April/May/June 2014
Transcription
G İ R İ Ş İ M L E R İ NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2014 APRIL-MAY-JUNE 2014 SAYI 13 ISSUE 13 G İ R İ Ş İ M L E R İ G İ R İ Ş İ M L E R İ TÜRKİYE MÜZELERİ 2013 RAPORU MUSEUMS OF TURKEY 2013 REPORT BERLİN YAHUDİ MÜZESİ THE JEWISH MUSEUM BERLIN MEDİCİLER VE RÖNESANS THE MEDICI AND THE RENAISSANCE LİKYA LYCIA MİNYATÜR SANATI ART OF MINIATURE PAMUKKALE HİERAPOLİS PAMUKKALE HIERAPOLIS The Museum Pass İstanbul cards validity period begins with your first museum visit. Each card can only be used at each museum once. Museum Pass Advantage Points ATELIER BY ISMAIL ACAR, MUSEUM SHOPS AND CAFÉS, BLUESHUTTLE, EFENDI TRAVEL, FARUK YALCIN ANIMAL KINGDOM AND BOTANICAL GARDEN, HISTORICAL GALATASARAY HAMAM, GES SHOPS, İSTANBUL ARCHAEOLOGICAL MUSEUMS SHOP & CAFÉ, İSTANBUL COOKING SCHOOL, İSTANBUL ŞEHİR HATLARI, İSTANBUL WALKS, JURASSIC LAND, MAIDEN’S TOWER, THE MUSEUM OF INNOCENCE, PANDELI RESTAURANT, PERA MUSEUM, RAHMI M. KOÇ MUSEUM, SADBERK HANIM MUSEUM, SAKIP SABANCI MUSEUM, SECURE DRIVE TÜRVAK CINEMA – THEATRE MUSEUM G İ R İ Ş İ M L E R İ NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2014 APRIL-MAY-JUNE 2014 SAYI 13 ISSUE 13 G İ R İ Ş İ M L E R İ içindekiler TABLE OF CONTENTS G İ R İ Ş İ M L E R İ Nisan-Mayıs-Haziran 2014 Sayı 13 April-May-June 2014 Issue 13 TÜRKİYE MÜZELERİ 2013 RAPORU MUSEUMS OF TURKEY 2013 REPORT BERLİN YAHUDİ MÜZESİ THE JEWISH MUSEUM BERLIN MEDİCİLER VE RÖNESANS THE MEDICI AND THE RENAISSANCE LİKYA LYCIA MİNYATÜR SANATI ART OF MINIATURE PAMUKKALE HİERAPOLİS PAMUKKALE HIERAPOLIS TÜRSAB-MÜZE Girişimleri tarafından üç ayda bir yayınlanır Published quarterly by the TÜRSAB-MUSEUM Enterprises TÜRSAB-MÜZE Girişimleri adına SAHİBİ TÜRSAB YÖNETİM KURULU BAŞKANI OWNER on behalf of the TÜRSAB-MUSEUM Enterprises PRESIDENT OF THE TÜRSAB EXECUTIVE BOARD Başaran ULUSOY SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ RESPONSIBLE MANAGING EDITOR Feyyaz YALÇIN Başyazı Türkiye Müzeleri 2013 Raporu 3 Editorial 6 Museums of Turkey 2013 Report Berlin Yahudi Müzesi 14 The Jewish Museum Berlin LİKYA 20 LYCIA Minyatür Sanatı 26 Art of Miniature PAMUKKALE HİERAPOLİS 32 PAMUKKALE HIERAPOLIS Mediciler ve Rönesans 38 The Medici and The Renaissance Süleymaniye Camii 46 Süleymaniye Mosque UNESCO Dünya Mirası 52 UNESCO World Heritage William Turner 58 William Turner Türkiye-Polonya İlişkilerinin 600. yılı 64 600 Years of Turkish-Polish Relations Dikiş Makineleri 70 Sewing Machines Haber turu 74 News in overview TÜRSAB-MÜZE Rehberi 76 TÜRSAB-MUSEUM guide TÜRSAB-MÜZE Harita 78 TÜRSAB-MUSEUM map of museums YAYIN KURULU EDITORIAL BOARD Başaran ULUSOY, Arzu ÇENGİL, Hümeyra ÖZALP KONYAR, Ufuk YILMAZ, Özgül ÖZKAN YAVUZ, Özgür AÇIKBAŞ, Köyüm ÖZYÜKSEL ÜNAL, Ayşim ALPMAN, Avniye TANSUĞ, Elif TÜRKÖLMEZ, Ahmet ALPMAN, Pınar ARSLAN, Turgut ARIKAN TÜRSAB adına YAYIN KOORDİNATÖRÜ EDITORIAL COORDINATOR on behalf of TÜRSAB Arzu ÇENGİL GÖRSEL VE EDİTORYAL YÖNETİM VISUAL AND EDITORIAL MANAGEMENT Hümeyra ÖZALP KONYAR HABER ve GÖRSEL KOORDİNASYON NEWS AND VISUAL COORDINATION Özgür AÇIKBAŞ GRAFİK UYGULAMA GRAPHICAL IMPLEMENTATION Özgür AÇIKBAŞ Gazeteciler Sitesi Haberler Sk. No: 15 Esentepe Şişli İstanbul / Türkiye Tel / Phone: (212) 327 13 00 Faks / Fax: (212) 327 13 06 www.muze.gov.tr e-mail: [email protected] Baskı Printing Müka Matbaa MÜZE Dergisi Basın Konseyi üyesi olup, Basın Meslek İlkeleri’ne uymaya söz vermiştir. The Museum Journal is a member of the Turkish Press Council and has resolved to abide by the Press Code of Ethics. MÜZE Dergisi’nde yayınlanan yazı ve fotoğraflardan kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. None of the articles and photographs published in the The Museum Journal maybe quoted without mentioning of resource. K ültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2010 yılında açtığı 49 müze ve örenyerinin modernizasyonu konulu ihaleyi Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) kazanmış, daha sonra, 2013’te açılan 105 müze ve örenyerinin modernizasyonu konulu ihale de TÜRSAB’ın olmuştu. Toplumda müze algısını güçlendirmek üzere yola çıkan TÜRSAB, Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM) tarafından 23 Aralık’ta alınan kararla, 1 Ocak 2014 tarihinden itibaren, Pamukkale Örenyeri’nin kapı girişleri, turnikeleri, antik havuzu ve antik havuzdaki satış yerlerinin işletme hakkına da sahip oldu. Bu gurur verici gelişmeyi, siz meslektaşlarımla paylaşmaktan mutluluk duyuyorum. TÜRSAB Müze Girişimleri, son yıllarda yükselen bir ivmeyle ülkemizdeki önemli müze ve ören yerlerinin işletmesini üstlenmeye başladı. Tüm bu müze ve ören yerlerinde öncelikle turnikeler modernleştirildi, tabelalar çağın gereğine göre yenilendi, geçen yıl Müzekart sahiplerinin sayısı 4 milyon 250 bine ulaştı, turistlerin keyifli bir şekilde alışveriş yapabilmesi için butik mağazalar açıldı, gişelere ödemeyi kolaylaştıran POS cihazları yerleştirildi. İşte önümüze gelen rakamlar, tüm bunların daha şimdiden olumlu etkisini göstermeye başladığının kanıtı. Visa Europe’un yaptığı araştırmaya göre geçen yıl Türkiye’ye gelen yabancıların kredi kartıyla yaptıkları harcamalar bir önceki yıla göre yüzde 17 arttı. Turistler ülkemize geçen yıl, yaklaşık 7.7 milyar TL bıraktı. Bu az bir başarı değil. Önümüzdeki günlerde sizlerle, müze ve ören yerleri işletmelerinin modernleşmesinden doğan başka olumlu gelişmeleri, gurur verici haberleri paylaşacağıma eminim. Başaran Ulusoy TÜRSAB, who won the tender bid initiated by The Ministry of Culture and Tourism in 2010 for the modernization of 49 museums and historical site, did also win the Tender Bid in 2013 for the “modernisation of 105 museums and historical site. TÜRSAB, that set out to strengthen the museum perception of the society also got the right to run the entrance gates, the turnstiles, the antique pool and the salesrooms at the antique pool area of the Pamukkale Historical site as of January 1, 2014 with the decree dated December 23 of the Central Directorate of Revolving Funds (DÖSİMM) of the Ministry of Culture and Tourism. I am happy to share this sublimed progress with you, my colleagues. TÜRSAB Museum Enterprises have recently started to undertake, at an increasing pace, the management of the important museums and historical site of our country. Primarily, the turnstiles in all these museums and historical site have been modernised, signboards have been renewed as per the requirements of the day, the number of Museumcard holders are increase -reached to 4 million 250 thousand during last year, boutique shops were opened for cheerful shopping of tourists, POS machines have been placed at box offices to ease payments. The figures that reached us already are the evidences of the positive effect of all these measures. According to the investigation ran by Visa Europe, the expenses of the foreigners by credit cards during last year have been raised by 17 % as compared to the previous year. Last year tourists had spent almost 7.7 billion TL in our country. This is not a success to be ignored. Shortly, I am sure that I shall be sharing with you other positive developments and prideful news regarding the modernisation of the management of the museums and ruins. GEÇMİŞ VE GELECEK KOLEKSİYON SERGİSİ KURUCU İLETİŞİM VE TEKNOLOJİ SPONSORU EĞİTİM SPONSORU MÜZE GELİRLERİ 263 MİLYON LİRAYI AŞTI MUSEUM INCOME HAS EXCEEDED BY 263 MILLON LIRAS The income of the museums that TÜRSAB has undertaken to manage as the venture partner of the Ministry of Culture and Tourism has doubled and exceeded by 263 million liras. The museum modernisation project that is run for three years together with the Central Directorate of Revolving Fund Management (DÖSİMM) covers 155 museums. DOSYA Dossier TÜRKİYE MÜZELERİ 2013 RAPORU MUSEUMS OF TURKEY 2013 REPORT 2013’te Türkiye’deki müze ve ören yerlerini 29 milyon 533 bin 966 kişi gezdi. In 2013, museums and historical site in Turkey were visited by 29,533,966 people. Ziyaretçilerin yüzde 69’unu yabancılar, yüzde 31’ini Türk vatandaşları oluşturdu. Of these visitors 69% were foreigners, 31% Turkey citizens. Topkapı Sarayı Müzesi ve Topkapı Sarayı Harem’i toplam 4 milyon 428 bin 463 kişi ziyaret etti. The Topkapı Palace Museum and Topkapı Palace Harem were visited by a total of 463,000 people. Müze ziyaretlerinin yüzde 44’ü İstanbul Bölgesi’nde gerçekleşti. 44% of museum visits took place in the İstanbul Region. 6 Müze ziyaretçilerinin sayısı turizmden hızlı büyüdü. 2000 ile 2013 yılları arasında yabancı turist sayısı yüzde 335 artarken, müze ve ören yerlerini gezen ziyaretçi sayısı yüzde 428,8 arttı. The number of museum visitors went up faster than tourism. As the number of foreign tourists increased 335% between 2000 and 2013, visitors to museums and historical site increased more than 428%. Toplam Müzekart sahibi 2013 yılında 4 milyon 420 bine ulaştı. Müzekartlıların yüzde 23’ü Topkapı Sarayı’nı gezdi. The number of Müzekart owners reached a total of 4,420,000 in 2013. 23% of people with Müzekart visited the Topkapı Palace. Rasim Konyar & Semih Büyükkurt Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın girişim ortağı olarak TÜRSAB’ın işletmesini üstlendiği müzelerin gelirleri ikiye katlanıp 263 milyon lirayı aştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM) ile üç yıldır başarıyla yürütülen müze modernizasyon projesi 155 müzeyi kapsıyor. üze işletmelerinde girişim ortağı olan Kültür ve Turizm Bakanlığı ile TÜRSAB, bir yandan “müze ve örenyerlerinin modernizasyonu” projesini sürdürürken, bir yandan da müze gelirlerini iki katına çıkarmayı başardılar. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2010 yılında açmış olduğu “49 müze ve örenyerinin modernizasyonu” konulu ihalesini alan TÜRSAB; Bakanlığın 2013 yılı Ekim ayında II. Aşama olarak ihaleye çıkardığı “105 müze ve örenyerinin modernizasyonu ihalesi”ni de kazanmıştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM) ile üç yıldır başarıyla yürütülen müze modernizasyonu projesindeki toplam müze sayısı böylece 155’e ulaştı. TÜRSAB’ın Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın müze işletmelerinde girişim ortağı olarak görev yaptığı proje, söz konusu müze ve örenyerlerinin teknolojinin en gelişmiş cihazlarıyla donatılmasını ve sahip olduğu mirasa yakışır bir kimlik kazandırılmasını hedefliyor. TÜRSAB Yönetim Kurulu Başkanı Başaran Ulusoy, birçok farklı kültüre binlerce yıldır ev sahipliği yapan bu topraklarda Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yürüttükleri ortak çalışmalar sonucunda müzeciliğe yeni bir anlayış getirdiklerinin altını çiziyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı verileri ışığında, Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) tarafından hazırlanan “Türkiye Müzeleri 2013 Raporu” müzelerimiz hakkında çarpıcı sonuçlar ortaya koyuyor. Müze gelirleri iki kat arttı 2009 yılında 13.8 milyon ziyaretçinin gittiği söz konusu müzelerden elde edilen gelir 125 milyon 645 bin TL iken 2013 yılında 29,5 milyon ziyaretçiden toplam 263 milyon 333 bin TL gelir elde edildi. Türkiye Müzeleri Raporu’na göre, 2013 yılında Topkapı Sarayı Müzesi en çok ziyaret edilen müzeler sıralamasında Ayasofya Müzesi’ni geride bıraktı. 2011 ve 2012’de Ayasofya Müzesi lehine sonuçlanan rekabette 2013’te Topkapı Sarayı müzesi 3 milyon 397 bin 907 ziyaretçiyle liderliği tekrar ele geçirdi. Ziyaretçi sayısı yüzde 428,8 arttı Türkiye’de müzelere gereken önemin verilmeye başlaması kendini ziyaretçi sayısında da gösterir hale geldi. 2000’li yılların başında yaklaşık 7 milyon kişiyi ağırlayan Türkiye’deki müze ve ören yerleri 2013 yılı sonunda tam 29 milyon 533 bin kişi tarafından gezildi. Raporda açıklanan verilere göre müzeleri ziyaret edenlerin yüzde 69’u yabancı turistler, yüzde 31 ise yerli vatandaşlar. Yani 29.5 milyon müze ziyaretçisinin 20 milyonunu yabancılar, 9.5 milyonunu ise Türkiye vatandaşları oluşturuyor. Müze ziyaretçilerindeki artışla Türkiye’ye gelen yabancı turist sayısındaki artış karşılaştırıldığında da ortaya ilginç bir sonuç çıkıyor. 2000 yılında 10.4 milyon yabancı turist ağırlayan Türkiye, bu rakamı 2013 yılında 34.9 milyona çıkarmayı başardı. Aynı yıllar zarfında müze ve ören yerlerini ziyaret eden kişi sayıları da sırasıyla 6.8 milyon ve 29.5 milyon oldu. Bir başka deyişle, Türkiye’ye gelen yabancı turist sayısında yüzde 335’lik artış yaşanırken, müze ve ören yeri ziyaretçi sayılarında ise yüzde 428,8’lik bir artış meydana geldi. Bu artış, hem Türk ziyaretçilerin hem de Türkiye’ye gelen yabancı turistlerin müze ve ören yerlerine ilgilerinin arttığını gösteriyor. While running the “museum and historical site modernisation” project as venture partners in museum management, Ministry of Culture and Tourism and TÜRSAB have on the other hand succeeded to double the museum income. TÜRSAB, who won the tender bid initiated by the Ministry of Culture and Tourism in 2010 “for the modernization of 49 museums and historical site”, did also win the two phased Tender Bid in October 2013 for the “modernisation of 105 museums and historical site”.The total number of museums, within the museum modernization project successfully ran for three years together with the Central Directorate of Revolving Fund Management (DÖSİMM), has thus reached to 155 museums. The project undertaken by TÜRSAB, as being the venture partner of the Ministry of Culture and Tourism in museum management is targeting to equip the museums and historical site of this project with the most developed devices of technology and to redound an identity that would be congruous to their heritage. Mr. Başaran Ulusoy, the President of the Association of Turkish Travel Agencies, underlines the fact that they have brought a new understanding to museology as a result of the works they have accomplished with the Ministry of Culture and Tourism on these soils that hosted many different cultures in thousands of years. “2013 Report on Turkish Museums” prepared by the Association of Turkish Travel Agencies (TÜRSAB) with the data received from the Ministry of Culture and Tourism states striking results on our museums. Topkapı Ayasofya’dan liderliği geri aldı Türkiye’de en çok gezilen müzelere bakıldığında Topkapı Sarayı Müzesi’nin Ayasofya Müzesi’nden liderliği geri aldığı göze çarpıyor. 2013 yılında Topkapı Sarayı’nı gezen ziyaretçi sayısı 3 milyon 397 bin 907 olurken, Ayasofya’yı ziyaret eden kişi sayısı ise 3 milyon 275 bin 337 olarak gerçekleşti. Böylece son 2 senedir Ayasofya Müzesi lehine sonuçlanan liderlik yarışında bu yıl Topkapı Sarayı tekrar birinciliği kapmış oldu. Listede üçüncü sırada 1.8 milyon kişinin gezdiği Efes Örenyeri yer alırken, en çarpıcı artış ise Topkapı Sarayı Harem’den Museum income has been twice increased While the income in 2009 from the museums visited by 13.8 million people was 125 million 645 thousand TL the income procured in 2013 from 29.5 million visitors was 263 million 333 thousand TL. According to the Report on Turkish Museums, in the year 2013 Topkapi Palace Museum left behind the St. Sofia Museum in the most visited museums list. In the competition St. Sofia Museum was in front in 2011 and 2012, but in 2013 Topkapi Palace regained the leadership with 3 million 397 thousand and 907 visitors. 7 geldi. Özellikle Muhteşem Yüzyıl dizisinin etkisiyle son 3 yıldır ziyaretçi sayısında dikkat çekici bir artış trendi yakalayan Topkapı Sarayı Harem’i bu yıl ilk kez 1 milyonu aşkın kişi gezdi. Harem, 2012’de 744.6 bin olan ziyaretçi sayısını 1 milyon 30 bin 556’ya çıkarmayı başardı. Dünya lideri yine Louvre Müzesi Türkiye’deki umut verici yükseliş trendini dünyayla kıyaslayınca yine de gidilecek yolun uzun olduğu ortaya çıkıyor. Türkiye, tarihi miras ve yapılar olarak dünyadaki rakiplerinden avantajlı durumda olsa da özellikle ABD, İngiltere ve Fransa müzecilikte lider konumda. Dünyanın en çok gezilen müzesi Paris’teki Louvre Müzesi. Ziyaretçi sayısı 2012 yılına göre yüzde 6 gerileyip 9.2 milyona düşse de, Louvre, halen dünya birinciliğini koruyor. En çok ziyaret edilen 10 müzenin toplam ziyaretçi sayısı 66.8 milyon. Bu rakam 2012 yılında yaklaşık 56 milyon olarak gerçekleşmişti. En çok ziyaret edilen 10 müzenin dördü ABD’de, dördü İngiltere’de bulunuyor. ABD’deki bu müzelerin ziyaretçi sayısı 29.2 milyon. İngiltere’dekilerin ziyaretçi sayısı ise 22.9 milyon. ZİYARETÇİ SAYISI (*) 29.5 MİLYONU AŞTI NUMBER OF VISITORS (*) OVER 29.5 MILLION Yıl Year Ziyaretçi sayısı Number of visitors 20006.887.344 20017.590.138 200214.268.186 200313.987.747 200413.015.486 200518.384.865 200616.086.050 200718.048.674 200822.662.590 200921.193.627 201025.854.341 201128.462.893 201228.781.308 201329.533.966 (*) Müze ve ören yerleri, Museum and historical site. 8 Müze ziyaretlerinin yüzde 44’ü İstanbul’da 2013 yılında toplam müze ziyaretlerinin yüzde 44’ü İstanbul bölgesinde gerçekleşti. İstanbul bölgesindeki müzeleri 8,9 milyon kişi ziyaret ederken, İstanbul’u 2,9 milyon ziyaretçiyle Ege&Selçuk bölgesi takip etti. Listenin üçüncü sırasında ise 2.5 milyon ziyaretçiyle Kapadokya yer aldı. Kapadokya’yı sırasıyla 1,9 milyon ziyaretçiyle Batı Antalya, 1,2 milyon ziyaretçiyle Anadolu Bölgesi, 1,1 milyon ziyaretçiyle Doğu Antalya ve 1 milyon ziyaretçiyle Ege&Bergama bölgesi izledi. Toplam müze ziyaretlerinin yaklaşık yüzde 75’i acentalar aracılığıyla veya kapıdan alınan biletlerle gerçekleşti. Buna ek olarak, kalan yüzde 25 ise hemen hemen yarı yarıya Müzekartlı girişler ve ücretsiz girişlerden oluştu. 2013 yılında 2.4 milyon kişi müzelere ücretsiz girdi. Toplam ziyaretçilerin yüzde 10’unu oluşturan ücretsiz kategoridekiler ağırlıklı olarak 18 yaş altını kapsayan okul öğrencilerinden ve 65 yaş üstü ziyaretçilerden oluştu. Number of visitors is increased by 428.8 per cent The initiation of submitting importance to museums in Turkey showed itself in the increase of the number of visitors. Museums and historical site of Turkey that hosted almost 7 million people in the beginning of 2000’s were visited by just 29 million 533 thousand guests at the end of 2013. According to the data given in the report, 69 per cent of the visitors were foreign, 31 per cent were native citizens. In other words the distribution was constituted as, 20 million guests out of 29.5 million were foreigners and the remaining 9.5 million were Turkish subjects. An interesting result comes forth when we compare the increase in museum visitors with the increase in foreign visitors who visited Turkey. Turkey accommodated 10.4 million foreign tourists in the year 2000 and succeeded to raise this figure to 34.9 million in 2013. During the years mentioned the number of people who visited museums and historical site were 6.8 million and 29.5 million respectively. In other words, while the number of foreign tourists visiting Turkey was raised by 335 per cent the increase in the visitor number of museums and historical site was realized as 428.8 per cent. This increase shows the growth of interest of Turkish visitors as well as the foreigners, visiting Turkey, bestowing interest to the museums and historical site. Topkapi got back the leadership from St. Sofia When you look at the most visited museums in Turkey you see that Topkapi Palace Museum got back the leadership from St. Sofia Museum. In 2013 the number of guests who visited Topkapi Palace was 3 million 397 thousand and 907 whereas St. Sofia was visited by 3 million 257 thousand and 337 people. Thus, this year Topkapi Palace has taken over the MÜZE ZİYARETÇİLERİ YABANCI TURİST SAYISINDAN HIZLI ARTTI THE NUMBER OF MUSEUM VISITORS INCREASED MORE THAN THE NUMBER OF FOREIGN TOURISTS Yıl Year Yabancı Turist Sayısı Number of Foreign Tourists 2000 2013 ARTIŞ Müze/Örenyeri ziyaretçi sayısı Number of visitors to Museums/Ruins 10.428.1536.887.344 34.910.09829.533.966 (%) 335 (%) 428,8 leadership which was in the hands of St. Sofia Museum in the previous two years. While the Ephesus Historical site is the third in the list with 1.8 million visitors the most dramatic increase was realized by Harem of the Topkapi Palace. Especially with the effect of the TV serial “The Magnificent Century” Harem of Topkapi Palace reached to a salient increase in the number of visitors during the last three years and for the first time over 1 million people visited the Harem this year. Harem succeeded to increase the number of visitors which was 744.6 thousand in 2012 to 1 million 30 thousand and 556. İstanbul Arkeoloji Müzelerindeki eserler gün yüzüne çıkmalı İstanbul’un en önemli müzeleri arasında yer alan İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ndeki en büyük sorun mevcut eserlerin tam olarak sergilenememesi. İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Türkiye müzelerinde korunmakta olan eserlerin yaklaşık üçte birine sahip. Yaklaşık 1 milyon eserin bulunduğu müzede, ziyaretçiler bunların sadece yüzde 20’sini görebiliyor. Geri kalan kısım ise depolarda. Arkeoloji Müzesi’ndeki eserlerin 600 bin kadarı İslami ve gayri İslami sikkelerden oluşuyor. 80 bine yakın çivi yazılı belge bulunan Müze’de 200’e yakın arkeolojik eser de yer alıyor. TÜRSAB tarafından yapılan çalışmalarda bu eserlerin de gün yüzüne çıkması ve sergilenmesi hedefleniyor. Tarihin farklı dönemlerine izler bırakmış uygarlıklardan kalan çeşitli eserlere Louvre Museum is again the world leader When we compare the hopeful increase trend in Turkey with the world we see that there is still a long road to cover. Although Turkey is at an advantageous situation as compared to the competitors in the world from the point of historical heritage and artefacts but especially USA, England and France are leaders in museology. The most visited museum of the world is the Louvre Museum in Paris. Louvre still preserves its leadership although the number of visitors was decreased by 6 per cent, to 9.2 million as compared to 2012. The total number of visitors who visit the 10 most visited museums is 66.8 million. In 2012 this figure was approximately 56 million. Four of the 10 most visited museums are in USA and four of them are in England. The number of visitors of these museums that are in USA is 29.2 million. And the number of visitors of those that are in England is 22.9 million. 44 per cent of museum visits are in Istanbul In 2013, 44 per cent of museum visits were realised in the Istanbul region. While 8.9 million people were visiting the museums in Istanbul region, 2.9 million visitors carried the Aegean and Selçuk Region to the second place. And the third place in the list belongs to Cappadocia with 2.5 million visitors. Cappadocia is respectively followed by West Antalya with 1.9 million visitors, Anatolian Region with 1.2 million visitors, East Antalya with 1.1 million visitors and the Aegean and Bergama Region with 1 million visitors. Almost 75 per cent of museum visits were realised through agencies or with tickets purchased at gates. In addition to this, the remaining 25 percent was covered almost equally by Museum Card holders and free of charge entrances. In 2013 a total of 2.4 million people visited. The free of charge category that has 10 per cent share in total visitors, is constituted mainly by the school students under 18 and the senior citizens over 65. The works of the Archaeological Museum must come to light The most important problem of Istanbul Archaeological Museums, one of the most important museums of Istanbul, is not to be able to display the complete works. Istanbul Archaeological Museums have almost one third of the works that are preserved in the Museums of Turkey. In the museum the visitors can only see 20 per cent out of almost 1 million pieces. The rest are in storerooms. Approximately 600 thousand of the pieces HAREM ZİYARETÇİSİ İLK KEZ 1 MİLYONU GEÇTİ HAREM VISITORS HAS SURPASSED 1 MILLION FOR THE FIRST TIME Müze/Yıl/Ziyaretçi Sayıları Museum/Year/Number of Visitors 2009 2010 20112012 2013 Topkapı Sarayı Müzesi 2,259,521 2,995,708 3,132,483 3,344,406 3,397,907 İstanbul Ayasofya Müzesi 2,272,389 2,761,069 3,239,096 3,345,413 3,275,337 Efes Örenyeri 1,698,688 1,845,447 2,020,295 1,888,572 1,848,547 Göreme Açıkhava Müzesi 626,059 778,010 934,876 959,989 976,165 Topkapı Sarayı Harem 509,575 578,777 744,665 799,977 1,030,556 Noel Baba Müzesi 383,142 445,346 589,804 504,421 532,194 Myra Örenyeri 384,984 426,392 546,667 464,648 465,150 Troia Örenyeri 315,546 386,079 533,806 506,710 462,660 9 MÜZEKARTLAR 2013 yılında 783 bin kişi Müzekart aldı Müzelere gösterilen ilginin artmasıyla birlikte Müzekart’a olan talep de arttı. 2008’de 390 bin 59 kişi Müzekart sahibiyken 2013 yılında Müzekart alan kişi sayısı ise 783 bin 456 olarak gerçekleşti. Toplam Müzekart sahibi de 4 milyon 420 bine ulaştı. Müzekart’a en büyük ilgi 2011 yılında gösterildi. 2011’de 898 bin 504 kişi Müzekart aldı. Bu tarihten itibaren de her yıl yeni Müzekart alan kişi sayısı 750-850 bin bandında seyretti. Müzekartlıların en çok ziyaret ettiği müzelere bakıldığında genel ziyaretçi tercihlerine paralel bir sonuç ortaya çıktı. Müzekart sahiplerinin yüzde 23’ü Topkapı Sarayı’na gitmeyi tercih etti. Bu oranı yüzde 19 ile Ayasofya takip etti. Daha sonra da sırasıyla yüzde 8 ile Efes Örenyeri, yüzde 5 ile Göreme Açıkhava Müzesi ve yüzde 4 ile İstanbul Arkeoloji Müzeleri izledi. 4 MÜZEKART SAHİBİNDEN 1’İ TOPKAPI’DA 1 OUT OF EVERY 4 MUSEUM CARD HOLDERS IS AT TOPKAPI Topkapı Sarayı Müzesi İstanbul Ayasofya Müzesi Efes Örenyeri Göreme Açıkhava Müzesi İstanbul Arkeoloji Müzeleri Ihlara Vadisi Örenyeri Derinkuyu Yeraltı Şehri Kaymaklı Yeraltı Şehri Troia Örenyeri Sümela Manastırı Diğer müzeler TOPLAM / TOTAL 10 23 19 8 5 4 3 3 3 2 2 27 100 TOPLAM TOTAL 4.420.303 4,4 MİLYON MÜZEKART SAHİBİ VAR THERE ARE 4.4 MILLION MUSEUM CARD HOLDERS In 2013 783 thousand people purchased Museum Cards Together with the increase of interest to the museums the demand for Museum Cards increased. While the number of Museum Card holders in 2008 was 390 thousand 59 in 2013 the number of Museum Card purchases was realised as 783 thousand 456. And the total Museum Card holders have reached to 4 million 420 thousand. The greatest interest to Museum Cards was shown in 2011. In 2011, 898 thousand 504 people purchases Museum Cards. And as of that date the annual Museum Card purchase number was in the range of 750-850 thousand. When the number of visitors to the most visited museums is analysed, the result obtained is parallel to visitors’ preference. 23 per cent of Museum Card holders preferred to visit the Topkapi Palace. It was followed by St. Sofia, with 19 per cent. And then the Ephesus Historical site with 8 per cent, Göreme Open-air Museum with 5 per cent and Istanbul Archaeological Museums with 4 per cent. Yıl Year 2008 2009 2010 2011 2012 2013 Müzekart sahipliği Museum Card Ownership 390.059 758.127 747.138 898.504 843.019 783.456 TOPLAM /TOTAL 4.420.303 ev sahipliği yapan İstanbul Arkeoloji Müzeleri, dünyada müze binası olarak tasarlanan ve kullanılan ilk 10 müze arasında yer alması bakımından öne çıkan bir yapı. Ayrıca Türkiye’nin de müze olarak düzenlenmiş ilk kurumu olması bakımından da farklı bir konuma sahip. 2009 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile “İstanbul Arkeoloji Müzeleri Destekçilik Hizmet ve İşbirliği Sözleşmesi” imzalayan TÜRSAB, tarihten bugüne kadar müze için tam 10.8 milyon TL harcamış durumda. Osmanlı’nın ve Türkiye’nin ilk müzesi olarak 1891 yılında ressam ve arkeolog Osman Hamdi Bey tarafından kurulan Arkeoloji Müzesi, depreme karşı güçlendiriliyor, restore ediliyor; altyapı, iklimlendirme, elektrik ve güvenlik sistemleri anlamında da yenileniyor. İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin ardından 18 tarihi binadan oluşan Darphane-i Amire Binaları’nı da depreme karşı dayanıklı hale getirmek için çalışmalara başlayan TÜRSAB, bu yapı topluluğunu büyük bir kültür kompleksine dönüştürmeyi planlıyor. Mayıs ayında tamamlanması hedeflenen projeyle toplam sergileme alanı 31 bin metrekareye çıkacak ve sergilenen eser sayısı artacak. Ayrıca, aile ve çocuk programları, geçici sergileme alanları, yeme içme ve etkinlik alanları da oluşturulacak. Sahildeki müzeler hak ettiği ilgiyi göremiyor Kültür Başkenti İstanbul’un müzeleri gerek yabancı gerekse yerli ziyaretçilerin akınına uğrarken, turizmin başkenti olarak gösterilen Antalya ve bölgesi için aynı şeyi söylemek mümkün değil. TÜRSAB’ın verilerine göre 2013 yılında İstanbul 10 milyon 486 bin turisti ağırlarken, müzelerine gelen ziyaretçi sayısı 8.9 milyonu buldu. Bunların yüzde 70’ine yakınının yabancı ziyaretçi olduğu düşünüldüğünde 6 milyon 300 bin yabancının İstanbul müzelerini gezdiğini söylemek yanlış olmaz. Türkiye’nin turizm başkenti olarak gösterilen Antalya’da ise durum farklı. Antalya bölgesindeki müzeler 2013 yılında toplam 3 milyon 145 bin 57 kişiyi ağırladı. Oysa 2013 yılı içinde Antalya 11 milyon 120 bin turisti ağırlayarak kendi rekorunu yeniledi. Antalya, İzmir ve Muğla’ya gelen toplam turist sayısı ise 2013’te 15 milyon 672 bin 878 kişiyi buldu. Aynı dönem için bu üç ildeki müzeleri ziyaret eden sayısı ise 7 milyon 594 bin 932 kişi oldu. Müzelere gelen ziyaretçilerin yüzde 69-70’nin yabancı, kalanının yerli olduğu düşünüldüğünde bu bölgeye gelen 15.6 milyon ziyaretçinin sadece üçte biri yani 5.3 milyonu müzeleri gezmiş görünüyor. Nitekim Müzeler Raporu da, Akdeniz bölgesinde deniz kıyısında yer alan antik kentlerin en düşük ziyaretçi sayısına sahip olduklarını ortaya koyuyor. Bunun birkaç nedeni bulunuyor. En önemli neden, turizm sezonunda gün içerisinde hava sıcaklığı nedeniyle ziyaretin cazip görülmemesi. Yine seyahat acentelerinin gezi programında yer almayan noktaların ziyaretçi sayısı da oldukça düşük oluyor. in the Archaeological Museum are Islamic and non Islamic coins. The museum that houses almost 80 thousand hieroglyph documents also houses almost 200 archaeological pieces. With the works of TÜRSAB it is targeted that these pieces will come into light and displayed. Istanbul Archaeological Museums house various works of the civilisations that have left behind some traces in different periods of history. The architecture of the construction is distinguished by the fact that it is among the first 10 buildings in the world, designed and used as museums. Besides, it is placed on a different state as being the first establishment in Turkey organised as a museum. In 2009 TÜRSAB signed “Supporting Service and Cooperation Agreement on Istanbul Archaeological Museums” with the Ministry of Culture and Tourism and spent a full 10.8 million TL for the museum since. The Archaeological Museum, the first museum of the Ottoman and Turkey, was established in 1891 by Osman Hamdi Bey, painter and archaeologist, is now under restoration, being strengthened against earthquake; its substructure, climatisation, electricity and security systems are also under renovation. After Istanbul Archaeological Museums TÜRSAB has also turned the key to strengthen the Imperial Mint (Darphane-i Amire) constituted by 18 historical buildings against earthquake and plan to turn them into a great culture complex. TURİST SAYISINDA ANTALYA ÖNDE MÜZE ZİYARETÇİ SAYISINDA İSTANBUL ÖNDE ANTALYA IS IN FRONT IN NUMBER OF TOURISTS ISTANBUL IS IN FRONT IN NUMBER OF MUSEUM VISITORS 2013 turist sayısı Number of tourists in 2013 11,120,730 2013 müze ziyaretçi sayısı Number of museum visitors in 2013 By the completion of the project, targeted to be finished in May, the total exhibition area shall be raised to 31 thousand square metres and the number of works in display shall increase. Besides, family and children, provisional exhibition, food and beverage and activity areas shall be constituted. Waterside museums are not receiving the attention they deserve While the museums of Istanbul, the capital of culture, are under the invasion of both foreign and local visitors we cannot utter similar words for Antalya and its region, referred to as the capital of tourism. According to the data of TÜRSAB, in 2013, while Istanbul hosted 10 million 486 thousand tourists the number of museum visitors reached to 8.9 million. When we assume that 70 per cent of these visitors are foreigners it would not be a mistake to state that 6 million 300 thousand foreigners visited the museums of Istanbul. The case is different in Antalya, the so addressed as the capital of the tourism in Turkey. In 2013 the museums of the Antalya region hosted a total of 3 million 145 thousand 57 people. Whereas by accommodating 11 million 129 thousand tourists in 2013, Antalya renewed its own record. The total number of tourists who came to Antalya, Izmir and Muğla in 2013 reached to a number of 15 million 672 thousand 878 people. During the same period, the number of people who visited the museums İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİNİ 2013’TE 458 BİN KİŞİ GEZDİ IN 2013 458 THOUSAND PEOPLE VISITED THE ARCHAEOLOGICAL MUSEUM 458.591 Yıl/Ziyaretçi sayısı Year/Number of visitors 8,994,821 10,486,297 3,062,689 394.482 2013 2011 2010 2012 392.466 241.115 207.748 2008 2009 İSTANBUL ANTALYA 3,145,057 MUĞLA İZMİR 474,545 ANTALYA İSTANBUL MUĞLA İZMİR 1,389,459 412.425 3,975,330 11 İSTANBUL MÜZELERİNİ 8,9 MİLYON KİŞİ ZİYARET ETTİ 8.9 MILLION PEOPLE VISITED THE MUSEUMS OF ISTANBUL BÖLGE ADI NAME OF REGION ACENTA AGENCY BİLET TICKET İstanbul Bölgesi 2.517.477 TOPLAM KART CARD ÜCRETSİZ FREE OF CHARGE 4.097.277 1.383.884 996.183 8.994.821 607.821 188.602 102.091 116.699 1.015.213 1.681.228 745.546 275.927 257.416 2.960.117 Muğla&Bodrum 43.981 312.257 56.186 62.121 474.545 Antalya (Doğu) 430.572 453.551 100.847 196.563 1.181.533 Antalya (Batı) 919.854 660.534 160.493 222.643 1.963.524 Anadolu Bölgesi 164.525 524.724 197.643 353.710 1.240.602 Kapadokya 1.227.820 682.152 368.642 250.561 2.529.175 TOPLAM/TOTAL 7.593.278 7.664.643 2.645.713 2.455.896 20.359.530 Ege&Bergama Ege&Selçuk Tarihi kalıntı çok, müze sayısı az İstanbul, tarihi doku açısından zengin bir şehir. Dünya Şehirleri Kültür Raporu 2013’e göre, İstanbul’da 30 bin 188 tarihi kalıntı bulunuyor. Her ne kadar “tarihi kalıntı” tanımının farklı ülkelerde farklı karşılıkları olsa da, yine de bir karşılaştırma yapmak mümkün. Tarihi kalıntı sayısı Londra’da 18 bin 901, Paris’te 3 bin 792, Berlin’de 8 bin 689, New York’ta ise bin 482. Bir başka deyişle, İstanbul’daki tarihi kalıntı sayısı Londra’dakinin iki katı, Paris’tekinin on katı, Berlin’dekinin ise neredeyse dört katı. Buna karşılık, müze sayıları ise tam tersi bir tablo çiziyor. İstanbul’da 7 ulusal müze, 71 de “diğer müze” kategorisine giren müze bulunuyor. Yani toplam müze sayısı 78 olarak karşımıza çıkıyor. Londra’da ise bu sayı İstanbul’un iki katından fazla yani 172 adet düzeyinde. Benzer şekilde, Paris, Berlin ve New York’taki müze sayıları da İstanbul’u neredeyse katlıyor. Paris’te 137, Berlin’de 158, New York’ta 131 müze bulunuyor. Bu rakamlar, İstanbul’un tarihi TOTAL in these three cities is 7 million 932 thousand. When we assume that 69-70 percent of the people who visit the museums are foreigners and the remaining are natives, we come to the conclusion that out of 15.6 million visitors only one third of them, in other words only 5.3 million of them visited museums. Thus, the Museums’ Report states that the antique cities located at the seaside in the Mediterranean region have the least number of visitors. This is due to several reasons. The most important one of them is the loss of enthusiasm to visit museums under the discouraging heat during daytime in the season. And again, those points that do not take place in the travel programmes of travel agents receive rather less number of visitors. Too many historical site, very few museums From the point of its historical texture Istanbul is a rich city. According to the World Cities Culture Report, 2013 there are 30 thousand 188 İSTANBUL’DA TARİHİ KALINTI ÇOK, IN ISTANBUL THERE ARE MANY MÜZE SAYISI AZ HISTORICAL SITE, VERY FEW MUSEUMS * Kaynak: World Cities Culture Report, 2013. ULUSAL MÜZE SAYISI The number of national museums DİĞER MÜZE SAYISI Number of other museums İLK 5 MÜZE/ZİYARETÇİ (MİLYON) First 5 museum / visitors (million) TARİHİ KALINTI SAYISI Number of historical site 12 * Source: World Cities Culture Report, 2013. İSTANBUL LONDRA PARİS BERLİN NEW YORK 7 11 24 18 2 71 162 113 140 4,7 15,4 8.689 1.432 7,1 25,3 23,4 30.188 18.901 3.792 129 9,2 8 8 7 6,7 miras açısından zengin, bunları muhafaza edip müzeye dönüştürme ve sergileme açısından ise yolun başında olduğunu ortaya koyuyor. Güney’deki sıcağa karşı “akşamları açık müze” formülü Güney sahillerindeki antik kentlerin yeterince ziyaretçi alamadığı rakamlarla ortaya çıkmış durumda. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile TÜRSAB uzun süredir bu soruna çözüm üretmeye çalışıyorlar. Bu bölgelerdeki müze ve ören yerlerinin saat 17-21 arasında da açık kalması için çalışmalar sürüyor. Işıklandırılması uygun olan müzelerin gece geç saatlere kadar açık kalması için görüşmeler sürerken, bu yönde bazı yörelerde adımlar da atılıyor. Bu yönde atılacak adımlar Güney’deki müzelerin de dünyada hak ettiği yere ulaşmasını sağlayacak. Bu arada seyahat acentelerinin gezi programlarına müzelerin de dahil edilmesi hem bölge turizmi hem de müzelerin tanıtımı için büyük bir önem arz ediyor. NUMBER OF VISITORS IN 2013 (million people) 6,2 5,5 5,5 5,4 LONDRA Natural History Museum LONDRA National Gallery VATİKAN Vatican Museums* * Henüz açıklanmadı, tahmini rakamlar. * Not yet announced, estimated figures. LONDRA Tate Modern* Museum LONDRA British Museum WASHINGTON National Air and Space Museum WASHINGTON National Museum of Natural History NEW YORK American Museum of Natural History PARİS Louvre Museum 9.2 MILLION PEOPLE VISITED THE LOUVRE MUSEUM 2013 ZİYARETÇİ SAYISI (milyon kişi) NEW YORK Metropolitan Museum of Art LOUVRE MÜZESİ’ni 9.2 MİLYON KİŞİ GEZDİ 5,3 historical site. Although the phrase, “historical site” has different provisions in different countries, it is still possible to make some comparisons. The number of historical site in London is 18 thousand 901, in Paris 3 thousand 792, in Berlin 8 thousand 689 and in New York a thousand and 482. In other words, the number of historical site in Istanbul is twice as much as compared to London, ten times as much as compared to Paris and almost four times more than those in Berlin. On the other hand, the number of museums reflects a table just on the contrary. In Istanbul there are 7 national museum and 71 in the category of “other museums”. That is, the total number of museums is 78. But in London the figure is over twice of Istanbul, at a level of 172, the numbers of museums in Paris, Berlin and New York are almost double the figure of Istanbul. There are 137 museums in Paris, 158 in Berlin and 131 in New York. These facts state that Istanbul is rich from the point of historical heritage, but at the beginning of the road from the point of preservation, transformation into museums and displaying them. “Open at night museums” formula against the heat of the South The figures relay that the antique cities of the southern coast do not receive enough visitors. The Ministry of Culture and Tourism, together with TÜRSAB have been trying to generate a solution to this problem for many years. Studies are in progress to keep the museums and historical site of these regions open between 17.00-21.00 hours as well. While negotiations are proceeding at the museums with convenient lighting, steps are put forward in some regions at this direction. The steps put forward at this direction shall provide the Museums of the South to reach the place in the world they deserve. In the meanwhile, inclusion of museums in travel packages of the travel agencies carry great importance both for the tourism of the region and also for the promotion of the museums. 13 Berlin’in Belleğindeki Keskin Çizik, Karşı-Anıt, Heykel, Sergi Kılığına Girmiş Zihinsel Yetenek... 14 THE JEWISH MUSEUM BERLIN A sharp scratch on Berlin’s Memory; Counter-monument; Sculpture; Mental Skill Disguised as Exhibition... These are some of the characterizations attributed to the Jewish Museum of Berlin, in terms of its design. Yet this museum, located at the very centre of the past Jewish Holocaust, which conveys its messages through architectural metaphors, is one of the world’s most remarkable masterworks! Berlin Yahudi Müzesi merdivenleri (solda), binanın dıştan görünümü (Shutterstock, Flik47) (sağ sayfa, solda), Katledilen Avrupalı Yahudi Anıtı (üstte) ve sütunlar arasında uzanan eğri yollardan bir detay (sağ altta). Staircase at the Jewish Museum Berlin (left); the building seen from outside (Shutterstock, Flik 47) (right page, left); Memorial to the Murdered jews of Europa (above); and a detail from the curved path extending between the columns (below right). DÜNYA MÜZELERİ World Museums Shutterstock & Wikipedia BERLİN YAHUDİ MÜZESİ Bunlar onun tasarımına yapılan yakıştırmalardan bazıları. Oysa, bu müze, geçmişteki Yahudi soykırımın tam da merkezinde, mesajını mimari aracılığıyla ve hissettirerek anlatması bakımından dünyanın en dikkat çekici yapıtlarından biri! lmanya’daki ilk Yahudi Müzesi 1933’de Hitler henüz güçlü değilken, Berlin’de açılmışsa da 1938’de yükselen Nazi rejiminin baskıları sonucu kapatılmış. Savaştan çok sonra 1976’da “Berlin Yahudi Müzesi Cemiyeti” kurulmuş. Berlin Müzesi de bir taraftan Yahudi Departmanı koleksiyonu için alımlar yapagelmiş. 1988’de, Frankfurt Yahudi Müzesi’nin açılışında, Batı Berlin Senatosu, “Berlin Müzesi’nin Yahudi Departmanı ile genişletilmesi” konusunda bir yarışma ilan etmiş. 1989’da tamamlanan yarışmaya 165 proje katılmış. Soykırım kurbanı bir Polonyalı aileden gelen Amerikalı mimar Daniel Libeskind’in “Satırlar (Soylar) Arasında” (Between The Lines) adını verdiği proje birinci olmuş. Sonuçların duyurulmasından birkaç ay sonra da Berlin Duvarı yıkılmış... The first Jewish Museum in Germany was founded in Berlin in 1933, but was closed soon thereafter, in 1938, by the Nazi regime. In 1975 an “Association for a Jewish Museum” formed and, three years later, mounted an exhibition on Jewish history (1978). Soon thereafter, the Berlin Museum, which chronicled the city’s history, established a Jewish Department, but already, discussions about constructing a new museum dedicated to Jewish history in Berlin were being held. In 1988, on the occasion of the opening of the Jewish Museum- Frankfurt, the West Berlin Senate announced an anonymous design competition for what was then planned as a “Jewish Department” for the Berlin Museum. 165 projects participated in the competition which was completed in 1989. The project named “Between the Lines (Lineages)” by American architect Daniel Libeskind, himself from a Polish Jewish family victim of the Holocaust, was declared winner of the competition. While other entrants Bugünü Senato, 1991’de projenin planlandığı gibi devamına karar vermiş. 1999 yılında yapımı tamamlanan Yahudi Müzesi, 2001 yılında ziyaretçilere açılmış. Libeskind binasının inşaatı sırasında çeşitli aşamalarda geçici sergiler de açılmış. Böylece bina daha içi boşken bile, olağanüstü dış görünümü ve mimarisiyle 350 bin kişiyi kendine çekmiş. Berlin Yahudi Müzesi, 4. yy’dan günümüze kadar Almanya’daki Yahudilerin; sosyal, politik ve kültürel tarihini sergiliyor. Müze; Eski Bina, Libeskind Binası (2001), Cam Avlu (2007), Akademi binaları (2012), Müze Bahçesi, Sürgün Bahçesi ve Soykırım Boşluğu adlı yapılar bütününden oluşuyor. Berlin Yahudi Müzesi, Almanya’daki müze binaları içinde en çok görülmeye değer olanlardan biri. Özellikle mimarının adıyla anılan postmodern yeni binası. 15 DİASPORA BAHÇESİ Peyzaj sanatçıları tarafından yapılan tasarımıyla ülkesinden uzakta yaşayanlara gönderme yapan Diaspora Bahçesi, Akademi’nin iç avlusunda yer alıyor. Bahçenin ortasında etrafı 4 x 14 m. ahşap platformla çevrili, yüzermiş gibi görünen, 4 çelik plato var. Bunların her birine farklı bir temaya göre ekim yapılmış: “Peyzaj”, “Kültür ve toprak”, “Doğa ve insan ırkı”. Dördüncüsü ise “Akademi”! Bu plato, eğitim programlarının yalnızca harita, çizim, fotoğraf ile değil, toprak, tohum ve dikim ile de desteklenmesi için deney alanı olarak kullanılıyor. Böylece ekim, çimlenme, köklenme, büyüme, olgunlaşma dönemlerini birbirinden uzak 4 ayrı alanda geçiren bitkiler, bir tür “diaspora” sürecini tamamlayarak, dünyanın dört bir tarafına saçılmışlığın sızısı, Yahudi yaşamları ve karakterleri ile özdeşlik kurulmasına da yardımcı oluyor. THE GARDEN OF DIASPORA The Academy of the Jewish Museum Berlin in the new Eric F. Ross Building encompasses an interior garden besides the archives, library and education department. The Garden of Diaspora designed by landscape artists deals with various aspects of life in the Diaspora. Four platforms of steel measuring approximately 4x14 meters appear to be floating in the middle of the garden, surrounded by wooden planks. The plants growing on each one are oriented to a specific theme: “landscape”, “culture and earth”, “man and nature”. The fourth platform, “Academy”, serves as an experimental area for participants in the Museum’s educational programs. There they find not just maps, drawings and photos, but also earth, seeds and flower-pots to plant. The different plants, undergoing the various stages of their organic development such as sowing, sprouting, taking root, blooming and maturing on four distinct platforms, will thus have experienced a sort of “diaspora” process, reminiscent of the Jewish people’s history of being scattered at four corners of the world. Libeskind’in tasarımını yorumlamak Mimarı Daniel Libeskind, “O, tıpkı beyaz duvarlarına resimler asılabilen, objelerin sergilendiği diğer müzeler gibi bir müze işte, hatta kendisi de bir sergi!” diyerek belki de “boşuna tartışmayın!” mesajı veriyor. Çünkü başından beri verilen mesajdan çok bina tartışılıp yorumlanmaya çalışılıyor. Ziyaretçiler binaya hangi gözle bakarsa baksın, uzmanlar onu bir “yapıçözümcü başyapıt” (deconstructivist masterpiece), “çığır açıcı yaratım”, “aslında sergi kılığına girmiş bir zihinsel yetenek”, “Berlin’in belleğindeki çizik”, bir “karşı-anıt”, bir “heykel” gibi değerlendirmeler yapıyor. Esasen açık olan en önemli şey; herhalde Libeskind’in, yok edilmeye çalışılmış bir kimliğin savaşımı için “mimari”yi araç olarak kullanmak isteği. Bu yüzden de ödüllü projesini “yok olma”, “boşluk” ve “görünmezlik” temalarına göre biçimlendirmiş. Kendisi de Yahudi asıllı Libeskind, soykırım gibi bir olguyu, statik bir müze binası içinde anlatmak yerine, tasarım ve disiplinlerarası bir teknik ile çağını aşmış... Müze nasıl geziliyor? Libeskind Binası’na 1735 yapımı, savaşta bombalandığı için 1960’larda Berlin Müzesi olarak yenilenen Barok Prusya Adalet Sarayı (Eski Bina) altındaki bir geçitten giriliyor. Müze, zemin kat planında Davut’un altı köşeli yıldızının, arazi ve çevresindeki diğer binalara göre bozulmasıyla biçimlendirilmiş, zikzaklardan oluşan alanlara Sürgün Bahçesi’nden iki görüntü (Shutterstock, Anticiclo) (solda), müze binasının köşelerinden biri (en üstte), müzenin salonlarından biri (Shutterstock, J. Helgason) (üstte). Sağ sayfa: “Düşen Yapraklar” adlı daimi sergide ziyaretçiler, insan yüzü şeklinde binlerce metal levhanın üzerinde yürümek zorunda kalıyorlar (en üstte), Soykırım Boşluğu bölümünde tek ışık kaynağı tavanda yer alan yarık (altta solda). Two views from the Garden of Exile (Shutterstock, Anticiclo) (left); one of the corners of the museum building (top); one of the museum’s halls (Shutterstock, J. Helgason) (above). Right page: Installation Shalekhet (Fallen leaves): visitors are invited to walk on thousands of faces punched out of steel (top); the only source of light inside the Holocaust Tower: the narrow slit on the ceiling (below left). 16 proposed cool, neutral spaces, Libeskind offered a radical, zigzag design, which earned the nickname ‘Blitz’(lightning-bolt). A few months after the announcement of the results, the division of the city was put an end through the fall of the Berlin Wall, paving the way for the 1990 German reunification. dönüşmüş. Libeskind bunu yaparken, “süreklilik”, “sürgün ile göç” ve “soykırım”ı ana tema; “boşluk”, “bellek” ve “yeraltı”nı yardımcı tema olarak kabul etmiş. Bu kavramları binanın mimari özellikleriyle ziyaretçiye de algılatıyor. Alt geçidin sonunda ziyaretçiler bu üç temaya ait üç yolun kesiştiği noktaya ulaşıyor: Süreklilik Ekseni, Sürgün Ekseni, Soykırım Ekseni. Her eksen (koridor) ziyaretçiyi kendine özgü sembolik anlamları olan farklı mekânlara ulaştırıyor. Arada kaybolmak, çıkmazlara girmek, karanlıkta kalıp, tıpkı toplanıp izbe yerlere tıkılan Yahudiler gibi zikzakların bir köşesinden sızan bir ışıkla umutlanmak da mümkün. Soykırım Ekseni Soykırım Ekseni’ninden Soykırım Boşluğu’na ulaşılıyor. Buraya ağır bir demir kapıyla giriliyor ve içi tamamen boş, karanlık, beton bir odayla karşılaşılıyor. 20 m. yüksekliğindeki odanın tek ışık kaynağı tepedeki keskin yarık. Burası Yahudilerin yakıldıkları gaz odalarını, soykırımın yarattığı boşluğu simgeliyor. Sürgün Ekseni Buradan Berlin’den göç eden ya da sınırdışı edilen Yahudilerin anısına yapılmış olan Sürgün Bahçesi’ne ulaşılıyor. Bu bahçede, eğik bir zemin üzerine yerleştirilmiş 12 m. yüksekliğinde 49 adet içi boş beton kolon var. Kolonların içinde Yahudilerin sürgün vatanlarından getirilmiş toprakla beslenen bitkiler bulunuyor. Sürgün edilenlerin köklerinden koparılışını simgeliyorlar. The Museum today In 1991, the Berlin Senate has decided to continue the project as planned. Construction of the new extension to the Berlin Museum began in November 1992. Libeskind organized public visits to the site at various stages of the construction. The empty museum was completed in 1999 and attracted over 350,000 people before it was filled due to its extraordinary architecture. It finally opened on September 9, 2001. Jewish Museum Berlin displays the social, political and cultural history of the Jews in Germany from the 4th century to the present day. The Museum consists of an ensemble of structures including the Old Building, the Libeskind Building (2001), the Glass Courtyard (2007), the Academy building (2012), the Museum Gardens, the Garden of Exile and the Holocaust Tower. The Jewish Museum in Berlin is the most interesting museum complex in Germany, due in particular to the postmodern new building named after its architect. Reviews on Libeskind’s design Architect Daniel Libeskind who qualifies his building as a museum like the others where objects are exhibited, with a building which is itself an exhibition, seems like suggesting that discussions about it are superfluous. On the contrary, the building has been subject to diverse discussions and reviews from the very beginning, somewhat relegating to second plan the message of the museums contents. Experts qualified the building as a “deconstructivist masterpiece”; “a groundbreaking creation”, “mental skill disguised as exhibition” “a sharp scratch on Berlin’s memory”; a “counter-monument”, a “sculpture”. Probably the correct approach is to understand that Libeskind utilized architecture as a medium to represent the existential struggle of an identity which faced the danger of being extinguished. That is why his award-winning project was formatted around the themes of “extinction”, “emptiness” and “invisibility”. Libeskind himself of Jewish descent, preferred to describe a phenomenon such as holocaust through an epoch-making design and interdisciplinary technique, rather than in a static museum’s building. 17 DANIEL LIBESKIND DANIEL LIBESKIND 1946’da Polonya’da doğan Daniel Libeskind, soykırım kurbanı bir Yahudi aileden geliyor. 1965 yılında Amerikan vatandaşı olmuş ve mimarlık eğitimini Cooper Union for the Advancement of Science and Art’da tamamlamış. Berlin Yahudi Müzesi, Libeskind’in uluslararası başarıya ulaşmış ilk mimari projesi. Uzun yıllar yazar, eğitimci, kuramcı ve tasarımcı olarak tanınan Libeskind, 1989’dan bu yana Berlin’de açtığı mimarlık bürosuyla, Yahudi Müzesi’nin yanı sıra, Oslo’dan Tokyo’ya, bir çok başarılı projeye imza attı. Amerika’daki Denver Sanat Müzesi ve Çağdaş Yahudi Müzesi, İngiltere’deki İmparatorluk Savaş Müzesi, Almanya’daki Felix Nussbaum Haus Müzesi önemli işlerinden bazıları. Londra’da Victoria and Albert Museum’a yaptığı “spiral” eklenti çok tartışıldı. Son olarak 11 Eylül’de yıkılan New York Dünya Ticaret Merkezi’nin yerine, Ground Zero’ya inşa edilmek için seçilen proje de Libeskind’a ait. Libeskind, çığır açan tasarımına girişmeden önce hangi belirleyenleri esas aldığını şöyle açıklıyor: “Berlin Duvarı yıkılmadan bir yıl önce tasarlanan müze, onun temelini de biçimlendiren üç kavrama dayalıdır: 1. Berlinli Yahudilerin bu şehre muazzam ölçüde kültürel, ekonomik ve entelektüel katkısını anlamadan, Berlin’in tarihini anlamanın imkânsızlığı. 2. Soykırımın ne anlama geldiğinin, Berlin kentinin belleğine ve bilincine hem maddi hem manevi olarak yerleştirilmesi gereği. 3. Berlin ve Avrupa’nın, ancak Berlin’deki Yahudi yaşamının yokedilip silindiğini kabul edip, onu yeniden içine alırsa insani bir geleceğe sahip olabileceği gerçeği. Sonuç olarak bu müze sadece belli bir proje anlamına gelmiyor, o aynı zamanda umudun da simgesidir.” (Kaynak: Libeskind Web Sitesi: http://daniel-libeskind.com) Libeskind’in dünyanın çeşitli kentlerindeki eserlerinden bazıları: Westside Alışveriş ve Eğlence Merkezi (Bern, İsviçre) (en üstte), Royal Ontario Müzesi (Toronto, Canada) (üstte) ve Kentucky, Amerika’da konutlar için yaptığı bina (sağda). Some of Libeskind’s projects in various cities of the world: Westside Shopping and Leisure Centre (Bern, Switzerland) (top); the Royal Ontario Museum (Toronto, Canada) (above); and residential building in Kentucky, United States (right). 18 Daniel Libeskind, born in Poland in 1946, comes from a Jewish family victim of the holocaust. He became U.S. citizen in 1965 and studied architecture at the Cooper Union for the Advancement of Science and Art in New York. Jewish Museum Berlin is Libeskind’s first architectural project that has reached international acclaim. Known for many years as author, educator, theorist and designer, Libeskind has authored numerous successful projects from Oslo to Tokyo, besides the Jewish Museum Berlin, through the architecture studio he opened in Berlin in 1989. The Denver Art Museum, the Contemporary Jewish Museum, in the United States, the Imperial War Museum in the UK, and the FelixNussbaum-Haus Museum in Osnabrück, Germany are some of his leading achievements. The Spiral Extension he designed for the Victoria and Albert Museum in London caused a lot of controversy. Finally, his proposal for “Ground Zero” was selected as master plan to rebuild the site of the September 11 destroyed World Trade Centre in Manhattan. Libeskind explains which key factors he took into consideration before designing his revolutionary project for the Jewish Museum Berlin: “The museum’s project, which was designed a year before the fall of the Berlin Wall, is based on three fundamental concepts: 1. The impossibility of understanding the history of Berlin without understanding the enormous cultural, economic and intellectual contributions of the Berlin Jews to that city. 2. The necessity of firmly embedding, both in the material and spiritual sense, the meaning of the Holocaust into the memory and consciousness of that city. 3. The reality that Berlin and Europe can look up to a humane future only by acknowledging the annihilation of the Jewish life of Berlin, and by working towards its rehabilitation and reintegration into the city’s soul. Consequently, this museum is not just a mere project; it is also a symbol of hope.” (Source: Libeskind Website: http://daniel-libeskind.com) Süreklilik Ekseni Süreklilik Ekseni, müzedeki en uzun koridor ve ziyaretçileri bir merdivenle üst kattaki sergi alanlarına yönlendiriyor (dileyen asansörle de çıkabiliyor). Koridor ve merdivenler boyunca dramatik aydınlatma biçimi, duvardan duvara saplanan beton kirişler, umudu simgeleyen ve cepheye açılmış yarıklar gibi görülen pencereler ve daha da önemlisi yüksek tavanla oluşan büyük düşey boşluklar dikkat çekiyor. Simgelenen; Yahudi tarihinin sürekliliği! Sergiler ve çağdaş sanat eserleri Daimi sergilerin yeraldığı bölümde “Yahudilerin 2000 Yıllık Tarihi” ilk sırada. Burada en çok ilgi çekenlerden biri de “Boşluk Belleği” (Memory Void) adlı yerleştirme. İsrailli sanatçı Menashe Kadishman’in “Shalekhet” (Düşen Yapraklar) adlı çalışması, savaşın ve şiddetin masum kurbanlarını temsil eden on binin üzerinde insan başı biçimli metal levhadan oluşuyor. Soykırım Boşluğu’ndan sonra müzenin ikinci büyük dikey boş alanın tabanına serpiştirilmiş, insan yüzü şeklindeki bu binlerce levha, ziyaretçilerin üzerinde gezinmesine açık. Daimi sergiler alanındaki “Sanatmatik” (Art Vending Machine) çok ilgi çekici. Ziyaretçiler bu makineye 4 Euro attığında, makineden çıkan bir çağdaş sanat eserini “diş kirası” misali, alıp götürebiliyorlar! Dünyanın en ilginç yapıtlarından biri olan bu müzeye gitmeden önce müze sitesini ziyaret etmenizde yarar var: www.jmberlin.de Müzenin iç ve dış mekanlarından iki görüntü. Two views from the interior and exterior of the Museum. Museum visit itinerary The access to the Libeskind Building is provided by an underpass situated in the basement of the 1735 built Baroque style former Prussian courthouse (Old Building), which was bombed during WWII and renovated in the 1960’s to be converted into the Berlin Museum. The ground layout of the Libeskind building consists of a labyrinth of zigzag spaces reminiscent of the edges of a distorted six-pointed Star of David, redeployed in a configuration formatted according to the shape of the land and the position of the adjacent buildings. Libeskind chose “continuity”, “exile and migration” and “holocaust” as the main themes and “space”, “memory” and “underground” as the auxiliary themes of his building design. He transmits this concept to the museum’s visitor through the metaphoric architectural features of the building. At the end of the underpass, visitors reach the intersection point of the three axial routes embodying these three themes: ‘Continuity Axis’, ‘Axis of Exile’, and ‘Holocaust Axis’. Each axis (corridor) leads the visitor to a different venue which delivers its specific symbolic meaning. Meanwhile, you might get lost in the labyrinth, disappear in hopeless darkness and then recover some hope thanks to a slight ray of light leaking from a tight slot of the zigzag; just like the deported Jews who were tucked into dark corners, isolated from the outside world at dreary concentration camps. Axis of Holocaust The Axis of Holocaust leads to the Holocaust Tower. One enters this tower through a heavy iron gate to be faced with a totally empty, dark chamber with 20-meter high concrete walls, where the only source of light is the tight slit cut through the highest edge of the ceiling. This room is emblematic of the gas chambers where the Jews were murdered and of the emptiness created through the Holocaust. Axis of Exile From there one proceeds to the Garden of Exile built in memory of the Jews who emigrated from Berlin or had been expelled from the country. On this plot, there are 49 hollow concrete columns of 12 meters height each, placed on an inclined ground. Inside the columns, there are plants growing on soil brought from the exile lands of the Jews. The garden symbolizes the rupture from their roots of the exiled people. Axis of Continuity The Axis of Continuity is the longest corridor of the museum and leads visitors to the exhibition halls on the upper floors through a steep staircase (an elevator is also available). The dramatic lighting system along the stairs and hallways, the concrete beams stuck from wall to wall, the windows which look like slits opened through the front symbolizing hope and more importantly, the large vertical spaces formed by high ceilings are absolutely remarkable! Symbolized through this axis is the continuity of Jewish history! Exhibitions and Contemporary Works of Art The permanent exhibition area’s first section presents the “2000-Year History of the Jewish People”. One of the most interesting parts of this zone is the second largest vertical space of the museum, called “Memory Void”, housing the Installation Shalekhet (Fallen leaves) by Israeli artist Menashe Kadishman. 10 000 faces punched out of steel are interspersed on the ground of the “Memory Void”. The artist dedicated his artwork not only to Jews killed during the Shoah, but to all victims of violence and war. Visitors are invited to walk on the faces and listen to the sounds created by the metal sheets, as they clang and rattle against one another. Another interesting feature of the Permanent Exhibitions zone is the “Art Vending Machine”. By putting the small fee of 4 Euros in the machine, visitors can collect and take away a contemporary work of art! Before going to this museum, which is one world’s most interesting buildings, it is advisable to visit its website at: www.jmberlin.de 19 ANTİK ÇAĞ’DA BİR KÜLTÜRLER HARMANI LIKYA A COMBINATION OF CULTURES IN THE ANTIQUE AGE: LYCIA We are relaying the story of this unique civilisation that is assumed to be a “cultural combination” of the Antique Age stretching down to the southern coasts of Anatolia with the illustrations and narration of Sinan Erer. Antik Çağ’ın “kültürler harmanı” sayılan ve Anadolu’nun güney kıyılarında uzanan bu benzersiz uygarlığın öyküsünü Sinan Erer’in çizimleri ve anlatımıyla aktarıyoruz. ARKEOLOJİ Archaelogy Son bulgularla tarihi MÖ 10.000’lere kadar uzanan medeniyetlere beşik olmuş Anadolu toprağında özel bir yeri vardır Likya’nın. 18. yy’ın sonlarından itibaren bölgeyi ziyaret eden her gezgini bir şekilde kendisine aşık etmiş Likya’nın tarihi kadar, coğrafyasının da etkisi olmuş olsa gerekir. Muazzam dağ silsileleri “kıtalararası” koca denize omuz vermiş, ılıman iklimi, korunaklı limanları ve bereketli vadileriyle ev olmuş Anadolu insanına. Erken Bronz Çağı’nda küçük yerleşimlerle başlayan macera kesintisiz devam etmiş, önce köy, kent derken metropolleşmiş, Perslerden ve İskender’den geçmiş, Roma’dan Bizans’a uzanmış, daha sonra da yerli Rumlar ve bölgeye yerleşmeye başlayan Türkmen yörükleriyle harmanlanarak taşımış mirasını günümüze... Kimdi bu Likyalılar? Yazılı kaynaklarda Homeros’a kadar sınırlıdır Likya’nın varlığı, ilk olarak Hitit ve Mısır kaynaklarında duyarız adlarını. Lukka derler onlara. Deniz kavimleriyle birlikte akınlar yapmışlardır Akdeniz’in güney kıyılarına. Denizci insanlardır. MÖ 2.000’lerde iki büyük medeniyetin arşivlerine girecek bir etki yapmışlar. Gerçekten sınırlı da olsa, Likya’nın birkaç yerleşiminde bu döneme ait keramik bulgular ele geçmiştir. Evleri, bölgede bolca bulunan ahşap malzemeden inşa edildiği için Lycia has a special place on Anatolia soil that has been a cradle for civilisations and goes back as far as to 10,000 BC as affirmed by the last findings. As end of 18th century every wanderer who visited the region, this way or the other, fell in love with Lycia, on the other hand geography as well as its history should also have had an effect on this emotion. It became home for people with its gorgeous mountain ranges, its mild climate stretching out to the great “intercontinental” sea, with safe ports and fertile valleys. The adventure that initiated in Early Bronze Age with small settlements kept on going without any interruptions: villages into towns and finally into metropolis, passed from Persians and Alexander, moved from Rome to Byzantium and then carried forward its heritage by combining the native Greeks and the Turkmen Juruks who started to settle down at the region... Hellenistik Dönem Likya lahdi, Kyaneae (sol sayfa), Klasik Dönem anıtsal ahşap taklidi Likya lahdi, Antiphellos (Kaş) (üst solda), Geç Hellenistik Dönem Likya lahdi, Sebeda (Limanağzı) (üst solda). Hellenistic Period Lycian sarcophagus, Kyaneae (left page), Classical Period monumental imitation wood Lycian sarcophagus, Antiphellos (Kaş) (left above), Late Hellenistic Period Lycian sarcophagus, Sebeda (Harbour mouth) (above left). Who were those Lycians? Existence of Lycia in written sources is limited up to Homer; we first come across their names in the Hittite and Egyptian sources. They called them Lukka. They conducted raids to the southern coasts of the Mediterranean with the marine tribes. They were seafarers. They created an effect to be included into the archives of two great civilisations of 2000s BC. Indeed, though few in number, some stoneware findings related with 21 Likya’nın baş şehri Xanthos’un haritası: 1. Likçe yazıtlı dikme mezar, 2. Roma Dönemi agorası, 3. Hristiyan bazilikası, 4. Harpyler mezar dikmesi, 5. Likya Lahdi dikmesi, 6. Roma tiyatrosu, 7. Bizans konutu, 8. Likya konutları, 9. Sunak-Artemis tapınağı alanı, 10. Vespasian takı, 11. Nereidler anıtının yeri, 12. Bizans bazilikası, 13. Yukarı agora, 14. Sütunlu cadde, 15. Dipylon, 16. Bizans katedrali, 17. Dansözler lahdi, 18. Payava lahidinin yeri ve mezarlar, 19. Kuzeydoğu nekropolü, 20. Bizans bazilikası. 22 Map of Xanthos, the capital of Lycia: 1. Scripture in Lycian on an erected tombstone, 2. Roman Period agora, 3. Christian basilica, 4. Harpy’s erected tombstone, 5. Derrick of Lycian sarcophagus, 6. Roman Theatre, 7. Byzantine house, 8. Lycian houses, 9. The Altar – Artemis Temple area, 10. Vespesian ornament, 11. The place of the Nereids monument, 12. Byzantine basilica, 13. Upper agora, 14. Street with columns, 15. Dipylon, 16. Byzantine Cathedral, 17. Sarcophagus of dancers, 18. The place and tombs of the Payava sarcophagus, 19. North east necropolis, 20. Byzantine basilica. Likya’nın dini merkezi Letoon’un haritası: 1. Tiyatro, 2. Hellenistik ve Roma Portikosu, 3. Propylon ve Batı Portiko, 4. Kutsal Yol, 5. Anıtsal çeşme, 6. Leto tapınağı, 7. Artemis tapınağı, 8. Apollon tapınağı, 9. Bizans kilisesi. The map of Letoon, the centre of religion of Lycia: 1. Theatre, 2. Hellenistic and Roman Portico, 3. Propylon and West Portico, 4. The Sacred Road, 5. Monumental Fountain, 6. Temple of Leto, 7. Temple of Artemis, 8. Temple of Apollo, 9. Byzantium Church. this period were found in some settlements of Lycia. As houses were built by wood, due to the abundance of the material in the vicinity, not much surface findings have been found of the Archaic Age and before. The surface findings of Lycia, that have inspired the Lycia wanderers, started in the second half of 6th century BC by the appearance of the Persians in the region. And the initial samples of these are mostly rock tombs carved in their typical styles in monolithic rocks. Wooden Houses, Rock Tombs It is understood from the engraving technique that Lycians identically applied the same wooden house architecture they lived in, to the rocks; they shaped the rocks out of local limestone so as to eternalise their final resting places of their bodies. Some of them have portraits, drawings and owners’ stories and names in Lycian or in Helen languages. Although they have been plundered by pillagers since the Antique Age these tombs define us the men of Lycia of the Classical Age. Homer points out that the Lycians came to this geography at one time from the Crete Island. They were described as one of the chief assistances of the Trojans in Iliad. Hellenic was the Arkaik Dönem ve öncesinden pek bir yüzey buluntusu ele geçmemiştir. Likya’nın gezginlere ilham olan yüzey kalıntıları MÖ 6. yy’ın ikinci yarısında, Perslerin bölgeye gelmesiyle başlar. Bunların da ilk örnekleri kendine has üsluplarıyla, çoğu kez yekpare kayalara işlenmiş kaya mezarlarıdır. Ahşap Evler, Kaya Mezarlar İşleme tekniğinden anlaşılır ki Likyalılar içinde yaşadıkları ahşap ev mimarisini birebir kayaya uygulamışlar, bedenlerinin ebedi istirahatini sonsuz kılmak için yöresel kireç taşından kayaları şekillendirmişlerdir. Kiminin üzerinde bir portre, bir resim ve kah Likya kah Helen dillerinde isimleri, hikayeleri yazılır. Antik Çağ’dan itibaren mezar soyguncuları tarafından yağmalanmış olsa da, bize bu mezarlar anlatır Klasik Çağ Likya insanını. Homeros, Likyalıların vaktiyle Girit adasından bu coğrafyaya geldiklerini belirtir. İlyada’da Truvalıların baş yardımcılarından biri olarak betimlenmişlerdir. Konuştukları dil Helen Erken Klasik Dönem kaya mezarları, Antiphellos (Kaş) (sağda). Early Classical Period rock tombs, Antiphellos (Kaş) (right). XANTHOS İlyada’da Sarpedon ve Glaukos’un memleketi olarak betimlenen Likya’nın baş şehri, tarih boyunca önemini korumuş. MÖ 546’da Pers egemenliğine girmiş ve İskender’in gelişine kadar yerel hanedanlar tarafından yönetilmiş. İskender ve seleflerinden sonra kısa süreli Rodos yönetimi altına girmişse de, MÖ 166’da Likya Birliği’nin kurulmasıyla altın çağını yaşamış. Roma Dönemi’nde mimari anıtlarla bezenen şehir, Bizans Devri’nde piskoposluk merkezi olarak kullanılmış. XANTHOS In Iliad, it is the capital of Lycia, which was described as the country of Sarpedon and Glaucus, preserved its importance all throughout history. The city went under Persian hegemony in 546 BC and was administered by local dynasties until Alexander came. After Alexander and his followers, although the town accepted the hegemony of the Rhodes’ administration for a short period, it lived its golden age by the constitution of Lycia Union in 166 BC. The city that was ornamented with architectural monuments in the Roman Period was used as the centre of episcopacy in the Byzantine Period. 23 Likya metropollerinden Patara’nın haritası: 1. Antik liman, 2. Liman bazilikası, 3. Tepecik nekropolü, 4. Nekropol, 5. Mettius Modestus takı, 6. Liman hamamı ve Palaestra, 7. Kilise, 8. Korint tapınağı, 9. Marciana mezarı, 10. Bazilika, 11. Kutsal alan, 12. Sütunlu cadde, 13. Vespasian hamamı, 14. Agora, 15. Stoa, 16. Meclis binası, 17. Tiyatro, 18. Sarnıç. Map of Patara, one of the metropolises of Lycia: 1. The Antique harbour, 2. The harbour basilica, 3. Necropolis of Tepecik, 4. Necropolis, 5. Mettius Modestus ornament, 6. Harbour bath and Palaestra, 7. Church, 8. Corinth Temple, 9. Marciana tomb, 10. Basilica, 11. Sacred area, 12. Street with columns, 13. Vespasian bath, 14. Agora, 15. Stoa, 16. The building of the Parliament, 17. Theatre, 18. Cistern. language they spoke. But, they left behind tablets in Lycian, which is an Anatolian language from Luwice roots. Then, by time translations into Hellenic were added to these tablets and after Alexander they turned completely into the Hellenic language. However, Herodotus did not even mention this Anatolian language in his history book he wrote in 5th century BC. In fact the Lycians were the community who spoke Hellenic and came from Crete. It is still not clear whether they got under the rule of an Anatolian community of Luwice heir under the dominance of the Persians or they socialised with the Anatolian folks who were already living on these grounds and after the Cretans under Sarpedon’s guidance, they settled in the region. But after they passed onto writing it is clear that they lived with two languages until Alexander; Lycia is dough of cultures. The people that we call Lycians had really created an original culture by melting art styles of East and West in one pot, by combining them with their own dynamics in this geography, which is surrounded by mountains. Crete, by all means, has also some heritage in Lycian culture. The portrayal of Lycian sarcophagus on the Phaistos Disk associates that the houses in Crete were made by clinching wood to wood, without using nails. It would not be a mistake LETOON dilidir. Halbuki Klasik Çağ’da Likçe diye tabir edilen, Luvi kökenli bir Anadolu dilinin yazıtlarını bırakmışlardır. Sonra zamanla bu yazıtlara Helen dilinde tercümeler eklenmeye başlamış, İskender’den sonra da tamamen Helen diline dönmüştür. Halbuki MÖ 5. yy’da tarih kitabını yazan Herodotos, bu Anadolu diline değinmez bile. Hakikaten Likyalılar Girit’ten gelmiş ve Helen dilini konuşan bir halktı da, Pers egemenliğinde Luvi mirasçısı bir Anadolu halkının yönetimine mi girmişlerdir, yoksa Sarpedon önderliğindeki Giritlilerin bölgeye yerleşmesinden sonra burada yaşamakta olan Anadolu halklarıyla kaynaştıklarından mıdır, burası hala pek bilinmez. Ama yazıya geçtikten sonra İskender’e kadar iki dilli yaşadığı açıktır; bir kültürler hamurudur Likya. Dağlarla kapalı bu coğrafyada kendi dinamikleriyle harmanlanmış, Doğu ve Batı sanat tarzlarını bir potada eritmiş, gerçekten özgün bir kültür yaratmıştır bu Likyalı diye tabir ettiğimiz insanlar. Şüphesiz Girit’in de mirası vardır Likya kültüründe. Phaistos Diski’nin üzerindeki Likya lahdi betimlemesi, Girit’te evlerin ahşaptan, çivi kullanmadan ahşabın ahşaba kenetlenmesi 24 Likya’nın dini merkezi Letoon, Tanrıça Leto ve çocukları Apollon ile Artemis’e adanmışsa da, kutsal alanın tarihi MÖ 7. yy’dan daha öncelere gitmektedir. Likya Birliği Dönemi’nde toplantı, festival ve spor müsabakalarının yapıldığı yerleşim, daha sonra inşa edilen bir kilise ile Bizans Devri’nde de faaliyet göstermiş, MS 8. yy’dan itibaren artan Arap akınları sonrasında terk edilmiş. LETOON Although it was dedicated to Goddess Leto and her children: Apollo and Artemis, history of the sacred place Letoon, the centre of religion in Lycia, go back far beyond 7th century BC. This settlement where meetings, festivals and sports games were held during the Lycia Union Period was then in use in the Byzantine Period with a church built afterwards and it was deserted after 8th century AD due to increase of the Arab attacks. tekniğiyle yapıldığını çağrıştırmaktadır. Bir ada toplumu olan Giritlilerin gemi inşasında ileri teknikleri bildiklerini varsaymak yanlış olmaz. Çivilerin paslanması ve çakılı olduğu ahşabı yıpratması sebebiyle böyle bir çivisiz inşa tekniği geliştirdikleri muhtemeldir. Sarpedon’un siyasi bir kavga sonrası kendi yandaşlarıyla, yüksek rakımlarında sedir ormanlarına ev sahipliği yapan Likya sahillerini seçmesi, bir rastlantı olmayabilir. Homeros diyor ki, eskiden Termilae dermiş Likyalılar kendilerine. Hakikaten bugün bölgenin birkaç saat kuzeyinde bulunan modern Dirmil kasabası, bu ismi hâlâ muhafaza etmektedir. Hitit ülkesinin güney batı sınırında yer alan bu yayla, Luvi mirasçısı bir kavmin Likya dilinde yazıldığı haliyle Trimili’nin ana vatanı olsa gerektir. Anlaşılan bu halk, erken Tunç Çağı’yla beraber güneye doğru hareketlenmiş, zaman içinde kıyı şeridine yerleşen Giritli halkla harmanlanmış ve Arkaik Çağ’ın bitimiyle beraber, Girit ahşap ev mimarisini, Pers taş işçiliği kalitesi ile, bir Anadolu geleneği olan kaya mezarlarında ölümsüzleşmiştir. Öncelikle tek yüzlü kaya mezarları olarak yontulan mezarlar, kısa zamanda, belki de yöresel kireç taşıyla çalışmanın getirdiği deneyimin çoğalmasıyla, önce iki, sonra üç yüzlü, nihayetinde de anakayadan yekpare yontulmuş evler haline gelmiştir. Bu dönemde Likya’nın başkenti Xanthos’ta ve modern Kaş ilçesinde en güzel örneklerini gördüğümüz ahşap taklidi lahitler de yapılmaya başlanmıştır. Hellenizm ve sonrasında yavaş yavaş bir Anadolu geleneği olan kaya mezarları kaybolmaya başlamış, ahşap taklidi lahitler ise yerini Hellenistik Dönem’in sade lahitlerine bırakmış, Likyalı diyebileceğimiz tek özelliği olarak da semerdam biçimli lahit kapakları kalmıştır geriye. Günümüzde Likya Yolu projesi ile daha da popüler bir tatil beldesine dönen Likya, görsel hazinelerini paylaşmak için daha nice gezginlerin yolunu gözlemektedir. Tek yüzlü klasik Likya kaya mezarı, Sebeda (sol üstte), Dört yüzlü klasik Likya kaya mezarı, Phellos (sol altta), Üç yüzlü klasik Likya kaya mezarı, Phellos (sağ üstte). Classical Lycian rock tomb with a single facade, Sebeda (above left), Classical Lycian rock tomb with four facades, Phellos (below left), Classical Lycian rock tomb with three facades, Phellos (above right). to assume that Cretans, an island society, knew the advanced techniques of ship building. It is possible that they had developed a building technique without using nails as nails rust and also wear out the wood they are nailed into. It might not have been a coincidence that Sarpedon and his followers, after a political conflict, chose Lycian coasts that house cedar forests at its high altitudes. Homer states that in the old times Lycians used to call themselves, “Termilae”. In fact the modern Dirmil town, a few hours to the north of the region, still preserves this name. This plateau, resting at the south west border of the Hittite country is supposedly the motherland of Trimili as written in Lycian language by a tribe inheritor of the Luwice. The people may well have moved to the south in early Bronze Age, collated with the people of Crete who by time settled down at coastline and as the Archaic Age ended they combined Cretan wooden house architecture with Persian stonework and thus reached to immortality at the rock tombs, an Anatolian tradition. Initially the tombs were sculpted as rock tombs with single facades, but soon after they had two and then three facades and finally they became houses carved out from the main bedrock, may be by the increase in experience gained by working with the local limestone. At this period the best samples of imitation wood sarcophaguses were also started to be made in Xanthos, the capital of Lycia, and in our time it is town called: Habesos (Kaş). At this period, the most beautiful samples of imitation wood sarcophaguses were started to be made in Xanthos, the capital of Lycia, and the modern town of Kaş. As with Hellenism and the period to follow, rock tombs, an Anatolian tradition, started to be forgotten by time, the imitation wood sarcophaguses were replaced by simple sarcophaguses of the Hellenistic Period and the only thing that was left behind that we can refer to as Lycian are the sarcophagus lids in gable roof shapes. Lycia has become a more popular holiday resort today. It is expecting to host more with the support of Lycian Road Project and is waiting for many travellers to share the visual treasures. PATARA Antik Çağ’da Apollon’un bilicilik merkezlerinden biri olan Patara, Likya Birliği’ne ev sahipliği yapmış, Likya’nın altı büyük metropolü arasına girmiş. Elverişli limanı sayesinde Roma Dönemi boyunca önemini korumuş. Aziz Paul burayı ziyaret etmiş, Aziz Nikola burada dünyaya gelmiş. Orta Çağ’a kadar Kudüs’e giden Hristiyanların uğrak yeri olmuş. Doğal limanı alüvyonlarla dolmaya başladıktan sonra yavaş yavaş önemini yitirmiş. PATARA Patara, one of the knowledge centres of Apollo in the Antique Age, hosted Lycia Union and was one of its six great metropolises. Due to its convenient harbour the city kept its importance during the Roman Period. St. Paul visited the city and St. Nicola was born here. Until the Middle Age, it had been a beaten track for the Christians on their way to Jerusalem. The city gradually lost its importance as its natural harbour started to be filled by alluvium. 25 minyatür sanatı yazının anlatmak istediğini resimle daha kolay anlaşılır kılmak! işte eski çağlardan beri evrensel niteliğini hiç kaybetmeyen iletişim aracı ve kadim sanat “resim”e yüklenen rollerden biri de buymuş. bir teoriye göre herşeyin küçüğü sevildiğinden değil, kurşun oksit yüzünden adı “minyatür” olan sanat... The Art of Miniature To make it easier to comprehend by drawings what writings try to tell! Here is the communication that did not lose its universal quality since old ages and this was one of the roles that were attributed to “drawing”, the eternal art. According to this theory the name of this art is “Miniature”, not because every little thing is loved but because of lead oxide... SANAT Art Wikipedia & Shutterstock Hint minyatüründen bir örnek (üstte), Matrakçı Nasuh’tan bir detay (solda). Sağ sayfa: Osmanlı’da nakkaşlar (sağ üstte), II. Mehmet Dönemi’nde bir nakkaş (sol altta) ve sırasıyla I. Selim, II. Bayezit ve II. Mustafa’nın minyatürleri. A sample from Indian miniature (above), a detail from Matrakçı Nasuh (left). Right page: Muralists in the Ottoman (right above), A muralist in the period of Mehmet II (left below) and the miniatures of Selim I, Bayezit II and Mustafa II respectively. ağarasının duvarına onu etkileyen şeyleri çizmeye başladığı günden beri, insanoğlu resmi etkin bir iletişim aracı olarak kullanageliyor. Günümüzde de öyle değil mi? Geleneksel de çağdaş iletişim araçları da yazıdan çok görsel malzemeye ağırlık verip okumaya vakti gittikçe azalan insanlara, mesajı daha çabuk iletme telaşında. Resim ile yazının anlaşılmasını kolaylaştırma ve çabuklaştırma işlevi ise eski çağlardan beri duyulmuş bir ihtiyaç. Geçen sayımızda söz ettiğimiz Rosetta Taşı’nın da doğruladığı bu olgunun bilinen en eski örneği Mısır’da MÖ 2. yy’da astronomi ile ilgili olarak papirüslere yapılmış resimler. Zaman zaman süsleme işlevi daha ağır basarak el yazması kitaplarda devam eden ve bir sanat türüne dönüşen bu resimler, Ortaçağ’da farklı bir adla anılmaya başlanıyor: Minyatür. Doğu’dan Batı’ya mı Batı’dan Doğuya mı? “Minyatür sanatı Doğu’dan mı Batı’ya yayılmış, Batı’dan mı Doğu’ya gitmiş” tartışmaları hâlâ sürüyor. Ülkemizde ve Doğu’da çoğu uzman, bu sanatın önce Çin ve Orta Asya’da başlayıp Türklerden İran’a, Hindistan’a, Arap ülkelerine, Mısır’a ve Avrupa’ya geçtiğini savunuyorlar. Sanatın Doğu’da da Batı’da da ortak olan özelliği, kitapları resimlemek amacıyla yapıldığından boyutlarının da küçük tutulmuş olması. Latince “miniare” kökünden gelen, İtalyanca’ya “miniatura”, Fransızca’ya “miniature” olarak geçmiş olan sözcük Türkçe’de “minyatür”; “küçültülmüş”, “küçük ölçekli” anlamında kullanılmakta. Kimilerine göre bu sözcüğün asıl kaynağı “minium” denilen kurşun oksit! Avrupa’da el yazması kitapların metinlerindeki baş harfler, kırmızı renkle boyanarak öne çıkarılıyor, bu iş için de bu rengi en iyi veren “minium” kullanılıyor. Aynı malzeme sıkça kullanıldığı için resimlere de “miniature” diyorlarmış. Osmanlı’da ise resim ve minyatür için The human race has been using drawing as an effective communication tool ever since man drew images of things that affected him on the walls of caves. Isn’t that so even in our days? Both the traditional and the contemporary communication tools are in a hurry to deliver the message as quickly as possible to the people, by visual means rather than in writing, who are gradually becoming poor in time for reading. Ever since the old ages, the function to ease and quicken understanding drawing and writing has been a necessity. The oldest known sample of this phenomenon, as also affirmed by the Rosetta Stone that we have mentioned in our previous issue, are the drawings on papyrus related with astronomy in Egypt in 2nd century BC. Since decoration function overweighed, from time to time, these drawings turned into a kind of art and lived in hand written books and referred to in a different name in the Central Age: Miniature. From East to West or from West to East? Discussions are still in progress on whether “The Art of Miniature spread from East to West or from West to East”. In our country and in the East many experts defended that this art was initiated in China and the Central Asia, passed on to Iran, India and to the Arab countries by Turks, then to Egypt and to Europe. The common feature of the art in the East and in the West is that the drawings are small in size due to the reason that they were meant to illustrate books. The word was derived from the Latin root, “miniare” and passed on to Italian as “miniature”, to French as, “miniature”, to Turkish as, “minyatür”: meaning “minimised”, “at small scale”. For some, the real source of this word is lead oxide called “minium”! The capital letters in the texts of hand written books in Europe were dyed into red and thus highlighted, for this process “minium” was used since it gave the best result. As this material was frequently used, the drawings were called, “miniatures”. As the words “embroidery” and “description” were used for drawing and for miniature in the Ottomans the painter and the miniature artist were called “nakkaş” and “musavvir” respectively. Evolution of the Miniature Until printing machines came into use the art of miniature preserved its importance both for decoration and also for illustrating the texts. With the spread of Christianity, miniature that was emerged in 7th and 8th centuries in England and Ireland started to decorate hand written Bibles in Europe. At the same age, the miniature in China developed as roll of illustrations. More than one miniature on a roll of paper or silk 27 GİZEMLİ BİR MİNYATÜR EFSANESİ: SİYAH KALEM Türk, Moğol, Hintli, zenci; şaman, gezici derviş, budist ve nasturi rahipleri; zengin, fakir, ağır yaşamın izleri yüzlerinde okunan göçebeler, korku saçan devler; güreşen, çalgı çalan, dans eden, bilinmeyen bir Tanrı’ya at kurban eden cinler gibi doğa üstü yaratıklar… Bunlar dünyaca ünlü minyatür efsanesi Mehmet Siyah Kalem’in Topkapı Sarayı ve yurt dışı koleksiyonlardaki rulo resimlerinden kesilmiş parça resimlerde görülüyor. Bu karakterlerden onun İpekyolu üzerinde bulunduğu, Orta Asya kökenli olduğu ve Şamanizm’e bağlı halkları temsil ettiği sanılıyor. Ancak Siyah Kalem’in kimliği ve yaşadığı yer ve zaman, yüzlerce araştırmacının yüz yıldan fazladır iz sürmesine rağmen hâlâ sırrını koruyor. Bu konuyu merak edenler kervanına katılmak isteyenler, sahaflarda, 2004’de Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galeri’sinde açılmış “Ben Mehmet Siyah Kalem - İnsanlar ve Cinlerin Ustası” sergi kitabının peşine düşebilir, Mazhar Şevket İpşiroğlu’nun “Bozkır Rüzgarı: Siyah Kalem” kitabını da okuyabilirler. A MYSYERIOUS MINIATURE LEGEND: SiYAH KALEM Turks, Moguls, Indians, negroes; shaman, travelling dervish, Buddhist and Nestorian monks; rich, poor, nomads who reflect signs of hard life through their faces, fearful giants; wrestling, music playing, dancing and the supernatural creatures as genies that sacrifice horses to an unknown God... All these are seen in the drawings clipped from the roll drawings from the collections at Topkapi Palace and from collections abroad, of the worldwide famous miniature legend Mehmet Siyah Kalem. From these characters we figure out that he lived on the Silk Road, he was of Central Asia origin and representing the people affiliated with Shamanism. But the mystery on the identity and place and time he lived in still keeps it a secret although hundreds of researchers have been tracing for more than hundred years. Those who want to join the queue of these curious people may start by looking at the second hand booksellers for the book, of the exhibition, “I, Mehmet Siyah Kalem – Master of People and Genies” that was opened in 2004 in Yapı Kredi Kazım Taşkent Art Gallery or may read the book, “Breeze of the Steppe: Siyah Kalem” by Mazhar Şevket İpşiroğlu. “nakış” veya “tasvir” sözcükleri kullanıldığından, ressam ya da minyatür sanatçısına da “nakkaş” veya “musavvir” denilmiş. Minyatürün evrimi Baskı makinesi sahneye çıkana kadar minyatür, gerek süsleme, gerek metinleri açıklama işleviyle önemini koruyor. Hristiyanlık yayılmaya başladığında elyazması İncilleri süslemeye başlayan minyatür, Avrupa’da 7. ve 8. yüzyıllarda İngiltere ve İrlanda’da ortaya çıkıyor. Aynı çağlarda Çin’deki minyatürler rulo resmi biçiminde gelişiyor. Rulo kağıt ya da ipekler üzerindeki birden çok minyatür, gösterim kolaylığı sağlıyor. Avrupa’daki ilk örneklerde ise geometrik bezemeler, karışık yüzey üzerinde birbirine geçmiş ejder ve yılanlarla oluşturulmuş haç motifleri yer alıyor. Romanesk Dönem’de figürler birer sembol; doğaya uygunluk değil, kutsal tarihin bilgilerini aktarmak önemli. Bu yüzden 12. yy’da minyatürün, yalnız süsleme amaçlı değil, kitabın metniyle ilgili olması ve onu anlamayı kolaylaştırması işlevi ön plana çıkıyor. Gotik minyatürde Romanesk’in yoğun ve düzensiz kalabalığı şematik bir düzene sokulup açık bir anlatım ve simetri egemen oluyor. Kalabalık figürlere yer verilse de anlatılan öykü daha açık, basit ve anlaşılır özellikler gösteriyor. Sonuç olarak Ortaçağ, Avrupa’da da İslam ülkeleri başta olmak üzere Doğu’da da “minyatür”ün en güzel örneklerinin verildiği zaman dilimi. Avrupa’da baskı makineleri devreye girdikten sonra önemi azalan minyatür, fildişi ve benzeri malzemeden yapılmış objeler, takılar ve madalyonların üzerindeki resimler ve portreler gibi yeni alanlara kayıyor. Nakkaş Sinan’ın Fatih portresi (üstte), Matrakçı Nasuh’tan iki İstanbul haritası (sağda). Portrait of the Conqueror by Nakkaş Sinan (above), 2 Istanbul maps by Matrakçı Nasuh (right). 28 Orta Asya, Türkler ve Anadolu’da minyatür Türklerde resim ve minyatür sanatı köklerini Orta Asya’dan alıyor. Uygur Türkleri, Mani dinine girdikten sonra dini metinleri resimlemişler. Maniheist minyatürlerin Selçuklu Dönemi minyatürlerini etkilediği, Irak, İran ve Anadolu’da gelişen İslam kitap ressamlığının öncüsü olduğu ileri sürülüyor. İran’daki Türk sanatçıları İran minyatür sanatının gelişmesinde etkili olurken, Büyük Selçuklular da 13. yy’da, Ahmet Hüseyin tarafından Bağdat’ta yazılmış “Kitab al-Baytara”, tıpla ilgili bilgilerin bulunduğu “Kitab-ı Tiryak” gibi örneklerle en parlak eserlerini veriyorlar. Türklerin Müslümanlığı kabul edip 11. yy’da Asya’dan Anadolu’ya gelmelerinden sonra, ilk kez Anadolu Selçuklu Dönemi’nde görülen minyatür, 12. ve 13. yüzyıllarda Diyarbakır ve çevresinde Artuklu sultanlarının, Konya’da Mevlâna ve müritlerinin koruyuculuğu altında gelişiyor. Nakkaş Nuri, Abdüddevle, Mevlana portreleri ile tanınan nakkaşlardan ikisi. Önemli Selçuklu nakkaşları arasında Yusuf bin Hamza, Mehmed bin Abdullah, Bedreddini Tebrizi, Aynüddevle, Şehabettin Guyende gibi isimler de var. O dönemden kalan sayılı el yazmaları arasında bir kısmı antik kaynaklardan çevrilmiş bitki, hayvan ve insan resimlerinin yer aldığı “Kitab-al Hasayiş” (Otlar Kitabı), ironik kedi tasvirleri ile de ayrıca dikkat çeken “Varka ile Gülşah” aşk hikayesi, en ilginç örneklerden. Selçuklulardan sonra Türk resmi ile ilgili belgelere rastlanmıyor. Osmanlı minyatürleri Osmanlı’da minyatür Fatih’e kadar pek iz bırakmamış. Fatih Dönemi’nin en önemli ressamı “Gül koklayan Fatih” portresiyle Nakkaş Sinan. 16. yy’dan sonra “Selimname”, “Süleymanname” ve “Hünername” el yazmalarında olduğu gibi tarihi konular ön plana çıkıyor. 16. yy’ın önemli nakkaşları arasında Tebrizli Veli Can, Hasan Nakkaş, Osmanlı ordusunun Irak ve doğu seferini 132 minyatürle tasvir eden Matrakçı Nasuh, provides ease at display. In the first samples in Europe you see geometric decorations, cross patterns constituted with snake and dragon figures intermingled with each other on complicated surfaces. In the Romanesque Period figures are symbols; the important thing is to relay the information of the sacred history, not harmony with nature. That’s why the miniature in 12th century is not for only decoration; primarily it has to be related with the text of the book and should ease understanding. In Gothic miniature, the intense and disordered crowd is put into a schematic order, then a clear exposition and symmetry dominates it. Although crowded figures take place the story told reveals more clear, simple and understandable character. As a result, The Middle Age is the time frame when the best samples of “miniature” were made, primarily in Europe and in the East, led by Islamic countries. As printing machines stepped into Europe, Miniature lost its importance and diverted into new fields; such as, illustrations on ivory or similar material, drawings and portraits on jewellery and medallions. Central Asia, Turks and Miniature in Anatolia The roots of drawing and Miniature in the Turks go back to Central Asia. The Uighur Turks illustrated the religious texts after they accepted the Mani religion. It is being stated that the miniatures of Manichaeism affected the Seljuk Period miniatures and became the pioneer of the Islamic book illustrations which was developed in Iraq, Iran and Anatolia. While the Turkish artists in Iran were playing an active role in the development of Iranian miniature art, on the other hand the Great Seljuk were giving the most brilliant samples in the 13th century such as “Kitab alBaytara” written by Ahmet Hussein in Baghdad and “Kitab-ı Tiryak” that enclosed information on medicine. After the Turks accepted Islam and came to Anatolia in 11th century, miniature that was first seen in the Anatolian Seljuk Period developed in 12th and 13th centuries in and around Diyarbakir under protectorate of the Sultans of the Artuqids and in Konya under protectorate of Mevlana and his followers. Muralist Nuri and Abdüddevle are two of the muralists known with their Mevlana Portraits. Among the important Seljuk muralists there are names such as Yusuf bin Hamza, Mehmed bin Abdullah, Bedreddini Tebrizi, Aynüddevle and Şehabettin Guyende. Among the most interesting samples of the rare hand written books remaining from 29 BİLİM VE SANATI BİRLEŞTİREN DEHA: EL CEZERİ Bugün bile aklın almadığı bir bilimsel ve sanatsal yaratıcılık yetisine sahip, sibernetik ve robot bilimde ilk adımları atan, 1153 Cizre doğumlu El Cezeri, buluşları ile dünya bilim tarihi açısından da büyük önem taşıyor. Leonardo da Vinci’nin ondan esinlendiğini kanıtlayan bilim insanları var. Diyarbakır’da Artuklu Sarayı’nın meşhur ana kapısını da tasarımlayan El Cezeri, Artuklu Sultanı Nasir ad-Din Mahmud için yaptığı buluşlarını 1206’da “Kitâb fi ma’rifat al-Hiyal al-Handasiyya”da (Hayal ve Tekniğin Birleşmesiyle Oluşan Marifetler Kitabı) topluyor. Cezeri’nin “Uygulamaya konulmamış bilim, doğru ile yanlış arasında bir yerdedir” sözü de bu kitaptan. Yazı ve çizimle 50’den fazla ileri teknolojik ve çoğu suyla çalışan cihazın kullanımını yazıp çizdiği bu eserde, o zamanlar yasak sayılan insan ve hayvan figürlerini de başarıyla kullanmış. Üstelik otomatik makinelerinde kullandığı robot adamları ve kuşları da Türk estetik anlayışına göre renklendirmiş ve süslemiş. Kitaptaki sayfa düzeni, resim ve yazı uyumu, çizimlerin anlaşılırlığı, resim ve çizimlerin açıklama metninin içine yerleştirilişi, metinlerdeki açıklık ve koyuluklar gibi ustalıkları, bugünün grafik tasarımcılarına bile örnek gösteriliyor. EL CEZERI: GENIOUS WHO COMBINED SCIENCE AND ART El Cezeri, who was born in Cizre in 1153, had the wit of scientific and artistic creativity beyond the imagination of even today; his inventions in world science history occupy a remarkable place in the first steps of cybernetics and robotic sciences. There are scientists who have proved that Leonardo da Vinci was inspired by him. El Cezeri who designed the famous main gate of the Artuqids Palace in Diyarbakir collected his inventions he made for the Artuqids Sultan Nasir ad-Din Mahmud in 1206 in the book, “Kitâb fi ma’rifat al-Hiyal al-Handasiyya” (Skills constituted by the union of Imagination and Science). The quotation from Cezeri, “Science that is not in application is somewhere between right and wrong” is from this book. In this work in which he explained and drew more than 50 advanced technology devices mostly operating with water and he also successfully used human and animal figures that were banned in those days. Moreover he coloured and decorated the robots and birds he used in automatic machines in accordance with the Turkish aesthetic understanding. The page design in the book, harmony of images and writings, intelligibleness of drawings, placement of the explanatory texts in images and drawings, mastery in using light and dark characters in texts: even today, all are shown as samples to graphic designers. Filli Saat, Mum Saat ve suyla çalışan cihazın çizimi. Virtual Clock, Candle Clock and the drawing of the device that operates with water. “Uygulamaya konulmamış bilim, doğru ile yanlış arasında bir yerdedir...” El Cezeri “Science that is not in application is somewhere between right and wrong...” El Cezeri 30 Kanuni ve Barbaros portreleriyle bilinen Nigari ve Surname ile Hünername’deki minyatürlerinin yanı sıra Şemailname’deki on iki padişah portresiyle Nakkaş Osman yer alıyor. 16.yy’da dinsel içerikli el yazmaları da resimleniyor. Örneğin Nakkaş Hasan ve diğerlerinin resimlerinin yer aldığı Siyer-i Nebi’de Hz. Muhammed’in hayatı anlatılıyor. 17. yy başlarında İmparatorluk zayıflamaya başlıyor. Bu arada nakkaş Nakşi, “Şakayık-ı Numaniye”ye yaptığı minyatürlerde perspektif denemelerine girerken, nakkaş Hasan Paşa da son derece canlı portreler yapıyor. Fakat yüzyılın ikinci yarısında el yazması eserlerin üretiminde belirgin bir düşüş yaşanıyor. Bu durum, minyatürü “murakkaa” (albüm) gibi farklı biçimlere yöneltirken, resimlerde de sıradan halkın günlük yaşamına ait eğlenceler, sokak ve ev içi yaşamı, hatta çıplak figürler ve cinsel ilişki sahneleri gibi daha önce görülmemiş konular yer alıyor. 18. yy minyatürün tekrar yükseldiği bir dönem. Kendisi de şair ve iyi bir hattat olan Sultan III. Ahmet, kitap ve minyatür sanatına büyük ilgi gösterirken Lale Devri’yle başlayan Batılılaşma hareketleri minyatür sanatını da canlandırıyor. Dönemin yıldız nakkaşı Levni! Dimitri Kantemir’in that period are “Kitab-ı Hasayiş” (Book of Herbs) a part of it translated from antique sources in which you can find drawings of herbs, animals and men, “Varka and Gülşah”, a love story, that draws attention with ironic cat images. After the Seljuk we cannot trace any documents related with Turkish painting. Osmanlı Tarihi’ni anlatan kitabı için 22 padişah portresi, Silsilename ile sünnet düğününü anlatan Surname-i Vehbi’deki minyatürleri ve tekil albümleri çok beğeni topluyor. Perspektifi de ilk uygulayan Levni’yi rahat pozlarıyla dikkat çeken tiplemeli tek figür çalışmaları, kusursuz perspektifli manzaraları ve çiçek resimleriyle tanınan Abdullah Buhari izliyor. Lale Devri’nde çiçek resimleri de yaygınlık kazanıyor. Dönemin ünlü nakkaşlarından Ali Üsküdari, katmerli gül ve katmerli haşhaş gibi çiçekler resimliyor. 18. yy’ın ikinci yarısından sonra kitap resimleme azalıyor ve yerini Batı resim tekniklerine uygun olarak yapılan tuval ve duvar resimlerine bırakmaya başlıyor. Günümüzde ise az sayıda sanatçı da geleneksel çizgide ya da çağdaş yorumlarla minyatür yapmayı sürdürüyor. (Kaynak: Lebriz.com, N. Yılmaz, Minyatür Sanatının Anadolu’da ve Osmanlı’da Gelişimi) Topkapı Sarayı Müzesi koleksiyonlarından: Surname-ı Vehbi’den iki sahne: III. Ahmet sarayda altın dağıtıyor ve Yeniçeriler’e safranlı pilav sunumu (üstte), “Şahname-ı Selim Han”dan şairler ve nakkaşlar, Levni’nin imzası (solda) ve IV. Murat’ın minyatürü. From the Topkapi Palace Museum collections: Two scenes from Surname-ı Vehbi: Ahmet III distributing gold in the palace and presentation of saffron pilaf to the Janissaries (above), Poets and muralists from “Şahname-ı Selim Han”, autograph of Levni (left) and miniature of Murat IV. Ottoman miniatures Miniature in the Ottomans did not leave behind a remarkable trace until the Conqueror. The most important painter of the Conqueror’s Period is Sinan the painter with his portrait, “The Conqueror Smelling a Rose”. After 16th century historical subjects come forward as seen in the hand written books such as “Selimname” (Book of Selim), “Süleymanname” (Book of Suleyman) and “Hünername” (Book on Ottoman Sultans). Among 16th century remarkable painters there are Veli from Tebriz, Can, Hasan Nakkaş, Matrakçı Nasuh who illustrated132 miniatures on military expeditions of the Ottoman Army to Iraq and the east, Nigari famous for his Lawgiver and Barbaros portraits and Osman the Muralist known with 12 Sultan portraits in Şemailname, along with his miniatures in Surname and Hünername. In 16th century the handwritten books with religious content were also illustrated. For example drawings of Nakkaş Hasan and others are included in Siyer-i Nebi that tells the life of Mohamed. At the beginning of 17th century the Empire started to weaken. In the meanwhile Nakkaş Nakşi was experimenting perspective in the portraits he made for “Şakayık-ı Numaniye” and nakkaş Hasan Pasha was making portraits so vivid. But in the second half of the century there was a significant decrease in the production of hand written works. This fact directed miniature to different forms such as “murakka” (album) and to subjects that had not been seen before, such as entertainments on ordinary people’s daily life, life at home and in the street, even naked figures and sexual intercourse scenes took place in paintings. 18th century is a period where the art of miniature rose. While Sultan Ahmet III, a poet and a good calligraphist himself, was showing interest to books and miniatures. Tthe Westernisation movement that started with the Tulip Period revived the art of miniature. Levni, the outstanding nakkaş (painter) of the period! Gathers admiration with 22 sultan portraits he drew for the book on Ottoman Empire written by Dimitri Kantemir; with his miniatures in Surname-i Vehbi, describing a circumcision feast and Silsilename and with his individual albums. Levni, who was the first to use perspective, was followed by Abdullah Buhari known with his single typage figures in comfortable postures, perfect panoramas with perspective and flower paintings. In the Tulip Period flower paintings gained extension. One of the famous painters of the period, Ali Üsküdari painted multifoiled roses and multifoiled poppies. After the second half of 18th century book illustrating decreased, started to be replaced by canvas and wall paintings executed in accordance with the western painting techniques. And nowadays few artists continue making miniatures on the traditional line or with contemporary interpretations. (Source: Lebriz.com, N. Yılmaz, Development of the Miniature Art in Anatolia and in the Ottomans) 31 ÖRENYERİ Historical sites PAMUKKALE & HİERAPOLİS kültür ve turizm bakanlığı, döner sermaye işletmesi merkez müdürlüğü (dösimm) ile yürütülen “müze modernizasyonu projesi” kapsamında yer alan örenyerlerinden biri de pamukkale. büyüleyici bembeyaz travertenleri, hierapolis antik kenti ve hierapolis müzesi ile pamukkale, hem doğal hem kültürel, benzersiz bir mirasa ev sahipliği yapıyor. PAMUKKALE HIERAPOLIS Pamukkale is one of the sites included in the “Museums’ Modernization Project” carried out jointly with the Revolving Fund Central Directorate (DÖSİMM) of the Ministry of Culture and Tourism. Pamukkale is home to a unique heritage endowed with both natural and cultural assets including its fascinating white travertine terraces, the Ancient City of Hierapolis and the Hierapolis Museum. Rasim Konyar Pamukkale’deki travertenlerden bir kesit ve Hierapolis Kuzey Roma (Frontinus) Kapısı. A section of the travertine terraces of Pamukkale, and Northern Rome (Frontinus) Gate of Hierapolis. 32 enizli’nin dünyaca ünlü beldesi Pamukkale, Antik adıyla Hierapolis, gerek yerli turist gerekse yabancı turistler için çok ilgi çekici, hani neredeyse “doğaüstü büyüleyiciliğe sahip” bir yer. Beyaz travertenleri yılda ortalama 2 milyon ziyaretçiyi ağırlıyor. Şifalı sıcak sulara sahip kaplıcaları sağlık turizminin gözdesi. Pamukkale’nin etrafı da irili ufaklı antik kentler ve örenyerleriyle dolu. Hierapolis Yunanca’da “kutsal şehir” anlamına geliyor. MÖ 190 yılında II Eumenes tarafından kurulan şehir, asıl ününe Roma Dönemi’nde kavuşuyor. Büyük depremler sonrasında yerle bir olan kent Roma mimarisiyle yeniden yapılıyor. Kentin “kutsal” sayılmasının nedeni hem çok sayıda ibadet mekanına sahip olması hem de Hz. İsa’nın havarilerinden Aziz Philippus’un burada öldürülmüş olması. Hristiyan alemi için önemli bir yer olan Hierapolis, bu sebeple hem geçmişte hem de günümüzde inanç turizminin gözde mekanlarından biri oldu. Kentin girişinde büyükçe bir hamam bulunur. Bu, ziyaretçilerin şehre girmeden önce yıkanması, bu sayede hem dünyevi kirlerden hem de manevi ağırlıklardan kurtulması için düşünülmüş bir mimari ayrıntıdır. Antik kentte en çok ilgi çeken yapılar, 9 bin 500 kişilik tiyatro, Tapınak Nymphaeum’u, Apollon Tapınağı ve nekropol alanı. Antik tiyatro uzun süren bir restorasyon çalışmasından sonra kısa bir süre önce tamamen yenilendi. Günümüze ulaşan bu önemli yapı Hierapolis’te görülmeye değer eserlerin başında geliyor. Burada gladyatör dövüşleri yapıldığı sanılıyor. Tapınak Nymphaeum’u büyük havuzu içine alan U şeklinde bir plana sahip. Nymphaeum’un alt kısmı düzgün traverten bloklardan, üst kısmı ise olasılıkla devşirme malzeme olan, farklı büyüklükteki taşlardan yapılmış. Bulunan mimari parçalara göre, yapının iki katlı olası rekonstrüksiyon planı hazırlanmış. Hierapolis’in belli başlı tanrılarının büstleri ve bitki figürleri ile süslenmiş. Tapınaktaki gizemli gaz Apollon Tapınağı ise Hierapolis’in en önemli tanrısına adanmış bir yapı. Teraslar üzerindeki kutsal alan, mermer merdiven ile birbirine bağlanıyor. Alttaki teras geniş bir alan üzerinde Dor düzenindeki mermer sütunlarla çevrili. İç kısımdaki yapı daha önceden tapınak şeklinde tanımlanmış, daha sonra kehanet merkezi olarak kullanıldığı anlaşılmış. Bu yapıda ilginç olan bir ayrıntı var. Tapınağın içine, yer altından zehirli bir gaz yayılıyor. Ancak bu günümüze özgü bir durum değil. 33 Zehirli gaz antik kaynaklarda da geçiyor. Büyük Apollon Tapınağı İon düzeninde yapılmış. Kentin en önemli yerlerinden biri. Batıdaki traverten alanları dışında kalan üç yönde ise nekropol alanları bulunuyor. Bunlar yoğunlukla Tripolis-Sardes’e giden kuzey yolunun ve Laodikeia-Colossae’ye giden güney yolunun iki tarafında yer alıyor. Mezarların yapımında kireçtaşı ve mermer kullanılmış. Mermer kullanımı daha çok lahit tiplerinde görülüyor. Kuzey nekropolü, Geç Hellenistik dönemden erken Hristiyanlık dönemine kadar karakteristik lahitleri, mezar tiplerini ve mezar anıtlarını bir arada içeriyor. Kentte görülen mezarlar lahit, tümülüs ve ev tipi mezarlar. Konut mimarisini anımsatan mezar yapıları, nekropolün en önemli elemanları arasında sayılıyor. Travertenleri korumalıyız Pamukkale örenyerinin en dikkat çeken unsurlarından biri olan travertenler, bölgedeki jeolojik olaylardan sonra oluşmuş bir doğal güzellik. Hierapolis, fay hattı üzerinde bulunan bir yerleşim yeri olduğu için 34 Pamukkale, the world-famous resort of Denizli, Hierapolis in its ancient name, is a centre of attraction for tourists from both Turkey and abroad, with an almost “supernatural magnetism”. Its white travertine stalactites and terraces welcome an annual average of 2 million visitors. Its healing hot springs and spas are a popular spot of health tourism. Pamukkale is also surrounded with ancient cities and historical sites. Hierapolis means “holy city” in Greek language. It was founded by Eumenes II in 190 B.C. Its significance rose during the Roman Period. Destroyed following several earthquakes, the city was re-built in Roman style architecture. It was called “Sacred City” for having a large number of places of worship as well as for being the place where Jesus disciple, Apostle St. Philip, is presumed to have spent his last days. Therefore, Hierapolis, which is an important place for Christians, is today as it used to be in the past an important faith tourism destination. A large baths compound welcomes visitors at the entrance of the “holy city”. This is an architectural detail aimed at both the physical and spiritual purification of people before they enter the city. The most interesting remains in the ancient city are the 9 thousand 500-seats theater; the Nymphaeum, a monument consecrated to water nymphs; the Temple of Apollo and its large necropolis area. Recently, the ancient theatre was entirely renewed through a lengthy restoration work. This important structure, believed to have been the venue of gladiator fights, is on top of the must-see places in Hierapolis. The Nymphaeum has a U-shaped plan enclosPamukkale’nin havadan görünüşü ve Hierapolis Latrinası’ndan (tuvaletler) bir kesit. Aerial view of Pamukkale and a section of Hierapolis Latrines (toilets). 35 sürekli depremlerle sarsılmış, bu da yeraltı sularının yeryüzüne çıkmasını sağlamış. Traverten sözcüğü, İtalya’da geniş traverten çökellerinin bulunduğu Tivoli’nin, Roma zamanındaki adı olan “Tivertino”dan geliyor. Traverten aslında; çok yönlü, çeşitli nedenlere ve ortamlara bağlı, kimyasal reaksiyon sonucu çökelme ile oluşan bir kaya çeşidi. Pamukkale termal kaynağını meydana getiren jeolojik olaylar geniş bir bölgeyi etkilemiş. Bu bölgede sıcaklıkları 35-100 C° arasında değişen 17 sıcak su alanı bulunuyor. Bu da ayrı özelliklerdeki her suyun farklı hastalıklara iyi gelmesi demek. Bu yüzden Pamukkale, şifa bulmak için gelen ziyaretçilerle dolup taşıyor. Termal su kaynaktan çıktıktan sonra, 320 m. uzunluğunda bir kanal ile traverten başına geliyor, buradan, 60-70 m.lik kısmı çökelmenin olduğu traverten katmanlarına dökülüyor ve ortalama 240-300 m. yol katediyor. Kalsiyum karbonat, başlangıçta yumuşak bir jel halinde oluyor. Zaman içinde sertleşip “traverten” haline geliyor. Bu arada ziyaretçilerin katmanlar üzerinde gezinmesi, henüz yumuşak haldeki kalsiyum karbonatların ezilmesine, dağılmasına ve çökelme dengesinin bozulmasına sebep oluyor. Pamukkale’ye giderseniz katmanlara zarar vermemeye dikkat etmelisiniz. Hierapolis antik tiyatrosunun havadan görünüşü ile oturma sıralarından bir kesit. Kuzey Roma Kapısı kemerleri (üstte). Aerial view of the ancient theatre of Hierapolis and a section of its seat rows. Northern Roman Gate arches (above). 36 ing a large pool and sits inside the sacred area in front of the Apollo temple. The bottom part was built with smooth travertine blocks, whereas the upper part was built with stones of different sizes, probably re-used material. It was a shrine of the nymphs, a monumental fountain distributing water to the houses of the city via an ingenious network of pipes...The architectural components found might point out to a probable two-storey reconstruction plan. The walls and the niches in the walls were decorated with statues of gods and plant ornaments. The Temple’s mysterious gas The Temple of Apollo is a structure which was dedicated to the principal god of Hierapolis. The sanctuary consists of an ensemble of multi-level terraces interlinked through marble staircases. The lower terrace covering a large area is surrounded by marble columns in the Doric style. The interior structure was originally designed as a temple, but was later used as an oracle centre. There is an interesting detail in this sanctuary, a poisonous gas is emanating from the underground. However, this is not specific to the present day. Poison gas is already mentioned in the ancient sources. The Great Temple of Apollo built in the Ionic style is one of the most important elements of the ancient city. Following the main colonnaded road and passing the outer baths an extensive necropolis extends for over two kilometres on either side of the old northern road to Phrygian Tripolis and Sardis and the old southern road to Laodikeia-Colossae... The necropolis extends from the northern to the eastern and southern sections of the old city. This necropolis is one of the best preserved in Turkey. Tombs were constructed with local varieties of limestone and marble. Marble was mostly used for sarcophagi. The northern necropolis contains a composite group of tombs, graves, and burial monuments, characteristic for the periods from the late Hellenistic period until the early Christian era. Sarcophagus tombs, tumulus tombs and house-like tombs are the different types of burial models found at the necropolis. Tombs reminiscent of residential architecture are considered among the most interesting elements of the necropolis. We must protect the travertines Pamukkale is best-known for the striking natural beauty of its white travertine landscape of terraced basins and stalactites, which are natural for- mations resulting from geological phenomena having taken place in the area. Hierapolis is a settlement located on a fault line continuously shaken by earthquakes, so that groundwater is springing onto the surface of the earth. Travertine is a white or light-coloured calcareous rock type formed by depositions precipitated from mineral springs as a result of chemical reactions, due to various causes and conditions. The origin of the word travertine comes from Italian travertino, tivertino, from Latin tiburtinus ‘of Tibur’, an ancient town of Latium, now Tivoli, a district near Rome, where extensive deposits of this type of natural limestone exist. The geological processes which have generated the thermal springs of Pamukkale have affected a large area. The region has 17 hot water spring areas with water temperatures ranging from 35 to 100 C°; so that the individual properties of each water source have therapeutic effects on a different type of illness. Therefore, Pamukkale is popular with those who come here to find healing. After emerging from source, the thermal waters reach the travertine area through a 320 m long channel, then flow onto the layers of the travertine deposits along a 60-70m long section and cross an average distance of 240-300 meters. Calcium carbonate is originally in the consistency of a soft gel and solidifies in time to turn into “travertine”. Therefore, visitors walking on travertine layers actually cause harm to the natural equilibrium of calcium carbonate deposits still in flaccid state and hence extremely vulnerable. If you go to Pamukkale, please be careful not to damage the travertine layers. AZİZ PHILIPPUS’UN MEZARININ KEŞFİ Pamukkale için çok önemli anlam taşıyan yerlerden biri de Aziz Philippus’un mezarıdır. Bu mezarın, Pamukkale’de bulunduğu Antik Dönem yazarları tarafından belirtilmişti. II. yy’ın sonunda, Efes Piskoposu olan Polycrates, Anadolu’da iki büyük “yıldız”ın, yani iki önemli din adamının istirahat ettiğini yazmıştı: Hz. İsa’nın 12 Havarisi’nden ikisi… Havari Philippus’un mezarı Hierapolis’te, Havari Johannes’in mezarı ise Efes’teydi. Aziz Philippus Hierapolis’e Hz. İsa’nın sözlerini yaymaya gelmişti fakat ölüme mahkum edilmiş ve buraya gömülmüştü. Lecce Üniversitesi’nden Prof. Dr. Francesco D’Andria tarafından yönetilen Hierapolis Kazı Ekibi, şehrin Roma Çağı’ndan önemli bir hac merkezi haline geldiği Bizans Çağı’na kadar olan süre içinde geçirdiği değişimleri anlamak için çalışmalarını sürdürüyordu. Aziz Philippus’un mezarının Sekizgen Kilise’de olduğu düşünülüyordu fakat kazılardan bu teoriyi doğrulayacak herhangi bir malzeme çıkmadı. 2011 yılında yapılan kazıda mezarın, Hierapolis’in doğu tepesinde olduğu ortaya çıktı. Mezara çıkan merdivenler hacıların yoğun ziyaretiyle aşınmıştı. Aziz’in mezarının bulunması, Pamukkale’yi kamuoyunda daha da önemli hale getirdi. Aziz Philippus’un mezarı ve mezar alanının havadan görünüşü. St. Philip’s tomb and an aerial view of the area. THE DISCOVERY OF ST. PHILIP’S TOMB One of the places of great importance at Pamukkale is indeed the Tomb of Jesus disciple Apostle St. Philip. The authors of Antiquity had already mentioned that his tomb was actually in this area. At the end of the IInd century, Bishop Polycrates of Ephesus wrote that the Anatolian soil sheltered the graves of two major Christian personalities. He claimed that two of the 12 Apostles of Jesus Christ, namely, St. Philip and St. John were buried respectively in Hierapolis and Ephesus. St. Philip came to Hierapolis to spread the word of Jesus, but was sentenced to death and buried here. The Hierapolis excavation team of archaeologists headed by Prof. Dr. Francesco D’Andria from the University of Lecce was conducting research on the historical evolution of Hierapolis from the Roman period until the Byzantine era during which the ancient city turned into an important pilgrimage centre. It was initially thought that the tomb of St. Philip was at the Octagonal Church. But nothing was found there to substantiate that theory. The excavations carried out by the team in 2011 led to the discovery of a tomb on the Eastern hill of Hierapolis, believed to be the tomb of St. Philip. D’Andria said that they determined that the grave had been moved from its previous location in the St. Philip Church to this new church in the fifth century, during the Byzantine era. Stairs leading to the tomb were worn through the pilgrims’ intense visits. The presence of the Saint’s tomb added to the public attention already surrounding Pamukkale. 37 SANAT Art SANATA VE BİLİME YAPTIKLARI YATIRIMLARLA RÖNESANS’I YARATAN FLORANSALI AİLE MEDİCİLER ve RÖNESANS Floransa kentsoyluları, The Florentine family who shaped the Renaissance “sonradan görme” through their investments in diye Medicileri hor the fields of art and science. görmüştü. Onların THE MEDICI AND göremediği ise Medicilerin kendilerini de eğittikleri ve THE RENAISSANCE sanat eseri sahibi olurken The Florentine bourgeoisie initially looked down on the Medici as “new rich”. But they aynı zamanda bilgi sahibi de underestimated the ability of the family to learn and acquire in-depth knowledge in olduğuydu... addition to collecting myriads of artwork. 38 Wikipedia & Shutterstock undan 7 yüzyıl önce, mal mülkten yana zengin bir aile, Toskana’nın bir köyünden Floransa’ya göçtüğünde ve kentsoylular tarafından pek ciddiye alınmadığında, para ve iktidarın dışında da itibar getirici bir alan olduğunu farketmiş: Sanat ve bilim! Bu yüzden iki alana da ciddi yatırım yapmış ve başarmışlar. Üstelik bu konularla içtenlikle ilgilenip kendileri de bilgi sahibi olurken, sanatçıları koruyup, çocuk ve gençlerin eğitimi için köklü kurumların temellerini atmışlar. Öyle ki onların 13. yy’da başlayan yatırım tercihleri, Rönesans’ın da Floransa’da gelişmesine yol açmış. Onlar Mediciler! Eski duvar fresklerinde Floransa (sol ve sağ üst), Mediciler’in aile arması (solda), Lorenzo Medici (sağ üstte), Sandro Botticelli’nin yaptığı Giuliano Medici portresi (altta). Florence on old wall frescoes (left and right above); the Medici family’s coat of arms (left); Lorenzo de’ Medici (top right); Giuliano de’ Medici’s portrait by Sandro Botticelli (below). When seven centuries ago, a wealthy family originating from the Mugello region of the Tuscan countryside decided to take up residence in Florence and was snubbed by the city’s bourgeoisie, they realized that there was another effective source of prestige besides wealth and power, namely Science and Art! So they decided to make significant investments in both fields and achieved great success. Moreover, having developed a genuine interest and equipped themselves with a substantial degree of knowledge in those fields, they offered patronage to artists and laid the foundations of solid institutions for the education of children and young people. The choices and preferences of the investments they made in the field of art and science from the 13th century onwards fostered and inspired the birth of the Italian Renaissance. Yes, we’re talking about the Medici. The Medici continue to be taken as a reference even today in the 21st century, remaining a source of inspiration for businessmen in search of “rational” strategies; and their legacy offers a comforting hand through cultural tourism to Italy, suffering from chronic economic and political woes. We had included in our last issue a topic on the “Uffizi Gallery” originally planned as an administrative office building by the Medici, which they later converted into a gigantic museum of art. In this edition, we are telling about the House of Medici and their decisive influence on the Renaissance. Italy and the Renaissance Renaissance is generally being defined as a revival in the field of art and thought that took place between the 14th and 17th centuries in Italy. Although Italian architect and historian of the era, Giorgio Vasari was the first to use that term, we owe the sense of the word “Renaissance” in its present usage to 19th century art historian Carl Jacob Christoph Burckhardt’s work entitled “The Civilization of the Renaissance”. The revival into question was not confined to the field of art alone. In fact, the Renaissance, from French: Renaissance “re-birth”, Italian: Rinascimento, from rinascere “to be reborn”, was a cultural movement of revival encompassing all branches of artistic, scientific and social life in Italy, as judiciously defined by Burckhardt. Why did this movement originate from Italy and from Florence in particular? There are several answers to that question, such as Italy’s rich cultural heritage, its geographic location, the importance attached to art by the ruling class and nobility of the Roman Empire, their penchant for collecting art; the fact that Rome is the religious centre of Christianity and also the fact that the religious objects and sacred relics collected by the Catholic Church include a great number of paintings and sculptures... Some historians explain this phenomenon with the fact that Italy wholeheartedly welcomed many scholars coming from Eastern Rome, following the conquest of İstanbul by the Turks. However, Italy’s privileged situation in this regard can be substantiated to a great extent by the competition between rival families in the field of art patronage and their economic power, as can be illustrated by the extensive investments of the Florentine Medici Family in this domain. The art of seeing and the visionary Medici seeing the value of art In Florence “art” was a fine accessory intertwined with daily life as a source of social relations. The existence of an art audience with a highly developed visual capacity is considered of great importance in this regard. Some art historians think that there is a link between visual skills used in trade and the invention of “perspective” as a novel pictorial art form of visual representation in the Italian Renaissance. According to them, the visual ability of skilled merchants capable of measuring at 39 Medici Şapeli (solda), Cosimo de Medici (sağda), Giovanni di Bicci de Medici (altta), Lorenzo Medici (sol ortada), Kardinal Giulio de Medici (sağ ortada) ve Lorenzo de Medici (ortada) oğlu Federico ile (en altta). Medici Chapel (left); Cosimo de’ Medici (right); Giovanni di Bicci de’ Medici (below); Lorenzo de’ Medici (left centre); Cardinal Giulio de’ Medici (right centre); and Lorenzo de’ Medici (figure at centre) with son Federico (bottom). 21. yüzyılda bile hâlâ onlar konuşuluyor, “rasyonel” stratejiler arayışındaki iş dünyası kurmayları onlardan esinleniyor, ekonomik ve politik sıkıntıları bitmeyen İtalya, onlar sayesinde, kültür turizmi ile elini rahatlatıyor. Geçen sayımızda onların devlet yöneticileri için ofis yaptırmaya niyet ettikleri ama sonradan devasa bir müzeye dönüşen “Uffizi Galeri”nin öyküsüne yer vermiştik. Bu sayımızda sıra Medici Ailesi ve Rönesans’ın... Rönesans ve İtalya Rönesans, 14 ve 16. yy’larda İtalya’da sanat ve düşünce alanındaki canlanış olarak tanımlanır. Deyimi ilk kez kullanan, Giorgio Vasari ise de “Rönesans”ın bugünkü anlamda kullanımını, Jacob Burckhardt’ın “İtalya’da Rönesans Kültürü” adlı yapıtına borçlu. Rönesans, Burckhardt’ın da değindiği gibi, İtalya’da yalnız sanat alanında görülmeyip bilim ve sosyal yaşantının bütün dallarındaki hareketliliği ve canlanışını içeriyor. İtalyanca “rinascimento” sözcüğünden kaynaklanan Rönesans, Fransızca “doğuş” demek. Peki bu doğum neden İtalya’da, neden Floransa’da olmuş? Bu sorunun birden çok yanıtı var elbette: İtalya’nın zengin kültürel mirası, coğrafi konumu, Roma İmparatorluğu’nda yönetici sınıf ve soyluların koleksiyonculuk merakı, Roma’nın Hristiyanlığın dinsel merkezi olması, Kilise’nin kutsal emanet bağlamında biriktirdiği dinsel objeler arasındaki resim ve heykellerin bulunması gibi… Kimi sanat tarihçileri bunu, Türklerin İstanbul’u fethinden sonra Doğu Roma’yı terkeden bilginlerin İtalya tarafından hararetle kucaklanışına da bağlıyor. Gene de rekabetçi sanat koruyuculuğu ve başta Medici Ailesi’nin yatırımları olmak üzere, ekonomik kaynağın bunda payı büyük olsa gerek. Görme sanatı ve sanatın değerini gören Mediciler Floransa’da “sanat”; toplumsal ilişkilerin kaynağı olarak günlük yaşamla iç içe, güzel bir eklenti. Bunda görme yetisi çok gelişmiş sanat seyircisi/tüketicisinin de önemi çok büyük. Bazı sanat tarihçileri, resimde “perspektif”in ortaya çıkışını bile ticaret ve tüccarlara bağlıyor. Onlara göre gemilere yüklenecek mallar için “ne tür ve ne miktarda ambalaj gerekeceğini bir bakışta gözüyle ölçüp, malzemenin boyut ve miktarını doğru hesaplayabilen” tüccarların görme yeteneği, resimde “perspektif”i doğurmuştu! İtibarlı, onurlu, hem de kârlı bir geleceğin sanattan ve bilimden geçtiğini en doğru gören ise Medici ailesiydi. Bu yüzdendir ki Amerigo Vespuci’den Galileo’ya, Dante’den Machiavelli’ye, Botticelli’den Leonardo da Vinci’ye, Vasari’ye kadar çok geniş bir alanda ürün veren dehalar bunu onlar sayesinde yapabilmiş. 300 yıl sanata destek olan aileyi yalnız İtalya’nın değil, Avrupa’nın en zengin ailesi kılan ilk kişi de Giovanni di Bicci de Medici. Medicilerin sahneye ilk çıkışları: Cosimo ve Piero Floransa’ya yerleşen Mediciler’den Giovanni’nin oğlu Cosimo il Vecchio (1389- 1464), antik eserler ve küçük objeler koleksiyonu yapan, sunak resmi siparişleri ile kiliseyi de hoşnut eden ilk Medici. Cosimo, bunların yanısıra, Floransa’daki San Marco Manastırı’nın restorasyonuna 40 a glance the size and quantity of goods to be loaded onto ships and accurately calculating through the naked eye “the kind and amount of packaging that would be needed for that purpose” was at the origin of the introduction of “perspective” into the art of painting. The Medici Family has duly recognized the value of art and science as precious vectors of a respectable, honourable, as well as profitable future. This is why geniuses delivering their products in a vast array of domains, ranging from Amerigo Vespucci to Galileo, from Dante to Machiavelli, from Botticelli to Leonardo da Vinci, to Vasari, were able to achieve their accomplishments thanks to the patronage of the House of Medici who constantly supported the arts for three hundred years. The member of the dynasty who elevated the family to the rank of, not only Italy’s but whole Europe’s wealthiest family, was Giovanni di Bicci de Medici, through his creation of the Medici Bank. The debut of the Medici: Cosimo and Piero Giovanni’s son Cosimo il Vecchio (Cosimo the Elder: 1389-1464) whose initial interest in art was to collect ancient artefacts and small objects, enchanted the church by placing orders for altar paintings. Cosimo provided financial support for the restoration of the Monastery of San Marco in Florence, commissioned the construction of a palace and numerous works of art for that palace, including the statue of David by Donatello and the Battle of San Romano panel by Uccello. Cosimo, who was known for his refined taste in art matters and stood out through his intellectual personality, was immortalized in a mural painting at the Vecchio Palace by Giorgio Vasari, depicting him surrounded by writers and artists. The painting shows Cosimo in company of his contemporary authors and art masters, namely Fra Angelico, Donatello, Luca della Robbia, Ghiberti, Fra Flippo Lippi, Brunelleschi. Cosimo’s son Piero (1416 - 1469) continued the tradition of patronage of the arts and developed the collection. Piero was mostly interested in small-sized art objects and gathered the whole collection in one room. This private museum called Scrittoio was occasionally opened to only high calibre visitors at that time. Besides smaller objects of art, this “curiosity cabinet” was full of classical sculpture pieces, jewellery, books and manuscripts with miniatures, canvas paintings and sacred objects, maps, and scientific curiosity objects. Lorenzo the Magnificent The art patronage tradition of the family reached its peak in the 15th century during the time of Piero’s son Lorenzo de Medici (1449 1492). Lorenzo who received a serious education in the field of arts together with his brother Giuliano (1453 - 1478) was a poet himself. Lorenzo, who was surrounding himself with a myriad of writers and humanists, has shown great interest in painting, sculpture and architecture. Popularly referred to as “Lorenzo the Magnificent”, he was immortalized on a mural VASARI KORİDORUNUN TANIKLIKLARI Mediciler, Pitti Sarayı’ndaki ikametgahlarından, hükümet başkanlığının bulunduğu Vecchio Sarayı’na rahat ve güven içinde gidip gelmek için yapımına Vasari’nin başladığı ve bugün Uffizi Galeri’ye bağlı olan bu geçidi kullanırmış. 8 Şubat 2014’de yeniden ziyarete açılan bu koridorun tanıklıklarından: • Medicilerden Cosimo I, Vecchio Köprüsü’ndeki dükkanların üstünden geçen 1 km’lik geçidin inşaatını, oğlu Francesco I’in düğününe yetişmesi için 5 ayda tamamlatmış ve düğün 18 Aralık 1565’de burada kutlanmış. • Vecchio Köprüsü’nde, şimdi kuyumcuların bulunduğu pencereli dükkanlarda, eskiden atıklarını doğrudan Arno Nehri’ne atan kasaplar varmış. Vasari Koridoru tam da o dükkanların üzerinden geçtiği ve Medicilerden I. Ferdinando bu görüntü ve kokudan rahatsız olduğu için 1593’de kasaplar çıkarılmış, yerlerini kuyumcular almış. • Geçit inşa edilirken, köprünün üstündeki kulelerin içinden geçebilmesi için buralarda oturan ailelerden zorla da olsa izin alınmış. Manelli ailesi izin vermemekte direnince, Vasari, geçiti köprünün Bardi ve Guicciardini caddeleriyle buluştuğu uçta bulunan Manelli kulesinin etrafından dolaştırmak zorunda kalmış… Testimonies of the Vasari Corridor The Medicis were using this elevated tile-roofed passageway for commuting between their residence at the Pitti Palace and the seat of the government at the Vecchio Palace in a safe and comfortable manner. The corridor, running from the Uffizi across the Ponte Vecchio on its way to link Palazzo Pitti, was designed by Giorgio Vasari, and its construction was started during his lifetime, hence its name. Following a period of restoration, the Vasari Corridor was reopened to visitors recently on 8th February 2014. • Cosimo I of Medici ordered the completion of the construction of the 1 km long passageway, built above the shops located at the Vecchio Bridge, within five months so as to be ready for the wedding ceremony of his son Francesco I, which indeed took place there on 18 December 1565. • The current jewellery stores with windows opening up onto the Arno River on the Vecchio Bridge were originally butcher shops from where butchers were throwing out their waste into the river. Due to the bad smell and visual pollution they caused directly below the Vasari Corridor, the butcher shops were closed in 1593 by order of Ferdinando I de’ Medici and replaced by jewellery stores. • Authorizations were obtained, albeit forcibly, from the families inhabiting the towers at the Vecchio Bridge in order to allow the passageway to pass through these towers. When the Manelli Family resisted the requisition, Vasari was forced to build the Corridor in such a way as to circumvent the Manelli Tower located at the extremity of the bridge situated at the intersection of the Bardi and Guicciardini streets. Uffizi ile Pitti Sarayını bağlayan Vasari Koridoru (en üstte), Vecchio ile Uffizi’yi bağlayan kemer (sol üstte), Ponte Vecchio’dan Koridor’a bakış (sol altta) ve Ponte Vecchio’da dükkanlar (en alt). The Vasari Corridor linking Uffizi to Pitti Palace (top); Vasari Corridor segment connecting Palazzo Vecchio to Uffizi (top left); the Corridor seen from the Ponte Vecchio (bottom left) and the shops on Ponte Vecchio (bottom). 41 destek olup, bir saray ve bu saray için aralarında Donatello’nun David heykeli ve Uccello’nun San Romano Savaşı panosunun da bulunduğu çok sayıda eser siparişi vermiş. Toplum içinde zevkleri ve aydın kimliğiyle sivrilen Cosimo, Giorgio Vasari’nin Vecchio Sarayı’ndaki “Etrafında Yazar ve Sanatçılarla Cosimo il Vecchio” adlı duvar resminde ölümsüzleştirilmiş. Resimde Cosimo’nun çevresi Fra Angelico, Donatello, Luca della Robbia, Ghiberti, Fra Filippo Lippi, Brunelleschi gibi dönemin önemli yazar ve sanatçılarıyla çevrili. Cosimo’nun oğlu Piero da (1416-1469) sanat koruyuculuğu geleneğini sürdürmüş ve koleksiyonu geliştirmiş. Piero, daha çok, küçük boyutlu sanat nesnelerine ilgi göstermiş ve tüm koleksiyonu bir salonda bir araya getirmiş. Scrittoio denilen ve o zamanlar yalnızca en saygın ziyaretçilere açılan bu özel müze, küçük objelerin yanısıra, klâsik heykel parçaları, mücevherat, kitaplar ve minyatürlü yazmalar, tuval resimleri ve kutsal objeler, harita ve bilimsel merak nesneleriyle doluymuş. Bu gibi koleksiyonların bulunduğu, ilkel müze-odalara mekânlara “merak kabineleri” de deniliyor... Gozzoli’nin freskosundan bir detay, at üstünde genç Lorenzo de Medici (üstte), San Lorenzo Bazilikası içi (sağ üstte), Michelangelo’nun 1518’de yaptığı bazilikanın cephe çizimi ile ahşap maketi. A detail from Gozzoli’s fresco showing young Lorenzo de’ Medici on horseback (above); Interior of the San Lorenzo Basilica (top right); façade drawing and wooden model designed by Michelangelo in 1518, which remained unexecuted. MICHELANGELO’NUN VEFA BORCU VE MEZARDAKİ MEDİCİLER Lorenzo’nun büyütüp okuttuğu Michelango, Lorenzo ile kardeşi Giuliano’nun lahitleri için Medici Şapeli’nde iki anıtsal heykel grubu yapmış. Oturan figürler onları temsil ediyor. Yüzüne miğferlerin gölgesi düşen Lorenzo, elinde komutanlık asasını tutan ise Giuliano. Heykellerin ayaklarının altında gece ve gündüzü temsil eden figürler var. Bir kadın görünümünde olan “Gece” rahatsız bir uykuda gibi. Herkül yapılı “Gündüz” omuzundan ona bakıyor. Lorenzo’nun lahdi üzerinde de uykuyla uyanıklık arasında bulunan iki figür var. Erkek figür akşamı, kadın figür sabahı temsil ediyor. 42 Michelangelo’s loyalty and the Medici Tombs painting by Ottavio Vannini at the Pitti Palace, depicting him, like his grandfather Cosimo, surrounded by artists including Michelangelo. Michelangelo was 15 years old when he joined the school of sculpture established by Lorenzo in the courtyard of his own palace. Noticing young Michelangelo’s outstanding talent, Lorenzo took a personal interest in the training of this student whom he accommodated in his palace for four years. As a matter of fact, Michelangelo later designed, among other, the famous Laurentian Medici Library and the New Sacristy at the Medici Chapel, where Lorenzo who died in 1492, and his brother Giuliano are buried... Lorenzo Medici has opened arms to numerous artists including Botticelli, Verrocchio, Leonardo da Vinci, Giuliano Sangallo and many more. On the other hand, by sending Leonardo da Vinci to Milan, Verrocchio to Venice, Benedetto da Maiano to Naples, Botticelli and Signorelli to Rome, Lorenzo was not only promoting Florence’s glory, but he was also initiating the practice of official art patronage which was going to gain a greater importance in the ensuing centuries. Michelangelo, who was brought up and educated as a protégé of Lorenzo the Magnificent, sculpted two groups of monumental statues glorifying the sarcophagi of Lorenzo and his brother Giuliano at the Medici Chapel. The seated figures represent Lorenzo and Giuliano. The statue with the shadow of the helmet falling on his face represents Lorenzo, whereas the figure holding the commander’s sceptre in his hands represents Giuliano. Under the feet of the statues are figures representing night and day, and dusk and dawn. Below Giuliano’s statue, the night is depicted as a woman who seems in an uncomfortable sleep. The “day” embodied by a Hercules-like statue looks at her over his shoulder. Lorenzo’s tomb is also adorned with two figures, between sleep and wakefulness, the male representing dusk and the female representing dawn. Muhteşem Lorenzo Ailenin sanat koruyuculuğu 15. yy’da, Piero’nun oğlu Lorenzo de Medici’yle (14491492) iyice gelişmiş. Kardeşi Giuliano (14531478) ile birlikte çok iyi bir sanat eğitimi alan, kendisi de bir şair olan Lorenzo, etrafına pek çok edebiyatçı ve hümanisti toplarken resim, heykel ve mimariye de ilgi göstermiş. Halkın “Muhteşem Lorenzo” diye andığı Lorenzo’nun bu yanını Pitti Sarayı’ndaki duvar resmi ile ölümsüzleştiren de Ottavio Vannini olmuş. Lorenzo, bu resimde aynı büyükbabası gibi, etrafı sanatçılarla çevrili olarak resmedilmiş ve bu sanatçılar arasında Michelangelo da var. Michelangelo, Lorenzo’nun kendi saray bahçesinde kurduğu heykeltraşlık okuluna gelip yeteneği ile kısa zamanda öne çıkan, daha 15 yaşında bir öğrenci iken, Lorenzo onu sarayına alıp 4 yıl yakından ilgilenmiş. Nitekim Michelangelo, sonradan ünlü Medici Kitaplığı’nın, Medici Şapeli ve Mezarlığı’nın da yaratıcısı olmuş, 1492’da ölen Lorenzo ile kardeşi Giuliano, Michelangelo’nun yaptığı Medici Şapeli’ne gömülmüş… Lorenzo Medici, aralarında Botticelli, Verrocchio, Leonardo da Vinci, Giuliano da Sangallo’nun da bulunduğu daha pek çok sayıda sanatçıya kucak açmış. Öte yandan, Leonardo da Vinci’yi Milano’ya, Verrocchio’yu Venedik’e, Benedetto da Maiano’yu Napoli’ye, Botticelli ve Signorelli’yi Roma’ya göndermiş. Böylece bir taraftan Floransa’nın propagandasını yaparken sonraki yüzyıllarda önemi artacak resmi “sanat patronluğu”nu da başlatmış. Ailenin yükselişi ve sonu Ailenin yükselişi, Muhteşem Lorenzo’nun ikinci oğlu Giovanni’nin (1475-1521), X. Leo olarak papalık görevine gelmesi ile doruğa varmış. X. Leo, babası Lorenzo gibi, sanata büyük tutku duyarmış. Lorenzo’nun torunu, Lorenzo di Piero de’ Medici (1492-1519),1513-19 arasında Floransa’ya hükmetmiş ve aynı zamanda 1516-1519 yılları arasında da Urbino Dükü olmuş. Machiavelli, Il Principe (1513: Prens) adlı ünlü yapıtında ona seslenmiş ve bütün ülkeyi silahlandırıp yabancı işgalcileri kovarak İtalya’da birliği sağlamasını öğütlemiş. Medici Ailesi’nin genç kolundan Pier Francesco’nun oğlu Lorenzino de Medici de çok sayıda oyun yazmış. Floransa’da Medici soyunu güçlendiren Cosimo I(1537-1574), önce Floransa Dükü, ardından da Toskana Grandükü olmuş. Uffizi Galeri ve ardından bugün Vasari Geçidi denilen koridorun kurulması da onun projelerinden. 17. yy. başlarında Kutsal Roma Cermen İmparatoru II. Ferdinand’ın kızkardeşi Maria Magdalena ile evlenen Cosimo II, ailenin sanata ve bilime olan geleneksel yakınlığını sürdürmüş. Cosimo II’nin oğlu Francisco de Medici, babasının eğitmeni Galileo’yu Pisa Üniversitesi’nin matematik profesörlüğüne tayin etmiş, bilime ve sanata destek vermeyi sürdürmüş. Son hanedan mensuplarının kötü yönetimi ile bölgede baş gösteren ekonomik çöküntü ise Mediciler’in sonunu getiren iki önemli etken olmuş... ENTELEKTÜEL MEDİCİLER’İN KRALİÇE KIZLARI • Piero’nun torunu Catherine de Medicis Fransa Kralı II. Henri ile evlenerek Fransa Kraliçesi olmuş. Louvre’un müzeye dönüşümüne yardım etmiş. • Francisco’nun kızı Maria, IV. Henri ile evlenerek Fransa Kraliçesi olmuş. Luxembourg Müzesi’nin kuruluşunda rol oynamış. • Maria’nın kızları ise İspanya ve İngiltere kraliçeleri olmuşlar. Family’s rise and decline The rise of the family has peaked when Cardinal Giovanni (1475-1521), the second son of Lorenzo was elected to the Papacy, becoming Pope Leo X. Pope Leo X was a passionate amateur of the arts like his father Lorenzo. Lorenzo the Magnificent’s grandson, Lorenzo di Piero de’ Medici (14921519) was the ruler of Florence from 1513 to his death in 1519 and Duke of Urbino from 1516 to 1519, to whom Niccolò Machiavelli addressed his treatise The Prince, counselling him to accomplish the unity of Italy by arming the whole nation and expelling its foreign invaders. Pierfrancesco II de’ Medici’s son Lorenzino de ‘Medici, from the junior branch of the Medici family, was a writer who authored the play Aridosio, which gained him notable critics. Cosimo I the Great (1519 –1574) was the second Duke of Florence (1537 -1569), and first Grand Duke of Tuscany (1569- 1574). Cosimo was from the junior branch of the family descending from Lorenzo the Elder, younger son of Giovanni di Bicci, and had previously lived in Mugello. But he proved strong-willed, astute and ambitious and became the most outstanding figure of the 16th century Medici. Through his military victories and political moves, he firmly reinforced the power of the Medici in Florence. He was also an important patron of the arts, like his ancestors. The Uffizi and the Vasari Corridor are among his best-known projects. At the dawn of the 17th century, his grandson Cosimo II married the sister of Holy Roman Emperor, Ferdinand II of Habsburg, Archduchess Maria Maddalena. He is best remembered as the patron of Galileo Galilei, who was his childhood tutor. His son Francesco appointed Galileo professor of mathematics at the University of Pisa and continued to support the arts and sciences. The weakness of the last rulers and the changing power structures in Europe brought the reign of the dynasty to an end in 1737. Queen Daughters of the Intellectual Medici • Piero’s granddaughter Catherine de’ Medici became Queen of France by getting married to King Henri II of France. She helped transform the Louvre Palace into a museum. • Francesco I’s daughter, Marie de’ Medici became Queen of France by getting married to King Henri IV of France. She played a role in the establishment of the Museum of Luxembourg. • Marie’s daughters became Queens consort of Spain and England. Catherine ile II. Henri’nin düğün tablosu (sol üstte), Catherine de Medici (üstte) ve Düşes Maria Maddalena, Dük Cosimo II (sağda). Wedding of Catherine de’ Medici and Henri II (top left), Catherine de’ Medici (above) and Archduchess Maria Maddalena with Duke Cosimo II (right). 43 Shutterstock Mimari Architecture içinde bulunduğu ortam dahil neresinden ölçülürse ölçülsün, mantıklı gerekçeleri olan, birbiriyle ilintili, altın oran ve diğer katsayılarla yapılmış hesaplamalarla kurgulu... bu özellik de ancak mimar sinan’ın yaratıcı dehası ile açıklanabiliyor! SULEYMANIYE MOSQUE From whichever point it is measured, including the environment it is located in, it is built in agreement with all possible calculations, having relation with each other and having logical justifications in line with the golden ratio and other parameters... And this feature can only be explained with the creative genius of Architect Sinan! 46 SÜLEYMANİYE CAMİİ “...Bulutlar telâş içinde bastırıyordu; ardı arkası kesilmiyordu… Bitip tükeniyordu güneş… Yükseklerde pembeleşmeye başlamıştı herşey. Şu unutulmaz şeyi gördüğümdeyse yüzlerce gemi geçmiş olmalıydı: Süleymaniye koyu renkli kumaşlara sarılmış olarak, tatlı bir pembelik içinde ortaya çıktı. Bir an için pembe tülbentlere sarılı lacivert iken, hemen sonra granit soğukluğunda kaymaktaşı gibiydi. Bir kaybolup bir görünüyordu, bütün atmosfer de pembe ışıltılar içindeydi… “ Le Corbusier, 1911 “... The clouds were pushing down in haste; one after the other... The sun had vanished away... Everything above started to turn into pink. And as I saw this unforgettable thing hundreds of ships should have passed away: Suleymaniye emerged in sweet pink been wrapped in dark coloured fabrics. Once it was indigo wrapped in pink muslin just then it was as if made of alabaster in the coldness of granite. It was once visible and then invisible, all the atmosphere was in pink blinks...” Le Corbusier, 1911 47 üleymaniye Camii ve Külliyesi... “Zamanın filozofu, yapı sanatının keskin kılıcı. Görselerdi, Aristoların da candan müridi olacağı o seçkin kişi!” Kanuni’nin bu sözlerle övdüğü Mimar Sinan ve onun Kanuni Sultan Süleyman için yaptığı muhteşem eser! Kanuni Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a 1550-1557 yılları arasında yaptırdığı cami ve külliye, İstanbul’daki Selâtin Cami (Osmanlı padişahlarının ve valide sultanların kendi adlarına yaptırdıkları camiler) ve külliyelerinin beşincisi. Ancak Süleymaniye Camii ve Külliyesi birinci derecedeki önemini hâlâ koruyor. İşte bazı nedenler: Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ sanatındaki pek çok dalı taşıyıp simgelerken, dönemin yapı teknolojilerinin hayret uyandırıcı yüksek düzeyini belgeliyor. Tarihi yarımadada Marmara ve Haliç’e hâkim konumuyla İstanbul silüetine 7 yıl gibi kısa bir sürede sağladığı anıtsal ve estetik katkı hayranlık uyandırıyor. Mimar Sinan’ın yaratıcı tasarım zekâsının, sadece buraya has tasarım ve mühendislik çözümlerini barındırıyor. Ayasofya ile çok kıyaslandığı halde taşıyıcı sistemi, dış dünya ile her düzeyde ilişkili mimarisi, bezeme ve aydınlatması ile ondan tümüyle farklı sayılıyor. İnanç, toplumsal dayanışma, eğitim, sağlık, konaklama, ticaret kurumu işlevlerine aynı anda sahip.... Bütün bu özellikleri ve daha fazlasıyla 1985’de UNESCO tarafından da bir uluslararası koruma altına alınıyor. Bir Dünya Kültürel SIT Alanı: Süleymaniye UNESCO’nun 1985’de “İstanbul’un Tarihi Alanları” üst başlığı altında uluslararası koruma altına aldığı alan, Haliç’e hâkim bir tepe üzerindeki Süleymaniye Külliyesi ve çevresi ile Zeyrek Camii (Pantakrator Kilisesi) ve çevresindeki tarihi dokuyu da kapsıyor. İstanbul’un ayakta kalabilmiş en eski Doğu Roma anıtlarından, Bozdoğan (Valens) Kemeri’nin önemli bir bölümü, Kalenderhane ve Vefa Kilise Camii (Molla Gürâni Camii) olarak tanınan Akataleptos ve Aya Theodorus kiliseleri, birçok tarihi sarnıç ve mahzen... Fatih Sultan Mehmet’in kurduğu Eski Saray da bölgenin hemen yanında bulunuyor. Gerek kamusal yapıları, gerek sivil mimari örnekleriyle yaşayan bu doku, bulunduğu topoğrafyayla uyumu nedeniyle dönemin şehircilik anlayışı açısından da önem taşıyor. Türkiye’deki 600 bin yazma eserin DÖRT PEMBE SÜTUN VE MÜCEVHERLİ MİNARE Mimar Sinan inşaat başlamadan önce Ezine, Marmara Ereğlisi, Bozcaada, İzmit, Mut, Silifke, Filistin, Gazze, Lübnan gibi imparatorluğun farklı coğrafyalarındaki taş ocaklarından gelen sayısız taş, mermer örneği ve sütunu, Sofya’dan gelen demirleri, kurşunları araziye depolamış. Bu durum kendinden önceki uygarlıkları kapsama ve çok geniş bir coğrafyaya hükmetmenin işaretleri kabul ediliyor. Süleymaniye Camii içindeki 9 m yükseklik ve 114 cm çapındaki 4 pembe sütun da Topkapı Sarayı, Vefa tarafındaki Kıztaşı, İskenderiye ve Lübnan-Baalbek’deki Jüpiter tapınağından getirilmiş. Süleymaniye Camii’nde avlunun hemen solunda ve daha küçük boyuttaki “Cevahir Minaresi” ise bir Evliya Çelebi rivayetine dayalı. İnşaatın uzaması nedeniyle mali sıkıntı çekildiğini düşünen İran Şahı Tahmasb Han, Kanuni Sultan Süleyman’a inşaatın devamı için elmas ve değerli taşlar göndermiş. Sultan Süleyman buna öfkelenerek, taşları Mimarbaşı Sinan’a vermiş. Sinan bunları parçalatıp işte bu minarenin taşları arasına yerleştirmiş. Güneş altında çok parıldaması da bu yüzden! 48 The Suleymaniye Mosque and its Complex... “The philosopher of his time and the sharp sword of the art of construction. This esteemed personality would be followed voluntarily by Aristotle and his contemporaries if they had lived in the same era!” Architect Sinan was praised by these words of the Lawgiver and the artefact he built for the Lawgiver, Suleiman the Magnificent! The mosque and its complex that Lawgiver Suleiman the Magnificent ordered Architect Sinan to built, constructed between 1150-1557, is the fifth Selatin mosque (Mosques commissioned by the Sultans and Mother Sultans in their names). But the Suleymaniye Mosque and its Complex still preserves its importance of premier degree. Here are some reasons: The Ottoman Empire, while symbolising and carrying forward many branches of the Art of the Classical also documented the amazingly high level of the construction technologies of the period. The monumental and aesthetic contribution devoted in such a short term as 7 years, to the silhouette of Istanbul at the historical peninsula, dominating the Marmara and the Golden Horn, evokes admiration. It houses the design and engineering solutions of Architect Sinan’s creative wit only special to this edifice. Although it is compared frequently with St. Sophia, it is assumed to be completely different with its base system, architecture in refined relation at every level with the outer world, its decoration and illumination. It has belief, social solidarity, education, health, accommodation, commercial institute functions at the same time... With all these features and more it was taken under international protection by UNESCO in 1985. Suleymaniye: A World’s Cultural Protection Area The area that has been taken under protection in 1985 by UNESCO under the main heading, “Historical Zones of Istanbul” covers the Suleymaniye Mosque and its Complex located at the top of a hill dominating the Golden Horn and the Zeyrek Mosque (Pantokrator Church) and its surrounding texture. An important part of Bozdoğan (Valens) Aqueduct, one of the oldest East Roman monuments that could stand against time in Istanbul, Kalenderhane, Akataleptos and St. Theodorus churches that are now called Vefa Church Mosque (Molla Gürani Mosque), a lot of cisterns and cellars... And the Old Palace that was set up by Sultan Mehmet the Conqueror is just next to the region. This texture that lives with its public constructions as well as civil architecture carries importance as its urbanisation concept, with the harmony to the topography it stands on. Two libraries that hold 1/6 of the total FOUR PINK COLUMNS AND THE MINARET WITH JEWELS Before starting the construction Architect Sinan stored in the construction area innumerable number of stones and columns that were brought from stone quarries from different geographies of the empire such as Ezine, Marmara Ereğli, Bozcaada, Izmit, Mut, Silifke, Palestine, Lebanon together with iron and lead that came from Sofia. This situation is interpreted as involving the previous civilisations and assumed as signs to dominate a very vast geography. The four pink columns that are inside Suleymaniye Mosque with 9 m heights and 114 cm diameters were brought from the Topkapi Palace, Kıztaşı of Vefa vicinity, Jupiter Temple at Alexandria and Lebanon-Baalbek. At Suleymaniye Mosque right at the left in the court there is a smaller, “Cevahir (jewellery) Minaret” whose story is from Evliya Çelebi. The Shah Tahmasb of Iran who thought that money shortage is the reason for the unfinished mosque, he sent diamonds and valuable gems to Sultan Suleiman for the continuation of the mosque construction. Sultan Suleiman in fury gave the stones to Chief Architect Sinan. Sinan placed these stones, after braking them into pieces, among the stones of this minaret. That’s why it sparkles under sunlight. altıda birine sahip el yazması kütüphanelerinden ikisi; Süleymaniye ve Nadir Eserler Kütüphaneleri de keza bu alan içinde bulunmakta. 600 thousand handwritten artefacts are also in this area: in Suleymaniye and Nadir Eserler (unique works of Art) Libraries. Süleymaniye Külliyesi Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü dönemi 16. yy. ortasında, Kanuni Sultan Süleyman, Şehzade Mehmet ve kendi adını yaşatacak iki büyük külliye için bu alanı seçmiş. Şehzadebaşı; Fatih ve Beyazıt külliyeleri arasına, Beyazıt-Edirnekapı ekseninde, Haliç ve Marmara’ya bakan eğik platoya kurulmuş. Döneminde kent yaşamının toplumsal odağını oluşturan Süleymaniye, Osmanlı dünyasının ikinci büyük külliyesi ve en büyük vakfı. Değişik kotlarda büyük payanda duvarlarla destekli teraslara oturan külliyede 15 bölüm var: Cami, Rabi, Salis, Evvel, Sani ve Tıp Medreseleri, I. Süleyman ve Hürrem Sultan Türbeleri, Türbedar Odası, Bimarhane, Darüzziyafe, Darülhadis Medresesi, Tabhane, Mimar Sinan Türbesi ve Hamam. Mimar Sinan’ın kentsel tasarım açısından da ulaştığı mimari düzen anlayışının en gelişkin örneği olan Külliye, devletin en büyük harcama kalemini oluşturması, 3000 dolayındaki işçisiyle “yapımında ordu dışındaki en çok insanı örgütlemesi” açısından da önemli. Mimar Sinan’ın harç için kullanılan yumurta sayısından, çalışanların ücretlerine kadar her kuruşu belgelediği inşaat defterleri ise şimdi birer uygarlık ansiklopedisi sayılıyor. The Suleymaniye Complex In the middle of 16th century, when the Ottoman Empire was at its most powerful period, Lawgiver Sultan Suleiman chose this area for the two complexes that would keep Lawgiver Sultan Suleiman and Şehzade (Sultan’s son) Mehmet names alive. Şehzadebaşı was set up between Fatih and Beyazit complexes, at the axis of Beyazit-Edirnekapı, on an inclined platform dominating the Golden Horn and the Marmara. Suleymaniye that constituted the social focus of the city life in its period is the second biggest complex of the Ottoman world and the greatest foundation. The complex has 15 sections resting on terraces leaning on great supporting walls at different levels: Mosque, Rabi, Salis, Evvel, Sani and Madrassah of Medicine , Shrines of Suleiman I and Sultan Hurrem, tomb keeper’s room, Hospital (old Turkish hospital), Darüzziyafe (gate to feast), Madrassah of Darülhadis (to teach Mohamed), Tabhane (Guesthouse), Shrine and Bath of Architect Sinan. The Complex, where Architect Sinan reached from the point of urban design concept, is the most developed sample of architectural layout which constituted the greatest expenditure item of the state is also important for employing almost 3000 workers in its construction: “the second most crowded human organisation after the army”. The registers in which Architect Sinan documented every kurus spent, from the number of eggs used for mortar to the workers’ fees are now assumed to be the encyclopaedias of the civilisation. Süleymaniye Camii Süleymaniye Camii’nin dış tasarımı dikdörtgen prizma bir altyapı üzerinde; yarım küreler, silindirler, kemerler ve ana kubbe gibi yalın çizgili, geometrik ve sanatsal bir oluşum. Le Corbusier, bunu “kare, küp ve küreden oluşan basit bir geometri ile büyük kütlelerin yönetilmesi” olarak nitelendiriyor. Esasen Süleymaniye Camii içinde bulunduğu ortam dahil neresinden ölçülürse ölçülsün, mantıklı gerekçeleri olan, birbiriyle ilintili, altın oran ve diğer katsayılarla yapılmış hesaplamalarla dolu. Bu özellik de ancak Mimar Sinan’ın yaratıcı dehası ile açıklanabiliyor. Cami, deprem mühendisliği, akustik, havalandırma ve kullanım rahatlığı veren ince ayrıntılarıyla Suleymaniye Mosque The outer design of Suleymaniye Mosque sits on a rectangular prismatic base; plain lined geometric and artistic formation such as hemispheres, cylinders, arches and the main dome. Le Curbosier describes this as, “conducting huge masses with simple geometry constituted by square, cube and spheres.” In fact Suleymaniye Mosque, including the environment it is located in and from whichever point it is measured; it is built in agreement with 49 LE CORBUSIER’NİN GÖZÜYLE SÜLEYMANİYE Adı Charles- Edouard Jeanneret Gris. İsviçreli bir saatçinin oğlu. Le Corbusier takma adıyla dünyaca tanınan sanatçı ve mimar. 1911 sonlarında Balkanlar üzerinden Osmanlı İmparatorluğu’na gelmiş. Yol boyunca tuttuğu notlar ve çizimleri sonradan “Şark Seyahati” başlığıyla 1966 yılında Paris’te kitap olarak yayımlanmış. Alp Tümertekin’in çevirisiyle İş Bankası Kültür Yayınları’nda çıkan kitapta Le Corbusier’in Süleymaniye’den de çok etkilendiği görülen bölümleri paylaşıyoruz. ...İstanbul sıkışık bir yerleşme. Fanilerin evleri ahşaptan, Allah’ın bütün evleriyse taştan... Hemen her gece yangın çıkıyor... Bu kentin dört yılda bir deri değiştirdiği de söyleniyor! Hanlarla çevrili büyük camiler ayakta kalıyor yalnız. Alevler okşarken, Allah’ın yara almaz mabedleri olan camiler her zamankinden daha esrarlı birer kaymaktaşı gibi parlıyorlar. ... Camiler... Yüzü Mekke’ye dönük sessiz bir yer gerekir. Burasının insanın yüreğinin rahat edebileceği kadar geniş, duaların soluk alabileceği kadar yüksek olması gerekir. Bol, ama yaygın bir ışık gerekir ki gölge düşmesin hiçbir yere, ayrıca bir bütün olarak da kusursuz bir basitlik gerekir; biçimlere bir tür uçsuz bucaksızlık sinmiş olmalı. ...Arka planda bir yükseltinin tepesinde, bir “sfenks” gibi belirdi Süleymaniye; sayılamayacak kadar çok kervansarayla, yüz kadar da cami yapmış olan o adamın elinden çıkmış bu heybetli cami de. Türbenin yanında bir de okul vardı; bir vakıftı herhalde. Yol, karanlık revaklar arasından uzayıp gidiyordu; Türk’ün gündüz vakti, sokağa açılan hayatı buralarda kaynaşıyordu...” SULEYMANIYE THROUGH THE EYES OF LE CORBUSIER Wikipedia His name is Charles-Edouard Jeanneret Gris. Son of a Swiss watchmaker. A worldwide known artist and architecture under the nick name Corbusier. He came to the Ottoman Empire from the Balkans at the end of 1911. The notes and drawings he wrote down were published as a book in 1966 in Paris with the title, “Travel to the East”. We are sharing with you the parts of this book, translated by Alp Tümertekin and published by Is Bank Cultural Publications, where Le Corbusier is very affected by Suleymaniye. ... Istanbul is a crowded settlement. Mortal houses are made of wood, whereas God’s houses are made of stone... Almost every night outbreaks a fire... They say that the city changes skin every four years! Only great mosques surrounded by inns survive. While the flames caress the mosques, the non-damageable temples of God, they are not hurt and sparkle more mysteriously then ever as alabasters. ... Mosques... A silent place facing Mecca is required. It should be wide enough to ease the heart of a human, high enough to let praying breathe. There should be plenty of light, but wide as well so that no shadow would fall down on the floor, besides, on the whole a perfect simplicity is required; a kind of limitlessness should cower in manners. ... Suleymaniye appears like a sphinx at the background on top of an elevation; this heavenly mosque is as well the work of a man who made innumerable numbers of caravanserais and almost a hundred mosques. Adjacent to the shrine there is a school; probably belonged to a foundation. The road was dark and going along porticos; life of Turks that were opened to the roads in daylight were socialising in these places...“ 50 21. yy’da bile bilimsel çevrelerde önemli bir araştırma konusu. Dört fil ayağının taşıdığı kubbesi 53 m yüksekliğinde, 27,5 m çapında. Bu yükseklik, kubbe çapının da iki katı. Ana kubbe, doğu ve batıda iki yarım kubbe ile destekleniyor. Kuzey-güney yönünde ise duvarlarında pencereler açılmış kasnak kemerleri var. Toplam 138 penceresi ile Süleymaniye’de iç mekân sürekli aydınlık, dış dünya ile iletişim içinde ve yapının bütün köşeleri içerden görülebiliyor. İç mekân bezemeleri; vitraylar, çini kaplamalar, kalem işleri usta işi olmakla birlikte abartısız. Anıtsal Taç Kapısı, Şadırvan ve İs Odası Süleymaniye Camii’nin iç avlusu, ana mekân kadar görkemli. Dört köşesinde cami kütlesine bitişik birer minare var. İkisi üçer şerefeli ve 76 m yüksekliğinde, kuzey köşesindeki diğer iki minare ise ikişer şerefeli ve 56 m yüksekliğinde. Boyut farkı nedeninin, Sinan’ın yapıyı uzaktan da bütünüyle görülür kılması olduğu ileri sürülüyor. Son cemaat yeri, 8 sütun üzerinde yükselen 9 kubbe ile örtülü. Avluyu üç yanından 19 revak kubbesi çevreliyor. Ancak ana girişindeki Taç Kapısı’nın önemli bir özelliği var. Sinan’ın başka hiçbir yapısında kullanmadığı bu özellik, Osmanlı mimarisinde de başka bir eserde yok! O da üç katlı ve anıtsal bir yapı biçiminde tasarlanmış olması. Bu yüzden ayrı bir bina gibi duruyor. Avludaki ikinci önemli öge ise ortasındaki dikdörtgen planlı Şadırvan. Çünkü Istranca derelerinden getirilen suyu, “doğal kule ilkesi” ile hava akımı yaratıp oksijenle arıtan, tarihin belki de ilk “içme suyu hazırlama istasyonu” özelliği taşıyor. Pirinç dövme lüleleri, oluklu demir dökümden yapılan ve hava akımını sağlayan cepheleri ile Şadırvan, bugün de hayranlık uyandırıcı. İs Odası ise hem işlevsel hem çevreci yaklaşım ürünü bir sistem. Caminin içinde yanan kandillerin isini toplayıp mürekkebe dönüştüren ve tamamen doğal havalandırma ile çalışan doğal bir siklon-baca sistemi. Bu sayede cami kubbesi kandillerin isi ile kısa sürede kararmadığı gibi, toplanan isten dönüştürülen mürekkep de bezemelerde kullanılmış. all possible calculations, having relation with each other and have logical justifications such as the golden ratio and other parameters. And this feature can only be explained with the creative genius of Architect Sinan! The mosque is an important research subject in scientific surroundings even in 21st century at each detail that creates user comfort, ventilation, acoustics and earthquake engineering. The dome that stands on four elephant feet has 53 m height and 27.5 m diameter. This height is exactly twice as much as the diameter of the dome. The main dome is supported by two hemispheres at the east and south. And at the north and south there are stretcher arches with windows in their walls. With a total of 138 windows the indoor of Suleymaniye is in continuous light, in communication with the outer world and all the corners of the construction can be seen from the inside. The indoor decoration: stained glasses, tile coatings, hand-carves are all of quality workmanship but without exaggeration. Monumental Crown gate, Sadirvan and Smoke Chamber The inner court of Suleymaniye Mosque is as magnificent as the main structure. At four corners there are minarets adjacent to the mosque’s mass. Two of them have two balconies each and 76 m high; the other two minarets at the north corner have two balconies each and are 56 m high. The reason for the difference in dimensions is, as stated, that Sinan wanted the mosque to be seen as a whole even from a distance. The narthex is covered by nine domes rising on 8 columns. The court is surrounded on three sides by 19 portico domes. But the Crown Gate at the main entrance has an important feature. Sinan did not use this feature in any other construction nor can you find in any other artefact in Ottoman architecture! That is three storeys designed in a monumental construction style. That’s why it stands like a building on its own. The second important element in the court is the rectangular planned sadirvan standing in the middle. Because it has a feature that could as well be the first “drinking water preparation station” in history that purifies water brought from the streams of the Istranca, with oxygen by creating an air flow with “natural tower principle”. Sadirvan is still amazing even today with its forged brass ringlets and faces made out of grooved cast iron providing air flow. And the smoke chamber has a system with both functional and environmentalist approach. It is a natural cyclone chimney system, operating completely with natural ventilation, which collects in the chamber the smoke from the candles burning in the mosque and turns it into ink. Thus the dome did not darken quickly and the ink obtained from smoke was used in decoration. 51 KÜLTÜR Culture DÜNYA MİRASI İnsanlığı bir araya getiren güzellikler UNESCO 1972 yılında aldığı kararla dünya üzerinde insanlık için üstün evrensel değere sahip kültürel ve doğal miraslar bulunan özel yer ve yapıları koruma altına almak için bir uluslararası sözleşme hazırlamıştı. Bugün içlerinde Türkiye’nin de olduğu 157 ülkeden 962 sit alanı koruma altında. WORLD HERITAGE Common treasures of mankind In 1972, UNESCO adopted an international convention aimed at the protection of cultural and natural heritage sites and structures of outstanding universal value to mankind all over the world. In this framework, 962 heritage sites from 157 countries including Turkey inscribed on the World Heritage List are currently under UNESCO protection. 52 İnsan, dünya üzerinde varolduğu günden bu yana üretiyor, yaratıyor, bazen yıkıp yeniden yapıyor. Yapılması yıllar süren muhteşem katedraller bazen bir top mermisiyle yerle bir oluyor ya da doğanın mucizesi olan bir orman, daha çok para kazanmak uğruna yok ediliyor. Ancak insanlar ne olursa olsun, gelecek kuşaklara karşı sorumluluğunun farkında. İşte bu yüzden tüm insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen değerleri ortak bir geçmiş olarak benimsemek, tanıtmak ve gelecek nesillere bu mirası aktarmak için UNESCO, 1972 yılında Paris’te toplanan 16. Genel Konferansı’nda “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme”yi kabul etti. Türkiye de bu sözleşmeyi on yıl sonra, 23 Mayıs 1982 tarihinde onayladı. Bu sayede Tunus’taki Susa Medinası’ndan Vietnam’daki Ha Long Koyu’na, Letonya’daki Riga Tarihi Merkezi’nden Moğolistan’daki Orhun Vadisi Kültürel Peyzajı’na pek çok alan dünyanın ortak çabalarıyla korundu, geliştirildi. UNESCO’nun “Dünya Mirası Olağanüstü Yerlerin Çok Satan Rehberi” adıyla yayımladığı kitap ise dünyadaki muhteşem güzellikleri bir arada sunuyor. Bol resimli, ayrıntılı açıklamalı bu kitabın önsözünü de UNESCO Genel Müdürü Irina Bokova kaleme almış. Bokova, Dünya Mirası Listesi’ndeki yerlerin insanları bir araya getiren, aynı dünyada yaşadığımızı hatırlatan çok önemli merkezler ve yapılar olduğunu belirtip, tüm dünya vatandaşlarını buralara davet ediyor. Dünya Miras Listesi’nde yer alma ölçütleri düzenli olarak güncelleniyor ancak listede yer alan her varlığın özgün olması ve bazılarını sayacağımız şu kriterlerden bir veya birkaçına uyması gerekiyor. Kültürel miraslar için: Yaratıcı insan dehasının ürünü olması, belli bir zaman diliminde veya kültürel mekânda, mimarinin veya teknolojinin, anıtsal sanatların gelişiminde, şehirlerin planlanmasında veya peyzajların yaratılmasında, insani değerler arasındaki önemli etkileşimi göstermesi, kültürel bir gelenek veya yaşayan ya da kayıp bir uygarlığın tek veya en azından istisnai tanıklığını yapması, insanlık tarihinin bir veya birden fazla anlamlı dönemini temsil eden yapı tipinin ya da mimari veya teknolojik peyzaj topluluğunun değerli bir örneğini sunması. Doğal miraslar için: Doğanın bir harikasına veya eşsiz bir güzelliğe ve estetik öneme sahip doğal alanlar olması, yaşamış canlıların kalıntıları, devam eden jeolojik olaylar ve yer şekillerinin gelişimi gibi dünyanın doğal tarihine ilişkin eşsiz önemde bilgilere sahip olması, ekolojik ve biyolojik olarak hâlâ bozulmamış bir karasal, denizel veya tatlı su ekosistemine veya önemli hayvan ve bitki topluluklarına ev sahipliği yapması, özellikle tehlikedeki veya bilim açısından önemli bir biyolojik çeşitlilik için en önemli ve en belirgin doğal habitatlara ev sahipliği yapması… Genel Müdür Bokova’nın da kitabın önsözünde dediği gibi UNESCO’nun temel amacı ortak mirası korumaktır. Bu amaç, kültürlerarası diyaloğa, halklar arasındaki uzlaşmaya ve toplumların sürdürülebilir kalkınmasına katkıda bulunmayı esas alır. Değişen bir dünyada dünya mirası, insanlığı birleştiren her şeyi temsil eder. Mankind has been producing, creating and sometimes destroying and rebuilding since the day it existed on this earth. Magnificent cathedrals which took many decades or even centuries to construct were sometimes destroyed by a single bombshell, or a forest sheltering the wonders of nature wiped out for the sake of economic interests. Nevertheless, the world community eventually became aware of its responsibility towards future generations. Against this background, the General Conference of the United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization (UNESCO), meeting in Paris at its seventeenth session, adopted on 16 November 1972, the text of an international “Convention Concerning the Protection of the World Cultural and Natural Heritage”, based on the principle that it is incumbent on the international community as a whole to participate in the protection and safeguarding of the cultural and natural heritage of outstanding universal value existing all over the world. Turkey ratified in 1982 that Convention aimed at adopting the values accepted as the common heritage of humanity as elements of a common history, and promoting and transmitting this heritage to future generations. In this framework, various sites around the world, from the Susa Medina in Tunisia, to the Ha Long Bay in Vietnam, the Historic Centre of Riga in Latvia, the Orkhon Valley Cultural Landscape in Mongolia and many other areas were protected and developed through the joint efforts of the world community. The book published by UNESCO under the title: “The World’s Heritage: The Bestselling Guide to the Most Extraordinary Places” offers a magnificent archive of the globe’s spectacular wonders. The Foreword to this lavishly illustrated book containing detailed annotations was authored by UNESCO Director-General Irina Bokova. In her Foreword, Bokova invites citizens of all countries to visit the places inscribed on the World Heritage List as common treasures of humanity establishing ties between the peoples of the whole world and as important assets of mankind reminding us that we all live in the same planet. The criteria for selection to the World Heritage List are regularly revised to reflect the evolution of the World Heritage concept itself. The current set of basic criteria that each authentic site has to comply with in order to be inscribed on the list is described below: For cultural heritage: • To represent a masterpiece of human creative genius; • to exhibit an important interchange of human values, over a span of time or within a cultural area of the world, on developments in architecture or technology, monumental arts, town-planning or landscape design; • To bear a unique or at least exceptional testimony to a cultural tradition or to a civilization which is living or which has disappeared; • to be an outstanding example of a type of building, architectural or technological ensemble or landscape which illustrates (a) significant stage(s) in human history; • to be an outstanding example of a traditional human settlement, land-use, or sea-use which is representative of a culture (or cultures), or human interaction with the environment especially when it has become vulnerable under the impact of irreversible change; • to be directly or tangibly associated with events or living traditions, with ideas, or with beliefs, with artistic and literary works of outstanding universal significance. (This criterion is considered as a factor to be preferably used in conjunction with other criteria); For natural heritage: • to contain superlative natural phenomena or areas of exceptional natural beauty and aesthetic importance; • to be outstanding examples representing major stages of earth’s history, including the record of life, significant on-going geological processes in the development of landforms, or significant geomorphic or physiographic features; • to be outstanding examples representing significant on-going ecological and biological processes in the evolution and development of terrestrial, fresh water, coastal and marine ecosystems and communities of plants and animals; • to contain the most important and significant natural habitats for in-situ conservation of biological diversity, including those containing threatened species of outstanding universal value from the point of view of science or conservation. The protection, management, authenticity and integrity of properties are also important considerations. Since 1992 significant interactions between people and the natural environment have been recognized as cultural landscapes. Director General Bokova emphasized in her Foreword to the above-mentioned book that, “Protecting heritage lies at the heart of UNESCO’s mandate. It is important for fostering a dialogue among cultures, it is a foundation for reconciliation amongst peoples and it contributes to the sustainable development of societies. In a world of change, world heritage is a reminder of all that unites humanity.” BU AMBLEMİ GÖRDÜĞÜNÜZ YER BİR DÜNYA MİRASIDIR! Dünya Miras Komitesi tarafından korunan varlıklar, Dünya Miras Listesi Amblemi ile gösteriliyor. Bu amblem, Belçikalı sanatçı Michel Olyff tarafından yapılmış ve 1978’den beri resmi amblem olarak kullanılmakta. Ortadaki kare insan yeteneklerinin ve hayal gücünün sonuçlarını, onu çevreleyen daire ise doğanın sunduklarını simgeliyor. Amblemin yuvarlak oluşu, dünya mirasının küresel olarak korunmasını ifade ediyor. Amblemin çevresinde İngilizce, Fransızca ve İspanyolca “Dünya Mirasları” yazıyor. Bu amblemi görenler, bir “Dünya Mirası”nı gördükleri için, bulundukları yere daha heyecanla bakıyorlar. WHERE YOU SEE THIS EMBLEM THERE IS A WORLD HERITAGE! The World Heritage emblem is used to identify properties protected by the World Heritage Convention and inscribed on the official World Heritage List. Designed by Belgian artist Michel Olyff, it was adopted as the official emblem of the World Heritage Convention in 1978. While the central square symbolizes the results of human skill and inspiration, the circle celebrates the gifts of nature. The emblem is round, like the world, a symbol of global protection for the heritage of all humankind. It is surrounded by English, French and Spanish inscriptions of the words: “World Heritage”. The emblem informing people that they are actually visiting a “World Heritage” site certainly contributes to a greater enthusiasm and interest of the visitors of that given place. 53 TÜRKİYE’DEKİ DÜNYA MİRAS GEÇİCİ LİSTESİ TURKEY’S TENTATIVE LIST OF WORLD HERITAGE UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme kapsamında taraf devletler, UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kaydedilmesi uygun olan varlıklara ilişkin envanterlerini (Geçici Liste) UNESCO Dünya Miras Merkezi’ne iletmekle yükümlüler. UNESCO Dünya Miras Merkezi’nce yayınlanan bu listede yer alan varlıklara ilişkin hazırlanan adaylık dosyaları Dünya Miras Komitesi’ne sunuluyor. Geçici Listeler hazırlanırken varlıkların Dünya Miras Komitesi’nce belirlenen kriterleri ile mimari, tarihi, estetik ve kültürel, ekonomik, sosyal, sembolik ve felsefi özellikleri dikkate alınıyor. İlk kez 1994 yılında UNESCO Dünya Miras Merkezi’ne iletilen Türkiye Geçici Listesi 2000, 2009, 2011, 2012 ve 2013 yıllarında güncellendi. Listede 2 karma (kültürel/doğal) 1 doğal ve 38 kültürel olmak üzere toplam 41 adet varlık bulunuyor. Kaynak: www.kulturvarliklari.gov.tr States Parties to the “Convention Concerning the Protection of the World Cultural and Natural Heritage” are encouraged to submit to the World Heritage Centre their Tentative Lists of properties which they consider to be cultural and/or natural heritage of outstanding universal value and therefore suitable for inscription on the World Heritage List. The application files of the properties included on the tentative lists published by the UNESCO World Heritage Centre are then submitted to the World Heritage Committee for evaluation. While drawing up the Tentative Lists, it is necessary to take into consideration the criteria determined by the World Heritage Committee and the degree of compliance of the applicant properties with these criteria in terms of their architectural, historic, aesthetic and cultural, economic, social, symbolic and philosophical characteristics. The Tentative List forwarded by Turkey for the first time in 1994 to the UNESCO World Heritage Centre has been updated in 2000, 2009, 2011, 2012 and recently in 2013. The final list includes a total of 41 sites with 2 mixed (cultural / natural), 1 natural and 38 cultural assets. Source: www.kulturvarliklari.gov.tr UNESCO LİSTESİNDE TÜRKİYE TURKEY ON THE UNESCO LIST Türkiye’de UNESCO tarafından Dünya Mirası seçilen 11 doğal/kültürel sit alanı bulunuyor. Bunlardan 9’u kültürel, 2’si doğal sit alanı. Listede yer alan 11 adet sit alanı şöyle: In Turkey, there are 11 natural / cultural World Heritage conservation areas selected by UNESCO. The 11 Properties inscribed on the World Heritage List are as follows: KÜLTÜREL SİT ALANLARI CULTURAL SITES: • İstanbul’un Tarihi Alanları, (1985) • Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası (Sivas), (1985) • Hattuşaş (Boğazköy)-Hitit Başkenti (Çorum), (1986) • Nemrut Dağı (Adıyaman-Kahta), (1987) • Xanthos-Letoon (Antalya-Muğla), (1988) • Safranbolu Şehri (Karabük), (1994) • Truva Antik Kenti (Çanakkale), (1998) • Edirne Selimiye Camii ve Külliyesi (Edirne), (2011) • Çatalhöyük Neolitik Kenti (Konya), (2012) DOĞAL SİT ALANLARI NATURAL SITES: • Göreme Milli Parkı ve Kapadokya (Nevşehir), (1985( • Pamukkale-Hierapolis (Denizli), (1988) 54 KÜLTÜREL SİT ALANLARI (geçici): CULTURAL SITES: • Efes (İzmir), (1994) • Karain Mağarası (Antalya), (1994) • Ahlat Eski Yerleşimi ve Mezar Taşları (Bitlis), (2000) • Alahan Manastırı (Mersin), (2000) • Alanya (Antalya), (2000) • Bursa ve Cumalıkızık Erken Osmanlı Kentsel ve Kırsal Yerleşimleri (Bursa), (2000) • Diyarbakır Kalesi ve Surları (Diyarbakır), (2000) • Harran ve Şanlıurfa Yerleşimleri (Şanlıurfa), (2000) • İshakpaşa Sarayı (Ağrı), (2000) • Konya Selçuklu Başkenti (Konya), (2000) • Mardin Kültürel Peyzaj Alanı (Mardin), (2000) • Selçuklu Kervansarayları Denizli-Doğubayazıt Güzergâhı, (2000) • St. Nicholas Kilisesi (Antalya), (2000) • St. Paul Kilisesi, St. Paul Kuyusu ve Çevresi (Mersin), (2000) • Sümela Manastırı (Trabzon), (2000) • Afrodisias Antik Kenti (Aydın), (2009) • Likya Uygarlığı Antik Kentleri (Antalya ve Muğla), (2009) • Perge Antik Kenti (Antalya), (2009) • Sagalassos Antik Kenti (Burdur), (2009) • Göbeklitepe Arkeolojik Alanı (Şanlıurfa), (2011) • Beyşehir, Eşrefoğlu Camii (Konya), (2011) • St. Pierre Kilisesi (Hatay), (2011) • Bergama (İzmir), (2011) • Ani Tarihi Kenti (Kars), (2012) • Aizanoi Antik Kenti (Kütahya), (2012) • Beçin Ortaçağ Kenti (Muğla), (2012) • Birgi Tarihi Kenti (İzmir), (2012) • Gordion (Ankara), (2012) • Hacı Bektaş Veli Külliyesi (Nevşehir), (2012) • Hekatomnos Anıt Mezarı ve Kutsal Alanı (Muğla), (2012) • Niğde’nin Tarihi Anıtları (Niğde), (2012) • Mamure Kalesi (Mersin), (2012) • Odunpazarı Tarihi Kent Merkezi (Eskişehir), (2012) • Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi (Gaziantep), (2012) • Zeugma Arkeolojik Siti (Gaziantep), (2012) • Laodikeia Antik Kenti (Denizli), (2013) • Sardes Antik Kenti ve Bintepeler Lidya Tümülüsleri (Manisa), (2013) • Ceneviz Ticaret Yolu’nda Akdeniz’den Karadeniz’e kadar Kale ve Surlu Yerleşimleri, (2013) DOĞAL SİT ALANLARI (geçici): NATURAL SITES: • Güllük Dağı-Termessos Milli Parkı (Antalya), (2000) • Kekova (Antalya), (2000) KARMA ALANLAR (geçici): MIXED SITES: • Tuz Gölü Özel Çevre Koruma Alanı, (2013) Bölgelerde Avrupa ve Kuzey Amerika önde DÜNYA BİRİNCİSİ İTALYA DÜNYA SIRALAMASI WORLD RANKINGS 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. İtalya Çin İspanya Fransa Almanya Meksika Hindistan Birleşik Krallık ve Kuzey İrlanda Rusya ABD Kaynak: http://whc.unesco.org BÖLGE Region Dünya haritasında Unesco’nun Dünya Miras Listesi’ne dahil ettiği alanların yaklaşık dağılımı görülüyor. The approximate distribution of the properties included in UNESCO’s World Heritage List is seen on the world map. UNESCO verilerine göre Dünya Mirası Ülkeler Listesi’nde 49 alan ile İtalya birinci durumda. Çin ve İspanya ise hemen peşinden geliyorlar. İlk on sırayı sırasıyla Fransa, Almanya, Meksika, Hindistan, Birleşik Krallık ve İrlanda, Rusya ve ABD tamamlıyor. Dünya haritasına bölgesel olarak bakıldığında ise en yoğun yer Avrupa ve Kuzey Amerika. Ardından Asya ve Pasifik ile Latin Amerika ve Karayipler geliyor. Rakamlar her yıl listeye yeni adayların girmesiyle değişiyor ve büyüyor. 49 45 44 38 38 32 30 28 25 21 Korunan Alan Sayısı Number of protected areas Avrupa ve Kuzey Amerika Asya ve Pasifik Latin Amerika ve Karayipler Afrika Arap Ülkeleri Kaynak/Sources: http://whc.unesco.org 469 221 129 88 74 Leading among regions are Europe and North America WORLD CHAMPION IS ITALY Italy comes first with 49 properties on the UNESCO World Heritage List, immediately followed by China and Spain. France, Germany, Mexico, India, the United Kingdom, Russia and the United States complete the list of the top ten. If we look at the World Heritage map, we see that the busiest regions are Europe and North America; followed by Asia and the Pacific and, Latin America and the Caribbean. Figures are changing and growing every year with the inscription of new properties on the list. UNESCO listesinde yer alan Türkiye’deki sit alanlarından bazıları Safranbolu (sol üst), Çatalhöyük (sol alt) Xanthos (solda), Göreme (ortada) ve Selimiye Camii (sağda). Some of Turkey’s properties inscribed of the UNESCO World Heritage List: Safranbolu (above left), Çatalhöyük (below left) Xanthos (left), Göreme (centre) and Selimiye Mosque (right). 55 Bugün içlerinde Türkiye’nin de bulunduğu 157 ülkeden 962 sit alanı UNESCO’nun koruması altında. UNESCO’nun “Dünya Mirası Olağanüstü Yerlerin Çok Satan Rehberi” adıyla yayımladığı kitapta bu listenin tamamı , gerekçeleri ve fotoğraflarıyla yer alıyor. İşte kitaptan sizler için seçtiklerimiz: Today, 962 properties from 157 countries including Turkey are under the protection of UNESCO. The book published by UNESCO under the title: “The World’s Heritage: The Bestselling Guide to the Most Extraordinary Places” offers the complete list of these heritage sites, with their photos and selection criteria. You will find on this page a selection that we handpicked for you: NEMRUT DAĞI, TÜRKİYE Kriter: Yaratıcı insan dehası, kültürel geleneğe tanıklık, insanlık tarihindeki önemi. Adıyaman’ın Kahta ilçesi sınırları içinde yer alır. Kommagene Kralı Antiochus Theos, MÖ 62 yılında bu dağın tepesine, pek çok Yunan ve Pers tanrısının heykelinin yanı sıra kendi mezar-tapınağını da yaptırmıştır. Mezarda, bir kartalın başı gibi, tanrıların taş oymaları bulunur. MOUNT NEMRUT, TURKEY Criteria: human creative genius, testimony to cultural traditions, importance in the history of mankind. Located within the boundaries of the Kâhta District of Adıyaman Province in south-eastern Turkey, crowning one of the highest peaks of the Eastern Taurus mountain range, Nemrut Dağ is the Hierotheseion (temple-tomb and house of the gods) built by King Antiochos Theos of Commagene (69-34 B.C.) as a monument to himself. The monument comprises statues of Greek and Persian deities flanked by guardian lion and eagle statues. It is one of the most ambitious constructions of the Hellenistic period. The syncretism of its pantheon and the lineage of its kings, which can be traced back through two sets of legends, Greek and Persian, is evidence of the dual origin of this kingdom’s culture. YUKARI ORTA REN VADİSİ, ALMANYA KATMANDU VADİSİ, NEPAL Kriter: Değer alışverişi. Almanya’nın Orta Ren Vadisi olarak bilinen 65 kilometrelik bölümü kaleleri, tarihi kasabaları ve bağlarıyla benzersiz bir örnek sunar. İnsanın böylesine olağanüstü ve farklı bir doğal ortamla kurabileceği ilişkiye, tarihsel açıdan da tanıklık eder. Vadi, tarih ve efsanelerle iç içedir ve yüzyıllar boyunca yazarları, sanatçıları ve bestecileri güçlü bir biçimde etkilemiştir. Kriter: Kültürel geleneğe tanıklık. Dünyaca ünlü Katmandu Vadisi dünyada eşi benzeri olmayan bir anıtlar topluluğuna sahiptir. Vadi, Nepal’in tepelik bölgesinin ana yerleşim merkezi ve Himalaya’nın kültür merkezidir. Katmandu, benzersiz mimari mirası, sarayları, tapınakları ve avluları ile her yıl milyonlarca turisti kendine çeker. THE UPPER MIDDLE RHINE VALLEY, GERMANY Criteria: exhibit an important interchange of human values, over a span of time or within a cultural area of the world; The 65km-stretch of the Middle Rhine Valley, with its castles, historic towns and vineyards, graphically illustrates the long history of human involvement with a dramatic and varied natural landscape. It is intimately associated with history and legend and for centuries has exercised a powerful influence on writers, artists and composers. 56 KATHMANDU VALLEY, NEPAL Criteria: exceptional testimony to a traditional civilization. Kathmandu Valley is world renowned for its extraordinary collection of monuments. The Valley is the main settlement area of Nepal’s mountainous region and the cultural centre of the Himalayas. Kathmandu with its unique architectural heritage, palaces, temples and courtyards attracts millions of tourists every year. CITY OF VERONA, ITALY VERONA KENTİ, İTALYA Criteria: important interchange of human values; monumental arts, town-planning or landscape design; The historic city of Verona was founded in the 1st century B.C. It particularly flourished under the rule of the Scaliger family in the 13th and 14th centuries and as part of the Republic of Venice from the 15th to 18th centuries. Verona has preserved a remarkable number of monuments from antiquity, the medieval and Renaissance periods. Verona’s Duomo Cathedral attracts significant numbers of tourists. Kriter: Değer alışverişi. Tarihi Verona kenti, MÖ 1. yüzyılda kuruldu. 13. ve 14. yüzyıllarda Scaliger ailesinin yönetimi altında ve 15. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar da Venedik Cumhuriyeti’nin bir parçası olarak gelişti. Verona’da İlkçağ’a, Ortaçağ’a ve Rönesans Dönemi’ne ait önemli ölçüde anıt korunmuştur. Kentteki Duomo Katedrali önemli sayıda turisti kendine çeker. TAC MAHAL, HİNDİSTAN Kriter: Yaratıcı insan dehası Hindistan’daki İslam mimarisinin en güzel örneklerindendir. 1631 ile 1648 yılları arasında Agra’da Babür İmparatoru Şah Cihan’ın emriyle, ölen eşi Mümtaz Mahal anısına yaptırılmıştır. Yamuna Irmağı’nın kıyısında, muazzam bir bahçe içindedir. Mimari kesinlik, beyaz mermer arabesk süslemeler, dekoratif bantlar ve hat sanatıyla yazılmış kitabelerle dengelenir. TAJ MAHAL, INDIA Criteria: human creative genius, testimony to a culture. An immense mausoleum of white marble, built in Agra between 1631 and 1648 by order of the Mughal emperor Shah Jahan in memory of his favourite wife, Mumtaz Mahal, the Taj Mahal is the jewel of Muslim art in India and one of the universally admired masterpieces of the world’s heritage. It is located on the banks of river Yamuna in an immense garden. The perfectly proportioned symmetrical architectural composition is counterbalanced by white marble arabesque ornaments, decorative strips and calligraphic inscriptions. SMOKY DAĞLARI ULUSAL PARKI, ABD Kriter: Doğal olaylar ve güzellikler Büyük Smoky Dağları Ulusal Parkı, ABD’nin doğusunda bulunan en önemli doğal alandır ve sert odunlu ağaçlardan oluşan ılıman orman örneği olarak dünya çapında ün kazanmıştır. Ulusal Park’ta 3500’den fazla bitki türü bulunur. Park, dört yerli kültürün kalıntılarını barındırır: Mississippi kültürü, Woodland kültürü, Arkaik kültür ve eski Yerli kültürü. GREAT SMOKY MOUNTAINS NATIONAL PARK, UNITED STATES Criteria: natural phenomena and beauty Great Smoky Mountains National Park is the most important natural area located in the eastern United States and is of world importance as an example of temperate deciduous hardwood forest. The National Park has over 3,500 species of plants. The park contains evidence of four pre-Columbian indigenous cultures: Mississippian, Woodland, Archaic and palaeo-Indian. STONEHENGE, BİRLEŞİK KRALLIK STONEHENGE, UNITED KINGDOM Kriter: Yaratıcı insanlık dehası, değer alışverişi, kültürel geleneğe tanıklık. Stonehenge, Avebury ve Bağlı Sit Alanları dünyanın ünlü megalit grupları arasındadır. Neolitik Çağ’da yaratıcı insan dehasının bir şaheserini temsil ederler. 30 km. kuzeyde yer alan Avebury, Stonehenge’e göre daha az tanınır. Bu yapıların nasıl inşa edildiği hâlâ tam olarak bilinmemektedir. Criteria: Creative genius of humanity, important interchange of human values, testimony to cultural tradition; Stonehenge and Avebury, in Wiltshire, are among the most famous groups of megaliths in the world. They represent a masterpiece of human creative genius in the Neolithic Age. The two sanctuaries consist of circles of menhirs arranged in a pattern whose astronomical significance is still being explored. These holy places and the nearby Neolithic sites are an incomparable testimony to prehistoric times. It is still not known how exactly these structures were built. 57 Fırtınalı havaların, güneşin, denizin, en çok da “değişim”in yorumcusu TURNER SANAT Art 19. yy ingiliz sanat dünyasını etkisi altına almış. 20. yy’da resim akımlarının yeniden tanımlanmasına yol açmış, 21. yy’da hala ilgi çeken ressam: j.m.w. turner. 58 Wikipedia & Shutterstock ondra’da 1775 yılında doğan yetenekli çocuk Joseph Mallord William Turner, 14 yaşında Kraliyet Sanat Akademisi’ne kabul edilmiş. Akademi sergilerinde 1790’dan 1796’ya kadar gravür ve sulu boyaları görülürken, 1796’da, ilk yağlıboya tablosu; “Deniz ve Balıkçı” sergilenmiş. 26 yaşında en genç Kraliyet Akademisyeni seçilen Turner, Akademi’de perspektif dersleri de vermiş. Bu arada gerek İngiltere’de gerek Avrupa’da coğrafya ve kültürleri, Rönesans ustalarını incelemiş. Doğayı ve toplumu çok iyi gözlemlemiş, önemli toplumsal olaylara ve buharlı gemiler, trenler, demiryolu köprüleri gibi endüstriyel yeniliklere kayıtsız kalmayıp resimleriyle onları da yorumlamış. Karayipler’de batan köle dolu bir geminin Turner’ın “Köleler” tablosundaki yorumu, bunların en etkileyicilerinden sadece bir tanesi! Bütün zamanların ressamı Resimlerinde daha çok fırtına, sis, güneşin doğuşu ve batışına ve renklerine yer veren Turner, 1804’de kendi galerisini açmış. O yıl Claude Lorrain’in “Gerçeklik Kitabı”ndan ilham alarak 100 levhalık gravür derlemesi “Liber Studiorum”u yayınlayan, 19. yy sanatında yeni ve farklı bir tarzın öncülüğünü yapan, eserleri ile manzara resmi anlayışını değiştiren Turner, doğadan aldığı izlenimi olabildiğince gerçekçi bir biçimde yansıtma telâşına ise hiç düşmemiş. Eski ustalardan gelen klâsik resim tekniklerini (Old Masters) bir yana bırakan Turner’ın keşfi olan teknikler, bugün bile çağının ötesinde buluşlar olarak nitelendiriliyor. Şimdi bu teknikler hakkında “müzecilerin TURNER Interpreter of stormy weathers, the sun, the sea and mostly the “change”... The painter who influenced the English world of art in 19th century, who paved the way for redefining painting trends in 20th century and who still draws attention in 21th century: J. M. Turner. Tuner’ın otoportresi (sol sayfa), Köleler (üstte) ve Calais Rıhtımı adlı tabloları (altta). Self-portrait of Turner (left page), Slaves (above) and Calais Docks paintings (below). 59 dikkat etmesi gerekenler” başta olmak üzere çeşitli kitaplar yazılıyor. Karışım oranları son derece hassas ve ısıdan etkilenen malzemeler kullandığı için, tabloların tozdan arındırılması, kanvas onarımı gibi sıradan işlerin, sıra Turner resimlerine geldiğinde çok riskli işlemler haline geldiğini söyleniyor. Son eserlerine gösterilen tepki Turner’in son yıllarında yaptığı resimler ise hiç rağbet görmediği gibi, en yakın takipçilerinden bile çok olumsuz eleştiriler almış. O yıllarda “ihtiyar bir bunağın titrek eliyle üstün körü yaptığı boyamalar” gözüyle bakılan bu resimlerin bazıları ölümünden sonra sergilendiğinde, yakın dostu John Ruskin, “Turner’ın dehasının taçlandırıldığı 183545 arasında yaptıklarına kıyasla ciddi düşüş kaydeden son beş yıl resimleri ciddiye alınmamalıdır” demiş. Dönemin etkili sanat dergisi Athenaeum, “Turner, bu resimlerin doğru asılabilmesi için bir halka takarak üst kısmını göstermeliymiş” diye ironik yorumlar yapmış. Elindeki “Turner Bağışı” resimlerini sınıflandırmaya çalışan Ulusal Galeri uzmanları da birçoğunu “şüpheliler” diye bir kenara ayırmış. Viktoryen sanat çevrelerinde ise, Turner’ın hayatı boyunca “büyük gemilerine büyük yollar aldıran” rüzgârın, en sonunda “tekneyi kayalıklara oturttuğu”na kadar varan ağır eleştirilerin ardı kesilmemiş... Northumberland Kıyılarında Yağmacılar (üst sol), Enkaz (üst sağ), Ovid’in Roma’dan Sürgünü (orta sol), Ivy Köprüsü (orta sağ), Fırtınada Gemiler (alt sol) ve Yağmur, Buhar ve Hız (sağ sayfa). Plunderers at Northumberland Shores (above left), Shipwreck(above right), Ovid’s Exile from Rome (mid left), Ivy Bridge (mid right), Ships under Storm (below left) and Rain, Steam and Speed (right page). 60 Son eserlerin değişen kaderi 1800’lü yılların son çeyreğindeki bu olumsuz tırmanış, 1900’lü yılların başında durulmuş ve tam tersi bir seyir izlemeye başlamış. Çağdaş yorumcular Turner’ın son eserlerinin esasen “en iyi resimleri” olduğundan dem vurmaya başlamışlar. 1906’da Tate Galeri hem son 5 yılın eserlerini hem de bazı “bitmemiş” resim ve eskizlerini bir arada sergilediğinde, onların “İzlenimcilik” akımına esin kaynağı olduğu söylenerek, Turner yeniden gündeme gelmiş. Eleştirmen Lewis Hind’e göre, Turner’ın 60’ından sonra başlayıp 70’lerinin sonuna kadar yaptığı eserler, özellikle “bitmemiş” olanlar, “bütün sanat yaşamı boyunca anlatmak istediklerine ışık tutan” eserler olup başka hiçbiriyle kıyaslanmaması gerekiyor! Turner Romantizm’in temsilcilerinden biri olmasına rağmen, son dönem resimleriyle, öldükten sonra İzlenimci resmin de öncüsü ilân edilmiş. Tate Galeri de ona ayırdığı salona, İzlenimciler salonuyla bağlantılı yeni bir kanat ekleyip, bu eserleri oraya taşımış. Turner’ın iade-i itibarı burada bitmiyor. 1966’da New York Modern Sanat Müzesi, “Turner: Hayâl Gücü ve Gerçeklik” başlıklı bir sergi açıp, Turner’ın son dönem ve bitmemiş eserlerini modern çerçeveler içinde, modern bir dekorda sergiliyor. Nedeni Turner’ın yalnız “İzlenimciler”in değil, “Soyut” resmin de öncüsü olduğunu görmeleri. Turner’ın bitmemiş sanılan resimlerinin aslında bilerek yapılmış soyutlamalar olduğu, New York’dan Avrupa’ya doğru yankılanıyor. Özel yaşamı Turner’ın babası Devonlu bir berber ve peruk yapımcısı, annesi de Londralı bir kasap ve dükkan sahibinin kızı. Tek kızkardeşi 5 yaşında ölmüş. Daha öğrenciyken resim yeteneği evde farkedilen Turner’ın yaptığı bazı resimleri babası berber dükkanına asarmış. İngiliz aristokrasisinin öğrencilik yıllarından başlayarak, daha küçük yaştayken bile sipariş vermeye başladığı Turner, resimden çok iyi para kazanmış, kazancını akıllı yatırımlarla çoğaltmış. “Londralı” kimliğini hep Joseph Mallord William Turner, the talented boy who was born in London in 1775 was accepted by the Royal Academy of Arts at the age of 14. While his engravings and water paints were seen in the exhibitions of the Academy from 1790 to 1796, his first oil paint, “The Fishermen at Sea” was displayed in 1796. Turner, who was selected as the youngest Royal Academician at the age of 26 also gave lectures on perspective in the Academy. Meanwhile he studied geography and cultures of both England and Europe and the masters of the Renaissance. He carefully inspected the nature and the society; he could not stay away from important social events and interpreted in his paintings the industrial novelties such as steam boats, trains and railroad bridges. In his painting “The Slaves”, Turner’s interpretation of a ship full of slaves that sunk in the Caribbean is just one of his most impressive paintings! A Painter of all times Turner who mostly preferred to display storm, fog, rising and setting sun in his paintings opened his gallery in 1804. That year, inspired by the “Reality Book” of Claude Lorrain, he published “Liber Studiorum”, an engraving compilation of 100 plates, pioneering a new and different style in art in 19th century and changing the panoramic painting conception, Turner never felt the hustle to reflect the impression he got from nature in the maximum realistic manner. Leaving aside the classical painting techniques of the Old Masters, the techniques discovered by Turner are qualified, even today, as inventions beyond our era. Now, various books on these techniques, especially “those that the curators have to pay attention” are been published. As material with extremely accurate mixture ratios and sensitive to heat are used, ordinary proce61 TURNER BAĞIŞI Turner, İngiltere’ye çok önemli bir miras da bırakmış: Turner Bağışı! (Turner Bequest) 1851’de ölen ressamın vasiyetnamesine göre bitmiş bütün tablolarını ve bir kısım malvarlığını kapsayan bu bağışa akrabaları itiraz etmişler. Vasiyetnamenin Turner’ın akli rahatsızlıkları sırasında yazıldığını ileri sürerek, bağışın kapsamını daraltmaya çalışmışlar. İngiliz hükümeti ile aralarında uzun süren ciddi tartışmalar yapılmış. 1856’da anlaşmaya varılmış. Malvarlığı akrabalar arasında paylaşılmış, elinden çıkmış tüm resimler de Ulusal Galeri’ye verilmiş. 1909’da A.J. Finberg, bu bağışa dahil olan tüm parçaların ayrıntılı bir envanterini yapmış (A Complete Inventory of the Drawings of the Turner Bequest). Sonradan Tate Galeri’nin Ulusal Galeri’den devraldığı Turner Bağışı, şimdi özel bir proje olarak her yıl verilen ödüller, yeni bağış ve satın almalarla geliştiriliyor. Envanter projesi ise Tate Galeri’nin sonradan edindiklerini de kapsayacak biçimde ve “J.M.W. Turner: Eskiz Defterleri, Desenler ve Suluboyalar” başlığı altında genişletilmiş, hâlâ üzerinde çalışılıyor. Kaynak: tate.org.uk/art/research-publications/ korumakla birlikte doğu Londralılara has (cockney) aksanlı İngilizcesine, kılık kıyafetine hiç “sosyal cila” atmamış. Çok seyahat eden Turner hiç evlenmemiş. Seyahatleri sırasında birkaç kez kolera salgınından etkilendiyse de iyileşmeyi başarmış. Bir süre tanınmış bir müzisyenin eski eşi Sarah Danby ile birlikte yaşamış, sonra ayrılmışlar. Son yıllarını ruhsal rahatsızlıklarla inişli çıkışlı geçiren büyük ressam 76 yaşında öldüğünde de yanında o varmış. Son cümlesinin “Güneş tanrıdır” olduğu rivayet edilen Turner, vasiyeti üzerine St. Paul Katedrali’ne gömülmüş. Turner’ın hayatını canlandıran, 2014 yılı içinde vizyona girmesi beklenen, yönetmen Mike Leigh’in çektiği film ise merakla bekleniyor... TURNER BEQUEST Turner has left a very important heritage to England: Turner Bequest! His relatives objected to the will of the painter who died in 1851, that covered all his completed paintings and a part of his assets. They tried to lessen the coverage of the will by stating out that it was written during the painter’s mental disorders. Serious discussions were run between the relatives and the English government. They came to terms in 1856. All his assets were shared among his relatives and all his works were given to the National Gallery. In 1909 A.J. Finberg prepared a detailed inventory of all the pieces included in this deal. (A Complete Inventory of the Drawings of the Turner Bequest). The Turner Bequest that was later taken over by Tate gallery from the National Gallery is continuously developed with regular annual awards under a special project, new donations and purchases. And the inventory project is enlarged so as to include those obtained by Tate Gallery, under the title “J.M.W. Turner: Sketch Books, Designs and Waterpaints” and studies on this issue are still in progress. Source: tate.org.uk/art/ research-publications/ 1790’da Royal Akademi’de sergilenen ilk eseri, Başpiskopos’un Sarayı, suluboya (üstte), Brougham Kalesi adlı desen çalışması, 1809 (solda). His first work displayed at the Royal Academy in 1790, The Palace of the Archbishop, water paint (above), design work named Brougham Castle, 1809 (left). 62 (Kaynak: Tate Gallery- “J.M.W. Turner: Sketchbooks, Drawings and Watercolours”, David Blayney Brown, http://goo.gl/GcOAMa) Modern Roma (en üst), Raby Kalesi (üst orta) ve Balıkçılar adlı tablosundan detay (altta). Modern Rome (far top), Raby Castle (above mid) and detail from his painting named the Fishermen (below). dures such as dedusting and canvas repairs turn into very risky procedures when Turner’s paintings are in question. Reaction shown to his last works The paintings of Turner he made during his last years were not sought after and were criticized heavily even by his closest followers. When some of the paintings that were regarded as, “rough sketches painted by shaky hands of an old senile” were exhibited in the years after his death, his close friend John Ruskin stated that, “Turner’s paintings that he made during his last five years should not be taken into account as they remarkably reflect critical downfall as compared with his masterpieces he made between 1835-45. Athenaeum, en effective art magazine of the period, made ironic interpretations such as, “in order to hang them upright, Turner should have shown the upper part of the painting by placing a ring at the top of the frame. The National Gallery experts had to put aside the major number of paintings among “Turner’s Donations” as “doubtful” during classification. The Victorian art groups kept on with their heavy criticisms that even reached to aground Turner’s ships by the wind that once “helped his great vessels sail along throughout his life”... The destiny change in final works This negative ascent in the last quarter of the 1800’s slowed down at the beginning of 1900’s and started to follow a reverse line. Contemporary critics started to mention that the last paintings of Turner are in fact “his best paintings”. When Tate Gallery displayed his paintings of his last five years together with his “unfinished” works and sketches in 1906, Turner once again was brought to the agenda with the statement that he was the inspiration source of “impressionism”. As for the critic Lewis Hind, all the works of Turner that were created after his sixty until the end of his eighties, especially those “unfinished” ones “enlighten everything he meant to refer to all throughout his artistic life” and should not be compared to any other work! Although Turner was one of the representatives of Romanticism, with his last paintings he was proclaimed as the pioneer of impressionism. And Tate Gallery added a new wing to the “Impressionists” hall and moved these works to this new hall. Turner’s restoration of honour does not end here, in 1966 The New York Modern Arts Museum opened up an exhibition under the title, “Turner: Imagination and Realism” and displayed the works of his last period and the unfinished ones in modern frames and in a modern ambience. The aim was to point out the fact that Turner was not only the pioneer of “Impressionists” but also of “Abstract” painting. The case that those paintings of Turner, which have been labelled as unfinished, are in fact deliberate abstractions echoing from New York towards Europe. His private life Turner’s father was a barber and wigmaker from Devon, and his mother was a daughter of a butcher and shop owner from London. His only sister died when she was 5. His ability to draw was recognised at home while he was still in school and his father hung some of them on the walls of his barber shop. The English aristocracy started to order paintings from Turner as from his student years and he made very good amount of money which he raised in clever investments. Although he always preserved his “Londoner” identity he neither polished his cockney accent, special to east Londoners, nor his apparel. Turner who travelled a lot never got married. He succeeded to survive a few cholera infections he ran into during his travels. For a period he lived together with an ex-wife of a famous musician, Sarah Danby, then they broke apart. The great painter passed his final years in spiritual discomforts and she was with him when he passed away at the age of 76. Turner, whose last words were said to be, “Sun is the God” was buried at St. Paul Cathedral as per his will. The movie of Turner’s life, directed by Mike Leigh is impatiently awaited and expected to come into theatres in 2014... (Source: Tate Gallery- “J.M.W. Turner: Sketchbooks, Drawings and Watercolours”, David Blayney Brown, http://goo.gl/GcOAMa) SAVAŞAN TEMERAIRE “Temeraire”, Amiral Nelson’un 1805 Trafalgar Savaşı’nda çok önemli rol oynadığından “Savaşan Temeraire” adıyla anılan bir buharlı savaş gemisi. Gemi 1838’e kadar hizmet vermiş sonra sökülmüş. Turner, Temeraire’i, Thames üzerinde, tam da söküme götürülürken görmüş. Eskiz defterindeki izlenimlerini tuvale döktüğü bu tablo, Britanya’nın donanma gücünün çöküşünü simgeliyor. Güneş, eski savaş gemisine paralel olarak gözalıcı renklerle yerleştirilmiş. Yeni buharlı romorkör ise küçük ve daha sıradan. Yeni ayın ışıkları gemiyi aydınlatıp ona bir hayalet gemi özelliği kazandırırken, bacasından çıkan yanıcı gazlar, gökyüzünün ateşli renklerine karışıyor. 1877’de geminin arması, güneşin batış yönü, gemi direğinin buhar bacasının arkasında olması gibi biçimsel özellikler nedeniyle Turner’a yoğun eleştiri yapılmış. Oysa Turner’ın asıl anlatmak istediği, kaybetme duygusunu çağrıştırmak. Resim, 1939’da Kraliyet Akademisi’nde sergilenirken katalogda şu satırlar da yer almış: “Savaşa ve fırtınalara göğüs geren bayrak, artık geminin sahibi değil!” Kaynak: Ulusal Galeri, http://goo.gl/SLrq5 FIGHTING TEMERAIRE “Temeraire” is a war steamship of Admiral Nelson that played a very important role during the Trafalgar War in 1805 and referred to as the “Fighting Temeraire”. It was in service until 1838 and then dismantled. Turner saw Temeraire on Thames on its way to dismantling. This painting that he transferred his impressions onto the canvas symbolises the fall of the powerful British Navy. The sun has been placed parallel to the ship, in eye-catching colours. The new steam towboat is rather small and more ordinary. The lights of the new moon is lightening the ship and giving it a ghost ship look. The flammable gas leaving the chimney mixes with the fervent colours of the sky. Intensive criticism was directed to Turner due to formal features such as the rigging in 1877, the direction of the sun set and the mast being placed behind the steam chimney. In fact Turner had the intension to remind the sense of losing. While the painting was in display at the Royal Academy in 1939 the following lines were written in the catalogue: “The flag that stood against war and storms does no longer own the ship!” Source: National gallery, http://goo.gl/SLrq5 63 UZAK KOMŞUNUN YAKIN ANILARI SAKIP SABANCI MÜZESİ’NDE SÜ Sakıp Sabancı Müzesi Arşivi TÜRKİYE-POLONYA İLİŞKİLERİNİN 600. YILI SERGİ Exhibition 64 “Distant Neighbours, Close Memories: 600 Years of Turkish-Polish Relations” at Sakıp Sabancı Museum Sultan IV. Mehmet ile Kral Jan Kazimierz anonim gravürcü, yayımcı: Hugo Allard Amsterdam, 1667 (üstte), filigranlı el yapımı kağıt üzerine bakır oyma baskı Czartoryski Prensleri Vakfı. İki hükümdarın at üstündeki portresi, yenilenen barış antlaşmasının anısına yapılmış olmalı. Sultan Mehmed IV and King Jan Kazimierz unidentified engraver, Published by Hugo Allard Amsterdam, 1667 (above), copperplate engraving on laid paper with watermark Princes Czartoryski Foundation The equestrian portrait of the two monarchs was probably executed to mark the renewed former alliance. .Ü. Sakıp Sabancı Müzesi, “Uzak Komşu Yakın Anılar: Türkiye-Polonya İlişkilerinin 600 Yılı” başlıklı bir sergiye ev sahipliği yapıyor. 15 Haziran 2014’e kadar sürecek olan sergide; Polonya’nın müze, kütüphane, arşiv, manastır ve kilise koleksiyonlarından eserler yer alıyor. Türkiye koleksiyonundaki 348 eser ise Topkapı Sarayı, Türk ve İslam Eserleri, Sadberk Hanım ve Sakıp Sabancı müzelerinden seçilmiş. Pek çok yan etkinliği de kapsayan sergi, Sakıp Sabancı Müzesi ve Polonya Kültür ve Milli Miras Bakanlığı’nın mali ve kurumsal işbirliği ile hazırlanmış. Serginin ana sponsoru Turgut İlaçları A.Ş., destekçi Gülermak A.Ş, konaklama sponsoru The Grand Tarabya, eğitim sponsoru ise West İstanbul Marina. İşbirliği yapılan Polonya kurumları arasında; Varşova Ulusal Müzesi, Krakov Ulusal Müzesi, Wawel Kraliyet Şatosu, Polonya Askeri Müzesi, Jagellon Üniversite Müzesi, Lancut Şatosu Müzesi, Varşova Eski Belgeler Arşivi, Varşova Başpiskoposluk Müzesi ve Varşova Ulusal Kütüphanesi de bulunuyor. Tarihte Osmanlı-Polonya İlişkileri Sergi, Osmanlı İmparatorluğu’nun Polonya ile ilişkilerinin başlangıcını, tarihçi Jan Dlugosz’un “Vakayiname”sinde (kronolojik tarih) yazdıklarına dayandırıyor. Polonya Kralı Ladislaus Jagiello’nun 1414’te gönderdiği iki elçiyi, Sultan I. Mehmet’e (Çelebi) Edirne’de iyi karşılıyor. İlk resmi barış anlaşması ise 1489’da Sultan II. Bayezit ile Kral Kazimiersz arasında imzalanıyor. Karşılıklı ticaretin çok önem taşıdığı bu dönemde, iki başkent ön planda: Bursa ve Krakov. Bursa’da üretilen ve Polonya’ya ihraç edilen kumaşlar soyluların giyiminde, dini tören kıyafetlerinde kullanılır; halı ve diğer dokuma ürünleri, saray ve kiliselerde prestijli bir dekoratif malzeme olarak kabul görürmüş. Bu dönem, Kral Ladislaus Jagiello ile Sultan I. Mehmed’in portreleri, Bursa ve Krakow manzaraları, siyasi ve diplomatik belgeler, ticaret anlaşmaları, elyazmaları, kumaş ve İznik çini örnekleri, iki ülkenin hükümdarlarının ve ailelerinin portreleri, kişisel eşyaları, tarihi olaylara sahne olan mekân ve şehirler, belge ve gravürler aracılığıyla canlandırılıyor. 16 ve 17. yüzyıllar... Küçük sınır çatışmaları dışında barış içinde geçen, sorunların diplomatik çabalarla çözüldüğü 15 ve 16. yy’ın ardından; 17. yy’da Avrupa siyasetinde değişen güç dengeleri ve ittifaklar, Osmanlı İmparatorluğu ile Polonya Krallığını karşı karşıya getiriyor. En dramatik aşama ise 1683, II. Viyana Kuşatması! Osmanlı sultanları, vezir-i azamlar, saraylı ağalar ve hanım sultanların portreleri; Sultan Ahmet ve Valide Sultan külliyeleri gibi eserlerin inşa hikâyeleri, Krakov ve Varşova’daki siyasi ve sosyal ortam, kişisel eşya, kıyafet, mektup, kitap, gravür ve tablolara yansıyan şehir ve bina görüntüleri ile sunulan, İstanbul ve Varşova’nın 17. yy’daki politik, kültürel ve sanatsal ortamı çok ilgi çekici. II. Viyana Kuşatması ve sonrası... Serginin en zengin malzeme sunan bölümü II. Viyana Kuşatması ve o Fransa elçisi Kont de Vergennes’in Sadrazamın huzuruna kabulü (solda). Anonim, Fransa, 18. yüzyıl. Antoine de Favray’den, tuval üzerine yağlıboya. Hotin madalyası: Eques Lucecenti, 1674, gümüş. Ulusal Müze, Kraków. Polonyalılar’ın 1673’te Hotin’de bir Osmanlı sancağı ele geçirmelerinin anısına Papa X. Clemens’e sunulmuş. Önde Papa’nın büstü, arkada sancağın getirilişi resmedilmiş. Audience of the French ambassador Count de Vergennes with the Grand Vizier (left). Unknown painter, France, 18th century. Copy of a painting by Antoine de Favray (1706-1781), oil on canvas. Medal commemorating Chocim: Eques Lucecenti, 1674, Silver. National Museum, Kraków. Presented to Pope Clemens X in commemoration of the Ottoman banner taken by the Poles at Chocim in 1673. On the obverse a bust of the pope, on the reverse the presentation of the banner. Sabancı University’s Sakıp Sabancı Museum is hosting an exhibition entitled “Distant Neighbours, Close Memories: 600 Years of TurkishPolish Relations” in commemoration of the 600th Anniversary of relations between Turkey and Poland. The exhibition which will run until 15 June 2014 includes exhibits loaned from the collections of museums, archives, libraries, monasteries and churches in Poland, together with objects from Topkapı Palace Museum, the Museum of Turkish and Islamic Art, Sadberk Hanım Museum and Sakıp Sabancı Museum in Turkey, making a total of 348 exhibits. The exhibition has been organized with the financial and institutional support of the Sakıp Sabancı Museum and the Ministry of Culture and National Heritage of the Republic of Poland. It is accompanied by a wide range of cultural and art events. The exhibition’s main sponsor is the Turgut Pharmaceutical Co. Inc. Supporting sponsor is the Gülermak Co. Inc., accommodation sponsor being The Grand Tarabya Hotel and the educational sponsor the West İstanbul Marina. The cooperating Polish institutions include the National Museum Haseki Hürrem Sultan’ın mektubu (solda), İstanbul, 1549, Tarih Kayıtları Merkezi Arşivi, Varşova. Hürrem, Kral Zygmunt August’dan gelen dostane mektuba sevindiğini, sultanın huzurunda kralı methettiğini söylemekte, mektupla birlikte küçük armağanlar yollamakta. Letter of Haseki Hurrem Sultan (left), Istanbul, 1549, Central Archives of Historical Records, Warsaw. Hurrem expresses her joy on having received a friendly letter from King Sigismund Augustus. She assures the king that she constantly praises him in front of the Sultan. She attaches to the present letter a few small gifts. 65 dönemle ilgili eserler. 1683’deki kuşatmaya yol açan gelişmeler, geriye kalan Osmanlı eserleri, çadır ve silahlar; sadece Osmanlı ve Polonya’nın değil, Avrupa tarihinin de bir dönüm noktası. Serginin son bölümü ise kuşatmadan sonra, Polonya’nın Prusya, Avusturya ve Rusya tarafından paylaşımı; bu paylaşıma isyan eden vatanseverlerden oluşan gruplarla askerlerin 19. yy’da Osmanlı’ya sığınmaları, Osmanlı İmparatorluğu’nun Polonya’nın paylaşılmasını kabul etmemesi, saray protokolünde Lehistan elçisinin yerinin titizlikle saklı tutuluşu gibi konuları içeriyor. Sultan Abdülaziz döneminde Osmanlı sarayına davet edilen ünlü Polonyalı ressam ve müzisyenlerin saray hayatındaki yerleri de sergide önemli bir yer tutuyor. Sergi sahipleri neler dedi? Polonya Cumhuriyeti Kültür ve Ulusal Miras Bakanı Bogdan Zdrojewski “Tarihlerinde bu kadar kesintisiz ortaklıklar kuran ülke azdır. İki ülkenin diplomatik ilişkilerinin 600. yıldönü- 66 of Warsaw, the National Museum of Kraków, Wawel Royal Castle, the Polish Military Museum, Jagellon University Museum, Lancut Castle Museum, Warsaw Archive of Historical Documents, Museum of Warsaw Archdiocese, and Warsaw National Library. History of the Ottoman-Polish Relations The earliest account of relations between the Ottoman Empire and Poland can be found in the chronicle of Jan Dlugosz (1415-1480), who records that the Polish King Ladislaus Jagiello sent two envoys to the Ottoman Sultan Mehmet I (Çelebi) in 1414 and that when the envoys arrived in Edirne they were welcomed warmly by the Sultan. In 1489 the first official peace treaty was signed between Sultan Bayezit II and King Kazimiersz. During this period trade between the two coun- Hürrem Sultan, Polonyalı ressam, 17. yüzyılın ikinci yarısı, tuval üzerine yağlıboya, Kraków Dominiken Manastırı (solda). Sultan I. Mehmet (Çelebi), anonim, 19. yüzyıl, tuval üzerine yağlıboya, Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul (ortada). Gülnuş Sultan, anonim, 1800 civarı, tuval üzerine yağlıboya, Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul. IV. Mehmet’in baş kadınıdır; Kamaniçe ve Hotin seferlerine katılmış, oğlu Ahmet’i ise Hotin seferi sırasında doğurmuştur (sağda). Roxolana, Polish painter, second half of 17th century, oil on canvas, Dominican Monastery by the Basilica of the Holy Trinity, Kraków (left). Sultan Mehmet I (Çelebi), unknown painter, 19th century, oil on canvas, Topkapı Palace Museum, Istanbul (middle). Gülnuş Sultan, unknown artist, c. 1800, oil on canvas, Topkapı Palace Museum, Istanbul. Sultana of Mehmed IV; accompanied him on the Kamieniec Podolski and Chocim campaigns; gave birth to her son Ahmet during the Chocim campaign (right). Entari, Osmanlı, Sultan IV. Murat’ın şehzadesi Alaeddin’e ait, 1635 civarı; ipek, kılabdan, canfes, tülbent, Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul (solda). Piskopos ayin cüppesi (dalmatik), İstanbul, 17. yüzyıl başları; ipek iplik, altın ve gümüş iplik; gümüş ve altın şeritler ile dantel 17. yüzyıldan, Karmelit Rahibeler Manastırı, Kraków (solda). Bir çift çizme, 18. yüzyılın ilk yarısı (üstte solda); sahtiyan, altın iplikle işlemeli, Czartoryski Prensleri Vakfı. Matara, Osmanlı, 16. yüzyılın ikinci yarısı; meşin, kılabdan, siyah lake, yaldız, Ulusal Müze, Varşova (sağ üstte). Robe, Ottoman, belonged to Alaeddin, son of Sultan Murat IV, c. 1635; silk thread, metal-wrapped silk thread, silk fabric, muslin, Topkapı Palace Museum, Istanbul (left). Dalmatic, Istanbul, early 17th century; silk yarn, gold and silver thread; silver and gold galloons and lace from 17th century, Carmelite Sisters Convent, Kraków (left). Pair of boots, first half of 18th century (upper left); saffian, gold thread embroidery, Princes Czartoryski Foundation. Water flask (matara), Ottoman, second half of 16th century; coarse-finished leather, string of metal threads, black lacquer, gilding, National Museum, Warsaw (upper right). Kraków manzarası, gravür: Abraham Hogenberg, Köln, 1617; filigranlı el yapımı kâğıt üzerine renkli gravür, Ulusal Müze, Varşova (sağda). Karanfil desenli kolsuz ayin cüppesi. Bursa, 17. yüzyıl ortaları; kuşak bandı ve kapüşon işlemeleri: Polonya, 17. yüzyılın ikinci yarısı; kadife, kılabdan, renkli ipek iplik, Piasek Karmelitler Kilisesi, Kraków. III. Jan Sobieski, Viyana’dan ganimet olarak getirdiği kumaşı, kiliseye armağan etmişti (sağ altta). View of Kraków, engraved by Abraham Hogenberg, Cologne, 1617; laid paper, coloured etching, print, National Museum, Warsaw (right). Cope with carnation motifs. Bursa, mid-17th century; embroidery on sash and hood: Poland, second half of 17th century; velvet, silver thread on silk core, gold thread, coloured silk thread. Church of the Carmelites at Piasek, Kraków. The textile was given to the church by Jan III Sobieski after his return from Vienna (below right). münü kutladığımız bu yıl, Polonya’yı tanıtmak için bize mükemmel bir olanak sağlıyor. Yıl boyunca yüzden fazla kültürel etkinliğe ev sahipliği yapacak olan proje ile Türk izleyicisine Polonya kültürünün eşsiz örneklerini sunmayı planlıyoruz. Sakıp Sabancı Müzesi’nde gerçekleşen bu sergi ise Polonya kültürel programının en önemli etkinliklerinden birini oluşturuyor. Sergi başlığı sembolik olarak, ilişkilerimizin karakterini mükemmel şekilde yansıtıyor; aslında mesafelere rağmen, her iki ülke, pek çok benzerliği ve eski hatırayı beraberinde taşıyor.” Varşova Milli Müzesi Müdürü Agnieszka Morawińska “Sergimiz, Türkiye ve Polonya’nın zengin ortak tarihlerini gözler önüne seren çeşitli ögeleri bir araya getiriyor. Bu sergi ile sanatseverlere Polonya’nın kamusal varlıklarının ve kilise koleksiyonlarının güzel örneklerini sunmayı hedefledik. Sergimiz aynı zamanda iki ülkenin sanatsal paylaşımlarının da tarihini araştırıyor. Projenin bu denli güçlü olmasında, Polonya ve Türkiye’den uzmanlarının ortak emeklerinin büyük bir rolü var. Özen ve özveri ile yürütülen hazırlık çalışmaları sayesine yüzeysellikten ve tek taraflı sonuçlardan uzak kalan bir sergi hazırladığımızı belirtmek isterim.” tries flourished, particularly in their respective capitals of Bursa and Kraków. In both cities the arts also flourished, and this is reflected in the goods that were traded. Fabrics were foremost among the commodities exchanged between the two countries. Those woven in Bursa during this period were exported to Poland, where they were used for garments worn by aristocrats and for church vestments. Meanwhile carpets and other textiles were regarded as prestigious decorative materials and used to adorn palaces and churches. During this early period tiles and ceramics manufactured in the town of İznik near Bursa were widely traded. In the first section of the exhibition portraits of King Ladislaus Jagiello and Sultan Mehmet I, paintings of Bursa and Krakow, political and diplomatic documents, trade agreements, manuscripts, fabrics and İznik tiles illustrate the course of history. Portraits of the rulers of both countries and their families, examples of their personal possessions, engravings and documents relating to the buildings and cities where historic events occurred take their place in the retracing of history. 16th and 17th centuries... Apart from some border clashes, confrontations between the two countries were resolved by diplomatic negotiations during the 15th and 16th centuries, but in the 17th century changing power balances and alliances in Europe and the policy pursued by the Habsburgs in Eastern Europe brought the Ottoman Empire and the Kingdom of Poland into confronKaracena hussar zırhı, Polonya, 17. yüzyılın üçüncü çeyreği; demir, pirinç, deri, kadife, yaldız, Polonya Ordu Müzesi, Varşova (solda). Zırh, Polonya, 1683’ten önce; demir, tunç, bakır, deri, kumaş, kadife, dantel örgü, Czartoryski Prensleri Vakfı (sağda). Karacena hussar armour, Poland, third quarter of 17th century; iron, brass, leather, velvet, gilt, Polish Army Museum, Warsaw (left). Coat of mail, Poland, before 1683; iron, bronze, copper, leather, cloth, velvet, woven lace, Princes Czartoryski Foundation (right). 67 tation. This culminated in the Second Siege of Vienna in 1683. Portraits of the sultans, grand viziers, palace officials and royal women; stories behind the construction of buildings such as the mosque complex of Sultan Ahmet I that made such an impact on İstanbul’s skyline and the mosque complex of a notable royal wife, Hatice Turhan Sultan, in Eminönü; the political and social environment in Kraków and Warsaw, personal possessions, garments, letters, books from palace libraries, engravings and paintings of buildings and cityscapes reflecting İstanbul’s and Warsaw’s political, cultural and artistic atmospheres are interesting pieces included in the exhibition. The Second Siege of Vienna and thereafter… The most prolific section of the exhibition consists of objects relating to the Second Siege of Vienna in 1683. Events leading up to the siege, tents, weapons and other objects left behind by the Ottomans after the siege, reconstruct an event that was a turning point not only in the history of Ottoman Turkey and Poland, but in the history of Europe. The last section of the exhibition looks at historical developments in the Ottoman Empire and the Kingdom of Poland during the post-1683 period. The partitioning of Poland in the late 18th century (1795) by Prussia, Austria and Russia; the groups of Polish patriots and soldiers led by aristocratic commanders who rebelled against this partitioning of their homeland and took refuge in the Ottoman Empire in the 19th century; the Ottoman State’s refusal to recognize the partitioning of Poland and its loss of independence, and the way that the place of the Polish ambassador was insistently and ostensibly preserved along with those of other foreign ambassadors within the Ottoman palace protocol, summarize the nature of relations between the two countries during this time. The role in palace life of famous Polish artists and musicians invited to the Ottoman palace during the reign of Sultan Abdülaziz is an important aspect of the exhibition. Comments by the organizers of the Exhibition Polish Minister of Culture and National Heritage, Bogdan Zdrojewski, said of the exhibition: “There are few countries that have established such uninterrupted partnerships during their history. The commemoration of the 600th anniversary of diplomatic relations between our two countries this year is an outstanding opportunity to promote awareness of Poland. During this year more than a hundred cultural events will be held and we plan to present the Turkish public with unique examples of Polish culture. This exhibition at Sakıp Sabancı Museum is one of the major events on the Polish cultural programme. The exhibition’s title symbolizes and perfectly reflects the character of our relations; it is indeed true that despite the distances between us, both countries have many similarities and share old memories.” Director of Warsaw National Museum Agnieszka Morawinska commented as follows on the exhibition: “Our exhibition brings together diverse elements that demonstrate the rich history shared by Turkey and Poland. By means of this exhibition we aimed to present art enthusiasts with the most beautiful examples of Poland’s secular heritage and church collections. At the same time our exhibition examines the shared aspects of art history between both countries. Dedicated work by experts from Poland and Turkey has played a major part in the outstanding achievement of this project. I wish to say that owing to their meticulous and dedicated efforts in the course of preparing this exhibition, it has avoided superficiality and biased conclusions.” Sakıp Sabancı Museum Director Dr. Nazan Ölçer said the following about the exhibition: “Commercial and cultural relations between Poland and Ottoman Turkey, which began in the 15th century and reached their zenith in the 17th and 18th centuries, made major contributions to the arts in both countries, in particular influencing the tastes, clothing preferences and way of life of the Polish elite. Since a relationship going back 600 years could not be represented by material from Poland alone, we were obliged to find a contemporary Ottoman equivalent for every object brought from that country. Official and private correspondence between the Kingdom of Poland and the Ottoman Empire, portraits of ambassadors, their retinues, and portraits 68 Çini, İznik, 17. yüzyıl, Sadberk Hanım Müzesi, İstanbul (solda). Sultan II. Osman, 1618 civarı, kâğıt üzerine renkli boyalar, Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul (sağda). Tile, İznik, 17th century, Sadberk Hanım Museum, Istanbul (left). Sultan Osman II, c. 1618, paint on paper, Topkapı Palace Museum, Istanbul (right). ÇOCUK ATÖLYELERİNDE POLONYA GEZİSİ S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi’nin Çocuk Atölyeleri, çocuk ziyaretçiler için bu sergi ile ilgili olarak yeni bir program yapmış. Sergiden esinlenerek yeni tasarımlar yapmaya teşvik edilen çocuklara içi efsane dolu bir hazine sandığı, sultan mektubu taşıyan elçiler, hünerli fırçaları olan ressamlar ve kumaş dokumacıları eşlik ediyor. 5 ve 18 yaş arasındaki çocukların, hafta içi ve hafta sonu grup halinde veya bireysel katılabileceği bu eğitimler de ücretsiz. Hafta İçi Okul Programları’nda düzenlenen program başlıkları şöyle: “Polonya Bebekleri”, “Kolaj Portreler”, “Polonya’ya Mektup Var”, “Kumaş Tasarımcıları Aranıyor”, “Zafer Madalyonları”. Hafta sonları ise çocukların doğum yılına göre şu başlıklarla bireysel programlara ayrılmış: “Kolaj Portreler”, “Zafer Madalyonları”, “Kumaş Tasarımcıları”, “Polonya’da Bir Osmanlı Çadırı”. Çocukların yaratıcılığına olduğu kadar bilgi dağarcıklarına da son derece olumlu katkısı olacak bu programların ayrıntıları için lütfen bakınız: http://muze.sabanciuniv.edu/tr/sayfa/guncel-programlar SSM Children’s Workshops: A Historical Journey to Poland! The Children’s Workshops of the Sakıp Sabancı Museum (SSM), give children the opportunity of creating various designs inspired by the “Distant Neighbour Close Memories: 600 Years of Turkish-Polish Relations” exhibition. At the workshops to be held between 7 March and 15 June 2014 the children will set on a journey of culture and history to the lands of our distant neighbours to the accompaniment of Polka tunes. On this amusing journey, they are also accompanied by a treasure chest filled with legends, envoys bearing the sultan’s letter, artists with magical brushes and weavers of fabrics. Children between the ages 5-18 can participate in these activities during the weekends or weekdays, individually or as a group free of charge. School programs during weekdays include the following titles: Polish Dolls, Collage Portraits, Letter for Poland, Fabric Designers Wanted, and Victory Medallions. Programs for individuals during weekends are organized according to age groups on the following themes: Collage Portraits, Victory Medallions, Fabric Designers, and An Ottoman Tent in Poland. For the details of these programs, which will contribute to the creativity of children as well as to their knowledge base, please consult: http://muze.sabanciuniv.edu/tr/sayfa/guncel-programlar SSM Müdürü Dr. Nazan Ölçer “Polonya ile Osmanlı ilişkilerinde 15. yüzyıldan itibaren süregelen ve 17. ve 18. yüzyıllarda doruk noktasına varan ticari ve kültürel ilişkiler, her iki ülkeye büyük sanatsal değerler katmış; özellikle Polonya’daki elit kesimin beğeni, giyim ve yaşam biçimini etkilemiştir. 600 yıllık bir ‘ilişki’ sadece Polonya’dan ödünç alınan eserlerle yansıtılamayacağı için, oradan gelecek her objenin dönemsel Osmanlı ‘muhatabını’ da bulmak zorundaydık. Polonya Krallığı ve Osmanlı Devleti arasında gerçekleşen resmi ve özel yazışmalar, gönderilen elçiler ve maiyet, önemli şahsiyetler ve ailelerinin portreleri, kişisel notlar sergi senaryosundaki yerlerini aldılar. Kilise ileri gelenlerinin merasimde kullandığı giysilere dönüşerek saklanan Türk kumaşlarının, savaş meydanlarından geriye kalan çadır ve silahların, cephede tutulan günlüklerin, bizlere üç boyuta bürünmüş bir mesaj vermesini arzu ettik.” Sergi kapsamında çağdaş Polonya sinemasının önde gelen yönetmenleri Krzysztof Zanussi ve Dorota Keszierzawska’nın da katılacağı söyleşiler ve Polonya’lı müzisyenlerden konserler de yer alıyor. MüzedeChanga’da ise Polonya’nın geleneksel mutfağından esinlenerek hazırlanan yemekler var! Müzeyi 14 yaş ve altı çocuklar ile 60 yaş üstü ziyaretçiler ücretsiz, Müzekart+ sahipleri ise indirimli (8 TL) ziyaret edip, müze mağazasında %10 indirim hakkını kullanabiliyor. Sultan IV. Mehmet, John Young Albümünden, 1814, gravür, Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul (solda). Adam Mickiewicz, Aleksander Kaminski, tuval üzerine yağlıboya, Ulusal Müze, Varşova (sağda). Viyana Muharebesi, Józef Brandt, 1873, tuval üzerine yağlıboya, Polonya Ordu Müzesi, Varşova (altta). Sultan Mehmet IV, John Young Album, 1814, engraving, Sakıp Sabancı Museum, Istanbul (left). Adam Mickiewicz, Aleksander Kamiński, 1850, oil on canvas, National Museum, Warsaw (right). Battle of Vienna, Józef Brandt, 1873, oil on canvas, Polish Army Museum, Warsaw (bottom). of important Polish and Ottoman figures and their families, as well as personal notes reflecting contemporary events, have taken their place in the exhibition scenario that tracks this eventful history almost step by step. We wanted church vestments made of Turkish fabrics worn by high ranking Polish clerics, tents and weapons presented as gifts or left behind on the battle field, and diaries kept on battle fronts to give insight into diverse aspects of the past in a three-dimensional format.” Polish films will be screened throughout the exhibition, accompanied by discussion fora to be attended by the leading directors of contemporary Polish cinema, Krzysztof Zanussi and Dorota Keszierzawska. In addition concerts by musicians from Poland and educational workshops for children will be offered. The museum’s Changa restaurant is presenting a menu inspired by Poland’s traditional foods and cooking techniques. Entrance to the exhibition is free of charge for children under the age of 14 and persons over the age of 60. Museum Card+ holders pay the discount fee of 8 TL and benefit from a 10% reduction in their purchases from the museum store. 69 Tıngır mıngır bir sesin peşinde, Dikiş makineleri bu sergide... schneidertempel sanat merkezi diğer adıyla terziler sinagogu, adına yakışır bir sergiye ev sahipliği yapıyor: tan oral’ın küratörlüğünde, mehmet çelik’in koleksiyonundan seçilmiş, 1859-1918 dönemine ait dikiş makineleri sergileniyor. SERGİ Exhibition In pursuit of a clanging sound... Sewing machines exhibition “Schneidertempel Art Centre” aka Tailors’ Synagogue, is hosting an event worthy of its name: an exhibition curated by Tan Oral, displaying sewing machines from the period 1859-1918, selected from the collection of Mehmet Çelik. 70 Şimdilerde bir ev eşyası olmaktan, her salonun baş köşesinde bulunmaktan çıktı. Ama eskiden hemen hemen her evde, şimdinin buzdolabı ya da çamaşır makinesi gibi ihtiyaç listesine baş sıralardan girer, ev kurulurken ilk önce o alınırdı. Tıngır mıngır sesi içimize işler, dünyanın en güzel müziğiymiş gibi bizi ihya ederdi… Dikiş makinelerinden söz ediyoruz. Sanayinin bu kadar gelişmediği, bir gömleğin ateş pahası olduğu, dolayısıyla kıyafetlerin evde dikildiği yıllarda gözde birer ev eşyasıydı dikiş makineleri. Ancak, üretim gelişip, giysiler ucuzlayınca insanlar evde dikiş dikmez oldu. Şimdi bazı mahallelerde tek tük terziler de olmasa, yeni nesil dikiş dikmek ne demek, dikiş makinesi neye benzer onu bile bilmeyecek. Şimdi size bir sergiden söz edeceğiz. Hem belki çocuklarınızla gider, onların da dikişin, dikiş makinesinin, insanın kendisine bir gömlek dikmesinin ne kadar önemli olduğunu anlatırsınız. Hayatında hiç dikiş makinesi görmemiş çocuklar için de eski günleri özlemle anan yetişkinler için de büyüleyici olacağına eminiz. Karaköy’de, Bankalar Caddesi’nin çok yakınında, Felek Sokağı 1 Numara’da çok eski, çok etkileyici bir yapı vardır. Burası Terziler Sinagogu diye de anılan Schneidertempel Sanat Merkezi. Bu görkemli binada 13 Mart’ta başlayıp 4 Mayıs’a dek sürecek olan bir sergi açıldı: “Dikiş Makineleri Terziler Sinagogu’nda”. Küratörlüğünü ve tasarımını Tan Oral’ın yaptığı, Mehmet Çelik’in zengin koleksiyonundan seçilmiş, 1859-1918 dönemine ait dikiş makinelerinin yer aldığı bu sergiyi ziyaret ettiğinizde zamanda yolculuğa çıkmış gibi olacaksınız. İlk örnekleri 19. yüzyıl başlarında ortaya çıkan dikiş makinesinin tarih içinde nasıl değişimlerden geçtiğini gözler önüne seren sergide, dikiş makinelerinin ilk dönemlerine ait çeşitli örneklerle birlikte, üzerinde dikiş makinesi ya da terzi fotoğrafı olan kartpostal, basılı malzeme, basın / TV reklamları ve sözlü tarih görüşmeleri de sizi bekliyor. Peki Mehmet Çelik kim ve bütün bu dikiş makinelerini neden toplamış? Mehmet Bey aslında bir iş adamı, ekonomist. Aynı zamanda da Mineral Endüstrisi Ticaret AŞ’nin (Mikron’S) Yönetim Kurulu Üyesi. İlk dikiş makinesini bundan yedi sekiz yıl önce Üsküdar’daki bir antikacıdan almış. Daha önce dikiş makinelerine karşı özel bir ilgisi yokmuş ama o günden sonra ilgi duymaya başlamış. O gün bugündür de gittiği her yerden dikiş makinesi toplamış. Çelik’in 48 adet dikiş makinesi var ancak sergide bunlardan, üretim Sewing machines, which used to be a major component of every household in the past, are no longer part of the customary home equipment nowadays. It was once a priority appliance to be purchased when installing a home, like today’s refrigerator or washing machine. Their clanging sound stimulated our ears as if it were the world’s most beautiful music... They were a favourite piece of equipment in the years when the textile industry was not that developed, an ordinary shirt was an expensive clothing item and hence garments were home-tailored. But with the progress of confection industries around the world, ready-made clothing became inexpensive so that people stopped sewing at home. Now, if there were no sporadic seamstresses in some neighbourhoods, the new generation would have no idea of what sewing was and what a sewing machine looked like. We will now introduce to you an exhibition which you may visit in company of your children to explain to them what sewing is and how a sewing machine functions and what it means to sew your own shirt. We are sure that this will be a rewarding experience for children who have never seen a sewing machine and for adults nostalgic of the good old days. In Karaköy, close to Banking Street, there is a very old, impressive building at Felek Street Number 1. We are talking about the “Schneidertempel Art Centre” also referred to as the Tailors’ Synagogue. An exhibition entitled “Sewing Machines at the Tailors’ Synagogue” has opened on March 13 in this imposing building and will last until May 4, 2014. This exhibition curated and designed by Tan Oral, displaying a group of sewing machines dating from the period 1859-1918, selected from the prolific collection of Mehmet Çelik, will take you on a journey through time. The exhibition revealing the historic evolution of sewing machines with their first examples having emerged in the 19th century, also includes printed material, photographs and postcards showing sewing machines and/or tailors, and media / TV commercials. You are also invited to oral history conversations that take place within the exhibition organization. But who is Mehmet Çelik, and why did he collect all these sewing machines? Mr. Çelik is actually a businessman, an economist. He is a member of the Board of Directors of Mineral Industry Trade Inc. (Mikron’S). He purchased his first sewing machine seven or eight years ago from an antique dealer in Üsküdar. He had no particular interest in sewing machines prior to this first acquisition, but developed an intense curiosity for 71 tarihleri 1859-1918 yılları arasında olan 11 tanesi sergileniyor. Mehmet Bey’e göre antika dikiş makinelerinin dünyada meraklısı çok ancak Türkiye’de işler pek öyle değil. Nice aile yadigârı dikiş makinesi, sırf elden çıkarılmak için çok küçük paralara satılabiliyor. Makinelerin bakımı çok zor değil. Arada bir yağlanması gerekiyor o kadar. Ancak çoğu üretici artık fabrikasını kapattığı için, yedek parçaya ihtiyacınız olduğunda bulmanız hayli zor. Yine de internette çeşitli forumlarda birbirleriyle bu tür bilgileri paylaşan insanlar var. Eğer sizin de elinizde antika bir makine varsa ve onu nasıl kullanacağınızı ya da bakımını nasıl yapacağınızı bilmiyorsanız bu tür forum sitelerindeki dikiş makinesi severlerle iletişim kurabilirsiniz. Bu sayede elinizdeki makinenin üretim yılını, özelliklerini ve hatta değerini öğrenebilirsiniz. Dikiş makineleri günümüzde 40 bin-250 bin TL arasında alıcı buluyor. Dikiş Makineleri Terziler Sinagogu’nda Sergisi hafta içi her gün 10.30 - 17.00, hafta sonu ise pazar günleri 12.00 - 16.00 saatleri arasında gezilebilir. Merkez cumartesi günleri kapalı. 72 them thereafter. From that day on, he started collecting sewing machines from everywhere. His collection consists of a total of 48 sewing machines 11 of which manufactured in the years 1859-1918 are on display in the framework of this exhibition. According to Mr. Çelik, there are a great number of enthusiasts fond of antique sewing machines around the world, but things are different in Turkey, where precious family heirloom sewing machines are sold for very modest prices by their inheritors who just want to get rid of them. Maintenance of the machines is not very difficult. They need to be greased every once in a while. However, spare parts are scarce due to the fact that most manufacturers have meanwhile closed their factories. Nevertheless, there are various fora on the internet where people share such information with each other. If you too possess an old sewing machine and would like to know how to take care of it, you may enter these websites and communicate with sewing machine amateurs. By doing so, you may learn about the manufacturing year of your machine, its specifications and even its market value. Today, vintage sewing machines find buyers for prices between 40 and 250 thousand Turkish Liras. The “Sewing Machines at the Tailors’ Synagogue” Exhibition is open to the public every weekday 10:30 a.m. to 05:00 p.m. and on Sundays from 12:00 to 16:00 hours. The centre is closed on Saturdays. TERZİLER SİNAGOGU’NUN ADI NEREDEN GELİYOR? Where does the name “Tailors’ Synagogue” originate from? Karaköy’deki Schneidertempel Sanat Merkezi belki de ilk kez adıyla bu kadar uyumlu bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Schneidertempel Sanat Merkezi, nam-ı diğer Terziler Sinagogu, Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde Yahudi terzilerin ibadetlerini yapabilmesi için Sultan Abdülhamit’in talimatı ile yapılmış. 19. yüzyılın sonlarında kurulan terziler loncasının Başkanı ve Sultan II. Abdülhamit’in saray terzisi olan Mayer Schönman, bu meslek loncası mensuplarının ibadetlerini yerine getirebilmeleri için ayrı bir sinagogun inşa edilmesine önayak olmuş. Sinagogun yapımında masraflar sadece İmparatorluk hazinesinden ödenmemiş. Terziler de kendi aralarında para toplayıp inşaata destek olmuş. İnşaat bir yıl içinde tamamlanmış ve ibadete açılmış. 1894 yılında hizmete giren sinagog, Yidiş dilinde Terziler Sinagogu anlamına gelen Schneidertempel adıyla anılmaya başlanmış. 20. yüzyılın sonlarına doğru cemaatin azalmasıyla dini işlevini yitirmeye başlayan Terziler Sinagogu, geçirdiği restorasyonların ardından, 1999 yılında Schneidertempel Sanat Merkezi olarak kamu hizmetine açılmış, geçen yıl da esaslı bir yenilemeden geçirilmişti. Daha çok bir mizah galerisi olarak düşünülen Schneidertempel Sanat Merkezi’nin programlarında çizi-mizah yani karikatür yapıtlarını sergilemek ağırlıklı bir yer tutuyor. Çizerler Tan Oral ve İzel Rozental, Merkez’in Sanat Danışmanı, Handan Önel de Yöneticisi. Bkz: schneidertempel.com It is maybe the first time that the “Schneidertempel Art Centre” in Karaköy welcomes an exhibition so much in harmony with its proper name. The Schneidertempel, which means the ‘temple of the tailors’ in Yiddish (derivative of German) language was a synagogue originally built in the 19th century, by instruction of Ottoman Sultan Abdülhamit II as a worshipping facility destined to the usage of the Jewish tailors of İstanbul. The Head of the then newly established Guild of Tailors in İstanbul, Mayer Schönman, who was also Court Tailor of the Sultan, was instrumental in prompting the construction of a special synagogue for the members of this professional guild. The construction of the synagogue was partly financed from the Imperial treasury expenditures and partly through the own contributions of the guild members. Construction was completed in one year and the temple opened for worship in1894. When towards the end of the 20th century the congregation began to wane the Tailors’ Synagogue lost its religious function. The building was re-opened in 1999 as the “Schneidertempel Art Centre” following a series of restorations and underwent another thorough renovation last year. Humorous drawings, cartoons and caricature productions occupy a central place within the programs of the “Schneidertempel Art Centre”, which was originally conceived primarily as a humour gallery. In this vein, Illustrators Tan Oral and İzel Rozental act as the Art Consultants of the Centre, and Handan Önel is its Manager. See: www. schneidertempel.com 5 3 Haziran 2014 6 Haziran 2014 9 -10 Haziran 2014 13 Haziran 2014 14 -15 Haziran 2014 15 -16 Haziran 2014 17 Haziran 2014 ATTİLA G.VERDI Ankara Devlet Opera ve Balesi ZORLU P.S.M FATİH SULTAN MEHMET G.ROSSINI İstanbul Devlet Opera ve Balesi SARAYDAN KIZ KAÇIRMA Samsun Devlet Opera ve Balesi BİRJAN VE SARA Samsun Devlet Opera ve Balesi BEKLENMEDİK KARȘILAȘMA Salzburg Devlet Operası LÜKÜS HAYAT Mersin Devlet Opera ve Balesi DMITRI HVOROSTOVSKY SOPRANO: ANA MARIA MARTINEZ ȘEF: CONSTANTINE ORBELIAN ZORLU P.S.M W.A. MOZART TOPKAPI SARAYI M. TULEBAYEV BAKIRKÖY BELEDİYESİ LEYLA GENCER SAHNESİ C.W. GLUCK KADIKÖY BELEDİYESİ SÜREYYA OPERA SAHNESİ C.R. REY BAKIRKÖY BELEDİYESİ LEYLA GENCER SAHNESİ GALA KONSER ZORLU P.S.M İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası Genel Müdürlük programda değișiklik yapabilir. www.istanbuloperafestival.gov.tr HABER TURU NEWS IN OVERVIEW Notre Dame de Paris Zorlu’da Çingeneler tarafından katedrale bırakılan kambur, çirkin ve sağır bir çocuk ve en sevdiği yer olan katedralin çan kulesi... Ta ki kalbinde bir şeyler hissetmesini sağlayan o güzel çingene kızını görene kadar… Victor Hugo’nun ölümsüz romanı “Notre Dame’ın Kamburu”ndan sahneye uyarlanan müzikal 14 farklı ülkeden sonra şimdi İstanbul’da, 22 Nisan-4 Mayıs tarihleri arasında Zorlu Center PSM’de. Luc Plamondon ve Richard Cocciante’nin modern sahneye uyarladığı klasik bir aşk hikayesi olan müzikal; ilk kez 1998 yılında Paris’te sergilendi ve 10 milyonu aşkın CD ve DVD satışı, 15 yılda 8 milyondan bilet satışına ulaşarak Guinness Dünya Rekorlar Kitabı’na girdi. Notre Dame de Paris’nin efsane şarkısı Belle, Fransız televizyon izleyicileri tarafından 20. yüzyılın en iyi şarkısı, Rus izleyiciler tarafından ise on yılın şarkısı seçildi. Titanik filminin hafızalara kazınan şarkısı “My Heart Will Go On”un söz yazarı Will Jennings’in İngilizce uyarlamasıyla İngilizce olarak sahnelenecek müzikali kaçırmayın. Bu arada Türkçe üstyazı olacağını da belirtelim. Notre Dame de Paris at Zorlu A hunchbacked, ugly and deaf boy is left at a cathedral by the gypsies and the bell tower of the cathedral, the place he loves most... Till he saw that beautiful gypsy girl who made him feel some things deep in the heart... The musical adapted to stage from the immortal novel of Victor Hugo, “The Hunchback of Notre Dame”, now in Istanbul, after 14 different countries, in PSM at Zorlu Centre, between April 22 – May 4. The classical love story musical applied to modern stage by Luc Plamondon and Richard Cocciante; it was first staged in Paris in 1998 and entered the Guinness World Records Book with over 10 million CD and DVD sales, 8 million ticket sales in 15 years. The legend song “Belle” of Notre Dame de Paris was elected as the best song of 20th century by the French TV viewers, the best song of the decade by the Russian viewers. Do not miss this musical that will be performed in English with the English adaptation of Will Jennings who is the song writer of “My Heart Will Go On”, the unforgettable song of the movie: Titanic. Let’s remind you that there will be Turkish surtitle. VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi İstanbul Modern; VitrA ve Türk Serbest Mimarlar Derneği’nin işbirliğiyle gerçekleştirilen VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi’nin 3. sergisine ev sahipliği yapıyor. Geçmiş yıllarda ticari yapılar ve turizm yapılarına odaklanan proje dizisi, farklı yapı türlerini eksen alarak, Türkiye çağdaş mimarlık ortamını belgelemeyi, tartışmayı ve yeni çalışmalar için zemin oluşturmayı hedefliyor. Bu yılki sergi; ziyaretçisini, eğitimle ilgili düşünmeye ve hayaller kurmaya çağırıyor. İstanbul Modern, 13 Mart-1 Haziran 2014. VitrA Contemporary Architecture Serial Istanbul Modern is hosting the 3rd exhibition of VitrA Contemporary Architecture Serial realised in cooperation with VitrA and The Turkish Freelance Architects Association. The project serial that was focused on commercial constructions and tourism constructions in previous years is targeting to document, discuss the Turkish contemporary architecture environment and constitute a base for new works with different construction types in the axis. This year, the exhibition is calling its visitors to think and fantasise on education. Istanbul Modern, March 13 – June 1, 2014. 74 ÜNLÜ FOTOĞRAFÇILAR TÜRKİYE’Yİ GÖRÜNTÜLÜYOR Dünyaya adını “Afgan Kız” fotoğrafıyla duyuran Amerikan belgesel fotoğrafçısı Steve McCurry, reklam fotoğrafçılığının “bir numarası” olarak görülen Mark Edward Harris, sanat elçisi ve başarılı foto muhabiri Hazel Thompson, rock yıldızlarının fotoğrafçısı Robert M. Knight bu kez deklanşöre Türkiye için bastılar. Her biri çok sayıda uluslararası ödüle sahip ve dünyaca ünlü çalışmalara imza atmış olan dört fotoğrafçı, 2014’te yurtdışında yürütülecek reklam kampanyalarımızda kullanılmak üzere özel fotoğraf çekimleri gerçekleştirdi. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Türkiye’nin yeni tanıtım stratejisini anlattı: “Ülkemiz, sahip olduğu tarihi, kültürel zenginlikleriyle ve onu barındıran güzel coğrafyası ile dünyanın ilgisini çekmektedir. Bakanlık olarak tanıtım faaliyetleriyle, önyargıların giderilmesinin, doğru bilgi verilmesinin yanı sıra farkındalık oluşturmaya çalışıyoruz. Dünyanın merak ettiği ve Türkiye’nin yaşadığı süreç içerisinde Türkiye’nin hikâyesini anlatan bir tanıtım stratejisi peşinde koşacağız. Dünyaca ünlü dört fotoğrafçıyla birlikte çalışıyoruz. Ayrıca önümüzdeki günlerde Türkiye’den de 4 önemli fotoğraf sanatçısını bu tanıtımlara dahil edeceğiz ve Türkiye’nin önemli unsurlarını hikâyeleştirerek uluslararası mecralarda tanıtacağız.” FAMOUS PHOTOGRAPHERS ARE PHOTOGRAPHING TURKEY American documentary photographer Steve Mc Curry who became worldwide known with his photograph “The Afghan Girl”, Mark Edward Harris who is regarded as the “number one” in advertising photography, Hazel Thompson who is an art envoy and a successful photojournalist, Robert M. Knight who is a photographer of the rock stars have pressed on the shutter release button, this time, for Turkey. Four photographers who have innumerable numbers of international awards and who have signatures on globally famous works have realised private shootings for our advertisement campaigns to be materialised abroad in 2014. The Minister of Culture and Tourism Mr. Ömer Çelik announced the new promotion strategy of Turkey: “Our country draws the attention of the world with its historical and cultural richness and the beautiful geography that embraces them. As the Ministry, with promotion activities we try to create awareness beyond bestowing correct information and sweeping away the prejudgements. Within the period that world is curious about and Turkey is going through, we shall chase a promotion strategy that will tell the story of Turkey. We are working with four worldwide known photographers. Furthermore, we shall include 4 important photographers from Turkey into these promotion works and we shall promote the narrated important elements of Turkey in international channels.” Steve McCurry’nin Hırvatistan, Dubrovnik’te açtığı sergi afişi (sağda), (Shutterstock/Brendan Howard). The poster of Steve McCurry for the exhibition he materialised in Dubrovnik, Croatia (right), (Shutterstock/Brendan Howard). Milli Saraylar Resim Müzesi açıldı İstanbul’un artık yeni bir resim müzesi var. Çalışmalarına uzun süredir devam edilen Milli Saraylar Resim Müzesi nihayet açıldı. Açılışında yoğun bir ilgiyle karşılanan müze, yıllardır depolarda bekleyen eserlerin nihayet gün yüzüne çıkması bakımından da çok değerli. İnşa edildiği Sultan Abdülmecit Dönemi’nde tahta çıkmaya aday şehzadelerin ikametine ayrılan Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi, Milli Saraylar tarafından restore edilip “Milli Saraylar Resim Müzesi” adıyla yeniden açıldı. Daha önce İstanbul Resim Müzesi adıyla ziyaret edilen müze bundan yedi yıl önce kapanmıştı. TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Dolmabahçe Sarayı’ndaki Milli Saraylar Resim Müzesi’nin açılışında yaptığı konuşmada, tarihi korumada herkesin üzerine düşen görevlerin olduğunu dile getirdi. TBMM Başkanı Çiçek, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Biz toplum olarak, millet olarak tarihimizle övünürüz ama tarihimizi yeteri kadar koruduğumuzu söyleyemem. Ne kadar sırtımızı dönerek tarihimizle övündüğümüz birçok eseri kaybetmiş olmamızdan anlaşılıyor. Tarihle övünmenin yolu, tarihi korumaktan geçiyor. Onun için de herkese, hepimize düşen önemli görevler var.” KÜLTÜREL MİRASA 180 MİLYON Türkiye’nin kültürel mirasının korunarak yaşatılmasına yönelik bakanlık desteği, geçtiğimiz yıl, ortalama yüzde 35 oranında arttı. Kültür ve Turizm Bakanlığı proje, uygulama, kazı, kamulaştırma işleri ile taşınmaz kültür varlıklarına proje ve uygulama yardım faaliyetleri için 2013 yılında ortalama 180 milyon liralık kaynak kullandı. Kültür varlıklarına 2012 yılında 135 milyon 245 bin 48 lira ödenek aktaran bakanlık, geçtiğimiz yıl bu rakamı 179 milyon 539 bin 768 liraya çıkarttı. Ayrıca 2013’de 115 projenin gerçekleşmesi için de çalışma başlatıldı. 18 müze ziyarete açıldı Taşınmaz kültür varlıkları ile müzelerin rölöve, restitüsyon, restorasyon, teşhir-tanzim, çevre düzenleme ve mühendislik projeleri için ortalama 61 milyon lira aktaran bakanlık, Adana, Hatay, Urfa ve Uşak müzeleri olmak üzere 4 yeni müze inşaatına da başladı. 2013’te anılan müze inşaatlarına 54 milyon 510 bin 256 lira ödenek sağlanırken, İstanbul, Ankara, Samsun, Balıkesir, Gaziantep, Aydın, Kahramanmaraş, Uşak ve Bursa illerinde de toplam 18 özel müze ziyarete açıldı. Türkiye geçtiğimiz yıl içerisinde Elazığ’da Nurettin Ardıçoğlu Kültür Merkezi, Adana’da Yüreğir Kültür Merkezi ve Hakkari’de Yüksekova Kültür Merkezi olmak üzere üç yeni kültür merkezi açıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kültür merkezlerine geçtiğimiz yıl gönderdiği ödenek miktarı ise 108 milyon 750 bin 235 lira oldu. Bu yıl 11 kültür merkezinin daha açılmasını planlayan bakanlık 94 olan kültür merkezi sayısını 105’e çıkaracak. Türkiye genelinde özel mülkiyetteki tarihi yapılar bakanlığın maddi desteği ile aslına uygun olarak hayata döndürülüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı “Taşınmaz Kültür Varlıklarının Onarımına Yardım Sağlanmasına Dair Yönetmelik” kapsamında korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescil ettiği taşınmazların sahiplerine maddi destek sağlamaya devam ediyor. 180 MILLION TO CULTURAL HERITAGE The support of the ministry for the preservation of Turkey’s cultural heritage and keeping it alive has been increased last year by an average of 35 per cent. The Ministry of Culture and Tourism has spent a fund of approximately 180 million in 2013 for project and application support activities of immovable cultural assets and for socialisation, excavation and project application works. The ministry that has transferred an allowance of 135 million 245 thousand and 48 liras to cultural assets in 2012 has increased this figure to 179 million 539 thousand and 768 liras during last year. Furthermore studies have been activated for the realisation of 115 projects in 2013. National Palaces Painting Museum opened Istanbul has now a new painting museum. Finally the National Palaces Painting Museum is opened after a long lasting preparation period. The museum that has been welcomed with great interest is also very valuable for finally bringing into light the works of art that have been waiting in storerooms for years. Dolmabahçe Palace Apartment, reserved for Sultan’s Sons who are the candidates of the throne, during the Sultan Abdülmecit Period when it was built, has been refurbished by the National Palaces and reopened under the name, “National Palaces Painting Museum”. The museum that was open to visits under the name “Istanbul Painting Museum” was closed seven years ago. Mr. Cemil Çiçek, the President of The Grand National Assembly of Turkey, in his speech he made in the Inauguration Ceremony of National Palaces Painting Museum in Dolmabahçe Palace, stated that everyone has a responsibility in preserving history. The President of the Assembly further stated that, “As a society, as a nation we boast with our history, but I cannot say that we preserve our history as much. Loosing so many artefacts that we boast clearly reveals the attention we in fact divert to them. The only way to boast with history is by preserving it. That’s why there are important obligations that everyone, each one of us must undertake.” 18 museums have been opened to visits The Ministry that transferred an average of 61 million liras for the immovable cultural assets and museums’ relievo, restitution, restoration, merchandising, environment arrangement and engineering projects also started the construction of 4 new museums namely: Adana, Hatay, Urfa and Uşak Museums. While 54 million 510 thousand and 256 liras of allowance was supplied to the construction of the above mentioned museums a total of 18 private museums were opened to visits in Istanbul, Ankara, Samsun, Balıkesir, Gaziantep, Aydın, Kahramanmaraş, Uşak and Bursa in 2013. During last year, three new culture centres have been opened in Turkey: Nurettin Ardıçoğlu Culture Centre in Elazığ, Yüreğir Culture Centre in Adana and Yüksekova Culture Centre in Hakkari. The allowance that was sent last year to the culture centres by the Ministry of Culture and Tourism was 108 million 759 thousand and 235 liras. The ministry is planning to open 11 new culture centres this year; thus the number of culture centres which is 94 will be raised to 105. In Turkey in general, the historical constructions owned by the private sector are being transformed to life, in accordance with their originals, with the financial support of the ministry. Within the scope of the “Regulation on Supplying Support to Refurbishment of Immovable Cultural Assets”, the Ministry of Culture and Tourism keeps on providing financial support to the owners, required for the preservation, of the registered cultural assets. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik (en üstte) ve yapım çalışmaları süren Şanlıurfa Müzesi (üstte). Ömer Çelik, The Minister of Culture and Tourism (top above) and Şanlıurfa Museum, still under construction (above). 75 T. C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI’NA BAĞLI DÖSİMM VE TÜRSAB-MÜZE GİRİŞİMLERİ TARAFINDAN İŞLETİLEN MÜZE ve ÖRENYERLERİ MUSEUMS AND HISTORICAL SITE OF THE MINISTRY OF CULTURE AND TOURISM OF THE REPUBLIC OF TURKEY RUN BY DÖSİMM (CENTRAL DIRECTORATE OF REVOLVING FUNDS MANAGEMENT) AND TÜRSAB (ASSOCIATION OF TURKISH TRAVEL AGENCIES) MUSEUM ENTERPRISES MARMARA BÖLGESI MARMARA REGION BURSA İznik Müzesi İznik Museum Mudanya Mütareke Evi Müzesi Mudanya Truce House Museum Türk İslam Eserleri Müzesi Museum of Turkish and Islamic Arts ÇANAKKALE Troia Örenyeri Troia Archaeological Site Assos Örenyeri Assos Archaeological Site Arkeoloji Müzesi Archaeological Museum Apollon Smintheion Örenyeri Apollo Smintheion Archaeological Site EDIRNE Yıldız Sarayı Yıldız Palace Museum Fethiye Müzesi İstanbul Fethiye Museum Aya İrini Hagia Eirene Church Museum KOCAELI Kocaeli Müzesi Kocaeli Museum Saray Müze (Av Köşkü) Imperial (Hunting Lodge) Palace Museum KARADENİZ BÖLGESI BLACK SEA REGION AMASYA Amasya Müzesi Amasya Museum Hazeranlar Konağı The “Hazeranlar” Mansion Ethnography Museum TRABZON Sümela Manastırı Sümela Monastery Kostaki Konağı The Kostaki Mansion Trabzon Müzesi Trabzon Museum ZONGULDAK Cehennemağzı Mağaraları The Hell Mouth Caves AKDENİZ BÖLGESI MEDITERRANEAN REGION ADANA Arkeoloji Müzesi Archaelogical Museum Arykanda Örenyeri Arykanda Archaeological Site Alanya Müzesi Alanya Museum BURDUR Sagalassos Örenyeri Sagalassos Archaeological Site Burdur Müzesi Burdur Museum HATAY Hatay Müzesi Hatay Museum St. Pierre Anıt Müzesi St. Pierre (Saint Petrus) Church Museum Çevlik Örenyeri Çevlik Archaeological Site ANTALYA Isparta Antiocheia Örenyeri (Yalvaç) Pisidia Antiocheia Archaeological Site Aspendos Örenyeri Aspendos Archaeological Site K. MARAŞ Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi Museum of Archaeology and Ethnography S.Düzü Milli M. Müzesi Amasya National Struggle Museum Alanya Kalesi Alanya Castle Kahramanmaraş Müzesi Kahramanmaraş Museum Türk İslam Eserleri Müzesi Museum of Turkish and Islamic Arts BARTIN Myra Örenyeri Myra Archaeological site MERSIN Amasra Müzesi Amasra Museum Noel Baba Müzesi The Museum of St. Nicholas Cennet - Cehennem Örenyeri Chasm of Heaven and Pit of Hell ÇORUM Perge Örenyeri Perge Archaeological site Astım Mağarası Asthma Cave Phaselis Örenyeri Phaselis Archaeological site St. Paulus Kuyusu The St. Paul Well Antalya Müzesi Antalya Museum Mağmure Kalesi Mağmure Cave Side Tiyatrosu Ancient Side Amphitheatre Kanlı Divane Örenyeri Kanlı Divane Archaeological Site Olympos Örenyeri Olympos Archaeological site Anamurium Örenyeri Anemurium Archaeological Site Patara Örenyeri Patara Archaeological site St. Paul Anıt Müzesi The St. Paul Church Memorial Museum Side Müzesi Side Museum Kız Kalesi Korykos Maiden’s Castle İSTANBUL Ayasofya Müzesi Hagia Sophia Museum Topkapı Sarayı Müzesi Topkapı Palace Museum Çorum Müzesi Çorum Museum Harem Dairesi Harem Apartments Alacahöyük Müzesi ve Örenyeri Alacahöyük Museum and Archaeological Site Kariye Müzesi Chora Museum Boğazköy Müzesi Boğazköy Museum İstanbul Arkeoloji Müzeleri İstanbul Archaeological Museum SAMSUN Türk ve İslam Eserleri Müzesi Museum of Turkish and Islamic Arts Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi Museum of Archaeology and Ethnography Mozaik Müzesi Mosaics Museum Hisarlar Müzesi Castles’ Museum İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi Museum for the History of Science and Technology in Islam Galata Mevlevihanesi Müzesi Galata Whirling Dervishes Hall Museum 76 Gazi Müzesi Ghazi (Mustafa Kemal Atatürk) Museum Simena Örenyeri Simena Archaeological site SINOP Termessos Örenyeri Termessos Archaeological Site Tarihi Sinop Cezaevi Sinop Historical Castle Prison Xanthos Örenyeri Xanthos Archaeological Site Sinop Müzesi Sinop Museum Karain Mağarası Karain Cave EGE BÖLGESI AGEAN REGION AFYON Arkeoloji Müzesi Archaeological Museum AYDIN Afrodisias Müze ve Örenyeri Aphrodisias Archaeological Site Didim Örenyeri Didyma Archaeological Site Milet Örenyeri Miletus Archaeological Site Priene Örenyeri Priene Archaeological Site Milet Müzesi Miletus Museum Aydın Müzesi Aydın Museum Gymnasium ve Sinagog Gymnasium and Synagogue Arkeoloji Müzesi Archaelogical Museum MUĞLA Bodrum Sualtı Müzesi The Bodrum Museum of Underwater Archaeology Sedir Adası Sedir Island Mausoleion Örenyeri Mausoleion Archaeological Site DENIZLI Kaunos Örenyeri Kaunos Archaeological Site Hierapolis Örenyeri Hierapolis Archaelogical Site Kayaköy Örenyeri Kayaköy Archaeological Site Arkeoloji Müzesi Archaelogical Museum İZMIR Efes Örenyeri Ephesus Archaelogical Site Akropol Örenyeri Acropolis Archaeological Site Efes Yamaçevler Ephesus Terrace Houses Asklepion Asclepeion (Healing Temple) St. Jean Anıtı St. John Basilica Efes Müzesi The Ephesus Museum Agora Örenyeri Agora Archaeological Site Çeşme Müzesi Çeşme Museum Knidos Örenyeri Knidos Archaeological Site Zeki Müren Sanat Evi Zeki Müren Arts Museum Marmaris Müzesi Marmaris Museum Tlos Örenyeri Tlos Archaeological Site Letoon Örenyeri Letoon Archaeological Site Beçin Kalesi ve Örenyeri Beçin Fortress and Historical Site UŞAK Arkeoloji Müzesi Archaelogical Museum İÇ ANADOLU BÖLGESI MEDITERRANEAN REGION Bergama Kızıl Avlu (Bazilika) Pergamon Red Courtyard (Basilica) AKSARAY Tarih ve Sanat Müzesi Museum of History and Art Ihlara Vadisi Örenyeri Ihlara Valley Bergama Müzesi The Bergama Museum Arkeoloji Müzesi Archaelogical Museum Manastır Vadisi Örenyeri Manastır Valley ANKARA KAYSERI ERZURUM Yeşilhisar Soğanlı Örenyeri Yeşilhisar Soğanlı Archaeological Site Yakudiye Türk-İslam Eserleri Müzesi Museum of Turkish - Islamic Arts and Ethnography Arkeoloji Müzesi Archaelogical Museum KIRŞEHIR Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi Kaman Kalehöyük Museum of Archaeology KONYA Mevlana Müzesi Mevlâna Museum Karatay Müzesi Karatay Museum İnce Minare Müzesi Museum of the İnce Minareli (Slender Minaret) Medrese Arkeoloji Müzesi Archaelogical Museum Akşehir Batı C. Müzesi Akşehir Western Front Headquarters Museum NEVŞEHIR Göreme Açık Hava Müzesi Göreme Open Air Museum SOUTHEASTERN ANATOLIAN REGION ADIYAMAN Pirin Örenyeri Pirin Archaeological Site Adıyaman Müzesi Adıyaman Museum Batman Müzesi Batman Museum Zelve Örenyeri Zelve Open-Air-Museum Paşabağlar Örenyeri Paşabağlar Underground City Özkonak Yer Altı Şehri Özkonak Underground City Hacıbektaş Müzesi Haji Bektash Veli Museum Çavuşin Kilisesi Çavuşin (Nicephorus Phocas) Church NIĞDE Etnoğrafya Müzesi Museum of Ethnography SIVAS Aizonai Örenyeri Aizonai Archaeological Site Gordion Müzesi ve Örenyeri Gordion Archaeological Site and Museum Sardes Örenyeri Sardes Archaeological Site GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESI Karanlık Kilise Dark Church Arkeoloji Müzesi Archaelogical Museum MANISA Akdamar Anıt Müzesi Akdamar Church Memorial Museum Hasankeyf Örenyeri Hasankeyf Archaeological Site Niğde Müzesi Niğde Museum Roma Hamamı Örenyeri Roman Baths of Ankara Open-AirMuseum VAN Derinkuyu Yer Altı Şehri Derinkuyu Underground City Cumhuriyet Müzesi Museum of the Republic Çini Müzesi The Tile Museum Ani Örenyeri Ani Archaeological Site BATMAN Gümüşler Örenyeri Gümüşler Monastery Archaeological Site KÜTAHYA KARS Kaymaklı Yer Altı Şehri Kaymaklı Underground City Anadolu Medeniyetleri Müzesi Museum of Anatolian Civilizations Klaros Örenyeri Klaros Archaeological Site Erzurum Kalesi Arkeoloji Müzesi Erzurum Castle Archaeological Museum Arkeoloji Müzesi Archaelogical Museum DOĞU ANADOLU BÖLGESI EASTERN ANATOLIAN REGION ESKIŞEHIR AĞRI Eti Arkeoloji Müzesi Eti Archaeological Museum İshak Paşa Sarayı Ishak Pasha Palace DIYARBAKIR Arkeoloji Müzesi Archaeology Museum GAZIANTEP Gaziantep Zeugma Müzesi Gaziantep Zeugma Mosaic Museum Gaziantep Arkeoloji Müzesi Gaziantep Archaeology Museum MARDIN Mardin Müzesi Mardin Museum ŞANLIURFA Şanlıurfa Müzesi Şanlıurfa Museum Şanlıurfa Kalesi Şanlıurfa Castle Harran Örenyeri Harran Archaeological Site Göbeklitepe Örenyeri Göbeklitepe Prehistoric (Pre-Pottery Neolithic) Settlement 77 İSTANBUL Ayasofya Müzesi Topkapı Sarayı Müzesi Topkapı Sarayı - Harem Dairesi Kariye Müzesi İstanbul Arkeoloji Müzeleri Türk ve İslam Eserleri Müzesi Mozaik Müzesi Hisarlar Müzesi İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi Galata Mevlevihanesi Müzesi Yıldız Sarayı Müzesi Fethiye Müzesi Aya İrini Anıt Müzesi ANKARA Anadolu Medeniyetleri Müzesi Cumhuriyet Müzesi Etnoğrafya Müzesi Gordion Müzesi ve Örenyeri Roma Hamamı Örenyeri KOCAELI Kocaeli Müzesi Saray Müze (Av Köşkü) ZONGULDAK Cehennemağzı Mağaraları BURSA İznik Müzesi Mudanya Mütareke Evi Müzesi Türk İslam Eserleri Müzesi BARTIN Amasra Müzesi EDIRNE Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi Türk İslam Eserleri Müzesi ÇANAKKALE Troia Örenyeri Assos Örenyeri Arkeoloji Müzesi Apollon Smintheion Örenyeri ESKIŞEHIR Eti Arkeoloji Müzesi KÜTAHYA Arkeoloji Müzesi Aizonai Örenyeri Çini Müzesi MANISA Sardes Örenyeri Gymnasium Sinagog Arkeoloji Müzesi AFYON Arkeoloji Müzesi İZMIR Efes Örenyeri Akropol Örenyeri Efes Yamaçevler Asklepion Örenyeri St. Jean Anıtı Efes Müzesi Agora Örenyeri Çeşme Müzesi Bazilika Örenyeri Tarih Ve Sanat Müzesi Bergama Müzesi Arkeoloji Müzesi Klaros Örenyeri MUĞLA Bodrum Sualtı Müzesi Sedir Adası Mausoleion Örenyeri Kaunos Örenyeri Kayaköy Örenyeri Knidos Örenyeri Zeki Müren Sanat Evi Marmaris Müzesi Tlos Örenyeri Letoon Örenyeri Beçin Kalesi Ve Örenyeri AYDIN Afrodisias Müze ve Örenyeri Didim Örenyeri Milet Örenyeri Priene Örenyeri Milet Müzesi Aydın Müzesi 78 DENIZLI Hierapolis Arkeoloji Müzesi Hierapolis (Pamukkale) Örenyeri BURDUR Sagalassos Örenyeri Burdur Müzesi ISPARTA Antiocheia Örenyeri (Yalvaç) UŞAK Arkeoloji Müzesi ANTALYA Aspendos Örenyeri Alanya Kalesi Myra Örenyeri Noel Baba Müzesi Perge Örenyeri Phaselis Örenyeri Antalya Müzesi Side Tiyatrosu Olympos Örenyeri Patara Örenyeri Side Müzesi Simena Örenyeri Termessos Örenyeri Xanthos Örenyeri Karain Mağarası Örenyeri Arykanda Örenyeri Alanya Müzesi KONYA Mevlana Müzesi Karatay Müzesi İnce Minare Müzesi Arkeoloji Müzesi Akşehir Batı C. Müzesi AMASYA Amasya Müzesi Hazeranlar Konağı S. Düzü Milli M. Müzesi NEVŞEHIR Göreme Açık Hava Müzesi Kaymaklı Yer Altı Şehri Derinkuyu Yer Altı Şehri Karanlık Kilise Zelve Örenyeri-Paşabağlar Örenyeri Özkonak Yer Altı Şehri Hacıbektaş Müzesi Çavuşin Kilisesi SINOP Tarihi Sinop Cezaevi Sinop Müzesi ÇORUM Çorum Müzesi Alacahöyük Müzesi ve Örenyeri Boğazköy Müzesi TRABZON Kostaki Konağı Trabzon Müzesi SAMSUN Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi Gazi Müzesi KARS Ani Örenyeri KIRŞEHIR Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi AĞRI İshak Paşa Sarayı SIVAS Arkeoloji Müzesi VAN Akdamar Anıt Müzesi KAYSERI Yeşilhisar Soğanlı Örenyeri Arkeoloji Müzesi K. MARAŞ Kahramanmaraş Müzesi BATMAN Hasankeyf Örenyeri Batman Müzesi MERSIN Cennet-Cehennem Örenyeri Astım Mağarası St. Paulus Kuyusu Mağmure Kalesi Kanlı Divane Örenyeri Anamurium Örenyeri St. Paul Anıt Müzesi Kız Kalesi ŞANLIURFA Şanlıurfa Müzesi Şanlıurfa Kalesi Harran Örenyeri Göbeklitepe Örenyeri MARDIN Mardin Müzesi ERZURUM Yakudiye Türk-İslam Eserleri Müzesi Erzurum Kalesi Arkeoloji Müzesi GAZIANTEP Gaziantep Zeugma Müzesi Gaziantep Arkeoloji Müzesi HATAY Hatay Müzesi St. Pierre Anıt Müzesi Çevlik Örenyeri AKSARAY Ihlara Vadisi Örenyeri Manastır Vadisi Örenyeri DIYARBAKIR Arkeoloji Müzesi T. C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI’NA BAĞLI DÖSİMM VE TÜRSAB-MÜZE GİRİŞİMLERİ TARAFINDAN İŞLETİLEN MÜZE ve ÖRENYERLERİ ADANA Arkeoloji Müzesi NIĞDE Gümüşler Örenyeri Niğde Müzesi ADIYAMAN Pirin Örenyeri Adıyaman Müzesi MUSEUMS AND HISTORICAL SITE OF THE MINISTRY OF CULTURE AND TOURISM OF THE REPUBLIC OF TURKEY RUN BY DÖSİMM (CENTRAL DIRECTORATE OF REVOLVING FUNDS MANAGEMENT) AND TÜRSAB (ASSOCIATION OF TURKISH TRAVEL AGENCIES) MUSEUM ENTERPRISES 79 İSTANBUL ARKEOLOJI MÜZELERI KOLEKSIYONUNDAN OKEANOS “Uranos ve Gaia’nın oğlu Nehir Tanrısı Okeanos… Oğulları akarsular ve ırmaklar, kızları ise dereler ve kaynak suları idi.” Ana Sponsor İstanbul Arkeoloji Müzeleri TÜRSAB’ın desteğiyle yenileniyor İstanbul Arkeoloji Müzeleri Osman Hamdi Bey Yokuşu Sultanahmet İstanbul • Tel: 212 520 77 40 - 41 • www.istanbularkeoloji.gov.tr
Similar documents
Temmuz/Ağustos/Eylül 2014
Hümeyra ÖZALP KONYAR, Ufuk YILMAZ, Özgül ÖZKAN YAVUZ, Özgür AÇIKBAŞ, Köyüm ÖZYÜKSEL ÜNAL, Ayşim ALPMAN, Avniye TANSUĞ, Elif TÜRKÖLMEZ, Ahmet ALPMAN, Pınar ARSLAN, Turgut ARIKAN TÜRSAB adına YAYIN K...
More information40–Egitim-fakulteleri-guzel-sanatlar-egitimi-bolumleri
3.1. Maniyerist Hareket ve Biçimbozum “Maniyerizm” kelimesi İtalya’da özellikle 1520-1600 yılları arasında sanatsal açıdan önemli bir değişimi ifade eder. Maniyerizm etimolojik (kelime köken bilimi...
More informationANTİK DÜNYANIN KEHANET MERKEZİ: DIDYMA Zamanın İcadı
The holders of the Museum Pass İstanbul will be able to visit the following museums, free of charge and without having to queue: the Chora and Hagia Sophia Museums, which bring the magnificence of ...
More informationYeni Gelen Öğrenciler için Ankara Rehberi
haline geldi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun dağıldığı günlerde, merkezî konumu, demiryolu ulaşımına sahip olması ve batı cephesine yakınlığı nedeniyle Kurtuluş Savaşı’nı...
More information