Stêrka Ciwan`ı 20 yıl önce bize bırakıp dağlara gitti. O

Transcription

Stêrka Ciwan`ı 20 yıl önce bize bırakıp dağlara gitti. O
Kapak.qxp_3) Kapak #6 22.03.2015 22:17 Page 1
Hasan Kızıler
(Mazlum)
Vurulmuşum ey sevdasına
öldüğüm dağlar
Susamışım yorgunum
Yol verin gideyim
Özlemişim Mazlum’u
Bir de Zeytin Karası Gözlerini
Gülücüklerini Toprağa çizmiştim oysa
Bir de gözlerini güneşe
Nasıl inanalım şimdi
Mazlumun şehit düştüğüne…
Stêrka Ciwan’ı 20 yıl önce bize bırakıp dağlara gitti. O bizim Küçük
Mazlumumuzdu... Hepimizin kahramanıydı. Şimdi bize bıraktığı bu
mirası, emaneti zafere dek taşıyacağız. 1 Nisan 1995’te ölümsüzleşen
Mazlum’a sözümüz özgürlük olacak... Stêrka Ciwan
STÊRKA CIWAN
K o v a r a
C i w a n a n
Önderliğimize
Hediyemiz
Gerillayı
Büyütmek
Olsun!
BE SEROK JÎYAN NABÊ!
a
M e h a n e
Nisan 2015
Hejmar:143
Kapak.qxp_3) Kapak #6 22.03.2015 20:59 Page 2
Rojava’nın
Kahraman
İnternasyonalist
Şehitleri
Kemal
(Eric C
onstan
dino Sc
urfield)
Avaşin Tekoşin
Güneş
(Ivana Hoffm
an)
arhad
S
k
o
g
Ba
shley)
A
n
o
h
(Jonst
Şehit
Hayallerin varlığında, öz yaşama
kavuşuyoruz
Ütopyalarda ruhlarımızı birleştiriyoruz
Aşklarda özgürlüğe kavuşuyoruz
Hakikatlerde insanlığa soyunuyoruz
Bazen kendimizi bir yıldızda
Bazen bir çiçekte
Bazen de şırıl şırıl akan sularda görüyoruz
Bazen sonsuzluğun zamanında beliriyoruz
Yere düşen tohum misali
İnsanlığın yüreğinde yeşeriyoruz
Yüreklerden yeşeren özlem, sevgi oluyoruz
Dudaklardan dökülen ezgilerle türkü oluveriyoruz
Tanrılar inadına Tanrıça yaratıyoruz
Topraktaki yaşam gerçeğine dönüşüyoruz
Denizler misali canlı yaratıyoruz
Ateşten dansa duruyoruz
Öfkelerde isyan, çığlık oluveriyoruz
Şiirlerde destan oluyoruz.
Kadında hislerimiz birleştiriyoruz
Ana rahminde umut oluveriyoruz
Umutta enerji misali güce inanıyoruz
Çocukluk masumiyetinde
evrene sarılıyoruz
“ Kimim ben?” diye soruyor
“Özgürlük” cevabını alıyoruz
Sonra Bêrîtan, Melsa, Avaşîn oluveriyoruz
Küçük Nudalara, Berçemlere uzanıyoruz
Ronahîler, Baharînler gibi patlıyor
Hakikat oluveriyoruz
Esralarda, Adarlarda “şehit” oluveriyoruz.
Sarina’yla göklere yükseliyoruz.
Şehit Medya Ronahî
01 içerik.qxp_Layout 1 22.03.2015 22:09 Page 1
Nîsan
İÇİNDEKİLER
Editörden
Merhaba Güneş'in Yoldaşları
Küllerinden yaratılmış olan bir halkın öncü ve
Rêber Apo
2
Üveyş Ana; Bilinçsiz Bir İsyan Doğurucusu
K.C.Avr. Koor.
8
10 Maddeye Sahip Çıkmak ...
dinamik gücü olan, Önderliğin hakikat arayışındaki
genç yoldaşlar.
Beş bin yıl öncesine baktığımız zaman insanlık,
Çavreş Serhat
11 Bu Toprakların Gerçek Sahibi Mazlum Arkadaştı
Usar Serhat
17 Demokratik(Doğal) Otorite
Salih Doğan
19 İki Arayışçının Hikayesi
Argeş Xemgîn
22 Yoldaşlık
Hayri Serhildan
25 Sistem Hakikatinde Erimek
Rüstem Derîk
27 Rojbûna Serokatî
Dilzar Dilok
29 Hûn Ciwan In, Yan Na?
Deniz Rojava
34 Rastîya Pêşengên Ji Rastîya Xwe Dûr
Avaşin Kızıl
36 Jinên Ciwan Û Nasnameya Wê
Şervan Birîndar
38 Unterschied Zwischen Der Kapilistischen...
Rêber Apo
41 Über Die Frau Und Die Familie
Paramaz
46 Kurdische Jugendliche Und İhr...
Solin Keko
47 Jetzt Bin İch Eine Revolutionärin
Bedoya Besaya
51 Analyse Und Aufklärung Über Soziale Medien
kadın, toplumsallık, özgür ve komünal yaşam erkek
egemenlikçi anlayışın gelişimiyle kaybedilmiş ve
tarihin derinliklerine gömülmüştür. Bu kayboluş
günümüze kadar süre gelmiştir. Bugün günümüze
baktığımızda bu kayboluşun ters yüz edildiği bir
süreçten geçtiğimiz gerçekliğini görüyoruz. Önderliğimizin ideolijisi ve yaşam felsefesiyle inşaa
etmek istediğimiz demokratik ulus ile kaybedilmiş
özgür ve komünal yaşam bulunmuş ve yaşanılır kılınmak üzere mücadele verilmektedir. Bunu bir
doğuş olarak ele almak lazım Güneşin doğuşu bir
halkın doğuşuna vesile olmuş ve Güneşin her bir
ışını bir karanlığı aydınlığa çıkarmıştır. Bunu bugün
en iyi Rojava şahsında Ortadoğu’da görmekteyiz.
Rojava’da bugün savaşan her bir birey güneşin
ışıltısı ve sıcaklığıyla aşk derecesinde mücadele
vermektedir. İçerisine girmiş olduğumuz Nisan
ayında Önderliğimizin başta olmak üzere bütün
insanlık mücadelesi veren hakikat arayışçılarının
yeni doğuşlarını kutluyoruz. Bizler Güneşin yoldaşları olarak inşaa edilecek yaşamın temellerini
oluşturarak ve özgürlük mücadelesine katılarak
özgür yaşamın inşaa gücü olmalıyız. Gücümüzü
şehitlerimizden, aydınlığımızı ve inancımızı Önderliğimizden alarak yeni yaşamı inşaa edelim..
Genç kalın....
Mail adresi: [email protected]
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:14 Page 2
Üveyş Ana;
STÊRKA CIWAN
Bilinçsiz
Bir İsyan
Nîsan 2015
2
D o ğ u ru c
n n
n
Rêber Apo n
n n
usu
02-07.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:16 Page 3
STÊRKA CIWAN
lumlu veya olumsuz yönleriyle özgür kadın hareketi üzerinde etkide bulunan bir kadın da benim anamdır.
Bugün anamın ölümünün birinci yıldönümü oluyor. Şimdi bu kadın için
de birkaç cümle ile değerlendirmede
bulunmam yararlı olabilir.
Bu kış değerlendirmelerinde ana
gerçeği üzerine bir takım değerlendirmeler yaptım. Kürdistan’da üzerinde
durmamız gereken bir gerçeklik de
ana gerçeğidir. Analık genellikle bir
doğuş ifadesidir. Analığın bizdeki en
basit anlamı, birçok çocuk doğurur
ve neslini devam ettirirsin biçimindedir. Ben başından itibaren buna
itiraz ettim. Denilebilir ki, anama en
sert cevabı kendim verdim. O bir ana
olarak benimle evdeki bütün hakkını
beni doğurmaya bağlı olarak ileri sürüyordu. Ben de “şu tavuk ile civcivi
görüyor musun? Tavuk civcivi için
ne kadar anaysa, sen de benim için o
kadar anasın” diyordum. Bu çok kaba
bir benzetmeydi ama bunu yaptık.
Hatta “senin böyle çocukların olacağına, benim hiç olmazsa daha iyidir”
denilecek anlamda bir yaklaşımı sıkça
vurguladım. Neden? Çünkü o herhangi
bir ana işte, ben de herhangi bir çocuk.
Bu bir çelişki. Çocuk istediği gibi
yaşayamıyor, ana da çocuğuyla kendini
sürdürmek istiyor. Bu bir çelişki. Şehitlerden söz ederken, müthiş ölçüde bilinçli ve planlı olduklarını söyledim. Üveyş ana da o kadar bilinçsiz,
o kadar plansız; fakat kendine göre bir
isyan anası. Denilebilir ki, gerçekten
aynı zamanda erkeğin de kontrolüne
fazla girmemiş bir kadın. Tabii benimle
olan ilişkilerini hatırlıyorum. Ne istiyor?
Aslında ne istediğini de fazla bildiği
O
kanısında değilim. İşte memur olur,
biraz para kazanır, bana birkaç metrelik
bez alır, birkaç giyecek alır’ diye düşünüyor. Bunlar öyle fazla içeriği olmayan talepler. Kendisinin hayırlı evlattan kastettiği şey, onun o ruh haline
biraz anlayış göstermek, maddi ve manevi anlamda işte böyle kendisine karşılık
vermek oluyor. Birçok çocukta bu anlamda herhalde karşılık verir. Anasının
iyi oğlu ya da kızı olmaya özen gösterir
sanırım. Kanımca sizin gerçeğiniz de,
ağırlıklı olarak biraz böyledir. Şimdi her şeyde aksilik burada başladı. Böyle bir çocuk olmanın ayrıcalığı
mı dersiniz, talihi veya talihsizliği mi
dersiniz, onu belledik. Kendime göre
3
ne erkenden anaya karşı böyle bir savaşım verdim. İnsan anasına karşı
savaş verir mi? Biz verdik. Gerçekten
çok tuhaf, halen de hepiniz görüyorsunuz. Anasının çok sevdiği çocukları,
çocuğun çok sevdiği anası... Bu durumlara çok az düştüğümü sanıyorum
veya görmedim. Öyle olmaya çalıştık.
Acaba suç muydu, gerçeklik ne dedi
bana, doğrusu sizinki mi, benimki mi?
Üzerinde durmaya değer. Neden erken
yaşlarda böyle bir mücadele doğdu,
onu da birçok değerlendirmede anlattım. Tabii burada kalkıp böyle bir çocukluk döneminde bir teori çıkaracak
değiliz. Ama çocukluktaki şekillenmenin de daha sonraki bütün geliş
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:14 Page 4
STÊRKA CIWAN
Ailenin çocukla
rı üzerindeki e
tkisi
gerçekten çok b
elirleyicidir.
Çoğunuzun hale
n bir aile çocuğu
olduğunu söylem
ek gerekir.
Siz aile ile ve ail
enin değer
yargılarıyla sava
şarak
büyümediniz.
meleri etkilediğini psikologlar söylüyorlar. Biz de buna eminiz. Bu, bilimsel bir doğrudur aslında. O dönemin
mücadeleciliği olmazsa daha sonraki
dönemin mücadeleciliği de pek olmayacak. Ben mi çok akıllıydım veya
karar mı çok değişikti. Bu mücadeleciliği dayattı. Bu da ayrı bir konu. Burada çok olağanüstü, bilmem çok özel
durumlardan bahsetmeye de gerek yok.
Bu herhalde her ana-çocuk ilişkisinde
yaşanan bir durum. Ama bizim başlattığımız süreç, çelişkinin biraz açığa
çıkarılması süreci oluyor. Bu, erken
yaşlarda o anlama geliyor. Hesaplaşmayı çok erken başlatıyoruz. Onun
bir egemenlik anlayışı var; etkilemesi
var, kendisine göre bir takım aile geleneklerini egemen kılacak. Benim bir
takım özgürlük taleplerim var, ben de
onları dayatacağım. Aile gelenekleri
nedir? Onun bellediği neyse odur. Benim özgürlük diye bellediğim şey
nedir? Canımın istediği neyse odur.
Çok ilkel bir egemenlik ve ona karşı
gelişen bir özgürlük savaşı...
Burada önemli olan nokta, baba
Nîsan 2015
etkisinin fazla egemen olmamasıdır
sanırım. Bu dikkate alınabilir. Çok
güçlü bir baba otoritesi durumu kesinlikle farklı kılacaktır. Babanın aileyi tam bir kontrol altına alması ve
onu öyle tümüyle etkisiz kılmasının
benim üzerimde de bazı sonuçları
olacaktır. Örneğin bir çelişki durumunu görmeyebilirdim. Muhtemelen
ana-baba çelişkisi benim çıkış yapmamama fırsat veriyor. Etkisiz bir
baba; yine de babalığını ve erkekliğini
götürmek istiyor. Kolay bırakmak
istemiyor. Ama diğer yandan da anaerkil düzeyine kendini artık böyle
taşıtmak isteyen veya anaerkil bir
kadın olarak, ana olarak ailede yer
bulmak isteyen ve bu konuda kendine
göre bir uğraşı olan bir kadın var.
Bu gerçekten önemli bir çelişki. Bu
çelişki bana biraz olanak sunuyor.
Bir yerde daha sonraki süreçlerde
çelişkilerden yararlanmayı herhalde
ilkin bu aile ocağında öğreniyorum.
Yani baba otoritesine karşı ana gücü
denilen bir kavramla tanışıyorum.
Bu, ailede bir etkisizliğe yol açıyor.
Buna yol açtığı için de, ben de kendi
4
kendime erken yaşta özgür davranabilirim diyorum. Anam, babama karşı
çıktığına göre, neden ben de bazılarına karşı çıkmayayım? Diğer kadınlara göre böyle bir ana hem cesaret
veriyor, hem de beni biraz daha serbest ve kendime göre kılmaya götürüyor. Hani derler ya, iki güç birbiriyle
uğraşırken üçüncü gücün gelişme
durumu söz konusu olabilir. Bunlar
birbirleriyle böyle uğraşırken, adeta
birbirlerini etkisizleştirirken, bir üçüncü çocuk gücü gelişim gösterebiliyor.
Bu durum üzerimizde etkili oluyor.
Ben bundan herhalde biraz etkileniyorum. Mevcut durum ana-baba otoritesine fazla girmeden de kendimi
bulabilmemi ve kendimi biraz daha
özgür hissetmemi mümkün kılıyor. Ana ile babanın birbirleriyle çokça
savaşması, rahat ve huzurdan eser
bırakmaması, ana kucağı, baba himayesi gibi kavramlara fazla yer bırakmıyor. Sen aslında bunlarda fazla
yer bulamazsın, himaye aramazsın,
sevgi bulamazsın. Bunlar zaten birbirlerine her türlü saygısızlığı dayatıyorlar. Bu konuma fazla güvenilmez
veya bu haliyle fazla güvenilmez.
İşte erkenden aileye güvenmeme veya
aile değerlerine karşı kuşku gelişiyor.
Zaten bunun daha sonra nasıl anlamlı
ve önemli olduğu anlaşıldı. Çünkü
ailenin çocukları üzerindeki etkisi
gerçekten çok belirleyicidir. Çoğunuzun halen bir aile çocuğu olduğunu
söylemek gerekir. Siz aile ile ve ailenin değer yargılarıyla savaşarak
büyümediniz. Ben şimdi halen onlardan aldığınız yanlışları düzeltmeye
çalışıyorum. Bu köleleştirici, abartıcı,
hırsızlaştırıcı ve kendini çok sahte
bir biçimde adam yerine koyucu de-
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:14 Page 5
STÊRKA CIWAN
ğerlere ve değer yargılarına nasıl
açıklık kazandırdığımı ve bunlarla
her gün nasıl savaştığımı göz önüne
getirirseniz aile gerçekliğiniz kendisini biraz daha iyi açığa çıkarır. Hepinizin “ailenin iyi çocuğu” olarak
büyüme ihtimali çok yüksek.
Evet, ben buna bir şey demiyorum.
Ama bu büyüme tarzının içinde çok
kir var. Çok bağımlılık var, çok kölelik var, çok abartma var. Onun
acılı veya kabul edilemez sonuçlarını
partiye taşırıyorsunuz. İşte çoğunuz
“partiyi bir aile olarak görüyorum”
diyorsunuz. Tıpkı ailenizin ilişkilerini
parti ortamında aradığınızı, kendinizi
partinin iyi bir çocuğu, parti ailesinin
iyi bir çocuğu, ailenin iyi bir çocuğu
gibi değerlendirdiğinizi belirtiyorsunuz. Tabii bunların örnekleri ortaya
çıkıyor. Partiyi aile örgütü gibi görürsen, partinin başına bela olursun.
Aile ilkel bir kurumdur; bu kurumun
değerlerini ulusal ve siyasal değerlerle
karşılaştırırsan, oradaki bencilliği,
ucuz ve beleşten yaşamayı partiden
de beklersen orada bulduğun yüzü,
saygı ve sevgiyi hiç emek harcamadan
parti içinde de ararsan bir baş belası
olursun. Nitekim bir kısmınız baş
belasıdır. Neden? Çünkü sizin aile
gerçekliğiniz çok kötü işlemiş. Bu
baş belası durumun altında hala çıkamıyorsunuz. Buradan çıkarılacak
önemli bir sonuç budur. Ben inkar etmiyorum; ailelerin
verdiklerine, ailenizin sizi büyütmesine hele bir ananın sizi büyütmesine
büyük değer veriyorum. Bu çok zor
bir büyümedir. Yani Allah bana her
işi yaptırsın da, bir ananın bir çocuğu
yetiştirme işini vermesin derim. Çocuk yetiştirmek çok zor bir iştir. Bu-
rada geçerken onu da vurgulamalıyım.
Zaten ben olsam, gerçekten her gün
sille-tokat girişirim. Yani çocuk yetiştirmeye tahammül edemem. O koşullarda tahammül edemem. Tabii
çocuklara karşı değilim. Onu da geçerken belirteyim. Övünmek gibi olmasın çocuklarla ilgilenmeyi yine
en çok arkadaşça ben sürdürüyorum.
Bir çocuğa çocuk gibi değil, gelişecek
bir insan gibi yaklaşmayı en özlü
bir biçimde ben hayata geçirmeye
5
çalışıyorum. Ama yine de çocuklara
böyle sinirliyim. Bir gün bile onların
ağlayıp sızlamasına dayanmak mümkün değildir. Analar müthiş dayanıyorlar. Tabii bu dayanma onları da
düşürüyor ve mahvediyor. Anaların
bütün o gerilikleri biraz da bu çocukların yüzündendir. Hayır, bunlar bambaşka çelişkilerdir
ve bambaşka ele alınabilirler. Dikkat
çekmek açısından bunları söylüyorum.
Yani Kürt gerçeği içinde ailedeki bu
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:15 Page 6
STÊRKA CIWAN
büyüme tarzı çok ağır sonuçlara yol
açıyor. Ne kadar hızlı büyütüldünüz,
ne kadar emek dışı büyütüldünüz, aileler yoksul oldukları halde sizi ne
kadar paşa gibi büyüttü? Bunlar büyük
çelişkidir, büyük sorundur. Zaten çocuklar hep “oğlum büyür paşa olur”
tekerlemesiyle büyütürler. Karşımızda
hiç emek harcamayan bir general gibi
duruyorsunuz. Bu, büyütülüş tarzınızın
bir sonucudur. Sizi öyle alıştırmışlar.
“Çocuğun en iyisi, çocuğun en güzeli,
çocuğun en paşasıdır” demişler. Sizin
şimdi hiç emek harcamadan oldukça
yırtıcı bir teorik ve pratik çabayla
sağlayabileceğiniz gelişmenin kenarından bile geçmeden kendinize rütbeyi
layık görmeniz, kendinize militanlığı
yakıştırmanız bu yetiştirme tarzınızla
bağlantılıdır. Benim bütün iyiliğim,
işte yetiştirme tarzına dahil olmamak,
böyle bir yetiştirmenin talihi ve talihsizliğini yaşamamaktır.
Demek ki, benim bu aile konumumdaki çelişkili durumum
veya çelişkinin çok erkenden açığa çıkması
daha sonraki gelişmelerin üzerinde tayin edici
bir etkide bulunmuştur.
Bu kurumdan duyulan
kuşku beni geleneklere,
himayelere onlara dayanarak ayakta kalmalara
karşı da kuşkuya götürdü. Zaten herkes “Babam
beni şöyle korur, anam
beni şöyle korur” diyerek
yetişir. Anasına ve babasına dayanmadan bir
çocuğun yetişmesi zaten
mümkün değildir. Ama
bunun bizim yaşadığımız
Nîsan 2015
biçimiyle erken yaşta karşılanması
ve çok erkenden bir kopuş, bizim
daha sonraki bağımsızlaşmamıza büyük katkı sunuyor. Toplumdaki çelişkileri anlamamıza, aile değerlerine
göre değil, ulusal ve toplumsal değerlere göre özen göstermemize ortam
sunuyor. Beni erkenden ona açık tutuyor. Yani onların beni himaye etmelerini inkar etmemeliyim. Şunu da
hatırlatmalıyım ki, ben boyun eğmeci
bir çocuk da olabilirdim. Ama hala
hatırlıyorum. Anam beni kendi çelişkilerine göre bir savaşçılığa itmede
müthişti. Hatta en büyük terbiyeyi
oradan aldığımı söyleyebilirim. Yani
şunu gördüm; sen düşmanlarınla uğraşmazsan, ekmek yiyemez veya asla
yaşayamazsın! Bu önemli bir eğitim
özelliği olsa gerek. Çünkü kendine
göre düşman bellediklerine karşı mücadeleciydi; örneğin bir çocuk bana
tokat vurmuştu, “intikamını almadan,
kesinlikle eve gelemezsin” diyordu.
İntikam almadan geldiğimde beni kovuyordu. “mutlaka gidip sende karşılık
vereceksin” diye zorluyordu. Bazı çocuklarla kavgamı hala hatırlıyorum.
Bu kavgalar kesinlikle onun zorlamasıydı. Bana kalsaydı, çocuklar beni
vurduklarında, ağlayıp sızlayarak. “
Beni korumalısınız, ana git sen intikamımı al, baba sen al” derdim ve
zaten öyle yapıyordum. Bütün çocukların durumu böyledir. Yani dayak
yediklerinde ve kendilerine bir zarar
geldiğinde, ağlaya sızlaya, koşa koşa
önce babalarına, sonra analarına sarılırlar. Öyle karşılık verdirmeye çalışırlar. Burada böyle bir karşılık söz
konusu değil. Sen gidip karşılık vereceksin. Bu, doğru bir eğitim tarzı
olsa gerek. Oda bir çocuktur,
sende bir çocuksun. Kaldı ki
kendisi de gidiyordu, onların
sahipleriyle savaşıyordu.
“Senin çocuğun böyle yapmışsa, bende böyle yaparım” diyordu. Ama bize
de yaptırıyordu.
Kısaca anam bana
şöyle bir duygu vermiş
oldu; bana sığınarak,
hep benden destek
alarak, yardım görerek, böyle ağlayıp sızlayarak, özellikle böyle davranarak yaşaya
6
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:15 Page 7
STÊRKA CIWAN
Evet, ucuz hediy
elerle sağlanan b
ağlar,
feodal usullerle
kurulan bu
bağlar bana fazl
a güçlü gelmediğ
i
için, ben de ilgi
göstermedim.
mazsın. Mutlaka bir cevabın olacak!
Çok ilkeli de olsa, bu bir öç alma veya
bir yetişme duygusu gibi oluyor. Baba
tarafından güçlü değil, ana tarafından
çok daha güçlü. Baba tarafından da
var, ama ana tarafı biraz belirleyici
oluyor. Yaşarken mücadeleci olma özelliğidir bu. Tabii bizi fazla ezdirmedi
de. Çünkü biz o çocukların daha gücü
vardı, yaman bir kendini koruma savaşı
da veriliyordu. Yani şunu hissettiriyordu;
ben öyle kolay boyun eğmem; büyük
kavga ederim, kıyameti koparırım!
Köyde de ondan daha hamlı bir kişilik
yoktu. Böyle tam bir isyan tufanı. Bağırıp çağırmada, küfürde üstüne yok;
erkek yada kadın kim olursa olsun,
korkusuzca üzerine giderdi, köpürür
dururdu. Yani olay bir kişilikti. Biraz
da koruma yönünden bir paylaşmam
olmuştur. Yoksa çok silik biri olabilirdik.
Onların deyişi ile çok silik ve her şeye
boyun eğen bir çocuk olmak da mümkündü. Bu anlamda değerini takdir etmek gerekir sanıyorum. Bunu dışında bize verebilecekleri
fazla bir şeyleri yoktu. Okul sürecine
girdikten sonra, anadan öğreneceğim
fazla bir şey yoktu. Bir kopuş sürecidir
sürüp gider. Analardan kopuş ne kadar doğrudur, ne kadar yanlıştır? Örnek ana çocukları genellikle daha
sonradan olanakları elverdiğinde ve
paraları olduğunda, analarına hediye
alırlar. Ben öyle bir yönteme başvurmadım. Aslında param da vardı,
biraz para kazanmama rağmen, akrabalarıma veya anama şöyle bir hediye alayım diye düşünmedim. Belki
bunu yadırgamışlardır. Evet, bu konuda biraz inkarcı davranıyordum,
ama bana göre oğulluk farklı olmalıydı, onların istedikleri gibi bir oğul
olmamakla birlikte, bende başka türlü
iyi bir oğul olma arayışı vardı. Ben
hiçbir zaman dost ilişkilerine öyle
ucuz hediyelerle yaklaşmadım. Halen
de öyleyim. Size her şeyi söyledim;
arkadaşlığa ne kadar bağlı olduğumu,
erken yaşlarda ne kadar çocuk arkadaşlıklarının büyük arayıcısı olduğumu, onlarla olmak için ne kadar
can attığımı, hata öyle arkadaşlıklar
oluşturmak için nasıl büyük bir güç
zaptettiğimi vurguladım. Tabii bunun
ucuz hediyelerle olmayacağını görüyorum. Bu da fazla ilgi çekici olmuyordu. Güçlü arkadaşlıkların oluşumuna, güçlü ilişkilerin oluşmasına
7
fırsat vermiyordu. Onun için daha
erken yaşlarda insanları bağlamanın
değişik yollarını aklıma getirdim.
Aileye bağlı olmanın da değişik büyüklük yollarını düşünmeye çalıştım. Basit maddi ilişkilerle, hediye ilişkileriyle, akrabalık ve kirvelik ilişkilerle olsa olsa birkaç ahbap çavuş
kazanırsın. İnsanlığın kitlesini kazanamazsın, bütün halkını kendine kazanamazsın. Çünkü o zamanlar sorun
buydu. Bütün halkı kazanmayı bir
yana bırakalım, komşularımızı bile
çekemiyorduk. Sen nasıl bir kişisin
ki, komşularını bile anlamlı bir biçimde kendinle bütünleştiremiyorsun?
Çok istemene rağmen, köylülerini
bile kazanamıyorsun? Tabii bu duygu
bizi o zaman erkenden daha derin
bağlar arama sürecine soktu. İnsanları,
kapı komşuyu, bütün köylüleri, giderek bütün bir halkı, mümkünse insanlığı nasıl birleştireceksin? İlgi derinliğini nasıl yaratacaksın? Bizdeki
ideolojik arayış, siyasi arayış, parti
arayışı işte böyle olmuştu. Yani insanlar o kadar ilgisizler ve birbirlerinden o kadar kolay vazgeçiyorlar
ki, sen derin bağlanmak zorundasın.
Evet, ucuz hediyelerle sağlanan
bağlar, feodal usullerle kurulan bu
bağlar bana fazla güçlü gelmediği
için, ben de ilgi göstermedim. Din
bağlılığı bana biraz daha derinlikli
geliyordu. O zaman ona sarıldım. O
bağlarla topluluğa bağlanmaya, topluluğa güç vermeye ve güç olmaya
özen gösterdim. Ardından bilim, felsefe, ideoloji, sosyalist ideoloji, siyasi
ilişkiler dediğimiz ilişkiler, örneğin
siyasi ilişkinin bendeki büyüklüğü
nasıl oluştu? Bunlar aslında bu büyük
zayıflıklara bir tepki olarak oluştu... Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:17 Page 8
STÊRKA CIWAN
10 Maddeye Sahip Çıkmak
Gerillayı Büyütmek İle
Mümkündür
n n
n
Komalên Ciwan Avrupa Koordinasyonu
Geçtiğimiz süreç görünüş itibariyle
kafa karıştıran ve karışık bir süreç
olarak algılanmaktadır. Eğer insan
süreci yanlış okuyup algılarsa böyle
bir duruma düşmesi kuvvetle muhtemeldir. Kürt gençliği Önder APO´nun
baktığı pencereden süreci okumasını
bilmesi gerekmektedir. Kürt gençliği
olarak düşmanın amansız bir politika
Nîsan 2015
yürüttüğünü bilmemiz ve buna göre
tedbirimizi almamız şarttır.
Bugün Kürdistan'da tarih yazılmaktadır ve bizler bu tarihi anı anına
yaşamaktayız. Rojava'da gelişen direniş
ve beraberinde getirdiği zafer sevinci
biz avrupada yaşayan Kürt gençlerini
gururlandırmaktadır. Ve aynı zamanda
bizleri tarihi misyonumuza sahip çık8
n n
n
ma çağrısı yapmaktadır. Işid vahşetinin
kendiliğinden yenilmediğini hepimiz
bilmekteyiz bunun için Kürt gençlerinin bıkmadan usanmadan amansız
bir mücadele verdiğini ve bu uğurda
kan döküldüğünü hepimiz yakından
takip etmekteyiz. Çünkü kahramanlıklar bedel verilerek olur. Savaşan
ve direnen kahramanlığa hak kazanır.
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:17 Page 9
STÊRKA CIWAN
Öbür türlü kendimizi kandırıp sadece
kahraman olduğumuzu zannederiz.
Bu da gaflete düşmek demektir. İşte
şimdi süreci ve Önder APO´yu doğru
okumanın tam zamanı. Çünkü düşman
an itibariyle bütün özel savaş mekanizmalarını devreye koymuş ve biz
Kürt gençlerini gerillaya katılmamak
için ikna çabaları içine girmiş bulunmaktadır. Önderliğimizin geliştirdiği
10 maddeyi Önderliğe karşı kullanma
çabası içindedirler. Ve şimdiden her
kafadan bir ses çıkmaya başlamıştır.
Biz avrupada yaşayan Kürt gençlerine
düşen görev ve sorumluluk bu durum
karşısında gerillaya katılım istemini
büyütüp ve bu istemi gerçekleştirmektir. Tarihi süreçler tarihi kararlar
gerektirir. Tarihi kararlar da tarihi
adımlar atılarak pratikleşir bundan
dolayı artık biz Apocu gençliğin alacağı kararlar ve atacağı adımların bu
tarihi sürece denk düşmesi gerekmektedir. Rojava'da ve tüm Kürdistan
da özgürlük hareketi emin adımlar
ile ilerlerken biz avrupada yaşayan
Kürt gençleri kendilerini sadece seyirci
pozisiyonundan kurtarıp aktif mücadele içinde olmamız gerekmektedir.
Newroz ateşlerinin alevlendiği Kürdistan toprakları ve bu ateşe denk
Mazlum Doğan'ların duruşları bizler
açısından moral ve direnişi yükseltme
sebebidir. Eğer gerçekliğimiz direniş
ise ve kaynağını bu kahramanlıklardan
alıyorsa o zaman bundan anlamamız
gereken şudur; özgürlük Ortadoğu
koşullarında ağır bedeller gerektirir!
Kemal Pir`ler ve fedai kültürün devamı
olan Arîn Mîrkan´lar devrimin bedelsiz
olamayacağının somut örnekleridir.
Bundan dolayı artık süreci ve gelişmeleri kendi çerçevemizden ele alıp
değerlendirmemiz gerekmektedir.
„Gül´ün bile dikenleri var kendisini
koruması için Önder APO´nun bu
sözlerinden yola çıkarak 10 maddeyi
ve özelde silah bırakmayı ele almamız
gerekmektedir. Ortadoğu koşullarında
silahsız mücadele demek kendini düşmana kurbanlık koyun gibi sunmak
demektir. Ve eğer bugün TC ve tüm
Kürt halkına düşman olan güçler ve
zihniyetler Kürt diye bir toplumsal
varlıktan bunu ideolojik mücadeleye
ve bunun yürütücü ve yoğunlaşmış
yöntemi olan silahlı mücadeleye borçlu olduğumuzu hiçbir zaman unutmamak gerekmektedir. Bugün eğer
işid denilen kapitalist modernite canavarı geriletilmiş ve hezimete uğra-
Kürt gençlerine düşen görev ve sorumluluk
gerillaya katılım istemini büyütüp ve bu
istemi gerçekleştirmektir.
9
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:17 Page 10
STÊRKA CIWAN
tılmışsa, unutmamak gerekir ki bu
boş konuşmak ile olmamıştır, kesinlikle verilen bedeller ve silahlı mücadeleyle olmuştur. Bundan dolayı
Önder Apo´yu düşmanın okumak istediği gibi değilde, Önder APO´yu
okunması gerektiği gibi okumak gerekmektedir. Bu temelde Önder
Apo´nun Kürt gençliğine gerillayı
100 bine ulaştırma gibi bir talimatı
vardır. Kürt gençlerine de düşen görev
gerillaya katılım sağlamak, örgütü ve
örgütselliği büyütmektir. Önderliğimizin tarihi niyet beyanını bu kadar
çarpıtan düşman güçler bunu yaparken
bilmek gerekiyor ki sadece gerillaya
katılım olmasın diye yapıyorlardır.
Nasıl Kapitalizmin dediği şeyin tersini
yapsak doğruysa, akp ve TC´nin de
söylediği şeyin tersini yapsak doğrudur. Kürt halkının düşmanları şunu
iyi bilmeleri gerekiyor ki, Kürt gençliği
Önderliğine derin bir bağlılık içindedir. Bundan sonrada bunu değiştirmeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Onun içindir ki düşmanın yürüttüğü politika şuan gerillaya katılımı
önleme politikasıdır. Çünkü düşman
iyi bilmektedir ki eğer Kürt gençliğinde kafa karışıklığı yaratırsa başarılı
olacaktır. Onun içindir ki tarihi niyet
beyanını silahın hemen bugün-yarın
bırakma politikasına çevirmek istemektedir. Unutulmamalıdırki kimse
kimseye sadaka vermemektedir, TC
eğer bugün az da olsa bazı şeyleri
kabul etmişse bu Önderliğimizin muazzam sabır, emeği ve bununla bağlantılı olan gerilla mücadelesidir. Şimdiki süreç rehaveti kesinlikle büyük
kayıplar ile cezalandıracaktır onun
için gerillaya tam katılım zamanıdır
ve mücadeleyi zafere ulaştırma zaNîsan 2015
Avrupada yaşayan Kürt gençlerinin yüreğini
Önder Apo´nun yüreğine katarak düşmana
karşı Önderliğin elini güçlendirmeye
davet ediyoruz.
manıdır. Düşman politikası bizi pasifize etmekse bize düşen görev ise
mücadeleyi kat be kat büyütmektir.
Düşman politikası Önderlikten uzaklaştırmaksa bize düşen Önderliğe olduğundan dahada yakın olmaktır.
Düşman politikası muğlaklık yaratmaksa bize düşen netleşmektir. Düşman politikası gerillaya katılımı dur10
durup tasvfiye etmekse bize düşen
gerillaya katılıp mücadeleyi zafer ile
taçlandırmaktır. Kürt gençliği artık
tarihi misyonuna sahip çıkıp yönünü
Kürdistanın özgür dağlarına dönmelidir. Avrupada yaşayan Kürt gençlerinin yüreğini Önder Apo´nun yüreğine katarak düşmana karşı Önderliğin
elini güçlendirmeye davet ediyoruz.
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:19 Page 11
STÊRKA CIWAN
Bu Toprakların Gerçek
Sahibi Mazlum Arkadaştı
n n
n
Çavreş Serhat
n n
n
Gözlerimi açamıyordum. Her yer
beyaz, çadır karanlıktı. Arkadaşların
esprileri de olmasa sıkıcı bile sayılırdı.
Çünkü bazen günlerce fırtına çıkıyor
ve günde bir iki defa dışarıya çıkabiliyorduk.
O yıl beklenmedik bir şey oldu.
Kampta ancak bir takımlık lojistik
ve üstlenme hazırlığı olmasına rağmen,
yeni savaşçıların katılımıyla sayı daha
kışın başında bir bölüğü aşmıştı. Bu
yüzden daha sonra şehit düşen Eşref
arkadaş müdahale gelmişti. Lojistik
ve hazırlık olmadığı için yakın köyden
alınan erzakları kampa çekmek gerekiyordu. Çoğu Avrupa vb çeşitli yerlerden gelen yeni arkadaşlar daha eğitimlerini görmediklerinden, dağın
çetin koşullarına uyum sağlamada
zorlanıyorlar bu da erzak çekim işini
çetrefilli bir hale getiriyordu. Ama
yine de bu yürüyüşler bir askeri eğitim
gibi değerlendirildiğinden çelik bir
irade ortaya çıkarıyordu.
Çadırdan çıkıp biraz yandaki sahaya
yürüdüm. Fırtına durmuştu. Zagros
zozanlarının baharı övülse de kışını
övmek zordur, fırtınaları çekilmez.
Kar ve fırtınadan küçük vadiler dolar,
küçük tepeler düz olur, uçsuz bucaksız
yamaçlara dönüşür. Ne bir ağaç kalır
11
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:19 Page 12
STÊRKA CIWAN
kar üstünde, ne bir kaya. Her yer
bembeyaz olur. Güneşli günlerde kara
yabancı oldukları için yeni arkadaşların gözlerini kar alır, birkaç günlük
geçici körlük oluşur.
Sahaya çıktığımda iki üç arkadaş
sahada konuşuyordu. Gözlerim tam
açılamadığından, konuşan arkadaşları
tam seçemiyordum, bu esnada Şoreş
arkadaş yanıma geldi,
"Yahu hevale Şoreş, bu elbiseleri
temiz arkadaş da kim?" diye sordum.
Şoreş arkadaş gülerek, "Heval o
arkadaş Avrupa'dan gelmiş. Daha
mutfağa girmediğinden elbiseleri temiz"
"Yalnız o mu gelmiş?" dedim.
"Yok yanında bir arkadaş daha var.
Akşam köylüler getirdi. Sen yatıyordun
Eşref arkadaş onlarla konuştu..." dedi.
Şoreşle birlikte arkadaşlara yaklaştık. Yeni gelen arkadaşın yanına
vardığımızda biraz mahcup, konuşmalarına ara verdiler.
"Merhaba yoldaş"
"Merhaba"
"Yeni mi geldiniz?"
"Doğru"
"İsminiz?"
"Mazlum!"
Ona baktım, gencecik bir arkadaştı,
en fazla 17-18 yaşlanndaydı. Yüzünde
gençliğin izleri capcanlı, bakımlı ama
fiziki olarak zayıftı. Gerillada uzun
süre kalan bir insan karşısındakilere
biraz bakınca onların önemli bazı kişilik özellikleri sezer. Ne kadar dürüst,
ne kadar gelişkin, ne kadar kapalı,
hemen anlarlar. Ben de Mazlum'a bakıyorum. İnsanın kanı kaynıyordu, ev
sahibi gibiydi. Bazıları dağa geldiğinde
sanki evine gelmiş gibi olur. Mazlum
da öyleydi. Utangaç, mütevazi, ama
Nîsan 2015
saygılı ve sağlam duruşluydu.
"Hevale Mazlum, eğitim bitmek
üzere yakın zamanda yola çıkıp, Güneyin savaş sahalarına gideceğiz. Avaşin mi olur, Zap mı olur parti bilir,
ama sen en azından bir temel eğitim
alıp yola çıksaydın iyi olurdu. Sen
geç kaldın ne olacak şimdi?" dedim.
"Heval, arkadaşlar geç gönderdi ben
de erken gelmek istiyordum ama..."
sonrasını getiremedi. Yüzü biraz da
arkadaşlara olan kızgınlığını gösterecek şekilde kızarmıştı.
"Neyse, Eşref arkadaş kalksın biraz
askeri eğitim gör. Sonra diğer sahalarda
da devreler var, olmazsa oralarda eğitim görürsün" dedim. Suskun bir biçimde dinledi. Şoreş arkadaş araya
girdi, "Neyse arkadaş misafirdir. Gel
bizim mangaya gidelim kahvaltı yap.
Arkadaşlar çay yapmış" dedi.
"Ne misafiri, arkadaş dağa gelmiş,
artık ev sahibi sayılır" dedim. Ama
içimden de, "doğru, yeni gelmiş, misafirdir" diye onu da alıp Şoreş arkadaşın mangasına giderek kahvaltımızı
yaptık. Ertesi gün kuryeler partiden
bir not getirdiler. Notta, PKK V. Kongresi'nin büyük bir başanyla tamamlandığı, partinin Kürdistan'daki Zap
tugaylarında karargahlaşmaya gideceği,
bütün hazırlıkların yapıldığı, Zagros'taki yeni savaşçı eğitim kampında bulunan arkadaşların durumunun,
telefonda Parti Önderliği'yle tartışıldığı,
Parti Önderliği'nin bütün yeni arkadaşlara selamlarını söyleyip, büyük
sevgi ile kucakladığı ve üstün başarılar dilediği, bu arkadaşların eğitimlerinin sürdürülüp güçlü bir ideoloji
politik eğitimden geçmedikçe pratiğe
sokulmamalarım ve korunmalarını istediği yazıyordu.
12
Talimatın mesaj bölümü yapıya
okundu. Yapı yeni coğrafyalara kavuşmanın sevincini yaşıyordu. Ben
de moral almıştım. Ama daha mart
ayındayken Zagros'tan geçmek, yollara
düşmek kolay değildi. Bu bende seslendirilemeyen bir kaygıyı doğuruyordu. Tekrar sahaya çıktığımda bir
arkadaş, Mazlum arkadaşa silah açıp
kapamayı öğretiyordu.
Bir süre sonra yol hazırlıklarına
başlandı. Bunun için görevlendirilen
arkadaşların arasında Mazlum arkadaş
da vardı.
Bir arkadaş, "Heval bu arkadaşı da
mı göreve götürüyorsunuz, daha yeni
gelmiş..." dedi.
Başka bir arkadaş, onu; "Alışır alışır" diye yanıtladı.
Grup gitti. Döndüklerinde hepsi
oldukça ağır yüklerin altındaydılar.
Mazlum arkadaşta en az diğer arkadaşlar kadar yük almıştı. Bazı arkadaşlar yeni silahların da geldiğini
söyledi. Silahları yönetime bırakmışlardı. Öğleden sonra silahı olmayan
arkadaşlar çağrılarak silah dağıtılacaktı.
Güvenlikçi arkadaşla sohbet ederken
silahlara baktım. Üç tane çok güzel
Rus kleşe vardı. Biz bunlara "Sixo
Rusi" diyorduk. Birkaç "Şoreşi" birkaç
da "Almani" kleş karışık bir halde
naylonun üzerine bırakmışlardı. Savaşta en kullanışlısı "Sixo Rusi" olmasına rağmen rengi biraz soluk olur.
Diğer silahların rengi daha parlak olduğundan yeni arkadaşlar hemen diğer
silahları seçiyorlardı. Güvenlikçi arkadaş ile birbirimize bakıp güldük.
Silah almaya gelenlerin içinde Mazlum arkadaş da vardı. Eğilip en iyi
ve kullanışlı silahlardan çift kol bir
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:19 Page 13
STÊRKA CIWAN
Sixo Rusi seçti. Ciddi bir edayla silahı
eline alıp, baktı.
"Heval Mazlum, niye onu aldın?"
diye sordum.
"Bu iyi, bunu alacağım" dedi. Ben
de diğer Sıxo Rusilerden birini aldım.
Akşam yönetim toplantısında Eşref
arkadaş havaların iyi gittiğini, hepimizin de okuduğu gibi partinin gönderdiği notta grubu istediğini söyledi.
"Bazı arkadaşları aktaralım. Bütün
arkadaşları bir defada kara vuramayız.
Takım takım Xakurke'ye, oradan da
bir biçimde Avaşin ve Zap'a geçeriz.
Bunun için arkadaşları üç takım halin-
de yeniden örgütleyeceğiz. Yarın veya
ertesi gün havaya bakacağız, hava
açıksa hemen birinci takımı yola çıkaracağız" dedi. O günkü yönetim
toplantısında düzenleme yapılarak,
üç takım oluşturuldu.
Eşref arkadaş bana dönerek, "Birinci
takımdan seninle Robinson sorumlu
olacak. Size bir de kurye vereceğiz.
İlk gruptur, iyi hazırlanın. Karlar sertleşmiş, fakat daha martın onundayız.
Onun için size biraz güçlü arkadaşları
seçtik, dikkatli olmanız gerekecek"
dedi. Düzenleme kağıdını önüme çevirdim. Yirmi beş arkadaş yer alıyordu
13
ve üç manga biçiminde düzenlenmişti.
Manga komutanları yeniydi. Listedeki
isimlerin arasında Mazlum arkadaş
da vardı. İçimden “Bu yeni! Bu arkadaşı daha sonraki gruba bıraksak" diyesim geldi. Ama henüz düzenlemenin
başında sorun çıkmasın diye sustum.
Robinson, köylü bir arkadaştı. Kalın,
garip bir sesi vardı.
İşte o sesiyle, "Heval o takımı oku,
bakalım kim var?" dedi. Eşref arkadaş
kendini tutamayıp bir kahkaha attı.
Robinson da gülünce ben de kendimi
tutamayıp gülmeye başladım. Daha
sonra takımdaki arkadaşların isimlerini
okudum. Sonra da Eşref arkadaşın
yumuşak talimatıyla diğer takımların
listelerini okudum. Robinson, "Tamam,
ne olacak vuracak geçeceğiz" dedi.
O kadar kaba ve düz söylemesine
rağmen sesindeki kaygıyı hissettim.
"Ne olursa olsun vurur geçeriz" der
gibiydi.
"Düzenleme ne zaman okunacak?"
diye sordum. Eşref arkadaş, "Sabah
erkenden okuruz. Takımınızı hazırlarsınız. Yarın fazla ekmek yapılsın.
Giden arkadaşların en az iki günlük
ekmekleri olsun, ayrıca köyden gelen
hurmayla peyniri dağıtmayın, ilk çıkan
gruba ayırın" diye lojistikçiye de talimatını verdi.
"Heval Eşref sen de olmasan bu
dünya da aç kalacağız" diye espri
yaptım. Eşref arkadaş gülerek, "Arkadaşlara biraz tatlı falan yapılsın,
ısınsınlar. Bir moral de yapalım, sizi
moralli uğurlayacağız" dedi.
Akşam tekmilinde Eşref arkadaş,
"Havalar iyi görünüyor. Hazırlığınızı
yapıp gece yola düşün" diyerek kararı
açıkladı. Robinson'la gidip takımı
topladık. Ekmek, erzak, cephane gibi
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:19 Page 14
STÊRKA CIWAN
hazırlıkları tamamlayıp arkadaşlara
paylaştırdık. Daha sonra arkadaşlarla
küçük bir toplantı yapıp yol sürecinde
dikkat etmeleri gereken hususları söyledik, çeşitli uyarılar yaptık. Daha
sonra yatmalarını ve dinlenmelerini,
gece saat üçte kalkarak yürüyüşe
çıkacağımızı söyledik.
Yürüyüşte zorlanmamak için çantamı biraz hafif tuttum. Uzandığımda
yürüyüşün derin kaygısını yaşıyordum.
Gece saat üçte nöbetçilerin uyandırmasıyla uyandım. Kafamı kaldırıp
baktığımda bütün arkadaşların uyanmış çantalarını bağlamış ve kahvaltı
yapmakta olduklarını gördüm. Nöbetçiye, "Beni niye geç uyandırdın?"
dediğimde, "Heval onları ben uyandırmadım. Geldiğimde çoğu uyanıktı
ve hazırlanmışlardı" dedi.
Zaman gelmişti. Arkadaşlar dışarı
çıkıp sıraya dizildiler. İkinci manga
komutanı arkadaş artçı, Kendal ve
Robinson arkadaşlar kurye olarak öne
geçtiler. Kar sertken yola çıkıp, acele
bir şekilde boğazı aşmak üzere hareket
ettik. Daha yeni yeni uyandığımdan,
artçının yanında yürüyordum. Sert
karın üzerinde yürümek rahat oluyordu, ama ayaz o kadar keskindi ki,
yürüdüğümüz halde ısınamıyorduk.
Elimi cebime koymak zorunda kalıyordum. Biraz ilerleyerek grubun ortalarına doğru gittim. Yine Mazlum
arkadaş takıldı gözüme. Niye hep gözüme çarpıyordu bu arkadaş? Acaba
az konuştuğu için mi? Onda kendimden bir şeyler bulduğum için mi?
Yoksa hala bir misafir olarak mı görüyordum onu? Fiziki olarak zayıf
görünüyordu. Ama iradesinin güçlü
olduğu hissini veriyordu.
Boğaza ulaştığımızda arkadaşların
Nîsan 2015
oturup beklediklerini gördüm.
"Hevale Robinson iyi geldik. Şafak
yeni atıyor, bulutta yok" dedim.
"Diğer arkadaşlar nerede? Acele
etmezsek karlar eriyecek. Perişan
oluruz. Acele etmemiz gerekiyor"
dedi. Sessizce yanına oturdum. Acele
etsek iyi olurdu. Bu çıplak zozanlarda
ve bu karın üstünde her şeye açıktık.
Artçı ve yanında gelen üç dört arkadaşa baktım. Mazlum da içlerindeydi ve zorlanarak geliyordu. Robinson'a dönerek, "Mazlum arkadaş
zorlanacak, geleli çok az oldu, eğitim
de görmedi. Bu uzun yürüyüşte daha
şimdiden zorlanıyor" dedim. Robinson arkadaş,
"Çantasını alalım mı?" deyince,
"Olabilir" dedim.
Gelenler yaklaştıklarında Robinson
arkadaş Mazlum'a, "Heval Mazlum
çantanı ver, bizimki hafiftir, birlikte
taşırız" dedi. Mazlum arkadaş kararlı
bir sesle,
"Yok, ben taşıyabilirim" dedi. Robinson ısrar etmek istedi, ama ben bu
arkadaşı biraz gözlediğim için onun
gururlu olduğunu anlamıştım. Robinson'a ısrar etmemesini, bunun yararının
olmayacağını söyledim. Takım lojistikçimiz çantalardaki ekmek ve hurmalardan dağıttı ve hızla yola çıktık.
Beş altı saat yürümüştük. Karlar
erimişti ve arkadaşlar bata çıka yürüyorlardı. Grupta yer yer kopmalar
olmuştu. Kurye arkadaş kıştan beri
ilk defa geldiği için bazı yerleri kontrol
ediyor, ondan sonra yürüyorduk. Bu
arada önde yürüyen kuryelerle mesafe epey açılmıştı. Arkada kalan arkadaşlar olduğunu bildiğim için bekledim. Arkadan gelen Sabri arkadaş
hızlı hızlı geliyordu. Bir şey olabile14
ceğini düşünerek ben de ona doğru
birkaç adım attım. Nefes nefese kalan
Sabri arkadaş, "Heval, Mazlum arkadaş ayakkabısını kaybetmiş..."
"Nasıl kaybetmiş?"
Soruyu sormuştum sormasına, ama
cevabım biliyordum. Bu karın bu soğuğun insana neler unutturacağını biliyordum. Soğuk görünmez bir canavar
gibidir. Ayaklarını, elini, nereyi tutarsa
orayı önce üşütür, sonra uyuşturur,
hissetmezsin bile. Çarpılmış gibiydim.
Sabri'ye dönerek, "Biraz hızlı git, öndeki arkadaşlara yetiş. Robinson'a
söyle geri gelsin. Kurye, arkadaşları
durdurmasın ama yavaş yavaş yürüsünler. Ayrıca arkadaşlar ayakkabılarına ve ayaklarına dikkat etsinler. Yürürken ellerini kara vurmasınlar" dedim. Sabri hızla gitti. Arkadan gelen
üç arkadaş arasında Mazlum da vardı.
Ulaştıklarında, "Heval Mazlum ne
oldu?" dedim. Önce konuşmadı. Sonra,
"Ayakkabım düşmüş" dedi. Bir arkadaşın parkesini alıp yere serdim ve
onu oturttum. "Ayaklarını kaldır" dedim. Kaldırdı. Ayağında iki-üç çift
çorap vardı ve ayaklan şişmeye başlamıştı. Çoraplarını çıkarmaya çalıştım.
Buz tutmuş çıkmıyordu. Bıçakla keserek çıkardım. Parmak uçları siyahlaşmıştı. Çantamda bir çift çorap
vardı, arkadaşlardan da birkaç çift
çorap bularak giydirdik. Arkadaşların
kefyelerini topladık. Benimkiyle üç
etti. Ayaklarını sardık, ama biliyordum
ki, iş işten geçmişti ve en az parmak
uçları kesilecekti. Tabii siyahlığın
ilerlemesini diğer yerleri çürütmesini
önleyebilirsek.
Silahlarını bir arkadaş, çantasını
artçı arkadaş almıştı. Kefyeleri de
ayağına sarmıştık. Ama naylon bula-
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:19 Page 15
STÊRKA CIWAN
mamıştık. Bu, kaygılarımı artırıyordu.
"Mazlum arkadaş kalk ve hiç durmadan yürümeye başla" dedim. Kalktı
ve yürüdü. O giderken artçı arkadaşa,
"Nedir bu? Bu arkadaş en az iki saattir
ayakkabısını düşürmüş, ayrıca önceden
de ayakları üşümüş ve uyuşmuş, senin
yanındaydı niye haber vermedin?"
dedim. Artçı arkadaş bir şeyler mırıldandı. Ama biliyordum, Mazlum tecrübesiz ve gururluydu. Ayakları üşüyüp, donmasına karşın arkadaşlara
söylememişti.
Robinson gelmişti. Olanları anlattım, o da şaşırdı "yav nasıl olur?"dedi.
"Neyse şimdi ortalığı velveleye verme. Yoldayız morali bozulmasın. Hele
bir yerlere varalım bakarız!" dedim.
Robinson, "Yav parti mahvedece bizi’’
deyip yürüdü.
Yürüyoruz. Mazlum'un ayağına bakıyorum, kefyeler ıslanmış, buz tutmak
üzere. Kefyeleri değiştiriyoruz ama
biliyordum ki fazla bir yararı olmayacaktı. Mazlum'un canı yanıyor, ama
"ah" demiyordu. Kendi kendime, "Avrupa'dan gelen arkadaşlar biraz nazik
olurlar, fiziki olarak biraz zorlandılar
mı, ah vah ederler bu arkadaşın sesi
bile çıkmıyor. Nereden almış bu gururu?" diyordum.
Nihayet Xakurke'nin ağaçlıklı, karları biraz kalkmış yamaçlarına ulaştık.
Xakurke sıcak olur. Kışın bile bazı
yerleri özellikle vadileri kar tutmaz.
Kurye ve Robinson arkadaş, karın
kalktığı bir yerde arkadaşları durdurmuşlar ve ateş bile yakmışlardı. Ama
Robinson arkadaş tecrübeliydi ve
ayakları üşümüş arkadaşları ateşe yaklaştırmıyordu. Bir arkadaşın daha ayağının şiştiğini öğrendim. Ayağı yanmamıştı, biraz canı acıyacak, ama at-
latacaktı. Mazlum arkadaş için yağmurluk sermişlerdi yere. Mazlum'u
oturtup ayağını açtık. Önce karla,
sonra ılık suyla ovduk. Siyahlık, parmakları aşıp ayağının yarısına ulaşmıştı. Ayaklarını kurutup çorap giydirmeye çalıştık, ama ayaklan şişmişti ve çorap giydiremedik. Yine
ayaklarını kefye ile sardık.
Robinson'a, "Ne yapalım? Bu arkadaşı doktora yetiştirmemiz gerekiyor" dedim, Robinson arkadaşta en
az benim kadar kaygılıydı,
"Arkadaşlarla cihazla konuştum,
önümüze geliyorlar" dedi.
"Arkadaşlar bir çay içsin gidelim"
dedim. Çaylar olmak üzereydi. Arkadaşlar ayak üzeri çaylarını içtikten
sonra tekrar yola çıktık. Vadiye ulaştığımızda on beş saatlik yol yürümüştük. Eski bir kamp yerine ulaştığımızda, üç arkadaşla birlikte doktor
da gelmişti. Yanlarında bir de at vardı.
Doktor, Mazlum arkadaşın ayağına
ilk müdahaleyi yaptıktan sonra ata
bindirdi ve karargaha kadar yanından
ayrılmadı. Karargaha varır varmaz
Mazlum arkadaşı karargah hastanesine
aldılar.
Mazlum arkadaşın ayağının bu hale
gelmesinden dolayı daha karargaha
girer girmez arkadaşlar tarafından
eleştirildik. Beni asıl rahatsız eden
eleştirilerin ağırlığı değildi, yeni bir
arkadaşın ayağının yanmasıydı. Bir
de neydi bilemiyorum, ama o arkadaşı farklı kılan bir şeyler vardı...
İki gün Xakurke'de kalmıştık. Bu
arada Eşref arkadaş da bir takımlık
güçle karargaha gelmişti ve tabii ağır
eleştiriler yapıyordu. Mazlum arkadaşın durumunu bir türlü kabul
edemiyordu.
15
"Eski bir Kürt kadar bile olamadınız. Eski bir Kürt bile bu arkadaşı
misafir kabul eder korurdu" diyordu.
Üçüncü gün bir takımlık gücümüzle
hazırlık yapıp Avaşine gitmek üzere
yola çıktık. Daha iki saat yürümemiştik
ki, cihazda düşmanın Lelkan ve Celiye
Ari mıntıkasına indirme yaptığı ve
hemen belirtilen tepeye çıkarak alan
tutmamız istendi. Tepeyi tutmuştuk.
Önümüzdeki tepelerde kobralann da
yer aldığı ağır çatışmalar yaşanıyordu.
Akşam geri çekildiğimizde, güçlerin
toplandığını ve cihazlarda partinin
misafirlerin alanın dışına çıkanlmasını
istediğini öğrendik. Ama bir gün daha
alanda durup, kalan güçlerin düzenlenmesini beklememiz gerekiyordu.
Ertesi gün de yine bir mangalık güçle
bir tepe tuttuk. Arkadaşlar altımızdaki
kampta kalmışlardı. Düşman alana
yakın konumlanmış ve bizimle arkadaşlann bulunduğu yeri ağır havan
atışına tutmuştu. Cihaz bağlantısında
arkadaşlar atışların neden bu kadar
yoğun olduğunu sorduklarında onlara,
atışların rastgele olduğunu, ama genel
alana olduğunu, atış yoğunluğunun
da eskiden bilinen bir alan olmasından kaynaklandığını söyledim. Arkadaşlar havan atışlarından dolayı dağılmışlardı. Mazlum arkadaş, doktor,
iki üç arkadaş ve bir mangalık güvenlik
birimi sağlam bir kayalığa gönderilmişti. Akşam olduğunda biz de noktaya inmiştik, ama Malum arkadaşın
da içinde bulunduğu 15 kişilik grup
kaybolmuştu. Üç saat bekledikten
sonra gelmemeleri üzerine arkadaşlarla
yola çıktık ve uzun bir geri çekilme
yaptık. Mazlum arkadaşın içinde bulunduğu grup geri çekilememişti.
Eşref arkadaş yanına bir takımlık güç
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:20 Page 16
STÊRKA CIWAN
alarak bu grubu aramaya gittiyse de
yolda ağır bir çatışmaya girmişlerdi
ve düşman güçlerine ağır kayıplar
verdirseler de iki arkadaş ağır yaralanmış, iki arkadaş da şehit düşmüştü. Daha sonra bir grup arkadaş tekrar
alana girerek bu kayıp grubu aradıysa
da bulamamıştı.
Çelik operasyonu sahaya girdikten
sonra bir bölüğümüz içlerinde kalarak
düşmana darbeler vurmuştu. Xakurke
alanı hem yeni savaşçılar hem de kurumlann bulunduğu bir alan olması
itibariyle diğer alanlar gibi düşmanı
darbeleyememişti. Oysa diğer alanlarımız indirdikleri darbelerle Çelik
operasyonunu boşa çıkarmışlardı.
Operasyondan sonra tekrar alana
girdiğimizde kaybolan bu 15 kişilik
gruptan beş arkadaş partiye ulaşmış
ve olanları anlatmıştı.
Kopan grup, ilk gün bulundukları
noktaya havan atışları yapıldığı için
yer değiştiriyor. Alanı bilen arkadaş
az olduğundan yollarını şaşırıp, başka
bir vadiye gidiyorlar. Mazlum arkadaş,
ayağı yanık olmasına rağmen beş gün
boyunca büyük irade gösteriyor ve
grupla birlikte yürüyor. Beşinci gün
gizlendikleri nokta düşman tarafından
çembere alınıyor ve çatışmaya giriyorlar. Düşmanın ilk saldırısında Doktor, başka bir arkadaş ve Mazlum arkadaş şehit düşüyorlar.
Mazlum arkadaş dağlarda on üç
on dört gün yaşamıştı.
Bir buluşmaydı onunki...
Bu arkadaş kimdi, neydi? Pek sormuyordum. Bu benim için bir kaçıştı.
Yeterince koruyamamıştık. Bir vicdan
hesaplaşmasından kaçıştı. Aradan bir
yıl geçmişti. Avaşin'e gitmiştim. Zagros' konferansı yapılacaktı. Konferansın
Nîsan 2015
yapılacağı şikefte girdiğimde, ilk
gözüme çarpan, genç bir arkadaşın
çerçevelenerek asılmış resmi oldu.
Hemen yanına gittim ve resme iyice
baktım. Bu 'Misafir'di. Mazlum arkadaştı. Altında, "HASAN KIZILER" yazılıydı. Yanımda fotoğrafa
bakan arkadaşlara,
"Heval bu arkadaş kimdir?" diye
sordum. Arkadaşlardan biri, "Bu arkadaşı Avrupa'dan tanıyorum. Avrupa YCK sorumlusuydu. Şehit düşmüş, ama nerede şehit düşmüş bilmiyorum" dedi.
Sessizce oradan ayrıldım. Demek
gururu oradan kaynaklanıyordu.
Genç, cesur ve gururlu bir gençlik
komutanıydı. Yaşasaydı ne kadar
güçlenecekti kim bilir? Ama şehit
düşmekle de az şey yapmamıştı.
Kürt gençliği için, halkı için büyük
bir sorumluluk göstermiş, dağlara
gelmiş, ülkesiyle buluşmuştu. Büyük
buluşmayı başarmıştı.
1997 yazında Xakurke sahasına
geri döndüğümde yine ilk aklıma
gelen Mazlum arkadaş oldu. Ama
bir çok şey, çok köklü bir şekilde
değişmişti. Mazlum arkadaş iki yıldır
bu topraklarda yatıyordu. Bu toprakların gerçek sahibi Mazlum
arkadaştı. Artık Mazlum arkadaş bu
coğrafyaların sahibi olarak Altın
Hilal ile bütünleşmişti ve gökyüzünden bir yıldız kaymadı. Artık
gerillalar şehit düştüğünde yıldızlar
kaymıyordu. Her toprağa düşen gerillayı temsilen gökyüzünde bir yıldız
artıyor, bir yıldız parlıyordu.
Mazlum arkadaşın şehadetiyle
gökyüzündeki parlak yıldızlar bir
tane daha artmıştı.
16
dogal otorite +2.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:21 Page 17
STÊRKA CIWAN
Demokratik(Doğal)
Otorite II
n n
l
Tanrıça kültüründe dile
geldiği gibi, emek verdiği
oranda kabul gören, kabul
gördüğü oranda yönetim
mekanizması olur.
n
Usar Serhat
Bu yazının birinci bölümünde anladığımız kadarı ile doğal otoritenin
temel özelliklerini açıklamaya çalışmıştık. Bununla beraber tarihte nerde
ve nasıl yaşandığına dair açıklık getirilmeye çalışmıştık. Aynı zamanda
ve en temel husus olan kadın ile bağının nasıl ve nereden geldiğine dair
fikir belirtilmişti. Bazı arkadaşlar
haklı olarak şunu diyecek ''tamam
doğru da bundan sonra nasıl olacak?“.
Bundan sonra paylaşmaya çalışacağımız bölüm; günümüz dünyasında
bu doğal otorite nasıl olacak ve hangi
esaslar üzeri bunu inşa edeceğiz. Nasıl
olacak? sorusuna yine tarihten kopuk
ele almadan yeni paradigma çerçevesinde bir açıklığa kavuşturmaya çalışacağız. En basit deyimle insan şunu
belirtebilir; iktidar zihniyetinden arınmak ile doğal otorite inşa edilebilinir.
Daha farklı bir söylem ile biz toplumdan aldığımızı yine topluma nasıl
kanalize edebiliriz yani toplumu ve
üyesi olan bireyleri nasıl yine sağlıklı
ve birbirini tamamlayan olgu haline
getirebiliriz. Bu noktada ana tanrıça
kültürünü iyi bilmek ve günümüzün
kadın özgürlükçü paradigmasını kavrayıp pratikleştirmemiz gereken olmazsa olmazların başında gelmektedir.
Açıklamaya çalıştığımız üzere toplu17
n n
n
mun doğal dengesini bozan iktidarcı
egemen zihniyetiyle kesinlikle ve mutlak suretle ideolojik savaş içinde
olmak gerekmektedir. Çünkü günümüz
kapitalist modernitede çürümek ile
yüzyüze kalmış olan toplumsal gerçeklik eğer politik ve ahlaki değerlerini
korumak istiyorsa muazzam bir mücadele içinde olması şarttır. Yani toplum artık yeniden özüne dönüp bir
bütünen doğayla yine symbiotik bir
ilişki ağı yakalaması gerekmektedir.
Bir pil gibi insanı tüketen kapitalist
modernite, insanı bugünkü haliyle
doğaya yani kendisine düşman hale
getirmiştir. Bundan dolayıdır ki insan
özünü, kendisiyle barışık hale gelip
aslında doğanın ve evrenin sentezi
olduğunu kavrayınca bulabilir. Şimdi
bu özü bulma ve somuta kavuşturma
ne anlama geliyor ve nasıl olacak sorusunu cevaplamaya çalışacağız.
Bilindiği üzere neolotik devrimin
öncüsü olan pro-kürtler insanlık tarihine o temelde damgasını vurmuştur.
İnsanlığa ve toplumsallığa devrimci
öncülük yapmışlardır. Ana tanrıça
kültürünü geliştirmiş ve şuan varolan
insanlık değerlerine birebir öncülük
yapmışlardır. Neolotik dönemden kalan buluş ve bilgi birikimi ondan
sonra gelen tüm yaşam biçimlerine
Nîsan 2015
dogal otorite +2.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:21 Page 18
STÊRKA CIWAN
temel olmuştur. Burada sadece şu hayati detayı görmek gerekir; neolotik
toplumda herşey toplum ve bireyin
güçlenmesi için iken yani toplumdan
alınan zenginleştirilip topluma geri
verilmekteydi. Neolotik toplumdan
sonra ortaya çıkan erkek-egemenlikli
zihniyet yapılanmasında toplumdan
çalma ve toplumu kendine muhtaç
etme vardır. Bunu yaparken de zaten
ilk köleleştirdiği kadın ve onunla bağlantılı olan demokratik otorite değerleri
olmuştur. Bununla beraber nereden
başlayacağımızda ortaya çıkmaktadır.
Eğer yeniden öze dönüş olacaksa o
zaman bu özün kadının kesin özgür
yaşam ve kendisini özgür ifade edebilecek bir sistemde mümkün olabileceğini iyi kavramak gerekiyor. Bilmek gerekiyorki kapitalist modernitede
kadının ve onunla beraber gençlik
kesiminin bu kadar özünden uzaklaştırılması tesadüfü bir olay değildir.
Belirttiğimiz gibi toplumun kök hücresi olan kadın ve eğittiği gençlik kesiminin fiziki ve ideolojik saldırıya
bu derecede maruz kalması, kapitalist
modernitenin anti-toplumcu ve kök
hücreyi tahrip etme çabasının ispatıdır.
Kadına şiddet (fiziki veya ideolojik)
gençliğide –gençlik denildiğinde genç
kadın da buna dahildir- sex, spor ve
sanat ile tamamıyle esir almak istemektedir. Yani beyni uyuşmuş kendi
kendini yönetemez ve sorunlarına cevap olamayan anti-toplumsal bir insan
yığını yaratmak istemektedir. Bunu
yaparken de kendisinden başka bir
alternatif olmadığını ve kendisinin
yaşamın son mertebesi gibi göstermeye
çalışmaktadır. Geçmişte de yaptığı
gibi buna karşı çıkan ve öze dönük
yaşamak isteyen kesimleri ya ´barbar´
ya da günümüz deyimiyle ´terörist´
olarak ilan etmektedir. Talan seferlerini
bugün de olduğu gibi bu tür saçma
teorilere dayandırmaktadır.
İşte bu insan düşmanı o zihniyete
karşı demokratik modernite ve yönetim biçimi olan demokratik otoriteyi inşa edilerek doğru mücadele
edilinebilinir. Dahada somutlaştırırsak bugün Kürdistan'da inşa edilen
Demokratik Konfederalizm ve demokratik ulus paradigmasıdır. Ahlaki
ve Politik toplum demek toplumun
yeniden bahsedilen neolotik değerlere
sahip çıkıp, toplumu tahrip eden erkek-egemenlikçi zihniyeti dışlamasıdır. Tanrıça kültüründe dile geldiği
gibi, emek verdiği oranda kabul gören, kabul gördüğü oranda yönetim
mekanizmasında olunabilinir. Demokratik otorite demek toplumun
bir bütünen kendisini kavrayıp ve
kendi değerlerine sahip çıkması demektir. Ve böyle bir toplum için de
hizmet etmek isteyen kişiler ise kendisine esas alması gereken şeyler
kesinlikle karşılıksız ve beklentisiz
kendisini adanmışlık ilkesine göre
düzenlemeleridir. Bu ilke neolitik
toplum ve onun öncesinde nasıl işlenmiş ise o şekilde ve dahada zenginleştirilerek günümüze uyarlanması
demektir. Nasıl sorusuna sadece Rojava'ya bakılarak da daha iyi anlaşılır
diye düşünüyoruz. Orada mutlak suretle politik ve ahlaki toplum inşa
edilmektedir. Oradaki toplum demokratik ulus çerçevesinde kendisini
örgütlemiş, öz savunmasını geliştirmiş ve devletçi zihniyete gerek duymadan kendi kendisini yönetmektedir.
Ve dışarıdan gelen tüm saldırılara
karşı da bu değerleri korumak için
hiç bir karşılık beklemeden kendisini
adamaktadır. Rojava'da kadın ve gençliğin öncülüğünde gelişen devrim
şimdiden inşasına başlanılan geleceğin örnek toplumudur.
Sonuc itibariyle doğru örgütlenen
kadın ve gençlik kesinlikle hakikati
yaşamsallaştırmaya tarihi, şimdiyi ve
geleceğiyle belirleyen kesimlerdir.
Demokratik Otorite demek toplumun bir bütünen kendisini kavrayıp ve kendi
değerlerine sahip çıkması demektir.
lll
Nîsan 2015
18
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:22 Page 19
STÊRKA CIWAN
İki Arayışçının Hikayesi
n n
n
Salih Doğan
Bir şehit haberi daha düştü yüreğimize. Adı Halil Dağ. Özgür
basın geleneğinin sembollerinden. Gazeteci, devrimci, yönetmen ve gerilla.
Dağlara ve Özgürlüğe sevdalı bir yaşamdı Halil. Özgürlük için adadı bedenini.
Dünyanın en zor işlerinden biri aynı acıyı
ve sevinci birlikte yaşadığın arkadaşlarının
haberini yapmak.
Kaybetmek... Kalemlerin yazmadığı, mürekkeplerin kuruduğu bir an bu.
1995 yılında Suriye’de tanıştım
Halil’le. Yerinde durmayan,
kamerasının başında işini en
iyi şekilde yerine getirmenin verdiği hassasiyet ve
ürkeklikle sakarlıklar yapan
bir gazeteciydi. Halil hayallerinin peşinde koşan, hayalleriyle yaşayan bir insandı. Her zaman yeniyi,
ilki arayandı. Herşeyin
ilkini ve en iyisini yapmak isteyen bir gazeteci... Daha sonra birlikte
gittik Kürdistan dağlarına. Herkesin merak
19
n n
n
ettiği, Kürt halkının kalbinin attığı
gerillaların içinde haber yapmaktı
amacımız. O, Zap bölgesinde kalıp,
gazeteler için haber ve televizyonlar
için çekim yaptı. Bir sürü zorluklar,
engeller çıktı karşısına. Hepsini bir
bir aştı. Önce resimler çekti, sonra
haberler yaptı. Ardından görüntülü
haberler geldi. En son bir sinemacı,
bir film yönetmeni olarak çıktı karşımıza. Özgür topraklardaki tüm ilkleri
Halil gerçekleştirdi. İlk önce çatışma
görüntülerini kaydetti. Sonrasında havaya uçurulan panzerlerin görüntülerini
çekti. Ve Zap’ta 1997 yılında Türk
ordusunun bozguna uğradığını belgeleyen helikopterin düştüğü anı Halil
görüntüledi. Bununla da yetinmedi,
dağlara gelen gençlere habercilik öğreten, kamera dersi veren bir öğretmen
oldu. Dağın gizemli ve sihirli yaşamının bir bölümünün anlatıcısı, tarihçisi ve canlı tanığı...Son bir hayali,
özlemi kalmıştı Halil’in; o da Kuzey’e,
taaa Dersim’e kadar gitmek. Oraları
anlatmak, oradaki gerillaların yaşamını, direnişini resmetmek! Yaşam
gerekçesiydi bu, kimse durduramazdı
onu. Çünkü kararını verdi mi yerinde
duramazdı Halil. Yola çıktı 2007 yılında, takıldığı bir operasyondan yaralı
kurtuldu. Onun yaşaması için bedenNîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:24 Page 20
STÊRKA CIWAN
lerini siper etmişti arkadaşları. Çünkü
Halil, bu dağlarda öğrenmişti yaşamı
ve yoldaşlığı. Onun için sevmişti dağları bu kadar. Besta’da çıkan bir çatışmada yaşamını yitirdiğine dair gelen
haber yüreğimize ateş düşürdü.
Selçuk Şahan (Enver Polat),
1980’lerin başında genç yaşına rağmen
Avrupa’da Kürt Özgür Mücadelesi
saflarına katıldı. Basın-yayın çalışmasında kesintisiz on beş yıl yer aldı.
İlk olarak Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC)’nin yayın
organı olan Demokrat Türkiye gazetesinin dizgiciliğini yaptı. Ardından
da Serxwebûn gazetesinde çalışmaya
başladı. Tüm ideolojik ve örgütsel
şekillenişi ve disiplinli çalışmayı Serxwebûn'da edindi. Hep ülke özlemi ile
yaşayan Selçuk arkadaş 1996 yılında
Önderlik sahasına geçti.
"Artık gidiyorum, yıllarımın geçtiği
Avrupa’dan. Doğduğum topraklara,
havasını soluyarak büyüdüğüm dağlara. Yolları, arabaları, binaları ve
mağazalarıyla, gözlerin gördüğü her
reklamıyla insanın ruhuna ve duygularına hücum eden Avrupa’dan gidiyorum. Şehit Yüksel Günebakan’ın
deyimiyle; Kürdistan’a gidiyorum.
Bu yolun doğruluğundan, bu davanın kutsallığından hiç kuşku duymadım. İnandığım gerçekliği hem
gördüm, hem yaşadım...” diyerek Kürdistan dağlarının yolunu tuttu.
1996 kışında çıkıp geldi. Kısa sürede tanışıp iyi arkadaş olduk. Selçuk
arkadaş okulda eğitim veriyor, arta
kalan zamanında bize tecrübelerini
aktarıyordu. En büyük isteği ise bir
an önce Avaşin'i görmekti. Banyo
günü gelmişti. Uzakta olsa Avaşin'e
gidecektik. Bazı arkadaşlar istemese
Nîsan 2015
Selçuk ve Halil, iki büyük devrimci emekçi, iki
büyük emek kahramanı! Biri bilgisayarın, diğeri
kameranın ustası. Kendi işlerine aşk derecesinde
tutkuyla bağlı iki sanatçı. Çalışmaya sanatçı
inceliğiyle, titizliğiyle, ciddiyeti ve disipliniyle
yaklaşan iki büyük Apocu militan.
20
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:24 Page 21
STÊRKA CIWAN
de Avaşin'in kena1998 yılının başında Botan'a gitmek
rına indik. Banyoüzere yola çıktı. Nisan'ın ilk haftası
muzu yapıp elbisebüyük bir grup ile Botan'a ulaştı.
lerimizi yıkadık. AvaDaha bir hafta geçmeden Türk ordusu
şin'e gelmişken balık yeSelçuk arkadaşların grubunun bumeden dönmek ollunduğu alana operasyon başlattı.
mazdı. Balıklarımızı
Özel kuvvetlerden oluşan uçar birlikler
da yedikten sonra
her yere indirmeler yaparak gerillaları
yola koyulduk. Dimdik
kuşatıp imha etmek istedi. 11 Nisan
tepeyi çıkana kadar kan
günü sabah saatlerinde savaş uçakter içinde kaldık. Yaptıları Selçuk arkadaşın bulunduğu
ğımız banyo boşa gitalana bomba yağdırmaya başladı. Samişti. Ama hepimiz çok
dece Selçuk arkadaşların bulunduğu
mutluyduk. Selçuk artepeye 37 tane kazan bombası
kadaşın en büyük hayalini
atılmıştı.
gerçekleştirmiştik.
Biz o sırada Zap'ta telsizin
Selçuk arkadaşın hiç yanıbaşındaydık. 3 gündür opemızdan ayrılmasını istemiyorrasyon bölgesinden haber aladuk. Ama o her defasında birmıyorduk. Operasyon geri çeliklere gitmek, savaşın içinde
kilmesi sonrası yanılmıyer almak istiyordu. Her düzenyorsam 4 gün bağlantı
lemede, Önderlikle her konuşmada
kuruldu. Çok şiddetli çapratiğe gitmeyi dillendiriyordu. Bu
tışmalar yaşanmıştı. Telbüyük isteme artık kimse karşı
sizin başındaki arkadaş opeduramazdı. Gerdiya alanındaki Şahan arkadaşın birliğine gönderildi.
Bir yaz boyunca o birlikle
k
pratikte kaldı. Hiç zorluk
an büyü
s
i
N
4
r
i
,
Yeni b
yaşamadı. Birlikteki arutlarken lar
k
u
n
u
ş
kadaşlarla kısa sürede
u
ş
do ğ
alil yolda
H
e
kaynaştı. Tüm prav
k
Selçu
Nisan
n
ü
tik işlere koşuşturt
ü
b
a
şahsınd
du ve en önemlisi
mizi
de yaşam tecrübesi
şehitleri nnetle anıyor,
mi
edindi. Aslında iyi
saygı ve daşları
bir yazar, iyi bir
arın yol kadar yürüme
l
n
O
edebiyatçıdı, şimdi
nuna
olarak so ir kez daha
de iyi bir gerilla olüb
muştu. O dört dörtlük
sözümüz !“
z
bir militandı. Mücadelenin
ineliyoru
y
verdiği her görevi büyük bir
coşku ve heyecanla yerine getirmek
için tüm gücünü ortaya koyuyordu.
21
rasyonun ayrıntıları hakkında bilgi
verdi. Ardından şehit düşen arkadaşların isimlerini tek tek saydı. Selçuk arkadaş da şehit düşenler içindeydi. Adeta şok olmuştuk. Uzunca
süre kimse tek kelime etmeden durdu.
Erken ve büyük bir kayıptı bizim
için…
Selçuk ve Halil’i en iyi Selahattin
Erdem yazdığı bir makalede şu cümleler çok iyi anlatıyordu:
“Selçuk ve Halil, iki büyük devrimci
emekçi, iki büyük emek kahramanı!
Biri bilgisayarın, diğeri kameranın
ustası. Kendi işlerine aşk derecesinde
tutkuyla bağlı iki sanatçı. Çalışmaya
sanatçı inceliğiyle, titizliğiyle, ciddiyeti
ve disipliniyle yaklaşan iki büyük
Apocu militan. Çalışmada Apocu sanatçı tarzının iki seçkin temsilcisi.
İki yorulmaz, usanmaz ve geri adım
atmaz işçi. İki eğitmen, iki yoldaş
canlısı. Yüreği insan ve halk sevgisiyle
dolu iki tutarlı insan. İki coşku ve
heyecan seli. İki özgür irade ve karar
gücü. Kendini Kürt halkının ve insanlığın özgürlüğüne adamış iki büyük
devrimci ve gerillacı. Önderlik gerçeğine bilinç ve sarsılmaz iradeyle
bağlı iki gerçek Apocu. Önder
APO’nun en duyarlı iki izleyicisi.
Bu iki emek kahramanı, her zaman kendilerini 4 Nisan büyük
doğuşuyla dünyaya gelmiş saydı.
On yıl arayla her biri farklı bir
Nisan gününde ölümsüzler ordusuna katıldı. Yeni bir 4 Nisan
büyük doğuşunu kutlarken, Selçuk
ve Halil yoldaşlar şahsında bütün Nisan şehitlerimizi saygı ve minnetle
anıyor, Onların yoldaşları olarak sonuna kadar yürüme sözümüzü bir kez
daha yineliyoruz!“
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:26 Page 22
STÊRKA CIWAN
Yoldaşlık
n n
Yoldaşlık ilişkileri için herkes kendisi için bir tanımlama yapmıştır.
Yoldaşlık ilişkileri için bazıları bir
kitap kadar yazı yazar, bazıları da
birkaç cümle ile izah eder.
Gerçekten de yoldaşlık gizemli,
sihirli, sırrına ve özüne ulaşılmayan
kutsal bir kelime midir? Ya da kutsal
bir belirlemenin ilişkilere yansıyan
hali midir? Belki de bu soruların
tümü de birbirini tamamlayan bu
kutsal belirlemenin “evet” halini
ifade eder. Gerçekten de bu kelimeyi
böylesine kutsayıp anlamlandıran neNîsan 2015
n
Argeş Xemgîn
n n
n
dir ve kimlerdir? Yoldaşlık, belki de
hak yoluna koyulup hakikati arayanların önüne çıkan tüm zorlukları eşit
pay edenlerin eylemidir de?
Evrenin her yerinde ve her anında
hep bir arayış hali kendini sürekli
kılmaktadır. Evrenin oluşumuyla birlikte bu arayış sürekli kendisini devam
ettirmektedir. Bu arayışın temeli de,
oluşu bulmaktır. Oluşun kendisini
zamandan ayrı tutamayız ve soyutlayamayız, ayrı tutuğumuzda veya soyutladığımızda, o zaman bir arayıştan
söz edemeyiz. Oluş olmadan zaman,
22
zaman olmadan da arayış olamaz.
Bu üç olgu birbirini tamamladığında
hayat akışkanlık kazanır ve evren de
bu üç olgu diyalektiğinde yaşam arayışına devam eder. O zaman nasıl
bir arayış diye düşünürüz. Her insan
nasıl ki yaşamının farkındalıklarını
oluşturuyorsa, evrenin kendisi de bir
bütünün oluşumunu bulma yolunda
arayışını hergün daha da güçlendirmektedir. Evrenin arayışı kendisini
oluşuma götüren süreçte, insanın mükemmel zihin yapısı ile evreni zafer
ile amacına götürme yolunda çok bü-
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:26 Page 23
STÊRKA CIWAN
yük adım atan canlı olarak tanımlarsak, pek de yanlış olmaz.
İnsan, kendisinin ve evrenin farkına
varan doğa olarak nitelendirilir. İnsan
yaşamış olduğu oluşumu beklenilen
düzeyde olmasa da, yine de belli bir
düzeyde kendisini ilerletmiş ve belli
bir noktaya vardırmayı başarmıştır.
"Oluşum-arayış ve zaman" üçlemi
yoluyla belli bir bütünsellik bağlamında anlam bulmuştur insan. Bir
arayışın gelişmesi için bir yol olmalı
ki, anlam bulabilsin. Yol olmadan
bir arayışın ve bu arayışın anlamla
tamamlanması mümkün değildir. Böyle bir arayış çabasına girilmesi boşunadır. İnsan, kendisinin farkına vardığında varoluş halinin tamamlaması
için sürekli yeni bir arayışın peşinde
olur. Bundan kaynaklı kendimizde
hep farklı yolları denemenin arayışına
girip, daha da anlamlaştırma mücadelesi ve çabasında olduğumuzun en
somut hali değil mi?
Bunun içindir ki yol, kutsal sayılacak derecede kendisini önemle teşkil
etmektedir. Bundan kaynaklı belirlenen
yollar doğrultusunda arayışlara gidilir
ve oluşla sonuçlanır. Sürekli oluşumu
göz önüne aldığımızda yollarda hiç
bitmeyecektir. Çünkü yollar devamlı
akışkanlık içindedir. Burada o zaman
karşımıza çıkan yol bir amaç olduğudur. Yol amaç ise, amaç uğruna
ölüme gidilen tereddüt etmeden yürünülen, çıkan bütün engellere zorlanmalara karşı peşinden gitmek değil
midir? Evrende hiç birşey amaçsız
değildir. Kuşkusuz ''herşey” insan
gibi farkında olmayabilir, gerekli oranda bilinç yoğunluğuna sahip olmayabilir. Fakat ''herşey'' kendi varoluş yapısına uygun bir anlam ve farkındanlığı
vardır. Ve bu ''herşey” amacına ulaşmak için bir savaşçıdır. Bundan kaynaklı bu arayışa anlam veren ve farkındalığı geliştiren yolun kendisidir.
O zaman yol hakikattir, hakikat ise
önder Apo’nun belirtmiş olduğu
Aşk’tır. Aşk ise özgür yaşamdır.
Peki bugün özgür yaşamın peşinden
kimler koşuyor? Bu yolu kimler, anlama
kavuşturma savaşında ve çabasındadır?
Yolu anlamına kavuşturan, bu anlamın
oluşumunu yaratan, bu yaratım sürecini
izleyen yolda bıkıp usanmadan ilerleyen
ve bunun için başkoyan hiç kuşkusuz
ki hakikat arayışçılarıdır. Devletçi
sistem ve onu temsil eden zihniyetin
gelişmesi ile beraber hakikat olgusu
da ortadan kaldırılmıştır. Daha doğrusu
hakikatın güç yitirmesine ve giderek
yaşam bulma olanağını kaybetmesine
sebep olmuştur.
Hiç kuşkusuz ki hakikat olgusunun
tekrardan anlam bulması için her zaman
bir mücadele ve arayış sürmüştür. Bu
arayışlara erkek egemenlikçi hiyerarşik-devlet büyük engeller ve zorluklar
çıkartmıştır. Fakat bu yola kendisini
adayan ve yolun kutsanmış olduğunu
düşünenler her türlü engelleri aşarak
inandıkları yoldan yürümesini bilmişlerdir. Çok zorlanmalarına, çile çekmelerine, işkence görmelerine rağmen
hakikat yolundan ayrılmadıkları gibi,
onları bu yoldan alıkoymak isteyenlere
karşı da büyük kavgalar vermişlerdir.
Birçok filozof cayır cayır yakılmalarına,
yaşam boyunca zindanlarda çürümelerine ve büyük işkencelerle yüz yüze
kalmalarına rağmen ser vermiş, hakikatten ayrılmamışlardır. Bir avuç olmalarına, sayısal olarak az olmalarına
karşı yine de düşünce, inanç ve hak
yolundan ayrılmamışlardır.
23
Fazla uzaklara gitmeye gerek yok.
İşte Arin Mirkan, bu arkadaşlar çağımızın filozofları, çağımızın en
genç ve enternasyonalist devrimcileridirler. Bildikleri yoldan korkmadan, yılmadan, ezilmeden ve savundukları ideallerinden taviz vermeden
hakikat yolundan ölümsüzlüğe ulaşmışlardır. Zaten hakikat odur, barbarlara, kan emicilere, vahşilere boyun eğmeden, onlar karşısında diz
çökmeden direnmektir.
Peki bu yoldaki yolcunun yoldaşlığının gizemi nedir? Bu yoldaki
yolcuya yolu anlamlaştıran güzel kılan beraber yürüyen yaşam eylemini
gerçekleştiren yoldaşı değil midir?
Burada yoldaşı yoldaş yapan paylaşımı ve içtenliğidir. Paylaşım olmadan aynı yolda yürümek mümkün
kılınır mı, belki bir yere kadar mümküm kılınabilir. Ondan sonrası, tükeniş, bitiş, ve varolan oluşumun
yok oluşudur. Bu aralar herkesin
sıkça duydugu bir söz var "sakladığın
değil, paylaştığın senindir." Peki bizde bu söz neyi ifade ediyor? Bütünselliği ifade ediyor. Paylaşım varsa
bir yerde, orda bütünsellik vardır.
Bütünselliklerle birliktelikler oluşur
ve bununla tamamlamanın gerçekleşmesi olur. Paylaşım bir eylemdir,
paylaşım cesaretli, kararlı duruşu
ortaya çıkarma eylemidir. Paylaşım
insanın kendini ifade etme kimliğidir.
İnsan, kimliğini buldukça ve kendini
bu temelde ifade ettikçe kendi dünyasında yeni kapılar açar ve anlam
bulur. Paylaşım hakikat yolunda yürüyen yoldaşıyla bağlarını güçlendirir,
sarsılmaz, kopartılamaz bir hale büründürür. Peki bizler bugün ne kadar
bu yolda, bu yoldaşların yoldaşı olaNîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:26 Page 24
STÊRKA CIWAN
biliyoruz? Yanıbaşımızdaki yoldaşlarımızın yüreklerine ne kadar bir
bütünsellik içine girip yoldaşlarımızın
duygularını, sevinçlerini ve üzüntülerini yüreğimizde hissedebiliyoruz.
Ve böyle bir paylaşımın çabasına
giriyoruz. Sistemlerin kendi benliklerimizde oluşturmuş olduğu bireysel
çarpık, sakat ve hastalıklı kişilik ruh
hali ile yoldaşlık rolümüzü unutuyoruz. Bundan kaynaklı görevlerimizi
ve sorumluluklarımızı unutma eşiğindeyiz. Sorumluluk ve görev bilincimiz kalmışsa bir kıyıda o zaman
yola koyulunur ve sistemin benliğimizde oluşturmuş olduğu hastalığa,
çetin olan bir kavgaya tutuşur benliklerimizde ve orada sistemlerin
kavgası gelişir kanlar dökülür. Be-
Nîsan 2015
denler cesetleşir ve göz pınarlarımızdan yaşlar akar. Bu kavgada galip
çıkan insan yanımız olursa, yola
koyulup yoldaş olunur yoldaşlarına,
fakat mağlup olup yenilirse, artık
param parça olur ve toz gibi savrulur
her tarafa. O zaman yolun yolcusu,
yoldaşın yoldaşı olamaz, artık her
türlü kötülük olur, kötülük yapar,
ama yoldaş olamaz artık. Bundan
kaynaklı varolan sistem paylaşımların
da düşmanı oldu, bundandır belki
en çok paylaşımları hunharca dağıtması, şimdi hepimiz sistemin oluşturmuş olduğu kişilik tarzı ile bireysel, bencil, egoist ve çürümüş
yanlarımız ile toplumsallığa gelmeyen hallerimiz ile kendimizi toplumsal yaşamaya dayatıyoruz. Bir
24
çoğumuz bir yol hattına girmiş olabilir, yolcusu olacağımız bir yaşamın,
kim bilir belkide sistemin o bireyci
hastalıklı yaşamına karşı özgür yaşamı inşaa etme yoluna koyulacağız,
içimizden ve dışımızdan yitip giden
bir yaşama karşı sessiz kalamayız.
Bunun için insan önce kendi hakikatine ulaşma savaşımını vermeli.
Ve yeni yolunda yoldaşları ile bütün
zorluklara göğüs gererek yürümelidir.
Onun için yoldaşlık karşılıksız bağlanmayı gerektirmektedir.
Yoldaşlık kendi isteği için değil,
olması gerektiği için kavgaya tutuşandır. Yoldaşlık o dur ki yoldaşına
gelen yağlı mermileri göğsünde pay
edendir."Peki siz ne kadar yoldaşların
yoldaşısınız"
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:27 Page 25
STÊRKA CIWAN
Sistem
’
e
d
n
i
t
a
k
i
k
a
‘H
Erimek
n n
Bir insanı toplumsal bir varlık
olarak ele aldığımızda, toplumsal öze,
insanlık değerlerine ve hakikatine
ulaşabilme, anlam biçme arayışında
şüphesiz bireyin yol-yöntem, daha
doğrusu hangi (kimin) gerçekler üzerinden kendine ve topluma şekil verebiliyor durumu ölüm ile kalım arasındaki çizgi kadar ince ve hassas bir
noktadır. Bunlarla bağlantılı en basit
atom parçacığından en karmaşık bileşime (yapıya) doğru bir anlam artımı
söz konusudur. Yani bu atom ile formüle ettiğimiz formun gerçeğinde insan ve toplum tanımlanmak istenmektedir. Nasıl ki anlamlı bir yapının
oluşabilmesi için milyonlarca atomun
biraraya gelmesi gerekiyorsa toplum
içinde kesinlikle bu böyledir, canlı
cansız maddelerin özündeki diyalektik
gereği bir bütün varlıklar içinde insan
da etkilenmektedir. İnsan gerçeğindeki
bu doğal yapıdan kaynaklı tarihten
beri toplumsallaşabilmesi için ve kendi
varlığını her türlü ''maddi, manevi,
ruhsal, psikolojik'' açıdan inşa etmesi
ve geliştirmesi sağlanmıştır. Bu bize
insanlık tarihiden kalan en güçlü ve
kutsal miras olarak görülmektedir.
Anlamını en iyi dile, söze, yapı-
n
Hayri Serhildan n
n n
lanmaya ''örgütlülüğe'' kavuşturan toplum en gelişmiş toplumlar olarak bilinirler, buna karşı yine bir toplumun
kendi hakikatını açıklayamaması en
ağır kölelik, asimilasyon ve soykırım
durumunu ifade eder. Ne demek isteniyor? Hangi formasyonda ele alırsanız
alın (birey, aile, şehir, köy…) içinde
bulunduğu durumu bilince çıkarabilmesi eksiklik veya yanlışlıkları noktasında yol ve yöntem geliştirip yaşamsallaştırması ve yine nasıl bir ''buluşma'' gerçekleştirmesi gerektiği olarak tanımlayabiliriz. Hakikatsız toplum, hatta birey anlamsız kılınmış
başkasının hakikati içinde erimiş
varlık anlamına gelmektedir. Buraya
kadar genel anlamda toplumu tanımlamaya çalıştık, şimdi günümüz toplumunun gerçekliğine bakarsak bizim
için en ilgi ve merak uyandıran toplumun bu kadar maneviyatından (mütevazilik, kıymet bilme, değer verme,
sahip çıkma, paylaşımcılık) nasıl kopartıldığıdır. Reber Apo'nun kapitalist
modernite olarak tanımladığı küresel
güçler olan ve kendisini emek sömürüsü üzerinden örgütleyen, yaşatan
kapitalist sistem, sermaye gücünü
eline alıp toplum üzerinde tahakküm
25
yaratan asalak grubu olarak biraraya
gelmiş şirket ve kurmayları olarak
sunulan ''ceo'' lar aslında ekonomi ile
ilgisi olmayan yönetim cambazlarıdırlar. Finans kapital çağı dedikleri
sanal rakamlar üzerinden, anti-toplum,
anti-insan, anti-doğacı olan görkemli
saray ve şirketlerinde sermayelerine
sermaye katmış işçinin, köylünün,
emekçinin sırtında bir kambur olarak
çıkmış, kan emici sülüklerden başkaları değillerdir. Ama bu durumlarına
rağmen dünyanın sermayesini ve küresel güçleri olan kimselerdir, onlar
için esas olan yaşam felsefeleri ve
amaçlarını, kendi güçlerini nasıl daha
çok büyütebilirler, emek sömürüsü
temelindeki sistemlerini bütün dünyanın köşe bucağında nasıl yaşatabilirler meselesidir. Demokrasi, insan
hakları, refah yaşam kandırmacıları
altında bir bütün olarak bu amaca
hizmet için kullanmadıkları bir yol
yöntem kalmamış gibidir. Toplumun
en kutsal saydıkları değerlerden tutalım
inanç ve kültürlerine kadar ''modernizm'' süslemesi ile gerek medyası,
teknolojisi, okulu ile yaratmış olduğu
popüler kültür içinde hiç bir ahlak ve
insanlık ölçüsü bırakılmamış, geliş-
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:27 Page 26
STÊRKA CIWAN
tirilen özel politikalarla insanlık, binbir
türlü hastalık ile esrar, kadın ticareti,
sapkınlık, çetecilik gibi yaşam tarzıları
ile sisteme bağlanmış durumdadır.
Yine bu zihniyet yapılanması al-
tında yarattığı bütün kurumları ile
okul, üniversite, kilise, cami, televizyon, dernek, gönüllü, sorgulamayan, tepkisiz, düşünmeyen bir insan yığını yaratılmak istenmektedir.
amış,
r
v
a
k
i
n
gerçeği :
,
ş
u
m
ş
bulu
ençlik
Özü ile özgürleşmiş g
.
ekliyor
izi b
b
n
a
t
s
Kürdi
Nîsan 2015
26
Yani bir bütün olarak toplum değerlerine sahip çıkmayan, hatta karşı
duran, kötü, ilkel, geri gören, tarihini
araştırmayan, dilini, kültürünü öğrenmeyen tamda sistemin istediği
gibi sürekli tüketen ''anı yaşa'' mantığı
ile var olanı tüketen, nasılsa bana
sunuluyor düşüncesi ile toplum ve
gelecek kaygısı olmayan kültürsüz,
nerde sabah orda akşam, hayalperest,
herşeyi toz pembe gören bir toplum
yaratılmıştır. İşte bu kadar insanlık
dışı düşünce ve yaşamları olan bu
toplum tacirlerinin, üzerinde en çok
hesap yaptıkları kesim yanılgısız
özelde genç kadın, genelde gençliktir,
Reber Apo gençliği, toplumun taze
kanı, öncüleri, geleceği olarak tanımlarken aynı zamanda gençlik üzerindeki sorumluluğunun büyüklüğünü de belirtmektedir. Bu düşürülmüş toplumu hayata geri döndürecek yeni bir çıkış yapabilecek bir
bütün olarak diline, kültürüne, tarihine, geleceğine sahip çıkacak, savaşacak, mücadele edecek potansiyele sahip, eylemin öncüsü, toplumun
diri ruhu, rengi, heyecanı, neşesi,
elbetteki yine gençliktir. Bu potansiyeline rağmen gençlik içersinde
yaşadığı sistemin gerçekliğini görmez, bir duruş ve tavır geliştirmez,
sistemin oyunlarını altüst etmez,
kendini bu sistemden koparmazsa
aynı zamanda komünal toplum değerleri ile bir buluşma gerçekleştirip
kendi gerçeğine ve PKK'nin yaratmış
olduğu kırk yıllık mücadele ve yaşam
değerlerine sahip çıkmazsa sistemin
girdabında kaybolmaya mahkumdur.
Özü ile buluşmuş, gerçeğini kavramış, özgürleşmiş gençlik: Kürdistan
bizi bekliyor.
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:28 Page 27
STÊRKA CIWAN
Rojbûna
Serokatî
Ger Ciwanek dixwaze jiyanek bi wate jiyan
bike pêwîste rastiya Serokatî jiyan bike
û rojbûna Serokatî wek vejîna vê
Jiyanê bigre dest.
n n
n
Rüstem Derîk
n n
n
Serokatî di 4´ê Nîsana 1949'an de,
li gundê Xelfêtiyê bi navê Amara ji
dayik bûye. Ev sal Serokatî dikeve
sala 67’mîn. 66 sale Serokatî li ser
rûyê erdê jiyan dike, lê mirov Serokatî
tenê di nav 66 sala de bi sînor bike
wê nagije encamek xurt. Jiyana Serokatî bingehê xwe ji dîrokê digre.
Di zaroktiya Serokatî de diyar bû,
kû Serokatî bibe Rêberekî kû di
hemû dîroka mirovatiyê nehatibû dîtin. Serî de giringe kû çiqas em ser
rojbûna Serokatî an jî ser rastiya
Serokatî biaxifin, têrê nakê. Ji ber
kû ne gotin wî tijî dike, ne axaftin
wî tijî dike. Dîsa jî hewldanekî bi vî
rengî kû ber bi rastiya Serokatî diçe
jî wateyekî xwe heye. Ser vî esasî
em bi van pirsan dest pê bikin.
27
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:29 Page 28
STÊRKA CIWAN
4´ê nîsanê ji bo me tê çi
wateyê? Çima 4´ê nîsanê ji bo hemû gelên
Kurdistanî weke rojbûneke cûda tê
destgirtin û pîrozkirin?
Ji bo em karibin ser vê mijarê
biaxivin pêwistê em rastiya gelê
kurd û rastiya hemû gelên cîhanê
ber çavan bigrin. Kurdên kû di her
milî de perçekirîne, kû 28 serhildanê
wê binketiye, kû nasnama xwe her
diçe wenda dike hebû.
Gelekî kû di nav pergala desthilatdar, pergala dijî Jinê û pergala
dijî xwezayê de 5 hezar sal jiyan
dike hebû. Ev rastî kû ji cewhera
mirovatiyê derketiye Serokatî lêdikole. Serokatî di zaroktiya xwe de
civaka kû heye qebûl nedikir. Hertim
nakokiyên wî hebûn û ji bo pirsên
xwe bersiv digeriya. Ev lêgerîn, lêgerîna heqîqetê bû. Serokatî xwe
ser vî esasî wek "neçîrvanê heqîqetê"
pênase dike. Heta jê re digotin "Apo
tu wisa berdewam bikî tê bifirî". Bi
rastî jî Serokatî di lêgerîna xwe de
encam digirt. Ne tenê ji gelê Kurd
ji bo hemû gelên Cîhanê bû bersiva
herî mezin. Paradigmaya demokratîk,
ekolojîk û azadiya Jîne esas digre,
diyarî mirovatiyê kir. Rojbûna Serokatî di nav gelê kurd û di nav
gelên cîhanê de avakirina jiyaneke
nû ye. Di aliyeke din de jî mirov dikare weke ji bo jiyaneke nû avakirin,
rastiya jiyanê naskirin êdî bêhtir heqîqetê avakirin bigre dest. Di hebûna
xwe de jî him hebûna gelê kurd,
him hebûna jin û him jî hebûna
hemû gelên bindest jî Serokatî di
şexsê xwe de avakir. Ji bo wê jî em
Nîsan 2015
Ew rojbûnê kû tê
pîrozkirin jî wateya xwe
nîne. Ji bo Ciwanek kani
be rojbûnek pîroz bike
pêwîste ruhê wî/wê
jiyan bike.
nikarin bibêjin Serokê me tenê ye,
Serokê hemû gelên bindest e. Vejîna
Serokatî li ser rûyê erdê mirov wek
vejîna mirovatiyê pênase bikin û bi
vî şiklî jî mere nirx bidê. Ji ber kû
di dîroka kurdan de û di dîroka
hemû cîhanê de rêberekî kû hemû
mirovatiyê hembêz dike li ser rûyê
erdê tuneye û tune bû.
Ji bo wê jî Serokatî ne tenê di
milekî de di her milî de vejîna fikrî,
rihî, bedenî bi kurtasî di gerdûnê de çi
vejîn hatibe avakirin Serokatî di şexsê
xwe de avakiriye. Vejîna Serokatî di
heman demê vejîna jinê an jiyana azade. Gotina "Jin, Jiyan, Azadî" vê
28
rastiyê nîşan dide û wateyekî xwe pir
giring heye. Ji bo ve jî Serokatî di hebûna xwe de him hebûna jinê da diyarkirin û him ji hebûna gelan da diyarkirin. Em ser vî esasi Serok bigre
dest bêtir di cîh deye.
4`ê Nîsanê rojekî pîroze û wateya
azadiyê ye, ji ber kû Serokatî bi
dest avakirina jiyanekî kiriye ji bo
gelekî kû hatiye perçiqandin û ji bo
mirovatiya kû wendabûye bigêhîne
jiyaneke azad. Destpêkê pêwîste li
ser wateya azadiyê were xebitandin
ji ber kû di rastiya Serokatî de di
avakirina jiyanê de li ser esasê gelên
kû hatine perçiqndin, mirovatiya kû
wenda bûye bigêhînin jiyaneke azad
heye. Serokatî dibêje di 4`ê nîsanê
de bila dar were çandin. Dema Serokatî vê dibêje mere ji xwe dipirse,
gelo cima? Dar di wateya şînkahiyê
de ye, avakirina jiyanê ye. Çawa kû
mirovatî destpêkê ji kokê de hatiye
rakirin, ji kokê de hatiye perçiqandin
Serokatî ji dîsa ji kokê de mirovatiyê
dide çandin û dide şînkirin. Her sal
darên kû têne çandin ji sala berê zêdetir dibe, ev ji tê wê wateyê kû heqîqet giren dibe.
Jiyana kû Ciwanên di nav pergala
modernîteya kapîtalîst jiyan dike
tenê bi fizîkî jiyan dike. Ger ruhê
mirov kuşti be jiyana fizîkî jî tu wateya xwe nîne. Ew rojbûnê kû tê pîrozkirin jî wateya xwe nîne. Ji bo
Ciwanek kani be rojbûnek pîroz bike
pêwîste ruhê wî/wê jiyan bike. Ji
ber wê jî tenê rojbûna Serokatî vejîna
jiyana a Azad îfade dike. Ger Ciwanek dixwaze jiyanek bi wate jiyan
bike pêwîste rastiya Serokatî jiyan
bike û rojbûna Serokatî wek vejîna
vê Jiyanê bigre dest.
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:31 Page 29
STÊRKA CIWAN
HÛN CIWAN IN,
YAN NA?
Dema ku hesta serî
hildanê tê û bi ciwanekî/ê
ve dibe, heke ew ciwan
serî hildana xwe ji
hestbûnê derdixe
û vediguherîne çalakiyê,
wê ji wateyeke nû re
derî veke.
n n
n Dilzar Dîlok n n
n
Her çiqas sînorên wateya pênaseyên der barê ciwantiyê de ji aliyê
kesên ne ciwan ve bê nediyarkirin
jî, di encamê de yên ku li vê pênase
û vê nasnameyê xwedî derkevin; ciwan in. Ciwantî, beriya her tiştî binavkirina beşeke diyar e. Ew destnîşankirina; "mirov di temenê hîs
dike de ye" ku pirî caran tê gotin;
pêşreweke ku pêşiya heyfa xwe anîna
mirovên ku demên xwe nejiyane jî
digire, diafirîne. Ya rastî; me çi jiya
be, em ew in. Me çiqasî jiya be, em
ewqas in. Me çiqasî wate afirandibe,
em ew in. Me dem çiqasî bilez û
29
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:31 Page 30
STÊRKA CIWAN
dagirtî jiya be, em ew in. Em dikarin
pênaseya xwe hinekî nerm bikin û
bêjin ku; "yên ku digihîjin ruhê
demê û dijîn, dibe ku dereng pîr bibin".
Ji aliyê temen ve ketina beşa ciwantî esas e, lê têrê nake ku mirov
ciwan be. Rastiya; yên ku ji hêla nîjadî ve kurd in, pêwendiya wan bi
pênaseya kurdîtiyê re nîne, ciwanên
kurd baş dizanin. Di vê rewşê de
hin pirsên ku ciwan jî ji xwe bipirsin
û li gorî bersivên wan xwe bigirin
dest hene. Di vê nivîsê de; ez dixwazim ji ciwanan hin pirsan bikim
û van pirsan ciwan ji xwe bikin.
Nîsan 2015
Hûn zû tên guhertin?
Guhertin; ji bo we herikîneke
asayî ya jiyanê ye, yan jî rewşeke
ku mirov bi neçarî xwe lê radigire
ye? Ma fêrî guhertinê bûyîn zor e,
yan jî fêrbûn di nava herikîna jiyanê
de parçeyeke jiyanê ya zû dihele
ye? Heke guhertina hêsanî hebe, ciwantî heye. Heke mirov ji hêla temen
ve ciwan jî be û bi hêsanî neyê guhertin, dikeve qaliban û bi ti awayî
nikare derkeve, heta eger guhertinê
weke mirinê dibîne û weke rewşeke
ku wê tiştên di destê xwe de winda
bike digire dest, zehmete ku mirov
bêje ew kes ciwan e. Heke dînamîzma
30
ciwantiyê her kêlî ji hişmendî ta
ruhî, ji liv û tevgerên fîzîkî ta ziman
guhertinekê çêneke; nikare qala ciwantî were kirin. Ciwan, ew kes e
ku; dikare her kêlî hêza guhertinê
nîşan bide û bi dîtina berê jiyanê ve
di mijara ku wê çawa were jiyîn de
xwedî fikre, her wiha yê/a ku li gorî
pênaseya jiyanê şikildayîna jiyana
xwe bi ser dixe ye.
Hûn pirî caran matmayî
dibin?
Li beramberî tiştên ku jiyan derdixe
pêşberî me matmayî bûyîn; bi hîskirina
ferq û cûdatiyên ku her kêlî nû dibin
ên jiyanê ve têkildar e. Heke li be-
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:31 Page 31
STÊRKA CIWAN
ramberî bûyer, rewş an jî hemû parçeyên jiyanê yên ku derdikevin pêşberî
we, gihaştineke ku temenê we derbas
dike nîşan didin, ev nîşan dide ku
jixwe we temenê xwe derbas kiriye û
êdî zêde hûn ciwan jî nayên dîtin. Di
hin kesan de ranavîşên weke; bi feraset
nêzîkbûn, serweriya li ser mîmîkên
xwe, diyarnekirina hestên xwe û her
berdewam dikin; li pêşiya xwe jiyankirina kes astengiya bi qasî çiyayan
çêdikin. Di serê pêşî de rewşa polîtîkbûnê ku pênaseya wê şaş hatiye
kirin, divê rast were pênasekirin. Polîtîk bûyîn; derew û durûtî kirin, veşartina rûyê xwe yê rastîn nîne. Polîtîk
bûyîn; di xwe de berbiçavkirina hêza
afirîner e. Ji fêmkirina yê/a beramberî
xwe ve destpê dike. Bi wate dayîn,
tehlîl kirin, plankirina ya nû û avêtina
gava çalakiyê ve dewam dike. Ji ber
ku mijareke din e, bêyî ku zêde qala
polîtîk bûyînê bikim, dixwazim bêjim
ku matmayî nebûyîn; rewşeke pîrbûnê
ye. Kal û pîrên ku nikarin matmayî
bûyînê bi ser bixin ku hîs dikin; her
tişt dîtine, her tişt ceribandine û bi
qasî matmayî bibin ti tiştekî jiyanê
yê nû nemaye; bi misogerî ne di nava
sînorên pênaseya ciwantiyê de ne.
Divê ciwan matmayî bibin. Divê
li beramberî tiştên ku dibînin û dibihîsin; hest û ramanên wan bikeve
nava liv û tevgerê, divê yên kevn ji
cihê xwe ve bilivin, bihejin, hin
hest-raman biçin û yên nû bên şûna
wan. Rewşa; "em dizanin, me dît,
jixwe me dizanî" rewşeke ku li beramberî jiyanê rekleks veguherîne
fêrbûnekê, rewşeke nîv-mirinê ku
di hinekan de bertekên tên zanîn jî
pêş nakevin. Ya rastî, mirin e. Heke
mirovek; nikare li beramberî bûyer
û rewşan matmayî bibe, qîr bike û
xetên rûyê wî/ê ji hev naçe; zehmete
ku mirov bêje wî/ê mirovî/ê dema
wateya xwe jiyaye.
Ecibandinên we yên der
barê cihanê de ji yên ku
hûn naecibînin zêdetir e
31
yan jî kêmtir e?
Jixwe em nikarin tiştên tên ecibandin û nayên ecibandin bixin aliyên
mêzînê. Lê ji yên ku birihetî diecibînin bûyîn; ya rastî, ji qebûlkirinê
tê. Qebûlkirina tişta heyî, ecibandinê
çêdike. Tişta tê ecibandin, tişta tê
qebulkirin e. Heke hûn sîstemekê
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:31 Page 32
STÊRKA CIWAN
qebûl nekin, hûn tiştên ku wê sîstemê
çêkiriye jî naecibînin. Heke ecibandinên we zêde bin, wateyeke gotina
we ya ku hûn sîstemê qebûl nakin jî
tune ye. Neecibandin; berpirsiyariya
afirandina tişta ku were qebûlkirin
a li beramberî tişta ku nayê qebûlkirin,
dixe li ser milên mirov. Ez naecibînim,
tê wateya; ez baştir dikarim bikim,
bêjim, dizanim… Mirovên ku ketine
nav sîstemê; di bin navê ku baştir
neke, nebêje, pêk neyne, di bin navê
ku nekeve binê berpirsiyariyê; asta
ecibandinên xwe heta tu bêjî ber bi
jêr ve dikişînin. Bi tişta heyî tê qayilkirin. Di wateyekê de çêbûna rewşa
ku em dikarin jê re bêjin koletiya
hatiye kûrkirin jî bi vê riyê pêk tê.
Heya ku mirov îddîaya afirandinê
nîşan nedin, wê neçar bimînin ku
xwe li ya heyî ragirin. Civatên ku
sîstema naecibînin diguherin, civatên
ku her tim ciwan û dînamîk mayînê
bi ser xistine. Ciwan jî, heke dikarin
bêjin naecibînin, dikarin bînin ser
ziman, li beramberî tişta ku naecibînin
di îdîaya afirandina ya ku were ecibandin de bin, ger ji vê berpirsiyariyê
natirsin; em dikarin bêjin ku ciwantiya
rastîn tê jiyîn. An na, tevî ku naecibîne, weke ku diecibîne xuyakirin
jî; di navbera du sîsteman de mayîn
e. Di vê wateyê de, ne zehmete ku
mirov zanibe; cihê ku postmodernîzm
bigihîjiyê, modernîteya kapîtalîst e.
Neecibandin; lêgera bedewtir, baştir
û rastir e. Lêger, çalakiya herî pîroz a
mirov e. Ciwantî; bi qasî ku çalakiya
lêgera pîroz di xwe de pêk tîne, civaka
nû ya ku dînamîzma li beramberî
tişta naecibîne de; wê ya diecibîne
peyda bike, biafirîne û bijî ye.
Nîsan 2015
Hûn gelek caran xwe di
nava hesta serî hildanê de
dibînin?
Yan hûn xwe di nava
hewldana fêmkirina tiştên
diqewimin de dibînin?
Hesta serî hildanê jî, rewşeke girêdayî ya heyî neecibandin û qebûlnekirinê ye. Ya heyî qebûlnekirin û
bi vê re helwesta redkirina yên qebûlnekirinê; helwesteke ciwan e. Qebûlnekirin, çalakiyeke peltek (pasîf)
e. Red jî, rewşa derbasbûna çalakiya
qebûlnekirinê ye. Eger qebûlnekirin
derbasî çalakiyê nebin; kes tam jî
tîne rewşa ku tê gotin ûnsûrê deklase,
sewtelî dike. Ji ber vê yekê, bi qasî
zanîna ku çi qebûl nake; pêşxistina
redên li beramberî tiştên qebûl nake
û afirandina yên werin qebûlkirin
girîng e. Di rewşa berovajî vê de ciwantî derbas dibe. Û di vê rewşê de
jiyan bê daxwaz tê jiyîn û derdikeve.
Serî hildan; rewşa herî berbiçav a
çalakiyên ciwanan ên qebûlnekirina
tiştên heyî ye. Ev; carinan weke hestekê, carinan weke ecibandinekê, carinan weke şêwaza cilûberg li ber
xwe kirinekê, carinan weke şêweyeke
axaftinê, carinan jî weke gaveke guhertina dinyaya xwe, weke biryardariya jiyana azad şikil digire. Hesta
serî hildanê, hesteke negatîf e. Bi
qasî ku negatîf e, hesteke ku di xwe
de herî zêde hêzeke pozîtîf dihewîne
ye. Ji ber vê yekê, em dikarin bêjin
ku hesta herî destdayî ya ji bo avakirinê ye. Di bingeha avakirina xwe û
jiyana xwe ya azad de serî hildan
heye. Heke me li himberî tiştên heyî
serî ranekirina, em nediketin nava
32
lêgera xwe afirandinê. Lêgera me ya
xwe û jiyana xwe ya nû afirandinê;
em dikarin bêjin zarokên ku serî hildan ew afirandine.
Dema ku hesta serî hildanê tê û
bi ciwanekî/ê ve dibe, heke ew ciwan
serî hildana xwe ji hestbûnê derdixe
û vediguherîne çalakiyê, wê ji wateyeke nû re derî veke. Ev wate; riya
derbaskirina ya heyî û avakirina ya
nû ye. Di rewşa berovajî de heke ew
ciwan hesta serî hildanê li aliyekî
dihêle û hewl dide fêm bike, bi misogerî ji tabiîbûnê pê ve riyeke din
ku biçe nîne. Hewldana fêmkirinê;
hewldana ku ya heyî bi xwe bide
qebûlkirinê ye. Ji ber vê yekê, yekem
çalakiya ciwanan a têkoşînên hebûnê
yên li himberî sîstemê, ji bo hewldana
fêmkirina tişta heyî bi misogerî ji
hizirîna weke mekanîzmayên sîstemê
dûr sekinîn e. Weke; dibistan, mamoste, karmend, polîs, karker, bêkar
an jî koleyên sîstemê hizirînê ve;
fikra ku wê nakokiyên jiyanî werin
çareserkirin, mirin e. Şopandina
riyek wisa; binpêkirina hîsa mirovê
azad a di hişmendiya xwe de ye.
Mirov; dema ku hîsên azad ên ku di
hundirê wî/ê de çêdibin dikuje, dema
ku van hîsan nav-sîstemî dike; xwe
dikuje. Riya herî xerab û herî koletî
ya xwe kuştina ciwanekî/ê hestên
xwe yên derveyî sîstemê nav-sîstemî
bike û bi hewldana fêmkirina sazî,
teorî, kes û têgihîştinên ku berdewama sîstemên serwer in ve xwe
tunekirin e. Ev rewş; bi redkirina
ciwantiya xwe ya ciwanekî/ê ve wekhev e. Ji ber ku hewldana çêkirina
ya nû, zehmet û nehatiye kirin; karê
ciwanên wêrek in.
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:32 Page 33
STÊRKA CIWAN
Ma hûn ji şaşî û xeletî
kirinê ditirsin?
Ma hûn hayjixwe ne?
Beriya gava ku ciwan biavêjin dûdirêj nefikirîna wan,
yên kal û pîr weke cahilî-xeşîmî dinirxînin. Ya rastî, hayjixwe bûyîn; gavavêtina mirov ya ber bi nû ve asteng
dike. Ji bo meşa di riyên ku tê re nehatiye meşîn, pêwîste
mirov wêrek be. Mirovên ku pir hayjixwe ne, di riyên ku
berê tê re nehatiye meşîn, nameşin. Bi misogerî, riyên ku
berê hatine meşîn, ceribandin û encama wê piştrast bûne,
tercîh dikin. Tercîha ciwantiyê ya riya nehatiye meşîn jî;
tenê weke macera yan jî cehaletî nirxandin bi misogerî
şaş e. Ji ber ku ciwantî dixwaze keşif bike. Dixwaze ya
nû peyda bike. Dixwaze hebûna xwe bi vê dinyayê, bi vê
gerdûnê ve bide hîskirin. Jixwe, ev mafê her ciwanî û her
mirovî ye. Kesên tevî ku
extiyar bûne û ji van armancên xwe tewîzan nadin jî
hene. Pêwîste mirov mikur bê ku di wan mirovan de ruhekî
ciwantiyê ya mezin û bêhempa heye. Hayjixwe bûyîn; karê
kesên ku beşa jiyana xwe ya lêger, vedîtin, her wiha ji nû ve
lêger û hîskirina nûpînû ya jiyana xwe temem kirine ye.
Heke di ciwanan de ji vî alî ve hayjixwe bûyînek hebe,
pêwîste ji ciwantiya xwe bikevin şik û gumanan.
Em dikarin pirsan zêde bikin û bersivên ku li gorî
pirsan werin dayîn jî vekin. Lê belê tişta ku pêwîste were
fêmkirin ew e ku; ciwan kêliyê herî watedar, herî dînamîk
û weke xwe bi azadî jiyan bikin e. Siberoja xwe zêde hesabkirin, her tim di nava hesaba gava pey re winda
bûyîn, ji xeletbûnê û gava şaş avêtinê di asta travmatîk
de tirsîn, ji nû ve vegera destpêkê tirsîn, her tim hîsa
westandinê jiyîn û ketina sendroma ku ji westandinê vediguhere tirsê… Hemû, encama nêzîkatiya "jiyana xwe
girtina bin ewletiyê" ya ku sîstema modernîteya
kapîtalîst di mirovan de afirandî ye û di nava
sîstemê de jiyana xwe girtina bin ewletiyê, di
cihekî sîstema koletî ya hatiye kûrkirin ya heyî
de cih girtin e. Sîstem, dibêje; "çerx amade ye, tu
jî dikare bibî diranek yan jî cehfek." Ciwantî; bi
qasî ku nekeve nava vê çerxê, heta bi qasî ku vê
çerxê bişikîne; xwedî hêz, hîskirina azadî, daxwaza
jiyana watedar û armanca jiyîna azad a demê ye.
Hevalên me yên ku ji aliyê temen ve ciwan in, ji
hêla hişmendî, hest, raman û çalakî ve ciwanbûna
wan jî, ji xwe pirskirina van pirsan û bilindkirina
wateya jiyanê ve girêdayî ye.
Eger ciwan ji şaşî û xeletî kirinê ditirsin, divê fêm
bikin ku bi misogerî ji ciwantiya xwe hin tişt winda
kirine. Ji xeletî kirinê tirsîn, karê kesên ku dema wan ya
avêtina gava duyem tune ye. Karê ciwanan; bi van tirsan,
bi fikara ku jiyana kêm
maye bijîm û hestên
ku tirsonek dike re
nîne. Ji xeletî kirinê tirsîn; karê
kesên ku berê
gelekî xeletî kirine ye. Jixwe
ewqas tecr ubeya
ciwa-
n a n
nîne. Jiyînên
wî/ê yên ku
ax û wax bike
jî nîne. Bi misogerî, bêyî
ku ji xeletî
kirinê were
tirsîn; ketina
nava her
qada jiyanê
û mirov bizane ku azadî bi hilweşandina dîwarê tirsê destpê
dike; presnsîbeke ciwantiyê
ye.
33
Nîsan 2015
34-35.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:34 Page 34
Rastîya Pêşengên Ji
Rastîya Xwe Dûr
STÊRKA CIWAN
Lêgerîn... Armanc...Heqîqet...
n n
Ya ku van peyvan bi wate
dike;xwendin...Ger lêgerîna mirov ji
bo armancak be,armanc divê heqîqet
be. Lewra heqîqet jiyanekê azad û
evînek bêdawî ye. Evîn jî ger bi welat
û axa xwe re be bi wateye. Jixwe jiyanek azad encax li ser axa welatek
azad gengaz e. Welatek ku ji civaka
xwe re bibe wargeha azadî û wekhevîyê. Lê di roja îro de civakek ji lêgerîna heqîqetê dûr tê pêşxistin û bi
taybet ji weke beşek civakê û pêşeroja
civakê ciwan jî bêarmanc têne hiştin.
Ciwan her çiqas weke pêşeroja civakê were pênasekirin jî di dîrokê de
hertim bi nêzîkatiyek berovajiyê vê
rastiyê re rû bi rû maye. Hêza wê û
enerjîyê wê hatiye dagirkirin û pêşîya
îrdabûyîna wî hatiye girtin. Ji ber ku
îradebûyîna ciwanan ji berjewendiyên
jerontokratan re xizmet nake, nayê
xwestin ku ciwan di zanebûna hêza
xwe û enerjîya xwe de bin. Ciwanên
bêîrade ji bo wan ciwanên herî baş
in. Pivana başbûn û qencbûnê êdî
bûye astê xizmetkirina jerontokran
re. Ciwan geh di şerên herî qirej ên
hegemonan de di bin navê xwedî der-
Nîsan 2015
n
Deniz Rojava
n n
ketina welat de têne kuştin;geh jî di
karên herî giran de bi bedêlek bêqimet
şev û roj kedekê erzan dide. Ji bo dagirkerên xwînmij. Ciwanên ku dervayê
vê jî dimînin jî di bin navê xwendin û
bûyîna xwedî karek de di dibistanên
faşîzma netewa dewletan de têne bişaftin û di qirejkirina çandî re têne
derbas kirin. Bi pêşketina modernîteya
kapîtalist re heqîqet roj bi roj tê
berovajî kirin û lêgerîna mirovan re
bi vê ve giredayîye tê guhartin. Mirovahî bi hezar salanê di bin navê pêşketîn û modernbûyîn de bişaftinek
mezin dijî. Ev bişaftin car caran bi
hîn hewldanên piçûk bê şikestin jî tu
caran encamek ku derî lê azadiye van
weke negirtiye. Lewma jî her lêgerÎnek
azadiye û serhildanek li hemberî dagirkeran bûye sedeme bişaftinên mezintir. Bi taybetî jî dem dem tevgerên
ciwanan xwestibûn hin gavên bavêjÎn
û pêşengtîye serhildanan bikin jî bedêlên giran dane û bêencam mane.
Di cewherê xwe de ciwan hêzên mudaxele ên li heöber dagirkerî û faşizme
ne. Ji ber ku pergala modernîteya kapitalîst vê yekê baş dizane, polîtikayê
34
n
li hember ciwanan jî taybet digrin
dest û wan dike nava lêgerînek dûrê
heqîqet e. Lêgerînek ku têne xizmetê
berjewendiyên kapîtalizme dike. Bi
taybetî roja îro de bi înternet, spor û
çand modernîteya herî bi bandor modernbûyîne vê ciwan ji rastîye têne
dûrxistin. Û hema bêje weke ku du
cihanê de tê da dijîn tu tiştêk nabe
wisa li hemberî derdora xwe bêbertek
têne hiştin. Dikare 24 seatan li ser
înternetê lîstokekî bîlize, di cihanek
sanal de bigre û xwe tatmîn bike. Bi
seatan li ber televîzyonan rêzfilm û
spor dikere temaşebike. Ji bona ku
bala bikşîne ser xwe dikare bi seatan
cil û bergên herî balkeş ên ku ji çandê
wî û rastîya wî dûr bigre. Bibîne û lê
xwe bike. Dîsa ji bo ku bala bikşîne
bi mekyaj û bergên xwe ra seatan
derbas dike. Lê tu demê jê ra behsa
şoreşekê an jîrastîyekê dîrokî bike,
wê te wekî kesek paşverû bibîne û
berê xwe jî ji te bixeyirîne.
Lewra tiştên ku tu jê ra dibêje lê
weke jehr tê û naxwaze guhdar bike.
Mînakên di vê alî de em bidin gelek
e. Lê em mînakê herî balkeş li ser
34-35.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:35 Page 35
STÊRKA CIWAN
Rojava bidin. Li Rojava piştî zilma
dewletê Sûrî a bi dehan salan şoreşê
azadiye pêk hat û dawî li vê zilmê
anî. Lê piştra şoreşê hat dîtin ku
dewleta faşîst a Sûrî wisa kiriye ku
wê gelê me hema bêje faşizm û dagirkerî daye hêzkirin û xistiyê evîndarê dijmine xwe. Ciwanên Rojava
di medreseyên xwe de asimîle kiriye
û lêgerîna azadiye li wan qut kiriye.
Di bin navê azadiyê de qirkirina
çandî bi wan daye qebûl kirin. Wan
xistiye xwedî medrese û xwendinê,lê
rûmeta van jÎ desteser kiriye. Lewma
ji azadiya ku bi qasî xwendina Baasê
ne bi qimet e. Ev rastî me biêşîne jî
rastîya gel û ciwanên me ye.
Li Rojava şoreşek pir giranbûha
tê jiyankirin. Ji bo parastina vî şoreşê
îro qehremaniyek mezin û berxwedanek bêhempa tê dayîn. Lê li rex
vî jî kîtleyek mezin ya ciwanên Rojava
mîna ku çavê xwe girti bên vî rastîyê
nabînin û ji nedîtî ve têne. Mîna ku
guhê wî kes bibe,nabihîze tilîlî û dirûşmên Arînan. Gelo sedema vê çiye?
Çima ciwanên me ewqas ji rastiya
xwe nenaskirin e. Ger xwe naskiriba
yek deqiqeyek jî wisa ji derdora xwe
re û şoreşa azadiya xwe re ewqas
bêdeng û bê eleqe nedima.Lê mixabin
ji rastiya xwe dûr in û xwe nasnakin.
Wî demî ewê xwe çawa nasbikin?
Wê kengî di eynê de li xwe binêrin
û xwe bibînin? Wê kengî xwe ji teqlîdên Ewrupî û kapîtalîstan rizgar
bikin? Mirov dikare gelek pirsan bi
vê rengî rêz bike, lê ji bo me bersivên
van pirsan girînge.
Di hemû derketin û kesayetên mezin de lêgerinên pir mezin hene. Lêgerîn çiqas mezin be, encam jî ewqas
xurt derdikeve holê. Di bingeha pirs-
girêka ku em dixwazin vebêjin jî lêgerîna lawaz heye. Li Rojava jî ev
pirsgirêk didome û dibe sedema xwedî derketina şoreşê. Piştî koletîya
sedsalan,perçeyê Kurdistanê ya herî
piçûk gihişte azadiya xwe û hem ji
bo hemû gelê Kurd û hem jî ji bo
hemû mirovahîyê bû sembolek jiyanek bi rûmet. Lê koletîya Baasê li
ser ciwanên me ewqas bandor kiriye
ku hîn jÎ ji bin bandora wî derneketine. Kapîtalîzmê xwe bi wan ewqas
daye hezkirin ku bi hemû hucreyên
xwe bûne xizmetkarê dijminê xwe.
Ev jî lêgerîna azadiyê qut kirine. Sedema vî jî bêmeraqî û nexwendin e.
Bêguman em behsa xwendina medreseyên Baasê nakin. Lewre di wan
medreseyan de tenê xwestekên Baasê
tenê cih û dîrok û çanda Baasê tê
dayîn. Zarokên Kurd di her çar perçeyên Kurdistanê de jî xeynî dîrok û
çanda xwe her tiştî dialimîn di van
dibistanan de. Lewre xwendina kitab
û tiştên derveyî vê wekî guneh tê
dîtin. Ger xwendina kitab û tiştên
derveyê vê pêşbikeve wê xizmetkariya
kapîtalîzmê ewqas rehet nebe.
Di temenê ciwantî de lêgerîn divê
xurt be û armanca lêgerînê jî azadî û
jiyanek bi rûmet be. Lêgerîn jî encax
bi xwendina fikr û felsefeya azad dikare
encam bigre. Di şûna ku bi seatan
ketina înternetê û malperên wek facebook û twitterê, rojê seatek xwe tenê
bide kitab xwendinê wê bibîne ku armanca facebook û twitterê çi ye. Wan
çawa ji civakê û rastîya ku di nav de
jiyan dikin dûr dixe û bê eleqe dihêle.
Ji xeynî ciwanên me ên ku ji Kurdbûna
fêdî dikin û teqlîde dijminê xwe
dikin,beşêk ciwanên ku bi hestên welatparezîyê tevdigerin jî hene. Lê ev ji
35
ferî tiştên hazir bûne û bi keda xwe
nikarin tiştek derxinin holê. Her tim li
benda ne ku yek were tiştên bide wan.
Lê lazime bixwe jî bixwinîn, lêkolîn
bikin û derbarê rastîya ax û welatê
xwe de xwe zana bikin. Dema tê axaftinê hemû xwendevan behsa girîngiya
zanist û perwerde dikin. Lê zanist û
perwerde tenê bi dibistanan bisînor
dikin. Lê filozof û felsefeyên ku ronahî
vedane ser taritîyê di dibistanan pêşketine. Her pirtukek wek çirûskek ji
ronahiyê dîtine û bi xwendinek azad
gihiştine wateya jiyanê.
Di encam de hemû hêzên dagirker
ji bo ku civakê têxin xizmeta xwe,
wan ji lêgerîna jiyanek azad û biwate
qut dikin. Bi taybet jî li ser ciwanan
vê polîtîkaya xwe ya kirêt dijwartir
dimeşînin. Lewre ji hêza ciwanan ya
serhildêr ditirsin û naxwazin ciwan
têkevin ferqa vî hêza xwe. Îro li
Rojava di aliyek de êrîşên rejîma
Baasê û ji aliyek de jî êrîşên çeteyên
DAİŞê berdewam dikin. Lê piranîya
ciwanên me mîna ku qet tiştek wisa
nîne tevdigerin û weke ker û koran li
wan hatiye. Li Kobanî û Şengalê berxwedanêk bi nav û deng heye lê li seranserê Kantona Cizîrê jiyan bi awayek
ji rêzê berdewam dike. Divê êdî em
dawî li vê nakokîye bînin û bi zanebûna
rastîya Kurd û Kurdistanê tevbigerin.
Ger em berxwedana Kobanê û Şengalê
bi rihek netewî û zanebûnek mezin
bi sernexinîn,wê sibê heman êrîş li
ser her bihiştek axa me berdeam bikin.
Lewma divê ciwanên Rojava xwe di
derbarê axa xwe,welatê xwe,dîroka
xwe û rastîya gelê xwe de zana bike,
li gor vê rastiyê tevbigere û ji berxwedana Kobanê re bêdeng nemîne.
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:35 Page 36
Jinên Ciwan Û
Nasnameya
Wê
STÊRKA CIWAN
Hemû jinên ciwan di
derdora rêxistina tevgera
jinên ciwan de bibin xwedî
nasnameyeke rêxistinî,
zane û azad û di tevahî qadên
xwe bi rêxistin kirî de govenda azadiyê bigirin.
n n
n
Avaşin kızıl
Jina ciwan nasnameyekê ku hem
nasnameya ciwantiyê,hem jî nasnameya
jintiyê li gel hev dijî û beşekê girîng a
civakê pêk tîne. Bi awayekî xwezayî
taybetmendiyên her du nasnameyan
jî di xwe de dihewîne.Nasnameya jinê
ya ku afrînera nirxên civakî ye û hêza
pêşeng a civaka bi exlaq e û jina
ciwan a çalak û ji pêkhatinên nû re
vekirî,azadîparêz û li hemberî pergala
heyî xwediyê giyanekî serhildêr bi
hev re dijî. Ev her du hêz dîsa li gel
jina ciwan heye. Ji ber vê yekê em dikarin bibêjin ku jina ciwan pêşengiya
hêza pêşeng a civakê jî dike. Xwediyê
mîsyonekê bi vî rengî ye.
Jinên ciwan qada ku pergal herî
zede nîqaşan der bare wê de dimeNîsan 2015
n n
n
şîne, hewl dide birêxistin bike û ji
her tiştî girîngtir dixwaze bigire bin
kontrola xwe. Gava ku mirov bifikire
ka çima pergal dixwaze ewqasî li
ser jinên ciwan bisekine,ji bo vê beriya her tiştî dive mirov li potansiyela
jinên ciwan binêre.
Lewre jina ciwan çalak e,xwedî
enerjîye. Ji ber vê yekê jî ji bo pêşketinê amade ye. Her tim dikare bi lezginî fembike, dikare xwe civakê biguhere û ji nûve biafirîne.
Jina ciwan bixwe bi nirxên baviksalarî re di nav nakokiyê de ye. Nirxên
civaka xwezayî û hêza veguherîna
domdar a ku bingeha xwe ji van
nirxan digire nasnameya jina ciwan
pêk tînin. Bi qasî ku bi vê rastiyê bê
36
zanin, dê avaniya ciwanan a ku ji nûjeniyê re vekiriye ji bo çareserkirina
pirsgirêkên civakî bikaribe bê bikaranîn. Dikare jintîye bike diyardeyeke
û Wek nasnameyekê civakî dikare bigihîje wateya xwe ya rastî.
Ev pergal civakan ji rastiya wan
dûr dixe û tune dihesibîne. Ev pergal
di hişan de wisa bi hêsanî bi cih
nebûye û bi hesanî ji hişan dernekeve.
Yek ji hêzên ku di vê rastiya biguherîne jî jinên ciwan in. Jina ciwan
xwediyê raman û rihe azad e. Kilîda
azadiya rihên ku hatine kole kirin.
Dilê wê li gel azadî û dadê ye. Jina
ciwan di heman demê de jib o avakirina jiyana azad xwediyê misyonekê
pêşengiyê ye.
Hem civaka baviksalarî ya kevneşopî û hem jî pergala fermî pênc
hezar sal in bi pêş dikeve û berfireh
dibe jin û ciwanan dorpeç dikin.
Beriya ku mirov behsa êrîşên pêrgalên
heyî yên jib o têkbirina jinên ciwan
bike,dive mirov li ser pênaseyên ku li
gor nakokiya navbera jinên ciwan û
pergalên heyî hatine bipêşxistin bisekine. Ji ber vê yekê beriya her kesî
bi saziyên civaka kevneşopî re pir zû
dikevin nav nakokîye,ji civakê tên
dûrxistin,têkiliya wan a bi civakîbûnê
re tê qutkirin,bi berovajikirinekê bi
vî rengî re rûbirû dimînin. Jina ciwan
li gor pergala xwedî hişmendiya mêrane diyardeyeke xeternak a ku divê
mafê wê yê gotinê tune be, dengê wê
bê birîn û ji zanînê bê dûrxistin.
Divê derbarê beden û jiyana xwe de
mafê wê yê biryardayînê tune be.
Wek xiradekê ya ku bê bikaranîn û
laşekî ciwan û ku ji bo pergalê tovên
nû bide û hişekî zindî ye.
Civaka baviksalarî û kevneşopî û
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:35 Page 37
STÊRKA CIWAN
pergala fermî bi dehfîkên wisa mezin,
bi awayekî wisa bi pergal hewl didin
ku vê nakokiyê ji holê rabikin û jina
ciwan kedî bikin.Ku jin hewl bidin
van sînoran derbas bikin,ev rewş nayê
pejirandin,bi navlêkirinên cuda hîna
di destpêkê de ji civakê dûr dixin. Ya
rast, xwediyê pergala desthilatdar jî
bi çavkaniya serhildana ku jina ciwan
dizanin. Ji ber vê yekê jî dehfîkên
xwe yên ku danîne pir bi baldarî diparêzin û bi pêş dixin,enerjîya jina
ciwan di van dehfîkên ku danîne de
têk dibin. Ji vê yekê qet dev ji bernadin.
Yên ku qaşo xwe pir pêşverû dibînin
jî li ser jinên ciwan pêkutiya heyî
kûrtir dikin. Ji xwe yên ku wek wan
hewl didin di nav pergalê de cih bigirin,dikevin dehfîka wan,îxanetê li
xewnên xwe yên azadiye dikin,bi gotinekê din yên ku tên kedî kirin, di
nav sînorên pergalê de cihê xwe digrin,
yên ku rihê wan ê azad û hêza wan a
têkoşînê tê dizê û ya rast ji ber vê
yekê ‘ji aliyê fîzîkî ve’ ciwan tên cudakirin û di nav pergalê de tên bicihkirin. Bi gotinekê din ji bo ku pergal
jinên ciwan beşdarî nav xwe bike
divê nasnameya xwe red bikin û dûrketina jixwe qebûl bikin.
Jinîtî jî û ciwantî jî ji ber bingehîn
xwe yên dîrokî her tim tirsê tînin bîra
xwedîyên pergalê,bi awayekî stratejî
li wan tê nihêrtin,li gor baweriya wan
gava ku ew gavekê bavêjin divê di
gavê pêşîn de bên fetisandin. Ev her
du diyarde bi qasî ku vê bandorê li
xwediyên pergalê bikin azadiyê dixin
bîra mirovan û wek xetere tên dîtin.
Ev her du diyarde ji aliyê dîrokî û
civakî ve her yek nasnameyek e. Ji
ber vê yekê her du diyarde jî heta ku
pişta xwe nedin rastiya xwe ya dîrokî
û rizgariya civakî çiqasî xwediyê nêzîkatiyên bîrdozî,stratejîk û polîtîk
dibin bila bibin, nêzîkatiyên bi vî
rengî çi bi zanebûn,çi jî bi nezanî
dibin sedema berovajîkirina diyardeya
azadiyê û dikin ku kedxwarî zêdetîr
kûr dibe û bidome.
Em îro bi rastiyekê cîhanê ya ku
jin bi modernîteya kapîtalîst a ku pergala hişmendiya desthilatdar a mêrane
herî zede tê têkbirin re rûbirû ne. Ev
kolekirin di bin navê nûjeniyê de û bi
rê û rêbazên pêk tên û hewl didin ku
van tiştan wek encama xwezaya jinê
bidin pejirandin. Hêzên modernîtya
kapîtalîst hewl didin ku xwe di qaden
herî biçûk ên civakê de jî birêxistin
bikin. Gava ku vê yekê dikin jî herî
zede êrîşî jin û ciwanan dikin.
Tifaqa pergala desthilatdar a mêrane ya li hemberî jin û ciwanan
xwediyê rabirdûyeke bi hezar salan
e. Pêvojoya ku bi kolekirina jinê ya
ku hêza pêşeng û afrîner a civaka
exlaqî û polîtîk e, destpê kir bi jerontokrasîya ku kal û pîran li ser ciwanan ava kir temam bû.
Jinên ciwan hem ji ber nasnameya
ciwantîyê, hem jî ji ber nasnameya
jintîyê du car zêdetîr bi kedxwarî û
pêkutiyan re rûbirû dimîne. Ji hêlekê
ve bi nezîkatiyên jerontokratîk ên
wek naşî,bêtecrube û bêvînkirinê re
rûbirû dimîne,ji aliyê din ve jî ji ber
jinîtiya xwe keda wê tê xwarin.
Taybet di şexse jinên ciwan ên
Rojava de mirov hin zedetîr dikare
van lîstokan bibîne.Sistema Baas herî
zede li ser jin û ciwan de sistema xwe
dide meşandin û hebûna xwe dide
berdewam kirin. Ji zarokatîya xwe de
jinên ciwan re dibêje karê te ne xwendine zewac e, karê te guhartina dinya
37
ye karê te di nav malê de ye. Jinên
ciwan berî ku bê dinyaye biryara vê tê
dayin. Serê wê tê girtin, didin zewincadin kadera wê didin nivisandin. Mafê
jiyanê wê naye dayin.
Lê belê jinên ciwan li hember van
polîtikayan bêçare nînin. Tiştên ku
bikin heye, dikarin têbikoşin û biguherin. Em îro di nav şoreşekê de jiyan
dikin. Şoreşa Rojava jî şoreşa jinê ye.
Pêşengê vê şoreşê jî jinên ciwan in.
Tevgera Jinên Ciwan jî beramber
her cûre êrişên li ser jiyan, azadî û
tenduristiya Rêberti di xeta bîrdozî û
rêxistinî de tekoşîn û çalakî bilind
dike. Pêkanîna azadiya fîzîkî a RêBER
APO dike navenda tevahî xebatên xwe.
Paradigmaya demokratîk ekolojîk û
azadixwaziya jin esas digre. Rêheval
Bêritan û Canfeda ên ku li ser haciz
de encame teqin şehîd ketin wek remza
berxwedana û xeta rast a jinên ciwan
dibîne û ji bo xwe meşa rêyê van hevalan esas digire.Rêxistinkirina jinên
ciwan di nav hemû beşên civakê de û
belavkirina ideolojîya rizgariya jin ji
xwe ra dike bingeh. Kuştina jinan, zewaca temenê biçûk, zewaca ser hewî,
feraseta mehir û şideta li ser jin tê
meşandin beramberî wê seknandin û
tekoşîn kirin û her wiha civakê li ser
vê esasê pêş xistin hedef dike.
Îro azadiya jinên ciwan ji rêxistinbûyînekê xurt derbas dibe, ji bo jinekê
ciwan dervaye xwe rêxistin kirin û li
hember zihniyeta zilam sekinandin
tu terciha jiyanê nemaye.Hemû jinên
ciwan di derdora rêxistina tevgera
jinên ciwan de bibin xwedî nasnameyeke rêxistinî,zane û azad û di tevahî
qadên xwe bi rêxistin kirî de govenda
azadiyê bigirin. Bi jinên ciwan ên
milîtan vê rojên azad bêîmkan nîne...
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:36 Page 38
STÊRKA CIWAN
Unterschied Zwi
K ap i ta l i sti sc h en
Und Der
schen Der
G e s e l l s ch a f t
t
f
a
h
c
s
l
l
e
s
e
G
n
e
h
c
s
i
t
a
r
k
o
m
De
n n
Natürliche Gesellschaft
Zu allererst müssen wir schauen
wie eine Gesellschaft entstanden ist.
In der Altsteinzeit konnte kein
Mensch allein in der Natur überleben,
weil ein einzelner Mensch sich schwer
verteidigen konnte gegen die Gefahren
in der Natur. Deshalb schlossen sich
die ersten Menschen zusammen in
kleinen Stammclans um sich gegen
alles Gefährliche zu verteidigen und
so entstand die natürliche Gesellschaft. Die natürliche Gesellschaft war
immer schon demokratisch und kommunal. Die freie Frau stand im Mittelpunkt (Matrizentrismus) und sorgte
für die Gesellschaft. Alles wurde
kommunal aufgeteilt im Clan und
Überproduktion (Mehrprodukt) wurde anderen Clans verschenkt, damit
keiner das Mehrprodukt besitzt um
mehr Macht über die anderen zu haben und so eine Ungleichheit im
Clan entsteht. Diese natürliche Gesellschaft lebte mit der Natur in einer
Symbiose, man nahm nur so viel
Nîsan 2015
n
Şervan Birîndar n
von der Natur wie man brauchte. Es
gab auch keine bürokratische Gesetze,
sondern die Moral und Ethik der natürlichen Gesellschaft.
Wie konnte aus der
natürlichen Gesellschaft
die kapitalistische
Gesellschaft entstehen?
Alles fing mit der Stürzung der
freien Frau durch den Mann an. Wie
konnte das geschehen? Die alten
Männer nutzten durch ihre Erfahrung
die Jugendlichen aus und gründeten
so ihre ersten kleinen Armeen. Sie
eigneten sich dadurch das Mehrprodukt der natürlichen Gesellschaft an
und wurden immer mächtiger. So
konnten die Gerontokraten (Herrschaft
der Alten) nun mit ihrer neu erlangten
Macht die Frau versklaven, die erste
Sklavin überhaupt. Dadurch fing auch
automatisch die Versklavung der gesamten Gesellschaft an indem die
Frau als erste versklavt wurde. Dies
38
n n
alles fand vor 5000 Jahren mit dem
ersten Staat Sumer in Mesopotamien
an, wo die “Zivilisation“ anfing. Für
die Imperialistischen Geschichtsschreiber fängt die Zivilisation natürlich
dann an, als die Gesellschaft versklavt
wurde und das nennen sie dann ironischerweise Zivilisation. Das Krebsgeschwür namens Kapitalismus entstand also mit der ersten Staatsgründung
in Sumer an und es entwickelte sich
weiter zum Nachtteil der Gesellschaft.
Um den heutigen modernen Kapitalismus besser zu verstehen, muss man
eben von Anfang der “Zivilisation“
aus die Entstehung der sozialen Ungleichheit anschauen.
Die Gesellschaft im
Kapitalismus
Eigentlich ist die Bezeichnung
“Kapitalistische Gesellschaft“ falsch,
weil es im Kapitalismus gar keine
Gesellschaft gibt. Was der Kapitalismus verehrt ist der Individualismus
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:37 Page 39
STÊRKA CIWAN
auf größtmöglicher Stufe. Wieso
will der Kapitalismus, dass es keine
Gesellschaft gibt? Wie bereits erwähnt entstand die Gesellschaft, um
sich vor allen Gefahren zu schützen.
Auch der Kapitalismus ist eine Gefahr für die Gesellschaft! Und wenn
die Gesellschaft in Gefahr ist dann
aktiviert es seine natürliche Selbstverteidigung, auch gegen den Kapitalismus. Deshalb zerstört und zerstückelt es die Gesellschaft und macht
die Menschen zu einsamen Individuen, welche so abhängig vom Kapitalismus gemacht werden, weil sie
nicht mehr die Gesellschaft haben.
Ohne die Gesellschaft kann ein
Mensch nicht glücklich leben, deshalb sind viele im kapitalistischen
System so unglücklich und fühlen
sich einsam. Diese Einsamkeit führt
dazu, dass viele Selbstmord machen,
weil das wichtigste die Menschen
und die Gesellschaft sind anstatt
39
Geld Autos Drogen und ähnliches.
In den Ländern wo der Kapitalismus
schon lange herrscht, v.a. Europa,
sind die Selbstmordraten extrem
hoch im Vergleich zu ärmeren Gebieten wie z.B. Afrika, Lateinamerika
oder Kurdistan, weil der Kapitalismus
dort die Gesellschaft noch nicht der
maßen zerstückelt hat.
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:37 Page 40
STÊRKA CIWAN
Alternative: Demokratische
Gesellschaft nach Serok
Apo´s Ideen!
Serok Apo´s neues Paradigma, der
Demokratische Konföderalismus,
schlägt ein alternatives Gesellschaftsmodell. Die demokratische Gesellschaft wird sich bassisdemokratisch
selbstverwalten durch Kommunen und
Volksräte. Die Beschlüsse werden
von der Basis befasst und zu den
oberen Organen weitergeleitet, welche
den Befehl des Volkes auszuführen
haben und rechenschaftspflichtig vor
dem Volk sind. Im Kapitalismus gibt
es keine wahre Demokratie! Alle 4
Jahre einmal ein Kreuzchen bei einem
Wahlzettel zu machen ist keine Demokratie. Die Beschlüsse werden im
Kapitalismus von einigen wenigen
von oben befasst und das Volk muss
es ausführen. Eine Politik von oben
nach unten! Wir wollen aber eine
Politik von unten nach oben! Auch
wird die Wirtschaftsformen anders
sein. Die ökonomische Probleme sind
entstanden, als Gesellschaft aufgehört
hat eine Gesellschaft zu sein. Beweis
dafür ist, dass die schwersten Wirtschaftskrisen aus dem Kapitalismus resultieren. Serok Apo sagt dazu:„ Kapitalismus ist nicht gleich Wirtschaft
sondern steht in Gegnerschaft zur
Ökonomie.“ Im heutigen Kapitalistischen System ist der Finanzsektor
am wichtigsten geworden, in dem
ohne jegliche Produktion Geld aus
Geld gemacht wird. Im Kapitalismus
leben die Menschen für die Wirtschaft,
aber im Demokratischen Konföderalismus lebt die Wirtschaft für die
Menschheit und der Markt wird nach
Nîsan 2015
den Bedürfnissen der Gesellschaft
gerichtet und nicht nach dem Profitwahn der Kapitalisten! In Sachen
Selbstverteidigung wird die Selbstverteidigung von der demokratischen
Gesellschaft geführt. In der Natur
gibt es kein Lebewesen, das sich nicht
selbst verteidigt. Diese Selbstverteidigung wird vom Kapitalistischen
System verboten. Man darf sich nicht
selbst verteidigen, nur der Staat und
die Polizisten haben das Recht darauf!
So wird die Gesellschaft wehrlos vor
dem Kapitalistischen System gemacht,
indem die Gesellschaft die Selbstverteidigung verlernt. Die demokratische Gesellschaft vereint verschiedene Nationen und Identitäten in sich.
Im Kapitalismus jedoch herrscht nur
die Elite einer einzigen Nation über
die anderen Völker. Durch den Nationalismus, was wie eine Religion
ist, wird der Nationalstaat vergöttert,
obwohl der Nationalstaat eigentlich
die Ursache für alle Unterdrückung
der Völker ist. Der Nationalstaat bekämpft Vielfalt und Pluralität und assimiliert alle Kulturen ausser die von
der herrschenden Nation. Er beutet
nicht nur die Ideen und die Arbeitskraft
der Gesellschaft aus, er kolonisiert
auch die Köpfe der Menschen im Namen des Kapitalismus.
Ökologische Gesellschaft
Im Kapitalismus zerstört die Industrie die Natur in einem rasanten
Tempo und bringt das Ökosystem aus
dem Gleichgewicht. Wälder werden
kahlgeschlagen, die Luft- und Wasserverschmutzung nimmt zu, massenhaft Tiere werden abgeschlachtet,
und das alles wird nur für Profit des
40
Kapitalisten gemacht. Den Kapitalismus interessiert die Zerstörung der
Natur überhaupt nicht, weil er in
einem Profitrausch ist. Die Demokratische Gesellschaft wird eine ökologische Industrie aufbauen müssen,
welche nicht mehr die “Bedürfnisse“
der Kapitalisten befriedigt sondern
im Einklang mit der Natur und der
Gesellschaft produziert. Die Industrie
muss für die Natur da sein und nicht
wie im Kapitalismus umgekehrt! Wenn
eine Gesellschaft nicht mit der Natur
harmoniert kann sie auch nicht ethisch
und demokratisch sein!
Freiheit der Frau
Serok Apo sagt: „Die Freiheit der
Frau bestimmt die Freiheit der Gesellschaft!“ Das heisst, eine Gesellschaft kann ohne die Freiheit der Frau
nicht frei sein. Auch sagt Serok Apo:
„ Das System erzwang die Ausbeutung der Frauen und gebrauchte sie
als ein wertvolles Reservoir an billiger
Arbeitskraft. Frauen werden auch
insofern als eine wertvolle Ressource
angesehen, weil sie Nachkommen
produzieren und für die menschliche
Reproduktion sorgen. Demnach ist
eine Frau sowohl ein Sexualobjekt
als auch ein Gebrauchsgegenstand.
Sie ist ein Werkzeug zum Erhalt von
Männermacht und kann im besten
Fall zu einem Accessoire der patriarchalen Männergesellschaft werden.“
Die demokratische Gesellschaft kann
sich von ihren Ketten nur befreien,
wenn sie zuerst die Frau befreit.
Denn solange die Frau immer noch
versklavt ist, solange besteht die Unterdrückung und Ungerechtigkeit auf
dieser Welt weiter!
41-45.qxp_Layout 1 22.03.2015 22:09 Page 41
STÊRKA CIWAN
Über Die
Frau Und
Die Familie
S
owohl in Zeitalter der Sklaverei als
auch im Feudalismus waren Frauen
noch viel weniger sichtbar, ebensoweg wie
ihre besonderen Tugenden. Von einer Einflußnahme der Frauen in dieser Zeit war
nicht zu sprechen. Von der herrschenden
Klasse in Harems gesperrt, wurde die Frau
in jenen Zeiten regelrecht zu einer Gefangenen
in der Gesellschaft, ihre Identität ging nahezu
verloren. Sie mußte die einfachsten Arbeiten
tun. So, wie die Sklaven keinerlei Besitz
haben durften, wurden die Frauen von der
politischen Arbeit und Diskussion ferngehalten.
Von allen gesellschaftlich wichtigen Bereichen
wurde die Frau ferngehalten. Frauen, die zurückgezogen in Palästen leben, konnten keine
Aus: Gesammelte Schriften von
Serok Apo
n n
41
n
Rêber Apo
n n
n
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:40 Page 42
STÊRKA CIWAN
geistig-politische Mitwirkung einfordern. Ihr Wert wurde nach der
Zahl der von ihr geborenen Kinder
bemessen. Je mehr sie sich zum
Schmuckstück im Haus ihres Mannes
machte, ihre Kochkünste und ihre
häuslichen Fähigkeiten verfeinerte,
desto mehr stieg ihr Wert wurden
vom Einfluß des Mannes geformt.
Die Frau aber, die natürlich auch
Teil solcher Entwicklungen ist, wurde
vom Mann davon ferngehalten. Sie
wurde immer weiter unteren Schichten der Gesellschaft abgedrängt.
Ständig entfernte sie sich mehr von
der Wissenschaft, der Politik, der
Produktion und auch von der Religion. Ihre Unterwerfung schien keine
Grenzen zu kennen. Für die Entwicklung gab es keine Gesetze, das
einzige Gesetz war die Barmherzigkeit des Mannes. Auch in den späteren Klassengesellschaften wurde
dieser Entwicklung keine Grenze
gesetzt. Einziges Ziel war die maximale Ausbeutung…
Abgesehen davon, daß die Frauen
in Kurdistan von ihrem Mitspracherecht Gebrauch machen, eine politische Kraft darstellen und diese
auch ausweiten, ist es doch noch
schwierig heute für sie, den Mut
dazu aufzubringen. Und so ist das wenn auch unterschiedliche stark in allen Bereichen, wo Menschen
ausgebeutet werden. Auch wenn die
Frauen heute einen gewissen Anteil
am politischen Leben haben, überschreiten sie oft doch nicht den Rahmen,
der ihnen vorgegeben ist. Ein Beispiel
möchte ich nennen: die Ministerpräsidentin von Großbritannien, Magret Thatcher. Sie, die bekannt ist als
Nîsan 2015
eiserne Lady, macht doch nichts anderes als eine Politik, die noch männlicher ist, als die der niederträchtigsten Männer. So wie der Impersialismus versucht, Staatengebilde,
die seit Jahrhunderten bestehen, für
eine Zwecke zu nutzen, benutzt sie
den Staat in einer der Art von Frauen
widersprechenden Weise. So sehr
sich die britische Monarchie auch
als Beschützer der Frau darstellen
mag, die Rolle, die sie bei der Entfremdung der Frau spielt, ist unübersehbar. Die scheinbar äußerst
ausgeprägte weibliche Sensibilität
der Briten, gönnt den Frauen heutzutage nichts. Diese Situation hat
unter Thatcher ihren Höhepunkt erreicht. Hier finden wir die ausgefeilteste Form von Palastintrigen und
der Frauentyp, den wir hier vorfinden, ist nichts weiter als ein Maximum an weiblicher Künstlichkeit
und Bürgerlichkeit.… Die Widerspiegelung der Kultur der Königshäuser reicht heute bis in die arabischen Paläste, wenn wir uns das
Beispiel Jordanien ansehen. Daran
können wie auch feststellen, wie
sehr die Frau als falscher Anhang
dient. Damit soll der Mißstand vertuscht werden, daß die Frau heute
also auch nicht mehr ist, als eine
Intrigantin. Wie zu den Zeiten als
die bürgerliche Revolution begann.
In den unteren Schichten ist die Frau
eine Ware, mit der gehandelt wird,
in den oberen Schichten eine Königen. Frauen wie diese, die als Beispiel für Autorität dienen, können
nicht besser sein, als eine schlechte
Komödie. Nein es ist nicht nötig,
sich Europa zum Vorbild zu nehmen.
42
Solche Intrigen finden sich auch in
den osmanischen Palästen. Es ist
auch sinnvoll, sich diese geschichtlichen Entwicklungen genau anzusehen. Sie dürfen nicht vergessen
werden, wenn man versucht, tiefgreifendere Überlegungen für die heutige Zeit anzustellen.
Was haben die bürgerlichen
Revolutionen fir die Frau
bewirkt?
Da jede Revolution die Menschen
ganz allgemein gesehen ein Stück
weiter bringt, ist der Kapitalismus
im Vergleich zum Feudalismus ein
Fortschritt, so, wie die kapitalistische
Familienstruktur ein Fortschritt ist
im Vergleich zu feudalen Familienstruktur. Daraus folgt, daß auch die
Stellung der Frau in der bürgerlichen
Familie weiterentwickelt ist, als die
Stellung der Frau im Feudalismus.
So gesehen müssen wir auch die Stellung der Frau im Kapitalismus thematisieren. Sowohl in der Theorie
als auch in der Praxis versucht die
Bourgeoisie, die Frau nach ihren
Wüschen zu prägen. Die Frau wird
zum Thema für Kunst und Literatur,
sie spielt im alltäglichen Leben eine
Rolle. Gelenkt vom bürgerlichen
Mann, der von den eingefahrenen
und unbeweglichen feudalen Verhältnissen auch gelangweilt ist, entwickelte sich ein neuer Frauentyp:
neu im Auftreten, dem Verhalten,
dem Aussehen bis hin zur Kleidung.
Nicht nur der Überdruß des Mannes
spielt bei diesen Entwicklungen eine
Rolle, sondern auch die Tatsache, das
die feudalen Familien- und Stam-
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:41 Page 43
STÊRKA CIWAN
messtrukturen der bürgerlichen Entwicklung im Wege stehen. Die Bourgeoisie muß, um eine neue Gesellschaft in ihrem Sinne zu schaffen,
die feudalen Strukturen bekämpfen.
Dieser Kampf wird sichtbar im Bereich von Kunst und Literatur. Als
die allgemeinen Theorien von Menschenrechten und der Gleichheit der
Menschen entwickelt wurden, betraf
nur ein Teil davon die Rechte und
die Gleichberechtigung der Frauen.
Das, was von der Bourgeoisie als
Gleichberechtigung der Frau bezeichnet wird, ist lediglich Gleichberechtigung in der bürgerlichen Familie
gegenüber der feudalen Familie. Es
geht der Bourgeoisie nicht um die
grundsätzliche Gleichberechtigung
der Frau sondern lediglich um eine
Freiheit der Frau innerhalb der bürgerlichen Familie, die aber dann praktisch keine Umsetzung findet. Zu Beginn der bürgerlichen Gesellschaft
spielte die Frau in der Literatur und
in der Kunst eine wichtige Rolle. Der
Frauentyp, der in Romanen beschrieben wurde, erschien selbstständig
und in der Lage, alles zu erreichen,
was sie wollte. Es sah so aus, als entwickele sich die Frau von einem Gegenstand zu einem selbstbestimmten
Wesen. Das ist die Grundlage, auf
der die westliche Gesellschaft basiert.
Die Teilnahme der Frau an diesem
Prozess überschritt so gut wie nie
diesen literarischen Rahmen, sie beteiligte sich lediglich in dem Maße,
wie es der vom Mann geprägte Status
zuließ. Man wird keine breit organisierten Aktivitäten von Frauen in den
bürgerlichen Revolutionen finden.
Zwar finden sich auch hier hervorra-
gende Frauen, doch hatten ihre Aktivitäten nicht mehr als symbolischen
Wert. Die Teilnahme der Frauen an
43
den bürgerlichen Revolutionen bewegte sich genau in den Grenzen,
die der Mann für sie auch innerhalb
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:41 Page 44
STÊRKA CIWAN
dieser neuen Gesellschaftsstruktur
gezogen hatte. Noch heute gehören
die Rechte der Frauen zu den meist
diskutiertesten Themen der Welt.
Auch in der Türkei ist das heute so.
Die Wirklichkeit aber ist, daß die
Beziehungen einseitig bestimmt werden, von den Männern. In den bürgerlichen Gesellschaften finden sich
Männer, die im Namen der Frau den
Kampf aufgenommen haben. Das
geschah allerdings nur deshalb, weil
die feudale Familienstruktur die Entwicklung der Kleinstfamilie blockierte.
Deshalb machte sich auch der Kemalismus in der Türkei im Namen
der Frau auf, um die Rechte der Frau
zu erkämpfen und zu sichern. Tatsächlich hat es auch im Kapitalismus
Fortschritte für die Frau gegeben, sie
konnte ein gewisses Ansehen erreichen. Doch ist sie nach wie vor auf
der gesellschaftlichen und politischen
Bühne so gut wie nie sichtbar. Allein
ist die Frau dort nichts, sie existiert
nur in Verbindung mit dem Mann.
Hier müssen wir uns noch Frage stellen, ist eine Frau, die nur Verbindung
mit dem Mann etwas darstellt, selbstbestimmt? Ist es nicht vielmehr so,
daß eine Frau, die in einer so weit
entwickelten Gesellschaft (wie in Europa) nur etwas erreichen kann, wenn
sie zu einer Institution oder einem
Mann gehört, nicht wirklich die Kraft
erreicht hat, selbstständig zu leben?
In noch härterer Form ist das die
Realität in unserer Gesellschaft. Bei
uns ist es sogar so, daß die Frau das
Haus nur mit Erlaubnis verlassen
darf. Daß eine Frau sich ohne die
Bevormundung des Mannes an Aktivitäten beteiligt, etwas plant oder
Nîsan 2015
vorschlägt, scheint in unserer Gesellschaft geradezu absurd. in der
bürgerlichen Gesellschaft wird die
Frau außerhalb von Produktion und
Politik im Wesentlichen als Werbemittel eingesetzt. Sie dominiert in
der Mode sowie in irgendwelchen erfundenen gesellschaftlichen Rollen.
Die Frauenwelt, die von der Bourgoisie
geschaffen wurde und in die die
Frauen hineingedrängt werden, ist
primitiv. Und dabei ist noch unklar,
inwieweit die Frauen in dieser Welt
tatsächlich bestimmen können. In den
USA und ganz allgemein auch im
Westen wird die Frau auf äußerst gefährliche und entwürdigende Weise
benutzt. Ich möchte nochmal betonen,
das die Entwicklung vom Feudalismus
hin zur bürgerlichen Gesellschaft
zweifelsohne ein Fortschritt sich vollzieht, von der Hegomonie der Männer
bestimmt ist. Und in dieser von bürgerlichen Männern bestimmten Gesellschaftsform hat die Frau nur bedingt den Status eines Objekts überwunden. Ende des 19. Jahrhunderts
schaffte es das Proletariat, sich zu
einer eigenständigen Klasse zu formieren. Eine solche Entwicklung hat
die Frau bis heute nicht genommen.
Es ist sehr intressant, sich mit den
Veränderungen der Situation der Frau
zu Beginn der kapitalistischimperialistischen Phase zu beschäftigen. Möglicherweise messen wir den Frauen
heute keine genügende Bedeutung
bei und können ihre Situation nicht
bis ins kleinste Detail nachvollziehen.
Das hat mit unserer bestehenden gesellschaftlichen Situation zu tun, die
vom Kolonialismus entstellt und zerstritten ist, in der es feudale Rests44
trukturen gibt und in der sogar noch
gesellschaftliche Strukturen zu finden
sind, die noch vor der Zeit des Feudalismus ihre Wurzeln haben. Eine
Situation in der sich der Übergang
zum Kapitalismus unter schwerer
Ausbeutung und Unterdrückung vollzieht. Aber eins müssen wir uns klar
machen: die Rolle die die Frau heute
in den fortgeschrittenen kapitalistischen Ländern spielt, ist gefährlich.
Die Frau ist seit Jahrhunderten nicht
nur zum Stillhalten und nach unten
verbrannt worden, sie wurde nicht
nur in Paläste gesperrt und von jeder
gesellschaftlichen Entwicklung ausgeschlossen. Auch ihr Geist, ihr Bewußtsein unterlag dieser Situation.
Die Ideologen, die Praktiker und die
Politiker im Kapitalismus wissen sehr
genau. Sie profitieren davon, indem
sie aus der seit Jahrhunderten unterdrückten Frau plötzlich das Gegenteil, die scheinbar unabhängige
Frau aufbauen, die tatsächlich aber
nur ein Machtwerk, nur künstlich ist.
Diese neue Frau ist für den Kapitalismus sehr nützlich, besonders um
den Klassenkampf zu verschleiern.
Im Zeitalter der bürgerlichen Freiheiten muß die Frau dafür, daß sie
auch nur ein wenig anerkannt wird,
einen hohen Preis bezahlen. Es wird
versucht, jede Frau, die einen eigenen
Willen beweist, gegen den Sozialismus
auszuspielen. Die Frau in Europa
wird auf subtile Weise im kulturellen
Bereich ebenso wie bei politischen
Machtspielen mißbraucht. Über Jahrhunderte unterdrückt wird sie im Kapitalismus plötzlich frei und freizügig.
Damit meine ich nicht nur die sichtbare
Enthüllung der Frau, auch bisher ver-
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:41 Page 45
STÊRKA CIWAN
borgene Gefühle und ihr Denken werden maßlos offenbar und zur Schau
gestellt. Wir wissen nicht, was die
feministische Bewegung hierzu denkt,
wie sie diesen Zustand bewertet, aber
wir gehen davon aus, daß sich die
kreise in Westeuropa hierüber bewußt
sind. Das hat dafür gesorgt, das die
Kleinstfamilien aufgelöst und die Bedeutungslosigkeit der Familie offengelegt wurde. Die Familie, die in
Selbstzweifeln und Unentschlossenheit
erstickt, ist von der Auflösung bedroht.
Es wäre falsch, daß nur als Krise des
Imperialismus abzuhandeln. Denn
die Krise, die sich hier symptomatisch
zeigt, geht weit drüber hinaus. Die
Auswirkungen des kapitalistisch-impersialistischen Systems beeinflussen
nicht nur die eigene Gesellschaft,
sondern auch jedes Individium in
Ländern wie dem unseren, und zwar
auf noch viel schlimmere Art und
Weise.… Während die Frau früher
mehr eine Ware war, dienst sie heute
mehr dazu, die Waren zu verkaufen,
sie ist ein einzigartiges Werbemittel,
ein Schmuckstück. Und man kann
nicht davon sprechen, daß sie tatsächlich Einfluß bei wichtigen gesellschaftlichen Angelegenheiten hat.
Welchen Stellenwert hat die Frau in
Zeiten des Krieges und des Friedens?
Gibt es ein Problem, daß durch die
neue Situation der Frau gelöst wurde,
egal ob nationaler oder internationaler
Ebene? Inwieweit kann die Frau tatsächlich ein Zeichen setzen? Ist es
denn richtig zu sagen, das war schon
immer so und deshalb ist es heute
nicht schlechter? Nein, das ist eine
falsche Haltung. Wir dürfen Ausbeutung und Unterdrückung der Frau
nicht getrennt sehen von ihrer sonstigen gesellschaftlichen Situation und
Entwicklung. Kann es nicht sein daß
die Lage der Frauen im kapitalistisch-imperialistischen System mit
der Ursache für die Kriege ist, daß
sie zumindest mit ein Grund ist für
die Ausbeutung und Unterdrückung
zu Kriegen führt. Also muß die Lage
der Frauen auch mit ein Grund für
Kriege sein. Dieser scheinbar unantastbare Zustand mit den jahrhundertealten Traditionen und Gewohnheiten
blockiert tatsächlich eine positive
Entwicklung in der Gesellschaft. Wir
denken, daß unter anderem die Lage
der Frau mit ein Grund für die meisten
gesellschaftlichen Mißstände ist. Früher dagegen wurde immer nur auf
die feudalen Strukturen, auf reaktionäres Verhalten, auf Ausbeutung und
Unterdrückung hingewiesen. Aber es
ist doch klar, daß eine Zivilisation,
die auf der Schwäche eines Geschlechts aufbaut, keine Fortschritte machen kann. Eine solche Zivilisation
kann und darf man nicht verteidigen.
Die weltweite Situation wird von
diese Seite aus zu wenig betrachtet.
Der Mann ist mit seiner Situation
zufrieden. Er hat die Autorität über
die Familie und es ist von ihm kaum
zu erwarten, daß er seine Position in
Frage stellt und sich so selbst den
Boden unter den Füssen wegziehen
könnte. Dazu kommt, daß sich die
Frau Jahrhunderte hinweg an diesen
Zustand gewöhnt hat und außerdem
die allgemeine Gesetzgebung diese
bestehende Ordnung auch noch absichert. So wird Politik gemacht. Und
wenn die Frau diese Situation als
selbstverständlich ansieht und nicht
45
in Frage stellt, kann sie gar nicht anders, als sich dem zu fügen. Die kolonialistisch-imperialistische Ausbeutung hat den zweiten Weltkrieg verursacht. Heute wird die Frau vermarktet und sie findet Absatz. Auch
wenn das keinen neuen Weltkrieg
auslösen mag so kann man doch mit
großer Gewißheit sagen, daß darin
der Ursprung vieler Konflikte liegt:
die Krisen in den Familien, die Entfremdung auf der Straße, der Verfall
moralischer Werte, die Steigerung
der Ausbeutung, jede Form von alltäglichen persönlichen Konflikten
sind mit darin begründet. Auch die
Ursache für Spannungen, für Härte
und Opportunismus, die Ursache für
ganz unterschiedliche Konflikte muß
immer auch hier gesucht werden. Innerhalb des bestehenden gesellschaftlichen Systems sehen wir keine Möglichkeit, das Problem zu lösen. In der
Türkei wir versucht, daß Problem mit
den Maßstäben der bourgoisen Gesellschaft zu lösen. Für uns ist das
auf keinen Fall eine Möglichkeit.
Denn gerade deshalb befinden sich
die bürgerlichen Gesellschaften ja in
so einem großen Wiederspruch. Die
gesamte westliche Welt steckt deshalb
in einer Krise. Die Institution Familie
ist eine ständige Last. Und trotz der
relativ großen wirtschaftlichen Möglichkeiten und Fortschrittlichkeit sind
die Frauen doch unschlüssig. In allen
Ländern, vor allem in Schweden, ist
Selbstmord ein weit verbreitetes Phänomen. Und auch in den sozialistischen Gesellschaften gibt es aus diesem
Grund große Spannungen. Wir können
also sehen, daß dieses Problem überall
besteht.
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:43 Page 46
STÊRKA CIWAN
Kurdische Jugendliche und ihr
Bezug zur Kultur in der Heimat
und im Ausland
n n
Die Kurden sind Volk zu deren
Natur es eigentlich gehört, dass das
Leben kommunal organisiert wird.
In einem Dorf wird die Arbeit,
die zu erledigen ist, so verteilt, dass
jeder das tut was er kann. Demokratische Arbeitsverteilung heisst
auch, dass jeder einmal jede anzustehende Arbeit zu verrichten hat,
auch um seinen eigenen Horizont
zu erweitern.
Während im Kapitalismus Werkzeuge, Fabriken und Bauernhöfe wenigen Menschen gehören, die dann
über den Markt bestimmen und auch
umgekehrt der Markt über diese bestimmt, bilden sich immer kleine
Gruppen heraus, die alles in der
Hand haben, genannt Bourgeoisie
oder auch einfach ''Bonzen''.
Der Kommunalismus verteilt die
Produktionsmittel demokratisch nach
jeweiligem Bedürfnis, in der kurdischen Kultur ist er so stark verankert, dass es der Kapitalistischen
Moderne sehr schwer fällt in Kurdistan Fuss zu fassen.
Kurdische Jugendliche werden in
ihrer Heimat sehr stark durch den
n
Paramaz
n n
Kommunalismus geprägt.
Der Westen hat ein Interesse den
Nahen Osten seiner Bodenschätze zu
berauben, deshalb versucht er Kulturen, Religionen und Völker gegeneinander aufzuhetzen, dies macht er
in dem er über seine Handlanger in
den jeweiligen Gebieten Konflikte erzeugt und Vorurteile schürt.
Durch die Politik und Kriege gegen
die Kurden wurden sie gezwungen
ihre Heimat zu verlassen und in den
Westen auszuwandern. Im Westen
erwartete sie ein ungeheuerlicher Assimilations-, Ausbeutungs- und Unterdrückungsapparat in Form Kulturlosigkeit, Niedriglöhne, Jobcenter, Vereinzelung, Arbeitslosigkeit, Rassismus
und Formung eines widerwärtigen
Frauenbildes, welches vom Markt angegeben wird, hinter welchem die
Herrschaft des Mannes steht, all diese
haben ihren Ursprung beim Staat.
Dass die Jugend der Motor der
Revolution sein kann, weiss die Bourgeoisie sehr gut, deshalb treibt sie
die Jugend bewusst an den Rand der
Gesellschaft durch Drogen, Alkohol,
Übersexualisierung und kultureller
46
n
Verwahrlosung. Ein anderes Mittel
ist, dass sie so sehr assimiliert werden,
das sie fern von ihrer eigenen Realität
leben und nichts mehr in ihnen vom
Geist der Jugend zu finden ist.
Ein Gegenmodell für ein würdevolles Leben ist das von Reber Apo
entwickelte Modell der Demokratischen Nation. Dieses Modell ermöglicht Minderheiten und unterdrückten Gruppen ein Recht zur Mitbestimmung in der Gesellschaft.
Auch für Europa ist dieses Modell
interessant, da es den vielen Migranten eine Möglichkeit zur Mitbestimmung der Gesellschaft gibt, welche sie bis Heute nicht haben.
Aber auch Frauen werden Dank
dieses Modells gestärkt, da es eine
5000-jährige Herrschaft des Mannes
zu brechen gilt.
Ausgewanderte Kurden sollten
ihre Kultur bewahren, da hinter jeder
Kultur eine tiefere Bedeutung steckt,
gleichzeitig sollte man den Menschen das Recht auf Wanderung nicht
verbieten, wenn dies aus freiem Willen geschieht.
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:45 Page 47
STÊRKA CIWAN
Jetzt Bin Ich Eine
Revolutionärin
n n
„Dies ist der Hauptwiderspruch:
Können wir uns als freie Frauen definieren, wenn wir genau die Dinge
fordern, die momentan Männern gehören, oder wollen wir etwas Anderes?
Meiner Meinung nach dürfen nach
Freiheit strebende Frauen und Frauenbewegungen nicht in Wettstreit
mit dem männlichen System, seinen
Methoden und seiner Wirklichkeit,
treten. Unser Ziel muss vielmehr sein,
unsere eigenen Methoden aus der
Perspektive einer Frau zu entwickeln,
sodass wir die Realität, genauer gesagt
die wirkliche Realität, verstehen, um
unsere Leben zu verändern.“
Heval Fatma
n
Solin Keko
Ich bin fünf, als ich zum letzten
Mal das sehe, was die türkische Armee von meinem Dorf übrig gelassen
hat. Man zwingt uns, in die türkischen
Städte zu ziehen, wo wir vor eine
Wahl gestellt werden: Entweder behalten wir unsere kurdische Sprache,
Kultur, Identität, und werden dafür
verfolgt und ausgegrenzt – oder wir
werden Teil der türkischen Gesellschaft und geben dafür alles auf, was
uns vorher ausmachte.
Meine Eltern wählten einen dritten
Weg, in der Hoffnung, diesem Dilemma zu entgehen. Sie beantragten
politisches Asyl in der Bundesrepublik Deutschland. Mit Erfolg.
47
n n
n
Von da an war mein Leben gezeichnet von dem Zwiespalt zwischen
der deutschen Gesellschaft, die mich
überall umgab, und der kurdischen
Kultur, die ich zu bewahren versuchte.
Wir waren in dieses Land gekommen
mit großen Hoffnungen. Wir dachten,
hier als freie Kurden leben zu können,
weil wir an die westliche Demokratie
glaubten. Bald jedoch lernten wir
eine neue Form der Assimilation kennen. Es war nicht der rohe Zwang
des Gewehrlaufes, den wir von Seiten
des türkischen Staates kennen gelernt
hatten. Sie war subtiler, perfider, weil
sie uns nicht in Gestalt eines Feindes,
sondern eines Freundes entgegentrat.
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:45 Page 48
STÊRKA CIWAN
Sie war nichts, wogegen man rebellieren konnte oder wollte, sondern
ein Prozess, der uns unbewusst weiter
und weiter von dem entfernte, was
wir zu bewahren versuchten.
Als ich älter wurde, und anfing,
mich bewusst mit meiner kurdischen
Identität auseinander zu setzen, wurden
mir die wachsenden Widersprüche
offenbar, in denen ich lebte. Die
Dinge, die ich tat, ja sogar die Dinge,
die ich dachte, waren unvereinbar mit
dem, was in meiner Vorstellung das
Richtige und Natürliche war. Ich versuchte die Widersprüche kleinzureden,
meine Entfremdung von der kurdischen Kultur zu rechtfertigen. Ich sagte
mir, dass sie rückständig und unbedeutend war – was nicht schwer fiel,
da die Gesellschaft, in der ich lebte,
alles für rückständig und unbedeutend
hielt, was ich mit meinen kurdischen
Wurzeln verband. Doch ein Teil von
mir rebellierte beständig gegen meine
Versuche, mich selbst zu assimilieren.
Ich fühlte mich zerrissen. Es war, als
hätte ich einen Pakt mit dem Teufel
geschlossen. Der Kapitalismus hatte
mir lächelnd seine Hand hingestreckt
und nur eine Sache von mir verlangt:
Meine Seele.
Nach außen war ich, was man „gut
integriert“ nennt. Ich sprach fehlerfrei
Deutsch (und kaum Kurdisch), bekam
gute Noten in der Schule, traf mich
mit deutschen Freunden und ging auf
deutsche Partys. Mein kurdisches Ich
versteckte ich tief in mir. Es war
etwas, für das ich mich in gewisser
Weise schämte, doch das ich, wie
meine dunklen Haare oder meinen
Namen, nicht ablegen konnte.
Gleichzeitig wuchsen meine Zweifel
Nîsan 2015
an der Gesellschaft, dem System, in
dem ich lebte. Die Freundschaften,
die ich in der Schule schloss, schienen
ein Verfallsdatum zu haben; es war
selbstverständlich, dass nach der Schulzeit Studium und Beruf – kurz gesagt
Karriere – unsere Wege bestimmten,
und niemanden schien das zu stören.
Das Geld, das ich in meinem Nebenjob
als Kellnerin verdiente, schien nur
dazu da zu sein, für Partys, Schmuck
und teure Kleidung ausgegeben zu
werden. Etwas stimmte nicht. Ich war
Studentin, mit Aussicht auf einen gut
bezahlten Beruf, hatte alles, was ich
brauchte. Nur glücklich war ich nicht.
Ich fragte mich nach dem Sinn von
Alldem, und fühlte mich gleichzeitig
unendlich verloren. Ich hatte alles getan, was das System von mir verlangt
hatte, und war erfolgreich gewesen.
Wo aber blieb die Belohnung?
Während ich diese Zeilen schreibe,
bin ich sehr, sehr weit weg von
diesem Leben. Ich sitze auf einem
Felsen, auf den die Sonne scheint,
am Hang eines grünen Gebirgstals,
durch das ein glasklarer Fluss rauscht
und über dem sich gewaltige schneebedeckte Berge erheben. Neben mir
lehnt meine Kalaschnikow.
Während meines Studiums reiste
ich vor zwei Jahren für ein Praktikum
nach Istanbul. Ich wusste noch nicht,
dass ich nie zurückkehren würde. Die
Reise sollte meine Heimkehr werden.
In Deutschland war ich in einer
feministischen Gruppe gewesen, und
als ich erfuhr, dass die Frauenbewegung nahe meines Arbeitsplatzes
eine Demo abhalten wollte, beschloss
ich teilzunehmen. Ich verlief mich
auf dem Weg zum Versammlungsp48
ppp
am Tag vor meiner
Abreise in einen Krieg,
in dem ich möglicherweise sterben werde,
wie schon so viele meiner
tapferen Genossinnen
und Genossen.
Nicht weil ich Angst
habe, vergessen zu
werden, falls ich
falle, sondern um alle,
die dies hier lesen,
wissen zu lassen,
das der Kampf
weiter geht,
und dass er
erfolgreich
sein wird.
ooo
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:45 Page 49
STÊRKA CIWAN
bin ihnen entkommen.
Für viele meiner Genossinnen hat
Freiheit aber noch eine ganz andere
Tragweite. Zum ersten Mal in ihrem
Leben sind sie als Frauen frei, gewisse
Dinge zu tun – Entscheidungen zu
treffen, zu sagen was sie denken,
oder einfach nur gemeinsam zu lachen
und Spaß zu haben oder Zigaretten
zu rauchen. Für viele waren Zwangsheiraten vorgesehen, bevor sie wegrannten und sich uns anschlossen. Es
ist wichtig das zu erwähnen: Wir
kämpfen genauso
gegen die Unt e r d r ü ck ung
unserer Kultur,
wie auch gegen jede
Form der Unterdrückung, die in ihr reproduziert wird.
Seit unsere Dörfer und Städte von
blutrünstigen Faschisten überrannt
werden, sind wir interessant geworden. Doch das Leid, das uns seit
Jahrhunderten ereilt, von Seiten autoritärer Regierungen, Fundamentalisten und den tief in der Gesellschaft
des Mittleren Ostens verankerten
patriarchalen und feudalen Strukturen,
scheint höchstens dann der Rede
wert, wenn irgendwer es als Rechtfertigung für seine eigene Form der
Versklavung ausschlachten kann.
Wir Kurden und Kurdinnen sind es
leid, ausgeschlachtet zu werden. Wir
werden nicht mehr zusehen, wenn
man uns als Bauern auf dem Schachbrett internationaler Politik hin und her
schiebt. Wir werden nicht mehr
zusehen, wenn man unsere Kultur
verleugnet und zu vernichten versucht,
uns in Massen ermordet, weil wir
nicht in bestimmte Weltbilder hineinpassen. Wir werden uns nicht unter
dem Mahlstein der globalen westlichkapitalistischen Hegemonie zerreiben
49
lassen. Wir sind der Sand im Getriebe.
Das sind die Gründe, aus denen
ich diese Zeilen hier schreibe, am
Tag vor meiner Abreise in einen
Krieg, in dem ich möglicherweise
sterben werde, wie schon so viele
meiner tapferen Genossinnen und
Genossen. Nicht weil ich Angst habe,
vergessen zu werden, falls ich falle,
sondern um alle, die dies hier lesen,
wissen zu lassen, das der Kampf
weiter geht, und dass er erfolgreich
sein wird. Ideen kann man nicht
erschießen – und unsere Idee ist
stärker als alles, was unsere Feinde
beschwören können.
Ich bin in diesen Kampf als Kurdin
eingetreten, doch ich führe ihn als
Revolutionärin. Wir stehen Seite an
Seite mit allen Menschen, die tagtäglich der Unterdrückung und dem
Hass des Systems ausgesetzt sind,
und wir bieten allen unsere solidarische Hilfe, die bereit sind, Widerstand zu leisten.
In wenigen Tagen werde ich in
Sengal an der Front stehen. Ich
möchte keine Menschen töten und
habe es auch nie gewollt, doch ich
werde nicht zulassen, dass noch
mehr Unschuldige den Massakern
der Faschisten zum Opfer fallen.
Ihre Kämpfer glauben, dass sie für
ihre Taten in den Himmel kommen.
Ich weiß das das nicht stimmt. Himmel
und Hölle gibt es nur in dieser Welt.
Ich habe beide gesehen. Wir leben im
Hier und Jetzt. Wir können es der
Hölle überlassen, wir können darin
aber auch unseren eigenen Himmel
aufbauen. Und es erfüllt mich mit
unendlichem Stolz, dafür zu kämpfen.
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:46 Page 50
STÊRKA CIWAN
In wenigen Tagen werde ich in Sengal an der Front stehen. Ich möchte keine
Menschen töten und habe es auch nie gewollt, doch ich werde nicht
zulassen, dass noch mehr Unschuldige den Massakern der
Faschisten zum Opfer fallen.
-
latz und bat einen Passanten um
Hilfe. Bis heute weiß ich nicht, ob
es an meinem schlechten Türkisch
lag, oder ob der Mann selbst nicht
Bescheid wusste. Fest steht nur, dass
der Weg, den er mir nannte, mein
Leben für immer veränderte.
Seiner Beschreibung folgend irrte
ich durch die Straßen Istanbuls. Fest
überzeugt, dass der Passant mich belogen und ich die Demonstration verpasst hatte, wollte ich schon frustriert
kehrt machen, da fand ich mich auf
einmal in einer singenden, fahnenschwenkenden Menschenmenge wieder.
Es war nicht die Demo der türkischen
Feministinnen, sondern die ihrer kurdischen Gleichgesinnten. Kurzerhand
beschloss ich mitzulaufen.
Auf dieser Demo lernte ich zum
ersten Mal einen Kader kennen. Ich
weiß nicht, was mich am Meisten an
ihm faszinierte. War es sein aufrechter
Gang? Seine ruhige, kraftvolle Stimme? Ich denke, es waren seine Augen.
Ich habe noch nie zuvor so einen
Blick gesehen. Es war, als ob er alles
Leid, allen Schmerz und all die Wut,
doch auch all die Hoffnung, die
Überzeugung und die Willenskraft
der Welt in sich trug. Es war der
Blick eines freien Menschen. Ich
konnte ihn nicht erwidern.
Nach dieser Begegnung war alles
Nîsan 2015
anders. Ich trug ein Feuer in mir, das
mich gegen die Belanglosigkeiten des
Alltags immun machte und mir die
Richtung wies. Ich begann die Bücher
Reber Apos zu lesen. Seine Worte
war für mich wie Ziegel, die Stück
für Stück das zerrüttete Fundament
meiner Identität neu aufbauten. Ich
war verblüfft, dass ein Mensch durch
bloßes Nachdenken so viel Wahrheit
erkennen konnte. Und unendlich dankbar, dass er sie mit mir teilte.
Es waren keine zwei Monate vergangen, und ich hatte nur noch einen
Wunsch: Mich der Organisation anzuschließen, die für diese Überzeugungen kämpfte - die Wegbereiter
einer neuen, freien Gesellschaft war.
Ich wollte Teil davon sein
Die erste Zeit in der Guerilla war
sehr schwer. Alles war anders. Man
musste sich daran gewöhnen, auf hartem Erdboden zu schlafen, im Morgengrauen aufzustehen, den Abwasch
in eiskaltem Gebirgswasser zu machen.
Die Genossinnen und Genossen halfen
mir darüber hinweg. Noch nie zuvor
hatte ich so großartige Menschen kennen gelernt. Zu Anfang schämte ich
mich in ihrer Gesellschaft. Sie wussten
so viel, hatten so viel erlebt und
durchgemacht – ich kam mir vor wie
ein kleines Kind. Und doch war nie
50
jemand ungeduldig oder bevormundend zu mir, sie gaben mir von Anfang
an ihr vollstes Vertrauen und ihre
Freundschaft. Ab dem ersten Tag war
ich eine Gleiche unter Gleichen.
Wer denkt, dass es in der Guerilla
nur ums Krieg führen geht, liegt
falsch. Wir sind Revolutionäre, im
wahrsten Sinne des Wortes. Natürlich
lernen wir uns zu verteidigen, doch
viel wichtiger ist die Ideologie, das
Leben miteinander, und die Revolution
in uns selbst. Erst hier habe ich gelernt,
wie viel von dem, was ich jeden Tag
unbewusst tue und denke, Teil des
Systems ist, ein Teil, der in mir existiert, und den ich überwinden muss.
Keiner von uns ist perfekt. Das ist
eine große Stärke der Bewegung: Wir
haben kein starres Ziel vor Augen
und werden selbstzufrieden, wenn
wir es erreicht zu haben glauben,
sondern wir entwickeln uns ständig
weiter. Genossen, die schon vierzig
Jahre dabei sind, befinden sich genauso
in diesem Prozess wie ich.
Für mich bedeutet die Guerilla
Freiheit. Ich bin Revolutionärin geworden, führe Tag für Tag ein Leben,
in dem ich gegen den Kapitalismus
und seine Herrschaftsmechanismen
kämpfe – sowohl nach außen als
auch in mir selbst. Ich habe viele
Zwänge des Systems erkannt und
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:47 Page 51
STÊRKA CIWAN
Analyse Und Aufklärung
Über Soziale Medien
n n
or nicht all zu langer Zeit
lebten die Menschen noch
in Gesellschaften, in denen
das soziale Leben noch zu den wichtigsten Aspekten des Lebens gehörte.
Durch die kapitalistische Moderne
verschwanden Stück für Stück das soziale, die Kultur und die traditionelle
Dorfgemeinde unter anderem. Die
Menschen fingen an in die Städte zu
ziehen auf der Suche nach Arbeit, und
der neue Sinn des Lebens bestand
darin so viele und so teure Dinge wie
V
n
Bedoya Besaya n
n n
möglich anzuhäufen. Der Mensch wurde durch die kapitalistische Moderne
zu einem Egoist gemacht, aber der
Mensch sehnt sich von Natur aus nach
einem sozialen Leben miteinander.
Um weniger an der Vereinzelung
und der sozialen Einsamkeit zu leiden,
fing der Mensch an Gruppen wie z.B.
Nationen und Religionsgemeinschaften
zu erfinden, um sich identifizieren zu
können. Durch die technologischen
Veränderungen veränderten sich die
Art und Weise der Menschen um
51
etwas gegen die Vereinzelung zu unternehmen. So kamen in den letzten
Jahren auch die sozialen Medien auf,
welche ebenfalls das Ziel hatten die
Menschen wieder näher aneinander
zu bringen. Das Problem ist nur, dass
die sozialen Medien ein Produkt der
kapitalistischen Moderne sind, weshalb
sie die Vereinzelung nur Verstärkt
haben. Durch die sozialen Medien
sind die sozialen Beziehungen zu
einer Ware verkommen mit der man
quasi handeln kann. Das heisst, dass
Nîsan 2015
sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:47 Page 52
STÊRKA CIWAN
Freundschaften nun einen Wert bekommen haben. Freundschaften haben
heutzutage nun verschiedene Werte,
je nachdem welche Person einem in
dem Moment von Nutzen ist.
Eine Folge davon ist auch, dass
man versucht angebliche Freundschaften zu vermehren. Das beste Beispiel hierfür ist Facebook. In Facebook sammelt man im Laufe der
Zeit eine riesige Menge an angeblichen Freundschaften an, obwohl
man mit den meisten Personen auf
der Strasse gar nicht erst reden würde,
oder sie sogar nicht einmal mag.
Man addet diese Personen nur, weil
sie einem entweder irgendwann von
Nutzen sein könnten, oder weil man
dem Gruppendruck nachgibt, da alle
anderen diese Person auch in der
Freundesliste haben.
In anderen Worten gesagt kann
man Freunde nun 'besitzen', sei es
als Freund bei Facebook, oder auch
als Nummer bei Whatsapp. Ein weiteres Problem der sozialen Medien
besteht darin, dass sich durch die
Technologie auch die Art und Weise
der Kommunikation verändert hat.
Heutzutage kann man über Whatsapp
und Facebook weder den Gesichtsausdruck noch die Körperhaltung sehen,
wodurch es einem viel leichter fällt
sich zu verstellen.
Man kann auch sagen, dass die
anonymität der sozialen Medien dazu
verführt zu lügen. Durch die Verbreitung der Smartphones, vor allem
in Europa, setzten sich Programme
wie z.B. Whatsapp als Alternative
zu den SMS durch. Whatsapp ist ein
Programm, das zum versenden von
Nachrichten, Fotos und Videos dient,
Nîsan 2015
und dabei eine Internetverbindung
benutzt, wodurch man nur die Internet
kosten übernehmen muss, was es
günstiger macht als eine SMS zu
verschicken.
Insbesondere bei Jugendlichen hat
sich Whatsapp wegen der geringen
Kosten durchgesetzt. Durch die Tatsache, dass man jederzeit und fast
überall mit allen Freunden reden bzw.
schreiben kann, verlieren die zwischenmenschlichen Beziehungen, also
die Freundschaften, an Wert. Das ist
so extrem geworden, dass es üblich ist
die Menschen in Cafe’s zu sehen während alle auf ihre Smartphones gucken
statt miteinander zu reden. Das traurige
daran ist, dass sie ihre Smartphones
beim Zusammensein mit Freunden
auch noch nutzen, um mit anderen
Menschen zu schreiben. Früher hat
man sich gefreut, wenn ein Freund
sich die Zeit und den Weg genommen
hat, um mit einem zu reden.
In anderen Worten kann man sagen, dass man vor der Nutzung der
sozialen Medien die Freundschaften
viel mehr wertgeschätzt hat. Aber
wie in allen Lebensbereichen muss
man auch bei den sozialen Medien
die positiven Seiten aufzeigen und
aus den Fehlern und Problemen lernen. Aufgrund der Tatsache, dass
man dank der sozialen Medien schnell
viele Personen erreichen kann, erspart
man sich die Zeit und Kosten die
man hätte, wenn man die Freunde
z.B. ohne Facebook erreichen wollte.
Durch den Zeitgewinn hat man mehr
Zeit für andere Dinge wie z.B. politische und kulturelle Arbeit, aber
auch um sich im echten Leben mit
Freunden treffen zu können. Aus po52
litischer Sicht hat vor allem Facebook
den Vorteil, dass man schnell sehr
viele Menschen mit politischen Botschaften erreichen kann. Dass die Verkrüppelung der sozialen Beziehungen
mit der kapitalistischen Moderne zusammenhängt erkennt man daran,
das z.B. die kurdische Kultur noch
sehr viel Wert legt auf Freundschaften
und zwischenmenschliche Beziehungen, anders als in Europa. Das beste
Beispiel hierfür ist das gemeinsame
Çay (Tee) trinken mit Freunden. Der
Kapitalismus hat sich nämlich noch
nicht so lange durchgesetzt wie in
anderen Ländern, und auch die Bevölkerung Kurdistans wehrt sich stärker gegen die kapitalistische Moderne
als die Menschen in anderen Ländern.
An der Verkrüppelung der sozialen
Beziehungen erkennt man, dass die
kapitalistische Moderne gegen die
Natur des Menschens ist.
Soziale Medien, allen voran Whatsapp und Facebook sind Produkte der
kapitalistischen Moderne. Auch wenn
die sozialen Medien vielleicht entstanden sind um die Menschen wieder
näher aneinander zu bringen, so haben
sie genau das Gegenteil bewirkt. Die
sozialen Medien können aber auch
im positiven Sinn genutzt werden,
man muss sie aber bewusst nutzen.
Bewusst nutzen bedeutet zu wissen,
wieso in der kapitalistischen Moderne
die sozialen Medien die Vereinzelung
und die Einsamkeit des Menschen
verstärken statt sie zu bekämpfen.
Das einzige was die Vereinzelung
aufheben kann ist die Aufhebung der
kapitalistischen Moderne.