Çevre SİVİL TOPLUM DİYALOĞU www.siviltoplumdiyalogu.org
Transcription
Çevre SİVİL TOPLUM DİYALOĞU www.siviltoplumdiyalogu.org
ACTIVITY Bu program Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından finanse edilmektedir. This programme is co-funded by the European Union and the Republic of Turkey TÜRK-YUNAN MEDYA BULUŞMASI TURKEY-GREECE MEDIA BRIDGING TURKEY GREECE MEDIA BRIDGING G www.turkeygreecemediabridging.com NİSAN 2015 April 1 JOURNAL THE ROLE OF MEDIA IN TURKISH-GREEK RELATIONS TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİNDE MEDYANIN ROLÜ project art creative mice ANLAMAK, ANLATMAK, ANLAŞMAK... Sivil Toplum Diyaloğu Programı; Medya, STK ve Kamu Personelini daha güçlü bir işbirliği için biraraya getiriyor. www.siviltoplumdiyalogu.org 21-22 April 2015 21-22 Nisan 2015 13-14 May 2015 13-14 Mayıs 2015 16-17 June 2015 16-17 Haziran 2015 TO EXPLAIN, TO LISTEN & TO UNDERSTAND EACH OTHER... Civil Society Dialogue Programme brings together Media, CSO and Public Officials for a stronger cooperation. www.civilsocietydialogue.org 09-10 September 2015 09-10 Eylül 2015 7-8 October 2015 7-8 Ekim 2015 21-22 October 2015 21-22 Ekim 2015 Bu program Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından finanse edilmektedir. This programme is co-funded by the European Union and the Republic of Turkey TURKEY GREECE MEDIA BRIDGING Projesi ΓΕΦΥΡΩΣΗ ΤΩΝ ΜΕΣΩΝ ΕΝΗΜΕΡΩΣΗΣ ΤΟΥΡΚΙΑΣ - ΕΛΛΑΔΑΣ project art creative mice G contents İÇİNDEKİLER JOURNAL Publisher İmtiyaz Sahibi Ali Akgün [email protected] Editor-in-chief Genel Yayın Yönetmeni Arzu Akgün [email protected] Editorial Consultant Yayın Danışmanı Andreas Belibassakis BBC Yunanistan Muhabiri Chief of Correspondent BBC in Middle East Burak Bekdil Hürriyet Daily News Doç. Dr. Burcu Sümer Ankara Üniversitesi, İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Ankara University, Lecturer of Communication Faculty Özge Mumcu Gazeteci / Journalist Sedat Bozkurt Fox Tv Ankara Temsilcisi Representative of Fox Tv Ankara Yrd. Doç. Dr. Sevgi Can Yağcı Aksel Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Ankara University, Lecturer of Communication Faculty Zafer Çakmak Habertürk Ankara Temsilcisi Representative of Habertürk Ankara TURKEY-GREECE MEDIA BRIDGING PROJECT Project Coordinator / Aral Group Arzu Akgün [email protected] 30 /belediye y t i l a p i c i mun Project Asistant /Aral Group Fatoş Dervişoğlu [email protected] Project Coordinator / A4 Art Design Berin Myisli Project Assistant / A4 Art Design Xenia Chatziangeli www.turkeygreecemediabridging.com [email protected] This journal is produced within the scope of Civil Society Dialogue program by Aral Group. This journal is produced with financial support of EU and Republic of Turkey. Aral Group is responsible from the content of the journal and can in no way be interpreted as the opinion of the EU and/or Republic of Turkey. Bu dergi Aral Group tarafından Sivil Toplum Diyaloğu programı kapsamında üretilmiştir. Bu dergi Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti’nin mali desteğiyle üretilmiştir. Bu derginin içeriğinden yalnızca Aral Group sorumludur ve bu dergi hiçbir şekilde Avrupa Birliği veya Türkiye Cumhuriyeti’nin görüş ve tutumunu yansıtmamaktadır. Dergide yayınlanan makale, yazı, haber ve fotoğrafların sorumluluğu yazarların sahibine aittir. The responsibility of the articles, writings, news and photos published in the journal belongs to the authors. Ataç 1 Sk. 25/11 Kızılay, Ankara / Turkey (Yönetim Yeri) Phone: +90.312 433 2725 Fax: +90.312 434 2725 e-mail: [email protected] Baskı/Printing: TDV Yayın, Mat. ve Ticaret İşl. 0312 354 91 31 Yerel Süreli, üç aylık, Türkçe-İngilizce Yıl: 3 Sayı: 13 Basım Tarihi: 27.02.2015 Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Arzu Akgün Yayın Sahibi: Aral Prodüksiyon Dağ. Danış. Ajans Yay. Matbaa. Rek. Tur. San. Tic. Ltd. Şti. adına Ali Akgün 38 turizm tourism/ G JOURNAL 06 panel 34 38 üzik music/m art/sanat 50 ek food/yem TRGR JOURNAL 5 ACTUAL Blue Voyagers Exhibition in Istanbul Mavİ Seyyahlar Sergİsİ İstanbul’da The exhibition which is called Blue Voyagers: Romare Bearden and Art of Bedri Rahmi Eyüboğlu and organized in cooperation by Columbia Global Centers Turkey and Greek General Consulate in Istanbul will meet the art lovers between 15th April 2015 and 17th May 2015. The American artist’s work called A Black Odyssey that is prepared by inspiring from the epic Odyssey and identified with the artist himself is coming to Istanbul after New York and Paris. The exhibition will also present the audience a special selection that is in the Eyüboğlu family collection and consists of the Anatolian themes blended with a western technique by one of the most important representatives of modern Turkish painting, Bedri Rahmi Eyüboğlu. This special selection will be composed of the works of the artist such as “ Grandson, While Thinking of You, Baltabaş Kamanchist, Mother and Shepherd, Aşık Veysel, Saz Player and Yavuz is coming Yavuz”. The exhibition aims to bring together the two artists who are contemporary to each other and began a journey on the track of a kind of a universal Odyssey in their own past. Columbia Global Centers Turkey ve Yunanistan İstanbul Başkonsolosluğu işbirliğinde düzenlenen Mavi Seyyahlar: Romare Bearden ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Sanatı adlı sergi 15 Nisan- 17 Mayıs 2015 tarihleri arasında sanatseverlerle buluşacak. Amerikalı sanatçı Romare Bearden’ın Homer’in Odysseia destanından esinlenen ve sanatıyla özdeşlesen “Siyahi bir Odyssesia” (A Black Oddyssey) isimli çalışmaları New York ve Paris’ten sonra İstanbul’a geliyor. Sergi aynı zamanda Türk modern resminin en önemli temsilcilerinden Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun, Eyüboğlu aile koleksiyonunda yer alan ve Anadolu temalarını batılı teknikle harmanladığı özel bir seçkiyi de izleyici ile buluşturacak. Bu özel seçkide sanatçının “Torun, Seni Düşünürken, Baltabaş Kemençeci, Kağnı, Ana ve Çoban, Aşık Veysel, Saz Çalan ve Yavuz Geliyor Yavuz” gibi eserleri yer alacak. 6 www.turkeygreecemediabridging.com GÜNCEL The Prize Awarded to Turkish Airlines from Athens Atİna’dan Türk Hava Yolları’na Ödül Because of Turkish Airlines is the most important transport that connects Greece to the world and from this aspect it contributes to the development of commercial activities, Turkish Airlines was granted “Active Greece Awards 2015” in “Business Excellence in the field of Extraversion” held in Athens. Alp Yavuzeser, Athens Director of Turkish Airlines, made a statement and said that he made all kinds of efforts in order to develop the Turkish Airlines partnership in the field of social, cultural and economic relations between Turkey and Greece. Yavuzer spoke like that; “Turkish Airlines enables that Greece is connected to more than 260 points of the world with 35 flights in a week and it also organizes 3 frequencies per day between İstanbul and Athens and 2 frequencies per day between İstanbul and Thessaloniki. Turkish Airlines will support the accessibility of Greece by increasing its frequencies in the coming days.” Türk Hava Yolları, Atina’da düzenlenen “Business Excellence in the field of Extraversion” forumunda, Yunanistan’ı dünyaya bağlayan en önemli taşıyıcı olması ve bu yönüyle ticari faaliyetlerin gelişmesine sağladığı katkı sebebiyle “Active Greece Awards 2015” ödülüne layık görüldü. Türk Hava Yolları Atina Müdürü Alp Yavuzeser yaptığı açıklamada THY ortaklığının Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin kültürel, sosyal ve ekonomik başlıklarda daha ileriye gitmesi için her türlü çabayı göstereceğini ifade etti. Yavuzeser konuşmasını şöyle sürdürdü: “Yunanistan’ı dünyanın 260’dan fazla noktasına haftada 35 sefer ile bağlayan ve İstanbul-Atina arasında günde 3 frekans, İstanbul-Selanik arasında günde 2 frekans sefer düzenleyen Türk Hava Yolları’nın, Yunanistan’ ın ulaşılabilirliğine önümüzdeki günlerde yapacağı frekans artışlarıyla artan oranda destek olacaktır.” 2015 Arch Ancient Greek Summer Camp 2015 Arché Antİk Yunan Yaz Kampı Arch Ancient Greek Summer Camp will be held in Şirince Matematik village in İzmir on August 10th-23th, 2015. The purpose of the Arch Project is to present a creative and productive environment by showing a perspective that people cannot see in their daily life and by introducing them a world that they can respect. The subject of the camp is to understand the world of Ancient Greek and a two-week intensive history and philosophy subjects will be discussed. Basic history and philosophy courses will be in mornings for two weeks and additionally different aspects of Ancient Greek World will be discussed in afternoons. The courses will be taught by educators who expert in their fields for many years, are active in the academic field and professional instructors. Arché Antik Yunan Yaz Kampı, 10 – 23 Ağustos 2015 tarihlerinde İzmir, Şirince Matematik Köyü’nde yapılacaktır. Arché projesinin amacı, insanlara günlük hayatta göremedikleri bir derinlik gösterip, onları saygı duyabilecekleri bir dünya ile tanıştırarak, onlara yaratıcı ve üretken olunabilecek bir ortam sunmaktadır. Kamp Antik Yunan dünyasını anlamak üzerine olacak ve iki haftalık yoğun bir tarih ve felsefe konuları işlenecek. Temel tarih ve felsefe dersleri iki hafta boyunca sabahları sürecek, bunlara ek olarak da öğleden sonraları 2–3 günlük spesifik konular üzerinden gidilerek Antik Yunan dünyasının farklı yönleri işlenecek. Dersler, konularında uzun yıllardır kafa yormuş, akademik üretimde bulunmuş ve profesyonel olarak eğitimcilik yapan hocalar tarafından verilecektir. TRGR JOURNAL 7 PANEL TURKEY GREECE MEDIA BRIDGING The Role Of Media in Turkish-Greek Relations TÜRK YUNAN İLİŞKİLERİNDE MEDYANIN ROLÜ Media is one of the most important factors that shape the international relations and is increasing its effectiveness every day as a directing and directed force. At the same time, it constitutes a potentially dangerous power also. Therefore, this important power should undertake a role that is not discriminating but bringing the countries closer and provides a basis for peaceful steps to be taken. Large tasks fall to media as it is one of the key factors for the development of political, economic and cultural relations and strengthening the bonds among countries. Media can contribute to a peaceful environment with the importance attributed to the news put forward. Countries can understand each other more correctly through mutual exchange of culture, along with that the historical, cultural, religious and sociological issues are understood and these issues take place in media. It has been observed that media played the leading role in the Turkish-Greek relations that have been bumpy throughout the history. Media set the ground for prejudices between two countries for many times. Today a major role falls to media to break such prejudices. Turkish-Greek Media Meeting has been initiated for this purpose. The people of two countries are aimed to get closer thanks to our project that will play an important role in what the role of media is in Turkish-Greek relations, how the news are transmitted to the public in the media, whether the message conveyed by media is based on reality. Our panel of “The role of Media in Turkish-Greek Relations”, that was organized for this purpose and brought together very important media members, won considerably recognition and was an important event serving the purpose. The panel in which the role of media in the relations of two countries was examined from the past to the present is also important to create a route for the following works. 8 www.turkeygreecemediabridging.com Uluslararası ilişkilere yön veren en önemli unsurlardan biri olan medya, günümüzde hem yönlendiren hem yönlendirilen bir güç olarak etkinliğini her geçen gün artırıyor. Her iki sebepten dolayı da potansiyel olarak tehlikeli bir güç oluşturuyor aynı zamanda. Bu nedenle bu önemli güç ayrıştırıcı değil, ülkeleri birbirine yakınlaştıran ve barışçıl adımlar atılmasına zemin hazırlayan bir rol üstlenmelidir. Ülkeler arasında siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerin gelişmesinde, bağların güçlenmesinde kilit unsurlardan olan medyaya büyük görevler düşmektedir. Medya, ön plana çıkarttığı haberlere göstereceği önem sayesinde barışçıl bir ortama katkı sağlayabilir. Karşılıklı kültür alışverişi, tarihsel, kültürel, dini, sosyolojik konuların kavranması ve bu konuların medyada yer alması ile ülkeler birbirini doğru bir şekilde algılayabilir. Özellikle Türkiye ve Yunanistan arasındaki tarih boyunca inişli çıkışlı bir seyir izleyen ilişkilerinde medyanın başrol oynadığı gözlenmiştir. Birçok kez iki ülkenin arasında var olan önyargılara medya zemin hazırlamıştır. Bugün söz konusu önyargıların kırılması konusunda medyaya büyük rol düşmektedir. Türk Yunan Medya Buluşması projesi de bu amaçla yola çıkmıştır. Medyanın Türk-Yunan ilişkilerindeki rolünün ne olduğunu, her iki ülkenin haberlerinin medyada kamuoyuna nasıl tanıtıldığı, medyanın verdiği imajın ülkelerin gerçeğine uyup uymadığı konularında önemli rol oynayacak projemiz sayesinde iki ülke halklarının birbirine yakınlaşması hedeflenmektedir. Bu amaçla gerçekleştirilen ve çok önemli medya mensuplarını biraya getiren “TürkYunan İlişkilerinde Medyanın Rolü” konulu panelimiz büyük beğeni toplamış ve amaca hizmet eden önemli bir etkinlik olmuştur. İki ülke ilişkilerinde geçmişten günümüze medyanın rolünün irdelendiği panel, sonraki çalışmalara da rota oluşturması açısından önemlidir. PANEL Images from the opening of our project “Turkish-Greek Media Meeting” and the panel themed “Role of Media in Turkish-Greek Relations” which were organized with the participation of Ankara Ambassador of Greece Kyriakos Louikakis, the Founder President of Başkent University Mehmet Haberal and the present President of Başkent University Ali Haberal at the Faculty of Commumication of Başkent University on 3rd March 2015. “Türk Yunan Medya Buluşması” projemizin, 3 Mart 2015 tarihinde Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Yunanistan Ankara Büyükelçisi Sayın Kyriakos Loukakis, Başkent Üniversitesi Kurucu Rektörü Sayın Mehmet Haberal ve Üniversite Rektörü Sayın Ali Haberal’ın katılımıyla gerçekleşen açılış ve “Türk-Yunan İlişkilerinde Medyanın Rolü” konulu panelimizden görüntüler. TRGR JOURNAL 9 PANEL Oktay EKŞİ CHP İstanbul Deputy / CHP İstanbul Milletvekili I Hope That This New Initiative is not Shortlived Dİlerİm, bu teşebbüs kısa ömürlü olmaz 10 www.turkeygreecemediabridging.com PANEL I came into your presence in the context of the project Turkey Greece Media Bridging. I want to start my speech stating that I am honoured for this. I would like to thank Aral Group and everybody who has contributed to the realization of the project. This project reminded me of projects that started the previous years on the same subject and essentially the same scope. I hope that this new initiative is not shortlived as the previous ones. In order for my wish to be realized allow me to refresh the memories regarding the previous initiatives. The first one was the Abdi İpekçi Prize, which was established in 1981, that is, two years after the assassination of the famous journalist Abdi İpekçi himself, who believed that there was no serious reasons for Turkey and Greece not to be friends. On this occassion, I would like to respectfully mention Andreas Politakis who carried all the burden of the prize for years and left us in 2004. The Abdi İpekçi Prize was given biennially by the prize committees of the two countries to politicians, journalists, thinkers, artists and sometimes students who had an important contribution to the development of the Turkish-Greek friendship and understanding, with the work they did in their own field. Unfortunately, the prize was not given anymore after the death of Politakis. As far as I know, the second initiative belongs to Süleyman Gençer, the Editor in Chief of Yeni TV Channel in Izmir, and Stratis Balaskas, the General Editorial Director of Eleftheria Newspaper in Mytilene, after the Kardak Crisis that occured in January 1996. These two journalists established the Journalists’ Platform for Peace in the Aegean and Thrace. Their aim was to create a platform of common sense that would prevent those who would intent to endanger the bilateral relations for with such kinds of crises. Their solution was to bring together the journalists of the two countries and show that there was no need to be enemies of each other. If I am not wrong, this initiative was not long lasting in spite of the meeting in Izmir in the beginning of 1998, where 120 Greek journalists participated. Our esteemed colleague Nicholas Voulelis who is with us today, was one of the participants to that meeting, I am not wrong. I was one of those who participated to the third initiative. You will remember the earthquake of August 17, 1999 in Turkey that caused the death of 20 thousand people and immediately after this, the earthquake in Greece – though not as strong as the one in Turkey. When I saw that these two earthquakes created an unexpected rapprochement in the public opinion of the two countries, then the Media Council where I was the Chief at that time, took an initiative. We invited to Istanbul eleven journalists that we could reach within one weekend. They came, we met each other. We became so happy to meet each other that we decided to continue this relation on a regular basis. For this reason, we deployed three Turk journalists and three Greek journalists under the name of Contact Group. The Contact Group organized six conferences, three in Greece and three in Turkey, where the journalists of the two countries came together. Personal friendships were established in those conferences. We decided not to leave it there. We decided to establish a community that would gather the journalists of the two countries. The scope was to make continuous within this community the dialogue, th give the opportunity to the journalists and especially the younger ones to work in the other country for a while; briefly, to break stereotypes by living and cooperating in professional subjects. In the conference that took place in Izmir in 2010 in order to make the establishment, one of our Greek colleagues asked us to give them one month, in order to think more over this issue. Five years passed since then, our colleague should be still thinking since we were not able to establish the community. Unfortunately, the third initiative bacem history in this way. The rest of the attemps show that there is a strong will in the media to put on a friendship basis the bilateral relations. The success of this project that is put into practice due to the initiative of Aral Group, might address a very important deficiency. For this reason, I would like to thank again the new owners of the subject and wish you good luck. Türk Yunan Medya Buluşması başlıklı proje bağlamında huzurunuza geldim. Bundan onur duyduğumu belirterek sözlerime başlamak istiyorum. Projeyi yaşama geçiren Aral Group’a ve katkısı olan herkese teşekkürlerimi sunmak isterim. Bu proje bana önceki yıllarda aynı konuda ve esas itibariyle aynı amaçla başlatılmış projeleri anımsattı. Dilerim, bu son teşebbüs öncekiler gibi kısa ömürlü olmaz. Bu dileğimin gerçekleşmesi için izninizle daha önceki teşebbüsler konusunda hafızaları tazelemek istiyorum. İlki Türkiye ile Yunanistan’ın dost olmaması için hiçbir ciddi sebep bulunmadığına inanan tanınmış gazeteci Abdi İpekçi adına onun katledilmesinden iki yıl sonra yani 1981’de kurulan Abdi İpekçi Ödülü’ydü. Ödülün tüm yükünü yıllarca omuzunda taşıyan ve 2004 yılında aramızdan ayrılan Andreas Politakis’i bu vesileyle saygıyla anmak isterim. Abdi İpekçi Ödülü, iki yılda bir, iki ülke ödül komiteleri tarafından kendi alanlarında yaptıkları çalışmalarla Türk -Yunan dostluk ve anlayışının gelişmesine önemli katkıda bulunan politikacı, gazeteci, düşünce adamı, sanatçı ve bazen de öğrencilere veriliyordu. Maalesef Politakis’in vefatıyla ödül de verilemez oldu. Benim bildiğim ikinci teşebbüs, 1996 Aralık ayında meydana gelen Kardak Krizi’nin ardından İzmir’deki Yeni TV isimli kanalın Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Gençer ile Midilli’de yayınlanan Elefteria Gazetesi Genel Yayın Müdürü Stratis Balaskas’a aittir. Bu iki gazeteci Ege ve Trakya’da Barış için Gazeteciler Platformu’nu kurdular. Maksatları, Kardak Krizi’nde yaşadığımız gibi pire yorgan yakmaya kalkacak olanları engelleyecek bir sağduyu platformu yaratmaktı. Buldukları çözüm yolu iki ülke gazetecilerini buluşturmak, birbirimizin düşmanı olmaya hiçte ihtiyaç olmadığını göstermekti. Bildiğim eğer yanlış değilse, bu teşebbüste 1998’in ilk aylarında İzmir’de gerçekleşen ve eldeki bilgilere göre 120 Yunan gazetecinin katıldığı toplantıya rağmen uzun ömürlü olamadı. Şimdi aramızda bulunan değerli meslektaşımız, Nicholas Voulelis’in yanılmıyorsam o toplantıya katılanlardan biriydi. Üçüncü teşebbüsün içinde bulunanlardan biri de benim. 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen ve yaklaşık 20 bin insanımızın ölümüne yol açan Körfez Depremi’nden kısa bir süre sonra Yunanistan’ın bizimki kadar büyük olmasa da bir deprem felaketi yaşadığını anımsarsınız. Bu iki depremin, iki komşu ülke kamuoyunu beklenmedik bir şekilde yakınlaştırdığını görünce o zaman başkanı olduğum Basın Konseyi bir teşebbüste bulundu. Yunanistan’dan erişebildiğimiz on bir gazeteciyi bir hafta sonunda İstanbul’da buluşmak üzere çağırdık. Geldiler, tanıştık. Tanışmaktan o kadar mutlu olduk ki bu ilişkiyi düzenli bir şekilde sürdürmeye karar verdik. Bunun için, üç Türk ve üç Yunan gazeteciyi Temas Grubu adıyla görevlendirdik. Temas Grubu, üçü Yunanistan’da üçü Türkiye’de olmak üzere iki ülke gazetecilerini bir araya getiren altı konferans topladı. Bu konferanslardan kişisel dostluklar doğdu. Orada kalmasın dedik. İki ülke gazetecilerini bünyesinde toplayan bir cemiyet kurmaya karar verdik. Maksat bu cemiyet aracılığıyla diyaloğumuzu sürekli hale getirmek, iki ülkenin özellikle genç gazetecilerinin öteki ülkedeki meydana gelen dünyasında bir süre çalışmasına imkân sağlamak, kısaca önyargıları yaşayarak kırmak ve mesleki konularda işbirliği yapmaktı. Bunun ön hazırlıklarını tamamladık. Kuruluşu gerçekleştirmek amacıyla 2010 yılında İzmir’de düzenlediğimiz konferansa katılan Yunanlı meslektaşlarımızdan biri bize bir ay süre verin bu konuda biraz daha düşünelim dedi. O bir ay sürenin üzerinden beş sene geçti, bizden bir ay süre isteyen arkadaş hala düşünüyor olmalı ki cemiyeti kuramadık. Maalesef üçüncü teşebbüste böylece tarihe gömüldü. Geride kalan çabalar gösteriyor ki iki ülke arasındaki ilişkileri dostluk zeminine oturtmak için medya dünyasında güçlü bir istek vardır. Aral Group’un teşebbüsü ile uygulamaya konulan bu projenin başarısı çok önemli bir eksikliği giderebilir. Ben bu nedenle konunun yeni sahiplerine tekrar teşekkürlerimi sunuyor ve başarılar diliyorum. TRGR JOURNAL 11 PANEL Kyriakos LOUKAKIS Turkey Ambassador of Greece Türkiye Yunanistan Büyükelçisi 12 www.turkeygreecemediabridging.com PANEL We Need Success Stories BAŞARI ÖYKÜLERİNE İHTİYACIMIZ VAR Actually, I am very pleased and very honored to be here today with you at this official inauguration event for the first EU funded bilateral Turkey Greece Media Bridging project in the field of the media. I would like to congratulate Aral Group from Turkey and A4 Art Design from Greece for taking this initiative and bringing it to a very happy ending with putting into practice this subject. Actually, Turkey Greece Media Bridging is a project that aims at bringing closer and creating closer cooperation between media people from both our countries. The media play very crucial role as you know, not only for functioning of democracies, but also for shaping perceptions and actually this project is facing exactly this challenge; that is, to prove that exchanging views and attitudes between journalists of neighboring countries, we do not reach only a better understanding of concerns, of fears, of attitudes, of aspirations of each other, but similar projects contribute also to a rapprochement between media and through media to a rapprochement in the genuine friendship between peoples. Our two countries, Turkey and Greece, have done a lot, especially during the last 15 years in order to improve relations in many sectors and especially mostly in the sector of people to people contacts. Projects like Turkey Greece Media Bridging have a lot to contribute to this; of bringing peoples together, peoples closer and I believe that parameters of the project, like exchange views between journalists, like creating and internet platform for joint communication between media on both countries and of course through creating an initiative in this Turkish-Greek journal, the project is offering a very broad and promising platform of work for the pillars, for the participants of the project. So I am very much convinced that it is going to be a success story. We need success stories and the success of the project will prove that this is not just a one and only initiative but the beginning, a successful beginning that will set the example for others to follow. Having all this in mind, I would like to thank very much the European Union for funding the project, the Turkish Ministry for European Affairs for supporting it and most of all I would like to congratulate the pillars of this project, Aral Group and A4 Art Design for their commitment and for their efficiency and last but not least I would like to thank Başkent University for hosting the event in the person of the president. Thank you all for your presence today and best wishes for the success of this day. Thank you very much all, thank you. Bugün burada sizlerle, medya alanında AB tarafından finanse edilen ilk ikili Türk-Yunan Medya Buluşması Projesinin resmi açılış etkinliğinde olmaktan büyük mutluluk ve onur duyuyorum. Türkiye’den Aral Grup’u ve Yunanistan’dan A4 Art’ı böyle bir girişimde bulundukları ve bu konuyu uygulamaya koyarak mutlu sona ulaştırdıklarından dolayı tebrik ederim. Aslında, Türk-Yunan Medya Buluşması her iki ülkemizden medya insanlarını yaklaştırmayı ve aralarında daha sıkı bir işbirliği yaratmayı hedeflemektedir. Bildiğiniz gibi, medya çok önemli bir rol oynamaktadır; sadece demokrasilerin işleyişi için değil, aynı zamanda algıların şekillenmesi için de çok önemlidir ve aslında bu proje tam olarak bu zorluğu ele almaktadır. Yani, komşu ülke gazetecileri arasında görüş ve tutum alışverişiyle sadece birbirinin kaygıları, korkuları, tutumları ve istekleri hakkında daha iyi bir anlayış sahibi olmakla kalmıyoruz, aynı zamanda benzeri projeler medya arasında bir yakınlaşmaya katkıda bulunuyor ve medya aracılığıyla halklar arasındaki hakiki dostlukta bir yakınlaşma meydana geliyor. İki ülkemiz, Türkiye ve Yunanistan, birçok sektörde ve özellikle insanlar arası temaslar alanında ilişkileri geliştirmek için, özellikle son 15 yılda çok şey yaptı. Türk-Yunan Medya Buluşması gibi projeler buna katkıda bulunmaktadır; halkları bir araya getirmeye, yakınlaştırmaya yaramaktadır ve bu projenin gazeteciler arasında görüş alışverişi, iki ülkedeki medyanın ortak iletişimi için bir internet platformu oluşturmak ve tabii, bir Türk-Yunan Dergisi yayınlama gibi parametrelerinin bu konuya çok katkısı olacağına inanıyorum. Proje katılımcıların çalışmaları hakkında çok geniş ve ümit vaad edici bir platform sunmaktadır. Dolayısıyla, bunun bir başarı öyküsü olacağından çok eminim. Başarı öykülerine ihtiyacımız var ve bu projenin başarısı sadece bir tek inisiyatifle kalmayacak, takip edecek başka projeler için örnek oluşturacaktır. Bütün bunları aklımda bulundurarak, projeyi finanse ettiği için Avrupa Birliği’ne, projeyi desteklediği için T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı’na çok teşekkür etmek isterim ve herşeyden önce bu projeyi gerçekleştiren Aral Grup ve A4 Art Design’a, bağlılıkları ve verimliliklerinden dolayı tebrik ederim ve son olarak, ancak bir o kadar da önemli olan Başkent Üniversitesi’ne, Başkanının şahsında, bu etkinliğe ev sahipliği yaptığı için teşekkür ederim. Burada bulunduğunuz için hepinize teşekkür eder, bugünün başarısı için en içten dileklerimi sunarım. Hepinize çok teşekkür ederim. TRGR JOURNAL 13 PANEL Doç. Dr. L. Doğan TILIÇ Birgün Gazetesi / Newspaper Başkent Üniversitesi / Başkent University Journalism is the Profession of Saying the Truth Gazetecİlİk doğruyu söyleme mesleğİdİr 14 www.turkeygreecemediabridging.com PANEL No matter what the discussion is about journalism, the situation that occurs academically is the following. On the one side, there is the “fact” (what is journalism), on the other side there is “the ideal situation” (what journalism ought to be); these are the so called journalism situations. Generally there is a big distance between “the fact” and “The ideal situation”. The students of the Faculty of Communication are taught “the ideal situation”. However, when they later go out to professional practice and they face the reality that is “the fact” is quite different. The difference between “the fact” and “the ideal situation” becomes more problematic, especially in foreign policy reporting, when a nation has to report news about another nation. When the subject is Turkish and Greek media, we cannot say that the role of media is very good in the bilateral relations. When the Turkish and Greek media is concerned, it would be possible to say “The pot calls the kettle black”, as a colleague of mine says. The 1999 earthquakes is an actual milestone for the bilateral relations, as well as the attitude of media between the two countries. Before the earthquake, there was the Kardak crisis in 1996. That period was a time when the media of both countries presented and introduced quite negatively each other. after the earthquake though, we saw that things change very much. Yes, the earthquake created a positive environment, but there is a reason beyond the earthquake. And this reason is the initiatives that two politicians of the governments in power in both countries, George Papandreou and Ismail Cem started. Thus, when we say “The Role of Media in Turkish-Greek Relations”, I believe that if there is not an independent power, that is, a power independent from the governments, from the ownership status, the basic dynamic behind whatever media do, will be the economic-political dynamics that stem out of the political power and ownership status. Accordingly, I think that it would be wrong to see what is written as an independent media act and not see the economic and political relations behind it. Was that doctor a traitor or a patriot? The journalists when reporting important national matters, always face the dilemma of a traitor or a patriot in foreign policy. When discussing about the journalism ethics, we mainly use the physicians medicine ethics discussions. There is a very typical example, I used it a lot in my lessons. In Chechnya, in a small village on a mountain, there is a hospital built by Chechens, working in primitive conditions. One of the mythological commanders of Chechens, I believe it was Salman Raduyev, steps on a heel mine and gets injured. Although it was very easy for him to die in those primitive conditions, a youngh Chechen doctor saves him. And that doctor, after this event, is announced as a national hero of Chechens. Later the Russians occupy that village and hospital. The same young doctor treats some Russian soldiers this time and is announced as a traitor. The question is this: Was that doctor “a traitor” or “a patriot”? Different answers might be given but my answer is “he was a good doctor”. Because medicine needs to keep alive the humans in any condition. Journalism has many definitions. The definition that I like most is: Journalism is the profession of saying the truth. If we are going to be a bridge between the two peoples, and the two countries, these bridges should have strong legs in both sides. Strong legs may only be established on truth. Accordingly, if we journalists surpass propaganda and manage to tell the truth to our own people, then I believe that it will be possible to establish a strong bridge. Gazetecilikle ilgili hangi tartışmayı yaparsak yapalım, akademik olarak karşınıza şöyle bir durum çıkar. Bir tarafta “olan” (what is journalism), bir tarafta da “olması gereken” (what ought to be journalism) olarak adlandırılan gazetecilik durumları vardır. Genellikle, “olan” ile “olması gereken” arasında ciddi bir mesafe vardır. İletişim Fakültesi öğrencileri burada “olması gerekeni” öğrenirler. Ama sonra mesleki pratiğe gittiklerinde, “olan”ın epey farklı olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalırlar. “Olan” ve “olması gereken” ayrımı özellikle dış politika haberciliğinde, bir ulusun başka bir ulusla ilgili haberleri vermesi durumunda daha problematik bir hal alır. Türk ve Yunan medyası söz konusu olduğunda, medyanın bu iki ülke arası ilişkilerdeki rolünün çok da hayırlı olduğunu söylemek mümkün değildir. Türk ve Yunan medyası söz konusu olduğunda, belki yine bir başka meslektaşımızın deyimiyle “tencere dibin kara seninki benden kara” demek mümkündür. 1999 depremi her iki ülke arasındaki ilişkilerde ve medyanın tavrında bir tür milat gibidir gerçekten. Deprem öncesinde, 1996 yılında Kardak Krizi vardı. O süreç her iki ülke medyasının birbirini son derece negatif sunduğu ve o şekilde takdim ettiği bir süreçti. Deprem sonrasında ise durumun epeyce farklı olduğunu gördük. Yalnız bunu sadece depreme bağlamak çok da doğru değil. Evet deprem bir olumlu iklim yarattı ama depremden öte bir neden vardı. O da iki ülkede bulunan iktidarların, siyaset adamlarının, Papandreu ve İsmail Cem’in ön girişimlerinin bulunmasıydı. Dolayısıyla, ben aslında, “TürkYunan İlişkilerinde Medyanın Rolü” dediğimizde, her şeyden önce bağımsız bir güç, yani iktidarlardan, sahiplik yapısından bağımsız bir güç olmadıkça, medyanın yapıp ettiklerinin arkasındaki temel dinamiğin daha çok siyasi iktidar ve sahiplik yapısından kaynaklanan ekonomik-politik dinamikler olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla yapılıp edilenleri, yazılıp çizilenleri bir bağımsız medya faaliyeti olarak görüp arkasındaki ekonomik ve siyasi ilişkileri görmezsek de hata ederiz diye düşünüyorum. O doktor vatan haini miydi, bir vatansever miydi? Gazeteciler, önemli ve ulusal meselelerin aktarılmasında dış politikada hep bir vatan hainliği ya da vatanseverlik ikilemiyle karşı karşıya kalıyor. Gazetecilik etiği tartışmalarında biz büyük ölçüde, hekimlik tıp etiği tartışmalarından da yararlanırız. Çok tipik bir örnek vardır, benim derslerde epey kullandığım. Çeçenistan’da dağda, küçük bir köyde Çeçenlerin yaptığı, oldukça ilkel koşullarda bir hastane vardır. Çeçenlerin efsanevi komutanlarından biri, sanırım Salman Raduyev, bir topuk mayınına basar ve yaralanır. O ilkel koşullarda ölmesi işten bile değilken genç bir Çeçen doktor onu kurtarır. Ve o doktor bu olaydan sonra, Çeçenlerin ulusal kahramanı haline gelir. Daha sonra Ruslar o köyü ve hastaneyi de ele geçirirler. Aynı genç doktor bu kez bazı Rus askerlerini tedavi eder ve vatan haini ilan edilir. Soru şu: O doktor “vatan haini” miydi, bir “vatansever” miydi? Farklı cevaplar verilebilir ama benim cevabım o “iyi bir doktor”du. Çünkü doktorluk her koşulda insanı yaşatmayı gerektirir. Gazeteciliğin de pek çok tanımı vardır. O tanımlar içerisinde benim en sevdiğim şudur: Gazetecilik doğruyu söyleme mesleğidir. Eğer iki halk arasında, iki ülke arasında köprü olacaksak, bu köprülerin iki tarafta da sağlam ayakları olmalıdır. Sağlam ayak ancak gerçek üzerine inşa edilebilir. Dolayısıyla biz gazeteciler kendi halklarımıza, propagandayı aşıp gerçeği söylemeyi becerebilirsek, galiba o zaman sağlam bir köprü kurmak da mümkün olacaktır. TRGR JOURNAL 15 PANEL Nur BATUR Lecturer of Bahçeşehir University / Journalist Bahçeşehir Üniversitesi / Gazeteci We Must Absolutely Find The Solution for the Problems Sorunların çözüm yolunu mutlaka açmalıyız 16 www.turkeygreecemediabridging.com PANEL The Aegean was very tense when I started working as the representative of Hürriyet Newspaper in Athens in 1995. It used to require courage to say that you are a Turk in the streets of Athens. Five months later Imia/Kardak crisis arose. A number of people started to take battle cry around a cliff. I have noticed how the internal political balances of Greece and the internal affairs affected the foreign affairs of Turkey and that sometimes these crises originated from the fights in the internal politics over the years. Unfortunately the media failed the class within Kardak Crisis. The first spark was emitted by nationalist Antenna Television supporting the Defense Minister by planting a flag in the Kardak Islet, the name of which had been never heard before, with a pastor and the Mayor of Kalymnos from PASOK (The Panhellenic Socialist Movement). So, the problems of continental shelf, airspace and territorial water that couldn’t be solved for many years were aggravated. In other words, a leading television channel in Greece clearly supported the Defense Minister who was trying to gain favor over “hostility against Turkey” in the leadership fight. The crisis arose so rapidly that a small islet was surrounded by Turkish and Greek warships. And the weapons could explode any moment. Turkish commandos penetrated through Greek warships at a midnight and planted Turkish flag in the twin islet near the islet where Greek flag was planted. When the crisis aggravated, the USA intervened and make the both parties dismantle the flags. Then, Smitis ordered Greek warships surrounding Kardak to draw back by standing to the accusations of the nationalist press in Greece ;” He gave up against the USA and betrayed the land.” When Turkey drew also the warships back, a major disaster was prevented in the Aegean Sea. We really returned from the threshold of war. I think that both Simitis and the Prime Minister of Turkey Tansu Çiller accepted the compromise formula of the USA, stood with peace and passed the leadership exam without being caught by nationalism storm. Unfortunately, this nationalism storm took Turkish-Greek relations hostage for years. Especially during the reign of Andreas Papandreou. When Socialist Andreas Papandreou, the leader of PASOK, became president in 1981, seven years passed since the intervention of Turkey in Cyprus, the Cypriote Rums and Greeks had a great grudge against Turkey. Papandreou came to power by manipulating people’s feelings of nationalism and followed the policy of hostility against Turkey for 15 years. He blocked the way to EU for Turkey and froze the ties with Ankara. When I started to work as the representative of Hürriyet Newspaper in Athens, a Greek politician or journalist saying “We shall enter into dialogue with Turkey” was being accused of being a traitor. Greek politics had such taboos. It was mentioned in Athens that Simitis would change the rigid policy against Turkey of Papandreou and develop economic and commercial relations with Turkey, when he would become Prime Minister. So, Simitis aimed to follow a policy to develop commercial and economic relations with Turkey by applying basic philosophy of European Union in order to clear the war clouds over the Aegean Sea. Unfortunately, Simitis had to suspend this policy for a long time because of Kardak Crisis. He didn’t take a step in this direction for the first four years until Turkish-Greek relations hit rock bottom because of Öcalan Crisis in 1999. As of 1999, Turkish-Greek rapprochement could start. Simitis broke the taboos by turning the crisis into an opportunity in order to start rapprochement and revoked first the veto blocking Turkey’s way to European Union. The he lent the peace hand to Turkey. 1995 yılında Hürriyet Gazetesi’nin temsilcisi olarak Atina’da göreve başladığım zaman Ege çok gergindi. Atina sokaklarında birisine Türk olduğumu söylemek bile cesaret gerektiriyordu. 5 ay sonra Kardak krizi patladı. Bir takım kişiler bir kayalığın etrafında savaş naraları atmaya başladılar. Aradan geçen yıllarda hem Yunan iç siyasetindeki dengeleri, hem de bizdeki iç politikanın dış politikayı nasıl etkilediğini ve bazen bu krizlerin nedeninin iç politikadaki kavgalardan da ortaya çıktığını gördüm. Kardak krizinde ne yazık ki medya sınıfta kaldı. İlk kıvılcımı; Savunma Bakanına destek veren Milliyetçi Antenna Televizyonu, bir papaz ve Pasoklu Kalimnos Belediye Başkanıyla birlikte o zamana kadar adı bile duyulmayan Kardak kayalığına Yunan bayrağını dikerek çaktı. Böylece Ege denizinde yıllardır çözülemeyen kıta sahanlığı, hava sahası ve karasuları sorununu alevlendirmiş oldu. Başka bir deyişle, Yunanistan’ın önde gelen bir televizyon kanalı, Pasok içindeki liderlik kavgasında “Türkiye düşmanlığı” üzerinden prim yapmaya çalışan Savunma Bakanına açık destek vermiş oldu. Kriz öyle süratle gelişti ki, 24 saat içinde küçük bir kayalığı Türk ve Yunan savaş gemileri sarmıştı. Ve her an silah patlayabilirdi. Türk komandoları bir gece yarısı Yunan savaş gemilerinin arasından sızıp, Yunan bayrağının dikili olduğu kayalığın yanındaki ikiz kayalığa Türk bayrağını diktiler. Kriz daha da büyüyünce ABD devreye girdi ve iki tarafında bayraklarını indirmelerini sağladı. Ardından Simitis, Yunanistan’da milliyetçi basının “Amerika’ya teslim olduğu ve vatanı sattığı” suçlamalarını göğüsleyerek, Kardak kayalığını abluka altına alan Yunan savaş gemilerine geri çekilmeleri emrini verdi. Türkiye de savaş gemilerini çekince, Ege’de büyük bir felaket önlenmiş oldu. Gerçekten savaşın eşiğinden döndük. Bence hem Simitis hem de o zamanki Türkiye Başkanı Tansu Çiller ABD’nin uzlaşma formülünü kabul edip barıştan yana olarak, milliyetçilik fırtınasına kapılmayıp liderlik sınavından geçtiler. Ne yazık ki “Milliyetçilik” fırtınası Türk-Yunan ilişkilerini çok uzun yıllar rehin aldı. Özellikle de Andreas Papandreu döneminde. Pasok Partisinin lideri Sosyalist Andreas Papandreu 1981’de Başbakanlık koltuğuna oturduğu zaman Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinin üzerinden 7 yıl geçmişti ve Kıbrıs Rumları ve Yunanlar Türkiye’ye karşı büyük bir hınç içindeydi. Papandreu halkın milliyetçilik duygularını kamçılayarak iktidara geldi ve 15 yıl boyunca Türkiye düşmanlığı politikası izledi. Hem Türkiye’nin Avrupa Birliği yolunu kapattı hem de Ankara’yla ilişkileri dondurdu. 1995’de Hürriyet Gazetesinin Atina temsilcisi olarak göreve başladığım zaman “Türkiye ile diyaloga girelim” diyen bir Yunanlı siyasetçi ya da gazeteci neredeyse vatan hainliğiyle suçlanıyordu. Yunan siyaset dünyasında böylesine tabular vardı. Başbakanlık koltuğuna oturduğu zaman Simitis’in Papandreu’nun katı Türkiye politikasını değiştirip ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirmeyi hedeflediği Atina kulislerinde konuşuluyordu. Yani, Simitis Ege’nin üzerine çöken savaş bulutlarını dağıtmak için Avrupa Birliği’nin temel felsefesini uygulayıp ekonomik, ticari ve sosyal ilişkileri geliştirmeye yönelik bir politika uygulamayı hedefliyordu. Ancak ne yazık ki Kardak krizinin patlamasıyla Simitis bu politikayı uzunca bir süre askıya almak zorunda kaldı... İlk dört yıl bu doğrultuda adım atamadı. Ta ki 1999’da Öcalan krizinde Türk-Yunan ilişkileri dibe vuruncaya kadar ve 1999’dan sonra TürkYunan yakınlaşması başlatabildi. Simitis Öcalan krizini yakınlaşmayı başlatmak için fırsata çevirip tabuları yıktı ve önce Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığının önündeki Yunan TRGR JOURNAL 17 PANEL The earthquake disasters experienced first in Turkey then in Greece provided an emotional intimacy among the people of both countries and Simitis seized the opportunity and launched the initiative. I also supported strongly the initiative policy with my colleagues from Turkish and Greek media who were against war and thought that the problems should be solved with dialogue and consensus in that time. I would like to tell you about an event that I never forget throughout my journalistic life by entering into time tunnel again. I could express better the role of media and what an important role the initiatives we take play in that politicians reach the masses. After the great crisis that Greece hid Abdullah Öcalan, the leader of PKK in its Embassy in Kenya, the Greek government took a historic decision and launched a dialogue policy with Turkey. The Greek Minister of Foreign Affairs was going to pay an official visit to Ankara after 50 years. My esteemed colleague Mehmet Ali Birand called me when it was announced that Yorgos Papandreou, the Greek Minister of Foreign Affairs would visit Ankara. Birand was making a television program for CNN. “Nur, could you convince Papandreou to talk in a live broadcast program at ODTU (Middle East Technical University)? Papandreou wanted to open a new page but it was a great political risk to speak and answer questions in front of thousands of students in a live broadcast television program at a university like ODTU. I made the offer but the Greek Ministry of Foreign Affairs bureaucracy opposed. It was really a great risk to confront thousands of students but it was also a historic opportunity to reach millions of Turks with a live program. I tried to convince both Papandreou and the close advisors for days. Papandreou reported only 24 hours before the visit. He was willing to take the risk. When we arrived in Ankara in the 18 www.turkeygreecemediabridging.com morning of 20th January, the capital was covered in snow. About a thousand people had filled the hall, the screens were set up outside for the students who couldn’t enter the hall. Papandreou was waiting to be invited outside the hall. And I and Birand went on stage. I started to tell the event like a movie script: “21st April 1967 towards morning. The soldiers that surrounded the pink mansion among the trees in the north of Athens jumped from the jeeps and began to punch the door of the mansion. A deemed light was turned first then the whole mansion was lighted. The soldiers barged in the mansion as soon as the door was opened. They were climbing the stairs by running, searching for the rooms high and low but they couldn’t find what they were looking for. The commander of the soldiers got so angry that he caught the fifteen-yearold who was quietly watching what was happening at the beginning of the stairs. He put the gun to the boy’s head and yelled; “Tell me where your father is or I will shoot you.” The boy seemed like frozen, didn’t move at all. He was extremely cold blooded. He was silent. The mother Margarita, who was watching all these at the beginning of the stairs, seemed also like frozen. Little Sofia and Nikos wrapped in their mother’s skirt began to cry. At that moment, Andreas Papandreou appeared on the stairs. He was yelling: “Leave my son. Here I am.” The angry commander pushed the boy aside, the soldiers climbed the stairs running. They put Papandreou into the jeep by force and moved away. The jeep disappeared thundering in the darkness. The boy, who risked his life without saying a word with a gun directed to his head, was George Papandreou himself. vetosunu kaldırdı. Ardından da Türkiye’ye barış elini uzattı. O dönemde önce Türkiye ardından da Yunanistan’da yaşanan deprem faciaları halklar arasında duygusal bir yakınlaşmayı sağlayınca, Simitis fırsatı kaçırmadı ve açılımı başlattı. Bu dönemde ben de Türk ve Yunan medyasında savaşa karşı olan ve sorunların diyalog ve uzlaşmayla çözülmesine inanan meslektaşlarımla birlikte açılım politikasına güçlü destek verdim. Yeniden zaman tüneline girip gazetecilik hayatımda unutamadığım bir olayı anlatmak istiyorum. Bu olayla, medyanın rolünü ve medya mensupları olarak aldığımız inisiyatiflerin siyasetçilerin kitlelere ulaşmasında ne kadar önemli rol oynadığını daha iyi anlatabileceğim. Yunanistan’ın PKK lideri Abdullah Öcalan’ı Kenya’daki Büyükelçiliğinde sakladığı büyük krizin ardından Yunan Hükümeti tarihi bir karar alıp Türkiye’yle diyalog politikasını başlattı. 20 Ocak 2000’de Yunan Dışişleri Bakanı 50 yıl aradan sonra resmi ziyaret için Ankara’ya geliyordu. Yunan Dışişleri Bakanı Yorgos Papandreu’nun Ankara’yı ziyaret edeceği açıklandığı zaman değerli meslektaşım rahmetli Mehmet Ali Birand beni aradı. Birand o zaman CNN’de program yapıyordu. “Nur Papandreou’yu ODTÜ’de canlı yayına çıkmaya ikna edebilir misin? “ diye sordu. Gerçi Papandreu Türkiye’yle yeni bir sayfa açmak istiyordu ama Ortadoğu Teknik Üniversitesi gibi bir üniversitede televizyonda canlı olarak yayınlanacak bir programda binlerce öğrencinin karşısına çıkıp konuşmak ve soruları cevaplandırmak büyük bir siyasi riskti. Papandreu’ya teklifimizi yaptım ama Yunan Dışişleri Bakanlığı bürokrasisi karşı çıkıyordu. Gerçekten de binlerce öğrencinin karşısına çıkmak büyük bir riskti ama Türkiye’de milyonlarca Türk’e canlı yayınla ulaşmak da tarihi bir fırsattı. Günlerce hem Papandreu’yu hem de yakın danışmanlarını ikna etmek için uğraştım. Ziyarete 24 saat kala Papandreu’dan haber geldi. Riski göze alıyordu. 20 Ocak sabahı Ankara’ya indiğimiz zaman başkent karlar altındaydı. ODTÜ’nün büyük amfisi tarihi yayın için hazırdı. Yaklaşık bin kişi salonu doldurmuş, içeri giremeyen öğrenciler için de salonun dışında ekranlar kurulmuştu. Papandreou salonun dışında davet edilmeyi bekliyordu. Ve Birand’la birlikte sahneye çıktık. Ben bir film senaryosu anlatır gibi bir olayı anlatmaya başladım: “21 Nisan 1967 sabaha karşı. Atina’nın kuzeyinde ağaçlar içindeki pembe köşkü saran askerler ciplerden fırlayıp köşkün kapısını yumruklamaya başladılar. Üst katta cılız bir ışık yandı sonra bütün köşk aydınlandı. Askerler kapının açılmasıyla birlikte köşke daldılar. Merdivenlerden koşarak inip çıkıyorlar odaları didik didik ediyorlar ama aradıklarını bulamıyorlardı. Askerlerin komutanı öyle sinirlendi ki merdivenin başında yaşananları sessizce izleyen on beş yaşındaki genci yakaladı. Elindeki silahı gencin kafasına dayayıp bağırmaya başladı: “Söyle baban nerede yoksa seni vururum” Genç donmuş gibiydi, hiç kıpırdamadı. Son derece soğukkanlıydı. Sesini çıkartmadı. Bu korkunç anı merdivenlerin başında izleyen anne Margarita da donmuş gibiydi. Annelerinin eteklerine sarılmış, küçük Sofia’yla Nikos ağlamaya başladılar. İşte o anda merdivenlerde Andreas Papandreu göründü. Bağırıyordu: “Bırakın oğlumu bırakın İşte buradayım.” Öfkeli komutan genci kenara itti, askerler koşarak merdivenleri tırmandılar. Papandreou’yu yaka paça alıp bir cipe attılar ve uzaklaştılar. Cip uğuldayarak karanlığın içinden gözden kayboldu. İşte o gece kafasına silah dayandığı zaman sesini çıkartmayarak hayatını riske atan çocuk George Papandreou’ydu. PANEL I continued saying that Papandreou has , the hall was quite, he has taken a political risk to open the path of peace with Turkey, the nationalism gun was directed to his head but he is cold blooded again, he is still committed and breaking taboos. He represents the new concept in the world of Greek politics. He is speaking a new language. This is the language of peace. I said I believe that we live a historic day here today. We are so happy to host the Greek Minister of Foreign Affairs in such a well-established and reputable university with you and I would like to say welcome to Yorgo Papandreou lending hand for peace and Papandreou began to come down the stairs. A thousand of people stood up saying bravo bravo and Papandreou came to the platform along with applauses and began to speak: “I came here to lend the friendship hand, we would like to establish friendly relations but these words don’t belong to me. These words belong to Elefteros Venizelos who established the friendship and peace bridges with Atatürk 66 years ago.” Papandreou reached the millions by taking a political risk that day, the Turkish people remember Papandreou with respect still. Of course they remember not only George Papandreou, but also İsmail Cem, who walked with Papandreou by holding his hand firmly, the Prime Ministers of both countries in that period, Kostas Simitis and late Bülent Ecevit with respect. Sixteen years past since that day. I would like to finish my speech with the words Papandreou used on 20th January 2000 while addressing the Turkish people: Papandreou said that the European Union process would help the Turkish-Greek problems be solved, the Cyprus problem, the bleeding wound of both countries, could be solved with bi-zonal and bi-communal federation formula. It’s been 15 years, but unfortunately there hasn’t been any advance to solve the Cyprus problem. On the contrary, the Cypriot Rums blocked the way of Turkey to EU. Two nations will win if we can open a permanent period of peace and cooperation between Turkey and Greek by starting to solve the problems. Not only two countries but also all people of the region, the Turkish and Greek people in Cyprus and the whole Europe will benefit from this peace and cooperation. We must absolutely open the way to solve the problems by maintaining the rapprochement strategy. In this regard, the major role belongs to the politicians. No doubt that media has also a role at this point. If the political leaders take brave decisions again to open the blockage in EU, I believe in that the journalist believing in peace and cooperation will give a strong support. Atatürk and Venizelos shook hands for peace in 1934. İsmail Cem and George Papandreou opened a new page in 2000. Now we must shake hands again and continue on our way to solve the Cyprus problem. The two nations will get the best of this. Hopefully, a permanent peace way will be opened in the Aegean and Cyprus soon. Papandreu bugünde diye devam ettim ben, salon sessiz. Türkiye ile barış yolunu açmak için siyasi bir risk aldı kafasına milliyetçilik silahı dayandı ama o yine soğukkanlı yine kararlı tabuları yıkıyor. O yunan siyaset dünyasında yeni anlayışı temsil ediyor. Yeni bir dille konuşuyor. Bu barış dilidir. Bugün burada tarihi bir gün yaşadığımıza inanıyorum dedim. Böylesine köklü ve saygın bir üniversitede sizlerle birlikte Yunan Dışişleri Bakanını ağırlamaktan büyük mutluluk duyuyoruz ve ben barış için el uzatan Yorgo Papandreou’ya hoş geldiniz demek istiyorum dedim ve Papandreu merdivenlerin üzerinden yürüyerek inmeye başladı. Bin kişi ayağa kalktı bravo bravo sesleriyle ve Papandreu alkışlar arasında kürsüye geldi ve şu sözlerle konuşmaya başladı: “Buraya dostluk elini uzatmaya geldim, bölge barışı için dostluk ilişkileri kurmak istiyoruz ama bu sözler bana ait değil dedi Papandreu. Bu sözler 66 yıl önce Atatürk’le dostluk ve barış köprülerini kuran Elefteros Venizelos’a aittir” dedi.” İşte o gün Papandreu siyasi bir risk alarak canlı yayında milyonlara öylesine ulaştı ki, Türk halkı bugün hala George Papandreou’yu saygıyla anıyor. Tabii sadece George Papandreou’yu da değil. Papandreu’nun uzattığı barış elini sıkı sıkı tutup birlikte yürüyen İsmail Cem’i, dönemin Başbakanları Kostas Simitis ve rahmetli Bülent Ecevit’i de aynı saygıyla anıyor. O günün üzerinden 16 yıl geçti. Konuşmamı Papandreu’nun 20 Ocak 2000’de ODTÜ’de Türk halkına seslenirken ki sözleriyle noktalamak istiyorum. Papandreu, Avrupa Birliği sürecinin Türk Yunan sorunlarını çözmeye yardım edeceğini, ilişkilerde kanayan yara olan Kıbrıs sorununun iki bölgeli ve iki toplumlu federasyon formülüyle çözülebileceğini söylüyordu. Aradan 15 yıl geçti, ancak ne yazık ki Kıbrıs sorununu çözmede yol alınamadı. Aksine Kıbrıs Rumları Türkiye’nin AB yolunu tıkadılar. Eğer siyasi sorunları da çözmeye başlayıp Türkiye ile Yunanistan arasında kalıcı barış ve işbirliği dönemini açabilirsek iki ulusta kazanacak. Sadece iki ülke değil tüm bölge, Kıbrıs Rum ve Türk halkları ve tüm Avrupa da bu barış ve işbirliğinden çıkar sağlayacak. Yakınlaşma stratejisini sürdürüp sorunların çözüm yolunu mutlaka açmalıyız. Bu yönde siyasilere büyük rol düşüyor. Kuşkusuz medyanın burada oynayacağı bir rolü var. Eğer AB’deki tıkanıklığı açmak için siyasi liderler yeniden cesur kararlar alırlarsa, geçmişte olduğu gibi yine barış ve işbirliğine inanan gazetecilerin güçlü destek vereceğine inanıyorum. Barış için 1934’te Atatürk’le Venizelos el sıkışmıştı. 2000’de de İsmail Cem’le George Papandreu yeni bir sayfa açtılar. Şimdi Kıbrıs’ı çözmek için gene el sıkışıp yola devam etmeliyiz. Bundan iki ulus da kazançlı çıkacak. Ümit edelim en kısa zamanda Ege’de ve Kıbrıs’ta kalıcı bir barış yolu açılır. TRGR JOURNAL 19 PANEL Andreas ANASTASIOU Lecturer of Leicester University UK Leicester Üniversitesi Öğretim Görevlisi Let’s do Journalism Unconventionally Alışılagelmİşİn dışında gazetecİlİk yapalım 20 www.turkeygreecemediabridging.com PANEL We are discussing the idea of ‘bridging’ countries through journalism today. I liked the idea of ‘bridging’. It reminded me of the real bridge over river Evros (in Greek) or Meriç (in Turkish); a river that constitutes the border between Greece and Turkey; a bridge that connects that connects the two countries. I have crossed that bridge many times as I liked to drive from Athens to Istanbul. I have noticed, of course, the red and white flag on the one side and the blue and white on the other. I have also noticed that the fence of the bridge has been painted red and white in half its length and blue and white for the other half. I have noticed all these that seemed ‘natural’ in the first, maybe also the second and the third time I drove over the bridge. But after the third time a thought crossed my mind: “We are coming across all this border bureaucracy so that we can cross a bridge, but the fish in the river under myself do not ask anybody, they can go both sides; same with the birds over me”. But then I thought that these are naïve thoughts, maybe childish and I thought to myself that I should start thinking such as mature, serious people think and say about the issue. Then, as I observed the political reality related to the two countries, I noticed that serious people, such as the prime ministers of the two countries for example, speak of the müftü (Islamic scholar and community leader) of Komotini and the müftü of Gümülcine which is the same city. However, there are two müftü. One is the ‘real’ one, and one ‘fake’. But the real one for the one side is fake for the other and vice versa. What if we ask about the ethnicity of these two gentlemen? In Greece they are both Greek muslims; there are not Turkish people in Greece. For Turks, they are both ethnic Turks. Of course, they are Greek citizens, but ethnically Turks. OK then; I’m glad I educated myself. Let’s go ahead and learn some things about the ethnicity of the Orthodox Patriarch of Fener. In Greece he is called ‘Greek’, ‘Ellinas’, ‘Yunanlı’. In Turkey he is ‘Rum’. Rum is not the same as Yunanlı. So, I checked the encyclopedia and I found that the word ‘Rum’ linguistically has its roots in the word ‘Roman’. So, Rum is something like Roman; and the Patriarch must be something like Julius Caesar. Again, I am glad that I educated myself. Let’s move to Cyprus here. In Cyprus practically – not formally but practically – there are two entities. In Turkey, the northern part is called “Turkish Republic of Northern Cyprus”. In Greece we call it “Turkish Occupied Territories of Cyprus”. The whole island in Greece is the “Republic of Cyprus”. In Turkey the south of it is just the “Roman Administration of Southern Cyprus”. I could go on and refer to numerous more absurdities like the ones I’ve already mentioned, but there is no need; you’ve got the idea. All these things are given to us, journalists. We did not create them. Politicians created this private and heavily charged terminology. Third parties, if they listen to the different ways language is used in Greece and Turkey to describe the same things, may be puzzled. But anyway politicians do their job in the way they believe is best. But, when repeating these absurdities, do journalists do their job? Or can journalists do their job? Let’s see some examples. According to surveys conducted, 32% of the Greek people think that Turkey is the number one threat to Greece. They are afraid of Turkey. Then we see official statistics. Turkey is the biggest client of Greece; most exports from Greece come to Turkey. How do these two things match? According to other surveys, a lot of Turks believe that Greeks are not to be trusted; the same is the case in Bugün gazetecilik aracılığıyla ülkeler arasında “köprüler” kurma fikrini konuşuyoruz. “Köprü kurma” fikri hoşuma gidiyor. Evros (Yunancası) veya Meriç (Türkçesi) nehri üzerindeki gerçek köprüyü hatırlattı bana; Yunanistan ile Türkiye arasındaki sınırı oluşturan bir nehir; iki ülkeyi birbirine bağlayan bir köprü. Atina’dan İstanbul’a arabayla yolculuk yapmayı sevdiğim için, o köprüden birçok kez geçtim. Tabii ki, bir taraftaki kırmızı – beyaz bayrakla diğer taraftaki mavi – beyaz bayrağı farkettim. Aynı şekilde köprü üzerindeki parmaklığın uzunluğu boyunca yarısının kırmızı – beyaz, diğer yarısının ise mavi – beyaz boyandığını da farkettim. Köprü üzerinden geçerken ilk başta “doğal” gözüken, belki ikinci veya üçüncü keresinde de normal gözüken bütün bunları farkettim. Ama üçüncü defadan sonra aklımda bir düşünce oluştu: “Bütün bu sınır bürokrasisiyle bir köprüyü geçebilmek için muhattap oluyoruz, ama altımdaki nehirde yaşayan balıklar kimseye birşey sormuyor, her iki tarafa da gidebilir; üzerimdeki kuşlar için de aynı şey geçerli”. Ama sonra, bunların safça, belki de çocuksu düşünceler olduğunu düşündüm; artık olgun, ciddi insanların konu hakkında düşündüğü ve konuştuğu gibi düşünmeye başlamam gerekirdi. Sonra, iki ülkeye ilişkin siyasi gerçekleri gözlemledikçe, örneğin, iki ülkenin başbakanları gibi ciddi insanların Komotini müftüsü ve Gümülcine müftüsünden bahsettiklerini fark ettim, halbuki ikisi aynı şehirdi. Ancak iki müftü vardır. Biri “gerçek” olan, diğeri “sahte” olan. Ama bir taraf için gerçek olan, diğeri için sahtedir ve tam tersi. Bu iki beyefendinin milliyetini soralım. Yunanistan’da ikisi de Yunanlı müslüman; Yunanistan’da Türk yok. Türkler için ikisi de Türk etnik kökenine sahip. Tabii ki Yunan vatandaşı, ama etnik olarak Türk. Tamam o zaman, kendimi eğittiğim için memnunum. Devam edelim ve Fener Ortodoks Patriğinin milliyeti hakkında bazı şeyler öğrenelim. Yunanistan’da “Greek”, “Ellinas”, “Yunanlı” olarak anılıyor. Türkiye’deki adı “Rum”. Rum Yunanlı ile aynı değil. Bu yüzden ansiklopediye baktım ve “Rum” kelimesinin dil bilimi açısından kökeninin “Romalı” kelimesine dayandığını keşfettim. Yani, Rum Romalı anlamına geliyor, Patrik de Julyus Sezar gibi biri oluyor. Yine, kendimi eğittiğim için memnunum. Şimdi Kıbrıs’a gelelim. Kıbrıs’ta pratikte – resmi olarak değil, ama pratikte – iki tüzel kişilik mevcut. Türkiye’de kuzey kısmına “Kuzey Kıbrıs Türk Cuhmuriyeti” deniyor. Yunanistan’da “Kıbrıs’ın Türkiye tarafından İşgal Edilmiş Toprakları” diyoruz. Bütün adada Yunanistan’da “Kıbrıs Cumhuriyeti”dir. Türkiye’de güneye sadece “ Güney Kıbrıs Roma Yönetimi” deniyor. Bahsettiğim absürtlükler gibi daha birçok sayıda absürtlükten bahsedebilirim, ama gerek yok; siz konuyu anladınız. Bütün bunlar biz gazetecilere veriliyor. Bunları biz yaratmadık. Politikacılar bu özel ve ağır yüklü terminolojiyi yarattılar. Üçüncü kişiler dilin aynı şeyleri tarif etmesi için Yunanistan ve Türkiye’de kullanılan değişik dil yöntemlerin duysalardı, kafaları karışırdı. Ama her halükarda, politikacılar işlerini kendilerine göre en iyi şekilde yapmaktadırlar. Peki gazeteciler bu saçmalıkları tekrarlayarak işlerini yapıyorlar mı? Ya da gazeteciler işlerini yapıyorlar mı? Bazı örneklere bakalım. Yapılan araştırmalara göre, Yunanlıların %32’si Türkiye’nin Yunanistan için bir numaralı tehdit olduğuna inanıyorlar. Türkiye’den korkuyorlar. Sonra resmi istatistiklere bakıyoruz. Türkiye, TRGR JOURNAL 21 PANEL Greece about Turks. But have the ones who state so ever met anybody from the other side? Interestingly enough, most of them no, they haven’t! So, how do they know? How can they not trust somebody they don’t know? Of course, they are based on information. Information from friends, from schools, from museums, from the media… Let’s see something then. In Ioannina there is a history museum. In it, we see a reconstruction of the ‘Hidden’ or ‘Clandestine’ or ‘Secret’ School. Everybody in Greece was taught that Greek education was not allowed in Ottoman times. So, children were given Greek education secretly. This is what we know from many sources; this is what we understand by visiting the history museum in Ioannina. However, in the same city, if we take a walk not too far from the museum, we see a big and beautiful building, the Zossimea School; a Greek school of Ottoman times! On one side we have a story told to us, on the other side we have a reality. We see reality, but we believe the myth! But enough with history; let’s move to the media. The chief of the Turkish Air Force flew over the Aegean. For the Turkish press it was something normal, there was absolutely no violation and there was evidence for that: he flew six miles from the Greek islands. For the Greek press it was a violation, a provocation, and there was evidence for that: he flew six miles from the islands. So, six miles have a meaning here, and six miles have another meaning there. I have had several personal experience during my career as a journalist, when editors, colleagues or even members of the public have blamed me for being critical of the Greek government on matters related to the ‘national interest’. I can criticise the government on matters of economic or other internal nature, but never on foreign policy; never on issues related to Turkey. If I do so, I am not just 22 www.turkeygreecemediabridging.com I have in mind some very good academic suggestions about how journalists could contribute in resolving conflicts rather than perpetuating them. The sad thing is that these suggestions, by Norwegian scholars Johan Galtung and Mari Ruge, are well known since 1965; since fifty years ago! We know them, but we don’t apply them. And today we are still discussing the issue… Gazetecilerin anlaşmazlıkları sürdürmek yerine çözümüne katkıda bulunmasının yolları hakkında çok iyi bazı akademik önerilerim var. Üzücü olan, bu önerilerin Norveçli akademisyenler Johan Galtung ve Mari Ruge tarafından 1965 yılından beri çok iyi bilindiği; yani, elli yıl öncesinden! Bunları biliyoruz ama uygulamıyoruz. Bugün ise hâla bu konuyu tartışıyoruz... Yunanistan’ın en büyük müşterisi; Yunanistan’ın ihracatının çoğu Türkiye’ye geliyor. Bu iki şey nasıl örtüşüyor? Başka araştırmalara göre, bir çok Türk Yunanlıların güvenilir olmadığını düşünüyor; Yunanistan’da Türkler hakkındaki fikirler de aynı. Peki, bunu beyan eden kişiler öteki taraftan kimseyle karşılaşmış mı? İlginçtir ki, çoğu hayır, karşılaşmamış! Dolayısıyla, nerden biliyorlar? Tanımadıkları birine nasıl güvenmezler? Tabii ki, bilgilere dayanıyorlar. Arkadaşlardan, okullardan, müzelerden, medyadan edindikleri bilgilere... Başka birşeye bakalım. İoannina’da bir tarih müzesi vardır. İçinde “Gizli” veya “Klandestin” veya “Saklı” Okulun yeniden yapılanmasını görüyoruz. Yunanistan’da herkese Osmanlı döneminde Yunan eğitimine izin verilmediğini öğretilmektedir. Dolayısıyla, çocuklara Yunan eğitimi gizlice verilmiştir. Bunu birçok kaynaktan biliyoruz; İoannina’daki tarih müzesini ziyaret ettiğimizde bunu anlıyoruz. Ancak aynı şehirde, müzeden fazla uzaklaşmadan, bir tur atarsak, büyük ve güzel bir bina görürüz; bu Zossimea Okuludur, Osmanlı döneminden kalma bir Yunan okulu! Bir tarafta, bize söylenen bir hikaye vardır, diğer tarafta bir gerçek vardır. Gerçeği görüyoruz, ama mite inanıyoruz! Ama bu kadar tarih yeter; şimdi medyaya gelelim. Türk Hava Kuvvetleri komutanı Ege Denizi’nin üzerinden uçtu. Türk basını için bu normal birşeydi, kesinlikle ihlal yoktu ve bunun kanıtı vardı; Yunan adalarından altı mil uzaklıkta uçuyordu. Yunan basını için bu bir ihlaldi, bir provokasyondu ve bunun kanıtı vardı; adalardan altı mil uzaklıkta uçuyordu. Dolayısıyla, altı milin buradaki anlamı farklı, oradaki anlamı farklı. Gazeteci olarak kariyerim boyunca çeşitli şahsi deneyimlerim olmuştur; PANEL mistaken or inappropriate or stupid or whatever else like these, but I am a ‘traitor’. I know that similar accusations would easily be thrown against Turkish journalists if they criticise their government on Greek-related issues of foreign policy. Of course there are exceptions of journalists who dare do that and practice journalism in an honest and courageous way. Maybe that is why Mihalis Vasiliadis, editor of ‘Apoyevmatini’ Greek language newspaper published in Istanbul, who has worked as a journalist both in Greece and Turkey, was taken to court twice. I would like to conclude with an interesting example and a proposal. The example is a book I have read, titled ‘Tormented by History’. It refers to the common history of Greece and Turkey and has been written by a Greek and a Turk; Spyros Sofos and Umut Özkırımlı. They are colleagues and good friends. They have worked on their book together for ten years employing all their good will. Do you know what they confessed? That themselves were a problem. They respected and trusted each other; yet they struggled to establish a common understanding of the common history editörler, meslektaşlarım ve hatta kamuoyundan kişiler tarafından Yunan hükümetine karşı “milli menfaat” konuları hakkında eleştirel olmakla suçlandım. Hükümeti ekonomik veya başka iç politika konularında eleştirebilirim, ancak dış politika konularında asla eleştiremem; Türkiye ile ilgili konularda asla eleştiremem. Bunu yaparsam, hatalı veya uygunsuz veya aptal ya da bunlara benzer birşey değilim, ben bir “hainim”. Türk gazetecilerinin de hükümetlerini dış politikada Türk-Yunan ilişkileri In Greece for ‘spreading Turkish propaganda’; in Turkey for ‘spreading Greek propaganda’! But we are not here to only describe the situation. We are here to discuss about ways to improve it. Do you know something? I have in mind some very good academic suggestions about how journalists could contribute in resolving conflicts rather than perpetuating them. The sad thing is that these suggestions, by Norwegian scholars Johan Galtung and Mari Ruge, are well known since 1965; since fifty years ago! We know them, but we don’t apply them. And today we are still discussing the issue… and describe it in common words. Based on this example, I wish to complete this presentation with a suggestion. Let’s do an experiment. Let a Greek and a Turkish journalist, of the ones who share this panel today, sit together and try to write a news story reporting and commenting on one of the sensitive Greek-Turkish issues. Shall we manage to find a common language and do that? I don’t believe this would be a very easy task. It is still worth trying and it would certainly be an interesting experiment, very suitable to the aim of this project that we are inaugurating today. konularında eleştirdikleri taktirde, benzeri suçlamalara kolaylıkla maruz kalacaklarını biliyorum. Tabii, bunu yapmaya cesaret eden ve gazeteciliği dürüst ve cesur bir şekilde yürüten gazeteci istisnaları da vardır. Belki de bu nedenle, hem Yunanistan’da hem Türkiye’de çalışan, İstanbul’da yayınlanan “Apoyevmatini” gazetesinin Yunanca versiyonu editörü olan Mihalis Vasiliadis, iki kez mahkemeye çıkarılmıştır. Yunanistan’da “Türk propagandası yaydığından” dolayı, Türkiye’de ise “Yunan propagandası yaydığından” dolayı! Fakat buraya sadece durumu anlatmak için toplanmadık. Burada durumu düzeltmenin yollarını bulmak için bulunuyoruz. Size birşey söylemek istiyorum. Gazetecilerin anlaşmazlıkları sürdürmek yerine çözümüne katkıda bulunmasının yolları hakkında çok iyi bazı akademik önerilerim var. Üzücü olan, bu önerilerin Norveçli akademisyenler Johan Galtung ve Mari Ruge tarafından 1965 yılından beri çok iyi bilindiği; yani, elli yıl öncesinden! Bunları biliyoruz ama uygulamıyoruz. Bugün ise hâla bu konuyu tartışıyoruz... Enteresan bir örnekle ve bir teklifle kapatmak istiyorum. Örnek, okuduğum bir kitap; adı “Tormented by History”. Yunanistan ile Türkiye’nin ortak tarihine değinmektedir ve bir Yunan ile bir Türk tarafından yazılmıştır; Spyros Sofos ve Umut Özkırımlı. Onlar meslektaş ve iyi arkadaşlar. Kitapları üzerinde bütün iyi niyetlerini seferber ederek on yıl boyunca birlikte çalışmışlar. Neyi itiraf ettiler, biliyor musunuz? Kendilerinin bile sorun olduğunu. Birbirilerine saygı ve güven duyuyorlar. Ancak ortak tarih hakkında ortak bir anlayış tesis etmek ve bunu ortak kelimelerle anlatmak için mücadele vermişler. Bu örneğe dayanarak, bu sunumu bir öneriyle kapatmak istiyorum. Bir deney yapalım. Bu panele katılanlardan bir Yunan ile bir Türk gazeteci birlikte oturup, hassas Türk-Yunan konularından biri hakında sunum ve yorum içeren bir haber yazsınlar. Ortak bir dille bunu yazmayı başarabilir miyiz? Bunun çok kolay bir göre olacağını sanmıyorum. Ama yine de denemeye değer ve kesinlikle enteresan bir deney olur; bugün burada açılışını yaptığımız projenin amacına çok uygun bir deney olurdu. TRGR JOURNAL 23 PANEL Mustafa BALBAY Cumhuriyet Newspaper / Gazetesi Media has become the Weapon of Mass Destruction Medya, Kİtle İmal Sİlahı Halİne Geldİ 24 www.turkeygreecemediabridging.com PANEL I am journalist who won 1992 Abdi İpekçi Prize. This prize is one of the important milestones in my professional life. I received the prize from Politaks in Greece. I received this prize with the interview I made in Hiroshima. When the atomic bomb was dropped in Hiroshima on 6th August 1945, 280 thousand people died and most of the rest got cancer. When I went on the trip, there were twelve Atomic Bomb Hospitals treating the diseases mediated by the atomic bomb. I never forget one of the patients I talked to during the hospital overnight visits. The first question I asked to the patient with first-degree skin cancer was “Are you ma d at the Americans?”. He said; “I am” and “we should fight by using same weapons, they used bigger weapons than ours” as he had military on his mind. The next day, I noticed that the museum official student listening American music while visiting Atomic Bomb Museum and asked,” Aren’t you mad at the Americans?”. He said to me, “ I am not hostile towards countries rather the war itself”. I made this the cover of the trip books and the interview was about this topic. That’s why, when Turkish-Greek relations taken into account, I am certainly not mad any country, I am rather mad at war and those creating the tension. I remember that Aziz Nesin and Emre Kongar were at the prizegiving ceremony. I talked to the journalists from both countries and the talk of Aziz Nesin was decisive. After the Greeks told as when we were in Aegean, when we were in Trabzon, Azis Nesin made a speech as “When we were in Crete”. When we lost Crete in 1913, the two geographies that were debated most at that period were Crete and Yemen. The Ottoman Empire regarded Yemen as “the gate of Kaaba” and Crete as “the gate of Eastern Mediterranean”. Therefore, when Crete was lost, nobody could tell this to the Sultan. Eventually, they made the court jester. The court jester brought a pot of water and put it in front of the Sultan. The Sultan asked; “What is it?”. The court jester said; ““efendim bu sade suya tirit, elden gitti Girit” (Sir, this is brewis in simple water, we lost Crete, let’s eat.) So, the Turkish phrase “suyuna tirit” that means botched is said to stem from this story. Both countries have this kind of situations to tell in their history. If we put everything one side in Turkish-Greek relations, we can see that the relations can be under tension from time to time and what the tension might cost when we look at the armament figures. According to the picture of last few years, Greek ranks fifth and Turkey ranks sixth in the world’s arming race. Sometimes this ranking changes, Turkey ranks fifth, Greek ranks sixth. One of the arms sale methods of multinational arms companies is like that: for an example, if the weapons are sold for 300 dollars, the company selling the weapons come to Turkey and says; “your neighbor bought weapons for 300 dollars, you need also weapons”. And Turkey makes plan in this line and buys weapons. When a better weapon is developed and Turkey buys it, the company goes to Greece and says: “your neighbor bought this weapon against you.” I think this case should be considered also within the relations. I think one of the reasons of the crisis in Greece is that the multinational arms companies sell these weapons to Greece with EU loans and Greece’s economy can’t make largescale investments. In our age, media doesn’t have power, powers have media When it comes to media, we referred to Ismail Cem a lot. He was a person I like much and respect. He really made effort in order that our relations with the neighbor countries Ben, 1992 yılı Abdi İpekçi Ödülü sahibi bir gazeteciyim. Bu ödül benim meslek hayatımdaki önemli kilometre taşlarından birisidir. Ben ödülümü Yunanistan’da Politaks’ın elinden aldım. O ödülü Hiroşima’da yaptığım röportaj ile aldım. Hiroşima’ya 6 Ağustos 1945’te atom bombası atıldığı zaman 280 bin kişi öldü ve geriye kalanların birçoğu kansere yakalandı. Geziyi gerçekleştirdiğim zaman, atom bombasından kaynaklı hastalıkları tedavi eden oniki adet Atom Bombası Hastanesi vardı. Hastanelerden bir tanesini gece ziyaretimde konuştuğum hastalardan bir tanesini hiç unutmuyorum. Birinci derece cilt kanseri olan hastaya sorduğum ilk soru “Amerikalılara kızgın mısın?” oldu. “Kızgınım” dedi ve kafasında hala askerlik olduğu için “eşit silahlarla savaşmalıydık, bizden büyük silahlar kullandılar” dedi. Ertesi gün, Atom Bombası Müzesini gezerken, müze görevlisi öğrencinin Amerikan müziği dinlediğini fark ettim ve “Amerikalılara kızgın değil misin?” diye sordum. Bana, “Ben ülkelere değil, savaşa düşmanım” dedi. Ben de bunu gezi kitaplarının kapağı yapmıştım ve röportaj bu konudaydı. O yüzden ben Türk-Yunan ilişkilerinde, kesinlikle herhangi bir ülkeye değil, gerçekten savaşa ve o gerilimi yaratanlara kızgınım. O ödül töreninde Aziz Nesin’i ve Emre Kongar’ı hatırlıyorum. Yunanistan gezim sırasında her iki ülkeden gazetecilerle de konuştuk ve Aziz Nesin’in bir sohbeti belirleyici olmuştu. Yunanlılar, biz Ege’deyken, biz Trabzon’dayken diye anlattıktan sonra Aziz Nesin de “Biz Girit’teyken” diye bir anlatımda bulundu. 1913 yılında Girit’i kaybettiğimizde o dönemin en çok tartışılan iki coğrafyası Girit ve Yemen’di. Osmanlı Devleti, Yemen’e “Kâbe’nin kapısı”, Girit’e de “Doğu Akdeniz’in demir kapısı” diye bakmış. Dolayısıyla Girit kaybedilince kimse bunu padişaha söyleyememiş. Sonunda sarayın soytarısına söyletmişler. Saray soytarısı bir tencere su getirmiş, Padişahın önüne koymuş. Padişah “bu nedir?” demiş, soytarı ise “efendim bu sade suya tirit, elden gitti Girit” demiş. O sade suya tridin oradan geldiği söylenir. Her iki ülkenin tarihinde birbirine anlatabileceği buna benzer durumlar vardır. Türk Yunan ilişkilerinde her şeyi bir yana bırakırsak, silahlanma rakamlarına baktığımızda bile gerçekten ilişkilerin zaman zaman ne kadar gerilimli ve hatta gerilimin nelere mal olabildiğini görüyorsunuz. Son birkaç yılın tablosu, dünyada silahlanma yarışında Yunanistan altıncı, Türkiye beşinci sırada yer alıyor. Bazen bu sıralama değişiyor ve Türkiye beşinci, Yunanistan altıncı oluyor. Çok uluslu silah şirketlerinin silah satış yöntemlerinden biri şu oluyor. Örnek vermek gerekirse Yunanistan’a S300 satıldıysa satışı yapan firma Türkiye’ye gelip “komşu S300 aldı sana da lazım” diyor. Türkiye de kendi planını ona göre yapıyor ve o da silah alıyor. Bir üst silah geliştiğinde onu Türkiye almışsa Yunanistan’a gidip “komşu sana karşı şunu aldı” diyor. Bu durumun ilişkilerde ayrıca dikkate alınması gereken bir durum olduğunu düşünüyorum. Yunanistan ekonomisinin krize girmesindeki nedenlerden birisinin bence çok uluslu silah şirketlerinin Yunanistan’a bu silahları AB kredileriyle satıp, Yunanistan ekonomisinin de büyük ölçüde yatırım yapamamasından kaynaklandığını ya da unsurlarından birinin bu olduğunu tahmin ediyorum. Çağımızda medyanın gücü yok, güçlerin medyası var Medya kısmına gelince, burada İsmail Cem’i çok andık. Benim de çok sevdiğim ve saygı duyduğum bir insandı. O, hem etrafımızdaki TRGR JOURNAL 25 PANEL and Greece become better. A Greek colleague “I will accept your suggest, it is very reasonable. But if I say that I agree, the Greek media will chop me.” says to İsmail Cem. I asked; “Well, what did you do? “Yes, they could chop. But I know that Greek uses the media as an excuse in such cases when it isn’t willing to take a step in the foreign policy especially towards Turkey.” he said. So, this is the chicken-egg metaphor, the political and media dimension of the matter is about taking into account each other. In our age, media doesn’t have power, powers have media. Everyone wanted to procure media as it became a very powerful tool. It has been extensively discussed in the world to what extent media especially public broadcasting can be maintained independently and how the way of private initiative would be cleared in. How should we regard the private televisions and private broadcasting in America and Europe? There was a media structure accepted as global until 1980s and even 1990s. If I roughly express, a media owner in a country couldn’t have more than 25% of that country’s media power. In addition, this media owner couldn’t invest in other areas of the economy in that country. This was really a must. If a journalist is a journalist, he shouldn’t do something else. In our profession, we describe the journalists as educated people. If a journalist is really well-educated, he can’t do something else. A journalist puts telling truth at forefront. But this changed over time. It was an inevitable result of global change. It was impossible to put those limitations anymore. The private sector, private investments, privatizations and liberal economy came to the forefront. While the media owners shouldn’t take place in the sectors especially like banking sector, those determined rules were also demolished. What did step in here? The media of powers. 26 www.turkeygreecemediabridging.com ülkelerle ilişkilerin hem de gerçekten Türk Yunan ilişkilerinin iyi olması için çaba harcamıştı. İsmail Cem’e Yunanistanlı meslektaşı diyor ki, “Ben senin bu önerini kabul ederim çok mantıklı. Ama bunu kabul ettiğimi söylersem Yunan medyası beni doğrar”. Peki, siz ne yaptınız dedim? “Evet doğrayabilirdi. Ama Yunanistan’ın dış politikasında özellikle Türkiye’ye karşı bu tür durumlarda bir adım atmak istemediği zaman medyayı bahane gösterdiğini de ben biliyorum” dedi. Yani buradaki yumurta-tavuk ilişkisi, karşılıklı her ülkede işin siyasi boyutuyla medya boyutunun, her iki tarafın birbirini dikkate almasından kaynaklanıyor. Artık çağımızda medyanın gücü yok, güçlerin medyası var. Medya çok güçlü bir araç haline geldiği için herkes ondan edinmek istedi. Medyanın özellikle kamu yayıncılığının ne ölçüde bağımsız sürebileceği ve bunun yanında özel girişimin önünün nasıl açılacağı dünyada çok tartışıldı. Amerika ve Avrupa’da özel televizyonlara ve özel yayıncılığa bakışımız nasıl olmalı? 1980’lere hatta 90’lara kadar küresel kabul edilen bir medya yapılanması vardı. Kabaca dile getirirsem; bir ülkede bir medya sahibi o ülkenin toplam medya gücünün yüzde 25’inden fazlasına sahip olamıyordu. Yine o ülkenin medya sahibi, ekonominin başka alanlarında yatırım yapamıyordu. Bu gerçekten olması gereken bir şeydi. Çünkü eğer gazeteci, gazetecilik yapıyorsa, başka bir şey yapmamalı. Bizim mesleğimizde, gazetecilere mürekkep yalamış adam deriz. Bir gazeteci gerçekten mürekkep yalamışsa, başka bir şey yalayamaz. Gazeteci; doğruları söylemeyi ön plana alır. Ama zamanla bu değişti. Küresel değişimin kaçınılmaz bir sonucuydu. O sınırlamaları koymak mümkün değildi artık. Çünkü dünyada; özel sektör, özel yatırımlar, PANEL The target of media to inform the public and share the culture of that society was inevitably pushed into the background. I am a graduate from Ege University, the Faculty of Communication. Our courses consisted of about one hundred news definitions. The most widely accepted definition was what the editor in chief defined as news. But today, what the media owner wants to present to the society is called as “the news”. Even, what the media owner wants to tell the society is called as “the news”. Here, I will take the definition a little further in general. I’ll probably cross the line but I want especially to underline. We certainly respect all media organs that aim to inform and broadcast in line with the facts of communication era and they should be improved. But, we can use a metaphor like the weapon of mass destruction for the media organs that only manipulate the public and put a political power forward. But, if we made an analogy for media, it has become “weapon of mass destruction”. You create a mass in your own way through that media. The Aegean Sea can be a Peace Sea As you know, I am the member of parliament from İzmir. Our relations with Greek is separately important in İzmir. The biggest newspaper of Aegean and İzmir, Yeni Asır was founded in Thessaloniki. Yeni Asır boasts his history over a hundred year that began in Thessaloniki. While I was working as a journalist in İzmir, one of the sayings I tried to produce was “ Turkey and Greek are on the two sides of the Aegean. Turkey and Greek can’t meet on both sides unless these two sides of the Aegean come together”. I am in the opinion that we use the Aegean Sea for common interests and achieve this will empower both countries in tourism and other areas. The journalists and academicians of both countries might In our age, media doesn’t have power, powers have media. Everyone wanted to procure media as it became a very powerful tool. It has been extensively discussed in the world to what extent media especially public broadcasting can be maintained independently and how the way of private initiative would be cleared in. undertake some missions. When we look at the history of both countries throughly, we will see that we all have common roots. I would like a saying from the book Political Science of Ahmet Taner Kışlalı:” The Turks conquered Anatolia in 11th century and Anatolia conquered the Turks.” We were also conquered. We were also influenced by that culture. If we weren’t conquered, influenced by that culture, Yunus Emre wouldn’t be born, Mevlana wouldn’t be born, Hacı Bektaş Veli wouldn’t be born. That is my opinion. I promise to make all positive efforts in my part in the subsequent process of Turkish-Greek relations. I think and wish that the Aegean Sea can be a Peace Sea. Artık çağımızda medyanın gücü yok, güçlerin medyası var. Medya çok güçlü bir araç haline geldiği için herkes ondan edinmek istedi. Medyanın özellikle kamu yayıncılığının ne ölçüde bağımsız sürebileceği ve bunun yanında özel girişimin önünün nasıl açılacağı dünyada çok tartışıldı. özelleştirmeler ve devamında da liberal ekonomi çok öne çıktı. Medya sahiplerinin aynı zamanda özellikle bankacılık sektörü gibi alanlarda bulunmaması gerekirken, belirlenen o kurallar da yıkıldı. Burada ne girdi devreye? Güçlerin medyası. Medyanın halkı bilgilendirme, o toplumun kültürünü paylaşma hedefi ister istemez ikinci plana itildi. Ben Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum. Bizim derslerimizde yüz civarında haber tarifi vardı. En çok kabul gören tarif, “yazı işleri müdürünün haber dediği şey” olurdu. Ama bugün yazı işleri müdürünün de değil, medya sahibinin topluma vermek istediği şeye “haber” deniliyor. Hatta “medya sahibinin, topluma anlatmak istediğine haber” deniliyor. Burada tanımı genel anlamda biraz daha ileriye götüreceğim. Belki sınırları aşmış olacağım ama özellikle altını çizmek istiyorum. Bilgilendirmeyi amaçlayan, iletişim çağının gerçekleri doğrultusunda yayıncılık yapan bütün yayın organlarına elbette saygımız var ve onlar güçlenmeli. Ama sadece manipülasyon ve siyasal bir gücü öne çıkarma amaçlı yayın organları için kitle imha silahları gibi bir benzetme kullanılabilir. Ama medya benzetme yapmak gerekirse “kitle imal silahı” haline gelmiş durumda. O medya aracılığıyla, siz kendinize göre bir kitle imal ediyorsunuz. Ege, Bir Barış Denizi Olabilir Biliyorsunuz, ben İzmir milletvekiliyim. İzmir’de Yunanistan ile ilişkilerimiz ayrıca önemlidir. Ege’nin ve İzmir’in en büyük gazetesi olan, Yeni Asır’ın kurulduğu yer Selanik’tir. Yeni Asır, Selanik’te başlayan yüzyılı aşkın bir tarihinin olduğuyla övünür. İzmir’deyken gazetecilik yaptığımda da yine naçizane üretmeye çalıştığım sözlerden biri şuydu: “Türkiye’yle Yunanistan, Ege’nin iki yakasında. Ege’nin bu iki yakası bir araya gelmeden Türkiye’yle Yunanistan’ın iki yakası bir araya gelmez.” Hâlbuki bunu başarabildiğimizde, sadece Ege Denizini ortak kullanabilmek bile turizmde ve öteki alanlarda da her iki ülkeyi de güçlendirecektir diye düşünüyorum. Her iki ülkenin de bu alanda ön olabilecek gazetecileri ve akademisyenleri bazı işleri üstelenebilir. Çünkü her iki ülkenin de tarihine gerçek anlamda baktığımızda, hepimizin kökenlerinin ortak olduğunu göreceğiz. Ahmet Taner Kışlalı’nın Siyaset Bilimi kitabından şöyle bir söz paylaşmak istiyorum: “11. yüzyılda Türkler Anadolu’yu fethetti, Anadolu da Türkleri fethetti.” Biz de fethedildik. Biz de o kültürden etkilendik. Bence fethedilmeseydik, o kültürden etkilenmeseydik, o gelişin hemen sonrasında Yunus Emre doğmazdı, Mevlana doğmazdı, Hacı Bektaş Veli doğmazdı. Ben böyle düşünüyorum. Türk Yunan ilişkilerinin bundan sonraki sürecinde ben de üzerimize düşen olumlu anlamda her türlü çabayı göstereceğime söz veriyorum. Ege’nin bir barış denizi olabileceğini düşünüyorum ve diliyorum. TRGR JOURNAL 27 PANEL Nicholas VOULELIS Editör-in-Chief of “The Journalist” Journal The Journalist Dergisi Genel Yayın Yönetmeni We Have to Focus to Facts Which will Benefit Both the Publics Her İkİ halka fayda sağlayacak unsurlara odaklanmalıyız 28 www.turkeygreecemediabridging.com PANEL Exactly fifteen years ago, in 2000, two important conferences bringing together Greek and Turkish journalists, took place. The first in February in Athens, followed in October by a conference in Istanbul. I participated in both conferences in my ,capacity as the Managing Director of the Athens News Agency, Greece’s national news agency, the equivalent of your Anadolu. I remember that we tried to support the first steps of rapprochement between Athens and Ankara taking place at that time. We were trying to shed aside prejudices and stereotypes, and working to reinforce every type of cooperation, communication and exchanges by the two sides. Speaking at the Athens conference, I underlined my belief that “Turkey as a force of peace, with fully enshrined democratic freedoms for all its citizens and with friendly and productive cooperation with its neighbors, will be a distinct asset for the European Union”. I also emphasized that with this prospect in mind, our Turkish colleagues should appreciate that they will have many friends on this side of the Aegean, a fact they should also make widely known once back in Turkey. Eight months later in Istanbul, I tried to demonstrate the significant milestone that the twin earthquakes in 1999 entailed in how mass media in both countries dealt with the “other”. At the time, I praised the substantive change in the stance of many mass media. Nevertheless, I added that the attempted rapprochement would be a slow and tortuous procedure on a path to overcome deeply rooted prejudices cultivated for decades. Since I am not one to nurture illusions, therefore, I emphasized at the time that mass media must reinforce the foundations of any lasting “bridge” between the two countries. I also repeated my support for Turkey’s EU accession, even if such a development could not be achieved immediately. My reasoning was crystal clear: “Turkey is not a country condemned to being forever trapped between autocracy and religious fanaticism. A democratic and European Turkey corresponds to the real interests of its people, a European Turkey is to the benefit of the Greek people as well as to Europe itself.” I haven’t changed my opinion not in the slightest, since then, and I would readily endorse every word of that text today. However, several years have passed since that time and numerous developments have transpired, both domestically in our countries, as well as in our wider region, particularly in the latter. I don’t think I need to expand, today, into an analysis on bilateral relations. Allow me to note, briefly, that despite the many positive steps taken in the past few years, especially on the economic front, in tourism and the cultural sector, the situation that exists on the bi-national level, meaning relations between the governments, is anything but ideal. Despite the very courageous efforts made by several ministers in this last period of fifteen years. The very deep economic crisis in Greece, and the major problems on Turkey’s eastern and southern borders are definitely part of the reason that somewhat lead to an inactivity to improve our bilateral relations. Developments on Cyprus and the divided island’s surrounding region also don’t cause optimism. The only point on which I will insist on is that the tragic conflicts in the Middle East and in the southern bank of Mediterranean, along with an intensification of violence and terrorism in the wider Near East, fuelled by the expansion of the so-called “Islamic state” and various other Islamist extremists should make us more cautious, and more protective of peace and stability in our countries and around us. This situation should be an impetus for improving our bilateral relations even farther and not fomenting tension and crises. Leaving the difficult and dangerous regional crises to turn to the issue at hand, allow me to say that I believe we must focus on the substantive problems associated with a way mass media in either country shape public opinion and influence the people who make decisions. I believe we must seriously and rigorously examine the ideological, political and whatever Tam on beş yıl önce, 2000 yılında, Yunan ve Türk gazetecileri bir araya getiren iki önemli konferans düzenlendi. Birincisi Şubat ayında Atina’da, ikincisi de Ekim ayında İstanbul’da olmak üzere. Her iki konferansa da tıpkı Türkiye’deki Anadolu Ajansı gibi Yunanistan’ın ulusal haber ajansı olan Atina Haber Ajansı Genel Müdürü sıfatıyla katıldım. O zamanlar Atina ve Ankara arasında yakınlaşmaya dair atılan ilk adımları desteklemeye çalıştığımızı hatırlıyorum. Önyargıları ve klişeleri bir kenara bırakıp her iki taraf arasında her türlü işbirliği, iletişim ve alışverişi güçlendirmeye çalışıyorduk. Atina’daki konferansta konuşurken “Türkiye’nin tüm vatandaşlar için tamamen kutsal sayılan demokratik özgürlükleriyle, komşularıyla gerçekleştirdiği dostça ve verimli işbirliğiyle bir barış gücü olarak Avrupa Birliği için ayrı bir değer olacağına” olan inancımın altını çizmiştim. Bu görüşümle birlikte, Türk meslektaşlarımızın Ege’nin bu tarafında birçok dostu olduğunu bilmeleri gerektiğini ve bu gerçeğin Türkiye’de de bilinmesini sağlamaları gerektiğini ayrıca vurguladım. Sekiz ay sonra İstanbul’da, 1999’da ikiz depremlerde her iki ülkedeki medyanın “ötekini” nasıl ele aldığının önemli bir dönüm noktası olduğunu göstermeye çalıştım. O zamanlar medyanın duruşunun bağımsız değişimini övdüm. Yine de, on yıllardır işlenen önyargıları aşma yolunda girişilen yakınlaşmanın yavaş ve dolambaçlı bir prosedür olacağını belirttim. Çünkü ben yanılsamalar besleyen biri değilim, bu yüzden medyanın iki ülke arasında kalıcı bir “köprünün” temellerini güçlendirmesi gerektiğini vurguladım. Ayrıca Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediğimi tekrarladım, böyle bir gelişme hemen başarılamayacak olsa bile. Benim muhakemem çok açıktı: “Türkiye sonsuza kadar otokrasi ve dinsel fanatizm arasında sıkışıp kalmaya mahkum olacak bir ülke değil. Demokratik ve Avrupai bir Türkiye halkının gerçek çıkarlarına daha çok uyuyor, Avrupai bir Türkiye Avrupa’ya ve Yunan halkına faydalı olacaktır.” O zamandan beri fikrimi en ufak şekilde değiştirmedim ve o metnin her kelimesini bugün her an hazır bir şekilde size aktarabilirim. Ancak, o zamandan beri birkaç yılı geride bıraktık ve hem yurt içinde hem de daha geniş anlamda bölgede, özellikle daha geniş anlamda bölgede bir takım gelişmeler ortaya çıktı. Bugün ikili ilişkiler hakkında geniş bir analiz yapmama gerek olduğunu sanmıyorum. Bana geçmiş birkaç yıl içinde özellikle ekonomik anlamda, turizmde ve kültürel sektörde atılan birçok olumlu adımdan kısaca bahsetmeme izin verin lütfen, iki ulusal düzeyde var olan durum yani hükümetler arasındaki ilişkiler hiç de ideal değil. Çeşitli bakanlar tarafından son on beş yıllık dönemde gösterilen cesurca çabalara rağmen. Bir şekilde ikili ilişkilerimizi geliştirmedeki hareketsizlik sebeplerinden biri kesinlikle Yunanistan’da çok derin yaşanan ekonomik kriz ve Türkiye’nin doğu ve güney sınırlarında yaşanan büyük sorunlar. Kıbrıs’taki gelişmeler ve bölünmüş adanın çevresi de iyimserliğe olanak tanımıyor. Israr edecek olduğum tek nokta Orta Doğu’daki ve Akdeniz’in güney kıyısındaki trajik çatışmaların, daha geniş Yakın Doğu’daki şiddet ve terör yoğunlaşması ve sözde “İslam Devleti” ve diğer çeşitli İslamcı aşırıcıların bizi daha dikkatli, çevremizdeki ve ülkelerimizdeki barış ve istikrarı daha çok koruyan bireyler haline getirmesi gerektiğidir. Bu durum gerginlik ve krizleri kışkırtmak değil, aksine ikili ilişkilerimizi daha da geliştirmek adına bir ivme olmalıdır. Zor ve tehlikeli bölgesel krizleri bırakıp konumuza dönecek olursak, her iki ülkede de kamuoyunu şekillendiren ve karar vericileri etkileyen medya ile bağdaştırılan maddi sorunlara odaklanmamız gerektiğine inandığımı söylememe izin verin lütfen. Daha iyi bir müdahale planı yapmak için, medya tarafından seçim yapmada kullanılan ideolojik, politik ve diğer kriterleri ciddi ve dikkatli bir şekilde incelememiz gerektiğine TRGR JOURNAL 29 PANEL other criteria used by mass media in making choices, in order to better plan our intervention. I’ll be strict in my assessment of Greek mass media, in order to demonstrate, in my opinion, their negative aspects. İ trust that our Turkish colleagues will be just as exacting in their assessment of the Turkish mass media in the dialogue that will follow. I believe that one of the basic foundations on which the edifice of Greece’s mass media stands is none other than nationalism, which has deep roots in Greek society. This ideology dramatically re-emerged after the fall of the military dictatorship in 1974, and gained ground with the rise of socialist Pasok to power in 1981, while again surging in the wake of the recent economic crisis in Greece. Nationalist speech reached a crescento recently with an anti-German, anti-Europe campaign on the part of many mass media in Greece. Nationalism is a primary element in the way of thinking and the application of policy by a wide spectrum of political forces and in society itself. And I believe that there is common ground for that in our two countries. This phenomenon is ingrained in the stance of a large majority of mass media when dealing with domestic issues, foreign policy and even international developments. Expressions of this nationalist creed vary, depending on the occasion, from anti-americanism and anti-semitism to even an anti-West outlook. Sometimes nationalism is expressed as anti-imperialism, but more often it is a substitute for the latter. Over the past forty years or so, since the restoration of democracy in Greece, after the fall of the military junta, a nationalistic approach, often turning into extreme chauvinism, has weaved through the political spectrum and mass media - to a greater or lesser extend. This is even more damaging when nationalism and religion combine in every facet of politics. Allow me a digression, for a moment. I believe that the issue of nationalism and its link to religion brings Greece and Turkey closer together, in a rather peculiar way. In Greece, re- 30 www.turkeygreecemediabridging.com ligion is indelibly associated with the preparation and first steps of the war of independence, in the first quarter of the 19th century. Since then, the Church has claimed a share of the credit in the historical vindication for the establishment of a modern Greek state. Conversely, in Turkey the rise and strengthening of an “Islamic trend” in the modern era appears to have latched on to a pre-existing and powerful nationalist current, a difference from other countries, where Islam, when it is the religion of the majority of the population, dominates the political and ideological spheres; because there are no powerful nationalist movements to rival political Islam. Let us return to the mass media in Greece, however, which never really stopped revolving around an axis of stereotypes and simplistic generalizations, the basis, that is, of prejudice. In Greece, many mass media when emphasizing the negative, they refer to “Germans”, “Turks”, “Jews”, “Muslims”, without any differentiation. Stereotypes along with national “myths” acquire a material force that overlooks the complicated and constantly changing reality. I am not very optimistic that our societies will easily rid themselves from such stereotypes, especially when governments use them to promote their interests and not the interest of their citizens. I think that an underlying substrate, a foundation, exists, one shaped over a lengthy period of time, a substrate that maintains and reproduces “myths”, stereotypes, convictions and conspiracy theories, all of which cannot really be bypassed or repudiated in the absence of radical and alternative solutions. Such stereotypes are systematically reproduced by much of the mass media, they are found in official textbooks, and recycled by the so-called “pop culture”. Such stereotypes embellish the dominant national ideology and the overriding national narrative. There is no distinction between nation and race in this underlying foundation based on nationalism, which fuses history, myths and stereotypes, there inanıyorum. Kendi adıma olumsuz yönlerini göstermek için Yunan medyası değerlendirmemde katı olacağım. Akabindeki diyalogda da Türk meslektaşlarımın Türk medyası hakkında da aynı değerlendirmeyi yapacağına güveniyorum. Bence Yunanistan medyasının yapısının üzerinde durduğu temel dayanaklardan biri Yunan toplumunda derin kökleri olan milliyetçilik. Yunanistan’daki son ekonomik kriz yeniden yükselirken, bu ideoloji 1974’te askeri diktatörlük düşünce dramatik bir şekilde yeniden ortaya çıktı ve Sosyalist Pasok Partisi’nin 1981’de iktidara gelmesiyle zemin kazandı. Son zamanlarda milliyetçi konuşmalar Yunanistan’daki birçok medya kesimlerinde görülen Anti-Alman, Anti-Avrupa kampanyasıyla bir artış kazandı. Milliyetçilik geniş yelpazede politik güçlerin toplumun kendisi içinde siyasetin uygulanma ve düşünme şeklindeki temel öğedir. Ve ben bunun her iki ülkede de ortak bir zemini olduğuna inanıyorum. Bu fenomen iç meseleleri, dış politikayı ve hatta uluslararası gelişmeleri ele alırken medyanın büyük bir çoğunluğunun içine işlemiştir. Bu milliyetçi inanç ifadeleri antiAmerikancılıktan antisemitizme ve hatta anti-batıya kadar farklı durumlara bağlı olarak çeşitlilik göstermektedir. Bazen milliyetçilik anti-emperyalizm olarak ifade edilir, fakat bu daha çok antisemitizm için kullanılan bir alternatiftir. Geçtiğimiz kırk yılda ya da Yunanistan’da askeri junta düştükten sonra gerçekleşen demokrasi restorasyonundan beri, sıklıkla aşırı şövanizme dönüşen milliyetçi bir yaklaşım daha büyük ya da daha küçük ölçüde siyasi yelpazeyi ve medyayı dokumaktadır. Bu durum milliyetçilik ve din, siyasetin her bölümünde birleştiği zaman daha da zarar vericidir. Burada kısa bir anlığına konunun dışına çıkacağım. Ben milliyetçilik ve dine olan bağının oldukça garip bir şekilde Yunanistan ve Türkiye’yi yakınlaştırdığına inanıyorum. Yunanistan’da, 19. yüzyılın ilk çeyreğinde din kalıcı bir şekilde bağımsızlık savaşının hazırlığı ve ilk adımlarıyla ilişkilendirilirdi. O zamandan beri Kilise modern bir Yunan devletinin kurulmasında tarihi bir teyit içinde pay iddia etti. Öte yandan, İslam’ın nüfusun büyük çoğunluğunun dini olduğu, siyaseti ve ideolojik kesimlere hakim olduğu diğer ülkelerden farklı olarak Türkiye’de “İslam modasının” yükselişi ve güçlendirilmesi önceden var olan ve güçlü milliyetçi bir akıma bağlı olduğu görülüyor; çünkü siyasi İslam’a rakip olacak güçlü bir milliyetçi hareket yok. Tekrardan Yunan medyasına dönecek olursak, Yunan medyası önyargıların temeli olan kalıplaşmış ve basit genellemeler ekseninde dönüp durmuştur. Yunanistan’da birçok medya kesimi olumsuz bir şeyi vurgularken hiç fark olmaksızın “Almanlara”, “Türklere”, “Yahudilere” ve “Müslümanlara” atıfta bulunurlar. Kalıp yargılar ulusal “mitlerle” birlikte karmaşık ve sürekli değişen gerçeğe hakim olan maddi bir güç elde ederler. Ben, özellikle hükümetler bu tür kalıp yargıları vatandaşların değil de kendi çıkarları için kullandığı sürece toplumlarımızın kendini bu kalıp yargılardan kolaylıkla kurtulabileceği konusunda çok da iyimser değilim. Bence altta yatan sebep uzun zaman önce şekillendirilmiş bir oluşum, “mitleri”, kalıp yargıları ve komplo teorilerini sürdüren ve yeniden üreten bir yapı taşıdır, ki bunların hiçbiri köklü ve alternatif çözümler bulunmadan gerçekten atlatılamayacak ya da reddedilemeyecektir. Bu tür kalıp yargılar sistematik olarak medya tarafından yeniden üretilir, resmi ders kitaplarında bulunur ve sözde “pop kültür” tarafından geri dönüştürülür. Bu kalıp yargılar egemen ulusal ideolojiyi ve egemen ulusal anlatıyı süsler. Tarihi mitleri ve kalıp yargıları kaynaştıran milliyetçiliğe dayalı bu temel oluşumda millet ve ırk arasında hiç bir ayrım yoktur, gerçek tarihin destekçileri ile “ezeli düşmanlarımızla” dolu komplo teorilerinden farkı yoktur. PANEL is no distinction between real history, with its protagonists, from conspiracy theories replete with our “eternal enemies”. As a result, one stereotype follows another. Looking at the history of modern Greece just over the past century, we have seen how the Entente Allies turned into “enemies” who “caused” what we call the “Asia Minor Catastrophy”, what you call the “War of independence”. Decades later, the English were viewed as the “enemy” for causing the civil war in Greece between 1946 and 1949. The role of the “enemy”, in the popular sense, was then passed to the Americans, blamed for popping up the military junta in Greece in the late sixties and for engineering a coup and subsequent invasion in Cyprus in 1974. Fast forward to today and it is the Germans who serve as the “enemy”, with a narrative asserting that Berlin aims to turn Greece into its European debt colony. Just as ominous is usually a creeping anti-West sentiment that can barely conceal its admiration for the violent and authoritarian course of Russia’s current leadership. Anti–Turkish and anti–semitic stereotypes enjoy the same deep roots. One characteristic way in which many Greek mass media outlets introduce any news story dealing with the Turkish state and Greece is with the phrase “new Turkish provocation”. Unfortunately, in some cases they are right. AntiSemitic stereotypes usually surface in political reactions and media reports on the heels of increased tension or conflict in the Middle East. Mass media within an unfortunate collusion with the political and economic establishment in the country, have often assumed the role of the people’s “real champion”, thus manipulating public opinion to their standards, as a substitute for the people themselves. Therefore we are dealing with a dominant national ideology, with distinct manifestations of anti-Western rhetoric, anti-Semitism, intolerance, xenophobia, racism and conspiracy theories reproduced, with few exceptions, by political forces, by the education system and mass media. These characteristics set the tone for practically all ideological issues or matters of foreign policy. No political force or any government, as powerful as it may be, dares clash with the main expressions of this dominant ideology. However, if we are to rid ourselves of these political myths and stereotypes, the observations and analysis of experts and journalists is not enough. There are, of course, many enlightened Greek mass media professionals - and I am sure that this is the case in Turkish mass media, too, as I know many- which provide a very good example. They are not enough, though. The content of this dominant ideology must change, and this will come only through time. Only when different values and principles assume a dominant role and when a majority of society accepts and adopts them. Only then can we hope that education will follow, along with popular culture and people’s mentality. I believe that gatherings, such as the one today, are absolutely necessary for each side to understand how the other thinks; to delineate the problems and to discuss possible solutions. And I hope that in the context of the project, we will have progress in many fields. I am very happy to once again share a panel with old friends and acquaintances, who I believe contribute to mutual understanding. Moreover, I am happy because we are exchanging views in front of mainly a youthful crowd of college students. My exhortation, which I make every time when addressing young people and when the issue is Greek-Turkish relations, is one: “Read the history of the two peoples carefully. Thoroughly and calmly examine the reasons for the conflicts between us. Set aside prejudices and stereotypes that prevent us from seeing reality, and seek out all of the elements which unite us, which bring us closer together, and which benefit both peoples. You would be surprised at the wealth and variety of these elements, and you will never regret the fact that you chose the path of understanding, trust and cooperation”. Sonuç olarak bir kalıp yargı bir diğerini takip eder. Modern Yunanistan’ın son yüzyıl içindeki tarihine bakarsak, İtilaf Devletleri’nin nasıl bizim “Küçük Asya Felaketi” sizin de “Kurtuluş Savaşı” dediğiniz savaşa “neden olan” düşmanlara dönüştüğünü görmüş oluruz. On yıllar sonra, İngilizler Yunanistan’da 1946 ile 1949 yılları arasında meydana gelen iç savaşa neden olan “düşman” olarak görüldü. Popüler anlamda “düşmanın” rolü atmışların sonlarında Yunanistan’da askeri cuntayı ortaya çıkarmakla ve 1974 ‘de Kıbrıs’ta bir darbe ve ardından işgal düzenlemekle suçlanan Amerikalılara geçti. Bugüne geldiğimizde de, Berlin’in Yunanistan’ı Avrupa bırç kolonisine dönüştürmekle itham eden anlatımla Almanlar “düşman” olarak görülmektedir. Bu Rusya’nın mevcut liderliğinin şiddetli ve otoriter seyrine olan hayranlığını zar zor gizleyebilen ürpertici bir anti-batı duyarlılığı gibi genellikle kaygı vericidir. Türk ve Yahudi düşmanı kalıp yargılar aynı derin köklerden hoşlanırlar. Yunan medyasının kullandığı karakteristik bir ifade yolu da Türk devleti ve Yunanistan ile ilgili bir hikayenin “yeni Türk provakasyonu” başlığı altında verilmesidir. Ne yazık ki, bazı durumlarda haklılar. Anti-semitik kalıp yargılar genellikle siyasi tepkilerde ortaya çıkar ve medya Orta Doğu’da artan gerginlik ve ya çatışmanın hemen ardından haber yapar. Medya ülkedeki siyasi ve ekonomik oturmuş düzendeki talihsiz gizli anlaşma içinde kamuoyunu kendi standartlarına göre insanların yerine kendilerini koyup manipüle ederek sıklıkla insanların “gerçek şampiyonu” olma rolünü üstlenmiştir. Bu nedenle, birkaç istisna dışında siyasi güçler, eğitim sistemi ve medya tarafından yeniden üretilen belirgin batı karşıtı söylemler, Yahudi düşmanlığı, hoşgörüsüzlük, yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve komplo teorileri belirtileri ile birlikte egemen bir milli ideoloji ile baş ediyoruz. Bu özellikler hemen hemen dış politikanın ideolojik meseleleri ve konularında gidişatı belirliyor. Hiç bir siyasi güç ya da devlet, ne kadar güçlü olursa olsun, bu egemen ideolojinin temel ifadeleri ile çatışmaya cesaret edemiyor. Öte yandan, biz bu siyasi mitler ve kalıp yargılardan kendimizi kurtaracaksak, uzmanların ve gazetecilerin gözlemleri ve analizleri yeterli değildir. Tabi ki de Yunan medyasında iyi bir örnek teşkil eden birçok profesyonel vardır ve bu durumun Türk medyası içinde geçerli olduğuna eminim, Türk medyasından birkaç profesyoneli tanıyorum da. Fakat yine de bu kişiler yeterli değildir. Bu egemen ideolojinin içeriğinin değişmesi gerekir ve bu sadece zaman içinde olacak bir şey. Sadece farklı değerler ve ilkeler egemen bir rol üstlendiğinde ve toplumun büyük kısmı bunları kabullenip benimsediğinde. Ancak o zaman eğitimin popüler kültür ve insanların zihniyeti birlikte sürdürülmesini umabiliriz. Bugünkü gibi toplantıların her iki tarafın da birbirini anlaması, sorunları tanımlamak ve olası çözümleri tartışmak için kesinlikle gerekli olduğuna inanıyorum. Ve proje kapsamında birçok alanda ilerleme kaydederiz diye umuyorum. Karşılıklı anlayışa katkısı olacağına inandığım eski arkadaşlar ve tanıdıklarla bir kez daha bu panelde buluşmaktan çok mutluyum. Ayrıca, üniversite öğrencilerinden oluşan genç kalabalığın önünde fikir alışverişi yapmaktan da mutluluk duyuyorum. Konu Yunan-Türk ilişkileri olduğunda genç insanlara hitap ederken onlara vereceğim en büyük tavsiye “Her iki halkın tarihlerini de dikkatle okumaları” gerektiğidir. Aramızdaki çatışmaların nedenlerini iyice ve sakince araştırın. Gerçeği görmemizi engelleyen ön yargıları ve kalıp yargıları bir kenara bırakıp bizi birleştiren, yakınlaştıran ve her iki halka da fayda sağlayacak unsurlara odaklanmalıyız. Bu unsurların zenginliğine ve çeşitliliğine şaşıracaksanız ve anlayış, güven ve iş birliği yolunu seçtiğiniz asla pişman olmayacaksınız. TRGR JOURNAL 31 MUNICIPALITY Yiannis BOUTARIS Mayor of Thessaloniki Selanik Belediye Başkanı They resemble each other both in terms of the behavioral patterns and social fabric. Therefore there is no other way that these two cities are brothers. It should be our mission to sustain the brotherhood of these two cities and raise higher positions by uniting their energy. 32 www.turkeygreecemediabridging.com Sema PEKDAŞ Mayor of Konak Municipality Konak Belediye Başkanı Birbirlerine fiziksel açıdan olduğu kadar, sosyal doku ve insan davranışları açısından da çok benzeyen bu iki şehrin kardeşliğini tesis etmek, iki şehrin enerjisini buluşturup daha da yükseklere çıkarmak bizim hedefimiz olmalı. BELEDİYE Sema PEKDAŞ We are Like Two Children of a Mother That were Born in Different Places Bİzler; bİr annenİn ayrı yerlerde doğan İkİ çocuğuyuz In the previous months Yiannis Boutaris, Mayor of Thessaloniki, visited Smyrna and Sema Pekdaş, Mayor of Konak visited Thessaloniki. In these friendly visits the decisions of project development were taken in order to integrate people in these two cities which have a common culture. Pekdaş taking steps to bring two sides of the Aegean said that Turkey and Greece were so coherent and she desired the friendship would be permanent by increasing these mutual visits. In these previous days mutual visits between Smyrna and Thessaloniki were performed. What was the purpose of these visits? Could you please share your impressions about Thessaloniki visit with us? As Konak Municipality on November 10th, 2014 we decided to make a trip to Thessaloniki in order to commemorate our Great Leader Mustafa Kemal Atatürk in the house of birth. But we didn’t want to limit this visit only by commemorating Atatürk in the house of birth. We realized the idea that we also visited the Municipality of Thessaloniki when we went to Thessaloniki. After the Municipality of Thessaloniki invited us as result of our contacting, we organized this trip. Honorable Yiannis Boutaris, Mayor of Thessaloniki and municipal employees greeted exceptionally kind. Through this trip we aimed to see the administrative structuring of the Municipality of Thessaloniki, learn the municipal operation and strength the mutual affinities. Thanks to this visit both we commemorated Mustafa Kemal Atatürk, the founder of Our Republic and we could have various contacts as a guest of the Municipality of Thessaloniki. Our main goal in this visit was to rebuild the friendship bridge between the peoples in these two countries who have a mutual past. İzmir is a city that has embraced many Thessaloniki immigrants. Likewise, many people migrated from Turkey have also lived in Thessaloniki. So it is our mission to strengthen the peace between the people who have a common culture and increase the culture of joint work. In this way both the economic potential of this region will increase and these activities will enrich us culturally. For that reason we planned this trip. We have also developed a good relationship with Honorable Yiannis Boutaris, Mayor of Thessaloniki. He gave us information about the works of the streets which is in the Geçtiğimiz aylarda Selanik Belediye Başkanı Yiannis Boutaris İzmir’e; Konak Belediye Başkanı Sema Pekdaş da Selanik’e bir ziyarette bulundu. Çok samimi geçen bu ziyaretlerde ortak kültüre sahip bu iki şehir halklarını kaynaştırmak amacıyla projeler geliştirilmesi kararı alındı. Ege’nin iki yakasını buluşturacak adımlar atan Pekdaş, Türkiye ve Yunanistan’ın dokusunun birbirine uyan iki şehir olduğunu, karşılıklı ziyaretlerin artırılarak dostluğun daim olmasını arzu ettiğini ifade etti. Geçtiğimiz günlerde İzmir ve Selanik arasında karşılıklı ziyaretler gerçekleştirildi. Bu ziyaretlerde amaç neydi? Selanik ziyaretinizden izlenimlerinizi bizimle paylaşır mısınız? Konak Belediyesi olarak biz 2014 yılının 10 Kasım’ında Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü doğduğu evde anmak amacıyla Selanik’e bir gezi yapma kararı almıştık. Ama bu sadece Atatürk’ü doğduğu evde anmakla sınırlı kalmasın istedik. Selanik’e gittiğimizde Selanik Belediyesi’ni de ziyaret edelim fikrini gerçeğe dönüştürdük. Yaptığımız temaslar sonucunda Selanik Belediyesi’nin bizi davet etmesi üzerine bu geziyi organize ettik. Selanik Belediye Başkanı Sayın Yiannis Boutaris ve belediye çalışanları bizi son derece iyi karşıladı. Bu gezide biz hem Selanik Belediyesi’nin idari yapılanmasını görmeyi, hem belediye işleyişini öğrenmeyi, hem de karşılıklı ilişkileri güçlendirmeyi hedef aldık. Gerçekleşen ziyaretle hem Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü andık hem de Selanik Belediyesi’nin konuğu olarak çeşitli temaslarda bulunduk. Burada temel amacımız ortak bir geçmişe sahip iki ülkenin halkları arasındaki kardeşlik köprüsünü yeniden oluşturmaktı. İzmir pek çok Selanik göçmenine kucak açmış bir kenttir. Keza Selanik’te de Türkiye’den göç etmiş pek çok kişi yaşamaktadır. Ortak tarihe sahip bu insanlar arasında barışın dilini güçlendirmek, ortak iş yapma kültürünü artırmak bizim görevimiz. Bu sayede hem bölgenin ekonomik potansiyeli artacaktır hem de kültürel anlamda bizleri çok zenginleştirecektir. Bu nedenle bu geziyi planlamıştık. Selanik Belediye Başkanı Sayın Yiannis Boutaris ile de çok iyi ilişkiler geliştirdik. Bize Atatürk’ün doğduğu evin önündeki caddeyle ilgili yürütülen çalışmalar hakkında bilgi verdi. O caddenin yeniden düzenlenerek, ‘Atatürk Caddesi’ adının verilmesi konusunda devam eden çalışmalardan söz etti. Bir anlamda bu gezinin bir başka anlamı da, Türkiye’den TRGR JOURNAL 33 MUNICIPALITY front of the house where Atatürk was born. He also mentioned the ongoing works that this street would be called as “Atatürk Street” by being reorganized. In one sense, another meaning of this trip is to support their efforts thanks to a visit from Turkey. We are two brother peoples. These two brother people can provide the economic development of the region within the framework of their mutual culture and history. They can actualize the works which generate excitement and synergy in the region thanks to their mutual cultural activities. Our impression was very positive. We saw that we had fun together. There is nothing worse than being produced hostility by these people that can know having fun together. Therefore we hope that these good impressions will turn into valuable project for future. Could you please mention about the works that you have performed to strengthen Turkish-Greek relations? There are already many works in this area. From past to present there have been many cooperation between two peoples. Still in progress. It is said that a ferry service between Thessaloniki and Smyrna bring forward. So as a local administrator we have responsibilities to provide a peaceful life for the Greeks living in our city, we need to protect the value created by the Turks in Thessaloniki and Greece and contribute to the conducted cultural works. We strive to protect our mutual history that is in existence with good relations, works showing that we can understand each other and our collective future consciousness. We want to know 34 www.turkeygreecemediabridging.com each other. I believe that we can develop together by knowing each other and not saying “other” each other and not behaving like an enemy. If people don’t know each other, they are afraid of each other. We know each other. We have a mutual past and we have the aim of increasing the cooperation and joint works in order to improve our future. You said that you wanted to organize an event under the name of Thessaloniki days in order to strengthen the friendship bridge between Smyrna and Thessaloniki. What will be this event like? Could you please share the developments related to this event with us? The idea of this event emerged during our negotiations with the Mayor of Thessaloniki and municipality committee. We joined this visit with group deputy chairmen of two parties in our parliament and deputy mayor. We wanted to make a good collaborate between these two cities. There is so much effect of Thessaloniki culture in Smyrna. We said that “Come and let us be the first host” in order to uncover and keep alive this culture. So the idea of Thessaloniki days in Smyrna turned up. Apart from the presentation of mutual yapılmış bir ziyaretle onların bu çabalarına destek verme niteliği taşıyordu. Biz iki kardeş halkız. Bu iki kardeş halk, ortak kültürleri, ortak tarihleri çerçevesinde gerçekten bölgenin ekonomik kalkınmasını sağlayabilir. Ortak kültürel çalışmalarla birlikte bölgede heyecan yaratan, sinerji yaratan çalışmaları birlikte hayata geçirebilir. İzlenimlerimiz gayet olumluydu. Birlikte eğlendiğimizi gördük. Birlikte eğlenebilmeyi bilen iki halkın düşmanlıklar üretebilmesi kadar kötü bir şey yok. Dolayısıyla bu iyi izlenimlerin gelecek açısından iyi projelere dönüşmesi umudunu da taşıyoruz. Türk-Yunan ilişkilerini güçlendirmek adına yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz? Zaten bu alanda yapılmış çok fazla çalışma var. Geçmişten bugüne kadar iki halk arasında pek çok işbirliği yapıldı. Hala da yapılıyor. Selanik ile İzmir arasında bir feribot seferinin gündeme gelmesi söz konusu. Bizim de burada yerel yönetici olarak hem şehrimizde yaşayan Rumlara yönelik onların burada huzurlu yaşamasını sağlayacak çalışmalar yapma sorumluluğumuz var, hem de Selanik’teki ve Yunanistan’daki Türklerin yarattığı değerlerin korunmasına ve yürütülen kültürel çalışmalara katkı koymamız gerekiyor. Biz iyi ilişkilerle, birbirimizi anladığımızı gösteren çalışmalarla ve ortak gelecek bilinciyle var olan ortak tarihimizi korumaya gayret ediyoruz. Biz birbirimizi tanıyalım istiyoruz. Birbirimizi tanıdıkça, birbirimize ‘öteki’ demedikçe, birbirimizi düşman bellemedikçe birlikte gelişeceğimize inanıyorum. İnsanlar birbirlerini tanımıyorlarsa birbirlerinden korkarlar. Biz birbirimizi tanıyoruz. Bir ortak geçmişimiz var ve bunu ortak geleceğe taşımak için de işbirliklerini çoğaltmak, ortak faaliyetleri artırmak gayesi içerisindeyiz. İzmir ve Selanik arasındaki dostluk köprüsünü güçlendirmek için Selanik günleri adı altında bir etkinlik düzenlemek istediğinizi söylemiştiniz. Nasıl bir etkinlik olacak? Bu etkinlik ile ilgili gelişmeleri bizimle paylaşabilir misiniz? Bu etkinlik fikri bizim Selanik Belediye Başkanı ve heyetiyle yaptığımız görüşmeler sırasında ortaya çıkmış bir fikirdi. Biz bu ziyarete meclisimizdeki iki partinin grup başkanvekilleri ve belediye başkan yardımcımızla birlikte katıldık. İki kent arasında güzel bir işbirliği yapmak istedik. İzmir’de Selanik kültürünün o kadar çok etkisi var ki… Bu kültürü ortaya çıkarmak ve yaşatmak için, ‘Gelin ilk ev sahipliğini biz yapalım’ dedik. İzmir’de Selanik Günleri etkinliği fikri böyle çıktı. Bu etkinlikte de karşılıklı ortak kültüre ilişkin değerlerin tanıtımının yanı sıra, Selanik kentinin sinemasının, müziğinin, mutfak kültürünün konuşulduğu, tartışıldığı ve görüldüğü pek çok etkinliği de hayata geçirmek istiyoruz. Ege rüzgârını karşılıklı yaşatarak, BELEDİYE cultural values, in this event we want to actualize many activities which enable speaking, discussing and being seen of the theater, music and cuisine culture of Thessaloniki. We want to keep alive the Aegean wind and feel together. In this context our conversation is in progress. The certain program will be determined in the coming days. We will be happy to host our brothers in Thessalonica in the event that we intend to perform in September-October. Thessaloniki and Smyrna are alike in many ways. What do you want to say about these two cities as the one living in Smyrna and visiting Thessaloniki? These cities are really very similar to each other. They are similar with the bay, harbor and the mountains rising behind the coast. Maybe there are not any other cities that have so similar each other. At least I think so. We didn’t feel out of things. We could easily agree on the streets. We saw that there were Turkish music in the restaurants and when we stopped and asked something, people explained at length. Explaining at length just like the Turkish people gives us a strange peace. The person we asked something tells his opinions about the situation. Just like us. In this respect we are like two children of a mother that were born in different places. They resemble each other both in terms of the behavioral patterns and social fabric. Therefore there is no other way that these two cities are brothers. It should be our mission to sustain the brotherhood of these two cities and raise higher positions by uniting their energy. What should be done to improve the friendship bridge between Greece and Turkey as the people living in two sides of the same culture? We should do collaborative activities. There is nothing else to close up people like making exchanges, mutual entertainment, eating together, singing together. We should be able to create opportunities in order to make daily routines together like travelling, watching movie and listening music. If we run mutually, eat and drink together, dance and sing together, we can improve the friendship bridge automatically. Thus these opportunities will be provided by sustaining mutual run, increasing the mutual cultural and art activities and developing the trade. We are two peoples that can win together. We have the background and knowledge to create the ways to win together. Time is the time to perform this success. The improving of the peace in Aegean will be like that. With this belief we are ready to do our best. birlikte hissetmek istiyoruz. Bu çerçevede görüşmelerimiz sürüyor. Net program önümüzdeki günlerde belirlenir. Eylül-Ekim aylarında gerçekleştirmeyi düşündüğümüz bu etkinlikte Selanikli kardeşlerimize ev sahipliği yapmak bizi mutlu edecek. Selanik ve İzmir birçok yönden birbirine benzeyen şehirler. İzmir’de yaşayan ve Selanik’i gezen biri olarak iki şehir ile ilgili neler söylemek istersiniz? Gerçekten birbirlerine çok benzeyen iki şehir. Körfeziyle, limanıyla, hemen kıyının arkasında yükselen dağlarıyla çok benzeşiyor. Belki dünyada bu kadar dokusu uygun iki şehir daha yoktur diye düşünüyorum. Hiç yabancılık çekmedik. Sokaklarında rahatlıkla anlaşabildik. Lokantalarında Türkçe müziklerin çalındığını gördük, sokakta durdurduğunuz ve bir şey sorduğunuz insanlar bize uzun uzun anlatımlar yaptılar. Tıpkı biz Türkler gibi uzun açıklamalar yapmaları insanın içine garip bir huzur da veriyor. Bir şey sorduğumuz insan olayla ilgili görüşlerini de anlatıyor. Tıpkı bizde olduğu gibi… Bu açıdan biz bir annenin ayrı ayrı yerlerde doğmuş iki çocuğu gibiyiz. Hem sosyal doku anlamında hem de davranış şekilleri açısından o kadar çok birbirine benziyor ki. Dolayısıyla bu iki şehrin kardeş olmaktan başka yolu da yok. Birbirlerine fiziksel açıdan olduğu kadar, sosyal doku ve insan davranışları açısından da çok benzeyen bu iki şehrin kardeşliğini tesis etmek, iki şehrin enerjisini buluşturup daha da yükseklere çıkarmak bizim hedefimiz olmalı. Aynı kültürün iki yakasında yaşayan insanlar olarak Yunanistan ve Türkiye arasındaki dostluk köprüsünü geliştirmek için neler yapılmalıdır? Ortaklaşa etkinlikler yapmalıyız. Adalara olan rahat gidip gelmeler bile bu iki yakada yaşayan insanları o kadar birleştirdi ki. Karşılıklı alışveriş yapmak, karşılıklı birbirini ağırlamak, birlikte yemek, birlikte şarkı söylemek kadar insanları birbirine yakınlaştıran başka bir şey yok. Biz normal hayatta neler yapıyorsak, nasıl ki seyahat ediyor, film seyrediyor, müzik dinliyorsak bunları birlikte yapabileceğimiz olanaklar yaratabilmeliyiz. Karşılıklı gidip gelirsek, birlikte yiyip içersek ve birlikte şarkı söyleyip dans edersek dostluk köprüsünü de kendiliğinden geliştiririz. Dolayısıyla bunun ortamını yaratmak da karşılıklı gelip gidişleri, ortak sanat ve kültürel etkinlikleri artırarak, ticareti geliştirerek olur. Biz birlikte kazanabilecek iki halkız. Birlikte kazanmanın yollarını yaratabilecek geçmişe ve bilgiye sahibiz. Vakit bunu gerçekleştirmenin zamanıdır. Ege’de barış, bölgesinin gelişmesi de böyle olacaktır. Bu inançla biz elimizden geleni yapmaya hazırız. TRGR JOURNAL 35 MUSIC If the bridges expand and the number of the passengers in the boats carrying messages increases, another bridge will be created, the ships will proliferate, people will resist and peace warriors will multiply everywhere like Lernean Hydra, even if a bridge shook and collapsed. Köprüler büyürse, mesajları taşıyan kayıklardaki yolcular çoğalırsa, o zaman bir köprü sarsılıp çökse bile, başka bir köprü yaratılır, gemiler çoğalır, halklar karşı koyar ve barış savaşçıları her yerde Lernean Hydra’lar gibi çoğalırlar. She fights for Peace through Music Müziğİyle Barış İçİn Savaşıyor Iris Mavraki from Rhodes Island, who strives to establish a friendship bridge between Turkey and Greece through art, continues to establish a mutual relation between the two countries. Mavraki invites everyone to the Turkish-Greek bridge along with her friendship concerts in order that the two countries get closer through art and she adds; “Travel in this wonderful quest with us. Your support is invaluable and will make us more powerful in the following travels.” Your father is from Rhodes Island, your mother is Austrian and you were born in Africa. Therefore, you are familiar to different cultures and you are also open to the cultural diversity 36 www.turkeygreecemediabridging.com Türkiye ile Yunanistan arasında sanatla dostluk köprüsü kurmak için yola çıkan Rodoslu sanatçı İris Mavraki, iki ülke arasında kültürel bağ kurmaya devam ediyor. Gerçekleştirdiği dostluk konserleriyle Mavraki, iki ülkenin sanat aracılığıyla birbirine yaklaşması konusunda herkesi Türk-Yunan köprüsüne davet ediyor ve ekliyor: “Bizlerle birlikte bu muhteşem arayışta seyahat edin. Sizlerin desteği çok değerli ve bize gelecekteki seyahatlerimizde daha büyük güç katacaktır.” Babanız Rodoslu anneniz Avusturyalı ve Afrika’da doğdunuz. Dolayısıyla farklı kültürlerde yaşamaya aşinasınız ve küçük yaştan itibaren yapmış Iris MAVRAKI MÜZİK thanks to the journeys you have made. How did this affect your musical life? Everything I have been through since my childhood; war, racism, human rights, travels, people, countries helped me awaken, improve my soul and shape my character. Imagine a child who travelled to Central and South Africa, New York, Canada, Belgium and England until six and eventually came to Rhodes Island, Greece after the political events in Congo, also crossed the Atlantic Ocean twice and heard of other languages. We spoke Greek, English, French and German at home. This was more than enough for me to develop a communication channel with the world and later played a very important role in my musical life and seeking for a better world through art as a human being. The political and social events in the world, the dictatorships, civil wars, isolations, wars again and again after World War II, Rock and Hippie trends, 50s, 60s and 70s have influenced many artists who are against all of them. These were extremely creative periods especially for poetry and music. And of course, they deeply influenced my musical life. You performed and keep performing many concerts in Turkey in order to establish a friendship bridge between Turkey and Greece through art. How did these concerts begin? I visited Turkey in 1973 for the first time. My concerts began after many years. Mikis Teodorakis and Zülfü Livaneli, Yannis Ritsos and Nazım Hikmet, Daniel Barenboim and West East Divan Orchestra were always in my mind. They are the people who transmit the messages-failed by the politicians for years- to the both sides through art, words, poetry and music. A journalist approached me in tears and thanked me at the end of a concert in Fethiye I visited by reason of the World Peace Day with a group of musicians from Rhodes. I was speechless, I think it was the moment when I decided to maintain my effort in a more active way. I contacted with Ümit İşgörür, olduğunuz yolculukların kültür çeşitliliğine açık olmanızı sağlaması sizin müzik hayatınızı nasıl etkiledi? Çocukluğumdan beri yaşadığım her şey; savaş, ırkçılık, insan hakları, seyahatler, insanlar, memleketler; uyanmama, ruhumu geliştirmeme, karakterimi şekillendirmeme yardımcı oldu. Bir çocuk düşünün ki, altı yaşına kadar Orta ve Güney Afrika, New York, the competent of Dokuz Eylül University Symphony Orchestra during that period. He received very well my offer to give concerts in İzmir and Rhodes. I would like to say that my every attempt came true after great efforts, challenges, physical and mental fatigue, working hard and with money for unexpected and sudden expenses paid by nobody. The story of this bridge, which is worth to be written about some day, is too long. Kanada, Belçika ve İngiltere’ye seyahat etmiş ve sonunda Kongo’daki siyasi gelişmelerden sonra Yunanistan’a, Rodos adasına gelmiş. Atlantik Okyanusu’nu iki kez aşmış, başka diller duymuş. Evde Yunanca, İngilizce, Fransızca ve Almanca konuşurduk. Bu başlı başına, dünya ile bir iletişim kanalı kurmama yetiyor da artıyordu ve daha sonra müzik hayatımda ve sanat vasıtasıyla daha iyi bir dünya kurmak adına, bir insan olarak arayışlarımda çok önemli rol oynamıştır. Dünyadaki siyasi ve sosyal gelişmeler ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra diktatörlükler, iç savaşlar, tecritler, tekrar savaşlar, You started your efforts at a time when Turkish-Greek friendship wasn’t accepted as it is today. Have you ever encountered with obstacles and disappointments? Rock, Hippi akımı, 50’li, 60’lı, 70’li yıllar, bütün bunlara karşı olan birçok sanatçıyı etkilemiştir. Son derece yaratıcı dönemlerdi, özellikle de şiir ve müzik için. Ve tabii benim müzik hayatımı çok derinden etkilediler. Türkiye ile Yunanistan arasında sanatla dostluk köprüsü kurmak amacıyla yola çıkarak Türkiye’de birçok konser verdiniz ve vermeye de devam ediyorsunuz. Bu konserler nasıl başladı? Türkiye’ye ilk kez 1973 yılında gittim. Konserlerim uzun yıllar sonra başladı. Daima aklımda Mikis Teodorakis ile Zülfü Livaneli, Yannis Ritsos ile Nazım Hikmet, Daniel Barenboim ve West East Divan Orchestra vardı. Bunlar sanat aracılığıyla, söz, şiir ve müzik kanalıyla, iki tarafa da, siyasetçilerin yıllardır başaramadığı mesajları taşıyan şahsiyetler. Rodos’tan bir grup müzisyenle Dünya Barış Günü için gitmiş olduğum Fethiye’deki konser sonunda bir gazeteci ağlayarak bana yaklaştı ve bana teşekkür etti. Nutkum tutuldu, sanırım çabamı daha aktif bir şekilde devam ettirme kararımı aldığım andı. Dokuz Eylül Üniversitesi Senfoni Orkestrası ve o dönemdeki yetkilisi Ümit İşgörür ile temasa geçtim. İzmir ve Rodos’ta konser verme tekliflerimi çok iyi karşıladı. Şunu söylemek isterim, her girişimim büyük çaba, zorluklar, fiziksel ve ruhsal yorgunluk, çok çalışma, zaman ve kimsenin ödemediği ani ve beklenmedik masraflar için parayla gerçekleşti. Günün birinde yazılmaya değer olan bu köprünün hikâyesi çok uzun. Türk - Yunan dostluğunun bugünkü kadar kabul edilmediği TRGR JOURNAL 37 MUSIC Yes, I can say that I have. These attempts weren’t really accepted and our task wasn’t so easy. I was confronted with distrust, doubts and accusations; the doors were shut in my face at the last moment because of invisible reasons at most and I came up against a wall. The concerts or events were being cancelled and obstacles were placed. Most of the time, even some of the media was very negative. However, my persistence, patience and endless love of people and music were my greatest weapon. Maybe, I might get tired after an incredible disappointment for a while, actually these were my choices and the organization was going out of my hand. But, when it came to the time to get on the stage, join the musicians and appear there for the audience, the joy and satisfaction of having succeeded were so great that all difficulties and sorrows were pushed aside. I must emphasize that the musician friends from Rhodes I work with were always there for me and in the same way some of my close friends always supported me by being sponsor in terms of both material and spiritual ways. But, the number of those who believe in the power of human spirit, hope and peace is so high that I should allocate dozens of pages to describe them. For example, Mrs. Elli Semioğlu, she is the chairman of a non-profit or- 38 www.turkeygreecemediabridging.com ganization that aims to improve the Turkish-Greek relations and she is also an Istanbul Greek. There are also ordinary citizens, intellectuals, writers, academicians, journalists, Maestros İbrahim Yazıcı, Munif Akalın and especially Maestro Ender Spakıner, my deceased friend Ayşe Pelin Coşkun, directors Can Özgün and Tahsin İşbilen, writer Can Eryumlu, İhsan Toksiz and many more and of course many musicians. In addition, many journalists and media organizations belong to this group. I as person who crossed the bridge many times and many others helped the people of the two countries recognize each other better gradually and over time. Local governments, mayors and governors began to develop more relations in terms of tourism and trade. Beyond any doubt, journalist played and keep playing an important role in accurate, current and objective informing. Some people walk always ahead to clear the way. You have prepared an album with the Turkish progressive metal band Dreamtone. Could you talk about this cooperation? We prepared two albums named “Reversing Time” and “ OPHIDA” in cooperation of Dreamtone & Iris Mavraki’s NEVERLAND. That a metal power progressive music band from bir dönemde çabalarınızı başlattınız. Engeller ve hayal kırıkları ile karşılaştınız mı? Evet, yaşadım diyebilirim. Gerçekten bu girişimler çok kabul görmüyordu ve işimiz o kadar kolay değildi. Güvensizlikler, şüpheler, suçlamalarla karşı karşıya geldim, çoğu kez görülmeyen sebeplerle, son anda kapılar yüzüme kapanıyordu ve karşımda bir duvar buluyordum, konserler veya etkinlikler iptal ediliyordu, engeller konuyordu. Çoğu kez, medyanın bir kısmı dahi çok olumsuzdu. Ancak ısrarım ve sabrımla insana ve müziğe olan sonsuz sevgim benim en büyük silahımdı. Belki bir anlığına inanılmaz bir hayal kırıklığına uğrayıp yoruluyor olabilirdim, aslında bunlar benim seçimlerimdi ve organizasyon benim elimden geçiyordu, ama sahneye çıkıp, müzisyenlerin arasına katılma ve izleyicilerin karşısına çıkma anı geldiğinde, sonunda başarmış olmanın sevinci ve memnuniyeti o kadar büyüktü ki, bütün zorluklar ve üzüntüler bir kenara itiliyordu. Şunu da vurgulamam gerekir ki, Rodos’tan birlikte çalıştığımız müzisyen arkadaşlarım daima yanımda oldular, aynı şekilde bana hem manevi hem de maddi açıdan, sponsorluk yaparak destek olan çok iyi bazı dostlarım da hep yanımda oldular. Fakat insan ruhunun gücüne, ümide ve barışa inananlar o kadar çok sayıda ki, onları anlatmak için onlarca sayfa ayırmam gerekirdi. Mesela, Türk-Yunan ilişkilerini geliştirme amacını güden Kâr Amacı Olmayan Kuruluş Başkanı Bayan Elli Semoiloğlu; kendisi de İstanbullu Rumlardandır. Sıradan vatandaşlar, aydınlar, yazarlar, akademisyenler, gazeteciler, Maestrolar İbrahim Yazıcı, Μunif Akalın ve özellikle Maestro Ender Sakpınar, merhum olan dostum Ayşe Pelin Coşkun, yönetmenler Can Özgün ve Tahsin İşbilen, yazar Can Eryumlu, İhsan Toksöz ve daha birçoğu ve tabii ki birçok müzisyen var. Birçok gazeteci ve medya kuruluşu var. Yavaş yavaş zamanla, köprüden birçok kez geçmiş biri olarak ben ve daha birçok kişi, iki ülke halklarının biribirini daha iyi tanımasına yardımcı olduk. Yerel yönetimler, belediye başkanları ve valiler turizm, ticaret ve kültür konularında daha çok ilişki geliştirmeye başladı. Şüphesiz, gazeteciler doğru, güncel ve tarafsız bilgilendirme konusunda önemli bir rol oynamıştır ve oynamaya devam etmektedir. Daima birileri yolu açmak için önden giderler. Türk progressive metal topluluğu Dreamtone ile birlikte bir albüm hazırladınız. Bu birliktelikten biraz bahseder misiniz? Dreamtone & Iris Mavraki’s NEVERLAND adıyla işbirliği ile MÜZİK Turkey cooperate with a Greek musician was experienced for the first time and was something unique. This could be understood from the questions of journalist in our interviews after the release of these two albums. We had concerts in Ankara and Rhodes, we played in Progpower Festival in the city of Baarlo in Netherlands in October, 2009. In 2010, we went on an European tour as Jon Oliva’s Pain with Dreamtone & Iris Mavraki’s NEVERLAND. We performed concerts in many cities in Germany, Belgium, France, Switzerland and the Czech Republic. It was a huge bridge to me that appeals to different ages and audience from many countries in the world. I can say that this is a very special part of my life and musical life. You expressed yourself by saying “I am a peace warrior.” in an interview. What are your future plans related to music, art and Turkish-Greek relations? Paulo Coelho once wrote about the Warrior of Light. A man fighting for peace should act in this way. He should show more attention in peacetime and constantly keep watch to protect peace. If the bridges expand and the number of the passengers in the boats carrying messages increases, another bridge will be created, the ships will proliferate, people will resist and peace warriors will multiply everywhere like Lernean Hydra, even if a bridge shook and collapsed. Now it isn’t so easy to take use back. To me, the role of an artist is to convey messages through art, music, theatre, dance, cinema literature, painting and journalism. I often feel like fighting for peace against huge and invisible windmills. On the 27th March 2015, I gave a concert consisting of the melodies of Turkish and Greek composers and poets with Mersin University Academy Orchestra under the conductorship of Münif Akalın and Kostas Tsekkas playing bouzouki. The concert was organized by Akdeniz Opera and Ballet Club from Mersin by virtue of the 91st anniversary of the population exchange (Treaty of Lausanne). There are many Cretan Turks in Mersin and there are also Ihsaniye Village or alias Melemez Village. Immigration has two faces. I have been living in England for last nine years. I have considerably struggled to promote Turkish-Greek bridge but I think that the subject has not been learned enough. I would love that a promotional attempt could be initiated in Europe-wide for intimacy of the two countries through art. I would like to invite you all to this Turkish-Greek bridge. Travel in this magnificent quest with us. Your support is invaluable and will make us more powerful in the following travels. “Reversing Time” ve “OPHIDIA” adlı iki albüm hazırladık. Türkiye’den bir metal power progresif müzik grubunun bir Yunanlı müzisyen ile işbirliği yapması ilk kez yaşanan, eşsiz birşeydi. Bu durum, iki albümün piyasaya çıkışından hemen sonra yaptığımız röportajlarda, gazetecilerin sorularından da anlaşılabiliyordu. Ankara ve Rodos’ta konserlerimiz oldu, Ekim 2009’da Hollanda’nın Baarlo kentinde Progpower Festivali’nde sahne aldık. 2010’da ise Dreamtone & Iris Mavraki’s NEVERLAND ile Jon Oliva’s Pain olarak Avrupa turuna çıktık. Almanya, Belçika, Fransa, İsviçre ve Çek Cumhuriyeti’nde ve birçok şehirde sahneye çıktık. Benim için, dünyanın birçok ülkesinden değişik yaşlara ve dinleyicilere hitap eden devasa bir köprüydü. Hayatımın ve müzik hayatımın çok özel bir bölümü olduğunu söyleyebilirim. Bir röportajınızda “Ben bir barış savaşçısıyım” diyerek kendinizi ifade etmişsiniz. Gelecekte müzik, sanat ve Türk – Yunan ilişkilerine dair planlarınız nelerdir? Paulo Coelho bir zamanlar Işık Savaşçısı hakkında yazmıştı. Barış için savaşan bir insanın böyle hareket etmesi gerekir. Barış döneminde daha çok özen göstermesi ve barışın korunması için sürekli ve her şekilde nöbet tutması gerekir. Köprüler büyürse, mesajları taşıyan kayıklardaki yolcular çoğalırsa, o zaman bir köprü sarsılıp çökse bile, başka bir köprü yaratılır, gemiler çoğalır, halklar karşı koyar ve barış savaşçıları her yerde Lernean Hydra’lar gibi çoğalırlar. Artık bizi geri götürmeleri o kadar kolay değil. Bana göre, bir sanatçının rolü sanat, müzik, tiyatro, dans, sinema, edebiyat, resim sanatı, gazetecilik kanalıyla mesajlar taşımaktır. Çoğu kez karşımda devasa, görülmez yel değirmenlerine karşı barış için savaştığımı hissediyorum. 27 Mart 2015 tarihinde Mersin Üniversitesi Akademi Orkestrası ile Münif Akalın’ın yönetiminde ve buzukide Kostas Tsekkas ile Türk ve Yunan Besteci ve şairlerinin melodileştirilmiş eserlerinden oluşan bir konser verdim. Konseri, nüfus mübadelesinin (Lozan Antlaşması) 91. yıldönümü nedeniyle Mersin’den Akdeniz Opera ve Bale Kulübü düzenledi. Mersin bölgesinde birçok Giritli Türk bulunuyor ve hatta İhsaniye Köyü veya diğer adıyla Melemez Köyü vardır. Göçmenliğin iki yüzü vardır. Son dokuz aydır İngiltere’de yaşıyorum. Türk-Yunan köprüsünü tanıtmak için epey çabaladım ama konunun yeterince öğrenilmediğini düşünüyorum. İki ülkenin sanat aracılığıyla birbirine yaklaşması konusunda Avrupa çapında da bir tanıtım girişiminin yapılmasını isterdim. Hepinizi bu Türk-Yunan köprüsüne davet etmek isterim. Bizlerle birlikte bu muhteşem arayışta seyahat edin. Sizlerin desteği çok değerli ve bize gelecekteki seyahatlerimizde daha büyük güç katacaktır. TRGR JOURNAL 39 TOURISM Başaran ULUSOY Chairman of Association of Turkish Travel Agencies Türkiye Seyahat Acentaları Birliği Başkanı We Regard Greece as a Partner Yunanİstan’ı ortak olarak görüyoruz 40 www.turkeygreecemediabridging.com TURİZM Tourism has an important position for the countries from now until tomorrow beyond the sun and sea; tourism is also one of the tools performing cultural exchange between peoples. Başaran Ulusoy who is the chairman of Association of Turkish Travel Agencies says that tourism is extremely an advantageous activity for the development of friendship and trust relations between countries. Ulusoy also says that increasing the visits to Greece that is close neighbor of Turkey reflects on the figures. Turkey and Greece have the same sea border and they are two countries which have similar geographical features. How has this situation affected tourism potential of two countries over the years? How has it created an interaction between two countries? Tourism is extremely an advantageous activity for the development of friendship and trust relations between countries besides of having a role in the economic development of the countries. We can also see this situation in our relationship with Greece which we have the same sea. As long as these two countries carry out policies that ease the tension and provide getting closer, reciprocal visits increase and therefore increasing of the visits do its duty as a catalyzer in terms of development and consolidation of environment of trust and friendship. These developments also reflect on the figures. While the number of visitors coming from Greece was 393 in 2003, the figure reached 830 visitors in 2014. Likewise, while the number of Turkish tourists going to Greece was 170 in 2003, it was 741 in 2014. There are opportunities for the further development and concentration of the tourism activities between two countries. We hope that these opportunities will be assessed. What should be done to be developed the ongoing bilateral relations between Turkey and Greece in the field of tourism? In order to be developed the bilateral relations between Turkey and Greece in the field of tourism, we can summarize the done things as follows; • Information; data-views, “knowhow” change • The development of tourism activities between the party countries for the intra-regional or cooperation • Bringing in the tourists from the third country markets as a regional or mutual destination • Implementing joint promotion for this goals • Facilitating travel between our countries • Solution of mutual problems such as; military, political,etc… in non-tourism area. In previous months Ömer Çelik, minister of culture and tourism made a statement like that; “All countries in the world are our competitors. But there is one exception to this. We view Greece as a partner not a competitor. Thus, we desire that Greece can benefit from the number of tourists and revenue coming Turkey and likewise Turkey can benefit from the Ülkelerin bugününde ve yarınında, deniz ve güneşin ötesinde önemli bir yere sahip olan turizm; halklar arasında da kültürel değişimi gerçekleştiren araçlardan birisidir. Türkiye Seyahat Acentaları Birliği Başkanı Başaran Ulusoy, turizm için ülkeler arası güven ve dostluk ilişkilerinin geliştirilmesi açısından son derece olumlu katkıları olan bir faaliyet olduğunu söylüyor. Ulusoy, Türkiye’nin yakın komşusu Yunanistan’la ziyaretlerin artmasının rakamlara da yansıdığını belirtti. Türkiye ve Yunanistan aynı denize sınırları olan, benzer coğrafi özellikler gösteren iki ülke. Bu durum yıllar içinde iki ülkenin turizm potansiyelini nasıl etkiledi? İki ülke arasında nasıl bir etkileşim yarattı? Turizm, ülkelerin ekonomik kalkınmasında oynadığı rolün yanı sıra, ülkeler arası güven ve dostluk ilişkilerinin geliştirilmesi açısından da son derece olumlu katkıları olan bir faaliyettir. Bu durumu aynı denize komşu olduğumuz Yunanistan’la aramızdaki ilişkilerde de görmekteyiz. İki ülke gerilimi düşüren, yakınlaşmayı tercih eden politikalar uyguladıkça, karşılıklı ziyaretler artmakta, ziyaretlerin artması da güven ortamının ve dostluğun pekişmesinde ve gelişmesinde katalizör görevini yerine getirmektedir. Bu gelişmeler rakamlara da yansımaktadır. Yunanistan’dan gelen ziyaretçi sayısı 2003 yılında 393 bin kişi iken bu rakam 2014 yılında 830 bin kişi olarak gerçekleşti. Aynı şekilde Yunanistan’a giden Türk turist sayısı 2003 yılında 170 bin iken 2014 yılında ise 741 bin oldu. İki ülke arasında arasındaki turizm faaliyetlerinin daha da yoğunlaşması ve gelişmesi imkânları bulunmaktadır. Beklentimiz bu imkânların değerlendirileceği yönündedir. Türkiye ve Yunanistan arasında devam eden ikili ilişkilerin turizm alanında geliştirilmesi için sizce neler yapılmalıdır? Türkiye ve Yunanistan arasında ikili ilişkilerin turizm alanında geliştirilmesi için yapılması gerekenleri şu şekilde sıralayabiliriz. • Bilgi; veri – görüş, “know - how” değişimi • Bölge içi veya işbirliğine taraf ülkeler arasında turizm hareketlerinin geliştirilmesi • Bölge veya ortak destinasyon olarak üçüncü ülke pazarlarından turist çekilmesi • Bu amaçlarla ortak promosyon uygulanması • Ülkelerimiz arasında seyahatin kolaylaştırılması • Turizm dışı alanlardaki askeri, siyasi … vs ortak sorunların çözümü olarak sıralayabiliriz. Geçtiğimiz aylarda Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik şöyle bir açıklamada bulundu: ‘’Dünyadaki bütün ülkeler bizim rakibimizdir. Bunun tek istisnası var, Yunanistan’ı rakip değil, bir ortak olarak görüyoruz. Dolayısıyla, Türkiye’ye gelen turist sayısından, bizim elde ettiğimiz gelirden Yunanistan’ın faydalanmasını, TRGR JOURNAL 41 TOURISM number tourists and tourism revenue coming Greece.” Could you please express your thoughts on this subject? We are generally of opinion that we will grow much and spread the wealth together by collaborating with our all neighbors. We totally agree with Honorable Ömer Çelik, Minister of Culture and Tourism about his statement related to Greece. On February 24th-27th, 2015 a study trip in Athens was held in cooperation with HATTAHellenic Association of Travel, Turkish Airlines and Association of Turkish Travel Agencies. Could you please share the impressions in the study trip with us? On February 24th-27th, 2015 a 42 www.turkeygreecemediabridging.com study trip in Athens was held in cooperation with HATTA-Hellenic Association of Travel, Turkish Airlines and Association of Turkish Travel Agencies in order to examine the potential of Greece, investigate the opportunities of mutual tourism activities by having interviews that enable to support the present works and/or develop new products and follow the developments. The tourism professionals in Athens and the agencies being member of our Union came together and meeting point was created for the mutual cooperation. The agencies that work with Greece at present and the agencies that have the potential to work with Greece joined this mentioned trip and during the study trip providing maximum advantage aynı şekilde Yunanistan’a gelen turistten ve gelirden Türkiye’nin faydalanmasını arzu ediyoruz.” Sizin bu konudaki düşüncelerinizi rica edebilir miyiz? Biz genel anlamda, bütün komşu ülkelerimizle işbirliği yaparak birlikte daha fazla büyüyeceğimiz ve refahı yaygınlaştıracağımız kanaatindeyiz. Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız, Ömer Çelik’in Yunanistan’la ilgili yapmış olduğu açıklamaya aynen katılıyoruz. 24 – 27 Şubat 2015 tarihleri arasında HATTA – Yunanistan Seyahat Acentaları Birliği, THY ve TÜRSAB işbirliğinde Atina’ya bir inceleme gezisi gerçekleştirildi. Bu inceleme gezisinden elde edilen izlenimleri bizimle paylaşabilir misiniz? Yunanistan turizm potansiyelini incelemek, var olan çalışmaları destekler nitelikte ve/veya yeni ürünler geliştirilmesine olanak sağlayacak biçimde görüşmeler yaparak karşılıklı turizm faaliyetleri olanaklarını araştırmak ve gelişmelerin takip edilmesi amacıyla yapmış olduğumuz çalışmalar çerçevesinde Yunanistan Seyahat Acentaları Birliği - HATTA, THY ve TÜRSAB işbirliğinde, 24 – 27 Şubat 2015 tarihleri arasında Atina’ya bir inceleme gezisi gerçekleştirilmiştir. Bahse konu gezi ile Atina’daki turizm profesyonelleri ile Birliğimiz üyesi acentalar bir araya gelmiş ve karşılıklı işbirliği yapılabilmesi yönünde bir buluşma noktası oluşturulmuştur. Söz konusu geziye Yunanistan ile hâlihazırda çalışan ve çalışma potansiyeli olan acentalarımız katılmış olup inceleme gezisi süresince Atina’nın cazibe alanlarının ziyaret edilmesi, programa dâhil edilen otel ve müze ziyaretleri vesilesiyle de kısa sürede geziden maksimum fayda sağlanması amaçlanmıştır. Gezi sonrasında katılımcıların görüşlerinden de anlaşıldığı üzere Atina’ya gerçekleştirilen bu inceleme gezisi vesilesiyle hali hazırda Yunanistan turu yapan acentalarımızın turlarına ekleyebilecekleri birçok yenilikle karşılaştıkları ve özellikle paket turlarının oluşturulmasıyla iki ülke arasındaki turizminin gelişmesinde son derece faydalı olunacağı görüşü hâkimdir. Yunanistan TURİZM from the trip was aimed within the occasion of visiting the attraction areas of Athens and visiting the hotels and museums included in the program. According to the views of the participants we can say that the agencies that already made a Greece tour encountered many developments through this study trip. We also think that organizing package tours will extremely useful for the development of tourism between two countries. This trip was a great experience for the agencies that work with Greece and have the potential to work with Greece and even this trip was attracted attention by all groups. Could you please give us information about the Tourism Workshop related to Turkey which was held on March 31th, 2015 in Athens? In previous years we organized Turkey Introductory Activities by way of roadshow and Workshop with incoming travel agencies that are member of our Union. We organized these activities in various destinations in cooperation with the Ministry of Culture and Tourism, Foreign Culture and Introductory Consultancy and Turkish Airlines. The purpose of such activities is to introduce Turkey and develop the incoming activities so recently we have started to focus on tourism activities for Turkey. As to the invitation from Athens Culture and Introductory Consultancy, we will held a similar event that previously we hold in Stockholm and Oslo on March 31th, 2015 in Athens. ile çalışan ve çalışma potansiyeli olan acentalarımız için büyük bir deneyim olan bu gezi tüm grupça ilgiyle karşılanmıştır. 31 Mart 2015 tarihinde Atina’da düzenlenen Türkiye temalı Turizm Çalıştayı hakkında bilgi verebilir misiniz? Geçmiş senelerde T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Yurtdışı Kültür ve Tanıtma Müşavirlikleri ve THY işbirliğinde yurtdışında çeşitli destinasyonlara, Birliğimiz üyesi incoming seyahat acentalarının da iştirakleriyle Workshop ve roadshow mahiyetinde Türkiye Tanıtma Etkinlikleri düzenlemekteydik. Bu tarz etkinliklerin amacı Türkiye’yi tanıtmak ve incoming faaliyetlerini geliştirmek olup, son günlerde Türkiye temalı Turizm etkinliklerine ağırlık vermeye başladık. Atina Kültür ve Tanıtma Müşavirliği’nden gelen davete istinaden daha önce Stockholm ve Oslo’da düzenlediğimiz etkinliğin bir benzerini 31 Mart 2015 tarihinde Atina’da gerçekleştirdik. TRGR JOURNAL 43 ACTIVITY From Cybele to Aba Sultan Cultural Heriatage Aizanoi Kybele’den Aba Sultan’a Kültürel Mİras Aizanoi Kütayha that has a life and tradition of civilization from thousands of years resembles fairly an open-air museum. In Aizanoi Ancient City Excavations which was carried out in Çavdahisar district in Kütayha very important information about the joint history of Turkish-Greek was obtained. Aizonai Ancient City having about five-year history contains within itself many buildings particularly the Temple of Zeus which is one of the world’s best preserved examples. The walls of the Temple of Zeus have been unearthed in Aizonai Ancient City called as “Second Ephesus” with its cultural structure by the art circles. On these 44 www.turkeygreecemediabridging.com walls and some tombstones stamps of Turkish people that were believed to settle here in 13th and 14th century have been determined. The temple of Zeus contains much information belonging to thousands of year such as; Greek inscriptions belonging to the first construction period just like a newsmonger, the crosses belonging to the period of Christianity and lastly drawings holding daily lives indications of Çavdar people that settled here in 13th and 14th century. Prof. Dr. Elif Özer who is an academic member of the Department of Archaeology in Pamukkale University is at the head of the excavations team. Binlerce yıl öncesinden gelen bir yaşam ve uygarlık geleneğine sahip olan Kütahya, adeta bir açık hava müzesini andırıyor. Kütahya’nın Çavdarhisar ilçesinde gerçekleştirilen Aizanoi Antik Kenti Kazısı’nda Türk-Yunan ortak tarihine ilişkin çok önemli bilgiler elde edildi. Yaklaşık 5 bin yıllık geçmişe sahip Aizanoi Antik Kenti, başta dünyanın en iyi korunmuş örneklerinden biri olan Zeus Tapınağı olmak üzere birçok yapıyı içerisinde barındırıyor. Kültürel yapısıyla sanat çevreleri tarafından “İkinci Efes” olarak adlandırılan Aizanoi Antik Kenti’nde ortaya çıkarılan Zeus Tapınağı duvarlarında ve bazı mezar taşları üstünde 13. ve 14. yüzyılda buraya yerleştiği düşünülen Türklerin Tamgaları tespit edildi. Zeus Tapınağı; ayaklı bir gazete gibi ilk yapılış dönemine ait Yunanca yazıtlar, ardından Hristiyanlık dönemine ait haçlar ve son olarak 13. ve 14. yüzyılda buraya yerleşen Çavdarlar’ın günlük hayatlarına dair izler barından çizimlerle binlerce yıla ait pek çok bilgiyi içeriyor. Kazıları gerçekleştiren ekibin başında Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Elif Özer bulunuyor. Özer, gerçekleştirilen kazılarda Türk – ACTIVITY Prof. Dr. Elif Özer mentioned about the information related to the joint history of Turkish-Greek found in the excavations. She said: “Aizanoi is one of the beautiful examples in terms of being placed of ancient age and Turkish culture on the ancient fabric. The temple of Zeus is a good example for this joint culture. On the one margin of the temple’s wall there are ancient Greek inscriptions written for the construction of the temple and the help to the Emperor Hadrian and on the other margin of the wall there are Turkish lovers with their lute. As a result Aizanoi as a cultural heritage is a common heritage of all mankind.” Excavations at Aizanoi having a long history of excavations have continued at intervals since 1970s. The excavation carried out by German until 2010 was given to Pamukkale University by the ministry of culture and tourism from the year 2011. Aizanoi is a magnificent city both with many buildings that are still solid and Turkish fabric that are still alive. So these magnificent features carry visitors to the back. According to archaeological findings the majority of the structures in the city belong to the Roman Period. Aizanoi is a Phrygian city and so it is the country of the mother goddess Yunan ortak tarihine ilişkin bulunan bilgilerle ilgili Prof. Dr. Elif Özer, şu bilgileri aktardı: “Aizanoi hem antik çağ hem Türk dönemi kültürünün, antik doku üstüne yerleştirilmesi ve hala yaşamın devam etmesi ile güzel örneklerden biridir. Zeus Tapınağı, bu ortak kültüre verilebilecek iyi bir örnektir. Tapınak duvarının bir köşesinde tapınağın inşası ve İmparator Hadrianus’a yardım için yazılan Grekçe yazıtlar, bir diğer köşesinde ise elinde kopuzu ile Türk aşıklar yer almaktadır. Sonuç olarak Aizanoi kültürel bir miras olup tüm insanlığın ortak mirasıdır.” Uzun bir kazı geçmişi bulunan Aizanoi’deki kazılar, 1970’lerden itibaren aralıklarla devam ediyor. 2010 yılına kadar Alman arkeologlar tarafından yürütülen kazı 2011 yılından itibaren T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Pamukkale Üniversitesi’ne verildi. Aizanoi hem çoğu sağlam kalan pek çok yapısı ile hem de hala yaşamın devam ettiği Türk yerleşimiyle harmanlanmış dokusuyla gezenleri adeta geçmişe taşıyan büyüleyici bir kent. Arkeolojik buluntulara göre en erken evresi günümüzden yaklaşık beş bin yıl öncesine gitmekle birlikte bugün kentte görülen yapıların büyük kısmı Roma Dönemi’ne ait. TRGR JOURNAL 45 ARCHEOLOGY Cybele. The sacred place in Aizonai built for Cybele and worshiped by name Meter Steunene can still be seen today. Besides, there are still 2 round presentation area where the tauroboli ceremony in Cybele cult was performed. According to the survey in 2012 and information received from the local people it has been observed that this tradition has still continued by turning into a woman namely Aba Sultan even if it has another name and another conviction. Aizonai people prayed at this hill for Cybele two thousand years ago and two thousand years later across this hill Çavdarhisar people prayed to Aba Sultan for rain and they also dedicated victims. The only Temple of Zeus in Anatolia The other building in Aizanoi is the Temple of Zeus constructed in AD 1th century. This is the only Temple of Zeus which is today solid with its vaulted ground floor in Anatolia. The temple has eastwards and westwards and today the west acroterium has been still seen solidly. The downstairs of the temple which is surrounded with İon order and columns can be come down a ladder. It is also provided to go down the downstairs with a similar wooden ladder by the priests in antiquity. While some people believe that the downstairs is for the goddess Cybele, some think that it is only dedicated to Zeus and it is a place where the treasure is stored with an archive. In 2012 season in the south of the temple area excavation was made in order to find traces of settlement in a later period. Moreover the horses made for Zeus in the east of the temple were excavated and a bread plate was found belonging to A.D. 6th-7th century. During these dates this area was also sacred in the Christian era not for Zeus. Aizanoi Theatre- Stadion Complex is the only example in the ancient world known up to now thanks to being built on the same axis and having a 46 www.turkeygreecemediabridging.com common stage building. In 2012 this theatre entered into the Provincial List of UNESCO World Cultural Heritage through this feature. Traces of life beyond beliefs For security reasons a scientific excavation couldn’t be carried out apart from Amazon sarcophagus which was uncovered as a result of illegal excavations in southern necropolis with regard to the burial ceremony in the city. Therefore excavations were centered in the northern necropolis of the city between the years 2012-2014. After the fragments of gravestones on the territory were found, excavations were started in the north of the theatre in 2012. Özer explains the reason why the excavations were carried out in the north of the theatre like that: “First, the presence of fragments belonging to the tombstones would indicate the presence of a necropolis. Secondly, it is reasonable that there was a necropolis very close to the theatres in ancient age because the god Dionysus is a chthonic god (about the underground) being related to both theatre and death and as a result of the excavations some sounds slowly began to come under the ground. We have found the graves of Aizanois and the people who were buried here although they were not from here. We think that here should be a necropolis (cemetery) belonging to middle and lower sections of Aizanoi according Aizanoi, bir Phrygia kenti, dolayısıyla ana tanrıça Kybele’nin de yurdudur. Aizanoi’de Kybele için yapılan ve Meter Steunene adı ile tapınım gören kutsal alan bugün hala görülebiliyor. Kybele kültünde taurobolium törenlerinin yapıldığı 2 adet yuvarlak sunu alanı bugün hala yerinde. 2012 yılında yapılan araştırmada yöre halkından alınan bilgilere göre burada hala ama başka bir isimle ve başka bir inançla da olsa bir kadına; yani Aba Sultan’a dönüşerek bu geleneğin devam ettiği gözlemleniyor. Bir tepede iki bin yıl önce Kybele için yakarışlar yapan Aizanoilulular; iki bin yıl sonra karşı tepede yağmur için Aba Sultan’a dua eden, kurbanlar adayan Çavdarhisarlılar. Anadolu’da bilinen tek Zeus Tapınağı Aizanoi’deki bir diğer yapı MS. 1. yüzyılda inşası başlatılan Zeus Tapınağı’dır. Bugün Anadolu’da tonozlu alt katı ile sağlam kalan, bilinen tek Zeus Tapınağı’dır. Tapınak doğu batı yönünde olup, batı akroteri tapınağın ön kısmında sağlam şekilde bugün hala görülebiliyor. İon düzeninde ve tek bloktan işlenen sütunlarla çevrelenen tapınağın alt katına bugün ahşap bir merdivenle inilebiliyor. Antik Çağ’da tapınak rahipleri tarafından benzer bir ahşap merdiven ile alt kata iniş sağlandığı tahmin ediliyor. Alt katın aslında tanrıça Kybele için adandığını düşününler olmakla birlikte sadece Zeus’a adandığını ve buranın bir arşiv ile hazinelerin saklandığı alan olduğunu kabul eden görüşler de bulunuyor. 2012 sezonunda tapınak alanın güneyinde, daha geç dönemlere ait yerleşimin izlerini bulmak amacıyla kazı yapıldı. Tapınağın doğusunda Zeus için yapılan altarda da kazı gerçekleştirildi ve M.S. 6. 7. yüzyıllara ait bir ekmek mührü bulundu. Bu alanın bu tarihlerde de Zeus için olmamakla birlikte Hristiyanlık çağında da kutsallığının devam ettiğini gösteriyor. Aizanoi Tiyatro - Stadion Kompleksi ise aynı aks üzerine inşa edilmesi ve ortak bir sahne binasına sahip olması ile antik çağ dünyasında şimdiye kadar bilinen tek örnektir. Bu özelliğiyle 2012 yılında Unesco Dünya Kültürel Mirası Geçici Listesi’ne de girdi. Ölümden sonra yaşam inancının izleri Kentin ölü gömme adetlerine dair daha önce güney nekropolisteki kaçak kazı neticesinde ortaya çıkarılan Amazon lahdi dışında bilimsel bir kazı güvenlik nedenleri ile gerçekleştirilemedi. Bu nedenle kazı çalışmaları 2012-2014 yılları arasında kentin kuzey nekropolisinde yoğunlaştı. Toprak üzerinde mezar taşlarına ait parçaların bulunmasıyla tiyatronun kuzeyindeki alanda 2012 yılında kazı çalışmalarına başlandı. Kazının tiyatro alanının kuzeyindeki alanda yapılmasının nedenini ise Özer şöyle anlatıyor: “İlki, burada toprak üzerinde mezar taşlarına ait parçaların bulunması; bir nekropolis’in varlığını işaret ediyordu. İkincisi ise antik çağda tiyatroların çok yakınlarında nekropolis’in olması makuldür çünkü tanrı Dionysos hem tiyatro hem de ölümle ilgili kithonik (yeraltı ile ilgili) bir tanrıdır ve kazılar neticesinde toprağın altında yavaş yavaş sesler gelmeye başladı. Aizanoilular ve buralı olmadığı halde buraya gömüldüğünü düşünüldüğümüz insanların mezarlarını tespit ettik. 3 yıllık kazı sonucuna göre burası ARKEOLOJİ to a 3 year excavation results. Most of the tombs are simple earthen tombs. The earliest burial began in B.C. 2nd century and continued until A.D. 4th century. According to the excavation results it is obtained that the burial was carried out in the BC mid-1st century, namely between BC 50s and AD 50s. It has been observed that between these dates there was an increase burial of normal body namely in the inhumation after the cremation (burning bury). It was determined that this tradition had begun since BC 2nd century and continued until the Roman period. In 2014 a tomb was found and in this tomb there were terra-cotta (earthenware), the head of Attis, a bronze pyxis and a metal stellate necklace with its rope, candles in bowls. It has been determined that the skeleton in the tomb belonged to a woman in 25 years old. According to the findings the tomb dating from a time period between BC 50 and Tiberius Period likely belongs to a nun of the Cybele that was an important cult in Aizanoi. In another tomb in 2013 two female skeletons were found. A terra-cotta mask was found on the side of a tomb. Firstly it was thought that the skeleton was a man and soldier but later Assoc. Prof. Dr. Handan Üstündağ made an examination and informed that there were two skeletons and they belonged to women. According to information given by Özer; they saw the mask in the soldiers’ tomb and this mask was used as a cult of the dead in Roman period. Therefor the mask was in the women’s tomb, it was a surprising situation. Aizanoi’un daha orta ve alt kesimine ait bir nekropolis (mezarlık) olmalı diye düşünüyoruz. Mezarların çok büyük bir kısmı basit toprak mezarlar olup, en erken gömü M.Ö. 2. yüzyılda başlamış ve M.S. 4. yüzyıla kadar devam etmiştir.” Yapılan kazılar sonucunda elde edilen bilgilere göre M.Ö. 1. yüzyıl ortaları yani M.Ö. 50’ler ve M.S. 50’ler arasında defin gerçekleştirildiği anlaşılıyor. Bu tarih aralığında 2013 yılında bulunan bir diğer mezarda ise 2 kadın iskeleti tespit edildi. Birinin yüzü üstünde bir adet terakotta mask bulundu. İskeletin önce bir erkek ve asker olduğu düşünüldü fakat antropolog Doç. Dr. Handan Üstündağ tarafından yapılan incelemede iki iskelet olduğu ve bu iskeletlerin kadınlara ait olduğu bilgisi verildi. Özer’in verdiği bilgiye göre; Roma Dönemi’nde ölü kültü ile ilgili olarak kullanılan mask, askerlerin kremasyon (yakarak gömmek) sonrasında ise normal ceset gömü yani inhumasyonda artış görüldüğü gözlemlenmiştir. Aizanoi’da bu âdetin M.Ö. 2. yüzyıldan başlayarak, Roma dönemine kadar devam ettiği tespit edilmiştir. 2014 yılında bulunan bir mezardan Terrakotta (pişmiş toprak), Attis başı, bronz bir pyxis ve içinde ipi ile metal yıldız biçiminde bir kolye, kase içerisinde kandil çıkarılmıştır. Mezardaki iskeletin cinsiyeti ise 25 yaşlarındaki bir kadına ait olduğu tespit edildi. Buluntulara göre MÖ. 50 ile Tiberius Dönemi arasında bir zaman diliminden kalma mezar büyük olasılıkla Aizanoi’da önemli bir kült olan Kybele’nin bir rahibesine ait. mezarlarında da karşılaştıkları fakat bir kadına ait mezarda bulunmasının şaşırtıcı olduğu yönünde. The world’s first exchange Macellum Also in the excavations a round cult area called as Macellum was built in AD 2nd century. Maceullum means meat and fish market. The Ceiling Price Decree which was published by the Emperor Diocletinaus for the fight inflation in AD 4th century was scratched on the blocks of this round building in Greek and Latin. Thanks to this round building we can learn that a day wage of an artist was 150 denarii, a lawyer’s fee per complaint was 250 denarius and a day wage of a mason was 50 denarius. Dünyanın ilk borsası Macellum Kazılarda ayrıca; M.S. 2. yüzyılda Macellum adında yuvarlak bir kült alanı inşa edilmiş. Macellum; et ve balık pazarı anlamına geliyor. M.S. 4. yüzyılda İmparator Diocletinaus’un enflasyonla mücadele için çıkardığı Tavan Fiyat Kararnamesi hem Grekçe hem Latince olarak bu yuvarlak yapının bloklarına kazılmış. Burada bir ressamın günlük ücretinin 150 denarius, bir avukatın şikayet başına ücretinin 250 denarius, bir duvar ustasının günlüğünün 50 denarius olduğunu öğrenebiliyoruz. TRGR JOURNAL 47 ART 48 www.turkeygreecemediabridging.com SANAT Manolis Anastasakos I See a Fresh and Strong Art Scene in Turkey Türkİye’de taze ve güçlü bİr sanat sahnesİ görüyorum Manolis Anastasakos, who continues to work on painting, sculpture, installation, photography and video in Athens, aims to provide a new shape for the discomforts around him and instinctive feelings with his works. He emphasizes on individuality and inner-self of every human being with his works of art created by using the objects and symbols dominating social and political life. One of your exhibitions has been presented to the taste of the art-lovers in Turkey for the first time. How have you come up with the idea to hold an exhibition in Istanbul? What kind of feedbacks have you received? In the past, I visited Turkey for many times and learned about the country from many aspects and perspectives. In 2004, I made a big aluminium sculpture in front of Denizli Municipality Building with some other artists from Greece. This work of art, which weighs 4 tons and is 2.5 meters high, stands still there for those who want to see. I really like working Resim, heykel, enstalasyon, fotoğraf ve video üzerine Atina’da üretimini sürdüren sanatçı Manolis Anastasakos, etrafında olup bitenlerden duyduğu rahatsızlıklara ve içgüdüsel duygulara eserleriyle yeni bir biçim kazandırmayı amaçlıyor. Sosyal ve siyasi yaşama hükmeden objeleri ve sembolleri kullanarak oluşturduğu sanat eserleriyle her insanın sahip olduğu bireyliğe ve iç benliğine vurgu yapıyor. İlk defa bir serginiz Türkiye’de sanatseverlerle buluştu. İstanbul’da bir sergi açma fikri nasıl doğdu? Nasıl geri dönüşler aldınız? Geçmişte birçok kez Türkiye’ye seyahat ettim ve ülkeyi birçok açıdan ve perspektiften öğrendim. 2004 yılında Yunanistan’dan başka sanatçılarla birlikte Pamukkale Denizli’de Belediye Binası’nın önünde aluminyumdan büyük bir heykel yaptım. 4 ton ağırlığında ve 2.5 metre yüksekliğinde olan bu sanat eseri görmek isteyenler için hâla orada durmaktadır. Türk insanıyla çalışmak gerçekten çok hoşuma gidiyor ve İstanbul benim için en çok sevdiğim yerlerden biridir. Hush Galeri’nin sahibi TRGR JOURNAL 49 ART Bilge Ertem ile ilk kez iletişim kurduğumda, bunun Türkiye’yi sanatım sayesinde bir daha ziyaret etmem için iyi bir fırsat olduğunu biliyordum. Bu sefer ilk kişisel sergimle İstanbul’a gittim. Geribildirimler mükemmeldi ve her zamandan daha çok Türk dosta/sanatsevere sahip olduğumu biliyorum. with Turks and Istanbul is one of my favourite places. When I first contacted with the owner of Hush Gallery, Bilge Ertem, I knew this was a good opportunity for me to visit Turkey again thanks to my art. This time, I went to Istanbul my first solo exhibition. The feedback was excellent and I know that I have more Turkish friends/art lover than any time. Each artist is influenced by the society and land where he lives. How do your society and country reflect on your art? In 2010, Greece came under the rule of IMF and EU. Poverty and economic stagnation led to social unrest. According to the media, the memories of Greek rebellions created new and more violent 50 www.turkeygreecemediabridging.com rebellion expectations in Greece and abroad. I try to create works of art and sequence of actions with social profile by being inspired by this atmosphere. I am interested in people’s behavior, thoughts and feelings in the deep. You said during an interview; “An artist should discover his character through different perspectives and act by learning new methods.” What kind of perspective have you adopted in your works? Are there any new methods within your exhibition? In this exhibition, I use pressing methods to create high-quality monotypes. There is no specific method I use. The thing important to me is always the idea and the way to express better the thing I Her sanatçı yaşadığı toplumdan, üzerinde yaşadığı topraklardan etkilenir. İçinde yaşadığınız toplum ve ülkeniz sizin sanatınıza nasıl yansıyor? 2010’da Yunanistan IMF ve AB’nin denetimine girdi. Fakirlik ve ekonomik duraklama, toplumsal huzursuzluk hissine yol açtı. Medyaya göre, Yunan ayaklanmalarının anıları, Yunanistan’da ve yurtdışında yeni ve daha şiddetli ayaklanma beklentileri yarattı. Bu atmosferden esinlenerek, toplumsal profile sahip sanat eserleri ve eylemler dizisi yaratmaya çalışıyorum. İlgi alanım insanların davranışları, derinlerdeki düşünceleri ve duyguları. Bir röportajınızda, “Bir sanatçı karakterini farklı perspektifler üzerinden keşfetmeli ve yeni metotlar öğrenerek hareket etmelidir” demişsiniz. Siz çalışmalarınızda nasıl bir perspektif yakaladınız? Serginizde kullandığınız yeni metotlar bulunuyor mu? Bu sergide, yüksek kaliteli monotipler yaratmak için baskı metodları uyguluyorum. Kullandığım belirli bir metod yok. Benim için önemli olan daima fikirdir ve sahip olduğum kavrama iletmek istediğimi daha iyi ifade etmenin yoludur. Oymacılığı, resim yapmayı (aynı zamanda büyük ölçekli fresklerde) cam yapımı, inşaat yöntemleri, videolar vs vs kullanıyorum. Zaman içinde, eski veya yeni herhangi bir metodla, huzursuzluk işaretleriyle içgüdüsel olarak provoke olan duygulara şekil vermek istiyorum. SANAT want to convey to the concept I have. I use carving, painting (also in large-scale frescoes), glass making, construction methods, videos etc. I want to shape the feelings provoked instinctively with the unrest signs by using an old or new method over time. I get ideas from everything around me. I use plenty of objects and symbols scattered in the ruins of our social and political life. I want to represent the result of personality and internal individuality of every person. My art works are a metaphor for all countries that have been economically devastated. I want to find out why we’re looking for happiness and why the certainty has a greater significance for us. In fact, I have not found anything yet, but I enjoy researching. Are there any Turkish artists impressing you as a Greek artist? I like the works of Erkut Terliksiz from the point of street art and city structure. I saw the works of Taner Ceylan in New York and the ideas were very interesting. I discovered Ahmet Güneştekin and the grip area in his colorful tables a few years ago. These artists are completely different and I like this. Because, I see a fresh and strong art scene in Turkey nowadays. I see different ideas and expressions with new tools. There are many cinema, actors, sculptors, photographers and writers I respect and like because of their inner freedom. Could you tell us your works and the exhibitions you attended briefly? Last year, I attended the exhibition of “No country for young man” in Palais des Beaux-arts |Center of fine arts Brussels/Belgium, afterwards I was in “Performative Resistance” in “Arena” in Center of Contemporary Art in Torun/Poland. Currently, I am preparing my proposal for my Etrafımdaki herşeyden fikirler alıyorum. Sosyal ve siyasi yaşamımızın harabelerinde bol miktarda serpiştirilen objeleri ve sembolleri kullanıyorum. Her insan kişiliğinin ve iç bireyselliğinin sonucunu temsil etmek isterim. Sanat çalışmalarım dünyada new solo exhibition in New York and then I will prepare my sixth solo exhibition in Athens. I will also attend team exhibitions in Europe this year. ekonomik olarak harap olmuş bütün ülkeler için bir metafordur. Neden mutluluğu aradığımızı, ancak kesinliğin bizim için daha büyük öneme sahip olduğunun nedenini bulmaya çalışıyorum. Aslında henüz birşey bulmuş değilim, ama araştırmaktan zevk alıyorum Yunanlı bir sanatçı olarak, Türkiye’de etkilendiğiniz sanatçılar bulunuyor mu? Bize etkilendiğiniz sanatçılardan bahseder misiniz? Sokak sanatı bakış noktasından ve şehir yapısından Erkut Terliksiz’in çalışması hoşuma gidiyor. New York’ta Taner Ceylan’ın çalışmalarını da gördüm ve fikirler çok ilginç. Birkaç yıl önce Ahmet Güneştekin’i ve rengarenk tablolarındaki kavrama alanını keşfettim. Bu sanatçılar tamamen farklı ama benim de bu hoşuma gidiyor. Çünkü bugünlerde Türkiye’de taze ve güçlü bir sanat sahnesi görüyorum. Farklı fikirler ve yeni araçlarla ifadeler görüyorum. Türkiye’de, kısa metrajlı film alanı, oyuncu, heykeltraş, fotoğrafçı gibi sanatçılardan ve tabii ki iç özgürlüklerinden dolayı saygı duyduğum yazarlardan beğendiğim birçoğu var. Katıldığınız sergilerden ve çalışmalarınızdan bize kısaca bahsedebilir misiniz? Geçen yıl Palais des Beaux-arts |Center of fine arts Brüksel/ Belçika’da “No country for young man” sergisindeydim, sonrasında ise “Performative Resistance” Center of Contemporary Art Torun/Polonya’da “Arena”daydım. Halen New York’taki yeni kişisel sergim için teklifimi hazırlıyorum, sonrasında ise Atina’daki altıncı kişisel sergimi hazırlayacağım. Bu sene Avrupa’da ekip sergilerine katılacağım. TRGR JOURNAL 51 FOOD Engin Akın Yemet Yazarı/Food Writer Two Countries that have Enriched Each Other Bİrbİrİne ZENGİNLİK KATMIŞ İKİ ÜLKE 52 www.turkeygreecemediabridging.com ACTIVITY I lived in Greece for a while thirty years ago. I didn’t know much about Greece except for what I learned from history books those years. Still I thought I wouldn’t face very different cultures before going to Greece; it is maybe because of neighborhood or maybe because of the words I overheard here and there. The first difference catching my eyes in Athens was that the houses were built in an orderly way and the balconies had flowers. I liked it very much. I realized that both nations have more in common after visiting the Greek islands like Chios, Lesbos, Andros etc. The same or similar words that are related more to food and I heard in Athens attracted my attention to this commonality. The reason why the grocer in Kalamaki Neighborhood of Athens, Nikos remained in my mind is the common words we use. I used to contact with him very easily. They use bamyades for bamya (lady’s finger), karpuzi for karpuz (watermelon) and biberi for biber (pepper). These common words led to mutual smiling during my grocery shopping every morning. I really felt myself at home after learning to say Kalimera (Good Morning) and Kalisbera (Good Evening). The reason I felt like so wasn’t just because of words no doubt. There were many similar points in terms of life culture. Our conversations with signs and body language were very pleasant during my outfit fittings with the tailor Elefteriya. That my neighbor Nana gave me the pleasant foods she cooked or we talked about what we would cook that day wasn’t different from the neighbor relations in Turkey at all. It is inevitable that the Turks and Greeks feel intimate regardless of political issues. My observations in Athens in a few years caused me to excitedly welcome the Cretan food writer Mirsini’s offer “Let’s make a study comparing the gastronomies of Turkey and Greek together.” However, when I went to Athens for this study, I noticed that the past thirty years had taken a lot out of this city I knew. The coastline lying from Syntegma Square to Glyfada was filled with the taverns of- Greek and Turkey are very lucky as the two countries that have enriched each other. This richness stands out most in the food culture. Yunanistan ve Türkiye, birbirine zenginlik katmış iki ülke olarak çok şanslılar. Bu zenginlik en çok yemek kültüründe öne çıkıyor. Yunanistan’da otuz sene önce bir süre yaşadım. O yıllar; tarih kitaplarından öğrendiklerimin dışında Yunanistan hakkında fazla bir bilgim yoktu. Yine de gitmeden önce çok da farklı bir kültürle karşılaşmayacağımı düşünmüştüm; belki komşuluktan, belki de orada burada kulağıma çalınmış sözcüklerden. Atina’ya varır varmaz gözüme ilişen ilk fark, evlerin düzenli bir şekilde yapılmış ve balkonların çiçekli olmasıydı. Bu çok hoşuma gitti. Daha sonra Yunan adaları Sakız, Midilli, Andros vs. gördükten sonra her iki milletin yaşamında daha fazla ortak noktalar olduğunu gördüm. Atina’da daha çok yemeğe dair ya aynı ya da benzer sözcükler, bu ortaklığa dikkatimi çekmişlerdi. Atina’nın Kalamaki Mahallesi’nin manavı Nikos’un bu denli hafızama nakşolmasının nedeni de zaten kullandığımız müşterek sözcüklerdi. Onunla çok kolay anlaşıyordum. Bamyaya; bamyades, karpuza; karpuzi, bibere; biberi, her sabahki sebze alışverişimde Nikos ile karşılıklı gülüşmelerimize sebep oluyordu. Kalimera (Günaydın) ile kalisbera (İyi Akşamlar) demeyi de öğrendikten sonra artık kendimi iyice evimde hissetmiştim. Böyle hissetmemin sebebi sadece sözcükler değildi kuşkusuz. Yaşam kültüründe de benzeyen birçok nokta vardı. Terzi Elefteriya’daki provalarım esnasında işaret ve beden dili ile sohbetimiz çok zevkli geçerdi. Komşum Nana’nın TRGR JOURNAL 53 FOOD fering simple but very tasty foods just because they were real. Greek salad flavored with dark greenish olive oil, Fried Sardines and bitter Feta Cheese placed on the salad were indispensable tastes for me. Alas! These taverns were destroyed. When the environment is different, the dishes lose the taste. That’s why Athens makes me sad. If we consider my years in Athens, the most original and delicious food I ate was grilled octopus in those years. This food was the snack of those years, it was prepared and sold in the streets like kokoreç (grilled sheep’s intestines) or sizzling rissoles in Turkey. The grilled octopus was a wonderful taste. Preparation of octopus was probably the result of a particular style structured on the ancient Greek gastronomy. Octopuses are need to be dried first before preparing this food. The dried octopuses gain a nice smoked flavor while being grilled to get heated. We can say that the both styles belong to Helen that founded many civilizations seaside. I have never eaten the grilled octopus with the same taste in those years later. When the street gastronomy is carried to indoor places, something disappears. The octopus sandwich was a special taste like sausage sandwich, but only when it is eaten without sitting, I guess. Gyro was sold in buffets and eaten in the streets without sitting down. This also a different cultural communality related to the taste. I couldn’t feel the intimacy I felt to 54 www.turkeygreecemediabridging.com Kopanista the foods and humans to the architecture of the city of Athens. However, the gorgeous Greek houses located along the seaside called Kordon in the districts Güzelyalı and Alsancak of İzmir and there are also similar houses especially in the Aegean Region in Mesbos, Ayvalık, Milas, Ula, Muğla, these houses are visual reflection of a common culture. These lovely houses don’t exist anymore, either...These houses, mixture of Turkish-Greek architecture, are historic, but high and bland apartments took the place of these houses and these exceptional districts of İzmir became banal. However, these buildings built with the bay windows of Turkish houses and “trompe de l’oi” Greek columns embroidered on the corners are exactly architectural synthesis of Turkish-Greek architecture. The traces of a common life attract the attention even before tasting yaptığı güzel bir yemekten bana da vermesi ya da sabahları o gün ne pişireceğimize dair konuşmalarımız Türkiye’deki komşuluk muhabbetlerinden hiç de farklı değildi. Yunanlılarla Türklerin birbirlerine yakın hissetmeleri kaçınılmaz, politik durumlar ne olursa olsun… Atina’da bir kaç yılda gözlemlediklerim, yıllar sonra Giritli yemek yazarı Mirsini’nin “Gel birlikte Türkiye ve Yunanistan gastronomisini karşılaştıran bir çalışma yapalım” teklifini heyecanla karşılamama neden oldu. Ancak bu çalışma için Atina’ya gittiğimde gördüm ki, aradan geçen otuz yıl benim bildiğim bu kentten çok şey alıp götürmüştü. Eskiden Syntegma Meydanı’ndan başlayıp Glyfada’ya kadar devam eden sahil şeridi basit ama gerçek oldukları için çok lezzetli yiyecekler sunan tavernalarla dolu idi. Kızarmış Sardalya ve üzerine acımsı Feta Peyniri yerleştirilmiş, yeşilimtrak koyu zeytinyağıyla lezzetlendirilen Yunan salatası vazgeçilmez lezzetlerdi benim için. Heyhat! Bu tavernalar yok olmuşlardı. Ortam aynı olmayınca lezzetlerinde tadı kaçıyor sanki… Atina bu yüzden bir hüzün verir bana… Atina’da geçen yıllarıma bakarsak, o yıllarda yediğim en orijinal ve lezzetli yemek ahtapot ızgaradır. O yılların ayaküstü atıştırmalığı, bizim kokoreç ya da cızbız misali, sokaklarda hazırlanır ve satılırdı. Muhteşem bir lezzetti. Ahtapotun hazırlanışı Yunan antik gastronomisi üzerine yapılanmış özel bir üslubun sonucuydu muhtemelen. Bunu yapmak için önce ahtapotların kurutulması gerekir. Izgara edilerek ısıtılan kurutulmuş ahtapotlar güzel bir füme lezzet de kazanırlar. Her iki üslubunda deniz kenarlarında birçok medeniyet kurmuş Helen’e ait olduğunu söyleyebiliriz. O yılların lezzetinde olanını bir daha yemedim. Sokak gastronomisini kapalı mekânlara taşıyınca bir şeyler yok oluyor. Ekmek arası ahtapot, ekmek arası sucuk gibi özel bir lezzetti ama galiba ancak ayaküstü yediğinizde! Bunun gibi bizler nasıl ayaküstü döner yiyorsak Atina’da da o yıllarda büfelerde ayaküstü yenen gyro satılırdı. Bu da lezzete dair farklı bir kültür ortaklığıdır. Yemeklerde ve insanlarda bulduğum yakınlığı Atina kentinin mimarisinde bulamamıştım. Oysa İzmir’in Güzelyalı ve Alsancak semtinin Kordon denilen deniz kıyısı boyunca uzanan görkemli Rum evleri ki, aynı evler, Midilli, Ayvalık, Milas, Ula, Muğla, vs. gibi özellikle Ege’de coğrafi komşuluğun olduğu yerlerde örnekleri vardır, ortak bir kültürün görsel yansımalarıdır. Bu güzelim evler de artık yok… Türk-Yunan mimarisi karışımı bu evler tarihe mal olunca, yerlerini yüksek ve şahsiyetsiz apartmanlara bıraktılar ve İzmir’in bu mutena semtleri sıradanlaştı. Oysa Türk evlerinin cumbaları ile bu binaların köşelerine nakşedilen “trompe de l’oi” Yunan sütunları ile inşa edilen bu binalar 20. yüzyılda ortaya çıkan tam bir Türk-Yunan sentezi mimaridir. Daha yemeklerin tadına bakmadan ortak bir yaşamın izleri insanı çarpar. Ne YEMEK the foods. Fortunately, these traces of this commonality haven’t disappeared in the Greek islands and Turkish cities such as Ayvalık and Muğla. The settlements and foods in the afore mentioned cities maintain always the testimony of common culture. There are definitely some differences because palatal delight becomes almost genetic. It doesn’t matter which country’s food you cook, a self-added feature unconsciously prevents that the foods cooked in different countries being necessarily similar. Actually, this is a great richness. This is one of the reasons for that many tastes of the world show up. The trans-boundary tastes starting with neighborhood, most in the food culture. I would like to give an example from Crete cuisine in which there are more similarities. The kopanista cooked by my friend’s mother who migrated from Crete and the kaponista known by the Greeks are completely different. The kopanista cooked by Aunt Sabiha is a fresh bean meal. The kopanista the Greeks know is like our tulum cheese (a very sharp and salty cheese wrapped in goatskin) and this is even sharper than tulum cheese and made from Feta cheese after it is waited and the taste is sharpened. The only similarity is the way that the cheese and bean are prepared. The word of “kopanista” means “purée”; the beans mutlu ki Yunan adalarında ve Ayvalık ve Muğla gibi Türk kentlerinde bu ortaklığın izleri henüz silinmedi. Adı geçen kentlerdeki yerleşim yerleri ve yemeklerimiz ortak kültürün tanıklığını her zaman sürdürmekteler. Mutlaka arada farklılıklar var zira damak tatları adeta genetikleşiyor ve hangi ülkenin yemeğini pişirirseniz pişirin mutlaka, insanın belki de elinde olmadan kattığı kendinden bir özellik, farklı ülkelerde pişirilen yemeklerin tıpatıp benzer olmasını engelliyor. Aslında bu büyük bir zenginlik. Yeryüzündeki birçok tadın oluşmasının sebeplerinden biri de bu. Komşulukla başlayıp sınırları Benzerliklerin en çok yaşandığı Girit mutfak kültüründen bir örnek vermek isterim. Ailesi Girit’ten göç etmiş arkadaşımın annesinin yaptığı kopanista ile Yunanlıların bildiği kopanista birbirleriyle alâkası olmayan apayrı şeyler. Sabiha Hanım teyzenin yaptığı kopanista bir taze bakla yemeği. Yunanlıların anladığı kopanista ise Türklerin tulum peyniri lezzetinde (hatta daha da keskin), feta peynirinin bekletilerek tadı iyice keskinleştirilen bir çeşit peynir. Aradaki tek benzerlik peynirin ve baklanın hazırlanışında görünüyor… Yunanca’da kopanista püreleştirmek anlamındaki; bakla yemeği yapılırken az haşlanmış baklalar karşılıklı palatal delights are multiplying increasingly like a multiplication table because of flora characteristics. New tastes are involved in familial and national menus with new taste clothing by bringing along the traces of their roots. An important commonality is between Turkish and Greek gastronomoy like in the Middle East. The similarities are apparent despite the details. Thiropiat and börek (pastry), yoğurt and yağurdi (yoghurt), cacık and cacıki (diced cucumber garlic and mint in yoghurt) and so on. These are the varieties coming to mind first but there are also completely different foods even their names resemble. Greek and Turkey are very lucky as the two countries that have enriched each other. This richness stands out are boiled for a while, then they are crumbled by using knives and then they are cooked with flour and lemon juice and served as porridge. While the Greeks preparing the kopanista, they crumble Feta cheese in a similar way and add water and flour. It seems that the Turkish style bean kopanista resembles the Greek kopanista with the flour addition. There are similar elements in many foods without no doubt. The uncountable tastes such as pastries, çörekler or çörekiler (muffins), varieties of jams, koliva or aşure (noah’s pudding) present us unique dishes that can be called Greek or Turkish dishes after being kneaded with common culture in history. This is a unique richness, to which gratitude should be expressed. aşan lezzetler, damak tatları, flora özellikleri nedeniyle adeta bir çarpım tablosu gibi gitgide çoğalıyorlar. Yeni yeni tatlar, yeni lezzet giysileriyle aile ve ulusal mönülere, köklerinin izlerini taşıyarak dâhil ediliyorlar. Ortadoğu coğrafyasında olduğu gibi bir önemli ortaklık da Türkiye ve Yunanistan gastronomisi arasında. Ayrıntılara karşın benzerlikler âşikar. Thiropita ile börek; yoğurt ve yağurdi, cacık ile caciki, vs. gibi. Bunlar insanın hemen aklına gelen çeşitler ama burada isim benzese de lezzeti benzemeyen hatta birbirinden apayrı olan yemekler de var. Yunanistan ve Türkiye, birbirine zenginlik katmış iki ülke olarak çok şanslılar. Bu zenginlik en çok yemek kültüründe öne çıkıyor. bıçak kullanmak suretiyle iyice ufalanıyorlar ve sonra un ve limon suyu ile pişirilerek lapa kıvamında servis ediliyorlar. Yunanlıların Kopanistası yapılırken ise feta peyniri aynı şekilde ufalanıyor ve unlu su ekleniyor. Görülüyor ki, Türk usulü baklanın bir ucu Yunan kopanistasına uzanıyor, un ilavesiyle.. Kuşkusuz birçok yemek çeşidinde böyle öğeler vardır. Börekler, çörekler ya da çörekiler, onlarca reçel çeşitleri, koliva ya da aşure gibi saymakla tükenmeyecek lezzetler, tarihin içinde ortak kültürle yoğrularak, bize günümüzde Yunan yemekleri ya da Türk yemekleri diyeceğimiz özgün yemekleri armağan ettiler. Bu şükranlık duyulması gereken eşsiz bir zenginliktir. TRGR JOURNAL 55 LITERATURE Literature Bridge Between Turkey and Greece TÜRKİYE VE YUNANİSTAN ARASINDA EDEBİYAT KÖPRÜSÜ The leading writers of children’s and youth literature from Greece and Turkey are building a bridge between two countries. The first of the symposium to be held at three-step in Rhodes, Istanbul and Izmir was held in Rhodes. The second will be held in cooperation of Istanbul Provincial Directorate of National Education, Üsküdar University and Üsküdar Municipality in Istanbul on 27th-28th29th May 2015 and the third will be held in Izmir on 25th-26th October 2015. The three steps of International Symposium of Children’s and Youth Literature are being organized with the participation of the important writers of children’s and youth literature from Turkey and Greece. The symposium held within the project of “Turkey-Greece: Literature 56 www.turkeygreecemediabridging.com Türkiye ve Yunanistan’ın önde gelen çocuk ve gençlik edebiyatı yazarları iki ülke arasında köprü kuruyor. Rodos, İstanbul ve İzmir olmak üzere üç sacayağı biçiminde gerçekleştirilmekte olan Uluslararası Sempozyumun birincisi Rodos’ta düzenlendi. İkincisi İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Üsküdar Üniversitesi ve Üsküdar Belediyesi işbirliğiyle 27-28-29 Mayıs 2015 tarihinde İstanbul’da, üçüncüsü ise 25-26 Ekim 2015 tarihinde İzmir’de gerçekleştirilecek. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumunun üç kesiti de Türkiye ve Yunanistan’dan önemli çocuk ve gençlik edebiyatı yazarlarının katılımıyla gerçekleştiriliyor. Uluslararası Rodos Yazarlar ve Çevirmenler Merkezinin girişimiyle başlatılan “Türkiye-Yunanistan: Edebiyat Yolları” projesi kapsamında EDEBİYAT Roads” launched with the initiative of Rhodes International Writers and Translators Center brought the project into being. The Center, that had the support of Rhodes Municipality and Rhodes Mediterranean University and Patakis Publications, one of the important publishers publishing the books of children’s and youth literature in Greece, hosted the important writers of children’s and youth literature from Turkey in Rhodes on 26th30th March 2015. Aytül Akal, Mavisel Yener, Esra Alkan, Habib Bektaş, Mesut Şenol and Bekir Yurdakul from Turkey and Filippos Mandilaras, Eleni Dikaiou, Lili Lambrelli, Foteini Fragouli, Aggeliki Darlasi from Greece participated in the first symposium. It brought together Dikaious Chatziplis, the representative of Patakis Publications and Turkish writers, Nancy Dionysia Tryposkoufi, the director of Rhodes International Writers and Translators Center and Eleftheria Binikou. The writers from Turkey and their Greek colleagues were welcomed warmly at the office of Fotis Chatzidiakos, the mayor of Rhodes. The Writers Met the Students In the framework of education program of “Book Adventures” by Rhodes International Writers and Translators Center, the Turkish and Greek writer participated together in the prize giving ceremony for the primary, secondary and high school students who had read and narrated the works of Turkish and Greek writers of children’s and youth literature with their own imagination. The writers who shared the joy and pride of the students, parents and teachers visited also the schools in Rhodes. After the writers established live and interactive dialogues in the classes The second of the International Symposium of Children’s and Youth Literature, will be held in cooperation of Istanbul Provincial Directorate of National Education, Üsküdar University and Üsküdar Municipality in Istanbul on 27th-28th-29th May 2015 and the third will be held in Izmir on 25th-26th October 2015. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumunun İkincisi İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Üsküdar Üniversitesi ve Üsküdar Belediyesi işbirliğiyle 27-28-29 Mayıs 2015 tarihinde İstanbul’da, üçüncüsü ise 25-26 Ekim 2015 tarihinde İzmir’de gerçekleştirilecek. düzenlenen sempozyumla adı geçen proje de hayata geçirilmiş oldu. İlk olarak Rodos’ta, Rodos Belediyesi ve Rodos Akdeniz Üniversitesi’nin, Yunanistan’daki çocuk ve gençlik edebiyatı kitaplarını yayımlayan önemli yayınevlerinden Patakis Yayınlarının desteğini alan Merkez, Türkiye’den önde gelen çocuk ve gençlik edebiyatı yazarlarını 26-30 Mart 2015 tarihlerinde Rodos’ta konuk etti. Uluslararası Sempozyumun birincisine Türkiye’den Aytül Akal, Mavisel Yener, Esra Alkan, Habib Bektaş, Mesut Şenol ve Bekir Yurdakul, Yunanistan’dan ise Filippos Mandilaras, Eleni Dikaiou, Lili Lambrelli, Foteini Fragouli, Aggeliki Darlasi katıldı. Patakis Yayınları temsilcisi Dikaious Chatziplis’i Türk yazarlarla, Uluslararası Rodos Yazarlar ve Çevirmenler Merkezi Direktörü Nancy Dionysia Tryposkoufi ve Eleftheria Binikou buluşturdu. Rodos Belediye Başkanı Fotis Chatzidiakos’un makamında Türkiye’den gelen yazarlarla Yunanlı meslektaşları ilgiyle karşılandı. Yazarlar Öğrencil̇ erle Buluştu Uluslararası Rodos Yazarlar ve Çevirmenler Merkezinin “Kitap Serüvenleri” eğitim programı çerçevesinde, Yunan çocuk ve gençlik edebiyatı yazarlarının kitaplarını okuyan ve bunları kendi hayal güçleriyle yeniden öyküleştiren ilk, orta ve lise öğrencilerine ödül verme törenine, Türk ve Yunan yazarlar birlikte katıldılar. Öğrencilerin, anne-babaların ve öğretmenlerin sevincine ve gururuna katılmanın heyecanını yaşayan yazarlar Rodos Adası’ndaki okulları da ziyaret ettiler. Öğretmenler odası sohbetlerinin ardından sınıflarda canlı ve etkileşimli diyaloglar yaşayan yazarların gözleri gelecek kuşaklar için umutla parlıyordu. Rodos günlerinin en çarpıcı etkinliklerinden birisi Kültürel Gece oldu. Anadolu halk dansları, türküleri ve şarkılarının sergilendiği gecede Rodoslular son derece duygulu anlar yaşadılar. TRGR JOURNAL 57 LITERATURE following the chats in the teachers’ room, their eyes were shining with hope for the next generation. One of the most striking events of the Rhodes days was the Cultural Night. The Rhodesians had very emotional moments at the night when Anatolian folk dances, folk songs were performed. It was quite touching that the Greek writer Foteini Fragouli told he threw a ball from the Island of Lesbos to the Turkish side and dreamed a Turkish child taking that ball in his dream when he was kid. The consul general of Turkey in Rhodes Hakan Aytek organized also a night for the Turkish and Greek writers. The mutual friendship and trust relation of Aytek with the Mayor of Rhodes and Rhodes International Writers and Translators coincided exactly with the brotherhood feeling between the Turkish and Greek writers. The Second Symposium at Üsküdar University in May Turkish-Greek Literature Roads cross in Istanbul on 27th-31st May 2015. Istanbul Provincial Directorate of National Education, Üsküdar University, Üsküdar Municipality, Kalkandere Education Foundation, Academy of Intercultural Communication and Translation and Ergi Communication organize the symposium in Istanbul. The Symposium of Marmara Children’s and Youth Literature will be held in the campus of Altunizade of Üsküdar University in Üsküdar, Istanbul. The writers of children’s and youth literature, the academicians working in the relevant field and researchers from Turkey and Greece will actively participate in the symposium that will start with the opening speech of the president of Üsküdar University, Professor Nevzat Tarhan. The Turkish and Greek writers, who will pay school visits in Üsküdar and Şişli within the symposium, 58 www.turkeygreecemediabridging.com emphasize that meeting the students is extremely important and valuable and making the next generations love books and literature should be considered as a sacred duty. The Turkish and Greek writers, whose paths crossed through the Symposium of Marmara Children’s and Youth Literature coinciding with the project of “Writers in the School” of Istanbul Provincial Directorate of National Education, will meet in Izmir in the fall. The third pillar of the symposium will have been completed in İzmir in October 2015. It is planned to maintain Turkish-Greek Symposium of Children’s and Youth Literature in the following years. Bu gecelerden birinde Yunanlı yazar Foteini Fragouli’nin, çocukken rüyasında yaşadığı Midilli Adasından Türk tarafına bir top fırlattığını ve sabah o topu bir Türk çocuğun aldığını hayal ettiğini anlatması oldukça dokunaklıydı. Türkiye’nin Rodos Başkonsolosu Hakan Aytek de Türk ve Yunan yazarlar için bir gece düzenledi Aytek’in Rodos Belediye Başkanı ve Uluslararası Rodos Yazarlar ve Çevirmenler Merkezi ile karşılıklı olarak kurduğu dostluk ve güven ilişkisi, tam da Türk ve Yunan yazarlar arasındaki kardeşlik havasına denk düşen bir karşılık buldu. The Turkish and Greek writers who will participate in the Symposium of Marmara Children’s and Youth Literature are as follows; Marmara Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumuna katılacak Türk ve Yunan çocuk ve gençlik edebiyatı yazarları ise şunlardır. Aytül Akal (İstanbul) Çiğdem Gündeş (İstanbul) Esra Alkan (İstanbul) Eşref Karadağ (İzmir) Dr. Fatih Erdoğan (İstanbul) Gülten Dayıoğlu (İstanbul) Habib Bektaş (İzmir/ Salihli-Manisa) Hidayet Karakuş (İzmir) Mavisel Yener (İzmir) Muzaffer İzgü (İzmir) Nemika Tuğcu (İstanbul) Mesut Şenol (İstanbul) Yunus Bekir Yurdakul (İzmir) Angeliki Darlasi (Athens) Christina Fragkeskaki (Athens) Eleni Dikaiou (Athens) Evangelia Lambrelli (Athens) Filippos Mandilaras (Athens) Foteini Fragkouli (Athens) Nancy Dionysia Tryposkoufi (Rhodes) Eleftheria Binikou (Rhodes) Dikaios Chatziplis (Athens) İki̇nci̇si̇ Mayıs’ta Üsküdar Üni̇versi̇tesi’nde Türk-Yunan Edebiyat Yolları 2731 Mayıs 2015 tarihleri arasında İstanbul’da kesişiyor. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Üsküdar Üniversitesi, Üsküdar Belediyesi, Kalkandere Eğitim Vakfı, Kültürlerarası Şiir ve Çeviri Akademisi ve Ergi İletişim bu buluşmanın İstanbul ayağını organize ediyor. Marmara Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu İstanbul Üsküdar’da, Üsküdar Üniversitesi Altunizade Yerleşkesi’nde gerçekleştirilecek. Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın açış konuşmasıyla başlayacak olan sempozyuma Türkiye’den ve Yunanistan’dan çocuk ve gençlik edebiyatı yazarları, alanla ilgili akademisyenler ve araştırmacılar aktif katılım sağlayacaklar. Sempozyum kapsamında Üsküdar ve Şişli’de okul ziyaretleri de gerçekleştirecek olan Türk ve Yunanlı yazarlar, öğrencilerle buluşmanın son derece özel bir önemi ve değeri olduğunu, gelecek kuşaklara kitap ve edebiyat sevgisi aşılamanın kutsal bir ödev sayılması gerektiğini vurguluyor. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğünün “Yazarlar Okulda” projesi ile de örtüşen Uluslararası Marmara Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu ile yolları kesişen Türk ve Yunanlı yazarlar sonbaharda da İzmir’de bir araya gelecekler. Ekim 2015 İzmir buluşmasıyla sempozyumun üçüncü sacayağı da gerçekleşmiş olacak. Türk Yunan Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumunun sonraki yıllarda da devam etmesi planlanmaktadır. top ww .si vil alo gu .or g diy lum Ad Öz alet Gü gür , ve lük nli ve k Eğ erj itim i En İş Ha Kurm Hiz kkı a Se me ve rb t S es un tis um i u Tü ve ket ici Sa nin Ko ğlığ run ın ma sı ve lges Ar Yap el P Ko açla ısa olit ord rın l ika ina sy on u Bö etm Çe v İşl eS an ay re ev iP oli ti ka sı Ta r Ba ım lık ve çıl ık Bu proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından finanse edilmektedir SİVİL TOPLUM DİYALOĞU YENİ HİBE FIRSATLARIYLA DEVAM EDİYOR!