April/May/June 2014

Transcription

April/May/June 2014
G İ R İ Ş İ M L E R İ
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2014
APRIL-MAY-JUNE 2014
SAYI 13
ISSUE 13
G İ R İ Ş İ M L E R İ
G İ R İ Ş İ M L E R İ
TÜRKİYE MÜZELERİ 2013 RAPORU MUSEUMS OF TURKEY 2013 REPORT
BERLİN YAHUDİ MÜZESİ THE JEWISH MUSEUM BERLIN MEDİCİLER VE
RÖNESANS THE MEDICI AND THE RENAISSANCE LİKYA LYCIA MİNYATÜR
SANATI ART OF MINIATURE PAMUKKALE HİERAPOLİS PAMUKKALE HIERAPOLIS
The Museum Pass İstanbul cards validity period begins with your first museum visit.
Each card can only be used at each museum once.
Museum Pass Advantage Points ATELIER BY ISMAIL ACAR, MUSEUM SHOPS AND CAFÉS, BLUESHUTTLE,
EFENDI TRAVEL, FARUK YALCIN ANIMAL KINGDOM AND BOTANICAL GARDEN, HISTORICAL GALATASARAY HAMAM,
GES SHOPS, İSTANBUL ARCHAEOLOGICAL MUSEUMS SHOP & CAFÉ, İSTANBUL COOKING SCHOOL,
İSTANBUL ŞEHİR HATLARI, İSTANBUL WALKS, JURASSIC LAND, MAIDEN’S TOWER, THE MUSEUM OF INNOCENCE,
PANDELI RESTAURANT, PERA MUSEUM, RAHMI M. KOÇ MUSEUM, SADBERK HANIM MUSEUM,
SAKIP SABANCI MUSEUM, SECURE DRIVE TÜRVAK CINEMA – THEATRE MUSEUM
G İ R İ Ş İ M L E R İ
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2014
APRIL-MAY-JUNE 2014
SAYI 13
ISSUE 13
G İ R İ Ş İ M L E R İ
içindekiler
TABLE OF CONTENTS
G İ R İ Ş İ M L E R İ
Nisan-Mayıs-Haziran
2014 Sayı 13
April-May-June
2014 Issue 13
TÜRKİYE MÜZELERİ 2013 RAPORU MUSEUMS OF TURKEY
2013 REPORT BERLİN YAHUDİ MÜZESİ THE JEWISH MUSEUM
BERLIN MEDİCİLER VE RÖNESANS THE MEDICI AND THE
RENAISSANCE LİKYA LYCIA MİNYATÜR SANATI ART OF
MINIATURE PAMUKKALE HİERAPOLİS PAMUKKALE HIERAPOLIS
TÜRSAB-MÜZE Girişimleri tarafından üç ayda bir yayınlanır
Published quarterly by the TÜRSAB-MUSEUM Enterprises
TÜRSAB-MÜZE Girişimleri adına SAHİBİ
TÜRSAB YÖNETİM KURULU BAŞKANI
OWNER on behalf of the TÜRSAB-MUSEUM
Enterprises
PRESIDENT OF THE TÜRSAB EXECUTIVE BOARD
Başaran ULUSOY
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
RESPONSIBLE MANAGING EDITOR
Feyyaz YALÇIN
Başyazı
Türkiye Müzeleri 2013 Raporu
3
Editorial
6
Museums of Turkey 2013 Report
Berlin Yahudi Müzesi
14
The Jewish Museum Berlin
LİKYA
20
LYCIA
Minyatür Sanatı
26
Art of Miniature
PAMUKKALE HİERAPOLİS
32
PAMUKKALE HIERAPOLIS
Mediciler ve Rönesans
38
The Medici and The Renaissance
Süleymaniye Camii
46
Süleymaniye Mosque
UNESCO Dünya Mirası
52
UNESCO World Heritage
William Turner
58
William Turner
Türkiye-Polonya İlişkilerinin
600. yılı
64
600 Years of
Turkish-Polish Relations
Dikiş Makineleri
70
Sewing Machines
Haber turu
74
News in overview
TÜRSAB-MÜZE Rehberi
76
TÜRSAB-MUSEUM guide
TÜRSAB-MÜZE Harita
78
TÜRSAB-MUSEUM map of museums
YAYIN KURULU
EDITORIAL BOARD
Başaran ULUSOY, Arzu ÇENGİL,
Hümeyra ÖZALP KONYAR, Ufuk YILMAZ,
Özgül ÖZKAN YAVUZ, Özgür AÇIKBAŞ,
Köyüm ÖZYÜKSEL ÜNAL, Ayşim ALPMAN,
Avniye TANSUĞ, Elif TÜRKÖLMEZ,
Ahmet ALPMAN, Pınar ARSLAN, Turgut ARIKAN
TÜRSAB adına YAYIN KOORDİNATÖRÜ
EDITORIAL COORDINATOR on behalf of TÜRSAB
Arzu ÇENGİL
GÖRSEL VE EDİTORYAL YÖNETİM
VISUAL AND EDITORIAL MANAGEMENT
Hümeyra ÖZALP KONYAR
HABER ve GÖRSEL KOORDİNASYON
NEWS AND VISUAL COORDINATION
Özgür AÇIKBAŞ
GRAFİK UYGULAMA
GRAPHICAL IMPLEMENTATION
Özgür AÇIKBAŞ
Gazeteciler Sitesi Haberler Sk. No: 15 Esentepe Şişli
İstanbul / Türkiye
Tel / Phone: (212) 327 13 00
Faks / Fax: (212) 327 13 06
www.muze.gov.tr e-mail: [email protected]
Baskı Printing
Müka Matbaa
MÜZE Dergisi Basın Konseyi üyesi olup, Basın Meslek
İlkeleri’ne uymaya söz vermiştir.
The Museum Journal is a member of the Turkish Press Council
and has resolved to abide by the Press Code of Ethics.
MÜZE Dergisi’nde yayınlanan yazı ve fotoğraflardan kaynak
gösterilmeden alıntı yapılamaz.
None of the articles and photographs published in the
The Museum Journal maybe quoted without mentioning of
resource.
K
ültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2010 yılında
açtığı 49 müze ve örenyerinin modernizasyonu
konulu ihaleyi Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği
(TÜRSAB) kazanmış, daha sonra, 2013’te açılan
105 müze ve örenyerinin modernizasyonu
konulu ihale de TÜRSAB’ın olmuştu. Toplumda
müze algısını güçlendirmek üzere yola çıkan
TÜRSAB, Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner
Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM)
tarafından 23 Aralık’ta alınan kararla, 1 Ocak
2014 tarihinden itibaren, Pamukkale Örenyeri’nin
kapı girişleri, turnikeleri, antik havuzu ve antik
havuzdaki satış yerlerinin işletme hakkına
da sahip oldu. Bu gurur verici gelişmeyi, siz
meslektaşlarımla paylaşmaktan mutluluk
duyuyorum. TÜRSAB Müze Girişimleri, son
yıllarda yükselen bir ivmeyle ülkemizdeki
önemli müze ve ören yerlerinin işletmesini
üstlenmeye başladı. Tüm bu müze ve ören
yerlerinde öncelikle turnikeler modernleştirildi,
tabelalar çağın gereğine göre yenilendi, geçen
yıl Müzekart sahiplerinin sayısı 4 milyon 250
bine ulaştı, turistlerin keyifli bir şekilde alışveriş
yapabilmesi için butik mağazalar açıldı, gişelere
ödemeyi kolaylaştıran POS cihazları yerleştirildi.
İşte önümüze gelen rakamlar, tüm bunların
daha şimdiden olumlu etkisini göstermeye
başladığının kanıtı. Visa Europe’un yaptığı
araştırmaya göre geçen yıl Türkiye’ye gelen
yabancıların kredi kartıyla yaptıkları harcamalar
bir önceki yıla göre yüzde 17 arttı. Turistler
ülkemize geçen yıl, yaklaşık 7.7 milyar TL bıraktı.
Bu az bir başarı değil. Önümüzdeki günlerde
sizlerle, müze ve ören yerleri işletmelerinin
modernleşmesinden doğan başka olumlu
gelişmeleri, gurur verici haberleri paylaşacağıma
eminim.
Başaran Ulusoy
TÜRSAB, who won the tender bid initiated by
The Ministry of Culture and Tourism in 2010
for the modernization of 49 museums and
historical site, did also win the Tender Bid in
2013 for the “modernisation of 105 museums
and historical site. TÜRSAB, that set out to
strengthen the museum perception of the
society also got the right to run the entrance
gates, the turnstiles, the antique pool and
the salesrooms at the antique pool area of
the Pamukkale Historical site as of January 1,
2014 with the decree dated December 23 of
the Central Directorate of Revolving Funds
(DÖSİMM) of the Ministry of Culture and
Tourism. I am happy to share this sublimed
progress with you, my colleagues. TÜRSAB
Museum Enterprises have recently started
to undertake, at an increasing pace, the
management of the important museums and
historical site of our country. Primarily, the
turnstiles in all these museums and historical
site have been modernised, signboards have
been renewed as per the requirements of the
day, the number of Museumcard holders are
increase -reached to 4 million 250 thousand
during last year, boutique shops were opened
for cheerful shopping of tourists, POS
machines have been placed at box offices
to ease payments. The figures that reached
us already are the evidences of the positive
effect of all these measures. According to the
investigation ran by Visa Europe, the expenses
of the foreigners by credit cards during last
year have been raised by 17 % as compared to
the previous year. Last year tourists had spent
almost 7.7 billion TL in our country. This is
not a success to be ignored. Shortly, I am sure
that I shall be sharing with you other positive
developments and prideful news regarding
the modernisation of the management of the
museums and ruins.
GEÇMİŞ VE
GELECEK
KOLEKSİYON SERGİSİ
KURUCU
İLETİŞİM VE TEKNOLOJİ SPONSORU
EĞİTİM SPONSORU
MÜZE GELİRLERİ 263 MİLYON LİRAYI AŞTI
MUSEUM INCOME HAS EXCEEDED BY
263 MILLON LIRAS
The income of the museums that TÜRSAB has undertaken to manage as the venture
partner of the Ministry of Culture and Tourism has doubled and exceeded by 263
million liras. The museum modernisation project that is run for three years together
with the Central Directorate of Revolving Fund Management (DÖSİMM) covers 155
museums.
DOSYA
Dossier
TÜRKİYE MÜZELERİ 2013 RAPORU
MUSEUMS OF TURKEY 2013 REPORT
2013’te Türkiye’deki müze ve ören yerlerini
29 milyon 533 bin 966 kişi gezdi.
In 2013, museums and historical site in Turkey
were visited by 29,533,966 people.
Ziyaretçilerin yüzde 69’unu yabancılar,
yüzde 31’ini Türk vatandaşları oluşturdu.
Of these visitors 69% were foreigners,
31% Turkey citizens.
Topkapı Sarayı Müzesi ve Topkapı Sarayı Harem’i
toplam 4 milyon 428 bin 463 kişi ziyaret etti.
The Topkapı Palace Museum and Topkapı Palace
Harem were visited by a total of 463,000 people.
Müze ziyaretlerinin
yüzde 44’ü İstanbul
Bölgesi’nde gerçekleşti.
44% of museum visits
took place in the
İstanbul Region.
6
Müze ziyaretçilerinin sayısı turizmden hızlı büyüdü.
2000 ile 2013 yılları arasında yabancı turist sayısı
yüzde 335 artarken, müze ve ören yerlerini gezen
ziyaretçi sayısı yüzde 428,8 arttı.
The number of museum visitors went up faster than
tourism. As the number of foreign tourists increased
335% between 2000 and 2013, visitors to museums
and historical site increased more than 428%.
Toplam Müzekart sahibi 2013
yılında 4 milyon 420 bine ulaştı.
Müzekartlıların yüzde 23’ü Topkapı
Sarayı’nı gezdi.
The number of Müzekart owners
reached a total of 4,420,000 in
2013. 23% of people with Müzekart
visited the Topkapı Palace.
 Rasim Konyar & Semih Büyükkurt
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın girişim ortağı olarak TÜRSAB’ın işletmesini üstlendiği
müzelerin gelirleri ikiye katlanıp 263 milyon lirayı aştı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM) ile
üç yıldır başarıyla yürütülen müze modernizasyon projesi 155 müzeyi kapsıyor.
üze işletmelerinde girişim ortağı olan Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile TÜRSAB, bir yandan “müze ve
örenyerlerinin modernizasyonu” projesini sürdürürken, bir yandan da müze gelirlerini iki katına
çıkarmayı başardılar.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2010 yılında açmış olduğu “49 müze ve
örenyerinin modernizasyonu” konulu ihalesini alan TÜRSAB; Bakanlığın 2013 yılı Ekim ayında II. Aşama olarak ihaleye çıkardığı “105 müze
ve örenyerinin modernizasyonu ihalesi”ni de kazanmıştı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM) ile üç yıldır başarıyla yürütülen müze modernizasyonu projesindeki toplam müze sayısı böylece 155’e ulaştı.
TÜRSAB’ın Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın müze işletmelerinde girişim
ortağı olarak görev yaptığı proje, söz konusu müze ve örenyerlerinin
teknolojinin en gelişmiş cihazlarıyla donatılmasını ve sahip olduğu
mirasa yakışır bir kimlik kazandırılmasını hedefliyor.
TÜRSAB Yönetim Kurulu Başkanı Başaran Ulusoy, birçok farklı kültüre
binlerce yıldır ev sahipliği yapan bu topraklarda Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile yürüttükleri ortak çalışmalar sonucunda müzeciliğe yeni
bir anlayış getirdiklerinin altını çiziyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı verileri ışığında, Türkiye Seyahat Acentaları
Birliği (TÜRSAB) tarafından hazırlanan “Türkiye Müzeleri 2013 Raporu” müzelerimiz hakkında çarpıcı sonuçlar ortaya koyuyor.
Müze gelirleri iki kat arttı
2009 yılında 13.8 milyon ziyaretçinin gittiği söz konusu müzelerden
elde edilen gelir 125 milyon 645 bin TL iken 2013 yılında 29,5 milyon
ziyaretçiden toplam 263 milyon 333 bin TL gelir elde edildi.
Türkiye Müzeleri Raporu’na göre, 2013 yılında Topkapı Sarayı Müzesi en çok ziyaret edilen müzeler sıralamasında Ayasofya Müzesi’ni
geride bıraktı. 2011 ve 2012’de Ayasofya Müzesi lehine sonuçlanan
rekabette 2013’te Topkapı Sarayı müzesi 3 milyon 397 bin 907 ziyaretçiyle liderliği tekrar ele geçirdi.
Ziyaretçi sayısı yüzde 428,8 arttı
Türkiye’de müzelere gereken önemin verilmeye başlaması kendini
ziyaretçi sayısında da gösterir hale geldi. 2000’li yılların başında yaklaşık 7 milyon kişiyi ağırlayan Türkiye’deki müze ve ören yerleri 2013
yılı sonunda tam 29 milyon 533 bin kişi tarafından gezildi. Raporda
açıklanan verilere göre müzeleri ziyaret edenlerin yüzde 69’u yabancı
turistler, yüzde 31 ise yerli vatandaşlar. Yani 29.5 milyon müze ziyaretçisinin 20 milyonunu yabancılar, 9.5 milyonunu ise Türkiye vatandaşları oluşturuyor.
Müze ziyaretçilerindeki artışla Türkiye’ye gelen yabancı turist sayısındaki artış karşılaştırıldığında da ortaya ilginç bir sonuç çıkıyor. 2000
yılında 10.4 milyon yabancı turist ağırlayan Türkiye, bu rakamı 2013
yılında 34.9 milyona çıkarmayı başardı. Aynı yıllar zarfında müze ve
ören yerlerini ziyaret eden kişi sayıları da sırasıyla 6.8 milyon ve 29.5
milyon oldu.
Bir başka deyişle, Türkiye’ye gelen yabancı turist sayısında yüzde
335’lik artış yaşanırken, müze ve ören yeri ziyaretçi sayılarında ise
yüzde 428,8’lik bir artış meydana geldi. Bu artış, hem Türk ziyaretçilerin hem de Türkiye’ye gelen yabancı turistlerin müze ve ören yerlerine
ilgilerinin arttığını gösteriyor.
While running the “museum and historical site modernisation” project
as venture partners in museum management, Ministry of Culture and
Tourism and TÜRSAB have on the other hand succeeded to double
the museum income. TÜRSAB, who won the tender bid initiated by
the Ministry of Culture and Tourism in 2010 “for the modernization of
49 museums and historical site”, did also win the two phased Tender
Bid in October 2013 for the “modernisation of 105 museums and
historical site”.The total number of museums, within the museum
modernization project successfully ran for three years together with the
Central Directorate of Revolving Fund Management (DÖSİMM), has thus
reached to 155 museums.
The project undertaken by TÜRSAB, as being the venture partner of the
Ministry of Culture and Tourism in museum management is targeting
to equip the museums and historical site of this project with the most
developed devices of technology and to redound an identity that would
be congruous to their heritage.
Mr. Başaran Ulusoy, the President of the Association of Turkish
Travel Agencies, underlines the fact that they have brought a new
understanding to museology as a result of the works they have
accomplished with the Ministry of Culture and Tourism on these soils
that hosted many different cultures in thousands of years.
“2013 Report on Turkish Museums” prepared by the Association of
Turkish Travel Agencies (TÜRSAB) with the data received from the
Ministry of Culture and Tourism states striking results on our museums.
Topkapı Ayasofya’dan liderliği geri aldı
Türkiye’de en çok gezilen müzelere bakıldığında Topkapı Sarayı
Müzesi’nin Ayasofya Müzesi’nden liderliği geri aldığı göze çarpıyor.
2013 yılında Topkapı Sarayı’nı gezen ziyaretçi sayısı 3 milyon 397 bin
907 olurken, Ayasofya’yı ziyaret eden kişi sayısı ise 3 milyon 275 bin
337 olarak gerçekleşti. Böylece son 2 senedir Ayasofya Müzesi lehine
sonuçlanan liderlik yarışında bu yıl Topkapı Sarayı tekrar birinciliği
kapmış oldu. Listede üçüncü sırada 1.8 milyon kişinin gezdiği Efes
Örenyeri yer alırken, en çarpıcı artış ise Topkapı Sarayı Harem’den
Museum income has been twice increased
While the income in 2009 from the museums visited by 13.8 million
people was 125 million 645 thousand TL the income procured in 2013
from 29.5 million visitors was 263 million 333 thousand TL.
According to the Report on Turkish Museums, in the year 2013 Topkapi
Palace Museum left behind the St. Sofia Museum in the most visited
museums list. In the competition St. Sofia Museum was in front in 2011
and 2012, but in 2013 Topkapi Palace regained the leadership with 3
million 397 thousand and 907 visitors.
7
geldi. Özellikle Muhteşem Yüzyıl dizisinin
etkisiyle son 3 yıldır ziyaretçi sayısında dikkat
çekici bir artış trendi yakalayan Topkapı Sarayı Harem’i bu yıl ilk kez 1 milyonu aşkın kişi
gezdi. Harem, 2012’de 744.6 bin olan ziyaretçi
sayısını 1 milyon 30 bin 556’ya çıkarmayı
başardı.
Dünya lideri yine Louvre Müzesi
Türkiye’deki umut verici yükseliş trendini dünyayla kıyaslayınca yine de gidilecek yolun uzun
olduğu ortaya çıkıyor. Türkiye, tarihi miras ve
yapılar olarak dünyadaki rakiplerinden avantajlı durumda olsa da özellikle ABD, İngiltere
ve Fransa müzecilikte lider konumda. Dünyanın en çok gezilen müzesi Paris’teki Louvre
Müzesi. Ziyaretçi sayısı 2012 yılına göre yüzde
6 gerileyip 9.2 milyona düşse de, Louvre, halen dünya birinciliğini koruyor.
En çok ziyaret edilen 10 müzenin toplam ziyaretçi sayısı 66.8 milyon. Bu rakam 2012 yılında
yaklaşık 56 milyon olarak gerçekleşmişti. En
çok ziyaret edilen 10 müzenin dördü ABD’de,
dördü İngiltere’de bulunuyor. ABD’deki bu
müzelerin ziyaretçi sayısı 29.2 milyon. İngiltere’dekilerin ziyaretçi sayısı ise 22.9 milyon.
ZİYARETÇİ SAYISI (*)
29.5 MİLYONU AŞTI
NUMBER OF VISITORS (*)
OVER 29.5 MILLION
Yıl
Year
Ziyaretçi sayısı
Number of visitors
20006.887.344
20017.590.138
200214.268.186
200313.987.747
200413.015.486
200518.384.865
200616.086.050
200718.048.674
200822.662.590
200921.193.627
201025.854.341
201128.462.893
201228.781.308
201329.533.966
(*) Müze ve ören yerleri,
Museum and historical site.
8
Müze ziyaretlerinin yüzde 44’ü İstanbul’da
2013 yılında toplam müze ziyaretlerinin
yüzde 44’ü İstanbul bölgesinde gerçekleşti.
İstanbul bölgesindeki müzeleri 8,9 milyon
kişi ziyaret ederken, İstanbul’u 2,9 milyon
ziyaretçiyle Ege&Selçuk bölgesi takip etti.
Listenin üçüncü sırasında ise 2.5 milyon ziyaretçiyle Kapadokya yer aldı. Kapadokya’yı
sırasıyla 1,9 milyon ziyaretçiyle Batı Antalya,
1,2 milyon ziyaretçiyle Anadolu Bölgesi,
1,1 milyon ziyaretçiyle Doğu Antalya ve 1
milyon ziyaretçiyle Ege&Bergama bölgesi
izledi.
Toplam müze ziyaretlerinin yaklaşık yüzde 75’i acentalar aracılığıyla veya kapıdan
alınan biletlerle gerçekleşti. Buna ek olarak,
kalan yüzde 25 ise hemen hemen yarı yarıya
Müzekartlı girişler ve ücretsiz girişlerden
oluştu. 2013 yılında 2.4 milyon kişi müzelere
ücretsiz girdi. Toplam ziyaretçilerin yüzde
10’unu oluşturan ücretsiz kategoridekiler
ağırlıklı olarak 18 yaş altını kapsayan okul
öğrencilerinden ve 65 yaş üstü ziyaretçilerden oluştu.
Number of visitors is increased by 428.8
per cent
The initiation of submitting importance to
museums in Turkey showed itself in the
increase of the number of visitors. Museums
and historical site of Turkey that hosted almost
7 million people in the beginning of 2000’s
were visited by just 29 million 533 thousand
guests at the end of 2013.
According to the data given in the report, 69
per cent of the visitors were foreign, 31 per
cent were native citizens. In other words the
distribution was constituted as, 20 million
guests out of 29.5 million were foreigners
and the remaining 9.5 million were Turkish
subjects. An interesting result comes forth
when we compare the increase in museum
visitors with the increase in foreign visitors
who visited Turkey.
Turkey accommodated 10.4 million foreign
tourists in the year 2000 and succeeded to
raise this figure to 34.9 million in 2013. During
the years mentioned the number of people
who visited museums and historical site were
6.8 million and 29.5 million respectively.
In other words, while the number of foreign
tourists visiting Turkey was raised by 335 per
cent the increase in the visitor number of
museums and historical site was realized as
428.8 per cent. This increase shows the growth
of interest of Turkish visitors as well as the
foreigners, visiting Turkey, bestowing interest
to the museums and historical site.
Topkapi got back the leadership from
St. Sofia
When you look at the most visited
museums in Turkey you see that Topkapi
Palace Museum got back the leadership
from St. Sofia Museum. In 2013 the
number of guests who visited Topkapi
Palace was 3 million 397 thousand and 907
whereas St. Sofia was visited by 3 million
257 thousand and 337 people. Thus, this
year Topkapi Palace has taken over the
MÜZE ZİYARETÇİLERİ YABANCI TURİST
SAYISINDAN HIZLI ARTTI
THE NUMBER OF MUSEUM VISITORS INCREASED MORE
THAN THE NUMBER OF FOREIGN TOURISTS
Yıl
Year
Yabancı Turist Sayısı
Number of Foreign Tourists
2000
2013
ARTIŞ Müze/Örenyeri ziyaretçi sayısı
Number of visitors to Museums/Ruins
10.428.1536.887.344
34.910.09829.533.966
(%) 335
(%) 428,8
leadership which was in the hands of St. Sofia Museum in the previous two years.
While the Ephesus Historical site is the third in the list with 1.8 million visitors the most
dramatic increase was realized by Harem of the Topkapi Palace. Especially with the effect
of the TV serial “The Magnificent Century” Harem of Topkapi Palace reached to a salient
increase in the number of visitors during the last three years and for the first time over 1
million people visited the Harem this year. Harem succeeded to increase the number of
visitors which was 744.6 thousand in 2012 to 1 million 30 thousand and 556.
İstanbul Arkeoloji Müzelerindeki eserler
gün yüzüne çıkmalı
İstanbul’un en önemli müzeleri arasında
yer alan İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ndeki
en büyük sorun mevcut eserlerin tam olarak
sergilenememesi. İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Türkiye müzelerinde korunmakta olan
eserlerin yaklaşık üçte birine sahip. Yaklaşık 1
milyon eserin bulunduğu müzede, ziyaretçiler
bunların sadece yüzde 20’sini görebiliyor.
Geri kalan kısım ise depolarda. Arkeoloji
Müzesi’ndeki eserlerin 600 bin kadarı İslami
ve gayri İslami sikkelerden oluşuyor. 80 bine
yakın çivi yazılı belge bulunan Müze’de 200’e
yakın arkeolojik eser de yer alıyor. TÜRSAB
tarafından yapılan çalışmalarda bu eserlerin de gün yüzüne çıkması ve sergilenmesi
hedefleniyor. Tarihin farklı dönemlerine izler
bırakmış uygarlıklardan kalan çeşitli eserlere
Louvre Museum is again the world leader
When we compare the hopeful increase trend in Turkey with the world we see that
there is still a long road to cover. Although Turkey is at an advantageous situation as
compared to the competitors in the world from the point of historical heritage and
artefacts but especially USA, England and France are leaders in museology. The most
visited museum of the world is the Louvre Museum in Paris. Louvre still preserves its
leadership although the number of visitors was decreased by 6 per cent, to 9.2 million as
compared to 2012.
The total number of visitors who visit the 10 most visited museums is 66.8 million. In
2012 this figure was approximately 56 million. Four of the 10 most visited museums are
in USA and four of them are in England. The number of visitors of these museums that
are in USA is 29.2 million. And the number of visitors of those that are in England is 22.9
million.
44 per cent of museum visits are in Istanbul
In 2013, 44 per cent of museum visits were realised in the Istanbul region. While 8.9
million people were visiting the museums in Istanbul region, 2.9 million visitors carried
the Aegean and Selçuk Region to the second place. And the third place in the list
belongs to Cappadocia with 2.5 million visitors. Cappadocia is respectively followed by
West Antalya with 1.9 million visitors, Anatolian Region with 1.2 million visitors, East
Antalya with 1.1 million visitors and the Aegean and Bergama Region with 1 million
visitors.
Almost 75 per cent of museum visits were realised through agencies or with tickets
purchased at gates. In addition to this, the remaining 25 percent was covered almost
equally by Museum Card holders and free of charge entrances. In 2013 a total of 2.4
million people visited. The free of charge category that has 10 per cent share in total
visitors, is constituted mainly by the school students under 18 and the senior citizens
over 65.
The works of the Archaeological Museum must come to light
The most important problem of Istanbul Archaeological Museums, one of the most
important museums of Istanbul, is not to be able to display the complete works. Istanbul
Archaeological Museums have almost one third of the works that are preserved in the
Museums of Turkey. In the museum the visitors can only see 20 per cent out of almost
1 million pieces. The rest are in storerooms. Approximately 600 thousand of the pieces
HAREM ZİYARETÇİSİ İLK KEZ 1 MİLYONU GEÇTİ
HAREM VISITORS HAS SURPASSED 1 MILLION FOR THE FIRST TIME
Müze/Yıl/Ziyaretçi Sayıları
Museum/Year/Number of Visitors
2009 2010 20112012
2013
Topkapı Sarayı Müzesi 2,259,521
2,995,708
3,132,483
3,344,406
3,397,907
İstanbul Ayasofya Müzesi 2,272,389
2,761,069
3,239,096
3,345,413
3,275,337
Efes Örenyeri 1,698,688
1,845,447
2,020,295
1,888,572
1,848,547
Göreme Açıkhava Müzesi 626,059
778,010
934,876
959,989
976,165
Topkapı Sarayı Harem
509,575
578,777
744,665
799,977
1,030,556
Noel Baba Müzesi 383,142
445,346
589,804
504,421
532,194
Myra Örenyeri 384,984
426,392
546,667
464,648
465,150
Troia Örenyeri 315,546
386,079
533,806
506,710
462,660
9
MÜZEKARTLAR
2013 yılında 783 bin kişi Müzekart aldı
Müzelere gösterilen ilginin artmasıyla
birlikte Müzekart’a olan talep de arttı.
2008’de 390 bin 59 kişi Müzekart sahibiyken 2013 yılında Müzekart alan kişi sayısı
ise 783 bin 456 olarak gerçekleşti. Toplam
Müzekart sahibi de 4 milyon 420 bine ulaştı.
Müzekart’a en büyük ilgi 2011 yılında gösterildi. 2011’de 898 bin 504 kişi Müzekart aldı.
Bu tarihten itibaren de her yıl yeni Müzekart alan kişi sayısı 750-850 bin bandında
seyretti.
Müzekartlıların en çok ziyaret ettiği müzelere bakıldığında genel ziyaretçi tercihlerine
paralel bir sonuç ortaya çıktı. Müzekart
sahiplerinin yüzde 23’ü Topkapı Sarayı’na
gitmeyi tercih etti. Bu oranı yüzde 19 ile
Ayasofya takip etti. Daha sonra da sırasıyla
yüzde 8 ile Efes Örenyeri, yüzde 5 ile Göreme Açıkhava Müzesi ve yüzde 4 ile İstanbul
Arkeoloji Müzeleri izledi.
4 MÜZEKART SAHİBİNDEN
1’İ TOPKAPI’DA
1 OUT OF EVERY 4 MUSEUM CARD
HOLDERS IS AT TOPKAPI
Topkapı Sarayı Müzesi İstanbul Ayasofya Müzesi Efes Örenyeri Göreme Açıkhava Müzesi İstanbul Arkeoloji Müzeleri Ihlara Vadisi Örenyeri Derinkuyu Yeraltı Şehri Kaymaklı Yeraltı Şehri Troia Örenyeri Sümela Manastırı Diğer müzeler TOPLAM / TOTAL
10
23
19
8
5
4
3
3
3
2
2
27
100
TOPLAM
TOTAL
4.420.303
4,4 MİLYON MÜZEKART
SAHİBİ VAR
THERE ARE 4.4 MILLION MUSEUM CARD
HOLDERS
In 2013 783 thousand people
purchased Museum Cards
Together with the increase of interest to the museums the demand for Museum Cards increased.
While the number of Museum Card holders in
2008 was 390 thousand 59 in 2013 the number
of Museum Card purchases was realised as
783 thousand 456. And the total Museum Card
holders have reached to 4 million 420 thousand.
The greatest interest to Museum Cards was
shown in 2011. In 2011, 898 thousand 504 people
purchases Museum Cards. And as of that date
the annual Museum Card purchase number was
in the range of 750-850 thousand. When the
number of visitors to the most visited museums
is analysed, the result obtained is parallel to visitors’ preference.
23 per cent
of Museum Card
holders
preferred
to visit the
Topkapi
Palace. It
was followed by St. Sofia, with 19 per cent. And then the
Ephesus Historical site with 8 per cent, Göreme
Open-air Museum with 5 per cent and Istanbul
Archaeological Museums with 4 per cent.
Yıl
Year
2008
2009
2010
2011
2012
2013
Müzekart sahipliği
Museum Card Ownership
390.059
758.127
747.138
898.504
843.019
783.456
TOPLAM /TOTAL 4.420.303
ev sahipliği yapan İstanbul Arkeoloji Müzeleri, dünyada müze binası olarak tasarlanan
ve kullanılan ilk 10 müze arasında yer alması bakımından öne çıkan bir yapı. Ayrıca
Türkiye’nin de müze olarak düzenlenmiş ilk
kurumu olması bakımından da farklı bir konuma sahip.
2009 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
“İstanbul Arkeoloji Müzeleri Destekçilik
Hizmet ve İşbirliği Sözleşmesi” imzalayan
TÜRSAB, tarihten bugüne kadar müze için
tam 10.8 milyon TL harcamış durumda.
Osmanlı’nın ve Türkiye’nin ilk müzesi olarak 1891 yılında ressam ve arkeolog Osman
Hamdi Bey tarafından kurulan Arkeoloji
Müzesi, depreme karşı güçlendiriliyor, restore
ediliyor; altyapı, iklimlendirme, elektrik ve güvenlik sistemleri anlamında da yenileniyor.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin ardından
18 tarihi binadan oluşan Darphane-i Amire
Binaları’nı da depreme karşı dayanıklı hale
getirmek için çalışmalara başlayan TÜRSAB,
bu yapı topluluğunu büyük bir kültür kompleksine dönüştürmeyi planlıyor.
Mayıs ayında tamamlanması hedeflenen projeyle toplam sergileme alanı 31 bin metrekareye çıkacak ve sergilenen eser sayısı artacak.
Ayrıca, aile ve çocuk programları, geçici sergileme alanları, yeme içme ve etkinlik alanları
da oluşturulacak.
Sahildeki müzeler hak ettiği ilgiyi
göremiyor
Kültür Başkenti İstanbul’un müzeleri gerek
yabancı gerekse yerli ziyaretçilerin akınına
uğrarken, turizmin başkenti olarak gösterilen
Antalya ve bölgesi için aynı şeyi söylemek
mümkün değil. TÜRSAB’ın verilerine göre
2013 yılında İstanbul 10 milyon 486 bin turisti ağırlarken, müzelerine gelen ziyaretçi sayısı
8.9 milyonu buldu. Bunların yüzde 70’ine yakınının yabancı ziyaretçi olduğu düşünüldüğünde 6 milyon 300 bin yabancının İstanbul
müzelerini gezdiğini söylemek yanlış olmaz.
Türkiye’nin turizm başkenti olarak gösterilen
Antalya’da ise durum farklı. Antalya bölgesindeki müzeler 2013 yılında toplam 3 milyon
145 bin 57 kişiyi ağırladı. Oysa 2013 yılı içinde
Antalya 11 milyon 120 bin turisti ağırlayarak
kendi rekorunu yeniledi.
Antalya, İzmir ve Muğla’ya gelen toplam
turist sayısı ise 2013’te 15 milyon 672 bin 878
kişiyi buldu. Aynı dönem için bu üç ildeki
müzeleri ziyaret eden sayısı ise 7 milyon 594
bin 932 kişi oldu. Müzelere gelen ziyaretçilerin yüzde 69-70’nin yabancı, kalanının yerli
olduğu düşünüldüğünde bu bölgeye gelen
15.6 milyon ziyaretçinin sadece üçte biri yani
5.3 milyonu müzeleri gezmiş görünüyor.
Nitekim Müzeler Raporu da, Akdeniz bölgesinde deniz kıyısında yer alan antik kentlerin
en düşük ziyaretçi sayısına sahip olduklarını
ortaya koyuyor. Bunun birkaç nedeni bulunuyor. En önemli neden, turizm sezonunda gün
içerisinde hava sıcaklığı nedeniyle ziyaretin
cazip görülmemesi. Yine seyahat acentelerinin gezi programında yer almayan noktaların
ziyaretçi sayısı da oldukça düşük oluyor.
in the Archaeological Museum are Islamic
and non Islamic coins. The museum that
houses almost 80 thousand hieroglyph
documents also houses almost 200
archaeological pieces. With the works of
TÜRSAB it is targeted that these pieces will
come into light and displayed.
Istanbul Archaeological Museums house
various works of the civilisations that
have left behind some traces in different
periods of history. The architecture of the
construction is distinguished by the fact
that it is among the first 10 buildings in
the world, designed and used as museums.
Besides, it is placed on a different state
as being the first establishment in Turkey
organised as a museum.
In 2009 TÜRSAB signed “Supporting
Service and Cooperation Agreement on
Istanbul Archaeological Museums” with
the Ministry of Culture and Tourism and
spent a full 10.8 million TL for the museum
since.
The Archaeological Museum, the first
museum of the Ottoman and Turkey, was
established in 1891 by Osman Hamdi Bey,
painter and archaeologist, is now under
restoration, being strengthened against
earthquake; its substructure, climatisation,
electricity and security systems are also
under renovation.
After Istanbul Archaeological Museums
TÜRSAB has also turned the key to
strengthen the Imperial Mint (Darphane-i
Amire) constituted by 18 historical
buildings against earthquake and plan to
turn them into a great culture complex.
TURİST SAYISINDA
ANTALYA ÖNDE
MÜZE ZİYARETÇİ
SAYISINDA İSTANBUL ÖNDE
ANTALYA IS IN FRONT IN
NUMBER OF TOURISTS
ISTANBUL IS IN FRONT
IN NUMBER OF MUSEUM
VISITORS
2013 turist sayısı
Number of tourists in 2013
11,120,730
2013 müze ziyaretçi sayısı
Number of museum visitors in 2013
By the completion of the project, targeted
to be finished in May, the total exhibition
area shall be raised to 31 thousand
square metres and the number of works
in display shall increase. Besides, family
and children, provisional exhibition, food
and beverage and activity areas shall be
constituted.
Waterside museums are not receiving the
attention they deserve
While the museums of Istanbul, the capital
of culture, are under the invasion of both
foreign and local visitors we cannot utter
similar words for Antalya and its region,
referred to as the capital of tourism.
According to the data of TÜRSAB, in 2013,
while Istanbul hosted 10 million 486
thousand tourists the number of museum
visitors reached to 8.9 million. When we
assume that 70 per cent of these visitors
are foreigners it would not be a mistake to
state that 6 million 300 thousand foreigners
visited the museums of Istanbul.
The case is different in Antalya, the so
addressed as the capital of the tourism
in Turkey. In 2013 the museums of the
Antalya region hosted a total of 3 million
145 thousand 57 people. Whereas by
accommodating 11 million 129 thousand
tourists in 2013, Antalya renewed its own
record.
The total number of tourists who came to
Antalya, Izmir and Muğla in 2013 reached
to a number of 15 million 672 thousand
878 people. During the same period, the
number of people who visited the museums
İSTANBUL ARKEOLOJİ
MÜZELERİNİ 2013’TE 458
BİN KİŞİ GEZDİ
IN 2013 458 THOUSAND
PEOPLE VISITED THE
ARCHAEOLOGICAL MUSEUM
458.591
Yıl/Ziyaretçi sayısı
Year/Number of visitors
8,994,821
10,486,297
3,062,689
394.482
2013
2011
2010
2012
392.466
241.115
207.748
2008
2009
İSTANBUL
ANTALYA
3,145,057
MUĞLA
İZMİR
474,545
ANTALYA
İSTANBUL
MUĞLA
İZMİR
1,389,459
412.425
3,975,330
11
İSTANBUL MÜZELERİNİ 8,9 MİLYON KİŞİ ZİYARET ETTİ
8.9 MILLION PEOPLE VISITED THE MUSEUMS OF ISTANBUL
BÖLGE ADI
NAME OF REGION ACENTA
AGENCY
BİLET
TICKET
İstanbul Bölgesi
2.517.477
TOPLAM
KART
CARD
ÜCRETSİZ
FREE OF
CHARGE
4.097.277
1.383.884
996.183
8.994.821
607.821
188.602
102.091
116.699
1.015.213
1.681.228
745.546
275.927
257.416
2.960.117
Muğla&Bodrum
43.981
312.257
56.186
62.121
474.545
Antalya (Doğu)
430.572
453.551
100.847
196.563
1.181.533
Antalya (Batı)
919.854
660.534
160.493
222.643
1.963.524
Anadolu Bölgesi
164.525
524.724
197.643
353.710
1.240.602
Kapadokya
1.227.820
682.152
368.642
250.561
2.529.175
TOPLAM/TOTAL
7.593.278
7.664.643
2.645.713
2.455.896
20.359.530
Ege&Bergama
Ege&Selçuk
Tarihi kalıntı çok, müze sayısı az
İstanbul, tarihi doku açısından zengin bir şehir. Dünya Şehirleri Kültür
Raporu 2013’e göre, İstanbul’da 30 bin 188 tarihi kalıntı bulunuyor.
Her ne kadar “tarihi kalıntı” tanımının farklı ülkelerde farklı karşılıkları
olsa da, yine de bir karşılaştırma yapmak mümkün.
Tarihi kalıntı sayısı Londra’da 18 bin 901, Paris’te 3 bin 792, Berlin’de
8 bin 689, New York’ta ise bin 482. Bir başka deyişle, İstanbul’daki
tarihi kalıntı sayısı Londra’dakinin iki katı, Paris’tekinin on katı, Berlin’dekinin ise neredeyse dört katı. Buna karşılık, müze sayıları ise tam
tersi bir tablo çiziyor. İstanbul’da 7 ulusal müze, 71 de “diğer müze”
kategorisine giren müze bulunuyor. Yani toplam müze sayısı 78 olarak
karşımıza çıkıyor. Londra’da ise bu sayı İstanbul’un iki katından fazla
yani 172 adet düzeyinde. Benzer şekilde, Paris, Berlin ve New York’taki
müze sayıları da İstanbul’u neredeyse katlıyor. Paris’te 137, Berlin’de
158, New York’ta 131 müze bulunuyor. Bu rakamlar, İstanbul’un tarihi
TOTAL
in these three cities is 7 million 932 thousand. When we assume that
69-70 percent of the people who visit the museums are foreigners and
the remaining are natives, we come to the conclusion that out of 15.6
million visitors only one third of them, in other words only 5.3 million
of them visited museums. Thus, the Museums’ Report states that the
antique cities located at the seaside in the Mediterranean region have
the least number of visitors. This is due to several reasons. The most
important one of them is the loss of enthusiasm to visit museums
under the discouraging heat during daytime in the season. And again,
those points that do not take place in the travel programmes of travel
agents receive rather less number of visitors.
Too many historical site, very few museums
From the point of its historical texture Istanbul is a rich city. According
to the World Cities Culture Report, 2013 there are 30 thousand 188
İSTANBUL’DA TARİHİ KALINTI ÇOK, IN ISTANBUL THERE ARE MANY
MÜZE SAYISI AZ HISTORICAL SITE, VERY FEW MUSEUMS
* Kaynak: World Cities Culture Report, 2013.
ULUSAL MÜZE SAYISI
The number of national museums
DİĞER MÜZE SAYISI
Number of other museums
İLK 5 MÜZE/ZİYARETÇİ (MİLYON)
First 5 museum / visitors (million)
TARİHİ KALINTI SAYISI
Number of historical site
12
* Source: World Cities Culture Report, 2013.
İSTANBUL
LONDRA
PARİS
BERLİN
NEW YORK
7
11
24
18
2
71
162
113
140
4,7
15,4
8.689
1.432
7,1
25,3
23,4
30.188
18.901
3.792
129
9,2
8
8
7
6,7
miras açısından zengin, bunları muhafaza edip müzeye dönüştürme
ve sergileme açısından ise yolun başında olduğunu ortaya koyuyor.
Güney’deki sıcağa karşı “akşamları açık müze” formülü
Güney sahillerindeki antik kentlerin yeterince ziyaretçi alamadığı
rakamlarla ortaya çıkmış durumda. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
TÜRSAB uzun süredir bu soruna çözüm üretmeye çalışıyorlar. Bu bölgelerdeki müze ve ören yerlerinin saat 17-21 arasında da açık kalması
için çalışmalar sürüyor. Işıklandırılması uygun olan müzelerin gece
geç saatlere kadar açık kalması için görüşmeler sürerken, bu yönde
bazı yörelerde adımlar da atılıyor. Bu yönde atılacak adımlar Güney’deki müzelerin de dünyada hak ettiği yere ulaşmasını sağlayacak.
Bu arada seyahat acentelerinin gezi programlarına müzelerin de dahil
edilmesi hem bölge turizmi hem de müzelerin tanıtımı için büyük bir
önem arz ediyor.
NUMBER OF VISITORS IN 2013 (million people)
6,2
5,5
5,5
5,4
LONDRA
Natural History Museum
LONDRA
National Gallery
VATİKAN
Vatican Museums*
* Henüz açıklanmadı, tahmini rakamlar.
* Not yet announced, estimated figures.
LONDRA
Tate Modern* Museum
LONDRA
British Museum
WASHINGTON
National Air and
Space Museum
WASHINGTON
National Museum
of Natural History
NEW YORK
American Museum
of Natural History
PARİS
Louvre Museum
9.2 MILLION PEOPLE VISITED
THE LOUVRE MUSEUM
2013 ZİYARETÇİ SAYISI (milyon kişi)
NEW YORK
Metropolitan
Museum of Art
LOUVRE MÜZESİ’ni
9.2 MİLYON KİŞİ GEZDİ
5,3
historical site. Although the phrase, “historical site” has different
provisions in different countries, it is still possible to make some
comparisons. The number of historical site in London is 18 thousand
901, in Paris 3 thousand 792, in Berlin 8 thousand 689 and in New York
a thousand and 482. In other words, the number of historical site in
Istanbul is twice as much as compared to London, ten times as much
as compared to Paris and almost four times more than those in Berlin.
On the other hand, the number of museums reflects a table just on
the contrary. In Istanbul there are 7 national museum and 71 in the
category of “other museums”. That is, the total number of museums is
78. But in London the figure is over twice of Istanbul, at a level of 172,
the numbers of museums in Paris, Berlin and New York are almost
double the figure of Istanbul. There are 137 museums in Paris, 158 in
Berlin and 131 in New York. These facts state that Istanbul is rich from
the point of historical heritage, but at the beginning of the road from
the point of preservation, transformation into museums and displaying
them.
“Open at night museums” formula against the heat of the South
The figures relay that the antique cities of the southern coast do not
receive enough visitors. The Ministry of Culture and Tourism, together
with TÜRSAB have been trying to generate a solution to this problem
for many years. Studies are in progress to keep the museums and
historical site of these regions open between 17.00-21.00 hours as well.
While negotiations are proceeding at the museums with convenient
lighting, steps are put forward in some regions at this direction. The
steps put forward at this direction shall provide the Museums of the
South to reach the place in the world they deserve. In the meanwhile,
inclusion of museums in travel packages of the travel agencies carry
great importance both for the tourism of the region and also for the
promotion of the museums.
13
Berlin’in Belleğindeki Keskin Çizik,
Karşı-Anıt, Heykel, Sergi Kılığına Girmiş
Zihinsel Yetenek...
14
THE JEWISH MUSEUM
BERLIN
A sharp scratch on Berlin’s
Memory; Counter-monument;
Sculpture; Mental Skill Disguised
as Exhibition...
These are some of the characterizations
attributed to the Jewish Museum of
Berlin, in terms of its design.
Yet this museum, located at the very
centre of the past Jewish Holocaust,
which conveys its messages through
architectural metaphors, is one of the
world’s most remarkable masterworks!
Berlin Yahudi Müzesi
merdivenleri (solda),
binanın dıştan görünümü
(Shutterstock, Flik47)
(sağ sayfa, solda),
Katledilen Avrupalı Yahudi
Anıtı (üstte) ve sütunlar
arasında uzanan eğri
yollardan bir detay (sağ
altta).
Staircase at the Jewish
Museum Berlin (left);
the building seen from
outside (Shutterstock,
Flik 47) (right page, left);
Memorial to the Murdered
jews of Europa (above);
and a detail from the
curved path extending
between the columns
(below right).
DÜNYA
MÜZELERİ
World
Museums
 Shutterstock & Wikipedia
BERLİN YAHUDİ MÜZESİ
Bunlar onun tasarımına yapılan yakıştırmalardan
bazıları. Oysa, bu müze, geçmişteki Yahudi
soykırımın tam da merkezinde, mesajını
mimari aracılığıyla ve hissettirerek anlatması
bakımından dünyanın en dikkat çekici
yapıtlarından biri!
lmanya’daki ilk Yahudi Müzesi 1933’de Hitler henüz güçlü değilken, Berlin’de açılmışsa da 1938’de
yükselen Nazi rejiminin baskıları sonucu kapatılmış. Savaştan çok sonra 1976’da “Berlin Yahudi
Müzesi Cemiyeti” kurulmuş. Berlin Müzesi de bir taraftan Yahudi
Departmanı koleksiyonu için alımlar yapagelmiş. 1988’de, Frankfurt
Yahudi Müzesi’nin açılışında, Batı Berlin Senatosu, “Berlin Müzesi’nin
Yahudi Departmanı ile genişletilmesi” konusunda bir yarışma ilan etmiş. 1989’da tamamlanan yarışmaya 165 proje katılmış. Soykırım kurbanı bir Polonyalı aileden gelen Amerikalı mimar Daniel Libeskind’in
“Satırlar (Soylar) Arasında” (Between The Lines) adını verdiği proje
birinci olmuş. Sonuçların duyurulmasından birkaç ay sonra da Berlin
Duvarı yıkılmış...
The first Jewish Museum in Germany was founded in Berlin in 1933,
but was closed soon thereafter, in 1938, by the Nazi regime. In 1975
an “Association for a Jewish Museum” formed and, three years later,
mounted an exhibition on Jewish history (1978). Soon thereafter, the
Berlin Museum, which chronicled the city’s history, established a Jewish
Department, but already, discussions about constructing a new museum dedicated to Jewish history in Berlin were being held. In 1988, on
the occasion of the opening of the Jewish Museum- Frankfurt, the West
Berlin Senate announced an anonymous design competition for what
was then planned as a “Jewish Department” for the Berlin Museum. 165
projects participated in the competition which was completed in 1989.
The project named “Between the Lines (Lineages)” by American architect Daniel Libeskind, himself from a Polish Jewish family victim of the
Holocaust, was declared winner of the competition. While other entrants
Bugünü
Senato, 1991’de projenin planlandığı gibi devamına karar vermiş.
1999 yılında yapımı tamamlanan Yahudi Müzesi, 2001 yılında ziyaretçilere açılmış. Libeskind binasının inşaatı sırasında çeşitli
aşamalarda geçici sergiler de açılmış. Böylece bina daha içi boşken
bile, olağanüstü dış görünümü ve mimarisiyle 350 bin kişiyi kendine
çekmiş. Berlin Yahudi Müzesi, 4. yy’dan günümüze kadar Almanya’daki Yahudilerin; sosyal, politik ve kültürel tarihini sergiliyor. Müze;
Eski Bina, Libeskind Binası (2001), Cam Avlu (2007), Akademi binaları (2012), Müze Bahçesi, Sürgün Bahçesi ve Soykırım Boşluğu adlı
yapılar bütününden oluşuyor. Berlin Yahudi Müzesi, Almanya’daki
müze binaları içinde en çok görülmeye değer olanlardan biri. Özellikle
mimarının adıyla anılan postmodern yeni binası.
15
DİASPORA BAHÇESİ
Peyzaj sanatçıları tarafından yapılan tasarımıyla ülkesinden uzakta
yaşayanlara gönderme yapan Diaspora Bahçesi, Akademi’nin iç avlusunda yer alıyor. Bahçenin ortasında etrafı 4 x 14 m. ahşap platformla
çevrili, yüzermiş gibi görünen, 4 çelik plato var. Bunların her birine farklı
bir temaya göre ekim yapılmış: “Peyzaj”, “Kültür ve toprak”, “Doğa ve
insan ırkı”. Dördüncüsü ise “Akademi”! Bu plato, eğitim programlarının
yalnızca harita, çizim, fotoğraf ile değil, toprak, tohum ve dikim ile de
desteklenmesi için deney alanı olarak kullanılıyor. Böylece ekim, çimlenme, köklenme, büyüme, olgunlaşma dönemlerini birbirinden uzak 4 ayrı
alanda geçiren bitkiler, bir tür “diaspora” sürecini tamamlayarak, dünyanın dört bir tarafına saçılmışlığın sızısı, Yahudi yaşamları ve karakterleri
ile özdeşlik kurulmasına da yardımcı oluyor.
THE GARDEN OF DIASPORA
The Academy of the Jewish Museum Berlin in the new Eric F. Ross
Building encompasses an interior garden besides the archives, library and
education department. The Garden of Diaspora designed by landscape
artists deals with various aspects of life in the Diaspora. Four platforms
of steel measuring approximately 4x14 meters appear to be floating in the
middle of the garden, surrounded by wooden planks. The plants growing
on each one are oriented to a specific theme: “landscape”, “culture and
earth”, “man and nature”. The fourth platform, “Academy”, serves as an
experimental area for participants in the Museum’s educational programs.
There they find not just maps, drawings and photos, but also earth, seeds
and flower-pots to plant. The different plants, undergoing the various
stages of their organic development such as sowing, sprouting, taking
root, blooming and maturing on four distinct platforms, will thus have
experienced a sort of “diaspora” process, reminiscent of the Jewish people’s
history of being scattered at four corners of the world.
Libeskind’in
tasarımını
yorumlamak
Mimarı Daniel Libeskind, “O, tıpkı beyaz
duvarlarına resimler
asılabilen, objelerin
sergilendiği diğer
müzeler gibi bir müze
işte, hatta kendisi
de bir sergi!” diyerek belki de “boşuna
tartışmayın!” mesajı veriyor. Çünkü
başından beri verilen
mesajdan çok bina
tartışılıp yorumlanmaya çalışılıyor. Ziyaretçiler binaya hangi
gözle bakarsa baksın,
uzmanlar onu bir “yapıçözümcü başyapıt”
(deconstructivist masterpiece), “çığır açıcı
yaratım”, “aslında sergi kılığına girmiş bir zihinsel yetenek”, “Berlin’in
belleğindeki çizik”, bir “karşı-anıt”, bir “heykel” gibi değerlendirmeler
yapıyor.
Esasen açık olan en önemli şey; herhalde Libeskind’in, yok edilmeye
çalışılmış bir kimliğin savaşımı için “mimari”yi araç olarak kullanmak
isteği. Bu yüzden de ödüllü projesini “yok olma”, “boşluk” ve “görünmezlik” temalarına göre biçimlendirmiş. Kendisi de Yahudi asıllı
Libeskind, soykırım gibi bir olguyu, statik bir müze binası içinde anlatmak yerine, tasarım ve disiplinlerarası bir teknik ile çağını aşmış...
Müze nasıl geziliyor?
Libeskind Binası’na 1735 yapımı, savaşta bombalandığı için 1960’larda Berlin Müzesi olarak yenilenen Barok Prusya Adalet Sarayı (Eski
Bina) altındaki bir geçitten giriliyor. Müze, zemin kat planında
Davut’un altı köşeli yıldızının, arazi ve çevresindeki diğer binalara
göre bozulmasıyla biçimlendirilmiş, zikzaklardan oluşan alanlara
Sürgün Bahçesi’nden iki görüntü (Shutterstock, Anticiclo) (solda), müze binasının
köşelerinden biri (en üstte), müzenin salonlarından biri (Shutterstock, J. Helgason)
(üstte).
Sağ sayfa: “Düşen Yapraklar” adlı daimi sergide ziyaretçiler, insan yüzü şeklinde
binlerce metal levhanın üzerinde yürümek zorunda kalıyorlar (en üstte), Soykırım
Boşluğu bölümünde tek ışık kaynağı tavanda yer alan yarık (altta solda).
Two views from the Garden of Exile (Shutterstock, Anticiclo) (left); one of the
corners of the museum building (top); one of the museum’s halls (Shutterstock, J.
Helgason) (above).
Right page: Installation Shalekhet (Fallen leaves): visitors are invited to walk on
thousands of faces punched out of steel (top); the only source of light inside the
Holocaust Tower: the narrow slit on the ceiling (below left).
16
proposed cool, neutral spaces, Libeskind offered a radical, zigzag design,
which earned the nickname ‘Blitz’(lightning-bolt). A few months after
the announcement of the results, the division of the city was put an end
through the fall of the Berlin Wall, paving the way for the 1990 German
reunification.
dönüşmüş. Libeskind bunu yaparken, “süreklilik”, “sürgün ile göç” ve
“soykırım”ı ana tema; “boşluk”, “bellek” ve “yeraltı”nı yardımcı tema
olarak kabul etmiş. Bu kavramları binanın mimari özellikleriyle ziyaretçiye de algılatıyor.
Alt geçidin sonunda ziyaretçiler bu üç temaya ait üç yolun kesiştiği
noktaya ulaşıyor: Süreklilik Ekseni, Sürgün Ekseni, Soykırım Ekseni.
Her eksen (koridor) ziyaretçiyi kendine özgü sembolik anlamları olan
farklı mekânlara ulaştırıyor.
Arada kaybolmak, çıkmazlara girmek, karanlıkta kalıp, tıpkı toplanıp
izbe yerlere tıkılan Yahudiler gibi zikzakların bir köşesinden sızan bir
ışıkla umutlanmak da mümkün.
Soykırım Ekseni
Soykırım Ekseni’ninden Soykırım Boşluğu’na ulaşılıyor. Buraya ağır
bir demir kapıyla giriliyor ve içi tamamen boş, karanlık, beton bir
odayla karşılaşılıyor. 20 m. yüksekliğindeki odanın tek ışık kaynağı
tepedeki keskin yarık. Burası Yahudilerin yakıldıkları gaz odalarını,
soykırımın yarattığı boşluğu simgeliyor.
Sürgün Ekseni
Buradan Berlin’den göç eden ya da sınırdışı edilen Yahudilerin
anısına yapılmış olan Sürgün Bahçesi’ne ulaşılıyor. Bu bahçede, eğik
bir zemin üzerine yerleştirilmiş 12 m. yüksekliğinde 49 adet içi boş
beton kolon var. Kolonların içinde Yahudilerin sürgün vatanlarından
getirilmiş toprakla beslenen bitkiler bulunuyor. Sürgün edilenlerin
köklerinden koparılışını simgeliyorlar.
The Museum today
In 1991, the Berlin Senate has decided to continue the project as
planned. Construction of the new extension to the Berlin Museum
began in November 1992. Libeskind organized public visits to the
site at various stages of the construction. The empty museum was
completed in 1999 and attracted over 350,000 people before it was
filled due to its extraordinary architecture. It finally opened on September 9, 2001. Jewish Museum Berlin displays the social, political
and cultural history of the Jews in Germany from the 4th century to
the present day. The Museum consists of an ensemble of structures
including the Old Building, the Libeskind Building (2001), the Glass
Courtyard (2007), the Academy building (2012), the Museum Gardens, the Garden of Exile and the Holocaust Tower. The Jewish Museum in Berlin is the most interesting museum complex in Germany,
due in particular to the postmodern new building named after its
architect.
Reviews on Libeskind’s design
Architect Daniel Libeskind who qualifies his building as a museum
like the others where objects are exhibited, with a building which is
itself an exhibition, seems like suggesting that discussions about it
are superfluous. On the contrary, the building has been subject to
diverse discussions and reviews from the very beginning, somewhat
relegating to second plan the message of the museums contents.
Experts qualified the building as a “deconstructivist masterpiece”; “a
groundbreaking creation”, “mental skill disguised as exhibition” “a
sharp scratch on Berlin’s memory”; a “counter-monument”, a “sculpture”. Probably the correct approach is to understand that Libeskind
utilized architecture as a medium to represent the existential struggle of an identity which faced the danger of being extinguished. That
is why his award-winning project was formatted around the themes
of “extinction”, “emptiness” and “invisibility”. Libeskind himself of
Jewish descent, preferred to describe a phenomenon such as holocaust through an epoch-making design and interdisciplinary technique, rather than in a static museum’s building.
17
DANIEL LIBESKIND
DANIEL LIBESKIND
1946’da Polonya’da doğan Daniel Libeskind, soykırım kurbanı bir Yahudi
aileden geliyor. 1965 yılında Amerikan vatandaşı olmuş ve mimarlık eğitimini Cooper Union for the Advancement of Science and Art’da tamamlamış.
Berlin Yahudi Müzesi, Libeskind’in uluslararası başarıya ulaşmış ilk
mimari projesi. Uzun yıllar yazar, eğitimci, kuramcı ve tasarımcı olarak
tanınan Libeskind, 1989’dan bu yana Berlin’de açtığı mimarlık bürosuyla,
Yahudi Müzesi’nin yanı sıra, Oslo’dan Tokyo’ya, bir çok başarılı projeye
imza attı. Amerika’daki Denver Sanat Müzesi ve Çağdaş Yahudi Müzesi,
İngiltere’deki İmparatorluk Savaş Müzesi, Almanya’daki Felix Nussbaum
Haus Müzesi önemli işlerinden bazıları. Londra’da Victoria and Albert
Museum’a yaptığı “spiral” eklenti çok tartışıldı. Son olarak 11 Eylül’de
yıkılan New York Dünya Ticaret Merkezi’nin yerine, Ground Zero’ya inşa
edilmek için seçilen proje de Libeskind’a ait.
Libeskind, çığır açan tasarımına girişmeden önce hangi belirleyenleri esas
aldığını şöyle açıklıyor:
“Berlin Duvarı yıkılmadan bir yıl önce tasarlanan müze, onun temelini de
biçimlendiren üç kavrama dayalıdır:
1. Berlinli Yahudilerin bu şehre muazzam ölçüde kültürel, ekonomik ve
entelektüel katkısını anlamadan, Berlin’in tarihini anlamanın imkânsızlığı.
2. Soykırımın ne anlama geldiğinin, Berlin kentinin belleğine ve bilincine
hem maddi hem manevi olarak yerleştirilmesi gereği.
3. Berlin ve Avrupa’nın, ancak Berlin’deki Yahudi yaşamının yokedilip
silindiğini kabul edip, onu yeniden içine alırsa insani bir geleceğe sahip
olabileceği gerçeği.
Sonuç olarak bu müze sadece belli bir proje anlamına gelmiyor, o aynı
zamanda umudun da simgesidir.”
(Kaynak: Libeskind Web Sitesi: http://daniel-libeskind.com)
Libeskind’in dünyanın çeşitli kentlerindeki eserlerinden bazıları: Westside Alışveriş
ve Eğlence Merkezi (Bern, İsviçre) (en üstte), Royal Ontario Müzesi (Toronto,
Canada) (üstte) ve Kentucky, Amerika’da konutlar için yaptığı bina (sağda).
Some of Libeskind’s projects in various cities of the world: Westside Shopping and
Leisure Centre (Bern, Switzerland) (top); the Royal Ontario Museum (Toronto,
Canada) (above); and residential building in Kentucky, United States (right).
18
Daniel Libeskind, born in Poland in 1946, comes from a Jewish family
victim of the holocaust. He became U.S. citizen in 1965 and studied
architecture at the Cooper Union for the Advancement of Science and
Art in New York.
Jewish Museum Berlin is Libeskind’s first architectural project that
has reached international acclaim. Known for many years as author,
educator, theorist and designer, Libeskind has authored numerous successful projects from Oslo to Tokyo, besides the Jewish Museum Berlin,
through the architecture studio he opened in Berlin in 1989.
The Denver Art Museum, the Contemporary Jewish Museum, in the
United States, the Imperial War Museum in the UK, and the FelixNussbaum-Haus Museum in Osnabrück, Germany are some of his
leading achievements. The Spiral Extension he designed for the Victoria
and Albert Museum in London caused a lot of controversy. Finally, his
proposal for “Ground Zero” was selected as master plan to rebuild the
site of the September 11 destroyed World Trade Centre in Manhattan.
Libeskind explains which key factors he took into consideration before
designing his revolutionary project for the Jewish Museum Berlin:
“The museum’s project, which was designed a year before the fall of
the Berlin Wall, is based on three fundamental concepts:
1. The impossibility of understanding the history of Berlin without understanding the enormous cultural, economic and intellectual contributions of the Berlin Jews to that city.
2. The necessity of firmly embedding, both in the material and spiritual
sense, the meaning of the Holocaust into the memory and consciousness
of that city.
3. The reality that Berlin and Europe can look up to a humane future
only by acknowledging the annihilation of the Jewish life of Berlin, and
by working towards its rehabilitation and reintegration into the city’s
soul. Consequently, this museum is not just a mere project; it is also a
symbol of hope.” (Source: Libeskind Website: http://daniel-libeskind.com)
Süreklilik Ekseni
Süreklilik Ekseni, müzedeki en uzun koridor
ve ziyaretçileri bir merdivenle üst kattaki sergi
alanlarına yönlendiriyor (dileyen asansörle de
çıkabiliyor). Koridor ve merdivenler boyunca
dramatik aydınlatma biçimi, duvardan duvara
saplanan beton kirişler, umudu simgeleyen ve
cepheye açılmış yarıklar gibi görülen pencereler ve daha da önemlisi yüksek tavanla oluşan
büyük düşey boşluklar dikkat çekiyor. Simgelenen; Yahudi tarihinin sürekliliği!
Sergiler ve çağdaş sanat eserleri
Daimi sergilerin yeraldığı bölümde “Yahudilerin 2000 Yıllık Tarihi” ilk sırada. Burada en
çok ilgi çekenlerden biri de “Boşluk Belleği”
(Memory Void) adlı yerleştirme.
İsrailli sanatçı Menashe Kadishman’in “Shalekhet” (Düşen Yapraklar) adlı çalışması, savaşın
ve şiddetin masum kurbanlarını temsil eden on
binin üzerinde insan başı biçimli metal levhadan oluşuyor. Soykırım Boşluğu’ndan sonra müzenin ikinci büyük dikey boş alanın
tabanına serpiştirilmiş, insan yüzü şeklindeki bu binlerce levha,
ziyaretçilerin üzerinde gezinmesine açık.
Daimi sergiler alanındaki “Sanatmatik” (Art Vending Machine) çok
ilgi çekici. Ziyaretçiler bu makineye 4 Euro attığında, makineden
çıkan bir çağdaş sanat eserini “diş kirası” misali, alıp götürebiliyorlar!
Dünyanın en ilginç yapıtlarından biri olan bu müzeye gitmeden
önce müze sitesini ziyaret etmenizde yarar var: www.jmberlin.de
Müzenin iç ve dış mekanlarından iki görüntü.
Two views from the interior and exterior of the Museum.
Museum visit itinerary
The access to the Libeskind Building is provided by
an underpass situated in the basement of the 1735
built Baroque style former Prussian courthouse
(Old Building), which was bombed during WWII and
renovated in the 1960’s to be converted into the
Berlin Museum. The ground layout of the Libeskind
building consists of a labyrinth of zigzag spaces reminiscent of the edges of a distorted six-pointed Star
of David, redeployed in a configuration formatted according to the shape of the land and the position of
the adjacent buildings. Libeskind chose “continuity”,
“exile and migration” and “holocaust” as the main
themes and “space”, “memory” and “underground” as
the auxiliary themes of his building design. He transmits this concept to the museum’s visitor through
the metaphoric architectural features of the building. At the end of the underpass, visitors reach the intersection point of the three axial routes embodying
these three themes: ‘Continuity Axis’, ‘Axis of Exile’,
and ‘Holocaust Axis’. Each axis (corridor) leads the visitor to a different
venue which delivers its specific symbolic meaning. Meanwhile, you might
get lost in the labyrinth, disappear in hopeless darkness and then recover
some hope thanks to a slight ray of light leaking from a tight slot of the zigzag; just like the deported Jews who were tucked into dark corners, isolated
from the outside world at dreary concentration camps.
Axis of Holocaust
The Axis of Holocaust leads to the Holocaust Tower. One enters this tower
through a heavy iron gate to be faced with a totally empty, dark chamber
with 20-meter high concrete walls, where the only source of light is the
tight slit cut through the highest edge of the ceiling. This room is emblematic of the gas chambers where the Jews were murdered and of the emptiness created through the Holocaust.
Axis of Exile
From there one proceeds to the Garden of Exile built in memory of the
Jews who emigrated from Berlin or had been expelled from the country. On
this plot, there are 49 hollow concrete columns of 12 meters height each,
placed on an inclined ground. Inside the columns, there are plants growing
on soil brought from the exile lands of the Jews. The garden symbolizes the
rupture from their roots of the exiled people.
Axis of Continuity
The Axis of Continuity is the longest corridor of the museum and leads
visitors to the exhibition halls on the upper floors through a steep staircase
(an elevator is also available). The dramatic lighting system along the stairs
and hallways, the concrete beams stuck from wall to wall, the windows
which look like slits opened through the front symbolizing hope and more
importantly, the large vertical spaces formed by high ceilings are absolutely remarkable! Symbolized through this axis is the continuity of Jewish
history!
Exhibitions and Contemporary Works of Art
The permanent exhibition area’s first section presents the “2000-Year
History of the Jewish People”. One of the most interesting parts of this
zone is the second largest vertical space of the museum, called “Memory
Void”, housing the Installation Shalekhet (Fallen leaves) by Israeli artist
Menashe Kadishman. 10 000 faces punched out of steel are interspersed
on the ground of the “Memory Void”. The artist dedicated his artwork not
only to Jews killed during the Shoah, but to all victims of violence and war.
Visitors are invited to walk on the faces and listen to the sounds created
by the metal sheets, as they clang and rattle against one another. Another
interesting feature of the Permanent Exhibitions zone is the “Art Vending
Machine”. By putting the small fee of 4 Euros in the machine, visitors can
collect and take away a contemporary work of art!
Before going to this museum, which is one world’s most interesting buildings, it is advisable to visit its website at: www.jmberlin.de
19
ANTİK ÇAĞ’DA BİR KÜLTÜRLER HARMANI
LIKYA
A COMBINATION
OF CULTURES
IN THE ANTIQUE
AGE: LYCIA
We are relaying the story of
this unique civilisation that
is assumed to be a “cultural
combination” of the Antique
Age stretching down to the
southern coasts of Anatolia
with the illustrations and
narration of Sinan Erer.
Antik Çağ’ın “kültürler harmanı” sayılan ve
Anadolu’nun güney kıyılarında uzanan bu
benzersiz uygarlığın öyküsünü Sinan Erer’in
çizimleri ve anlatımıyla aktarıyoruz.
ARKEOLOJİ
Archaelogy
Son bulgularla tarihi MÖ 10.000’lere kadar uzanan medeniyetlere
beşik olmuş Anadolu toprağında özel bir yeri vardır Likya’nın. 18.
yy’ın sonlarından itibaren bölgeyi ziyaret eden her gezgini bir şekilde
kendisine aşık etmiş Likya’nın tarihi kadar, coğrafyasının da etkisi
olmuş olsa gerekir. Muazzam dağ silsileleri “kıtalararası” koca denize
omuz vermiş, ılıman iklimi, korunaklı limanları ve bereketli vadileriyle
ev olmuş Anadolu insanına. Erken Bronz Çağı’nda küçük yerleşimlerle
başlayan macera kesintisiz devam etmiş, önce köy, kent derken metropolleşmiş, Perslerden ve İskender’den geçmiş, Roma’dan Bizans’a
uzanmış, daha sonra da yerli Rumlar ve bölgeye yerleşmeye başlayan
Türkmen yörükleriyle harmanlanarak taşımış mirasını günümüze...
Kimdi bu Likyalılar?
Yazılı kaynaklarda Homeros’a kadar sınırlıdır Likya’nın varlığı, ilk olarak Hitit ve Mısır kaynaklarında duyarız adlarını. Lukka derler onlara.
Deniz kavimleriyle birlikte akınlar yapmışlardır Akdeniz’in güney kıyılarına. Denizci insanlardır. MÖ 2.000’lerde iki büyük medeniyetin arşivlerine girecek bir etki yapmışlar. Gerçekten sınırlı da olsa, Likya’nın
birkaç yerleşiminde bu döneme ait keramik bulgular ele geçmiştir.
Evleri, bölgede bolca bulunan ahşap malzemeden inşa edildiği için
Lycia has a special place on Anatolia soil that has been a cradle for
civilisations and goes back as far as to 10,000 BC as affirmed by the last
findings. As end of 18th century every wanderer who visited the region,
this way or the other, fell in love with Lycia, on the other hand geography as well as its history should also have had an effect on this emotion.
It became home for people with its gorgeous mountain ranges, its mild
climate stretching out to the great “intercontinental” sea, with safe ports
and fertile valleys. The adventure that initiated in Early Bronze Age with
small settlements kept on going without any interruptions: villages into
towns and finally into metropolis, passed from Persians and Alexander,
moved from Rome to Byzantium and then carried forward its heritage
by combining the native Greeks and the Turkmen Juruks who started to
settle down at the region...
Hellenistik Dönem Likya lahdi, Kyaneae (sol sayfa), Klasik Dönem anıtsal ahşap
taklidi Likya lahdi, Antiphellos (Kaş) (üst solda), Geç Hellenistik Dönem Likya lahdi,
Sebeda (Limanağzı) (üst solda).
Hellenistic Period Lycian sarcophagus, Kyaneae (left page), Classical Period
monumental imitation wood Lycian sarcophagus, Antiphellos (Kaş) (left above),
Late Hellenistic Period Lycian sarcophagus, Sebeda (Harbour mouth) (above left).
Who were those Lycians?
Existence of Lycia in written sources is limited up to Homer; we first
come across their names in the Hittite and Egyptian sources. They called
them Lukka. They conducted raids to the southern coasts of the Mediterranean with the marine tribes. They were seafarers. They created an
effect to be included into the archives of two great civilisations of 2000s
BC. Indeed, though few in number, some stoneware findings related with
21
Likya’nın baş şehri Xanthos’un haritası: 1. Likçe yazıtlı dikme mezar, 2. Roma
Dönemi agorası, 3. Hristiyan bazilikası, 4. Harpyler mezar dikmesi, 5. Likya Lahdi
dikmesi, 6. Roma tiyatrosu, 7. Bizans konutu, 8. Likya konutları, 9. Sunak-Artemis
tapınağı alanı, 10. Vespasian takı, 11. Nereidler anıtının yeri, 12. Bizans bazilikası,
13. Yukarı agora, 14. Sütunlu cadde, 15. Dipylon, 16. Bizans katedrali, 17.
Dansözler lahdi, 18. Payava lahidinin yeri ve mezarlar, 19. Kuzeydoğu nekropolü,
20. Bizans bazilikası.
22
Map of Xanthos, the capital of Lycia: 1. Scripture in Lycian on an erected
tombstone, 2. Roman Period agora, 3. Christian basilica, 4. Harpy’s erected
tombstone, 5. Derrick of Lycian sarcophagus, 6. Roman Theatre, 7. Byzantine
house, 8. Lycian houses, 9. The Altar – Artemis Temple area, 10. Vespesian
ornament, 11. The place of the Nereids monument, 12. Byzantine basilica,
13. Upper agora, 14. Street with columns, 15. Dipylon, 16. Byzantine Cathedral,
17. Sarcophagus of dancers, 18. The place and tombs of the Payava sarcophagus,
19. North east necropolis, 20. Byzantine basilica.
Likya’nın dini merkezi Letoon’un haritası: 1. Tiyatro,
2. Hellenistik ve Roma Portikosu, 3. Propylon ve
Batı Portiko, 4. Kutsal Yol, 5. Anıtsal çeşme, 6. Leto
tapınağı, 7. Artemis tapınağı, 8. Apollon tapınağı,
9. Bizans kilisesi.
The map of Letoon, the centre of religion of Lycia:
1. Theatre, 2. Hellenistic and Roman Portico,
3. Propylon and West Portico, 4. The Sacred Road,
5. Monumental Fountain, 6. Temple of Leto, 7. Temple
of Artemis, 8. Temple of Apollo, 9. Byzantium Church.
this period were found in some settlements of
Lycia. As houses were built by wood, due to the
abundance of the material in the vicinity, not
much surface findings have been found of the
Archaic Age and before. The surface findings of
Lycia, that have inspired the Lycia wanderers,
started in the second half of 6th century BC by
the appearance of the Persians in the region.
And the initial samples of these are mostly rock
tombs carved in their typical styles in monolithic rocks.
Wooden Houses, Rock Tombs
It is understood from the engraving technique
that Lycians identically applied the same
wooden house architecture they lived in, to
the rocks; they shaped the rocks out of local
limestone so as to eternalise their final resting
places of their bodies. Some of them have portraits, drawings and owners’ stories and names
in Lycian or in Helen languages. Although they
have been plundered by pillagers since the
Antique Age these tombs define us the men of
Lycia of the Classical Age.
Homer points out that the Lycians came to this
geography at one time from the Crete Island.
They were described as one of the chief assistances of the Trojans in Iliad. Hellenic was the
Arkaik Dönem ve öncesinden pek bir yüzey
buluntusu ele geçmemiştir. Likya’nın gezginlere ilham olan yüzey kalıntıları MÖ 6. yy’ın
ikinci yarısında, Perslerin bölgeye gelmesiyle
başlar. Bunların da ilk örnekleri kendine has
üsluplarıyla, çoğu kez yekpare kayalara işlenmiş kaya mezarlarıdır.
Ahşap Evler, Kaya Mezarlar
İşleme tekniğinden anlaşılır ki Likyalılar
içinde yaşadıkları ahşap ev mimarisini
birebir kayaya uygulamışlar, bedenlerinin
ebedi istirahatini sonsuz kılmak için yöresel
kireç taşından kayaları şekillendirmişlerdir.
Kiminin üzerinde bir portre, bir resim ve kah
Likya kah Helen dillerinde isimleri, hikayeleri
yazılır. Antik Çağ’dan itibaren mezar soyguncuları tarafından yağmalanmış olsa da, bize
bu mezarlar anlatır Klasik Çağ Likya insanını.
Homeros, Likyalıların vaktiyle Girit adasından
bu coğrafyaya geldiklerini belirtir. İlyada’da
Truvalıların baş yardımcılarından biri olarak
betimlenmişlerdir. Konuştukları dil Helen
Erken Klasik Dönem kaya mezarları,
Antiphellos (Kaş) (sağda).
Early Classical Period rock tombs,
Antiphellos (Kaş) (right).
XANTHOS
İlyada’da Sarpedon ve Glaukos’un memleketi
olarak betimlenen Likya’nın baş şehri, tarih
boyunca önemini korumuş. MÖ 546’da Pers
egemenliğine girmiş ve İskender’in gelişine
kadar yerel hanedanlar tarafından yönetilmiş. İskender ve seleflerinden sonra kısa
süreli Rodos yönetimi altına girmişse de, MÖ
166’da Likya Birliği’nin kurulmasıyla altın
çağını yaşamış. Roma Dönemi’nde mimari
anıtlarla bezenen şehir, Bizans Devri’nde
piskoposluk merkezi olarak kullanılmış.
XANTHOS
In Iliad, it is the capital of Lycia, which was
described as the country of Sarpedon and Glaucus, preserved its importance all throughout
history. The city went under Persian hegemony
in 546 BC and was administered by local dynasties until Alexander came. After Alexander and
his followers, although the town accepted the
hegemony of the Rhodes’ administration for
a short period, it lived its golden age by the
constitution of Lycia Union in 166 BC. The city
that was ornamented with architectural monuments in the Roman Period was used as the
centre of episcopacy in the Byzantine Period.
23
Likya metropollerinden Patara’nın haritası: 1. Antik
liman, 2. Liman bazilikası, 3. Tepecik nekropolü,
4. Nekropol, 5. Mettius Modestus takı, 6. Liman
hamamı ve Palaestra, 7. Kilise, 8. Korint tapınağı,
9. Marciana mezarı, 10. Bazilika, 11. Kutsal alan,
12. Sütunlu cadde, 13. Vespasian hamamı, 14. Agora,
15. Stoa, 16. Meclis binası, 17. Tiyatro, 18. Sarnıç.
Map of Patara, one of the metropolises of Lycia: 1. The
Antique harbour, 2. The harbour basilica, 3. Necropolis
of Tepecik, 4. Necropolis, 5. Mettius Modestus
ornament, 6. Harbour bath and Palaestra, 7. Church,
8. Corinth Temple, 9. Marciana tomb, 10. Basilica,
11. Sacred area, 12. Street with columns,
13. Vespasian bath, 14. Agora, 15. Stoa, 16. The
building of the Parliament, 17. Theatre, 18. Cistern.
language they spoke. But, they left behind tablets in Lycian, which is an Anatolian language
from Luwice roots. Then, by time translations
into Hellenic were added to these tablets and
after Alexander they turned completely into the
Hellenic language. However, Herodotus did not
even mention this Anatolian language in his
history book he wrote in 5th century BC.
In fact the Lycians were the community who
spoke Hellenic and came from Crete. It is still
not clear whether they got under the rule of
an Anatolian community of Luwice heir under
the dominance of the Persians or they socialised with the Anatolian folks who were already
living on these grounds and after the Cretans
under Sarpedon’s guidance, they settled in the
region. But after they passed onto writing it is
clear that they lived with two languages until
Alexander; Lycia is dough of cultures.
The people that we call Lycians had really created an original culture by melting art styles of
East and West in one pot, by combining them
with their own dynamics in this geography,
which is surrounded by mountains. Crete, by
all means, has also some heritage in Lycian
culture. The portrayal of Lycian sarcophagus on
the Phaistos Disk associates that the houses in
Crete were made by clinching wood to wood,
without using nails. It would not be a mistake
LETOON
dilidir. Halbuki Klasik Çağ’da Likçe diye tabir edilen, Luvi kökenli bir Anadolu dilinin yazıtlarını bırakmışlardır. Sonra zamanla bu yazıtlara Helen dilinde tercümeler eklenmeye başlamış,
İskender’den sonra da tamamen Helen diline dönmüştür. Halbuki MÖ 5. yy’da tarih kitabını
yazan Herodotos, bu Anadolu diline değinmez bile. Hakikaten Likyalılar Girit’ten gelmiş ve
Helen dilini konuşan bir halktı da, Pers egemenliğinde Luvi mirasçısı bir Anadolu halkının
yönetimine mi girmişlerdir, yoksa Sarpedon önderliğindeki Giritlilerin bölgeye yerleşmesinden sonra burada yaşamakta olan Anadolu halklarıyla kaynaştıklarından mıdır, burası hala
pek bilinmez. Ama yazıya geçtikten sonra İskender’e kadar iki dilli yaşadığı açıktır; bir kültürler
hamurudur Likya.
Dağlarla kapalı bu coğrafyada kendi dinamikleriyle harmanlanmış, Doğu ve Batı sanat tarzlarını bir potada eritmiş, gerçekten özgün bir kültür yaratmıştır bu Likyalı diye tabir ettiğimiz
insanlar.
Şüphesiz Girit’in de mirası vardır Likya kültüründe. Phaistos Diski’nin üzerindeki Likya lahdi betimlemesi, Girit’te evlerin ahşaptan, çivi kullanmadan ahşabın ahşaba kenetlenmesi
24
Likya’nın dini merkezi Letoon, Tanrıça Leto
ve çocukları Apollon ile Artemis’e adanmışsa da, kutsal alanın tarihi MÖ 7. yy’dan
daha öncelere gitmektedir. Likya Birliği
Dönemi’nde toplantı, festival ve spor müsabakalarının yapıldığı yerleşim, daha sonra
inşa edilen bir kilise ile Bizans Devri’nde de
faaliyet göstermiş, MS 8. yy’dan itibaren
artan Arap akınları sonrasında terk edilmiş.
LETOON
Although it was dedicated to Goddess Leto
and her children: Apollo and Artemis, history
of the sacred place Letoon, the centre of religion in Lycia, go back far beyond 7th century
BC. This settlement where meetings, festivals
and sports games were held during the Lycia
Union Period was then in use in the Byzantine Period with a church built afterwards
and it was deserted after 8th century AD due
to increase of the Arab attacks.
tekniğiyle yapıldığını çağrıştırmaktadır. Bir ada toplumu olan Giritlilerin gemi inşasında ileri teknikleri bildiklerini varsaymak yanlış olmaz.
Çivilerin paslanması ve çakılı olduğu ahşabı yıpratması sebebiyle
böyle bir çivisiz inşa tekniği geliştirdikleri muhtemeldir. Sarpedon’un
siyasi bir kavga sonrası kendi yandaşlarıyla, yüksek rakımlarında sedir
ormanlarına ev sahipliği yapan Likya sahillerini seçmesi, bir rastlantı
olmayabilir. Homeros diyor ki, eskiden Termilae dermiş Likyalılar
kendilerine. Hakikaten bugün bölgenin birkaç saat kuzeyinde bulunan
modern Dirmil kasabası, bu ismi hâlâ muhafaza etmektedir. Hitit ülkesinin güney batı sınırında yer alan bu yayla, Luvi mirasçısı bir kavmin Likya dilinde yazıldığı haliyle Trimili’nin ana vatanı olsa gerektir.
Anlaşılan bu halk, erken Tunç Çağı’yla beraber güneye doğru hareketlenmiş, zaman içinde kıyı şeridine yerleşen Giritli halkla harmanlanmış ve Arkaik Çağ’ın bitimiyle beraber, Girit ahşap ev mimarisini, Pers
taş işçiliği kalitesi ile, bir Anadolu geleneği olan kaya mezarlarında
ölümsüzleşmiştir.
Öncelikle tek yüzlü kaya mezarları olarak yontulan mezarlar, kısa
zamanda, belki de yöresel kireç taşıyla çalışmanın getirdiği deneyimin
çoğalmasıyla, önce iki, sonra üç yüzlü, nihayetinde de anakayadan
yekpare yontulmuş evler haline gelmiştir.
Bu dönemde Likya’nın başkenti Xanthos’ta ve modern Kaş ilçesinde
en güzel örneklerini gördüğümüz ahşap taklidi lahitler de yapılmaya
başlanmıştır. Hellenizm ve sonrasında yavaş yavaş bir Anadolu geleneği olan kaya mezarları kaybolmaya başlamış, ahşap taklidi lahitler
ise yerini Hellenistik Dönem’in sade lahitlerine bırakmış, Likyalı diyebileceğimiz tek özelliği olarak da semerdam biçimli lahit kapakları
kalmıştır geriye.
Günümüzde Likya Yolu projesi ile daha da popüler bir tatil beldesine
dönen Likya, görsel hazinelerini paylaşmak için daha nice gezginlerin
yolunu gözlemektedir.
Tek yüzlü klasik Likya kaya mezarı, Sebeda (sol üstte), Dört yüzlü klasik Likya kaya
mezarı, Phellos (sol altta), Üç yüzlü klasik Likya kaya mezarı, Phellos (sağ üstte).
Classical Lycian rock tomb with a single facade, Sebeda (above left), Classical
Lycian rock tomb with four facades, Phellos (below left), Classical Lycian rock tomb
with three facades, Phellos (above right).
to assume that Cretans, an island society, knew the advanced techniques of ship building. It is possible that they had developed a building
technique without using nails as nails rust and also wear out the wood
they are nailed into. It might not have been a coincidence that Sarpedon and his followers, after a political conflict, chose Lycian coasts that
house cedar forests at its high altitudes.
Homer states that in the old times Lycians used to call themselves, “Termilae”. In fact the modern Dirmil town, a few hours to the north of the
region, still preserves this name. This plateau, resting at the south west
border of the Hittite country is supposedly the motherland of Trimili as
written in Lycian language by a tribe inheritor of the Luwice. The people
may well have moved to the south in early Bronze Age, collated with the
people of Crete who by time settled down at coastline and as the Archaic Age ended they combined Cretan wooden house architecture with
Persian stonework and thus reached to immortality at the rock tombs, an
Anatolian tradition. Initially the tombs were sculpted as rock tombs with
single facades, but soon after they had two and then three facades and
finally they became houses carved out from the main bedrock, may be by
the increase in experience gained by working with the local limestone.
At this period the best samples of imitation wood sarcophaguses were
also started to be made in Xanthos, the capital of Lycia, and in our
time it is town called: Habesos (Kaş). At this period, the most beautiful samples of imitation wood sarcophaguses were started to be made
in Xanthos, the capital of Lycia, and the modern town of Kaş. As with
Hellenism and the period to follow, rock tombs, an Anatolian tradition, started to be forgotten by time, the imitation wood sarcophaguses
were replaced by simple sarcophaguses of the Hellenistic Period and
the only thing that was left behind that we can refer to as Lycian are the
sarcophagus lids in gable roof shapes. Lycia has become a more popular
holiday resort today. It is expecting to host more with the support of
Lycian Road Project and is waiting for many travellers to share the visual
treasures.
PATARA
Antik Çağ’da Apollon’un bilicilik merkezlerinden biri olan Patara,
Likya Birliği’ne ev sahipliği yapmış, Likya’nın altı büyük metropolü
arasına girmiş. Elverişli limanı sayesinde Roma Dönemi boyunca
önemini korumuş. Aziz Paul burayı ziyaret etmiş, Aziz Nikola burada
dünyaya gelmiş. Orta Çağ’a kadar Kudüs’e giden Hristiyanların uğrak yeri olmuş. Doğal limanı alüvyonlarla dolmaya başladıktan sonra
yavaş yavaş önemini yitirmiş.
PATARA
Patara, one of the knowledge centres of Apollo in the Antique Age,
hosted Lycia Union and was one of its six great metropolises. Due to
its convenient harbour the city kept its importance during the Roman
Period. St. Paul visited the city and St. Nicola was born here. Until
the Middle Age, it had been a beaten track for the Christians on their
way to Jerusalem. The city gradually lost its importance as its natural
harbour started to be filled by alluvium.
25
minyatür sanatı
yazının anlatmak istediğini resimle daha
kolay anlaşılır kılmak! işte eski çağlardan beri
evrensel niteliğini hiç kaybetmeyen iletişim aracı
ve kadim sanat “resim”e yüklenen rollerden biri
de buymuş. bir teoriye göre herşeyin küçüğü
sevildiğinden değil, kurşun oksit yüzünden adı
“minyatür” olan sanat...
The Art of Miniature
To make it easier to comprehend by drawings what writings try to
tell! Here is the communication that did not lose its universal quality
since old ages and this was one of the roles that were attributed to
“drawing”, the eternal art. According to this theory the name of this
art is “Miniature”, not because every little thing is loved but because
of lead oxide...
SANAT
Art
 Wikipedia & Shutterstock
Hint minyatüründen bir örnek (üstte),
Matrakçı Nasuh’tan bir detay (solda).
Sağ sayfa: Osmanlı’da nakkaşlar (sağ üstte),
II. Mehmet Dönemi’nde bir nakkaş (sol altta) ve
sırasıyla I. Selim, II. Bayezit ve II. Mustafa’nın
minyatürleri.
A sample from Indian miniature (above),
a detail from Matrakçı Nasuh (left).
Right page: Muralists in the Ottoman (right
above), A muralist in the period of Mehmet
II (left below) and the miniatures of Selim I,
Bayezit II and Mustafa II respectively.
ağarasının duvarına onu etkileyen şeyleri çizmeye
başladığı günden beri, insanoğlu resmi etkin bir
iletişim aracı olarak kullanageliyor. Günümüzde de
öyle değil mi? Geleneksel de çağdaş iletişim araçları
da yazıdan çok görsel malzemeye ağırlık verip okumaya vakti gittikçe
azalan insanlara, mesajı daha çabuk iletme telaşında. Resim ile yazının
anlaşılmasını kolaylaştırma ve çabuklaştırma işlevi ise eski çağlardan beri duyulmuş bir ihtiyaç. Geçen sayımızda söz ettiğimiz Rosetta
Taşı’nın da doğruladığı bu olgunun bilinen en eski örneği Mısır’da MÖ
2. yy’da astronomi ile ilgili olarak papirüslere yapılmış resimler. Zaman
zaman süsleme işlevi daha ağır basarak el yazması kitaplarda devam
eden ve bir sanat türüne dönüşen bu resimler, Ortaçağ’da farklı bir adla
anılmaya başlanıyor: Minyatür.
Doğu’dan Batı’ya mı Batı’dan Doğuya mı?
“Minyatür sanatı Doğu’dan mı Batı’ya yayılmış, Batı’dan mı Doğu’ya
gitmiş” tartışmaları hâlâ sürüyor. Ülkemizde ve Doğu’da çoğu uzman, bu sanatın önce Çin ve Orta Asya’da başlayıp Türklerden İran’a,
Hindistan’a, Arap ülkelerine, Mısır’a ve Avrupa’ya geçtiğini savunuyorlar. Sanatın Doğu’da da Batı’da da ortak olan özelliği, kitapları resimlemek amacıyla yapıldığından boyutlarının da küçük tutulmuş olması.
Latince “miniare” kökünden gelen, İtalyanca’ya “miniatura”, Fransızca’ya
“miniature” olarak geçmiş olan sözcük Türkçe’de “minyatür”; “küçültülmüş”, “küçük ölçekli” anlamında kullanılmakta. Kimilerine göre bu
sözcüğün asıl kaynağı “minium” denilen kurşun oksit! Avrupa’da el
yazması kitapların metinlerindeki baş harfler, kırmızı renkle boyanarak
öne çıkarılıyor, bu iş için de bu rengi en iyi veren “minium” kullanılıyor.
Aynı malzeme sıkça kullanıldığı için resimlere de “miniature” diyorlarmış. Osmanlı’da ise resim ve minyatür için
The human race has been using drawing as an effective communication
tool ever since man drew images of things that affected him on the walls
of caves. Isn’t that so even in our days? Both the traditional and the contemporary communication tools are in a hurry to deliver the message as
quickly as possible to the people, by visual means rather than in writing,
who are gradually becoming poor in time for reading. Ever since the
old ages, the function to ease and quicken understanding drawing and
writing has been a necessity. The oldest known sample of this phenomenon, as also affirmed by the Rosetta Stone that we have mentioned in
our previous issue, are the drawings on papyrus related with astronomy
in Egypt in 2nd century BC. Since decoration function overweighed, from
time to time, these drawings turned into a kind of art and lived in hand
written books and referred to in a different name in the Central Age:
Miniature.
From East to West or from West to East?
Discussions are still in progress on whether “The Art of Miniature spread
from East to West or from West to East”. In our country and in the East
many experts defended that this art was initiated in China and the Central Asia, passed on to Iran, India and to the Arab countries by Turks,
then to Egypt and to Europe. The common feature of the art in the East
and in the West is that the drawings are small in size due to the reason
that they were meant to illustrate books. The word was derived from the
Latin root, “miniare” and passed on to Italian as “miniature”, to French
as, “miniature”, to Turkish as, “minyatür”: meaning “minimised”, “at
small scale”. For some, the real source of this word is lead oxide called
“minium”! The capital letters in the texts of hand written books in Europe were dyed into red and thus highlighted, for this process “minium”
was used since it gave the best result. As this material was frequently
used, the drawings were called, “miniatures”. As the words “embroidery” and “description” were used for drawing and for miniature in the
Ottomans the painter and the miniature artist were called “nakkaş” and
“musavvir” respectively.
Evolution of the Miniature
Until printing machines came into use the art of miniature preserved
its importance both for decoration and also for illustrating the texts.
With the spread of Christianity, miniature that was emerged in 7th and
8th centuries in England and Ireland started to decorate hand written
Bibles in Europe. At the same age, the miniature in China developed as
roll of illustrations. More than one miniature on a roll of paper or silk
27
GİZEMLİ BİR MİNYATÜR EFSANESİ: SİYAH KALEM
Türk, Moğol, Hintli, zenci; şaman, gezici derviş, budist ve nasturi rahipleri; zengin, fakir,
ağır yaşamın izleri yüzlerinde okunan göçebeler, korku saçan devler; güreşen, çalgı çalan,
dans eden, bilinmeyen bir Tanrı’ya at kurban eden cinler gibi doğa üstü yaratıklar… Bunlar
dünyaca ünlü minyatür efsanesi Mehmet Siyah Kalem’in Topkapı Sarayı ve yurt dışı koleksiyonlardaki rulo resimlerinden kesilmiş parça resimlerde görülüyor. Bu karakterlerden onun
İpekyolu üzerinde bulunduğu, Orta Asya kökenli olduğu ve Şamanizm’e bağlı halkları temsil
ettiği sanılıyor. Ancak Siyah Kalem’in kimliği ve yaşadığı yer ve zaman, yüzlerce araştırmacının yüz yıldan fazladır iz sürmesine rağmen hâlâ sırrını koruyor. Bu konuyu merak
edenler kervanına katılmak isteyenler, sahaflarda, 2004’de Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat
Galeri’sinde açılmış “Ben Mehmet Siyah Kalem - İnsanlar ve Cinlerin Ustası” sergi kitabının
peşine düşebilir, Mazhar Şevket İpşiroğlu’nun “Bozkır Rüzgarı: Siyah Kalem” kitabını da
okuyabilirler.
A MYSYERIOUS
MINIATURE LEGEND:
SiYAH KALEM Turks, Moguls, Indians, negroes; shaman,
travelling dervish, Buddhist and Nestorian
monks; rich, poor, nomads who reflect signs
of hard life through their faces, fearful
giants; wrestling, music playing, dancing
and the supernatural creatures as genies
that sacrifice horses to an unknown God...
All these are seen in the drawings clipped from the roll drawings from the collections at Topkapi
Palace and from collections abroad, of the worldwide famous miniature legend Mehmet Siyah
Kalem. From these characters we figure out that he lived on the Silk Road, he was of Central Asia
origin and representing the people affiliated with Shamanism. But the mystery on the identity and
place and time he lived in still keeps it a secret although hundreds of researchers have been tracing
for more than hundred years. Those who want to join the queue of these curious people may start
by looking at the second hand booksellers for the book, of the exhibition, “I, Mehmet Siyah Kalem
– Master of People and Genies” that was opened in 2004 in Yapı Kredi Kazım Taşkent Art Gallery
or may read the book, “Breeze of the Steppe: Siyah Kalem” by Mazhar Şevket İpşiroğlu.
“nakış” veya “tasvir” sözcükleri kullanıldığından, ressam ya da minyatür sanatçısına da
“nakkaş” veya “musavvir” denilmiş.
Minyatürün evrimi
Baskı makinesi sahneye çıkana kadar minyatür, gerek süsleme, gerek metinleri açıklama işleviyle önemini koruyor. Hristiyanlık
yayılmaya başladığında elyazması İncilleri
süslemeye başlayan minyatür, Avrupa’da 7.
ve 8. yüzyıllarda İngiltere ve İrlanda’da ortaya
çıkıyor. Aynı çağlarda Çin’deki minyatürler
rulo resmi biçiminde gelişiyor. Rulo kağıt ya
da ipekler üzerindeki birden çok minyatür,
gösterim kolaylığı sağlıyor. Avrupa’daki ilk
örneklerde ise geometrik bezemeler, karışık
yüzey üzerinde birbirine geçmiş ejder ve yılanlarla oluşturulmuş haç motifleri yer alıyor.
Romanesk Dönem’de figürler birer sembol;
doğaya uygunluk değil, kutsal tarihin bilgilerini aktarmak önemli. Bu yüzden 12. yy’da
minyatürün, yalnız süsleme amaçlı değil,
kitabın metniyle ilgili olması ve onu anlamayı
kolaylaştırması işlevi ön plana çıkıyor. Gotik
minyatürde Romanesk’in yoğun ve düzensiz
kalabalığı şematik bir düzene sokulup açık bir
anlatım ve simetri egemen oluyor. Kalabalık figürlere yer verilse de anlatılan öykü daha açık,
basit ve anlaşılır özellikler gösteriyor. Sonuç
olarak Ortaçağ, Avrupa’da da İslam ülkeleri
başta olmak üzere Doğu’da da “minyatür”ün
en güzel örneklerinin verildiği zaman dilimi.
Avrupa’da baskı makineleri devreye girdikten
sonra önemi azalan minyatür, fildişi ve benzeri malzemeden yapılmış objeler, takılar ve
madalyonların üzerindeki resimler ve portreler
gibi yeni alanlara kayıyor.
Nakkaş Sinan’ın Fatih portresi (üstte),
Matrakçı Nasuh’tan iki İstanbul haritası (sağda).
Portrait of the Conqueror by Nakkaş Sinan (above),
2 Istanbul maps by Matrakçı Nasuh (right).
28
Orta Asya, Türkler ve Anadolu’da minyatür
Türklerde resim ve minyatür sanatı köklerini Orta Asya’dan alıyor.
Uygur Türkleri, Mani dinine girdikten sonra dini metinleri resimlemişler. Maniheist minyatürlerin Selçuklu Dönemi minyatürlerini etkilediği, Irak, İran ve Anadolu’da gelişen İslam kitap ressamlığının öncüsü
olduğu ileri sürülüyor. İran’daki Türk sanatçıları İran minyatür sanatının
gelişmesinde etkili olurken, Büyük Selçuklular da 13. yy’da, Ahmet
Hüseyin tarafından Bağdat’ta yazılmış “Kitab al-Baytara”, tıpla ilgili
bilgilerin bulunduğu “Kitab-ı Tiryak” gibi örneklerle en parlak eserlerini
veriyorlar.
Türklerin Müslümanlığı kabul edip 11. yy’da Asya’dan Anadolu’ya gelmelerinden sonra, ilk kez Anadolu Selçuklu Dönemi’nde görülen minyatür, 12. ve 13. yüzyıllarda Diyarbakır ve çevresinde Artuklu sultanlarının, Konya’da Mevlâna ve müritlerinin koruyuculuğu altında gelişiyor.
Nakkaş Nuri, Abdüddevle, Mevlana portreleri ile tanınan nakkaşlardan
ikisi. Önemli Selçuklu nakkaşları arasında Yusuf bin Hamza, Mehmed
bin Abdullah, Bedreddini Tebrizi, Aynüddevle, Şehabettin Guyende gibi
isimler de var. O dönemden kalan sayılı el yazmaları arasında bir kısmı
antik kaynaklardan çevrilmiş bitki, hayvan ve insan resimlerinin yer
aldığı “Kitab-al Hasayiş” (Otlar Kitabı), ironik kedi tasvirleri ile de ayrıca
dikkat çeken “Varka ile Gülşah” aşk hikayesi, en ilginç örneklerden. Selçuklulardan sonra Türk resmi ile ilgili belgelere rastlanmıyor.
Osmanlı minyatürleri
Osmanlı’da minyatür Fatih’e kadar pek iz bırakmamış. Fatih Dönemi’nin
en önemli ressamı “Gül koklayan Fatih” portresiyle Nakkaş Sinan. 16.
yy’dan sonra “Selimname”, “Süleymanname” ve “Hünername” el yazmalarında olduğu gibi tarihi konular ön plana çıkıyor. 16. yy’ın önemli
nakkaşları arasında Tebrizli Veli Can, Hasan Nakkaş, Osmanlı ordusunun Irak ve doğu seferini 132 minyatürle tasvir eden Matrakçı Nasuh,
provides ease at display. In the first samples in Europe you see geometric decorations, cross patterns constituted with snake and dragon
figures intermingled with each other on complicated surfaces. In the
Romanesque Period figures are symbols; the important thing is to relay
the information of the sacred history, not harmony with nature. That’s
why the miniature in 12th century is not for only decoration; primarily it
has to be related with the text of the book and should ease understanding. In Gothic miniature, the intense and disordered crowd is put into
a schematic order, then a clear exposition and symmetry dominates it.
Although crowded figures take place the story told reveals more clear,
simple and understandable character. As a result, The Middle Age is the
time frame when the best samples of “miniature” were made, primarily
in Europe and in the East, led by Islamic countries.
As printing machines stepped into Europe, Miniature lost its importance
and diverted into new fields; such as, illustrations on ivory or similar material, drawings and portraits on jewellery and medallions.
Central Asia, Turks and Miniature in Anatolia
The roots of drawing and Miniature in the Turks go back to Central Asia.
The Uighur Turks illustrated the religious texts after they accepted the
Mani religion. It is being stated that the miniatures of Manichaeism
affected the Seljuk Period miniatures and became the pioneer of the Islamic book illustrations which was developed in Iraq, Iran and Anatolia.
While the Turkish artists in Iran were playing an active role in the development of Iranian miniature art, on the other hand the Great Seljuk were
giving the most brilliant samples in the 13th century such as “Kitab alBaytara” written by Ahmet Hussein in Baghdad and “Kitab-ı Tiryak” that
enclosed information on medicine.
After the Turks accepted Islam and came to Anatolia in 11th century,
miniature that was first seen in the Anatolian Seljuk Period developed
in 12th and 13th centuries in and around Diyarbakir under protectorate of
the Sultans of the Artuqids and in Konya under protectorate of Mevlana
and his followers. Muralist Nuri and Abdüddevle are two of the muralists
known with their Mevlana Portraits. Among the important Seljuk muralists there are names such as Yusuf bin Hamza, Mehmed bin Abdullah,
Bedreddini Tebrizi, Aynüddevle and Şehabettin Guyende. Among the
most interesting samples of the rare hand written books remaining from
29
BİLİM VE SANATI BİRLEŞTİREN DEHA:
EL CEZERİ
Bugün bile aklın almadığı bir bilimsel ve sanatsal yaratıcılık yetisine
sahip, sibernetik ve robot bilimde ilk adımları atan, 1153 Cizre doğumlu El Cezeri, buluşları ile dünya bilim tarihi açısından da büyük önem
taşıyor. Leonardo da Vinci’nin ondan esinlendiğini kanıtlayan bilim
insanları var.
Diyarbakır’da Artuklu Sarayı’nın meşhur ana kapısını da tasarımlayan
El Cezeri, Artuklu Sultanı Nasir ad-Din Mahmud için yaptığı buluşlarını 1206’da “Kitâb fi ma’rifat al-Hiyal al-Handasiyya”da (Hayal ve
Tekniğin Birleşmesiyle Oluşan Marifetler Kitabı) topluyor. Cezeri’nin
“Uygulamaya konulmamış bilim, doğru ile yanlış arasında bir
yerdedir” sözü de bu kitaptan. Yazı
ve çizimle 50’den fazla ileri teknolojik ve çoğu suyla çalışan cihazın
kullanımını yazıp çizdiği bu eserde,
o zamanlar yasak sayılan insan
ve hayvan figürlerini de başarıyla
kullanmış. Üstelik otomatik makinelerinde kullandığı robot adamları
ve kuşları da Türk estetik anlayışına göre renklendirmiş ve süslemiş.
Kitaptaki sayfa düzeni, resim ve
yazı uyumu, çizimlerin anlaşılırlığı,
resim ve çizimlerin açıklama metninin içine yerleştirilişi, metinlerdeki
açıklık ve koyuluklar gibi ustalıkları, bugünün grafik tasarımcılarına
bile örnek gösteriliyor.
EL CEZERI: GENIOUS WHO COMBINED
SCIENCE AND ART
El Cezeri, who was born in Cizre in 1153, had the wit of scientific and artistic
creativity beyond the imagination of even today; his inventions in world
science history occupy a remarkable place in the first steps of cybernetics
and robotic sciences. There are scientists who have proved that Leonardo
da Vinci was inspired by him. El Cezeri who designed the famous main gate
of the Artuqids Palace in Diyarbakir collected his inventions he made for
the Artuqids Sultan Nasir ad-Din Mahmud in 1206 in the book, “Kitâb fi
ma’rifat al-Hiyal al-Handasiyya” (Skills constituted by the union of Imagination and Science). The quotation from Cezeri, “Science that is not in application is somewhere between right and wrong” is from this book. In this work
in which he explained and drew more than 50 advanced technology devices
mostly operating with water and he also successfully used human and animal
figures that were banned in those days. Moreover he coloured and decorated
the robots and birds he used in automatic machines in accordance with the
Turkish aesthetic understanding. The page design in the book, harmony of
images and writings, intelligibleness of drawings, placement of the explanatory texts in images and drawings, mastery in using light and dark characters in texts: even today, all are shown as samples to graphic designers.
Filli Saat, Mum Saat ve suyla çalışan cihazın çizimi.
Virtual Clock, Candle Clock and the drawing of the device
that operates with water.
“Uygulamaya konulmamış bilim,
doğru ile yanlış arasında bir
yerdedir...”
El Cezeri
“Science that is not in application is somewhere
between right and wrong...”
El Cezeri
30
Kanuni ve Barbaros portreleriyle bilinen Nigari ve Surname ile Hünername’deki minyatürlerinin yanı sıra Şemailname’deki on iki padişah
portresiyle Nakkaş Osman yer alıyor. 16.yy’da dinsel içerikli el yazmaları
da resimleniyor. Örneğin Nakkaş Hasan ve diğerlerinin resimlerinin yer
aldığı Siyer-i Nebi’de Hz. Muhammed’in hayatı anlatılıyor.
17. yy başlarında İmparatorluk zayıflamaya başlıyor. Bu arada nakkaş
Nakşi, “Şakayık-ı Numaniye”ye yaptığı minyatürlerde perspektif denemelerine girerken, nakkaş Hasan Paşa da son derece canlı portreler
yapıyor. Fakat yüzyılın ikinci yarısında el yazması eserlerin üretiminde
belirgin bir düşüş yaşanıyor. Bu durum, minyatürü “murakkaa” (albüm)
gibi farklı biçimlere yöneltirken, resimlerde de sıradan halkın günlük
yaşamına ait eğlenceler, sokak ve ev içi yaşamı, hatta çıplak figürler ve
cinsel ilişki sahneleri gibi daha önce görülmemiş konular yer alıyor.
18. yy minyatürün tekrar yükseldiği bir dönem. Kendisi de şair ve iyi bir
hattat olan Sultan III. Ahmet, kitap ve minyatür sanatına büyük ilgi gösterirken Lale Devri’yle başlayan Batılılaşma hareketleri minyatür sanatını da canlandırıyor. Dönemin yıldız nakkaşı Levni! Dimitri Kantemir’in
that period are “Kitab-ı Hasayiş” (Book of Herbs) a part of it translated
from antique sources in which you can find drawings of herbs, animals
and men, “Varka and Gülşah”, a love story, that draws attention with
ironic cat images. After the Seljuk we cannot trace any documents related with Turkish painting.
Osmanlı Tarihi’ni anlatan kitabı için 22 padişah portresi, Silsilename
ile sünnet düğününü anlatan Surname-i Vehbi’deki minyatürleri ve tekil
albümleri çok beğeni topluyor. Perspektifi de ilk uygulayan Levni’yi
rahat pozlarıyla dikkat çeken tiplemeli tek figür çalışmaları, kusursuz
perspektifli manzaraları ve çiçek resimleriyle tanınan Abdullah Buhari
izliyor. Lale Devri’nde çiçek resimleri de yaygınlık kazanıyor. Dönemin
ünlü nakkaşlarından Ali Üsküdari, katmerli gül ve katmerli haşhaş gibi
çiçekler resimliyor. 18. yy’ın ikinci yarısından sonra kitap resimleme
azalıyor ve yerini Batı resim tekniklerine uygun olarak yapılan tuval ve
duvar resimlerine bırakmaya başlıyor. Günümüzde ise az sayıda sanatçı
da geleneksel çizgide ya da çağdaş yorumlarla minyatür yapmayı sürdürüyor.
(Kaynak: Lebriz.com, N. Yılmaz, Minyatür Sanatının Anadolu’da ve Osmanlı’da Gelişimi)
Topkapı Sarayı Müzesi
koleksiyonlarından:
Surname-ı Vehbi’den iki
sahne: III. Ahmet sarayda
altın dağıtıyor ve Yeniçeriler’e
safranlı pilav sunumu (üstte),
“Şahname-ı Selim Han”dan
şairler ve nakkaşlar, Levni’nin
imzası (solda) ve IV. Murat’ın
minyatürü.
From the Topkapi Palace
Museum collections:
Two scenes from Surname-ı
Vehbi: Ahmet III distributing
gold in the palace and
presentation of saffron pilaf
to the Janissaries (above),
Poets and muralists from
“Şahname-ı Selim Han”,
autograph of Levni (left) and
miniature of Murat IV.
Ottoman miniatures
Miniature in the Ottomans did not leave behind a remarkable trace until
the Conqueror. The most important painter of the Conqueror’s Period
is Sinan the painter with his portrait, “The Conqueror Smelling a Rose”.
After 16th century historical subjects come forward as seen in the hand
written books such as “Selimname” (Book of Selim), “Süleymanname”
(Book of Suleyman) and “Hünername” (Book on Ottoman Sultans).
Among 16th century remarkable painters there are Veli from Tebriz,
Can, Hasan Nakkaş, Matrakçı Nasuh who illustrated132 miniatures on
military expeditions of the Ottoman Army to Iraq and the east, Nigari
famous for his Lawgiver and Barbaros portraits and Osman the Muralist
known with 12 Sultan portraits in Şemailname, along with his miniatures
in Surname and Hünername. In 16th century the handwritten books with
religious content were also illustrated. For example drawings of Nakkaş
Hasan and others are included in Siyer-i Nebi that tells the life of Mohamed. At the beginning of 17th century the Empire started to weaken.
In the meanwhile Nakkaş Nakşi was experimenting perspective in the
portraits he made for “Şakayık-ı Numaniye” and nakkaş Hasan Pasha
was making portraits so vivid. But in the second half of the century there
was a significant decrease in the production of hand written works. This
fact directed miniature to different forms such as “murakka” (album) and
to subjects that had not been seen before, such as entertainments on
ordinary people’s daily life, life at home and in the street, even naked
figures and sexual intercourse scenes took place in paintings. 18th century is a period where the art of miniature rose. While Sultan Ahmet III,
a poet and a good calligraphist himself, was showing interest to books
and miniatures. Tthe Westernisation movement that started with the
Tulip Period revived the art of miniature. Levni, the outstanding nakkaş
(painter) of the period! Gathers admiration with 22 sultan portraits he
drew for the book on Ottoman Empire written by Dimitri Kantemir; with
his miniatures in Surname-i Vehbi, describing a circumcision feast and
Silsilename and with his individual albums. Levni, who was the first to
use perspective, was followed by Abdullah Buhari known with his single
typage figures in comfortable postures, perfect panoramas with perspective and flower paintings. In the Tulip Period flower paintings gained extension. One of the famous painters of the period, Ali Üsküdari painted
multifoiled roses and multifoiled poppies. After the second half of 18th
century book illustrating decreased, started to be replaced by canvas and
wall paintings executed in accordance with the western painting techniques. And nowadays few artists continue making miniatures on the
traditional line or with contemporary interpretations.
(Source: Lebriz.com, N. Yılmaz, Development of the Miniature Art in Anatolia and in the
Ottomans)
31
ÖRENYERİ
Historical sites
PAMUKKALE
&
HİERAPOLİS
kültür ve turizm bakanlığı,
döner sermaye işletmesi
merkez müdürlüğü (dösimm)
ile yürütülen “müze
modernizasyonu projesi”
kapsamında yer alan
örenyerlerinden biri de
pamukkale. büyüleyici bembeyaz
travertenleri, hierapolis antik
kenti ve hierapolis müzesi ile
pamukkale, hem doğal hem
kültürel, benzersiz bir mirasa
ev sahipliği yapıyor.
PAMUKKALE
HIERAPOLIS
Pamukkale is one of the sites included in the
“Museums’ Modernization Project” carried
out jointly with the Revolving Fund Central
Directorate (DÖSİMM) of the Ministry of
Culture and Tourism. Pamukkale is home to
a unique heritage endowed with both natural
and cultural assets including its fascinating
white travertine terraces, the Ancient City of
Hierapolis and the Hierapolis Museum.
 Rasim Konyar
Pamukkale’deki travertenlerden bir kesit ve Hierapolis
Kuzey Roma (Frontinus) Kapısı.
A section of the travertine terraces of Pamukkale, and
Northern Rome (Frontinus) Gate of Hierapolis.
32
enizli’nin dünyaca ünlü
beldesi Pamukkale, Antik
adıyla Hierapolis, gerek
yerli turist gerekse yabancı
turistler için çok ilgi çekici, hani neredeyse
“doğaüstü büyüleyiciliğe sahip” bir yer. Beyaz
travertenleri yılda ortalama 2 milyon ziyaretçiyi ağırlıyor. Şifalı sıcak sulara sahip kaplıcaları sağlık turizminin gözdesi. Pamukkale’nin
etrafı da irili ufaklı antik kentler ve örenyerleriyle dolu.
Hierapolis Yunanca’da “kutsal şehir” anlamına geliyor. MÖ 190 yılında II Eumenes
tarafından kurulan şehir, asıl ününe Roma
Dönemi’nde kavuşuyor. Büyük depremler
sonrasında yerle bir olan kent Roma mimarisiyle yeniden yapılıyor.
Kentin “kutsal” sayılmasının nedeni hem çok
sayıda ibadet mekanına sahip olması hem de
Hz. İsa’nın havarilerinden Aziz Philippus’un
burada öldürülmüş olması. Hristiyan alemi
için önemli bir yer olan Hierapolis, bu sebeple hem geçmişte hem de günümüzde inanç
turizminin gözde mekanlarından biri oldu.
Kentin girişinde büyükçe bir hamam bulunur. Bu, ziyaretçilerin şehre girmeden önce
yıkanması, bu sayede hem dünyevi kirlerden
hem de manevi ağırlıklardan kurtulması için
düşünülmüş bir mimari ayrıntıdır.
Antik kentte en çok ilgi çeken yapılar, 9 bin
500 kişilik tiyatro, Tapınak Nymphaeum’u,
Apollon Tapınağı ve nekropol alanı. Antik
tiyatro uzun süren bir restorasyon çalışmasından sonra kısa bir süre önce tamamen
yenilendi. Günümüze ulaşan bu önemli yapı
Hierapolis’te görülmeye değer eserlerin
başında geliyor. Burada gladyatör dövüşleri
yapıldığı sanılıyor. Tapınak Nymphaeum’u
büyük havuzu içine alan U şeklinde bir plana
sahip. Nymphaeum’un alt kısmı düzgün
traverten bloklardan, üst kısmı ise olasılıkla
devşirme malzeme olan, farklı büyüklükteki
taşlardan yapılmış. Bulunan mimari parçalara
göre, yapının iki katlı olası rekonstrüksiyon
planı hazırlanmış. Hierapolis’in belli başlı
tanrılarının büstleri ve bitki figürleri ile süslenmiş.
Tapınaktaki gizemli gaz
Apollon Tapınağı ise Hierapolis’in en önemli
tanrısına adanmış bir yapı. Teraslar üzerindeki kutsal alan, mermer merdiven ile birbirine
bağlanıyor. Alttaki teras geniş bir alan üzerinde Dor düzenindeki mermer sütunlarla çevrili. İç kısımdaki yapı daha önceden tapınak
şeklinde tanımlanmış, daha sonra kehanet
merkezi olarak kullanıldığı anlaşılmış. Bu
yapıda ilginç olan bir ayrıntı var. Tapınağın
içine, yer altından zehirli bir gaz yayılıyor.
Ancak bu günümüze özgü bir durum değil.
33
Zehirli gaz antik kaynaklarda da geçiyor. Büyük Apollon Tapınağı İon
düzeninde yapılmış. Kentin en önemli yerlerinden biri.
Batıdaki traverten alanları dışında kalan üç yönde ise nekropol alanları bulunuyor. Bunlar yoğunlukla Tripolis-Sardes’e giden kuzey yolunun ve Laodikeia-Colossae’ye giden güney yolunun iki tarafında yer
alıyor. Mezarların yapımında kireçtaşı ve mermer kullanılmış. Mermer
kullanımı daha çok lahit tiplerinde görülüyor. Kuzey nekropolü, Geç
Hellenistik dönemden erken Hristiyanlık dönemine kadar karakteristik
lahitleri, mezar tiplerini ve mezar anıtlarını bir arada içeriyor. Kentte
görülen mezarlar lahit, tümülüs ve ev tipi mezarlar. Konut mimarisini
anımsatan mezar yapıları, nekropolün en önemli elemanları arasında
sayılıyor.
Travertenleri korumalıyız
Pamukkale örenyerinin en dikkat çeken unsurlarından biri olan travertenler, bölgedeki jeolojik olaylardan sonra oluşmuş bir doğal güzellik.
Hierapolis, fay hattı üzerinde bulunan bir yerleşim yeri olduğu için
34
Pamukkale, the world-famous resort of Denizli, Hierapolis in its ancient
name, is a centre of attraction for tourists from both Turkey and abroad,
with an almost “supernatural magnetism”. Its white travertine stalactites
and terraces welcome an annual average of 2 million visitors. Its healing
hot springs and spas are a popular spot of health tourism. Pamukkale is
also surrounded with ancient cities and historical sites.
Hierapolis means “holy city” in Greek language. It was founded by
Eumenes II in 190 B.C. Its significance rose during the Roman Period.
Destroyed following several earthquakes, the city was re-built in Roman
style architecture.
It was called “Sacred City” for having a large number of places of worship
as well as for being the place where Jesus disciple, Apostle St. Philip, is
presumed to have spent his last days. Therefore, Hierapolis, which is an
important place for Christians, is today as it used to be in the past an
important faith tourism destination.
A large baths compound welcomes visitors at the entrance of the “holy
city”. This is an architectural detail aimed at both the physical and
spiritual purification of people before they
enter the city. The most interesting remains in
the ancient city are the 9 thousand 500-seats
theater; the Nymphaeum, a monument consecrated to water nymphs; the Temple of Apollo
and its large necropolis area. Recently, the
ancient theatre was entirely renewed through a
lengthy restoration work. This important structure, believed to have been the venue of gladiator fights, is on top of the must-see places in
Hierapolis.
The Nymphaeum has a U-shaped plan enclosPamukkale’nin havadan görünüşü ve Hierapolis
Latrinası’ndan (tuvaletler) bir kesit.
Aerial view of Pamukkale and a section of Hierapolis
Latrines (toilets).
35
sürekli depremlerle sarsılmış, bu da yeraltı sularının yeryüzüne çıkmasını sağlamış. Traverten sözcüğü, İtalya’da geniş traverten çökellerinin
bulunduğu Tivoli’nin, Roma zamanındaki adı olan “Tivertino”dan
geliyor. Traverten aslında; çok yönlü, çeşitli nedenlere ve ortamlara
bağlı, kimyasal reaksiyon sonucu çökelme ile oluşan bir kaya çeşidi.
Pamukkale termal kaynağını meydana getiren jeolojik olaylar geniş bir bölgeyi etkilemiş. Bu bölgede sıcaklıkları 35-100 C° arasında
değişen 17 sıcak su alanı bulunuyor. Bu da ayrı özelliklerdeki her
suyun farklı hastalıklara iyi gelmesi demek. Bu yüzden Pamukkale, şifa
bulmak için gelen ziyaretçilerle dolup taşıyor. Termal su kaynaktan
çıktıktan sonra, 320 m. uzunluğunda bir kanal ile traverten başına
geliyor, buradan, 60-70 m.lik kısmı çökelmenin olduğu traverten katmanlarına dökülüyor ve ortalama 240-300 m. yol katediyor. Kalsiyum
karbonat, başlangıçta yumuşak bir jel halinde oluyor. Zaman içinde
sertleşip “traverten” haline geliyor. Bu arada ziyaretçilerin katmanlar
üzerinde gezinmesi, henüz yumuşak haldeki kalsiyum karbonatların
ezilmesine, dağılmasına ve çökelme dengesinin bozulmasına sebep
oluyor. Pamukkale’ye giderseniz katmanlara zarar vermemeye dikkat
etmelisiniz.
Hierapolis antik tiyatrosunun havadan görünüşü ile oturma sıralarından bir kesit.
Kuzey Roma Kapısı kemerleri (üstte).
Aerial view of the ancient theatre of Hierapolis and a section of its seat rows.
Northern Roman Gate arches (above).
36
ing a large pool and sits inside the sacred area in front of the Apollo
temple. The bottom part was built with smooth travertine blocks,
whereas the upper part was built with stones of different sizes, probably
re-used material. It was a shrine of the nymphs, a monumental fountain
distributing water to the houses of the city via an ingenious network of
pipes...The architectural components found might point out to a probable two-storey reconstruction plan. The walls and the niches in the
walls were decorated with statues of gods and plant ornaments.
The Temple’s mysterious gas
The Temple of Apollo is a structure which was dedicated to the principal
god of Hierapolis. The sanctuary consists of an ensemble of multi-level
terraces interlinked through marble staircases. The lower terrace covering a large area is surrounded by marble columns in the Doric style.
The interior structure was originally designed as a temple, but was later
used as an oracle centre. There is an interesting detail in this sanctuary, a poisonous gas is emanating from the underground. However, this
is not specific to the present day. Poison gas is already mentioned in
the ancient sources. The Great Temple of Apollo built in the Ionic style
is one of the most important elements of the ancient city. Following
the main colonnaded road and passing the outer baths an extensive
necropolis extends for over two kilometres on either side of the old
northern road to Phrygian Tripolis and Sardis and the old southern road
to Laodikeia-Colossae... The necropolis extends from the northern to the
eastern and southern sections of the old city. This necropolis is one of
the best preserved in Turkey. Tombs were constructed with local varieties of limestone and marble. Marble was mostly used for sarcophagi.
The northern necropolis contains a composite group of tombs, graves,
and burial monuments, characteristic for the periods from the late Hellenistic period until the early Christian era. Sarcophagus tombs, tumulus
tombs and house-like tombs are the different types of burial models
found at the necropolis. Tombs reminiscent of residential architecture
are considered among the most interesting elements of the necropolis.
We must protect the travertines
Pamukkale is best-known for the striking natural beauty of its white travertine landscape of terraced basins and stalactites, which are natural for-
mations resulting from geological phenomena
having taken place in the area. Hierapolis is a
settlement located on a fault line continuously
shaken by earthquakes, so that groundwater is
springing onto the surface of the earth. Travertine is a white or light-coloured calcareous rock
type formed by depositions precipitated from
mineral springs as a result of chemical reactions, due to various causes and conditions.
The origin of the word travertine comes from
Italian travertino, tivertino, from Latin tiburtinus ‘of Tibur’, an ancient town of Latium, now
Tivoli, a district near Rome, where extensive
deposits of this type of natural limestone exist.
The geological processes which have generated
the thermal springs of Pamukkale have affected
a large area. The region has 17 hot water
spring areas with water temperatures ranging
from 35 to 100 C°; so that the individual properties of each water source have therapeutic
effects on a different type of illness. Therefore,
Pamukkale is popular with those who come
here to find healing. After emerging from
source, the thermal waters reach the travertine
area through a 320 m long channel, then flow
onto the layers of the travertine deposits along
a 60-70m long section and cross an average
distance of 240-300 meters. Calcium carbonate is originally in the consistency of a soft gel
and solidifies in time to turn into “travertine”.
Therefore, visitors walking on travertine layers
actually cause harm to the natural equilibrium
of calcium carbonate deposits still in flaccid
state and hence extremely vulnerable. If you
go to Pamukkale, please be careful not to damage the travertine layers.
AZİZ PHILIPPUS’UN MEZARININ KEŞFİ
Pamukkale için çok önemli anlam taşıyan
yerlerden biri de Aziz Philippus’un mezarıdır.
Bu mezarın, Pamukkale’de bulunduğu Antik
Dönem yazarları tarafından belirtilmişti. II.
yy’ın sonunda, Efes Piskoposu olan Polycrates, Anadolu’da iki büyük “yıldız”ın, yani iki
önemli din adamının istirahat ettiğini yazmıştı: Hz. İsa’nın 12 Havarisi’nden ikisi… Havari
Philippus’un mezarı Hierapolis’te, Havari
Johannes’in mezarı ise Efes’teydi.
Aziz Philippus Hierapolis’e Hz. İsa’nın
sözlerini yaymaya gelmişti fakat ölüme
mahkum edilmiş ve buraya gömülmüştü.
Lecce Üniversitesi’nden Prof. Dr. Francesco
D’Andria tarafından yönetilen Hierapolis
Kazı Ekibi, şehrin Roma Çağı’ndan önemli
bir hac merkezi haline geldiği Bizans Çağı’na
kadar olan süre içinde geçirdiği değişimleri
anlamak için çalışmalarını sürdürüyordu.
Aziz Philippus’un mezarının Sekizgen Kilise’de
olduğu düşünülüyordu fakat kazılardan bu
teoriyi doğrulayacak herhangi bir malzeme
çıkmadı. 2011 yılında yapılan kazıda mezarın,
Hierapolis’in doğu tepesinde olduğu ortaya
çıktı. Mezara çıkan merdivenler hacıların
yoğun ziyaretiyle aşınmıştı. Aziz’in mezarının
bulunması, Pamukkale’yi kamuoyunda daha
da önemli hale getirdi.
Aziz Philippus’un mezarı ve mezar alanının
havadan görünüşü.
St. Philip’s tomb and an aerial view of the area.
THE DISCOVERY OF ST. PHILIP’S TOMB
One of the places of great importance at Pamukkale is indeed the Tomb of Jesus disciple Apostle St.
Philip. The authors of Antiquity had already mentioned that his tomb was actually in this area. At
the end of the IInd century, Bishop Polycrates of Ephesus wrote that the Anatolian soil sheltered the
graves of two major Christian personalities. He claimed that two of the 12 Apostles of Jesus Christ,
namely, St. Philip and St. John were buried respectively in Hierapolis and Ephesus. St. Philip came to
Hierapolis to spread the word of Jesus, but was sentenced to death and buried here. The Hierapolis
excavation team of archaeologists headed by Prof. Dr. Francesco D’Andria from the University
of Lecce was conducting research on the historical evolution of Hierapolis from the Roman period
until the Byzantine era during which the ancient city turned into an important pilgrimage centre.
It was initially thought that the tomb of St. Philip was at the Octagonal Church. But nothing was
found there to substantiate that theory. The excavations carried out by the team in 2011 led to the
discovery of a tomb on the Eastern hill of Hierapolis, believed to be the tomb of St. Philip. D’Andria
said that they determined that the grave had been moved from its previous location in the St. Philip
Church to this new church in the fifth century, during the Byzantine era. Stairs leading to the tomb
were worn through the pilgrims’ intense visits. The presence of the Saint’s tomb added to the public
attention already surrounding Pamukkale.
37
SANAT
Art
SANATA VE BİLİME YAPTIKLARI YATIRIMLARLA RÖNESANS’I YARATAN
FLORANSALI AİLE
MEDİCİLER ve RÖNESANS
Floransa kentsoyluları,
The Florentine family who
shaped the Renaissance
“sonradan görme”
through their investments in
diye Medicileri hor
the fields of art and science.
görmüştü. Onların
THE MEDICI AND
göremediği ise Medicilerin
kendilerini de eğittikleri ve THE RENAISSANCE
sanat eseri sahibi olurken The Florentine bourgeoisie initially looked
down on the Medici as “new rich”. But they
aynı zamanda bilgi sahibi de underestimated the ability of the family to
learn and acquire in-depth knowledge in
olduğuydu... addition to collecting myriads of artwork.
38
 Wikipedia & Shutterstock
undan 7 yüzyıl önce, mal mülkten yana zengin bir
aile, Toskana’nın bir köyünden Floransa’ya göçtüğünde ve kentsoylular tarafından pek ciddiye
alınmadığında, para ve iktidarın dışında da itibar
getirici bir alan olduğunu farketmiş: Sanat ve bilim! Bu yüzden iki
alana da ciddi yatırım yapmış ve başarmışlar. Üstelik bu konularla içtenlikle ilgilenip kendileri de bilgi sahibi olurken, sanatçıları koruyup,
çocuk ve gençlerin eğitimi için köklü kurumların temellerini atmışlar.
Öyle ki onların 13. yy’da başlayan yatırım tercihleri, Rönesans’ın da
Floransa’da gelişmesine yol açmış. Onlar Mediciler!
Eski duvar fresklerinde Floransa (sol ve sağ üst), Mediciler’in aile arması (solda),
Lorenzo Medici (sağ üstte), Sandro Botticelli’nin yaptığı Giuliano Medici portresi
(altta).
Florence on old wall frescoes (left and right above); the Medici family’s coat of
arms (left); Lorenzo de’ Medici (top right); Giuliano de’ Medici’s portrait by Sandro
Botticelli (below).
When seven centuries ago,
a wealthy family originating from the Mugello region
of the Tuscan countryside
decided to take up residence
in Florence and was snubbed
by the city’s bourgeoisie,
they realized that there was
another effective source of
prestige besides wealth and
power, namely Science and
Art! So they decided to make
significant investments in
both fields and achieved great
success. Moreover, having
developed a genuine interest and equipped themselves
with a substantial degree of
knowledge in those fields, they offered patronage to artists and laid the
foundations of solid institutions for the education of children and young
people. The choices and preferences of the investments they made in
the field of art and science from the 13th century onwards fostered and
inspired the birth of the Italian Renaissance. Yes, we’re talking about the
Medici. The Medici continue to be taken as a reference even today in the
21st century, remaining a source of inspiration for businessmen in search
of “rational” strategies; and their legacy offers a comforting hand through
cultural tourism to Italy, suffering from chronic economic and political
woes. We had included in our last issue a topic on the “Uffizi Gallery”
originally planned as an administrative office building by the Medici,
which they later converted into a gigantic museum of art. In this edition,
we are telling about the House of Medici and their decisive influence on
the Renaissance.
Italy and the Renaissance
Renaissance is generally being defined as a revival in the field of art
and thought that took place between the 14th and 17th centuries in Italy.
Although Italian architect and historian of the era, Giorgio Vasari was
the first to use that term, we owe the sense of the word “Renaissance”
in its present usage to 19th century art historian Carl Jacob Christoph
Burckhardt’s work entitled “The Civilization of the Renaissance”. The
revival into question was not confined to the field of art alone. In fact,
the Renaissance, from French: Renaissance “re-birth”, Italian: Rinascimento, from rinascere “to be reborn”, was a cultural movement of revival
encompassing all branches of artistic, scientific and social life in Italy, as
judiciously defined by Burckhardt.
Why did this movement originate from Italy and from Florence in particular? There are several answers to that question, such as Italy’s rich
cultural heritage, its geographic location, the importance attached to art
by the ruling class and nobility of the Roman Empire, their penchant for
collecting art; the fact that Rome is the religious centre of Christianity
and also the fact that the religious objects and sacred relics collected
by the Catholic Church include a great number of paintings and sculptures... Some historians explain this phenomenon with the fact that Italy
wholeheartedly welcomed many scholars coming from Eastern Rome,
following the conquest of İstanbul by the Turks.
However, Italy’s privileged situation in this regard can be substantiated
to a great extent by the competition between rival families in the field
of art patronage and their economic power, as can be illustrated by the
extensive investments of the Florentine Medici Family in this domain.
The art of seeing and the visionary Medici seeing the value of art
In Florence “art” was a fine accessory intertwined with daily life as a
source of social relations. The existence of an art audience with a highly
developed visual capacity is considered of great importance in this
regard. Some art historians think that there is a link between visual skills
used in trade and the invention of “perspective” as a novel pictorial art
form of visual representation in the Italian Renaissance. According to
them, the visual ability of skilled merchants capable of measuring at
39
Medici Şapeli (solda), Cosimo de
Medici (sağda), Giovanni di Bicci
de Medici (altta), Lorenzo Medici
(sol ortada), Kardinal Giulio de
Medici (sağ ortada) ve Lorenzo
de Medici (ortada) oğlu Federico
ile (en altta).
Medici Chapel (left); Cosimo de’
Medici (right); Giovanni di Bicci
de’ Medici (below); Lorenzo de’
Medici (left centre); Cardinal
Giulio de’ Medici (right centre);
and Lorenzo de’ Medici (figure
at centre) with son Federico
(bottom).
21. yüzyılda bile hâlâ onlar konuşuluyor, “rasyonel” stratejiler arayışındaki iş dünyası kurmayları onlardan esinleniyor, ekonomik ve
politik sıkıntıları bitmeyen İtalya, onlar sayesinde, kültür turizmi ile
elini rahatlatıyor. Geçen sayımızda onların devlet yöneticileri için ofis
yaptırmaya niyet ettikleri ama sonradan devasa bir müzeye dönüşen
“Uffizi Galeri”nin öyküsüne yer vermiştik. Bu sayımızda sıra Medici
Ailesi ve Rönesans’ın...
Rönesans ve İtalya
Rönesans, 14 ve 16. yy’larda İtalya’da sanat ve düşünce alanındaki
canlanış olarak tanımlanır. Deyimi ilk kez kullanan, Giorgio Vasari ise
de “Rönesans”ın bugünkü anlamda kullanımını, Jacob Burckhardt’ın
“İtalya’da Rönesans Kültürü” adlı yapıtına borçlu.
Rönesans, Burckhardt’ın da değindiği gibi, İtalya’da yalnız sanat alanında görülmeyip bilim ve sosyal yaşantının bütün dallarındaki hareketliliği ve canlanışını içeriyor. İtalyanca “rinascimento” sözcüğünden
kaynaklanan Rönesans, Fransızca “doğuş” demek. Peki bu doğum
neden İtalya’da, neden Floransa’da olmuş? Bu sorunun birden çok
yanıtı var elbette: İtalya’nın zengin kültürel mirası, coğrafi konumu,
Roma İmparatorluğu’nda yönetici sınıf ve soyluların koleksiyonculuk
merakı, Roma’nın Hristiyanlığın dinsel merkezi olması, Kilise’nin
kutsal emanet bağlamında biriktirdiği dinsel objeler arasındaki resim
ve heykellerin bulunması gibi… Kimi sanat tarihçileri bunu, Türklerin
İstanbul’u fethinden sonra Doğu Roma’yı terkeden bilginlerin İtalya
tarafından hararetle kucaklanışına da bağlıyor. Gene de rekabetçi
sanat koruyuculuğu ve başta Medici Ailesi’nin yatırımları olmak üzere,
ekonomik kaynağın bunda payı büyük olsa gerek.
Görme sanatı ve sanatın değerini gören Mediciler
Floransa’da “sanat”; toplumsal ilişkilerin kaynağı olarak günlük yaşamla iç içe, güzel bir eklenti. Bunda görme yetisi çok gelişmiş sanat seyircisi/tüketicisinin de önemi çok büyük. Bazı sanat tarihçileri,
resimde “perspektif”in ortaya çıkışını bile ticaret ve tüccarlara bağlıyor.
Onlara göre gemilere yüklenecek mallar için “ne tür ve ne miktarda
ambalaj gerekeceğini bir bakışta gözüyle ölçüp, malzemenin boyut ve
miktarını doğru hesaplayabilen” tüccarların görme yeteneği, resimde
“perspektif”i doğurmuştu! İtibarlı, onurlu, hem de kârlı bir geleceğin
sanattan ve bilimden geçtiğini en doğru gören ise Medici ailesiydi. Bu
yüzdendir ki Amerigo Vespuci’den Galileo’ya, Dante’den Machiavelli’ye,
Botticelli’den Leonardo da Vinci’ye, Vasari’ye kadar çok geniş bir alanda ürün veren dehalar bunu onlar sayesinde yapabilmiş. 300 yıl sanata
destek olan aileyi yalnız İtalya’nın değil, Avrupa’nın en zengin ailesi
kılan ilk kişi de Giovanni di Bicci de Medici.
Medicilerin sahneye ilk çıkışları: Cosimo ve Piero
Floransa’ya yerleşen Mediciler’den Giovanni’nin oğlu Cosimo il Vecchio
(1389- 1464), antik eserler ve küçük objeler koleksiyonu yapan, sunak
resmi siparişleri ile kiliseyi de hoşnut eden ilk Medici. Cosimo, bunların yanısıra, Floransa’daki San Marco Manastırı’nın restorasyonuna
40
a glance the size and quantity of goods to be
loaded onto ships and accurately calculating
through the naked eye “the kind and amount
of packaging that would be needed for that
purpose” was at the origin of the introduction
of “perspective” into the art of painting.
The Medici Family has duly recognized the
value of art and science as precious vectors of
a respectable, honourable, as well as profitable
future. This is why geniuses delivering their
products in a vast array of domains, ranging
from Amerigo Vespucci to Galileo, from Dante
to Machiavelli, from Botticelli to Leonardo da
Vinci, to Vasari, were able to achieve their accomplishments thanks to the patronage of the
House of Medici who constantly supported the
arts for three hundred years. The member of
the dynasty who elevated the family to the rank
of, not only Italy’s but whole Europe’s wealthiest family, was Giovanni di Bicci de Medici,
through his creation of the Medici Bank.
The debut of the Medici: Cosimo and Piero
Giovanni’s son Cosimo il Vecchio (Cosimo the
Elder: 1389-1464) whose initial interest in art
was to collect ancient artefacts and small objects, enchanted the church by placing orders
for altar paintings. Cosimo provided financial
support for the restoration of the Monastery
of San Marco in Florence, commissioned the
construction of a palace and numerous works
of art for that palace, including the statue
of David by Donatello and the Battle of San
Romano panel by Uccello. Cosimo, who was
known for his refined taste in art matters and
stood out through his intellectual personality,
was immortalized in a mural painting at the
Vecchio Palace by Giorgio Vasari, depicting him
surrounded by writers and artists. The painting
shows Cosimo in company of his contemporary
authors and art masters, namely Fra Angelico,
Donatello, Luca della Robbia, Ghiberti, Fra
Flippo Lippi, Brunelleschi.
Cosimo’s son Piero (1416 - 1469) continued
the tradition of patronage of the arts and
developed the collection. Piero was mostly
interested in small-sized art objects and
gathered the whole collection in one room.
This private museum called Scrittoio was occasionally opened to only high calibre visitors
at that time. Besides smaller objects of art, this
“curiosity cabinet” was full of classical sculpture pieces, jewellery, books and manuscripts
with miniatures, canvas paintings and sacred
objects, maps, and scientific curiosity objects.
Lorenzo the Magnificent
The art patronage tradition of the family
reached its peak in the 15th century during the
time of Piero’s son Lorenzo de Medici (1449 1492). Lorenzo who received a serious education in the field of arts together with his brother
Giuliano (1453 - 1478) was a poet himself.
Lorenzo, who was surrounding himself with a
myriad of writers and humanists, has shown
great interest in painting, sculpture and architecture. Popularly referred to as “Lorenzo the
Magnificent”, he was immortalized on a mural
VASARI
KORİDORUNUN
TANIKLIKLARI
Mediciler, Pitti Sarayı’ndaki
ikametgahlarından, hükümet
başkanlığının bulunduğu Vecchio
Sarayı’na rahat ve güven içinde gidip gelmek için yapımına
Vasari’nin başladığı ve bugün Uffizi Galeri’ye bağlı olan bu geçidi
kullanırmış. 8 Şubat 2014’de yeniden ziyarete açılan bu
koridorun tanıklıklarından:
• Medicilerden Cosimo I, Vecchio Köprüsü’ndeki dükkanların üstünden geçen 1 km’lik geçidin inşaatını, oğlu
Francesco I’in düğününe yetişmesi için 5 ayda tamamlatmış ve düğün 18 Aralık 1565’de burada kutlanmış.
• Vecchio Köprüsü’nde, şimdi kuyumcuların bulunduğu
pencereli dükkanlarda, eskiden atıklarını doğrudan Arno
Nehri’ne atan kasaplar varmış. Vasari Koridoru tam
da o dükkanların üzerinden geçtiği ve Medicilerden I.
Ferdinando bu görüntü ve kokudan rahatsız olduğu için
1593’de kasaplar çıkarılmış, yerlerini kuyumcular almış.
• Geçit inşa edilirken, köprünün üstündeki kulelerin
içinden geçebilmesi için buralarda oturan ailelerden
zorla da olsa izin alınmış. Manelli ailesi izin vermemekte
direnince, Vasari, geçiti köprünün Bardi ve Guicciardini
caddeleriyle buluştuğu uçta bulunan Manelli kulesinin
etrafından dolaştırmak zorunda kalmış…
Testimonies of the Vasari Corridor
The Medicis were using this elevated tile-roofed passageway for commuting between their residence at
the Pitti Palace and the seat of the government at the Vecchio Palace in a safe and comfortable manner.
The corridor, running from the Uffizi across the Ponte Vecchio on its way to link Palazzo Pitti, was designed by Giorgio Vasari, and its construction was started during his lifetime, hence its name. Following
a period of restoration, the Vasari Corridor was reopened to visitors recently on 8th February 2014.
• Cosimo I of Medici ordered the completion of the construction of the 1 km long passageway, built
above the shops located at the Vecchio Bridge, within five months so as to be ready for the wedding
ceremony of his son Francesco I, which indeed took place there on 18 December 1565.
• The current jewellery stores with windows opening up onto the Arno River on the Vecchio Bridge were
originally butcher shops from where butchers were throwing out their waste into the river. Due to the
bad smell and visual pollution they caused directly below the Vasari Corridor, the butcher shops were
closed in 1593 by order of Ferdinando I de’ Medici and replaced by jewellery stores.
• Authorizations were obtained, albeit forcibly, from the families inhabiting the towers at the Vecchio
Bridge in order to allow the passageway to pass through these towers. When the Manelli Family resisted
the requisition, Vasari was forced to build the Corridor in such a way as to circumvent the Manelli
Tower located at the extremity of the bridge situated at the intersection of the Bardi and Guicciardini
streets.
Uffizi ile Pitti Sarayını bağlayan Vasari Koridoru (en üstte), Vecchio ile Uffizi’yi bağlayan kemer
(sol üstte), Ponte Vecchio’dan Koridor’a bakış (sol altta) ve Ponte Vecchio’da dükkanlar (en alt).
The Vasari Corridor linking Uffizi to Pitti Palace (top); Vasari Corridor segment connecting Palazzo Vecchio
to Uffizi (top left); the Corridor seen from the Ponte Vecchio (bottom left) and the shops on Ponte Vecchio
(bottom).
41
destek olup, bir saray ve bu saray için aralarında Donatello’nun David
heykeli ve Uccello’nun San Romano Savaşı panosunun da bulunduğu çok sayıda eser siparişi vermiş. Toplum içinde zevkleri ve aydın
kimliğiyle sivrilen Cosimo, Giorgio Vasari’nin Vecchio Sarayı’ndaki
“Etrafında Yazar ve Sanatçılarla Cosimo il Vecchio” adlı duvar resminde ölümsüzleştirilmiş. Resimde Cosimo’nun çevresi Fra Angelico,
Donatello, Luca della Robbia, Ghiberti, Fra Filippo Lippi, Brunelleschi gibi dönemin önemli yazar ve sanatçılarıyla çevrili.
Cosimo’nun oğlu Piero da (1416-1469) sanat koruyuculuğu geleneğini
sürdürmüş ve koleksiyonu geliştirmiş. Piero, daha çok, küçük boyutlu
sanat nesnelerine ilgi göstermiş ve tüm koleksiyonu bir salonda bir
araya getirmiş. Scrittoio denilen ve o zamanlar yalnızca en saygın ziyaretçilere açılan bu özel müze, küçük objelerin yanısıra, klâsik heykel
parçaları, mücevherat, kitaplar ve minyatürlü yazmalar, tuval resimleri
ve kutsal objeler, harita ve bilimsel merak nesneleriyle doluymuş. Bu
gibi koleksiyonların bulunduğu, ilkel müze-odalara mekânlara “merak
kabineleri” de deniliyor...
Gozzoli’nin freskosundan bir detay, at üstünde genç Lorenzo de Medici (üstte),
San Lorenzo Bazilikası içi (sağ üstte), Michelangelo’nun 1518’de yaptığı bazilikanın
cephe çizimi ile ahşap maketi.
A detail from Gozzoli’s fresco showing young Lorenzo de’ Medici on horseback
(above); Interior of the San Lorenzo Basilica (top right); façade drawing and
wooden model designed by Michelangelo in 1518, which remained unexecuted.
MICHELANGELO’NUN
VEFA BORCU
VE MEZARDAKİ
MEDİCİLER
Lorenzo’nun büyütüp okuttuğu
Michelango, Lorenzo ile kardeşi
Giuliano’nun lahitleri için Medici
Şapeli’nde iki anıtsal heykel grubu
yapmış. Oturan figürler onları temsil
ediyor. Yüzüne miğferlerin gölgesi
düşen Lorenzo, elinde komutanlık
asasını tutan ise Giuliano. Heykellerin
ayaklarının altında gece ve gündüzü
temsil eden figürler var. Bir kadın
görünümünde olan “Gece” rahatsız bir
uykuda gibi. Herkül yapılı “Gündüz”
omuzundan ona bakıyor. Lorenzo’nun
lahdi üzerinde de uykuyla uyanıklık
arasında bulunan iki figür var. Erkek
figür akşamı, kadın figür sabahı
temsil ediyor.
42
Michelangelo’s
loyalty and the
Medici Tombs
painting by Ottavio Vannini at the Pitti Palace, depicting him, like his
grandfather Cosimo, surrounded by artists including Michelangelo.
Michelangelo was 15 years old when he joined the school of sculpture
established by Lorenzo in the courtyard of his own palace. Noticing
young Michelangelo’s outstanding talent, Lorenzo took a personal interest in the training of this student whom he accommodated in his palace
for four years. As a matter of fact, Michelangelo later designed, among
other, the famous Laurentian Medici Library and the New Sacristy at
the Medici Chapel, where Lorenzo who died in 1492, and his brother
Giuliano are buried...
Lorenzo Medici has opened arms to numerous artists including
Botticelli, Verrocchio, Leonardo da Vinci, Giuliano Sangallo and
many more. On the other hand, by sending Leonardo da Vinci to
Milan, Verrocchio to Venice, Benedetto da Maiano to Naples, Botticelli and Signorelli to Rome, Lorenzo was not only promoting
Florence’s glory, but he was also initiating the practice of official
art patronage which was going to gain a greater importance in the
ensuing centuries.
Michelangelo, who was brought up
and educated as a protégé of Lorenzo
the Magnificent, sculpted two groups
of monumental statues glorifying the
sarcophagi of Lorenzo and his brother
Giuliano at the Medici Chapel. The
seated figures represent Lorenzo and
Giuliano. The statue with the shadow
of the helmet falling on his face
represents Lorenzo, whereas the figure
holding the commander’s sceptre in
his hands represents Giuliano.
Under the feet of the statues are
figures representing night and day,
and dusk and dawn. Below Giuliano’s
statue, the night is depicted as a
woman who seems in an uncomfortable sleep. The “day” embodied by a
Hercules-like statue looks at her over
his shoulder. Lorenzo’s tomb is also
adorned with two figures, between sleep and wakefulness, the male representing dusk and the female representing dawn.
Muhteşem Lorenzo
Ailenin sanat koruyuculuğu 15. yy’da,
Piero’nun oğlu Lorenzo de Medici’yle (14491492) iyice gelişmiş. Kardeşi Giuliano (14531478) ile birlikte çok iyi bir sanat eğitimi alan,
kendisi de bir şair olan Lorenzo, etrafına pek
çok edebiyatçı ve hümanisti toplarken resim,
heykel ve mimariye de ilgi göstermiş. Halkın
“Muhteşem Lorenzo” diye andığı Lorenzo’nun
bu yanını Pitti Sarayı’ndaki duvar resmi ile
ölümsüzleştiren de Ottavio Vannini olmuş.
Lorenzo, bu resimde aynı büyükbabası gibi,
etrafı sanatçılarla çevrili olarak resmedilmiş ve
bu sanatçılar arasında Michelangelo da var.
Michelangelo, Lorenzo’nun kendi saray bahçesinde kurduğu heykeltraşlık okuluna gelip
yeteneği ile kısa zamanda öne çıkan, daha 15
yaşında bir öğrenci iken, Lorenzo onu sarayına
alıp 4 yıl yakından ilgilenmiş. Nitekim Michelangelo, sonradan ünlü Medici Kitaplığı’nın,
Medici Şapeli ve Mezarlığı’nın da yaratıcısı olmuş, 1492’da ölen Lorenzo ile kardeşi Giuliano, Michelangelo’nun yaptığı Medici Şapeli’ne
gömülmüş…
Lorenzo Medici, aralarında Botticelli, Verrocchio, Leonardo da Vinci, Giuliano da
Sangallo’nun da bulunduğu daha pek çok
sayıda sanatçıya kucak açmış. Öte yandan,
Leonardo da Vinci’yi Milano’ya, Verrocchio’yu
Venedik’e, Benedetto da Maiano’yu Napoli’ye,
Botticelli ve Signorelli’yi Roma’ya göndermiş.
Böylece bir taraftan Floransa’nın propagandasını yaparken sonraki yüzyıllarda önemi artacak resmi “sanat patronluğu”nu da başlatmış.
Ailenin yükselişi ve sonu
Ailenin yükselişi, Muhteşem Lorenzo’nun ikinci oğlu Giovanni’nin (1475-1521), X. Leo olarak
papalık görevine gelmesi ile doruğa varmış. X.
Leo, babası Lorenzo gibi, sanata büyük tutku
duyarmış. Lorenzo’nun torunu, Lorenzo di
Piero de’ Medici (1492-1519),1513-19 arasında Floransa’ya hükmetmiş ve aynı zamanda
1516-1519 yılları arasında da Urbino Dükü
olmuş. Machiavelli, Il Principe (1513: Prens)
adlı ünlü yapıtında ona seslenmiş ve bütün
ülkeyi silahlandırıp yabancı işgalcileri kovarak
İtalya’da birliği sağlamasını öğütlemiş. Medici
Ailesi’nin genç kolundan Pier Francesco’nun
oğlu Lorenzino de Medici de çok sayıda oyun
yazmış.
Floransa’da Medici soyunu güçlendiren Cosimo I(1537-1574), önce Floransa Dükü, ardından da Toskana Grandükü olmuş. Uffizi Galeri
ve ardından bugün Vasari Geçidi denilen
koridorun kurulması da onun projelerinden.
17. yy. başlarında Kutsal Roma Cermen
İmparatoru II. Ferdinand’ın kızkardeşi Maria
Magdalena ile evlenen Cosimo II, ailenin
sanata ve bilime olan geleneksel yakınlığını
sürdürmüş. Cosimo II’nin oğlu Francisco de
Medici, babasının eğitmeni Galileo’yu Pisa
Üniversitesi’nin matematik profesörlüğüne
tayin etmiş, bilime ve sanata destek vermeyi
sürdürmüş. Son hanedan mensuplarının kötü
yönetimi ile bölgede baş gösteren ekonomik
çöküntü ise Mediciler’in sonunu getiren iki
önemli etken olmuş...
ENTELEKTÜEL
MEDİCİLER’İN
KRALİÇE KIZLARI
• Piero’nun torunu Catherine de Medicis
Fransa Kralı II. Henri ile evlenerek Fransa
Kraliçesi olmuş. Louvre’un müzeye dönüşümüne yardım etmiş.
• Francisco’nun kızı Maria, IV. Henri ile evlenerek Fransa Kraliçesi olmuş. Luxembourg
Müzesi’nin kuruluşunda rol oynamış.
• Maria’nın kızları ise İspanya ve İngiltere
kraliçeleri olmuşlar.
Family’s rise and decline
The rise of the family has peaked when Cardinal Giovanni (1475-1521), the second son
of Lorenzo was elected to the Papacy, becoming Pope Leo X. Pope Leo X was a passionate amateur of the arts like his father
Lorenzo. Lorenzo the Magnificent’s grandson, Lorenzo di Piero de’ Medici (14921519) was the ruler of Florence from 1513 to
his death in 1519 and Duke of Urbino from
1516 to 1519, to whom Niccolò Machiavelli
addressed his treatise The Prince, counselling him to accomplish the unity of Italy by
arming the whole nation and expelling its
foreign invaders.
Pierfrancesco II de’ Medici’s son Lorenzino
de ‘Medici, from the junior branch of the
Medici family, was a writer who authored
the play Aridosio, which gained him notable
critics.
Cosimo I the Great (1519 –1574) was the
second Duke of Florence (1537 -1569), and
first Grand Duke of Tuscany (1569- 1574).
Cosimo was from the junior branch of the
family descending from Lorenzo the Elder,
younger son of Giovanni di Bicci, and had
previously lived in Mugello. But he proved
strong-willed, astute and ambitious and
became the most outstanding figure of the
16th century Medici. Through his military
victories and political moves, he firmly reinforced the power of the Medici in Florence.
He was also an important patron of the
arts, like his ancestors. The Uffizi and the
Vasari Corridor are among his best-known
projects. At the dawn of the 17th century, his
grandson Cosimo II married the sister of
Holy Roman Emperor, Ferdinand II of Habsburg, Archduchess Maria Maddalena. He is
best remembered as the patron of Galileo
Galilei, who was his childhood tutor. His
son Francesco appointed Galileo professor
of mathematics at the University of Pisa
and continued to support the arts and sciences. The weakness of the last rulers and
the changing power structures in Europe
brought the reign of the dynasty to an end
in 1737.
Queen Daughters of the
Intellectual Medici
• Piero’s granddaughter Catherine de’ Medici
became Queen of France by getting married to
King Henri II of France. She helped transform
the Louvre Palace into a museum.
• Francesco I’s daughter, Marie de’ Medici
became Queen of France by getting married to
King Henri IV of France. She played a role in
the establishment of the Museum of Luxembourg.
• Marie’s daughters became Queens consort of
Spain and England.
Catherine ile II.
Henri’nin düğün
tablosu (sol üstte),
Catherine de Medici
(üstte) ve Düşes
Maria Maddalena,
Dük Cosimo II
(sağda).
Wedding of Catherine
de’ Medici and
Henri II (top left),
Catherine de’
Medici (above) and
Archduchess Maria
Maddalena with Duke
Cosimo II (right).
43
 Shutterstock
Mimari
Architecture
içinde bulunduğu ortam dahil neresinden
ölçülürse ölçülsün, mantıklı gerekçeleri
olan, birbiriyle ilintili, altın oran ve diğer
katsayılarla yapılmış hesaplamalarla
kurgulu... bu özellik de ancak mimar sinan’ın
yaratıcı dehası ile açıklanabiliyor!
SULEYMANIYE MOSQUE
From whichever point it is measured, including the environment it
is located in, it is built in agreement with all possible calculations,
having relation with each other and having logical justifications in
line with the golden ratio and other parameters... And this feature
can only be explained with the creative genius of Architect Sinan!
46
SÜLEYMANİYE CAMİİ
“...Bulutlar telâş içinde
bastırıyordu; ardı arkası
kesilmiyordu… Bitip
tükeniyordu güneş…
Yükseklerde pembeleşmeye
başlamıştı herşey. Şu unutulmaz
şeyi gördüğümdeyse yüzlerce
gemi geçmiş olmalıydı:
Süleymaniye koyu renkli
kumaşlara sarılmış olarak, tatlı
bir pembelik içinde ortaya çıktı.
Bir an için pembe tülbentlere
sarılı lacivert iken, hemen sonra
granit soğukluğunda kaymaktaşı
gibiydi. Bir kaybolup bir
görünüyordu, bütün atmosfer de
pembe ışıltılar içindeydi… “
Le Corbusier, 1911
“... The clouds were pushing down
in haste; one after the other...
The sun had vanished away...
Everything above started to
turn into pink. And as I saw this
unforgettable thing hundreds
of ships should have passed
away: Suleymaniye emerged
in sweet pink been wrapped
in dark coloured fabrics. Once
it was indigo wrapped in pink
muslin just then it was as if made
of alabaster in the coldness of
granite. It was once visible and
then invisible, all the atmosphere
was in pink blinks...”
Le Corbusier, 1911
47
üleymaniye Camii ve Külliyesi... “Zamanın filozofu,
yapı sanatının keskin kılıcı. Görselerdi, Aristoların
da candan müridi olacağı o seçkin kişi!” Kanuni’nin
bu sözlerle övdüğü Mimar Sinan ve onun Kanuni
Sultan Süleyman için yaptığı muhteşem eser!
Kanuni Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a 1550-1557 yılları arasında
yaptırdığı cami ve külliye, İstanbul’daki Selâtin Cami (Osmanlı padişahlarının ve valide sultanların kendi adlarına yaptırdıkları camiler) ve
külliyelerinin beşincisi.
Ancak Süleymaniye Camii ve Külliyesi birinci derecedeki önemini
hâlâ koruyor. İşte bazı nedenler:
Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ sanatındaki pek çok dalı taşıyıp
simgelerken, dönemin yapı teknolojilerinin hayret uyandırıcı yüksek
düzeyini belgeliyor. Tarihi yarımadada Marmara ve Haliç’e hâkim konumuyla İstanbul silüetine 7 yıl gibi kısa bir sürede sağladığı anıtsal
ve estetik katkı hayranlık uyandırıyor. Mimar Sinan’ın yaratıcı tasarım
zekâsının, sadece buraya has tasarım ve mühendislik çözümlerini
barındırıyor. Ayasofya ile çok kıyaslandığı halde taşıyıcı sistemi, dış
dünya ile her düzeyde ilişkili mimarisi, bezeme ve aydınlatması ile
ondan tümüyle farklı sayılıyor. İnanç, toplumsal dayanışma, eğitim,
sağlık, konaklama, ticaret kurumu işlevlerine aynı anda sahip....
Bütün bu özellikleri ve daha fazlasıyla 1985’de UNESCO tarafından da
bir uluslararası koruma altına alınıyor.
Bir Dünya Kültürel SIT Alanı: Süleymaniye
UNESCO’nun 1985’de “İstanbul’un Tarihi Alanları” üst başlığı altında
uluslararası koruma altına aldığı alan, Haliç’e hâkim bir tepe üzerindeki Süleymaniye Külliyesi ve çevresi ile Zeyrek Camii (Pantakrator
Kilisesi) ve çevresindeki tarihi dokuyu da kapsıyor.
İstanbul’un ayakta kalabilmiş en eski Doğu Roma anıtlarından, Bozdoğan (Valens) Kemeri’nin önemli bir bölümü, Kalenderhane ve Vefa
Kilise Camii (Molla Gürâni Camii) olarak tanınan Akataleptos ve Aya
Theodorus kiliseleri, birçok tarihi sarnıç ve mahzen... Fatih Sultan
Mehmet’in kurduğu Eski Saray da bölgenin hemen yanında bulunuyor.
Gerek kamusal yapıları, gerek sivil mimari örnekleriyle yaşayan bu
doku, bulunduğu topoğrafyayla uyumu nedeniyle dönemin şehircilik
anlayışı açısından da önem taşıyor. Türkiye’deki 600 bin yazma eserin
DÖRT PEMBE SÜTUN VE
MÜCEVHERLİ MİNARE
Mimar Sinan inşaat başlamadan önce Ezine,
Marmara Ereğlisi, Bozcaada, İzmit, Mut, Silifke,
Filistin, Gazze, Lübnan gibi imparatorluğun farklı
coğrafyalarındaki taş ocaklarından gelen sayısız
taş, mermer örneği ve sütunu, Sofya’dan gelen
demirleri, kurşunları araziye depolamış. Bu durum
kendinden önceki uygarlıkları kapsama ve çok
geniş bir coğrafyaya hükmetmenin işaretleri kabul
ediliyor. Süleymaniye Camii içindeki 9 m yükseklik ve 114 cm çapındaki 4 pembe sütun da Topkapı
Sarayı, Vefa tarafındaki Kıztaşı, İskenderiye ve Lübnan-Baalbek’deki
Jüpiter tapınağından getirilmiş. Süleymaniye Camii’nde avlunun hemen
solunda ve daha küçük boyuttaki “Cevahir Minaresi” ise bir Evliya Çelebi rivayetine dayalı. İnşaatın uzaması nedeniyle mali sıkıntı çekildiğini
düşünen İran Şahı Tahmasb Han, Kanuni Sultan Süleyman’a inşaatın
devamı için elmas ve değerli taşlar göndermiş. Sultan Süleyman buna
öfkelenerek, taşları Mimarbaşı Sinan’a vermiş. Sinan bunları parçalatıp
işte bu minarenin taşları arasına yerleştirmiş. Güneş altında çok parıldaması da bu yüzden!
48
The Suleymaniye Mosque and its Complex... “The philosopher of his
time and the sharp sword of the art of construction. This esteemed
personality would be followed voluntarily by Aristotle and his contemporaries if they had lived in the same era!” Architect Sinan was praised
by these words of the Lawgiver and the artefact he built for the Lawgiver,
Suleiman the Magnificent!
The mosque and its complex that Lawgiver Suleiman the Magnificent
ordered Architect Sinan to built, constructed between 1150-1557, is
the fifth Selatin mosque (Mosques commissioned by the Sultans and
Mother Sultans in their names). But the Suleymaniye Mosque and its
Complex still preserves its importance of premier degree. Here are
some reasons: The Ottoman Empire, while symbolising and carrying
forward many branches of the Art of the Classical also documented the
amazingly high level of the construction technologies of the period. The
monumental and aesthetic contribution devoted in such a short term as
7 years, to the silhouette of Istanbul at the historical peninsula, dominating the Marmara and the Golden Horn, evokes admiration. It houses
the design and engineering solutions of Architect Sinan’s creative wit
only special to this edifice.
Although it is compared frequently with St. Sophia, it is assumed to be
completely different with its base system, architecture in refined relation
at every level with the outer world, its decoration and illumination.
It has belief, social solidarity, education, health, accommodation, commercial institute functions at the same time...
With all these features and more it was taken under international protection by UNESCO in 1985.
Suleymaniye: A World’s Cultural Protection Area
The area that has been taken under protection in 1985 by UNESCO
under the main heading, “Historical Zones of Istanbul” covers the Suleymaniye Mosque and its Complex located at the top of a hill dominating
the Golden Horn and the Zeyrek Mosque (Pantokrator Church) and its
surrounding texture.
An important part of Bozdoğan (Valens) Aqueduct, one of the oldest
East Roman monuments that could stand against time in Istanbul,
Kalenderhane, Akataleptos and St. Theodorus churches that are now
called Vefa Church Mosque (Molla Gürani Mosque), a lot of cisterns
and cellars... And the Old Palace that was set up by Sultan Mehmet the
Conqueror is just next to the region.
This texture that lives with its public constructions as well as civil architecture carries importance as its urbanisation concept, with the harmony
to the topography it stands on. Two libraries that hold 1/6 of the total
FOUR PINK COLUMNS AND
THE MINARET WITH JEWELS
Before starting the construction Architect Sinan stored
in the construction area innumerable number of stones
and columns that were brought from stone quarries
from different geographies of the empire such as Ezine,
Marmara Ereğli, Bozcaada, Izmit, Mut, Silifke, Palestine,
Lebanon together with iron and lead that came from
Sofia. This situation is interpreted as involving the previous civilisations and assumed as signs to dominate a very
vast geography. The four pink columns that are inside
Suleymaniye Mosque with 9 m heights and 114 cm diameters were brought from the Topkapi Palace, Kıztaşı of Vefa vicinity, Jupiter
Temple at Alexandria and Lebanon-Baalbek. At Suleymaniye Mosque right
at the left in the court there is a smaller, “Cevahir (jewellery) Minaret” whose
story is from Evliya Çelebi. The Shah Tahmasb of Iran who thought that
money shortage is the reason for the unfinished mosque, he sent diamonds
and valuable gems to Sultan Suleiman for the continuation of the mosque
construction. Sultan Suleiman in fury gave the stones to Chief Architect Sinan.
Sinan placed these stones, after braking them into pieces, among the stones of
this minaret. That’s why it sparkles under sunlight.
altıda birine sahip el yazması kütüphanelerinden ikisi; Süleymaniye
ve Nadir Eserler Kütüphaneleri de keza bu alan içinde bulunmakta.
600 thousand handwritten artefacts are also in this area: in Suleymaniye
and Nadir Eserler (unique works of Art) Libraries.
Süleymaniye Külliyesi
Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü dönemi 16. yy. ortasında,
Kanuni Sultan Süleyman, Şehzade Mehmet ve kendi adını yaşatacak
iki büyük külliye için bu alanı seçmiş. Şehzadebaşı; Fatih ve Beyazıt
külliyeleri arasına, Beyazıt-Edirnekapı ekseninde, Haliç ve Marmara’ya
bakan eğik platoya kurulmuş.
Döneminde kent yaşamının toplumsal odağını oluşturan Süleymaniye, Osmanlı dünyasının ikinci büyük külliyesi ve en büyük vakfı.
Değişik kotlarda büyük payanda duvarlarla destekli teraslara oturan
külliyede 15 bölüm var: Cami, Rabi, Salis, Evvel, Sani ve Tıp Medreseleri, I. Süleyman ve Hürrem Sultan Türbeleri, Türbedar Odası, Bimarhane, Darüzziyafe, Darülhadis Medresesi, Tabhane, Mimar Sinan
Türbesi ve Hamam.
Mimar Sinan’ın kentsel tasarım açısından da ulaştığı mimari düzen
anlayışının en gelişkin örneği olan Külliye, devletin en büyük harcama kalemini oluşturması, 3000 dolayındaki işçisiyle “yapımında ordu
dışındaki en çok insanı örgütlemesi” açısından da önemli. Mimar
Sinan’ın harç için kullanılan yumurta sayısından, çalışanların ücretlerine kadar her kuruşu belgelediği inşaat defterleri ise şimdi birer
uygarlık ansiklopedisi sayılıyor.
The Suleymaniye Complex
In the middle of 16th century, when the Ottoman Empire was at its most
powerful period, Lawgiver Sultan Suleiman chose this area for the two
complexes that would keep Lawgiver Sultan Suleiman and Şehzade (Sultan’s son) Mehmet names alive. Şehzadebaşı was set up between Fatih
and Beyazit complexes, at the axis of Beyazit-Edirnekapı, on an inclined
platform dominating the Golden Horn and the Marmara.
Suleymaniye that constituted the social focus of the city life in its period
is the second biggest complex of the Ottoman world and the greatest
foundation. The complex has 15 sections resting on terraces leaning on
great supporting walls at different levels: Mosque, Rabi, Salis, Evvel,
Sani and Madrassah of Medicine , Shrines of Suleiman I and Sultan
Hurrem, tomb keeper’s room, Hospital (old Turkish hospital), Darüzziyafe (gate to feast), Madrassah of Darülhadis (to teach Mohamed),
Tabhane (Guesthouse), Shrine and Bath of Architect Sinan.
The Complex, where Architect Sinan reached from the point of urban design concept, is the most developed sample of architectural layout which
constituted the greatest expenditure item of the state is also important
for employing almost 3000 workers in its construction: “the second most
crowded human organisation after the army”. The registers in which
Architect Sinan documented every kurus spent, from the number of eggs
used for mortar to the workers’ fees are now assumed to be the encyclopaedias of the civilisation.
Süleymaniye Camii
Süleymaniye Camii’nin dış tasarımı dikdörtgen prizma bir altyapı
üzerinde; yarım küreler, silindirler, kemerler ve ana kubbe gibi yalın
çizgili, geometrik ve sanatsal bir oluşum.
Le Corbusier, bunu “kare, küp ve küreden oluşan basit bir geometri
ile büyük kütlelerin yönetilmesi” olarak nitelendiriyor. Esasen Süleymaniye Camii içinde bulunduğu ortam dahil neresinden ölçülürse ölçülsün, mantıklı gerekçeleri olan, birbiriyle ilintili, altın oran ve diğer
katsayılarla yapılmış hesaplamalarla dolu. Bu özellik de ancak Mimar
Sinan’ın yaratıcı dehası ile açıklanabiliyor. Cami, deprem mühendisliği, akustik, havalandırma ve kullanım rahatlığı veren ince ayrıntılarıyla
Suleymaniye Mosque
The outer design of Suleymaniye Mosque sits on a rectangular prismatic
base; plain lined geometric and artistic formation such as hemispheres,
cylinders, arches and the main dome.
Le Curbosier describes this as, “conducting huge masses with simple
geometry constituted by square, cube and spheres.” In fact Suleymaniye Mosque, including the environment it is located in and
from whichever point it is measured; it is built in agreement with
49
LE CORBUSIER’NİN
GÖZÜYLE SÜLEYMANİYE
Adı Charles- Edouard Jeanneret Gris.
İsviçreli bir saatçinin oğlu. Le Corbusier
takma adıyla dünyaca tanınan sanatçı ve
mimar. 1911 sonlarında Balkanlar üzerinden Osmanlı İmparatorluğu’na gelmiş.
Yol boyunca tuttuğu notlar ve çizimleri
sonradan “Şark Seyahati” başlığıyla 1966
yılında Paris’te kitap olarak yayımlanmış.
Alp Tümertekin’in çevirisiyle İş Bankası
Kültür Yayınları’nda çıkan kitapta Le
Corbusier’in Süleymaniye’den de çok etkilendiği görülen bölümleri
paylaşıyoruz.
...İstanbul sıkışık bir yerleşme. Fanilerin evleri ahşaptan, Allah’ın bütün
evleriyse taştan... Hemen her gece yangın çıkıyor... Bu kentin dört yılda
bir deri değiştirdiği de söyleniyor! Hanlarla çevrili büyük camiler ayakta kalıyor yalnız. Alevler okşarken, Allah’ın yara almaz mabedleri olan
camiler her zamankinden daha esrarlı birer kaymaktaşı gibi parlıyorlar.
... Camiler... Yüzü Mekke’ye dönük sessiz bir yer gerekir. Burasının insanın yüreğinin rahat edebileceği kadar geniş, duaların soluk alabileceği
kadar yüksek olması gerekir. Bol, ama yaygın bir ışık gerekir ki gölge
düşmesin hiçbir yere, ayrıca bir bütün olarak da kusursuz bir basitlik
gerekir; biçimlere bir tür uçsuz bucaksızlık sinmiş olmalı.
...Arka planda bir yükseltinin tepesinde, bir “sfenks” gibi belirdi Süleymaniye; sayılamayacak kadar çok kervansarayla, yüz kadar da cami
yapmış olan o adamın elinden çıkmış bu heybetli cami de. Türbenin
yanında bir de okul vardı; bir vakıftı herhalde. Yol, karanlık revaklar
arasından uzayıp gidiyordu; Türk’ün gündüz vakti, sokağa açılan hayatı buralarda kaynaşıyordu...”
SULEYMANIYE THROUGH THE EYES OF
LE CORBUSIER
 Wikipedia
His name is Charles-Edouard Jeanneret Gris.
Son of a Swiss watchmaker. A worldwide
known artist and architecture under the nick
name Corbusier. He came to the Ottoman
Empire from the Balkans at the end of 1911.
The notes and drawings he wrote down were
published as a book in 1966 in Paris with the
title, “Travel to the East”. We are sharing
with you the parts of this book, translated
by Alp Tümertekin and published by Is Bank
Cultural Publications, where Le Corbusier is
very affected by Suleymaniye.
... Istanbul is a crowded settlement. Mortal houses are made of
wood, whereas God’s houses are made of stone... Almost every night
outbreaks a fire... They say that the city changes skin every four
years! Only great mosques surrounded by inns survive. While the
flames caress the mosques, the non-damageable temples of God, they
are not hurt and sparkle more mysteriously then ever as alabasters.
... Mosques... A silent place facing Mecca is required. It should be
wide enough to ease the heart of a human, high enough to let praying breathe. There should be plenty of light, but wide as well so that
no shadow would fall down on the floor, besides, on the whole a
perfect simplicity is required; a kind of limitlessness should cower in
manners.
... Suleymaniye appears like a sphinx at the background on top of
an elevation; this heavenly mosque is as well the work of a man who
made innumerable numbers of caravanserais and almost a hundred
mosques. Adjacent to the shrine there is a school; probably belonged
to a foundation. The road was dark and going along porticos; life of
Turks that were opened to the roads in daylight were socialising in
these places...“
50
21. yy’da bile bilimsel çevrelerde önemli bir araştırma konusu.
Dört fil ayağının taşıdığı kubbesi 53 m yüksekliğinde, 27,5 m çapında.
Bu yükseklik, kubbe çapının da iki katı. Ana kubbe, doğu ve batıda iki
yarım kubbe ile destekleniyor. Kuzey-güney yönünde ise duvarlarında
pencereler açılmış kasnak kemerleri var. Toplam 138 penceresi ile
Süleymaniye’de iç mekân sürekli aydınlık, dış dünya ile iletişim içinde
ve yapının bütün köşeleri içerden görülebiliyor. İç mekân bezemeleri;
vitraylar, çini kaplamalar, kalem işleri usta işi olmakla birlikte abartısız.
Anıtsal Taç Kapısı, Şadırvan ve İs Odası
Süleymaniye Camii’nin iç avlusu, ana mekân kadar görkemli. Dört köşesinde cami kütlesine bitişik birer minare var. İkisi üçer şerefeli ve 76
m yüksekliğinde, kuzey köşesindeki diğer iki minare ise ikişer şerefeli
ve 56 m yüksekliğinde. Boyut farkı nedeninin, Sinan’ın yapıyı uzaktan
da bütünüyle görülür kılması olduğu ileri sürülüyor.
Son cemaat yeri, 8 sütun üzerinde yükselen 9 kubbe ile örtülü. Avluyu
üç yanından 19 revak kubbesi çevreliyor. Ancak ana girişindeki Taç
Kapısı’nın önemli bir özelliği var. Sinan’ın başka hiçbir yapısında
kullanmadığı bu özellik, Osmanlı mimarisinde de başka bir eserde
yok! O da üç katlı ve anıtsal bir yapı biçiminde tasarlanmış olması. Bu
yüzden ayrı bir bina gibi duruyor.
Avludaki ikinci önemli öge ise ortasındaki dikdörtgen planlı Şadırvan.
Çünkü Istranca derelerinden getirilen suyu, “doğal kule ilkesi” ile hava
akımı yaratıp oksijenle arıtan, tarihin belki de ilk “içme suyu hazırlama istasyonu” özelliği taşıyor. Pirinç dövme lüleleri, oluklu demir
dökümden yapılan ve hava akımını sağlayan cepheleri ile Şadırvan,
bugün de hayranlık uyandırıcı. İs Odası ise hem işlevsel hem çevreci
yaklaşım ürünü bir sistem. Caminin içinde yanan kandillerin isini
toplayıp mürekkebe dönüştüren ve tamamen doğal havalandırma ile
çalışan doğal bir siklon-baca sistemi. Bu sayede cami kubbesi kandillerin isi ile kısa sürede kararmadığı gibi, toplanan isten dönüştürülen
mürekkep de bezemelerde kullanılmış.
all possible calculations, having relation with each other and have logical justifications such as
the golden ratio and other parameters. And this feature can only be explained with the creative
genius of Architect Sinan! The mosque is an important research subject in scientific surroundings
even in 21st century at each detail that creates user comfort, ventilation, acoustics and earthquake
engineering. The dome that stands on four elephant feet has 53 m height and 27.5 m diameter.
This height is exactly twice as much as the diameter of the dome. The main dome is supported by
two hemispheres at the east and south. And at the north and south there are stretcher arches with
windows in their walls. With a total of 138 windows the indoor of Suleymaniye is in continuous
light, in communication with the outer world and all the corners of the construction can be seen
from the inside. The indoor decoration: stained glasses, tile coatings, hand-carves are all of quality workmanship but without exaggeration.
Monumental Crown gate, Sadirvan and Smoke Chamber
The inner court of Suleymaniye Mosque is as magnificent as the main structure. At four corners
there are minarets adjacent to the mosque’s mass. Two of them have two balconies each and 76
m high; the other two minarets at the north corner have two balconies each and are 56 m high.
The reason for the difference in dimensions is, as stated, that Sinan wanted the mosque to be
seen as a whole even from a distance.
The narthex is covered by nine domes rising on 8 columns. The court is surrounded on three sides
by 19 portico domes. But the Crown Gate at the main entrance has an important feature. Sinan
did not use this feature in any other construction nor can you find in any other artefact in Ottoman architecture! That is three storeys designed in a monumental construction style. That’s why it
stands like a building on its own.
The second important element in the court is the rectangular planned sadirvan standing in the
middle. Because it has a feature that could as well be the first “drinking water preparation station”
in history that purifies water brought from the streams of the Istranca, with oxygen by creating an
air flow with “natural tower principle”. Sadirvan is still amazing even today with its forged brass
ringlets and faces made out of grooved cast iron providing air flow. And the smoke chamber has a
system with both functional and environmentalist approach. It is a natural cyclone chimney system, operating completely with natural ventilation, which collects in the chamber the smoke from
the candles burning in the mosque and turns it into ink. Thus the dome did not darken quickly
and the ink obtained from smoke was used in decoration.
51
KÜLTÜR
Culture
DÜNYA MİRASI
İnsanlığı bir araya getiren güzellikler
UNESCO 1972 yılında aldığı kararla dünya
üzerinde insanlık için üstün evrensel değere
sahip kültürel ve doğal miraslar bulunan özel
yer ve yapıları koruma altına almak için bir
uluslararası sözleşme hazırlamıştı. Bugün
içlerinde Türkiye’nin de olduğu 157 ülkeden 962
sit alanı koruma altında.
WORLD HERITAGE
Common treasures of mankind
In 1972, UNESCO adopted an international convention aimed at
the protection of cultural and natural heritage sites and structures
of outstanding universal value to mankind all over the world. In this
framework, 962 heritage sites from 157 countries including Turkey
inscribed on the World Heritage List are currently under UNESCO
protection.
52
İnsan, dünya üzerinde varolduğu günden bu yana üretiyor, yaratıyor,
bazen yıkıp yeniden yapıyor. Yapılması yıllar süren muhteşem katedraller
bazen bir top mermisiyle yerle bir oluyor ya da doğanın mucizesi olan
bir orman, daha çok para kazanmak uğruna yok ediliyor. Ancak insanlar ne olursa olsun, gelecek kuşaklara karşı sorumluluğunun farkında.
İşte bu yüzden tüm insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen değerleri
ortak bir geçmiş olarak benimsemek, tanıtmak ve gelecek nesillere bu
mirası aktarmak için UNESCO, 1972 yılında Paris’te toplanan 16. Genel
Konferansı’nda “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair
Sözleşme”yi kabul etti. Türkiye de bu sözleşmeyi on yıl sonra, 23 Mayıs 1982 tarihinde onayladı. Bu sayede Tunus’taki Susa Medinası’ndan
Vietnam’daki Ha Long Koyu’na, Letonya’daki Riga Tarihi Merkezi’nden
Moğolistan’daki Orhun Vadisi Kültürel Peyzajı’na pek çok alan dünyanın ortak çabalarıyla korundu, geliştirildi. UNESCO’nun “Dünya Mirası
Olağanüstü Yerlerin Çok Satan Rehberi” adıyla yayımladığı kitap ise
dünyadaki muhteşem güzellikleri bir arada sunuyor. Bol resimli, ayrıntılı
açıklamalı bu kitabın önsözünü de UNESCO Genel Müdürü Irina Bokova
kaleme almış. Bokova, Dünya Mirası Listesi’ndeki yerlerin insanları bir
araya getiren, aynı dünyada yaşadığımızı hatırlatan çok önemli merkezler
ve yapılar olduğunu belirtip, tüm dünya vatandaşlarını buralara davet
ediyor. Dünya Miras Listesi’nde yer alma ölçütleri düzenli olarak güncelleniyor ancak listede yer alan her varlığın özgün olması ve bazılarını
sayacağımız şu kriterlerden bir veya birkaçına uyması gerekiyor.
Kültürel miraslar için:
Yaratıcı insan dehasının ürünü olması, belli bir zaman diliminde veya
kültürel mekânda, mimarinin veya teknolojinin, anıtsal sanatların gelişiminde, şehirlerin planlanmasında veya peyzajların yaratılmasında, insani
değerler arasındaki önemli etkileşimi göstermesi, kültürel bir gelenek
veya yaşayan ya da kayıp bir uygarlığın tek veya en azından istisnai tanıklığını yapması, insanlık tarihinin bir veya birden fazla anlamlı dönemini
temsil eden yapı tipinin ya da mimari veya teknolojik peyzaj topluluğunun değerli bir örneğini sunması.
Doğal miraslar için:
Doğanın bir harikasına veya eşsiz bir güzelliğe ve estetik öneme sahip
doğal alanlar olması, yaşamış canlıların kalıntıları, devam eden jeolojik
olaylar ve yer şekillerinin gelişimi gibi dünyanın doğal tarihine ilişkin
eşsiz önemde bilgilere sahip olması, ekolojik ve biyolojik olarak hâlâ
bozulmamış bir karasal, denizel veya tatlı su ekosistemine veya önemli
hayvan ve bitki topluluklarına ev sahipliği yapması, özellikle tehlikedeki
veya bilim açısından önemli bir biyolojik çeşitlilik için en önemli ve en
belirgin doğal habitatlara ev sahipliği yapması…
Genel Müdür Bokova’nın da kitabın önsözünde dediği gibi UNESCO’nun
temel amacı ortak mirası korumaktır. Bu amaç, kültürlerarası diyaloğa,
halklar arasındaki uzlaşmaya ve toplumların sürdürülebilir kalkınmasına
katkıda bulunmayı esas alır. Değişen bir dünyada dünya mirası, insanlığı
birleştiren her şeyi temsil eder.
Mankind has been producing, creating and sometimes destroying and rebuilding since the day it
existed on this earth. Magnificent cathedrals which
took many decades or even centuries to construct
were sometimes destroyed by a single bombshell, or
a forest sheltering the wonders of nature wiped out
for the sake of economic interests. Nevertheless, the
world community eventually became aware of its
responsibility towards future generations. Against
this background, the General Conference of the
United Nations Educational, Scientific and Cultural
Organization (UNESCO), meeting in Paris at its
seventeenth session, adopted on 16 November 1972,
the text of an international “Convention Concerning
the Protection of the World Cultural and Natural
Heritage”, based on the principle that it is incumbent
on the international community as a whole to participate in the protection and safeguarding of the cultural and natural heritage of outstanding universal
value existing all over the world. Turkey ratified in
1982 that Convention aimed at adopting the values
accepted as the common heritage of humanity as
elements of a common history, and promoting and
transmitting this heritage to future generations.
In this framework, various sites around the world,
from the Susa Medina in Tunisia, to the Ha Long
Bay in Vietnam, the Historic Centre of Riga in
Latvia, the Orkhon Valley Cultural Landscape in
Mongolia and many other areas were protected and
developed through the joint efforts of the world community. The book published by UNESCO under the
title: “The World’s Heritage: The Bestselling Guide
to the Most Extraordinary Places” offers a magnificent archive of the globe’s spectacular wonders. The
Foreword to this lavishly illustrated book containing
detailed annotations was authored by UNESCO
Director-General Irina Bokova. In her Foreword,
Bokova invites citizens of all countries to visit the
places inscribed on the World Heritage List as common treasures of humanity establishing ties between
the peoples of the whole world and as important
assets of mankind reminding us that we all live in the
same planet. The criteria for selection to the World
Heritage List are regularly revised to reflect the
evolution of the World Heritage concept itself. The
current set of basic criteria that each authentic site
has to comply with in order to be inscribed on the list
is described below:
For cultural heritage:
• To represent a masterpiece of human creative genius;
• to exhibit an important interchange of human
values, over a span of time or within a cultural area
of the world, on developments in architecture or
technology, monumental arts, town-planning or
landscape design;
• To bear a unique or at least exceptional testimony
to a cultural tradition or to a civilization which is
living or which has disappeared;
• to be an outstanding example of a type of building,
architectural or technological ensemble or landscape
which illustrates (a) significant stage(s) in human
history;
• to be an outstanding example of a traditional
human settlement, land-use, or sea-use which is
representative of a culture (or cultures), or human
interaction with the environment especially when it
has become vulnerable under the impact of irreversible change;
• to be directly or tangibly associated with events
or living traditions, with ideas, or with beliefs, with
artistic and literary works of outstanding universal
significance. (This criterion is considered as a factor
to be preferably used in conjunction with other
criteria);
For natural heritage:
• to contain superlative natural phenomena or areas
of exceptional natural beauty and aesthetic importance;
• to be outstanding examples representing major
stages of earth’s history, including the record of
life, significant on-going geological processes in the
development of landforms, or significant geomorphic
or physiographic features;
• to be outstanding examples representing significant
on-going ecological and biological processes in the
evolution and development of terrestrial, fresh water,
coastal and marine ecosystems and communities of
plants and animals;
• to contain the most important and significant
natural habitats for in-situ conservation of biological
diversity, including those containing threatened species of outstanding universal value from the point of
view of science or conservation.
The protection, management, authenticity and integrity of properties are also important considerations.
Since 1992 significant interactions between people
and the natural environment have been recognized as
cultural landscapes.
Director General Bokova emphasized in her Foreword to the above-mentioned book that, “Protecting
heritage lies at the heart of UNESCO’s mandate. It
is important for fostering a dialogue among cultures,
it is a foundation for reconciliation amongst peoples
and it contributes to the sustainable development of
societies. In a world of change, world heritage is a
reminder of all that unites humanity.”
BU AMBLEMİ
GÖRDÜĞÜNÜZ YER
BİR DÜNYA MİRASIDIR!
Dünya Miras Komitesi tarafından
korunan varlıklar, Dünya Miras Listesi
Amblemi ile gösteriliyor.
Bu amblem, Belçikalı sanatçı Michel Olyff
tarafından yapılmış ve 1978’den beri resmi
amblem olarak kullanılmakta.
Ortadaki kare insan yeteneklerinin ve
hayal gücünün sonuçlarını, onu çevreleyen
daire ise doğanın sunduklarını simgeliyor.
Amblemin yuvarlak oluşu, dünya mirasının küresel olarak korunmasını ifade
ediyor. Amblemin çevresinde İngilizce,
Fransızca ve İspanyolca “Dünya Mirasları” yazıyor. Bu amblemi görenler, bir
“Dünya Mirası”nı gördükleri için, bulundukları yere daha heyecanla bakıyorlar.
WHERE YOU SEE THIS
EMBLEM THERE IS
A WORLD HERITAGE!
The World Heritage emblem is used
to identify properties protected by
the World Heritage Convention and
inscribed on the official World Heritage
List. Designed by Belgian artist Michel
Olyff, it was adopted as the official
emblem of the World Heritage Convention in 1978.
While the central square symbolizes the
results of human skill and inspiration,
the circle celebrates the gifts of nature.
The emblem is round, like the world, a
symbol of global protection for the heritage of all humankind. It is surrounded
by English, French and Spanish inscriptions of the words: “World Heritage”.
The emblem informing people that they
are actually visiting a “World Heritage”
site certainly contributes to a greater
enthusiasm and interest of the visitors
of that given place.
53
TÜRKİYE’DEKİ DÜNYA MİRAS GEÇİCİ LİSTESİ
TURKEY’S TENTATIVE LIST OF WORLD HERITAGE
UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme
kapsamında taraf devletler, UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kaydedilmesi uygun olan varlıklara ilişkin envanterlerini (Geçici Liste) UNESCO
Dünya Miras Merkezi’ne iletmekle yükümlüler.
UNESCO Dünya Miras Merkezi’nce yayınlanan bu listede yer alan varlıklara ilişkin hazırlanan adaylık dosyaları Dünya Miras Komitesi’ne sunuluyor.
Geçici Listeler hazırlanırken varlıkların Dünya Miras Komitesi’nce belirlenen kriterleri ile mimari, tarihi, estetik ve kültürel, ekonomik, sosyal,
sembolik ve felsefi özellikleri dikkate alınıyor.
İlk kez 1994 yılında UNESCO Dünya Miras Merkezi’ne iletilen Türkiye Geçici Listesi 2000, 2009, 2011, 2012 ve 2013 yıllarında güncellendi. Listede
2 karma (kültürel/doğal) 1 doğal ve 38 kültürel olmak üzere toplam 41
adet varlık bulunuyor. Kaynak: www.kulturvarliklari.gov.tr
States Parties to the “Convention Concerning the Protection of the World
Cultural and Natural Heritage” are encouraged to submit to the World Heritage Centre their Tentative Lists of properties which they consider to be cultural
and/or natural heritage of outstanding universal value and therefore suitable
for inscription on the World Heritage List.
The application files of the properties included on the tentative lists published
by the UNESCO World Heritage Centre are then submitted to the World
Heritage Committee for evaluation. While drawing up the Tentative Lists, it is
necessary to take into consideration the criteria determined by the World Heritage Committee and the degree of compliance of the applicant properties with
these criteria in terms of their architectural, historic, aesthetic and cultural,
economic, social, symbolic and philosophical characteristics.
The Tentative List forwarded by Turkey for the first time in 1994 to the UNESCO World Heritage Centre has been updated in 2000, 2009, 2011, 2012 and
recently in 2013. The final list includes a total of 41 sites with 2 mixed (cultural
/ natural), 1 natural and 38 cultural assets. Source: www.kulturvarliklari.gov.tr
UNESCO LİSTESİNDE TÜRKİYE
TURKEY ON THE UNESCO LIST
Türkiye’de UNESCO tarafından Dünya Mirası seçilen 11 doğal/kültürel sit
alanı bulunuyor. Bunlardan 9’u kültürel, 2’si doğal sit alanı. Listede yer
alan 11 adet sit alanı şöyle:
In Turkey, there are 11 natural / cultural World Heritage conservation areas
selected by UNESCO. The 11 Properties inscribed on the World Heritage List
are as follows:
KÜLTÜREL SİT ALANLARI
CULTURAL SITES:
• İstanbul’un Tarihi Alanları, (1985)
• Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası (Sivas), (1985)
• Hattuşaş (Boğazköy)-Hitit Başkenti (Çorum), (1986)
• Nemrut Dağı (Adıyaman-Kahta), (1987)
• Xanthos-Letoon (Antalya-Muğla), (1988)
• Safranbolu Şehri (Karabük), (1994)
• Truva Antik Kenti (Çanakkale), (1998)
• Edirne Selimiye Camii ve Külliyesi (Edirne), (2011)
• Çatalhöyük Neolitik Kenti (Konya), (2012)
DOĞAL SİT ALANLARI
NATURAL SITES:
• Göreme Milli Parkı ve Kapadokya (Nevşehir), (1985(
• Pamukkale-Hierapolis (Denizli), (1988)
54
KÜLTÜREL SİT ALANLARI (geçici):
CULTURAL SITES:
• Efes (İzmir), (1994)
• Karain Mağarası (Antalya), (1994)
• Ahlat Eski Yerleşimi ve Mezar Taşları (Bitlis), (2000)
• Alahan Manastırı (Mersin), (2000)
• Alanya (Antalya), (2000)
• Bursa ve Cumalıkızık Erken Osmanlı Kentsel ve Kırsal Yerleşimleri (Bursa), (2000)
• Diyarbakır Kalesi ve Surları (Diyarbakır), (2000)
• Harran ve Şanlıurfa Yerleşimleri (Şanlıurfa), (2000)
• İshakpaşa Sarayı (Ağrı), (2000)
• Konya Selçuklu Başkenti (Konya), (2000)
• Mardin Kültürel Peyzaj Alanı (Mardin), (2000)
• Selçuklu Kervansarayları Denizli-Doğubayazıt Güzergâhı, (2000)
• St. Nicholas Kilisesi (Antalya), (2000)
• St. Paul Kilisesi, St. Paul Kuyusu ve Çevresi (Mersin), (2000)
• Sümela Manastırı (Trabzon), (2000)
• Afrodisias Antik Kenti (Aydın), (2009)
• Likya Uygarlığı Antik Kentleri (Antalya ve Muğla), (2009)
• Perge Antik Kenti (Antalya), (2009)
• Sagalassos Antik Kenti (Burdur), (2009)
• Göbeklitepe Arkeolojik Alanı (Şanlıurfa), (2011)
• Beyşehir, Eşrefoğlu Camii (Konya), (2011)
• St. Pierre Kilisesi (Hatay), (2011)
• Bergama (İzmir), (2011)
• Ani Tarihi Kenti (Kars), (2012)
• Aizanoi Antik Kenti (Kütahya), (2012)
• Beçin Ortaçağ Kenti (Muğla), (2012)
• Birgi Tarihi Kenti (İzmir), (2012)
• Gordion (Ankara), (2012)
• Hacı Bektaş Veli Külliyesi (Nevşehir), (2012)
• Hekatomnos Anıt Mezarı ve Kutsal Alanı (Muğla), (2012)
• Niğde’nin Tarihi Anıtları (Niğde), (2012)
• Mamure Kalesi (Mersin), (2012)
• Odunpazarı Tarihi Kent Merkezi (Eskişehir), (2012)
• Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi (Gaziantep), (2012)
• Zeugma Arkeolojik Siti (Gaziantep), (2012)
• Laodikeia Antik Kenti (Denizli), (2013)
• Sardes Antik Kenti ve Bintepeler Lidya Tümülüsleri (Manisa), (2013)
• Ceneviz Ticaret Yolu’nda Akdeniz’den Karadeniz’e kadar Kale ve Surlu Yerleşimleri, (2013)
DOĞAL SİT ALANLARI (geçici):
NATURAL SITES:
• Güllük Dağı-Termessos Milli Parkı (Antalya), (2000)
• Kekova (Antalya), (2000)
KARMA ALANLAR (geçici):
MIXED SITES:
• Tuz Gölü Özel Çevre Koruma Alanı, (2013)
Bölgelerde Avrupa ve Kuzey Amerika önde
DÜNYA BİRİNCİSİ İTALYA
DÜNYA SIRALAMASI
WORLD RANKINGS
1.
2.
3. 4.
5. 6. 7. 8. 9.
10. İtalya
Çin
İspanya
Fransa
Almanya
Meksika
Hindistan
Birleşik Krallık ve
Kuzey İrlanda
Rusya
ABD
Kaynak: http://whc.unesco.org
BÖLGE
Region
Dünya haritasında Unesco’nun Dünya Miras Listesi’ne dahil ettiği alanların yaklaşık dağılımı görülüyor.
The approximate distribution of the properties included in UNESCO’s World Heritage List is seen on the world map.
UNESCO verilerine göre Dünya Mirası Ülkeler
Listesi’nde 49 alan ile İtalya birinci durumda.
Çin ve İspanya ise hemen peşinden geliyorlar. İlk on sırayı sırasıyla Fransa, Almanya,
Meksika, Hindistan, Birleşik Krallık ve İrlanda, Rusya ve ABD tamamlıyor.
Dünya haritasına bölgesel olarak bakıldığında ise en yoğun yer Avrupa ve Kuzey Amerika.
Ardından Asya ve Pasifik ile Latin Amerika ve
Karayipler geliyor.
Rakamlar her yıl listeye yeni adayların girmesiyle değişiyor ve büyüyor.
49
45
44
38
38
32
30
28
25
21
Korunan Alan Sayısı
Number of protected areas
Avrupa ve Kuzey Amerika
Asya ve Pasifik
Latin Amerika ve Karayipler
Afrika
Arap Ülkeleri
Kaynak/Sources: http://whc.unesco.org
469
221
129
88
74
Leading among regions are Europe and North America
WORLD CHAMPION IS ITALY
Italy comes first with 49 properties on the UNESCO World Heritage List, immediately followed
by China and Spain. France, Germany, Mexico, India, the United Kingdom, Russia and the United
States complete the list of the top ten.
If we look at the World Heritage map, we see that the busiest regions are Europe and North America;
followed by Asia and the Pacific and, Latin America and the Caribbean.
Figures are changing and growing every year with the inscription of new properties on the list.
UNESCO listesinde yer alan Türkiye’deki sit alanlarından bazıları Safranbolu (sol üst), Çatalhöyük (sol alt)
Xanthos (solda), Göreme (ortada) ve Selimiye Camii (sağda).
Some of Turkey’s properties inscribed of the UNESCO World Heritage List: Safranbolu (above left), Çatalhöyük
(below left) Xanthos (left), Göreme (centre) and Selimiye Mosque (right).
55
Bugün içlerinde Türkiye’nin de bulunduğu 157 ülkeden 962 sit
alanı UNESCO’nun koruması altında. UNESCO’nun “Dünya Mirası
Olağanüstü Yerlerin Çok Satan Rehberi” adıyla yayımladığı kitapta
bu listenin tamamı , gerekçeleri ve fotoğraflarıyla yer alıyor. İşte
kitaptan sizler için seçtiklerimiz:
Today, 962 properties from 157 countries including Turkey are under
the protection of UNESCO. The book published by UNESCO under
the title: “The World’s Heritage: The Bestselling Guide to the Most
Extraordinary Places” offers the complete list of these heritage sites,
with their photos and selection criteria. You will find on this page a
selection that we handpicked for you:
NEMRUT DAĞI, TÜRKİYE
Kriter: Yaratıcı insan dehası, kültürel geleneğe tanıklık, insanlık
tarihindeki önemi.
Adıyaman’ın Kahta ilçesi sınırları içinde yer alır. Kommagene Kralı Antiochus Theos, MÖ 62 yılında bu dağın tepesine, pek çok Yunan ve Pers
tanrısının heykelinin yanı sıra kendi mezar-tapınağını da yaptırmıştır.
Mezarda, bir kartalın başı gibi, tanrıların taş oymaları bulunur.
MOUNT NEMRUT, TURKEY
Criteria: human creative genius, testimony to cultural traditions, importance in the history of mankind.
Located within the boundaries of the Kâhta District of Adıyaman Province in
south-eastern Turkey, crowning one of the highest peaks of the Eastern Taurus
mountain range, Nemrut Dağ is the Hierotheseion (temple-tomb and house
of the gods) built by King Antiochos Theos of Commagene (69-34 B.C.) as a
monument to himself. The monument comprises statues of Greek and Persian
deities flanked by guardian lion and eagle statues. It is one of the most ambitious
constructions of the Hellenistic period. The syncretism of its pantheon and the
lineage of its kings, which can be traced back through two sets of legends, Greek
and Persian, is evidence of the dual origin of this kingdom’s culture.
YUKARI ORTA REN VADİSİ, ALMANYA
KATMANDU VADİSİ, NEPAL
Kriter: Değer alışverişi.
Almanya’nın Orta Ren Vadisi olarak bilinen 65 kilometrelik bölümü
kaleleri, tarihi kasabaları ve bağlarıyla benzersiz bir örnek sunar. İnsanın
böylesine olağanüstü ve farklı bir doğal ortamla kurabileceği ilişkiye, tarihsel açıdan da tanıklık eder. Vadi, tarih ve efsanelerle iç içedir ve yüzyıllar
boyunca yazarları, sanatçıları ve bestecileri güçlü bir biçimde etkilemiştir.
Kriter: Kültürel geleneğe tanıklık.
Dünyaca ünlü Katmandu Vadisi dünyada eşi benzeri olmayan bir anıtlar
topluluğuna sahiptir. Vadi, Nepal’in tepelik bölgesinin ana yerleşim
merkezi ve Himalaya’nın kültür merkezidir. Katmandu, benzersiz mimari
mirası, sarayları, tapınakları ve avluları ile her yıl milyonlarca turisti
kendine çeker.
THE UPPER MIDDLE RHINE VALLEY, GERMANY
Criteria: exhibit an important interchange of human values, over a
span of time or within a cultural area of the world;
The 65km-stretch of the Middle Rhine Valley, with its castles, historic towns
and vineyards, graphically illustrates the long history of human involvement
with a dramatic and varied natural landscape. It is intimately associated
with history and legend and for centuries has exercised a powerful influence
on writers, artists and composers.
56
KATHMANDU VALLEY, NEPAL
Criteria: exceptional testimony to a traditional civilization.
Kathmandu Valley is world renowned for its extraordinary collection of
monuments. The Valley is the main settlement area of Nepal’s mountainous region and the cultural centre of the Himalayas. Kathmandu with its
unique architectural heritage, palaces, temples and courtyards attracts
millions of tourists every year.
CITY OF VERONA,
ITALY
VERONA KENTİ,
İTALYA
Criteria: important interchange of
human values; monumental arts,
town-planning or landscape design;
The historic city of Verona was
founded in the 1st century B.C. It
particularly flourished under the rule of
the Scaliger family in the 13th and 14th
centuries and as part of the Republic of
Venice from the 15th to 18th centuries.
Verona has preserved a remarkable
number of monuments from antiquity,
the medieval and Renaissance periods.
Verona’s Duomo Cathedral attracts
significant numbers of tourists.
Kriter: Değer alışverişi.
Tarihi Verona kenti, MÖ 1.
yüzyılda kuruldu. 13. ve 14.
yüzyıllarda Scaliger ailesinin
yönetimi altında ve 15. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar da Venedik Cumhuriyeti’nin bir parçası
olarak gelişti. Verona’da
İlkçağ’a, Ortaçağ’a ve Rönesans Dönemi’ne ait önemli ölçüde anıt korunmuştur. Kentteki
Duomo Katedrali önemli sayıda
turisti kendine çeker.
TAC MAHAL,
HİNDİSTAN
Kriter: Yaratıcı insan dehası
Hindistan’daki İslam mimarisinin en güzel örneklerindendir. 1631 ile 1648 yılları
arasında Agra’da Babür İmparatoru
Şah Cihan’ın emriyle, ölen eşi Mümtaz
Mahal anısına yaptırılmıştır. Yamuna
Irmağı’nın kıyısında, muazzam bir
bahçe içindedir. Mimari kesinlik, beyaz
mermer arabesk süslemeler, dekoratif
bantlar ve hat sanatıyla yazılmış kitabelerle dengelenir.
TAJ MAHAL, INDIA
Criteria: human creative genius,
testimony to a culture.
An immense mausoleum of white marble, built in Agra between 1631 and 1648
by order of the Mughal emperor Shah
Jahan in memory of his favourite wife,
Mumtaz Mahal, the Taj Mahal is the
jewel of Muslim art in India and one of
the universally admired masterpieces of
the world’s heritage. It is located on the
banks of river Yamuna in an immense
garden. The perfectly proportioned
symmetrical architectural composition
is counterbalanced by white marble
arabesque ornaments, decorative strips
and calligraphic inscriptions.
SMOKY DAĞLARI ULUSAL PARKI, ABD
Kriter: Doğal olaylar ve güzellikler
Büyük Smoky Dağları Ulusal Parkı, ABD’nin doğusunda bulunan en
önemli doğal alandır ve sert odunlu ağaçlardan oluşan ılıman orman
örneği olarak dünya çapında ün kazanmıştır. Ulusal Park’ta 3500’den
fazla bitki türü bulunur. Park, dört yerli kültürün kalıntılarını barındırır:
Mississippi kültürü, Woodland kültürü, Arkaik kültür ve eski Yerli kültürü.
GREAT SMOKY MOUNTAINS NATIONAL
PARK, UNITED STATES
Criteria: natural phenomena and beauty
Great Smoky Mountains National Park is the most important natural area
located in the eastern United States and is of world importance as an example of temperate deciduous hardwood forest. The National Park has over
3,500 species of plants. The park contains evidence of four pre-Columbian
indigenous cultures: Mississippian, Woodland, Archaic and palaeo-Indian.
STONEHENGE,
BİRLEŞİK KRALLIK
STONEHENGE, UNITED KINGDOM
Kriter: Yaratıcı insanlık
dehası, değer alışverişi, kültürel
geleneğe tanıklık.
Stonehenge, Avebury ve Bağlı Sit
Alanları dünyanın ünlü megalit
grupları arasındadır. Neolitik
Çağ’da yaratıcı insan dehasının
bir şaheserini temsil ederler. 30
km. kuzeyde yer alan Avebury,
Stonehenge’e göre daha az tanınır.
Bu yapıların nasıl inşa edildiği
hâlâ tam olarak bilinmemektedir.
Criteria: Creative genius of humanity, important
interchange of human values, testimony to cultural
tradition;
Stonehenge and Avebury, in Wiltshire, are among the
most famous groups of megaliths in the world. They
represent a masterpiece of human creative genius in the
Neolithic Age. The two sanctuaries consist of circles of
menhirs arranged in a pattern whose astronomical significance is still being explored. These holy places and the
nearby Neolithic sites are an incomparable testimony to
prehistoric times. It is still not known how exactly these
structures were built.
57
Fırtınalı havaların,
güneşin, denizin,
en çok da “değişim”in
yorumcusu
TURNER
SANAT
Art
19. yy ingiliz sanat dünyasını etkisi altına
almış. 20. yy’da resim akımlarının yeniden
tanımlanmasına yol açmış, 21. yy’da hala ilgi
çeken ressam: j.m.w. turner.
58
 Wikipedia & Shutterstock
ondra’da 1775 yılında doğan yetenekli çocuk
Joseph Mallord William Turner, 14 yaşında Kraliyet Sanat Akademisi’ne kabul edilmiş. Akademi
sergilerinde 1790’dan 1796’ya kadar gravür ve sulu
boyaları görülürken, 1796’da, ilk yağlıboya tablosu; “Deniz ve Balıkçı”
sergilenmiş. 26 yaşında en genç Kraliyet Akademisyeni seçilen Turner,
Akademi’de perspektif dersleri de vermiş. Bu arada gerek İngiltere’de
gerek Avrupa’da coğrafya ve kültürleri, Rönesans ustalarını incelemiş.
Doğayı ve toplumu çok iyi gözlemlemiş, önemli toplumsal olaylara ve
buharlı gemiler, trenler, demiryolu köprüleri gibi endüstriyel yeniliklere kayıtsız kalmayıp resimleriyle onları da yorumlamış. Karayipler’de
batan köle dolu bir geminin Turner’ın “Köleler” tablosundaki yorumu,
bunların en etkileyicilerinden sadece bir tanesi!
Bütün zamanların ressamı
Resimlerinde daha çok fırtına, sis, güneşin doğuşu ve batışına ve
renklerine yer veren Turner, 1804’de kendi galerisini açmış. O yıl
Claude Lorrain’in “Gerçeklik Kitabı”ndan ilham alarak 100 levhalık
gravür derlemesi “Liber Studiorum”u yayınlayan, 19. yy sanatında
yeni ve farklı bir tarzın öncülüğünü yapan, eserleri ile manzara resmi
anlayışını değiştiren Turner, doğadan aldığı izlenimi olabildiğince
gerçekçi bir biçimde yansıtma telâşına ise hiç düşmemiş. Eski ustalardan gelen klâsik resim tekniklerini (Old Masters) bir yana bırakan
Turner’ın keşfi olan teknikler, bugün bile çağının ötesinde buluşlar
olarak nitelendiriliyor. Şimdi bu teknikler hakkında “müzecilerin
TURNER
Interpreter of stormy weathers, the sun,
the sea and mostly the “change”...
The painter who influenced the English world of art in 19th century,
who paved the way for redefining painting trends in 20th century and
who still draws attention in 21th century: J. M. Turner.
Tuner’ın otoportresi (sol sayfa), Köleler (üstte) ve Calais Rıhtımı adlı tabloları
(altta).
Self-portrait of Turner (left page), Slaves (above) and Calais Docks paintings
(below).
59
dikkat etmesi gerekenler” başta olmak üzere çeşitli kitaplar yazılıyor.
Karışım oranları son derece hassas ve ısıdan etkilenen malzemeler
kullandığı için, tabloların tozdan arındırılması, kanvas onarımı gibi
sıradan işlerin, sıra Turner resimlerine geldiğinde çok riskli işlemler
haline geldiğini söyleniyor.
Son eserlerine gösterilen tepki
Turner’in son yıllarında yaptığı resimler ise hiç rağbet görmediği gibi,
en yakın takipçilerinden bile çok olumsuz eleştiriler almış. O yıllarda
“ihtiyar bir bunağın titrek eliyle üstün körü yaptığı boyamalar” gözüyle
bakılan bu resimlerin bazıları ölümünden sonra sergilendiğinde,
yakın dostu John Ruskin, “Turner’ın dehasının taçlandırıldığı 183545 arasında yaptıklarına kıyasla ciddi düşüş kaydeden son beş yıl
resimleri ciddiye alınmamalıdır” demiş. Dönemin etkili sanat dergisi
Athenaeum, “Turner, bu resimlerin doğru asılabilmesi için bir halka
takarak üst kısmını göstermeliymiş” diye ironik yorumlar yapmış. Elindeki “Turner Bağışı” resimlerini sınıflandırmaya çalışan Ulusal Galeri
uzmanları da birçoğunu “şüpheliler” diye bir kenara ayırmış. Viktoryen
sanat çevrelerinde ise, Turner’ın hayatı boyunca “büyük gemilerine büyük yollar aldıran” rüzgârın, en sonunda “tekneyi kayalıklara
oturttuğu”na kadar varan ağır eleştirilerin ardı kesilmemiş...
Northumberland Kıyılarında Yağmacılar (üst sol), Enkaz (üst sağ), Ovid’in Roma’dan
Sürgünü (orta sol), Ivy Köprüsü (orta sağ), Fırtınada Gemiler (alt sol) ve Yağmur,
Buhar ve Hız (sağ sayfa).
Plunderers at Northumberland Shores (above left), Shipwreck(above right), Ovid’s
Exile from Rome (mid left), Ivy Bridge (mid right), Ships under Storm (below left)
and Rain, Steam and Speed (right page).
60
Son eserlerin değişen kaderi
1800’lü yılların son çeyreğindeki bu olumsuz tırmanış, 1900’lü yılların
başında durulmuş ve tam tersi bir seyir izlemeye başlamış. Çağdaş
yorumcular Turner’ın son eserlerinin esasen “en iyi resimleri” olduğundan dem vurmaya başlamışlar. 1906’da Tate Galeri hem son 5
yılın eserlerini hem de bazı “bitmemiş” resim ve eskizlerini bir arada
sergilediğinde, onların “İzlenimcilik” akımına esin kaynağı olduğu
söylenerek, Turner yeniden gündeme gelmiş. Eleştirmen Lewis Hind’e
göre, Turner’ın 60’ından sonra başlayıp 70’lerinin sonuna kadar yaptığı eserler, özellikle “bitmemiş” olanlar, “bütün sanat yaşamı boyunca
anlatmak istediklerine ışık tutan” eserler olup başka hiçbiriyle kıyaslanmaması gerekiyor!
Turner Romantizm’in temsilcilerinden biri olmasına rağmen, son
dönem resimleriyle, öldükten sonra İzlenimci resmin de öncüsü ilân
edilmiş. Tate Galeri de ona ayırdığı salona, İzlenimciler salonuyla
bağlantılı yeni bir kanat ekleyip, bu eserleri oraya taşımış.
Turner’ın iade-i itibarı burada bitmiyor. 1966’da New York Modern
Sanat Müzesi, “Turner: Hayâl Gücü ve Gerçeklik” başlıklı bir sergi
açıp, Turner’ın son dönem ve bitmemiş eserlerini modern çerçeveler içinde, modern bir dekorda sergiliyor. Nedeni Turner’ın yalnız
“İzlenimciler”in değil, “Soyut” resmin de öncüsü olduğunu görmeleri.
Turner’ın bitmemiş sanılan resimlerinin aslında bilerek yapılmış soyutlamalar olduğu, New York’dan Avrupa’ya doğru yankılanıyor.
Özel yaşamı
Turner’ın babası Devonlu bir berber ve peruk yapımcısı, annesi de
Londralı bir kasap ve dükkan sahibinin kızı. Tek kızkardeşi 5 yaşında
ölmüş. Daha öğrenciyken resim yeteneği evde farkedilen Turner’ın
yaptığı bazı resimleri babası berber dükkanına asarmış. İngiliz aristokrasisinin öğrencilik yıllarından başlayarak, daha küçük yaştayken
bile sipariş vermeye başladığı Turner, resimden çok iyi para kazanmış, kazancını akıllı yatırımlarla çoğaltmış. “Londralı” kimliğini hep
Joseph Mallord William Turner, the talented boy who was born in London in 1775 was accepted by the Royal Academy of Arts at the age of
14. While his engravings and water paints were seen in the exhibitions
of the Academy from 1790 to 1796, his first oil paint, “The Fishermen at
Sea” was displayed in 1796. Turner, who was selected as the youngest
Royal Academician at the age of 26 also gave lectures on perspective
in the Academy. Meanwhile he studied geography and cultures of both
England and Europe and the masters of the Renaissance. He carefully inspected the nature and the society; he could not stay away from
important social events and interpreted in his paintings the industrial
novelties such as steam boats, trains and railroad bridges. In his painting “The Slaves”, Turner’s interpretation of a ship full of slaves that sunk
in the Caribbean is just one of his most impressive paintings!
A Painter of all times
Turner who mostly preferred to display storm, fog, rising and setting
sun in his paintings opened his gallery in 1804. That year, inspired by
the “Reality Book” of Claude Lorrain, he published “Liber Studiorum”,
an engraving compilation of 100 plates, pioneering a new and different
style in art in 19th century and changing the panoramic painting conception, Turner never felt the hustle to reflect the impression he got from
nature in the maximum realistic manner. Leaving aside the classical
painting techniques of the Old Masters, the techniques discovered by
Turner are qualified, even today, as inventions beyond our era. Now,
various books on these techniques, especially “those that the curators
have to pay attention” are been published. As material with extremely
accurate mixture ratios and sensitive to heat are used, ordinary proce61
TURNER BAĞIŞI
Turner, İngiltere’ye çok önemli bir miras da bırakmış: Turner Bağışı! (Turner Bequest) 1851’de
ölen ressamın vasiyetnamesine göre bitmiş bütün tablolarını ve bir kısım malvarlığını kapsayan
bu bağışa akrabaları itiraz etmişler. Vasiyetnamenin Turner’ın akli rahatsızlıkları sırasında
yazıldığını ileri sürerek, bağışın kapsamını daraltmaya çalışmışlar. İngiliz hükümeti ile aralarında uzun süren ciddi tartışmalar yapılmış. 1856’da anlaşmaya varılmış. Malvarlığı akrabalar
arasında paylaşılmış, elinden çıkmış tüm resimler de Ulusal Galeri’ye verilmiş. 1909’da A.J.
Finberg, bu bağışa dahil olan tüm parçaların ayrıntılı bir envanterini yapmış (A Complete Inventory of the Drawings of the Turner Bequest). Sonradan Tate Galeri’nin Ulusal Galeri’den
devraldığı Turner Bağışı, şimdi özel bir proje olarak her yıl verilen ödüller, yeni bağış ve satın
almalarla geliştiriliyor. Envanter projesi ise Tate Galeri’nin sonradan edindiklerini de kapsayacak biçimde ve “J.M.W. Turner: Eskiz Defterleri, Desenler ve Suluboyalar” başlığı altında
genişletilmiş, hâlâ üzerinde çalışılıyor.
Kaynak: tate.org.uk/art/research-publications/
korumakla birlikte doğu Londralılara has
(cockney) aksanlı İngilizcesine, kılık kıyafetine
hiç “sosyal cila” atmamış. Çok seyahat eden
Turner hiç evlenmemiş. Seyahatleri sırasında
birkaç kez kolera salgınından etkilendiyse de
iyileşmeyi başarmış. Bir süre tanınmış bir
müzisyenin eski eşi Sarah Danby ile birlikte
yaşamış, sonra ayrılmışlar. Son yıllarını ruhsal rahatsızlıklarla inişli çıkışlı geçiren büyük
ressam 76 yaşında öldüğünde de yanında
o varmış. Son cümlesinin “Güneş tanrıdır”
olduğu rivayet edilen Turner, vasiyeti üzerine
St. Paul Katedrali’ne gömülmüş. Turner’ın
hayatını canlandıran, 2014 yılı içinde vizyona
girmesi beklenen, yönetmen Mike Leigh’in
çektiği film ise merakla bekleniyor...
TURNER BEQUEST
Turner has left a very important heritage to England: Turner Bequest! His relatives objected to
the will of the painter who died in 1851, that covered all his completed paintings and a part of
his assets. They tried to lessen the coverage of the will by stating out that it was written during
the painter’s mental disorders. Serious discussions were run between the relatives and the English
government. They came to terms in 1856. All his assets were shared among his relatives and all his
works were given to the National Gallery. In 1909 A.J. Finberg prepared a detailed inventory of
all the pieces included in this deal. (A Complete Inventory of the Drawings of the Turner Bequest). The Turner Bequest that was later taken over by Tate gallery from the National Gallery
is continuously developed with regular annual awards under a special project, new donations and
purchases. And the inventory project is enlarged so as to include those obtained by Tate Gallery,
under the title “J.M.W. Turner:
Sketch Books, Designs and
Waterpaints” and studies on
this issue are still in progress.
Source: tate.org.uk/art/
research-publications/
1790’da Royal Akademi’de
sergilenen ilk eseri,
Başpiskopos’un Sarayı, suluboya
(üstte), Brougham Kalesi adlı
desen çalışması, 1809 (solda).
His first work displayed at the
Royal Academy in 1790, The
Palace of the Archbishop, water
paint (above), design work named
Brougham Castle, 1809 (left).
62
(Kaynak: Tate Gallery- “J.M.W. Turner: Sketchbooks,
Drawings and Watercolours”,
David Blayney Brown, http://goo.gl/GcOAMa)
Modern Roma (en üst), Raby Kalesi (üst orta) ve
Balıkçılar adlı tablosundan detay (altta).
Modern Rome (far top), Raby Castle (above mid) and
detail from his painting named the Fishermen (below).
dures such as dedusting and canvas repairs turn into very risky procedures when Turner’s paintings are in question.
Reaction shown to his last works
The paintings of Turner he made during his last years were not sought
after and were criticized heavily even by his closest followers. When
some of the paintings that were regarded as, “rough sketches painted by
shaky hands of an old senile” were exhibited in the years after his death,
his close friend John Ruskin stated that, “Turner’s paintings that he
made during his last five years should not be taken into account as they
remarkably reflect critical downfall as compared with his masterpieces
he made between 1835-45.
Athenaeum, en effective art magazine of the period, made ironic interpretations such as, “in order to hang them upright, Turner should have
shown the upper part of the painting by placing a ring at the top of the
frame. The National Gallery experts had to put aside the major number
of paintings among “Turner’s Donations” as “doubtful” during classification. The Victorian art groups kept on with their heavy criticisms that
even reached to aground Turner’s ships by the wind that once “helped
his great vessels sail along throughout his life”...
The destiny change in final works
This negative ascent in the last quarter of the 1800’s slowed down at the
beginning of 1900’s and started to follow a reverse line. Contemporary
critics started to mention that the last paintings of Turner are in fact
“his best paintings”. When Tate Gallery displayed his paintings of his
last five years together with his “unfinished” works and sketches in 1906,
Turner once again was brought to the agenda with the statement that
he was the inspiration source of “impressionism”. As for the critic Lewis
Hind, all the works of Turner that were created after his sixty until the
end of his eighties, especially those “unfinished” ones “enlighten everything he meant to refer to all throughout his artistic life” and should not
be compared to any other work!
Although Turner was one of the representatives of Romanticism, with
his last paintings he was proclaimed as the pioneer of impressionism.
And Tate Gallery added a new wing to the “Impressionists” hall and
moved these works to this new hall.
Turner’s restoration of honour does not end here, in 1966 The New York
Modern Arts Museum opened up an exhibition under the title, “Turner:
Imagination and Realism” and displayed the works of his last period
and the unfinished ones in modern frames and in a modern ambience.
The aim was to point out the fact that Turner was not only the pioneer
of “Impressionists” but also of “Abstract” painting. The case that those
paintings of Turner, which have been labelled as unfinished, are in fact
deliberate abstractions echoing from New York towards Europe.
His private life
Turner’s father was a barber and wigmaker from Devon, and his mother
was a daughter of a butcher and shop owner from London. His only
sister died when she was 5. His ability to draw was recognised at home
while he was still in school and his father hung some of them on the
walls of his barber shop. The English aristocracy started to order paintings from Turner as from his student years and he made very good
amount of money which he raised in clever investments. Although he
always preserved his “Londoner” identity he neither polished his cockney accent, special to east Londoners, nor his apparel.
Turner who travelled a lot never got married. He succeeded to survive
a few cholera infections he ran into during his travels. For a period he
lived together with an ex-wife of a famous musician, Sarah Danby, then
they broke apart. The great painter passed his final years in spiritual discomforts and she was with him when he passed away at the age of 76.
Turner, whose last words were said to be, “Sun is the God” was buried at
St. Paul Cathedral as per his will. The movie of Turner’s life, directed by
Mike Leigh is impatiently awaited and expected to come into theatres
in 2014...
(Source: Tate Gallery- “J.M.W. Turner: Sketchbooks, Drawings and Watercolours”,
David Blayney Brown, http://goo.gl/GcOAMa)
SAVAŞAN TEMERAIRE
“Temeraire”, Amiral Nelson’un 1805 Trafalgar Savaşı’nda çok önemli rol oynadığından “Savaşan Temeraire” adıyla anılan bir buharlı savaş gemisi. Gemi 1838’e kadar hizmet vermiş sonra sökülmüş. Turner,
Temeraire’i, Thames üzerinde, tam da söküme götürülürken görmüş.
Eskiz defterindeki izlenimlerini tuvale döktüğü bu tablo, Britanya’nın
donanma gücünün çöküşünü simgeliyor. Güneş, eski savaş gemisine
paralel olarak gözalıcı renklerle yerleştirilmiş. Yeni buharlı romorkör ise küçük ve daha sıradan. Yeni ayın ışıkları gemiyi aydınlatıp
ona bir hayalet gemi özelliği kazandırırken, bacasından çıkan yanıcı
gazlar, gökyüzünün ateşli renklerine karışıyor. 1877’de geminin
arması, güneşin batış yönü, gemi direğinin buhar bacasının arkasında olması gibi biçimsel özellikler nedeniyle Turner’a yoğun eleştiri
yapılmış. Oysa Turner’ın asıl anlatmak istediği, kaybetme duygusunu
çağrıştırmak. Resim, 1939’da Kraliyet Akademisi’nde sergilenirken
katalogda şu satırlar da yer almış: “Savaşa ve fırtınalara göğüs geren
bayrak, artık geminin sahibi değil!”
Kaynak: Ulusal Galeri, http://goo.gl/SLrq5
FIGHTING TEMERAIRE
“Temeraire” is a war steamship of Admiral Nelson that played a very
important role during the Trafalgar War in 1805 and referred to as the
“Fighting Temeraire”. It was in service until 1838 and then dismantled.
Turner saw Temeraire on Thames on its way to dismantling. This painting that he transferred his impressions onto the canvas symbolises the
fall of the powerful British Navy. The sun has been placed parallel to
the ship, in eye-catching colours. The new steam towboat is rather small
and more ordinary. The lights of the new moon is lightening the ship and
giving it a ghost ship look. The flammable gas leaving the chimney mixes
with the fervent colours of the sky.
Intensive criticism was directed to
Turner due to formal features such
as the rigging in 1877, the direction
of the sun set and the mast being
placed behind the steam chimney.
In fact Turner had the intension
to remind the sense of losing.
While the painting was in display
at the Royal Academy in 1939 the
following lines were written in the
catalogue: “The flag that stood
against war and storms does no
longer own the ship!”
Source:
National gallery, http://goo.gl/SLrq5
63
UZAK KOMŞUNUN YAKIN ANILARI
SAKIP SABANCI MÜZESİ’NDE
 SÜ Sakıp Sabancı Müzesi Arşivi
TÜRKİYE-POLONYA İLİŞKİLERİNİN 600. YILI
SERGİ
Exhibition
64
“Distant Neighbours,
Close Memories: 600 Years of
Turkish-Polish Relations”
at Sakıp Sabancı Museum
Sultan IV. Mehmet ile Kral Jan Kazimierz
anonim gravürcü, yayımcı: Hugo Allard
Amsterdam, 1667 (üstte),
filigranlı el yapımı kağıt üzerine bakır oyma baskı
Czartoryski Prensleri Vakfı.
İki hükümdarın at üstündeki portresi, yenilenen barış
antlaşmasının anısına yapılmış olmalı.
Sultan Mehmed IV and King Jan Kazimierz
unidentified engraver, Published by Hugo Allard
Amsterdam, 1667 (above),
copperplate engraving on laid paper with watermark
Princes Czartoryski Foundation
The equestrian portrait of the two monarchs was
probably executed to mark the renewed former
alliance.
.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi, “Uzak Komşu Yakın Anılar: Türkiye-Polonya İlişkilerinin 600 Yılı” başlıklı bir
sergiye ev sahipliği yapıyor. 15 Haziran 2014’e kadar
sürecek olan sergide; Polonya’nın müze, kütüphane, arşiv, manastır ve
kilise koleksiyonlarından eserler yer alıyor. Türkiye koleksiyonundaki
348 eser ise Topkapı Sarayı,
Türk ve İslam Eserleri, Sadberk Hanım ve Sakıp Sabancı
müzelerinden seçilmiş. Pek
çok yan etkinliği de kapsayan
sergi, Sakıp Sabancı Müzesi
ve Polonya Kültür ve Milli
Miras Bakanlığı’nın mali ve
kurumsal işbirliği ile hazırlanmış. Serginin ana sponsoru
Turgut İlaçları A.Ş., destekçi
Gülermak A.Ş, konaklama
sponsoru The Grand Tarabya,
eğitim sponsoru ise West
İstanbul Marina. İşbirliği yapılan Polonya kurumları arasında; Varşova Ulusal Müzesi,
Krakov Ulusal Müzesi, Wawel
Kraliyet Şatosu, Polonya Askeri Müzesi, Jagellon Üniversite Müzesi, Lancut Şatosu
Müzesi, Varşova Eski Belgeler
Arşivi, Varşova Başpiskoposluk Müzesi ve Varşova Ulusal
Kütüphanesi de bulunuyor.
Tarihte Osmanlı-Polonya İlişkileri
Sergi, Osmanlı İmparatorluğu’nun Polonya ile ilişkilerinin başlangıcını,
tarihçi Jan Dlugosz’un “Vakayiname”sinde (kronolojik tarih) yazdıklarına
dayandırıyor. Polonya Kralı Ladislaus Jagiello’nun 1414’te gönderdiği
iki elçiyi, Sultan I. Mehmet’e (Çelebi) Edirne’de iyi karşılıyor. İlk resmi
barış anlaşması ise 1489’da Sultan II. Bayezit ile Kral Kazimiersz arasında imzalanıyor. Karşılıklı ticaretin çok önem taşıdığı bu dönemde,
iki başkent ön planda: Bursa ve Krakov. Bursa’da üretilen ve Polonya’ya
ihraç edilen kumaşlar soyluların giyiminde, dini tören kıyafetlerinde
kullanılır; halı ve diğer dokuma ürünleri, saray ve kiliselerde prestijli bir
dekoratif malzeme olarak kabul görürmüş. Bu dönem, Kral Ladislaus
Jagiello ile Sultan I. Mehmed’in portreleri, Bursa ve Krakow manzaraları, siyasi ve diplomatik belgeler, ticaret anlaşmaları, elyazmaları,
kumaş ve İznik çini örnekleri, iki ülkenin hükümdarlarının ve ailelerinin
portreleri, kişisel eşyaları, tarihi olaylara sahne olan mekân ve şehirler,
belge ve gravürler aracılığıyla canlandırılıyor.
16 ve 17. yüzyıllar...
Küçük sınır çatışmaları dışında barış içinde geçen, sorunların diplomatik çabalarla çözüldüğü 15 ve 16. yy’ın ardından; 17. yy’da Avrupa siyasetinde değişen güç dengeleri ve ittifaklar, Osmanlı İmparatorluğu ile
Polonya Krallığını karşı karşıya getiriyor. En dramatik aşama ise 1683,
II. Viyana Kuşatması! Osmanlı sultanları, vezir-i azamlar, saraylı ağalar
ve hanım sultanların portreleri; Sultan Ahmet ve Valide Sultan külliyeleri gibi eserlerin inşa hikâyeleri, Krakov ve Varşova’daki siyasi ve sosyal
ortam, kişisel eşya, kıyafet, mektup, kitap, gravür ve tablolara yansıyan
şehir ve bina görüntüleri ile sunulan, İstanbul ve Varşova’nın 17. yy’daki
politik, kültürel ve sanatsal ortamı çok ilgi çekici.
II. Viyana Kuşatması ve sonrası...
Serginin en zengin malzeme sunan bölümü II. Viyana Kuşatması ve o
Fransa elçisi
Kont de
Vergennes’in
Sadrazamın
huzuruna kabulü
(solda). Anonim,
Fransa, 18. yüzyıl.
Antoine de Favray’den, tuval
üzerine yağlıboya.
Hotin madalyası: Eques Lucecenti,
1674, gümüş. Ulusal Müze,
Kraków. Polonyalılar’ın 1673’te
Hotin’de bir Osmanlı sancağı
ele geçirmelerinin anısına Papa
X. Clemens’e sunulmuş. Önde
Papa’nın büstü, arkada sancağın
getirilişi resmedilmiş.
Audience of the French
ambassador Count de Vergennes
with the Grand Vizier (left).
Unknown painter, France, 18th
century. Copy of a painting by
Antoine de Favray (1706-1781),
oil on canvas.
Medal commemorating Chocim:
Eques Lucecenti, 1674, Silver.
National Museum, Kraków.
Presented to Pope Clemens X in
commemoration of the Ottoman
banner taken by the Poles at
Chocim in 1673. On the obverse a
bust of the pope, on the reverse
the presentation of the banner.
Sabancı University’s Sakıp Sabancı Museum is hosting an exhibition
entitled “Distant Neighbours, Close Memories: 600 Years of TurkishPolish Relations” in commemoration of the 600th Anniversary of relations
between Turkey and Poland.
The exhibition which will run until 15 June 2014 includes exhibits loaned
from the collections of museums, archives, libraries, monasteries and
churches in Poland, together with objects from Topkapı Palace Museum, the Museum of Turkish and Islamic Art, Sadberk Hanım Museum
and Sakıp Sabancı Museum in Turkey, making a total of 348 exhibits.
The exhibition has been organized with the financial and institutional
support of the Sakıp Sabancı Museum and the Ministry of Culture and
National Heritage of the Republic of Poland. It is accompanied by a
wide range of cultural and art events. The exhibition’s main sponsor is
the Turgut Pharmaceutical Co. Inc.
Supporting sponsor is the Gülermak
Co. Inc., accommodation sponsor being The Grand Tarabya Hotel and the
educational sponsor the West İstanbul
Marina. The cooperating Polish institutions include the National Museum
Haseki Hürrem Sultan’ın mektubu (solda),
İstanbul, 1549, Tarih Kayıtları Merkezi
Arşivi, Varşova. Hürrem, Kral Zygmunt
August’dan gelen dostane mektuba
sevindiğini, sultanın huzurunda kralı
methettiğini söylemekte, mektupla birlikte
küçük armağanlar yollamakta.
Letter of Haseki Hurrem Sultan (left),
Istanbul, 1549, Central Archives of Historical
Records, Warsaw.
Hurrem expresses her joy on having
received a friendly letter from King
Sigismund Augustus. She assures the king
that she constantly praises him in front of
the Sultan. She attaches to the present
letter a few small gifts.
65
dönemle ilgili eserler. 1683’deki kuşatmaya
yol açan gelişmeler, geriye kalan Osmanlı
eserleri, çadır ve silahlar; sadece Osmanlı
ve Polonya’nın değil, Avrupa tarihinin de bir
dönüm noktası.
Serginin son bölümü ise kuşatmadan sonra, Polonya’nın Prusya, Avusturya ve Rusya
tarafından paylaşımı; bu paylaşıma isyan eden
vatanseverlerden oluşan gruplarla askerlerin
19. yy’da Osmanlı’ya sığınmaları, Osmanlı
İmparatorluğu’nun Polonya’nın paylaşılmasını
kabul etmemesi, saray protokolünde Lehistan
elçisinin yerinin titizlikle saklı tutuluşu gibi
konuları içeriyor. Sultan Abdülaziz döneminde
Osmanlı sarayına davet edilen ünlü Polonyalı
ressam ve müzisyenlerin saray hayatındaki
yerleri de sergide önemli bir yer tutuyor.
Sergi sahipleri neler dedi?
Polonya Cumhuriyeti Kültür ve Ulusal Miras
Bakanı Bogdan Zdrojewski “Tarihlerinde bu
kadar kesintisiz ortaklıklar kuran ülke azdır. İki
ülkenin diplomatik ilişkilerinin 600. yıldönü-
66
of Warsaw, the National Museum of Kraków,
Wawel Royal Castle, the Polish Military Museum, Jagellon University Museum, Lancut
Castle Museum, Warsaw Archive of Historical
Documents, Museum of Warsaw Archdiocese,
and Warsaw National Library.
History of the Ottoman-Polish Relations
The earliest account of relations between the
Ottoman Empire and Poland can be found in
the chronicle of Jan Dlugosz (1415-1480), who
records that the Polish King Ladislaus Jagiello sent two envoys to the Ottoman Sultan
Mehmet I (Çelebi) in 1414 and that when the
envoys arrived in Edirne they
were welcomed warmly by
the Sultan. In 1489 the first
official peace treaty was
signed between Sultan
Bayezit II and King Kazimiersz.
During this period trade
between the two coun-
Hürrem Sultan, Polonyalı ressam, 17. yüzyılın ikinci
yarısı, tuval üzerine yağlıboya, Kraków Dominiken
Manastırı (solda).
Sultan I. Mehmet (Çelebi), anonim, 19. yüzyıl, tuval
üzerine yağlıboya, Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul
(ortada). Gülnuş Sultan, anonim, 1800 civarı, tuval
üzerine yağlıboya, Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul.
IV. Mehmet’in baş kadınıdır; Kamaniçe ve Hotin
seferlerine katılmış, oğlu Ahmet’i ise Hotin seferi
sırasında doğurmuştur (sağda).
Roxolana, Polish painter, second half of 17th century,
oil on canvas, Dominican Monastery by the Basilica of
the Holy Trinity, Kraków (left).
Sultan Mehmet I (Çelebi), unknown painter, 19th
century, oil on canvas, Topkapı Palace Museum,
Istanbul (middle).
Gülnuş Sultan, unknown artist, c. 1800, oil on canvas,
Topkapı Palace Museum, Istanbul. Sultana of Mehmed
IV; accompanied him on the Kamieniec Podolski and
Chocim campaigns; gave birth to
her son Ahmet during the Chocim
campaign (right).
Entari, Osmanlı, Sultan IV.
Murat’ın şehzadesi Alaeddin’e
ait, 1635 civarı; ipek, kılabdan,
canfes, tülbent, Topkapı Sarayı Müzesi,
İstanbul (solda).
Piskopos ayin cüppesi (dalmatik), İstanbul,
17. yüzyıl başları; ipek iplik, altın ve gümüş
iplik; gümüş ve altın şeritler ile dantel 17. yüzyıldan,
Karmelit Rahibeler Manastırı, Kraków (solda). Bir çift
çizme, 18. yüzyılın ilk yarısı (üstte solda); sahtiyan,
altın iplikle işlemeli, Czartoryski Prensleri Vakfı.
Matara, Osmanlı, 16. yüzyılın ikinci yarısı; meşin,
kılabdan, siyah lake, yaldız, Ulusal Müze, Varşova (sağ
üstte).
Robe, Ottoman, belonged to Alaeddin, son of Sultan
Murat IV, c. 1635; silk thread, metal-wrapped silk
thread, silk fabric, muslin, Topkapı Palace Museum,
Istanbul (left).
Dalmatic, Istanbul, early 17th century; silk yarn, gold
and silver thread; silver and gold galloons and lace
from 17th century, Carmelite Sisters Convent, Kraków
(left). Pair of boots, first half of 18th century (upper
left); saffian, gold thread embroidery, Princes
Czartoryski Foundation.
Water flask (matara), Ottoman, second half of 16th
century; coarse-finished leather, string of metal
threads, black lacquer, gilding, National Museum,
Warsaw (upper right).
Kraków manzarası, gravür:
Abraham Hogenberg, Köln,
1617; filigranlı el yapımı kâğıt
üzerine renkli gravür, Ulusal
Müze, Varşova (sağda).
Karanfil desenli kolsuz ayin
cüppesi. Bursa, 17. yüzyıl
ortaları; kuşak bandı ve
kapüşon işlemeleri: Polonya,
17. yüzyılın ikinci yarısı; kadife,
kılabdan, renkli ipek iplik,
Piasek Karmelitler Kilisesi,
Kraków. III. Jan Sobieski,
Viyana’dan ganimet olarak
getirdiği kumaşı, kiliseye
armağan etmişti (sağ altta).
View of Kraków, engraved by
Abraham Hogenberg, Cologne,
1617; laid paper, coloured
etching, print, National
Museum, Warsaw (right).
Cope with carnation motifs.
Bursa, mid-17th century;
embroidery on sash and hood:
Poland, second half of 17th
century; velvet, silver thread
on silk core, gold thread,
coloured silk thread. Church
of the Carmelites at Piasek,
Kraków. The textile was
given to the church by Jan III
Sobieski after his return from
Vienna (below right).
münü kutladığımız bu yıl, Polonya’yı tanıtmak için bize mükemmel bir
olanak sağlıyor. Yıl boyunca yüzden fazla kültürel etkinliğe ev sahipliği
yapacak olan proje ile Türk izleyicisine Polonya kültürünün eşsiz örneklerini sunmayı planlıyoruz. Sakıp Sabancı Müzesi’nde gerçekleşen bu
sergi ise Polonya kültürel programının en önemli etkinliklerinden birini
oluşturuyor. Sergi başlığı sembolik olarak, ilişkilerimizin karakterini
mükemmel şekilde yansıtıyor; aslında mesafelere rağmen, her iki ülke,
pek çok benzerliği ve eski hatırayı beraberinde taşıyor.”
Varşova Milli Müzesi Müdürü Agnieszka Morawińska
“Sergimiz, Türkiye ve Polonya’nın zengin ortak tarihlerini gözler önüne seren çeşitli ögeleri bir araya getiriyor. Bu sergi ile sanatseverlere
Polonya’nın kamusal varlıklarının ve kilise koleksiyonlarının güzel
örneklerini sunmayı hedefledik. Sergimiz aynı zamanda iki ülkenin
sanatsal paylaşımlarının da tarihini araştırıyor. Projenin bu denli güçlü
olmasında, Polonya ve Türkiye’den uzmanlarının ortak emeklerinin
büyük bir rolü var. Özen ve özveri ile yürütülen hazırlık çalışmaları
sayesine yüzeysellikten ve tek taraflı sonuçlardan uzak kalan bir sergi
hazırladığımızı belirtmek isterim.”
tries flourished, particularly in their respective capitals of Bursa and
Kraków. In both cities the arts also flourished, and this is reflected in the
goods that were traded. Fabrics were foremost among the commodities
exchanged between the two countries. Those woven in Bursa during
this period were exported to Poland, where they were used for garments
worn by aristocrats and for church vestments. Meanwhile carpets and
other textiles were regarded as prestigious decorative materials and
used to adorn palaces and churches. During this early period tiles and
ceramics manufactured in the town of İznik near Bursa were widely
traded. In the first section of the exhibition portraits of King Ladislaus
Jagiello and Sultan Mehmet I, paintings of Bursa and Krakow, political
and diplomatic documents, trade agreements, manuscripts, fabrics and
İznik tiles illustrate the course of history. Portraits of the rulers of both
countries and their families, examples of their personal possessions,
engravings and documents relating to the buildings and cities where
historic events occurred take their place in the retracing of history.
16th and 17th centuries...
Apart from some border clashes, confrontations between the two countries were resolved by diplomatic negotiations during the 15th and 16th
centuries, but in the 17th century changing power balances and alliances
in Europe and the policy pursued by the Habsburgs in Eastern Europe
brought the Ottoman Empire and the Kingdom of Poland into confronKaracena hussar zırhı, Polonya, 17. yüzyılın üçüncü çeyreği; demir, pirinç, deri,
kadife, yaldız, Polonya Ordu Müzesi, Varşova (solda).
Zırh, Polonya, 1683’ten önce; demir, tunç, bakır, deri, kumaş, kadife, dantel örgü,
Czartoryski Prensleri Vakfı (sağda).
Karacena hussar armour, Poland, third quarter of 17th century; iron, brass, leather,
velvet, gilt, Polish Army Museum, Warsaw (left).
Coat of mail, Poland, before 1683; iron, bronze, copper, leather, cloth, velvet,
woven lace, Princes Czartoryski Foundation (right).
67
tation. This culminated in the Second Siege of Vienna in 1683. Portraits
of the sultans, grand viziers, palace officials and royal women; stories
behind the construction of buildings such as the mosque complex of
Sultan Ahmet I that made such an impact on İstanbul’s skyline and
the mosque complex of a notable royal wife, Hatice Turhan Sultan, in
Eminönü; the political and social environment in Kraków and Warsaw,
personal possessions, garments, letters, books from palace libraries, engravings and paintings of buildings and cityscapes reflecting İstanbul’s
and Warsaw’s political, cultural and artistic atmospheres are interesting
pieces included in the exhibition.
The Second Siege of Vienna and thereafter…
The most prolific section of the exhibition consists of objects relating
to the Second Siege of Vienna in 1683. Events leading up to the siege,
tents, weapons and other objects left behind by the Ottomans after the
siege, reconstruct an event that was a turning point not only in the history of Ottoman Turkey and Poland, but in the history of Europe.
The last section of the exhibition looks at historical developments in
the Ottoman Empire and the Kingdom of Poland during the post-1683
period. The partitioning of Poland in the late 18th century (1795) by Prussia, Austria and Russia; the groups of Polish patriots and soldiers led by
aristocratic commanders who rebelled against this partitioning of their
homeland and took refuge in the Ottoman Empire in the 19th century;
the Ottoman State’s refusal to recognize the partitioning of Poland and
its loss of independence, and the way that the place of the Polish ambassador was insistently and ostensibly preserved along with those of
other foreign ambassadors within the Ottoman palace protocol, summarize the nature of relations between the two countries during this time.
The role in palace life of famous Polish artists and musicians invited to
the Ottoman palace during the reign of Sultan Abdülaziz is an important
aspect of the exhibition.
Comments by the organizers of the Exhibition
Polish Minister of Culture and National Heritage, Bogdan Zdrojewski, said of the exhibition: “There are few countries that have established
such uninterrupted partnerships during their history. The commemoration of the 600th anniversary of diplomatic relations between our two
countries this year is an outstanding opportunity to promote awareness
of Poland. During this year more than a hundred cultural events will be
held and we plan to present the Turkish public with unique examples
of Polish culture. This exhibition at Sakıp Sabancı Museum is one of
the major events on the Polish cultural programme. The exhibition’s
title symbolizes and perfectly reflects the character of our relations; it is
indeed true that despite the distances between us, both countries have
many similarities and share old memories.”
Director of Warsaw National Museum Agnieszka Morawinska commented as follows on the exhibition: “Our exhibition brings together
diverse elements that demonstrate the rich history shared by Turkey and
Poland. By means of this exhibition we aimed to present art enthusiasts with the most beautiful examples of Poland’s secular heritage and
church collections. At the same time our exhibition examines the shared
aspects of art history between both countries. Dedicated work by experts
from Poland and Turkey has played a major part in the outstanding
achievement of this project. I wish to say that owing to their meticulous
and dedicated efforts in the course of preparing this exhibition, it has
avoided superficiality and biased conclusions.”
Sakıp Sabancı Museum Director Dr. Nazan Ölçer said the following
about the exhibition: “Commercial and cultural relations between Poland and Ottoman Turkey, which began in the 15th century and reached
their zenith in the 17th and 18th centuries, made major contributions to
the arts in both countries, in particular influencing the tastes, clothing
preferences and way of life of the Polish elite.
Since a relationship going back 600 years could not be represented by
material from Poland alone, we were obliged to find a contemporary
Ottoman equivalent for every object brought from that country. Official
and private correspondence between the Kingdom of Poland and the
Ottoman Empire, portraits of ambassadors, their retinues, and portraits
68
Çini, İznik, 17. yüzyıl, Sadberk Hanım Müzesi, İstanbul (solda).
Sultan II. Osman, 1618 civarı, kâğıt üzerine renkli boyalar, Topkapı Sarayı Müzesi,
İstanbul (sağda).
Tile, İznik, 17th century, Sadberk Hanım Museum, Istanbul (left).
Sultan Osman II, c. 1618, paint on paper, Topkapı Palace Museum, Istanbul (right).
ÇOCUK ATÖLYELERİNDE
POLONYA GEZİSİ
S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi’nin Çocuk Atölyeleri, çocuk ziyaretçiler
için bu sergi ile ilgili olarak yeni bir program yapmış. Sergiden esinlenerek yeni tasarımlar yapmaya teşvik edilen çocuklara içi efsane
dolu bir hazine sandığı, sultan mektubu taşıyan elçiler, hünerli
fırçaları olan ressamlar ve kumaş dokumacıları eşlik ediyor. 5 ve
18 yaş arasındaki çocukların, hafta içi ve hafta sonu grup halinde
veya bireysel katılabileceği bu eğitimler de ücretsiz. Hafta İçi Okul
Programları’nda düzenlenen program başlıkları şöyle: “Polonya
Bebekleri”, “Kolaj Portreler”, “Polonya’ya Mektup Var”, “Kumaş
Tasarımcıları Aranıyor”, “Zafer Madalyonları”.
Hafta sonları ise çocukların doğum yılına göre şu başlıklarla
bireysel programlara ayrılmış: “Kolaj Portreler”, “Zafer Madalyonları”, “Kumaş Tasarımcıları”, “Polonya’da Bir Osmanlı Çadırı”.
Çocukların yaratıcılığına olduğu kadar bilgi dağarcıklarına da son
derece olumlu katkısı olacak bu programların ayrıntıları için lütfen
bakınız: http://muze.sabanciuniv.edu/tr/sayfa/guncel-programlar
SSM Children’s Workshops:
A Historical Journey to Poland!
The Children’s Workshops of the Sakıp Sabancı Museum (SSM), give
children the opportunity of creating various designs inspired by the
“Distant Neighbour Close Memories: 600 Years of Turkish-Polish Relations” exhibition. At the workshops to be held between 7 March and 15
June 2014 the children will set on a journey of culture and history to the
lands of our distant neighbours to the accompaniment of Polka tunes.
On this amusing journey, they are also accompanied by a treasure
chest filled with legends, envoys bearing the sultan’s letter, artists with
magical brushes and weavers of fabrics. Children between the ages 5-18
can participate in these activities during the weekends or weekdays,
individually or as a group free of charge.
School programs during weekdays include the following titles: Polish
Dolls, Collage Portraits, Letter for Poland, Fabric Designers Wanted,
and Victory Medallions. Programs for individuals during weekends are
organized according to age groups on the following themes: Collage
Portraits, Victory Medallions, Fabric Designers, and An Ottoman Tent
in Poland. For the details of these programs, which will contribute to
the creativity of children as well as to their knowledge base, please
consult: http://muze.sabanciuniv.edu/tr/sayfa/guncel-programlar
SSM Müdürü Dr. Nazan Ölçer
“Polonya ile Osmanlı ilişkilerinde 15. yüzyıldan itibaren süregelen ve
17. ve 18. yüzyıllarda doruk noktasına varan ticari ve kültürel ilişkiler,
her iki ülkeye büyük sanatsal değerler katmış; özellikle Polonya’daki
elit kesimin beğeni, giyim ve yaşam biçimini etkilemiştir. 600 yıllık bir
‘ilişki’ sadece Polonya’dan ödünç alınan eserlerle yansıtılamayacağı
için, oradan gelecek her objenin dönemsel Osmanlı ‘muhatabını’ da
bulmak zorundaydık. Polonya Krallığı ve Osmanlı Devleti arasında gerçekleşen resmi ve özel yazışmalar, gönderilen elçiler ve maiyet, önemli
şahsiyetler ve ailelerinin portreleri, kişisel notlar sergi senaryosundaki
yerlerini aldılar. Kilise ileri gelenlerinin merasimde kullandığı giysilere
dönüşerek saklanan Türk kumaşlarının, savaş meydanlarından geriye
kalan çadır ve silahların, cephede tutulan günlüklerin, bizlere üç boyuta
bürünmüş bir mesaj vermesini arzu ettik.”
Sergi kapsamında çağdaş Polonya sinemasının önde gelen yönetmenleri Krzysztof Zanussi ve Dorota Keszierzawska’nın da katılacağı
söyleşiler ve Polonya’lı müzisyenlerden konserler de yer
alıyor. MüzedeChanga’da ise
Polonya’nın geleneksel mutfağından esinlenerek hazırlanan yemekler var! Müzeyi 14 yaş ve altı
çocuklar ile 60 yaş üstü ziyaretçiler ücretsiz, Müzekart+ sahipleri
ise indirimli (8 TL) ziyaret edip,
müze mağazasında %10 indirim
hakkını kullanabiliyor.
Sultan IV. Mehmet, John Young Albümünden, 1814, gravür, Sakıp Sabancı Müzesi,
İstanbul (solda). Adam Mickiewicz, Aleksander Kaminski, tuval üzerine yağlıboya,
Ulusal Müze, Varşova (sağda). Viyana Muharebesi, Józef Brandt, 1873, tuval üzerine
yağlıboya, Polonya Ordu Müzesi, Varşova (altta).
Sultan Mehmet IV, John Young Album, 1814, engraving, Sakıp Sabancı Museum,
Istanbul (left). Adam Mickiewicz, Aleksander Kamiński, 1850, oil on canvas,
National Museum, Warsaw (right). Battle of Vienna, Józef Brandt, 1873, oil on
canvas, Polish Army Museum, Warsaw (bottom).
of important Polish and Ottoman figures and their families, as well as
personal notes reflecting contemporary events, have taken their place in
the exhibition scenario that tracks this eventful history almost step by
step. We wanted church vestments made of Turkish fabrics worn by high
ranking Polish clerics, tents and weapons presented as gifts or left behind on the battle field, and diaries kept on battle fronts to give insight
into diverse aspects of the past in a three-dimensional format.”
Polish films will be screened throughout the exhibition, accompanied by
discussion fora to be attended by the leading directors of contemporary
Polish cinema, Krzysztof Zanussi and Dorota Keszierzawska. In addition concerts by musicians from Poland and educational workshops for
children will be offered. The museum’s Changa restaurant is presenting
a menu inspired by Poland’s traditional foods and cooking techniques.
Entrance to the exhibition is free of charge for children under the age
of 14 and persons over the age of 60. Museum Card+ holders pay the
discount fee of 8 TL and benefit from a 10% reduction in their purchases
from the museum store.
69
Tıngır mıngır bir sesin peşinde,
Dikiş makineleri bu sergide...
schneidertempel sanat merkezi diğer adıyla
terziler sinagogu, adına yakışır bir sergiye
ev sahipliği yapıyor:
tan oral’ın küratörlüğünde, mehmet
çelik’in koleksiyonundan seçilmiş, 1859-1918
dönemine ait dikiş makineleri sergileniyor.
SERGİ
Exhibition
In pursuit of a clanging sound...
Sewing machines exhibition
“Schneidertempel Art Centre” aka Tailors’ Synagogue, is hosting an event worthy of
its name: an exhibition curated by Tan Oral, displaying sewing machines from the
period 1859-1918, selected from the collection of Mehmet Çelik.
70
Şimdilerde bir ev eşyası olmaktan, her salonun baş köşesinde bulunmaktan çıktı. Ama
eskiden hemen hemen her evde, şimdinin buzdolabı ya da çamaşır makinesi gibi ihtiyaç listesine baş
sıralardan girer, ev kurulurken ilk önce o alınırdı.
Tıngır mıngır sesi içimize işler, dünyanın en güzel
müziğiymiş gibi bizi ihya ederdi… Dikiş makinelerinden söz ediyoruz. Sanayinin bu kadar gelişmediği, bir
gömleğin ateş pahası olduğu, dolayısıyla kıyafetlerin evde dikildiği
yıllarda gözde birer ev eşyasıydı dikiş makineleri. Ancak, üretim gelişip, giysiler ucuzlayınca insanlar evde dikiş dikmez oldu. Şimdi bazı
mahallelerde tek tük terziler de olmasa, yeni nesil dikiş dikmek ne
demek, dikiş makinesi neye benzer onu bile bilmeyecek.
Şimdi size bir sergiden söz edeceğiz. Hem belki çocuklarınızla gider,
onların da dikişin, dikiş makinesinin, insanın kendisine bir gömlek
dikmesinin ne kadar önemli olduğunu anlatırsınız. Hayatında hiç
dikiş makinesi görmemiş çocuklar için de eski günleri özlemle anan
yetişkinler için de büyüleyici olacağına eminiz.
Karaköy’de, Bankalar Caddesi’nin çok yakınında, Felek Sokağı 1
Numara’da çok eski, çok etkileyici bir yapı vardır. Burası Terziler
Sinagogu diye de anılan Schneidertempel Sanat Merkezi. Bu görkemli
binada 13 Mart’ta başlayıp 4 Mayıs’a dek sürecek olan bir sergi açıldı:
“Dikiş Makineleri Terziler Sinagogu’nda”.
Küratörlüğünü ve tasarımını Tan Oral’ın yaptığı, Mehmet Çelik’in
zengin koleksiyonundan seçilmiş, 1859-1918 dönemine ait dikiş makinelerinin yer aldığı bu sergiyi ziyaret ettiğinizde zamanda yolculuğa
çıkmış gibi olacaksınız. İlk örnekleri 19. yüzyıl başlarında ortaya çıkan
dikiş makinesinin tarih içinde nasıl değişimlerden geçtiğini gözler
önüne seren sergide, dikiş makinelerinin ilk dönemlerine ait çeşitli
örneklerle birlikte, üzerinde dikiş makinesi ya da terzi fotoğrafı olan
kartpostal, basılı malzeme, basın / TV reklamları ve sözlü tarih görüşmeleri de sizi bekliyor.
Peki Mehmet Çelik kim ve bütün bu dikiş makinelerini neden toplamış? Mehmet Bey aslında bir iş adamı, ekonomist. Aynı zamanda da
Mineral Endüstrisi Ticaret AŞ’nin (Mikron’S) Yönetim Kurulu Üyesi. İlk
dikiş makinesini bundan yedi sekiz yıl önce Üsküdar’daki bir antikacıdan almış. Daha önce dikiş makinelerine karşı özel bir ilgisi yokmuş
ama o günden sonra ilgi duymaya başlamış. O gün bugündür de
gittiği her yerden dikiş makinesi toplamış.
Çelik’in 48 adet dikiş makinesi var ancak sergide bunlardan, üretim
Sewing machines, which used to be a major
component of every household in the past, are
no longer part of the customary home equipment nowadays. It was once a priority appliance
to be purchased when installing a home, like
today’s refrigerator or washing machine. Their
clanging sound stimulated our ears as if it were
the world’s most beautiful music... They were a
favourite piece of equipment in the years when
the textile industry was not that developed,
an ordinary shirt was an expensive clothing
item and hence garments were home-tailored.
But with the progress of confection industries
around the world, ready-made clothing became
inexpensive so that people stopped sewing at
home. Now, if there were no sporadic seamstresses in some neighbourhoods, the new generation would have no idea of what sewing was and
what a sewing machine looked like.
We will now introduce to you an exhibition which you may visit in company of your children to explain to them what sewing is and how a sewing machine functions and what it means to sew your own shirt. We are
sure that this will be a rewarding experience for children who have never
seen a sewing machine and for adults nostalgic of the good old days.
In Karaköy, close to Banking Street, there is a very old, impressive building at Felek Street Number 1. We are talking about the “Schneidertempel
Art Centre” also referred to as the Tailors’ Synagogue. An exhibition
entitled “Sewing Machines at the Tailors’ Synagogue” has opened on
March 13 in this imposing building and will last until
May 4, 2014. This exhibition curated and designed by
Tan Oral, displaying a group of sewing machines dating
from the period 1859-1918, selected from the prolific
collection of Mehmet Çelik, will take you on a journey
through time. The exhibition revealing the historic evolution of sewing machines with their first examples having emerged in the 19th century, also includes printed
material, photographs and postcards showing sewing
machines and/or tailors, and media / TV commercials.
You are also invited to oral history conversations that
take place within the exhibition organization.
But who is Mehmet Çelik, and why did he collect all
these sewing machines? Mr. Çelik is actually a businessman, an economist. He is a member of the Board of
Directors of Mineral Industry Trade Inc. (Mikron’S).
He purchased his first sewing machine seven or eight
years ago from an antique dealer in Üsküdar. He had
no particular interest in sewing machines prior to this
first acquisition, but developed an intense curiosity for
71
tarihleri 1859-1918 yılları
arasında olan 11 tanesi
sergileniyor. Mehmet
Bey’e göre antika dikiş
makinelerinin dünyada meraklısı çok ancak
Türkiye’de işler pek öyle
değil. Nice aile yadigârı
dikiş makinesi, sırf elden
çıkarılmak için çok küçük
paralara satılabiliyor.
Makinelerin bakımı
çok zor değil. Arada bir
yağlanması gerekiyor o
kadar. Ancak çoğu üretici
artık fabrikasını kapattığı için, yedek parçaya
ihtiyacınız olduğunda
bulmanız hayli zor. Yine
de internette çeşitli
forumlarda birbirleriyle
bu tür bilgileri paylaşan
insanlar var. Eğer sizin
de elinizde antika bir
makine varsa ve onu nasıl kullanacağınızı ya da
bakımını nasıl yapacağınızı bilmiyorsanız bu tür forum sitelerindeki dikiş makinesi severlerle
iletişim kurabilirsiniz. Bu sayede elinizdeki makinenin üretim yılını,
özelliklerini ve hatta değerini öğrenebilirsiniz. Dikiş makineleri günümüzde 40 bin-250 bin TL arasında alıcı buluyor.
Dikiş Makineleri Terziler Sinagogu’nda Sergisi hafta içi her gün 10.30
- 17.00, hafta sonu ise pazar günleri 12.00 - 16.00 saatleri arasında
gezilebilir. Merkez cumartesi günleri kapalı.
72
them thereafter. From that day
on, he started collecting sewing
machines from everywhere.
His collection consists of a total
of 48 sewing machines 11 of
which manufactured in the years
1859-1918 are on display in the
framework of this exhibition.
According to Mr. Çelik, there are
a great number of enthusiasts
fond of antique sewing machines
around the world, but things are
different in Turkey, where precious family heirloom sewing machines are sold for very modest
prices by their inheritors who just
want to get rid of them.
Maintenance of the machines is
not very difficult. They need to
be greased every once in a while.
However, spare parts are scarce
due to the fact that most manufacturers have meanwhile closed their
factories. Nevertheless, there are various fora on the internet where
people share such information with each other. If you too possess an old
sewing machine and would like to know how to take care of it, you may
enter these websites and communicate with sewing machine amateurs.
By doing so, you may learn about the manufacturing year of your machine, its specifications and even its market value. Today, vintage sewing
machines find buyers for prices between 40 and
250 thousand Turkish Liras. The “Sewing Machines
at the Tailors’ Synagogue” Exhibition is open to
the public every weekday 10:30 a.m. to 05:00 p.m.
and on Sundays from 12:00 to 16:00 hours. The
centre is closed on Saturdays.
TERZİLER SİNAGOGU’NUN
ADI NEREDEN GELİYOR?
Where does the name “Tailors’ Synagogue”
originate from?
Karaköy’deki Schneidertempel Sanat Merkezi belki de
ilk kez adıyla bu kadar uyumlu bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Schneidertempel Sanat Merkezi, nam-ı
diğer Terziler Sinagogu, Osmanlı İmparatorluğu
Dönemi’nde Yahudi terzilerin ibadetlerini yapabilmesi
için Sultan Abdülhamit’in talimatı ile yapılmış. 19.
yüzyılın sonlarında kurulan terziler loncasının Başkanı
ve Sultan II. Abdülhamit’in saray terzisi olan Mayer
Schönman, bu meslek loncası mensuplarının ibadetlerini yerine getirebilmeleri için ayrı bir sinagogun
inşa edilmesine önayak olmuş. Sinagogun yapımında
masraflar sadece İmparatorluk hazinesinden ödenmemiş. Terziler de kendi aralarında para toplayıp inşaata
destek olmuş. İnşaat bir yıl içinde tamamlanmış ve ibadete açılmış.
1894 yılında hizmete giren sinagog, Yidiş dilinde Terziler Sinagogu anlamına gelen Schneidertempel adıyla anılmaya başlanmış. 20. yüzyılın
sonlarına doğru cemaatin azalmasıyla dini işlevini yitirmeye başlayan
Terziler Sinagogu, geçirdiği restorasyonların ardından, 1999 yılında
Schneidertempel Sanat Merkezi olarak kamu hizmetine açılmış, geçen
yıl da esaslı bir yenilemeden geçirilmişti. Daha çok bir mizah galerisi
olarak düşünülen Schneidertempel Sanat Merkezi’nin programlarında
çizi-mizah yani karikatür yapıtlarını sergilemek ağırlıklı bir yer tutuyor. Çizerler Tan Oral ve İzel Rozental, Merkez’in Sanat Danışmanı,
Handan Önel de Yöneticisi. Bkz: schneidertempel.com
It is maybe the first time that the “Schneidertempel Art Centre” in
Karaköy welcomes an exhibition so much in harmony with its proper
name. The Schneidertempel, which means the ‘temple of the tailors’ in
Yiddish (derivative of German) language was a synagogue originally built
in the 19th century, by instruction of Ottoman Sultan Abdülhamit II as a
worshipping facility destined to the usage of the Jewish tailors of İstanbul.
The Head of the then newly established Guild of Tailors in İstanbul, Mayer Schönman, who was also Court Tailor of the Sultan, was instrumental
in prompting the construction of a special synagogue for the members of
this professional guild.
The construction of the synagogue was partly financed from the Imperial
treasury expenditures and partly through the own contributions of the
guild members. Construction was completed in one year and the temple
opened for worship in1894. When towards the end of the 20th century
the congregation began to wane the Tailors’ Synagogue lost its religious
function. The building was re-opened in 1999 as the “Schneidertempel Art
Centre” following a series of restorations and underwent another thorough renovation last year. Humorous drawings, cartoons and caricature
productions occupy a central place within the programs of the “Schneidertempel Art Centre”, which was originally conceived primarily as a
humour gallery. In this vein,
Illustrators Tan Oral and İzel Rozental act as the Art Consultants of the
Centre, and Handan Önel is its Manager. See: www. schneidertempel.com
5
3 Haziran 2014
6 Haziran 2014
9 -10
Haziran 2014
13 Haziran 2014
14 -15
Haziran 2014
15 -16
Haziran 2014
17 Haziran 2014
ATTİLA
G.VERDI
Ankara Devlet Opera ve Balesi
ZORLU P.S.M
FATİH SULTAN MEHMET
G.ROSSINI
İstanbul Devlet Opera ve Balesi
SARAYDAN KIZ KAÇIRMA
Samsun Devlet Opera ve Balesi
BİRJAN VE SARA
Samsun Devlet Opera ve Balesi
BEKLENMEDİK KARȘILAȘMA
Salzburg Devlet Operası
LÜKÜS HAYAT
Mersin Devlet Opera ve Balesi
DMITRI HVOROSTOVSKY
SOPRANO: ANA MARIA MARTINEZ
ȘEF: CONSTANTINE ORBELIAN
ZORLU P.S.M
W.A. MOZART
TOPKAPI SARAYI
M. TULEBAYEV
BAKIRKÖY BELEDİYESİ
LEYLA GENCER SAHNESİ
C.W. GLUCK
KADIKÖY BELEDİYESİ
SÜREYYA OPERA SAHNESİ
C.R. REY
BAKIRKÖY BELEDİYESİ
LEYLA GENCER SAHNESİ
GALA KONSER
ZORLU P.S.M
İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası
Genel Müdürlük programda değișiklik yapabilir.
www.istanbuloperafestival.gov.tr
HABER TURU
NEWS IN OVERVIEW
Notre Dame
de Paris Zorlu’da
Çingeneler tarafından katedrale bırakılan
kambur, çirkin ve sağır bir çocuk ve en sevdiği
yer olan katedralin çan kulesi... Ta ki kalbinde
bir şeyler hissetmesini sağlayan o güzel çingene
kızını görene kadar… Victor Hugo’nun ölümsüz
romanı “Notre Dame’ın Kamburu”ndan sahneye
uyarlanan müzikal 14 farklı ülkeden sonra şimdi
İstanbul’da, 22 Nisan-4 Mayıs tarihleri arasında
Zorlu Center PSM’de.
Luc Plamondon ve Richard Cocciante’nin
modern sahneye uyarladığı klasik bir aşk hikayesi olan müzikal; ilk kez 1998
yılında Paris’te sergilendi ve 10 milyonu aşkın CD ve DVD satışı, 15 yılda 8
milyondan bilet satışına ulaşarak Guinness Dünya Rekorlar Kitabı’na girdi.
Notre Dame de Paris’nin efsane şarkısı Belle, Fransız televizyon izleyicileri tarafından 20. yüzyılın en iyi şarkısı, Rus izleyiciler tarafından ise on yılın şarkısı
seçildi. Titanik filminin hafızalara kazınan şarkısı “My Heart Will Go On”un
söz yazarı Will Jennings’in İngilizce uyarlamasıyla İngilizce olarak sahnelenecek müzikali kaçırmayın. Bu arada Türkçe üstyazı olacağını da belirtelim.
Notre Dame de Paris at Zorlu
A hunchbacked, ugly and deaf boy is left at a cathedral by the gypsies and
the bell tower of the cathedral, the place he loves most... Till he saw that
beautiful gypsy girl who made him feel some things deep in the heart... The
musical adapted to stage from the immortal novel of Victor Hugo, “The
Hunchback of Notre Dame”, now in Istanbul, after 14 different countries,
in PSM at Zorlu Centre, between April 22 – May 4. The classical love story
musical applied to modern stage by Luc Plamondon and Richard Cocciante;
it was first staged in Paris in 1998 and entered the Guinness World Records
Book with over 10 million CD and DVD sales, 8 million ticket sales in 15
years. The legend song “Belle” of Notre Dame de Paris was elected as the best
song of 20th century by the French TV viewers, the best song of the decade
by the Russian viewers. Do not miss this musical that will be performed in
English with the English adaptation of Will Jennings who is the song writer of
“My Heart Will Go On”, the unforgettable song of the movie: Titanic. Let’s
remind you that there will be Turkish surtitle.
VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi
İstanbul Modern; VitrA ve Türk Serbest Mimarlar Derneği’nin işbirliğiyle
gerçekleştirilen VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi’nin 3. sergisine ev sahipliği yapıyor. Geçmiş yıllarda ticari yapılar ve turizm yapılarına odaklanan proje dizisi,
farklı yapı türlerini eksen alarak, Türkiye çağdaş mimarlık ortamını belgelemeyi, tartışmayı ve yeni çalışmalar için zemin oluşturmayı hedefliyor. Bu yılki
sergi; ziyaretçisini, eğitimle ilgili düşünmeye ve hayaller kurmaya çağırıyor.
İstanbul Modern, 13 Mart-1 Haziran 2014.
VitrA Contemporary Architecture Serial
Istanbul Modern is hosting the 3rd exhibition of VitrA Contemporary Architecture Serial realised in cooperation with VitrA and The Turkish Freelance
Architects Association. The project serial that was focused on commercial
constructions and tourism constructions in previous years is targeting to
document, discuss the Turkish contemporary architecture environment and
constitute a base for new works with different construction types in the axis.
This year, the exhibition is calling its visitors to think and fantasise on education. Istanbul Modern, March 13 – June 1, 2014.
74
ÜNLÜ FOTOĞRAFÇILAR
TÜRKİYE’Yİ GÖRÜNTÜLÜYOR
Dünyaya adını “Afgan Kız” fotoğrafıyla duyuran Amerikan belgesel fotoğrafçısı Steve McCurry, reklam fotoğrafçılığının “bir numarası” olarak görülen Mark
Edward Harris, sanat elçisi ve başarılı foto muhabiri Hazel Thompson, rock yıldızlarının fotoğrafçısı Robert M. Knight bu kez deklanşöre Türkiye için bastılar.
Her biri çok sayıda uluslararası ödüle sahip ve dünyaca ünlü çalışmalara imza
atmış olan dört fotoğrafçı, 2014’te yurtdışında yürütülecek reklam kampanyalarımızda kullanılmak üzere özel fotoğraf çekimleri gerçekleştirdi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Türkiye’nin yeni tanıtım stratejisini
anlattı: “Ülkemiz, sahip olduğu tarihi, kültürel zenginlikleriyle ve onu barındıran güzel coğrafyası ile dünyanın ilgisini çekmektedir. Bakanlık olarak tanıtım
faaliyetleriyle, önyargıların giderilmesinin, doğru bilgi verilmesinin yanı sıra
farkındalık oluşturmaya çalışıyoruz. Dünyanın merak ettiği ve Türkiye’nin
yaşadığı süreç içerisinde Türkiye’nin hikâyesini anlatan bir tanıtım stratejisi
peşinde koşacağız. Dünyaca ünlü dört fotoğrafçıyla birlikte çalışıyoruz. Ayrıca
önümüzdeki günlerde Türkiye’den de 4 önemli fotoğraf sanatçısını bu tanıtımlara dahil edeceğiz ve Türkiye’nin önemli unsurlarını hikâyeleştirerek uluslararası
mecralarda tanıtacağız.”
FAMOUS PHOTOGRAPHERS ARE
PHOTOGRAPHING TURKEY
American documentary photographer Steve Mc Curry who became worldwide
known with his photograph “The Afghan Girl”, Mark Edward Harris who is
regarded as the “number one” in advertising photography, Hazel Thompson
who is an art envoy and a successful photojournalist, Robert M. Knight who
is a photographer of the rock stars have pressed on the shutter release button,
this time, for Turkey. Four photographers who have innumerable numbers
of international awards and who have signatures on globally famous works
have realised private shootings for our advertisement campaigns to be materialised abroad in 2014. The Minister of Culture and Tourism Mr. Ömer Çelik
announced the new promotion strategy of Turkey: “Our country draws the
attention of the world with its historical and cultural richness and the beautiful
geography that embraces them. As the Ministry, with promotion activities we
try to create awareness beyond bestowing correct information and sweeping
away the prejudgements. Within the period that world is curious about and
Turkey is going through, we shall chase a
promotion strategy that will tell the story
of Turkey. We are working with four
worldwide known photographers. Furthermore, we shall include 4 important
photographers from Turkey into these
promotion works and we shall promote
the narrated important elements of Turkey in international channels.”
Steve McCurry’nin Hırvatistan,
Dubrovnik’te açtığı sergi afişi (sağda),
(Shutterstock/Brendan Howard).
The poster of Steve McCurry for
the exhibition he materialised
in Dubrovnik, Croatia (right),
(Shutterstock/Brendan Howard).
Milli Saraylar
Resim Müzesi açıldı
İstanbul’un artık yeni bir resim müzesi var. Çalışmalarına uzun süredir devam edilen Milli Saraylar
Resim Müzesi nihayet açıldı. Açılışında yoğun bir
ilgiyle karşılanan müze, yıllardır depolarda bekleyen
eserlerin nihayet gün yüzüne çıkması bakımından
da çok değerli. İnşa edildiği Sultan Abdülmecit
Dönemi’nde tahta çıkmaya aday şehzadelerin ikametine ayrılan Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi,
Milli Saraylar tarafından restore edilip “Milli Saraylar Resim Müzesi” adıyla yeniden açıldı. Daha önce
İstanbul Resim Müzesi adıyla ziyaret edilen müze
bundan yedi yıl önce kapanmıştı. TBMM Başkanı
Cemil Çiçek, Dolmabahçe Sarayı’ndaki Milli Saraylar Resim Müzesi’nin açılışında yaptığı konuşmada,
tarihi korumada herkesin üzerine düşen görevlerin olduğunu dile getirdi. TBMM Başkanı Çiçek,
konuşmasını şöyle sürdürdü: “Biz toplum olarak,
millet olarak tarihimizle övünürüz ama tarihimizi
yeteri kadar koruduğumuzu söyleyemem. Ne kadar
sırtımızı dönerek tarihimizle övündüğümüz birçok
eseri kaybetmiş olmamızdan anlaşılıyor. Tarihle
övünmenin yolu, tarihi korumaktan geçiyor. Onun
için de herkese, hepimize düşen önemli görevler var.”
KÜLTÜREL MİRASA 180 MİLYON
Türkiye’nin kültürel mirasının korunarak yaşatılmasına yönelik bakanlık desteği, geçtiğimiz yıl, ortalama yüzde 35 oranında arttı. Kültür ve
Turizm Bakanlığı proje, uygulama, kazı, kamulaştırma işleri ile taşınmaz
kültür varlıklarına proje ve uygulama yardım faaliyetleri için 2013 yılında
ortalama 180 milyon liralık kaynak kullandı.
Kültür varlıklarına 2012 yılında 135 milyon 245 bin 48 lira ödenek aktaran
bakanlık, geçtiğimiz yıl bu rakamı 179 milyon 539 bin 768 liraya çıkarttı.
Ayrıca 2013’de 115 projenin gerçekleşmesi için de çalışma başlatıldı.
18 müze ziyarete açıldı
Taşınmaz kültür varlıkları ile müzelerin rölöve, restitüsyon, restorasyon,
teşhir-tanzim, çevre düzenleme ve mühendislik projeleri için ortalama 61 milyon lira aktaran bakanlık,
Adana, Hatay, Urfa ve Uşak müzeleri olmak üzere 4 yeni müze inşaatına da başladı. 2013’te anılan
müze inşaatlarına 54 milyon 510 bin 256 lira ödenek sağlanırken, İstanbul, Ankara, Samsun, Balıkesir,
Gaziantep, Aydın, Kahramanmaraş, Uşak ve Bursa illerinde de toplam 18 özel müze ziyarete açıldı.
Türkiye geçtiğimiz yıl içerisinde Elazığ’da Nurettin Ardıçoğlu Kültür Merkezi, Adana’da Yüreğir Kültür
Merkezi ve Hakkari’de Yüksekova Kültür Merkezi olmak üzere üç yeni kültür merkezi açıldı. Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın kültür merkezlerine geçtiğimiz yıl gönderdiği ödenek miktarı ise 108 milyon 750
bin 235 lira oldu. Bu yıl 11 kültür merkezinin daha açılmasını planlayan bakanlık 94 olan kültür merkezi
sayısını 105’e çıkaracak. Türkiye genelinde özel mülkiyetteki tarihi yapılar bakanlığın maddi desteği ile
aslına uygun olarak hayata döndürülüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı “Taşınmaz Kültür Varlıklarının
Onarımına Yardım Sağlanmasına Dair Yönetmelik” kapsamında korunması gerekli taşınmaz kültür
varlığı olarak tescil ettiği taşınmazların sahiplerine maddi destek sağlamaya devam ediyor.
180 MILLION TO CULTURAL HERITAGE
The support of the ministry for the preservation of Turkey’s cultural heritage and keeping it alive has been
increased last year by an average of 35 per cent. The Ministry of Culture and Tourism has spent a fund
of approximately 180 million in 2013 for project and application support activities of immovable cultural
assets and for socialisation, excavation and project application works. The ministry that has transferred
an allowance of 135 million 245 thousand and 48 liras to cultural assets in 2012 has increased this figure to
179 million 539 thousand and 768 liras during last year. Furthermore studies have been activated for the
realisation of 115 projects in 2013.
National Palaces Painting
Museum opened
Istanbul has now a new painting museum. Finally
the National Palaces Painting Museum is opened
after a long lasting preparation period. The museum that has been welcomed with great interest
is also very valuable for finally bringing into light
the works of art that have been waiting in storerooms for years. Dolmabahçe Palace Apartment,
reserved for Sultan’s Sons who are the candidates
of the throne, during the Sultan Abdülmecit Period
when it was built, has been refurbished by the
National Palaces and reopened under the name,
“National Palaces Painting Museum”. The museum
that was open to visits under the name “Istanbul
Painting Museum” was closed seven years ago. Mr.
Cemil Çiçek, the President of The Grand National
Assembly of Turkey, in his speech he made in the
Inauguration Ceremony of National Palaces Painting Museum in Dolmabahçe Palace, stated that everyone has a responsibility in preserving history. The
President of the Assembly further stated that, “As a
society, as a nation we boast with our history, but
I cannot say that we preserve our history as much.
Loosing so many artefacts that we boast clearly
reveals the attention we in fact divert to them. The
only way to boast with history is by preserving it.
That’s why there are important obligations that
everyone, each one of us must undertake.”
18 museums have been opened to visits
The Ministry that transferred an average of 61 million liras for the immovable cultural assets and museums’ relievo, restitution, restoration, merchandising, environment arrangement and engineering projects
also started the construction of 4 new museums namely: Adana, Hatay, Urfa and Uşak Museums. While
54 million 510 thousand and 256 liras of allowance was supplied to the construction of the above mentioned museums a total of 18 private museums were opened to visits in Istanbul, Ankara, Samsun, Balıkesir,
Gaziantep, Aydın, Kahramanmaraş, Uşak and Bursa in 2013. During last year, three new culture centres
have been opened in Turkey: Nurettin Ardıçoğlu Culture Centre in Elazığ, Yüreğir Culture Centre in Adana
and Yüksekova Culture Centre in Hakkari. The allowance that was sent last year to the culture centres by
the Ministry of Culture and Tourism was 108 million 759 thousand and 235 liras. The ministry is planning
to open 11 new culture centres this year; thus the number of culture centres which is 94 will be raised to 105.
In Turkey in general, the historical constructions owned by the private sector are being transformed to
life, in accordance with their originals, with the financial support of the ministry. Within the scope of
the “Regulation on Supplying Support to Refurbishment of Immovable Cultural Assets”, the Ministry of
Culture and Tourism keeps on providing financial support to the owners, required for the preservation, of
the registered cultural assets.
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik (en üstte) ve yapım çalışmaları süren Şanlıurfa Müzesi (üstte).
Ömer Çelik, The Minister of Culture and Tourism (top above) and Şanlıurfa Museum, still under construction (above).
75
T. C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI’NA BAĞLI
DÖSİMM VE TÜRSAB-MÜZE
GİRİŞİMLERİ TARAFINDAN İŞLETİLEN MÜZE ve ÖRENYERLERİ
MUSEUMS AND HISTORICAL SITE OF THE MINISTRY OF CULTURE AND TOURISM OF THE REPUBLIC OF
TURKEY RUN BY DÖSİMM (CENTRAL DIRECTORATE OF REVOLVING FUNDS MANAGEMENT) AND
TÜRSAB (ASSOCIATION OF TURKISH TRAVEL AGENCIES) MUSEUM ENTERPRISES
MARMARA BÖLGESI
MARMARA REGION
BURSA
İznik Müzesi
İznik Museum
Mudanya Mütareke Evi Müzesi
Mudanya Truce House Museum
Türk İslam Eserleri Müzesi
Museum of Turkish and Islamic Arts
ÇANAKKALE
Troia Örenyeri
Troia Archaeological Site
Assos Örenyeri
Assos Archaeological Site
Arkeoloji Müzesi
Archaeological Museum
Apollon Smintheion Örenyeri
Apollo Smintheion Archaeological Site
EDIRNE
Yıldız Sarayı
Yıldız Palace Museum
Fethiye Müzesi
İstanbul Fethiye Museum
Aya İrini
Hagia Eirene Church Museum
KOCAELI
Kocaeli Müzesi
Kocaeli Museum
Saray Müze (Av Köşkü)
Imperial (Hunting Lodge) Palace
Museum
KARADENİZ BÖLGESI
BLACK SEA REGION
AMASYA
Amasya Müzesi
Amasya Museum
Hazeranlar Konağı
The “Hazeranlar” Mansion
Ethnography Museum
TRABZON
Sümela Manastırı
Sümela Monastery
Kostaki Konağı
The Kostaki Mansion
Trabzon Müzesi
Trabzon Museum
ZONGULDAK
Cehennemağzı Mağaraları
The Hell Mouth Caves
AKDENİZ BÖLGESI
MEDITERRANEAN REGION
ADANA
Arkeoloji Müzesi
Archaelogical Museum
Arykanda Örenyeri
Arykanda Archaeological Site
Alanya Müzesi
Alanya Museum
BURDUR
Sagalassos Örenyeri
Sagalassos Archaeological Site
Burdur Müzesi
Burdur Museum
HATAY
Hatay Müzesi
Hatay Museum
St. Pierre Anıt Müzesi
St. Pierre (Saint Petrus) Church
Museum
Çevlik Örenyeri
Çevlik Archaeological Site
ANTALYA
Isparta Antiocheia Örenyeri (Yalvaç)
Pisidia Antiocheia Archaeological Site
Aspendos Örenyeri
Aspendos Archaeological Site
K. MARAŞ
Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi
Museum of Archaeology and
Ethnography
S.Düzü Milli M. Müzesi
Amasya National Struggle Museum
Alanya Kalesi
Alanya Castle
Kahramanmaraş Müzesi
Kahramanmaraş Museum
Türk İslam Eserleri Müzesi
Museum of Turkish and Islamic Arts
BARTIN
Myra Örenyeri
Myra Archaeological site
MERSIN
Amasra Müzesi
Amasra Museum
Noel Baba Müzesi
The Museum of St. Nicholas
Cennet - Cehennem Örenyeri
Chasm of Heaven and Pit of Hell
ÇORUM
Perge Örenyeri
Perge Archaeological site
Astım Mağarası
Asthma Cave
Phaselis Örenyeri
Phaselis Archaeological site
St. Paulus Kuyusu
The St. Paul Well
Antalya Müzesi
Antalya Museum
Mağmure Kalesi
Mağmure Cave
Side Tiyatrosu
Ancient Side Amphitheatre
Kanlı Divane Örenyeri
Kanlı Divane Archaeological Site
Olympos Örenyeri
Olympos Archaeological site
Anamurium Örenyeri
Anemurium Archaeological Site
Patara Örenyeri
Patara Archaeological site
St. Paul Anıt Müzesi
The St. Paul Church Memorial Museum
Side Müzesi
Side Museum
Kız Kalesi
Korykos Maiden’s Castle
İSTANBUL
Ayasofya Müzesi
Hagia Sophia Museum
Topkapı Sarayı Müzesi
Topkapı Palace Museum
Çorum Müzesi
Çorum Museum
Harem Dairesi
Harem Apartments
Alacahöyük Müzesi ve Örenyeri
Alacahöyük Museum and
Archaeological Site
Kariye Müzesi
Chora Museum
Boğazköy Müzesi
Boğazköy Museum
İstanbul Arkeoloji Müzeleri
İstanbul Archaeological Museum
SAMSUN
Türk ve İslam Eserleri Müzesi
Museum of Turkish and Islamic Arts
Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi
Museum of Archaeology and
Ethnography
Mozaik Müzesi
Mosaics Museum
Hisarlar Müzesi
Castles’ Museum
İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi
Museum for the History of Science
and Technology in Islam
Galata Mevlevihanesi Müzesi
Galata Whirling Dervishes Hall
Museum
76
Gazi Müzesi
Ghazi (Mustafa Kemal Atatürk)
Museum
Simena Örenyeri
Simena Archaeological site
SINOP
Termessos Örenyeri
Termessos Archaeological Site
Tarihi Sinop Cezaevi
Sinop Historical Castle Prison
Xanthos Örenyeri
Xanthos Archaeological Site
Sinop Müzesi
Sinop Museum
Karain Mağarası
Karain Cave
EGE BÖLGESI
AGEAN REGION
AFYON
Arkeoloji Müzesi
Archaeological Museum
AYDIN
Afrodisias Müze ve Örenyeri
Aphrodisias Archaeological Site
Didim Örenyeri
Didyma Archaeological Site
Milet Örenyeri
Miletus Archaeological Site
Priene Örenyeri
Priene Archaeological Site
Milet Müzesi
Miletus Museum
Aydın Müzesi
Aydın Museum
Gymnasium ve Sinagog
Gymnasium and Synagogue
Arkeoloji Müzesi
Archaelogical Museum
MUĞLA
Bodrum Sualtı Müzesi
The Bodrum Museum of Underwater
Archaeology
Sedir Adası
Sedir Island
Mausoleion Örenyeri
Mausoleion Archaeological Site
DENIZLI
Kaunos Örenyeri
Kaunos Archaeological Site
Hierapolis Örenyeri
Hierapolis Archaelogical Site
Kayaköy Örenyeri
Kayaköy Archaeological Site
Arkeoloji Müzesi
Archaelogical Museum
İZMIR
Efes Örenyeri
Ephesus Archaelogical Site
Akropol Örenyeri
Acropolis Archaeological Site
Efes Yamaçevler
Ephesus Terrace Houses
Asklepion
Asclepeion (Healing Temple)
St. Jean Anıtı
St. John Basilica
Efes Müzesi
The Ephesus Museum
Agora Örenyeri
Agora Archaeological Site
Çeşme Müzesi
Çeşme Museum
Knidos Örenyeri
Knidos Archaeological Site
Zeki Müren Sanat Evi
Zeki Müren Arts Museum
Marmaris Müzesi
Marmaris Museum
Tlos Örenyeri
Tlos Archaeological Site
Letoon Örenyeri
Letoon Archaeological Site
Beçin Kalesi ve Örenyeri
Beçin Fortress and Historical Site
UŞAK
Arkeoloji Müzesi
Archaelogical Museum
İÇ ANADOLU BÖLGESI
MEDITERRANEAN REGION
Bergama Kızıl Avlu (Bazilika)
Pergamon Red Courtyard (Basilica)
AKSARAY
Tarih ve Sanat Müzesi
Museum of History and Art
Ihlara Vadisi Örenyeri
Ihlara Valley
Bergama Müzesi
The Bergama Museum
Arkeoloji Müzesi
Archaelogical Museum
Manastır Vadisi Örenyeri
Manastır Valley
ANKARA
KAYSERI
ERZURUM
Yeşilhisar Soğanlı Örenyeri
Yeşilhisar Soğanlı Archaeological Site
Yakudiye Türk-İslam Eserleri Müzesi
Museum of Turkish - Islamic Arts and
Ethnography
Arkeoloji Müzesi
Archaelogical Museum
KIRŞEHIR
Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi
Kaman Kalehöyük Museum of
Archaeology
KONYA
Mevlana Müzesi
Mevlâna Museum
Karatay Müzesi
Karatay Museum
İnce Minare Müzesi
Museum of the İnce Minareli
(Slender Minaret) Medrese
Arkeoloji Müzesi
Archaelogical Museum
Akşehir Batı C. Müzesi
Akşehir Western Front Headquarters
Museum
NEVŞEHIR
Göreme Açık Hava Müzesi
Göreme Open Air Museum
SOUTHEASTERN
ANATOLIAN REGION
ADIYAMAN
Pirin Örenyeri
Pirin Archaeological Site
Adıyaman Müzesi
Adıyaman Museum
Batman Müzesi
Batman Museum
Zelve Örenyeri
Zelve Open-Air-Museum
Paşabağlar Örenyeri
Paşabağlar Underground City
Özkonak Yer Altı Şehri
Özkonak Underground City
Hacıbektaş Müzesi
Haji Bektash Veli Museum
Çavuşin Kilisesi
Çavuşin (Nicephorus Phocas) Church
NIĞDE
Etnoğrafya Müzesi
Museum of Ethnography
SIVAS
Aizonai Örenyeri
Aizonai Archaeological Site
Gordion Müzesi ve Örenyeri
Gordion Archaeological Site and
Museum
Sardes Örenyeri
Sardes Archaeological Site
GÜNEYDOĞU
ANADOLU BÖLGESI
Karanlık Kilise
Dark Church
Arkeoloji Müzesi
Archaelogical Museum
MANISA
Akdamar Anıt Müzesi
Akdamar Church Memorial Museum
Hasankeyf Örenyeri
Hasankeyf Archaeological Site
Niğde Müzesi
Niğde Museum
Roma Hamamı Örenyeri
Roman Baths of Ankara Open-AirMuseum
VAN
Derinkuyu Yer Altı Şehri
Derinkuyu Underground City
Cumhuriyet Müzesi
Museum of the Republic
Çini Müzesi
The Tile Museum
Ani Örenyeri
Ani Archaeological Site
BATMAN
Gümüşler Örenyeri
Gümüşler Monastery Archaeological
Site
KÜTAHYA
KARS
Kaymaklı Yer Altı Şehri
Kaymaklı Underground City
Anadolu Medeniyetleri Müzesi
Museum of Anatolian Civilizations
Klaros Örenyeri
Klaros Archaeological Site
Erzurum Kalesi Arkeoloji Müzesi
Erzurum Castle Archaeological
Museum
Arkeoloji Müzesi
Archaelogical Museum
DOĞU ANADOLU
BÖLGESI
EASTERN ANATOLIAN
REGION
ESKIŞEHIR
AĞRI
Eti Arkeoloji Müzesi
Eti Archaeological Museum
İshak Paşa Sarayı
Ishak Pasha Palace
DIYARBAKIR
Arkeoloji Müzesi
Archaeology Museum
GAZIANTEP
Gaziantep Zeugma Müzesi
Gaziantep Zeugma Mosaic Museum
Gaziantep Arkeoloji Müzesi
Gaziantep Archaeology Museum
MARDIN
Mardin Müzesi
Mardin Museum
ŞANLIURFA
Şanlıurfa Müzesi
Şanlıurfa Museum
Şanlıurfa Kalesi
Şanlıurfa Castle
Harran Örenyeri
Harran Archaeological Site
Göbeklitepe Örenyeri
Göbeklitepe Prehistoric
(Pre-Pottery Neolithic) Settlement
77
İSTANBUL
Ayasofya Müzesi
Topkapı Sarayı Müzesi
Topkapı Sarayı - Harem Dairesi
Kariye Müzesi
İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Türk ve İslam Eserleri Müzesi
Mozaik Müzesi
Hisarlar Müzesi
İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi
Galata Mevlevihanesi Müzesi
Yıldız Sarayı Müzesi
Fethiye Müzesi
Aya İrini Anıt Müzesi
ANKARA
Anadolu Medeniyetleri Müzesi
Cumhuriyet Müzesi
Etnoğrafya Müzesi
Gordion Müzesi ve Örenyeri
Roma Hamamı Örenyeri
KOCAELI
Kocaeli Müzesi
Saray Müze (Av Köşkü)
ZONGULDAK
Cehennemağzı Mağaraları
BURSA
İznik Müzesi
Mudanya Mütareke Evi Müzesi
Türk İslam Eserleri Müzesi
BARTIN
Amasra Müzesi
EDIRNE
Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi
Türk İslam Eserleri Müzesi
ÇANAKKALE
Troia Örenyeri
Assos Örenyeri
Arkeoloji Müzesi
Apollon Smintheion Örenyeri
ESKIŞEHIR
Eti Arkeoloji Müzesi
KÜTAHYA
Arkeoloji Müzesi
Aizonai Örenyeri
Çini Müzesi
MANISA
Sardes Örenyeri
Gymnasium Sinagog
Arkeoloji Müzesi
AFYON
Arkeoloji Müzesi
İZMIR
Efes Örenyeri
Akropol Örenyeri
Efes Yamaçevler
Asklepion Örenyeri
St. Jean Anıtı
Efes Müzesi
Agora Örenyeri
Çeşme Müzesi
Bazilika Örenyeri
Tarih Ve Sanat Müzesi
Bergama Müzesi
Arkeoloji Müzesi
Klaros Örenyeri
MUĞLA
Bodrum Sualtı Müzesi
Sedir Adası
Mausoleion Örenyeri
Kaunos Örenyeri
Kayaköy Örenyeri
Knidos Örenyeri
Zeki Müren Sanat Evi
Marmaris Müzesi
Tlos Örenyeri
Letoon Örenyeri
Beçin Kalesi Ve Örenyeri
AYDIN
Afrodisias Müze ve Örenyeri
Didim Örenyeri
Milet Örenyeri
Priene Örenyeri
Milet Müzesi
Aydın Müzesi
78
DENIZLI
Hierapolis Arkeoloji Müzesi
Hierapolis (Pamukkale) Örenyeri
BURDUR
Sagalassos Örenyeri
Burdur Müzesi
ISPARTA
Antiocheia
Örenyeri
(Yalvaç)
UŞAK
Arkeoloji Müzesi
ANTALYA
Aspendos Örenyeri
Alanya Kalesi
Myra Örenyeri
Noel Baba Müzesi
Perge Örenyeri
Phaselis Örenyeri
Antalya Müzesi
Side Tiyatrosu
Olympos Örenyeri
Patara Örenyeri
Side Müzesi
Simena Örenyeri
Termessos Örenyeri
Xanthos Örenyeri
Karain Mağarası Örenyeri
Arykanda Örenyeri
Alanya Müzesi
KONYA
Mevlana Müzesi
Karatay Müzesi
İnce Minare Müzesi
Arkeoloji Müzesi
Akşehir Batı C. Müzesi
AMASYA
Amasya Müzesi
Hazeranlar Konağı
S. Düzü Milli M. Müzesi
NEVŞEHIR
Göreme Açık Hava Müzesi
Kaymaklı Yer Altı Şehri
Derinkuyu Yer Altı Şehri
Karanlık Kilise
Zelve Örenyeri-Paşabağlar Örenyeri
Özkonak Yer Altı Şehri
Hacıbektaş Müzesi
Çavuşin Kilisesi
SINOP
Tarihi Sinop Cezaevi
Sinop Müzesi
ÇORUM
Çorum Müzesi
Alacahöyük Müzesi ve Örenyeri
Boğazköy Müzesi
TRABZON
Kostaki Konağı
Trabzon Müzesi
SAMSUN
Arkeoloji ve
Etnoğrafya
Müzesi
Gazi Müzesi
KARS
Ani Örenyeri
KIRŞEHIR
Kaman Kalehöyük
Arkeoloji Müzesi
AĞRI
İshak Paşa Sarayı
SIVAS
Arkeoloji Müzesi
VAN
Akdamar Anıt Müzesi
KAYSERI
Yeşilhisar Soğanlı Örenyeri
Arkeoloji Müzesi
K. MARAŞ
Kahramanmaraş Müzesi
BATMAN
Hasankeyf Örenyeri
Batman Müzesi
MERSIN
Cennet-Cehennem Örenyeri
Astım Mağarası
St. Paulus Kuyusu
Mağmure Kalesi
Kanlı Divane Örenyeri
Anamurium Örenyeri
St. Paul Anıt Müzesi
Kız Kalesi
ŞANLIURFA
Şanlıurfa Müzesi
Şanlıurfa Kalesi
Harran Örenyeri
Göbeklitepe Örenyeri
MARDIN
Mardin Müzesi
ERZURUM
Yakudiye Türk-İslam Eserleri Müzesi
Erzurum Kalesi
Arkeoloji Müzesi
GAZIANTEP
Gaziantep Zeugma Müzesi
Gaziantep Arkeoloji Müzesi
HATAY
Hatay Müzesi
St. Pierre Anıt Müzesi
Çevlik Örenyeri
AKSARAY
Ihlara Vadisi Örenyeri
Manastır Vadisi Örenyeri
DIYARBAKIR
Arkeoloji Müzesi
T. C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI’NA
BAĞLI DÖSİMM VE TÜRSAB-MÜZE
GİRİŞİMLERİ TARAFINDAN İŞLETİLEN
MÜZE ve ÖRENYERLERİ
ADANA
Arkeoloji Müzesi
NIĞDE
Gümüşler Örenyeri
Niğde Müzesi
ADIYAMAN
Pirin Örenyeri
Adıyaman Müzesi
MUSEUMS AND HISTORICAL SITE OF
THE MINISTRY OF CULTURE AND TOURISM OF
THE REPUBLIC OF TURKEY RUN BY DÖSİMM
(CENTRAL DIRECTORATE OF REVOLVING FUNDS
MANAGEMENT) AND TÜRSAB (ASSOCIATION OF
TURKISH TRAVEL AGENCIES) MUSEUM ENTERPRISES
79
İSTANBUL ARKEOLOJI MÜZELERI KOLEKSIYONUNDAN
OKEANOS
“Uranos ve Gaia’nın oğlu Nehir Tanrısı
Okeanos… Oğulları akarsular ve ırmaklar,
kızları ise dereler ve kaynak suları idi.”
Ana Sponsor
İstanbul Arkeoloji Müzeleri
TÜRSAB’ın desteğiyle yenileniyor
İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Osman Hamdi Bey Yokuşu Sultanahmet İstanbul • Tel: 212 520 77 40 - 41 • www.istanbularkeoloji.gov.tr

Similar documents

Temmuz/Ağustos/Eylül 2014

Temmuz/Ağustos/Eylül 2014 Hümeyra ÖZALP KONYAR, Ufuk YILMAZ, Özgül ÖZKAN YAVUZ, Özgür AÇIKBAŞ, Köyüm ÖZYÜKSEL ÜNAL, Ayşim ALPMAN, Avniye TANSUĞ, Elif TÜRKÖLMEZ, Ahmet ALPMAN, Pınar ARSLAN, Turgut ARIKAN TÜRSAB adına YAYIN K...

More information

40–Egitim-fakulteleri-guzel-sanatlar-egitimi-bolumleri

40–Egitim-fakulteleri-guzel-sanatlar-egitimi-bolumleri 3.1. Maniyerist Hareket ve Biçimbozum “Maniyerizm” kelimesi İtalya’da özellikle 1520-1600 yılları arasında sanatsal açıdan önemli bir değişimi ifade eder. Maniyerizm etimolojik (kelime köken bilimi...

More information

ANTİK DÜNYANIN KEHANET MERKEZİ: DIDYMA Zamanın İcadı

ANTİK DÜNYANIN KEHANET MERKEZİ: DIDYMA Zamanın İcadı The holders of the Museum Pass İstanbul will be able to visit the following museums, free of charge and without having to queue: the Chora and Hagia Sophia Museums, which bring the magnificence of ...

More information

Yeni Gelen Öğrenciler için Ankara Rehberi

Yeni Gelen Öğrenciler için Ankara Rehberi haline geldi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun dağıldığı günlerde, merkezî konumu, demiryolu ulaşımına sahip olması ve batı cephesine yakınlığı nedeniyle Kurtuluş Savaşı’nı...

More information