yozlaştırdıkları, fasıkların(*)
genetiğini bozdukları cevheri açığa çıkarmaya çabalıyoruz.
RÂ önemli bir kült merkezi (Lunu denilen, Mısırlı "Pillars Yeri") Heliopolis olduğunu
görüyoruz. Yerel güneş tanrısı Atum ile birlikteliği tespit edilmiştir. Atum yoluyla, ya da
Atum-RA gibi, o da Shu ve Tefnut, Geb ve Nut, Osiris, Set, İsis ve Nephthys oluşan, ilk varlığın
ve Ennead (bu Adem veya Havva’yı kast ediyor olabilir) yaratıcısı olarak kabul edildi.
RÂ olarak güneş tanrısı makamında oturmaya karar verdi ve şahin başlığı ile sahneye
çıkmaya başladı. Bereket versin kâinatın tanrısı olmaya özenmediler!!!...
(*) Fasık, erimiş bir madenin üzerini kaplayan okside olmuş tabakaya denilir, yani altındaki esas cevheri, güzelliği, değerli olanı örten ve
değeri olmayan cüruf demektir.
193
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Daha sonra Mısır hanedanlığında ve zamanla da RÂ, Re-Horakhty (Horus RÂ, İki Ufuklar, iki
ufukların) anlamında, tanrı Horus ile birleştirildi. (*)
[O, Rabbidir iki doğunun, Rabbidir iki batının. QUR’AN, Rahman 17]
Bu ayet üstelik RÂ -hman suresindedir.
Sanskritçe ‘RÂ’ yangın-alev-ateş, sarayın büyük odası, büyük kumanda odası akustik kelime
kökü olarak her derde deva bir hece olarak karşımıza çıkmaktadır. RÂ sanki kelimelerin veya
cümlenin veya konunun en önemli çimentosu gibi…
Yüce ALLAH’IN RA-HMAN ve RA-HİM sıfatları.
RÂ -hman ve RÂ -him olan Yüce ALLAHIN ilk EMRİ: IK- RÂ
Sözcük karşımıza 15 000 seneden de ötelerden ve öncelikle B-RA-HMA olarak çıkmaktadır.
Sanskritçenin ata lisanı köklerinden gelmektedir.
Unutmamak gerekir; Yüce ALLAH insanlarını hiç bir zaman Resulsüz, eğiticisiz, sahipsiz
bırakmamıştır.
Rahman ve Rahim kelimelerinin kaynağını aldığı R-H-M kökü Akadca ve birçok Ortadoğu,
İran ve Hint dillerinde ortak kullanımlara sahiptir.
İbranice'de Ra-kham "İlahi merhamet", Ab-Ra-ham; merhametin veya "merhametlilerin
babası" anlamlarındadır.
Yüce ALLAH’IN RAHMAN sıfatı, bu üç boyutlu maddi yaşamda seven merhamet eden
demektir.
RAHİM sıfatı: fiziki ölümden sonraki, boyutlarını bu hayatta iken asla bilemeyeceğimiz O
hayatta layık olan kullarına merhamet eden demektir.
Nerden bakarsak bakalım gizemli ‘RÂ’ en büyük kilidin, en önemli anahtarı olarak karşıma
çıkmaktadır.
Abhiram veya Abh'ram "Yüceltilmişlerin Babası" veya “halkın babası” anlamlarına gelmekte
kısaca ‘cumhurun merhametli babası’ demektir.
Telaffuz farklıklar göstermesine rağmen, içerindeki anlam devamlı sabit kalmıştır ve bu
anlam böylece on binlerce sendir devam etmiştir.
(*) tutarsızlık, belirsizlik, yani geçmişin anılarının durmaksızın değiştirildiğini her yeni bulunan kalıntıda açıkça görmekteyiz. Bu nedenle
hanedanlıklardan miras kalan her şey en az 1000 kez filtre edilmelidir. Başarımızız ilk dayanağı da budur.
194
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Firavun Amon-RÂ da bu yeni icat ettikleri unvanı bu tarihi anılardan kopyalamış ve böyle
büyük yüceliklere kavuşabileceğini veya sahip olabileceğini ZAN etmiştir… Hileye başvurduğu
içinde doğru yoldan sapıttırılmıştır.
Hatırlayalım: iyi havlamakla iyi kopek olunamaz, etkili lakırdılarla, yakasına filan fulen
etiketleri takarak da bilge olunamaz…
Firavunda kendine bin kez ‘RÂ’ dese, ‘Amon-Ra’ da dese akıbeti takdiri Yüce ALLAH tayin
eder.
RÂ sözcüğünün hangi dilden kaynaklandığı ve diğer dillere geçtiği konusunda dillerin
etimolojik değişimleri, evreleri, tarih ve kronoloji bilimlerinden faydalanılabilir. Bu araştırma
bizi, insanlığı en doğru adrese tevcih edeceği kanaatindeyim.
Bu adın Sami dillerinde baba anlamına gelen "Ab" ve yüce anlamına gelen "Raam/Raham"
kelimelerinin birleşiminden kaynaklanmasıyla süregelen anlamı; “yüce baba” veya
yüceltilmişlerin babasıdır. Devamlı olarak binlerce sene içinde, yüzlerce ayrı millet ve
lisanlarda gerçek anlamı bozulmadan hep aynı anlamı içermektedir.
Ab "Baba;" Hir veya H'r "Baş; Üst; Yüceltilmiş;" Am = "Halk." Dolayısıyla Ab-Ra-Ham.
Yahudi ırkının Hindistan ile bağlantılı olduğunu savunan bazı araştırmalara göre; Brahma ve
Abraham aynı kişidir, "Abraham" Brahma kelimesinin farklı telaffuzundan başka bir şey
değildir.
Keşmir dilinde "Ab" veya "Ap" baba, Ram’dan türeyen "Raham" ilahi merhamet anlamına
gelmektedir. Dolayısıyla ‘Ab-Ra-ham’ İlahi merhametin babası anlamına gelir. Diğer bir teori;
Çok tanrıcı "Brahm-Aryan" kültüne sırt çeviren bir rahibin "A-Brahm" (Gayri-Brahman) olarak
nitelendirilmesiyle bu yeni ismin türetilmesidir.
RÂ,
IK-RÂ
RAB,
RAHMAN,
RAHİM,
İB-RÂ-HİM,
RÂ-KİM, RÂKİM
İS-RÂ-İL,
Şİ-RÂ,
AMON-RÂ
RÂ-MSES arasında çok ciddi ilişkiler var…
QUR’AN’DA 5 surenin başında Elif lâm RÂ harfleri bulunmaktadır. Bunlar: Yunus, Hûd, Yusuf,
İbrahim ve Hicr Sureleridir. RÂ’d Suresinde de “elif-lâm-mîm-R” vardır.
195
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
]Elif lâm RÂ. Rab'lerinin izni ile insanları karanlıklardan NURÂ; Azîz, Hamîd olanın yoluna
çıkarman için sana indirdiğimiz kitaptır. İbrahim 1.]
[Elif, Lâm, RÂ. İşte bunlar, Hikmetli Kitab'ın ayetleridir. Yunus 1.]
Fi-RA-Vun da bu unvanını bu kelimedeki RÂ köklerinden türetti ‘büyük salonun, büyük
odanın hakimi’ olarak… O hayran olduğu muhteşem oda da Kehf ekibinin kabininden
başka bir şey değildi, şayet O araç Giza sfenksinin altındaysa.
Beni tedirgin eden en önemli konu, Mısır kalıntılarında buna ait en küçük bir yazı, çizim,
resim veya ima edecek bir belirti de YOK… Herhangi bir alet, metal bir araç da yok, bu
piramitler, mühendislik harikası KARNAK tapınakları nasıl imal ve inşa edilebilir?
Dr. Zarkavinin beyanatı beni aradığım gerçeğe bir kaç santimlik mesafe getirmişti…
“Herşeyi açıklayamıyoruz, Dünya henüz bunu kaldıracak seviyede değildir” demekle.
Devam edelim;
İK-RÂ, İB-RÂ-HİM, İS-RÂ-İL, Şİ-RÂ, RÂ, RAKİM arasında çok, çok ciddi ilişkiler var ve
araştırmaktayım. Ömrüm yetmezse en azından gelecek nesillere yeterli ipuçlarını bu
mütevazı çalışmalarımla verdiğim kanaatindeyim.
KEHFİ; dışarıdan gelebilecek her tür tehlikeye karşı izole edilmiş kabin, özel emniyetli büyük
oda, büyük salon, mağara gibi büyük özel odanın içi. Kesinlikle bildiğimiz mağara anlamında
değildir. Çünkü ayet ‘mağaraya sığındılar’ demiyor; ‘ilâ el kehfi’ O özel odalarına, onlara ait
olan O kabine sığındılar” diyor… Herşeyden önce bilmeliyiz; KEHF mağara demek değildir.
İşte; Fi-RA-Vun sözcüğünün unvan olarak tescillendiği yer bu büyük odadır. Bu odanın, bu
kabinin haşmeti, görkemliliği onu öylesine delirtti ki bu odaya istinaden kendine Fi-RA-Vun,
‘ben bu odanın sahibiyim, hâkimiyim’ anlamdan Fi-RA-Vun tümcesini üreterek yakasına
takıverdi….
QUR’AN: K-R-A kökünden gelen bu sözcüğün açılımını; QU-RA-N hecelerinde
araştırmaktayım. QUR’AN sözcüğü Arapçada YOKTU… Arapça bir sözcük te değildir.
Fİ-RA-UVN; büyük oda, büyük salon, büyük odanın hâkimi, büyük muhteşem odanın
yöneticisi. Hanedanlıkta icat edilen yeni bir kelimedir. Vimana da, uzay aracının veya sarayın
büyük salonu yani ayni KEHFİ sözcüklerindeki anlamdadır.
HİKSOS: büyük geniş alanları, çok büyük toprakları yönetenler anlamında Ön Türklerdir.
Hanedanlık başlarken eski Mısırın yerli halkı tarafından icat edilen yeni bir kelimedir.
YAŞAYAN GÖRÜNTÜ (Yunancası Sfenks, boğazına kadar gömülmüş, boğulmuş anlamındadır)
on binlerce senedir SHESEP ANKH; orijinal anlamı ve kelime şekli ‘YAŞAYAN GÖRÜNTÜ,
YAŞAYAN HEYKEL, CANLI HEYKEL, CANLI GÖRÜNTÜ’ demektir. 300+9 sene uyuduğu zan
196
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
edilen ve sonra uyandırılan yani, 309 sene uyuduktan sonra kalkıp yaşayan ekibin anısına
yapılmış sfenkse bu isim eski Mısır yerlileri tarafından verilmiştir.
İşin en can alıcı tarafı da ‘SHESEP ANKH’ sözcüğünün hangi millete, hangi lisana ait olduğu
hakkında en küçük bir veri dahi yoktur. SHESEP ANKH’IN yani YAŞAYAN GÖRÜNTÜ’NÜNDE
ne zaman ve kimler tarafından ve ne amaçla yapıldığı da kesinlikle bilinmiyor.
YAŞAYAN GÖRÜNTÜ neden kesinlikle doğuya bakıyordu? Anubis ilk bulunduğu zamanki
konumu da batıya bakıyordu, ölümden sonraki, yani ahiretin yönü de batıydı; NEDEN?
Hatırlayalım: YAŞAYAN GÖRÜNTÜ’NÜN ne zaman ve kimler tarafından ve ne amaçla
yapıldığı kesinlikle bilinmiyor. En azından bu kitabımızı yazana kadar bilinmiyordu.
Ne amaçla yapıldığı bu kitapla aydınlığa kavuşacak kanaatindeyim, ancak yapıldığı, inşa
edildiği tarih konusunda oldukça ciddi bilimsel çalışmalarım var, netliğe kavuşturabilmem
içinde zaman gerekiyor. Yönü de, bilindiği gibi kesinlikle doğuya, ekinoksa bakmaktadır.
Altında da büyük odalar ve 7 genç bilimcinin araçları olsa gerek.
Hanedanlıklardan binlerce, belki on binlerce sene öncelerinde de bu heykele yaşayan
görüntü anlamında SHESEP ANKH denmekteydi ve RA ile ilgili bilgilere ulaşan ve fiziki
ölümden sonra sonsuz hayatın varlığını sfenks hakkında duyduğu anılardan öğrenen
firavunlar, piramitlerini de YAŞAYAN GÖRÜNTÜYE en yakın yerde yapmaya karar verdiler ve
yaptılar.
Çünkü hanedanlıkların kurulmasındaki hemen her olayın, her inancın kaynağı ve başlangıcı
YAŞAYAN GÖRÜNTÜYDÜ VE BULUNDUĞU YERLERDİ. Oysa Mısırda çok daha elverişli yerler
vardı piramitleri kurmak için, neden sfenksin hemen yanı başında?
En temel amaçları, hedefleri sonsuz yaşamaktı!!!... En müsait yer ve bu saplantıyı
destekleyecek ancak yanlış yamalak kendilerine ulaşan masalların kahramanı olan sfenks
doğuya bakarak duruyordu hemen önlerinde, gözlerinin önündeydi…
Yönü doğuya bakıyordu. Neden mi? çünkü bu anıların, hikâyelerin, bu kültürün geldiği yer
Doğu yani Hindistan’dı.
Günümüzde de Hindistan’da ineğin kutsallığı masalları, Mısıra kadar ulaşan apis öküzü
saplantısının ana vatanıdır.
QUR’AN’DA da O özel ineğin kesilmesinin yasak edildiği yer ve olayın geçtiği yer
Hindistan’dır… (konumuzun dışında olduğu için bu detaya girmeyeceğiz)
Tut-ANKH-amun birleşik isimdeki ‘ANKH’ beni en doğru adres getirdi. Çünkü yaşayan
görüntünün (Sfenksin) Mısırın eski eski dillerinde ifade şekli SHESEP ANKH dır.
197
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
ANUBİS de batıya bakmalıydı, neden mi? Kendi hayal dünyalarında, kendi mistik
düşüncelerinde güneşin doğudan batıya aktığını böylece doğumdan ölüme doğru bir yol
çizdiler ve ölümden sonraki hayatın yani ahiretin yönünün de bati olduğunu zan ettiler,
çünkü “Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman
sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Kehf 17] Ve böylece Anubis batıya
doğru ve ahiretin yönünün de batı olduğunu kültürlerine tescillendiler. Kâhinlerin
senaryolarını, masallarını, katkılarını da unutmamak gerekir!
ANUBİS, Assena, grey worlf, boz kurt, Assenat temsil eder şeklinde de sayısız masallar icat
ettiklerini de unutmamak gerekir.
KULAĞA VURULARAK İNSANIN UYUTULMASI; harici operasyonla frekansı ve gücü özel olan
ses dalgalarıyla uyutulmak. Günümüzde bu teknik henüz tam anlamıyla bilinmemektedir. Bu
konuda çalışıldığını biliyoruz.
KEHF’İN KÖPEĞİ; neden bir başka hayvan değil de köpek, neden KEHF ekibin sayıları içinde
köpek bu kadar önem taşımaktadır?
Mısır Saqqara metropolünde köpek catacomb rutin kazılarda, Salima İkram, Kahire Amerikan
Üniversitesi (AUC) de Egyptology profesörü ve Cardiff Üniversitesi'nden Paul Nicholson
başkanlığındaki araştırmacılar uluslararası bir ekip tarafından yürütülen kazı ekibi mezar
yerlerinde yaklaşık 8 milyon hayvan/köpek mumyaları ortaya çıkardı.
Hac için kesilen kurbanlardı diyenlerden tutunuz, köpeklerin mumyalandığı, kutsandığı
masallarına kadar uyduranlarda var.
Hanedanlık kültüründe köpeklerin kurban kültü olsaydı, en azından Eflatun Critias ve
Timaeus diyaloglarında kısa da olsa değinirdi. Piramitlerde de ‘Hac için kesilen kurbanlardı’
senaryosunu destekler herhangi bir belge bulunmamıştır.
Benim şahsi fikrim de; köpeklerden elde edilen bir SIVININ piramit bloklarının imalatında
bağlayıcı (binder) madde olarak kullanılmış olabileceğidir. Bunu da araştırmak gerekir
düşüncesindeyim.
Sıvıları alındıktan sonra da hastalık yapmasın ve kokmasın diye de toprağa gömdüler.
NEDEN 300+9 SENE? Neden 500 değil veya 200 değil de iki ayrı rakam bastırılarak 300+9
sene denmektedir? 9 senelik ekleme neden yapıldı? Bu rakamların güneş yılı veya QUR’AN
mealcilerinin anlamsız tahminleriyle en küçük bir alakası da yoktur… Ancak doğrusu nedir
bende netlikle bilmiyorum ve araştırmaktayım… Neden 300+9 sene?
198
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Yoksa zaman sıçraması deneyimi yaptılar? Birinci deneyde 300 dünya senesi, ikinci deneyde
de 9 sene. Hangi hızla: Işık hızında mı, Gravitasyon, kütle çekim hızında mı? (*)
Bu gençler bu gezegende yaşıyorlardı, birinci deneyde 300 sene dünyaya göre zaman geçti.
Baktılar ki, kendi eski kavimleri, sapıtmışlar, ebediyen aralarında kalmamak için ikinci bir
deneyde geldikleri zamana mı döndüler ve bu da 9 dünya senesi aldı…
Çünkü en büyük sorunları ‘ASLA, EBEDİYEN BİR DAHA KURTULAMAZSINIZ’ ikazıdır.
Bu benim de en büyük sorunum olarak hayatimi alt üst etmektedir.
Buradan astrofizik alanlarında diğer verilerle yazmaya devam ediyorum…
(*) Gravitasyon hızı Işık hızının küpü seviyesindeki bir hızdır… 3 numaralı kitabımızda değinmekteyim.
199
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
RA
Sanskritçede ‘RA’ takısı veya sözcüğü ateşin, alevin, enerjinin yansımış akustik
kökü olarak karşımıza çıkıyor.
Er-RAKİM
Kefren piramidinin giriş kapısının üzerinde Sanskritçe yazıt.
From masculine (force), thundering, granting, feminine
Vi; erkek,
Sani; Eril kuvvet,
Thundering; yıldırımlı, yüksek elektrikli havalarda, yüksek enerji,
RaUa; verilmesi
RA: hediye edilmiş, kuvvet, şan veya güç, imalat, yaratma,
Yoni; feminie, kadınsı, kadın, dişi…
Sanskritçe olan bu işaret diliyle yazılmış cümlenin, yüksek elektrik kuvvetiyle erkek ve dişinin
yaratılışı veya bir tek şey iken ikiye ayrılıp erkek ve dişi olduğunu anlatıyor gibi bir görüntü
var.
Hatırlayalım; ‘Er-Rakim’ anlamı, kapı üzerindeki levha seklinde anlamlar verilmişti. Er-RAKIM
bu levha olmasın!?...
200
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
E-RAKIM kelime anlamı; kapı üzerine asılan levha veya asılı veya havada boşlukta, yüksekte
asılı anlamlarındaydı… Acaba bu kapı üstündeki yazılı levhayı mı anlatıyordu?
Şayet Sanskritçe bu levha QUR’AN’DA geçen Er-RAKIM aynı şeyse, YAŞAYAN CANLI HEYKELE
(Sfenkse) giden tünel dehliz Kefren piramidiyle sfenks arasındadır. Çünkü YAŞAYAN
HEYKELİN (Sfenksin) kafasını yıktırıp kendi kafasını yaptıran deli Fi-RA-avun Keops’dur.
YAŞAYAN CANLI HEYKELE en yakın yerleşke Keops’un piramididir.
Neden Sanskritçe yazı kapı üstünde olsun ve erkek-kadın yaratılışını simgeleştirsin? Neden
Sanskritçe? Eski ve hanedanlık Mısır’ı Sanskritçe konuşmaz ve bilmezler…
YAŞAYAN CANLI HEYKELİN (Sfenksin) altında gördüğü şeylerden mi esinlendi bu yazıyı
piramidin giriş kapışının üzerine astırdı?
Bu gezegende hiç bir millet, medeniyet, tarih, sanat, bilim, matematik, fizik vb.
Hindistan’dan daha eski değildir ve hiç bir milletin tarihleri de bu kadar görkemli, zengin
olayları barındırmamıştır.
Üstelik hemen hepsi belgelidir ve günümüz lisanlarına tercüme ediliyor.
İstisnasız bütün semavi dinlerin de başlangıcı, ana vatani kesinlikle Hindistan’dır. İnsan icadı
dinlerin de hemen her millette işportaya düşmüş şekli de Hindistan’dan ithal edilmiş ve
şahsa mahsus kurallara oturtulmuştur.
Geçmişin yüzlerce milleti, kabileleri, Irklarının elit şahısları ellerinde epifiz bezi sembolü çam
kozalağı, halkı sömürmek için kullanılan tanrılık saplantıları milletleri her devirde yerin dibine
göndermiş ve insanoğlu bir türlü tam dersini alamamıştır. En büyük kayıp ta bilimin gelişim
sürecidir.
Tarihler, hatta bu kısacık kitabin içeriğinde de yüzlerce milletin tarih sahnesinden silindiğini
acı hatıralarla izlemekteyiz.
Bu milletlerin günümüzde bizleri hayretlere düşüren hatıraları, antik kalıntıları onların
yüksek uygarlıklara ulaştığı anlamını taşımaz, asla…
Onlara kadar sayısız peygamberlerle ulaşan İlahi değerleri art düşünceleriyle harap etmişler
ve sadece yönetenlerin saltanatı için kullanmışlar, bunu da ellerine yüzlerine
bulaştırmışlardır. Emevi Abbasî saltanatı gibi…
Sanskritçede ‘RA’ ateşin, alevin yansımış akustik kökü ve büyük sarayın büyük alanı gibi
köklerden gelir. Bu RA sözcüğü Sanskritçenin de başını döndürmektedir. Benim başımı 55
senedir gönderdiği gibi…
Hala kesin ne NET karar veremiyorum. QUR’AN’DA kanıtını ve izini bulamadığım hiç bir şeye
de EVET de diyemiyorum.
201
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Açıkça görmekteyim ki; ‘RA’ sözcüğü Sanskritçede de yüzlerce kelimenin, cümlenin anahtarı
olmaktadır.
Sanskritçede de RA, Bilinmeyen görünmeyen yaratıcı güç, kuvvet, anlamında da
kullanılmaktadır. Benim içinde şimdilik en doğru yaklaşım budur.
RA, her şeyin arkasında veya içindeki görünmeyen enerji, kuvvet, anlamında da kullanılmış.
RA sözcüğü hakkında şimdilik ulaşabildiğim en son nokta budur.
Bu nedenlerle Hanedanlık Mısırında ‘RA’ yüce makamların, unvan isimlerini daha yüce
makamlara da çıkaran tamamlayıcı simgesi oldu.
[Ve RABBİN meleklere: “Muhakkak ki Ben yeryüzünde bir halife icat edeceğim” demişti.
“Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi icat edip ortaya koyacaksın (mealciler etec'alu sözcüğünü ‘yaratacaksın’ anlamında hatalı tercüme ederler). Biz Seni, hamd ile tesbih
ve seni takdis ediyoruz.” dediler. “Muhakkak ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” dedi.
Bakara 30]
Bu ayetin kısaca analizi hakkında:
Bu ayette HALAK, HALAKA-KUM, yani YARATACAĞIM sözcüğü geçmez, Cailun geçer.
Cailun, icat etmek demektir. Bu tür yanlış, hatalı çevirmenin nedeni asırlardır Müslümanlar
bir şekilde şartlanmış, programlanmışlar; icat etmenin, keşfetmenin, yenilikler getirmenin
gâvur işi olduğuna… Bu hatalı, eksik, gerçeği örten meal-tefsirlerin yegâne nedeni de budur.
Oysa ‘e tec'alu’ ise icat edilip ortaya koymak, icat edilmiş ve ortaya konmuş anlamındadır.
Bir örnek: Kâle ‘dedi’ anlamındadır ki bu sözcüğü ‘buyurdu’ diye tercüme ederler. Bu şekilde
asırlardır ne yapmaya çalışırlar eminim kendileri de bilmiyorlar. Buyurdu ve Dedi sözcükleri
arasında bir bağlantı veya ifade benzerliği varmıdır? Yüce ALLAH Qur’an’da ‘Kul, Gul; de,
söyle’ demektedir, bunlarda ‘buyurdu’ diye meal yapmaktadırlar!!!...
Henüz insan cinsi yaratılmadan bu ilk icat ederek yaratmaya karar verildiği sahneyi açıklayan
ayette yüce ALLAH’IN yaratma anlamında, yani HALAK, HALAKA-KUM, HALAKİ,
HALAKNAHU sıfatları kullanılması gerekmez miydi? Neden ‘Cailun’ sözcüğü kullanıldı?
Oysa RA-BBİN sıfatı kullanıldı. Bu çok önemli bir ayrıntıdır ve ben de nedenini tam olarak
bilmiyorum. Bu konuda çok engin bilgilerim var ancak kesin emin olmadığımdan burada
bunun mütalaasını yapmayacağım. Yüce ALLAHIN ayetleri hakkında ZAN veya varsayım veya
tahmin yapılamaz, kesinlik ve netlik vardır.
Az önce açıklamıştım BUYURDU ve DEDİ sözcüklerini insafsızca yerlerinden kaydırırlar ve
nasıl başka, başka anlamlar verirler… Yüce ALLAH QUR’AN’DA ‘DEDİ’ diyor, bunlar da
‘buyurdu’ diye çeviriyorlar…
202
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Aynı ALAK suresindeki gibi: Ik-RA’bismi Rabbikellezî HALAK. HALAKAL insâne min alak.
Türkçesi: OKU ismiyle Rabbin ki O yarattı. Yarattı O ki insanı alak’dan (yapışkan, karşıt kutba
alakalandırılmış, karşıt nesneye asılmış anlamlarındadır ki, bu embriyodur)
Ayrıca bu ALAK suresinin iki ayetleri kanıtlar ki ‘RABBİ, RAB’ sıfat değil isimdir.
‘Ikra’bismi Rabbikellezî HALAK‘ ne demektir? OKU ismiyle senin Rabbin ki O yarattı.
Ayrıca Bakara 30. ayette geçen CAİLUN sözcüğü icat etmek demektir, yaratma anlamında
halakakum, halk etmek (mastar) sözcükleri kullanılır.
Birkaç örnek: [Vallâhu HALAKAKUM ve mâ ta’melûn.]
Çevirisi: VE ALLAH YARATTI sizi de, yaptıklarınızı da. Saffat 96]
[(İblis) "Ben, ondan daha hayırlıyım. BENİ ATEŞTEN, onu tînden (nemli ıslak topraktan,
balçıktan) YARATTIN." dedi. Sad 76] ‘halakte-hu’ onu yarattın demektir.
[Dedi; nedir seni men eden sana (secde etmeyi) emrettiğim zaman?” İblis: “Ben ondan
hayırlıyım, beni ATEŞTEN (ateşin özünden, saf dumansız alevden) YARATTIN ve onu NEMLİ
TOPRAKTAN (balçıktan) YARATTIN.” dedi. A’Raf 12]
Ayette geçen sözcükler; ‘halak-tenî’, beni yarattın, ‘halak-te-hu’ onu yarattın demektir.
203
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
RÂ
İK-RÂ
Sanskritçeden çok, çok uzun yolculuğa çıkmış ‘RÂ’ anahtarların da anahtarı takı sözcüğü en
son olarak ta Mısırda AMON- RÂ da durmuş.
RÂ sözcüğünü bulamazsak bir milimetre bir yere gidemeyiz. İnsan eti yemekten vaz geçer de
insan insanı olmaya karar verdiğimiz zaman bulabileceğimizi umuyorum.
QUR’AN RA-mazan ayında gönderilmeye başlanmıştır. RA-mazan ayı Araplar tarafından
bilinmesine rağmen kutsallığı QUR’AN’DAN sonradır.
Işık Kitabı yorumlarında ‘RA-M-Kha (Ramkha) Dünya, Bina, ilkel Ateş, İlkel Alev, hayat
veren, Işık yayan, İlk ve bilinemeyenin Varlığı olarak tarif edilir. Bu hayal sözcüğü anlamak
çok zor şey’ der.
Kelimelerin, sözcüklerin enginliklerindeki gerçek anlamlarını araştırmak ve bilmek, tarihimizi
tanımamız için en gerekli temel malzemedir. Bunun, bilimin geleceği ve gelişimi için daha
büyük önemi vardır.
Örnek: Kamikaze Japoncada "kutsal rüzgâr" anlamında bir sözcüktür. Oysa kamikazelere
‘intihar pilotları’ diye bizler bir unvan verdik… Bu unvan bir şekilde tarihe geçecek ve
gelecek nesiller ‘kamikaze’ sözcüğünü ‘intihar pilotu’ olarak tanımlayacaktır.
Oysa kelimenin anlamı ‘kutsal rüzgâr’ demektir. Yaptığı fiile başkaları intihar saldırısı
yapanlar dedi…
Aynı QUR’AN’I Kerimdeki pek çok sözcüğe / cümleye QUR’AN’I meal eden, tefsir eden
şahısın kısıtlı bilgileriyle yanlış, eksik, hatta gerçek anlamı örtecek ilgisiz-alakasız anlamlar
yüklemesi gibi…
Bu kısacık örnek, ‘kutsal rüzgâr’ anlamındaki Kamikaze sözcüğünün ‘intihar pilotları’ şeklinde
isimlendirilmesi en açık ve en net bir kanıttır.
Farsçası namaz olan sözcüğün kökü Sanskritçeden gelir. Anlamı; gerçeği, doğru olanı
kavradıktan sonra bilerek dua etmek, Yaratandan talep etmek, Ona boyun eğmek, Ona
saygıyla boyun eğerek dua, bilerek isteyerek hoşnutlukla boyun eğerek dua etmek
anlamındadır.
Arapçaya ‘SELAM’ sözcüğü İbranice orijinali ŞALOM sözcüğünden türemiştir. Manası barış,
esenlik, hoşnutluk vb. demektir.
Günümüzdeki Afşin Elbistan sözcüğünü, Altay Türk Urukları Anadolu’ya geldiklerinde
ALTAYİSTAN sözcüğünden türettiler.
204
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Ankara, Asya’daki ANGARA sözcüğünün basit bir değişimidir.
İngilizcede (germen dillerinde) yerleşmiş Eskimo sözcüğünün aslı ESKİ-MOĞOLLAR demektir.
Bunu ben tespit ettim, yanlışsa bana aittir.
Eski Mısırlılar Türklere Hiksos demiş, Yunanlılar Türkoy, Türkos derler, Çinli tarihçiler
Huyong-Nu, Tukyu, Tukyo, Goğ-Mağoğ derler, Araplar Atrak, Elguz (bu Oğuz demektir),
Kelime kökenlerini tarihlerini ve içeriğinde oldukları konuları 47 ülkede araştırırken
detayların da detaylarına girdik. Mümkün olan en kaliteli akademik çalışma disiplinini asla
elimizden bırakmadık.
QUR’AN’DA, İSTEBRAK, ARF, MAHAR, Kehfi (bunu bulduk), SALAT (bu kesinlikle namaz filan
değil destekleşmek anlamındadır), sündüs, kâfûran (bu kamfor olarak ta bilinen kimyasal bir
madde zan etmişler, ancak kesinlikle değildir. Bu maddenin adı ve kendisi de dünyaya
yayıldığı yer Hindistan’dır), SELSEBİLEN gibi birçok stratejik önem arz eden kelimelerin
gerçek anlamlarını QUR’AN meal-tefsircileri hiç bir şekilde bilmiyorlar Bu, bilemeyeceğimiz
anlamına gelemez, mutlaka bulacağız. Ancak tekke köşelerinde huuuu çekerek değil, bilimin
ışığında bulacağız.
Bunun gibi daha yüzlerce etimolojik transformasyona uğramış sözcükler buluruz ki; konunun
gerçek anlamını okyanusların dibine indirmiştir. Böylece asırlarca Müslümanlar dördüncü
sınıfa yükselmişlerdir.
Hayatı boyunca yaşadığı kasabadan dışarı çıkamamış insanların meal-tefsir ettiği QUR’AN’DA
selsebilen sözcüğüne; cennetteki bir çeşmedir diyenler az değildir… Bu beyin özürlü mealci
mahlûklar galiba cennete gidip gelmekteler…
Bu selsebilen sözcüğü cennetteki bir çeşme olsaydı, Yüce ALLAH açıkça yazardı ya!!!
En azından Yüce ALLAH için ‘selsebilen çeşmesinden içerler de içerler” demek zor mudur?
QUR’AN, tekke köşelerinde anlamını da bilmeden ezberletilirse bu Müslüman âlemi daha
binlerce sene köle olmaya devam eder…
QUR’AN, anlamak için okunur, anlaşılanı yaşar ve yaşatılırsa, durmadan dinlenmeden
çalışılırsa, devamlı icat edilir her gün yenilikler üretilirse, durmaksızın eğitim ve öğretim
kalitesi artırılarak devam ettirilirse ancak başarılacaktır…
Aksi halde, Emevi Abbasi saltanatı tüm hızıyla devam eder ve bundan da en çok İblis mutlu
olur…
205
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
KEHFİ ve ER RAKİM,
Gezegenler arası ışık hızına yakın hızlarda (bana göre kesinlikle Gravitasyon hızında) deney
yapmış ve başarmış yedi genç astrofizikçi bilimcilerinin araçları YAŞAYAN HEYKELİN,
SFENKSİN veya büyük beyaz piramidin altındadır.
Burada bulunacak her detay insanlığı Ön Türklerin yaptığı büyük beyaz piramitlere, yani
Ön Türklerin ataları Atlantis’e götürecektir.
Her şeyiyle Ön Türklerin atalarına ait olan Atlantis’in neden ve nerede nasıl kayıp
olduğunu parmağımı noktaya basacak kadar netlikle biliyorum. ‘Dünya Atlantis’in
Akıbetine gidiyor’ adlı mütevazı kitabımızda açıklıyorum.
Ancak yüreğim kan ağlıyor ki: bundan en çok yine başkaları istifade edecek, benim
milletimde (!!!) trene baktığı gibi bakacaklardır…
Bu dehşetengiz bilgiyi saklamak ALLAH katında çok büyük suçtur, saklamasam elin adamı
zengin olacak dünyaya daha da acımasızca sahip olacaktır… Gerçekten ne yapacağımı
bilmiyorum, gerçekten…
206
EVRENDE ZAMAN VE HAYAT-2
GEZEGENLER ARASI DENEY YAPMIŞ KEHF VE ER-RAKİM EKİBİ
Eflatun (Plato) Atlantis hakkında sadece, Mısır İskenderiye seyahatinden döndüğünde
yazdığı Critias ve Tiamios diyaloglarında anlatır. Zaten bizler Atlantis sözcüğünü de
Eflatunun bu Mısır seyahatinden sonra söylediklerinden öğrendik. Kaynak, yine
Hanedanlık Mısırına ithal edilmiş KEHF anılarıyla ilintili gerçeklerdir.
Eflatun Kübernetes sözcüğünü de ilk olarak bu seyahatinde kullanmış ve bu sözcük
günümüzde bilgisayarların bilimlerinin atası olan sibernetik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kübernetes sözcüğünün anlamı, sevk ve idare etmek, durmaksızın kontrol ve dengede
tutmak, governor etmek, yönetmek anlamlarındadır ve bu sözcük te Osmanlıda da geminin
sevk, kontrol ve idare edildiği makam olan güverte olarak kullanıldı… Günümüzdeki bütün
germen dillerinde governor (government), sevk, kontrol ve idare eden, hükûmet eden
anlamlarında kullanılmaktadır.
Bu kısımdan devam ediyorum. İki seneye belki bitirebilirim… Tekrar Tuva’ya, Hindistan ve
Mısıra gitmem gerekiyor… Yaşlandım, insanına ve insanlığa hizmet etmek isteyen genç
nesillere de yeterli ipuçlarını verdiğim kanaatindeyim…
Genç insanlarıma şiddetle tavsiyem ve en saygın ricamdır ki:
Tunç Derililer, Haluk Tanju,
Fusus-El Hikem, Genç Osman çevirisi,
Zemahşeri Keşşaf, QUR’AN meal-tefsiri, varsa Türkçesini okuyabildikleri kadar okusunlar…
QUR’AN, dileyen insana bu adımlardan sonra kapılarını açmaktadır…
Anlamını bilmeden QUR’AN okuyan insan ALLAHIN huzurunda Yüce ALLAHA ‘Kul hu
ALLAHU ehad’ der, yani ALLAHA ‘de, söyle’ der… hem de Yüce ALLAHA emir vererek!!!...
‘Genetiği bozulmuş din’ adlı kitabımizda bunun gibi ciddi hataları daha geniş açıkladık…
Selam ve saygılar sunuyorum
Buharalı bir Türk

Similar documents

Tez Yazım Kuralları - Fen Bilimleri Enstitüsü

Tez Yazım Kuralları - Fen Bilimleri Enstitüsü Tez içinde kaynak gösterme “soyadı ve yıl” sistemine göre yapılmalıdır. Tez içinde gönderme yapılırken, iki yazarlı metinlerde (yerli ya da yabancı) isimler arasına ‘ve’ eklenmelidir. Üç ve daha fa...

More information

ANTİK DÜNYANIN KEHANET MERKEZİ: DIDYMA Zamanın İcadı

ANTİK DÜNYANIN KEHANET MERKEZİ: DIDYMA Zamanın İcadı karıştığı, Menderes nehrinin denizle buluştuğu yerde kuruldu. Apollon Tapınağı ile tanındı. Didyma’nın hazinesi sayılan Apollon Tapınağı, o zamanki adıyla Didymaion M.Ö. 560’ta inşa edildi ve antik...

More information