Stêrka Ciwan`ı 20 yıl önce bize bırakıp dağlara gitti. O
Transcription
Stêrka Ciwan`ı 20 yıl önce bize bırakıp dağlara gitti. O
Kapak.qxp_3) Kapak #6 22.03.2015 22:17 Page 1 Hasan Kızıler (Mazlum) Vurulmuşum ey sevdasına öldüğüm dağlar Susamışım yorgunum Yol verin gideyim Özlemişim Mazlum’u Bir de Zeytin Karası Gözlerini Gülücüklerini Toprağa çizmiştim oysa Bir de gözlerini güneşe Nasıl inanalım şimdi Mazlumun şehit düştüğüne… Stêrka Ciwan’ı 20 yıl önce bize bırakıp dağlara gitti. O bizim Küçük Mazlumumuzdu... Hepimizin kahramanıydı. Şimdi bize bıraktığı bu mirası, emaneti zafere dek taşıyacağız. 1 Nisan 1995’te ölümsüzleşen Mazlum’a sözümüz özgürlük olacak... Stêrka Ciwan STÊRKA CIWAN K o v a r a C i w a n a n Önderliğimize Hediyemiz Gerillayı Büyütmek Olsun! BE SEROK JÎYAN NABÊ! a M e h a n e Nisan 2015 Hejmar:143 Kapak.qxp_3) Kapak #6 22.03.2015 20:59 Page 2 Rojava’nın Kahraman İnternasyonalist Şehitleri Kemal (Eric C onstan dino Sc urfield) Avaşin Tekoşin Güneş (Ivana Hoffm an) arhad S k o g Ba shley) A n o h (Jonst Şehit Hayallerin varlığında, öz yaşama kavuşuyoruz Ütopyalarda ruhlarımızı birleştiriyoruz Aşklarda özgürlüğe kavuşuyoruz Hakikatlerde insanlığa soyunuyoruz Bazen kendimizi bir yıldızda Bazen bir çiçekte Bazen de şırıl şırıl akan sularda görüyoruz Bazen sonsuzluğun zamanında beliriyoruz Yere düşen tohum misali İnsanlığın yüreğinde yeşeriyoruz Yüreklerden yeşeren özlem, sevgi oluyoruz Dudaklardan dökülen ezgilerle türkü oluveriyoruz Tanrılar inadına Tanrıça yaratıyoruz Topraktaki yaşam gerçeğine dönüşüyoruz Denizler misali canlı yaratıyoruz Ateşten dansa duruyoruz Öfkelerde isyan, çığlık oluveriyoruz Şiirlerde destan oluyoruz. Kadında hislerimiz birleştiriyoruz Ana rahminde umut oluveriyoruz Umutta enerji misali güce inanıyoruz Çocukluk masumiyetinde evrene sarılıyoruz “ Kimim ben?” diye soruyor “Özgürlük” cevabını alıyoruz Sonra Bêrîtan, Melsa, Avaşîn oluveriyoruz Küçük Nudalara, Berçemlere uzanıyoruz Ronahîler, Baharînler gibi patlıyor Hakikat oluveriyoruz Esralarda, Adarlarda “şehit” oluveriyoruz. Sarina’yla göklere yükseliyoruz. Şehit Medya Ronahî 01 içerik.qxp_Layout 1 22.03.2015 22:09 Page 1 Nîsan İÇİNDEKİLER Editörden Merhaba Güneş'in Yoldaşları Küllerinden yaratılmış olan bir halkın öncü ve Rêber Apo 2 Üveyş Ana; Bilinçsiz Bir İsyan Doğurucusu K.C.Avr. Koor. 8 10 Maddeye Sahip Çıkmak ... dinamik gücü olan, Önderliğin hakikat arayışındaki genç yoldaşlar. Beş bin yıl öncesine baktığımız zaman insanlık, Çavreş Serhat 11 Bu Toprakların Gerçek Sahibi Mazlum Arkadaştı Usar Serhat 17 Demokratik(Doğal) Otorite Salih Doğan 19 İki Arayışçının Hikayesi Argeş Xemgîn 22 Yoldaşlık Hayri Serhildan 25 Sistem Hakikatinde Erimek Rüstem Derîk 27 Rojbûna Serokatî Dilzar Dilok 29 Hûn Ciwan In, Yan Na? Deniz Rojava 34 Rastîya Pêşengên Ji Rastîya Xwe Dûr Avaşin Kızıl 36 Jinên Ciwan Û Nasnameya Wê Şervan Birîndar 38 Unterschied Zwischen Der Kapilistischen... Rêber Apo 41 Über Die Frau Und Die Familie Paramaz 46 Kurdische Jugendliche Und İhr... Solin Keko 47 Jetzt Bin İch Eine Revolutionärin Bedoya Besaya 51 Analyse Und Aufklärung Über Soziale Medien kadın, toplumsallık, özgür ve komünal yaşam erkek egemenlikçi anlayışın gelişimiyle kaybedilmiş ve tarihin derinliklerine gömülmüştür. Bu kayboluş günümüze kadar süre gelmiştir. Bugün günümüze baktığımızda bu kayboluşun ters yüz edildiği bir süreçten geçtiğimiz gerçekliğini görüyoruz. Önderliğimizin ideolijisi ve yaşam felsefesiyle inşaa etmek istediğimiz demokratik ulus ile kaybedilmiş özgür ve komünal yaşam bulunmuş ve yaşanılır kılınmak üzere mücadele verilmektedir. Bunu bir doğuş olarak ele almak lazım Güneşin doğuşu bir halkın doğuşuna vesile olmuş ve Güneşin her bir ışını bir karanlığı aydınlığa çıkarmıştır. Bunu bugün en iyi Rojava şahsında Ortadoğu’da görmekteyiz. Rojava’da bugün savaşan her bir birey güneşin ışıltısı ve sıcaklığıyla aşk derecesinde mücadele vermektedir. İçerisine girmiş olduğumuz Nisan ayında Önderliğimizin başta olmak üzere bütün insanlık mücadelesi veren hakikat arayışçılarının yeni doğuşlarını kutluyoruz. Bizler Güneşin yoldaşları olarak inşaa edilecek yaşamın temellerini oluşturarak ve özgürlük mücadelesine katılarak özgür yaşamın inşaa gücü olmalıyız. Gücümüzü şehitlerimizden, aydınlığımızı ve inancımızı Önderliğimizden alarak yeni yaşamı inşaa edelim.. Genç kalın.... Mail adresi: [email protected] sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:14 Page 2 Üveyş Ana; STÊRKA CIWAN Bilinçsiz Bir İsyan Nîsan 2015 2 D o ğ u ru c n n n Rêber Apo n n n usu 02-07.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:16 Page 3 STÊRKA CIWAN lumlu veya olumsuz yönleriyle özgür kadın hareketi üzerinde etkide bulunan bir kadın da benim anamdır. Bugün anamın ölümünün birinci yıldönümü oluyor. Şimdi bu kadın için de birkaç cümle ile değerlendirmede bulunmam yararlı olabilir. Bu kış değerlendirmelerinde ana gerçeği üzerine bir takım değerlendirmeler yaptım. Kürdistan’da üzerinde durmamız gereken bir gerçeklik de ana gerçeğidir. Analık genellikle bir doğuş ifadesidir. Analığın bizdeki en basit anlamı, birçok çocuk doğurur ve neslini devam ettirirsin biçimindedir. Ben başından itibaren buna itiraz ettim. Denilebilir ki, anama en sert cevabı kendim verdim. O bir ana olarak benimle evdeki bütün hakkını beni doğurmaya bağlı olarak ileri sürüyordu. Ben de “şu tavuk ile civcivi görüyor musun? Tavuk civcivi için ne kadar anaysa, sen de benim için o kadar anasın” diyordum. Bu çok kaba bir benzetmeydi ama bunu yaptık. Hatta “senin böyle çocukların olacağına, benim hiç olmazsa daha iyidir” denilecek anlamda bir yaklaşımı sıkça vurguladım. Neden? Çünkü o herhangi bir ana işte, ben de herhangi bir çocuk. Bu bir çelişki. Çocuk istediği gibi yaşayamıyor, ana da çocuğuyla kendini sürdürmek istiyor. Bu bir çelişki. Şehitlerden söz ederken, müthiş ölçüde bilinçli ve planlı olduklarını söyledim. Üveyş ana da o kadar bilinçsiz, o kadar plansız; fakat kendine göre bir isyan anası. Denilebilir ki, gerçekten aynı zamanda erkeğin de kontrolüne fazla girmemiş bir kadın. Tabii benimle olan ilişkilerini hatırlıyorum. Ne istiyor? Aslında ne istediğini de fazla bildiği O kanısında değilim. İşte memur olur, biraz para kazanır, bana birkaç metrelik bez alır, birkaç giyecek alır’ diye düşünüyor. Bunlar öyle fazla içeriği olmayan talepler. Kendisinin hayırlı evlattan kastettiği şey, onun o ruh haline biraz anlayış göstermek, maddi ve manevi anlamda işte böyle kendisine karşılık vermek oluyor. Birçok çocukta bu anlamda herhalde karşılık verir. Anasının iyi oğlu ya da kızı olmaya özen gösterir sanırım. Kanımca sizin gerçeğiniz de, ağırlıklı olarak biraz böyledir. Şimdi her şeyde aksilik burada başladı. Böyle bir çocuk olmanın ayrıcalığı mı dersiniz, talihi veya talihsizliği mi dersiniz, onu belledik. Kendime göre 3 ne erkenden anaya karşı böyle bir savaşım verdim. İnsan anasına karşı savaş verir mi? Biz verdik. Gerçekten çok tuhaf, halen de hepiniz görüyorsunuz. Anasının çok sevdiği çocukları, çocuğun çok sevdiği anası... Bu durumlara çok az düştüğümü sanıyorum veya görmedim. Öyle olmaya çalıştık. Acaba suç muydu, gerçeklik ne dedi bana, doğrusu sizinki mi, benimki mi? Üzerinde durmaya değer. Neden erken yaşlarda böyle bir mücadele doğdu, onu da birçok değerlendirmede anlattım. Tabii burada kalkıp böyle bir çocukluk döneminde bir teori çıkaracak değiliz. Ama çocukluktaki şekillenmenin de daha sonraki bütün geliş Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:14 Page 4 STÊRKA CIWAN Ailenin çocukla rı üzerindeki e tkisi gerçekten çok b elirleyicidir. Çoğunuzun hale n bir aile çocuğu olduğunu söylem ek gerekir. Siz aile ile ve ail enin değer yargılarıyla sava şarak büyümediniz. meleri etkilediğini psikologlar söylüyorlar. Biz de buna eminiz. Bu, bilimsel bir doğrudur aslında. O dönemin mücadeleciliği olmazsa daha sonraki dönemin mücadeleciliği de pek olmayacak. Ben mi çok akıllıydım veya karar mı çok değişikti. Bu mücadeleciliği dayattı. Bu da ayrı bir konu. Burada çok olağanüstü, bilmem çok özel durumlardan bahsetmeye de gerek yok. Bu herhalde her ana-çocuk ilişkisinde yaşanan bir durum. Ama bizim başlattığımız süreç, çelişkinin biraz açığa çıkarılması süreci oluyor. Bu, erken yaşlarda o anlama geliyor. Hesaplaşmayı çok erken başlatıyoruz. Onun bir egemenlik anlayışı var; etkilemesi var, kendisine göre bir takım aile geleneklerini egemen kılacak. Benim bir takım özgürlük taleplerim var, ben de onları dayatacağım. Aile gelenekleri nedir? Onun bellediği neyse odur. Benim özgürlük diye bellediğim şey nedir? Canımın istediği neyse odur. Çok ilkel bir egemenlik ve ona karşı gelişen bir özgürlük savaşı... Burada önemli olan nokta, baba Nîsan 2015 etkisinin fazla egemen olmamasıdır sanırım. Bu dikkate alınabilir. Çok güçlü bir baba otoritesi durumu kesinlikle farklı kılacaktır. Babanın aileyi tam bir kontrol altına alması ve onu öyle tümüyle etkisiz kılmasının benim üzerimde de bazı sonuçları olacaktır. Örneğin bir çelişki durumunu görmeyebilirdim. Muhtemelen ana-baba çelişkisi benim çıkış yapmamama fırsat veriyor. Etkisiz bir baba; yine de babalığını ve erkekliğini götürmek istiyor. Kolay bırakmak istemiyor. Ama diğer yandan da anaerkil düzeyine kendini artık böyle taşıtmak isteyen veya anaerkil bir kadın olarak, ana olarak ailede yer bulmak isteyen ve bu konuda kendine göre bir uğraşı olan bir kadın var. Bu gerçekten önemli bir çelişki. Bu çelişki bana biraz olanak sunuyor. Bir yerde daha sonraki süreçlerde çelişkilerden yararlanmayı herhalde ilkin bu aile ocağında öğreniyorum. Yani baba otoritesine karşı ana gücü denilen bir kavramla tanışıyorum. Bu, ailede bir etkisizliğe yol açıyor. Buna yol açtığı için de, ben de kendi 4 kendime erken yaşta özgür davranabilirim diyorum. Anam, babama karşı çıktığına göre, neden ben de bazılarına karşı çıkmayayım? Diğer kadınlara göre böyle bir ana hem cesaret veriyor, hem de beni biraz daha serbest ve kendime göre kılmaya götürüyor. Hani derler ya, iki güç birbiriyle uğraşırken üçüncü gücün gelişme durumu söz konusu olabilir. Bunlar birbirleriyle böyle uğraşırken, adeta birbirlerini etkisizleştirirken, bir üçüncü çocuk gücü gelişim gösterebiliyor. Bu durum üzerimizde etkili oluyor. Ben bundan herhalde biraz etkileniyorum. Mevcut durum ana-baba otoritesine fazla girmeden de kendimi bulabilmemi ve kendimi biraz daha özgür hissetmemi mümkün kılıyor. Ana ile babanın birbirleriyle çokça savaşması, rahat ve huzurdan eser bırakmaması, ana kucağı, baba himayesi gibi kavramlara fazla yer bırakmıyor. Sen aslında bunlarda fazla yer bulamazsın, himaye aramazsın, sevgi bulamazsın. Bunlar zaten birbirlerine her türlü saygısızlığı dayatıyorlar. Bu konuma fazla güvenilmez veya bu haliyle fazla güvenilmez. İşte erkenden aileye güvenmeme veya aile değerlerine karşı kuşku gelişiyor. Zaten bunun daha sonra nasıl anlamlı ve önemli olduğu anlaşıldı. Çünkü ailenin çocukları üzerindeki etkisi gerçekten çok belirleyicidir. Çoğunuzun halen bir aile çocuğu olduğunu söylemek gerekir. Siz aile ile ve ailenin değer yargılarıyla savaşarak büyümediniz. Ben şimdi halen onlardan aldığınız yanlışları düzeltmeye çalışıyorum. Bu köleleştirici, abartıcı, hırsızlaştırıcı ve kendini çok sahte bir biçimde adam yerine koyucu de- sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:14 Page 5 STÊRKA CIWAN ğerlere ve değer yargılarına nasıl açıklık kazandırdığımı ve bunlarla her gün nasıl savaştığımı göz önüne getirirseniz aile gerçekliğiniz kendisini biraz daha iyi açığa çıkarır. Hepinizin “ailenin iyi çocuğu” olarak büyüme ihtimali çok yüksek. Evet, ben buna bir şey demiyorum. Ama bu büyüme tarzının içinde çok kir var. Çok bağımlılık var, çok kölelik var, çok abartma var. Onun acılı veya kabul edilemez sonuçlarını partiye taşırıyorsunuz. İşte çoğunuz “partiyi bir aile olarak görüyorum” diyorsunuz. Tıpkı ailenizin ilişkilerini parti ortamında aradığınızı, kendinizi partinin iyi bir çocuğu, parti ailesinin iyi bir çocuğu, ailenin iyi bir çocuğu gibi değerlendirdiğinizi belirtiyorsunuz. Tabii bunların örnekleri ortaya çıkıyor. Partiyi aile örgütü gibi görürsen, partinin başına bela olursun. Aile ilkel bir kurumdur; bu kurumun değerlerini ulusal ve siyasal değerlerle karşılaştırırsan, oradaki bencilliği, ucuz ve beleşten yaşamayı partiden de beklersen orada bulduğun yüzü, saygı ve sevgiyi hiç emek harcamadan parti içinde de ararsan bir baş belası olursun. Nitekim bir kısmınız baş belasıdır. Neden? Çünkü sizin aile gerçekliğiniz çok kötü işlemiş. Bu baş belası durumun altında hala çıkamıyorsunuz. Buradan çıkarılacak önemli bir sonuç budur. Ben inkar etmiyorum; ailelerin verdiklerine, ailenizin sizi büyütmesine hele bir ananın sizi büyütmesine büyük değer veriyorum. Bu çok zor bir büyümedir. Yani Allah bana her işi yaptırsın da, bir ananın bir çocuğu yetiştirme işini vermesin derim. Çocuk yetiştirmek çok zor bir iştir. Bu- rada geçerken onu da vurgulamalıyım. Zaten ben olsam, gerçekten her gün sille-tokat girişirim. Yani çocuk yetiştirmeye tahammül edemem. O koşullarda tahammül edemem. Tabii çocuklara karşı değilim. Onu da geçerken belirteyim. Övünmek gibi olmasın çocuklarla ilgilenmeyi yine en çok arkadaşça ben sürdürüyorum. Bir çocuğa çocuk gibi değil, gelişecek bir insan gibi yaklaşmayı en özlü bir biçimde ben hayata geçirmeye 5 çalışıyorum. Ama yine de çocuklara böyle sinirliyim. Bir gün bile onların ağlayıp sızlamasına dayanmak mümkün değildir. Analar müthiş dayanıyorlar. Tabii bu dayanma onları da düşürüyor ve mahvediyor. Anaların bütün o gerilikleri biraz da bu çocukların yüzündendir. Hayır, bunlar bambaşka çelişkilerdir ve bambaşka ele alınabilirler. Dikkat çekmek açısından bunları söylüyorum. Yani Kürt gerçeği içinde ailedeki bu Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:15 Page 6 STÊRKA CIWAN büyüme tarzı çok ağır sonuçlara yol açıyor. Ne kadar hızlı büyütüldünüz, ne kadar emek dışı büyütüldünüz, aileler yoksul oldukları halde sizi ne kadar paşa gibi büyüttü? Bunlar büyük çelişkidir, büyük sorundur. Zaten çocuklar hep “oğlum büyür paşa olur” tekerlemesiyle büyütürler. Karşımızda hiç emek harcamayan bir general gibi duruyorsunuz. Bu, büyütülüş tarzınızın bir sonucudur. Sizi öyle alıştırmışlar. “Çocuğun en iyisi, çocuğun en güzeli, çocuğun en paşasıdır” demişler. Sizin şimdi hiç emek harcamadan oldukça yırtıcı bir teorik ve pratik çabayla sağlayabileceğiniz gelişmenin kenarından bile geçmeden kendinize rütbeyi layık görmeniz, kendinize militanlığı yakıştırmanız bu yetiştirme tarzınızla bağlantılıdır. Benim bütün iyiliğim, işte yetiştirme tarzına dahil olmamak, böyle bir yetiştirmenin talihi ve talihsizliğini yaşamamaktır. Demek ki, benim bu aile konumumdaki çelişkili durumum veya çelişkinin çok erkenden açığa çıkması daha sonraki gelişmelerin üzerinde tayin edici bir etkide bulunmuştur. Bu kurumdan duyulan kuşku beni geleneklere, himayelere onlara dayanarak ayakta kalmalara karşı da kuşkuya götürdü. Zaten herkes “Babam beni şöyle korur, anam beni şöyle korur” diyerek yetişir. Anasına ve babasına dayanmadan bir çocuğun yetişmesi zaten mümkün değildir. Ama bunun bizim yaşadığımız Nîsan 2015 biçimiyle erken yaşta karşılanması ve çok erkenden bir kopuş, bizim daha sonraki bağımsızlaşmamıza büyük katkı sunuyor. Toplumdaki çelişkileri anlamamıza, aile değerlerine göre değil, ulusal ve toplumsal değerlere göre özen göstermemize ortam sunuyor. Beni erkenden ona açık tutuyor. Yani onların beni himaye etmelerini inkar etmemeliyim. Şunu da hatırlatmalıyım ki, ben boyun eğmeci bir çocuk da olabilirdim. Ama hala hatırlıyorum. Anam beni kendi çelişkilerine göre bir savaşçılığa itmede müthişti. Hatta en büyük terbiyeyi oradan aldığımı söyleyebilirim. Yani şunu gördüm; sen düşmanlarınla uğraşmazsan, ekmek yiyemez veya asla yaşayamazsın! Bu önemli bir eğitim özelliği olsa gerek. Çünkü kendine göre düşman bellediklerine karşı mücadeleciydi; örneğin bir çocuk bana tokat vurmuştu, “intikamını almadan, kesinlikle eve gelemezsin” diyordu. İntikam almadan geldiğimde beni kovuyordu. “mutlaka gidip sende karşılık vereceksin” diye zorluyordu. Bazı çocuklarla kavgamı hala hatırlıyorum. Bu kavgalar kesinlikle onun zorlamasıydı. Bana kalsaydı, çocuklar beni vurduklarında, ağlayıp sızlayarak. “ Beni korumalısınız, ana git sen intikamımı al, baba sen al” derdim ve zaten öyle yapıyordum. Bütün çocukların durumu böyledir. Yani dayak yediklerinde ve kendilerine bir zarar geldiğinde, ağlaya sızlaya, koşa koşa önce babalarına, sonra analarına sarılırlar. Öyle karşılık verdirmeye çalışırlar. Burada böyle bir karşılık söz konusu değil. Sen gidip karşılık vereceksin. Bu, doğru bir eğitim tarzı olsa gerek. Oda bir çocuktur, sende bir çocuksun. Kaldı ki kendisi de gidiyordu, onların sahipleriyle savaşıyordu. “Senin çocuğun böyle yapmışsa, bende böyle yaparım” diyordu. Ama bize de yaptırıyordu. Kısaca anam bana şöyle bir duygu vermiş oldu; bana sığınarak, hep benden destek alarak, yardım görerek, böyle ağlayıp sızlayarak, özellikle böyle davranarak yaşaya 6 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:15 Page 7 STÊRKA CIWAN Evet, ucuz hediy elerle sağlanan b ağlar, feodal usullerle kurulan bu bağlar bana fazl a güçlü gelmediğ i için, ben de ilgi göstermedim. mazsın. Mutlaka bir cevabın olacak! Çok ilkeli de olsa, bu bir öç alma veya bir yetişme duygusu gibi oluyor. Baba tarafından güçlü değil, ana tarafından çok daha güçlü. Baba tarafından da var, ama ana tarafı biraz belirleyici oluyor. Yaşarken mücadeleci olma özelliğidir bu. Tabii bizi fazla ezdirmedi de. Çünkü biz o çocukların daha gücü vardı, yaman bir kendini koruma savaşı da veriliyordu. Yani şunu hissettiriyordu; ben öyle kolay boyun eğmem; büyük kavga ederim, kıyameti koparırım! Köyde de ondan daha hamlı bir kişilik yoktu. Böyle tam bir isyan tufanı. Bağırıp çağırmada, küfürde üstüne yok; erkek yada kadın kim olursa olsun, korkusuzca üzerine giderdi, köpürür dururdu. Yani olay bir kişilikti. Biraz da koruma yönünden bir paylaşmam olmuştur. Yoksa çok silik biri olabilirdik. Onların deyişi ile çok silik ve her şeye boyun eğen bir çocuk olmak da mümkündü. Bu anlamda değerini takdir etmek gerekir sanıyorum. Bunu dışında bize verebilecekleri fazla bir şeyleri yoktu. Okul sürecine girdikten sonra, anadan öğreneceğim fazla bir şey yoktu. Bir kopuş sürecidir sürüp gider. Analardan kopuş ne kadar doğrudur, ne kadar yanlıştır? Örnek ana çocukları genellikle daha sonradan olanakları elverdiğinde ve paraları olduğunda, analarına hediye alırlar. Ben öyle bir yönteme başvurmadım. Aslında param da vardı, biraz para kazanmama rağmen, akrabalarıma veya anama şöyle bir hediye alayım diye düşünmedim. Belki bunu yadırgamışlardır. Evet, bu konuda biraz inkarcı davranıyordum, ama bana göre oğulluk farklı olmalıydı, onların istedikleri gibi bir oğul olmamakla birlikte, bende başka türlü iyi bir oğul olma arayışı vardı. Ben hiçbir zaman dost ilişkilerine öyle ucuz hediyelerle yaklaşmadım. Halen de öyleyim. Size her şeyi söyledim; arkadaşlığa ne kadar bağlı olduğumu, erken yaşlarda ne kadar çocuk arkadaşlıklarının büyük arayıcısı olduğumu, onlarla olmak için ne kadar can attığımı, hata öyle arkadaşlıklar oluşturmak için nasıl büyük bir güç zaptettiğimi vurguladım. Tabii bunun ucuz hediyelerle olmayacağını görüyorum. Bu da fazla ilgi çekici olmuyordu. Güçlü arkadaşlıkların oluşumuna, güçlü ilişkilerin oluşmasına 7 fırsat vermiyordu. Onun için daha erken yaşlarda insanları bağlamanın değişik yollarını aklıma getirdim. Aileye bağlı olmanın da değişik büyüklük yollarını düşünmeye çalıştım. Basit maddi ilişkilerle, hediye ilişkileriyle, akrabalık ve kirvelik ilişkilerle olsa olsa birkaç ahbap çavuş kazanırsın. İnsanlığın kitlesini kazanamazsın, bütün halkını kendine kazanamazsın. Çünkü o zamanlar sorun buydu. Bütün halkı kazanmayı bir yana bırakalım, komşularımızı bile çekemiyorduk. Sen nasıl bir kişisin ki, komşularını bile anlamlı bir biçimde kendinle bütünleştiremiyorsun? Çok istemene rağmen, köylülerini bile kazanamıyorsun? Tabii bu duygu bizi o zaman erkenden daha derin bağlar arama sürecine soktu. İnsanları, kapı komşuyu, bütün köylüleri, giderek bütün bir halkı, mümkünse insanlığı nasıl birleştireceksin? İlgi derinliğini nasıl yaratacaksın? Bizdeki ideolojik arayış, siyasi arayış, parti arayışı işte böyle olmuştu. Yani insanlar o kadar ilgisizler ve birbirlerinden o kadar kolay vazgeçiyorlar ki, sen derin bağlanmak zorundasın. Evet, ucuz hediyelerle sağlanan bağlar, feodal usullerle kurulan bu bağlar bana fazla güçlü gelmediği için, ben de ilgi göstermedim. Din bağlılığı bana biraz daha derinlikli geliyordu. O zaman ona sarıldım. O bağlarla topluluğa bağlanmaya, topluluğa güç vermeye ve güç olmaya özen gösterdim. Ardından bilim, felsefe, ideoloji, sosyalist ideoloji, siyasi ilişkiler dediğimiz ilişkiler, örneğin siyasi ilişkinin bendeki büyüklüğü nasıl oluştu? Bunlar aslında bu büyük zayıflıklara bir tepki olarak oluştu... Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:17 Page 8 STÊRKA CIWAN 10 Maddeye Sahip Çıkmak Gerillayı Büyütmek İle Mümkündür n n n Komalên Ciwan Avrupa Koordinasyonu Geçtiğimiz süreç görünüş itibariyle kafa karıştıran ve karışık bir süreç olarak algılanmaktadır. Eğer insan süreci yanlış okuyup algılarsa böyle bir duruma düşmesi kuvvetle muhtemeldir. Kürt gençliği Önder APO´nun baktığı pencereden süreci okumasını bilmesi gerekmektedir. Kürt gençliği olarak düşmanın amansız bir politika Nîsan 2015 yürüttüğünü bilmemiz ve buna göre tedbirimizi almamız şarttır. Bugün Kürdistan'da tarih yazılmaktadır ve bizler bu tarihi anı anına yaşamaktayız. Rojava'da gelişen direniş ve beraberinde getirdiği zafer sevinci biz avrupada yaşayan Kürt gençlerini gururlandırmaktadır. Ve aynı zamanda bizleri tarihi misyonumuza sahip çık8 n n n ma çağrısı yapmaktadır. Işid vahşetinin kendiliğinden yenilmediğini hepimiz bilmekteyiz bunun için Kürt gençlerinin bıkmadan usanmadan amansız bir mücadele verdiğini ve bu uğurda kan döküldüğünü hepimiz yakından takip etmekteyiz. Çünkü kahramanlıklar bedel verilerek olur. Savaşan ve direnen kahramanlığa hak kazanır. sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:17 Page 9 STÊRKA CIWAN Öbür türlü kendimizi kandırıp sadece kahraman olduğumuzu zannederiz. Bu da gaflete düşmek demektir. İşte şimdi süreci ve Önder APO´yu doğru okumanın tam zamanı. Çünkü düşman an itibariyle bütün özel savaş mekanizmalarını devreye koymuş ve biz Kürt gençlerini gerillaya katılmamak için ikna çabaları içine girmiş bulunmaktadır. Önderliğimizin geliştirdiği 10 maddeyi Önderliğe karşı kullanma çabası içindedirler. Ve şimdiden her kafadan bir ses çıkmaya başlamıştır. Biz avrupada yaşayan Kürt gençlerine düşen görev ve sorumluluk bu durum karşısında gerillaya katılım istemini büyütüp ve bu istemi gerçekleştirmektir. Tarihi süreçler tarihi kararlar gerektirir. Tarihi kararlar da tarihi adımlar atılarak pratikleşir bundan dolayı artık biz Apocu gençliğin alacağı kararlar ve atacağı adımların bu tarihi sürece denk düşmesi gerekmektedir. Rojava'da ve tüm Kürdistan da özgürlük hareketi emin adımlar ile ilerlerken biz avrupada yaşayan Kürt gençleri kendilerini sadece seyirci pozisiyonundan kurtarıp aktif mücadele içinde olmamız gerekmektedir. Newroz ateşlerinin alevlendiği Kürdistan toprakları ve bu ateşe denk Mazlum Doğan'ların duruşları bizler açısından moral ve direnişi yükseltme sebebidir. Eğer gerçekliğimiz direniş ise ve kaynağını bu kahramanlıklardan alıyorsa o zaman bundan anlamamız gereken şudur; özgürlük Ortadoğu koşullarında ağır bedeller gerektirir! Kemal Pir`ler ve fedai kültürün devamı olan Arîn Mîrkan´lar devrimin bedelsiz olamayacağının somut örnekleridir. Bundan dolayı artık süreci ve gelişmeleri kendi çerçevemizden ele alıp değerlendirmemiz gerekmektedir. „Gül´ün bile dikenleri var kendisini koruması için Önder APO´nun bu sözlerinden yola çıkarak 10 maddeyi ve özelde silah bırakmayı ele almamız gerekmektedir. Ortadoğu koşullarında silahsız mücadele demek kendini düşmana kurbanlık koyun gibi sunmak demektir. Ve eğer bugün TC ve tüm Kürt halkına düşman olan güçler ve zihniyetler Kürt diye bir toplumsal varlıktan bunu ideolojik mücadeleye ve bunun yürütücü ve yoğunlaşmış yöntemi olan silahlı mücadeleye borçlu olduğumuzu hiçbir zaman unutmamak gerekmektedir. Bugün eğer işid denilen kapitalist modernite canavarı geriletilmiş ve hezimete uğra- Kürt gençlerine düşen görev ve sorumluluk gerillaya katılım istemini büyütüp ve bu istemi gerçekleştirmektir. 9 Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:17 Page 10 STÊRKA CIWAN tılmışsa, unutmamak gerekir ki bu boş konuşmak ile olmamıştır, kesinlikle verilen bedeller ve silahlı mücadeleyle olmuştur. Bundan dolayı Önder Apo´yu düşmanın okumak istediği gibi değilde, Önder APO´yu okunması gerektiği gibi okumak gerekmektedir. Bu temelde Önder Apo´nun Kürt gençliğine gerillayı 100 bine ulaştırma gibi bir talimatı vardır. Kürt gençlerine de düşen görev gerillaya katılım sağlamak, örgütü ve örgütselliği büyütmektir. Önderliğimizin tarihi niyet beyanını bu kadar çarpıtan düşman güçler bunu yaparken bilmek gerekiyor ki sadece gerillaya katılım olmasın diye yapıyorlardır. Nasıl Kapitalizmin dediği şeyin tersini yapsak doğruysa, akp ve TC´nin de söylediği şeyin tersini yapsak doğrudur. Kürt halkının düşmanları şunu iyi bilmeleri gerekiyor ki, Kürt gençliği Önderliğine derin bir bağlılık içindedir. Bundan sonrada bunu değiştirmeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Onun içindir ki düşmanın yürüttüğü politika şuan gerillaya katılımı önleme politikasıdır. Çünkü düşman iyi bilmektedir ki eğer Kürt gençliğinde kafa karışıklığı yaratırsa başarılı olacaktır. Onun içindir ki tarihi niyet beyanını silahın hemen bugün-yarın bırakma politikasına çevirmek istemektedir. Unutulmamalıdırki kimse kimseye sadaka vermemektedir, TC eğer bugün az da olsa bazı şeyleri kabul etmişse bu Önderliğimizin muazzam sabır, emeği ve bununla bağlantılı olan gerilla mücadelesidir. Şimdiki süreç rehaveti kesinlikle büyük kayıplar ile cezalandıracaktır onun için gerillaya tam katılım zamanıdır ve mücadeleyi zafere ulaştırma zaNîsan 2015 Avrupada yaşayan Kürt gençlerinin yüreğini Önder Apo´nun yüreğine katarak düşmana karşı Önderliğin elini güçlendirmeye davet ediyoruz. manıdır. Düşman politikası bizi pasifize etmekse bize düşen görev ise mücadeleyi kat be kat büyütmektir. Düşman politikası Önderlikten uzaklaştırmaksa bize düşen Önderliğe olduğundan dahada yakın olmaktır. Düşman politikası muğlaklık yaratmaksa bize düşen netleşmektir. Düşman politikası gerillaya katılımı dur10 durup tasvfiye etmekse bize düşen gerillaya katılıp mücadeleyi zafer ile taçlandırmaktır. Kürt gençliği artık tarihi misyonuna sahip çıkıp yönünü Kürdistanın özgür dağlarına dönmelidir. Avrupada yaşayan Kürt gençlerinin yüreğini Önder Apo´nun yüreğine katarak düşmana karşı Önderliğin elini güçlendirmeye davet ediyoruz. sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:19 Page 11 STÊRKA CIWAN Bu Toprakların Gerçek Sahibi Mazlum Arkadaştı n n n Çavreş Serhat n n n Gözlerimi açamıyordum. Her yer beyaz, çadır karanlıktı. Arkadaşların esprileri de olmasa sıkıcı bile sayılırdı. Çünkü bazen günlerce fırtına çıkıyor ve günde bir iki defa dışarıya çıkabiliyorduk. O yıl beklenmedik bir şey oldu. Kampta ancak bir takımlık lojistik ve üstlenme hazırlığı olmasına rağmen, yeni savaşçıların katılımıyla sayı daha kışın başında bir bölüğü aşmıştı. Bu yüzden daha sonra şehit düşen Eşref arkadaş müdahale gelmişti. Lojistik ve hazırlık olmadığı için yakın köyden alınan erzakları kampa çekmek gerekiyordu. Çoğu Avrupa vb çeşitli yerlerden gelen yeni arkadaşlar daha eğitimlerini görmediklerinden, dağın çetin koşullarına uyum sağlamada zorlanıyorlar bu da erzak çekim işini çetrefilli bir hale getiriyordu. Ama yine de bu yürüyüşler bir askeri eğitim gibi değerlendirildiğinden çelik bir irade ortaya çıkarıyordu. Çadırdan çıkıp biraz yandaki sahaya yürüdüm. Fırtına durmuştu. Zagros zozanlarının baharı övülse de kışını övmek zordur, fırtınaları çekilmez. Kar ve fırtınadan küçük vadiler dolar, küçük tepeler düz olur, uçsuz bucaksız yamaçlara dönüşür. Ne bir ağaç kalır 11 Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:19 Page 12 STÊRKA CIWAN kar üstünde, ne bir kaya. Her yer bembeyaz olur. Güneşli günlerde kara yabancı oldukları için yeni arkadaşların gözlerini kar alır, birkaç günlük geçici körlük oluşur. Sahaya çıktığımda iki üç arkadaş sahada konuşuyordu. Gözlerim tam açılamadığından, konuşan arkadaşları tam seçemiyordum, bu esnada Şoreş arkadaş yanıma geldi, "Yahu hevale Şoreş, bu elbiseleri temiz arkadaş da kim?" diye sordum. Şoreş arkadaş gülerek, "Heval o arkadaş Avrupa'dan gelmiş. Daha mutfağa girmediğinden elbiseleri temiz" "Yalnız o mu gelmiş?" dedim. "Yok yanında bir arkadaş daha var. Akşam köylüler getirdi. Sen yatıyordun Eşref arkadaş onlarla konuştu..." dedi. Şoreşle birlikte arkadaşlara yaklaştık. Yeni gelen arkadaşın yanına vardığımızda biraz mahcup, konuşmalarına ara verdiler. "Merhaba yoldaş" "Merhaba" "Yeni mi geldiniz?" "Doğru" "İsminiz?" "Mazlum!" Ona baktım, gencecik bir arkadaştı, en fazla 17-18 yaşlanndaydı. Yüzünde gençliğin izleri capcanlı, bakımlı ama fiziki olarak zayıftı. Gerillada uzun süre kalan bir insan karşısındakilere biraz bakınca onların önemli bazı kişilik özellikleri sezer. Ne kadar dürüst, ne kadar gelişkin, ne kadar kapalı, hemen anlarlar. Ben de Mazlum'a bakıyorum. İnsanın kanı kaynıyordu, ev sahibi gibiydi. Bazıları dağa geldiğinde sanki evine gelmiş gibi olur. Mazlum da öyleydi. Utangaç, mütevazi, ama Nîsan 2015 saygılı ve sağlam duruşluydu. "Hevale Mazlum, eğitim bitmek üzere yakın zamanda yola çıkıp, Güneyin savaş sahalarına gideceğiz. Avaşin mi olur, Zap mı olur parti bilir, ama sen en azından bir temel eğitim alıp yola çıksaydın iyi olurdu. Sen geç kaldın ne olacak şimdi?" dedim. "Heval, arkadaşlar geç gönderdi ben de erken gelmek istiyordum ama..." sonrasını getiremedi. Yüzü biraz da arkadaşlara olan kızgınlığını gösterecek şekilde kızarmıştı. "Neyse, Eşref arkadaş kalksın biraz askeri eğitim gör. Sonra diğer sahalarda da devreler var, olmazsa oralarda eğitim görürsün" dedim. Suskun bir biçimde dinledi. Şoreş arkadaş araya girdi, "Neyse arkadaş misafirdir. Gel bizim mangaya gidelim kahvaltı yap. Arkadaşlar çay yapmış" dedi. "Ne misafiri, arkadaş dağa gelmiş, artık ev sahibi sayılır" dedim. Ama içimden de, "doğru, yeni gelmiş, misafirdir" diye onu da alıp Şoreş arkadaşın mangasına giderek kahvaltımızı yaptık. Ertesi gün kuryeler partiden bir not getirdiler. Notta, PKK V. Kongresi'nin büyük bir başanyla tamamlandığı, partinin Kürdistan'daki Zap tugaylarında karargahlaşmaya gideceği, bütün hazırlıkların yapıldığı, Zagros'taki yeni savaşçı eğitim kampında bulunan arkadaşların durumunun, telefonda Parti Önderliği'yle tartışıldığı, Parti Önderliği'nin bütün yeni arkadaşlara selamlarını söyleyip, büyük sevgi ile kucakladığı ve üstün başarılar dilediği, bu arkadaşların eğitimlerinin sürdürülüp güçlü bir ideoloji politik eğitimden geçmedikçe pratiğe sokulmamalarım ve korunmalarını istediği yazıyordu. 12 Talimatın mesaj bölümü yapıya okundu. Yapı yeni coğrafyalara kavuşmanın sevincini yaşıyordu. Ben de moral almıştım. Ama daha mart ayındayken Zagros'tan geçmek, yollara düşmek kolay değildi. Bu bende seslendirilemeyen bir kaygıyı doğuruyordu. Tekrar sahaya çıktığımda bir arkadaş, Mazlum arkadaşa silah açıp kapamayı öğretiyordu. Bir süre sonra yol hazırlıklarına başlandı. Bunun için görevlendirilen arkadaşların arasında Mazlum arkadaş da vardı. Bir arkadaş, "Heval bu arkadaşı da mı göreve götürüyorsunuz, daha yeni gelmiş..." dedi. Başka bir arkadaş, onu; "Alışır alışır" diye yanıtladı. Grup gitti. Döndüklerinde hepsi oldukça ağır yüklerin altındaydılar. Mazlum arkadaşta en az diğer arkadaşlar kadar yük almıştı. Bazı arkadaşlar yeni silahların da geldiğini söyledi. Silahları yönetime bırakmışlardı. Öğleden sonra silahı olmayan arkadaşlar çağrılarak silah dağıtılacaktı. Güvenlikçi arkadaşla sohbet ederken silahlara baktım. Üç tane çok güzel Rus kleşe vardı. Biz bunlara "Sixo Rusi" diyorduk. Birkaç "Şoreşi" birkaç da "Almani" kleş karışık bir halde naylonun üzerine bırakmışlardı. Savaşta en kullanışlısı "Sixo Rusi" olmasına rağmen rengi biraz soluk olur. Diğer silahların rengi daha parlak olduğundan yeni arkadaşlar hemen diğer silahları seçiyorlardı. Güvenlikçi arkadaş ile birbirimize bakıp güldük. Silah almaya gelenlerin içinde Mazlum arkadaş da vardı. Eğilip en iyi ve kullanışlı silahlardan çift kol bir sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:19 Page 13 STÊRKA CIWAN Sixo Rusi seçti. Ciddi bir edayla silahı eline alıp, baktı. "Heval Mazlum, niye onu aldın?" diye sordum. "Bu iyi, bunu alacağım" dedi. Ben de diğer Sıxo Rusilerden birini aldım. Akşam yönetim toplantısında Eşref arkadaş havaların iyi gittiğini, hepimizin de okuduğu gibi partinin gönderdiği notta grubu istediğini söyledi. "Bazı arkadaşları aktaralım. Bütün arkadaşları bir defada kara vuramayız. Takım takım Xakurke'ye, oradan da bir biçimde Avaşin ve Zap'a geçeriz. Bunun için arkadaşları üç takım halin- de yeniden örgütleyeceğiz. Yarın veya ertesi gün havaya bakacağız, hava açıksa hemen birinci takımı yola çıkaracağız" dedi. O günkü yönetim toplantısında düzenleme yapılarak, üç takım oluşturuldu. Eşref arkadaş bana dönerek, "Birinci takımdan seninle Robinson sorumlu olacak. Size bir de kurye vereceğiz. İlk gruptur, iyi hazırlanın. Karlar sertleşmiş, fakat daha martın onundayız. Onun için size biraz güçlü arkadaşları seçtik, dikkatli olmanız gerekecek" dedi. Düzenleme kağıdını önüme çevirdim. Yirmi beş arkadaş yer alıyordu 13 ve üç manga biçiminde düzenlenmişti. Manga komutanları yeniydi. Listedeki isimlerin arasında Mazlum arkadaş da vardı. İçimden “Bu yeni! Bu arkadaşı daha sonraki gruba bıraksak" diyesim geldi. Ama henüz düzenlemenin başında sorun çıkmasın diye sustum. Robinson, köylü bir arkadaştı. Kalın, garip bir sesi vardı. İşte o sesiyle, "Heval o takımı oku, bakalım kim var?" dedi. Eşref arkadaş kendini tutamayıp bir kahkaha attı. Robinson da gülünce ben de kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Daha sonra takımdaki arkadaşların isimlerini okudum. Sonra da Eşref arkadaşın yumuşak talimatıyla diğer takımların listelerini okudum. Robinson, "Tamam, ne olacak vuracak geçeceğiz" dedi. O kadar kaba ve düz söylemesine rağmen sesindeki kaygıyı hissettim. "Ne olursa olsun vurur geçeriz" der gibiydi. "Düzenleme ne zaman okunacak?" diye sordum. Eşref arkadaş, "Sabah erkenden okuruz. Takımınızı hazırlarsınız. Yarın fazla ekmek yapılsın. Giden arkadaşların en az iki günlük ekmekleri olsun, ayrıca köyden gelen hurmayla peyniri dağıtmayın, ilk çıkan gruba ayırın" diye lojistikçiye de talimatını verdi. "Heval Eşref sen de olmasan bu dünya da aç kalacağız" diye espri yaptım. Eşref arkadaş gülerek, "Arkadaşlara biraz tatlı falan yapılsın, ısınsınlar. Bir moral de yapalım, sizi moralli uğurlayacağız" dedi. Akşam tekmilinde Eşref arkadaş, "Havalar iyi görünüyor. Hazırlığınızı yapıp gece yola düşün" diyerek kararı açıkladı. Robinson'la gidip takımı topladık. Ekmek, erzak, cephane gibi Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:19 Page 14 STÊRKA CIWAN hazırlıkları tamamlayıp arkadaşlara paylaştırdık. Daha sonra arkadaşlarla küçük bir toplantı yapıp yol sürecinde dikkat etmeleri gereken hususları söyledik, çeşitli uyarılar yaptık. Daha sonra yatmalarını ve dinlenmelerini, gece saat üçte kalkarak yürüyüşe çıkacağımızı söyledik. Yürüyüşte zorlanmamak için çantamı biraz hafif tuttum. Uzandığımda yürüyüşün derin kaygısını yaşıyordum. Gece saat üçte nöbetçilerin uyandırmasıyla uyandım. Kafamı kaldırıp baktığımda bütün arkadaşların uyanmış çantalarını bağlamış ve kahvaltı yapmakta olduklarını gördüm. Nöbetçiye, "Beni niye geç uyandırdın?" dediğimde, "Heval onları ben uyandırmadım. Geldiğimde çoğu uyanıktı ve hazırlanmışlardı" dedi. Zaman gelmişti. Arkadaşlar dışarı çıkıp sıraya dizildiler. İkinci manga komutanı arkadaş artçı, Kendal ve Robinson arkadaşlar kurye olarak öne geçtiler. Kar sertken yola çıkıp, acele bir şekilde boğazı aşmak üzere hareket ettik. Daha yeni yeni uyandığımdan, artçının yanında yürüyordum. Sert karın üzerinde yürümek rahat oluyordu, ama ayaz o kadar keskindi ki, yürüdüğümüz halde ısınamıyorduk. Elimi cebime koymak zorunda kalıyordum. Biraz ilerleyerek grubun ortalarına doğru gittim. Yine Mazlum arkadaş takıldı gözüme. Niye hep gözüme çarpıyordu bu arkadaş? Acaba az konuştuğu için mi? Onda kendimden bir şeyler bulduğum için mi? Yoksa hala bir misafir olarak mı görüyordum onu? Fiziki olarak zayıf görünüyordu. Ama iradesinin güçlü olduğu hissini veriyordu. Boğaza ulaştığımızda arkadaşların Nîsan 2015 oturup beklediklerini gördüm. "Hevale Robinson iyi geldik. Şafak yeni atıyor, bulutta yok" dedim. "Diğer arkadaşlar nerede? Acele etmezsek karlar eriyecek. Perişan oluruz. Acele etmemiz gerekiyor" dedi. Sessizce yanına oturdum. Acele etsek iyi olurdu. Bu çıplak zozanlarda ve bu karın üstünde her şeye açıktık. Artçı ve yanında gelen üç dört arkadaşa baktım. Mazlum da içlerindeydi ve zorlanarak geliyordu. Robinson'a dönerek, "Mazlum arkadaş zorlanacak, geleli çok az oldu, eğitim de görmedi. Bu uzun yürüyüşte daha şimdiden zorlanıyor" dedim. Robinson arkadaş, "Çantasını alalım mı?" deyince, "Olabilir" dedim. Gelenler yaklaştıklarında Robinson arkadaş Mazlum'a, "Heval Mazlum çantanı ver, bizimki hafiftir, birlikte taşırız" dedi. Mazlum arkadaş kararlı bir sesle, "Yok, ben taşıyabilirim" dedi. Robinson ısrar etmek istedi, ama ben bu arkadaşı biraz gözlediğim için onun gururlu olduğunu anlamıştım. Robinson'a ısrar etmemesini, bunun yararının olmayacağını söyledim. Takım lojistikçimiz çantalardaki ekmek ve hurmalardan dağıttı ve hızla yola çıktık. Beş altı saat yürümüştük. Karlar erimişti ve arkadaşlar bata çıka yürüyorlardı. Grupta yer yer kopmalar olmuştu. Kurye arkadaş kıştan beri ilk defa geldiği için bazı yerleri kontrol ediyor, ondan sonra yürüyorduk. Bu arada önde yürüyen kuryelerle mesafe epey açılmıştı. Arkada kalan arkadaşlar olduğunu bildiğim için bekledim. Arkadan gelen Sabri arkadaş hızlı hızlı geliyordu. Bir şey olabile14 ceğini düşünerek ben de ona doğru birkaç adım attım. Nefes nefese kalan Sabri arkadaş, "Heval, Mazlum arkadaş ayakkabısını kaybetmiş..." "Nasıl kaybetmiş?" Soruyu sormuştum sormasına, ama cevabım biliyordum. Bu karın bu soğuğun insana neler unutturacağını biliyordum. Soğuk görünmez bir canavar gibidir. Ayaklarını, elini, nereyi tutarsa orayı önce üşütür, sonra uyuşturur, hissetmezsin bile. Çarpılmış gibiydim. Sabri'ye dönerek, "Biraz hızlı git, öndeki arkadaşlara yetiş. Robinson'a söyle geri gelsin. Kurye, arkadaşları durdurmasın ama yavaş yavaş yürüsünler. Ayrıca arkadaşlar ayakkabılarına ve ayaklarına dikkat etsinler. Yürürken ellerini kara vurmasınlar" dedim. Sabri hızla gitti. Arkadan gelen üç arkadaş arasında Mazlum da vardı. Ulaştıklarında, "Heval Mazlum ne oldu?" dedim. Önce konuşmadı. Sonra, "Ayakkabım düşmüş" dedi. Bir arkadaşın parkesini alıp yere serdim ve onu oturttum. "Ayaklarını kaldır" dedim. Kaldırdı. Ayağında iki-üç çift çorap vardı ve ayaklan şişmeye başlamıştı. Çoraplarını çıkarmaya çalıştım. Buz tutmuş çıkmıyordu. Bıçakla keserek çıkardım. Parmak uçları siyahlaşmıştı. Çantamda bir çift çorap vardı, arkadaşlardan da birkaç çift çorap bularak giydirdik. Arkadaşların kefyelerini topladık. Benimkiyle üç etti. Ayaklarını sardık, ama biliyordum ki, iş işten geçmişti ve en az parmak uçları kesilecekti. Tabii siyahlığın ilerlemesini diğer yerleri çürütmesini önleyebilirsek. Silahlarını bir arkadaş, çantasını artçı arkadaş almıştı. Kefyeleri de ayağına sarmıştık. Ama naylon bula- sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:19 Page 15 STÊRKA CIWAN mamıştık. Bu, kaygılarımı artırıyordu. "Mazlum arkadaş kalk ve hiç durmadan yürümeye başla" dedim. Kalktı ve yürüdü. O giderken artçı arkadaşa, "Nedir bu? Bu arkadaş en az iki saattir ayakkabısını düşürmüş, ayrıca önceden de ayakları üşümüş ve uyuşmuş, senin yanındaydı niye haber vermedin?" dedim. Artçı arkadaş bir şeyler mırıldandı. Ama biliyordum, Mazlum tecrübesiz ve gururluydu. Ayakları üşüyüp, donmasına karşın arkadaşlara söylememişti. Robinson gelmişti. Olanları anlattım, o da şaşırdı "yav nasıl olur?"dedi. "Neyse şimdi ortalığı velveleye verme. Yoldayız morali bozulmasın. Hele bir yerlere varalım bakarız!" dedim. Robinson, "Yav parti mahvedece bizi’’ deyip yürüdü. Yürüyoruz. Mazlum'un ayağına bakıyorum, kefyeler ıslanmış, buz tutmak üzere. Kefyeleri değiştiriyoruz ama biliyordum ki fazla bir yararı olmayacaktı. Mazlum'un canı yanıyor, ama "ah" demiyordu. Kendi kendime, "Avrupa'dan gelen arkadaşlar biraz nazik olurlar, fiziki olarak biraz zorlandılar mı, ah vah ederler bu arkadaşın sesi bile çıkmıyor. Nereden almış bu gururu?" diyordum. Nihayet Xakurke'nin ağaçlıklı, karları biraz kalkmış yamaçlarına ulaştık. Xakurke sıcak olur. Kışın bile bazı yerleri özellikle vadileri kar tutmaz. Kurye ve Robinson arkadaş, karın kalktığı bir yerde arkadaşları durdurmuşlar ve ateş bile yakmışlardı. Ama Robinson arkadaş tecrübeliydi ve ayakları üşümüş arkadaşları ateşe yaklaştırmıyordu. Bir arkadaşın daha ayağının şiştiğini öğrendim. Ayağı yanmamıştı, biraz canı acıyacak, ama at- latacaktı. Mazlum arkadaş için yağmurluk sermişlerdi yere. Mazlum'u oturtup ayağını açtık. Önce karla, sonra ılık suyla ovduk. Siyahlık, parmakları aşıp ayağının yarısına ulaşmıştı. Ayaklarını kurutup çorap giydirmeye çalıştık, ama ayaklan şişmişti ve çorap giydiremedik. Yine ayaklarını kefye ile sardık. Robinson'a, "Ne yapalım? Bu arkadaşı doktora yetiştirmemiz gerekiyor" dedim, Robinson arkadaşta en az benim kadar kaygılıydı, "Arkadaşlarla cihazla konuştum, önümüze geliyorlar" dedi. "Arkadaşlar bir çay içsin gidelim" dedim. Çaylar olmak üzereydi. Arkadaşlar ayak üzeri çaylarını içtikten sonra tekrar yola çıktık. Vadiye ulaştığımızda on beş saatlik yol yürümüştük. Eski bir kamp yerine ulaştığımızda, üç arkadaşla birlikte doktor da gelmişti. Yanlarında bir de at vardı. Doktor, Mazlum arkadaşın ayağına ilk müdahaleyi yaptıktan sonra ata bindirdi ve karargaha kadar yanından ayrılmadı. Karargaha varır varmaz Mazlum arkadaşı karargah hastanesine aldılar. Mazlum arkadaşın ayağının bu hale gelmesinden dolayı daha karargaha girer girmez arkadaşlar tarafından eleştirildik. Beni asıl rahatsız eden eleştirilerin ağırlığı değildi, yeni bir arkadaşın ayağının yanmasıydı. Bir de neydi bilemiyorum, ama o arkadaşı farklı kılan bir şeyler vardı... İki gün Xakurke'de kalmıştık. Bu arada Eşref arkadaş da bir takımlık güçle karargaha gelmişti ve tabii ağır eleştiriler yapıyordu. Mazlum arkadaşın durumunu bir türlü kabul edemiyordu. 15 "Eski bir Kürt kadar bile olamadınız. Eski bir Kürt bile bu arkadaşı misafir kabul eder korurdu" diyordu. Üçüncü gün bir takımlık gücümüzle hazırlık yapıp Avaşine gitmek üzere yola çıktık. Daha iki saat yürümemiştik ki, cihazda düşmanın Lelkan ve Celiye Ari mıntıkasına indirme yaptığı ve hemen belirtilen tepeye çıkarak alan tutmamız istendi. Tepeyi tutmuştuk. Önümüzdeki tepelerde kobralann da yer aldığı ağır çatışmalar yaşanıyordu. Akşam geri çekildiğimizde, güçlerin toplandığını ve cihazlarda partinin misafirlerin alanın dışına çıkanlmasını istediğini öğrendik. Ama bir gün daha alanda durup, kalan güçlerin düzenlenmesini beklememiz gerekiyordu. Ertesi gün de yine bir mangalık güçle bir tepe tuttuk. Arkadaşlar altımızdaki kampta kalmışlardı. Düşman alana yakın konumlanmış ve bizimle arkadaşlann bulunduğu yeri ağır havan atışına tutmuştu. Cihaz bağlantısında arkadaşlar atışların neden bu kadar yoğun olduğunu sorduklarında onlara, atışların rastgele olduğunu, ama genel alana olduğunu, atış yoğunluğunun da eskiden bilinen bir alan olmasından kaynaklandığını söyledim. Arkadaşlar havan atışlarından dolayı dağılmışlardı. Mazlum arkadaş, doktor, iki üç arkadaş ve bir mangalık güvenlik birimi sağlam bir kayalığa gönderilmişti. Akşam olduğunda biz de noktaya inmiştik, ama Malum arkadaşın da içinde bulunduğu 15 kişilik grup kaybolmuştu. Üç saat bekledikten sonra gelmemeleri üzerine arkadaşlarla yola çıktık ve uzun bir geri çekilme yaptık. Mazlum arkadaşın içinde bulunduğu grup geri çekilememişti. Eşref arkadaş yanına bir takımlık güç Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:20 Page 16 STÊRKA CIWAN alarak bu grubu aramaya gittiyse de yolda ağır bir çatışmaya girmişlerdi ve düşman güçlerine ağır kayıplar verdirseler de iki arkadaş ağır yaralanmış, iki arkadaş da şehit düşmüştü. Daha sonra bir grup arkadaş tekrar alana girerek bu kayıp grubu aradıysa da bulamamıştı. Çelik operasyonu sahaya girdikten sonra bir bölüğümüz içlerinde kalarak düşmana darbeler vurmuştu. Xakurke alanı hem yeni savaşçılar hem de kurumlann bulunduğu bir alan olması itibariyle diğer alanlar gibi düşmanı darbeleyememişti. Oysa diğer alanlarımız indirdikleri darbelerle Çelik operasyonunu boşa çıkarmışlardı. Operasyondan sonra tekrar alana girdiğimizde kaybolan bu 15 kişilik gruptan beş arkadaş partiye ulaşmış ve olanları anlatmıştı. Kopan grup, ilk gün bulundukları noktaya havan atışları yapıldığı için yer değiştiriyor. Alanı bilen arkadaş az olduğundan yollarını şaşırıp, başka bir vadiye gidiyorlar. Mazlum arkadaş, ayağı yanık olmasına rağmen beş gün boyunca büyük irade gösteriyor ve grupla birlikte yürüyor. Beşinci gün gizlendikleri nokta düşman tarafından çembere alınıyor ve çatışmaya giriyorlar. Düşmanın ilk saldırısında Doktor, başka bir arkadaş ve Mazlum arkadaş şehit düşüyorlar. Mazlum arkadaş dağlarda on üç on dört gün yaşamıştı. Bir buluşmaydı onunki... Bu arkadaş kimdi, neydi? Pek sormuyordum. Bu benim için bir kaçıştı. Yeterince koruyamamıştık. Bir vicdan hesaplaşmasından kaçıştı. Aradan bir yıl geçmişti. Avaşin'e gitmiştim. Zagros' konferansı yapılacaktı. Konferansın Nîsan 2015 yapılacağı şikefte girdiğimde, ilk gözüme çarpan, genç bir arkadaşın çerçevelenerek asılmış resmi oldu. Hemen yanına gittim ve resme iyice baktım. Bu 'Misafir'di. Mazlum arkadaştı. Altında, "HASAN KIZILER" yazılıydı. Yanımda fotoğrafa bakan arkadaşlara, "Heval bu arkadaş kimdir?" diye sordum. Arkadaşlardan biri, "Bu arkadaşı Avrupa'dan tanıyorum. Avrupa YCK sorumlusuydu. Şehit düşmüş, ama nerede şehit düşmüş bilmiyorum" dedi. Sessizce oradan ayrıldım. Demek gururu oradan kaynaklanıyordu. Genç, cesur ve gururlu bir gençlik komutanıydı. Yaşasaydı ne kadar güçlenecekti kim bilir? Ama şehit düşmekle de az şey yapmamıştı. Kürt gençliği için, halkı için büyük bir sorumluluk göstermiş, dağlara gelmiş, ülkesiyle buluşmuştu. Büyük buluşmayı başarmıştı. 1997 yazında Xakurke sahasına geri döndüğümde yine ilk aklıma gelen Mazlum arkadaş oldu. Ama bir çok şey, çok köklü bir şekilde değişmişti. Mazlum arkadaş iki yıldır bu topraklarda yatıyordu. Bu toprakların gerçek sahibi Mazlum arkadaştı. Artık Mazlum arkadaş bu coğrafyaların sahibi olarak Altın Hilal ile bütünleşmişti ve gökyüzünden bir yıldız kaymadı. Artık gerillalar şehit düştüğünde yıldızlar kaymıyordu. Her toprağa düşen gerillayı temsilen gökyüzünde bir yıldız artıyor, bir yıldız parlıyordu. Mazlum arkadaşın şehadetiyle gökyüzündeki parlak yıldızlar bir tane daha artmıştı. 16 dogal otorite +2.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:21 Page 17 STÊRKA CIWAN Demokratik(Doğal) Otorite II n n l Tanrıça kültüründe dile geldiği gibi, emek verdiği oranda kabul gören, kabul gördüğü oranda yönetim mekanizması olur. n Usar Serhat Bu yazının birinci bölümünde anladığımız kadarı ile doğal otoritenin temel özelliklerini açıklamaya çalışmıştık. Bununla beraber tarihte nerde ve nasıl yaşandığına dair açıklık getirilmeye çalışmıştık. Aynı zamanda ve en temel husus olan kadın ile bağının nasıl ve nereden geldiğine dair fikir belirtilmişti. Bazı arkadaşlar haklı olarak şunu diyecek ''tamam doğru da bundan sonra nasıl olacak?“. Bundan sonra paylaşmaya çalışacağımız bölüm; günümüz dünyasında bu doğal otorite nasıl olacak ve hangi esaslar üzeri bunu inşa edeceğiz. Nasıl olacak? sorusuna yine tarihten kopuk ele almadan yeni paradigma çerçevesinde bir açıklığa kavuşturmaya çalışacağız. En basit deyimle insan şunu belirtebilir; iktidar zihniyetinden arınmak ile doğal otorite inşa edilebilinir. Daha farklı bir söylem ile biz toplumdan aldığımızı yine topluma nasıl kanalize edebiliriz yani toplumu ve üyesi olan bireyleri nasıl yine sağlıklı ve birbirini tamamlayan olgu haline getirebiliriz. Bu noktada ana tanrıça kültürünü iyi bilmek ve günümüzün kadın özgürlükçü paradigmasını kavrayıp pratikleştirmemiz gereken olmazsa olmazların başında gelmektedir. Açıklamaya çalıştığımız üzere toplu17 n n n mun doğal dengesini bozan iktidarcı egemen zihniyetiyle kesinlikle ve mutlak suretle ideolojik savaş içinde olmak gerekmektedir. Çünkü günümüz kapitalist modernitede çürümek ile yüzyüze kalmış olan toplumsal gerçeklik eğer politik ve ahlaki değerlerini korumak istiyorsa muazzam bir mücadele içinde olması şarttır. Yani toplum artık yeniden özüne dönüp bir bütünen doğayla yine symbiotik bir ilişki ağı yakalaması gerekmektedir. Bir pil gibi insanı tüketen kapitalist modernite, insanı bugünkü haliyle doğaya yani kendisine düşman hale getirmiştir. Bundan dolayıdır ki insan özünü, kendisiyle barışık hale gelip aslında doğanın ve evrenin sentezi olduğunu kavrayınca bulabilir. Şimdi bu özü bulma ve somuta kavuşturma ne anlama geliyor ve nasıl olacak sorusunu cevaplamaya çalışacağız. Bilindiği üzere neolotik devrimin öncüsü olan pro-kürtler insanlık tarihine o temelde damgasını vurmuştur. İnsanlığa ve toplumsallığa devrimci öncülük yapmışlardır. Ana tanrıça kültürünü geliştirmiş ve şuan varolan insanlık değerlerine birebir öncülük yapmışlardır. Neolotik dönemden kalan buluş ve bilgi birikimi ondan sonra gelen tüm yaşam biçimlerine Nîsan 2015 dogal otorite +2.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:21 Page 18 STÊRKA CIWAN temel olmuştur. Burada sadece şu hayati detayı görmek gerekir; neolotik toplumda herşey toplum ve bireyin güçlenmesi için iken yani toplumdan alınan zenginleştirilip topluma geri verilmekteydi. Neolotik toplumdan sonra ortaya çıkan erkek-egemenlikli zihniyet yapılanmasında toplumdan çalma ve toplumu kendine muhtaç etme vardır. Bunu yaparken de zaten ilk köleleştirdiği kadın ve onunla bağlantılı olan demokratik otorite değerleri olmuştur. Bununla beraber nereden başlayacağımızda ortaya çıkmaktadır. Eğer yeniden öze dönüş olacaksa o zaman bu özün kadının kesin özgür yaşam ve kendisini özgür ifade edebilecek bir sistemde mümkün olabileceğini iyi kavramak gerekiyor. Bilmek gerekiyorki kapitalist modernitede kadının ve onunla beraber gençlik kesiminin bu kadar özünden uzaklaştırılması tesadüfü bir olay değildir. Belirttiğimiz gibi toplumun kök hücresi olan kadın ve eğittiği gençlik kesiminin fiziki ve ideolojik saldırıya bu derecede maruz kalması, kapitalist modernitenin anti-toplumcu ve kök hücreyi tahrip etme çabasının ispatıdır. Kadına şiddet (fiziki veya ideolojik) gençliğide –gençlik denildiğinde genç kadın da buna dahildir- sex, spor ve sanat ile tamamıyle esir almak istemektedir. Yani beyni uyuşmuş kendi kendini yönetemez ve sorunlarına cevap olamayan anti-toplumsal bir insan yığını yaratmak istemektedir. Bunu yaparken de kendisinden başka bir alternatif olmadığını ve kendisinin yaşamın son mertebesi gibi göstermeye çalışmaktadır. Geçmişte de yaptığı gibi buna karşı çıkan ve öze dönük yaşamak isteyen kesimleri ya ´barbar´ ya da günümüz deyimiyle ´terörist´ olarak ilan etmektedir. Talan seferlerini bugün de olduğu gibi bu tür saçma teorilere dayandırmaktadır. İşte bu insan düşmanı o zihniyete karşı demokratik modernite ve yönetim biçimi olan demokratik otoriteyi inşa edilerek doğru mücadele edilinebilinir. Dahada somutlaştırırsak bugün Kürdistan'da inşa edilen Demokratik Konfederalizm ve demokratik ulus paradigmasıdır. Ahlaki ve Politik toplum demek toplumun yeniden bahsedilen neolotik değerlere sahip çıkıp, toplumu tahrip eden erkek-egemenlikçi zihniyeti dışlamasıdır. Tanrıça kültüründe dile geldiği gibi, emek verdiği oranda kabul gören, kabul gördüğü oranda yönetim mekanizmasında olunabilinir. Demokratik otorite demek toplumun bir bütünen kendisini kavrayıp ve kendi değerlerine sahip çıkması demektir. Ve böyle bir toplum için de hizmet etmek isteyen kişiler ise kendisine esas alması gereken şeyler kesinlikle karşılıksız ve beklentisiz kendisini adanmışlık ilkesine göre düzenlemeleridir. Bu ilke neolitik toplum ve onun öncesinde nasıl işlenmiş ise o şekilde ve dahada zenginleştirilerek günümüze uyarlanması demektir. Nasıl sorusuna sadece Rojava'ya bakılarak da daha iyi anlaşılır diye düşünüyoruz. Orada mutlak suretle politik ve ahlaki toplum inşa edilmektedir. Oradaki toplum demokratik ulus çerçevesinde kendisini örgütlemiş, öz savunmasını geliştirmiş ve devletçi zihniyete gerek duymadan kendi kendisini yönetmektedir. Ve dışarıdan gelen tüm saldırılara karşı da bu değerleri korumak için hiç bir karşılık beklemeden kendisini adamaktadır. Rojava'da kadın ve gençliğin öncülüğünde gelişen devrim şimdiden inşasına başlanılan geleceğin örnek toplumudur. Sonuc itibariyle doğru örgütlenen kadın ve gençlik kesinlikle hakikati yaşamsallaştırmaya tarihi, şimdiyi ve geleceğiyle belirleyen kesimlerdir. Demokratik Otorite demek toplumun bir bütünen kendisini kavrayıp ve kendi değerlerine sahip çıkması demektir. lll Nîsan 2015 18 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:22 Page 19 STÊRKA CIWAN İki Arayışçının Hikayesi n n n Salih Doğan Bir şehit haberi daha düştü yüreğimize. Adı Halil Dağ. Özgür basın geleneğinin sembollerinden. Gazeteci, devrimci, yönetmen ve gerilla. Dağlara ve Özgürlüğe sevdalı bir yaşamdı Halil. Özgürlük için adadı bedenini. Dünyanın en zor işlerinden biri aynı acıyı ve sevinci birlikte yaşadığın arkadaşlarının haberini yapmak. Kaybetmek... Kalemlerin yazmadığı, mürekkeplerin kuruduğu bir an bu. 1995 yılında Suriye’de tanıştım Halil’le. Yerinde durmayan, kamerasının başında işini en iyi şekilde yerine getirmenin verdiği hassasiyet ve ürkeklikle sakarlıklar yapan bir gazeteciydi. Halil hayallerinin peşinde koşan, hayalleriyle yaşayan bir insandı. Her zaman yeniyi, ilki arayandı. Herşeyin ilkini ve en iyisini yapmak isteyen bir gazeteci... Daha sonra birlikte gittik Kürdistan dağlarına. Herkesin merak 19 n n n ettiği, Kürt halkının kalbinin attığı gerillaların içinde haber yapmaktı amacımız. O, Zap bölgesinde kalıp, gazeteler için haber ve televizyonlar için çekim yaptı. Bir sürü zorluklar, engeller çıktı karşısına. Hepsini bir bir aştı. Önce resimler çekti, sonra haberler yaptı. Ardından görüntülü haberler geldi. En son bir sinemacı, bir film yönetmeni olarak çıktı karşımıza. Özgür topraklardaki tüm ilkleri Halil gerçekleştirdi. İlk önce çatışma görüntülerini kaydetti. Sonrasında havaya uçurulan panzerlerin görüntülerini çekti. Ve Zap’ta 1997 yılında Türk ordusunun bozguna uğradığını belgeleyen helikopterin düştüğü anı Halil görüntüledi. Bununla da yetinmedi, dağlara gelen gençlere habercilik öğreten, kamera dersi veren bir öğretmen oldu. Dağın gizemli ve sihirli yaşamının bir bölümünün anlatıcısı, tarihçisi ve canlı tanığı...Son bir hayali, özlemi kalmıştı Halil’in; o da Kuzey’e, taaa Dersim’e kadar gitmek. Oraları anlatmak, oradaki gerillaların yaşamını, direnişini resmetmek! Yaşam gerekçesiydi bu, kimse durduramazdı onu. Çünkü kararını verdi mi yerinde duramazdı Halil. Yola çıktı 2007 yılında, takıldığı bir operasyondan yaralı kurtuldu. Onun yaşaması için bedenNîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:24 Page 20 STÊRKA CIWAN lerini siper etmişti arkadaşları. Çünkü Halil, bu dağlarda öğrenmişti yaşamı ve yoldaşlığı. Onun için sevmişti dağları bu kadar. Besta’da çıkan bir çatışmada yaşamını yitirdiğine dair gelen haber yüreğimize ateş düşürdü. Selçuk Şahan (Enver Polat), 1980’lerin başında genç yaşına rağmen Avrupa’da Kürt Özgür Mücadelesi saflarına katıldı. Basın-yayın çalışmasında kesintisiz on beş yıl yer aldı. İlk olarak Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC)’nin yayın organı olan Demokrat Türkiye gazetesinin dizgiciliğini yaptı. Ardından da Serxwebûn gazetesinde çalışmaya başladı. Tüm ideolojik ve örgütsel şekillenişi ve disiplinli çalışmayı Serxwebûn'da edindi. Hep ülke özlemi ile yaşayan Selçuk arkadaş 1996 yılında Önderlik sahasına geçti. "Artık gidiyorum, yıllarımın geçtiği Avrupa’dan. Doğduğum topraklara, havasını soluyarak büyüdüğüm dağlara. Yolları, arabaları, binaları ve mağazalarıyla, gözlerin gördüğü her reklamıyla insanın ruhuna ve duygularına hücum eden Avrupa’dan gidiyorum. Şehit Yüksel Günebakan’ın deyimiyle; Kürdistan’a gidiyorum. Bu yolun doğruluğundan, bu davanın kutsallığından hiç kuşku duymadım. İnandığım gerçekliği hem gördüm, hem yaşadım...” diyerek Kürdistan dağlarının yolunu tuttu. 1996 kışında çıkıp geldi. Kısa sürede tanışıp iyi arkadaş olduk. Selçuk arkadaş okulda eğitim veriyor, arta kalan zamanında bize tecrübelerini aktarıyordu. En büyük isteği ise bir an önce Avaşin'i görmekti. Banyo günü gelmişti. Uzakta olsa Avaşin'e gidecektik. Bazı arkadaşlar istemese Nîsan 2015 Selçuk ve Halil, iki büyük devrimci emekçi, iki büyük emek kahramanı! Biri bilgisayarın, diğeri kameranın ustası. Kendi işlerine aşk derecesinde tutkuyla bağlı iki sanatçı. Çalışmaya sanatçı inceliğiyle, titizliğiyle, ciddiyeti ve disipliniyle yaklaşan iki büyük Apocu militan. 20 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:24 Page 21 STÊRKA CIWAN de Avaşin'in kena1998 yılının başında Botan'a gitmek rına indik. Banyoüzere yola çıktı. Nisan'ın ilk haftası muzu yapıp elbisebüyük bir grup ile Botan'a ulaştı. lerimizi yıkadık. AvaDaha bir hafta geçmeden Türk ordusu şin'e gelmişken balık yeSelçuk arkadaşların grubunun bumeden dönmek ollunduğu alana operasyon başlattı. mazdı. Balıklarımızı Özel kuvvetlerden oluşan uçar birlikler da yedikten sonra her yere indirmeler yaparak gerillaları yola koyulduk. Dimdik kuşatıp imha etmek istedi. 11 Nisan tepeyi çıkana kadar kan günü sabah saatlerinde savaş uçakter içinde kaldık. Yaptıları Selçuk arkadaşın bulunduğu ğımız banyo boşa gitalana bomba yağdırmaya başladı. Samişti. Ama hepimiz çok dece Selçuk arkadaşların bulunduğu mutluyduk. Selçuk artepeye 37 tane kazan bombası kadaşın en büyük hayalini atılmıştı. gerçekleştirmiştik. Biz o sırada Zap'ta telsizin Selçuk arkadaşın hiç yanıbaşındaydık. 3 gündür opemızdan ayrılmasını istemiyorrasyon bölgesinden haber aladuk. Ama o her defasında birmıyorduk. Operasyon geri çeliklere gitmek, savaşın içinde kilmesi sonrası yanılmıyer almak istiyordu. Her düzenyorsam 4 gün bağlantı lemede, Önderlikle her konuşmada kuruldu. Çok şiddetli çapratiğe gitmeyi dillendiriyordu. Bu tışmalar yaşanmıştı. Telbüyük isteme artık kimse karşı sizin başındaki arkadaş opeduramazdı. Gerdiya alanındaki Şahan arkadaşın birliğine gönderildi. Bir yaz boyunca o birlikle k pratikte kaldı. Hiç zorluk an büyü s i N 4 r i , Yeni b yaşamadı. Birlikteki arutlarken lar k u n u ş kadaşlarla kısa sürede u ş do ğ alil yolda H e kaynaştı. Tüm prav k Selçu Nisan n ü tik işlere koşuşturt ü b a şahsınd du ve en önemlisi mizi de yaşam tecrübesi şehitleri nnetle anıyor, mi edindi. Aslında iyi saygı ve daşları bir yazar, iyi bir arın yol kadar yürüme l n O edebiyatçıdı, şimdi nuna olarak so ir kez daha de iyi bir gerilla olüb muştu. O dört dörtlük sözümüz !“ z bir militandı. Mücadelenin ineliyoru y verdiği her görevi büyük bir coşku ve heyecanla yerine getirmek için tüm gücünü ortaya koyuyordu. 21 rasyonun ayrıntıları hakkında bilgi verdi. Ardından şehit düşen arkadaşların isimlerini tek tek saydı. Selçuk arkadaş da şehit düşenler içindeydi. Adeta şok olmuştuk. Uzunca süre kimse tek kelime etmeden durdu. Erken ve büyük bir kayıptı bizim için… Selçuk ve Halil’i en iyi Selahattin Erdem yazdığı bir makalede şu cümleler çok iyi anlatıyordu: “Selçuk ve Halil, iki büyük devrimci emekçi, iki büyük emek kahramanı! Biri bilgisayarın, diğeri kameranın ustası. Kendi işlerine aşk derecesinde tutkuyla bağlı iki sanatçı. Çalışmaya sanatçı inceliğiyle, titizliğiyle, ciddiyeti ve disipliniyle yaklaşan iki büyük Apocu militan. Çalışmada Apocu sanatçı tarzının iki seçkin temsilcisi. İki yorulmaz, usanmaz ve geri adım atmaz işçi. İki eğitmen, iki yoldaş canlısı. Yüreği insan ve halk sevgisiyle dolu iki tutarlı insan. İki coşku ve heyecan seli. İki özgür irade ve karar gücü. Kendini Kürt halkının ve insanlığın özgürlüğüne adamış iki büyük devrimci ve gerillacı. Önderlik gerçeğine bilinç ve sarsılmaz iradeyle bağlı iki gerçek Apocu. Önder APO’nun en duyarlı iki izleyicisi. Bu iki emek kahramanı, her zaman kendilerini 4 Nisan büyük doğuşuyla dünyaya gelmiş saydı. On yıl arayla her biri farklı bir Nisan gününde ölümsüzler ordusuna katıldı. Yeni bir 4 Nisan büyük doğuşunu kutlarken, Selçuk ve Halil yoldaşlar şahsında bütün Nisan şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor, Onların yoldaşları olarak sonuna kadar yürüme sözümüzü bir kez daha yineliyoruz!“ Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:26 Page 22 STÊRKA CIWAN Yoldaşlık n n Yoldaşlık ilişkileri için herkes kendisi için bir tanımlama yapmıştır. Yoldaşlık ilişkileri için bazıları bir kitap kadar yazı yazar, bazıları da birkaç cümle ile izah eder. Gerçekten de yoldaşlık gizemli, sihirli, sırrına ve özüne ulaşılmayan kutsal bir kelime midir? Ya da kutsal bir belirlemenin ilişkilere yansıyan hali midir? Belki de bu soruların tümü de birbirini tamamlayan bu kutsal belirlemenin “evet” halini ifade eder. Gerçekten de bu kelimeyi böylesine kutsayıp anlamlandıran neNîsan 2015 n Argeş Xemgîn n n n dir ve kimlerdir? Yoldaşlık, belki de hak yoluna koyulup hakikati arayanların önüne çıkan tüm zorlukları eşit pay edenlerin eylemidir de? Evrenin her yerinde ve her anında hep bir arayış hali kendini sürekli kılmaktadır. Evrenin oluşumuyla birlikte bu arayış sürekli kendisini devam ettirmektedir. Bu arayışın temeli de, oluşu bulmaktır. Oluşun kendisini zamandan ayrı tutamayız ve soyutlayamayız, ayrı tutuğumuzda veya soyutladığımızda, o zaman bir arayıştan söz edemeyiz. Oluş olmadan zaman, 22 zaman olmadan da arayış olamaz. Bu üç olgu birbirini tamamladığında hayat akışkanlık kazanır ve evren de bu üç olgu diyalektiğinde yaşam arayışına devam eder. O zaman nasıl bir arayış diye düşünürüz. Her insan nasıl ki yaşamının farkındalıklarını oluşturuyorsa, evrenin kendisi de bir bütünün oluşumunu bulma yolunda arayışını hergün daha da güçlendirmektedir. Evrenin arayışı kendisini oluşuma götüren süreçte, insanın mükemmel zihin yapısı ile evreni zafer ile amacına götürme yolunda çok bü- sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:26 Page 23 STÊRKA CIWAN yük adım atan canlı olarak tanımlarsak, pek de yanlış olmaz. İnsan, kendisinin ve evrenin farkına varan doğa olarak nitelendirilir. İnsan yaşamış olduğu oluşumu beklenilen düzeyde olmasa da, yine de belli bir düzeyde kendisini ilerletmiş ve belli bir noktaya vardırmayı başarmıştır. "Oluşum-arayış ve zaman" üçlemi yoluyla belli bir bütünsellik bağlamında anlam bulmuştur insan. Bir arayışın gelişmesi için bir yol olmalı ki, anlam bulabilsin. Yol olmadan bir arayışın ve bu arayışın anlamla tamamlanması mümkün değildir. Böyle bir arayış çabasına girilmesi boşunadır. İnsan, kendisinin farkına vardığında varoluş halinin tamamlaması için sürekli yeni bir arayışın peşinde olur. Bundan kaynaklı kendimizde hep farklı yolları denemenin arayışına girip, daha da anlamlaştırma mücadelesi ve çabasında olduğumuzun en somut hali değil mi? Bunun içindir ki yol, kutsal sayılacak derecede kendisini önemle teşkil etmektedir. Bundan kaynaklı belirlenen yollar doğrultusunda arayışlara gidilir ve oluşla sonuçlanır. Sürekli oluşumu göz önüne aldığımızda yollarda hiç bitmeyecektir. Çünkü yollar devamlı akışkanlık içindedir. Burada o zaman karşımıza çıkan yol bir amaç olduğudur. Yol amaç ise, amaç uğruna ölüme gidilen tereddüt etmeden yürünülen, çıkan bütün engellere zorlanmalara karşı peşinden gitmek değil midir? Evrende hiç birşey amaçsız değildir. Kuşkusuz ''herşey” insan gibi farkında olmayabilir, gerekli oranda bilinç yoğunluğuna sahip olmayabilir. Fakat ''herşey'' kendi varoluş yapısına uygun bir anlam ve farkındanlığı vardır. Ve bu ''herşey” amacına ulaşmak için bir savaşçıdır. Bundan kaynaklı bu arayışa anlam veren ve farkındalığı geliştiren yolun kendisidir. O zaman yol hakikattir, hakikat ise önder Apo’nun belirtmiş olduğu Aşk’tır. Aşk ise özgür yaşamdır. Peki bugün özgür yaşamın peşinden kimler koşuyor? Bu yolu kimler, anlama kavuşturma savaşında ve çabasındadır? Yolu anlamına kavuşturan, bu anlamın oluşumunu yaratan, bu yaratım sürecini izleyen yolda bıkıp usanmadan ilerleyen ve bunun için başkoyan hiç kuşkusuz ki hakikat arayışçılarıdır. Devletçi sistem ve onu temsil eden zihniyetin gelişmesi ile beraber hakikat olgusu da ortadan kaldırılmıştır. Daha doğrusu hakikatın güç yitirmesine ve giderek yaşam bulma olanağını kaybetmesine sebep olmuştur. Hiç kuşkusuz ki hakikat olgusunun tekrardan anlam bulması için her zaman bir mücadele ve arayış sürmüştür. Bu arayışlara erkek egemenlikçi hiyerarşik-devlet büyük engeller ve zorluklar çıkartmıştır. Fakat bu yola kendisini adayan ve yolun kutsanmış olduğunu düşünenler her türlü engelleri aşarak inandıkları yoldan yürümesini bilmişlerdir. Çok zorlanmalarına, çile çekmelerine, işkence görmelerine rağmen hakikat yolundan ayrılmadıkları gibi, onları bu yoldan alıkoymak isteyenlere karşı da büyük kavgalar vermişlerdir. Birçok filozof cayır cayır yakılmalarına, yaşam boyunca zindanlarda çürümelerine ve büyük işkencelerle yüz yüze kalmalarına rağmen ser vermiş, hakikatten ayrılmamışlardır. Bir avuç olmalarına, sayısal olarak az olmalarına karşı yine de düşünce, inanç ve hak yolundan ayrılmamışlardır. 23 Fazla uzaklara gitmeye gerek yok. İşte Arin Mirkan, bu arkadaşlar çağımızın filozofları, çağımızın en genç ve enternasyonalist devrimcileridirler. Bildikleri yoldan korkmadan, yılmadan, ezilmeden ve savundukları ideallerinden taviz vermeden hakikat yolundan ölümsüzlüğe ulaşmışlardır. Zaten hakikat odur, barbarlara, kan emicilere, vahşilere boyun eğmeden, onlar karşısında diz çökmeden direnmektir. Peki bu yoldaki yolcunun yoldaşlığının gizemi nedir? Bu yoldaki yolcuya yolu anlamlaştıran güzel kılan beraber yürüyen yaşam eylemini gerçekleştiren yoldaşı değil midir? Burada yoldaşı yoldaş yapan paylaşımı ve içtenliğidir. Paylaşım olmadan aynı yolda yürümek mümkün kılınır mı, belki bir yere kadar mümküm kılınabilir. Ondan sonrası, tükeniş, bitiş, ve varolan oluşumun yok oluşudur. Bu aralar herkesin sıkça duydugu bir söz var "sakladığın değil, paylaştığın senindir." Peki bizde bu söz neyi ifade ediyor? Bütünselliği ifade ediyor. Paylaşım varsa bir yerde, orda bütünsellik vardır. Bütünselliklerle birliktelikler oluşur ve bununla tamamlamanın gerçekleşmesi olur. Paylaşım bir eylemdir, paylaşım cesaretli, kararlı duruşu ortaya çıkarma eylemidir. Paylaşım insanın kendini ifade etme kimliğidir. İnsan, kimliğini buldukça ve kendini bu temelde ifade ettikçe kendi dünyasında yeni kapılar açar ve anlam bulur. Paylaşım hakikat yolunda yürüyen yoldaşıyla bağlarını güçlendirir, sarsılmaz, kopartılamaz bir hale büründürür. Peki bizler bugün ne kadar bu yolda, bu yoldaşların yoldaşı olaNîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:26 Page 24 STÊRKA CIWAN biliyoruz? Yanıbaşımızdaki yoldaşlarımızın yüreklerine ne kadar bir bütünsellik içine girip yoldaşlarımızın duygularını, sevinçlerini ve üzüntülerini yüreğimizde hissedebiliyoruz. Ve böyle bir paylaşımın çabasına giriyoruz. Sistemlerin kendi benliklerimizde oluşturmuş olduğu bireysel çarpık, sakat ve hastalıklı kişilik ruh hali ile yoldaşlık rolümüzü unutuyoruz. Bundan kaynaklı görevlerimizi ve sorumluluklarımızı unutma eşiğindeyiz. Sorumluluk ve görev bilincimiz kalmışsa bir kıyıda o zaman yola koyulunur ve sistemin benliğimizde oluşturmuş olduğu hastalığa, çetin olan bir kavgaya tutuşur benliklerimizde ve orada sistemlerin kavgası gelişir kanlar dökülür. Be- Nîsan 2015 denler cesetleşir ve göz pınarlarımızdan yaşlar akar. Bu kavgada galip çıkan insan yanımız olursa, yola koyulup yoldaş olunur yoldaşlarına, fakat mağlup olup yenilirse, artık param parça olur ve toz gibi savrulur her tarafa. O zaman yolun yolcusu, yoldaşın yoldaşı olamaz, artık her türlü kötülük olur, kötülük yapar, ama yoldaş olamaz artık. Bundan kaynaklı varolan sistem paylaşımların da düşmanı oldu, bundandır belki en çok paylaşımları hunharca dağıtması, şimdi hepimiz sistemin oluşturmuş olduğu kişilik tarzı ile bireysel, bencil, egoist ve çürümüş yanlarımız ile toplumsallığa gelmeyen hallerimiz ile kendimizi toplumsal yaşamaya dayatıyoruz. Bir 24 çoğumuz bir yol hattına girmiş olabilir, yolcusu olacağımız bir yaşamın, kim bilir belkide sistemin o bireyci hastalıklı yaşamına karşı özgür yaşamı inşaa etme yoluna koyulacağız, içimizden ve dışımızdan yitip giden bir yaşama karşı sessiz kalamayız. Bunun için insan önce kendi hakikatine ulaşma savaşımını vermeli. Ve yeni yolunda yoldaşları ile bütün zorluklara göğüs gererek yürümelidir. Onun için yoldaşlık karşılıksız bağlanmayı gerektirmektedir. Yoldaşlık kendi isteği için değil, olması gerektiği için kavgaya tutuşandır. Yoldaşlık o dur ki yoldaşına gelen yağlı mermileri göğsünde pay edendir."Peki siz ne kadar yoldaşların yoldaşısınız" sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:27 Page 25 STÊRKA CIWAN Sistem ’ e d n i t a k i k a ‘H Erimek n n Bir insanı toplumsal bir varlık olarak ele aldığımızda, toplumsal öze, insanlık değerlerine ve hakikatine ulaşabilme, anlam biçme arayışında şüphesiz bireyin yol-yöntem, daha doğrusu hangi (kimin) gerçekler üzerinden kendine ve topluma şekil verebiliyor durumu ölüm ile kalım arasındaki çizgi kadar ince ve hassas bir noktadır. Bunlarla bağlantılı en basit atom parçacığından en karmaşık bileşime (yapıya) doğru bir anlam artımı söz konusudur. Yani bu atom ile formüle ettiğimiz formun gerçeğinde insan ve toplum tanımlanmak istenmektedir. Nasıl ki anlamlı bir yapının oluşabilmesi için milyonlarca atomun biraraya gelmesi gerekiyorsa toplum içinde kesinlikle bu böyledir, canlı cansız maddelerin özündeki diyalektik gereği bir bütün varlıklar içinde insan da etkilenmektedir. İnsan gerçeğindeki bu doğal yapıdan kaynaklı tarihten beri toplumsallaşabilmesi için ve kendi varlığını her türlü ''maddi, manevi, ruhsal, psikolojik'' açıdan inşa etmesi ve geliştirmesi sağlanmıştır. Bu bize insanlık tarihiden kalan en güçlü ve kutsal miras olarak görülmektedir. Anlamını en iyi dile, söze, yapı- n Hayri Serhildan n n n lanmaya ''örgütlülüğe'' kavuşturan toplum en gelişmiş toplumlar olarak bilinirler, buna karşı yine bir toplumun kendi hakikatını açıklayamaması en ağır kölelik, asimilasyon ve soykırım durumunu ifade eder. Ne demek isteniyor? Hangi formasyonda ele alırsanız alın (birey, aile, şehir, köy…) içinde bulunduğu durumu bilince çıkarabilmesi eksiklik veya yanlışlıkları noktasında yol ve yöntem geliştirip yaşamsallaştırması ve yine nasıl bir ''buluşma'' gerçekleştirmesi gerektiği olarak tanımlayabiliriz. Hakikatsız toplum, hatta birey anlamsız kılınmış başkasının hakikati içinde erimiş varlık anlamına gelmektedir. Buraya kadar genel anlamda toplumu tanımlamaya çalıştık, şimdi günümüz toplumunun gerçekliğine bakarsak bizim için en ilgi ve merak uyandıran toplumun bu kadar maneviyatından (mütevazilik, kıymet bilme, değer verme, sahip çıkma, paylaşımcılık) nasıl kopartıldığıdır. Reber Apo'nun kapitalist modernite olarak tanımladığı küresel güçler olan ve kendisini emek sömürüsü üzerinden örgütleyen, yaşatan kapitalist sistem, sermaye gücünü eline alıp toplum üzerinde tahakküm 25 yaratan asalak grubu olarak biraraya gelmiş şirket ve kurmayları olarak sunulan ''ceo'' lar aslında ekonomi ile ilgisi olmayan yönetim cambazlarıdırlar. Finans kapital çağı dedikleri sanal rakamlar üzerinden, anti-toplum, anti-insan, anti-doğacı olan görkemli saray ve şirketlerinde sermayelerine sermaye katmış işçinin, köylünün, emekçinin sırtında bir kambur olarak çıkmış, kan emici sülüklerden başkaları değillerdir. Ama bu durumlarına rağmen dünyanın sermayesini ve küresel güçleri olan kimselerdir, onlar için esas olan yaşam felsefeleri ve amaçlarını, kendi güçlerini nasıl daha çok büyütebilirler, emek sömürüsü temelindeki sistemlerini bütün dünyanın köşe bucağında nasıl yaşatabilirler meselesidir. Demokrasi, insan hakları, refah yaşam kandırmacıları altında bir bütün olarak bu amaca hizmet için kullanmadıkları bir yol yöntem kalmamış gibidir. Toplumun en kutsal saydıkları değerlerden tutalım inanç ve kültürlerine kadar ''modernizm'' süslemesi ile gerek medyası, teknolojisi, okulu ile yaratmış olduğu popüler kültür içinde hiç bir ahlak ve insanlık ölçüsü bırakılmamış, geliş- Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:27 Page 26 STÊRKA CIWAN tirilen özel politikalarla insanlık, binbir türlü hastalık ile esrar, kadın ticareti, sapkınlık, çetecilik gibi yaşam tarzıları ile sisteme bağlanmış durumdadır. Yine bu zihniyet yapılanması al- tında yarattığı bütün kurumları ile okul, üniversite, kilise, cami, televizyon, dernek, gönüllü, sorgulamayan, tepkisiz, düşünmeyen bir insan yığını yaratılmak istenmektedir. amış, r v a k i n gerçeği : , ş u m ş bulu ençlik Özü ile özgürleşmiş g . ekliyor izi b b n a t s Kürdi Nîsan 2015 26 Yani bir bütün olarak toplum değerlerine sahip çıkmayan, hatta karşı duran, kötü, ilkel, geri gören, tarihini araştırmayan, dilini, kültürünü öğrenmeyen tamda sistemin istediği gibi sürekli tüketen ''anı yaşa'' mantığı ile var olanı tüketen, nasılsa bana sunuluyor düşüncesi ile toplum ve gelecek kaygısı olmayan kültürsüz, nerde sabah orda akşam, hayalperest, herşeyi toz pembe gören bir toplum yaratılmıştır. İşte bu kadar insanlık dışı düşünce ve yaşamları olan bu toplum tacirlerinin, üzerinde en çok hesap yaptıkları kesim yanılgısız özelde genç kadın, genelde gençliktir, Reber Apo gençliği, toplumun taze kanı, öncüleri, geleceği olarak tanımlarken aynı zamanda gençlik üzerindeki sorumluluğunun büyüklüğünü de belirtmektedir. Bu düşürülmüş toplumu hayata geri döndürecek yeni bir çıkış yapabilecek bir bütün olarak diline, kültürüne, tarihine, geleceğine sahip çıkacak, savaşacak, mücadele edecek potansiyele sahip, eylemin öncüsü, toplumun diri ruhu, rengi, heyecanı, neşesi, elbetteki yine gençliktir. Bu potansiyeline rağmen gençlik içersinde yaşadığı sistemin gerçekliğini görmez, bir duruş ve tavır geliştirmez, sistemin oyunlarını altüst etmez, kendini bu sistemden koparmazsa aynı zamanda komünal toplum değerleri ile bir buluşma gerçekleştirip kendi gerçeğine ve PKK'nin yaratmış olduğu kırk yıllık mücadele ve yaşam değerlerine sahip çıkmazsa sistemin girdabında kaybolmaya mahkumdur. Özü ile buluşmuş, gerçeğini kavramış, özgürleşmiş gençlik: Kürdistan bizi bekliyor. sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:28 Page 27 STÊRKA CIWAN Rojbûna Serokatî Ger Ciwanek dixwaze jiyanek bi wate jiyan bike pêwîste rastiya Serokatî jiyan bike û rojbûna Serokatî wek vejîna vê Jiyanê bigre dest. n n n Rüstem Derîk n n n Serokatî di 4´ê Nîsana 1949'an de, li gundê Xelfêtiyê bi navê Amara ji dayik bûye. Ev sal Serokatî dikeve sala 67’mîn. 66 sale Serokatî li ser rûyê erdê jiyan dike, lê mirov Serokatî tenê di nav 66 sala de bi sînor bike wê nagije encamek xurt. Jiyana Serokatî bingehê xwe ji dîrokê digre. Di zaroktiya Serokatî de diyar bû, kû Serokatî bibe Rêberekî kû di hemû dîroka mirovatiyê nehatibû dîtin. Serî de giringe kû çiqas em ser rojbûna Serokatî an jî ser rastiya Serokatî biaxifin, têrê nakê. Ji ber kû ne gotin wî tijî dike, ne axaftin wî tijî dike. Dîsa jî hewldanekî bi vî rengî kû ber bi rastiya Serokatî diçe jî wateyekî xwe heye. Ser vî esasî em bi van pirsan dest pê bikin. 27 Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:29 Page 28 STÊRKA CIWAN 4´ê nîsanê ji bo me tê çi wateyê? Çima 4´ê nîsanê ji bo hemû gelên Kurdistanî weke rojbûneke cûda tê destgirtin û pîrozkirin? Ji bo em karibin ser vê mijarê biaxivin pêwistê em rastiya gelê kurd û rastiya hemû gelên cîhanê ber çavan bigrin. Kurdên kû di her milî de perçekirîne, kû 28 serhildanê wê binketiye, kû nasnama xwe her diçe wenda dike hebû. Gelekî kû di nav pergala desthilatdar, pergala dijî Jinê û pergala dijî xwezayê de 5 hezar sal jiyan dike hebû. Ev rastî kû ji cewhera mirovatiyê derketiye Serokatî lêdikole. Serokatî di zaroktiya xwe de civaka kû heye qebûl nedikir. Hertim nakokiyên wî hebûn û ji bo pirsên xwe bersiv digeriya. Ev lêgerîn, lêgerîna heqîqetê bû. Serokatî xwe ser vî esasî wek "neçîrvanê heqîqetê" pênase dike. Heta jê re digotin "Apo tu wisa berdewam bikî tê bifirî". Bi rastî jî Serokatî di lêgerîna xwe de encam digirt. Ne tenê ji gelê Kurd ji bo hemû gelên Cîhanê bû bersiva herî mezin. Paradigmaya demokratîk, ekolojîk û azadiya Jîne esas digre, diyarî mirovatiyê kir. Rojbûna Serokatî di nav gelê kurd û di nav gelên cîhanê de avakirina jiyaneke nû ye. Di aliyeke din de jî mirov dikare weke ji bo jiyaneke nû avakirin, rastiya jiyanê naskirin êdî bêhtir heqîqetê avakirin bigre dest. Di hebûna xwe de jî him hebûna gelê kurd, him hebûna jin û him jî hebûna hemû gelên bindest jî Serokatî di şexsê xwe de avakir. Ji bo wê jî em Nîsan 2015 Ew rojbûnê kû tê pîrozkirin jî wateya xwe nîne. Ji bo Ciwanek kani be rojbûnek pîroz bike pêwîste ruhê wî/wê jiyan bike. nikarin bibêjin Serokê me tenê ye, Serokê hemû gelên bindest e. Vejîna Serokatî li ser rûyê erdê mirov wek vejîna mirovatiyê pênase bikin û bi vî şiklî jî mere nirx bidê. Ji ber kû di dîroka kurdan de û di dîroka hemû cîhanê de rêberekî kû hemû mirovatiyê hembêz dike li ser rûyê erdê tuneye û tune bû. Ji bo wê jî Serokatî ne tenê di milekî de di her milî de vejîna fikrî, rihî, bedenî bi kurtasî di gerdûnê de çi vejîn hatibe avakirin Serokatî di şexsê xwe de avakiriye. Vejîna Serokatî di heman demê vejîna jinê an jiyana azade. Gotina "Jin, Jiyan, Azadî" vê 28 rastiyê nîşan dide û wateyekî xwe pir giring heye. Ji bo ve jî Serokatî di hebûna xwe de him hebûna jinê da diyarkirin û him ji hebûna gelan da diyarkirin. Em ser vî esasi Serok bigre dest bêtir di cîh deye. 4`ê Nîsanê rojekî pîroze û wateya azadiyê ye, ji ber kû Serokatî bi dest avakirina jiyanekî kiriye ji bo gelekî kû hatiye perçiqandin û ji bo mirovatiya kû wendabûye bigêhîne jiyaneke azad. Destpêkê pêwîste li ser wateya azadiyê were xebitandin ji ber kû di rastiya Serokatî de di avakirina jiyanê de li ser esasê gelên kû hatine perçiqndin, mirovatiya kû wenda bûye bigêhînin jiyaneke azad heye. Serokatî dibêje di 4`ê nîsanê de bila dar were çandin. Dema Serokatî vê dibêje mere ji xwe dipirse, gelo cima? Dar di wateya şînkahiyê de ye, avakirina jiyanê ye. Çawa kû mirovatî destpêkê ji kokê de hatiye rakirin, ji kokê de hatiye perçiqandin Serokatî ji dîsa ji kokê de mirovatiyê dide çandin û dide şînkirin. Her sal darên kû têne çandin ji sala berê zêdetir dibe, ev ji tê wê wateyê kû heqîqet giren dibe. Jiyana kû Ciwanên di nav pergala modernîteya kapîtalîst jiyan dike tenê bi fizîkî jiyan dike. Ger ruhê mirov kuşti be jiyana fizîkî jî tu wateya xwe nîne. Ew rojbûnê kû tê pîrozkirin jî wateya xwe nîne. Ji bo Ciwanek kani be rojbûnek pîroz bike pêwîste ruhê wî/wê jiyan bike. Ji ber wê jî tenê rojbûna Serokatî vejîna jiyana a Azad îfade dike. Ger Ciwanek dixwaze jiyanek bi wate jiyan bike pêwîste rastiya Serokatî jiyan bike û rojbûna Serokatî wek vejîna vê Jiyanê bigre dest. sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:31 Page 29 STÊRKA CIWAN HÛN CIWAN IN, YAN NA? Dema ku hesta serî hildanê tê û bi ciwanekî/ê ve dibe, heke ew ciwan serî hildana xwe ji hestbûnê derdixe û vediguherîne çalakiyê, wê ji wateyeke nû re derî veke. n n n Dilzar Dîlok n n n Her çiqas sînorên wateya pênaseyên der barê ciwantiyê de ji aliyê kesên ne ciwan ve bê nediyarkirin jî, di encamê de yên ku li vê pênase û vê nasnameyê xwedî derkevin; ciwan in. Ciwantî, beriya her tiştî binavkirina beşeke diyar e. Ew destnîşankirina; "mirov di temenê hîs dike de ye" ku pirî caran tê gotin; pêşreweke ku pêşiya heyfa xwe anîna mirovên ku demên xwe nejiyane jî digire, diafirîne. Ya rastî; me çi jiya be, em ew in. Me çiqasî jiya be, em ewqas in. Me çiqasî wate afirandibe, em ew in. Me dem çiqasî bilez û 29 Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:31 Page 30 STÊRKA CIWAN dagirtî jiya be, em ew in. Em dikarin pênaseya xwe hinekî nerm bikin û bêjin ku; "yên ku digihîjin ruhê demê û dijîn, dibe ku dereng pîr bibin". Ji aliyê temen ve ketina beşa ciwantî esas e, lê têrê nake ku mirov ciwan be. Rastiya; yên ku ji hêla nîjadî ve kurd in, pêwendiya wan bi pênaseya kurdîtiyê re nîne, ciwanên kurd baş dizanin. Di vê rewşê de hin pirsên ku ciwan jî ji xwe bipirsin û li gorî bersivên wan xwe bigirin dest hene. Di vê nivîsê de; ez dixwazim ji ciwanan hin pirsan bikim û van pirsan ciwan ji xwe bikin. Nîsan 2015 Hûn zû tên guhertin? Guhertin; ji bo we herikîneke asayî ya jiyanê ye, yan jî rewşeke ku mirov bi neçarî xwe lê radigire ye? Ma fêrî guhertinê bûyîn zor e, yan jî fêrbûn di nava herikîna jiyanê de parçeyeke jiyanê ya zû dihele ye? Heke guhertina hêsanî hebe, ciwantî heye. Heke mirov ji hêla temen ve ciwan jî be û bi hêsanî neyê guhertin, dikeve qaliban û bi ti awayî nikare derkeve, heta eger guhertinê weke mirinê dibîne û weke rewşeke ku wê tiştên di destê xwe de winda bike digire dest, zehmete ku mirov bêje ew kes ciwan e. Heke dînamîzma 30 ciwantiyê her kêlî ji hişmendî ta ruhî, ji liv û tevgerên fîzîkî ta ziman guhertinekê çêneke; nikare qala ciwantî were kirin. Ciwan, ew kes e ku; dikare her kêlî hêza guhertinê nîşan bide û bi dîtina berê jiyanê ve di mijara ku wê çawa were jiyîn de xwedî fikre, her wiha yê/a ku li gorî pênaseya jiyanê şikildayîna jiyana xwe bi ser dixe ye. Hûn pirî caran matmayî dibin? Li beramberî tiştên ku jiyan derdixe pêşberî me matmayî bûyîn; bi hîskirina ferq û cûdatiyên ku her kêlî nû dibin ên jiyanê ve têkildar e. Heke li be- sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:31 Page 31 STÊRKA CIWAN ramberî bûyer, rewş an jî hemû parçeyên jiyanê yên ku derdikevin pêşberî we, gihaştineke ku temenê we derbas dike nîşan didin, ev nîşan dide ku jixwe we temenê xwe derbas kiriye û êdî zêde hûn ciwan jî nayên dîtin. Di hin kesan de ranavîşên weke; bi feraset nêzîkbûn, serweriya li ser mîmîkên xwe, diyarnekirina hestên xwe û her berdewam dikin; li pêşiya xwe jiyankirina kes astengiya bi qasî çiyayan çêdikin. Di serê pêşî de rewşa polîtîkbûnê ku pênaseya wê şaş hatiye kirin, divê rast were pênasekirin. Polîtîk bûyîn; derew û durûtî kirin, veşartina rûyê xwe yê rastîn nîne. Polîtîk bûyîn; di xwe de berbiçavkirina hêza afirîner e. Ji fêmkirina yê/a beramberî xwe ve destpê dike. Bi wate dayîn, tehlîl kirin, plankirina ya nû û avêtina gava çalakiyê ve dewam dike. Ji ber ku mijareke din e, bêyî ku zêde qala polîtîk bûyînê bikim, dixwazim bêjim ku matmayî nebûyîn; rewşeke pîrbûnê ye. Kal û pîrên ku nikarin matmayî bûyînê bi ser bixin ku hîs dikin; her tişt dîtine, her tişt ceribandine û bi qasî matmayî bibin ti tiştekî jiyanê yê nû nemaye; bi misogerî ne di nava sînorên pênaseya ciwantiyê de ne. Divê ciwan matmayî bibin. Divê li beramberî tiştên ku dibînin û dibihîsin; hest û ramanên wan bikeve nava liv û tevgerê, divê yên kevn ji cihê xwe ve bilivin, bihejin, hin hest-raman biçin û yên nû bên şûna wan. Rewşa; "em dizanin, me dît, jixwe me dizanî" rewşeke ku li beramberî jiyanê rekleks veguherîne fêrbûnekê, rewşeke nîv-mirinê ku di hinekan de bertekên tên zanîn jî pêş nakevin. Ya rastî, mirin e. Heke mirovek; nikare li beramberî bûyer û rewşan matmayî bibe, qîr bike û xetên rûyê wî/ê ji hev naçe; zehmete ku mirov bêje wî/ê mirovî/ê dema wateya xwe jiyaye. Ecibandinên we yên der barê cihanê de ji yên ku hûn naecibînin zêdetir e 31 yan jî kêmtir e? Jixwe em nikarin tiştên tên ecibandin û nayên ecibandin bixin aliyên mêzînê. Lê ji yên ku birihetî diecibînin bûyîn; ya rastî, ji qebûlkirinê tê. Qebûlkirina tişta heyî, ecibandinê çêdike. Tişta tê ecibandin, tişta tê qebulkirin e. Heke hûn sîstemekê Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:31 Page 32 STÊRKA CIWAN qebûl nekin, hûn tiştên ku wê sîstemê çêkiriye jî naecibînin. Heke ecibandinên we zêde bin, wateyeke gotina we ya ku hûn sîstemê qebûl nakin jî tune ye. Neecibandin; berpirsiyariya afirandina tişta ku were qebûlkirin a li beramberî tişta ku nayê qebûlkirin, dixe li ser milên mirov. Ez naecibînim, tê wateya; ez baştir dikarim bikim, bêjim, dizanim… Mirovên ku ketine nav sîstemê; di bin navê ku baştir neke, nebêje, pêk neyne, di bin navê ku nekeve binê berpirsiyariyê; asta ecibandinên xwe heta tu bêjî ber bi jêr ve dikişînin. Bi tişta heyî tê qayilkirin. Di wateyekê de çêbûna rewşa ku em dikarin jê re bêjin koletiya hatiye kûrkirin jî bi vê riyê pêk tê. Heya ku mirov îddîaya afirandinê nîşan nedin, wê neçar bimînin ku xwe li ya heyî ragirin. Civatên ku sîstema naecibînin diguherin, civatên ku her tim ciwan û dînamîk mayînê bi ser xistine. Ciwan jî, heke dikarin bêjin naecibînin, dikarin bînin ser ziman, li beramberî tişta ku naecibînin di îdîaya afirandina ya ku were ecibandin de bin, ger ji vê berpirsiyariyê natirsin; em dikarin bêjin ku ciwantiya rastîn tê jiyîn. An na, tevî ku naecibîne, weke ku diecibîne xuyakirin jî; di navbera du sîsteman de mayîn e. Di vê wateyê de, ne zehmete ku mirov zanibe; cihê ku postmodernîzm bigihîjiyê, modernîteya kapîtalîst e. Neecibandin; lêgera bedewtir, baştir û rastir e. Lêger, çalakiya herî pîroz a mirov e. Ciwantî; bi qasî ku çalakiya lêgera pîroz di xwe de pêk tîne, civaka nû ya ku dînamîzma li beramberî tişta naecibîne de; wê ya diecibîne peyda bike, biafirîne û bijî ye. Nîsan 2015 Hûn gelek caran xwe di nava hesta serî hildanê de dibînin? Yan hûn xwe di nava hewldana fêmkirina tiştên diqewimin de dibînin? Hesta serî hildanê jî, rewşeke girêdayî ya heyî neecibandin û qebûlnekirinê ye. Ya heyî qebûlnekirin û bi vê re helwesta redkirina yên qebûlnekirinê; helwesteke ciwan e. Qebûlnekirin, çalakiyeke peltek (pasîf) e. Red jî, rewşa derbasbûna çalakiya qebûlnekirinê ye. Eger qebûlnekirin derbasî çalakiyê nebin; kes tam jî tîne rewşa ku tê gotin ûnsûrê deklase, sewtelî dike. Ji ber vê yekê, bi qasî zanîna ku çi qebûl nake; pêşxistina redên li beramberî tiştên qebûl nake û afirandina yên werin qebûlkirin girîng e. Di rewşa berovajî vê de ciwantî derbas dibe. Û di vê rewşê de jiyan bê daxwaz tê jiyîn û derdikeve. Serî hildan; rewşa herî berbiçav a çalakiyên ciwanan ên qebûlnekirina tiştên heyî ye. Ev; carinan weke hestekê, carinan weke ecibandinekê, carinan weke şêwaza cilûberg li ber xwe kirinekê, carinan weke şêweyeke axaftinê, carinan jî weke gaveke guhertina dinyaya xwe, weke biryardariya jiyana azad şikil digire. Hesta serî hildanê, hesteke negatîf e. Bi qasî ku negatîf e, hesteke ku di xwe de herî zêde hêzeke pozîtîf dihewîne ye. Ji ber vê yekê, em dikarin bêjin ku hesta herî destdayî ya ji bo avakirinê ye. Di bingeha avakirina xwe û jiyana xwe ya azad de serî hildan heye. Heke me li himberî tiştên heyî serî ranekirina, em nediketin nava 32 lêgera xwe afirandinê. Lêgera me ya xwe û jiyana xwe ya nû afirandinê; em dikarin bêjin zarokên ku serî hildan ew afirandine. Dema ku hesta serî hildanê tê û bi ciwanekî/ê ve dibe, heke ew ciwan serî hildana xwe ji hestbûnê derdixe û vediguherîne çalakiyê, wê ji wateyeke nû re derî veke. Ev wate; riya derbaskirina ya heyî û avakirina ya nû ye. Di rewşa berovajî de heke ew ciwan hesta serî hildanê li aliyekî dihêle û hewl dide fêm bike, bi misogerî ji tabiîbûnê pê ve riyeke din ku biçe nîne. Hewldana fêmkirinê; hewldana ku ya heyî bi xwe bide qebûlkirinê ye. Ji ber vê yekê, yekem çalakiya ciwanan a têkoşînên hebûnê yên li himberî sîstemê, ji bo hewldana fêmkirina tişta heyî bi misogerî ji hizirîna weke mekanîzmayên sîstemê dûr sekinîn e. Weke; dibistan, mamoste, karmend, polîs, karker, bêkar an jî koleyên sîstemê hizirînê ve; fikra ku wê nakokiyên jiyanî werin çareserkirin, mirin e. Şopandina riyek wisa; binpêkirina hîsa mirovê azad a di hişmendiya xwe de ye. Mirov; dema ku hîsên azad ên ku di hundirê wî/ê de çêdibin dikuje, dema ku van hîsan nav-sîstemî dike; xwe dikuje. Riya herî xerab û herî koletî ya xwe kuştina ciwanekî/ê hestên xwe yên derveyî sîstemê nav-sîstemî bike û bi hewldana fêmkirina sazî, teorî, kes û têgihîştinên ku berdewama sîstemên serwer in ve xwe tunekirin e. Ev rewş; bi redkirina ciwantiya xwe ya ciwanekî/ê ve wekhev e. Ji ber ku hewldana çêkirina ya nû, zehmet û nehatiye kirin; karê ciwanên wêrek in. sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:32 Page 33 STÊRKA CIWAN Ma hûn ji şaşî û xeletî kirinê ditirsin? Ma hûn hayjixwe ne? Beriya gava ku ciwan biavêjin dûdirêj nefikirîna wan, yên kal û pîr weke cahilî-xeşîmî dinirxînin. Ya rastî, hayjixwe bûyîn; gavavêtina mirov ya ber bi nû ve asteng dike. Ji bo meşa di riyên ku tê re nehatiye meşîn, pêwîste mirov wêrek be. Mirovên ku pir hayjixwe ne, di riyên ku berê tê re nehatiye meşîn, nameşin. Bi misogerî, riyên ku berê hatine meşîn, ceribandin û encama wê piştrast bûne, tercîh dikin. Tercîha ciwantiyê ya riya nehatiye meşîn jî; tenê weke macera yan jî cehaletî nirxandin bi misogerî şaş e. Ji ber ku ciwantî dixwaze keşif bike. Dixwaze ya nû peyda bike. Dixwaze hebûna xwe bi vê dinyayê, bi vê gerdûnê ve bide hîskirin. Jixwe, ev mafê her ciwanî û her mirovî ye. Kesên tevî ku extiyar bûne û ji van armancên xwe tewîzan nadin jî hene. Pêwîste mirov mikur bê ku di wan mirovan de ruhekî ciwantiyê ya mezin û bêhempa heye. Hayjixwe bûyîn; karê kesên ku beşa jiyana xwe ya lêger, vedîtin, her wiha ji nû ve lêger û hîskirina nûpînû ya jiyana xwe temem kirine ye. Heke di ciwanan de ji vî alî ve hayjixwe bûyînek hebe, pêwîste ji ciwantiya xwe bikevin şik û gumanan. Em dikarin pirsan zêde bikin û bersivên ku li gorî pirsan werin dayîn jî vekin. Lê belê tişta ku pêwîste were fêmkirin ew e ku; ciwan kêliyê herî watedar, herî dînamîk û weke xwe bi azadî jiyan bikin e. Siberoja xwe zêde hesabkirin, her tim di nava hesaba gava pey re winda bûyîn, ji xeletbûnê û gava şaş avêtinê di asta travmatîk de tirsîn, ji nû ve vegera destpêkê tirsîn, her tim hîsa westandinê jiyîn û ketina sendroma ku ji westandinê vediguhere tirsê… Hemû, encama nêzîkatiya "jiyana xwe girtina bin ewletiyê" ya ku sîstema modernîteya kapîtalîst di mirovan de afirandî ye û di nava sîstemê de jiyana xwe girtina bin ewletiyê, di cihekî sîstema koletî ya hatiye kûrkirin ya heyî de cih girtin e. Sîstem, dibêje; "çerx amade ye, tu jî dikare bibî diranek yan jî cehfek." Ciwantî; bi qasî ku nekeve nava vê çerxê, heta bi qasî ku vê çerxê bişikîne; xwedî hêz, hîskirina azadî, daxwaza jiyana watedar û armanca jiyîna azad a demê ye. Hevalên me yên ku ji aliyê temen ve ciwan in, ji hêla hişmendî, hest, raman û çalakî ve ciwanbûna wan jî, ji xwe pirskirina van pirsan û bilindkirina wateya jiyanê ve girêdayî ye. Eger ciwan ji şaşî û xeletî kirinê ditirsin, divê fêm bikin ku bi misogerî ji ciwantiya xwe hin tişt winda kirine. Ji xeletî kirinê tirsîn, karê kesên ku dema wan ya avêtina gava duyem tune ye. Karê ciwanan; bi van tirsan, bi fikara ku jiyana kêm maye bijîm û hestên ku tirsonek dike re nîne. Ji xeletî kirinê tirsîn; karê kesên ku berê gelekî xeletî kirine ye. Jixwe ewqas tecr ubeya ciwa- n a n nîne. Jiyînên wî/ê yên ku ax û wax bike jî nîne. Bi misogerî, bêyî ku ji xeletî kirinê were tirsîn; ketina nava her qada jiyanê û mirov bizane ku azadî bi hilweşandina dîwarê tirsê destpê dike; presnsîbeke ciwantiyê ye. 33 Nîsan 2015 34-35.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:34 Page 34 Rastîya Pêşengên Ji Rastîya Xwe Dûr STÊRKA CIWAN Lêgerîn... Armanc...Heqîqet... n n Ya ku van peyvan bi wate dike;xwendin...Ger lêgerîna mirov ji bo armancak be,armanc divê heqîqet be. Lewra heqîqet jiyanekê azad û evînek bêdawî ye. Evîn jî ger bi welat û axa xwe re be bi wateye. Jixwe jiyanek azad encax li ser axa welatek azad gengaz e. Welatek ku ji civaka xwe re bibe wargeha azadî û wekhevîyê. Lê di roja îro de civakek ji lêgerîna heqîqetê dûr tê pêşxistin û bi taybet ji weke beşek civakê û pêşeroja civakê ciwan jî bêarmanc têne hiştin. Ciwan her çiqas weke pêşeroja civakê were pênasekirin jî di dîrokê de hertim bi nêzîkatiyek berovajiyê vê rastiyê re rû bi rû maye. Hêza wê û enerjîyê wê hatiye dagirkirin û pêşîya îrdabûyîna wî hatiye girtin. Ji ber ku îradebûyîna ciwanan ji berjewendiyên jerontokratan re xizmet nake, nayê xwestin ku ciwan di zanebûna hêza xwe û enerjîya xwe de bin. Ciwanên bêîrade ji bo wan ciwanên herî baş in. Pivana başbûn û qencbûnê êdî bûye astê xizmetkirina jerontokran re. Ciwan geh di şerên herî qirej ên hegemonan de di bin navê xwedî der- Nîsan 2015 n Deniz Rojava n n ketina welat de têne kuştin;geh jî di karên herî giran de bi bedêlek bêqimet şev û roj kedekê erzan dide. Ji bo dagirkerên xwînmij. Ciwanên ku dervayê vê jî dimînin jî di bin navê xwendin û bûyîna xwedî karek de di dibistanên faşîzma netewa dewletan de têne bişaftin û di qirejkirina çandî re têne derbas kirin. Bi pêşketina modernîteya kapîtalist re heqîqet roj bi roj tê berovajî kirin û lêgerîna mirovan re bi vê ve giredayîye tê guhartin. Mirovahî bi hezar salanê di bin navê pêşketîn û modernbûyîn de bişaftinek mezin dijî. Ev bişaftin car caran bi hîn hewldanên piçûk bê şikestin jî tu caran encamek ku derî lê azadiye van weke negirtiye. Lewma jî her lêgerÎnek azadiye û serhildanek li hemberî dagirkeran bûye sedeme bişaftinên mezintir. Bi taybetî jî dem dem tevgerên ciwanan xwestibûn hin gavên bavêjÎn û pêşengtîye serhildanan bikin jî bedêlên giran dane û bêencam mane. Di cewherê xwe de ciwan hêzên mudaxele ên li heöber dagirkerî û faşizme ne. Ji ber ku pergala modernîteya kapitalîst vê yekê baş dizane, polîtikayê 34 n li hember ciwanan jî taybet digrin dest û wan dike nava lêgerînek dûrê heqîqet e. Lêgerînek ku têne xizmetê berjewendiyên kapîtalizme dike. Bi taybetî roja îro de bi înternet, spor û çand modernîteya herî bi bandor modernbûyîne vê ciwan ji rastîye têne dûrxistin. Û hema bêje weke ku du cihanê de tê da dijîn tu tiştêk nabe wisa li hemberî derdora xwe bêbertek têne hiştin. Dikare 24 seatan li ser înternetê lîstokekî bîlize, di cihanek sanal de bigre û xwe tatmîn bike. Bi seatan li ber televîzyonan rêzfilm û spor dikere temaşebike. Ji bona ku bala bikşîne ser xwe dikare bi seatan cil û bergên herî balkeş ên ku ji çandê wî û rastîya wî dûr bigre. Bibîne û lê xwe bike. Dîsa ji bo ku bala bikşîne bi mekyaj û bergên xwe ra seatan derbas dike. Lê tu demê jê ra behsa şoreşekê an jîrastîyekê dîrokî bike, wê te wekî kesek paşverû bibîne û berê xwe jî ji te bixeyirîne. Lewra tiştên ku tu jê ra dibêje lê weke jehr tê û naxwaze guhdar bike. Mînakên di vê alî de em bidin gelek e. Lê em mînakê herî balkeş li ser 34-35.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:35 Page 35 STÊRKA CIWAN Rojava bidin. Li Rojava piştî zilma dewletê Sûrî a bi dehan salan şoreşê azadiye pêk hat û dawî li vê zilmê anî. Lê piştra şoreşê hat dîtin ku dewleta faşîst a Sûrî wisa kiriye ku wê gelê me hema bêje faşizm û dagirkerî daye hêzkirin û xistiyê evîndarê dijmine xwe. Ciwanên Rojava di medreseyên xwe de asimîle kiriye û lêgerîna azadiye li wan qut kiriye. Di bin navê azadiyê de qirkirina çandî bi wan daye qebûl kirin. Wan xistiye xwedî medrese û xwendinê,lê rûmeta van jÎ desteser kiriye. Lewma ji azadiya ku bi qasî xwendina Baasê ne bi qimet e. Ev rastî me biêşîne jî rastîya gel û ciwanên me ye. Li Rojava şoreşek pir giranbûha tê jiyankirin. Ji bo parastina vî şoreşê îro qehremaniyek mezin û berxwedanek bêhempa tê dayîn. Lê li rex vî jî kîtleyek mezin ya ciwanên Rojava mîna ku çavê xwe girti bên vî rastîyê nabînin û ji nedîtî ve têne. Mîna ku guhê wî kes bibe,nabihîze tilîlî û dirûşmên Arînan. Gelo sedema vê çiye? Çima ciwanên me ewqas ji rastiya xwe nenaskirin e. Ger xwe naskiriba yek deqiqeyek jî wisa ji derdora xwe re û şoreşa azadiya xwe re ewqas bêdeng û bê eleqe nedima.Lê mixabin ji rastiya xwe dûr in û xwe nasnakin. Wî demî ewê xwe çawa nasbikin? Wê kengî di eynê de li xwe binêrin û xwe bibînin? Wê kengî xwe ji teqlîdên Ewrupî û kapîtalîstan rizgar bikin? Mirov dikare gelek pirsan bi vê rengî rêz bike, lê ji bo me bersivên van pirsan girînge. Di hemû derketin û kesayetên mezin de lêgerinên pir mezin hene. Lêgerîn çiqas mezin be, encam jî ewqas xurt derdikeve holê. Di bingeha pirs- girêka ku em dixwazin vebêjin jî lêgerîna lawaz heye. Li Rojava jî ev pirsgirêk didome û dibe sedema xwedî derketina şoreşê. Piştî koletîya sedsalan,perçeyê Kurdistanê ya herî piçûk gihişte azadiya xwe û hem ji bo hemû gelê Kurd û hem jî ji bo hemû mirovahîyê bû sembolek jiyanek bi rûmet. Lê koletîya Baasê li ser ciwanên me ewqas bandor kiriye ku hîn jÎ ji bin bandora wî derneketine. Kapîtalîzmê xwe bi wan ewqas daye hezkirin ku bi hemû hucreyên xwe bûne xizmetkarê dijminê xwe. Ev jî lêgerîna azadiyê qut kirine. Sedema vî jî bêmeraqî û nexwendin e. Bêguman em behsa xwendina medreseyên Baasê nakin. Lewre di wan medreseyan de tenê xwestekên Baasê tenê cih û dîrok û çanda Baasê tê dayîn. Zarokên Kurd di her çar perçeyên Kurdistanê de jî xeynî dîrok û çanda xwe her tiştî dialimîn di van dibistanan de. Lewre xwendina kitab û tiştên derveyî vê wekî guneh tê dîtin. Ger xwendina kitab û tiştên derveyê vê pêşbikeve wê xizmetkariya kapîtalîzmê ewqas rehet nebe. Di temenê ciwantî de lêgerîn divê xurt be û armanca lêgerînê jî azadî û jiyanek bi rûmet be. Lêgerîn jî encax bi xwendina fikr û felsefeya azad dikare encam bigre. Di şûna ku bi seatan ketina înternetê û malperên wek facebook û twitterê, rojê seatek xwe tenê bide kitab xwendinê wê bibîne ku armanca facebook û twitterê çi ye. Wan çawa ji civakê û rastîya ku di nav de jiyan dikin dûr dixe û bê eleqe dihêle. Ji xeynî ciwanên me ên ku ji Kurdbûna fêdî dikin û teqlîde dijminê xwe dikin,beşêk ciwanên ku bi hestên welatparezîyê tevdigerin jî hene. Lê ev ji 35 ferî tiştên hazir bûne û bi keda xwe nikarin tiştek derxinin holê. Her tim li benda ne ku yek were tiştên bide wan. Lê lazime bixwe jî bixwinîn, lêkolîn bikin û derbarê rastîya ax û welatê xwe de xwe zana bikin. Dema tê axaftinê hemû xwendevan behsa girîngiya zanist û perwerde dikin. Lê zanist û perwerde tenê bi dibistanan bisînor dikin. Lê filozof û felsefeyên ku ronahî vedane ser taritîyê di dibistanan pêşketine. Her pirtukek wek çirûskek ji ronahiyê dîtine û bi xwendinek azad gihiştine wateya jiyanê. Di encam de hemû hêzên dagirker ji bo ku civakê têxin xizmeta xwe, wan ji lêgerîna jiyanek azad û biwate qut dikin. Bi taybet jî li ser ciwanan vê polîtîkaya xwe ya kirêt dijwartir dimeşînin. Lewre ji hêza ciwanan ya serhildêr ditirsin û naxwazin ciwan têkevin ferqa vî hêza xwe. Îro li Rojava di aliyek de êrîşên rejîma Baasê û ji aliyek de jî êrîşên çeteyên DAİŞê berdewam dikin. Lê piranîya ciwanên me mîna ku qet tiştek wisa nîne tevdigerin û weke ker û koran li wan hatiye. Li Kobanî û Şengalê berxwedanêk bi nav û deng heye lê li seranserê Kantona Cizîrê jiyan bi awayek ji rêzê berdewam dike. Divê êdî em dawî li vê nakokîye bînin û bi zanebûna rastîya Kurd û Kurdistanê tevbigerin. Ger em berxwedana Kobanê û Şengalê bi rihek netewî û zanebûnek mezin bi sernexinîn,wê sibê heman êrîş li ser her bihiştek axa me berdeam bikin. Lewma divê ciwanên Rojava xwe di derbarê axa xwe,welatê xwe,dîroka xwe û rastîya gelê xwe de zana bike, li gor vê rastiyê tevbigere û ji berxwedana Kobanê re bêdeng nemîne. Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:35 Page 36 Jinên Ciwan Û Nasnameya Wê STÊRKA CIWAN Hemû jinên ciwan di derdora rêxistina tevgera jinên ciwan de bibin xwedî nasnameyeke rêxistinî, zane û azad û di tevahî qadên xwe bi rêxistin kirî de govenda azadiyê bigirin. n n n Avaşin kızıl Jina ciwan nasnameyekê ku hem nasnameya ciwantiyê,hem jî nasnameya jintiyê li gel hev dijî û beşekê girîng a civakê pêk tîne. Bi awayekî xwezayî taybetmendiyên her du nasnameyan jî di xwe de dihewîne.Nasnameya jinê ya ku afrînera nirxên civakî ye û hêza pêşeng a civaka bi exlaq e û jina ciwan a çalak û ji pêkhatinên nû re vekirî,azadîparêz û li hemberî pergala heyî xwediyê giyanekî serhildêr bi hev re dijî. Ev her du hêz dîsa li gel jina ciwan heye. Ji ber vê yekê em dikarin bibêjin ku jina ciwan pêşengiya hêza pêşeng a civakê jî dike. Xwediyê mîsyonekê bi vî rengî ye. Jinên ciwan qada ku pergal herî zede nîqaşan der bare wê de dimeNîsan 2015 n n n şîne, hewl dide birêxistin bike û ji her tiştî girîngtir dixwaze bigire bin kontrola xwe. Gava ku mirov bifikire ka çima pergal dixwaze ewqasî li ser jinên ciwan bisekine,ji bo vê beriya her tiştî dive mirov li potansiyela jinên ciwan binêre. Lewre jina ciwan çalak e,xwedî enerjîye. Ji ber vê yekê jî ji bo pêşketinê amade ye. Her tim dikare bi lezginî fembike, dikare xwe civakê biguhere û ji nûve biafirîne. Jina ciwan bixwe bi nirxên baviksalarî re di nav nakokiyê de ye. Nirxên civaka xwezayî û hêza veguherîna domdar a ku bingeha xwe ji van nirxan digire nasnameya jina ciwan pêk tînin. Bi qasî ku bi vê rastiyê bê 36 zanin, dê avaniya ciwanan a ku ji nûjeniyê re vekiriye ji bo çareserkirina pirsgirêkên civakî bikaribe bê bikaranîn. Dikare jintîye bike diyardeyeke û Wek nasnameyekê civakî dikare bigihîje wateya xwe ya rastî. Ev pergal civakan ji rastiya wan dûr dixe û tune dihesibîne. Ev pergal di hişan de wisa bi hêsanî bi cih nebûye û bi hesanî ji hişan dernekeve. Yek ji hêzên ku di vê rastiya biguherîne jî jinên ciwan in. Jina ciwan xwediyê raman û rihe azad e. Kilîda azadiya rihên ku hatine kole kirin. Dilê wê li gel azadî û dadê ye. Jina ciwan di heman demê de jib o avakirina jiyana azad xwediyê misyonekê pêşengiyê ye. Hem civaka baviksalarî ya kevneşopî û hem jî pergala fermî pênc hezar sal in bi pêş dikeve û berfireh dibe jin û ciwanan dorpeç dikin. Beriya ku mirov behsa êrîşên pêrgalên heyî yên jib o têkbirina jinên ciwan bike,dive mirov li ser pênaseyên ku li gor nakokiya navbera jinên ciwan û pergalên heyî hatine bipêşxistin bisekine. Ji ber vê yekê beriya her kesî bi saziyên civaka kevneşopî re pir zû dikevin nav nakokîye,ji civakê tên dûrxistin,têkiliya wan a bi civakîbûnê re tê qutkirin,bi berovajikirinekê bi vî rengî re rûbirû dimînin. Jina ciwan li gor pergala xwedî hişmendiya mêrane diyardeyeke xeternak a ku divê mafê wê yê gotinê tune be, dengê wê bê birîn û ji zanînê bê dûrxistin. Divê derbarê beden û jiyana xwe de mafê wê yê biryardayînê tune be. Wek xiradekê ya ku bê bikaranîn û laşekî ciwan û ku ji bo pergalê tovên nû bide û hişekî zindî ye. Civaka baviksalarî û kevneşopî û sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:35 Page 37 STÊRKA CIWAN pergala fermî bi dehfîkên wisa mezin, bi awayekî wisa bi pergal hewl didin ku vê nakokiyê ji holê rabikin û jina ciwan kedî bikin.Ku jin hewl bidin van sînoran derbas bikin,ev rewş nayê pejirandin,bi navlêkirinên cuda hîna di destpêkê de ji civakê dûr dixin. Ya rast, xwediyê pergala desthilatdar jî bi çavkaniya serhildana ku jina ciwan dizanin. Ji ber vê yekê jî dehfîkên xwe yên ku danîne pir bi baldarî diparêzin û bi pêş dixin,enerjîya jina ciwan di van dehfîkên ku danîne de têk dibin. Ji vê yekê qet dev ji bernadin. Yên ku qaşo xwe pir pêşverû dibînin jî li ser jinên ciwan pêkutiya heyî kûrtir dikin. Ji xwe yên ku wek wan hewl didin di nav pergalê de cih bigirin,dikevin dehfîka wan,îxanetê li xewnên xwe yên azadiye dikin,bi gotinekê din yên ku tên kedî kirin, di nav sînorên pergalê de cihê xwe digrin, yên ku rihê wan ê azad û hêza wan a têkoşînê tê dizê û ya rast ji ber vê yekê ‘ji aliyê fîzîkî ve’ ciwan tên cudakirin û di nav pergalê de tên bicihkirin. Bi gotinekê din ji bo ku pergal jinên ciwan beşdarî nav xwe bike divê nasnameya xwe red bikin û dûrketina jixwe qebûl bikin. Jinîtî jî û ciwantî jî ji ber bingehîn xwe yên dîrokî her tim tirsê tînin bîra xwedîyên pergalê,bi awayekî stratejî li wan tê nihêrtin,li gor baweriya wan gava ku ew gavekê bavêjin divê di gavê pêşîn de bên fetisandin. Ev her du diyarde bi qasî ku vê bandorê li xwediyên pergalê bikin azadiyê dixin bîra mirovan û wek xetere tên dîtin. Ev her du diyarde ji aliyê dîrokî û civakî ve her yek nasnameyek e. Ji ber vê yekê her du diyarde jî heta ku pişta xwe nedin rastiya xwe ya dîrokî û rizgariya civakî çiqasî xwediyê nêzîkatiyên bîrdozî,stratejîk û polîtîk dibin bila bibin, nêzîkatiyên bi vî rengî çi bi zanebûn,çi jî bi nezanî dibin sedema berovajîkirina diyardeya azadiyê û dikin ku kedxwarî zêdetîr kûr dibe û bidome. Em îro bi rastiyekê cîhanê ya ku jin bi modernîteya kapîtalîst a ku pergala hişmendiya desthilatdar a mêrane herî zede tê têkbirin re rûbirû ne. Ev kolekirin di bin navê nûjeniyê de û bi rê û rêbazên pêk tên û hewl didin ku van tiştan wek encama xwezaya jinê bidin pejirandin. Hêzên modernîtya kapîtalîst hewl didin ku xwe di qaden herî biçûk ên civakê de jî birêxistin bikin. Gava ku vê yekê dikin jî herî zede êrîşî jin û ciwanan dikin. Tifaqa pergala desthilatdar a mêrane ya li hemberî jin û ciwanan xwediyê rabirdûyeke bi hezar salan e. Pêvojoya ku bi kolekirina jinê ya ku hêza pêşeng û afrîner a civaka exlaqî û polîtîk e, destpê kir bi jerontokrasîya ku kal û pîran li ser ciwanan ava kir temam bû. Jinên ciwan hem ji ber nasnameya ciwantîyê, hem jî ji ber nasnameya jintîyê du car zêdetîr bi kedxwarî û pêkutiyan re rûbirû dimîne. Ji hêlekê ve bi nezîkatiyên jerontokratîk ên wek naşî,bêtecrube û bêvînkirinê re rûbirû dimîne,ji aliyê din ve jî ji ber jinîtiya xwe keda wê tê xwarin. Taybet di şexse jinên ciwan ên Rojava de mirov hin zedetîr dikare van lîstokan bibîne.Sistema Baas herî zede li ser jin û ciwan de sistema xwe dide meşandin û hebûna xwe dide berdewam kirin. Ji zarokatîya xwe de jinên ciwan re dibêje karê te ne xwendine zewac e, karê te guhartina dinya 37 ye karê te di nav malê de ye. Jinên ciwan berî ku bê dinyaye biryara vê tê dayin. Serê wê tê girtin, didin zewincadin kadera wê didin nivisandin. Mafê jiyanê wê naye dayin. Lê belê jinên ciwan li hember van polîtikayan bêçare nînin. Tiştên ku bikin heye, dikarin têbikoşin û biguherin. Em îro di nav şoreşekê de jiyan dikin. Şoreşa Rojava jî şoreşa jinê ye. Pêşengê vê şoreşê jî jinên ciwan in. Tevgera Jinên Ciwan jî beramber her cûre êrişên li ser jiyan, azadî û tenduristiya Rêberti di xeta bîrdozî û rêxistinî de tekoşîn û çalakî bilind dike. Pêkanîna azadiya fîzîkî a RêBER APO dike navenda tevahî xebatên xwe. Paradigmaya demokratîk ekolojîk û azadixwaziya jin esas digre. Rêheval Bêritan û Canfeda ên ku li ser haciz de encame teqin şehîd ketin wek remza berxwedana û xeta rast a jinên ciwan dibîne û ji bo xwe meşa rêyê van hevalan esas digire.Rêxistinkirina jinên ciwan di nav hemû beşên civakê de û belavkirina ideolojîya rizgariya jin ji xwe ra dike bingeh. Kuştina jinan, zewaca temenê biçûk, zewaca ser hewî, feraseta mehir û şideta li ser jin tê meşandin beramberî wê seknandin û tekoşîn kirin û her wiha civakê li ser vê esasê pêş xistin hedef dike. Îro azadiya jinên ciwan ji rêxistinbûyînekê xurt derbas dibe, ji bo jinekê ciwan dervaye xwe rêxistin kirin û li hember zihniyeta zilam sekinandin tu terciha jiyanê nemaye.Hemû jinên ciwan di derdora rêxistina tevgera jinên ciwan de bibin xwedî nasnameyeke rêxistinî,zane û azad û di tevahî qadên xwe bi rêxistin kirî de govenda azadiyê bigirin. Bi jinên ciwan ên milîtan vê rojên azad bêîmkan nîne... Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:36 Page 38 STÊRKA CIWAN Unterschied Zwi K ap i ta l i sti sc h en Und Der schen Der G e s e l l s ch a f t t f a h c s l l e s e G n e h c s i t a r k o m De n n Natürliche Gesellschaft Zu allererst müssen wir schauen wie eine Gesellschaft entstanden ist. In der Altsteinzeit konnte kein Mensch allein in der Natur überleben, weil ein einzelner Mensch sich schwer verteidigen konnte gegen die Gefahren in der Natur. Deshalb schlossen sich die ersten Menschen zusammen in kleinen Stammclans um sich gegen alles Gefährliche zu verteidigen und so entstand die natürliche Gesellschaft. Die natürliche Gesellschaft war immer schon demokratisch und kommunal. Die freie Frau stand im Mittelpunkt (Matrizentrismus) und sorgte für die Gesellschaft. Alles wurde kommunal aufgeteilt im Clan und Überproduktion (Mehrprodukt) wurde anderen Clans verschenkt, damit keiner das Mehrprodukt besitzt um mehr Macht über die anderen zu haben und so eine Ungleichheit im Clan entsteht. Diese natürliche Gesellschaft lebte mit der Natur in einer Symbiose, man nahm nur so viel Nîsan 2015 n Şervan Birîndar n von der Natur wie man brauchte. Es gab auch keine bürokratische Gesetze, sondern die Moral und Ethik der natürlichen Gesellschaft. Wie konnte aus der natürlichen Gesellschaft die kapitalistische Gesellschaft entstehen? Alles fing mit der Stürzung der freien Frau durch den Mann an. Wie konnte das geschehen? Die alten Männer nutzten durch ihre Erfahrung die Jugendlichen aus und gründeten so ihre ersten kleinen Armeen. Sie eigneten sich dadurch das Mehrprodukt der natürlichen Gesellschaft an und wurden immer mächtiger. So konnten die Gerontokraten (Herrschaft der Alten) nun mit ihrer neu erlangten Macht die Frau versklaven, die erste Sklavin überhaupt. Dadurch fing auch automatisch die Versklavung der gesamten Gesellschaft an indem die Frau als erste versklavt wurde. Dies 38 n n alles fand vor 5000 Jahren mit dem ersten Staat Sumer in Mesopotamien an, wo die “Zivilisation“ anfing. Für die Imperialistischen Geschichtsschreiber fängt die Zivilisation natürlich dann an, als die Gesellschaft versklavt wurde und das nennen sie dann ironischerweise Zivilisation. Das Krebsgeschwür namens Kapitalismus entstand also mit der ersten Staatsgründung in Sumer an und es entwickelte sich weiter zum Nachtteil der Gesellschaft. Um den heutigen modernen Kapitalismus besser zu verstehen, muss man eben von Anfang der “Zivilisation“ aus die Entstehung der sozialen Ungleichheit anschauen. Die Gesellschaft im Kapitalismus Eigentlich ist die Bezeichnung “Kapitalistische Gesellschaft“ falsch, weil es im Kapitalismus gar keine Gesellschaft gibt. Was der Kapitalismus verehrt ist der Individualismus sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:37 Page 39 STÊRKA CIWAN auf größtmöglicher Stufe. Wieso will der Kapitalismus, dass es keine Gesellschaft gibt? Wie bereits erwähnt entstand die Gesellschaft, um sich vor allen Gefahren zu schützen. Auch der Kapitalismus ist eine Gefahr für die Gesellschaft! Und wenn die Gesellschaft in Gefahr ist dann aktiviert es seine natürliche Selbstverteidigung, auch gegen den Kapitalismus. Deshalb zerstört und zerstückelt es die Gesellschaft und macht die Menschen zu einsamen Individuen, welche so abhängig vom Kapitalismus gemacht werden, weil sie nicht mehr die Gesellschaft haben. Ohne die Gesellschaft kann ein Mensch nicht glücklich leben, deshalb sind viele im kapitalistischen System so unglücklich und fühlen sich einsam. Diese Einsamkeit führt dazu, dass viele Selbstmord machen, weil das wichtigste die Menschen und die Gesellschaft sind anstatt 39 Geld Autos Drogen und ähnliches. In den Ländern wo der Kapitalismus schon lange herrscht, v.a. Europa, sind die Selbstmordraten extrem hoch im Vergleich zu ärmeren Gebieten wie z.B. Afrika, Lateinamerika oder Kurdistan, weil der Kapitalismus dort die Gesellschaft noch nicht der maßen zerstückelt hat. Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:37 Page 40 STÊRKA CIWAN Alternative: Demokratische Gesellschaft nach Serok Apo´s Ideen! Serok Apo´s neues Paradigma, der Demokratische Konföderalismus, schlägt ein alternatives Gesellschaftsmodell. Die demokratische Gesellschaft wird sich bassisdemokratisch selbstverwalten durch Kommunen und Volksräte. Die Beschlüsse werden von der Basis befasst und zu den oberen Organen weitergeleitet, welche den Befehl des Volkes auszuführen haben und rechenschaftspflichtig vor dem Volk sind. Im Kapitalismus gibt es keine wahre Demokratie! Alle 4 Jahre einmal ein Kreuzchen bei einem Wahlzettel zu machen ist keine Demokratie. Die Beschlüsse werden im Kapitalismus von einigen wenigen von oben befasst und das Volk muss es ausführen. Eine Politik von oben nach unten! Wir wollen aber eine Politik von unten nach oben! Auch wird die Wirtschaftsformen anders sein. Die ökonomische Probleme sind entstanden, als Gesellschaft aufgehört hat eine Gesellschaft zu sein. Beweis dafür ist, dass die schwersten Wirtschaftskrisen aus dem Kapitalismus resultieren. Serok Apo sagt dazu:„ Kapitalismus ist nicht gleich Wirtschaft sondern steht in Gegnerschaft zur Ökonomie.“ Im heutigen Kapitalistischen System ist der Finanzsektor am wichtigsten geworden, in dem ohne jegliche Produktion Geld aus Geld gemacht wird. Im Kapitalismus leben die Menschen für die Wirtschaft, aber im Demokratischen Konföderalismus lebt die Wirtschaft für die Menschheit und der Markt wird nach Nîsan 2015 den Bedürfnissen der Gesellschaft gerichtet und nicht nach dem Profitwahn der Kapitalisten! In Sachen Selbstverteidigung wird die Selbstverteidigung von der demokratischen Gesellschaft geführt. In der Natur gibt es kein Lebewesen, das sich nicht selbst verteidigt. Diese Selbstverteidigung wird vom Kapitalistischen System verboten. Man darf sich nicht selbst verteidigen, nur der Staat und die Polizisten haben das Recht darauf! So wird die Gesellschaft wehrlos vor dem Kapitalistischen System gemacht, indem die Gesellschaft die Selbstverteidigung verlernt. Die demokratische Gesellschaft vereint verschiedene Nationen und Identitäten in sich. Im Kapitalismus jedoch herrscht nur die Elite einer einzigen Nation über die anderen Völker. Durch den Nationalismus, was wie eine Religion ist, wird der Nationalstaat vergöttert, obwohl der Nationalstaat eigentlich die Ursache für alle Unterdrückung der Völker ist. Der Nationalstaat bekämpft Vielfalt und Pluralität und assimiliert alle Kulturen ausser die von der herrschenden Nation. Er beutet nicht nur die Ideen und die Arbeitskraft der Gesellschaft aus, er kolonisiert auch die Köpfe der Menschen im Namen des Kapitalismus. Ökologische Gesellschaft Im Kapitalismus zerstört die Industrie die Natur in einem rasanten Tempo und bringt das Ökosystem aus dem Gleichgewicht. Wälder werden kahlgeschlagen, die Luft- und Wasserverschmutzung nimmt zu, massenhaft Tiere werden abgeschlachtet, und das alles wird nur für Profit des 40 Kapitalisten gemacht. Den Kapitalismus interessiert die Zerstörung der Natur überhaupt nicht, weil er in einem Profitrausch ist. Die Demokratische Gesellschaft wird eine ökologische Industrie aufbauen müssen, welche nicht mehr die “Bedürfnisse“ der Kapitalisten befriedigt sondern im Einklang mit der Natur und der Gesellschaft produziert. Die Industrie muss für die Natur da sein und nicht wie im Kapitalismus umgekehrt! Wenn eine Gesellschaft nicht mit der Natur harmoniert kann sie auch nicht ethisch und demokratisch sein! Freiheit der Frau Serok Apo sagt: „Die Freiheit der Frau bestimmt die Freiheit der Gesellschaft!“ Das heisst, eine Gesellschaft kann ohne die Freiheit der Frau nicht frei sein. Auch sagt Serok Apo: „ Das System erzwang die Ausbeutung der Frauen und gebrauchte sie als ein wertvolles Reservoir an billiger Arbeitskraft. Frauen werden auch insofern als eine wertvolle Ressource angesehen, weil sie Nachkommen produzieren und für die menschliche Reproduktion sorgen. Demnach ist eine Frau sowohl ein Sexualobjekt als auch ein Gebrauchsgegenstand. Sie ist ein Werkzeug zum Erhalt von Männermacht und kann im besten Fall zu einem Accessoire der patriarchalen Männergesellschaft werden.“ Die demokratische Gesellschaft kann sich von ihren Ketten nur befreien, wenn sie zuerst die Frau befreit. Denn solange die Frau immer noch versklavt ist, solange besteht die Unterdrückung und Ungerechtigkeit auf dieser Welt weiter! 41-45.qxp_Layout 1 22.03.2015 22:09 Page 41 STÊRKA CIWAN Über Die Frau Und Die Familie S owohl in Zeitalter der Sklaverei als auch im Feudalismus waren Frauen noch viel weniger sichtbar, ebensoweg wie ihre besonderen Tugenden. Von einer Einflußnahme der Frauen in dieser Zeit war nicht zu sprechen. Von der herrschenden Klasse in Harems gesperrt, wurde die Frau in jenen Zeiten regelrecht zu einer Gefangenen in der Gesellschaft, ihre Identität ging nahezu verloren. Sie mußte die einfachsten Arbeiten tun. So, wie die Sklaven keinerlei Besitz haben durften, wurden die Frauen von der politischen Arbeit und Diskussion ferngehalten. Von allen gesellschaftlich wichtigen Bereichen wurde die Frau ferngehalten. Frauen, die zurückgezogen in Palästen leben, konnten keine Aus: Gesammelte Schriften von Serok Apo n n 41 n Rêber Apo n n n Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:40 Page 42 STÊRKA CIWAN geistig-politische Mitwirkung einfordern. Ihr Wert wurde nach der Zahl der von ihr geborenen Kinder bemessen. Je mehr sie sich zum Schmuckstück im Haus ihres Mannes machte, ihre Kochkünste und ihre häuslichen Fähigkeiten verfeinerte, desto mehr stieg ihr Wert wurden vom Einfluß des Mannes geformt. Die Frau aber, die natürlich auch Teil solcher Entwicklungen ist, wurde vom Mann davon ferngehalten. Sie wurde immer weiter unteren Schichten der Gesellschaft abgedrängt. Ständig entfernte sie sich mehr von der Wissenschaft, der Politik, der Produktion und auch von der Religion. Ihre Unterwerfung schien keine Grenzen zu kennen. Für die Entwicklung gab es keine Gesetze, das einzige Gesetz war die Barmherzigkeit des Mannes. Auch in den späteren Klassengesellschaften wurde dieser Entwicklung keine Grenze gesetzt. Einziges Ziel war die maximale Ausbeutung… Abgesehen davon, daß die Frauen in Kurdistan von ihrem Mitspracherecht Gebrauch machen, eine politische Kraft darstellen und diese auch ausweiten, ist es doch noch schwierig heute für sie, den Mut dazu aufzubringen. Und so ist das wenn auch unterschiedliche stark in allen Bereichen, wo Menschen ausgebeutet werden. Auch wenn die Frauen heute einen gewissen Anteil am politischen Leben haben, überschreiten sie oft doch nicht den Rahmen, der ihnen vorgegeben ist. Ein Beispiel möchte ich nennen: die Ministerpräsidentin von Großbritannien, Magret Thatcher. Sie, die bekannt ist als Nîsan 2015 eiserne Lady, macht doch nichts anderes als eine Politik, die noch männlicher ist, als die der niederträchtigsten Männer. So wie der Impersialismus versucht, Staatengebilde, die seit Jahrhunderten bestehen, für eine Zwecke zu nutzen, benutzt sie den Staat in einer der Art von Frauen widersprechenden Weise. So sehr sich die britische Monarchie auch als Beschützer der Frau darstellen mag, die Rolle, die sie bei der Entfremdung der Frau spielt, ist unübersehbar. Die scheinbar äußerst ausgeprägte weibliche Sensibilität der Briten, gönnt den Frauen heutzutage nichts. Diese Situation hat unter Thatcher ihren Höhepunkt erreicht. Hier finden wir die ausgefeilteste Form von Palastintrigen und der Frauentyp, den wir hier vorfinden, ist nichts weiter als ein Maximum an weiblicher Künstlichkeit und Bürgerlichkeit.… Die Widerspiegelung der Kultur der Königshäuser reicht heute bis in die arabischen Paläste, wenn wir uns das Beispiel Jordanien ansehen. Daran können wie auch feststellen, wie sehr die Frau als falscher Anhang dient. Damit soll der Mißstand vertuscht werden, daß die Frau heute also auch nicht mehr ist, als eine Intrigantin. Wie zu den Zeiten als die bürgerliche Revolution begann. In den unteren Schichten ist die Frau eine Ware, mit der gehandelt wird, in den oberen Schichten eine Königen. Frauen wie diese, die als Beispiel für Autorität dienen, können nicht besser sein, als eine schlechte Komödie. Nein es ist nicht nötig, sich Europa zum Vorbild zu nehmen. 42 Solche Intrigen finden sich auch in den osmanischen Palästen. Es ist auch sinnvoll, sich diese geschichtlichen Entwicklungen genau anzusehen. Sie dürfen nicht vergessen werden, wenn man versucht, tiefgreifendere Überlegungen für die heutige Zeit anzustellen. Was haben die bürgerlichen Revolutionen fir die Frau bewirkt? Da jede Revolution die Menschen ganz allgemein gesehen ein Stück weiter bringt, ist der Kapitalismus im Vergleich zum Feudalismus ein Fortschritt, so, wie die kapitalistische Familienstruktur ein Fortschritt ist im Vergleich zu feudalen Familienstruktur. Daraus folgt, daß auch die Stellung der Frau in der bürgerlichen Familie weiterentwickelt ist, als die Stellung der Frau im Feudalismus. So gesehen müssen wir auch die Stellung der Frau im Kapitalismus thematisieren. Sowohl in der Theorie als auch in der Praxis versucht die Bourgeoisie, die Frau nach ihren Wüschen zu prägen. Die Frau wird zum Thema für Kunst und Literatur, sie spielt im alltäglichen Leben eine Rolle. Gelenkt vom bürgerlichen Mann, der von den eingefahrenen und unbeweglichen feudalen Verhältnissen auch gelangweilt ist, entwickelte sich ein neuer Frauentyp: neu im Auftreten, dem Verhalten, dem Aussehen bis hin zur Kleidung. Nicht nur der Überdruß des Mannes spielt bei diesen Entwicklungen eine Rolle, sondern auch die Tatsache, das die feudalen Familien- und Stam- sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:41 Page 43 STÊRKA CIWAN messtrukturen der bürgerlichen Entwicklung im Wege stehen. Die Bourgeoisie muß, um eine neue Gesellschaft in ihrem Sinne zu schaffen, die feudalen Strukturen bekämpfen. Dieser Kampf wird sichtbar im Bereich von Kunst und Literatur. Als die allgemeinen Theorien von Menschenrechten und der Gleichheit der Menschen entwickelt wurden, betraf nur ein Teil davon die Rechte und die Gleichberechtigung der Frauen. Das, was von der Bourgeoisie als Gleichberechtigung der Frau bezeichnet wird, ist lediglich Gleichberechtigung in der bürgerlichen Familie gegenüber der feudalen Familie. Es geht der Bourgeoisie nicht um die grundsätzliche Gleichberechtigung der Frau sondern lediglich um eine Freiheit der Frau innerhalb der bürgerlichen Familie, die aber dann praktisch keine Umsetzung findet. Zu Beginn der bürgerlichen Gesellschaft spielte die Frau in der Literatur und in der Kunst eine wichtige Rolle. Der Frauentyp, der in Romanen beschrieben wurde, erschien selbstständig und in der Lage, alles zu erreichen, was sie wollte. Es sah so aus, als entwickele sich die Frau von einem Gegenstand zu einem selbstbestimmten Wesen. Das ist die Grundlage, auf der die westliche Gesellschaft basiert. Die Teilnahme der Frau an diesem Prozess überschritt so gut wie nie diesen literarischen Rahmen, sie beteiligte sich lediglich in dem Maße, wie es der vom Mann geprägte Status zuließ. Man wird keine breit organisierten Aktivitäten von Frauen in den bürgerlichen Revolutionen finden. Zwar finden sich auch hier hervorra- gende Frauen, doch hatten ihre Aktivitäten nicht mehr als symbolischen Wert. Die Teilnahme der Frauen an 43 den bürgerlichen Revolutionen bewegte sich genau in den Grenzen, die der Mann für sie auch innerhalb Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:41 Page 44 STÊRKA CIWAN dieser neuen Gesellschaftsstruktur gezogen hatte. Noch heute gehören die Rechte der Frauen zu den meist diskutiertesten Themen der Welt. Auch in der Türkei ist das heute so. Die Wirklichkeit aber ist, daß die Beziehungen einseitig bestimmt werden, von den Männern. In den bürgerlichen Gesellschaften finden sich Männer, die im Namen der Frau den Kampf aufgenommen haben. Das geschah allerdings nur deshalb, weil die feudale Familienstruktur die Entwicklung der Kleinstfamilie blockierte. Deshalb machte sich auch der Kemalismus in der Türkei im Namen der Frau auf, um die Rechte der Frau zu erkämpfen und zu sichern. Tatsächlich hat es auch im Kapitalismus Fortschritte für die Frau gegeben, sie konnte ein gewisses Ansehen erreichen. Doch ist sie nach wie vor auf der gesellschaftlichen und politischen Bühne so gut wie nie sichtbar. Allein ist die Frau dort nichts, sie existiert nur in Verbindung mit dem Mann. Hier müssen wir uns noch Frage stellen, ist eine Frau, die nur Verbindung mit dem Mann etwas darstellt, selbstbestimmt? Ist es nicht vielmehr so, daß eine Frau, die in einer so weit entwickelten Gesellschaft (wie in Europa) nur etwas erreichen kann, wenn sie zu einer Institution oder einem Mann gehört, nicht wirklich die Kraft erreicht hat, selbstständig zu leben? In noch härterer Form ist das die Realität in unserer Gesellschaft. Bei uns ist es sogar so, daß die Frau das Haus nur mit Erlaubnis verlassen darf. Daß eine Frau sich ohne die Bevormundung des Mannes an Aktivitäten beteiligt, etwas plant oder Nîsan 2015 vorschlägt, scheint in unserer Gesellschaft geradezu absurd. in der bürgerlichen Gesellschaft wird die Frau außerhalb von Produktion und Politik im Wesentlichen als Werbemittel eingesetzt. Sie dominiert in der Mode sowie in irgendwelchen erfundenen gesellschaftlichen Rollen. Die Frauenwelt, die von der Bourgoisie geschaffen wurde und in die die Frauen hineingedrängt werden, ist primitiv. Und dabei ist noch unklar, inwieweit die Frauen in dieser Welt tatsächlich bestimmen können. In den USA und ganz allgemein auch im Westen wird die Frau auf äußerst gefährliche und entwürdigende Weise benutzt. Ich möchte nochmal betonen, das die Entwicklung vom Feudalismus hin zur bürgerlichen Gesellschaft zweifelsohne ein Fortschritt sich vollzieht, von der Hegomonie der Männer bestimmt ist. Und in dieser von bürgerlichen Männern bestimmten Gesellschaftsform hat die Frau nur bedingt den Status eines Objekts überwunden. Ende des 19. Jahrhunderts schaffte es das Proletariat, sich zu einer eigenständigen Klasse zu formieren. Eine solche Entwicklung hat die Frau bis heute nicht genommen. Es ist sehr intressant, sich mit den Veränderungen der Situation der Frau zu Beginn der kapitalistischimperialistischen Phase zu beschäftigen. Möglicherweise messen wir den Frauen heute keine genügende Bedeutung bei und können ihre Situation nicht bis ins kleinste Detail nachvollziehen. Das hat mit unserer bestehenden gesellschaftlichen Situation zu tun, die vom Kolonialismus entstellt und zerstritten ist, in der es feudale Rests44 trukturen gibt und in der sogar noch gesellschaftliche Strukturen zu finden sind, die noch vor der Zeit des Feudalismus ihre Wurzeln haben. Eine Situation in der sich der Übergang zum Kapitalismus unter schwerer Ausbeutung und Unterdrückung vollzieht. Aber eins müssen wir uns klar machen: die Rolle die die Frau heute in den fortgeschrittenen kapitalistischen Ländern spielt, ist gefährlich. Die Frau ist seit Jahrhunderten nicht nur zum Stillhalten und nach unten verbrannt worden, sie wurde nicht nur in Paläste gesperrt und von jeder gesellschaftlichen Entwicklung ausgeschlossen. Auch ihr Geist, ihr Bewußtsein unterlag dieser Situation. Die Ideologen, die Praktiker und die Politiker im Kapitalismus wissen sehr genau. Sie profitieren davon, indem sie aus der seit Jahrhunderten unterdrückten Frau plötzlich das Gegenteil, die scheinbar unabhängige Frau aufbauen, die tatsächlich aber nur ein Machtwerk, nur künstlich ist. Diese neue Frau ist für den Kapitalismus sehr nützlich, besonders um den Klassenkampf zu verschleiern. Im Zeitalter der bürgerlichen Freiheiten muß die Frau dafür, daß sie auch nur ein wenig anerkannt wird, einen hohen Preis bezahlen. Es wird versucht, jede Frau, die einen eigenen Willen beweist, gegen den Sozialismus auszuspielen. Die Frau in Europa wird auf subtile Weise im kulturellen Bereich ebenso wie bei politischen Machtspielen mißbraucht. Über Jahrhunderte unterdrückt wird sie im Kapitalismus plötzlich frei und freizügig. Damit meine ich nicht nur die sichtbare Enthüllung der Frau, auch bisher ver- sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:41 Page 45 STÊRKA CIWAN borgene Gefühle und ihr Denken werden maßlos offenbar und zur Schau gestellt. Wir wissen nicht, was die feministische Bewegung hierzu denkt, wie sie diesen Zustand bewertet, aber wir gehen davon aus, daß sich die kreise in Westeuropa hierüber bewußt sind. Das hat dafür gesorgt, das die Kleinstfamilien aufgelöst und die Bedeutungslosigkeit der Familie offengelegt wurde. Die Familie, die in Selbstzweifeln und Unentschlossenheit erstickt, ist von der Auflösung bedroht. Es wäre falsch, daß nur als Krise des Imperialismus abzuhandeln. Denn die Krise, die sich hier symptomatisch zeigt, geht weit drüber hinaus. Die Auswirkungen des kapitalistisch-impersialistischen Systems beeinflussen nicht nur die eigene Gesellschaft, sondern auch jedes Individium in Ländern wie dem unseren, und zwar auf noch viel schlimmere Art und Weise.… Während die Frau früher mehr eine Ware war, dienst sie heute mehr dazu, die Waren zu verkaufen, sie ist ein einzigartiges Werbemittel, ein Schmuckstück. Und man kann nicht davon sprechen, daß sie tatsächlich Einfluß bei wichtigen gesellschaftlichen Angelegenheiten hat. Welchen Stellenwert hat die Frau in Zeiten des Krieges und des Friedens? Gibt es ein Problem, daß durch die neue Situation der Frau gelöst wurde, egal ob nationaler oder internationaler Ebene? Inwieweit kann die Frau tatsächlich ein Zeichen setzen? Ist es denn richtig zu sagen, das war schon immer so und deshalb ist es heute nicht schlechter? Nein, das ist eine falsche Haltung. Wir dürfen Ausbeutung und Unterdrückung der Frau nicht getrennt sehen von ihrer sonstigen gesellschaftlichen Situation und Entwicklung. Kann es nicht sein daß die Lage der Frauen im kapitalistisch-imperialistischen System mit der Ursache für die Kriege ist, daß sie zumindest mit ein Grund ist für die Ausbeutung und Unterdrückung zu Kriegen führt. Also muß die Lage der Frauen auch mit ein Grund für Kriege sein. Dieser scheinbar unantastbare Zustand mit den jahrhundertealten Traditionen und Gewohnheiten blockiert tatsächlich eine positive Entwicklung in der Gesellschaft. Wir denken, daß unter anderem die Lage der Frau mit ein Grund für die meisten gesellschaftlichen Mißstände ist. Früher dagegen wurde immer nur auf die feudalen Strukturen, auf reaktionäres Verhalten, auf Ausbeutung und Unterdrückung hingewiesen. Aber es ist doch klar, daß eine Zivilisation, die auf der Schwäche eines Geschlechts aufbaut, keine Fortschritte machen kann. Eine solche Zivilisation kann und darf man nicht verteidigen. Die weltweite Situation wird von diese Seite aus zu wenig betrachtet. Der Mann ist mit seiner Situation zufrieden. Er hat die Autorität über die Familie und es ist von ihm kaum zu erwarten, daß er seine Position in Frage stellt und sich so selbst den Boden unter den Füssen wegziehen könnte. Dazu kommt, daß sich die Frau Jahrhunderte hinweg an diesen Zustand gewöhnt hat und außerdem die allgemeine Gesetzgebung diese bestehende Ordnung auch noch absichert. So wird Politik gemacht. Und wenn die Frau diese Situation als selbstverständlich ansieht und nicht 45 in Frage stellt, kann sie gar nicht anders, als sich dem zu fügen. Die kolonialistisch-imperialistische Ausbeutung hat den zweiten Weltkrieg verursacht. Heute wird die Frau vermarktet und sie findet Absatz. Auch wenn das keinen neuen Weltkrieg auslösen mag so kann man doch mit großer Gewißheit sagen, daß darin der Ursprung vieler Konflikte liegt: die Krisen in den Familien, die Entfremdung auf der Straße, der Verfall moralischer Werte, die Steigerung der Ausbeutung, jede Form von alltäglichen persönlichen Konflikten sind mit darin begründet. Auch die Ursache für Spannungen, für Härte und Opportunismus, die Ursache für ganz unterschiedliche Konflikte muß immer auch hier gesucht werden. Innerhalb des bestehenden gesellschaftlichen Systems sehen wir keine Möglichkeit, das Problem zu lösen. In der Türkei wir versucht, daß Problem mit den Maßstäben der bourgoisen Gesellschaft zu lösen. Für uns ist das auf keinen Fall eine Möglichkeit. Denn gerade deshalb befinden sich die bürgerlichen Gesellschaften ja in so einem großen Wiederspruch. Die gesamte westliche Welt steckt deshalb in einer Krise. Die Institution Familie ist eine ständige Last. Und trotz der relativ großen wirtschaftlichen Möglichkeiten und Fortschrittlichkeit sind die Frauen doch unschlüssig. In allen Ländern, vor allem in Schweden, ist Selbstmord ein weit verbreitetes Phänomen. Und auch in den sozialistischen Gesellschaften gibt es aus diesem Grund große Spannungen. Wir können also sehen, daß dieses Problem überall besteht. Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:43 Page 46 STÊRKA CIWAN Kurdische Jugendliche und ihr Bezug zur Kultur in der Heimat und im Ausland n n Die Kurden sind Volk zu deren Natur es eigentlich gehört, dass das Leben kommunal organisiert wird. In einem Dorf wird die Arbeit, die zu erledigen ist, so verteilt, dass jeder das tut was er kann. Demokratische Arbeitsverteilung heisst auch, dass jeder einmal jede anzustehende Arbeit zu verrichten hat, auch um seinen eigenen Horizont zu erweitern. Während im Kapitalismus Werkzeuge, Fabriken und Bauernhöfe wenigen Menschen gehören, die dann über den Markt bestimmen und auch umgekehrt der Markt über diese bestimmt, bilden sich immer kleine Gruppen heraus, die alles in der Hand haben, genannt Bourgeoisie oder auch einfach ''Bonzen''. Der Kommunalismus verteilt die Produktionsmittel demokratisch nach jeweiligem Bedürfnis, in der kurdischen Kultur ist er so stark verankert, dass es der Kapitalistischen Moderne sehr schwer fällt in Kurdistan Fuss zu fassen. Kurdische Jugendliche werden in ihrer Heimat sehr stark durch den n Paramaz n n Kommunalismus geprägt. Der Westen hat ein Interesse den Nahen Osten seiner Bodenschätze zu berauben, deshalb versucht er Kulturen, Religionen und Völker gegeneinander aufzuhetzen, dies macht er in dem er über seine Handlanger in den jeweiligen Gebieten Konflikte erzeugt und Vorurteile schürt. Durch die Politik und Kriege gegen die Kurden wurden sie gezwungen ihre Heimat zu verlassen und in den Westen auszuwandern. Im Westen erwartete sie ein ungeheuerlicher Assimilations-, Ausbeutungs- und Unterdrückungsapparat in Form Kulturlosigkeit, Niedriglöhne, Jobcenter, Vereinzelung, Arbeitslosigkeit, Rassismus und Formung eines widerwärtigen Frauenbildes, welches vom Markt angegeben wird, hinter welchem die Herrschaft des Mannes steht, all diese haben ihren Ursprung beim Staat. Dass die Jugend der Motor der Revolution sein kann, weiss die Bourgeoisie sehr gut, deshalb treibt sie die Jugend bewusst an den Rand der Gesellschaft durch Drogen, Alkohol, Übersexualisierung und kultureller 46 n Verwahrlosung. Ein anderes Mittel ist, dass sie so sehr assimiliert werden, das sie fern von ihrer eigenen Realität leben und nichts mehr in ihnen vom Geist der Jugend zu finden ist. Ein Gegenmodell für ein würdevolles Leben ist das von Reber Apo entwickelte Modell der Demokratischen Nation. Dieses Modell ermöglicht Minderheiten und unterdrückten Gruppen ein Recht zur Mitbestimmung in der Gesellschaft. Auch für Europa ist dieses Modell interessant, da es den vielen Migranten eine Möglichkeit zur Mitbestimmung der Gesellschaft gibt, welche sie bis Heute nicht haben. Aber auch Frauen werden Dank dieses Modells gestärkt, da es eine 5000-jährige Herrschaft des Mannes zu brechen gilt. Ausgewanderte Kurden sollten ihre Kultur bewahren, da hinter jeder Kultur eine tiefere Bedeutung steckt, gleichzeitig sollte man den Menschen das Recht auf Wanderung nicht verbieten, wenn dies aus freiem Willen geschieht. Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:45 Page 47 STÊRKA CIWAN Jetzt Bin Ich Eine Revolutionärin n n „Dies ist der Hauptwiderspruch: Können wir uns als freie Frauen definieren, wenn wir genau die Dinge fordern, die momentan Männern gehören, oder wollen wir etwas Anderes? Meiner Meinung nach dürfen nach Freiheit strebende Frauen und Frauenbewegungen nicht in Wettstreit mit dem männlichen System, seinen Methoden und seiner Wirklichkeit, treten. Unser Ziel muss vielmehr sein, unsere eigenen Methoden aus der Perspektive einer Frau zu entwickeln, sodass wir die Realität, genauer gesagt die wirkliche Realität, verstehen, um unsere Leben zu verändern.“ Heval Fatma n Solin Keko Ich bin fünf, als ich zum letzten Mal das sehe, was die türkische Armee von meinem Dorf übrig gelassen hat. Man zwingt uns, in die türkischen Städte zu ziehen, wo wir vor eine Wahl gestellt werden: Entweder behalten wir unsere kurdische Sprache, Kultur, Identität, und werden dafür verfolgt und ausgegrenzt – oder wir werden Teil der türkischen Gesellschaft und geben dafür alles auf, was uns vorher ausmachte. Meine Eltern wählten einen dritten Weg, in der Hoffnung, diesem Dilemma zu entgehen. Sie beantragten politisches Asyl in der Bundesrepublik Deutschland. Mit Erfolg. 47 n n n Von da an war mein Leben gezeichnet von dem Zwiespalt zwischen der deutschen Gesellschaft, die mich überall umgab, und der kurdischen Kultur, die ich zu bewahren versuchte. Wir waren in dieses Land gekommen mit großen Hoffnungen. Wir dachten, hier als freie Kurden leben zu können, weil wir an die westliche Demokratie glaubten. Bald jedoch lernten wir eine neue Form der Assimilation kennen. Es war nicht der rohe Zwang des Gewehrlaufes, den wir von Seiten des türkischen Staates kennen gelernt hatten. Sie war subtiler, perfider, weil sie uns nicht in Gestalt eines Feindes, sondern eines Freundes entgegentrat. Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:45 Page 48 STÊRKA CIWAN Sie war nichts, wogegen man rebellieren konnte oder wollte, sondern ein Prozess, der uns unbewusst weiter und weiter von dem entfernte, was wir zu bewahren versuchten. Als ich älter wurde, und anfing, mich bewusst mit meiner kurdischen Identität auseinander zu setzen, wurden mir die wachsenden Widersprüche offenbar, in denen ich lebte. Die Dinge, die ich tat, ja sogar die Dinge, die ich dachte, waren unvereinbar mit dem, was in meiner Vorstellung das Richtige und Natürliche war. Ich versuchte die Widersprüche kleinzureden, meine Entfremdung von der kurdischen Kultur zu rechtfertigen. Ich sagte mir, dass sie rückständig und unbedeutend war – was nicht schwer fiel, da die Gesellschaft, in der ich lebte, alles für rückständig und unbedeutend hielt, was ich mit meinen kurdischen Wurzeln verband. Doch ein Teil von mir rebellierte beständig gegen meine Versuche, mich selbst zu assimilieren. Ich fühlte mich zerrissen. Es war, als hätte ich einen Pakt mit dem Teufel geschlossen. Der Kapitalismus hatte mir lächelnd seine Hand hingestreckt und nur eine Sache von mir verlangt: Meine Seele. Nach außen war ich, was man „gut integriert“ nennt. Ich sprach fehlerfrei Deutsch (und kaum Kurdisch), bekam gute Noten in der Schule, traf mich mit deutschen Freunden und ging auf deutsche Partys. Mein kurdisches Ich versteckte ich tief in mir. Es war etwas, für das ich mich in gewisser Weise schämte, doch das ich, wie meine dunklen Haare oder meinen Namen, nicht ablegen konnte. Gleichzeitig wuchsen meine Zweifel Nîsan 2015 an der Gesellschaft, dem System, in dem ich lebte. Die Freundschaften, die ich in der Schule schloss, schienen ein Verfallsdatum zu haben; es war selbstverständlich, dass nach der Schulzeit Studium und Beruf – kurz gesagt Karriere – unsere Wege bestimmten, und niemanden schien das zu stören. Das Geld, das ich in meinem Nebenjob als Kellnerin verdiente, schien nur dazu da zu sein, für Partys, Schmuck und teure Kleidung ausgegeben zu werden. Etwas stimmte nicht. Ich war Studentin, mit Aussicht auf einen gut bezahlten Beruf, hatte alles, was ich brauchte. Nur glücklich war ich nicht. Ich fragte mich nach dem Sinn von Alldem, und fühlte mich gleichzeitig unendlich verloren. Ich hatte alles getan, was das System von mir verlangt hatte, und war erfolgreich gewesen. Wo aber blieb die Belohnung? Während ich diese Zeilen schreibe, bin ich sehr, sehr weit weg von diesem Leben. Ich sitze auf einem Felsen, auf den die Sonne scheint, am Hang eines grünen Gebirgstals, durch das ein glasklarer Fluss rauscht und über dem sich gewaltige schneebedeckte Berge erheben. Neben mir lehnt meine Kalaschnikow. Während meines Studiums reiste ich vor zwei Jahren für ein Praktikum nach Istanbul. Ich wusste noch nicht, dass ich nie zurückkehren würde. Die Reise sollte meine Heimkehr werden. In Deutschland war ich in einer feministischen Gruppe gewesen, und als ich erfuhr, dass die Frauenbewegung nahe meines Arbeitsplatzes eine Demo abhalten wollte, beschloss ich teilzunehmen. Ich verlief mich auf dem Weg zum Versammlungsp48 ppp am Tag vor meiner Abreise in einen Krieg, in dem ich möglicherweise sterben werde, wie schon so viele meiner tapferen Genossinnen und Genossen. Nicht weil ich Angst habe, vergessen zu werden, falls ich falle, sondern um alle, die dies hier lesen, wissen zu lassen, das der Kampf weiter geht, und dass er erfolgreich sein wird. ooo sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:45 Page 49 STÊRKA CIWAN bin ihnen entkommen. Für viele meiner Genossinnen hat Freiheit aber noch eine ganz andere Tragweite. Zum ersten Mal in ihrem Leben sind sie als Frauen frei, gewisse Dinge zu tun – Entscheidungen zu treffen, zu sagen was sie denken, oder einfach nur gemeinsam zu lachen und Spaß zu haben oder Zigaretten zu rauchen. Für viele waren Zwangsheiraten vorgesehen, bevor sie wegrannten und sich uns anschlossen. Es ist wichtig das zu erwähnen: Wir kämpfen genauso gegen die Unt e r d r ü ck ung unserer Kultur, wie auch gegen jede Form der Unterdrückung, die in ihr reproduziert wird. Seit unsere Dörfer und Städte von blutrünstigen Faschisten überrannt werden, sind wir interessant geworden. Doch das Leid, das uns seit Jahrhunderten ereilt, von Seiten autoritärer Regierungen, Fundamentalisten und den tief in der Gesellschaft des Mittleren Ostens verankerten patriarchalen und feudalen Strukturen, scheint höchstens dann der Rede wert, wenn irgendwer es als Rechtfertigung für seine eigene Form der Versklavung ausschlachten kann. Wir Kurden und Kurdinnen sind es leid, ausgeschlachtet zu werden. Wir werden nicht mehr zusehen, wenn man uns als Bauern auf dem Schachbrett internationaler Politik hin und her schiebt. Wir werden nicht mehr zusehen, wenn man unsere Kultur verleugnet und zu vernichten versucht, uns in Massen ermordet, weil wir nicht in bestimmte Weltbilder hineinpassen. Wir werden uns nicht unter dem Mahlstein der globalen westlichkapitalistischen Hegemonie zerreiben 49 lassen. Wir sind der Sand im Getriebe. Das sind die Gründe, aus denen ich diese Zeilen hier schreibe, am Tag vor meiner Abreise in einen Krieg, in dem ich möglicherweise sterben werde, wie schon so viele meiner tapferen Genossinnen und Genossen. Nicht weil ich Angst habe, vergessen zu werden, falls ich falle, sondern um alle, die dies hier lesen, wissen zu lassen, das der Kampf weiter geht, und dass er erfolgreich sein wird. Ideen kann man nicht erschießen – und unsere Idee ist stärker als alles, was unsere Feinde beschwören können. Ich bin in diesen Kampf als Kurdin eingetreten, doch ich führe ihn als Revolutionärin. Wir stehen Seite an Seite mit allen Menschen, die tagtäglich der Unterdrückung und dem Hass des Systems ausgesetzt sind, und wir bieten allen unsere solidarische Hilfe, die bereit sind, Widerstand zu leisten. In wenigen Tagen werde ich in Sengal an der Front stehen. Ich möchte keine Menschen töten und habe es auch nie gewollt, doch ich werde nicht zulassen, dass noch mehr Unschuldige den Massakern der Faschisten zum Opfer fallen. Ihre Kämpfer glauben, dass sie für ihre Taten in den Himmel kommen. Ich weiß das das nicht stimmt. Himmel und Hölle gibt es nur in dieser Welt. Ich habe beide gesehen. Wir leben im Hier und Jetzt. Wir können es der Hölle überlassen, wir können darin aber auch unseren eigenen Himmel aufbauen. Und es erfüllt mich mit unendlichem Stolz, dafür zu kämpfen. Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:46 Page 50 STÊRKA CIWAN In wenigen Tagen werde ich in Sengal an der Front stehen. Ich möchte keine Menschen töten und habe es auch nie gewollt, doch ich werde nicht zulassen, dass noch mehr Unschuldige den Massakern der Faschisten zum Opfer fallen. - latz und bat einen Passanten um Hilfe. Bis heute weiß ich nicht, ob es an meinem schlechten Türkisch lag, oder ob der Mann selbst nicht Bescheid wusste. Fest steht nur, dass der Weg, den er mir nannte, mein Leben für immer veränderte. Seiner Beschreibung folgend irrte ich durch die Straßen Istanbuls. Fest überzeugt, dass der Passant mich belogen und ich die Demonstration verpasst hatte, wollte ich schon frustriert kehrt machen, da fand ich mich auf einmal in einer singenden, fahnenschwenkenden Menschenmenge wieder. Es war nicht die Demo der türkischen Feministinnen, sondern die ihrer kurdischen Gleichgesinnten. Kurzerhand beschloss ich mitzulaufen. Auf dieser Demo lernte ich zum ersten Mal einen Kader kennen. Ich weiß nicht, was mich am Meisten an ihm faszinierte. War es sein aufrechter Gang? Seine ruhige, kraftvolle Stimme? Ich denke, es waren seine Augen. Ich habe noch nie zuvor so einen Blick gesehen. Es war, als ob er alles Leid, allen Schmerz und all die Wut, doch auch all die Hoffnung, die Überzeugung und die Willenskraft der Welt in sich trug. Es war der Blick eines freien Menschen. Ich konnte ihn nicht erwidern. Nach dieser Begegnung war alles Nîsan 2015 anders. Ich trug ein Feuer in mir, das mich gegen die Belanglosigkeiten des Alltags immun machte und mir die Richtung wies. Ich begann die Bücher Reber Apos zu lesen. Seine Worte war für mich wie Ziegel, die Stück für Stück das zerrüttete Fundament meiner Identität neu aufbauten. Ich war verblüfft, dass ein Mensch durch bloßes Nachdenken so viel Wahrheit erkennen konnte. Und unendlich dankbar, dass er sie mit mir teilte. Es waren keine zwei Monate vergangen, und ich hatte nur noch einen Wunsch: Mich der Organisation anzuschließen, die für diese Überzeugungen kämpfte - die Wegbereiter einer neuen, freien Gesellschaft war. Ich wollte Teil davon sein Die erste Zeit in der Guerilla war sehr schwer. Alles war anders. Man musste sich daran gewöhnen, auf hartem Erdboden zu schlafen, im Morgengrauen aufzustehen, den Abwasch in eiskaltem Gebirgswasser zu machen. Die Genossinnen und Genossen halfen mir darüber hinweg. Noch nie zuvor hatte ich so großartige Menschen kennen gelernt. Zu Anfang schämte ich mich in ihrer Gesellschaft. Sie wussten so viel, hatten so viel erlebt und durchgemacht – ich kam mir vor wie ein kleines Kind. Und doch war nie 50 jemand ungeduldig oder bevormundend zu mir, sie gaben mir von Anfang an ihr vollstes Vertrauen und ihre Freundschaft. Ab dem ersten Tag war ich eine Gleiche unter Gleichen. Wer denkt, dass es in der Guerilla nur ums Krieg führen geht, liegt falsch. Wir sind Revolutionäre, im wahrsten Sinne des Wortes. Natürlich lernen wir uns zu verteidigen, doch viel wichtiger ist die Ideologie, das Leben miteinander, und die Revolution in uns selbst. Erst hier habe ich gelernt, wie viel von dem, was ich jeden Tag unbewusst tue und denke, Teil des Systems ist, ein Teil, der in mir existiert, und den ich überwinden muss. Keiner von uns ist perfekt. Das ist eine große Stärke der Bewegung: Wir haben kein starres Ziel vor Augen und werden selbstzufrieden, wenn wir es erreicht zu haben glauben, sondern wir entwickeln uns ständig weiter. Genossen, die schon vierzig Jahre dabei sind, befinden sich genauso in diesem Prozess wie ich. Für mich bedeutet die Guerilla Freiheit. Ich bin Revolutionärin geworden, führe Tag für Tag ein Leben, in dem ich gegen den Kapitalismus und seine Herrschaftsmechanismen kämpfe – sowohl nach außen als auch in mir selbst. Ich habe viele Zwänge des Systems erkannt und sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:47 Page 51 STÊRKA CIWAN Analyse Und Aufklärung Über Soziale Medien n n or nicht all zu langer Zeit lebten die Menschen noch in Gesellschaften, in denen das soziale Leben noch zu den wichtigsten Aspekten des Lebens gehörte. Durch die kapitalistische Moderne verschwanden Stück für Stück das soziale, die Kultur und die traditionelle Dorfgemeinde unter anderem. Die Menschen fingen an in die Städte zu ziehen auf der Suche nach Arbeit, und der neue Sinn des Lebens bestand darin so viele und so teure Dinge wie V n Bedoya Besaya n n n möglich anzuhäufen. Der Mensch wurde durch die kapitalistische Moderne zu einem Egoist gemacht, aber der Mensch sehnt sich von Natur aus nach einem sozialen Leben miteinander. Um weniger an der Vereinzelung und der sozialen Einsamkeit zu leiden, fing der Mensch an Gruppen wie z.B. Nationen und Religionsgemeinschaften zu erfinden, um sich identifizieren zu können. Durch die technologischen Veränderungen veränderten sich die Art und Weise der Menschen um 51 etwas gegen die Vereinzelung zu unternehmen. So kamen in den letzten Jahren auch die sozialen Medien auf, welche ebenfalls das Ziel hatten die Menschen wieder näher aneinander zu bringen. Das Problem ist nur, dass die sozialen Medien ein Produkt der kapitalistischen Moderne sind, weshalb sie die Vereinzelung nur Verstärkt haben. Durch die sozialen Medien sind die sozialen Beziehungen zu einer Ware verkommen mit der man quasi handeln kann. Das heisst, dass Nîsan 2015 sayfa.qxp_Layout 1 22.03.2015 21:47 Page 52 STÊRKA CIWAN Freundschaften nun einen Wert bekommen haben. Freundschaften haben heutzutage nun verschiedene Werte, je nachdem welche Person einem in dem Moment von Nutzen ist. Eine Folge davon ist auch, dass man versucht angebliche Freundschaften zu vermehren. Das beste Beispiel hierfür ist Facebook. In Facebook sammelt man im Laufe der Zeit eine riesige Menge an angeblichen Freundschaften an, obwohl man mit den meisten Personen auf der Strasse gar nicht erst reden würde, oder sie sogar nicht einmal mag. Man addet diese Personen nur, weil sie einem entweder irgendwann von Nutzen sein könnten, oder weil man dem Gruppendruck nachgibt, da alle anderen diese Person auch in der Freundesliste haben. In anderen Worten gesagt kann man Freunde nun 'besitzen', sei es als Freund bei Facebook, oder auch als Nummer bei Whatsapp. Ein weiteres Problem der sozialen Medien besteht darin, dass sich durch die Technologie auch die Art und Weise der Kommunikation verändert hat. Heutzutage kann man über Whatsapp und Facebook weder den Gesichtsausdruck noch die Körperhaltung sehen, wodurch es einem viel leichter fällt sich zu verstellen. Man kann auch sagen, dass die anonymität der sozialen Medien dazu verführt zu lügen. Durch die Verbreitung der Smartphones, vor allem in Europa, setzten sich Programme wie z.B. Whatsapp als Alternative zu den SMS durch. Whatsapp ist ein Programm, das zum versenden von Nachrichten, Fotos und Videos dient, Nîsan 2015 und dabei eine Internetverbindung benutzt, wodurch man nur die Internet kosten übernehmen muss, was es günstiger macht als eine SMS zu verschicken. Insbesondere bei Jugendlichen hat sich Whatsapp wegen der geringen Kosten durchgesetzt. Durch die Tatsache, dass man jederzeit und fast überall mit allen Freunden reden bzw. schreiben kann, verlieren die zwischenmenschlichen Beziehungen, also die Freundschaften, an Wert. Das ist so extrem geworden, dass es üblich ist die Menschen in Cafe’s zu sehen während alle auf ihre Smartphones gucken statt miteinander zu reden. Das traurige daran ist, dass sie ihre Smartphones beim Zusammensein mit Freunden auch noch nutzen, um mit anderen Menschen zu schreiben. Früher hat man sich gefreut, wenn ein Freund sich die Zeit und den Weg genommen hat, um mit einem zu reden. In anderen Worten kann man sagen, dass man vor der Nutzung der sozialen Medien die Freundschaften viel mehr wertgeschätzt hat. Aber wie in allen Lebensbereichen muss man auch bei den sozialen Medien die positiven Seiten aufzeigen und aus den Fehlern und Problemen lernen. Aufgrund der Tatsache, dass man dank der sozialen Medien schnell viele Personen erreichen kann, erspart man sich die Zeit und Kosten die man hätte, wenn man die Freunde z.B. ohne Facebook erreichen wollte. Durch den Zeitgewinn hat man mehr Zeit für andere Dinge wie z.B. politische und kulturelle Arbeit, aber auch um sich im echten Leben mit Freunden treffen zu können. Aus po52 litischer Sicht hat vor allem Facebook den Vorteil, dass man schnell sehr viele Menschen mit politischen Botschaften erreichen kann. Dass die Verkrüppelung der sozialen Beziehungen mit der kapitalistischen Moderne zusammenhängt erkennt man daran, das z.B. die kurdische Kultur noch sehr viel Wert legt auf Freundschaften und zwischenmenschliche Beziehungen, anders als in Europa. Das beste Beispiel hierfür ist das gemeinsame Çay (Tee) trinken mit Freunden. Der Kapitalismus hat sich nämlich noch nicht so lange durchgesetzt wie in anderen Ländern, und auch die Bevölkerung Kurdistans wehrt sich stärker gegen die kapitalistische Moderne als die Menschen in anderen Ländern. An der Verkrüppelung der sozialen Beziehungen erkennt man, dass die kapitalistische Moderne gegen die Natur des Menschens ist. Soziale Medien, allen voran Whatsapp und Facebook sind Produkte der kapitalistischen Moderne. Auch wenn die sozialen Medien vielleicht entstanden sind um die Menschen wieder näher aneinander zu bringen, so haben sie genau das Gegenteil bewirkt. Die sozialen Medien können aber auch im positiven Sinn genutzt werden, man muss sie aber bewusst nutzen. Bewusst nutzen bedeutet zu wissen, wieso in der kapitalistischen Moderne die sozialen Medien die Vereinzelung und die Einsamkeit des Menschen verstärken statt sie zu bekämpfen. Das einzige was die Vereinzelung aufheben kann ist die Aufhebung der kapitalistischen Moderne.